Bedri Gencer-Lugate Yigitlik Ilimde Demokrasi Olmaz

11
Okula döndük. Gerçi çoğumuz yaz okulunda veya stajdaydık ama olsun. Ekim ayı dönüm ayı. Yeni bir sezon başlıyor. Şimdi plan program yapma zamanı. Senenin en zevkli, heyecanlı kısmı. Alıyorsun eline klavyeyi istediğini yapabiliyorsun. Hayal gücünü ekrana yansıtman yeterli. “Şu aralıkta İngilizcemi ilerleteceğim, şu kısmı etütlere ayıralım, bu sefer öyle sınav haftalarına sıkışmak yok. Hatta bir dakika, şimdiden vize haftasına maç ayarlayayım, zaten o hafta ders çalışmama gerek kalmayacak ki!” Gülmeyin. Ben sizin kreasyonunuzun tercümanıyım. Bu Mükerrem, programlı yaşamaya takmış diyeceksiniz. Her yıl Eylül, Ekim editörden’lerinde programlı yaşamaktan bahsediyor; söyleşiye geliyor programlı yaşamaktan bahsediyor; yolda karşılaştığına programlı yaşamaktan bahsediyor... Haklısınız. Sürekli aynı şeyden bahsediyorum. Ama benim de bir sorum var: “Siz haklısınız tamam, peki, ben haksız mıyım?” Program yapmayı, uygulamayı ve başarmayı öğrenmek bir süreç. Bunu başarabilenler hayatlarını kendi ayakları üstünde planlayabiliyorlar. Başaramayanlarsa her zaman bir okula, dershaneye, işyerine, kuruma ihtiyaç duyuyorlar. Potansiyellerini kendileri dışındaki etkenlere mahkûm ediyorlar. EDİTÖRDEN MÜKERREM METE [email protected] twitter.com/mostardergisi www.facebook.com/mostardergisi Semerkand Basım Yayın Dağıtım San. ve Tic. A.Ş. Adına İmtiyaz Sahibi MEHMET SIDDIK ÇAĞIL [email protected] EKİM 2014 / Yıl: 10 / Sayı: 116 ISSN: 1305-4686 Sorumlu Yazı İşleri Müdürü ve Yayın Yönetmeni Yayın Ekibi Tasarım Yayın Kurulu İletişim Adresi Reklam Adres Temsilci İlişkileri ve Dağıtım Sorumlusu Abone Servisi Baskı Mükerrem Mete Mehmet Erikli Davut Bayraklı Eser Sazak Suat Demirtaş Şeyhmus Tunç Ali Sözer M. Raşit Güngör Sulhi Ceylan [email protected] [email protected] Tac Medya Pazarlama (0216) 564 25 35 Eyüpsultan Mh. Esma Sk. Nu: 7/A Samandıra - Sancaktepe / İstanbul Tel: 0216 564 25 00 Faks: 0216 564 26 36 www.mostar.com.tr Murat Yavan 0216 564 25 55 [email protected] 0216 564 26 26 [email protected] Fiyatı: 5,5 TL 1 Yıllık (12 Sayı) Abonelik: 60 TL 6 Aylık Abonelik: 30 TL Abonelik İçin Hesap Bilgileri Posta Çeki No: 1669034 Kuveyt Türk Katılım Bankası Sultanbeyli Şubesi Hesap No: 502980-3 Online Satış: www.semerkandpazarlama.com Avrupa EROL Medien GmbH Kölner Str. 256 - 51149 Köln Tel.: 0 22 03 / 36 94 90 Fax: 0 22 03 / 36 94 910 Online Satış: www.semerkandonline.de E-Mail: [email protected] Şan Ofset Matbaacılık Hamidiye Mah. Anadolu Cad. No:50 Kâğıthane • İSTANBUL Tel: 0212 289 24 24 Yayın Türü: Yaygın Süreli Yayın Yayınlanan yazıların sorumluluğu yazara aittir. Gönderilen yazılar, yayınlansın yayınlanmasın iade edilmez. Gönderilen yazılarda editoryal değişiklikler yapılabilir. Yayınlanan yazılara telif ücreti ödenir. Yazı- lardan kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Yayınla- nan reklamlardaki ürün ve hizmetlerin sorumluluğu reklam verene aittir. MOSTAR 3

Transcript of Bedri Gencer-Lugate Yigitlik Ilimde Demokrasi Olmaz

Okula döndük. Gerçi çoğumuz yaz okulunda veya stajdaydık ama olsun. Ekim ayı dönüm ayı. Yeni bir sezon başlıyor. Şimdi plan program yapma zamanı. Senenin en zevkli, heyecanlı kısmı. Alıyorsun eline klavyeyi istediğini yapabiliyorsun. Hayal gücünü ekrana yansıtman yeterli. “Şu aralıkta İngilizcemi ilerleteceğim, şu kısmı etütlere ayıralım, bu sefer öyle sınav haftalarına sıkışmak yok. Hatta bir dakika, şimdiden vize haftasına maç ayarlayayım, zaten o hafta ders çalışmama gerek kalmayacak ki!”

