Türk Ermeni Sorununun Edebiyattaki Yansımaları

137

Transcript of Türk Ermeni Sorununun Edebiyattaki Yansımaları

1

Türk-Ermeni Sorununun Edebiyattaki Yansımaları

2

Türk-Ermeni Sorununun Edebiyattaki Yansımaları

Yazan: Zekeriya Başkal Yayın Hakları: © Ürün Yayınları Bu eserin bütün hakları saklıdır. Yayıncıdan izin almadan hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.

Kapak Tasarımı: Güçlü Köseli Kapak Fotoğrafı: Osmanlı Dönemine Ait Bir Ayna,

Osmanlıca Ermenice Yazılı Çeşme Kitabesi (Hasan Erdem Koleksiyonu)

Baskı: Kitap Matbaası, (212 482 99 10 ) Baskı Tarihi: Nisan 2010 Basım Yeri: İstanbul

ISBN: 978-605-5516-07-09

3

Türk-Ermeni Sorununun Edebiyattaki Yansımaları

Zekeriya Başkal

Ürün Yayınları - 2010

4

Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde koridorun

sonundaki odanın sâkinine…

5

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER ......................................................................... 5 ÖNSÖZ...................................................................................... 7 GİRİŞ ........................................................................................ 8

TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİNİN TARİHİ ......................... 12 I. TÜRK TEZİNE GÖRE TÜRK ERMENİ İLİŞKİLERİNİN TARİHİ ........................................................................ 13 II. ERMENİ TEZİNE GÖRE TÜRK ERMENİ İLİŞKİLERİNİN TARİHİ ........................................................................ 19

II. EDEBÎ ESERLERDE TÜRK ERMENİ İLİŞKİLERİ .. 25 I. KURGU VE SUNUM............................................................. 29 II. “BİZ” VE “ONLAR” ......................................................... 33

a. Ermeni Tezini Benimseyen Yazarlara Göre Türkler Ermenileri Nasıl Görüyor?.............................................. 35 b. Ermeni Tezini Benimseyen Yazarlar Türkleri Nasıl Görüyor?......................................................................... 38 c. “Yüce” ve “Hain” Ermeni İmgesi................................ 47 d. Gri Alanlar .................................................................. 53

III. AVRUPAÎ BAKIŞ AÇISI ............................................ 61 IV. MİSYONERLİK VE YABANCI DEVLETLER ....................... 65 V. ERMENİLER VE DİĞER UNSURLAR................................... 71 VI. MEMLEKET İMGESİ ....................................................... 73 VII. ORTAKLIKLAR.............................................................. 77 VIII. GELECEK TASAVVURU ................................................ 83 IX. MODERNLEŞME.............................................................. 88 X. ORTAK TARİHE BAKIŞ .................................................... 97 XI. ERMENİ OLAYLARI ...................................................... 103 XII. KAHRAMANLAR VE YAZARLAR ................................... 107

6

III. SONUÇ............................................................................ 113 KAYNAKÇA......................................................................... 122

TÜRKÇE ESERLER.............................................................. 122 İNGİLİZCE VE ÇEVİRİ ESERLER ......................................... 123 YARARLANILAN DİĞER KAYNAKLAR................................. 124

DİZİN .................................................................................... 131

7

ÖNSÖZ

Bu çalışma Türk Ermeni sorununun edebî eserlere nasıl

yansıdığını ortaya koymak amacıyla hazırlanmıştır. Çalışmanın başlangıç aşaması “Türk Ermeni İlişkilerinin Barışçı Yönleri: Tokat; Amasya, Sivas ve Kayseri Örnekleri” başlığını taşıyan bir TÜBİTAK projesine dayanmaktadır. Bu proje çerçevesinde proje ekibi Ninelerimizin Komşuları: Türk Ermeni İlişkilerinin Barışçı Yönleri adlı bir antoloji yayınladı. Projeden elde edilen görüntülü malzemelerden bir belgesel hazırlama çalışmaları devam ediyor.

Çalışma sırasında doğrudan ya da dolaylı pek çok kişinin katkısı oldu. Sevgili dostum sosyolog Niyazi Özdemir Bey’e her konuyu kendisiyle konuşma imkânı verdiği için teşekkür ederim. Prof. Dr. Ali İbrahim Savaş Bey çok yoğun idarecilik zamanlarında bile beni arayıp cesaretlendirdi. Kitabın ismi konusunda Prof. Dr. Turan Karataş Bey’in katkısı oldu. Geleceğin karagözlü, altın kalpli ve demir yumruklu yöneticilerinden ve bilim insanlarından olacağına inandığım değerli meslektaşım Nesime Ceyhan Hanımefendi’ye teşviklerinden dolayı müteşekkirim.

Meslektaşlarım Ali Osman Solmaz ve Tuncay Böler Beyler, yayıncı Kalender Yıldız Bey ve sevgili dostum Güçlü Köseli Bey teknik açıdan katkıda bulundular. Müteşekkirim.

Bu kitapta doğrudan katkısı olmasa da, akademik çalışmalara beni yönlendiren değerli hocam Prof. Dr. Ramazan Kaplan Bey’e çok şey borçluyum. Bu çalışma zatıâlilerine ithaf edilmiştir. Hatalar, söylemeye gerek yok ki bana aittir. Zekeriya Başkal Tokat, Mart 2010

8

GİRİŞ

Türk Ermeni ilişkileri özellikle son yirmi yılda siyasal bilimler, tarih, uluslararası ilişkiler alanlarında yoğun olarak çalışılan ve hakkında eser ortaya konulan bir konudur. Ancak aynı yoğunluğun edebiyat alanında söz konusu olduğu söylenemez. Bu durumun edebiyat biliminin, olaylardan çok hâlihazırda ortaya konulmuş eserleri inceleme yönünden kaynaklandığı söylenebilir. Türk Ermeni ilişkileri konusunda ortaya çok miktarda edebî eser ya da edebiyat biliminin ilgi alanına giren eser konulmadığı için edebiyat bilimi de, en azından Türkiye’deki edebiyat bilimi, inceleyecek eser bulmakta zorluk çekmiştir. Bildiğimiz kadarıyla Türk Ermeni ilişkilerinin edebî eserlerdeki yansımalarını inceleyen çok az çalışma vardır.1 1 Bu çalışmalar şunlardır: Murat Yusuf Önem, Türkçe Yazan Ermeni Yazarlarda Türk ve Ermeni İmajı (Zaven Biberyan, Kirkor Ceyhan, Agop Arslanyan, Mıgırdiç Margosyan, Markar Esayan), Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gaziosmanpaşa Üniversitesi, 2009; Birsen Karaca, Ermeni Edebiyatı Seçkisi, Ankara: Kültür Bakanlığı, 2001; Fikret Türkmen, Türk Halk Edebiyatının Ermeni Kültürüne Tesiri, Akademi Kitabevi, İzmir 1992; A Reference Guide to Modern Armenian Literature, 1500-1920, Compiled and with an Introduction by Kevork B. Bardakjian, Wayne State University Press, Detroit 2000; Ahmet Kankal, “Ermeni Edebî Eserlerine Yansıması Bağlamında Ermeniler’de Milliyetçilik Hareketleri,” Hoşgörüden Yol Ayrımına Ermeniler, Erciyes Üniversitesi-Nevşehir Üniversitesi, II. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Sempozyumu [EUSAS-II] 22-24 Mayıs 2008, Cilt I, s.153-164; Sacit Ayhan, Türk Edebiyatında Azınlıklar, 1872-1950, Basılmamış doktora tezi, Uludağ Üniversitesi, 2008.

9

Elinizdeki çalışmaya üç tür eser kaynaklık etmiştir. Bunlardan birincisi Türkçe yazan Ermenilerin ortaya koyduğu eserlerdir. Kirkor Ceyhan’ın Seferberlik Türküleriyle Büyüdüm, Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize, Kapıyı Kimler Çalıyor ya da Agop Aslanyan’ın Adım Agop Memleketim Tokat adlı eserler bu türdendir. Bu eserler çoğunlukla tanıklık çerçevesi altında toplanabilecek ancak kurgusal boyutu da olan anı-hikâye, anı-roman türü eserlerdir. Yazarlar çoğunlukla kendi yaşam öykülerini de anlatmakla birlikte, başkalarının yaşam öykülerini kurgusal bir hava içinde anlatırlar. Seçtiğimiz eserlerin sadece hatıra olmamasına, kurgusal bir boyut da taşımasına dikkat ettik. Çalışmaya kaynaklık eden ikinci tür eserler ise ya Ermeniceden Türkçeye tercüme edilmiş ya da orijinal İngilizce yazılmış eserlerdir. Vahan Totovents’in Yitik Evin Vârisleri, Hagop Mintzuri’nin Armıdan Fırat’ın Öte Yanı, Atina Tuzun Var mı? ve Kapandı Kirve Kapıları adlı eserleri bu türdendir. Micheline Marcom’un Three Apples Fell From Heaven (Gökten Üç Elma Düştü,2 The Day Dreaming Boy (Hayal Kuran Oğlan Çocuğu), Peter Balakian’ın Black Dog of Fate (Talihin Kara Köpeği), Abraham H. Hartunian’ın Neither to Laugh Nor to Weep (Ne Gülmek Ne de Ağlamak İçin) adlı eserleri yine bu gruba girebilecek türdendir. Bu eserler İngilizcedir. Bu eserlerden pek çoğunun yazarı aslen Ermenidir. Ancak Franz Werfel’in Forty Days of Musa Dagh (Musa 2 Orijinali İngilizce olan eserler, ilk kez kullanıldıklarında Türkçe çevirisiyle verilecektir. Sonraki kullanımlar İngilizce olacaktır.

10

Dağında Kırk Gün) adlı eseri Ermeni tezini benimseyen bir eser olmakla birlikte Avusturyalı bir Yahudi tarafından yazılmıştır.3 Çalışmaya kaynaklık eden üçüncü tür eserler ise Türkçe yazılan ve yazarların etnik, dini kökeni hakkında herhangi bir aidiyet söz konusu olmayan ya da yazarları Türk olan eserlerdir. Bu türe girebilecek eserler arasında Elif Şafak’ın Baba ve Piç, Doğan Akhanlı’nın Kıyamet Günü Yargıçları, İrfan Palalı’nın Tehcir Çocukları, Karin Karakaşlı’nın Can Kırıkları, Ahmet Günbay Yıldız’ın Figan ve Baran Fundermann’ın Gavur Elo sayılabilir.

İncelenen eserlerin ortak noktası yazarların bu eserlere eksen olarak Türklerle Ermenilerin yaşadıkları özellikle 19. yüzyıl ve sonrasındaki problemli dönemi almalarıdır. Bu eserlerde Türk ve Ermeni imgesinin nasıl çizildiği, ortak tarihe nasıl bakıldığı, geçmişteki olaylara bakışta Avrupaî bir bakış açısının olup olmadığı, Türk Ermeni ilişkilerinde misyonerlerin rolü ve misyonerlerin nasıl değerlendirildiği, azınlıklara veya toplumsal öğelere nasıl bakıldığı, Türklerin ve Ermenilerin bir gelecek tasavvurunun olup olmadığı, Ermenilerin özellikle hatıralarında Türkiye’yi nasıl andıkları ya da gördükleri gibi konular incelenmeye çalışılmıştır. Seçilen eserlerin, bu alandaki eserlerin tamamını kapsadığı söylenemez. Bu alandaki kayda değer eserler mümkün olduğunca dâhil edilmeye 3 Bu eser Musa Dağında Kırk Gün adıyla Türkçe’ye çevrilmiştir. Bkz.: Franz Werfel, Musa Dağında Kırk Gün, çeviren Saliha Nazlı Kaya, Belge Yayınları, İstanbul 2007.

11

çalışılmıştır. İncelenen eserlerden biri hariç hepsi, ikinci baskısını yapmıştır. Özellikle yabancı dillerde bu konuyla ilgili yazılmış eserlerin hepsini bu çalışmaya dâhil etmek mümkün değildir. Türkçe, İngilizce ve Ermeniceden çeviri otuz eser incelenmiştir. Bu sayının bazı yargılara ulaşabilmek için yeterli olduğu düşünülmüştür. Eserler rastlantısal olarak seçildiği için bu eserlerden hareketle varılan sonuçları ve çıkarılan yargıları genel ve temsilî olarak değerlendirmek mümkündür.

Çalışmanın sonunda çalışmayı özetleyen ve elde edilen bulguları değerlendiren bir sonuç bölümü vardır.

12

TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİNİN TARİHİ

Türklerle Ermenilerin karşılaşması Abbasi Halifesi Mütevekkil zamanına kadar gider. (851-852) Daha sonra Selçukluların Van civarını fethetmelerinden ve 1071’deki Malazgirt Savaşından sonra bu iki grup arasındaki ilişkilerin yoğunluğu artmıştır. Anadolu Selçukluları zamanında güneyde Çukurova’daki Ermeni Krallığıyla Anadolu Selçukluları sürekli ilişki içinde olmuşlar, Selçukluların zaman zaman bu devletten vergi aldıkları da olmuştur. Ancak bu iki milletin bir arada ve uzun süre birlikte yaşamaları Osmanlı dönemine dayanır. Osmanlılar Ermenilerin de yaşadığı toprakları fethettikten sonra Ermeniler Osmanlıların çok dinli, çok kültürlü tebasından biri olmuştur.

Türk Ermeni ilişkilerinin tarihi, tartışmaların ve derin görüş ayrılıklarının olduğu bir konudur. Sadece 1915 olaylarında değil Osmanlı döneminden başlamak üzere hemen pek çok konuda ihtilaflar söz konusudur.

Türk tezini savunan tarihçiler Ermenilerin Osmanlılar döneminde barış ve huzur içinde yaşadığını savunurken Ermeni tezini savunan tarihçiler bunun yaygın ancak yanlış bir görüş olduğunu iddia ederler. Türk tezini savunanlar Osmanlının son döneminde meydana gelen olayları devletin bir savunma refleksi olarak değerlendirirken, Ermeni tezini savunanlar bu olayların bilinçli bir İslamcılık ve sonrasında Türkçülük politikalarının yansıması olduğunu iddia ederler. Türk tezini savunanlar 1915 olaylarını, devletin kendini

13

korumak için düşmanla iş birliği yapan vatandaşlarını yine imparatorluğun başka bölgelerine tehcir ettirmesi olarak açıklarken Ermeni tezini benimseyenler söz konusu olayların programlı bir “soykırım” olduğunu savunurlar. Türk Ermeni ilişkilerinin edebiyata yansımasını daha iyi anlamak için kısa da olsa her iki görüşün Türk Ermeni ilişkilerinin tarihine nasıl baktığını incelemek gereklidir. I. Türk Tezine Göre Türk Ermeni İlişkilerinin

Tarihi Türk tezini benimseyen tarihçilere göre

Ermeniler Osmanlı döneminde son derece rahat ve huzur içinde yaşamışlardır. Ticaretten memuriyete, zanaatkârlıktan ziraata kadar askerlik hariç hayatın her alanında ilerlemişlerdir. Askerlikten muaf tutulmaları başlangıçta onların aleyhine gibi görünse de sosyal hayatta bu durum onların lehine olmuştur. Ermenilerin ödemek zorunda olduğu vergi de benzerleriyle karşılaştırıldığında aşırı değildir. Osmanlı devleti Ermenileri “ehl-i kitap” “zımmi” statüsüne koymuş ve onlara isterlerse kendi hukuklarını uygulama, isterlerse Müslüman mahkemelerinde yargılanma hakkını vermiştir.4

Ermenilerin toplum içinde son derece saygın ve rahat bir konumları vardır. Değişik yüzyıllarda Türklerin ve Ermenilerin oturduğu yerler incelendiğinde ayrı ayrı Türk ve Ermeni mahallelerinin 4 Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları, İstanbul 1974, ss.149-150.

14

olduğu, ancak aynı zamanda önemli sayıda Türk ve Ermeni’nin bir arada yaşadığı görülmektedir. Yani Ermeniler bulundukları yerlerde getto tabir edilen ve sadece kendi dindaşlarının bulunduğu mahallelerde değil, Türklerin bulunduğu mahallelerde de rahatlıkla yaşamışlardır. Bu durum, Ermenilerin toplum içinde emniyet ve güven duygusuyla yaşadıklarının bir göstergesidir.

Ermeniler dini inançları açısından da son derece rahat etmişlerdir. II. Mehmet Bursa’daki Ermeni temsilciliğini 1461’de İstanbul’a taşımış ve patrikhane seviyesine yükseltmiştir. Bunun yanında Ermeni cemaatinin kilise yapılması ve tamiri isteklerine izin verilmiş, hatta İstanbul’dan kilise tamiri için para gönderilmiştir.

Ermeniler bu güven ortamında başarılı zanaatkârlar, tüccarlar, müzisyenler, mimarlar ve devlet memurları çıkarmışlardır.5 Bunda Ermenilerin katkısı olduğu kadar, asıl katkı, hâkim güç, devletin yöneticisi olan Türklerindir. Ermeniler İstanbul’daki pek çok önemli eseri inşa etmişlerdir. Balyan ailesi bu alanda önemli görevler üslenmiştir. Örneğin İstanbul’daki Dolmabahçe ve Beylerbeyi Sarayları Balyan ailesine mensup mimarlar tarafından yapılmıştır.6

Ermenilerin başarılarını gösterdiği alanlardan biri de müziktir. Kemanî Tatyos Efendiden (1858-1913) Nikoğos Ağaya (1836-188) pek çok Ermeni asıllı

5 Rh. Y. G. Çark, Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler, Yeni Matbaa, İstanbul 1953. 6 Pars Tuğlacı, Osmanlı Mimarlığında Batılılaşma Dönemi ve Balyan Ailesi, İnkılâp ve Ata Kitabevleri, İstanbul 1981.

15

müzisyen besteler yapmış ve bunlar sevilerek dinlenmiştir.7

Türk tarihçiler Türklerle Ermenilerin ilişkilerinin çok kısa bir tarihsel sürece ait olmadığını, Selçuklu dönemi de dâhil edilirse 11. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar ilişkilerin hâkim renginin barış ve emniyet olduğunu ifade ederler. 19. yüzyılda Osmanlının zayıflaması, milliyetçilik hareketleri, misyonerlerin ve Batılıların Ermenilerde yeni bir kimlik oluşturması, Batılı devletlerin bir güç alanı olarak Ermenilerin bulunduğu bölgeleri Ermenileri kullanarak değerlendirmeyi planlaması gibi sebepler Türk Ermeni ilişkilerinin bozulmasına yol açmıştır.

Tanzimat sonrasında Ermenilerin Batılı ülkelerle ilişkileri dil, din, ticaret gibi nedenlerden dolayı giderek artmıştır. Batılı devletler din ya da daha özel anlamda mezhep bağını kullanarak Osmanlı devletinin tebası olarak yaşayan Ermenileri kullanmak ve kendi nüfuz alanlarını geliştirmek istemişlerdir. Rusya Ortodoks, Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere ise daha çok Protestan Ermenilere hitap ediyordu. Her ne kadar Ermeniler Ortodoks iseler de 1819 yılından itibaren Osmanlı devletinin değişik bölgelerinde okullar, hastaneler, matbaalar kuran misyonerler aracılığıyla önemli sayıda Ermeni Protestan olmuş, bu sayıdan çok daha fazla Ermeni de Amerikalı misyonerlerle bir şekilde muhatap olmuş ve

7 İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Hoş Seda: Son Asır Türk Musikişinasları, Türkiye İş Bankası, İstanbul 1958.

16

belli konularda dünyaya onların açısından bakmaya başlamıştı.8

1877-78 Osmanlı Rus savaşında Osmanlılar yenilir ve Rus ordusu bugünkü Yeşilköy’e (Ayestefanos) kadar gelir. Burada zamanın Ermeni patriği Rus ordusunu ziyaret eder ve Rus çarından bağımsız Ermenistan’ın kurulması konusunda yardım etmesini ister. Aslında Ermenilerin isteği uluslararası şartlar ve o ana kadar Batılı devletlerin sağladığı destek düşünülürse anlaşılabilir bir durumdur.

1878’den sonra Türk Ermeni ilişkilerinde hızlı bir kötüye gidiş başlar. Ermeniler hem Anadolu’da hem de İstanbul’da kurdukları gizli teşkilatlarla isyanlara, tedhiş eylemlerine başvururlar. Bundan maksat dünyanın, özellikle Avrupalı devletlerin ilgisini çekmek ve müdahaleye ortam hazırlamaktır. Ermenilerin isyanları, saldırıları halk tarafından dikkatle takip edilmektedir. 1905 yılında II. Abdülhamit’e bombalı suikast düzenlenir ve padişah kıl payı kurtulur. Suikastı Ermeniler organize etmiştir. 9

II. Meşrutiyet (1908) yaşanan tedhiş olaylarına kısa bir süreliğine ara verse de özellikle Güney’de sorunlar çok kısa süre sonra yeniden başlar. Fransızlar bu bölgede kendi nüfus alanlarında olabilecek bir devlet istemekte ve Ermenileri desteklemektedirler.

8 Erol Güngör, Türkiye’de Misyoner Faaliyetleri, Ötüken, İstanbul 2007; James L. Barton, Türkiye’de Gündoğumu, çeviren Zekeriya Başkal, Yeditepe, İstanbul 2010. 9 II. Abdülhamit’e suikast için bkz: Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 167; Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, s. 524-531

17

Ermeniler de Osmanlı tebası olarak yaşamış ve bağımsızlığını kazanmış diğer azınlıkların izlediği yolu izlemek ister. Daha önce Ermeniler gibi Osmanlı yönetimi altında yaşayan Yunanlılar, Bulgarlar bağımsızlıklarını kazanmıştır. Bulundukları bölgede çoğunluk ya da azınlık olmaları Ermeniler için devlet kurmaya engel değildir. Yıkılan ve dağılan Osmanlı Devletinin kaybettiği topraklardan göç eden Türkler, Ermeniler için bir örnek teşkil eder. Bulgarlar tedhiş, öldürme ve göçe zorlama gibi yollarla Müslümanları o topraklardan kovmuş ve bağımsızlıklarını kazanmıştır.10 Ancak sorun, Türklerle Ermenilerin başka hiçbir yerde olmadığı kadar iç içe girmiş olmalarıdır. Ünlü tarihçi Bernard Lewis bu durumu şöyle ifade eder: “Biri birinden ayrılamayacak gibi iç içe girmiş Ermeni ve Müslümanların arasına girmiş olan ayrılık tohumları bu yüzyılın en acılı günlerini hazırlamıştı. Sonuçları kan ve acı olan bir süreç başlamış oldu.”11

Avrupa ve özellikle Amerika’da, Ermenilerle Türkler arasındaki sorun, misyonerlerin yoğun kampanyalarıyla Müslüman-Hristiyan çatışması olarak sunulmuştur. Ülkede misyonerler çalışmalarına devam etmekte, gizli Ermeni teşkilatları hızla silahlanmakta ve önemli sayıda Ermeni de bağımsız bir Ermeni devleti hayal etmektedir. Osmanlı Devleti bu sırada Balkan

10 Justin McCharty, Death and Exile, The Etnic Cleansing of Otoman Muslims, 1821-1922, The Darwin Pres, New Jersey, 1995, ss. 59-108. 11 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, çeviren Metin Kıratlı, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1993, ss. 353-354.

18

Savaşında (1914) yenilmiştir ve yeni cephelerde de durumu çok parlak değildir. Rusya Ermenilere hamilik yapmaktadır ve Rusya’yla olabilecek bir savaşta özellikle sınır bölgelerinde dönemin şartları ve imkânları gereği Ermeniler Rus tarafına ciddi ölçüde yardım edebilecek konumdadırlar.

Bu şartlar altında Osmanlı hükümeti Ermenileri sınır bölgesinden daha güvenli bölgelere tehcir ettirme kararı alır. Bu karara göre Ermenilerin gerek yol boyunca gerekse gidecekleri yerde güvenlikten sağlığa, gıdadan giyinmeye her şeyi ayrıntılı olarak düşünülmüştür.

Ancak kendi askerine bile silah, giyecek ve yiyecek sağlayamayan bir devletin binlerce insanın bir yerden başka bir yere tehcirini sağlamada hatalar yapmaması, trajediler yaşanmaması mümkün değildir. Türk tarihçilere göre yolda ölenlerin sayısı 110.000 bin civarındadır. Bunlardan 100,000 kadarı hastalıklardan, soğuktan ölmüşler, 10,000 ise çetelerin saldırıları sonucunda öldürülmüştür.12

Türk Ermeni ilişkilerinin en önemli noktası olan 1915 olaylarına Türk tezini benimseyenlerin bakışı, 1877-78 Osmanlı Rus Harbinden sonra en yüksek seviyede açıkça ifade edilen Ermenilerin bağımsızlık istemesi, yabancı devletlerle işbirliği yapması ve kendi devletine başkaldırması sonucu devletin verdiği savunma refleksidir şeklindedir. Bu durum, edebiyatta ya da günlük dilde yüzyıllardır bir arada yaşayan iki halktan Ermenilerin devlete ihanet 12 Yusuf Halaçoğlu, Sürgünden Soykırıma Ermeni İddiaları, Babıali Kültür Yayıncılığı, İstanbul 2004.

19

ettiği ve arkadan vurduğu şeklindedir. Doğu Anadolu’da çok sayıda köy Ermeniler tarafından yakılmış, çok sayıda insan Ermeni çeteciler tarafından öldürülmüştür.

Bu açıdan olayları değerlendirenler Ermenilerin 1915 sonrası ve günümüzdeki isteklerini anlamakta zorlanmakta, hatta bu isteklere Osmanlının son döneminde Ermenilerin devlete karşı yaptıkları isyan ve ihanetlerin devamı olarak görmektedirler.

II. Ermeni Tezine Göre Türk Ermeni İlişkilerinin

Tarihi Ermeni tezini benimseyen tarihçilerin Türk Ermeni tarihine bakışları genel hatlarıyla şöyledir: 13 Osmanlı devleti içindeki Ermenilerin barış ve huzur içinde yaşadığı her ne kadar çok sık dile getirilen bir iddia olmasına karşın bu doğru bir iddia değildir. Osmanlı devletinde Ermeniler vatandaş değil teba idiler ve gerek sultanın gerekse yerel idarecilerin yasal veya yasal olmayan yollardan suiistimallerine ve zulümlerine açıktılar. Ermeni tarihçilere göre özellikle ağır vergiler, bu zulmün en yaygın şekliydi. Yüzyıllardır Müslümanlar kendilerini birinci sınıf, gayrimüslim unsurları da ikinci sınıf olarak görmüşlerdir. Bu bakış açısı “soykırımı” doğrudan hazırlamamışsa da hazırlanmasında önemli bir etken olmuştur. 13 Bu özeti büyük ölçüde Taner Akçam’ın A Shameful Act adlı kitabından aldık. Bkz: Taner Akçam, A Shameful Act, Metropolitan Books, Newyork 2006, ss. 19-109.

