Bilge Kağan Kazıları 2001, 2003 ve Türk Arkeolojisinin Geleceği, Türklük Şöleni, 12 Mayıs...
Transcript of Bilge Kağan Kazıları 2001, 2003 ve Türk Arkeolojisinin Geleceği, Türklük Şöleni, 12 Mayıs...
Bilge Kağan Kazıları 2001, 2003 ve Türk Arkeolojisinin Geleceği.
Hasan Bahar
ÖzetT.C.Başbakanlık Türk Dünyası İşbirliği Kalınma İdaresi (TİKA)2000-2003 yılları arasında Moğolistan’da Türk Dönemieserlerinin araştırılması, arkeolojik kazısı ve korunmasınayönelik bir proje yürüttü. Burada 2001 ve 2003 yılları BilgeKağan Anıt Mezar Külliyesi Kazı Çalışmalarında görev almamdolayısı ile bu çalışmalardan söz edilmiştir. Özellikle 2001yılında bulunan “Bilge Kağan Hazinesi” olarak daadlandırdığımız altın ve gümüşten oluşan mezar sunuları bilimdünyasında geniş yankı bulmuştur. Bu buluntular TürkiyeCumhuriyetinin Kafkasya, Orta Asya ve Moğolistan gibi TürkDünyası Araştırmaları için bir başlangıç olabilirdi. Üstelik buçalışmalar Türkiye’deki üniversitelerdeki Arkeoloji ve Tariharaştırmalarının müfredatında değişikliklere yol açabilirdi.Buradaki kazılar 2003 yılında durdurulduğu gibi maalesef budenli kapsamlı araştırmalar da yapılmamaktadır. TürkÜniversitelerinde de Orta Asya ya da Türk dönemi arkeolojisiile ilgili kapsamlı bir planlama henüz yapılmamıştır. BilgeKağan Kazılarının Türk Arkeolojisi için bir milat olmasını veTürk Üniversitelerinde Orta Asya Arkeolojisinin müfredatlarakonmasını diliyoruz.
Ayrıca ülkemizde var olan ve eğitim faaliyetleri bulunmayanTürkiyat Enstitülerinde eski Türk yazı dillerini ve bölgearkeolojisini bilen dil, tarih, arkeoloji ve coğrafya eksenindedisiplinler arası Türkologların yetiştirilmesi için aceleedilmelidir.
Anahtar sözcük: Moğolistan, Bilge Kağan, Kazı, Orhon, Türk,Hazine
2001-2003 Excavations at Bilge Khagan Complex and the Future ofTurkish Archeology
Hasan Bahar
Abstract
Turkish International Cooperation and Development Agency(TIKA), a government department of the Prime
Ministry of Turkey, carried out a project on the research,archeological excavations and protection of the TurkishMonuments in Mongolia in 2000 and 2003, I participated to theexcavations of Bilge Khan Monumental Grave Complex in 2001 and2003 and therefore I would like to mention this topic in here.Particularly, the gold and silver offerings found in 2001 andcalled as “Bilge Khan’s Treasures” by us had a broadrepercussion in the science world. These findings might be apioneer movement for the other researches of Turkish Republicfor the Turkish World Research such as in Caucasia, Middle Eastand Mongolia. Moreover, these studies could trigger theadjustment of the curriculum of the Archeology and HistoryResearches at the Turkish Universities. The excavations in herewere halted in 2003 and unfortunately a comprehensive studylike in those years hasn’t started yet. A major planning hasn’tbeen carried out at the Turkish Universities regarding theArcheology of Central Asia or Turkish Period. We hope that theBilge Khan Excavations would be a milestone for the TurkishArcheology and Central Asia Archeology course will be added tothe curriculum at the Turkish Universities. Also we should bequick to train turcologist in the field of Turkish Languagesand archeology of the related region associated with theinterdisciplinary studies such as history, archeology andgeography at the Turkish Institutes in Turkey. Currently theTurkish Institutes in Turkey doesn’t carry out an educationactivity.
Key Words: Mongolia, Bilge Khan, Excavations, Orkhon, Treasure
Bilge Kağan Kazıları 2001, 2003 ve Türk Arkeolojisinin Geleceği.
Prof.Dr. Hasan Bahar
Sosyal Bilimler, Keşifler ve İşgaller..
