II.Meşrutiyet Dönemi Türk Kadını
Transcript of II.Meşrutiyet Dönemi Türk Kadını
II. Meşrutiyet Dönemi Türk Kadını
Sığırcıkoğlu Sayfa 1
II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ TÜRK KADINI
HAZIRLAYAN:
KURTULUŞ SIĞIRCIKOĞLU HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ SİYASET BİLİMİ YÜKSEK
LİSANS PROGRAMI
DERS:TÜRKİYE’DE SİYASAL AKIMLAR
DERSİN SORUMLUSU:DOÇ.DR. METE KAAN KAYNAR
TARİH:15.01.2015
II. Meşrutiyet Dönemi Türk Kadını
Sığırcıkoğlu Sayfa 2
İÇİNDEKİLER
Giriş…………………………………………………………………………3
II.Meşrutiyet ve Öncesi Osmanlı Siyasal Yapısı………………………….4
Dönemin Kadın Yorumu ve Aydın Görüşleri…………………………….5
Eğitim Alanında Kızlara Yönelik Yapılan Düzenlemeler………………..8
a.İlk ve Ortaöğretim Düzeyinde Eğitim……………………………9
b.Mesleki Eğitim……………………………………………………10
c.Yükseköğretim……………………………………………………11
Hukuk Alanındaki Düzenlemeler
a.Aile Hukuku………………………………………………………12
b.Arazi Hukuku…………………………………………………….13
c.Zina Cezası………………………………………………………..13
d.Tesettür ve Sokağa Çıkma………………………………………13
Çalışma Hayatı……………………………………………………………..14
a.Memuriyette Kadınlar…………………………………………..15
b.İşçi Kadınlar……………………………………………………..15
c.Girişimci Kadınlar……………………………………………….16
Dönemin Kadın Dergileri………………………………………………….17
Kadınlar Dünyası…………………………………………………...17
Kadın Dernekleri…………………………………………………………...20
a.Teali Nisvan Cemiyeti…………………………………………….20
b.Kadınları Çalıştırma Cemiyeti-i İslamiyesi……………………..21
Sonuç………………………………………………………………………...22
Kaynakça……………………………………………………………………23
Anahtar Sözcükler
II.Meşrutiyet Dönemi Türk Kadını, Kadın Dergileri, Kadın Dernekleri, Çalışma Hayatında
Kadın, Eğitim Hayatında Kadın, Kamusal Alanda Kadın.
II. Meşrutiyet Dönemi Türk Kadını
Sığırcıkoğlu Sayfa 3
GİRİŞ
Türk kadınının sosyal statüsü tarih boyunca sürekli farklı seyretmiştir. İlk dönemlerde
kadınlar aile içerisinde ve devlet meselelerinde erkeklerle neredeyse eşit haklara sahipken,
Türkler’in İslamiyet’i kabulü ve İstanbul’un fethinden sonraki Hıristiyan kültürün kadın
yorumu Türk kadınının sosyal statüsünü değişime uğratmıştır. Doğrusu, İslamiyet’in kadına
diğer semavi dinlerden daha çok özgürlük tanıdığı düşünülürse, Türk kadınını en çok
etkileyenin Arap, İran ve Bizans milli kültürleri olduğu kolayca anlaşılabilir. Başlarda savaş
meydanlarında erkeklerle beraber cenk eden Türk kadını özellikle 16. ve 17. yüzyıllarda
domestik alana itilmiş ve birçok sosyal haktan yoksun bırakılmıştır. 18. yüzyılla beraber,
Osmanlı’nın nizam-ı alem felsefesindeki çatlaklar ve savaşlardaki mağlubiyetler, Osmanlı’ya
kendini yeniden yorumlama zorunluluğu hissettirmiş ve nitekim bu hususta Batı örnek
alınmıştır. 1839 Tanzimatı ile toplumun her kesimine hitap eden batılılaşma hareketi ile
hukuk sistemi gözden geçirilmiş ve eğitim batı tarzı yenilenmiştir. Toplumun iliklerine kadar
yayılan yenilik hareketleri ailenin temeli olan kadını elbette ki teğet geçmemiş, kadına
sosyalleşmesi için imkan tanımıştır. Batının sistemini yakından tanıyan Namık Kemal gibi
bazı Osmanlı aydınları bu dönemde başlayan kadın hareketlerine destek vermişlerdir. II.
Meşrutiyet’e gelindiğindeyse artık Türk kadınının domestik alandan kamusal alana geçtiğini
söylemek mümkün olmuştur. Her ne kadar aydınlanma sadece üst sınıf kadınlar arasında
gerçekleşse de, bu dönemde Türk kadını varlığını siyasal anlamda hissettirmeye başlamıştır.
Fatma Aliye, Hali Edip gibi değerli Türk kadın aydınlar bu döneme öncülük etmişlerdir.
Sosyal, siyasal, hukuki ve ekonomik alanda belli standartlarda özgürlüğüne kavuşan Türk
kadını batılı kadınları örnek alarak kitaplar yazmış, gazeteler dergiler basmış, makaleler
yayınlamış ve kadının varlığını kurumsallaştıracak dernekler kurmuştur. Böylece Türk kadını
geçmişte kalan, tarih sayfalarına gömülü temel haklarını yeniden elde edebilmek için uzun ve
meşakkatli bir yola koyulmuştur.
II. Meşrutiyet Dönemi Türk Kadını
Sığırcıkoğlu Sayfa 4
II.Meşrutiyet ve Öncesi Osmanlı
Siyasal Yapısı
Batı karşısında sürekli güç kaybeden ve aldığı ağır darbeler sonucu politik yönden
yıpranan Osmanlı, Batı medeniyetini çoğu yönden üstün kabul edip yenileşme hareketlerine
gitmeye başlamıştır. Bu rekonstrüksiyon döneminde Osmanlı Batılı değerleri kendi
değerlerine entegre etmeye çalışmıştır. İlk olarak 18. yüzyılda askeri alanda yenileşme
başlamış, daha sonraları toplumun her alanına yayılmıştır. Fakat bu yayılma oldukça ağır
ilerlemiştir, çünkü bu devrim niteliğindeki değişim bazı tarafların olumsuz tepki vermesine
sebep olmuştur. Bu değişim sürecinin yarattığı tartışmalar ara ara isyanlara sebep olsa da,
Osmanlı adımlarını kararlı atmıştır. Fakat bu kararlı adımlarda yalnız değildir. Yenileşme
hareketlerinde Osmanlı tek başına rol almamakta, aynı zamanda Batı’nın da diretmeleriyle
çağdaşlaşma hareketleri devam etmektedir. Osmanlı’nın sırtını Batı’ya yaslayarak yaptığı her
mücadele onu Batı’ya bir adım daha yaklaştırmış ve daha söz dinler hale getirmiştir. Örneğin;
1856 Islahat Fermanı, özgürlük adı altında azınlıklara bazı imtiyazlar tanımıştır. Bu da
Osmanlı’nın dış borçlanmasının sonuçlarından yalnızca biridir. Ekonomik olarak Batı’ya
bağımlı hale gelen Osmanlı, 19. yüzyıldaki milliyetçilik akımının etkisi ve güçlü Avrupa
ülkelerinin kendi toprakları üzerindeki emelleri nedeniyle tam olarak dağılmaya yüz
tutmuştur.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı bu dönemde Osmanlı’nın eski gücünü kaybettiğinin kanıtı
sayılmıştır. Bu savaşın ardından İngiltere’nin politikasını değiştirmesi, Osmanlı’nın
Avrupa’nın yeni yükselen gücü Almanya’nın yanında yer almasına ve toprak bütünlüğünü
korumak için denge politikası izlemesine neden olmuştur. Böylece yenileşme hareketlerinde
Alman kültürü de önemli bir rol oynamaya başlamış, Osmanlı ordusu Alman subaylar
tarafından eğitilmeye başlanmıştır. 1876’da açılan meclis savaş bahanesiyle kapatılmış ve
II.Abdülhamit bu döneme mutlak otorite olarak damgasını vurmuştur. Bu dönemde çıkan
isyanlar sonucu Osmanlıcılık politikasından vazgeçilerek Ümmetçilik politikası izlenmeye
başlanmıştır. II.Abdülhamit bu dönemi adeta sıkıyönetim ilan etmiştir fakat Osmanlı
aydınları propagandalarına yurtiçi ve dışında da devam etmiştir. Jön Türk hareketi olarak
adlandırılan hareket, içerisinde birçok farklı grubu barındırmıştır; Batıcı-İslamcı, Ermeni-
Yahudi, Türk-Arap gibi birçok etnisite, din ve ideolojiden insan vardır. Bunların hepsi de
II.Abdülhamit’in mutlak otoritesinden vazgeçerek, meşruti idareyi benimsemesini
istemektedir (Kurnaz, 1996:17).
II. Meşrutiyet Dönemi Türk Kadını
Sığırcıkoğlu Sayfa 5
Jön Türkler II.Abdülhamit’i devirmek için öncelikle halkı ayaklandırmaya çalışmış,
fakat başarısız olunca, ordunun içine sızarak orduyu harekete geçirmeye çalışmışlardır. Bu
sefer planlarında başarılı olan Jön Türkler, 1908 ihtilaliyle meşrutiyeti ilan etmiş ve meclisi
yeniden açmışlardır. 31 Mart Olayı ile II.Abdülhamit hal edilmiş ve devletin idaresi kısmen
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin eline geçmiştir (Kurnaz, 1996:18-19).
Meşrutiyetin ilanı ile Türk toplumu tüm sorunlarından kurtulduğunu düşünmüştür.