Gülmeyin. Ben sizin kreasyonunuzun tercümanıyım. Bu Mükerrem, programlı yaşamaya takmış diyeceksiniz. Her yıl Eylül, Ekim editörden’lerinde programlı yaşamaktan bahsediyor; söyleşiye geliyor programlı yaşamaktan bahsediyor; yolda karşılaştığına programlı yaşamaktan bahsediyor... Haklısınız. Sürekli aynı şeyden bahsediyorum. Ama benim de bir sorum var: “Siz haklısınız tamam, peki, ben haksız mıyım?”

Program yapmayı, uygulamayı ve başarmayı öğrenmek bir süreç. Bunu başarabilenler hayatlarını kendi ayakları üstünde planlayabiliyorlar. Başaramayanlarsa her zaman bir okula, dershaneye, işyerine, kuruma ihtiyaç duyuyorlar. Potansiyellerini kendileri dışındaki etkenlere mahkûm ediyorlar.

EDİTÖRDEN

MÜKERREM [email protected]

twitter.com/mostardergisi

www.facebook.com/mostardergisi

Semerkand Basım Yayın DağıtımSan. ve Tic. A.Ş. Adına İmtiyaz Sahibi

MEHMET SIDDIK ÇAĞ[email protected]

EKİM 2014 / Yıl: 10 / Sayı: 116ISSN: 1305-4686

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü ve Yayın Yönetmeni

Yayın Ekibi

TasarımYayın Kurulu

İletişim Adresi

Reklam

Adres

Temsilci İlişkileri ve

Dağıtım Sorumlusu

Abone Servisi

Baskı

Mükerrem Mete

Mehmet ErikliDavut BayraklıEser SazakSuat DemirtaşŞeyhmus TunçAli SözerM. Raşit GüngörSulhi Ceylan

[email protected]@gmail.comTac Medya Pazarlama (0216) 564 25 35Eyüpsultan Mh. Esma Sk. Nu: 7/ASamandıra - Sancaktepe / İstanbulTel: 0216 564 25 00 Faks: 0216 564 26 36www.mostar.com.tr

Murat Yavan 0216 564 25 [email protected] 564 26 26 [email protected]ı: 5,5 TL 1 Yıllık (12 Sayı) Abonelik: 60 TL 6 Aylık Abonelik: 30 TL Abonelik İçin Hesap Bilgileri Posta Çeki No: 1669034 Kuveyt Türk Katılım Bankası Sultanbeyli Şubesi Hesap No: 502980-3Online Satış: www.semerkandpazarlama.comAvrupa

EROL Medien GmbH Kölner Str. 256 - 51149 Köln Tel.: 0 22 03 / 36 94 90 Fax: 0 22 03 / 36 94 910 Online Satış: www.semerkandonline.de E-Mail: [email protected]

Şan Ofset MatbaacılıkHamidiye Mah. Anadolu Cad. No:50Kâğıthane • İSTANBUL Tel: 0212 289 24 24

Yayın Türü: Yaygın Süreli YayınYayınlanan yazıların sorumluluğu yazara aittir. Gönderilen yazılar, yayınlansın yayınlanmasın iade edilmez. Gönderilen yazılarda editoryal değişiklikler yapılabilir. Yayınlanan yazılara telif ücreti ödenir. Yazı-lardan kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Yayınla-nan reklamlardaki ürün ve hizmetlerin sorumluluğu reklam verene aittir.

Asr-ı Saadet’ten örneklerle ibadet ekseninde bir hayatın inşa yolları akıcı bir üslupla bu kitapta.

MOSTAR 3

4 MOSTAR

08

24

40

Mehmet Erikli

Davut Bayraklı

Ömer Faruk E.

ÇİRKİNİN ESTETİĞİVAR MIDIR ABİDİN?

KAPAKSOSYAL MEDYAUZAYDAN NASIL GÖRÜNÜR?

SENİN YERİNEBEN SİPARİŞ VERDİM!

62HOROZ DÖĞÜŞÜŞALVARA MÂL OLMASIN!

SEYABEN

v

32Davut BayraklıSulhi Ceylan

SÖYLEŞiBEDRİ GENCER

iÇiNDEKiLEREKİM201406 - Karışık Pide

14 - Bir Kitap Bir Yazar

17 - İllüstrasyon

17 - Portre

18- Gençlik Sohbetleri

20 - Mavera

22 - Aynelhayat

26 - Kentin Ortasında

28 - Sayeban

38 - Gündem

42 - Hikmet

44 - Ajanda

48 - Kitap

50 - Külliyat

52 - Gençliğin Gündemi

54 - Seyyah

57 - Sözlük

58 - Huzursuzun Günlüğü

60 - Peride Nigar Hanımefendi

MOSTAR 5

48Feyyaz Avan

MARKOPAŞAÜNİVERSİTESİ

30 MOSTAR

KiM

DiR?

8 Nisan 1968 tarihinde Konya’da doğan Prof. Dr. Bedri Gencer, ilk ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamladı. 1991 yılında Mimar Sinan Üniversitesi’nden Sosyoloji lisans, 1993’de Marmara Üniversitesi’nden İktisat Tarihi yüksek lisans, 1998’de İstanbul Üniversitesi’nden Uluslararası İlişkiler doktora derecesi, 2004’de siyaset bilimi alanında doçent unvanını aldı. 2009 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü’ne profesör olarak atandı. Evli ve iki çocuk babası olan Bedri Gencer, hâlen sosyal ve siyasal teori alanında akademik çalışmalarına devam ediyor. Prof. Dr. Gencer’in 2009 yılında çıkan “İslâm’da Modernleşme 1839-1939” adlı eseri, Türkiye’de yankılar uyandırdı.

