Bedri Gencer-Ancak Nefsine Adalet Gosteren Baskalarina Adalet Gosterebilir

7
Son derece geniş bir perspektif ile karşınıza çıktığımız ‘Şehirleşme’ dosya konulu geçen sayımızdan sonra, yine dopdolu bir içerikle 72. sayımızda Mimar ve Mühendis Dergisi olarak karşınızdayız. Temmuz- Ağustos dönemlerini kapsayan bu sayımızda özellikle dosya konumuz dahilinde yer verdiğimiz ‘Meslek Ahlakı ve Mühendislik Etiği’ başlıklı konumuza sanırım şu dönemlerden daha fazla ihtiyacımız olan başka bir zaman yoktur. Ekonomik hayatın sistematikleşmesi neticesinde, bireylerin etik bir anlayışa sahip olması, bunu sürdürmesi, bir ahlak boşluğu içerisinde yaşamaktan kurtulması son derece önemlidir. Şüphesiz her mesleğin kendine has ahlak kuralları olmalıdır ama her mesleğin ahlak kurallarından bahsetmek de imkansızdır. Burada yapılması gereken ahlak ve etik kavramları ekseninde ortak değerler üzerinde durulmasıdır. Bu ortak değerleri de dosya konumuzda kendi meslek örgütümüz ile alakalı da olduğu için daha çok mimarlık ve mühendislik meslekleri üzerinden görmeye çalıştık. Mühendis içinde bulunduğu oluşturma sürecinden ahlâki, vicdani ve etik açıdan soyutlanamaz. Mühendisler için hem yurdumuzda hem de dünyada kabul görmüş farlı meslek disiplinlerine göre ufak tefek farklılıklar da gösteren temel etik ve ahlak kuralları vardır. Bu kurallar her an akılda tutulabilecek veya sık sık bakılabilecek yapıda değildir ancak varılmak istenen sonucun ne olduğu ve bunun için ne tür davranış kalıpları geliştirmek gerektiğini anlamak ve özümsemek mümkündür. Biz de buradan yola çıkarak dosya konumuzda ilk olarak Osmanlı Devleti’nde mesleklerin ahlak ve etik kurallarını koyup bunları denetleyen örgüt olan ‘Ahi Teşkilatı’nı inceleme şansı bulduk. Ülkemizde bu teşkilat ile alakalı olan derneklerle söyleşi imkanları yakaladık. Dahası meslek ahlakı ve mühendislik etiği üzerine uzmanlaşmış kişi ve kurumlardan okuması son derece öğretici olacağına inandığımız makaleler sunma şansı yakaladık. Tüm bu saydıklarımızdan başka bu sayımızda artık bir gelenek haline gelen şehircilik ve kentsel dönüşüm üzerine yazılar, mimarlık ve gezi yazılarımız ve son derece keyifli olan sinema yazılarımız ile de sizlerle beraberiz. İyi Okumalar Dileriz VİCDANINI, KENDİSİ ÜZERİNE GÖZCÜ KOYMAK… Şüphesiz her mesleğin kendine has ahlak kuralları olmalıdır ama her mesleğin ahlak kurallarından bahsetmek de imkansızdır. Burada yapılması gereken ahlak ve etik kavramları ekseninde ortak değerler üzerinde durulmasıdır. MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ Sayı: 72 Temmuz - Ağustos 2013 72 BİR CENNET TASAVVURU OSMANLI ŞEHRİ ETİK DEĞERLER VE BAŞARI KEŞKE DEMEDEN ÖNCE ACİL EyLEM PLANI İmtiyaz Sahibi Mimar ve Mühendisler Grubu adına Genel Başkan Murat Özdemir Sorumlu Yazı İşlerİ müdürü Yunus Emre Tozal [email protected] YaYın Kurulu Mahmut Çelik, Osman Şahbaz, Ali Reyhan Esen, Ali Osman Öncel, Yavuz Sarı, Mehmet Kürşat Çapar, Atilla Yeğin Bu SaYıYa KatKıda Bulunanlar Kadem Ekşi, Ali Kılıç, Dilaver Demirağ, Harun Urul YaYın danışma Kurulu Avni Çebi, Prof. Dr. Nazif Gürdoğan, Prof. Dr. İlhan Kocaarslan Prof. Dr. Nizamettin Aydın, Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu, Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk Kültür, Mehmet Osmanlıoğlu Yrd. Doç. Dr. Yalçın Boztoprak, Fatih Dönmez, Yrd. Doc. Dr. İbrahim Güneş, Yakup Güler İletİşİm adreSİ Kuştepe Biracılar Sok. No: 7 Mecidiyeköy/İstanbul Tel: 212 217 51 00 Fax: 212 217 22 63 Web: www.mmg.org.tr E-posta: [email protected] YaYın Koordİnatörü İsmail Şaşmaz [email protected] edİtör Fatih Göksu GörSel Yönetmen Ersan Topuz renK aYrımı Muhammet Dilsiz reKlam Gizem Tokgöz [email protected] Eski Osmanlı Sok. Cansun Apt. 5/7 Mecidiyeköy/İstanbul Tel: 212 273 27 50 Fax: 212 273 27 51 Web: www.abemedya.com BaSım Bilnet Matbaacılık 444 44 03 YaYın türü İki ayda bir yayınlanır. Yerel Süreli Yayın Ücretsizdir Yazı ve reklamların içerik sorumluluğu sahiplerine aittir. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. ABEMEDYA

Transcript of Bedri Gencer-Ancak Nefsine Adalet Gosteren Baskalarina Adalet Gosterebilir

Son derece geniş bir perspektif ile karşınıza çıktığımız ‘Şehirleşme’ dosya konulu geçen sayımızdan sonra, yine dopdolu bir içerikle 72. sayımızda Mimar ve Mühendis Dergisi olarak karşınızdayız. Temmuz-Ağustos dönemlerini kapsayan bu sayımızda özellikle dosya konumuz dahilinde yer verdiğimiz ‘Meslek Ahlakı ve Mühendislik Etiği’ başlıklı konumuza sanırım şu dönemlerden daha fazla ihtiyacımız olan başka bir zaman yoktur.