20

Ermeni tarihçilere göre Müslümanların Ermenileri ikinci sınıf olarak görmesi ve onlara zulmetmesi Tanzimat’a kadar devam etmiştir. 1839 yılından itibaren Osmanlı yönetimi Batılı devletlerin baskısı ve İmparatorluğu bir arada tutma düşüncesiyle Ermenilere yönelik bazı reformlar yapmaya başlamıştır. Ancak aynı dönemde İmparatorluktaki gayrimüslim unsurlar isyan etmekte ve bağımsızlıklarını kazanmaya çalışmaktadırlar. 1829’da Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanması bunun en somut örneğidir. 1839’dan sonra şartlar hızla eşitlik yönünde gelişir. Ancak Müslüman teba ve yöneticilerin önemli bir kısmı bu değişime hazır değildir. Örneğin Cevdet Paşa 1856 yılında Islahat Fermanının ilan edildiği günü Müslümanların yas ve matem günü olarak niteler. Müslümanların Ermenilere karşı hissettiği olumsuz havada eşitlik yönündeki reformların çoğunlukla yabancı devletlerin müdahalesiyle yapıldığı gerçeğinin etkisi de ihmal edilmemelidir. 1877-78 Osmanlı Rus Savaşından sonra Yeşilköy’e kadar gelen Rus ordu karargâhını zamanın Ermeni Patriği ziyaret eder ve onlardan işgal ettikleri bölgelerden çekilmemelerini ister. Bunun nedeni, Ermeni tarihçilere göre, Ermenilerin sık sık karşılaştıkları yakıp yıkma, arazi ve emlak gasbı, zorla din değiştirme ve öldürme gibi olayların Ruslar tarafından engellenebileceği düşüncesidir. Ruslarla Osmanlılar arasında yapılan Ayestefanos anlaşmasında Ermenilerin durumunda reform yapılacağı 16. madde olarak kayda geçer. Ancak daha sonraki Berlin anlaşmasında Ermenilerin durumu

21

daha aşağılara, 61. maddeye kayar. Ermenilerin bu sırada istediği tam bağımsızlık değil bir tür otonomidir. Bu anlaşmadan sonra anlaşmaya taraf olan devletler Osmanlı devletine Ermeniler konusunda reform yapması için baskı yaparlar. Ermenilerin yabancı devletlerle birlikte hareket ettiklerini gören II. Abdülhamit dağılmakta olan imparatorluğu bir arada tutabilmek için Pan-İslamizm’i devreye sokar. Büyük ölçüde Kürtlerden ve Çerkezlerden oluşan Hamidiye alaylarını kurar. Ermeni tarihçilere göre Hamidiye alaylarının kuruluş amacı Ermenilere karşı bir güç oluşturmaktır. Devlete ödedikleri verginin yanında Kürtlere de vergi vermek zorunda kalan Ermeniler, Ermeni örgütü Hınçak’ın da kışkırtmasıyla Sasun’da (1894) isyan eder. İsyan kanlı bir şekilde bastırılır. Ermeni tarihçilere göre, Sasun isyanından sonra Zeytun, Trabzon, Bitlis, Van, Harput ve Anadolu’nun değişik yerlerinde organize katliamlar yapılır. Bunlardan Ermeni tarihçilere göre yönetimin haberi vardır ve yöneticilerin teşvikiyle yapılmaktadır. 1896’da Ermeni Hınçak örgütü davalarına dikkat çekmek ve uluslararası destek bulabilmek amacıyla İstanbul’da Osmanlı Bankasını işgal eder. Ermeni tarihçilere göre bu isyan da kanlı şekilde bastırılır. İslamcılık düşüncesini hızla yayan II. Abdülhamit cihat düşüncesine önem vermektedir. İmparatorluğun pek çok yerinde zaten eskiden beri var olan Müslüman Hristiyan ayrımından hareketle pek çok insan dinî duygularla Ermenileri öldürmeye başlar. Yazar Taner Akçam “katliamların genellikle Cuma

22

namazından sonraya denk gelmesinin tesadüf olmadığını” savunur.14 Ermeni tezini savunan tarihçiler II. Abdülhamit’ten 1915’e kadarki dönemi Panislamizm’den Osmanlıcılığa ve ondan da Türkçülüğe, daha doğrusu Turancılığa geçiş olarak nitelerler. Bu dönemde de Türk Ermeni ilişkilerinin hâkim karakteri mücadele, saldırı ve katliamdır. Müslümanların dini ve milli duygularından, Ermenilerin reform istemesinden, Müslümanların Ermenilerin gelişmişliklerini ve zenginliklerini kıskanmalarından ve bu zenginliklere sahip olmak istemelerinden dolayı Ermenilere saldırılmış ve katliamlar yapılmıştır. Bu dönemde İslam birliği düşüncesinden de, İttihat ve Terakki’nin İmparatorlukta bir birlik oluşturamamasından da en çok gayrimüslimler zarar görmüştür. 1908 yılından sonra İttihat ve Terakki, Turancı bir politika izlemeye başlamıştır. Bu yıllarda 1878’den bu yana dağılan imparatorluğun kaybedilen topraklarından gelen muhacirler Anadolu’ya ve İstanbul’a yerleşmiş ve onların anlattıkları Müslüman Hristiyan ayrımını körüklemiştir. Aynı dönemlerde Ermeniler de yurtdışında bulundukları bölgelerdeki yabancı devletlerin Osmanlı Devletine baskı yapmasına gayret göstermişlerdir. Ermeni tarihçilere göre Yunanistan’ın ya da Bulgaristan’ın kaybedilmesi Türkler için hayati değildir. Ancak Anadolu’da pek çok yerde yaşayan Ermenilerin bağımsız olma düşüncesi Türkleri son 14 A Shameful Act, s. 46.

23

derece rahatsız etmiştir. 1914 yılına kadar Anadolu’nun batısındaki Rumları göçe zorlayan ve bunda da başarılı olan Türkler aynı metodu Ermenilere de uygulamak istemişlerdir. Ermeni tarihçilere göre Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi Avrupalı devletlerin dikkatlerini ve mesailerini başka yöne kaydırdığından bu durum Türklere, Ermeniler konusunda istediklerini yapma imkânını vermiştir. Amaç, tüm Ermenileri ortadan kaldırmaktır. Ancak Türkler yabancı devletlerin tepkisinden çekindikleri için bunu tehcir yoluyla yapmayı seçmişlerdir. Ermeni tezini benimseyen tarihçilere göre “soykırım” 24 Nisan 1915’te İstanbul’da Ermeni aydınlar ve ileri gelenlerin tutuklanmasıyla başlar ve tüm ülkeye yayılır. Bu süreç planlı, programlı ve yerel yöneticilerin inisiyatif kullanmasını engelleyen bir süreçtir. Ermeniler son derece olumsuz iklim şartlarında, susuz, yiyeceksiz, korumasız yüzlerce kilometrelik yol gitmeye mecbur edilmişlerdir. Ülkenin güney bölgelerine sürgün bahanesiyle yola çıkarılan Ermeniler yolda iklim şartlarının yanında, soygunlar, cinayetler, yakılmalar, boğulmalar, zehirlenmeler sonucunda ölmüş ya da öldürülmüş, yola çıkanlardan çok az bir kısmı varacakları yerlere ulaşabilmişlerdir. Ermeni tarihçilere göre 1915-16 yılları arasında ölen ya da öldürülen Ermeni sayısı 500 bin ile 1,5 milyon arasındadır. Ermeni tarihçiler olayın tarihin ilk “soykırımı” olduğunu iddia etmekte ve Osmanlı Devletinden sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin bununla hesaplaşması gerektiğini söylemektedirler.

24

Ermeni diasporası önemli sayıda ülkenin parlamentosunda 1915 yılında olanların “soykırım” olduğunu kabul ettirmiştir. Kabul eden ülkeler arasında Uruguay, Şili gibi Ermenilerin gittiği Güney Amerika ülkeleri olduğu gibi Fransa, Almanya, Hollanda, İsviçre gibi Avrupa ülkeleri de vardır.

25

II. EDEBÎ ESERLERDE TÜRK ERMENİ İLİŞKİLERİ

Edebiyatı önemli kılan özelliklerinden biri,

edebiyat aracılığıyla, başka bilimler yoluyla ulaşılamayan bazı gerçeklere ulaşılmasıdır. Yahya Kemal’in şiirlerinde bize başka şekilde hissedemeyeceğimiz bir tarih ve İstanbul algısı, Kafka’nın Metamorfoz’unda kapitalist çalışma düzeninin insanı nasıl kabuk bağlamış, duyguları olmayan bir böceğe dönüştürdüğü, edebiyatın kurmaca dünyasının imkânları kullanılarak anlatılmıştır.

İnsanların duygularını, olaylar ve olgular karşısından neler hissettiklerini anlamak açısından edebî metinlerin, tarihî metinlerden daha zengin olduğunu söylemek mümkündür. Bu zenginlik, özellikle Türk Ermeni ilişkileri gibi nesnellikten çok öznelliğin, kişisel bilgilerin, hatıraların söz konusu olduğu bir konuda, insanların nasıl hissettiğini, karşısındakine nasıl baktığını yansıtması yönüyle barizdir. Bu konuda pek çok insan gerçekten ne olduğundan, yani işin tarihsel yönünden çok, kendisine anlatılan şeylerle ve kendisinin nasıl hissettiğiyle karar vermektedir. Bu hislerin tarihte ne olduğundan çok kişisel tarih, ailenin o konuya bakışı, okuduğu kitaplar ve içinde bulunduğu sosyal çevre ve toplumla yakından ilgisi vardır.

Türklerin ve Ermenilerin birbirine bakışıyla ilgili olarak tarihî eserlerin yanında, hatta onlardan daha çok, edebî eserler araştırmacıların işine yarayabilir.

26

Edebî eserler, tarihî eserlerden farklı olarak belgelere, delillere dayanmak, bunlara bağlı kalmak zorunda değildir. Tarihî eserlerde duyguların işe karışmaması tarih biliminin bir gereğidir. Ancak edebî eserlerde duygular, edebî eserin önemli bir yanını teşkil eder. Dolayısıyla Türklerin Ermeniler, Ermenilerin de Türkler hakkında neler hissettiklerini, tarihî eserlerden çok, edebî eserlerden hareketle inceleyebiliriz. Bu inceleme, en azından söz konusu edebî eserlerin yazarları ve bu yazarların içinde bulundukları toplumu ve hitap ettikleri okur kitlesini temsil ettiği oranda da toplumun ve okur kitlesinin hislerini yansıtmaktadır diyebiliriz. Okur algılama kuramının önem verdiği konulardan biri de "yazar olarak okurun rolü" konusundadır. Buna göre bir yazar eserinin kaleme alırken hitap ettiği okur kitlesinin beklentilerini, kültür seviyelerini, olaylara bakışını, hassas olduğu noktaları, beğeneceği beğenmeyeceği konuları aşağı yukarı bilir ve eserini bunlara bağlı olarak yazar. Bu durumda eserin yazarı bir anlamda okur kitlesidir. Çünkü beğenisi, hassasiyeti, algıları aracılığıyla eserin yazılmasında, oluşmasında katkısı olmuştur. Edebî eserlerdeki bakış açıları yazarların oluşturmaya çalıştığı bir bakış açısı mıdır? Yoksa zaten toplumda var olan bir bakış açısı, yazarlarca benimsenip edebî esere mi yerleştirilmiştir? Bu sorunun cevabı, önemli ve tartışılması gereken bir konudur. Bu konuda tartışmayı zenginleştirebilecek yeni sorular sorulabilir. Bunlardan birincisi edebî eserin yazarının, hangi topluma hitap ettiği sorusudur. Yani yazarın hitap

27

ettiği toplumun sosyal, tarihsel yapısı nedir? Bu yapı, ötekine karşı edebî eserde sergilenen bakış açısını nasıl etkilemektedir. Yani başka bir ifadeyle edebî eserin hitap ettiği toplum eseri nasıl etkiler.

Konuyu somut hale getirmek için incelediğimiz bir eser ekseninde tartışmayı sürdürebiliriz. Ermenilerin Türklere bakış açısının son derece olumsuz örneklerinin sergilendiği bir eser Micheline A. Marcom’un Three Apples Fell From Heaven adlı eseridir. Bu eserde yazar, korkunç, işkence etmekten zevk alan, yaşlısıyla genciyle Ermenilere işkence eden bir Türk toplumu çizmiştir. Bu toplumun ya da toplumda Ermenilere her tür gayriinsani işkenceyi yapan bireylerin bariz vasfı dindar olmalarıdır. Yazarın eserin başından beri oluşturmaya çalıştığı hava Türk Ermeni sorununun medeniyetle, Batı’yla, barbarlığın, İslam’ın mücadelesi şeklindedir. Bu eserin yazıldığı dil, satıldığı ve okunduğu toplum, yazılma ve basılma zamanı eserdeki bakış açısını anlamamıza yardımcı olacaktır. Eser Amerika’da kısaca 11 Eylül olarak adlandırılan terörist eylemlerden sonra piyasaya çıkmıştır. 11 Eylül’den hemen sonra Amerikan yönetimi bunun bir savaş olduğunu, medeniyetle barbarlığın savaştığını en yetkili ağızlardan ifade etmiş ve Samuel Huntington'un medeniyetler çatışması tezi pek çok mahfilde tartışılmaya başlanmıştır. Pek çok Amerikan filminde, basın yayın organında Müslümanlıkla terörizm özdeş hale gelmiştir. Böyle bir toplumda eser yazan ve toplum tarafından eserlerinin okunmasını isteyen yazarın toplumun beğenilerine hitap etmesi, ya da

28

siyasi olarak yukarıda kısaca özetlediğimiz bakış açısını benimseyen toplumun kendisine terörist olarak sunulan toplumu yadırgamaması, hatta alkışlaması anlaşılabilir bir durumdur. Bir anlamda yazarın yaptığı Müslümanların -eserde Müslümanla Türk eşanlamlı olarak kullanılmıştır- günümüzde olduğu gibi, geçmişte de kanlı olayların içinde olduğu mesajını vermektir.

Bu çalışmada tartışılması gereken konulardan biri de hangi eserlerin Türk edebiyatı içinde sayılıp sayılmayacağıdır. Başka bir ifadeyle bir eseri belli bir edebiyata ait kılan nedir? Yazarın milliyeti mi, eserin taşıdığı kültürel atmosfer mi, yoksa eserin yazıldığı dil mi? Bazıları bir yazarın ya da şairin bir edebiyata ait olup olmadığını belirlemek için eserlerinde kullanılan dili esas almaktadır. Yani bu görüş özetle şair ya da yazar Türkçe yazıyorsa Türk edebiyatı içinde, Farsça yazıyorsa Fars edebiyatı içinde, Ermenice yazıyorsa Ermeni edebiyatı içinde değerlendirilmedir şeklindedir. Bunun karşısında yer alan görüşe göre, bir sanatçının bir edebiyat içerisinde yer alması için sadece o dilde yazmış olması yetmez.15

Bu konuda ilginç örneklerden biri Mehmet Kaplan’ın Nazım Hikmet konusunda yazdıklarıdır. Mehmet Kaplan Nazım Hikmet’i Türkiye’yi Rusya’nın bir peyki haline getirmek istemekle suçlar ve şiirlerini ilk başta tahlil etmemeye karar verdiğini söyler. Ancak

15 Bu konunun tartışıldığı bir makale için bkz: Ahmet Arı, “Fars Şiiri mi? Farsça Şiir mi? Klâsik Türk Şiir Geleneğinin Oluşumu ve Sınırları Hakkında Düşünceler,” BİLİG Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, S. 25, Bahar 2003, ss.173-203.

29

şair Türkçe yazmaktadır ve şiirleri “bir vakıa olarak mevcuttur.” 16

Ömer Lekesiz ise Hagop Mitzuri, Kirkor Ceyhan, Jaklin Çelik gibi yazarlar için “Türkçe edebiyatın Ermeni yazarları” ifadesini kullanır. 17 Biz Ermeni yazarların Türkçe yazdığı eserlerin hangi kategoriye girdiği, Türk edebiyatı içinde sayılıp sayılmayacağı gibi tartışmaları bir tarafa bırakarak bu eserlerde Türk-Ermeni sorununun nasıl yansıtıldığını ve bu çerçevedeki konuları inceleyeceğiz.

I. Kurgu ve sunum

İncelenen eserlerde dikkati çeken bir konu eserlerin tür olarak hangi kategoriye sokulması gerektiğidir. 16 Mehmet Kaplan, Nazım Hikmet’in şiirlerini tahlil ettiği Şiir Tahlilleri II kitabında Nazım Hikmetle ilgili şunları yazar: “Şahsına karşı beslediğim duyguları bir yana iterek, diğer şairler gibi onun da eserlerini inceleyebilirdim. Va-Nu’nun hatıralarında belirttiği çok iyi belirttiği gibi Nazım her şeyi inkâr etmiş olsa bile Türkçe’ye bağlı kalmıştır. Eserlerini Türkçe yazmıştır. Onlar bir vakıa olarak mevcuttur. Biz yok farz etsek bile var olmakta devam edecekler.” Daha sonra Nazım Hikmet’in şiirlerini tahlil eden Kaplan şöyle devam eder: “Türkiye’de doğan Nazım’ın tıpkı Türkiye’de doğan, sonra vatana ihanetlerinden dolayı Türkiye dışına çıkarılan Rumlar ve Ermeniler gibi Türkiye topraklarını, hatta Türk halkını sevmesi, onun Moskova emrinde, Türkçeyi çok iyi kullanan lökü Polonyalı bir şair olduğu gerçeğini yok edemez. … Aynı şahsiyet hem şair hem de vatan haini ise, objektif olmak için bu iki özellik de belirtilir. Ben, dünya tenkitçilerinin yaptıklarından farklı bir şey yapmadım.” Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri II, Dergâh Yayınları, İstanbul 1998, ss. 331, 344. 17 Ömer Lekesiz, “Türkçe Edebiyatın Ermeni Yazarları,” Yeni Şafak, 07.02.2007.

30

İncelenen eserlerin büyük bir kısmında eserler kurgulanmıştır. Ancak bu kurgu eserin kapağında, önsözde ya da arka kapakta adeta yok sayılmış ve eser bir gerçek belge, hatta bir tarihsel belge gibi sunulmuştur.

İncelenen eserlerin önemli bir kısmının yayınevi ya da yazar tarafından anı-roman, anı-hikâye, ya da tanıklık etiketiyle sunulduğu dikkat çekmektedir. Bu durum sadece İngilizce yazılmış eserlerde değil, Türkçe yazılmış eserlerde de büyük çapta geçerlidir. Örneğin Kirkor Ceyhan’ın Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize, Seferberlik Türküleriyle Büyüdüm, Kapıyı Kimler Çalıyor adlı eserleri tanıklık etiketi altında sunulmuştur.

Eserlerde dikkat çeken bir özellik de takdim yazılarında, önsözde ya da kitabın ön ya da arka kapağında kitapta anlatılan hikâyenin ya da romanın sadece belli kişilere ya da belli bölgelere özgü olmadığının sıklıkla ifade edilmesidir. Örneğin Gavur Elo’nun yazarı “öyküde “Wez’de (şimdi Ölçülüköy) olduğu gibi, öyküde adı geçen bölgelerdeki bir çok köyün tarihsel gerçekleri aynıdır” der.18

Edebiyat sosyolojisi ve okur algılaması açısından kitabın nasıl sunulduğu önemli bir konudur. Türk Ermeni ilişkilerini konu edinen pek çok eserin kurgusal eser olduğu halde tarihî gerçek olarak sunulduğunu görüyoruz. Franz Werfel’in yazdığı ve hem Türkçede hem de yabancı dillerde bu konuda yazılmış pek çok eseri etkileyen Forty Days of Musa Dagh adlı eser bu konuda dikkate değer bir örnektir. Kitabın arka 18 Baran Fundermann, Gavur Elo, Belge, İstanbul 1999, s. 74.

31

kapağında Saturday Review’den yapılmış bir alıntı var. Alıntıda şöyle deniyor: “1915… Ermeniler için karanlık bir yıl. Büyük Savaş Avrupa’yı kasıp kavururken Hazar Denizinin Batısındaki kadim, dağlık bölgede Müslüman Türkler Hristiyan tebalarını sistemli bir şekilde yok etmeye başladı. Yaşanmış tarihsel olayları esas alan bu heyecan verici dokunaklı roman Gabriel Bagradian’ın hikâyesini anlatıyor.”19

Aynı şekilde Amerikalı Ermeni yazar Micheline Marcom’un The Day Dreaming Boy adlı sürgünden kaçmak için çatı katına saklanan ve aklını kaybeden bir Ermeni gencini anlattığı eseri, iç kapakta “ürkütücü tarihsel gerçekler” şeklinde sunulmuştur.20

Kurgu ile gerçeğin iç içe geçtiği başka ve dikkate değer bir eser de 6-7 Eylül olaylarını21 konu edinen Konuş Halil Bey Konuş adlı kitaptır.22 Eser kurmaca tarzında yazılmıştır. Ancak eserde dipnotlarla verilen açıklamalar ve sonunda da bir dizin vardır. Eserin gerçek ve kurgu ilgisini yansıtan bir başka özelliği ise kapak fotoğrafıdır. Sözkonusu durum, yani kapakta tarihten gerçek fotoğrafların kullanılması durumu, sadece bu esere özgü değildir. Bu eserin yanında incelediğimiz eserlerin çoğunda gerçek fotoğraf kullanılmıştır. Konuş Halil Bey Konuş adlı eserin kapağında 6-7 Eylül olaylarında yıkılmış bir kilisenin 19 Forty Days of Musa Dagh, arka kapak. 20 Micheline Marcom, The Day Dreaming Boy, Riverhead, Newyork 2004. 21 6-7 Eylül olayları, 1955 yılının 6 ve 7 Eylül tarihlerinde İstanbul’da yaşayan özellikle Rumları hedef alan ancak diğer gayrimüslimlerin de zarar gördüğü yağma ve tahrip hareketi. 22 Raffi Kebabcıyan, Konuş Halil Bey Konuş, Aras, İstanbul 2000.

32

fotoğrafı var. Fotoğrafta dönemin Rum Ortodoks Patriği Athenagoras I, yıkık kilisenin içinde görünüyor.

Black Dog of Fate adlı eserin kapağında da iki fotoğraf var. Bunlardan birincisi Amerikalı Ermeni çocukların beyzbol formalarıyla göründüğü bir fotoğraf. İkincisi de Ermenilerin sürgüne gönderilmelerini anlatan başka bir fotoğraf. Kitabın sağ üst kısmında “Amerikalı bir genç Ermeni geçmişini keşfediyor” yazısı var. Ön kapakta fotoğrafların altında New Yok Times Book Review’den ve Philadelphia Inquirer Book Review’den kitaba yapılan övgüler alınmış. Kitabın iç kapağında ise üzerinde “Ermenistan M.Ö. 500 – Günümüz” yazan ve Türkiye’nin doğu kısımlarını da içerisine alan bir Ermenistan haritası var.

Türkçe yayımlanan eserlerde de benzer bir durum söz konusudur. Gerçekliğin ve kurgunun eserlerde nerede başlayıp nerede bittiğini anlamak güçtür.

Yukarıdaki örneklerden hareketle edebî ya da kurgusal eserlerde dipnotların, haritaların, tarihsel verilerin, gerçek fotoğrafların kullanılmasını nasıl anlamak gerekir. Bunların gerek Batı’da gerek Türkiye’de yaşayan ve anlatılan tarihsel döneme uzak ve bu dönem hakkında bilgisi zayıf okurların işini kolaylaştırmak, anlatıları onlar için daha anlaşılır hale getirmek için eklendiğini düşünmek mümkündür.

İkinci bir ihtimal de çoğunluk itibariyle belli bir tezi savunan ve bu tezi okura kabul ettirmeye çalışan yazarların edebî ya da kurgusal öğelerin yanında mesajın ulaşabilmesi ve kabul edilmesi için tarihsel öğelerin yardımına başvurdukları düşüncesidir. Türk Ermeni ilişkilerini konu edinen yazarlar kurgusal

33

yanıyla okurun muhayyilesine, duygularına, tarihsel notlar, eklemeler ya da fotoğraflar yoluyla okurun aklına, mantığına hitap edebilmektedir.

II. “Biz” ve “Onlar” Edebî eserler grup üyelerinin kendilerini ve diğer

grup üyelerini nasıl gördüklerini anlamak için okura zengin imkânlar sunarlar. Bu çalışmada incelenen eserlerden hareketle Türk ve Ermeni imgelerinin nasıl sunulduğunu, Türklerin Ermenileri, Ermenilerin de Türkleri nasıl gördüğünü tespit etmeye çalıştık. Elbette bu tespitin iki grup üyelerinin birbirini nasıl gördüğünden çok, incelediğimiz eserlerin yazarlarının Türkleri ve Ermenileri nasıl gördüğünü ya da tercih ettiği anlatım şeklini yansıtacağını iddia etmek mümkündür. Ancak yine de yazarla okur kitlesi ve içinde yetiştiği toplum arasında bir bağ vardır. Dolayısıyla incelenen eserlerdeki görüşler, sadece yazarlara aittir demek mümkün değildir.

Edebî eserlerin temsil kabiliyeti söz konusu olduğunda elimizde müspet bilimlerde kullanılan ve genellikle nesnel olarak kabul edilebilecek ölçütler yoktur. Örneğin Türkleri ya da Ermenileri belli şekilde anlatan bir eserin sadece o yazara ait bir düşünce mi yoksa grubun önemli sayıda bireyini temsil eden bir düşünce mi olup olmadığını tespit etmek son derece zordur. Ancak özellikle diasporadaki Ermeniler tarafından yaygın olarak kabul edilen ve gönderme yapılan eserler, Türkçede de en az ikinci baskısı yapılan

34

eserler bize eserlerin temsil kabiliyeti konusunda az da olsa bir fikir vermektedir.

Türkler / Müslümanlar ve Ermenilerin birbirlerini ve kendilerini nasıl gördüklerini tespit etme sürecinde, metinlerde yazar tarafından onaylanan, sahip çıkılan ifadeler yazarın kabul ettiği ifadeler olarak alınmış, eleştirel anlamda kullanılan ya da yazarın onaylamadığı tiplerin sözleri dikkate alınmamıştır.

İncelenen eserlerde iki grup üyelerinin birbirlerini ve karşı grubu nasıl gördüğü konusunda son derece geniş bir yelpaze söz konusudur. Bu yelpaze karşı grup üyelerini “komşularımız,” “aynı koyunun aşığı,” noktasından karşı grubu değişik hayvan adlarıyla anma, onlardan nefret etme, onlarla ilgili her şeyi tamamen olumsuz olarak kabul etme noktasına kadar gider. Aynı çeşitlilik grup üyelerinin kendilerini yüceltme “memleketin gerçek sahibi”, “dünyadaki ilk Hristiyan millet,” “daima aklıyla ve sağduyusuyla hareket eden millet” olarak görme şeklinde de görülebilir. Söz konusu bakış açısı Ermenilerin yazdığı eserler kadar Türklerin yazdığı eserlerde de mevcuttur.

Özellikle Batıda yazılmış eserlerde yaygın olan bir durum Türklerle Müslümanların eş anlamlı olarak kullanılmaları ve Türklerle Ermeniler arasında geçen olayların Hristiyan - Müslüman ayrımından kaynaklandığının sık sık vurgulanmasıdır.

35

a. Ermeni Tezini Benimseyen Yazarlara Göre Türkler Ermenileri Nasıl Görüyor?

Türk Ermeni ilişkilerinin problemli dönemlerini eksen alan ve Ermeni tezini benimseyen yazarların yazmış olduğu eserlerde genel olarak Türklerin Ermenileri kâfir, dinsiz, domuz olarak gördükleri iddiası vardır. Bu iddia değişik şekillerde sadece eserlerin kurgusal yapısı içinde değil aynı şekilde eserlerden önce yazılmış tanıtım yazılarında ya da takrizlerde de söz konudur. Buna göre Türklerle Ermeniler arasında ciddi ve uzun süreli düşmanlıklar hep var olagelmiştir ve Türkler Ermenileri daima küçük görmüştür: “Bazı Türkler daima Ermenilerin yüzüne tükürmüştür. Onlar bizi gâvur, kâfir ve alçak” olarak nitelemişlerdir.”23

Aynı şekilde okumuş yazmış biri olan Salih Efendi şöyle der: “Onlar [Ermeniler] bizim sırtımızdan zengin oldular. Onlar daima para canlısıdırlar, leş yiyici tüccarlardır. Bizi arkamızdan hançerlediler, çatlamış ayaklarımıza bakıp gülüyorlar, Yunanistan’ı, Bulgaristan’ı ve Sırbistan’ı Hristiyanlara verdik? Bir daha mı kaybedeceğiz, kardeşler” der.24 Maraş olaylarını kurgusal olarak anlatan Neither to Laugh Nor to Weep adlı eserde Ermeni yazarlara göre Türklerin Ermenileri nasıl gördüğünü yansıtan önemli bilgiler vardır. Anlatıcı, olaylar sırasında şehrin en büyük hocası olan Dayızadenin de orada olduğunu, 23 Marcom, Micheline, Three Apples Fell From Heaven, Riverhead Books, Newyork 2001, s. 124 24 A.g.e., s. 124.

36

Türklerin ona dönüp çocukları da öldürüp öldürmeyeceklerini, Kuran’ın buna müsaade edip etmediğini sorduğunu anlatır. Dayızade de cevap olarak Kuran’ın buna müsaade ettiğini, akrebin onları sokmaması için akrep yavrularının da öldürülmesi gerektiğini söyler.25 Benzer bir durum Black Dog of Fate’de Türk Ermeni ilişkilerinde sık sık gönderme yapılan Amerikan elçisi Henry Morgenthau’dan yapılan alıntıda söz konusudur.26 Buna göre Türklerin Hristiyanlar için kullandığı iddia edilen bir tabir olan “köpektir” ve bu ifade Morgenthau’ya göre figüratif bir kullanım değildir. Türkler Avrupalı komşularını ev hayvanlarından daha aşağı görürler. Henry Morgenthau bir Türkle yaşadığını iddia ettiği bir diyalogu aktarır: Buna göre Türk:

‘Evladım’ dedi yaşlı bir Türk bir zamanlar, ‘o domuz sürüsünü görüyor musun? Bazıları beyaz, bazıları siyah, bazıları büyük, bazıları küçük, bazı açılardan farkları var ancak hepsi de domuz. Hristiyanlar için de aynı şey geçerli.’27 Türklerin, Ermenileri ya da imparatorluktaki

diğer unsurları böyle görmesinin gerek Balakian’a göre, gerekse Morgenthau’ya göre nedeni Ermenilerin ekonomiye ve endüstriye hâkim olmalarıdır. Onlara 25 Abraham H. Hartunian, Neither to Laugh Nor to Weep, Armenian Heritage Press, Cambridge 1986, s. 137. 26 Henry Morgenthau: (1856-1946) 1913-1916 yılları arasında Amerika’nın Osmanlı Devletindeki elçisi. 27 Peter Balakian, Black Dog of Fate, Broadway Books, Newyork 1998, s. 153.