Artık demokratik bir ortamda, herkesin özgürce konuşabileceği, hareket edeceği zamanlar
gelmiştir. Gayrimüslimlere ve azınlıklara verilen haklar doğrultusunda Batı’nın baskılarının
son bulacağına inanılmıştır. Fakat beklenenin aksine, ortalık fena halde kızışmıştır. Azınlıklar
tam bağımsızlık için savaşmaya devam etmiş, 1911’de Trablusgarp, 1912’de de Balkan
Savaşları’nda büyük topraklar kaybedilmiştir. Kaybedilen bu topraklarda yaşayan Türk
nüfusu yerli halklar tarafından zulüm görmüş, katledilmişlerdir. Bunun üzerine İttihat ve
Terakki Cemiyeti Bab-ı Ali baskını ile ülke yönetimini tamamen ele geçirmiştir (Sarınay,
1994:95).
Ülke 1914’te I.Dünya Savaşına katılınca kayıpları daha da artmış, Meşrutiyet dönemi
böylece Osmanlı için aynı zamanda kayıplar dönemi olmuştur. Fakat tüm bu kargaşa ortamına
rağmen, Meşrutiyet dönemi demokrasi açısından Türkler için bir devrim olmuştur. Bu
dönemde tüm ideolojilere kapılar açılmış, insanlar yeni ufuklara yelken açmış, özgürlük hissi
Türkler’in zihinlerinde yer edinmeye başlamıştır. Muhafazakar, Sosyalist, Batıcı, İslamcı
herkes fikrini söylemekte serbest kılınmış, ülkenin içinde bulunduğu sorunlardan nasıl
kurtulabileceği konusunda çeşitli çözümler sunmuştur (Unat,1981:6-8). Tartışılan meseleler
arasında yalnızca siyaset yer edinmemiş, toplumsal meselelere de değinilmiştir. Bunlardan
biri, toplumu derinden etkileyen ve toplumun yarısını oluşturan kadının statüsüdür.
Dönemin Kadın Yorumu ve
Aydın Görüşleri
Osmanlı toplumu geleneklere bağlı, İslami şartlara göre yaşayan ve bu sebeple ataerkil
toplum yapısı benimsemiş bir toplumdur. Yani diğer ülkelerin çoğunda olduğu gibi kadın
erkeğin hegemonyasındadır. Yenileşme süreciyle beraber kadın hakları üzerinde de
çalışılmasının gerekliliği görülmüş ve dönemin aydın kesimi bu aile yapısına zarar vermeden
kadınları belirli bir çerçevede erkekle eşit kılacak fikirler üretmiş, Türk kadınını tekrar
yorumlamışlardır.
II. Meşrutiyet Dönemi Türk Kadını
Sığırcıkoğlu Sayfa 6
Kadın hareketine öncülük eden bazı Osmanlı aydınları, Türk kadınının batı kadınından
geri kalmasının sebeplerinin, dönemin yaşam tarzını şekillendirmiş İslam dinine
bağlanmaması gerektiğini savunmuşlardır. Nitekim Ahmet Mithat Efendi çalışmalarında
İslam’ın Batı’ya göre kadına daha çok hak tanıdığını dile getirmiştir (Çakmak,2011). Bunu
dile getiren sadece erkekler olmamış, dönemin aydın kadınlarından Fatma Aliye de Osmanlı
kadınlarının eski İslam kadınlarını örnek almasını savunmuştur (Aydıngör, 2006:76). Bunda
kasıt kadın hareketlerine karşı çıkabilecek muhafazakar kesimi rahatsız etmemektir.
Kadının toplumdaki yerini değiştirmeye çabalayan aydınlar, bunu aceleye getirmemiş,
ağır adımlarla ilerlemişlerdir. O dönem için mahrem sayılan kadın konusu üstü kapalı bir
şekilde aydınların eserlerinde yer edinmiştir. Aydınlar kadın meselesini çözmeye çalışırken
daha çok kentlerde yaşayan kadınlara ilgi göstermişler ve onları toplumun işe yarar, bilgi
sahibi, eğitimli bireyler olmaları için çalışmışlardır. Çünkü Batı’yı yakından tanıyan Osmanlı
aydınları gelişimin ve değişimin yalnızca erkeklerle olamayacağını bilmekte, bu yüzden
toplumun yarısını oluşturan kadınların fonksiyonel hale getirilmesi gerektiğini
savunmaktadırlar. Ahmet Mithat Efendi, Namık Kemal, Şinasi gibi dönemin önde gelen
aydınları da kadının erkeklerle aynı seviyede eğitim almasını desteklemiş, görücü usulü ve
çokeşli evliliklere tamamen karşı çıkmışlardır (Kurnaz, 1996:21).
II.Abdülhamit her ne kadar ülkeyi baskıcı bir şekilde yönetiyor olsa da, çıkarlarına ters
düşmeyecek yazıların yayınlanmasına müsaade ediyordu. Fatma Aliye ve Nigar Hanım gibi
önemli kadın aydınlar bu konuda yazdıkları yazıları yayınlayabiliyorlardı.
II.Meşrutiyet her ne kadar toprak kayıplarının, savaşların yaşandığı dönem olsa da,
feminizm tartışmaları açısından en verimli dönemdi. Bu dönemde kadın meselesinin bu kadar
alevlenmesinin sebepleri Batı’yı örnek alma yanında aynı zamanda toplumun diğer yarısının,
kadınların ihmal edildiği, gücünün horlandığı, eğitim ve diğer sosyal haklarından mahrum
bırakıldığından ülkenin gelişmesine katkıda bulunamadığı ve bu yüzden Osmanlı’nın çöküş
dönemine girmesidir (Dulum, 2006:20).
Kadın meselesi farklı aydın grupları tarafından farklı görüşlerle ele alınmıştır. Kadın
meselesini ilk olarak gündeme getiren grup Batıcılardır. Batıcılar adlarından da anlaşılacağı
üzere bu konuda Batıdan feyz almak istemektedirler. İslamcılar ise buna karşı çıkarak kadının
gelişiminde dini temel almışlardır. Türkçüler ise hem Türk kültürünü koruyarak hem de Batıyı
örnek alarak bu meselenin çözülebileceğini savunmuşlardır (Kurnaz, 1996:22-23).
Şemsettin Sami 1882 yılında kaleme aldığı, Meşrutiyet dönemine iz bırakan Kadınlar
adlı kitabında kadınların eğitim alma gerekliliğinden, eğitim gören kadının ailesini mutlu
edeceğinden ve her zaman aranan biri olacağından bahseder. Aynı zamanda erkeğin kadından
II. Meşrutiyet Dönemi Türk Kadını
Sığırcıkoğlu Sayfa 7
fiziksel anlamda güçlü olsa da, karı-koca ilişkisi bakımından erkek ve kadının eşit olduğunu
savunur. Bunun yanı sıra Batıcılara cevaben İslam dininin kadını arka plana itmediğini, aksine
kadını yücelttiğini savunur (Aydın, 1994:11-12).
Abdullah Cevdet dönemin kadın üzerindeki baskılarını eleştirmiş ve toplumların
geleceğinde ve yeni kuşakların düzgün yetişmesinde kadını başrol yapmıştır. O özgür
olmayan kadınların, özgür olmayan zihinlerin psikolojik buhranının kalıtım yoluyla kadın
tarafından gelecek kuşaklara geçebileceğine ve böylece ortaya sorunlu nesiller çıkabileceğine
inanmaktadır. Ona göre erkeğin zekası ya da psikolojik durumu hiç önemli değildir, burada
belirleyici annedir (Aydın, 1994:13-14). Cevdet aynı zamanda bir dergide yazdığı yazıda
padişahın çokeşliliğini eleştirmiş, kadınların özgürce giyinip gezebileceğini ve buna polisin
karışmaması gerektiğini belirtmiş, görücü usulü evliliklere karşı çıkmış ve erkeğin kadına
saygı duyması gerektiğini savunmuştur. Kadının siyasi hayata katılımını da destekleyen
Cevdet, kadınların devlet işlerinde ve ordularda görev alması durumunda tartışmaların ve
savaşların daha medeni bir ortamda gerçekleşeceğini savunur (Çakmak, 2011).
Celal Nuri İleri daha önce bahsi geçen Batıcılık-İslamcılık-Türkçülük akımlarını
sentezleyerek 1915’te kaleme aldığı Kadınlarımız adlı kitabında dini baz alarak, kadın
hareketlerini desteklemiştir. Ona göre İslam dini kadınlara geniş haklar vermiştir fakat
uygulama yanlış olduğundan kadınlar sürekli ezilmiştir. İleri, kadının eğitim alması
gerektiğinin altını çizerek, kadının gelişmediği ülkelerin de gelişmemiş olduğunu savunur.
Tıpkı Abdullah Cevdet gibi, İleri de sağlıklı gelecek nesillerin mimarının özgür ve eğitimli
kadınlar olduğunu vurgulamıştır. İleri, Şemsettin Sami’den farklı olarak, kadının sadece
toplumsal açıdan değil aynı zamanda fizyolojik açıdan da erkekle eşit konuma sahip olduğunu
söylemiştir. Gelişen dünyanın hızla ilerlediğini ve bu gelişmeden Türk kadınının da er ya da
geç nasibini alacağını ve kadının iş yaşamında etkin olacağını öngörmüştür. İleri aynı
zamanda kadına sadece anne gözüyle bakmayıp onun da bir insan olduğunu ve kişisel haklara
sahip olması gerektiğini vurgulamıştır. İleri’nin en dikkat çeken önerisi de zinanın suç
sayılmaması gerektiğidir (Aydın, 1994:16).