Ekonomik hayatın sistematikleşmesi neticesinde, bireylerin etik bir anlayışa sahip olması, bunu sürdürmesi, bir ahlak boşluğu içerisinde yaşamaktan kurtulması son derece önemlidir. Şüphesiz her mesleğin kendine has ahlak kuralları olmalıdır ama her mesleğin ahlak kurallarından bahsetmek de imkansızdır. Burada yapılması gereken ahlak ve etik kavramları ekseninde ortak değerler üzerinde durulmasıdır. Bu ortak değerleri de dosya konumuzda kendi meslek örgütümüz ile alakalı da olduğu için daha çok mimarlık ve mühendislik meslekleri üzerinden görmeye çalıştık.

Mühendis içinde bulunduğu oluşturma sürecinden ahlâki, vicdani ve etik açıdan soyutlanamaz.

Mühendisler için hem yurdumuzda hem de dünyada kabul görmüş farlı meslek disiplinlerine göre ufak tefek farklılıklar da gösteren temel etik ve ahlak kuralları vardır. Bu kurallar her an akılda tutulabilecek veya sık sık bakılabilecek yapıda değildir ancak varılmak istenen sonucun ne olduğu ve bunun için ne tür davranış kalıpları geliştirmek gerektiğini anlamak ve özümsemek mümkündür. Biz de buradan yola çıkarak dosya konumuzda ilk olarak Osmanlı Devleti’nde mesleklerin ahlak ve etik kurallarını koyup bunları denetleyen örgüt olan ‘Ahi Teşkilatı’nı inceleme

şansı bulduk. Ülkemizde bu teşkilat ile alakalı olan derneklerle söyleşi imkanları yakaladık. Dahası meslek ahlakı ve mühendislik etiği üzerine uzmanlaşmış kişi ve kurumlardan okuması son derece öğretici olacağına inandığımız makaleler sunma şansı yakaladık.

Tüm bu saydıklarımızdan başka bu sayımızda artık bir gelenek haline gelen şehircilik ve kentsel dönüşüm üzerine yazılar, mimarlık ve gezi yazılarımız ve son derece keyifli olan sinema yazılarımız ile de sizlerle beraberiz.

İyi Okumalar Dileriz

VİCDANINI, KENDİSİ ÜZERİNE GÖZCÜ KOYMAK…

Şüphesiz her mesleğin kendine has ahlak kuralları olmalıdır ama her mesleğin ahlak kurallarından bahsetmek de imkansızdır. Burada yapılması gereken ahlak ve etik

kavramları ekseninde ortak değerler üzerinde durulmasıdır.

MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

MES

LEK

AH

LAK

I VE

HEN

DİS

LİK

ETİ

Ğİ

Sayı: 72 Temmuz - Ağustos 2013

Mim

ar v

e M

ühen

dis

Tem

muz

- A

ğust

os 2

013

Say

ı: 72

72BİR CENNET TASAVVURU OSMANLI ŞEHRİ

ETİK DEĞERLER VE BAŞARI

KEŞKE DEMEDEN ÖNCE ACİL EyLEM PLANI

İmtiyaz SahibiMimar ve Mühendisler Grubu adına Genel Başkan Murat Özdemir

Sorumlu Yazı İşlerİ müdürüYunus Emre [email protected]

YaYın KuruluMahmut Çelik, Osman Şahbaz, Ali Reyhan Esen, Ali Osman Öncel, Yavuz Sarı, Mehmet Kürşat Çapar, Atilla Yeğin

Bu SaYıYa KatKıda BulunanlarKadem Ekşi, Ali Kılıç, Dilaver Demirağ, Harun Urul

YaYın danışma KuruluAvni Çebi, Prof. Dr. Nazif Gürdoğan, Prof. Dr. İlhan KocaarslanProf. Dr. Nizamettin Aydın, Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu, Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk Kültür, Mehmet OsmanlıoğluYrd. Doç. Dr. Yalçın Boztoprak, Fatih Dönmez, Yrd. Doc. Dr. İbrahim Güneş, Yakup Güler

İletİşİm adreSİKuştepe Biracılar Sok. No: 7 Mecidiyeköy/İstanbulTel: 212 217 51 00Fax: 212 217 22 63Web: www.mmg.org.trE-posta: [email protected]

YaYın Koordİnatörüİsmail Şaş[email protected]

edİtörFatih Göksu

GörSel YönetmenErsan Topuz

renK aYrımıMuhammet Dilsiz reKlamGizem Tokgö[email protected]

Eski Osmanlı Sok. Cansun Apt. 5/7Mecidiyeköy/İstanbulTel: 212 273 27 50Fax: 212 273 27 51Web: www.abemedya.com

BaSımBilnet Matbaacılık444 44 03

YaYın türüİki ayda bir yayınlanır.Yerel Süreli YayınÜcretsizdir

Yazı ve reklamların içerik sorumluluğu sahiplerine aittir. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.

ABEMEDYA

Mimar ve Mühendis38

MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

ANCAK NEFSİNE ADALET GÖSTEREN BAŞKALARINA ADALET GÖSTEREBİLİR

YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ SOSYOLOJİ BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. BEDRİ GENCER:

Sayın hocam, ahlâk veya etik, müslü-man bir âlim bakış açısıyla nasıl tarif edilebilir?Bu konuları tartışmaya geçmeden temel bir perspektif tashihi yapmak lazım. Bizim öncelikle dikkat etmemiz gereken ayırım, genelde yapıldığı gibi İslâmî/Batılı dünya görüşleri değil. İslâmî/Batılı dünya görüşleri şeklindeki dikey ideolojik ayırım, aynı dünyada yaşayan farklı toplulukların ayrı dünya görüşlerine sahip olabileceği yanılsamasına dayanıyor. Hâlbuki aynı dünyada yaşayan farklı toplulukların ayrı dünya görüşlerine sahip olması müm-kün değil. Burada dünya görüşünden kasdımız, İslâmî/Hıristiyanî gibi ideolojik ayırımların altında yatan, bunları çapraz kesen hikmettir. Buna göre dünya görüş-lerini ayırmada esas alınacak asıl ölçüt, hikemîlik-gayr-i hikemîlik, yani hikmete dayanıp dayanmamadır.Ortak bir hikmete dayalı geleneksel

dünyada Yahudi, Hıristiyanî, İslâmî veya pagan toplulukların düşünce tarzları şaşırtıcı bir ortaklık gösterir. Buna kar-şılık çağımızda İslâmî denen kavramla-rın bile hikmetten uzaklaşmış modern dünyanın seküler söyleminden derinden etkilendiği görülür. Dünya görüşleri ara-sındaki yanıltıcı dikey-ideolojik İslâmî/Batılı ayırımı yerine asıl yatay hikemî/gayr-i hikemî, geleneksel/modern ayı-rımını esas aldığımız zaman olaylara yanıltıcı ideolojik perspektiften bakmak-tan kurtuluruz. Bu yatay perspektiften bakıldığında geleneksel dünya görüşünün hikemî ortaklığı bilhassa ahlâk alanında çarpıcı olarak görülür.