37

göre Türkler, Avrupa’nın sanatından ve biliminden çok az şey öğrenebilmiş, çok az sayıda eğitim kurumu kurabilmişlerdir. Bu yüzden de Türkler arasında cehalet son derece yaygındır.28

Yazarlara göre söz konusu durum, yani Türklerin Ermenileri problem olarak görmesi sadece belli bir tarihsel döneme özgü değildir. Bu, eskiden beri yaygın olan uygulamadır. Aynı bakış açısı başka eserlerde de sık sık dile getirilir: “Müslüman Osmanlı yönetimi altında, “kâfir” Hristiyanlar askerlikten, kamu görevinden ve yönetimden dışlandı. Vatandaşlık hakları ve yasal hakları yoktu; Kuran adaletin temeliydi.” Bu noktadan sonra Balakian Amerikan Elçisi Morgenthau’dan şu alıntıyı yapar:

[Türkler] Rumlar ve Ermeniler gibi bazı halkları

milletlere ayırdı. Bunu onların bağımsızlığını ya da refahını sağlamak için değil, onları haşerat olarak değerlendirdikleri ve bu yüzden Osmanlı devletine üye olmaya uygun bulmadıkları için yap[mıştır].29

Balakian bu durumun bir kültür oluşturduğunu

ve bu kültürde de Hristiyanların herhangi bir Türk’ün saldırısına her zaman açık olduğunu ifade ediyor. Devamında yazarın Türkler hakkındaki şu ifadelerini görüyoruz. “yüzyıllardır Türkler bu aşırı yük yüklenmiş ve çalışkan insanların sırtında asalaklar gibi yaşadı. Onları ekonomik olarak harap olacakları noktaya kadar

28 Black Dog of Fate, s. 153-4. 29 A.g.e., s. 134.

38

vergiye tabii tuttu, onların en güzel kızlarını çaldı ve hareme koydu.”30

Yukarıda söylenen ifadelerin belli bir gruptan çok tüm Türklere mal edilmesi önemlidir. İngilizce eserlerde bu durum belirlilik ifade eden bir tanımlıkla (the) ve çoğul formda kullanılmaktadır. Bu durum zaten örneklerde de açıktır. Türklerin Ermenileri küçük gördüğü, aşağıladığı, onlara her türlü zulmü reva gördüğü şeklindeki yargılar genellikle sadece Osmanlının son dönemi için değil bütün bir ortak tarih için geçerlidir. b. Ermeni Tezini Benimseyen Yazarlar Türkleri Nasıl Görüyor?

İncelenen eserler arasında İngilizce yazılmış eserlerin hemen hepsinde Türk ve Müslüman kelimeleri eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Bu durum aslında sadece Ermenilere özgü bir kullanım değildir. Batılı ülkelerde eskiden beri böyle bir kullanım geçerlidir.31 30 A.g.e., s. 154. 31 Bu konuda 1905’te Osmanlı toplumu hakkında bir kitap yazan James L. Barton şöyle diyor: “Türkiye’de [Osmanlı’da] Türk kelimesi Müslümanları tarif etmek için kullanılır. İslam’ı kabul eden bir Rum’a derhal Türk denilir. Ve ondan da “kendini Türkleştirdi” şeklinde söz edilir. James L. Barton, Türkiye’de Gündoğumu, çeviren Zekeriya Başkal, Yeditepe, İstanbul 2010, s. 60; Sözkonusu nitelemenin sadece Osmanlı topraklarına ait olmadığı, Avrupalıların başka yerlerde, örneğin Afrika’da ya da İsfahan’da Müslüman olan bir gayrimüslim için de Türk oldu ifadesini kullandığı başka örnekler örnekler için bkz: Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, çeviren Metin Kıratlı, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2004, s. 13.

39

İncelenen eserlerde de Türkler Müslümanlar eş anlamlı olarak kullanılmıştır.

Türkler Ermenilere saldırdıkları ya da işkence yaptıkları zaman sıklıkla arkada dini bir motif verilir. Bu dini motif zaman zaman net bir şekilde anlatılan tasvirler halinde, zaman zaman ana olaydan bağımsız bir arka fon olarak, ancak dolaylı olarak olayın geçtiği yerde İslam’ın egemen olduğu mesajını okura ileterek verilir. Türklerin Ermenilere karşı yaptıklarını, savunma, maddi çıkar, intikam gibi nedenlerden dolayı değil çoğunlukla dinî duygularla yaptıkları eserlerde tekrar tekrar vurgulanmıştır.

Neither to Laugh Nor to Weep adlı eserde tarihsel olayları anlattığını iddia eden yazar Siverek ve civarında otuz bin kadar Müslüman’ın olduğunu, bunların kana susamış ve vahşi Türklerden, Kürtlerden, Araplardan, Çerkezlerden, Çeçenlerden ve Zazalardan oluştuğunu, Ermenilerin yedi bin kişilik küçücük bir azınlık olduğunu, bu çetelerin her tür silahla donanmış bir halde ve sabırsızlıkla yok etme emrini beklediklerini anlatır. Ardından yazar Sivereklilerin kiliseyi, İncil’i yaktıklarını ve zafer işareti olarak La ilahe illallah dediklerini ifade eder.32

Three Apples Fell From Heaven adlı eserde ailenin erkekleri sürgüne gönderildiği için çarşıya alışveriş yapmaya çıkmak zorunda kalan küçük Ermeni kızı yaşlı Türk tarafından taciz edilir. Bu sırada arka fonda yüksek sesle ezan okunur.33

32 Neither to Laugh Nor to Weep, s. 13. 33 Three Apples Fell From Heaven, s. 10.

40

İncelediğimiz eserlerin büyük bir kısmında Türkler sadece eziyet eden, cinayet işleyen, başkalarına ait malları gasp eden insanlar olarak değil aynı zamanda yaptıkları bu tür işlerden zevk alan ve işkence işini belli bir plan ve program dâhilinde yapan insanlar olarak çizilmişlerdir. Kayseri ve civarındaki olayları anlatan Vergeen adlı eserde anlatıcı, Everek’ten ayrılırken, komşularının el salladıklarını ve “Güle güle Hristiyanlar! Şimdi sizin bağlarınız bizim oldu” dediklerini ifade eder.”34

Söz konusu zevk alma sadece mallarda değil aynı zamanda işlenen cinayetlerde de söz konusudur. Three Apples Fell From Heaven kitabının yazarı askerlerin, süngüyle çocuk öldürme işini bir oyun, bir zevk haline getirdiklerini yazar: “Küçük çocuklar süngü uçlarında güzel olurlar. Bu tür delme için ip uçu: Sol gözün hizasına çevrilmiş çocukları havaya at, olabilecek rüzgârı hesaba kat, süngüyü kaldır, dümdüz tut ve fltch! Al sana süngü ucunda bir çocuk, süngü çocuk.”35

Aynı şekilde Türkler öldürdükleri insanların kulaklarını kesiyorlar ve kanlı elbiselerini hatıra olarak eşlerine gönderiyorlar. “Göz yuvarlakları 5 çayı için ve yüzülmüş kafatasları…”36 Vergeen’in yazarı “Türk nöbetçilerin aileleri ayırmaktan büyük bir zevk aldığını” söyler.37

34 Mae Derdarian, Vergeen, Atmus Press, Los Angeles, 1996, s. 45. 35 Three Apples Fell From Heaven, s. 260. 36 A.g.e., s. 13. 37 Vergeen, s. 45.

41

The Day Dreaming Boy adlı kitapta nezarette tutulan, işkence gören bir profesör vardır. Bu profesör bırakıldıktan sonra eve getirilirken sokakta normal olmayan hareketler yapıyor. Yazar, bu sırada Türklerin birkaç adım ötede durduğunu ve güldüklerini söylüyor.38 İncelenen eserlere göre Türkler, sadece işkence yapmaktan zevk almakla kalmamış aynı zamanda işkence tekniklerinde de son derece ilerlemişlerdir. Black Dog of Fate’de anlatıcı “hükümet yetkililerinden birinin İspanyol Engizisyonunun ve diğer tarihi kurumların kayıtlarına indiklerini, orada buldukları [işkence] yöntemlerini adapte ettiklerini söylediğini” iddia eder.39

Türklerin böyle yapmasının nedeni en azından incelediğimiz ve yabancı dilde yazılmış eserlerde tarihsel bir sürece, toplumun belli bir kesimine değil doğrudan Türklerin kültürüne, karakterine ve dinine bağlanıyor. Yabancı dilde yazan bazı yazarlar nadiren “bazı Türkler” ifadesini kullansa da geneli ifade eden “Türk” ya da “Türk karakteri” ifadelerinin daha sık geçtiğini görüyoruz.

Gerek Türkçe gerekse İngilizce yazılmış bazı eserlerde, Ermenilerin, dinî motivasyonlarla hareket eden Türkler tarafından katledildiği vurgulanmıştır. Bunlardan en tipik olanı Türkçe yazılmış eserlerden Kıyamet Günü Yargıçları ve İngilizce yazılmış olanlardan Three Apples Fell From Heaven adlı eserlerdir. 38 Three Apples Fell From Heaven, s. 13. 39 Black Dog of Fate, s. 161.

42

Kıyamet Günü Yargıçları’nda Ermenilerle kişisel ya da toplumsal hiç bir kavgası olmayan Türkler, Ermenileri dinî duygularla, sevap kazanmak için öldürür. Yazar Ermenilerin öldürülüşünü şöyle anlatır:

“Şirin köye yaklaşırlarken, sarıklı ve külahlı erkekler yollarını kesiyor, Cuma namazında hocadan edindikleri “inkâr edenlere ne malları ne de çocukları Allah’a karşı hiç bir şekilde fayda sağlamaz. Onlar ateşin yakıtı olacaklardır… Ey inananlar size Allah yolunda seferber olun denildiği zaman, neden yere çakılıp kalıyorsunuz?” şeklindeki kelamıyla başka tanrının kervanına “boyunlarının üstüne vurun ve vurun bütün parmaklarına” emrini yerine getiriyorlardı.”40

Yine yazarın adeta bir leitmotif olarak tekrar ettiği “Yüce Allahlarına birer kurban kesmekten başka hiç bir niyeti olmayan sarıklılarla, eski paslanmış zincirlerle donanmış peçeliler…” Ermenilere saldırır ve onları öldürürler.41

Yazar yukarıdaki sahneye benzeyen ve dini motiflerin özellikle kullanıldığı bir başka sahneyi şöyle anlatır:

Urfa denilen bir şehirde, gençlerden oluşan büyük bir grup şeyhin huzuruna getirilmiş, şeyh onları sırt üstü yatırmış, el ve ayaklarını bağlamış, Kuran’dan “İşte bunlar doğru yola karşılık sapkınlığı satın almışlardı… Sağır, dilsiz, ve kördürler… Allah onları asla

40 Doğan Akhanlı, Kıyamet Günü Yargıçları, Belge, İstanbul 1999, s. 134. 41 Kıyamet Günü Yargıçları, s. 28.

43

bağışlamayacaktır… Allah doğru yoldan çıkmış toplumu asla doğru yola iletmez… şeklinde Bakara ve Münafikun surelerinden ayetler okuduktan sonra, koyun kurban edilirken yapılan Mekke ayinin ardından boğazlarını kesmiştir.42

Bu satırların Türkçe açısından hatalarla olması

bir tarafa, yazarın ısrarla cinayet ve din arasında bir irtibat kurması ve Türkleri böyle yansıtması dikkat çekicidir.

Aynı zamanda bir tarihçi de olan Peter Balakian iyi ruhların melekler ve evliyalarla ilişkili olduğunu, şeytani ruhların ise intiharlarla, suçlularla ve Türklerle ilişkili olduğunu ifade ediyor.43 Yazar, işkenceleri anlattıktan sonra Türk toplumunu kastederek “işte o hasta toplum böyle işliyordu” diyor.44 Aynı şekilde Ermenilerin Türklere saldırdıklarını anlatan yazar, bu saldırıyı Hz. Davut’un Calut’la olan mücadelesine benzetiyor ve Davut Calut’a saldırıyor diyor.45

Bilindiği gibi Hz. Davut Calut’a saldırır ve onu yener. Yahudi geleneğinde Davut’la Calut’un mücadelesi hak dinle ve putperestliğin mücadelesidir. Hristiyanlıkta ise taraflar kilise ve şeytan şeklinde yorumlanır. Yazar, hangi geleneğe gönderme yaparsa yapsın burada Türkleri temsil eden Calut ya şeytanı ya da putperestliği temsil etmektedir.

Türkler için benzer bir dinî sembol de 2001 yılında Newyork Times tarafından önemli eser olarak 42 A.g.e., s. 89. 43 Black Dog of Fate, s. 29. 44 A.g.e., s. 188. 45 Neither to Laugh Nor to Weep, s. 54.

44

seçilen Three Apples Fell From Heaven adlı kitabın yazarınca ifade edilir. Yazar yetimhanede kalan ve Türkler tarafından yapıldığını söylediği bir işaret için “o iğrenç, siyah Kabil işareti, o Türk işareti…” diyor.46 Burada da Habil ve Kabil’e gönderme yapılmaktadır. Bilindiği gibi Habil ve Kabil Âdem ve Havva’nın çocuklarıdır. Habil, Kabil tarafından öldürülür. Kabil’in günahkâr ve cani olduğu düşüncesi sadece İslam’da değil, diğer geleneklerde de vardır. Bu durumda Ermeniler Habil’i, Türkler ise Kabil’i temsil etmektedir.

Benzer bir dinî imge yine “şeytani” kelimesiyle ifade edilir. Yetimhanede diğer çocukların Türk olarak düşündükleri çocuğa hitap ederken yazar “şeytani” kelimesini kullanmaktadır.47

Türk karakterinin medeniyetten, merhametten uzak olduğu zaman zaman ifade edilir. Yazara göre “Türk, merhamet, aşk ve acımanın anlamını bilmez.”48 “Bir akrep, bir Türkten daha merhametlidir.”49 “Türklerin karakteri değişmez ve aldatma, onların bizzat tabiatlarında vardır.”50 Bu ifadelerde kasdedilen Türkler cinayetleri işleyen, her toplumda olduğu gibi Türk toplumunda da olan suçlular değil, yazarın da birkaç kez tekrar ettiği gibi bütün Türkler ya da Türk karakteridir.

46 The Day Dreaming Boy, s. 138. 47 A.g.e., s. 58, 160. 48 Neither to Laugh Nor to Weep, s. 16. 49 A.g.e., s. 86. 50 A.g.e., s. 194.

45

Forty Days of Musa Dagh kitabının yazarı da, kitabın adından itibaren tarafları dinî bir pencereden değerlendirir ve Türk Ermeni sorununu bir hak batıl mücadelesi olarak sunar. Yazar, eserin adında neden kırk gün ifadesinin bulunduğunu şöyle açıklar: “Nuh Tufan’ı kırk gün, kırk gece sürmüştür. Musa Sina dağında kırk gün, kırk gece kalmıştır, İsrail’in çölde kalış süresi kırk yıldır.”51

İncelenen eserlerde cinsellik konusunda da Türklerin bir gelenek ya da doğal bir uygulama olarak cinsel sapmalar yaşadıkları ve bunları tabii gördükleri şeklinde bir düşünce vardır. Türklerle ilgili olumsuz imgelerden biri her yaştan ve her sosyal sınıftan gelen Türk erkeklerinin homoseksüel ilişkiler kurdukları ve bunun yüzyıllardır Doğu’nun âdeti olduğu şeklindeki iddiadır. Bu iddiaya, Türklerin Ermeni kızları ve kadınları aldıkları, sonra zevkleri için kullandıkları ve birbirleriyle değiştirdikleri de eklenmelidir. Yazar şöyle der: “Daha sonradan öğrendiğime göre Türk ağalar ve beyler kızlarımızı zorla evlerine götürmüşler, onları kullandıktan sonra birbirleriyle değiştirmişler. Böylece çok sayıda Hristiyan kızımız pek çok Türk’ün şehvet aracı haline gelmiş.”52

Yazarın Türkleri iyi tanıyan bir Ermeni olarak sunduğu bir kişi olayları anlatırken şöyle der: “Odaya güzel bir şekilde giyinmiş ve kokular sürmüş genç bir oğlan girdi ve Mr. Sanders’in yanına oturdu. Mr. Sanders şaşırdı. Ancak ben Türklerin sapıklıklarıyla aşina olduğum için bu adamın, oğlanı yanında 51 Forty Days of Musa Dagh, s. 12. 52 Neither to Laugh Nor to Weep, s. 102.

46

gezdirdiğini ve homoseksüel amaçlar için kullandığını anladım.”53

Three Apples Fell From Heaven adlı eserde de Türklerin, Kürtlerin ve Ermenilerin yüzyıllardır homoseksüel ilişkilerin normal kabul edildiği bir hayat sürdükleri ifade edilir. Yazara göre toplumun sadece küçük bir kesimi değil hemen herkes, bütün erkekler böyledir: “iyi babalar, iyi oğullar, iyi öğretmenler: Türkler, Kürtler ve Ermeniler. Biz bunu kabul ettik ve hakkında konuşmadık.”54 Cinsel sapıklık sadece bu kadarla sınırlı değildir. Yazar Anadoludaki insanların hayvanlarla da cinsel ilişki kurduğunu ve bunun istisnai bir durum olmadığını ima eder.55

Ermeni tezini benimseyen yazarların eserlerinde Türkler için kullanılan tabirler köpek, Gobi çölünden gelenler, hırsızlar, hamam böcekleri, hasta toplum, McCharhthiciler56 ve benzeri ifadelerdir. İncelenen eserler arasında özellikle İngilizce yazılanlarda olumlu Türk imgesi ya çok nadirdir ya da hiç yoktur demek mübalağalı bir yargı olmaz.

53 A.g.e., s. 22. 54 Three Apples Fell From Heaven, s. 167. 55 A.g.e., s. 178. 56 McCarthycilik (İng.: McCarthyism) Bu terim, 1940'lı yılların sonunda başlayıp 1950'li yılların sonuna kadar ABD'de devam etmiş paranoya haline gelen Komünizm karşıtlığını belirtmektedir. Terim adını, ABD senatörü Joseph McCarthy'den almaktadır. Bu dönemde, çeşitli durumlardan ötürü insanlar Komünist ya da Komünizm sempatizanı olmakla suçlanmış, sebepsiz yere soruşturmalara maruz kalmış, birçok insan işten atılmış, hatta hapiste yatmıştır.

47

c. “Yüce” ve “Hain” Ermeni İmgesi

İncelenen eserlerde Ermeni imgesi konusunda iki kalın çizgi söz konusudur. Birincisi Ermeni tezini savunan, benimseyen yazarların eserlerindeki Ermeni imgesi, ikincisi de Türk tezini savunanların, benimseyenlerin eserlerindeki Ermeni imgesidir. Bu iki kalın çizginin dışındaki Ermeni imgeleri yok denecek kadar azdır.

Ermeni tezini benimseyen yazarların eserlerindeki Ermeni imgesi son derece olumlu, sanattan anlayan, el sanatlarında mahir, ticaret ehli, okuryazar, medeniyeti temsil eden bir görüntü arz etmektedir. Hatta zaman zaman Ermeniler ırkçı bir anlayışla genlerden, kandan bahsedilerek yüceltilir.

Bu yüceltilen ya da son derece olumlu çizilen Ermeni imgesine göre

Ermenistan M.Ö. 6. yüzyıl civarında Urartu medeniyetinden doğmuştur. Kısa bir süreliğine dünya gücü statüsünü elinde tutmuştur. 95 yılından 35 yılına kadar yöneten Büyük Dikran olarak bilinen Kral II. Dikran zamanında Ermenistan imparatorluğunun zirvesine ulaşmıştır. Kuzeyde Transkafkasya’ya, Doğuda Hazar denizine, batıda Orta Anadolu’ya ve güneyde Akdenizdeki Kilikya bölgesine kadar yayılmıştır. Pompey’in yönetimindeki Romalılar Ermenistan’ın gücünden korkmuşlardır.57 Ermenilerin çok eskiden beri bu bölgede

oldukları, buranın yerlisi oldukları sık sık vurgulanır.

57 Black Dog of Fate, s. 155.

48

Ermeniler ezelden, zamanın başlangıcından beri, “üç bin yıldır”58 bu bölgede yaşamaktadır ve Gobi Çölünden gelen Türkler tarafından adları çalınmıştır. Türkler onların sadece adlarını çalmamış, yüzyıllar boyunca onlara tecavüz ederek genlerini de çalmışlardır. Türkler Ermenilerin yemek kültürünü, sanatlarını, inşaatlarını, bedenlerini çalmıştır. Yazara göre “onların [Türklerin] kültürünün tamamı bir hırsızlıktır.”59 Yazarlar, Ermenilerin eskiden beri sanatçı, tüccar, kitap kurdu ve medeni olduklarını ifade eder. Bu durum zaman zaman Ermenilerin tarihi aktarılırken zaman zaman da Türk Ermeni ilişkileri bağlamında verilir. Forty Days of Musa Dagh kitabının yazarına göre “Ermeniler tüccar ve zanaatkâr bir ırktır. Onların ideali hiçbir zaman askerlik olmamıştır. Onlar kitap kurdu bir ırktır.”60

Sık sık medeniyet ve barbarlık denklemi kurulur ve bu denklemde Ermeniler Türklerden daha medenidir. Türkler Ermenileri tehcire tabii tuttukları ya da öldürdükleri zaman “İncil ve altın bahçeye gömülmüş, matbaa bozulmuştur.”61 Türkler sadece barbar ve medeniyetten uzak değillerdir, aynı zamanda yanı başlarında oluşmuş bir medeniyeti de tahrip etmişlerdir.

Yazarların önemli bir kısmı Ermeni kültürü ve sosyal hayatındaki bu ilerleme ve medeni olma halinin

58 A.g.e., s. 153. 59 A.g.e., s. 215. 60 Forty Days of Musa Dagh, s. 83. 61 Three Apples Fell From Heaven, s. 2.

49

1915 olaylarından hemen önce bir Rönesans yaşadığını ve Türklerin bunu da kesintiye uğrattığını ifade eder:

Soykırımın arifesinde, Ermeni edebiyatı bir Rönesans yaşıyordu. Ermeni sanatçılar kendi kadim geleneklerini sanatta ve edebiyatta Avrupa Aydınlanması ve Romantizmiyle bir araya getirmişlerdi. … Voltaire, Racine, Hugo, Byron, Shelley, Swift, Milton, Manzoni ve Leopardi Ermeniler için önemliydi. Ve yüzyılın başında Zola, Balzac, Chekhov ve Dostoyevsky… Ermeniler aynı zamanda kendi kültürel geçmişlerini de keşfediyorlardı. Sasunlu David Destanı, Sayat Nora ve Naregli Gregory’nin şiirleri, Sarkis Pidzak ve Toros Roslin’in resimli elyazması sanat eserleri…62

Bu satırlarda yazar neredeyse Avrupalı olmak üzere olan bir toplumun değişimini ve dönüşümünü anlatmaya çalışmıştır. Yazar, Ermenilerin bu dönemde kendi kültürel geçmişlerini keşfettiklerini ve aynı zamanda Avrupalı ve dünyanın başka yerlerine ait büyük sanatçıları takip ettiklerini söylüyor. Ancak tüm bu gelişmeler, yazara göre, Türklerden dolayı sonuçsuz kalmıştır. Anı türünde kaleme alınmış ve genellikle kurgunun ve yaşanmış hatıraların bir arada yer aldığı eserlerde de Ermenilerin son derece gelişmiş bir topluluk olduğu anlatılır. Bir fotoğrafı hatırlayan yazar şunları söyler: “bak şu babam, kadın doktoru. Şuradaki fesli adam, amcam, eczacı; onun yanındaki amcam,

62 Black Dog of Fate, s. 234.

50

cerrah, en köşedeki amcam da eczacı. Tehcirde toplu halde sürülmüşler.”63

Ermeniler kendilerini gelişmiş bir topluluk olarak görüyorlardı ve muhtemelen de bu, bazı bölgelerde böyleydi. Osmanlı Devleti yüzyıllardır iş bölümü mantığı içinde, sadakatlerinden şüphe etmediği Ermenilerin yükselmesini, toplumda önemli mevkilere gelmelerini desteklemiş hatta bunu son derece doğal nedenlerle yapmış olabilir. Ancak tehcir sonrası, sebep her ne olursa olsun, bu insanlar ayrıldıkları toplumda sahip oldukları konumlarına yeni dönemde ya da yeni ülkede sahip olamadılar.

Diasporada yaşayan Ermenilerin köylerini, kasabalarını, geride bıraktıklarını yüceltmeleri, sadece ayrılmak zorunda kaldıkları evlerine karşı duyulan bir özlem değil aynı zamanda değişmesinden, başkalaşmasından korkulan Ermeni kimliğinin Ermeni değerleri yüceltilerek sürdürülmeye çalışılmasıdır şeklinde de yorumlanabilir.

Türk tezi olarak ifade edilebilecek tezi benimseyen eser, incelediğimiz eserler arasında tektir. Bu eserdeki Ermeni imgesi bir anlamda yabancı dillerde yazılan eserlerdeki Türk imgesinin ters çevrilmiş halidir. Bu eserde bütün Ermeniler son derece kötü, bütün Türkler son derece iyidir.

Figan64 romanında yazar Erzurum’da Türklerle Ermeniler arasındaki mücadeleyi anlatır. Bu eser 2009 yılı itibariyle 36 baskı yapmıştır. Dolayısıyla rahatça bu 63 Agop Arslanyan, Adım Agop Memleketim Tokat, Aras, İstanbul, 2006, s. 101. 64 Ahmet Günbay Yıldız, Figan, Timaş, İstanbul 2003.

51

roman için çok satılan bir roman diyebiliriz. Eser siyah ve beyaz iki çizgi halinde ilerler. Türklerin tamamı iyidir ve yaptıkları tek yanlış yoktur. Ermenilerin tamamı kötüdür ve yaptıkları tek doğru yoktur. Ermeni tezini benimseyen yazarların eserlerinde Türkler için kullanılan köpek ve yılan imgeleri, bu eserde Ermeniler için kullanılır. 12 yaşındaki bir Türk çocuğu, Ermeni çocuklarla harp oyunu oynamadan önce, bir yılan öldürüyor ve okurun yılan-Ermeni ilişkisi kurması isteniyor. Yazara göre Ermeniler, “tıpkı köpek milletine benzerler. İçlerinden birinin canının yanması kafidir.”65 Yazara göre bu toprakların asıl sahibi Türklerdir. Ermeniler bu topraklarda kiracıdır. Eğer “kiracı geçinmezse sonunda evsiz kalır.”66

Kadı Esat Efendi Keşiş Lato’ya şöyle diyor: “Sizler çocuklarınıza ilim yerine iki şey öğretiyorsunuz. Müslüman Türk düşmanlığı ve öldürmek. Biz önce insanlığı ve İslam’ı öğretiriz.”67 Bu eserde de Ermenilerin tüccar oldukları düşüncesi var ve bunun sebebi bir Ermeni roman kahramanın ağzından şöyle açıklanmış: “Ticareti elde tutmaya mecburuz… Bütün Ermeni tüccarlar birbirlerine müteselsil kefil durumunda olmaya mecburdurlar.”68 Ermenilere “inançsızlar ve dinsizler”69 şeklinde hitap eden anlatıcı onların “bindiği dalı kesecek kadar

65 Figan, s. 83. 66 A.g.e., s. 157. 67 A.g.e., s. 58. 68 A.g.e. s. 76. 69 A.g.e., s. 20.

52

nankör, ekmek yedikleri çanağa pisleyecek kadar da nankör” olduklarını söyler.70 Romanda dikkat çeken olaylardan biri şudur: Ermeni kadınlar bir kuyunun yanı başında otururken bir Ermeni çocuğu kuyuya düşer. Oradan geçen şehrin kadısı kendi hayatını tehlikeye atarak çocuğu kurtarır. Çocuğu kurtardıktan sonra kuyudan çıkmaya çalışan kadıya hiç kimse yardım etmez. Oradan geçen bir Türk kızı gelir ve kadıyı kurtarır.71 Türk imgesinde olduğu gibi Ermeni imgesinde de Ermeniler sadece işkence yapıp cinayet işlemezler. Aynı zamanda yaptıkları bu işten büyük bir zevk alırlar. Yazar bunu şöyle anlatır: “tam yetmiş kişi, kız kızan çoluk çocuk, genç ihtiyar demeden, bir ahıra doldurup” yakarlar. “Bir taze gelini yakalayıp kucağındaki çocuğun ciğerini çıkartıp, yiyeceksin diye işkence” ederler. “Erkeklerin göğüs derilerini açıp cep yap [ar], sonra da açtıkları deliğe sigara, çakmak, tarak, tabaka koyup alay ed [erler]. 72 Bütün bunlar yazara göre Ermeniler için bir gurur vesilesi, övünülecek bir şeydir. Yazar Ermeni Keşiş’e şöyle söyletir: “Türklere işkence etmek Ermenilere şeref madalyası gibidir.”73 Yazar, eserde kendisini üsluba, üslubun duygusallığına kaptırıyor ve zaman zaman okurla konuşmaya başlıyor. Ayrıca eserde çok sayıda Türkçe’de kullanılmayan ifadeler, düşük cümleler ve anlamsız mübalağalar var. Örneğin yazar, bir

70 A.g.e., s. 48. 71 A.g.e., s. 32. 72 A.g.e., s. 187-8. 73 A.g.e., s. 219.

53

Ermeni’nin bir Türk çocuğunu öldürüşünü anlatırken “binlik bir çiviyi çocuğun karnına çaktığından bahsediyor.” Binlik bir çivinin bin santimetrelik bir çivi olduğu düşünülürse yazarın abartması daha iyi anlaşılabilir.