Günümüzde dünya siyasetinin başlıca aktörleri olan güçlü
devletler bu konuma yükselebilmeleri için bilimsel
araştırmalara, fen ve sosyal bilim ayrımı yapmaksızın önem
vermişlerdir. Üstelik bu önem veriş sadece kendi ülkelerindeki
bilim insanları ve bilimsel araştırmalarla sınırlı kalmayıp,
diğer ülkelerdeki araştırmaların sonuçlarını elde edebilmek
maksadıyla başka ülkelerdeki araştırmacıları burs, kredi ve
kurs gibi yöntemlerle destekleyerek, onların elde ettikleri
bilimsel verileri kendi havuzlarında toplamaktadırlar.
Bilindiği gibi geri kalmış ülkelerin bilim insanları, daha
iyi çalışma imkânı ve daha rahat bir hayat standardı gördükleri
için gelişmiş ülkelere yerleşmeleri, genellikle “beyin göçü”
olarak nitelendirilmektedir. Ancak bu göç sadece bilim
insanlarının başka ülkelere bedenen gitmesi ile olmayıp,
ürettikleri bilgilerin batıdaki yayım organlarında yayımlanması
ile de olmaktadır. Üstelik bu yayımlar üretildikleri ülkelerin
dillerinde olmayıp, gelişmiş ülkelerin dillerinde olup, o
ülkelerin daha kolay kullanımına sunulmaktadır. Böylece
gelişmiş ülkeler değişik ülke insanlarının emekleri ve öz
kaynakları ile yaptıkları araştırmaları da “bilgi göçü” olarak
toplamak imkânına sahip olmaktadırlar.
Geri kalmış olan ülke araştırmacıların kimi zaman işe
yaramaz gibi görünen bölük pörçük araştırmaları gelişmiş
ülkelerin veri havuzlarında toplandığı zaman bir bütünün
parçaları oldukları için teknolojide ve siyasi arenada daha
kullanılır hale gelmektedir.
Dünyaya yön veren gelişmiş ülke yöneticileri, genellikle
diğer ülkelerle ilgili siyasal, sosyal ve ekonomik
ilişkilerinde bilimsel araştırmaların ortaya koyduğu sonuçlara
bağlı dış politikalar üretmektedirler. Bu sonuçlara göre
ekonomik çıkarları olmadıkları ülkelerle ilişkilerini bir zaman
kaybı gibi görüp sınırlı tutarken, daha çok ekonomik çıkarları
oldukları ülkelerle ilişkilerini güçlendirmektedirler. Bu
şekilde güçlü devletler çıkar ilişkilerini iyi hesap ederken
geri kalmış ülke yöneticileri ise bilimsel araştırmalara önem
vermediklerinden; sosyal bilimlerle tümüyle ilgisiz
olduklarından ülkelerinin uzun vadede çıkarlarını
hesaplayamadıkları için kısa süreli hissi günlük kısır
politikalarla yetinmektedirler. Kimi zaman bu politikaları
onları rüzgârı altına alan uçurtma misali göğe
yükselebilmektedir, ancak pamuk ipliğine bağlı olan bu uçuş
çoğu kez sert inişlere hayal kırıklıkları ile sonuçlanmaktadır.
Bir bakıma gelişmiş ülkeler mikroskobun arkasında
inceleyen aktif konumda iken, geri kalmış ülkeler ise
mikroskobun objektifi altında incelenen konumdadırlar. Geri
kalmış doğu ülkelerin bu durumdan çıkış yolu bilimsel
araştırmalarla olacaktır.
Gelişmiş ülkelerin bilime verdikleri önem sayesinde kendi
ülkelerindeki bilimsel çalışmaları güçlendirmek için dünyanın
başka yerlerindeki yaşantılardan da alınması gereken değerleri
almışlardır. Mezopotamya ve Anadolu ve Mısır gibi kadim
uygarlık verilerini sentezleyen batı zamanla Türkistan,
Hindistan ve Çin uygarlıkları ile de buluşma yollarını
keşfetmiştir.
Arkeolojik veriler ve mitoslardan çok önceleri batı ile
doğu ülkeleri arasındaki ilişkilerin varlığı bilinmekle
birlikte Homeros’un dizelerinde bu ilişkiler şekillenme
başlamıştır.