Ziya Gökalp kaleme aldığı Türkçülüğün Esasları çalışmasında kadınlara saygı
duyulması gerektiğini vurgulayarak ilk Türkler’in cinsiyet ayrımcılığı yapmadığını ve kadın
sorununu hiç yaşamadıklarını belirtmektedir. Kadınların çarşafa sarılarak evlere kapatılmasını
İran ve Bizans etkisine bağlamakta, Türk kültürünün ve İslam dininin bununla bir ilgisi
olmadığını savunmaktadır. Tam özgürlük için de İran ve Bizans kurallarının Türk
toplumundan tasfiye edilmesi gerektiğine inanır. Gökalp Batıcılar’ı gelişim sürecinde sadece
Batı’yı örnek aldıkları için eleştirmiş, ilerlerken milli kültürün de korunması gerekliliğine
II. Meşrutiyet Dönemi Türk Kadını
Sığırcıkoğlu Sayfa 8
inanmıştır. Gökalp aynı zamanda Feminizmi “Kadının hukuk itibari ile erkeğe musavat
(eşitlik) istemesi” olarak tanımlamıştır (Karataş, 2009:1671).
Halide Edip’e göre Osmanlı kadınının artık ülke meseleleriyle ilgilenme vakti gelmiştir.
Toplumsal katılım sadece erkeklerin hakkı olmaktan çıkıp kadınlara da tanınmalıdır. Edip,
Osmanlı geleneksel yapısını Türk kadınının önündeki en büyük engel olarak görmekte ve
kadının gelişiminin ancak gelenekselliğin sona erdirildiği zaman tamamlanacağını
savunmaktadır (Kurnaz, 1996:36-37). Karma eğitimin medenileşme açısından önemini dile
getiren Edip, okullarda yabancı dil eğitiminin zorunlu olması gerektiğinin ve bazı derslerin
Türkçe’nin yanında özellikle İngilizce olarak verilmesinin yararlı olacağını belirtmiştir.
Halide Edip aynı zamanda eğitimde İngiliz ve Amerikan sisteminin model alınması
gerektiğinin altını çizmektedir. Türk kadınının Anglo-Sakson eğitimciler tarafından eğitilerek
tıpkı onlar gibi kadınlıklarını kaybetmeden birer birey olabileceklerini savunmuştur. Ona göre
İngiliz ve Amerikalı kadınlar eğitim ve çalışma hayatlarında gösterdikleri başarıları evlerinde
de göstermektedirler ve Türk kadınları da bunlardan örnek alarak her alanda aynı anda başarılı
olabilirler (Gökçimen, 2008).
Fatma Aliye İslam’ı Türk kadınının gelişimi önünde bir engel olarak görmemektedir.
Ona göre toplum gelişim aşamasında milli benliğinden ödün vermemelidir. Aliye aynı
zamanda Batıcılar’ın aksine kadınların daha terbiyeli ve kültürlü yetişmeleri için yalnızca
Avrupai eğitimin yeterli olmayacağına, bunun yanında alaturka eğitimin de verilmesi
gerektiğine inanmaktadır. Çokeşliliği de eleştiren Aliye, bunun fuhuşu önleyen bir uygulama
olduğuna inanmamakta, meselenin tamamen erkeğin zaaflarına bağlı olduğuna dikkat
çekmektedir. Boşanma konusuna da bir hayli eleştiri getiren Aliye, görücü usulü evliliklerin
boşanmaları doğurduğuna, bu tür ayrılıkların sadece kadına değil aileye de mutsuzluk
getirdiğine ve buna bağlı olarak görücü usulü evliliklerin tüm toplumu mutsuz edebildiğine
dikkat çekerek kızların eş seçimlerini özgürce yapmaları gerektiğini savunur. Tesettür
konusunda bir hayli katı olan Aliye, kapanmanın İslam’ın emri olduğunu belirtmektedir.
Fatma Aliye kadınların kaliteli bir eğitim alıp çalışma hayatına atılmaları için devletin yeni
istihdam alanları yaratması gerektiğinin de altını çizer (Karataş, 2009:1675-77).
Eğitim Alanında Kızlara Yönelik
Yapılan Düzenlemeler
II.Meşrutiyetin ilanı ile II.Abdülhamit’in uyguladığı sıkıyönetim durumu ve ülke
genelindeki sansür ortadan kalkmış, özgür düşüncenin sesi yükselmiştir. Sansürden dolayı
II. Meşrutiyet Dönemi Türk Kadını
Sığırcıkoğlu Sayfa 9
etkisinin yitirmiş olan medya, böylece düşünceleri tartışmaya kaldığı yerden devam etmiştir.
Bu tartışmaların en önemlilerinden biri kızların eğitimi meselesi olmuştur.
II.Meşrutiyet dönemi daha önceki dönemlere nispeten kadınların sesinin daha gür
çıktığı bir dönemdir. Çünkü daha önceleri kadın haklarını erkek aydınlar savunurken, bu
döneme gelindiğinde kadınlar da kendi gelecekleri hakkında söz sahibi olmuştur. Böyle bir
ortamın oluşumunda da, Tanzimat’tan II.Meşrutiyet’e kadar gelişen özgürlük sürecinin
eğitimli, kültürlü kadınlar yetiştirmesinin etkili olduğu söylenebilir. II.Meşrutiyet’e donanımlı
giren bu aydın kadınlar artık erkeklerin arkasında değil, onlarla yan yana hakları için
mücadele vermeye başlamışlardır. Bu mücadelede gazete, dergi gibi medya iletişim organları
kurulan dernekler etkili olmuştur. Aydın Türk kadınları yazılarında kadının özgürleşmesini ve
aydınlanmasını sağlayan tek aracın eğitim olduğunu vurgulamışlardır. Aynı zamanda
kadınların cahil kalmasında başrol oynayan erkekleri tutuculukla suçlamışlardır (Çakır, 2008).
Birçok Osmanlı aydını toplumun geri kalmasının en büyük sebebinin kadın olduğunu ileri
sürer; Namık Kemal eserlerinde kadın-erkek eşitsizliğine dikkat çekerek, çocukların eğitimsiz
ve cahil kalmalarının nedenini annenin eğitim hakkından mahrum bırakılarak cahil kalmasıyla
açıklar. Halide Edip eserlerinde sürekli kadının eğitim almasının kadının aynı zamanda
toplumun yararına olduğunu savunurken Tevfik Fikret kadının mağduriyetinin aslında tüm
insanlığın mağduriyeti olduğunu belirtir (Akyüz, 1994).
Dönemin aydın kadınlarına göre eğitim cinsiyet ayrımı gözetmeksizin herkesin hakkıdır
ve bu eğitim hakkından kadını mahrum bırakanlar vatana ihanet etmektedir (Dulum,
2006:49). Kadınlar aynı zamanda yayınladığı makalelerinde kız çocuklarının eğitiminin
ehemmiyeti konusunda halkı bilgilendirmekte ve kız okullarında eğitimci olan kadınlara
önemli görevler yüklemektedirler (Demir, 1999).
Yaşanan Balkan Savaşları’nın ardından kadın gücüne ihtiyaç doğması ve
II.Meşrutiyet’in gelişime açık esnek ortamı kadınların eğitilmesinde büyük rol oynamıştır. Bu
ihtiyacı karşılamak üzere kızlara yönelik çeşitli eğitim kurumları açılmış ve kadının değişim
süreci böylece başlamıştır.
a.İlk ve Ortaöğretim Düzeyindeki Eğitim
İbtidailer II.Abdülhamit döneminde sıbyan mekteplerinin yerine kurulmuştur.
Meşrutiyet’in ilanından önceki rakamlara bakıldığında kız ibtidai sayısının 349 olduğu
görülür. Meşrutiyet’in ilanından sonra ise bu sayı 587’ye çıkarılmıştır (Kurnaz, 1996:79).
Fakat okul sayısındaki artışla, eğitim kalitesindeki artış maalesef doğru orantılı olamamıştır.
Öğretmen, araç-gereç ve bina yetersizliği eğitim kalitesinin düşmesine sebep olmuştur. Bu da
II. Meşrutiyet Dönemi Türk Kadını
Sığırcıkoğlu Sayfa 10
birçok tartışmayı beraberinde getirmiştir. Tartışılan konular arasında en dikkat çekeni eğitimin
temeli olan ibtidailerin düzeltilmeden kızların yüksek eğitime geçmesinin imkansız olduğudur
(Dulum, 2006:52).
Ortaöğretim derecesinde eğitim veren Rüşdiyeler ilk olarak 1859’da İstanbul’da
açılmıştır, fakat diğer vilayetlere yayılması II.Abdülhamit dönemine kadar olmamıştır. Kız
rüşdiyeleri ders programlarında Arapça, Farsça, Osmanlıca, terzilik, nakış, tarih, muhasebe ve
coğrafya gibi çeşitli dersler okutulmaktaydı. İlk kız rüşdiyesi ikisi erkek biri kadın olmak
üzere üç öğretmenle faaliyete başlamıştır. Daha sonra Darülmuallimattan mezun kadın
eğitimcilerle bu sayı artmıştır. II.Abdülhamit öncesine kız rüşdiyelerinin sayısı 9 iken,
II.Abdülhamit döneminde izlenen politikalar sayesinde bu sayı 85’e çıkarılmıştır (Demir,
1999). Bu okulların verdikleri eğitim de bazı aydınlar tarafında eleştirilmiştir. Edhem Nejad
kız rüşdiyelerinin kadını çalışma yaşamına hazırlamadığını, daha çok iyi bir anne, eş ve ev
hanımı olmaya teşvik ettiğini belirtir (Kurnaz, 1996:82).