Nasıl bir ortaklık?Hikmete dayanan bir ortaklık. Burada hikmeti basitçe ideolojikin zıddı olarak fıtrî ve küllî yol olarak tarif edebiliriz. Modern insan fıtrattan giderek uzaklaş-

tığı için ister teolojik, ister ideolojik, ister bilimsel, ister felsefî, ürettiği tüm bilgi hakikatin tahrifiyle malûldür. Diyebiliriz ki Batı, bugün hala ayaktaysa tâ Hz. İdris’ten kalan hikmet kırıntılarının eseri adalet sayesinde yaşıyor. Çünkü malum, kıyamete kadar küfür devam eder ama zulüm devam etmez. Arapça’da disiplinler, kelimelerin çoğu-luyla belirtilir. Buna göre Türkçe huy anlamına gelen Arapça huluk kelimesi-nin çoğulu olan ahlâk kelimesi, “huylar disiplini” anlamına gelir; eski literatürde geçen sınâat-ı hulkiyye (ahlâk disiplini) bunun tam karşılığıdır. Arapça’da “h-l-k” harflerinden oluşan kelime, hareke-siz yazıldığı zaman hem halk (yaratılış), hem de huluk (huy) olarak okunabilir. İki kelime arasındaki bu lafız-kök ortaklığı, yaratılışla huy arasındaki mânâ ortaklığı-nı gösterir. Dinlerin temel hedefi, ahsen-i takvim üzere yaratılan insandaki yaratılış

BU GÜN HER YERİ VE HERKESİ KUŞATAN MODERN DÜNYANIN BUNALIMINI ANLAMAK İÇİN MODERNLEŞME SÜRECİNİN ARKASINDA YATAN SEKÜLERLEŞME SÜRECİNİ ANLAMAK, BUNUN İÇİN

DE GELENEKSEL VE MODERN DÜNYA GÖRÜŞLERİNİ HAKKIYLA KARŞILAŞTIRMAK GEREK. ANCAK DOĞU’NUN HİKMETİ, BATI’NIN BİLGİSİNİN KUŞATILDIĞI KÜLLî BİR BAKIŞ AÇISINI GEREKTİRDİĞİ

İÇİN BU KARŞILAŞTIRMA KOLAY DEĞİL. ÇAĞIMIZIN ÖNDE GELEN MÜSLÜMAN DÜŞÜNÜRLERİNDEN BEDRİ GENCER, BU BAKIŞ AÇISINA SAHİP ENDER KİŞİLERDEN BİRİ. BU ÖNEMLİ SÖYLEŞİDE GENCER,

SÜREKLİ VE DERİNDEN GELENEKSEL/MODERN DÜNYA GÖRÜŞÜ KARŞILAŞTIRMASI YAPARAK İKİSİ ARASINDAKİ AYRILIĞIN SANDIĞIMZDAN ÇOK DAHA DERİN OLDUĞUNU VUKUFLA GÖSTERDİ,

BİRÇOK ÇARPICI, EZBER BOZAN TESPİT YAPTI, MODERN DÜNYADA YAŞADIĞIMZ BÜTÜN KAYIPLARIN TEMELİNDE HİKMETİN KAYBININ YATTIĞININ ALTINI ÇİZDİ.

SÖyleŞİ: yuNuS emre ToZAl>

Temmuz - Ağustos 2013 39

güzelliğine uygun huy güzelliğini koru-maktır; Fahr-i Kâinât Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmın “İslâm, huy güzelli-ğidir” hadisinde belirttiği gibi. Böylece yaratılış değişmediğine göre ahlâkın da Yahudilik, Hıristiyanlık, İslâm gibi dinlere göre değişmediği anlaşılır. Ahlâk evren-seldir, dinlere göre değişmez. Dünyada hiçbir din, yalancılığı, cimriliği, caiz gör-mez. Dinlere göre değişen ahlâkın muh-tevası değil, bunu tecessüm ettirmek için gönderilen şeriattır. Dolayısıyla “Yahu-di, Hıristiyan, İslâm ahlâkı”ndan değil, “Yahudi, Hıristiyan, İslâm şeriatı”ndan ancak söz edilebilir. İbni Miskeveyh’in Aristo’nun Nikomakos'a Etik adlı eserine dayanarak yazdığı Tehzîbü’l-Ahlâk adlı eseri, İslâm dünyasında teorik ahlâkın temelini oluşturur. Osmanlı’da da Kınalı-zâde Alî Çelebî’nin Ahlâk-ı ‘Alâî adlı eseri, İbni Miskeveyh vasıtasıyla Aristo’ya dayanır.Güzel ahlâkî davranışı ifade eden kav-rama edep denir. Edebin özel adı ise sünnettir; edep, isimsiz, sünnet isimlidir. Mü’min, hikmet gibi edebi de bulduğu kişiden alır ama sünneti sadece Efendi-miz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmdan alır. Basitçe karşılaştıracak olursak gelenek-sel ahlâk edep ahlâkı, modern ahlâk ise değer ahlâkıdır. Geleneksel dünya görüşüne göre tek bir değer vardır, zıddı kubh=çirkinlik olan husn=güzellik. “el-Esmaü’l-Husnâ”ya sahip olan, dünya-