BED

Rİ G

ENC

ER

LÜG

ATE

YİĞ

İTLİ

K,

İLİM

DE

DEM

OKR

ASİ

OLM

AZ

MEHMET ERiKLi - DAVUT BAYRAKLI EMRE BAŞTUĞSÖYLEŞi FOTOĞRAF

MOSTAR 31

Hocam, hemen herkesin ağzında medeniyet sözü, neredeyse bu kavramı kullanmadan konuşamı-yoruz artık. Bu kavram nasıl ha-yatımıza girdi, insanlar tarafından neden bu kadar sık kullanılır oldu?

Medeniyet, Batılı sekülerleşme sürecinin ana ürünü, kilit kavramıdır. Türkçeye yanlışlıkla medeniyet diye tercüme edilen civilization, aslında medenîleşme demektir. Gelenek-sel bir kavram olarak medeniyet = civility, bir toplumsal durumu / tipi, modern bir kavram olarak medenî-leşme = civilization ise hayat ve dü-şünce tarzındaki dönüşümü belirten modernleşme ve sekülerleşmenin

kesiştiği süreci ifade etmektedir. Batı denince akla Batı medeniyeti veya tek kelimeyle medeniyet gelmekte-dir. 19. asırda zirveye çıkan moder-nleşme ve sekülerleşme süreciyle medeniyet dinin yerini aldığı ve bi-lahare akültürasyon denen kültürel etkileşim yoluyla Doğu dünyasına dayatıldığı için medeniyet kavramı dilimize yapıştı, Batı’ya misilleme projesinin merkezine geçti.

Misilleme, yanlış bile olsa “düşmana kendi silahlarıyla karşı koyma”, “ona güç kazandıran silahlara alternatif üretme”, “gerektiğinde yanlışa yan-lışla karşılık verme” mantığını içerir. 19. asırdaki mağlubiyet psikolojisiyle

İslâm dünyası, hiyerarşik sırası ve önemine göre galip Batı’nın silahla-rını kendine mal etmeye yöneldi. Bu silahların başında dinin yerini alan medeniyet geldiğinden Batılı mede-niyete karşı İslâm medeniyeti inşası, müslüman aydınlar tarafından ana dava olarak alındı. Medeniyet kavramının müslümanlar tarafından bu kadar yoğun ve gelişigüzel kul-lanılmasının arkasında söz konusu mağlubiyet psikolojisi yatmaktadır. Medeniyet, adeta bir joker gibi Batı veya modernlik denen görünmez bir düşmana karşı total bir mücade-leyi ifade ettiği, kah müdafaa, kah taarruza yaradığı için müslümanlar tarafından bu kadar sık kullanılan,

Şu hâlde mesele, “vaz’-ı cedid” değil , “keşf-i kadim”dir; müslümanların din algısını bozan, farkında olmadan sekülerleştiren medeniyet fikriyle oyalanmak yerine, her gün bir sünneti ihyâ etmek, bir hikmeti keşf etmektir. Örneğin başı açık namaz kılan bir erkeğin takke veya sarıkla kılması, masada yiyen birinin yerde yemek yemesi gibi sünnetlerin tedricî ihyâsıyla ancak hikmeti keşf edebileceğimizi, biz kendimizi değiştirmedikçe Allah’ın da hâlimizi değiştirmeyeceğini unutmayalım.

32 MOSTAR

adeta dillerine yapışan bir kavram

oldu. Ancak burada ayırt edilmesi

gereken bir nokta var. Daha ziyade

Türkiye gibi Batı’nın kültürel sömür-

geciliğine uğramış ülkelerde İslâm

medeniyeti söylemi, buna karşılık

Hindistan ve Mısır gibi doğrudan

Protestan Batı’nın siyasî sömürgecili-

ğine uğramış ülkelerde İslâm devleti

ve bunu kurmaya yarayacak şeriat

fikri revaç kazanmıştır.

Burada sömürgeci Batı’yı Protes-tan olarak ayırmamızın bir sebebi vardır. Fransa gibi Katolik ülkelerin siyasî sömürgeciliğine uğrayan Cezayir ve Tunus gibi ülkelerde de Malik b. Nebî gibi aydınlar örne-ğinde medeniyetçilik görülür. Zira medeniyet, Katolik dünyada Cizvit aydınlar tarafından üretilmiş bir kavram olduğu için Malik b. Nebî gibi Frankofon müslüman aydınları da kuvvetle etkilemiştir. Şu hâlde birinci Hindistan ve Mısır gibi ülkeler örneğinde şeriatçılık, ikinci Cezayir ve Tunus gibi ülkeler örneğinde de medeniyetçilik, İslâmcılığın özel adları olur. Burada ilginç bir şekilde Batı içindeki ayrışmanın İslâm dün-yasına zıt yansıdığı görülür. Seküler-leşme sürecinin zirveye çıktığı 19. asırda Katoliklik, “din olarak Hıristi-yanlık”, Protestanlık ise “medeniyet olarak Hıristiyanlık” anlayışlarını

temsil ediyordu. Ancak bunlar, etki/tepki kuralınca sömürgeleştirdikleri müslüman ülkelerde benimsedikleri Hıristiyanlık anlayışının tersi bir İslâm anlayışının revacına yol açtılar.