M.Ö.VIII. yüzyılda son şekline geldiği sanılan Homeros’ta
M.Ö.XIII. yüzyıldan itibaren yaşanan tarihsel olaylarla
mitoloji bir sarmal halindedir. Ancak bu durum M.Ö.V. yüzyılda
Halikarnassoslu Herodot’la birlikte ayakları yere basan,
olayların kaynağında insanın yer aldığı bir tarihçilik
aşamasına geçilmiştir. Böylece bu anlatımda, bazen duyumların
da karışmasına rağmen, gözleme dayalı bir anlatım geleneği
içinde doğu hakkında da bilgiler verilir.
Romalı hatip Cicero tarafından “Tarihin Babası” olarak
adlandırılan Herodot (M.Ö. 484 -M.Ö.425) Historia adı verilen
dokuz ciltlik kitabında Orta Asya’ya kadar Eski Mısır, Anadolu,
Mezopotamya, İskitya (Kırım ve Hazar Çevresi) ve İran’ı
anlatıyordu. O, bu anlatımlarında hocası Miletli
Hekataios(M.Ö.550- M.Ö. 476)’un Ήρωλγία ya da Іσтоρίαι
(Historia) olarak bilinen Γενεηλоγίαι (Genelojia-Soylar)
hükümdar sülalelerini anlatan eseri ve özelikle, Perihegesis
(Περιήγησις) ya da Perihodos (Пερίοδος- Yeryüzünün Çevresinde)
adlı eserinde Batı Avrupa’dan Doğu Avrupa’ya, Mısır ve Hazar’a
kadar Batı Asya’yı anlatan eserlerinden faydalanmıştır.
Herodot “barbar” olarak adlandırdığı, o sırada Hindistan’a
kadar bilinen dünyadan eserinde söz etmiştir. Kitabının
girişinde “ Bu, Halikarnassos’lu(Bodrum) Herodotos’un kamuya sunduğu
araştırmadır. İnsanoğlunun yaptıkları zamanla unutulmasın ve gerek Yunanlıların,
gerekse Barbarların meydana getirdikleri harikalar bir gün adsız kalmasın, tek
amacı budur; bir de bunlar birbirleriyle neden dövüşürlerdi diye merakta
kalınmasın”, diyerek, bir bakıma doğu ile batının
karşılaştırmasını yapmaktadır.
Herodot’tan yaklaşık yüz yıl sonra Büyük İskender’in Doğu
Seferi (M.Ö.334-323) ile Batılılar daha önce Homeros ve
Herodot’tan okudukları dünyayı görme imkânı bulmuşlardı.
B.İskender bu seferinde, yanına Tarih, Coğrafya ve Tabiat
bilimleri ile ilgili birçok bilim adamlarını da alarak,
Hindistan’a kadar uzanan bir dünyanın gözlemlenerek kayıt
altına alınmasını sağlamıştır. Bu uzmanların aldıkları kayıtlar
batılı insana doğu ile ilgili o güne kadar hiç duymadığı ve
görmediği yeni şeyler aktarmıştı.
B. İskender’in hayatı ve özellikle doğu seferi daha sonra
Roma devlet adamlarına esin kaynağı olurken, yakın dönem
Avrupa’sında da Napoléon gibi devlet adamlarına da esin
kaynağı olmayı sürdürmüştür.
Napolyon’un Mısır seferi öncesi doğunun örf ve âdetine
göre hazırladığı tarihçi, coğrafyacı ve dilcilerle destekli
olan ordusu B.İskender’in tam bir kopyası nitelliğindedir.
Napolyon da XIX. ve XX. Yüzyıl Avrupa’sında kimi devlet
adamları, araştırmacılar ve ajanlara model olmuştur.
Batının doğuya bakışını ve Napoléon’un misyonunu anlamak
için Arkeolojinin romanı olarak adlandırılan Kurt W.