İdadiler kızlar için ilk olarak 1880 senesine İstanbul’da II.Abdülhamit döneminde
açılmıştır. Bu okulların en önemli özelliği kızlara lise denginde eğitim veren ilk kurumlar
olmasıdır. Mektepte din bilgisi, yabancı dil, matematik, kimya, resim, müzik gibi derslerin
yanı sıra kızların gündelik hayatta işlerine yarayabilecek dikiş, nakış, yemek, sağlık gibi
dersler de okutulmaktaydı. Bu durumda bu sistemde Edhem Nejad’ın rüşdiyeler konusundaki
eleştirilerinin dikkate alındığını söylemek münkün olur (Gökçimen, 2008).
b. Mesleki Eğitim
Ebelik eğitimi ilk olarak 1843 yılında Tıbbiye mektebine bağlı şekilde verilmeye
başlandı. O zamana kadar Osmanlı’da kadınlar sağlık eğitimini tamamen çevrelerinden
görerek almaktaydılar. 1905 yılında bu eğitim Tıbbiye’den ayrılarak bağımsız bir ebelik
mektebi halini almıştır. Devletin bütçesi İstanbul dışındaki diğer şehirlerde ebe mektebi
açmaya yetmediğinden, diğer şehirlerden İstanbul’a, gönderen şehir halkının desteğiyle,
eğitim amaçlı kızlar getirtilmiştir. Doğum hatalarını azaltmak ve daha kaliteli ebeler
yetiştirmek için bu konuya büyük bir ehemmiyetle yaklaşılmıştır (Gökçimen, 2008).
Osmanlı’nın kuruluşundan yıkılışına hiçbir kaynağında hastanelerde görev almış kadın
doktorlar olmadığı saptanmıştır. Tıp eğitimi kadınlara Osmanlı’da ilk defa 1922 yılında
verilmeye başlanmıştır, Tıp fakültesine ilk olarak 7 kız öğrenci alınmış ve bunlar 1927’de
mezun olmuştur. Fakat kadın doktorlara resmi görev verilmediğinden sadece özel alanlarda
çalışabilmişlerdir (Kurnaz, 1996:90).
II. Meşrutiyet Dönemi Türk Kadını
Sığırcıkoğlu Sayfa 11
Darülmuallimat kadınların eğitim tarihinde çok önemli bir yere sahiptir, çünkü bu okul
kadınlara yeni bir istihdam alanı açmıştır. İlk olarak 1870’te açılan okulun amacı kız
okullarına öğretmen yetiştirmekti (Akyüz, 1994). Ünlü “Muallime Hanımlar” bu okullardan
mezun olmuşlardır. Okulun programında din bilimi, resim, Osmanlıca, Arapça, imla, tarih,
muhasebe gibi dersler mevcuttu. Daha sonraları ders programına “eğitim” dersi de
eklenmiştir. Meşrutiyet’in ilanından sonra devlet darülmuallimatların eğitim kalitesini
yükseltmek amacıyla Sir Fry’dan okullar hakkında bir rapor hazırlamasını istemiş ve öneriler
sunmasını beklemiştir. Sir Fry’a göre bu okuldaki öğretmenler çok yetersizdir, bunun
düzeltilmesi için Avrupa’dan öğretmenler getirilmeli ve yerli öğretmenlerin bunları örnek
alması teşvik edilmelidir. Okullara yerli öğretmen alımlarında Avrupa’da eğitim görmüş
olanları tercih edilmeli ve okulun yönetimine Avrupalı bir müdire atanmalıdır (Dulum,
2006:55-56). Bu görüşlerden yola çıkarak Sir Fry’ın kafasında tamamen Avrupai bir
öğretmen okulu yaratmaya çabaladığını görebiliriz. Fakat yapılan birçok düzenlemeye rağmen
bu okullar hakkında tartışmalar bitmemiştir. Darülmuallimatlar ülke genelinde yaygınlaşmayı
başaramasa da kadınları çalışma hayatına kazandırmayı başarabilmiştir (Aydın, 1994:38).
Ana Mektebi vatana millete hayırlı anneler yetiştirmek amacıyla 1909 senesinde
İstanbul’da faaliyetine başlamıştır. Okulda ev idaresi, dikiş, nakış, edebiyat, çocuk büyütme,
beden eğitimi, müzik gibi dersler okutulmaktaydı (Kurnaz, 1996:98).
1912’de İstanbul’da Ev Kadını Mektebi olarak açılan kurum 7 yaş altı erkek ve her
yaştan kız çocuğuna okuma-yazma, el işleri, piyano, Fransızca gibi dersler vermekteydi
(Akyüz, 1994).
Kız Sanayi Mektepleri kadınların el becerilerini geliştirerek bunlardan ekonomik kazanç
sağlamayı amaçlayan eğitim kurumlarıdır (Kurnaz, 1996:100). El işleri, müzik, piyano, dikiş,
resim gibi dersler okulda öğretilenlerden yalnızca bazılarıdır. Kız Sanayi Mektepleri tıpkı
darülmuallimatlar gibi yaygınlaşamamışlardır. Devletin ekonomik sıkıntılarından dolayı bu
okulların sayısı sınırlı kalmıştır. Günümüz kız meslek liselerinin öncüleri olarak kabul edilen
bu okullar özellikle II.Abdülhamit döneminde hiçbir geliri olmayan kimsesiz kızları üretici
pozisyonuna geçirerek, kendi ayakları üzerinde durabilmelerine yardımcı olmayı amaçlamıştır
(Akyüz, 1994).
c.Yükseköğretim
Kadınlara yönelik yükseköğretim ilk defa 1914’te İstanbul Darülfununu’nda hayata
geçirilmiştir. Eğitimde doğa, sağlık, tarih, pedagoji gibi dersler okutulmaktaydı. Kızlar bu
dönemde bu kurumlarda resim ve heykel sanatı üzerine yüksek tahsil yapmış aynı zamanda
II. Meşrutiyet Dönemi Türk Kadını
Sığırcıkoğlu Sayfa 12
konservatuvara gidebilmişlerdir (Demir, 1999). Aynı zamanda bu dönem üniversitede karma
eğitimin başlamasına tanıklık etmiştir. Avrupa ve Amerika’da bile o dönemlerde bazı
kurumların karma eğitime karşı oldukları düşünüldüğünde, Türk kadınının eğitim açısından
büyük bir ilerleme kaydettiği söylenebilir. Başlarda sadece serbest konferanslar şeklinde
verilen üniversite eğitimi daha sonraları kız üniversitesi ve karma üniversite eğitimine
dönüşmüştür. Kademe kademe ilerleme devletin bu konuda tepkileri üzerine çekmeme adına
yaptığı bir davranıştır. Yine de kızların üniversiteye girmeleri konusunda birçok tartışma
yaşanmıştır fakat kızların üstün başarı göstermeleri ve derslere olan ilgileri bu tartışmaları
kısmen yatıştırmıştır (Akyüz, 1994).
Hukuk Alanındaki Düzenlemeler
a.Aile Hukuku
Meşrutiyetten önceki dönemlerde gerçekleşen evlenme ve boşanmaların düzensizliği
devletin oldukça dikkatini çekmiş ve bu konuda düzenlemelere ihtiyacı olduğunu anlamıştır.
Bu düzensizliklerin en başında gençlerin ekonomik sebepler yüzünden evlenme şevklerinin
kırılmasıdır. Özellikle II.Abdülhamit döneminde bu duruma hassasiyetle yaklaşılmış ve kız
babalarına düğün masraflarını azaltmaları için baskı yapılmıştır. Bunda amaç evlilik
kurumunu ayakta tutarak nüfusun artmasını sağlamaktır (Kartal, 2008:220). Bu uygulamanın
yanında kızların baba ya da annelerinin izni olmadan evlenmelerinin önünü açan bir yasa
çıkarılmıştır. Aynı zamanda evlilik yerel yönetimlerin de onayına tabi tutularak dini boyuttan
dünyevi boyuta geçirilmiştir. Bununla birlikte boşanmalar da yerel yönetimin onayı olmadan
gerçekleşememekteydi (Kurnaz, 1996:109).
1910 yılında devlet çıkardığı bir yasayla başlık parasını yasaklamıştır (Öztürk, 2011).
Önceleri kocası savaşta ölen kadınlar tekrar evlenebilmekteydi fakat eşleri kaybolan kadınlar
hukuken evli sayıldıklarından yeniden evlenme söz konusu olmamaktaydı. 1916’da çıkarılan
bir yasa, kocası kaybolan kadınların kadıya başvurup boşanma işlemini tamamladıktan sonra
tekrar evlenebilmelerinin önünü açmıştır (Kurnaz, 1996:110-1). Yine bu sene içerisinde
çıkarılan bir yasa kadına evini, ailesini ihmal eden ya da bulaşıcı hastalıklara yakalanan
kocayı boşama hakkı tanımıştır (Öztürk, 2011). 1917 senesinde yayınlanan “Aile Hukuku
Kararnamesi” nişanlılığı hukuki bakımdan evliliğin ilk adımı olarak tanımış ve
gerçekleşmesini devlet iznine tabi tutmuştur. Yasa aynı zamanda erkeğin ikinci bir eş
almasının ilk eşinin iznine tabi tutmuştur . Bununla birlikte bu dönemde çıkan bir yasa
II. Meşrutiyet Dönemi Türk Kadını
Sığırcıkoğlu Sayfa 13
kanunen evlilik yaşını erkeklerde 18, kızlarda ise 17 olarak belirtmiştir. Böylece kızların
erken yaşlarda evlendirilmelerinin önüne geçilmek istenmiştir (Aydın, 1994:10).
Modernleşme sürecinde Osmanlı, yabancı evliliklerde de düzenleme yoluna gitmiştir.