Herkesin dilindeki “İslâm mede-niyeti, hakikat medeniyeti, bir medeniyet tasavvuru, inşası” gibi ifadeler doğru mu sizce? Bunları kullanmanın bir mahzuru var mı?

Bunlar, müslümanların 19. asrın mirası mağlubiyet psikolojisiyle sürüklendikleri Batı’ya misilleme mantığından kaynaklanan hoş ama boş ifadelerdir. Biz, kavramların aslını araştırmadan, hakikatine er-meden sloganlarla konuşan, hamasî söylemlerle kendini avutan, günü, görüntüyü kurtarmakla yetinen bir toplumuz maalesef. Bir kavramın aslını gösterenlere de “Canım, kafa karıştırmaya ne gerek var. Bunu,

Dil olmadan il im olamayacağı gerçeğine binaen önce ana dilleri Türkçeyi, sonra da Arapça ve İngilizceyi yarım yamalak değil , hakkıyla öğrenmeleri gerekir. Biraz dil bilmek, biraz hamile olmaya benzer. Bugünkü nesil , ana dili Türkçeyi bilmediği için ikinci bir dil i öğrenemiyor. 100 kelimelik twitter Türkçesiyle 100 bin kelimelik bir Arapça ve İngilizce öğrenilemez, bir göl, bir kovaya sığdırılamaz.

MOSTAR 33

bildik anlamıyla kullanmaya devam etsek ne olur?” diye itiraz gelir, “Lügate yiğitlik, ilimde demokrasi olmaz.” düsturuna rağmen. Medeni-yet de slogan olarak kullanılan kritik kavramlardan biri.

Geleneksel anlamda medeniyet = civility’nin aslında hukukî bir kavram olduğu bizde bilinmez. İbn Haldun gibi âlimlerde de gördüğümüz üze-re, hadariyet = urbanity, sosyolojik anlamda göçebeliğin zıttı olarak yerleşiklik, medeniyet = civility ise yerleşik topluluğun siyaseten örgütlenerek medenî hukuku hâkim kıldığı medineye mensubiyet, “me-denî hürriyet” anlamına gelir. Ancak müslüman aydınlar, kullandıkları medeniyet ile bu geleneksel anlam-da civility’yi değil, Batılı modernleş-me ve sekülerleşme sürecinin ürünü civilization kavramını kastediyorlar. Bu sürecin sonunda Batı’da “Hıristi-yan medeniyeti” “Hıristiyan dini”nin yerini almış, bu anlayıştan etkilenen İslâm dünyasında da “İslâm medeni-yeti”nin “İslâm dini”nin yerini alması tehlikesi doğmuştur. Bunu anlamak için İslâm medeniyeti kavramı-nın deskriptif (tasvirî) ve normatif kullanım tarzları ayırt edilmelidir. Deskriptif anlamda İslâm medeniye-ti, bizde bir zamanlar “din/diyanet” ayırımına karşılık olarak kullanılan “İslâm/İslâmiyet” ayırımındaki İslâmiyete tekâbül eder. Bu ayırı-ma göre mesela “İslâm’da Kölelik” başlıklı bir kitap, kölelik hakkındaki fıkhî hükümleri içeren teorik, “İslâ-miyet’te Kölelik” ise İslâm tarihinde bu hükümlerin nasıl uygulandığını gösteren pratik-tarihî bir inceleme-ye delalet eder. İşte aynı deskriptif anlamda kullanılan “İslâmiyet’te Kölelik” ile “İslâm Medeniyetinde Kölelik” deyimleri, bu konuda İs-lâm’ın tarihî uygulamasını, “bir dinin zaman ve mekânda tezâhür tarzı” olarak tanımlayabileceğimiz diyane-tin bir yönünün tasvirini belirtir.

Ancak “İslâm medeniyetinin dirilişi, ihyâsı, yeniden inşası, bir medeniyet

tasavvuru” gibi ifadeler kullanılmaya başladığında “diyaneti dinleştirme”, bu deskriptif medeniyet kavramını din gibi normatif bir sistem olarak medeniyet kavramına dönüştürme tehlikesi başlar. Batı’da medeniyetin civili-zation = medenî-leşme şeklin-de süreç kalıbıyla ifadesi de, diyanet dediğimiz beşerî pratiğin din gibi normatif hâle getirilmesini, “diyane-tin dinleştirilmesi”ni belirtir. Burada normatif medeniyetten kasıt, bir dinî topluluğun bilim, felsefe, sanat alanındaki birikiminin din gibi bir sistem olarak tasavvurudur. Alt- ve üst- olarak ayrılan kimlik diyalekti-ğine göre medeniyetin dinin yerine geçirilmesi süreci, iki merhaleden geçmiştir: Birincisi, diyanetin din gibi normatifleştirilmesiyle kimlik parametresinin dönüştürülmesi (me-deniyet), ikincisi bu yeni paramet-reye izafetle kimlik kaynaklarının özselleştirilmesi (kültür). Bu süreç, “medeniyet”ten “Yahudi, Hıristiyan, İslâm veya Batı medeniyeti”ne geçiş olarak özetlenebilir.