yı, insanı en güzel surette yaratan Allah, her şeyin güzel olmasını murat etmiştir. Geleneksel dünya görüşünün esas aldığı tek değer hüsnü insan aklı keşfedebilir mi? Mu’tezile’nin aksine İslâm âlimleri, insan aklının nihaî olarak hüsnü keşfede-meyeceğini, ancak şeriatın bildireceğini öngörür.Edep, kabuktaki öz misali, hüsnün beşerî davranışlarda içkinliği, davranış güzelliği demektir. Bu anlamda Doğusuyla Batı-sıyla geleneksel dünyada etik ile este-tik, huy ile güzellik disiplinleri arasında farklılık yoktur; hedef, varlıkta içkin ortak güzelliği tecessüm ettirmektir. Bölün-melerle karakterize modern dünyada ise kapitalizmin doğuşuyla bir taraftan etik ile estetik, huy ile güzellik disiplinleri, diğer taraftan ahlâkî davranış ile dayan-dığı değer birbirinden ayrılmış, böylece geleneksel edep veya fazilet ahlâkına karşı modern değer ahlâkı ortaya çık-mıştır. Geleneksel ile modern ahlâklar, kısaca “etik ve moralite” kavramlarıyla ayrılabilir.

etiği ahlâk felsefesi, ahlâkı ise onun pratiği olarak gören, “ahlâkî olan etik olur ama etik olan ahlâkî olmaya-bilir” gibi tespitler yapanlar var. Ne dersiniz?Bu tür ayırımlar, meselenin özüne nüfuz aczinden kaynaklanan kelime oyunla-rından ibaret kanaatimce. O yüzden

meselenin biraz daha derinine inmek mecburiyetindeyiz. Mutlak anlamda din denince şeriat anlaşılır; şeriatın sistem-leşmiş pratiğine ise tasavvuf denir. Bu anlamda tasavvuf, insanın dünyada tüm maddî ve manevî ihtiyaçları karşılamak için gönderilmiş “ilahî bir ekonomi” ola-rak din=şeriatın tecessümüdür. Bu eko-nominin gayesi, hüsn-i muaşeret=güzel geçim yoluyla insanı saadete ulaştır-maktır. Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm zamanında dine bağlı kavramların, ahlâkın cismi var, ismi yoktu; tasavvuf, o zaman ismi olmadan, adı koyulmadan pratik ahlâk olarak yaşanıyordu. İnsan-lar önceden Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm veya onun vârisi bir mürşid-i kâmilden görerek edebi alıyorlardı.Ebu Talib el-Mekkî (-388/-996)’nin Kûtu'l-Kulûb adlı eseri pratik, İbni Mis-keveyh (-421/-1030)’in Tehzîbü’l-Ahlâk adlı eseri teorik, onlardan sonra gelen Gazâlî’nin İhyâ’sı ise hem teorik, hem pratik tasavvuf=ahlâkı konu alan ana eserler olmuştur. Geleneksel dünyada etik, ahlâkın teorisi veya bilimi demekti. Geleneksel ahlâkta temel değer olan

Batı, bugün hala ayaktaysa tâ Hz. İdris’ten kalan hikmet kırın-tılarının eseri adalet sayesinde yaşıyor. Çünkü malum, kıyamete kadar küfür devam eder ama zulüm devam etmez.

Mimar ve Mühendis40

MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

hüsn, davranışlarla içkindi. Buna göre modern dünyada değerler tabiri bir yanıl-samadır. Nasıl Hak, Kur’ân-ı Kerim’de kullanıldığı gibi el-Hakk diye çoğaltıla-maz tekil bir kavram ise, çoğul “değerler” değil, tek bir değer vardır. Modern dünya-da özgürlük, eşitlik, tutumluluk, cömertlik gibi kavramlardan değerler olarak söz edilir. Hâlbuki İslâmî-geleneksel dünya görüşüne göre tek bir değer vardır: Hüsn. İslâmî-geleneksel dünyada özgürlük, eşit-lik, tutumluluk, cömertlik gibi kavramlar, modern anlamda değerler değil, tek ana değer olan hüsne bağlı edeplerdir ki bunun ölçüsünü sünnet verir.

“Ben ancak ahlâkî yücelikleri tamam-lamak için gönderildim” diye buyu-ran efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmın tamamlamak üzere gönderil-diği ahlâk, saydığınız kategorilerden hangisine giriyor?Ahlâk, ilk insan ve peygamber Hz. Âdem’den beri vardır. İnsanın fıtratı değişmeyeceğine göre ahlâkı da değiş-mez. Bütün peygamberler ahlâk timsali olduğu halde ahlâkî yücelme, Efendimiz Hz. Muhammed ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm ile zirveye çıkmıştır. Bu kemal, hem onun, hem de gönderildiği dinin özelliğin-den kaynaklanmaktadır. Mutlak anlamda insan-ı kâmil, seyyidü’l-evvelîn ve’l-âhirîn olan Hz. Muhammed, din-i kâmil de onun tebliğ ettiği İslâm’dır. Tasavvufun hedefi, insanlara ahlâk-ı Muhammediye'yi aşı-layarak insan-ı kâmil kılmaktır. İlk pey-

gamberden son peygambere kadar dinin “din-i kayyım” denen değişmeyen özü tevhittir. Bu anlamda din bir, şeriat deği-şiktir; dinin marifetullâha yönelik millet denen aslı müttehit, fakat tâ’atullaha yönelik şeriat denen fer’i muhtelif, tagay-yür ve tekâmüle açıktır; “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı seçtim” âyetinin (Mâide/3) belirttiği gibi. Şeriat, insanın yaratılışın-daki huy güzelliğini tecessüm ettirmek için gönderilmişse, şeriatın tekâmülü, ahlâkın teamülü, dini kemale erdirme, ahlâkı tamamlama anlamına gelecektir. Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmın hadisini bu çerçevede anlayabiliriz.

Hocam, şeriat aynı zamanda ahlâkî kuralları vaz’ etmiyor mu? Din ve ahlâk birbirine çok yakın değil mi?Geleneksel ve modern ahlâkı edep=fazilet ve değer ahlâkı olarak ayırdık. Geleneksel edep ahlâkının çözülüşü, Hıristiyanlığın yozlaşmasıyla başladı. Dinin teorik ve pratik iki boyutu vardır; teorisine şeriat, pratiğine tarikat denir ki bu anlamda dini insanın maddî ve manevî tüm ihtiyaçla-rını karşılamak için gönderilmiş “ilahî bir ekonomi” olarak tanımlamıştık. Modern-leşmeye bağlı sekülerleşme sürecinde bu anlayış tersine dönmüş, “ekonomi olarak din” anlayışının yerini “din olarak ekono-mi” anlayışı almıştır. Sanılagelenin aksine çağımızda anlaşıldığı gibi sekülerleşme, dinden uzaklaşmadan ziyade din algısının

dönüşümüdür.