1869 Tabiyet-i Osmaniye Kanunnamesi ile İslam tarihinde ilk defa dinden bağımsız uyrukluk
yapılmıştır. Kanun, Müslüman ve gayrimüslim ayrımı yapmamaktadır. 1876 Kanuni Esasi’de
tam olarak yasallaşmıştır. Buna göre farklı uyrukta bir erkekle evlenen Osmanlı kadını
uyruğunu yitirmekte, kocası öldükten ancak 3 yıl sonra istediği takdirde kendi uyruğuna
dönebilmekteydi. Fakat Osmanlı erkeğiyle farklı uyruktan bir kadının evlenmesi caiz
sayılıyordu ve erkek, kadın gibi uyruğunu yitirmiyor, aksine karısı da Osmanlı uyruğuna
girebiliyordu (Kurnaz, 1996:113). Bu durum 1 Ocak 1929’ kadar bu şekilde sürmüştür.
Bununla birlikte Osmanlı kadınlarının Müslüman olmayan erkeklerle evlenmeleri yasaktı
(AÖF Adalet).
b.Arazi Hukuku
Osmanlı’nın kuruluş tarihinden 1567’ye kadar geçen sürede aile mirası sadece erkek
evlada geçerken, 1567’de çıkarılan bir kanun ile tapu bedeli karşılığı kız evlada da miras
hakkı sağlanmıştır. 1846’da yapılan bir düzenlemede kız evladın da tıpkı erkek evlat gibi
herhangi bir bedel ödemeden mirası alabileceği ifadesine yer verilmiştir. Aynı zamanda
mirasın kız-erkek fark etmeksizin çocuklar arasında eşit paylaştırılacağı ibaresini de yer
verilmiştir (Öztürk, 2011).
c.Zina Cezası
II.Meşrutiyetten önceki dönemlerde teoride de olsa zina cezası kanunen cinsiyet
gözetmemektedir. Fakat uygulamaya gelindiğinde, kadının zina yaparken suçüstü
yakalanması kocasına onu öldürme hakkı tanırken, erkeğin zina yaparken suçüstü
yakalanmasında, sadece para cezası uygulanmaktaydı. Olur da erkek karısını bağışlarsa, bu
sefer iş kamu davasına dönüşmekte ve kadına hapis cezası uygulanmaktaydı (AÖF Adalet).
1911 yılında çıkarılan bir kanunla bu durum tam olmasa da eşitlenmeye çalışılmıştır. Kanuna
göre kadın ya da erkek zina yaptıkları takdirde 2 aydan 2 yıla kadar hapisle cezalandırılacaktı.
Fakat kanun kadına her şekilde uygulanırken, erkeğe sadece zinanın sürekliliği halinde
uygulanmaktaydı (Kartal, 2008:223).
d.Tesettür ve Sokağa Çıkma
Meşrutiyetten önceki mevcut yasalarda kadınların erkeklerin yoğun olduğu bölgelere
gitmeleri, alışveriş için dükkanlara girmeleri ve geceleri sokaklarda dolaşmaları
yasaklanmaktadır. Din ve ırk gözetmeksizin, bu şekilde yakalanan kadınlar sorgulandıktan
II. Meşrutiyet Dönemi Türk Kadını
Sığırcıkoğlu Sayfa 14
sonra evlerine gönderilmekteydi (Kartal, 2008:225-7). Meşrutiyet’in ilanıyla kadınlar az da
olsa bu yasaklardan kurtulmuşlardır. Kadınların eşleriyle birlikte sokağa çıkabileceği,
tiyatroya gidebilecekleri bir ortam oluşmuştur (Kurnaz, 1996:121-2). Fakat yine de
sokaklarda kadınların başı açık dolaşmaları, uygunsuz kıyafetler giymeleri yasaktı. Bu yasağı
çiğneyenler, çiğnenmesine göz yumanlar ve teşvik edenler hakkında cezai işlemler
uygulanmaktaydı (AÖF Adalet). Kadınlar için toplu yaşam alanlarında ve ulaşım araçlarında
belli alanlar ayrılmış ve gezebilecekleri ve oturabilecekleri yerler belli gün ve saatlerle
kısıtlanmıştı (Öztürk, 2011).
Bu arada Osmanlı’da cariyelik ve kölelik kağıt üzerinde de olsa Tanzimatla beraber
kaldırılmış, her ne kadar cariye ve köle sayısında bu dönemden itibaren başlayan bir azalma
olsa da, bu sistem Cumhuriyet’in ilanı ile tam olarak ortadan kalkmıştır.
Çalışma Hayatında Kadın
II.Meşrutiyet dönemi kadınların çalışma hayatına tam olarak dahil edildiği dönem
olarak sayılır. Özellikle uzun süren savaşlar sebebiyle ülkedeki erkek nüfusunun azalması,
üretimi azaltmış, ülke ekonomik buhranın eşiğine gelmiştir. ülkenin kalkınması ve üretimin
devam etmesi için erkek nüfustan boş kalan bu yerler kadınları istihdam etmiştir. Böylece
kadınlar hem ülke ekonomisine katkıda bulunmuş hem de özlemini duydukları ekonomik
bağımsızlıklarını elde ederek erkeğe olan salt bağımlılığın önünü kesmişlerdir. Aynı zamanda
manevi anlamda kadınların özgüvenleri artmış ve kamusal alanda sosyalleşme imkanı
bulabilmişlerdir.
Kadının çalışma hayatına geçişini destekleyen aydın kesim yazılarında sürekli bu
konulara değinerek ülkede kolektif bir bilinç oluşturmaya çalışmışlardır. Fakat bunun yanında
hiç şüphesiz kadınların kamusal hayata geçişlerini tasvip etmeyen aydınlar da olmuştur.
Meşrutiyet döneminin Mehmet Akif, Ahmet Hamdi Akseki gibi İslamcı aydınlar
karşıtlıklarının sebebini İslami kurallara dayandırmakta ve kadınların özel alanlarından
çıkmalarını dinen caiz görmemektedirler (Dulum, 2006:60-1). Bunun aksine, Ziya Gökalp ve
Celal Nuri İleri gibi Türkçü ve Batıcı aydınlar kadınların kamusal alana geçişini
desteklemekte ve kadının ekonomik, sosyal ve kültürel bağlamda faaliyetlerde bulunması
gerektiğinin altını çizerler (Sarınay, 1994:101). Daha önce de belirtildiği gibi kadının çalışma
hayatına kazandırılmasına yönelik basın ve yayın organlarından faydalanılır. Bunun yanında
Enver Paşa İslam Kadınları Çalıştırma Cemiyeti’nin kuruluşuna önayak olmuş, Cemal Paşa
da Anadolu’da “amele taburları” kurdurmuştur (Kurnaz, 1996:122).
II. Meşrutiyet Dönemi Türk Kadını
Sığırcıkoğlu Sayfa 15
a.Memuriyette Kadınlar
Öğretmenler Osmanlı’nın ilk kadın memurları olmuşlardır. Darülmuallimattan mezun
olan kızlar ilk olarak 1873’te vazifeye atanmışlardır. Öğretmen okullarının yönetim
kadrolarında kadınların söz sahibi olması 1881’e kadar gerçekleşmemiştir (Öksüz, 2012).
Meşrutiyet döneminde ise kadınlar artık okullara müfettiş olarak gönderilmeye başlanmıştır.
1917’de Halide Edip Beyrut ve Şam’a kız okulları açmak için atanmıştır (Dulum, 2006:68).
Yükseköğretimde de kadınlara belli vazifeler verilmiştir. Bununla birlikte Meşrutiyet
döneminde eğitim alanında Rönesans yaşayan kadınlar sadece kız okullarında
çalışabilmekteydi (Çakmak, 2011).
Erkeklerin savaşa gitmelerinden kaynaklanan işgücü eksikliği kadına devlet
dairelerinde çalışma olanağı da sunmuştur. Kadınların devlet dairelerine memur olarak
girmesi Meşrutiyet döneminde yaşanan gelişmelerinden biridir. İlk olarak bir telefon şirketi
kadın memur alacağını duyurmuş ve işe girişte Fransızca ve Rumca bilme koşulu aramıştır.
Fakat o dönemde bu dilleri bilen çok az Müslüman kadın olduğundan, işe bu koşulları
sağlayabilen sadece 7 Türk kadını alınmıştır. İstihdamı sağlanan diğer kadınların hepsi
gayrimüslimlerden oluşmaktaydı. Bu olay basın ve kadın dernekleri aracılığıyla oldukça
eleştirilmiştir (Akyüz, 1994). Aynı şekilde Maliye Bakanlığı da kadın memur alımı yapmaya
başlamış, fakat işe alınan kadınlar ayrı odalara konup erkeklerle temasları tamamen kesilmiş,
hatta mesai bitiminde binadan önce erkeklerin daha sonra kadınların ayrı ayrı çıkmaları
sağlanmıştır (AÖF Adalet). Bu da zihniyetin hala ne kadar tutucu davrandığını gözler önüne
sermektedir. 1920’ye gelindiğinde kadınlar artık bankalar, elektrik ve tramvay şirketi, posta
telgraf gibi yerlerde çalışıyor vaziyetteydi.
b.İşçi Kadınlar
Erkeklerin yokluğuyla azalan işgücü, kadınları sanayi alanında da çalışmaya teşvik
etmiştir. Meşrutiyetten önce de bir hayli çok olan kadın işçi sayısı, Meşrutiyetle beraber
giderek artış göstermiştir. Kadınlar gıda, konserve imalatı, dokuma sanayi, kereste imalatı,
halı sanayi, tütün imalatı, ipek imalatı, sigara kağıdı imalatı, matbaacılık, sabun imalatı,
kimya ürünleri imalatı gibi alanlarda erkeklerle beraber çalışmışlardır. Burada dikkat çeken
husus kadın işçi sayısının neredeyse erkek işçi sayısından yüksek olmasıdır. Örneğin 1913’te
bir konserve imalat fabrikasında çalışan kadın işçilerin sayısı 194 iken, erkek işçilerin sayısı
80’dir (Karataş, 2009:1666). Ancak erkeklerle kadınların aldıkları ücretler farklıdır. Aynı
miktarda çalışmalarına rağmen, kadınlar erkeklerin neredeyse yarı ücretlerini almaktaydılar.