Deskriptif bakımdan medeniyetin iki anlamına bakarak bu ameliyenin çıkmazı daha iyi görülecektir. Des-kriptif anlamda medeniyeti birincisi, “bir dinin zaman ve mekânda tezâ-hür tarzı” şeklinde geniş anlamda diyanet, ikincisi diyanet tevessülü, diyanete yarayan vesileler olarak iki yönden ele alabiliriz. Bu, Alman “kültür/medeniyet” ayrımının karşılığı sayılabilir. Birinci yönden bakıldığında vâkıadan hakikate, tikelden tümele geçilemeyece-ği, tasvîrî diyanetten normatif bir medeniyetin çıkarılamayacağı, belli bir zaman ve mekânla kayıtlı cüz’î medeniyetin/diyanetin din gibi küllî hâle getirilerek ihyâ edilemeyeceği görülür. İkinci diyanet tevessülü yö-nünden bakıldığında ise tam aksine tümelden tikele geçilemeyeceği, küllî vesilelerden özsel bir mede-niyet kavramının çıkarılamayacağı görülür. Önceki peygamberlerden farklı olarak Resûlullâh Efendimiz

“Bütün yeryüzü bana mescid kılındı.” buyurduğu gibi bir kilise de müslümanlarca mescide çevrilmiş, veya şeriat/hikmet telifi için İslâm âlimleri, Efendimiz tarafından yitik sayılan pagan Yunan felsefesinden yararlanmışlardır. Bu anlamda Yahudi, Hıristiyan veya İslâm’a özgü bir “bilim, felsefe, sanat”tan değil, tek bir Akdeniz medeniyetinden söz edilebilir. Çağımızdaki “İslâm me-deniyetinin değerleri” gibi ifadeler, hüsn-ü kuruntudan ibarettir; çünkü varlık, taaddüd etmeyen “hüsn” denen tek bir değere dayanır. Çağı-mız müslüman aydınları, zihinlerine sinen sekülerleşmenin etkisiyle, hakkın, şer’in, hüsnün, edebin değil, hakikatin, şeriatin, sünnetin dinî topluluklara göre taaddüd edebile-ceğini göremiyorlar. Hatta bu fark,

SÖYLEŞİ DAVUT BAYRAKLI

MEHMET ERİKLİ

Sosyal bilimler alanında tahsil meselesinde acizane

tavsiyem, gençlerin uluslararası il işkiler,

kamu yönetimi, i letişim bilimi, işletme gibi

melez disiplinler yerine mümkünse sosyoloji ,

felsefe, tarih, hukuk gibi temel disiplinlerde lisans

eğitimi alarak sağlam bir formasyon, altyapı

kazanmalarıdır.

34 MOSTAR

sünnet-i kadime/sünnet-i hadise ayrımıyla bile anlatılabilir.

İslâm’da ihyâ edilecek, medeniyet değil, bizzat din sayılan sünnettir; Yavuz Sultan Selim’in “İ’lâ-yı kelime-tillâh ve ihyâ-i sünnet-i Resûlillâh” olarak tarif ettiği politik idealinde görüldüğü gibi. Nitekim sahâbe-i kirâm (rıdvânullâhi teâlâ aleyhim ecmaîn) Medine’ye “dâru’l-hicre” ve “dâru’s-sünne” lakabını vermiş-lerdi. Bu, müslümanın gayesinin, bir medeniyet, medine veya mescid inşası değil, sünneti yaşamak üzere bir beldeye hicret olduğunu gösterir. Seyyidü’l-‘Âlemîn ve sahâbe, asıl adı Yesrib olan Medine’ye bir me-deniyet, hatta medeniyetin merkezi olan bir mescid inşası için hicret et-

miş değildi. Medeniyet medinenin, medine ise mescidin etrafında kuru-lur. Resûlullâh Efendimiz’den önce Medine’ye hicret eden sahâbe, Kubâ’da Ensâr ile birlikte kendilerine yetecek kadar bir araziyi kıblesi Beytü’1-Makdis’e müteveccih bir mescid kılmışlar, Ebû Huzeyfe’nin azatlısı Hz. Sâlim’in imamlığında uzun süre cemaatle namaz kılmış-lardı. Efendimiz de Kubâ’da kaldığı süre boyunca müslümanlara bu mescidde namaz kıldırmıştı.