Batı’da sekülerleşmenin belkemiğini teş-

kil eden bu anlayış dönüşümü, Adam

Smith’in Newton fiziğine dayalı modern

dünya görüşüne bağlı olarak felsefî

temellerini attığı kapitalizmin eseridir.

Moralite denen modern ahlâkın temel

kavramı değer, kapitalizmin getirdiği

pazar, değişim ve fiyat kavramlarıyla

doğmuştur. Geleneksel dünyada değer

diye bir terim bile yoktur; tek ana değer

olan hüsn, edeplerde içkindir. İnsan,

ahsen-i takvim üzere yaratıldığından fıtrî

güzel, güzel de fıtrî demektir. Örneğin

oturarak içmek, sağlığa, fıtrata uygun

olduğu için su içmenin edebi, sünneti

olarak tanımlanmıştır. Dinlerin hedefi,

tüm varlık mertebelerinde geçerli ortak

güzelliği tecessüm ettirmektir.

Filozoflar, “hariçte, zihinde, lisanda ve

yazıda” olmak üzere dört varlık mertebesi

tanımlarlar. Çeşitli dillerde ortak “Üslûb-i

beyan, ayniyle insan” sözünün de belirtti-

ği gibi, geleneksel anlayışa göre insanın

zihin, davranış, söz ve yazısındaki güzel-

lik birbirinden ayrılmaz, birbirini yansıtır.

Batı’da Hıristiyanlığın kriziyle büyüyen

onto-teolojik parçalanma, kapitalizmle

netleşmiştir. Geleneksel dünyada iyilik,

doğruluk, güzellik kavramlarıyla bunlara

dayanan ahlâk, hukuk ve estetik disiplin-

leri birbirinden ayrılmaz. Kapitalizmle bir-

likte ise iyilik, doğruluk, güzellik kavram-

ları birbirinden ayrılırken farklı güzellik

mertebeleri de farklı disiplinlerin, ahlâkî

davranışların dayandığı değerlerin keşfi

etik, güzel sanatlar alanındaki güzelliğin

dayandığı ilkelerin keşfi de estetik bilimi-

nin konusu haline gelmiştir.

Şeriat denen geleneksel hukukun hedefi,

hem objektif hem sübjektif, hem makro

hem mikro boyutlarda adaleti gerçek-

leştirmek, tarikat=sünnet=edeb denen

geleneksel ahlâkın hedefi ise adaletin

üzerine fazileti inşa etmektir. Geleneksel

anlayışa göre, öz ile şekil birbirinden

ayrılmaz, şeriat olmadan ahlâk, adalet

olmadan fazilet, namaz olmadan niyaz

olmaz. Dinin özü ahlâktır; ibadet, ahlâkın

girdisi, sebebi, hukuk ise çıktısı, yaptırı-

mıdır. Dahası adalet nicel bir eşitliktir,

nitel adalet=eşitlik ise Kur’ân-ı Kerim’de

Temmuz - Ağustos 2013 41

geçen kıst kavramıyla ifade edilir. Mesela

biri 40 kilo biri 60 kilo ağırlığa sahip iki

çocuğunuza da eşit olarak beşer dilim

ekmek verdiğinizde nicel bir adalet uygu-

lamış olursunuz. Ancak kilolarına göre

birine dört, birine altı dilim ekmek verdi-

ğinizde kıst denen asıl nitel adaleti sağ-

lamış olursunuz. Zaten kelime anlamıyla

adalet, her şeyi yerli yerinde tutmaktır.

Peki, modern ahlâkta adalet ve fazi-let nereye gitti?Etik denen bu geleneksel ahlâk anla-

yışına göre adalet ve zulüm, öncelikle

sübjektif, insanın nefsiyle ilgilidir; biri,

Allah’ın emrine uymak, namaz kılmak

suretiyle önce kendine adalet göster-

dikten sonra ancak başkalarına adalet

gösterebilir; “Muhakkak namaz, insanı

kötülük ve çirkinlikten alıkoyar” âyetinin

de belirttiği gibi. Nefsine adil olan diğer

tüm insanlara adil, kendi ile barışık olan

tüm kâinatla barışık olur. Moralite denen

modern ahlâk ise adalet yerine düzen

anlayışını esas almış, modernlikle birlikte

sübjektif ve objektif boyutlarıyla birbirine

bağlı küllî ve cevherî bir adalet anlayışı,

mekanistik, şeklî bir düzen anlayışına

yenik düşmüştür. Söz konusu onto-teo-

lojik parçalanmanın getirdiği öz ile şeklin

ayrışması sonucu Batı, uçlara düşmüştür.

Bir taraftan hikmet ve şeriatın kılavuz-

luğundan mahrum kalan değerlerin etik

tarafından sonu gelmez bir spekülasyo-

na konu edilmesi, diğer taraftan vazife

ahlâkı denen şekilci bir ahlâk anlayışına

teslimiyet.

Ontik dengelerin altüst olması sonucun-

da Batı, Newtongil zaman-mekân kav-

ramlarında olduğu gibi izafîyi mutlaklaş-

tırmış, ahlâkî değerler örneğinde olduğu

gibi mutlakı izafîleştirmiştir. İngilizce ve

Fransızca right ve droit kavramlarında

olduğu gibi hak, lâfzen hem doğru, hem

vazife anlamına gelir. Bu, Hak ile İnsan

arasındaki ezelî ahde dayalı bir alışverişi

yansıtır. Allah, insanın verdiği ahde karşı

ödül vaad vermiştir. Arapça va’d kelimesi

borç sayılır ki din de deyn (borç) keli-

mesinden gelir. Batı’da Newton fiziğine

dayalı mekanistik düzen arayışı ise, hak-

tan yoksun bir vazife anlayışını gerektir-

miştir. Bu süreçte Kant’ın getirdiği vazife

ahlâkına göre ahlâkîliğin ölçütü, tümel ve

özsel bir doğruluk yerine haricî kurallara

uygunluk olmuştur. Keza bu mekanistik

düzen anlayışı uyarınca hukuk ta hak

özünü kayb ederek pozitivizm ve forma-

lizme, devlet mevzuatına indirgenmiştir.