Bu da kadın işçiye bir yandan ucuz işgücü olarak talebin artmasını sağlamakta bir yandan
II. Meşrutiyet Dönemi Türk Kadını
Sığırcıkoğlu Sayfa 16
daha çok kadının istihdam edilmesini sağlamakta bir yandan da maalesef kadın işgücünün
sömürülmesine neden olmaktaydı.
Bu dönemde kadınlar gönüllü olarak askerlik hizmetine alınmış, kadın işçi birlikleri
oluşturulmuştur. Aynı zamanda belediyeler de gazetelere ilan vererek kadın temizlik ve inşaat
işçisi alımı yapmışlardır (Aydın, 1994:42).
Çeşitli sanayi sektörlerinde çalışan kadınların çok da düzgün bir ortamda çalıştığı
söylenemez. Ağır koşullar altında çalışan kadınlar çeşitli hastalıklara yakalanmış ve bir kısmı
yaşamlarını yitirmişlerdir. Bunun üzerine Meşrutiyet’in de getirdiği özgürlük ortamı
içerisinde bu duruma karşı grevler başlamıştır. Grevlere, kadınlar da erkeklerin yanında aktif
olarak katılmışlardır. İşçiler grevlerde hükümetten ücretlerin iyileştirilmesi, sağlık
koşullarının düzeltilmesi, çalışma saatlerinin indirilmesi gibi taleplerde bulunmuşlardır. Fakat
hükümet bu talepleri kulak asmamış, 1915’te aldığı bir kararla günlük çalışma süresini 15 saat
olarak belirlemiş, ücretlerde ve ağır çalışma şartlarında herhangi bir değişikliğe gitmemiştir
(Öztürk, 2011).
c.Girişimci Kadınlar
İttihat ve Terakki Partisi’nin girişimciliğe destek vermesi ve İslam dininin kadının
serbest ticaret yapmasını yasaklamadığından, kadınların kendi işlerini kurmaları kolay
olmuştur. Buradaki tek katı kural, toplumsal düzende kadın mahremiyetinin korunmasıdır
(Kurnaz, 1996:133). Bu dönemde İstanbul ve İzmir gibi büyük şehirlerde kadın dernekleri ve
Batıcı-Türkçü aydınların destekleriyle kadınların kendi işlerini kurmaları sağlanmıştır.
Meşrutiyet dönemi kadınların kendi ürettiği ürünleri Avrupa’ya ihraç etmesine şahit olmuştur
(Gökçimen, 2008). Ekonomiyi gayrimüslimlerin tekelinden almayı amaçlayan hükümet,
Müslüman kadınların biçki ve dikiş alanındaki özel teşebbüslerine destek vermiştir. Bu
yıllarda biçki ve dikiş bilen kadınlar gerek dışarıda gerek evlerinde terzilik yaparak yerli
ekonomiye katkı sağlamıştır. Meşrutiyet’in ilerleyen dönemlerinde kadınlar girişimciliği iyice
benimsemiş, fotoğrafçılık, ticaret, pastane işletmeciliği, makinistlik ve madencilik gibi
alanlara dağılmışlardır. Bu gelişimden büyük şehirlerin yanında küçük şehirler de nasibini
almıştır (Çakmak, 2011).
Kadınlar tek başlarına iş kurarak girişimci oldukları gibi, bir grup halinde de bazı işlere
ortak olmuşlardır. Örneğin Kadıköy’de Türk İslam kadınlarının beraber açtıkları “Terzihane”
bunlardan yalnızca biridir. Aynı zamanda Fehime Nüzhet, Fatma Nefise ve Fatma Mislieda
gibi girişimci Osmanlı kadınları madencilik sektöründe büyük sermayeli ortaklıklar
kurmuşlardır (Kurnaz, 1996:135).
II. Meşrutiyet Dönemi Türk Kadını
Sığırcıkoğlu Sayfa 17
Bu bilgilere dayanarak Türk kadınının sosyalleşme sürecinde uzun bir yol katettiği, her
yönden kendini aştığı söylenebilir. Gerek işgücü noksanlığı, gerek basın ve yayın organları
gerekse aydın kesimin görüşleri Türk kadın hareketini desteklemiş ve beslemiştir. Burada
rakamlara takılmamak gerekir. Önemli olan neticede kadın hareketinin meyvelerini vermeye
başlamasıdır. Bu dönemden itibaren kadınlar da artık toplumun felçli kısmı olmaktan çıkıp,
bir şeyleri başarmanın tadını alabilmişlerdir. Bu da onlara gelecekte bir gün tam bağımsızlığın
mümkün olabileceği umudunu vermiştir.
Dönemin Kadın Dergileri
Daha önce de belirtildiği gibi II.Meşrutiyet’in ilanı toplumu özgür kılmış ve bu
özgürlük ortamından her kesim nasibini almıştır. Özellikle kadınlar varlıklarını
kurumsallaştırma, seslerini duyurma amacıyla birtakım çalışmalar yürütmüşlerdir. Fakat
kadının gelişiminde hiçbir araç medya kadar tesirli olmamıştır. Bu dönemde yayımlanan
gazete ve dergiler, içerik bakımından hep bir ağızdan Türk kadınının özgürleşmesi ve
modernleşmesi yönünde halkı bilinçlendirmeye çalışmıştır. Günümüz kadın dergilerinden
farklı olarak bu yayın organları daha çok Türk kadınını toplumsallaşmaya ve kamusal alana
geçişe teşvik etmiştir. Bu dönemde birçok dergi yayımlanmış olup bu dergiler kadınların da
bu toplumun bir parçası olduğunu vurgulamaya çalışmıştır. Ev Hocası, Kadın, Kadınlar
Dünyası, Erkekler Dünyası, Siyanet, Kadınlık, Hanımlar Alemi, Seyyale, Bilgi Yurdu Işığı,
Genç Kadın, Diyane, Firuze, Hanım, Kadınlar Saltanatı, Mefharet, Demet, Güzel Prenses
gibi dergiler bu dönemde yayımlanmış ilk kadın dergileridir. Fakat bunlar arasında en önem
arz edeni Kadınlar Dünyası’dır.
Kadınlar Dünyası
Dergi ilk olarak 1913 senesinde yayımlanmaya başlamıştır. Müdafaa-i Hukuk-i Nisvan
Cemiyeti’nin yayın organı olan derginin sahibi Nuriye Ulviye Mevlan’dır. Dergi toplamda 3
kesintiyle 1921 tarihine kadar yayımlanmaya devam etmiştir. Dergi önceleri günlük
yayımlanmaktayken daha sonraları haftalık yayımlanmaya başlamıştır. Hemen ön sayfada yer
alan “Sahifemiz cins ve mezhep tefrik etmeksizin muhterem Osmanlı hanımları asarına
münhasırdır.” ifadesi derginin din ve cinsiyet ayrımı yapmadan tüm Osmanlı toplumuna hitap
ettiği vurgulanmaktadır (Gülcü ve Tunç, 2012). Kadınlar Dünyası’nda vurgulanan konular
arasında kadınlara eğitim ve özgürlük haklarının verilmesi ilk sıradadır. Dergi yazarları
toplumun muasırlaşmasında kadının eğitimli, bilgili, kültürlü ve aynı zamanda özgür
olmasının gerekliliğini vurgulamıştır. Onlara göre kamusal alana giren kadın özgürleşmekte,
II. Meşrutiyet Dönemi Türk Kadını
Sığırcıkoğlu Sayfa 18
özgürleşince mutlu olmakta, mutlu olunca da içinde yaşadığı tüm toplumu mutlu etmektedir
(Kartal, 2008).
Ulviye Mevlan, Emine Seher Ali, Mükerrem Belkıs gibi aydınlar dergide sürekli yazı
yazan yazarlardır. Buradaki isimlerden de anlaşılacağı üzere, Kadınlar Dünyası her ne kadar
sloganını “cins ve mezhep tefrik etmeksizin” olarak düzenlemişse de dergideki tüm yazarlar
kadındır. Derginin 4 Nisan 1913’teki ilk sayısında bu durumun açıklaması şu şekilde
yapılmıştır:
Osmanlı erkeklerinden bazıları kadınlığı müdafaa ediyor. Onlara teşekkür
ediyoruz. Hatta Dr. Abdullah Cevdet Bey gibi kendisini kadınlığın müdafaa
vekili zannedenlere acıyoruz. Biz Osmanlı kadınlığı kendi hukukumuzu
koruruz…….Lütfen bizi kendimize bıraksınlar. Erkler yüzünden çekmekte
olduğumuz zulmün def’ini bugün biz erkeklerin mürüvetinden beklemeye
tenezzül eder miyiz? (Kurnaz, 1996:146).
Genel anlamda bakıldığında kadınların yakındığı nokta, kadınları ilgilendiren davada
erkeğin yerinin meşruluğudur. Gerçekten de Türk kadın hareketinin başlamasına ve
ilerlemesine erkekler ön ayak olmuştur. Erkek burada paternalist bir yol izleyerek kadını
susturmuş ve “kadının istikbali” için söz hakkının kendisinde olduğuna karar kılmıştır. Fakat
kadın ilerledikçe, bilgi ve donanımı arttıkça kendi ruhu ve bedeni üzerindeki temel haklarını
devralmak istemiştir. Meseleyi tamamen feminist açıdan ele alan Kadınlar Dünyası dergisi
yazarları düşünmek, bir şeylerin doğru olmadığını fark etmek ve haklarını aramak için
kendilerini bu duruma düşüren erkek zihniyetine ihtiyaçları olmadığını daha yolun başında
açıkça belirtmişlerdir.