Burada değil medeniyet ve medi-nenin, İslâmî hayatın merkezi olan mescid inşasının bile neden ilk müs-lümanlarca öncelikli hedef olarak alınmadığı bellidir. Çünkü önceki dinlerin peygamberlerinden farklı olarak Resûlullâh Efendimiz, “Bütün yeryüzü bana mescid kılındı.” buyurduğu gibi, “diyanet vesilesi olarak medeniyet” anlayışı uyarınca pekala bir kilise de mescide çev-rilmiştir. Sadece bu örnek bile, din gibi inşa ve ihyâ edilecek “Yahudi medeniyeti, Hıristiyan medeniye-

ti” gibi bir “İslâm medeniyeti”nin olmadığını bize gösterir. Cenneti yeryüzünde arayan Protestan zihni-yetin etkisiyle dünyayı aşırı ciddiye almaya başlayan müslümanların İslâm medeniyeti ülküsünde de dün-yevî bir izzet ve haşmet özleminin izlerini görmek mümkündür. Hâlbu-ki bu dünya, kalıcı ahiret hayatını kazanma yolunda cihat ve sabırdan ibarettir. Bunun içindir ki Kubâ Mes-

Akıllı telefonlar çıktı , insanlarda akıl kalmadı. Eskiden insanlar, yirmi sayfayı akıllarında tutarlarken şimdi iki kelimeyi tutamıyorlar.

MOSTAR 35

cidi’nin inşası esnasında Peygamber Efendimiz, müslümanlar için izzet yerine mağfiret için dua ediyordu: “Allahım! Ahiret hayatından başka hayat yoktur. Ensara ve muhacirûna mağfiret et.”

Siz, günümüzde akıntıya karşı durarak tabir caizse herkesin katıldığı bir medeniyet korosunda hikmetin sözcülüğünü yapıyorsu-nuz. Nedir hikmet? Neden ona bu kadar vurgu yapıyorsunuz?

Elbette bir kadın isminden ibaret değildir hikmet! Sayısız tarifi olan hikmeti, kısaca “fıtrata uygunluk” olarak tanımlayabiliriz. Nitekim Efendimiz “On şey fıtrattandır.” hadisinde hikmetin özel adı olan sünneti doğrudan fıtrat kavramıyla ifade etmiştir. Buna göre semantik umum - husus farkı bakımından fıtrat - hikmet - sünnet zincirinden söz edebiliriz. Fıtrat ise “ilk tabiat” demektir. Buna göre şeriat, mümi-nin nimeti, hikmet ise yitik malıdır. Şeriat, milleti, hikmet ise ümmeti, insanlığı birbirine bağlar; “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar.” hadis-i şerîfince. Bu bakımdan semavî dinlerin aydınlarının ana va-zifesi, evrensel bir kimlik tanımı için hakikatin isimli ve isimsiz kaynakları olarak şeriat ile hikmeti uzlaştırmak-tır. Ancak kurucusu Paul, bunu göze alamadığı için zâhiren kolay yolu seçti, evrensellik adına şeriatı tasfiye ederek Hıristiyanlığı Yunanca logos denen hikmete dayandırmak istedi.

Ancak şeriatinden mahrum kalan bir dinin hikmeti de kaybetmesi mukadderdi. Batı, kapitalistleşme denebilecek modernleşme süre-cinde fıtrattan uzaklaştıkça kadim hikmetten de uzaklaştı. Böylece hik-meti dönüştürerek kadim hikmetin kaybını seküler bir hikmetle telafiye çalıştı ki medeniyet = civilization, bu sekülerleşme sürecinin ürünüy-dü. Önce tekil olarak medeniyet, Batı tarafından insanlığı birbirine bağlayacak bir evrensel (hak) din ve

hikmet gibi sunuldu. Ancak bilahare “Yahudi, Hıristiyan, İslâm medeni-yeti” gibi dinlere atıfla yapılan tikel - özsel medeniyet tanımları, tam aksine bunun insanlığı karşı karşıya getiren bir ideolojik silah olduğunu gösterdi. Geçmişte Endülüs’te oldu-ğu gibi ehl-i kitap, inanç üstünlüğü mücadelesi verse de ortak bir hik-met anlayışında buluşuyordu. Hâl-buki hikmetten uzaklaşmış modern ideoloji çağında, değil farklı dinlerin mensupları, aynı dinin mensupla-rı müslümanlar bile ortak bir din anlayışında buluşamıyorlar. Bu, dine hikmet yerine ideoloji = medeniyet gözlüğüyle bakmanın sonucudur. Müslümanlar, klasik misilleme man-tığına dayalı medeniyet temelli kısır bir ideolojik mücadele içinde boşa kürek çekmek yerine bütün insanlı-ğın selameti adına evrensel hikme-tin yeniden keşfine yönelmelidir.

Bugün insanlığın medeniyetten hikmete dönmek zorunda olduğunu hatırlattığımızda bazı müslüman aydınlar, hikmetin artık keşfedil-mesi zor soyut bir kavram olduğu gerekçesiyle medeniyeti savun-duklarını belirtmektedirler. Hâlbuki durum, tam tersinedir. Hikmet, soyut görünen somut, medeniyet ise somut görünen soyut bir kav-ramdır. Batı’da modernleşme denen kapitalizmin gelişmesi sürecinde doğan civilization, Bernard Mande-ville’in (1670–1733) Private Vices, Public Virtues adlı eserinin belirttiği gibi, içine ne atılırsa alacak “estetik” bir çuval olacaktır. Hâlbuki hikmet, fıtrata uygunluktur. Onun soyut olarak görülmesi, fıtrat gibi merkezî kavramların modern dünyada mu-amma hâline gelmesinden kaynak-lanmaktadır. Sadece tıp ile hikmet arasındaki farkı bulmak, hikmetin aslî anlamını keşfe yeter. Modern dünyada kullanılan koruyucu tıp tabiri hikmetin sadece bir parçasıdır. Hikmet, bir “varoluşsal koruyucu düsturu” belirtir.