Bu eserde dikkati çeken nokta tıpkı Ermeni tezini benimseyen yazarların eserlerinde olduğu gibi bu eserde de taraflar ne yapacakları konusunda son derece kararlıdırlar. Her şey siyah beyaz derecesinde nettir ve gri alan yoktur. Eserde tüm Türkler son derece iyi, tüm Ermeniler de son derece kötü çizilmiştir. d. Gri Alanlar İncelenen eserlerde yukarıda anlatılan siyah-beyaz, iyi-kötü tasnifine uymayan Türk ve Ermeni imgeleri de vardır. Bunlara göre iyi Türkler olabileceği gibi kötü Türkler de vardır. İyi Ermeniler olabileceği gibi kötü Ermeniler de vardır. Türklerle Ermeniler aynı sıkıntıları çekmiş, beraber gülmüş, beraber ağlamıştır. Hepsi “bir koyunun aşığıdır.” Ermenilerle Türkler arasındaki hâkim duygu nefret değildir. Bu türün en tipik örnekleri Kirkor Ceyhan’ın eserleridir. Hagop Mintzuri’nin eserleri ve Elif Şafak’ın Baba ve Piç adlı eseri de yukarıdaki nitelemeye uygun eserlerdir. Buna göre Müslümanlar ve Ermeniler birbirlerinden rahatsız olmadan ve birbirilerini rahatsız etmeden yaşamışlardır. Kel Arif “oh oh maşallah, sübhanallah” diye şükrederken, Artin Emmi “park

54

dıroçı, park dıroçı” diye şükreder.74 Seferberlik Türküleriyle Büyüdüm kitabında anlatıcının babası yapı ustasıdır ve Ermenidir. Müslüman komşularının işlerine de yardım eder ve her zaman para almaz. Müslüman komşularının belki bir gün fatiha okuyacaklarını ümit eder.75

Aynı şekilde Zara Belediye Başkanı olarak tayin edilen Hacı Efendinin ilk tasarruflarından birisi tarihi Ermeni kilisesini yıkmaktır. Bir süre sonra başına bir felaket gelen belediye başkanının durumunu anlatıcının Müslüman komşuları “behey kavat ne işin azmıştı, durup dururken İsa Efendimizin beytini yıktın da bu hallar başına geldi” şeklinde yorumlarlar.76

Çocukluk yıllarından okula gittiği günleri anlatan yazar şöyle der: Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Çocukların hepsi de bana Ermeni dölüsün, gâvur tohumusun demiyor. Hakçası beni sahiplenen de var. “Sus ulan, Ermeni olmakla neden gâvur oluyormuş, Gâvurun manasını biliyon mu? Hepten dinsiz kâfir demektir. Bunlar öyle mi ya diye kollayanlar daha çok.77

Nitekim kolayca okula uyum sağlayan kahraman bir süre sonra öğretmenin en gözde öğrencisi

74 Kirkor Ceyhan, Seferberlik Türküleriyle Büyüdüm, Aras, İstanbul 1996, s. 16. 75 A.g.e., s. 62. 76 A.g.e., s. 87. 77 A.g.e., s. 51.

55

olur ve öğretmenin evine gidip gelmeye, öğretmenle müzik aleti çalmaya başlar. Bu eserlerde, ta baştan beri devam eden ve son dönemleri de kapsayan olumsuz bir Ermeni ve Türk tarih anlayışı yoktur. Anlatıcı Osmanlı’yı ve İttihat ve Terakki’yi iki ayrı öğe olarak görür. Ceyhan, Tehcir Kanunu hakkında şöyle der:

Bu öyle bundan önceki Osmanlı yasağı değil ki üç gün sürsün, ondan sonra sen sen, ben de ben kurtulasın. Bu, onca yıl uğraşıp, imparatorluğu padişahın elinden aldıktan sonra artık önünde durulmaz olan Enverlerin, Talatların, Bahaeddin Şakirlerin kanunu. Hatta ola ki Anadolu’da bu emirleri yerine getirmeyecek vali ve kaymakam çıkarsa Yakup Cemil de onları kontrol ve cezalandırmak için gönderiliyor. Kimin canı kaç ki aksini yapmak şöyle dursun düşünmek bile insanları bitiriyor.”78

Anlatıcı Osmanlının bağışlama, affetme yanını ve bunun uzun süre farklı grupların bir arada barış içinde yaşamasına olan katkısına işaret ederek şunları söyler:

Osmanlı yalnız talan tartalayla yüzyılları savuşturmadı. Bağışlamayı, hoş görmeyi de beraber sürdürdü. Hele Osmanlının sofrasının, ekmeğinin yiğitliğine ulaşan olmamıştır. Tepe tepe yedirip içirdikten sonra üste diş kirası da cabası… Osmanlı, düzeni uzun uzun böyle yürütmüş, anladın mı?”79

78 A.g.e., s. 70-1. 79 Kirkor Ceyhan, Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize, Aras, İstanbul 2000, s. 115.

56

Türklerle Ermenilerin iyi günde de, kötü günde de beraber olduklarını, birbirlerine yardımcı olduklarını anlatan son derece renkli hikâyelerden ya da hatıralardan biri Kirkor Ceyhan’ın Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize adlı kitaptaki “Can Yerini Yadıdı” başlığını taşıyan hikâyedir. Bu hikâye adeta baştan sona Türklerle Ermenilerin nasıl barış ve dayanışma içinde bir arada yaşadıklarını anlatır. Hikâyede anlatıcı Ermeni Garabed Ustanın ölümünü ve sonrasında yaşananları anlatmış. Garabed Usta, şehirde para kaybettikten sonra bunalıma giriyor ve intihar etmek istiyor. Hem Müslüman, hem de Ermeni komşuları onu bu düşüncesinden vazgeçirmeye çalışıyorlar. Ancak sonunda Garabed Usta, bir yolunu bulup intihar ediyor.

İntihar konusu İslam’da olduğu gibi Hristiyanlıkta da hoş karşılanmayan bir konudur. Anlatıcı durumu şöyle tasvir ediyor:

Bir fiskostur gitti ortalık yere; Ermeni dinince intihar edenin cenazesi dualı törenli yapılmaz imiş. Hakkı Efendi, Abdullah Efendi orada bulunan Ermeni büyükleriyle meşveret edip, pek sızıltıya meydan vermediler. “Olan olmuş bir kere muhterem komşular! Buna cinnet-i muvakkate derler. Bu adam canına kıymış. Geride kalanların ne suçu, ne taksiratları var ki? El içinde, kasaba sathında, ayrı bir muameleye neye tabii tutulsun? Niye yıllar yılı kapı komşu unutmasın da cenazenin sahipleri böyle bir yükü taşımak mecburiyetinde kalsınlar.80

80 Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize, s. 20.

57

İçinden çıkılması zor olan bu durumda Ermeniler Müslüman komşularının sözüne uyarlar. Yazar şöyle der: “Ermeniler de Müslüman büyüklerin sözlerinden çıkmadılar. Zaten Müftüzade Hakkı Efendi ve Çobanyan Kirkor Efendi mahkeme azası olduklarından onların şehadetleri dava dalaba açılmasına lüzum bırakmadı.”81

Cenazenin kaldırılmasından sonra geleneksel Türk toplumunda yaygın bir âdet olan ölü evine yemek götürme burada da geçerlidir. Yazar şöyle der: “Enova’nın ocağını haftalarca tüttürmediler. Ta aşağı mahalleden bile tepsi tepsi yemek getirenler oldu. Nuri Efendigilden, Müftüzadelerden, Vartanyanlardan ….”82 Hikâyede Türklerle Ermeniler arasında alım satım olduğunu, borç alıp verdiklerini anlatan bir örnek de var. Garabed Ustanın ölümünden sonra, hanımı Enova, kocasını borçlu yatırmak istemez. Kimlere borcu olduğunu sorar, öğrenir ve ödemeye çalışır. İlk ortaya çıkan Garabet Ustanın akrabalarıdır. “Enova’yla birlikte çığırıp ağlayanlar, yakasını yarı beline kadar yırtıp yerde debelenen akrabalar, hesaptan bir kuruş noksanını bile kabul etme[zler].83 Onların borcunu ödeyen Enova’nın elinde para kalmamıştır ancak kocasının hâlâ borcu vardır. Enova, ellerinde kalan tek varlıkları olan bahçenin tapusunu alır ve Türk komşularının yanına, kocasının borcuna karşılık bahçenin tapusunu vermeye gider. Ancak Türk komşusu, onların hiçbir şeyi olmadığını söyleyerek 81 A.g.e., s. 20. 82 A.g.e., s. 21. 83 A.g.e., s. 21.

58

borç senedini yırtar ve tapuyu onlara iade eder. Yazar, Enova’nın bu sıradaki ruh halini şöyle anlatır:

Enova zaten dolu bardak olmuştu. Dayanamadı. Sesli sesli ağlamaya başladı. Eteğine yapışık oğulları da sesi sese kattılar. Allah Allah, Garabed’in başında bile bir damla gözyaşı dökmeyen, belki de dökemeyen Murat da hökür hökür ağlamaya başladı. … Enova duanın Ermenicesini Arapçaya katıp katıp şükran duygularını belirtmeye çalıştı. Gam keder içinde gelen kafile, ağlayarak ve lakin sevinçle döndü.”84 Ceyhan’ın eserlerinde sadece normal

zamanlarda değil, tehcir sırasında da Ermenilere yardım eden, canı pahasına da olsa onları koruyan Türkler ve Türklerle ilgili son derece olumlu anlatılar bulabiliriz.

Anlatıcının ailesi tehcirden kurtulmuştur. Ancak hükûmet, evlerinde bir tehcir kaçağı yakaladığı için onlar da sürgüne tabi olur. Anlatıcı tehcir sırasında Ermenilere nezaret eden jandarmalardan son derece olumlu bir dille söz eder:

Başımızdakiler de, nihayetinde jandarma. Yıkıldığımız yere han yapmayacaklar ya, biz üçümüze fazla yüz vermiyorlarsa da yaşlı anama, hasta karıma, ufaklıklara muavenetlerini noksan etmiyorlar. Bir su bulsalar önce onlara içiriyorlar, bir parça ekmek ellerine geçse onlara tattırmadan yemiyorlar.85

Yol boyunca kendilerini koruyan, sularını ve yiyeceklerini paylaşan jandarmalardan ayrılmak tehcire 84 A.g.e., s. 22. 85 Kirkor Ceyhan, Kapıyı Kimler Çalıyor, Belge, İstanbul 1990, s.62-3.

59

tabi tutulan grup için zor olmuştur. Anlatıcı bunu şöyle dile getirir:

Jandarmalar “işte burası Malatya sevkiyat hanesi” dediler. “Şimdi sizi buraya teslim ediyoruz. Hakkınızı helal edin, bizim işimiz bitti.” Allah, Allah nasıl kedere boğulduk. Başımızdaki jandarmalardan ayrılmakla, bacımızdan, kardaşımızdan ayrılmanın hiçbir farkı yok. Günlerdir, haftalardır, en dar, en çetin zamanımızı ve yolumuzu bunlarla teptik. İnsansan üzülmez misin? Baktım onlar da üzüldüler, çocukları okşamak, anamın elini öpmek… eh Allah size selamet versin. 86

Kirkor Ceyhan’ın eserlerinde en zor zamanlarda

bile asker olsun, sivil olsun Ermenilere yardım eden, onları koruyan, onlara destek veren Türk sayısı az değildir. Yazarın babası, hatta Zara’daki tüm Ermeniler tehcir kararına tabii olmaktan oradaki Yahya adlı bir binbaşının bulduğu çözümle kurtulurlar. Yazarın babası daha sonra evinde bir kaçak saklayacak ve tehcire tabi olacaktır. Ancak Binbaşı Yahya Bey’in yaptıkları ve yazarın bunu değerlendirmesi dikkate değerdir. Tehcir kararından Zara’daki Ermenileri kurtarmak isteyen Binbaşı Yahya onlar için şöyle bir çözüm bulur. Binbaşı Ermenilerin ağzından ihtida ettiklerine dair eski tarihli birer dilekçe alacak ve resmi işlemleri o halledecektir. Ermenilere durumu anlatır. Söz konusu süreçte Binbaşı Yahya Bey’in hassasiyeti ve yazarın onu anlatma tarzı iki grup arasındaki ilişkilerin niteliği konusunda bir fikir verebilir. Binbaşı

86 A.g.e., s. 72.

60

Yahya Bey Ermenilere din değiştirmelerini teklif ettikten sonra şunları söyler:

Bu [din değiştirme], dünyada belki de en zor karardır, biliyorum. Siz akıllı adamlarsınız. Tarih boyu beraber yaşadık. Sizin dininize, itikadınıza pek müdahale olmadı. Ne var ki amansız bir kerteye, ve de pek imkânsız bir geçide gelip çattık. Siz derununuzda hangi dini taşıyorsanız taşıyın. Emme ve lakin gelin bir kararla evinizi, çoluğunuzu, çocuğunuzu ve de hayatınızı kurtaralım. Mevla çok büyük. Günler kim bilir nelere gebedir. Bugünkü şartlar bence bunu gerektiriyor. Yarın neler olur neler…87

Anlatıcı, Ermenilerin sözde Müslüman olma sürecinde, hayatın kendisinde olduğu gibi olumlu ve olumsuz Türk tipleriyle karşılaşır ve bunları akıcı ve zaman zaman yerel bir tonun da katıldığı bir Türkçeyle anlatır. Resmen Müslüman olmak için gittikleri müftülükte müftü onlara son derece iyi davranır ve gönüllerini kazanır. Eğitimli biridir. Anlatıcının arkadaşlarından biri müftü hakkında şunları söyler: “Bizim bu adamla temasımız üç beş yıl evvel olaymış vallahi biz bundan evvel Müslüman olmuştuk, değil ki böyle dara düşerken.”88 Anlatıcı, Müslüman olduktan sonra İslam’ın gereklerini öğrenebilmeleri için getirtilen hocalardan son derece olumsuz bir şekilde bahseder. Bu hocalar haşin, kaba, insana ürküntü veren tiplerdir. Ancak bazı Three Apples Fell From Heaven ya da Kıyamet Günü

87 Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize, s. 27. 88 A.g.e., s. 31.

61

Yargıçları gibi kurgusal, A Shameful Act gibi akademik kitaplarda iddia edildiği gibi bu olumsuz özelliklerin kaynağı din ya da milliyet değil, cehalettir. Anlatıcı, hocadan şöyle bahseder:

Sonradan içine girdikçe daha iyi anlayacağımız gibi, sertliği cahilliğinden ileri geliyordu. Kurnaz hoca, âlim ve fazıl olmadığından eksikliğini ancak böyle afurla tafurla kapatmaya uğraşıyordu.89

Kirkor Ceyhan’ın eserlerindeki Türk tipinin, eserler Türkiye’de basıldığı için olumlu olduğu iddia edilebilir. Ya da uzun süre Türkiye’de yaşamış yazarın, yazdıklarını seçmeci bir anlayışla yazdığı, olumlu yanları ön plana çıkardığı, olumsuz yanları söylememeği tercih ettiği iddia edilebilir. Ancak yazar, ömrünün sonuna doğru, eşinin memleketi olan Almanya’ya taşınmış ve orada verdiği mülakatlarda da hemen hemen benzer şeyleri söylemiştir.90 Bir anlamda mülakatlarda anlattığı konularla, eserlerinde anlattığı konular arasındaki tek farkın, birinci gruptakilerin kurgusal bir yapıda okura sunulmuyor olmasıdır denilebilir.

III. Avrupaî Bakış Açısı

İncelediğimiz eserlerde dikkatimizi çeken önemli noktalardan biri Türk tarihine ve Ermeni tarihine 89 A.g.e., s. 32. 90 Kirkor Ceyhan’la yapılan uzun bir mülakat için bkz: Kemal Yalçın, Seninle Güler Yüreğim, Bir Zamanlar Yayıncılık, İstanbul 2005, ss. 170-200.

62

Avrupaî bir perspektiften bakma konusudur. Gerek Türkçe, gerekse İngilizce yazılmış pek çok eserde, Avrupaî ya da oryantalist bakış açısı şeklinde ifade edebileceğimiz önyargılı bir tavır ya da araştırma ve öğrenme gereği duymadan hüküm verme tavrı söz konusudur.

Bu bakış açısının en tipik örneği Osmanlı tarihi konusundadır. Amerika’da eserleri çok satan Ermeni edebiyatının önde gelen yazarlarından Micheline Marcom Selçuklu Türklerinin İstanbul’u fethettiğinden bahseder ve Türk Ermeni ilişkilerinin tarihini 1453’ten itibaren başlatır. Yazara göre bu aynı zamanda bir sömürünün başlangıç tarihidir. Yazar şöyle der: “15. yüzyılda Selçuk Türkleri İstanbul’u fethetti. Ve bundan sonra uzun yıllar biz onların millet-i sâdıkasıydık, sâdık, çalışkan.”91

İstanbul’un Selçuklular yıkıldıktan yaklaşık bir buçuk asır sonra fethedilmesi bir tarafa, bu tarihin Ermeniler için neden önemli olduğunu anlamak zordur. 1453 tarihi Bizans için, hatta Avrupalılar için önemli olabilir. Ancak Türklerle Ermenilerin karşılaşmaları ve birlikte yaşamaya başlamaları çok daha eskiye, 11. yüzyıla dayanır. Hatta 1453 II. Mehmet’in Ermeni dini temsilciliğini Bursa’dan İstanbul’a taşıdığı ve patrikhane statüsüne kavuşturduğu sürecin başlangıç tarihidir. Bu tarih, Batılılar için Osmanlı Devleti’nin ciddi bir tehlike olmaya başladığının tarihi olabilir. Ancak, Ermeniler için neden olumsuz bir başlangıç olduğunu anlamak güçtür.

91 Three Apples Fell From Heaven, s. 163.

63

İncelenen eserlerde Batı’nın kısaca modernizmle özdeşleşen ve Avrupa’nın ötekisi şeklinde özetlenebilecek Doğu anlayışı Türkler için geçerlidir. Bu anlayışa göre insanlık tarımdan endüstriye, duygusallıktan akılcılığa, köyden kente, kölelikten özgürlüğe, barbarlıktan, ilkellikten medeniyete doğru gitmektedir ve bu gidişin öncüsü ve örneği de Batıdır.92 İncelenen eserlerde yazarlar bir medeniyet ve barbarlık denklemi kurarlar ve bu denklemde Ermeniler medeniyet tarafını, Türkler de barbarlık tarafını temsil ederler. Werfel’e göre bu farklılık görünüşte de söz konusudur: “Ermeniler, Araplar ve diğer yaygaracı ırklardan farklı olarak halk içinde oldukça sessizdirler.”93

Avrupaî bakış açısının en yaygın olduğu alan, Doğu’daki kadına yönelik bakıştır. Bir Türk anne gelinlere nasihat verirken şöyle diyor: “kadınların acı çekmeleri gerekir. Havva zayıftı ve Havva şeytana daha yakındı, sadece dinle ve itaat et.”94 Müslüman bir kadının yapması gerekenleri, ya da ideal bir Müslüman kadında olması gerekenleri anlatması gerektiğinde yazar şunları yazıyor: “Senin kadının olabilirdim. Ayaklarını yıkayabilir ve senin için günde beş kez dua edebilirdim / namaz kılabilirdim.”95

92 Bu konuda bkz: Charles Taylor, The Ethics of Authenticity, Harvard University Press, Cambridge 2000; Türkçe’de önemli bir kaynak için bkz: Fahrettin Altun, Modernleşme Kuramı, Küre, İstanbul 2005. 93 Forty Days of Musa Dagh, s. 70. 94 Three Apples Fell From Heaven, s. 201. 95 A.g.e., s. 212.

64

Yine bir Ermeni, kızının evleneceği bir adamın sert oluşundan bahsederken, “o, seni bütün hafta evde kilit altında tutacak türden biri olabilir. Düşünsene, dükkâna gitmene bile müsaade etmeyecek, tıpkı o zavallı Müslüman kadınlar gibi”96 der. Kadın konusunda benzer bir bakış açısı da Arap kadınların kocalarından sık sık dayak yemeye alışık olduğu şeklindedir.97

Avrupaî bakış açısını yansıtan en ilginç örneklerden biri, Vahan Totovents’in Yitik Evin Varisleri’nde geçen Ali’nin hikâyesidir. Buna göre Ali, bir külhanda büyümüştür ve fakirdir. Biraz parası olunca Hacc’a gider. Ali’nin Hacc’a gittiğini öğrenen hemşehrileri onu adeta kutsarlar. Hac dönüşü Ali’ye çok pahalı hediyeler verirler ve Ali bu pahalı hediyelerle bir dükkân açar. Bundan sonra yazar Ali’yi şöyle anlatır: “Ali Bey bolluk içinde müsrif bir yaşam sürüyor, adeta çağdaş bir bin bir gece masalını yaşıyordu. Art arda sekiz evlilik yaptı, eşlerinin hepsi 12 yaşındaydı.”98 Burada hediyelerle açılan dükkanın akla uygun olmayışı bir yana, Ali’nin art arda sekiz kez evlenmesi ve evlendiği kızların hepsinin de 12 yaşında olması Batıdaki basit harem tasavvuruna uymaktadır.

Three Apples Fell From Heaven adlı eserin kahramanı doğup büyüdüğü yerde, oradan bahsederken “bu kasabada, Doğu’nun bu karanlık köşesinde” diyor.99 Tesadüfen ya da geçici bir süre için Doğu’ya

96 Zabelle, s. 209. 97 Vergeen, s. 193. 98 Vahan Totovents, Yitik Evin Varisleri, çeviren Najda Demircioğlu, Aras, İstanbul 2002, s. 146. 99 Three Apples Fell From Heaven, s. 167.

65

gelmiş bir yabancının, bulunduğu yeri Doğu’nun bu karanlık köşesi olarak nitelemesi anlaşılabilir. Ancak orada doğup büyüyen, orada yaşayan bir insanın bulunduğu yeri “Doğu’nun karanlık bir köşesi olarak” nitelemesi, ancak bulunduğu yere dışarıdan bakmakla açıklanabilir bir durumdur.

IV. Misyonerlik ve Yabancı Devletler Türk Ermeni ilişkilerinde misyonerlerin ve yabancı

devletlerin oynadığı roller konusunda önemli sayıda çalışma vardır.100 Türk Ermeni ilişkilerinin sorunlu döneminde gerek Rusya, Fransa ve İngiltere gibi yabancı devletler, gerekse özellikle Amerika’dan ve diğer Avrupalı devletlerden gelen misyonerler önemli roller oynamışlardır. Bu roller arasında Ermenilerin eğitimi, kendilerini Osmanlıdan ayrı bir unsur olarak görmeyi, Batılı ülkeleri giderek kurtarıcılar olarak değerlendirmeyi, tehcir sırasında Ermeni çocuklar için kurulan yetimhaneleri, Osmanlıdaki Türk Ermeni sorununu Batı’da Müslüman Hristiyan mücadelesi şeklinde yansıtmayı sayabiliriz.101

100 Amerikalı misyonerlerin Osmanlı döneminde Ermeniler konusunda oynadıkları rolü birinci ağızdan anlatan bir eser için bkz: James L. Barton, Türkiye’de Gündoğumu, çeviren Zekeriya Başkal, Yeditepe, İstanbul 2010. 101 Misyonerlerin oynadıkları roller için bkz: Erol Güngör, Türkiye’de Misyoner Faaliyetleri, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1999; Uygur Kocabaşoğlu, Kendi Belgeleriyle Anadoludaki Amerika, 19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğundaki Amerikan Misyoner Okulları, Arba Yayınları, İstanbul 1989.

66

İncelenen eserlerde misyonerlerle ilgili son derece dikkate değer bilgiler vardır. Örneğin Yitik Evin Vârisleri’nin yazarı misyonerlerin çalışmalarını biraz da eleştirel tarzda şöyle anlatır: “Eimann adında bir Alman şehrimizde bir kolej kurmuş, Hristiyanları Hristiyan yapmak için ateşli bir propaganda yürütüyordu.”102 Söz konusu propaganda etkisini göstermekte geç kalmaz. Yazarın bu duruma bakışı da eleştireldir. “Bizim orada, kilise görevlilerinden birine, papaz, dıratsu, ya da jamgoca kızan, Protestan kilisesine gidip dua eder ve “dönerdi.”… Adettendi, biri Protestan olunca ona Bey diye hitap ederlerdi.”103

Tarihçi yazar Balakian’ın dedesi de Amerikalı misyonerler aracılığıyla Protestan olanlardandır: “Pek çok Ermeni gibi benim büyük dedelerimin ve ninelerimin aileleri kendi Ermeni Ortodoks Kiliselerinden Protestanlığa Türkleri İslam’dan döndürmek ümidiyle 19. yüzyılda Türkiye’ye giden misyonerler tarafından döndürülmüşlerdir.”104

İncelediğimiz her eserde kısa veya uzun bahsi geçen misyonerlerin en çok ve en dikkate değer şekilde yer aldığı eser Neither to Laugh Nor to Weep’tir. Zaman zaman eleştiriler ve hayal kırıklıkları olsa da genel olarak misyonerlere karşı duyulan büyük bir hayranlık vardır. Neither to Laugh Nor to Weep’in kahramanı Antep’teki misyoner okuluna ücretsiz olarak

102 A.g.e., s. 125. 103 A.g.e., s. 125. 104 Black Dog of Fate, s. 83.

67

kaydedilir. Bu okul her şeyiyle bir Hristiyan okuludur ve Y.M.C.A. kulübüne kadar her şeyi vardır.105

Anlatıcı misyonerlerin Ermeniler tarafından nasıl değerlendirildiğini şöyle ifade eder: “Amerikadaki ve İngilteredeki insanlara Ermeni milleti sonsuza kadar minnettardır. Onlar Ermenistan’ın perişan halini gördükleri zaman paralarını ve yüce gönüllü kadın ve erkeklerini bir kalıntıyı tamamen yok olmaktan kurtarmak için gönderdiler.”106 Aslında Türkleri Hristiyan yapmak amacıyla Osmanlı topraklarına gelen çok sayıda misyoner bunun gerçekleşmesinin çok zor olduğunu görünce, mesailerini Ermeniler üzerinde yoğunlaştırmışlardır. Bu amaçla çok sayıda misyoner uzun süreliğine İmparatorluğun değişik yerlerine gitmişler, misyonerlik teşkilatlarını, okullarını, hastanelerini, matbaalarını kurmuşlar ve özellikle Ermenilerin değişiminde ve dönüşümünde ciddi katkılarda bulunmuşlardır.

Amerikan Konsolosu, karısına yazdığı bir mektupta 1914’te Harput’ta 72 yabancı misyoner olduğunu, kasabanın nüfusunun ise 15,000 olduğunu ifade ediyor.107 Uzun süre kalan misyonerlerin yanında hem Ermenilere, hem de burada çalışan misyonerlere destek olmak ve moral vermek için kısa süreliğine Amerika’dan ve Avrupa ülkelerinden gelen kişiler de vardır. Bunlardan birini yazar şöyle anlatır: “1896

105 Açılımı Genç Adamların Hristiyan Birliği olan Y.M.C.A. Hristiyanlık prensiplerini pratiğe geçirmeyi amaçlar. Bkz.: www.ymca.net [10 Ocak 2010] 106 Neither to Laugh Nor to Weep, s. 23. 107 Three Apples Fell From Heaven, ss. 41-2.

68

yılının yazında İngiltere’nin dünyaca tanınmış profesörü ve Ermenistan’ın âşığı ve hamisi Dr. Rendel Haris108 yüce gönüllü karısıyla birlikte Siverek’e geldi ve orada iki gün kaldı.”109

Misyonerliklerin aynı zamanda yerel yöneticiler ve yabancı elçiliklerle de yakın bağları vardır.

Sivas’ta geniş bir arazi üzerinde Amerikan koleji inşa edilmiştir. Yazar koleji şöyle anlatır: “En az iki üç bin dönüm araziyi bir iki metre yükseklikte hisarla çevirmiş dışarıyla irtibatı kesmişlerdi Amerikalılar. Kale kapısı gibiydi.”110 “Hepsinin şefi Miss Graf adlı bekare bir kızdı… Hatırı yüksek, tabiatı Meryem Anamızı okşadığından, Sivas’ın valisi, mektupçusu bile yanında yakası ilikli dolaşırdı.111

Zaman zaman Ermenilerin başı derde girince misyonerler İngiliz ve Amerikan elçiliklerine başvurur ve Ermenilerin problemleri halledilir.112

Neither to Laugh Nor to Weep’te anlatıcı, İngilizler Maraş’ı işgal ettikleri zaman Ermeni kilisesindeki sevinci ve coşkuyu anlatır. Ancak İngilizler Ermenilerin isteklerini yerine getirmezler. Anlatıcı uzun uzun İngilizlere güvenmekle hata ettiklerini, onların sadece kendi çıkarlarını düşündüklerini anlatır.113 Ancak İngilizler yerlerini 108 Rendel Harris (1852-1941): İngiliz İncil âlimi ve el yazması uzmanı. 109 Neither to Laugh Nor to Weep, s. 23. 110 Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize, s. 41. 111 A.g.e., s. 47. 112 Neither to Laugh Nor to Weep, s. 33. 113 A.g.e., s. 126-7.