Bu ahlâkî ölçütü biraz daha açar mısınız?Bu ahlâkî davranışın ölçütünü bulmak

için öncelikle bu ölçütü belirleyecek mer-

ciin bulunması gerekir. Bunun için Batı,

yoğun bir merci arayışına sahne olmuş-

tur. Rousseau’nun vurgu yaptığı vicdan-

dan sağduyu ve kamuoyuna kadar çeşitli

ahlâkî merciler aranmıştır. Deontoloji

denen ödev ahlâkının öncüsü Kant’ın ara-

yışı ise esas itibariyle isimsiz, tümel haki-

kat kaynağı olarak hikmete (Vernunft)

yöneliktir. Ancak Aydınlanma ile hikmetin

akla, hikemiyetin akliyete indirgenmesi,

Kantgil ödev ahlâkını vahim bir tikellik/

tümellik, otonomi/heteronomi çelişkisiyle

malûl kılmıştır.

Peki, modern genel/meslek ahlâkı ayırımının geleneksel dünyada karşı-lığı var mıdır acaba hocam?

Yok. Geleneksel ve modern ahlâkın ayrış-

masından biz modernlerin modernliği

kanıksadığı için pek fark edemediği bir

ayırım ortaya çıkıyor: Eğitim ve öğretim

ayırımı. Modern bakış açısıyla eğitim ile

öğretim arasındaki farkı basitçe şöyle

ayırt edebiliriz. Eğitim, adam, öğretim,

vali yetiştirmektir. Hani baba demiş ya,

“Oğlum, ben sana vali olamazsın değil,

adam olamazsın dedim; adam olsaydın

babanı ayağına getirtmezdin.” Bu örne-

ğin de gösterdiği gibi geleneksel dünya

görüşü açısından eğitim ile öğretim ara-

sında ayırım yapılamaz; adam olma-

yan vali olamaz. Özellikle Ahî teşkilatına

bakıldığında çağımızda “ahlâk eğitimi”

ile “meslekî eğitimi” deyimleriyle de ayı-

rılan eğitim ile öğretimin iç içe geçtiği

açıkça görülür. Hâlbuki modern anlayışa

göre pekâlâ adam olmadan vali olmak

mümkündür.

Bu anlayışın ortaya çıkışında ana etken,

sanayi toplumunun zuhuru. Sanayi kapi-

talizmi, insanlık tarihinde yeni bir üre-

tim ve dolayısıyla yeni bir insan tipini

gerektiriyor. Modern meslek, öğretim ve

meslek ahlâkı kavramları, hatta şifahilik/

okuryazarlık ayırımı bile sanayi toplumu

ile ortaya çıkıyor. Eğitim/öğretim ayı-

rımının zuhuru, tabiatıyla eğitimin de

anlamını kaybetmesine yol açacaktır.

Eğitim/öğretim ayırımının getirdiği gene

pek fark edilmeyen önemli bir ayırım,

“birincil/ikincil eğitim” ayırımıdır. Burada

birincil eğitimle ailenin, ikincil eğitim-

le ise okul sisteminin verdiği eğitim

kasd edilmektedir. Normalde gelenek-

sel zihniyet açısından böyle bir ayırım

anlamsızdır. Zira çocuğun asıl eğitim yeri

aile yanında tekke gibi sivil kurumlardır.

Ancak sanayi toplumunun zuhuruyla dev-

lete ait resmi kurumlar, okullar çocuğun

eğitimini üstlenmiştir. Modern eğitim/

öğretim kurumları, sanayi toplumunu sür-

dürecek insan tipini yetiştirmeyi hedef

edinmiştir. Öğretimin hedefi, sanayi top-

lumunu işletecek, ona uygun profesyonel

yetiştirmek, eğitimin hedefi ise bu toplu-

mun işleyişini bozmayacak, ona uyumlu

vatandaş yetiştirmek olmuştur.

Sanayi toplumunun ihtiyaçları uyarınca

eğitim ve öğretimin bu şekilde araç-

sallaşarak anlamını kaybetmesi sonucu

meslek ahlâkı gibi kavramlar da özellikle

Türkiye’de anlamını kaybetmiştir. Batı

dillerinde ödev ahlâkı anlamına gelen

“deontoloji”, bizde daha ziyade “meslek

ahlâkı” anlamını kazanmıştır. Öğrencilere

bu disiplinleri ortak bir hikmete bağlama

şuurunu vermesi açısından özellikle hukuk

ve tıp gibi temel alanlarda deontolojinin

kritik bir pedagojik önemi vardır. Ancak

maalesef Türkiye’de her şey Batı’dakin-

den daha kaba bir şekilde araçsallaştığı

Edep, kabuktaki öz misali, hüsnün beşerî davranışlarda içkinliği, davranış güzelliği demektir. Bu anlamda Doğusuyla Batısıyla geleneksel dünyada etik ile estetik, huy ile güzellik disiplinleri arasın-da farklılık yoktur; hedef, varlıkta içkin ortak güzelliği tecessüm ettirmektir.

Mimar ve Mühendis42

MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

için tıp felsefesi, tarihi, ahlâkı, hukuk

felsefesi, tarihi, ahlâkı, Roma hukuku

gibi tıp ve hukuktaki asıl entelektüel

öneme sahip dersler, öğrenciler tarafn-

dan önemsenmeyen, “çerez” diye görülen

dersler olarak geçiştirilmekte, fiilen boşa

geçmektedir.

Keza buna bağlı olarak sanayi toplu-

munda ortaya çıkan şifahilik/okuryazarlık

ayırımı, ilmin kitaptan geçtiğini esas

alan modern bir anlayıştır. Buna karşı-

lık geleneksel anlayış, “ilmin satırlardan

değil, sadırlardan, dinleyerek” geçtiğini

öngörür. Bugünkü bakış açımızla okuma-

yazma bilmediği için cahil kocakarılar,

geleneksel dünyada sahipsiz kitaplardan

okuyarak değil, ehlinden dinleyerek ilmi

alıyordu.