Şu hâlde mesele, “vaz’-ı cedid”

değil, “keşf-i kadim”dir; müslüman-ların din algısını bozan, farkında olmadan sekülerleştiren medeniyet fikriyle oyalanmak yerine, her gün bir sünneti ihyâ etmek, bir hikmeti keşf etmektir. Örneğin başı açık namaz kılan bir erkeğin takke veya sarıkla kılması, masada yiyen birinin yerde yemek yemesi gibi sünnetle-rin tedricî ihyâsıyla ancak hikmeti keşf edebileceğimizi, biz kendimizi değiştirmedikçe Allah’ın da hâlimizi değiştirmeyeceğini, muhayyel bir “hakikat medeniyetinin ihyâsı”ndan değil, içinde bulunduğumuz hâlden sorumlu olduğumuzu unutmayalım.

Hocam, dergimizi daha çok üni-versite öğrencisi gençler okuyor. Sosyal ilimlere yönelmek isteyen gençlerin istifade etmesi maksa-dıyla soruyoruz: İlim öğrenme-ye nasıl yöneldiniz? Akademik unvanlarınızı farklı disiplinlerden almanızın bir sebebi var mı?

Cenneti yeryüzünde arayan Protestan

zihniyetin etkisiyle dünyayı aşırı ciddiye

almaya başlayan müslümanların İslâm

medeniyeti ülküsünde de dünyevî bir izzet ve

haşmet özleminin izlerini görmek mümkündür.

SÖYLEŞİ DAVUT BAYRAKLI

MEHMET ERİKLİ

Gündelik çalışma disiplininiz nasıl,

rutinleriniz var mı? Bu minvalde

bu yolun başındaki genç arkadaş-

lara neler tavsiye edersiniz?

Merhûm babam Niyazi Gencer

imamdı, ben de Allah’a hamd

olsun onun etkisiyle ilim ve İslâm

şuuruyla yetiştim. İstanbul İmam-Ha-

tip Lisesi’nde okuduğum 1981-1985 yıllarında Fatih’te Mehmet Açıkgöz, Emin Saraç ve bilahare Halil Günenç gibi hocaefendilerden klasik literatürden Arapça ve İslâmî ilimler tahsil ettim. Bu ilim sevgisiyle yüksek tahsilimi de İslâmî ilimler alanında yapmayı düşünüyordum. Fakat ilahiyat fakültelerinin perişan-lığını daha o zamanlar sezdiğim için ilahiyata girmekten vazgeçtim ve ana İslâmî ilim olan fıkhın modern karşılığı sosyolojiye ilk tercihim olarak girdim. Sosyoloji lisansından sonra yüksek lisans, doktora ve doçentlik derecelerini iktisat tarihi, uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi gibi farklı alanlardan aldım. Bunun sebeplerinin birincisi ilgi alanımın genişliği, ikincisi sosyoloji gibi temel bir disipline göre bunların birbirine yakın alanlar olması, üçüncüsü de İslâmî ilimlere göre kıyl ü kâl kabi-linden olan sosyal bilimlerin insanı fazla zorlamamasıdır.

Allah’a hamd olsun, orijinal Arapça

kaynaklar vasıtasıyla İslâmî ilimlerle kuvvetli irtibatım hep sürmüştür. Klasik bir Arapça eserden aldığım hazzı başka dilde bir kitaptan alamam. Özellikle son yıllarda Türkiye’de otantik ulemâ neslinin neredeyse tükenmesiyle İslâm’ın bir muamma hâline gelmesi, beni İslâm geleneğine daha derinden eğilmeye, İslâm’ı çağımıza tercüme etmek üzere esaslı kitap projelerine girişmeye sevk etti. Rabbimizin bu yoldaki çalışmalarımızı en kısa süre-de gün yüzüne çıkarmaya muvaffak kılması için herkesten dua bekli-yorum. Bu yüzden bana alanımı soranlara “Resmî alanım sosyoloji, asıl alanım İslâmî ilimler.” diyorum. Ben, şahsen toplumun ve gençliğin bugünkü hâlinden oldukça karam-sarım. Bugün genelde toplumun, özelde gençliğin ana problemi, tam bir laçkalık; insanlarla basit bir şey için bile sözleşemiyorsunuz. Örne-ğin haftada iki saat olmak üzere 14 haftalık bir seminer programı yapıyoruz; hiç kaçırmadan devam

Çağımızdaki “İslâm medeniyetinin değerleri” gibi ifadeler, hüsn-ü kuruntudan ibarettir; çünkü varlık, taaddüd etmeyen “hüsn” denen tek bir değere dayanır. Çağımız müslüman aydınları, zihinlerine sinen sekülerleşmenin etkisiyle, hakkın, şer’in, hüsnün, edebin değil , hakikatin, şeriatin, sünnetin dinî topluluklara göre taaddüd edebileceğini göremiyorlar. Hatta bu fark, sünnet-i kadime/sünnet-i hadise ayrımıyla bile anlatılabilir.