69

Fransızlara terk ederken, anlatıcının İngilizler şehre gelirken, Ermeniler arasında yaşandığını söylediği coşku, tekrar yaşanır: “Çok kısa zamanda içlerinde pek çok Ermeni gönüllünün de bulunduğu Fransız askerleri Maraş’a gelecekti.”114 Nitekim beklenen Fransız askerleri ve Ermeni gönüllüler Maraş’a gelir ve şehri işgal eder. Yazar işgalden sonraki durumu şöyle anlatır: “Ertesi hafta kalede Türk bayrağı yerine Fransız bayrağı dalgalanıyordu. Biz Ermeniler nasıl gururlandık!”115

Şehirdeki Türkler Fransız işgalinden huzursuz olmaktadırlar ve bir direniş hazırlığı içindedirler. Fransızlar da bu direnişi bastırmaya hazırlanmaktadır. Ermeniler ne yapacakları konusunda kararsızdır. Şehrin ileri gelenleri, Ermenileri Ulu Cami’de toplar ve şu teklifi yapar: “Siz Ermenilerin, hemşehrileriniz Türklerle ittifak etmenizi istiyoruz. Bizim yanımızda savaşmanızı, Fransızları şehirden sürüp çıkarmayı ve ebedî kardeşlik içinde yaşamayı istiyoruz.” Ancak Ermeniler, ortak düşman olarak gördükleri Türklere karşı, kurtarıcı olarak gördükleri Fransızların yanında savaşmaya karar verirler ve buna hazırlanırlar.116

Savaş sonrası durumu değerlendiren anlatıcı Ermenilerin verdiği bu kararın akıllı bir karar olmadığını ifade eder: “Keşke Türklerin [camideki] tekliflerini kabul etseydik. Bizim aldığımız karardan çok daha akıllıca bir karar olurdu. En azından hayatta

114 A.g.e., s. 128. 115 A.g.e., s. 130. 116 A.g.e., s. 133.

70

kalırdık.”117 Aynı pişmanlığı anlatıcı birkaç kez daha dile getirir. “O alçak, cani Müslüman Türkler, bize Avrupalı Hristiyanlardan daha iyi davrandı. Keşke bunu daha önceden bilseydik ve Türklerle iş tutsaydık.”118

Eserlerde yansıdığı kadarıyla misyonerler Ermenilerin Batıyla tanışmasında, Hristiyanlığın özellikle Protestan mezhebini seçmelerinde, yabancı dil öğrenmelerinde, bizzat Batılı ülkelere gitmelerinde, oradaki yaşam tarzlarını taklit etmelerinde ve benimsemelerinde önemli roller oynamışlardır. Bu durum zaten Batıyla bir şekilde ilişkili olan İstanbul’daki Ermeniler için daha az, Harput, Adana, Diyarbakır gibi taşra sayılabilecek yerlerdeki Ermeniler için daha fazla olmuştur denilebilir. Ermenilerin bu süreçte benimsedikleri bir düşünce de misyonerlerde var olan kendilerini Müslümanlardan daha üstün, daha medeni görme düşüncesidir.

Türk Ermeni sorununun büyümesinde katkısı olan devletler sadece İngiltere, Fransa, Rusya ve misyonerler aracılığıyla Amerika değildir. Kirkor Ceyhan’ın eserlerinde Almanya’nın da Türk Ermeni sorununun içinden çıkılmaz bir hale gelmesinde payı olduğu iddia edilir. Buna göre İttihat ve Terakki’ye Panturanizm düşüncesine sevk eden Almanlardır. Yazar Almanların İttihat ve Terakki’nin önce gelenlerini savaşa girmeleri için teşvik ettiklerini iddia eder. Turancılık da yine Almanların desteklediği bir düşüncedir. Abdülhamit’in uzun yıllardır İslamcılıkla 117 A.g.e., s. 133. 118 A.g.e., s. 190.

71

elde tuttuğu Orta Doğu ülkeleri Türkçülük ideolojisi nedeniyle elden çıkacaktır. Almanların asıl maksadı petrolden pay almaktır, ancak bu süreçte İttihat ve Terakki’yi kullanmışlardır.119

V. Ermeniler ve Diğer Unsurlar

İncelenen edebî eserlerde, Türk Ermeni ilişkilerinde

Yahudi, Rum gibi diğer azınlıklar ve Kürt, Çerkez, Alevi ve muhacir gibi İmparatorluğun diğer unsurları konusunda en dikkat çekici iki konu muhacirlerle Ermeniler arasında bir sürtüşmenin ve mücadelenin olduğu, Ermenilerin de kendilerini Alevilere yakın hissettiği konusudur.

Adım Agop Memleketim Tokat kitabının yazarı muhacirlerden her bahsedişinde muhacirlerle Ermeniler arasında bir problem vardır. Muhacirler, anlatıcı ve ağabeyini sadece Ermeni oldukları için döverler.120 Tehcir sonrası Tokat’a geri dönen Ermenilerin evlerine, muhacirler yerleşmiştir. Kendi evinin kapısını çalan Ermeni’ye dışarı çıkan muhacir “Abe cenabet bir dahaki vurmayasın hanemin kapısını” şeklinde cevap verir.121

Şehirde Kurban Bayramında Ermenilere de kurban payı verilmektedir. Muhacirler şehre geldikten sonra, “gâvura kurban eti vermek günah diye bir söylenti çıkarırlar.” Ancak yerli halktan biri, bu duruma kızar ve

119 Kapıyı Kimler Çalıyor, s. 47. 120 Adım Agop Memleketim Tokat, s. 78-79. 121 A.g.e., s. 104.

72

muhacirlerin tavrını yobazlık olarak niteler.122 Muhacir çocukları Ermenilere küfrederler. Ancak “Tokatlı Türk aileler, onları paylar, kovar, ama onlar oralı olmaz, dudu kuşu gibi hırlamaya, baykuş gibi ötmeye devam ederler: Ge ge ge ge gevur, boynunu satırla vur, kazana koy, hindi gibi kavur” derler.”123

Tarihçi Justin McCharty’nin muhacirlerle ilgili yorumu yazarın anlattıklarıyla paralellik teşkil etmektedir. İmparatorluğun yıkılış döneminde Balkanlardan ve Kafkaslardan sürülen, evini, topraklarını kaybeden Müslümanlar, Müslüman Hristiyan mücadelesini yerli halktan çok daha önce yaşamışlardır. Geldikleri yeni yerde de, Hristiyan olan Ermenileri, kendilerini yüzyıllardır yaşadıkları topraklardan süren güçle aynı safta görmekte ve onlara düşmanlık beslemektedirler.124

Aleviler hakkında da Adım Agop Memleketim Tokat adlı eserde daima olumlu bir hava hissedilir. Anlatıcı ve kardeşi muhacir çocuklardan dayak yerken bir Alevi onları kurtarır,125 Ermeniler ölülerini gömerken muhacir çocuklar onları taşa tutar. Bu sırada gelen bir Alevi dedesi çocukları uzaklaştırır ve onlara güven verir.126

122 A.g.e., s. 34. 123 A.g.e., s. 36-37. 124 Justin McCarthy, The Ottoman Peoples and the End of the Empire, İmparatorluğun Sonu, Oxford University Press, Newyork 2001, s. 68. 125 Adım Agop Memleketim Tokat, s. 79. 126 A.g.e., s. 105.

73

Muhacirler ve Alevilere Ermenilerin bakışı konusundaki bu gözlemin tek bir esere dayandığını ve temsil oranının da tek bir eser oranında olduğunu belirtmek gereklidir.

VI. Memleket İmgesi İncelenen eserlerde Ermenilerin ve Türklerin

ülkeye, yaşadıkları topraklara bakışı değişik ifadelerle anlatılır. Bunlardan en yaygın olanları “eski memleket, memleket, o ülke, eski ülke ve eski yerdir.”

Ermeni yazarların bazıları yaşadıkları Anadolu kasabalarını adeta bir masal ülkesi gibi anlatırlar. Aşağıdaki bölüm bazı yazarların bakışını yansıtması açısından uzun olmasına rağmen alınmıştır: O eski ülkede güneş meyvelerle haykırır, toprak bitip tükenmeyen bitki örtüsüyle nefes alırdı; ırmaklar çağıldar, şafaklar alabildiğine söker ve günbatımları alevden kollarıyla inerdi; ağzına kadar taze sütle dolu gümüş bir tas yükselip maviliklerde yüzer, geceler yıldızların sesiyle çınlar, ağaçlar gökyüzüne doğru süzülür ve bütün çiçekler titreşip fısıldardı.127 Aynı şekilde Zabelle’nin yazarı Osmanlı topraklarından, Ermenilerin eskiden yaşadığı yerlerden bahsederken “orada koyunlar caddelerde dans ederdi,

127 Yitik Evin Vârisleri, s. 166.

74

kuşlar da yaşlı kadınların saçlarına yuva yapardı” der.128

Yukarıdaki satırlarda görüldüğü gibi yazar, geçmişte yaşadığı yerleri iyi ve kötü yanları olan bir toprak parçası değil, âdeta bir masal ülkesi, bir yeryüzü cenneti olarak tasvir etmiştir.

Yine sık sık nereye giderse gitsin Anadolulu, Tokatlı olduğunu kitabının adıyla da vurgulayan Agop Arslanyan çocukken yaşadığı yeri şöyle anlatır: “Yokluğun olmadığı, bolluğun kilerlerimize dolduğu, kahkahalarımızın bağlarda bahçelerde çınladığı, özlemini her an ensemizde hissettiğimiz, bizi yakıp kavuran [memleket].”129 Doğduğu ve çocukluğunu geçirdiği memleketi başka yerlerle karşılaştıran Arslanyan doğduğu ve büyüdüğü yerlerden şöyle bahseder:

Rüya gibi şehirler gördüm. İtalya’da Po ovasını, göz alabildiğine uzanan üzüm bağlarını gördüm. Fransa’da Borgonya’yı, o göz kamaştıran yeşillikleri gördüm ama hiç biri Tokat’ın yerini tutmadı. Tokat denen o bir avuç şehir, kutsal kitapların Dicle ile Fırat’ın ortasına yerleştirdiği cennetten daha güzeldi benim için. Bir garip şarkı gibi içimde hep var oldu, hep ona dair düşler kurdum.”130

İncelenen eserlerde başka ülkelere giden

Ermenilerin yıllar sonra bile doğdukları, büyüdükleri yerleri hatırladıkları ve özledikleri söz konusudur.

128 Zabelle, s. 123. 129 Adım Agop Memleketim Tokat, s. 9. 130 A.g.e., s. 177.

75

Sivas Zara’dan gidenlerin yazdığı mektupta bir Ermeni “İnsan gençken değil ama yaşlandıkça daha çok arar oluyor vatanını, yurdunu… bunca yıl geçti, hâlâ rüyalarıma Zara’dan başka bir yer girmedi. Hâlbuki başıma o topraklarda bitmedik ot kalmamıştı” der.131

Bu olumlu imgelerin yanında yüzyıllardır Türkiye’de yaşasalar bile, vatan olarak Ermenistan’ı görenler de vardır. Tokat’ta çocuklar oyun oynarken herkes kendine bir takma isim seçer. Bu isimler genellikle Almanya, İngiltere, Paris gibi yer adlarıdır. Yaşça birazcık büyük olan bir çocuğun takma adı Yerevan’dır. Yazar şöyle der: “Yerevan’ın efsane güzelliği daha çocuk yaşımızda kulağımıza fısıldanmış, adeta beynimize nakşolunmuştu. Suren ağbi dahil kimsenin Ermenistan’ı görmüşlüğü yoktu ama çocuk hayal gücünün sınırı olmuyor ki.”132

Bu oyunlardan bir süre sonra Ermeniler arasında Ermenistan’ın dünyadaki tüm Ermenileri kabul ettiği haberi yayılır. Bu habere özellikle gençler çok sevinirler. Bazıları gitmeye karar verir: “Pek çokları neye benzediğini dahi bilmeden yıllardan beri, için için özlem duydukları Ermenistan’a gitmek için harekete geçiyordu.”133

Yazarın anlattığı Ermenistan’a karşı görmeden özlem duyma Osmanlının son döneminde etkin olan Hınçak ve Taşnak gibi Ermeni milliyetçisi organizasyonların bağımsız bir Ermenistan kurma fikrini Ermenilere aşılama faaliyetleriyle açıklanabilir. 131 Seferberlik Türküleriyle Büyüdüm, s. 108. 132 Adım Agop Memleketim Tokat, s. 66. 133 A.g.e., s. 67.

76

Türklerle Ermeniler arasında 1915 olaylarından sonra bile aynı şehirden, aynı memleketten olmak, daha yaygın bir tabirle hemşehri olmak birleştirici bir unsur olmuştur. Hagop Mintzuri İstanbul’da Türk olan hemşehrilerinin kahvesine gider ve orada ona saygı gösterirler. İstanbul’daki mahallede Türk hemşehrilerinin hanımlarıyla konuşur, onlar da onu saygıyla dinlerler.134 Türkler de aynı şekilde hemşehrilerine sahip çıkmakta ve bir yerden olmaya değer atfetmektedirler. Agop Arslanyan Adım Agop Memleketim Tokat adlı eserinde amcasının oğlu İsdepan’dan bahseder. Tokat’ta çok Ermeni kalmamasına rağmen İsdepan Tokat’ta kalmıştır. Hatta anlatıcının tekliflerine rağmen İstanbul’a gitmeyi düşünmez. Yazar bir anlamda İsdepan’ın neden Tokattan ayrılmadığını açıklarcasına onun geçmişine döner. İsdepan

Kore gazisiydi, Kunuri muharebesindeki yiğitliğiyle Tokat’ın övünç kaynağı olmuştu. O dönemin ünlü gazetecisi Hikmet Feridun Es’in Hürriyet’teki Kore haberine başlık bile olmuştu. “Kore’de bir aslan, adı İsdepan Aslan.” Tokat’a dönüşünde bizzat vali ve belediye başkanı eşliğinde karşılanmıştı. 135

Burada dikkati çeken nokta Tokatlıların dinî ya da etnik bağına bakmadan bir hemşehri olarak İsdepan Aslan’a saygı göstermeleridir. Muhtemelen İsdepan, geçmişiyle bilindiği şehirde kendi olabileceğinin, 134 Hagop Mintzuri, Atina Tuzun Var mı?, çeviren Nurhan Büyük Kürkciyan, Aras, İstanbul 2002, ss. 129-130. 135 Adım Agop Memleketim Tokat, s. 13.

77

büyük şehirde kendine olan saygıyı kaybedeceğinin, hatta onu kimsenin tanımayacağının farkındadır ve bu sebeple İstanbul’a gitmeyi reddeder. Ermenilerin eskiden yaşadığı toprakların çok az istisna hariç bir mutluluk ülkesi, bir masal ülkesi olarak görülmesini nasıl değerlendirmeliyiz. Bunu Ermenilerin yaşadıkları ülkeden memnun oldukları şeklinde yorumlamak mümkündür. Tehcir ya da o dönemdeki olaylar kötü hatıralarla eserlerde yer alır, ancak ülkenin çoğu zaman iyi hatıralarla, bir özlemle birlikte yer alması Ermeni tezini benimseyen yazarların Osmanlı tarihine bakışıyla tezat teşkil eder. VII. Ortaklıklar

Türklerle Ermeniler arasındaki ortaklıklar aslında böyle bir kitabın hacmini aşabilir. Yüzyıllardır bir arada yaşayan ve aralarında düşmanlık olmayan iki grubun birbirlerine benzemesi doğaldır. Türklerle Ermenilerin aralarındaki benzerliklerden dolayı bazı Avrupalılar Ermenileri Hristiyan Türkler olarak nitelemişlerdir.136 İncelenen kitaplarda her iki taraftan da konuya bir kan davası şeklinde bakan ve sadece olumsuz yönleri gören yazarlar vardır. Ancak bu yazarların eserlerinde bile Türk ve Ermeni toplumları arasındaki ortaklıkları görmek mümkündür.

136 Helmuth von Moltke, Moltke’nin Türkiye Mektupları, çeviren Hayrullah Örs, Varlık Yayınları, İstanbul 1969, s. 35.

78

Bu ortaklıkların en rahat görülebildiği alan kullanılan dildir. Dil, bir anlamda yazarın niyetini ya da amacını gölgede bırakarak yazarın kastetmediği şeyleri de söyleyebilmektedir. Dilin, kültür taşıyıcılığı, bu konuda gözlemlenebilir. Eğer okur satır aralarını okuyabilirse yazarın söylediklerinin rağmına bulgulara rastlayabilir.

Ermenilerin, özellikle şehirleşmiş ya da Türkçe konuşan köylerin civarında yaşayan köylü Ermenilerin Türkçe’yi rahatlıkla kullandığını, Türk şairlere gönderme yaptıklarını görebiliyoruz. Hatta yaşanan yüzyıllar boyunca Türkler ve Ermeniler ortak bir kültür geliştirmişler ve bu kültür kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Bu durum iki grup arasındaki iletişimin ve birlikte yaşam pratiğinin bir göstergesidir. Türkçe’de bugün kullanılan kelimelerin Ermenice’de de kullanıldığının en bariz yanı Ermenice veya İngilizce yazılan eserlerde bile yüzlerce Türkçe kelimenin var olduğudur. Bunu, yayınevlerinin çeviri eserlerin başına koydukları “kitapta çok sayıda sözcük italik dizilmiştir. Bu sözcüklerin büyük bölümü yazarın aynen kullandığı çoğu Türkçe sözcüklerdir” şeklindeki ifadede belirtilen italik kullanımdan çıkarabiliriz.137 Dildeki ortaklığa ve Ermenilerle Türkler arasındaki kültürel paylaşıma ikinci bir örnek de Sivaslı yazar Kirkor Ceyhan’ın Türkçe yazı diliyle yerel kelime kullanımlarını son derece başarılı bir şekilde birleştirdiği eserleridir. Yazar, atasözlerini, deyimleri,

137 Yitik Evin Vârisleri, s. 2; Hamasdeğ, Güvercinim Harput’ta Kaldı, çeviren Serkis Saropyen, Aras İstanbul 1998, s. 2.

79

yerel ifadeleri anlatıma canlılık ve yerellik katmak için büyük bir ustalıkla kullanır. Kullandığı atasözleri ve deyimlerden sadece birkaç örnek vermek gerekirse şunları söyleyebiliriz: Seferberlik döneminde gerek kendi ailesinin, gerekse başkalarının çektikleri acıları anlatan eserinin adı “Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize”dir. Bu ifadenin yerel bir ifade olmasının ötesinde, imge olarak da son derece başarılı olduğunu söylemek gerekir.

Yine aynı kitapta, parasını kaybettiği için saplantılı bir şekilde intiharı düşünen ve sonuçta bu düşünceyi düşünceden eyleme geçiren Garabed’i anlatan yazar, hikâyenin başlığını “Can Yerini Yadıdı” koyar. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü’nün “alışamamak, yabancılık çekmek” anlamını verdiği138 ve Zara, Sivas bölgesinden derlendiğini belirttiği bu yadımak kelimesi, hem yazarın maksadını ifade etmekte, hem de hikâyeye yöresel bir çeşni vermektedir.

Kirkor Ceyhan’ın eserlerinde kullandığı kelime ve ifadelerden bir kısmı şunlardır:

gıldır gücük, bızlamak, yadlamak, Menestür keteni gibi dövmek, mayıl mayıl bakmak, olgörüp, zıvga, paya partal, al ha min ha, gayde, papaz harmanına çevirmek, hep bir koyunun aşığı olmak, yerip yetişmeyecise, gıdik, bekimek, müskeves,

138 Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü, http://tdkterim.gov.tr/ttas/?kategori=derlay&kelime=yadımak [03.01.2010]

80

gasbennek, çala kepazelik, yanlıştan yegan yegan kaçmak, beyni elek olmak, baba tutmak veya baba tutturmak, kurdalamak, beribenzer, yumruk sümsük, güneş olsa bir mendil kurutmamak, feyl, lafı tam tarağına getirmek, harmanına kar yağmak, yalbırdak yola koyulmak, ana rahminde himi atılmak, karabaz karabaz konuşmak, eğrek damı, yıldızı dişi olmak, cezvelenmek, ömrü karadan geçmek, hallanmak, herslenmek, yüz tutnağı, döşürmek, katuvaz, cendeği günnetmek, yetim avucu kadar, ünlük tünlük, mazangalı, karametli baş, gırnav olmuş kedi, çelpeşik, yala katsan it yemez, arpaya katsan at yemez, eşek kendisi yoncayı bizim önümüze doğruyor, it oranlaması, siyah sabunu ne yapsın, deli öğüdü neylesin, hamança, sinü ihtiyar, yel yeperek, boşa üren şengül tazı, kırmanlada kırmanlada, dalı bendini gözlemek, baba çıksın

Bunlardan bir kısmı yazı dilinde kullanılan ifadelerin yerel dildeki kullanımları, bir kısmı da yazı dilinde olmayan ifadelerdir. İngilizce’den ve Ermenice’den çevrilmiş veya Türkçe yazılmış eserlerde, Ermeni yazarların Türkçe’de var olan dil ve anlam öğelerini, gerek kahramanları konuştururken ve canlandırırken, gerekse kendi maksatlarını ifade ederken son derece yoğun ve başarılı bir şekilde kullandıklarını görebiliriz. Orijinali İngilizce

81

olan eserlerde bile Türkçe’de kullanılan ifadeleri görmek mümkündür. Micheline Marcom’un ilk kitabı Three Apples Fell From Heaven başlığını taşır. Bu, Türkçede masalların sonunda leitmotif olarak kullanılan bir ifadedir. Yine aynı kitapta olaylara bir masal havası vermek için, Türk masallarının girişinde bir kalıp olarak tekrar edilen “bir varmış, bir yokmuş” ifadesi sık sık kullanılır.139 Dilin birleştirici olduğu kadar ayırıcı, farklılığı vurgulayıcı bir yanı da vardır. Eserlerde sıkça gündeme gelen gâvur, gâvur dölü ve gâvur kelimesinin kullanıldığı “gâvur ölüsü gibi ağır olmak” gibi ifadeler bu türdendir. İncelediğimiz eserlerde bu kelimenin bazen bir ayrıştırma, bazen de küçümseme kasdı olmadan sadece niteleme işleviyle kullanıldığını görüyoruz. Ancak toplumda önemli bir kısım da Ermenileri rahatsız etmemek için özellikle onların bulunduğu ortamlarda bu ve benzeri kelimeleri kullanmamaya özen gösterirler.140 Örneğin Diyarbakır’da oturduğu mahalleyi kendisi de gâvur mahallesi olarak niteleyen ve kitabına bu ismi veren Mıgırdıç Margosyan, “Müslümanların tüm Hristiyanlara karşı toptan gâvur demelerine karşılık, Hristiyanlar da tüm Müslümanlara toptan “Dacik” diyorlardı” şeklinde yazar.141 Hatta yazar gâvur ifadesinin yerine göre övgü bile olabileceğini söyler. Yazarın gâvur kelimesi sadedinde söylediği şu

139 Three Apples Fell From Heaven, ss. 1, 259. 140 Karin Karakaşlı, Can Kırıkları, Doğan Kitap, İstanbul 2009, ss. 10-11. 141 Gâvur Mahallesi, s. 94.

82

sözler, bu kelimenin halk tarafından kullanımıyla ilgili orijinal bir açıklamadır:

Din kardeşi olmayanlara gâvur veya haço demek de bir başka kızgınlık ifadesiydi. Ama bu hiçbir zaman ananı avradını veya soyunu sopunu sözcükleriyle başlayan küfürlerle karıştırılmamalıydı. Bu sadece ağız alışkanlığından kaynaklanıyor, hatta zaman zaman bir övgü niteliği de taşıyordu.142

Aynı şekilde Kirkor Ceyhan da bazı Türklerin kendisine gâvur dediğini ama önemli bir kısmının ise gâvur demenin toptan dinsiz demek olduğunu, ancak Ermenilerin böyle olmadığını söyleyerek kendisine sahip çıktıklarını anlatır.143 Din konusu özellikle İngilizce yazılmış eserlerde Ermenilerle Türkler arasındaki ayrılığın, ayrışmanın, hatta kavganın ana sebebidir. Ancak Türkçe yazılmış eserlerde dinin ayırıcı bir unsur olmadığı, sadece bir farklılık olduğu görülür. Mıgırdıç Margosyan’ın eserleri bu açıdan önemlidir. Onun eserlerinde ezan sesleriyle çan sesleri birbirine karışır. Margosyan Diyarbakır’da bir sokağı şöyle anlatır:

Uso’nun bitip tükenmek bilmeyen çan seslerine, yakındaki Şeyh Matar Camiinin müezzini de “ya sabır ya sabır” diyerek katlanıyor, sonunda o da görevini hatırlayıp tarihi Dört Ayaklı Minareden sesleniyordu: “Allahü ekber, Allahu ekber ! ; “Ding-dong, ding-dong!...”;

142 Söyle Margos Nerelisen, s. 53. 143 Seferberlik Türküleriyle Büyüdüm, s. 51.

83

“Allahu!..” “Ding!..” “Ekber!..” “Dong!..”144

Margosyan bulundukları şehirdeki insanların bir

kısmının Müslüman bir kısmının ise Ermeni olmasını doğal bir oluşum olarak karşılar. İnsanlar hep birlikte barış ve huzur içinde yaşamaktadırlar. Yazar şöyle der:

Bizim oralarda, Diyarbakır’da ulu Tanrının yarattığı sonradan adına “insan” dediği canlıların bir kısmı, hep birlikte paşa paşa yaşıyorduk. Tanrımız birdi ama peygamberimiz farklıydı. Yüce Tanrımıza şükranlarımızı sunmak üzere, O’na kul ve köle olarak dualarımızla ulaşabileceğimiz ‘Tanrı evleri’ inşa etmiştik.145 Yukarıdaki alıntılarda da görüldüğü gibi din bir

ayrıştırıcı unsur değil sadece bir farklılıktır. Tarihsel olarak uzun zamandır dinlerinde herhangi bir değişme olmadığı halde bir arada yaşayan grupların 19. yüzyıl sonrası karşılaştığı sorunları dinin dışındaki kaynaklarda aramak daha makul olabilir.

VIII. Gelecek Tasavvuru

İncelenen eserler arasında en dikkate değer noktalardan biri gelecekle ilgili düşüncelerin,

144 Mıgırdıç, Margosyan, Gâvur Mahallesi, Aras, İstanbul 1996, s. 11. 145 Mıgırdıç Margosyan, Söyle Margos Nerelisen, Aras, İstanbul 1997, s. 51.

84

beklentilerin yok denecek kadar az olmasıdır. Sadece bir eserde, Elif Şafak’ın Baba ve Piç adlı eserinde her iki grup için bir gelecek söz konusudur ve roman kahramanları bunun nasıl olacağı, nasıl olmayacağı ya da nasıl olmaması gerektiği hakkında tartışırlar.

Bu yokluğun birkaç nedeni olabilir. Bunlardan birisinin diasporada özellikle Amerika’da eser veren yazarların somut bir Türk Ermeni birlikteliği kaygısı olmayabilir. Yazarların yazma sebebi, gelecekle ilgili bir şey değil, sadece geçmişin kendileri açısından bir muhasebesini yapmak ve en azından kendi hayatlarında o konuyu kapatmak olabilir.

Bu yokluğun ikinci bir nedeni de özellikle Türkiye’de yaşayan yazarlar için edebî bir yanı olan ve genellikle hatıra havası taşıyan eserlerin gün ve gelecekle ilgili birtakım imalar, tasarılar, iddialar söz konusu olduğunda siyasallaşabileceği, didaktik bir hale dönüşebileceği korkusu olabilir.

Elif Şafak’ın Türk Ermeni ilişkilerini ana eksen olarak alan eseri hem Ermenilerce hem de Türklerce yazılmış eserler arasında olaylara ön yargılı yaklaşmamasıyla, iki tarafın tezlerini de roman türünün şartları içinde vermesiyle yakından incelemeye değer bir eserdir.

Romanda yazar, Türk-Ermeni ilişkilerinin önemli konularından biri olan Türk-Ermeni iletişimini ya da iletişimin olmayışını konu almış. Gerek yazarın yurtdışında yaşamış ya da yaşıyor olması, gerekse diaspora Ermenilerinin bakış açısını yansıtması açısından bu tutum pek çok açılıma imkân veren bir tercihtir. Türk-Ermeni ilişkileri gerek siyasi, gerek

85

sosyal alanlarda her iki taraftaki insanların da rahat konuşamayacağı, buna hazır olmadığı bir konudur. Yazar, bir Ermeni ve bir Türk aileyi annesi Amerikalı, babası Ermeni olan bir kız aracılığıyla bir araya getirmiş. Bu bir araya geliş elbette sosyal hayatta da mümkün, ancak yazar, edebiyatın tarifi ve edebiyatın insana neler sağlayacağı tartışmalarında sıkça geçen, ancak çoğunlukla bireysel seviyede kalan bir şeyi gerçekleştirmiş. Bu da, edebiyatın, toplumdaki bazı sorunlara, başka alanların kullandığı yöntemlerin dışında ve ötesinde çözümler sunmasıdır.