Marek(Ceram)’in Napoléon’un Mısır seferi ile ilgili şu sözleri
dikkat çekicidir:
“Stendhal “ Napoléon’un kahramanlık günleri geçti” diye yazıyordu. Şair
aldanmıştı… Dar odayı enine boyuna adımlayarak, şan ve şeref tutkusuyla kendini
yiyerek, kendisini Büyük İskender’le kıyaslayarak, yapamadıklarının üzüntüsü içinde
şöyle yazıyordu: “Paris kurşundan bir manto gibi çöküyor üzerime. Sizin Avrupa’nız
bir köstebek yuvası; yalnız altı yüz milyon insanın oturduğu doğuda büyük
imparatorluklar kurulabilir ve büyük devrimler sağlanabilir… 19 Mayıs 1788’de
Napoléon üç yüz yirmi sekiz gemilik bir filonun başında, gemilerindeki otuz sekiz bin
kişilik ordu ile (yaklaşık İskender’in Hindistan’ı ele geçirmek için yola çıktığında
buyruğundaki askerler kadar) Toulon’dan denize açıldı… İskender’ce bir plan.
Napoléon’un gözü de Mısır üzerinden Hindistan’da idi… 2 Haziran’da Napoléon Mısır
toprağına ayakbastı. Korkunç bir çöl yürüyüşünden sonra askerler Nil’de yıkandılar.
21 Haziranda da sabahın alacakaranlığında Kahire belirdi. Dört yüz narin
minaresiyle Cami ül Ezher’in kubbesiyle “ bin bir gece”den bir rüya gibiydi. Ama bir
sabah göğünün sisleri içindeki zerafet bolluğu, dantel süsünün yanında, İslâmın
bütün bu görkemli, keyfine düşkün, büyüleyici dünyasının yanında, sarı çölün
kuruluğundan Mukattam dağların kurşun rengi mor duvarının karşısında dev
yapıların profilleri; soğuk, büyük, yanlarına kimseyi yanaştırmak istemezmiş gibi,
yükseliyordu. Gize Piramitleri! Taş olmuş geometri, susan sonsuzluk, İslamlık henüz
doğmadan önce ölmüş bir dünyanın tanıkları.
Askerler şaşmaya ve hayran olamaya vakit bulamadılar. Orada ölü geçmiş
yatıyordu, Kahire gelecekti, ama önlerinde savaşçı bugün vardı: Memluk ordusu, on
bin atlı, eksiksiz eğitim görmüş, yerinde duramayan oynak atlar, parıl parıl
yatağanlar; kalabalığın önünde de, beylerinden yirmi üçüyle, beyaz at üstünde, yeşil
sarıklı, elmaslar içinde, Mısır hükümdarı Murat vardı.
Napoléon piramitleri gösterdi ve salt komutan olarak askerlerine, psikolog
olarak yığına seslenmedi; bir Batılı, dünya tarihiyle karşılaşmıştı. İşte bu söz orda
söylendi: “Askerler! Kırk yüzyıl piramitlerin üstünden size bakıyor”1
Gerçekten Marek’in bu anlatımı Batılı bir devlet adamı ve
yazarının doğuya bakışını çok güzel tasvir etmiştir. Burada,
yöneticilerin ve araştırmacıların insanlara ve yaşama ortak bir
paydada bakışlarının altında köklü bir geleneğin yansıması
görülür. Farklı bir milletten olmasına rağmen kökünü Yunan ve
Roma’dan alan Hristiyanlıkla şekillenen ortak bir Avrupa
idealinde Alman yazar Marek’in Napoléon ile empati kurabilmesi
onun dünyasına girebilmesi oldukça canlı yansımaktadır. Fazla
konuyu uzatmak istemiyoruz ancak Marek’in metinlerinde
Napoléon’dan önce Batı’nın doğu hedefleri ile başka satırlar da
okumak mümkündür:
1 Ceram 1994:71-72.
“ Ama şunu da söyleyelim ki Mısır’a doğunun kapısı olarak böyle yüksek bir
paye verme Napoléon’dan çok eskidir; Goethe Süveyş kanalının açılacağını önceden
söylemiş ve bunun siyasal önemini doğru olarak kestirmişti. Daha önce de Leibniz,
1672’de XIV. Louis’ye bir muhtıra vermişti, bunda Mısır’ın bir Fransız imparatorluk
politikası için önemini doğru-daha sonraki siyasal gelişmeler bakımından doğru-
olarak açıklamıştı” demektedir2.