Batıcı ideolojiyle yola çıkan Kadınlar Dünyası, çalışmalarında daha çok kadın haklarına
ağırlık vermiştir. Özellikle dergide yayınlanan yazılar ve resimlerle batı ve doğu kadını giyim,
düşünce, eğitim gibi birçok alanda karşılaştırılmış ve Türk kadınının batı kadını gibi olması
gerektiği vurgulanmıştır. Batı kadınından kasıt eğitimli, kültürlü, modern ve üretici kadındır.
Osmanlı toplumunun gelenekselliğinden yakınan kadınlar domestik alandan kurtuluşun
feminizmin taleplerinde yattığını savunmaktadırlar. Dergi yazarlarından Mükerrem Belkıs
feminizmin hedefinin kadını kamusal alana dahil etmek olduğunu makalelerinde defalarca
belirtmiştir (Kurnaz, 1996:148).
Dergide kadınlar aynı zamanda içinde bulundukları özgürlük ortamından hakkaniyetli
bir şekilde yararlanamadıklarını vurgulamışlardır. Onlara göre Tanrı insan ırkını yaratırken
herhangi bir fark gözetmemiştir fakat erkek kendi doğrularını yaratıp, kadının en temel
haklarını elinden zorla almıştır (Gülcü ve Tunç, 2012). Buna karşılık kadınlar kararlı adımlar
II. Meşrutiyet Dönemi Türk Kadını
Sığırcıkoğlu Sayfa 19
atarak, davalarından dönmeyeceklerini ellerinden zorla alınan haklarını gerekirse zorla geri
alacaklarını vurgulamışlardır. Kadınların burada istedikleri erkeklerden daha yüksek bir
konumda olmak değildir. Kadın artık erkeğin birkaç adım gerisinde durmaktan bıkmıştır ve
hak ettiği yeri, erkekle eşit haklara sahip olmayı istemektedir. Yani asıl eleştirilen nokta güç
dağılımındaki dengesizliktir. Kadınlar da bu dengesizliğin düzelmeyeceği sürece, toplumun
geleceğini parlak görmemektedirler.
Derginin bir diğer tartıştığı konu kadınların eğitim sorunudur. Aslında o dönemlerde
eğitim Osmanlı’da çok büyük bir sorundu. Çünkü genele bakıldığında eğitim alan kadınlar
belli başlı insanlardı. Yazarların da savunduğu nokta bu belli başlı eğitimli kadınlarla tüm
meselenin çözülemeyeceğidir. Onların destekledikleri şey eğitimin kitlesel boyutlara ulaşıp
yurdun her yerine, toplumun her kesiminden kadınına eşit dağılmasıdır. Bunun yanında
eğitilen kadının bilgi ve becerilerini kullanabileceği istihdam alanları oluşturmak da elzemdir.
Zaten amaç, kadının kamusal alana geçip, eğitim alıp ardından domestik alanına tekrar
kapanması değil, aksine kamusal alanda başladığı işine kamusal alanda da devam edilmesidir
(Kartal, 2008).
Dergi Osmanlı aile yaşamı hakkında da görüşler bildirip çözümler sunmuştur. Görücü
usulü evlilikleri sert bir dille eleştiren yazarlar, aile içi huzursuzluğu eşlerin evlilik öncesi
birbirlerini iyi tanıyamamalarına bağlamaktadırlar (Kurnaz, 1996:156). Dergi aynı zamanda
çok genç yaşta yapılan evliliklerin sağlıklı evlilikler olmadığını dile getirmiş, çözüm olarak
Avrupa’daki evlilik standartlarının benimsenmesi gerektiğinin altını çizmiştir.
Kadına yönelik şiddet de bu dergide en çok yer edinen meselelerden biridir. Kadına
yönelik aile içi şiddet, tecavüz ve taciz haberleri dergide yayımlanarak halkta bu konuya
yönelik ortak bir bilinç oluşturulmaya çalışılmıştır. Bununla birlikte kamusal alandaki
haremlik selamlık uygulama da çağdışı olarak nitelendirilmiştir (Gülcü ve Tunç, 2012).
Dergide tartışılan bir diğer konu kadınların istihdam meselesidir. Hükümetten bu yönde
talepte bulunan dergi yazarları, kadınların iş dünyasındaki teşviki konusunda çok hassas
davranmışlardır. Dergide sürekli çalışan kadınlardan, girişimci kadınlardan söz edilerek, diğer
kadınlara model yaratma çabaları içine girilmiştir (Gülcü ve Tunç, 2012). Dolayısıyla daha
birçok konuda özellikle Osmanlı kadınlarından, daha sonra Batılı kadınlardan başarı örnekleri
sunularak Türk kadınının harekete geçmesi hedeflenmiştir. Bu uğraşların başarıya ulaşmış,
ulaşmamış ya da ne kadar ulaşmış olduğu bir kenarda dursun, Türk kadını özgürleşme
yolunda ilk hamlesini yapmıştır artık.
II. Meşrutiyet Dönemi Türk Kadını
Sığırcıkoğlu Sayfa 20
Kadın Dernekleri
II.Meşrutiyetle yayılma alanı genişleyen özgür ortam, Osmanlı’nın düşünsel hayatı
önündeki bariyeri kaldırmış, daha önceden insanların aklının bir köşesinde sakladığı duygu ve
düşüncelerini yazıya dökmesini sağlamıştır. Bu dönemde çeşitli gazete ve dergiler
yayımlanmış ve bunlar kadın meselesi üzerine odaklanmışlardır. Kadın aydın ve yazarların
arttığı bu dönemde, medya aracılığıyla halkın dikkati kadın hak ve özgürlüklerinin geri
kazanımına çekilmiştir. Sadece yazarak dikkati çekmek oldukça zordur. Fakat Osmanlı aydın
kesimi harekete geçme ve kelimeleri faaliyete dönüştürme zamanının geldiğinin bilincindeydi
ve bu yüzden gerek halk arasında gerek kendi arasında örgütlenmeye giderek dernekler
kurmaya başlamıştır. Kısa zaman içerisinde sayısı iyice artan kadın derneklerinin farklı adlar
ve alanlar altında ortak amacı kadını sıkıştığı özel alanından kurtarıp, kamusal alana dahil
ederek sosyalleşmesini sağlamak, insan olduğunu hissettirmektir.
Daha geniş bir çerçeveden bakıldığında derneklerin kadınların geliştirilmek istenen her
yönüne hitap ettiği söylenebilir. Hayır ve yardımlaşma derneklerinden, eğitim, kültür, sanat ve
feminist amaçlı derneklere, ekonomik amaçlı derneklerden, devleti ve orduyu destekleme
derneklerine kadar birçok alanda kadın dernekleri faaliyetlerini sürdürmüştür. Bu derneklerin
bazıları şu şekildedir: Cemiyet-i Hayriye-i Nisvaniye, Cemiyet-i İmdadiye, Teali Nisvan
Cemiyeti, Kırmızı-Beyaz Kulübü, Türk Kadınları Biçki Yurdu, Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-i
Nisvan Cemiyeti, Mekteb-i Sultani, İnas Cemiyeti, Hilal-i Ahmer Hanımlar Merkezi, Hıdmet-i
Nisvan Cemiyet-i Hayriyesi.
Dernek kurmak kurumsallaşmak anlamına geldiğinden, bu dönemde kadınların sosyal
hayatın her yerine yayıldığını, topluma ve hükümete varlıklarını resmen kabul ettirdiklerini
söylemek mümkündür.
a.Teali Nisvan Cemiyeti
Halide Edip tarafından 1909 senesinde Türk kadınının bilgi ve kültürünü arttırma
amaçlı kurulan bir dernektir. Üyeleri arasında Nezihe Muhiddin, Rana Sani Yaver gibi
hanımlar vardır (Kurnaz, 1996:224). Derneğin üyesi olabilmek için yüksek eğitim almış olma,
İngilizce’yi iyi bilme ve düşüncelerini yazıyla ifade edebilme şart koşulmuştur (Kartal, 2008).
O dönemin koşullarında değerlendirildiğinde, bu şartları taşıyan pek az Türk kadını olduğu
söylenebilir. Dernek çeviriler yapma, İngilizce dersleri verme ve konferanslar düzenlemenin
yanında genç kız ve kadınlara okuma-yazma öğreterek, kendilerini geliştirme fırsatı
sunmuştur (Aydın, 1994:59). Kadının ruhunu özgürleştirmeyi amaçlayan Teali Nisvan
Cemiyeti, faaliyetlerinde Avrupa’yı örnek almakta ve Türk kadınının da milli kimliğini
II. Meşrutiyet Dönemi Türk Kadını
Sığırcıkoğlu Sayfa 21
yitirmeden, femininitesinden bir şey kaybetmeden onlar gibi donanımlı, hak sahibi ve çağdaş
olabileceğine inanmıştır. Bunların dışında dernek kadın şefkatini evlerden alıp kamusal alana
taşımayı hedeflemiştir, çünkü medeniyetin anahtarı kişinin içinde bulunan insaniyetidir.
Dolayısıyla dernek aynı zamanda savaş dönemlerinde yardım faaliyetlerine başlamış, bazı
üyeleri hastanelerde hastabakıcı olarak gönüllü hizmette bulunmuştur. Savaşın içinde yardım
faaliyetlerini sürdüren dernek, savaşın ardındakileri unutmamış, şehit ve gazi ailelerine maddi
manevi her türlü desteği sağlamıştır (Gökçimen, 2008).
Kadın ve erkeklerin aynı salonda konferansa katılmaları ilk defa bu cemiyet tarafından
gerçekleştirilmiştir. Cemiyet aynı zamanda etkinliklerinde kadın fikrini ve ilmini kullanan ilk
cemiyet olma özelliğini taşımaktadır (Kurnaz, 1996:225).
b.Kadınları Çalıştırma Cemiyeti-i İslamiyesi
1916 senesinde Naciye Sultan himayesinde Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından
kurulan dernek önceleri elişleri gibi basit alanlarda üretim faaliyetlerinde bulunmuştur.