Hocam, tespitleriniz oldukça çarpıcı, ezber bozan cinsten. Daha derinden bakığımızda bu gelişmenin altında ne görürüz?Bunu daha basit bir şekilde “eğitim mühendisliği” deyimiyle anlatabiliriz. Bunun tâ altında “tarih, eğitim, ekono-mi, kültür, şehir, dil vs. mühendisliği” gibi beşerî tüm alanlara sirayet eden, Newton fiziğinden mülhem bir mekanis-tik zihniyet yatmaktadır. Modern ahlâk, ekonomi, eğitim, mimarlık hepsi New-ton fiziğine dayanıyor. Sanıldığını aksine “dünya görüşü” kavramı, mecazen hayat görüşü değil, hakikaten dünya hakkındaki astrofiziksel görüş demektir. Bu anlam-da Aristo, Newton, Einstein’ı geleneksel, modern ve postmodern olarak üç ana çağın dünya görüşlerinin temsilcileri ola-rak alabiliriz. Burada Aristo ile Newton fiziği arasındaki temel fark, organizmik/mekanizmik arasındaki ayırımda yatıyor. Aristo fiziğinin temsil ettiği gelenek-sel organizmik dünya görüşüne göre herşey can sahibi birer beden, organiz-

madır. Bilindiği gibi yerle gökler ara-

sında dört tane varlık kategorisi vardır:

İnsanât, hayvanât, nebatât, cemâdât.

Burada Türkçe’de cansız varlıklar dedi-

ğimiz cemâdât, câmit, aslında cansız

değil, donmuş anlamına gelir; yani “nefs-i

külliye” kavramının da belirttiği üzere

“canlı ama hareketsiz” demektir. Kur’ân-ı

Kerim’de taşların Allah korkusundan

yuvarlandıkları, yer ve göğün Allah’ın

emrine itaaat ederek geldiklerine dair

ayetler, bunu belirtmiyor mu? Moderniz-

min öngördüğü mekanistik dünyada ise

değil dağlar, taşlar, cemâdât, hayvanlar,

insanlar bile cansız, iradesiz varlıklar,

şeyler hükmündedir.

Modernlik eleştirmenlerinin sıkça dile

getirdiği “İnsansız ekonomi, sosyoloji,

tarih, eğitim vs.” deyimleri bunu belirtir.

“Toplum, ekonomi, eğitim sistemi” gibi

mekanistik sistem kavramıyla tanımla-

nan bu alanlardaki düzenlemede insan,

aktör değil, bir makinenin dişlisi gibidir.

Doğrudan insanı konu alan tıp ve psiko-

loji gibi alanlarda bu çarpık mekanistik

bakışı daha çarpıcı görmek mümkündür.

Diğer alanlarda insan makinenin bir dişli-

si, pasif bir parçası iken bunlarda doğru-

dan bir makinedir. Örneğin kadim kültür,

ölümü sayılı nefeslerin tamamlandığını

ifade eden “vefat etti, Hakka yürüdü,

irtihal-i dâr-ı bekâ eyledi” gibi estetik,

manevî deyimlerle anlatırken modern tıp

basitçe bir makinenin durmasını, devre

dışı kalmasını belirten “X oldu” deyimiyle

anlatır!

mimarlık, mühendislikten ziyade sanat kategorisine girdiği için, ontik hüsnü yansıtacak bir mekân ve çevre düzenlemesi mümkün müdür?Bu sorunuza cevap olarak gene gele-

neksel/modern karşılaştırmasını yapmak

durumundayız. Geleneksel dünya görüşü-

ne göre şehir, bir insan bedeni organizma

hükmündedir. İnsan bedenindeki hücre,

doku, organ, sistem ve beden şeklindeki

beşli hiyerarşi aynen şehirde de bulunur;

oda, ev, sokak, mahalle ve şehir şeklinde.

İnsan bedeninde hücrelerin bir kapısı

olduğu gibi odadan şehre bu birimlerin

de bir kapısı vardır. Nitekim fetih, lâfzen

Öğretimin hedefi, sanayi toplu-munu işletecek, ona uygun profes-yonel yetiştirmek, eğitimin hedefi ise bu toplumun işleyişini boz-mayacak, ona uyumlu vatandaş yetiştirmek olmuştur.

Temmuz - Ağustos 2013 43

açmak demektir, yani bir şehrin kapısı-

nı açmak. Ama dediğimiz gibi modern

şehircilik ve mimarlık, bir sanattan ziyade

mühendislik yaklaşımıyla şehri bir orga-

nizma değil, kesilip biçilecek bir mekaniz-

ma olarak alıyor. Beşerî-iradî alanlarda

da mekanistik bir dizayn iddiasını ifade

eden “tarihsel, sosyal mühendislik” denen

mühendislik türlerinin zavallı mantığı bu.

Burada şehirle ilgili temel değerlere daha derin bir bakış getirdiniz. İslâm şehrinin iki temel özelliği var; doğal-lık ve kendiliğindenlik. Topografyaya uygun olarak ve kendiliğinden gelişen bir şehir var. Bu konuda ne söylersiniz?“Planlanmış/planlanmamış şehir” ayırı-

mı, modernliğin getirdiği sayısız kısır

dikotomilerden biridir. Çağımızda Spiro

Kostof’un The City Shaped: Urban Pat-

terns and Meanings Through History

adlı çığır-açıcı çalışması, “planlanmış/

planlanmamış şehir” ayırımı efsanesini

yıkmıştır. Her ikisi de genel anlamda bir

plana dayansalar da bir organizma ola-

rak şehrin bir tarihi ve ruhu varken kentin

yoktur. Sokakların adlandırılması tarzı,

aralarındaki farka basit bir örnek olarak

verilebilir. Örneğin bizde köklü şehirlerde

sokaklar “Müezzin Bilal, Feyzullah Efendi,

Kuşkonmaz” gibi isimler alırken Batı’daki

kentlerde “70. 80. sokak” gibi ruhsuz

bir şekilde numaralandırılırlar. Burada

mesele, planlama/planlamama değil,

planlamanın niteliği, organizmik/meka-

nistik anlamda olup olmadığıdır. Mimar

Sinan gibi geleneksel hakîm bir mimar,

şehri bir organizma olarak planlar.