Görüldüğü üzere Batı’da Doğu ile ilgili farklı milletler
ve mesleklere rağmen ortak bir uzlaşının varlığı görülmektedir.
Nitekim daha sonra bölgede Osmanlı devletine karşı Arapları
ayaklandıran İngiliz Ajanları Gertrude Bell ve Lawrence’de de
bu geçmişe bağlı kaldıkları raporlarında yer almaktadır3.
Çin ve İpek Yolu:
Batıda görülen bu türden araştırmaların doğuda da Çinliler
tarafından, bu kez de doğudan batıya doğru Orta Asya’nın
içlerine doğru yapıldığı görülür. Çinlilerin M.Ö. II.
Yüzyıldan itibaren Hunlarla ilgili raporlar yazmaktaydılar4.
Kuşkusuz bu araştırmalar bölgenin işgaline yol açarken,
batıda İran, Anadolu, Roma ve Mezopotamya ile ilişkileri de
başlatmış ve İpek Yolu için bir adım atılmıştır5. İpek yolu
doğu ile batı ticaretinin canlanmasının yanında kültürel,
siyasal ve teknolojik ilişkileri de canlandırmıştı. İpek yolu
üzerinden batıya akan mallar ve eşyalar batının doğuya olan
ilgisini daha da artırmıştır.
Kuşkusuz Çin ile Roma arasındaki İpek Yolu ticareti, doğu
ile batı arasında ekonomik bir köprü olma yanında bilgi akışını
2 Ceram 1994:71.3 Lawrence 1991:309 vd.;Bell, http://www.gerty.ncl.ac.uk/4 Gumilëv 2002:20 vd.5 Ligeti 1986:40 vd.
sağlayan önemli bir ağdı. Bu bilgi ağının doğu zenginliklerini
batıya aktarması Haçlı Seferlerini tetiklemiştir.
Böylelikle Ortaçağ Avrupa’sının Haçlı Seferleri olarak
bilinen ve nedenleri çok çeşitli olmakla birlikte, görünen
nedeni dini karakterli olan seferlerinin Orta Doğu’ya
yönelmesine yol açmıştır. Batı, seferler ile doğu hakkında daha
çok şey öğrendi ve doğudan birçok teknoloji transfer edecektir.
Ancak doğu ile batı arasında yer alan İslam ülkeleri,
özellikle Türklerin Anadolu’ya ayak basmasıyla batılıların doğu
ile bağlantısını kesmişti. XII. Yüzyılda Batı’nın bir hayli
sıkışmış olduğu ve bu sıkışıklığı askeri seferlerle çözmek için
Haçlı Seferlerine sığınmıştır. Ancak XIII. Yüzyılın başlarında
batıdan bekledikleri destek tam aksine daha doğudan gelmişti.
Moğol güçleri Orta Doğu’nun güçlü İslam devletlerini yerle bir
edip haritadan silmişti. Bu batı için bir kurtuluş gibi
göründü. Bunun üzerine Moğol saraylarına yardım isteyen elçiler
gönderilmeye başladı. İşte bu tür gezilere katılan William
Rubruck (1220 – 1293) ve Marco Polo (1254-1324)’nun anlatımları
batılıların bir hayli ilgisini çekti. Aslında bu ziyaretler
daha önce Sasaniler’e karşı Göktürklerden destek arayışı için
giden Bizans elçileri ve daha sonraki dönemlerde de Osmanlılara
karşı Timur ve Uzun Hasan’ın saraylarını ziyaret eden bir
gelenekten pek farklı değildi. Bu bilinmeyen doğu hakkında yeni
bilgiler ortaya çıkmış ve her bilgi yeni bir geziyi, yeni bir
bilimsel geziyi yeni bir bilimsel gezi askeri bir seferi
tetiklemişti.
Bu seferlerle birlikte Hristiyan dünyasının doğuya yönelik
ekonomik araştırmaların yanında misyonerlik çalışmalarının
hızlandığı görülür. Bu nedenle Ortaçağ boyunca doğu ile ilgili
kaynaklar ticari, sosyal, siyasal ve dinsel konular şeklinde
oldukça çeşitli ve renklidir.
Dönemle ilgili Bizans, Papalık, Arap, İran, Süryani,
Ermeni, Gürcü, Rus ve Türk kaynaklarından söz edilebilir6.