Romanda Türk-Ermeni ilişkilerini yeni keşfeden ve birey olma sürecine girmesiyle hangi tarafı tutacağını ve köklerini merak eden bir kızın serüveni var. Kızın adı Armanuş, ancak Amerikalı annesi Ermeni tarafıyla kavgalı olduğu için Amy diyor. Kız bir taraftan Amerikalı olmanın gereklerini yerine getirirken, bir taraftan da Ermeni köklerini öğrenmek için internetteki bir sohbet odasında zaman geçiriyor. Bu sohbet odası ve oradaki ilişkiler yumağı, Türk-Ermeni ilişkilerinin doğasını yansıtması açısından son derece verimli bir yer. Aslen Ermeni, Yahudi veya Yunanlı olan gençler ya da orta yaşlılar bu odada bir araya gelip, Türkler hakkında konuşuyorlar. Bu odanın en azından Armanuş üzerinde en etkili ve en bilgili görünen kişisi Baron Baghdassarian. Armanuş’un bu gence karşı ilgisi duygusallığın yanında aynı zamanda gencin bilgi ve entelektüel seviyesiyle de ilgili.

Bu odadakiler tıpkı diyasporadaki Ermeniler gibi kendi aralarında konuşuyor ve birbirlerinin

86

görüşlerini teyit ediyorlar. Yazar bu bölümü şöyle anlatıyor:

Cafe Constantinopolis bir chat odasıydı ya da müdavimlerinin deyişiyle kahvesiz bir siberkahve. Birkaç Yunanlı Amerikalı, Sefarad Amerikalı ve Ermeni Amerikalı tarafından kurulmuştu; New Yorklu olmalarının dışında tek bir temel ortak noktaları vardı: hepsi de bir zamanlar İstanbul’da yaşamış gayrimüslim ailelerin torunlarıydı. Hepsi de aileleriyle gurur duyuyordu ve Türklerden hazzetmiyordu.146

Bu ortak özelliklerinin yanında, sohbet odasında yaptıklarıyla da Türklere karşı olduklarını sık sık vurguluyorlar:

Anuş Ağacının üyeleri her hafta bir tartışma konusu seçerdi, tarih ve felsefeye meraklıydılar. Popüler kültürden nefret ettikleri gibi kapitalist tüketim kültürünün hükümranlığını tanımamaya ahdetmişlerdi. Seçtikleri temalar çeşitlilik gösterse de ortak tarihleri ve kültürleri üzerinde durmaya meyilliydiler- “ortak” da çoğunlukla ortak düşman anlamına geliyordu: yani Türkler. Hiçbir şey insanları ortak bir düşman kadar hızla ve kuvvetle birbirine yakınlaştıramaz.147 Bu bölümde konuşulanlardan etkilenen

Armanuş, yavaş yavaş Baron Baghdassarian’dan etkilenmeye, sohbet odasının genel havasına uymaya başlar. Türklerle ilgili hiç de olumlu olmayan

146 Elif Şafak, Baba ve Piç, Doğan Kitap, İstanbul 2005, s. 123. 147 A.g.e., s. 125.

87

düşünceleri benimsemeye başlayan Armanuş biraz da korkuyla Türkiye’ye gelir. Kendisini neyin beklediğini bilmeyen Armanuş, Türkiye’de son derece rahat bir ortamla karşılaşır. En azından misafir olduğu evdekiler için Ermeniler problem listesinin sonlarında bile değildirler. Ermenilerin hikâyelerini duyunca üzülürler. Evin genç kızının, Asya’nın, vakit geçirdiği Kafe Kundera’daki aydınlar, Ermeni meselesi açılınca daha çok birbirlerinin zaafları ve bu zaafları öne çıkarmaları yüzünden yumruk yumruğa kavga ederler.

Armanuş’un dedelerinin yaşadığı konağın yerine bir balık lokantası yapılmıştır ve lokantada çalışan Kürt garsonlar konağı hatırlamazlar bile. Bu ve benzeri şeyleri Baron Baghdassarian bir unutuş, bir inkâr sayabilir ve tezine malzeme olarak kullanabilir. Nitekim internette yaptıkları sohbetlerde İstanbul’daki, “Türklerin elindeki” Armanuş’u bir tutsak gibi, düşmana esir düşmüş bir asker gibi görüyorlar. Türkler Ermenilerle ilgili olayları hatırlamasa da, konağın yerindeki Kürt garsonlar geçmişle ilgili hiçbir şey bilmese de Armanuş’u çok etkileyen ve Baron Baghdassarian’ın derin görünen entelektüel analizlerini hoyratlaştıran ve giderek anlamsızlaştıran bir şey vardır: Türklerin fedakârlığı, misafirperverliği ve başkasının mutluluğuyla mutlu olma özelliği.

Sohbet odasındakilerin derin görünüşlü tahliller yaptığı ve her seferinde Türkleri suçlu, cani, kayıtsız olarak sunduğu bir anda, Armanuş’un gece kaldığı odanın kapısı çalınır ve bir tabak içinde soyulmuş ve dilimlenmiş portakal verilir. Tam o sırada yazar Baron Baghdassarian’ın ekranda şöyle yazdığını

88

belirtiyor: “Türklerle arkadaş olmanın tek yolu vardır: Onlar kadar bilgisiz ve unutkan olmak. Velhasıl onlar geçmişin hatırlanmasında bize katılmadıklarına göre, bizim geçmişin göz ardı edilmesinde onlara katılmamız bekleniyor.”148

Bu cümleyi okuduktan sonra gelen soyulmuş ve dilimlenmiş portakallar, bu cümleleri ve Bagdassarian’ın daha önce yazdığı ifadelerin pek çoğunu anlamsız hale getiriyor. Yazar bir Ermeni genç kızla bir Türk ailesini kurgusal ortamda bir araya getiriyor. Bir anlamda kitap başka eserlerde görmediğimiz bir arada nasıl yaşanır sorusunun cevabını veriyor. Bu da en azından bu esere göre karşılıklı konuşma ve saygıyla başlayacaktır.

IX. Modernleşme

İncelenen eselerde Ermenilerin Türklerden çok önce ve çok yaygın şekilde Batıyla, özellikle de Amerika ile irtibata geçtikleri ve burada gördükleri değişimlerden etkilendikleri, buradaki gelişmeleri takip ettikleri ve uyguladıkları görülür.149 Osmanlı toplumunda gerek ticaretle olan yakın ilgilerinden, gerekse Hristiyan olmalarından dolayı Ermenilerin yabancı ülkelerle Müslüman tebayla karşılaştırıldığında daha sıkı ilişkiler içinde olduğunu biliyoruz. 1890-

148 A.g.e., s. 192. 149 Ermenilerde modernleşme için bkz: Boğos Levon Zekiyan, Ermeniler ve Modernite, Gelenek ve Yenileşme / Özgüllük ve Evrensellik Arasında Ermeni Kimliği, çeviren Altuğ Yılmaz, Aras, İstanbul 2002.

89

1900 yılları arasında 12,000 kadar Ermeni Amerika’ya göç etmiştir.150 Amerika’ya göç edenlerin geride kalanlarla haberleştikleri, onları da oraya davet ettikleri ve Osmanlı Devleti’nin bu göçten rahatsız olduğu, ancak engellemenin mümkün olmayacağını görünce yazgeçtiği de bilinmektedir.151

Osmanlıdaki ilk tiyatrolarda Ermeni kadınların sahneye çıkmasının bir nedeni Müslüman kadının böyle bir şey yapamamasının yanında Ermeniler arasında Batılı hayat tarzlarının yaygınlaşmış olması yatar.

Ermenilerin modernleşmesi iki izleği takip eder: Birincisi Ermenilerin Osmanlı sınırları içinde bulunan Elazığ (Harput), Urfa, Tokat gibi taşra olarak adlandırılan bölgelerden misyoner kolejlerinin bulunduğu şehirlere yapılan göçler ve ticaret amacıyla gidilen şehirler. İkincisi de Osmanlı sınırlarının dışına İngiltere’ye, Fransa’ya, özellikle de Amerika’ya yapılan göçlerdir. Amerikalı misyonerlerin okullar, hastaneler, basın yayın ve diğer misyonerlik faaliyetleriyle 1819 yılından itibaren yoğun bir şekilde dinî ve kültürel açıdan etkileri altına aldıkları Ermenilerde değişim kaçınılmaz hale gelir. Amerikalı misyonerlerin Ermeniler üzerindeki etkisi konusunda çalışan Seçil Akgün’ün şu tespiti yerindedir:

Ermenilerin, birdenbire yüzyıllardır Osmanlı İmparatorluğu içinde sürdürdükleri alışılagelmişlikten

150 Nedim İpek, “Anadolu’dan Amerika’ya Ermeni Göçü,” OTAM, S.6, Ankara 1995, s. 257. 151 A.g.e., s. 163.

90

sıyrılmaları, yüzyıllardır sürdürülen geleneksel yaşam biçiminden kopmaları, Anglo-sakson yaşam biçimi ile tanışmaları, Batı eğitimine kavuşmaları, onların kavramlarını öğrenmeleri, Osmanlı İmparatorluğunda Türk Ermeni toplumu arasında alışılagelmiş dengeyi bozdu.152

Misyoner okulları ve göçler Ermenileri Batılı teknolojiyle tanıştırmış, yabancı dilleri, hatta Ermenice’yi öğrenme imkânını sağlamış, ancak aynı zamanda Ermeni dilinin ve kültürünün de asimilasyona uğramasına ortam hazırlamıştır. Tarihçi yazar Peter Balakian’ın dedesi 1800’lü yıllarda yaşadığı Tokat’ı Tiflis’te okumak için terk etmiş, Tiflis’teki okulu bitirdikten sonra da Leipzig’e gitmiş ve orada tıp okumuştur.153 1908’de Kayseri’deki Amerikan kolejinden mezun olan Armenag Ermenice, Türkçe, Fransızca ve İngilizce konuşur.154 Siverekli bir Ermeni öğrenci 1896 baharında Kilikya bölgesini ziyaret eden bir Amerikalıyla rahatça İngilizce konuşur.155 Yine 1800’lü yılların sonlarına doğru Kayseri’den Amerika’ya giden kardeşler Kayseri’de kalan kardeşlerine mektuplar yollayarak Amerika’ya gelmesini, okumasını ve bu “fırsatlar ülkesinde” kendi yolunu çizmesini söylerler. “Birinci Dünya Savaşı patlak vermeden önce Kayseri’den pek çok Ermeni Amerika’ya gider. Ve giderken amaçları birkaç yıl

152 Seçil Akgün, “Amerikalı Misyonerlerin Ermeni Meselesinde Rolü”, Atatürk Yolu, S.1, Mayıs 1988, s. 11. 153 Black Dog of Fate, s. 86. 154 Vergeen, s. 18. 155 Neither to Laugh Nor to Weep, s. 21.

91

kalıp dönmektir. Çok azı geri döner, çoğu orada kalır.”156

Ermenilerin Batı kültürüyle çok erken tanıştığını göstermesi açısından 1909’da Elazığ’dan ayrılan Vahan Totovents’in çocukluk hatıralarında anlattığı aşağıdaki kısım önemlidir:

O eski Roma yolunda yaşam çok garipti. Mesela Amerika görmüş Ermeniler… Onların beraberinde getirdikleri, yalnızca bir iki parça kıyafet, birkaç İngilizce sözcük ve ağızlarını yayarak konuşma alışkanlığından ibaretti. Salt İngilizce değil Ermenice konuşurken de ağızlarını yayıyorlardı.

Mesela eşek Ovannes, Amerika’dan döndüğünde Ovannes Bey olmuştu. Ermenice konuşurken, ağzında sıcak bir şey var da konuşamıyor sanırdınız, ana diliyle alay ediyor gibiydi ama bizim oraların saf halkı:

Pezevengin evladı, İngilizceyi o kadar iyi biliyor ki Ermeniceyi bile İngilizce gibi konuşuyor!” diye düşünüyordu.157 Bu satırlarda Elazığ gibi nispeten taşra

sayılabilecek bir yerden Ermenilerin Amerika’ya gittiklerini, az da olsa İngilizce öğrendiklerini ve bunu bir üstünlük aracı sayarak toplum içinde göstermeye çalıştıklarını görüyoruz. Ana dilini Amerikan İngilizcesi aksanıyla konuşmanın Türk toplumunda bazı insanlarda televizyon kanallarının yaygınlaştığı 1990’lı yıllardan sonra söz konusu olduğunu hatırlamak karşılaştırma açısından faydalı olacaktır.

156 Vergeen, s. 25. 157 Yitik Evin Vârisleri, s. 128.

92

Vahan Totovents’in biraz da eleştirel olarak yukarıda anlattığı Amerika görmüş insanlar toplum tarafından büyük bir saygı görürler. Yazar bu durumu şöyle anlatıyor:

Amerika’dan dönenlerin bir başka dikkat çekici özelliği de altın dişleriydi. Hepsi altın diş yaptırmıştı.

Ve o altın dişler onlara itibar sağlıyordu. O insanlar altın dişleri sayesinde en güzel kızlarla evlendiler, altın dişleri sayesinde adam yerine kondular. Büyük ablam da onlardan birinin kurbanı oldu. Bu hikâyeyi anımsamak dahi istemiyorum, hatırası hâlâ yüreğimi yakıyor, bana acı veriyor.158

Yazarın yukarıda ve kitabının diğer

kısımlarında anlattıklarından hareketle Amerika’ya gitmiş olmanın, Amerika’da bulunmuş olmanın Ermeniler arasında büyük bir itibar kaynağı olduğunu söyleyebiliriz.

Okullarda okutulan kitaplardan, Osmanlı devletinin en ücra köşelerine kadar yayılmış, okullar, hastaneler ve matbaalar kurmuş misyonerlerin de etkisiyle Amerika adeta bir özgürlük ve hayal ülkesi haline gelmiştir. Anlatıcı şöyle der: “Amerika ve özgürlük! Amerika’da caddelerin altınla kaplandığını duymuştum.”159

Fiziki olarak Amerika’ya gidemeyenler bile bir şekilde orayla bağlantı kurarlar. 1900’lü yılların hemen başında Kayseri’deki bir Ermeni kendini Amerika’da

158 A.g.e., s. 128. 159 Vergeen, s. 239.

93

Newyork’taki Hayat Sigortası Şirketine sigortalattırır. Hatta yakın iki arkadaşını da ikna ederek, onların da sigorta satın almasını sağlar.160

Osmanlı Devletinin değişik bölgelerinde yaşayan Ermeniler, İstanbul ve İzmir’deki basın yayın organlarını takip ederler. 1901 yılında o zamanki adıyla Mezre, Elazığ’da yaşayan 11-12 yaşlarındaki bir Ermeni çocuk İzmir’de çıkan Ermeni edebiyat dergisini takip eder ve oraya bir çalışmasını gönderir.161 Büyük şehirlere ya da yurtdışına gitmenin yabancı dil öğrenmek, iyi eğitim almak, para kazanmak gibi olumlu yanlarının yanı sıra Batılı hâkim kültürün, şehirleşmenin, endüstrileşmenin getirdiği olumsuz yanlardan Ermeniler de etkilenir. Kapalı, herkesin büyük ölçüde birbirini tanıdığı bir kasabadan İstanbul’a giden Agop orada kentleşmenin getirdiği yalnızlık ve uzun saatler çalışma, maddi menfaat gibi sıkıntılar içine girer. O “modern şehirde bir köylü, bir değirmenci oğlu olan Agop [tur].”162

Ermenileri, küçük şehirlerde dar daireden başlamak üzere aile ferdi, komşu, sokak sakini, cemaat mensubu ve hemşehri olarak değerlendiren dayanışma sistemleri şehre göçle birlikte büyük ölçüde yok olmuştur. Aile fertleri birbirinden uzaklaşmış, komşu olmanın ve aynı sokakta oturmanın bir anlamı kalmamış, insanı destekleyen cemaat modernliğin etkisiyle gücünü kaybetmiş ve hemşehrilik şemsiyesi hayatın sadece birkaç dar alanına sıkışmıştır. Konuş 160 A.g.e., s. 19. 161 Yitik Evin Vârisleri, s. 134. 162 Adım Agop Memleketim Tokat, s. 147.

94

Halil Bey Konuş kitabının yazarı büyük şehrin hengâmesinin insanı en acılı durumlarda bile nasıl yalnız bırakmadığını şöyle anlatır: “Kuzu etlerinin, balıkların, hamur işlerinin, çeşit çeşit sabunların kokusu, günlüğün ve çiçeklerin kokusunu çoktan bertaraf etmişti. Milli Piyango satıcısının naraları, ölüsüne ağlayan birinin, aynı ölü için dua eden papazın seslerini silip süpürmüştü.”163

Ancak Ermeniler modernizasyonun asıl etkisini yurt dışında hisseder ve yaşarlar. Hâkim Amerikan kültürü görünüşte insanları zorlamamakta ancak değişik şekillerde hâkim kültüre uymanın gerekliliğini hissettirmektedir. Black Dog of Fate’in yazarı şöyle der: “Kız kardeşlerim Pam ve Jan, erkek kardeşim ve ben asla Ermenice öğrenmedik. Tenafly New Jersey’de, 1960’da kim Ermenice bilmek isterdi ki. Dünyanın öte tarafında yaşayan, şimdi Sovyetler Birliği’nin bir parçası olan eski Yakın Doğulu bir halkın konuştuğu bir dil.”164 Yazar çocukken komşulardan birinin onun hakkında “O bir Ermeni ama onlar gerçekte kayıp kabilelerden biri” der.165 Bu bir yere ait olamama, ya da Amerikan toplumunun tanıdığı ve onayladığı bir yere ait olamama durumu ikinci ve üçüncü nesil Ermenilerde ciddi sorunlara, kimlikleri hakkında endişelere neden olur. Ermeni çocuklarından bazıları isimlerinden ve burunlarından rahatsız olurlar.166

163 Konuş Halil Bey Konuş, s. 130. 164 Black Dog of Fate, s. 5. 165 A.g.e., s. 44. 166 Zabelle, s. 156.

95

İsimler ev ve arkadaş çevresinde Ermenice, okulda veya işte ise İngilizcedir. Torunların adları ise sadece Amerikan adlarından seçilir.167 İsim konusu edebî eserlerde yaygın olarak, kültürel değişimin ya da kabul edilme, onaylanma isteğinin, farklı olmama, toplumda herkes gibi olma düşüncesinin bir yansımasıdır. Örneğin Zabelle’de iki Ermeni genç kendi isimleri yerine Amerikan isimleri kullanırlar. Annesi bunu kabullenemez ve eski isimlerini kullanmaya devam eder. Annenin isim değişikliğine yüklediği anlam şöyledir: “Demek Ermeniler böyle bitecek. İlk önce sürüldük, sonra çocuklar dilimizi konuşmayı bıraktı, ve en sonunda yabancılarla evlendiler ve neredeyse yarım Ermeni bile olmayan çocuklar doğurdular.”168 Gerçekten de çocuklarının Ermenice öğrenmesinden, Ermenice kelimeler kullanmasından rahatsız olan ikinci kuşak Ermeniler vardır.169 Başka ülkelerde yaşayan ikinci ve üçüncü nesil Ermenilerin dillerini kaybetmelerine, Ermeni olmayan eşlerle evlenmelerine, ailenin onaylamadığı bir meslek seçmelerine kızan anne şöyle der: “Eski memlekette [Adana’da] kalsaydık, iyi bir kızla evlenirdi ve hepimiz aynı evde otururduk. Bu ülkede, düşündükleri tek şey seni annenden olabildiğince uzaklaştıran trenler ve uçaklar.”170

167 Vergeen, s. 256. 168 Zabelle, s. 148. 169 A.g.e., s. 222. 170 Zabelle, s. 150.

96

Aslında göç etmiş ya da etmemiş pek çok kültürde yeni nesiller Batının egemen kültüründen etkilenmekte ve kendi dillerini, kendi kültürlerini ikinci plana atabilmektedir. Aynı şekilde geniş aileler pek çok kültürde şehirleşme, endüstrileşme gibi nedenlerle yok olmuş ve yerini çekirdek aileye bırakmıştır. Çocukların ailenin onayladığı bir işi ve eşi seçme uygulaması da son derece nadir hale gelmektedir. Ancak en azından incelediğimiz eserlerde Ermenilerin bu durumu modernizasyona değil göçe ya da “eski memleketten” ayrılmalarına bağlamaları dikkate değerdir. Bir anlamda en azından bazı Ermeniler modernizmin en önemli eleştirmenlerinden Charles Taylor’un modernizmin marazları olarak nitelediği bireysellik ve onun getirdiği egemen Batı kültürünü benimseme gibi değişim ve dönüşümlerin nedenini eski memleketten ayrılmaya bağlamaktadırlar.

Ermeniler arasında dönemin fikir akımlarının ve siyasi oluşumlarının nasıl takip edildiğini göstermesi açısından Kirkor Ceyhan’ın anlattığı değirmenci Şiman önemli bir örnektir. Şimas Sivaslı bir değirmencidir. Okumaya son derece düşkündür. Sürekli gazete alır ve dünya siyasetini takip eder. Okudukları eserler arasında Kropotkin’in Etika171 adlı eseri de vardır.172 Şehre gidenlerden mutlaka Tan gazetesini getirtir. “Sertellerin

171 Peter Alexandroviç Kropotkin (1842-1921): Rus yazar. Adı genellikle anarşist komünizmle ilişkilendirilir. Ölümünden sonra basılan Etika adlı eseri etiği bir bilim olarak ele alır. 172 Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize, ss. 61-66.

97

Tan gazetesi173 olacak sakın başka gazete getirmeyin diye [de] sıkı sıkı tembihler.”174

X. Ortak Tarihe Bakış

İncelediğimiz eserlerde özellikle Ermeni tezi diyebileceğimiz tezi benimsemiş yazarların eserlerinde tarihe bakış açısı dikkate değerdir. Buna göre Türk Ermeni ilişkileri baştan beri bir ortaklığın, dostluğun, birlikte barış içinde var olmanın değil, bir mücadelenin, işgalin ve zulmün tarihidir. Ermenilerin ya da daha doğrusu gayrimüslimlerin Osmanlı devletinde askere alınmamalarından eserlerde şöyle bahsedilmiştir:

Silah taşımaları yasak olduğu için, [Ermeni] teba askerlik hizmetinden muaf tutuldu, ancak kendilerini Müslüman komşularına karşı savunacak araçları yoktu ve Müslüman mahkemelerinde hak iddia edemiyorlardı.175 Ermenilerin askere alınmamaları tarihsel olarak

doğrudur. Bu durum, sadece Ermenilere yönelik bir tutum değil aynı zamanda Rumlar ve Yahudiler için de geçerlidir. Osmanlı Devleti başlangıçta güvenlik sebepleriyle aldığı bu kararı daha sonra cephe gerisinde hayatın devamını idame ettirecek işlerin kalmaması için 173 Tan Gazetesi: 1935-1945 yılları arasında çıkan sol eğilimli günlük gazete. 174 Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize, s. 61. 175 Neither to Laugh Nor to Weep, s. XIV

98

büyük ölçüde fayda prensibinden dolayı uygulamıştır. Yazarın iddia ettiği Ermenilerin Müslüman mahkemelerinde hak iddia edemediği yargısı ise yanlıştır. Bu konuda yapılmış onlarca akademik çalışma ve kadı mahkemelerinde mevcut olan yüzlerce şeriyye sicilli vardır.176 Osmanlı döneminde Ermenilerin sadece fiziksel olarak değil, kültürel olarak da asimilasyona tabii tutuldukları, zorlamalara maruz bırakıldıkları, hatta kurallara uymayanların acımasızca cezalandırıldıkları ifade edilir. Buna göre:

Ermeni dilinin kullanımı Kayseri’de ve ülkenin diğer bölgelerinde yasaklandı. Ermeni toplumlarını fethettikten sonra Türkler Ermenilerin sadece Türkçe konuşmasını şart koştu. Aksi durumda bu yasağı ihlal eden talihsizler için uygulanan ceza, dillerinin kesilmesiydi. Pek çok gözü pek Ermeni’nin dili Vergeen’in büyük ninesi zamanında bile bu barbarca yöntemle kesildi. Anlaşılması güç bazı nedenlerden dolayı, köylerin çoğunda yaşayan Ermeniler bu yasaktan muaf tutuldu. Bu da şehirde yaşayan Ermenilerle köyde yaşayan Ermenilerin arasında sık sık tuhaf iletişim sorunlarına neden olurdu.177

Dil konusunda yazarın iddia ettiği yasaklara rastlamak mümkün değildir. Ancak şehirli Ermenilerle köylü Ermeniler arasında iletişim sorunu olduğu

176 Mehmet Mercan ve Mehmet Beşirli, “Sivasta 19. yüzyılın İlk Yarısında Türk Ermeni İlişkileri: Hoşgörü ve Birlikte Yaşam,” içinde Ninelerimizin Komşuları, Türk Ermeni İlişkilerinin Barışçı Yönleri, Liberte, Ankara, ss. 157-256. 177 Vergeen, s. XIII.

99

mümkündür. Bunun nedeni ise uzun süredir şehirlerde Türklerle iç içe yaşayan Ermenilerin Türkçe konuşuyor olmasıdır. Bu konuda en kayda değer örneklerden biri ilk Türkçe roman olarak değerlendirilen Akabi Hikyayesi’dir.178 1851 yılında yazılan bu eser Ermeniler için kaleme alınmıştır. Ancak Ermeniceyi anlamakta zorlanan Ermeniler bu eseri Ermenice yazılması durumunda okuyamayacaklardır. Yazar bunu düşünerek eseri Ermeni alfabesiyle Türkçe kaleme alır. Kitabı yayına hazırlayan Andrea Tietze’nin kitabın neden Türkçe yayınlandığı konusundaki yargısı Ermenilerin Türkçeye ve Ermeniceye bakışı hakkında bize bilgiler verir. Vartanian Efendi okuduğu Fransız romanlarına benzer bir eser vermek ister. Ancak o zamanın çetrefilli ve sadece kilise kitaplarında kullanılan Ermeniceyle bu eseri yazmasının bir anlamı olmayacak, zira Ermeniler onu anlayamayacaktır. O da kitabı Türkçe ancak Ermeni alfabesini kullanarak yazmaya karar verir. Böyle Osmanlıdaki Ermenilerin kolayca anlayabileceği Akabi Hikyayesi ortaya çıkar.179 Vartan Paşanın yazdığı eser bir istisna değildir. Ermenilerin Türkçeyi yaygın olarak kullandığını, ancak alfabede Ermeniceyi tercih

178 Eserin adı, pek çok alıntıda Akabi Hikâyesi olarak geçse de eserin orijinal adı kitapta Akabi Hikyayesi şeklinde iki y ile yazılmıştır: Vartan Paşa, Akabi Hikyayesi: İlk Türkçe Roman (1851), Hazırlayan Andreas Tietze, Eren, İstanbul 1991. 179 Akabi Hikyayesi, s. X.

100

ettiklerini gösteren çok sayıda kitap ve süreli yayın vardır.180

Dil konusunda zorlama olmadığını, ancak 1915’ten sonra diyasporadaki bazı Ermenilerin Türkçe kullanan Ermenileri eleştirdiğini gösteren örnekler vardır. Son Ermeni kitabının yazarı kitabın Türkçe basımına yazdığı ön sözde, çeviriye ön söz yazmaktan mutlu olduğunu ve bu çevirinin annesinin sevdiği dile olduğu için daha bir önemli olduğunu ifade eder. Bu durumu, yani Türkçenin annesinin sevdiği dil olmasını, bazı Ermenilerin ayıpladığı ifade eder ve şöyle der: “Bazı Ermeniler sanki bu ayıp bir şeymiş gibi parmaklarıyla gösterseler de.”181

Yazar, Ermenilerin -ian ya da -yan eklerini zorunlu olarak aldıkları Türkçe isimlerin sonuna eklediklerini, Ermenilerin ta baştan beri Türklerin gaddarlıklarına maruz kaldıklarını, evlerinin ve kiliselerinin yakıldığını, ayırt edilmeksizin çocukların ve yetişkinlerin öldürüldüğünü, çiftliklerin ve bağların talan edildiğini iddia eder. Ancak bütün bu olumsuz şartlara rağmen Ermeniler hemen her yerde daha müreffeh hale gelmişlerdir. Ermeniler büyük tüccar, zanaatkâr, mal ithal eden, üreten ve meslek sahibi insanlardır.182 Forty Days of Musa Dagh’ın yazarı da

180 Ayrıntılı bilgi için bkz: Kevork Limonciyan, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, Aras Yayıncılık, İstanbul, 2002. 181 Peter Najarian, Son Ermeni, çeviren Ece Eroğlu, Aras, İstanbul 2004, s. 13. 182 A.g.e., s. 29.

101

183 aşağı yukarı aynı cümlelerle bu yargıları ifade eder.184

İncelenen eserlerin neredeyse hemen hepsinde Türk Ermeni ilişkilerinin 1850 öncesi ya genel bazı ifadelerle bu dönemde de Türklerin Ermenilere zulmettiği şeklinde geçiştirilmiş ya da aynı zamanda bir tarihçi de olan Peter Balakian’ın eserinde olduğu gibi Ermeni tarihi anlatılırken 451 yılından 1908 yılına,185 ya da Marcom’un kitabında olduğu gibi 1453 yılından 1895 yılına geçilmiştir.