Zamanla gelişen dernek, günümüzün iş ve işçi bulma kurumu görevini üstlenmiştir
(Akgümüş, 2013). Derneğin en dikkat çeken yanı kurucuları arasında kadın olmamasıdır;
nitekim bu daha sonraları gazete ve dergilerde eleştiri konusu olmuştur (Kurnaz, 1996:219).
Dernek kısa süre içerisinde binlerce kadını bünyesine toplamış ve bunlara istihdam
sağlamıştır. Derneğin kimsesiz ve muhtaçlara yönelik hassasiyeti ve evlenme çağına gelmiş
kızları evlendirerek aile kurumunu desteklemesi toplumda büyük yankı uyandırmıştır
(Akgümüş, 2013). Aile kurumunu desteklemesindeki amaç o dönemde Türk aile yapısında
oluşan çözülmelerdir. Bu dönemde boşanmalar artmış ve gençler evlilikten kaçar olmuştur.
Dolayısıyla Osmanlı, nüfusun azalması tehlikesiyle karşı karşıya gelmiştir. Bununla birlikte
ahlak bozukluklarını önlemek amacıyla da evlilikler teşvik edilmiştir. Teşvik planına,
evlenme durumunda maaş artışı ve izin, çocuk olma durumunda maaş artışı ve izin, evlenmeyi
reddetme durumunda maaş kesintisi, çeyiz desteği dahil edilmiştir. Uygulama, damat ve
gelinin özgeçmişlerinin gazetelerin baş sayfalarında yayınlanarak evlilik öncesi birbirlerini
tanımalarına olanak sağlamış, anlaşan çiftler şatafatlı törenlerle evlendirilip, hediyelere
boğulmuştur. Bu şekilde diğer gençlerin evliliğe özenmeleri sağlanmaya çalışılmıştır (Kurnaz,
1996:223).
Dernek aynı zamanda kadınların gönüllü askere alınmalarını da sağlamıştır. İstanbul’da
kurulan Kadın İşçi Taburu kadınlara orduda işçi ve memur olarak çalışma fırsatı sunmuştur
(Kurnaz, 1996:221). Derneğin kurucusu olan Enver Paşa’nın Harbiye Nazırı olmasının bunun
gerçekleşmesinde çok büyük etkisi vardır. Taburun idaresi bir süre sonra tamamen kadınlara
II. Meşrutiyet Dönemi Türk Kadını
Sığırcıkoğlu Sayfa 22
verilmiş ve kadınlar burada başkumandan, bölükbaşı, tabur kumandanı gibi üst düzey
idarecilik yapmışlardır. Bununla birlikte ordu disiplinine uymakla yükümlü olan kadınlar,
askeri eğitimden muaf tutulmuştur (Akgümüş, 2013).
SONUÇ
18. yüzyılın sonunda başlayıp, 19. ve 20. yüzyıllarda olgunlaşan Türk kadın hareketi,
bu dönemlerin sağladığı özgürlük ortamından beslenmiştir. Bu dönemde yaşanan ve özellikle
II.Meşrutiyet’in ilanı ile ivme kazanan ekonomik, sosyal, ve siyasal değişimler toplumun her
kesimini etkilediği gibi Osmanlı kadınını da etkilemiş ve eyleme teşvik etmiştir. Bu
dönemlerde yetişen Osmanlı aydınları fikirleriyle özgürleşme yolunda kadınlara rehberlik
etmişlerdir. Gerek Batıcısı, gerek Türkçüsü, gerek de İslamcısı, tüm Osmanlı aydınları
toplumun kurtuluşunu öncelikle kadının özgürleşmesine bağlamaktaydı. Bu doğrultuda kadın
erkek tüm Osmanlı aydınları seferber olup kadına hak ettiği değeri kazandırmaya
çalışmışlardır.
Bu dönemde kadınlar eğitim, çalışma, evlilik, hukuk ve sosyal yaşam gibi konularda
erkeklerle eşit haklara sahip olmak için mücadele etmişlerdir. Bunu yaparken de araç olarak
gazete ve dergiler yayımlayıp, dernekler kurmuşlar, bu şekilde halkı bu konuda
aydınlatmışlardır. Böylece kadın hareketi Osmanlı’da örgütsel ve kurumsal bir statü
kazanmıştır. Bununla birlikte Türk kadını sosyal hayatın hemen hemen her alanına yayılmış,
hapsedildiği kabuğundan dışarı çıkmayı başarmıştır. Bu dönemde kadınlar öğretmen, memur,
işçi, özel girişimci olmuş, hatta askeriyeye kadar girmeyi başarabilmişlerdir. Bunun yanında
temel, orta ve yüksek eğitim veren kız okulları açılmış, kızların eğitimine ihtimam
gösterilmeye gayret edilmiştir. Kadınların lehine düzenlenen aile hukuku da kadının aile ve
toplum içerisindeki itibarını yükseltmiş, kadını resmen birey olarak ele almıştır. Tüm bu
gelişmeler Cumhuriyet dönemi ve daha sonrasında oluşturulacak düzenlemelere zemin
hazırlamıştır.
II. Meşrutiyet Dönemi Türk Kadını
Sığırcıkoğlu Sayfa 23
KAYNAKÇA
Akgümüş, Dilek (2013). “Osmanlı’nın Son Döneminde Müslüman Kadının Çalışma
Hayatındaki Yeri”. İstanbul: Tarih ve Sosyal Araştırmalar Derneği.
<http://www.tasad.com.tr/osmanlinin-son-doneminde-musluman-kadinin-calisma-
hayatindaki-yeri/>
Akyüz, Yahya (1994). Türk Eğitim Tarihi. İstanbul:Kültür Koleji Yayınları.
Açıköğretimadalet.com (2014). “II.Meşrutiyet Dönemi Gelişmeleri”.
Aydın, Suat (1994). II.Meşrutiyet Döneminde Türk Kadını ile Basın Arasındaki İlişki.
Ankara: Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü Yüksek Lisans Tezi.
Aydıngör, Figen (2006). Tanzimat Dönemi Kadın Yaşamındaki Modernleşme.
Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yakınçağ Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi.
Çakır, Serpil (2008). “1908’in Kadınlar Açısından Anlamı”. İstanbul: BİA Haber
Merkezi.
<http://www.bianet.org/biamag/kadin/108437-1908-in-kadinlar-acisindan-anlami>
Çakmak, Banu (2011). “Tanzimattan Cumhuriyet’e Uzanan Çizgide Osmanlıda Kadın
Hareketleri, Dönemin Tiyatrosunda Kadının Temsili Ve Kadın Sorunu”. İstanbul: Tiyatro ve
Dramaturji Bölüm Dergisi.
<http://www.journals.istanbul.edu.tr/iutiyatro/article/view/1023020039>
Demir, Nilüfer Özcan (1999). “II.Meşrutiyet Dönemi Osmanlı Feminizmi”. Ankara:
Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi.
<http://www.edebiyatdergisi.hacettepe.edu.tr/index.php/EFD/article/view/81>
Dulum, Sibel (2006). Osmanlı Devleti’nde Kadının Statüsü, Eğitimi ve Çalışma Hayatı
(1839-1918). Eskişehir: Tarih Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi.
Gökçimen, Semra (2008). “Ülkemizde Kadınların Siyasal Hayata Katılım
Mücadelesi”.
<http://www.yasader.org/web/yasama_dergisi/2008/sayi10/Ukemizde_Kadinlarin_Siyasi_Ha
yata.pdf>
Gülcü, Erdinç ve Samiye Tunç (2012). “Osmanlı Basın Hayatında Kadınlar Dünyası
Dergisi”. Çankırı: Çankırı Karatekin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi.
<http://sbedergi.karatekin.edu.tr/DergiTamDetay.aspx?ID=101&Detay>
Karataş, Evren (2009). “Türkiye’de Kadın Hareketleri ve Edebiyatımızda Kadın
Sesleri”. Ankara: Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic. Vol. 4/8.
II. Meşrutiyet Dönemi Türk Kadını
Sığırcıkoğlu Sayfa 24
<http://www.turkishstudies.net/DergiPdfDetay.aspx?ID=1014>
Kartal, Cemile Burcu (2008). “II.Meşrutiyet’in Cumhuriyet’e Mirası:‘Makbul
Kadınlar’”. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi.
<http://www.arastirmax.com/system/files/dergiler/274/makaleler/38/arastirmax-
ii.mesrutiyettin-cumhuriyete-mirasi-makbul-kadinlar.pdf>
Öksüz, Melek (2012). “Tesettür Tartışmalarının Dünü: II.Meşrutiyet Dönemi”. Ankara:
Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of
Turkish or Turkic. Vol. 4/7.
< http://www.turkishstudies.net/Makaleler/768209985_%C3%96ks%C3%BCzMelek_S-
do%C3%A7-467-487.pdf>
Öztürk, Yakup (2011). “Modernleşme Serüvenimiz ve Kadın”. Mostar E-Dergi.
Sayı:75.
< http://www.mostar.com.tr/koseDetaylar.aspx?id=783>
Sarınay, Yusuf (1994). Türk Milliyetçiliğinin Tarihi Gelişimi ve Türk Ocakları.
İstanbul: Ötüken Neşriyat.
Kurnaz, Şefika (1996). II.Meşrutiyet Döneminde Türk Kadını. İstanbul: Milli Eğitim
Bakanlığı Yayınları.
Unat, Nermin Abadan (1981). “Social Change and Turkish Women”. Women in
Turkish Society. The Netherlands: E.J. Brill.