36 MOSTAR

eden bir kişi bile çıkmıyor. Tabi bu laçkalıkla da hiçbir konuda muvaf-fak olamıyoruz. O yüzden “Men talebe ve cedde vecede (Ciddiyetle talep eden bulur).” sözünün de belirttiği üzere, ilim yolcusu gençle-re ilk tavsiye edilecek şey, ciddiyet. Bugün herkese masal gibi gelse de “Sözüm namustur, ancak ölürsem sözümden dönerim.” diyen Meh-met Akif’in vapurların işlemediği karlı bir kış günü Beylerbeyi’nde oturan arkadaşıyla ahdine vefada gösterdiği azim ve kararlılığı özellikle gençlere anlatmak lazım.

Malum, usul olmadan vusul olmaz. Buradaki usul ise öncelikle ilim tah-silinin adabı demektir. Bu konuda el kitabı olarak tavsiye edilecek ilk eser, Burhanüddîn-i Zernûcî’nin Talîmü’l-Müteallim adlı mübarek kitabıdır. Bugün gençlik, değil kitap, maalesef dergi ve gazete bile, hiçbir şey okumuyor, sadece elindeki kü-çük bir ekrandan dünyayı seyredi-yor. Akıllı telefonlar çıktı, insanlarda

akıl kalmadı. Eskiden insanlar, yirmi sayfayı akıllarında tutarlarken şimdi iki kelimeyi tutamıyorlar. Bu yüzden gençlerin cep telefonu, televizyon, bilgisayar ve özellikle sosyal medya gibi insanı aptallaştıran teknolojiden olabildiğince uzak durarak sünnete uygun olarak kıbleye çevrilmiş bir rahle veya masada her gün Kur’ân-ı Kerîm’i tilâvet ve hadis-i şerifler ile bazı temel Arapça metinleri ezber-leme, önemli kitapları düzenli oku-ma alışkanlığı kazanmaları elzemdir.

Bundan sonra dil olmadan ilim olamayacağı gerçeğine binaen önce ana dilleri Türkçeyi, sonra da Arapça ve İngilizceyi yarım yama-lak değil, hakkıyla öğrenmeleri gere-kir. Biraz dil bilmek, biraz hamile olmaya benzer. Bugünkü nesil, ana dili Türkçeyi bilmediği için ikinci bir dili öğrenemiyor. 100 kelimelik twitter Türkçesiyle 100 bin kelimelik bir Arapça ve İngilizce öğrenilemez, bir göl, bir kovaya sığdırılamaz. Hep tekrarlarım, ister tıp ister sosyoloji, alanı ne olursa olsun, Arapçası olmayanın ilmi olamaz. Arapçayı iyi öğrenen için İngilizce dil bile sayıl-maz. Bundan sonra mümkün oldu-ğunca klasik Arapça kaynaklardan alet ilimlerini öğrenmelidir. Salah ve vukuf sahibi bir hocadan klasik bir Arapça metni haftada bir gün bile olsa düzenli okumanın bereketi an-latılamaz. Bu, insana ciddi bir feyiz, nüfuz ve azim kazandırır. Örneğin Aliyyü’l-Kârî’nin Tavzîhu’l-Mebânî ve Tenkîhu’l-Me’ânî veya Bedrud-dîn-i Zerkeşî’nin Luktatü’l-‘Aclân ve Beletü’z-Zam’ân adlı eserleri gibi, klasik literatürde öyle Arapça eser-ler vardır ki onlardaki bilgiyi bugün yüzlerce eser veremez.

Sosyal bilimler alanında tahsile ge-lince, bu konuda acizane tavsiyem, gençlerin uluslararası ilişkiler, kamu yönetimi, iletişim bilimi, işletme gibi melez disiplinler yerine mümkünse sosyoloji, felsefe, tarih, hukuk gibi temel disiplinlerde lisans eğitimi

alarak sağlam bir formasyon, altyapı kazanmalarıdır. Ondan sonra farklı alanlara yönelebilirler. Hangi alanda olursa olsun, ilmin gayesinin amel ve ihlas olduğunu, amel ve ihlas-tan uzak ilmin insanı yakacağını unutmayalım. Bu şuuru kazanma-da ilim, amel ile ihlasın zirvesine çıkmış İmâm-ı Âzam Efendimiz gibi âlimlerin menkıbeleri çok etkilidir. Daha yakınlarda da çağımızın mü-ceddidleri sayılan Ahmed Ziyâeddîn Gümüşhânevî, Muhammed Zâhid Kevserî ve Şeyhülislam Mustafa Sab-ri gibi âlimlerin ilim ve cihada adan-mış hayatları, bize örnek olmalıdır.

Son yıllarda Türkiye’de otantik ulemâ neslinin

neredeyse tükenmesiyle İslâm’ın bir muamma

hâline gelmesi, beni İslâm geleneğine daha

derinden eğilmeye, İslâm’ı çağımıza tercüme etmek üzere esaslı kitap

projelerine girişmeye sevk etti . Rabbimizin bu

yoldaki çalışmalarımızı en kısa sürede gün yüzüne

çıkarmaya muvaffak kılması için herkesten dua

bekliyorum.

SÖYLEŞİ DAVUT BAYRAKLI

MEHMET ERİKLİ

MOSTAR 37