Tarihe bakış konusunda dikkati çeken başka bir konu da Hitlerin yaptıklarıyla sözde Ermeni soykırımı arasında sürekli bir paralellik kurulmasıdır. Bunun nedenlerinden biri Hitlere ait olduğu iddia edilen bir sözdür. Hitler kurmaylarıyla Yahudi soykırımını planlarken dünyanın bir süre sonra Almanların Yahudilere yaptığını unutacağını söylediği ve “kim hatırlıyor şimdi Ermenileri” dediği iddia edilir. Bu ifade, pek çok kitabın iç kapağına ya da giriş kısmına konulmuştur.186 Black Dog of Fate’in yazarı Pan-Türkizm ve Nazi Almanyası arasında paralellikler kurar.187 Hatta bir yazar tarihin dışına çıkarak II. Dünya Savaşında Nazi Almanyası tarafından kurulmuş toplama ve imha kampı Austwich hakkında 1910’lu

183 Three Apples Fell From Heaven, s. 163. 184 Forty Days of Musa Dagh, s. 10. 185 Black Dog of Fate, s. 157. 186 Vergeen, s. III; Black Dog of Fate, s. 278; Forty Days of Musa, s. X. 187 Black Dog of Fate, s. 157.

102

yıllarda İttihat ve Terakki Partisi üyelerini, Talat Paşa ile Şakir Bey’i konuşturur.188

İncelenen eserlerin büyük bir kısmındaki bakış açısına göre Ermenilerle Türkler ilk karşılaştıkları zamandan beri sürekli mücadele halinde olmuşlardır ve Türkler egemen güç ve çoğunluk oldukları için sürekli Ermenilere işkence etmişlerdir. Tarihsel olarak bunun böyle olup olmadığı ayrı bir konudur, ancak hemen aynı metinler içinde bahsedilen Ermenilerin yüksek memur, tüccar ve zanaatkâr olduğu durumu kendi içinde bile bir çelişki teşkil etmektedir.

Bu tarihsel bakışın okurda uyandırdığı izlenim 19. yüzyıl sonrası Türk Ermeni ilişkilerinde ortaya çıkan olumsuz durumun bir istisna olmadığı, bu sürecin eskiden beri devam ettiği ve bu dönemde biraz daha arttığı şeklindedir. İncelenen eserlerde İttihat ve Terakki’den sonra en çok adı geçen tarihî şahsiyet II. Abdülhamit’tir. Ermeni tezini benimseyen yazarlarca Kızıl Sultan, kanlı sultan, eli kana bulaşmış sultan olarak nitelenen II. Abdülhamit, Hamidiye Alaylarını, Ermenileri katletmek için kurdurmuş ve Müslümanları dini motivasyonlar kullanarak Hristiyanlara saldırtmıştır:

“Eli kanlı Sultan, Abdülhamit, Hristiyanlara karşı bir ferman çıkarmıştı. Peygamberin tazıları, Türkler, Kürtler ve Çerkezler yeşil sancağın altına yakmak, yağmalamak ve Ermenileri katletmek için koştular.”189 Sadece bir yazar Ermenileri tehcire tabii

188 Kıyamet Günü Yargıçları, s. 116. 189 Forty Days of Musa Dagh, s. 14.

103

tutan yönetimin İmparatorluğu padişahın elinden alan yöneticilerce yapıldığını söyler.190

Ermeni tezini benimseyen yazarlar, eserlerinde genellikle Ermenilerin çektiği acıdan bahsederler. Türkler, nadiren acı çeken, sıkıntı yaşayan yerinden yurdundan edilen insanlar olarak anlatılır. Sadece bir eserde yazar, seferberliğin her şeyi alt üst ettiğini, bütün düzenin değiştiğini, Ermeniler kadar Türklerin de bu işten zararlı çıktığını anlatır:

1918 yılı başlarında Zara perperişan. İhtida eden eski Ermeniler dışında kâffesi göçmüş. Nerelere ulaşmışlar, hangi derelerde toz toprak olmuşlar, bilen yok. Müslüman ahali bizden de berbat. Hiçbir aile yok ki oğlu Çanakkale’de, kocası Kafkaslarda, öteki oğlu Kut’ül-Amere’de, Kanal’da şehit olmasın. Her taraf kocakarı ve çiçeği burnunda dul gelin dolu.191 XI. Ermeni Olayları Osmanlı dönemindeki Ermeni isyanlarına bakış

konusunda incelediğimiz edebî eserlerde üç farklı bakış açısı vardır. Birinci bakış açısı Ermenilerin Osmanlı devletini zayıf gördüğü için fırsattan istifade etmeye çalıştıkları, yabancı devletlerle işbirliğine gittikleri ve ülkeye ihanet ettikleri şeklindedir. Bu anlayışın tipik bir örneği olan Figan’da Erzurum kadısıyla oğlu arasında şu konuşma geçer:

-Ermeniler bizden ne istiyor?

190 Seferberlik Türküleriyle Büyüdüm, s. 71. 191 Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize, s. 36.

104

-Huzurumuzun bozulmasını ve topraklarımızın parçalanmasını -Ne hakla? -Görüyorsun işte. Yaşadıkları topraklar üzerinde beklemedikleri huzuru bulunca ve de o toprakların öz sahipleriyle aynı muameleye tabi tutulunca rahatlık onları rahatsız etmeye başladı.192 Yazar aynı şekilde “düne kadar bizden zannettiğimiz, millet-i sadıka dediğimiz devletin en üst kademelerine getirdiğimiz Ermeni vatandaşlarımız en zayıf zamanımızda düşmanın yanında yer almış, her biri birer eşkıya kesilmiştir” der.193 İkinci bakış açısı da Ermenilerin adalet, eşitlik, özgürlük istediklerini ve bunu uygulamaya çalıştıklarını, bu yüzden Türklerin onlara saldırdığını,194 Ermenilerin yaptığının sadece “sivil protesto, nefs-i müdafaa ve katliama direniş” olduğunu, Türklerin Ermenilerden sadece ırklarından ya da dinlerinden dolayı nefret ettiklerini savunan görüştür.195 Forty Days of Musa Dagh romanının kahramanı, Parisli karısına, Türklerle Ermeniler arasındaki problemleri izah etmeye çalışır. Ancak durumu anlamakta zorlanan karısına sonunda şöyle der: “Juliette, sen anlayamazsın! Irkından dolayı kendisinden nefret edilmeyen hiç kimse anlayamaz bunu.”196

192 Figan, s.72. 193 Figan, s. 183. 194 Black Dog of Fate, s. 232. 195 A.g.e., s. 157. 196 Forty Days of Musa Dagh, s. 6.

105

Bunların yanında Ermenilerin de çeteler kurduğunu, yabancı devletlerle iş birliği yaptıklarını iddia eden ve bunu hamasi bir dille anlatan eserler de vardır: Zeytun’daki olayları onaylayan bir dil kullanarak anlatan yazar şunları söyler: “Zeytun kaynayan bir kazandı. Tüm halk tahrik olmuştu. Cesur Aslanlar dişine kadar silahlanmışlardı. Savaşa hazırdılar. Türk general iki bin askeriyle kışlaya çekilmişti ve sessiz duruyordu. Çevredeki bütün Müslüman köyleri Ermenilerin Adana’da dökülen hemşehrilerinin kanlarının intikamını alacaklarını hissettikleri için büyük korku içindeydiler.”197 Gerçekten de Türk köylerini basan Ermeniler köylüleri öldürürler ve yazar bundan şöyle bahseder: “köyde yaşayan altmış kadar Türk’ü ortadan kaldırdıktan sonra, hayatları için savaşmaya hazırdılar.”198 Aynı şekilde Ermeni çetecilerin yaptıkları şöyle anlatılır: “gece olunca, Türklerin yaptıklarının intikamını alırcasına, Ermeniler camileri ve Türk evlerini ateşe verdiler, sağda solda buldukları birkaç Türk’ü öldürdüler. Ve yine Ermeniler coşkuluydu ve birbirlerini tebrik ediyorlardı.”199 Bu anlatılarda Ermenilerin yaptıkları nefs-i müdafaa, medeni hakları isteme ya da katliama direnme şeklinde açıklanamaz. Çetecilerin yaptıkları sadece Türklere yönelik de değildir. Yazar bu durumu şöyle anlatır: “[Zeytun’da] Ermeni Ermeni’den korkuyordu. Ermeni Ermeni’nin hürriyetini ihlal etti. Güçlü zayıfa zulmetti ve acı 197 Neither to Laugh Nor to Weep, s. 46. 198 A.g.e., s. 58. 199 A.g.e., s. 46.

106

çektirdi. Sevilmeme ve saygı görmeme rağmen, bir gün kendi kilisem bile soyuldu.”200 Yazarın Zeytun’da hamasi duygularla anlattığı Ermeni çeteciler daha sonra Suriye’ye gider ve İngilizlere sığınır. Yazar bunu şöyle anlatır: “Bazen yiyecek almak için civardaki Türk köylerine saldırdılar. Cesur Aslanlar orada ta savaşın sonuna kadar kaldılar ve sonra Halep’e gittiler ve İngilizler tarafından ihtişam ve onurla karşılandılar.”201 Ermeni çeteciler sadece Zeytun bölgesinde değil başka bölgelerde de eylemlerine devam ederler. Yazar bu durumu şöyle ifade eder: “Soykırımdan önceki yıllarda hem Boghos hem de Garabed, akrabaları Mikçianlar’ın yaptığı gibi, Ermeni bir milliyetçi parti olan Taşnakları gizlice desteklediler. Ancak Mikçianlardan biri bir Türk generalin oğlunu pusuya düşürüp öldürdükleri zaman bunu hepsi hayatıyla ödedi.”202 Anne babası Ermeni olan ve tehcir sırasında Urfa’ya getirilen, orada Müslüman olan bir çocuğun hikâyesinin anlatıldığı Tehcir Çocukları adlı kitabın kahramanı şöyle der: “Savaşacaktınız, savaşı bilseydiniz. Savaşmıyacaktız, asırlardan belli savaşmadız gibi ele kalsaydız. Savaşmasaydız bize bi şey yapan mı oldu, göziz kör ola, bizi bu hallara

200 A.g.e., s. 58. 201 A.g.e., s. 82. 202 Vergeen, s. 182.

107

düşürdiz. Benim gibi parmak keder çocukları sehepsiz bıraktız.”203 Bunun yanında orta bir yolu savunan eserler de vardır. Babaannesinin hikâyesini anlatan Tehcir Çocukları yazarı şöyle der:

Bu malum tehcir olayında her iki taraf da eşit hatalıdır. Çünkü savaş sonrasında devlet kendi kendini müdafaa hakkını kullanmıştır ama bu müdafaa hakkını kullanırken de tehcir sırasında birtakım vatandaşlarımızın çok eziyet çekmesine ve insanlık dışı olaylara maruz kalmasına neden olmuştur.204 XII. Kahramanlar ve yazarlar

İncelenen eserlerde kahramanların kimler olduğu ve

yazarların hangi ortamda büyüdükleri ve yaşadıkları eserlerdeki bakış açılarıyla büyük ölçüde ilgilidir. Başka bir ifadeyle yazarların yaşadığı yer, yaşadığı zaman ve Türk Ermeni sorununun öğelerine bakışı arasında bir korelasyon vardır. Bu amaçla hikâyelerdeki kahramanların kimler olduğunu ve yazarların hangi şartlarda, hangi toplumda yaşadıklarını ve yazdıklarını bilmek bizim için faydalı olacaktır.

İncelenen eserlerden büyük bir çoğunluğu en azından kurgusal olarak anneannenin ya da babaannenin hikâyesidir. Bu eserlerin yazılış nedenleri üzerinde durmak faydalı olacaktır. İncelenen eserlerde Türk Ermeni ilişkileri genellikle bir kimlik problemi 203 İrfan Palalı, Tehcir Çocukları, Su Yayınları, İstanbul 2008, s. 160. 204 A.g.e., s. 58.

108

çerçevesinde gelişmiş ve yazılma sebebi olarak söz konusu kimliği bulma, bu kimlikle hesaplaşma düşüncesinden hareket etmiştir. Bazıları, yazmanın, anneannenin ya da babaannenin hikâyesini anlatmanın, bir insanlık görevi olduğunu ifade ederler.

İncelenen eserlerin önemli bir kısmında yazarlar anneannelerini, babaannelerini ya da anne babalarını yazmışlardır. Bunlardan Türkçe yazılmış Tehcir Çocukları Seferberlik Türküleriyle Büyüdüm, Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize, Kapıyı Kimler Çalıyor, Figan ve Can Kırıkları bu türdendir. İngilizcede de Zabelle, Three Apples Fell From Heaven, Forgetten Fire, Black Dog of Fate, ve Vergeen adlı eserler böyledir. Söyle Margos Nerelisen?, Biletimiz İstanbul’a Kesildi, Adım Agop Memleketim Tokat, Konuş Halil Bey Konuş, Güvercinim Harput’ta Kaldı, Yitik Evin Varisleri, Armıdan, Fırat’ın Öte Yanı, Atina, Tuzun Var mı?, Kapandı Kirve Kapıları ve Babam Aşkale’ye Gitmedi adlarını taşıyan eserler de daha çok yazarların kendi hikâyelerini anlatmaktadır.

Forty Days of Musa Dagh, Gavur Elo ve Baba ve Piç’de yazarlar aile bağlarının dışında kalan nedenlerden dolayı eserlerinde Türk Ermeni ilişkilerini eserlerine konu edinmişlerdir. Bunlardan Musa Dağında Kırk Gün kitabının yazarı, “Suriye’de bir çocuk kampında gördüğü yürek parçalayıcı durumdan hareketle” bu eseri kaleme aldığını söyler.205 Baba ve Piç’in yazarı yurt dışında, Amerika’da üniversitelerde hocalık yapmış ve sık sık yabancı topluluklara hitap eden biridir. Özellikle Amerika’da Türkler söz konusu 205 Forty Days of Musa Dagh, XII.

109

olduğundan gündeme gelen konulardan biri Türk Ermeni ilişkileridir. Yazar da eserin ortaya çıkış sebebini bu tür bir karşılaşma olarak vermektedir.206 Gavur Elo’da da yazarın asıl maksadı Türk Ermeni ilişkileri üzerinden Güneydoğu’daki sorunla ilgili bir mesaj verme çabasıdır.

Edebî eserlerin ya da babaannelerce anlatılan hikâyelerin gücünü göstermesi açısından aşağıdaki cümleler dikkate değerdir. Tehcirden sonra Lübnan’daki bir yetimhanede büyüyen kahraman sürekli geçmişini düşünmekte ve geçmişi onda üzerinden atamayacağı bir travma oluşturmaktadır. O hikâyelerin gücünü şöyle anlatır: “Görünmez tarih hikâyeleri nasıl bir bıçağı kaldırıp başka bir hayvanın

206 Röportaj için bkz.: Beni ilk harekete geçiren şey Ermeni-Amerikalı feminist bir akademisyen oldu. Bir kokteylde tanıştık. Ertesi gün bana bir mail attı: "Ben soykırıma uğramış bir Ermeni ailesinin torunuyum. Sen bir Türksün ve benim arkadaşım olabilmen için önce soykırımı tanıyıp tanımadığını öğrenmem lazım." Ona dedim ki, Amerikalı yazar Kurt Vonnegut’ın bir kitabında bir sahne vardır. 1915’te Türkiye’den kaçmak zorunda olan bir adamın oğlu babasına "Eğer günün birinde bir Türk ile karşılaşırsan ondan ne duymak istersin?" diye sorar. Baba da der ki, "Herhalde bir Türkten biz gittikten sonra yokluğumuzu hissedip hissetmediğini öğrenmek isterim." Ben de onu yazdım: Siz gittikten sonra memleketimiz daha çorak hale geldi. Kültürel, sanatsal, felsefi, toplumsal ve vicdani olarak pek çok açıdan çoraklaştık. Bu e-maili aldıktan hemen sonra çıktı geldi; kendisiyle dost olduk. Oradaki Ermenilerin yüzde 80’i için "yasını paylaşıyorum, yokluğunu hissediyorum" gibi basit cümleler bile yeterli. Filiz Aygündüz, "Ben siyasetçi ya da tarihçi değil, yazarım; benim derdim insanla", Milliyet, 5 Mart 2006.

110

ya da insanın bedenine saplayacak ya da onu yarı otomatik bir silahla katledecek kadar güçlü olabilir?”207 Başka bir yazar da Amerika’da kendine bir geçmiş aradığını, ailesinin ona Ermenisin dediğini, ancak Ermenistan’la ilgili hiçbir şey bulamadığını, daha sonra şimdiki Türkiye olarak adlandırılan yerin eskiden Ermenistan olduğunu öğrendiğini ifade ediyor. Devamında yazar “Ben Ermenistan olarak adlandırılan bu şeye ait olduğumu hatırlamaya zorlandım” diyor.208 Özellikle Ermeni yazarların bu tür konularda yazma amaçlarından biri de bu eylemin Ermeni bireyleri arasında bir bağ oluşturması, ortak bir kimliğe olabilecek muhtemel katkıdır. Son Ermeni kitabının yazarı şöyle der: “Bizi birbirimize bağlayan şeyin ne olduğunu bilmek için her birimizin hikâyesini duymak çok önemli.”209 Bir anlamda özellikle Ermeni yazarların yazma nedeni olarak köklerini keşfetme duygusu veya düşüncesini görebiliriz. Özellikle Batıda yaşayan Ermeniler için bu süreç söz konusu olduğunda içinde bulundukları toplumdan kaynaklanan ve süreci etkileyen olaylar ve olgular vardır. Bunlardan birincisi Ermenilerin kendi tarihlerini araştırmaları sürecinde ulaşabildikleri kaynakların büyük ölçüde Osmanlı topraklarındaki misyonerlerin hazırladıkları kaynaklar olması kaçınılmazdır. Bu kaynaklar çoğunlukla “Hristiyan Ermeniler, Müslüman Türkler tarafından eziyete, zulme, haksızlığa maruz bırakılıyorlar” 207 The Day Dreaming Boy, s. 200. 208 Black Dog of Fate, s. 117. 209 Son Ermeni, s. 19.

111

şeklindedir. Bu yüzden Ermeni tezini benimseyen yazarların eserlerindeki Türk imgesiyle, misyonerlerin yazdıkları mektuplar ve hatıralardaki Türk imgesi birbirine son derece benzemektedir. Her iki grubun tarihe bakışı konusunda da büyük bir benzerlik söz konusudur.210 Yazarların hangi toplumda yetiştiği ve/ya yaşadığı bakış açılarını etkilemesi nedeniyle önemlidir. İncelediğimiz yazarlardan Ermeni olanlardan Kirkor Ceyhan, Mıgırdıç Margosyan, Agop Arslanyan, Raffi Kebapcıyan, Hamasdeğ, Vahan Totovents, Hagop Mintzuri, Zaven Biberyan en azından Türk toplumunu tanıyacak kadar birlikte yaşama pratiğine şahit olmuşlardır. Bu yazarların eserlerinde iyi Türkler olduğu gibi iyi Ermeniler de vardır. Kötü Türkler olduğu gibi kötü Ermeniler de vardır. Bu gruptaki yazarların eserlerinde Türk Ermeni ilişkilerinin sorunlu tarafları olduğu gibi dostluğa, bir arada barış içinde yaşamaya dayalı tarafları da vardır.

Yine Ermeni asıllı yazarlardan Peter Balakian, Nancy Krikoryan, Abraham Hartunian, Adam Bagdasarian, Mae Derdarian ve Micheline Marcom Türklerle bir arada yaşamamışlardır. Bu gruptaki yazarların hemen hepsi, Batı toplumları içinde büyümüş ve hayatı büyük ölçüde orada keşfetmişlerdir. Bu gruptaki yazarların eserlerinde ortak geçmişe

210 Seçil Akgün, “Amerikalı Misyonerlerin Raporlarında Türk İmajı”, I. Uluslararası Seyahatnamelerde Türk ve Batı İmajı Sempozyumu, (28.10-1.11.1985), Eskişehir, 1987; Seçil Akgün, “Amerikalı Misyonerlerin Anadolu’ya Bakışları”, Ankara Üniversitesi OTAM, S.3, Ankara 1992, s.1-16.

112

yönelik son derece olumsuz bir bakış söz konusudur. Türkler, çoğunlukla karakterlerinden, dinlerinden, milliyetlerinden kaynaklanan nedenlerden dolayı kötüdürler. 1915 olayları bir istisna değil, yüzlerce yılın getirdiği bir sonuç, bir üründür.

113

III. SONUÇ Bu çalışmada on beşi Türkçe, sekizi İngilizce, yedisi de Ermeniceden Türkçeye çevrilmiş toplam otuz eser incelenmiştir. Bu eserlerden hareketle Türk Ermeni sorununun edebî eserlere nasıl yansıdığına bakılmıştır. Ulaşılan sonuçlar Türk Ermeni ilişkilerinin tarihi, kurgu ve sunum, Türk ve Ermeni imgeleri, Avrupaî bakış açısı, misyonerlik ve yabancı devletler, memleket imgesi, gelecek tasavvuru, modernleşme, tarihe bakış, kahramanların ve yazarların durumu başlıkları altında değerlendirilmiştir.

Genel olarak Türk-Ermeni birlikteliği hakkında yazılan eserlerden İngilizce yazılmış olanlar bu konu hakkında Türkler açısından daha katı, daha kindar, diyaloğa kapalı, karşı tarafı düşmanca genellemelerle niteleyen ve Türk Ermeni birlikteliğinin en temel konularında bile son derece bilgisiz bir tutum içindedirler.

Aynı konuda Türkçe yazılmış eserlere bakıldığında Türk Ermeni birlikteliğinin sorunlu dönemi diğer eserlerde olduğu gibi önemli bir yer tutmasına rağmen, bu eserlerde daha anlayışlı, düşmanlıklardan çok dostlukları ön plana çıkaran, insanları değişmez kategoriler içinde değil zamana, mekâna ve kişiye göre değerlendiren bir tutum söz konusudur.

Aynı yargıları aşağı yukarı kuşaklar için de söyleyebiliriz. Yani 1915’e tarihsel olarak daha yakın yaşamış yazarların eserlerinde genelleyen tutumlar hiç

114

olmamasına ya da nadir olmasına karşın, bu tarihten çok daha sonra yaşamış yazarların eserlerinde daha katı, daha yargılayıcı ve tek yanlı bir tutum görebiliyoruz.

Her iki tutumun elbette birtakım nedenleri vardır. Bunlardan en önemlileri edebî eserlerin belli bir okur kitlesi için yazılması ve aslında yazarın okuru etkilediği kadar okurun da yazarı etkilediği gerçeğidir. Bu konuda İngilizce yazan bir yazar, daha başlangıçta dilin imkânlarını ve kültürel kalıplarını kullanmaya açıktır. 2000’li yıllarda Batıda yazılmış ve Doğu hakkında, Müslümanlar hakkında, hatta Türkler hakkında olumlu şeyler söyleyen ve son derece başarılı olmuş çok az eser vardır. İngilizce’de yazan bir yazar ya ister istemez başarısızlık riskini göze alacak ya da dalgaların akışına doğru kürek çekecektir. Başat kültür ve o kültürün taşıyıcısı olan dil, yazarı ister istemez belli yönde zorlayacaktır. Yurtdışında özellikle de Amerikadaki okurlar için yazan ve doğal olarak geniş bir okur kitlesine hitap etmek isteyen yazarların halletmeleri gereken bir sorun vardır: hem Türkler hem Ermeniler Amerikalı sıradan okur için tanınan, bilinen dolayısıyla da hayatları, tarihleri, savaşları merak edilecek gruplar değillerdir. Bu iki grubu daha geniş ve Amerikalıların da taraf olabileceği ya da tavır takınabileceği gruplarla ilişkilendirmek daha geniş bir okur kitlesi için doğru bir adımdır. Bu geniş gruplar da yazarların eserlerinde Müslümanlar ve Hristiyanlar şeklinde görünmektedir. Ermeniler doğal olarak Hristiyanlıkla, Türkler de Müslümanlıkla ilişkilendirilmekte ve bir anlamda

115

mücadele, Ermenilerle Türkler arasında değil Hristiyanlarla Müslümanlar arasında geçmektedir.

İncelenen eserlerde gerçek ve kurgu iç içe girmiştir. Bazı eserlerde hangi kısımların gerçek hangi kısımların kurgu olduğunu anlamak zaman zaman son derece güç hale gelebilir. Özellikle İngilizce yazılmış eserlerin büyük bir kısmında haritalar, raporlar, fotoğraflar, mektuplar kullanılmıştır. Bunların bir kısmı kurgu olduğu gibi önemli bir kısmı da gerçek belgelerdir. Bu durumun, dikkatli olmayan okurda bir yanılma oluşturma, özellikle kurgusal metinleri de gerçek metinler gibi algılatma ihtimali vardır. Yazarlar da bir anlamda bunu kastetmiş, verecekleri mesajı kurgunun imkânlarından ve gerçek belgelerin inandırıcılığından yararlanarak vermek istemiş olabilirler.

İngilizce yazılmış eserlerin reklam boyutunun son derece zengin olduğunu görmek mümkündür. Kitapların ön arka ve iç kapaklarına o kitapla ve Türk Ermeni sorunuyla ilgili farklı dergi ve gazetelerde çıkmış yazıların kısa alıntıları yapılmıştır. Bazı kitaplarda alıntı sayısı yirmiye kadar çıkmıştır. Alıntı yapılan kaynaklar arasında Newyork Times Book Review, Chicago Tribune gibi Amerika’nın önde gelen kitap ekleri ve gazeteler vardır. Bu durum da bu kitapların ciddi bir halkla ilişkiler ve satış sürecine tabii tutulduklarının göstergesi olabilir. Türk Ermeni sorununa bakışları açısından incelenen eserleri iki ana kategoriye ayırmak mümkündür. Bunlardan birincisinde Türklerle Ermenilerin aslında yüzyıllardır hep mücadele halinde

116

oldukları ve bu mücadelenin 19. yüzyılın sonlarına doğru zirveye çıktığı ana fikri vardır. Buna göre Türklerin Ermenileri tehcire tabii tutması belli bir zamana, siyasal şartlara özgü bir gelişme değil yüzyılların getirdiği bir sonuçtur. Bu kategoriye giren eserlerde, Osmanlı dönemi de ayrıntılı olmasa da Türklerle Ermenilerin ilişkilerinin kötü olduğu bir dönem olarak sunulur. İkinci kategoriye girebilecek eserlerde ise yaygın ana fikir şudur: Türklerle Ermeniler uzun süren bir dostluk, komşuluk, hemşehrilik dönemini birlikte yaşamışlardır. Bu süreçte olumsuz olaylar olduğu kadar olumlu olaylar da vardır. Tehcir kararı ve sonrasında yaşananlar yüzyıllardır devam eden bir birikimin sonucu değil, belli bir döneme ve şartlara özgü uygulamalardır. Eserlerin yazarları konusunda şöyle bir çıkarım yapmak zorlama olmaz: Yazarlar arasında karşı grupla kısa süreliğine de olsa bir arada yaşamış olan yazarların olaylara bakışı daha ılımlı ve eserlerindeki tek boyutlu tiplerin sayısı daha azdır. Başka bir deyişle birlikte yaşamış yazarların eserlerinde karşı grup üyeleri daima kötü, ait olunan grubun üyeleri ise daima iyidir. Örneğin Türklerle kısa süreliğine de olsa bir arada yaşamış Ermeni yazarların eserlerinde kötü Türkler olduğu gibi iyi Türkler de vardır. Kötü Türklerin kötülüğü ise milliyetlerinden, dinlerinden, tabiatlarından değil cehaletlerinden kaynaklanmaktadır. Türklerle bir arada yaşamamış Ermeni ya da Ermeni olmayan yazarların eserlerinde ise neredeyse iyi Türk yoktur ve bu durum Türklerin milliyetlerinden,

117

inançlarından ve tabiatlarından kaynaklanmaktadır. Bu gruptaki yazarlar Ermenileri tüccar, medeni, kitap kurdu ve Avrupalı olarak yüceltirken Türkleri de barbar, fanatik, geri kalmış, cinsel olarak sapkın kimseler olarak aşağılamaktadırlar. İngilizce eserlerin önemli bir kısmında Avrupai bir bakış açısı görmek mümkündür. Bazı yazarlar Türk Ermeni tarihini 1453 yılından itibaren başlatmaktadırlar. Aynı şekilde Ermeni kahramanların ağzından yüzyıllardır yaşadıkları Anadolu toprakları için ve kurgu gereği hâlâ orada yaşarken “Doğu’nun bu karanlık köşesinde” diyen yazarlar vardır. Aynı şekilde misyonerlerin hatıralarındaki Türk imajıyla Ermeni asıllı yazarlar tarafından İngilizce yazılmış eserlerdeki Türk imgesi arasında ciddi benzerlikler vardır. Bütün bunlar aslında kısmen de olsa bazı yazarların aile büyüklerinden dinledikleri hatıraları, içinde yetiştikleri toplumun Türkiye’ye bakışıyla birleştirdikleri şeklinde yorumlanabilir. Misyonerlerin ve yabancı devletlerin Türk Ermeni sorununun ortaya çıkmasında ve mevcut hale gelmesinde ciddi katkıları olmuştur. Edebî eserlerde Ermenilerin Türk komşularına bakışını değiştiren süreç izlenebilir. Hatıratla kurgunun karıştığı edebî eserlerde Ermenilerin yabancı diller öğrendiği, Amerika’ya daha yoğun bir şekilde gittiği, gitmeyenlerin bile oradaki gelişmeleri takip ettiği ve onlardan faydalandığı görülür. Yine bu eserlerde misyonerlere ve Amerika görmüş Ermenilere karşı son derece derin bir saygının olduğu ilginç ve çarpıcı örneklerle görülebilir.