Burada temel kavram otarşi, yani orga-

nizmanın kendi kendine yeterek yaşa-

yacak şekilde planlanmasıdır. Otarşi,

aslında adalet kavramının bir türevidir.

İngilizce ekonomi, ekoloji ve ekümen

kelimelerinin türediği Yunanca oikos

veya Arapça dâr kelimesi, hakikaten ev,

mecazen ise belde ve dünya anlamla-

rına gelir; ev, yaşadığımız küçük, dünya

ise büyük âlemdir. Bu semantik ipucu,

insanın yaşadığı birimler arasında nitelik

değil, sadece nicelik, çap farkı olduğu-

nu, hepsinde aynı adaletin gözetilme-

si gerektiğini belirtir; evde, mahallede,

şehirde, ülkede ve âlemde adalet. Rab-

bimiz, dünyayı kendi kendine yetecek

şekilde yaratmıştır. O yüzden insan, koz-

mik ve politik zulümden, şeyleri yerli

yerinden oynatmaktan kaçınarak adaleti

gözetmeli, topoğrafik şartları zorlama-

malıdır. Buna göre politik, soyut bir

ülke yerine kökünü oluşturan oikos (ev)

kelimesinin belirttiği gibi, özellikle su

gibi doğal kaynakların şehirde yaşayan

toplulukların ihtiyaçlarına yetmesi anla-

yışına göre şehirler kuruluyordu eskiden.

Modern mimarlık ve şehirciliğe ise tam

aksine adeta Firavunca bir mantık yön

veriyor; “Biz, istediğimiz yerden dağı

delip tünel açarız, göğe merdiven gibi

binalar, denizin üzerine şehir kurar,

Dubai gibi çölde bir cennet yaratırız”

gibi azgın, Firavunca bir mantık. Bilindiği

gibi Newtongil mekanistik evren görüşü,

deizme dayanıyordu. Buna göre Tanrı,

evreni altı günde yarattıktan sonra hâşâ

Arşa istivâ ederek istirahata çekilmiş,

dünyayı kendi kendine işleyecek şekilde

bırakmıştı! Asırlardır Tanrı’nın adaletini,

bunun için de mahiyetini sorgulayan

Batılı, işin içinden çıkamayınca sonunda

çareyi Tanrı’yı nötralize etmekte buldu.

Nötralize edilen Tanrı’nın mutlak kud-

retini (omnipotence) artık insan teva-

rüs edecekti. Bilimsel ve siyasî (Fransız

İhtilali) devrimler, bu “tarihin ve tabiatın

mutlak denetimi” hüsnü kuruntusunun

sebebi ve sonucuydu. Amerikalı mimar

Richard Neutra’nın ciddi mi, espriyle

mi söylediğini bilmediğimiz şu sözü bu

mantığın çarpıcı bir ifadesidir: “Öyle bir

ev planlarım ki mutlu bir karı-kocayı altı

ay içinde boşandırabilirim!”

müthiş gerçekten. Biraz da iş ahlâkına değinebilir miyiz?Dediğimiz gibi genel/meslekî ahlâk ayı-

rımı, modern eğitim/öğretim ayırımının

sonucu. Geleneksel dünyada örneğin Ahî

teşkilatına baktığımızda böyle bir ayırım

göremiyoruz; ahlâk bir bütün olarak insa-

na aktarılıyor. Burada, hem eğitim/öğre-

tim, hem genel/meslek ahlâkı ayırımını

hiçe sayan merkezî kavram edep. Örne-

ğin geleneksel literatürde Büyük Selçuklu

veziri Nizamülmülk’e ait “siyasetnâme”

adlı eserler, modern anlamda bir meslek

olarak siyasetin öğretimine dair sayıla-

bilir. Ancak “Âdâbü’l-Mülûk ve’s-Selâtîn”

(Krallar ve Sultanların Âdâbı) türü eser-

ler, hem eğitim/öğretim, hem genel/

meslek ahlâkı anlamında yönetimin ede-

bini veren eserler olarak belirir. Modern

bakış açısıyla burada öğretim, eğitimin,

meslekî ahlâk, genel ahlâkın üzerine bina

edilir; aralarında bir mahiyet farkı yoktur.

Bugün bir mimarın özel ile meslekî hayatındaki davranışları pekâlâ bir-biriyle uyumsuz olabiliyor. modern hayatlardaki bu şizofrenik bölünme maalesef kanıksanmış durumda. Adalet ve fazileti hiçe sayan sekü-lerizmin bütün çabalarına rağmen hızla çöken insanlığı kurtarma ümidi hâlâ var mı sizce?Dediğimiz gibi şizofrenik modern dün-

yada pekâlâ adam olmadan vali olmak

mümkündür. Bugün seküler dünyada

tasavvuf denince belli insanlara özgü

ekstra bir dindarlık tarzı anlaşılıyor.

Halbuki tasavvuf, edep denen gelenek-

sel eğitimin alternatifi olmayan ana

kanalıydı. Alternatif, tasavvufa değil,

tasavvufta, farklı insan fertlerinin meş-

rebine ve grupların ihtiyaçlarına göre

değişen tarikatlar arasında idi. Örneğin

Osmanlı’ya baktığımız zaman Yeniçe-

rilerin eğitim kanalı, Bektaşilik, ulema-

nın Nakşibendilik tarikatı idi. Cumhuriyet

devrinde tarikatların kapatılmasıyla bu

toplumun hayat damarları, ahlâk kanalları

da kesildi. Bugün de toplumun manevî

dirilişinin tasavvuftan başka yolu yok.

Ancak mesele sadece anayasal bir düzen-

lemeyle tarikatları tekrar serbest bırak-

mak değil, büyük bir yıkım, fetret devrinin

ardından bu tekkeleri dolduracak ehliyetli

tasavvuf erbabını tekrar bulmak.

Modern ahlâk, ekonomi, eğitim, mimarlık hepsi Newton fiziğine dayanıyor. Sanıldığını aksine “dünya görüşü” kavramı, mecazen hayat görüşü değil, hakikaten dünya hakkındaki astrofiziksel görüş demektir.