118

İncelenen eserlerde çizilen memleket imgesi iki yönlüdür. Birincisi, Osmanlı topraklarından ayrılan Ermenilerin yazdığı eserlerdeki memleket imgesidir. Bu imgeye göre Ermenilerin eskiden yaşadıkları topraklar adeta bir masal ülkesi, bir dünya cennetidir. Bu imge kısaca bereketli topraklar üstünde mutluluk içinde yaşayan sağlıklı insanlar topluluğu olarak özetlenebilir. Bu dünya cenneti imgesinin anneannesinin ya da babaannesinin hikâyesini değil de kendi hikâyesini anlatan yazarların eserlerinde olduğunu belirtmeliyiz. Bu imge söz konusu yazarların tarihe ve Türklere bakışıyla da paralellik arz eder.

Memleket imgesinin ikinci yönü ise bazı Ermenilerin aslen Osmanlı topraklarında eskiden beri yaşamış olmalarına rağmen memleket, vatan denince akıllarına Ermenistan’ın gelmesi ve oraya özlemle ve beklentiyle bakmalarıdır.

Türk Ermeni sorununa hangi açıdan bakarsa baksın incelenen eserlerde rahatlıkla ve yaygın olarak görülebilecek bir konu Türkler ve Ermeniler arasındaki ortaklıklardır. Dilden yemeklere, masal öğelerinden batıl inançlara, aile bireyleri arasındaki ilişkilerden evlenme tarzlarına kadar iki grup arasında edebî eserlerde gözlemlendiği kadarıyla yüzlerce ortaklık vardır. İstanbul’a gelip bir Ermeni’nin evinde kalan Alman Helmuth von Moltke’nin Ermenilerle Türkler arasındaki benzerliklerden hareketle Ermeniler için kullandığı “Hristiyan Türkler” ibaresini destekleyecek malzeme edebî eserlerde fazlasıyla vardır. Ortaklıklar ve benzerlikler sadece Türkçe yazılmış eserlerde değil yabancı dillerde yazılmış eserlerde de söz konusudur.

119

İncelenen eserlerde en dikkat çeken konulardan biri bir gelecek tasavvuru ya da bir arada yaşama tasavvurunun olmayışıdır. Bu, Elif Şafak’ın Baba ve Piç adlı romanı hariç, hemen hemen tüm eserler için geçerlidir. Bunun birkaç nedeni olabilir. Birincisi her iki grup yazarın karşı grupla yaşamayı pratik bir ihtimal dâhilinde görmüyor olmasıdır. Başka bir ifadeyle diyasporada ya da Türkiye’de yazan yazarlar için gerçek anlamda bir Türk ya da Ermeni toplumu söz konusu değildir.

Bu yokluğun ikinci bir nedeni de yazarların her iki grup üyelerinin bir arada barış içinde yaşayamayacağına olan inançları olabilir. Türkçe’de Figan veya İngilizce’de Three Apples Fell From Heaven adlı kitaplarda çizilen Türk ve Ermeni tiplerine bakılınca bir arada yaşama tasavvurunun olmaması anlaşılır bir durumdur. Bu tür eserlere göre her iki grup üyeleri milliyetlerinden, dinlerinden ve tabiatlarından kaynaklanan nedenlerden ötürü kötüdürler. İncelenen eserlerde birlikte yaşama ya da gelecek tasavvurunun olmamasının nedeni Türkçe yazan Kirkor Ceyhan ve Mıgırdıç Margosyan gibi yazarlar için konuyu sadece hatırat anlatma çerçevesinde görmekten kaynaklanıyor da olabilir. Nitekim bu eserlerin ağırlıklı yönü kurgudan çok hatıralardır. Ulaşabildiğimiz kadarıyla Türkler ve Ermeniler için bir gelecek tasavvuru içeren tek eser Elif Şafak’ın Baba ve Piç adlı eseridir. Bu eserin mesajı Ermeniler ve Türkler biraz birbirlerine saygı duyar ve anlamaya

120

çalışırlarsa barışçı bir geleceğin ihtimal dâhilinde olabileceğidir. Ermenilerin modernleşme süreci de kayda değer ayrıntılarla ve içten gözlemlerle edebî eserlere yansımıştır. Osmanlı döneminde, Türklerden çok daha önce Batı’yı tanıyan Ermenilerin bir kısmının, daha Batı’ya gitmeden dinlerini, Batılı ülkelere gittikten sonra da adlarını, dillerini ve kültürlerini kaybettiklerini görmek mümkündür. İşin dikkate değer tarafı bazı edebî eserlerde modernleşmenin pek çok Batı dışı topluma yaptığı dönüştürme eyleminin suçlusu olarak Türklerin, ya da tehcir olayının görülmesidir. Türk Ermeni tarihi konusunda eserlerin bir kısmında dikkat çeken bir konu uzun bir geçmişe sahip bu iki grubun tarihine çoğunlukla problemli dönemin penceresinden bakılması ve öncesinin de aynı çerçevede değerlendirilmesidir. Aynı tarihi döneme, yani 1915 öncesine yer veren Ermeniler tarafından Türkçe yazılmış eserlerde birbirini kabul etmiş, birbirine saygılı iki toplumun yansımaları rahatlıkla görülebilir. Bunu birinci gruptaki yazarların tecrübelerinden çok içinde bulundukları Batı toplumlarının Türklere bakışını tevarüs ettikleri, içselleştirdikleri şeklinde açıklamak mümkündür. Eserlerin çok büyük bir kısmı ya aile hikâyelerinden hareketle kurgulanmış metinlerdir ya da yazar bizzat kendi hikâyesini kurgu-hatırat karışımı bir üslupta anlatmıştır. Bu konuda dikkat çekici bir gözlem, kendi hikâyesini anlatanların daha ılımlı, karşı tarafı toptan mahkûm eden yargılamalardan kaçınan bir tavır sergilemeleri, başkasının hikâyesini anlatan

121

yazarların ise daha katı, daha uzlaşma karşıtı olmaları, genellemeler yapan, toptan yargılamalarda bulunan bir tavır takınmalarıdır.

122

KAYNAKÇA

Türkçe Eserler

1. Akhanlı, Doğan, Kıyamet Günü Yargıçları, Belge, İstanbul 2003.

2. Aslanyan, Agop, Adım Agop Memleketim Tokat, Aras Yayınları, İstanbul 2006.

3. Ceyhan, Kirkor, Kapıyı Kimler Çalıyor, Belge Yayınları, İstanbul 1990.

4. Ceyhan, Kirkor, Seferberlik Türküleriyle Büyüdüm, Aras Yayınları, İstanbul 1996.

5. Ceyhan, Kirkor, Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize, Aras Yayınları, İstanbul 2000.

6. Çelik, Jaklin, Yılanın Yolu, Aras Yayınları, İstanbul 2003.

7. Fundermann, Baran, Gâvur Elo, Belge Yayınları, İstanbul 1999.

8. Karakaşlı, Karin, Can Kırıkları, Doğan Kitap, İstanbul 2009.

9. Kebabcıyan, Raffi, Konuş Halil Bey Konuş, Aras Yayınları, İstanbul 2000.

10. Margosyan, Mıgırdıç, Biletimiz İstanbul’a Kesildi, Aras Yayınları, İstanbul 2003.

11. Margosyan, Mıgırdıç, Gâvur Mahallesi, Aras Yayınları, İstanbul 1996.

12. Margosyan, Mıgırdıç, Söyle Margos Nerelisen?, Aras Yayınları, İstanbul 1997.

13. Palalı, İrfan, Tehcir Çocukları, Su Yayınları, İstanbul 2008.

14. Şafak, Elif, Baba ve Piç, Metis, İstanbul 2006.

123

15. Yıldız, Ahmet Günbay, Figan, Timaş Yayınları, İstanbul 2003.

İngilizce ve Çeviri Eserler

1. Bagdasarian, Adam, Forgotten Fire, Laurel-

Leaf, Newyork 2002. 2. Balakian, Peter, Black Dog of Fate, Broadway

Books, Newyork 1998. 3. Biberyan, Zaven, Babam Aşkale’ye Gitmedi,

çeviren Silvart Malhasyan, Aras, İstanbul 2000. 4. Derdarian, Mae, Vergeen, Atmus Press, Los

Angeles 1996. 5. Hamasdeğ, Güvercinim Harput’ta Kaldı,

çeviren Serkis Saropyan, Aras Yayınları, İstanbul 1998.

6. Hartunian, Abraham H., Neither to Laugh Nor To Weep, Armenian Heritage Press, Cambridge 1986.

7. Krikoryan, Nancy, Zabelle, Bard, Newyork 1990.

8. Marcom, Micheline A., Day Dreaming Boy, Riverhead, Newyork 2004.

9. Marcom, Micheline A., Three Appless Fell From Heaven, Riverhead Books, Newyork 2001.

10. Mavyan, Vahram, Her Yerde Ermeni Var, çeviren Klemans Çelik, Aras Yayınları, İstanbul 2003.

124

11. Mintzuri, Hagop, Armıdan Fırat’ın Öte Yanı, çeviren Silva Kuyumcuyan, Aras Yayınları, İstanbul 2003.

12. Mintzuri, Hagop, Atina, Tuzun Var mı?, çeviren Silva Kuyumcuyan, Aras Yayınları, İstanbul 2000.

13. Mintzuri, Hagop, Kapandı Kirve Kapıları, çeviren Nurhan Büyük Kürkciyan, Aras Yayınları, İstanbul 2002.

14. Najarian, Peter, Son Ermeni, çeviren Ece Eroğlu, Aras Yayınları, İstanbul 2004.

15. Totovents, Vahan, Yitik Evin Vârisleri, çeviren Najda Demircioğlu, Aras Yayınları İstanbul 2002.

16. Werfel, Franz, Forty Days of Musa Dagh, Carrol & Graf Publishers, Newyork 2002.

17. Zohrab, Kirkor, Öyküler, çeviren Hermon Araks, Aras Yayınları, İstanbul 2001.

Yararlanılan Diğer Kaynaklar 1. Açıkses, Erdal, “Amerikalı Misyonerlerin

Raporlarında Türk İmajı”, I. Uluslararası Seyahatnamelerde Türk ve Batı İmajı Sempozyumu, (28.X-1.XI.1985), Eskişehir 1987, s. 336-352.

2. Açıkses, Erdal, Amerikalıların Harput’taki Misyonerlik Faaliyetleri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2003.

3. Akçam, Taner, A Shameful Act, Metropolitan Books, Newyork 2006.

125

4. Akçam, Taner, Ermeni Meselesi Hallolunmuştur, İletişim Yayınları, İstanbul 2005.

5. Akgün Seçil, “Amerikan Misyonerlerinin Ermeni Meselesinde Rolü”, Atatürk Yolu, S.1, Mayıs 1988.

6. Akgün, Seçil, “Amerikalı Misyonerlerin Raporlarında Türk İmajı”, I. Uluslararası Seyahatnamelerde Türk ve Batı İmajı Sempozyumu, (28.10-1.11.1985), Eskişehir, 1987.

7. Akgün, Seçil, “Amerikalı Misyonerlerin Anadolu’ya Bakışları”, Ankara Üniversitesi OTAM, S.3, Ankara 1992, s. 1-16.

8. Altun, Fahrettin, Modernleşme Kuramı, Küre, İstanbul 2004.

9. Arı, Ahmet, “Fars Şiiri mi? Farsça Şiir mi? Klâsik Türk Şiir Geleneğinin Oluşumu ve Sınırları Hakkında Düşünceler,” BİLİG Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, S. 25, Bahar 2003, ss. 173-203.

10. Armaoğlu, Fahir, Türkiye’deki Amerikan Okulları Krizi”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C.X III, S. 37, Mart 1997, s. 1-2.

11. Aygündüz, Filizi [Elif Şafakla Konuşma], "Ben siyasetçi ya da tarihçi değil, yazarım; benim derdim insanla", Milliyet, 5 Mart 2006.

12. Ayhan, Sacit, Türk Edebiyatında Azınlıklar, 1872-1950, Basılmamış doktora tezi, Uludağ Üniversitesi, 2008.

126

13. A Reference Guide to Modern Armenian Literature, 1500-1920, Compiled and with an Introduction by Kevork B. Bardakjian, Wayne State University Press, Detroit 2000.

14. Baron, James L., Daybreak in Turkey, Pilgrim Press, Boston 1908.

15. Başkal, Zekeriya ve diğer., Ninelerimizin Komşuları, Liberte Yayınları, İstanbul 2009.

16. Çakıllıkoyak, Hüseyin, Diasporada Ermeni Kimliği, Paris ve Halep Örneği, Yeditepe, İstanbul 2005.

17. Çark, Rh. Y. G., Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler, Yeni Matbaa, İstanbul 1953.

18. Dabağyan, Levon Panos, Türkiye Ermenileri Tarihi, I Q Kültür Sanat Yayınları, İstanbul 2003.

19. Dankoff, Robert, Armenian Loanwords in Turkish, Wiesbaden, 1995.

20. Demirci, Süleyman, The Functioning of Ottoman Avâriz Taxation: An Aspect of theRelationship Between Centre and Periphery. A Case Study of the Province of Karaman, 1621 -1700, (Basılmamış Doktora Tezi), Durham Üniversitesi, Durham 2001.

21. Duymaz, Recep, “Romancı Gözüyle Ermeniler-1” Hoşgörü Toplumunda Ermeniler, Erciyes Üniversitesi, I. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Sempozyumu, C.4, s. 55-76, Kayseri.

127

22. Eren, Hasan, “Türkçedeki Ermenice Alıntılar Üzerine”, Türk Dili, sayı 524, s. 859-904, Ankara, 1995.

23. Güngör, Erol, Türkiye’de Misyoner Faaliyetleri, Ötüken, İstanbul 2007.

24. Gürün, Gürün, Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983.

25. Göyünç, Nejat, “Osmanlı Devleti’nde Ermeniler Hakkında”, Osmanlı’dan Günümüze Ermeni Sorunu, ed. Hasan Celal Güzel, Yeni Türkiye Yayını, ss. 35-43, Ankara 2000.

26. Halaçoğlu, Yusuf, Sürgünden Soykırıma Ermeni İddiaları, Babıali Kültür Yayıncılığı, İstanbul 2006.

27. İnal, İbnülemin Mahmut Kemâl, Hoş Seda: Son Asır Türk Musikişinasları, Türkiye İş Bankası, İstanbul 1958.

28. İpek, Nedim, “Anadolu’dan Amerika’ya Ermeni Göçü,” OTAM, S.6, Ankara 1995

29. Kankal, Ahmet, “Ermeni Edebiyatında Türk ve Ermeni Toplumları Arasındaki Komşuluk İlişkilerine Bakış,” Hoşgörü Toplumunda Ermeniler, Erciyes Üniversitesi, I.Uluslararası Sosyal Araştırmalar Sempozyumu, C.1, s. 222-235, Kayseri.

30. Kaplan, Mehmet, Şiir Tahlilleri II, Dergâh Yayınları, İstanbul 1998.

31. Karaağaç, Günay, “Türk-Ermeni Dil İlişkileri”, Türkiye Günlüğü, Ermeni Özel Sayısı II, s. 967-973, Ankara, 2001

128

32. Karaca, Birsen, Ermeni Edebiyatı Seçkisi, Ankara: Kültür Bakanlığı, 2001.

33. Kocabaşoğlu, Uygur, Kendi Belgeleriyle Anadoludaki Amerika, 19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğundaki Amerikan Misyoner Okulları, Arba Yayınları, İstanbul 1989.

34. Köprülü, Fuad, “Türk Edebiyatının Ermeni Edebiyatı Üzerindeki Te’siratı”, Darülfünun Edebiyat Fakültesi Mecmuası, I (1922), ss. 23-24.

35. Kumrular, Özlem (editör), Dünyada Türk İmgesi, Kitap Yayınevi, İstanbul 2005.

36. Kutalmış,Mehmet, Ermenistan ve Ermeni Diyasporasında Türkçe, Türkiye’de Ermenice, S. 1, Afyon Kocatepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, 01.06.2003.

37. Laçiner, Sedat, Türkler ve Ermeniler, Usak, Ankara 2005.

38. Lekesiz, Ömer, “Türkçe Edebiyatın Ermeni Yazarları,” Yeni Şafak, 07.02.2007.

39. Lewis, Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, çeviren Metin Kıratlı, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2004.

40. Limonciyan, Kevork, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, Aras Yayıncılık, İstanbul, 2002.

41. McCharty, Justin, The Ottoman Peoples and the End of the Empire, İmparatorluğun Sonu, Oxford University Press, Newyork 2001.

42. McCharty, Justin, Death and Exile, The Ethnic Cleansing of Ottoman Muslims, 1821-1921, The Darwin Press, New Jersey, 1995.

129

43. Millas, Herkül, Türk Romanı ve “Öteki,” Ulusal Kimlikte Yunan İmajı, Sabancı Üniversitesi, İstanbul 2000.

44. Moltke Helmuth Von, Moltke’nin Türkiye Mektupları, çeviren Hayrullah Örs, Varlık Yayınları, İstanbul 1969.

45. Okay, Orhan, “Kırk Yıl Önceki Pariste Eski Vatandaşlarımız”, Zaman Gazetesi, 06.05.2001.

46. Öke, Mim Kemal, Yüzyılın Kan Davası Ermeni Sorunu, 1914-1923, Aksoy Yayıncılık, İstanbul 2001.

47. Önem, Murat, Türkçe Yazan Ermeni Yazarlarda Türk ve Ermeni İmajı (Zaven Biberyan, Kirkor Ceyhan, Agop Arslanyan, Mıgırdiç Margosyan, Markar Esayan),Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gaziosmanpaşa Üniversitesi, 2009.

48. Sarıçiçek, Mümtaz, “Kirkor Ceyhan’ın Öykülerinde Türk Ermeni İlişkileri,” Hoşgörü Toplumunda Ermeniler, Erciyes Üniversitesi, I. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Sempozyumu, C.1, ss. 355-363, Kayseri.

49. Taylor, Charles, The Ethics of Authenticity, Cambridge, Harvard University Press, 2000.

50. Timur, Taner, Osmanlı Toplumunda Tarih Toplum ve Kimlik, Ankara: İmge Yayınları, İstanbul 2002.

51. Tuğlacı, Pars, Osmanlı Mimarlığında Batılılaşma Dönemi ve Balyan Ailesi, İnkılâp ve Ata Kitabevleri, İstanbul 1981.

130

52. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü, http://tdkterim.gov.tr/ttas/?kategori=derlay&kelime=yadımak [03.01.2010]

53. Türkmen, Fikret, Türk Halk Edebiyatının Ermeni Kültürüne Tesirleri, Akademi Kitabevi, İzmir 1992.

54. Uras, Esat, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları, İstanbul 1974.

55. Vartan Paşa, Akabi Hikyayesi: İlk Türkçe Roman (1851), Hazırlayan Andreas Tietze, Eren, İstanbul 1991.

56. Yalçın, Kemal, Seninle Güler Yüreğim, Bir Zamanlar Yayıncılık, İstanbul 2005

57. Zekiyan, Boğos Levon, Ermeniler ve Modernite, Gelenek ve Yenileşme / Özgüllük ve Evrensellik Arasında Ermeni Kimliği, Çeviren Altuğ Yılmaz, Aras Yayınları, İstanbul 2002.

131

DİZİN

A

Akabi Hikyayesi .....111, 147 Akçam ............... 21, 24, 140 Akgün.....100, 101, 125, 141 Akhanlı.............. 10, 47, 136 Almanya ........ 27, 69, 79, 84 Altun .......................71, 141 Amasya............................. 6 Amerika Birleşik Devletleri

................................... 17 Armıdan Fırat’ın Öte Yanı 9,

139 Arslanyan.......................... 9 Aslanyan....................... 137 Atina Tuzun Var mı? ... 9, 85 Austwich....................... 114 Ayestefanos ...............17, 23 Ayhan ........................8, 141

B

Baba ve Piç... 10, 60, 94, 96, 122, 133, 134, 138

Bahaeddin Şakir .............. 62 Bakara ............................ 47 Balakian.... 9, 40, 41, 48, 75,

101, 113, 125, 138 Balkan Savaşı.................. 19 Balyan ailesi ................... 15 Balzac............................. 55 Bardakjian .................8, 142 Biberyan .... 8, 125, 138, 146 Bitlis............................... 24

Black Dog of Fate .9, 35, 40, 41, 46, 48, 53, 55, 75, 101, 105, 113, 114, 117, 123, 138

Bulgarlar ......................... 18 Bursa......................... 15, 70 Byron .............................. 55

C

Calut ............................... 48 Can Kırıkları.....10, 91, 121,

137 Cevdet Paşa..................... 22 Ceyhan, Kirkor..7, 8, 32, 33,

60, 61, 62, 63, 65, 66, 67, 69, 79, 88, 89, 92, 108, 125, 134, 137, 146, 147

Chekhov.......................... 55

D

Davut .............................. 48 Derdarian .........44, 125, 138 Diyarbakır ......79, 91, 92, 93 Dostoyevsky.................... 55

E

Ermeni.. 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24, 25, 26, 27, 29, 31, 32, 33, 34, 35, 36, 38, 39, 40, 42, 44, 50, 51, 52, 53, 54, 55, 56, 57, 58, 59, 60, 61,

132

62, 63, 64, 69, 70, 72, 73, 75, 77, 79, 80, 82, 84, 85, 86, 87, 90, 93, 94, 95, 96, 97, 98, 99, 100, 101, 104, 106, 107, 108, 109, 110, 111, 112, 113, 114, 115, 116, 118, 119, 120, 121, 122, 124, 125, 127, 129, 130, 131, 132, 133, 134, 135, 139, 140, 141, 142, 143, 144, 145, 146, 147, 148

Ermenistan.... 17, 35, 53, 75, 76, 84, 85, 123, 132, 145

Esayan.......................8, 146 Etika ............................. 108

F

Figan ...10, 57, 58, 116, 121, 134, 138

Forgetten Fire............... 121 Forty Days of Musa Dagh

.... 10, 34, 50, 54, 71, 113, 115, 117, 122, 140

Fransa .....27, 73, 79, 83, 100 Fransızlar ...................18, 78 Fundermann, Baran ...10, 33,

137

G

Gabriel Bagradian ........... 34 Gavur Elo .......... 10, 33, 122 Gobi çölü ........................ 52 Güngör............... 17, 74, 143

H

Habil............................... 49 Haris............................... 76

Harput... 24, 76, 79, 88, 100, 121, 138, 140

Hartunian ..... 9, 40, 125, 139 Hınçak .................23, 24, 85 Hollanda ......................... 27 Hristiyan . 19, 24, 25, 34, 38,

51, 74, 75, 76, 81, 87, 99, 124, 133

Hugo............................... 55 Huntington, Samuel......... 30

I

II. Abdülhamit.....18, 23, 24, 114

II. Meşrutiyet................... 18

İ

İnal ......................... 16, 143 İncil .....................44, 54, 76 İngiltere... 17, 74, 76, 79, 84,

100 İpek......................... 99, 144 İsa …………………..61 İspanyol Engizisyonu ...... 46 İstanbul 2, 10, 14, 15, 16, 17,

18, 20, 24, 25, 26, 27, 32, 33, 34, 35, 43, 47, 56, 57, 61, 63, 66, 69, 70, 71, 73, 74, 79, 85, 86, 87, 88, 91, 93, 96, 97, 99, 104, 111, 112, 119, 121, 133, 136, 137, 138, 139, 140, 141, 142, 143, 144, 145, 146, 147, 148

İsviçre ............................. 27 İttihat ve Terakki .25, 62, 79,

114

133

K

Kabil............................... 49 Kafka.............................. 27 Kankal, Ahmet ...........8, 144 Kapandı Kirve Kapıları .... 9,

121, 139 Kaplan, Mehmet...7, 31, 144 Karaca, Birsen............8, 144 Karakaşlı, Karin .........10, 91 Kayseri 6, 44, 101, 104, 110,

143, 144, 147 Kebabcıyan ..............35, 137 Kemanî Tatyos Efendi..... 16 Kıyamet Günü Yargıçları 10,

46, 47, 68, 114, 136 Kocabaşoğlu ............74, 144 Konuş Halil Bey Konuş .. 35,

105, 121, 137 Kore................................ 86 Kropotkin...................... 108 Kürtler .....................51, 115

L

Lekesiz ....................32, 145 Leopardi ......................... 55 Lewis................. 19, 43, 145 Limonciyan............112, 145

M

Manzoni.......................... 55 Maraş.........................39, 77 Marcom9, 29, 34, 39, 70, 90,

113, 125, 139 Margosyan...... 8, 91, 92, 93,

125, 134, 137, 138, 146 McCharhthiciler .............. 52 McCharty........... 19, 81, 146

Metamorfoz ..................... 27 Milton ............................. 55 Mintzuri, Hagop ....9, 60, 85,

125, 139 Morgenthau............... 40, 41 Musa 10, 34, 50, 54, 71, 113,

115, 117, 122, 140 Münafikun....................... 47 Müslüman14, 19, 22, 24, 25,

34, 38, 41, 42, 43, 58, 61, 63, 64, 68, 72, 74, 78, 81, 93, 99, 100, 109, 115, 117, 119, 124

Mütevekkil ...................... 12

N

Naregli Gregory .............. 55 Nazım Hikmet ................. 31 Neither to Laugh Nor to

Weep .. 10, 39, 40, 43, 44, 48, 49, 51, 75, 76, 77, 101, 109, 118

New Yok Times Book Review ....................... 35

Nikoğos Ağa ................... 16

O

Ortodoks ..............16, 35, 75 Osmanlı Bankası ............. 24 Osmanlı Devleti ..19, 56, 70,

99, 109, 143

Ö

Önem ........................ 8, 146

P

Palalı................10, 119, 138

134

Philadelphia Inquirer Book Review....................... 35

Protestan ........ 17, 74, 75, 79

R

Racine............................. 55 Rusya....... 16, 19, 31, 73, 79

S

Sarkis Pidzak .................. 55 Sasun .............................. 23 Sasunlu David Destanı .... 55 Savaş .....................6, 34, 78 Sayat Nora ...................... 55 Seferberlik Türküleriyle

Büyüdüm .... 9, 33, 61, 84, 92, 115, 121, 137

Selçuklular...................... 70 Seninle Güler Yüreğim ... 69,

148 Shelley............................ 55 Sivas................ 6, 77, 84, 89 Siverek.......................43, 76 Son Ermeni ................... 124 Söyle Margos Nerelisen?

..........................121, 138 Swift ............................... 55

Ş

Şafak10, 32, 60, 94, 96, 133, 134, 138, 145

Şili.................................. 27

T

Tan Gazetesi ................. 108 Taylor .............. 71, 107, 147 Tehcir Çocukları .....10, 119,

120, 121, 138

The Day Dreaming Boy ....9, 34, 45, 49, 123

Three Apples Fell From Heaven . 9, 29, 39, 44, 45, 46, 49, 51, 54, 68, 70, 71, 73, 76, 90, 91, 113, 121, 134

Tokat..6, 7, 9, 56, 80, 82, 83, 84, 85, 86, 100, 101, 104, 121, 137

Toros Roslin.................... 55 Totovents ...... 9, 72, 73, 102,

103, 125, 139 Trabzon........................... 24 Türk.....1, 2, 3, 4, 6, 7, 8, 10,

11, 13, 14, 15, 16, 17, 19, 20, 21, 24, 27, 29, 30, 31, 32, 33, 36, 38, 40, 42, 43, 44, 45, 46, 48, 49, 50, 52, 54, 57, 58, 59, 60, 62, 64, 65, 67, 68, 69, 70, 71, 73, 78, 79, 80, 81, 85, 87, 90, 94, 95, 98, 101, 103, 108, 109, 113, 114, 117, 118, 119, 120, 121, 122, 124, 125, 127, 129, 130, 131, 132, 133, 134, 135, 140, 141, 142, 143, 144, 145, 146, 147

Türkler .4, 18, 19, 25, 26, 28, 34, 37, 38, 39, 40, 41, 42, 43, 44, 45, 46, 49, 50, 51, 52, 54, 57, 60, 63, 71, 78, 79, 88, 96, 98, 110, 114, 115, 122, 127, 128

Türkmen ................... 8, 147

135

U

Urartu ............................. 53 Uras................... 14, 18, 147 Urfa ................. 47, 100, 119 Uruguay.......................... 27

V

Van............................12, 24 Vartan Paşa............111, 147 Vergeen44, 45, 72, 101, 102,

104, 106, 110, 113, 119, 121, 138

Voltaire........................... 55

W

Werfel.......... 10, 34, 71, 140

Y

Y.M.C.A ......................... 75 Yahya Kemal .................. 27 Yalçın ..................... 69, 148 Yerevan........................... 84 Yıldız............. 7, 10, 57, 138 Yitik Evin Vârisleri ..... 9, 88,

102, 104, 139 Yunanistan ...........22, 25, 39 Yunanlılar ....................... 18

Z

Zabelle ...... 72, 83, 106, 107, 121, 139

Zara ....... 61, 67, 84, 89, 115 Zekiyan ................... 99, 148 Zeytun...... 23, 117, 118, 119 Zola ................................ 55

136