Macar araştırmacı Ligeti bu dönem gezileri için şu sözleri sarf
etmektedir:
“O devirdeki ilgililer, dindar misyonerlerin hakikaten inanılmayacak gibi olan
müşahedelerine şüpheli bir gözle bakmış, Marco Polo’ya isnat olunan mübalâğalarla
eğlenmiş olabilirler; bununla beraber Batı insanın daha XIII-XIV. Yüzyılda eski, esrarlı
büyük komşusunu, Asya’yı nihayet hakiki varlığıyle tanıması yine de o coşkun
adamlara gayret ve fedakârlıkları sayesinde mümkün olabilmiştir”7
Bu dönemde İslam dünyasından da Doğu ülkeleri ile
gözlemlerden söz edilebilir. İslam dünyasından Arap İbni Fadlan
ve İbni Batuda gibi seyyahların bölge ile ilgili detaylı
bahislerinin yanında Türk bilginlerinden Kaşgarlı Mahmud’un
bilgileri dikkat çekicidir. Bölgeden söz eden Kaşgarlı Mahmud
Türk Dünyasının bir haritasını da vermektedir8.
XI.-XIV. Yüzyılların ardın gelen Keşifler Çağında Batı
Okyanuslara açılmıştı. Bu açılımlar ile batılı devletler, yeni
hammadde kaynaklarına ulaştılar. Keşiflerde öncü olanlar
hammadde kaynaklarına daha önce ulaşıyorlar ve bu bölgeleri
sömürmek için kendilerini diğerlerinden şanslı görmek bir yana
haklı görüyorlardı. Kuşkusuz keşiflerin ve istilaların itici
gücü araştırma gezileri idi.
6 Ligeti 1986:59 vd.7 Ligeti 1986:107.8 Şeşen 1985.;Barthold 1990.
Keşifler çağının güçlü ülkeleri Portekiz, İspanya,
Hollanda, Fransa, İtalya ve İngiltere gibi güçler Afrika,
Amerika, Hindistan ve Avustralya’ya uzanmıştı. XIX. Yüzyılın
sonları Almanların siyasal olarak Osmanlı İmparatorluğuna
nüfuzunun arttığını gösterir. Bu dönemde siyasal antlaşmaların
yanında ekonomik ve bilimsel antlaşmalar da görülür. Günümüz
Irak, Suriye, Filistin ve Lübnan’ın işgal ettiği Osmanlı
topraklarında birçok coğrafi ve arkeolojik, epigrafik ve
jeolojik araştırmalar baş gösterir. Asya’nın derinliklerinde
kalan Kadim Türk Dünyası olan Orta Asya da bu istilalardan
nasibini almıştı. Zira güneydeki okyanuslara açılamayan Ruslar
da XVI. Yüzyıldan itibaren başlattığı yayılma siyaseti ile
Türkistan’ı XIX. Yüzyılda tümüyle işgal etmişti. Şüphesiz bu
istilalar ezbere yapılmıyordu.
Sözü edilen ülkelerde yayılmalarını daha öteye götürecek
Coğrafya, Arkeoloji, Orient(Doğu), Asya, Orta Doğu v.s.,
şeklinde değişik adlarla enstitüler kuruldu. Bu enstitüler
zamanla araştırma yapılan bölgelerdeki ülkelerde şubeleri
açıldı. Bunların çokluğu ülkelerin gelişmişliği ile
paralelleşti.
Burada kısaca Türklerin kültürel köklerinin yer aldığı
Moğolistan’daki araştırmalardan söz ederken, bu arada Araştırma
Enstitülerinin önemini vurgulamış olacağız.
Moğolistan ve Orhon Yazıtları:
Bölgedeki geçen iki yüzyıllık dönemdeki araştırmalar için
Prjevalski, Strahlenberg, Yadrintsev, Heilkel, Thomsen, Radloff
ve Jisl gibi isimler önem arz ederken, Rus Coğrafya, Arkeoloji
ve Fin Arkeoloji Birliği kurumlar da dikkat çekicidir.
Kuşkusuz bölgede Rusların yayılması bakımından en etkili
çalışma Prjevalski’nin coğrafi çalışmaları olmuştur:
Prjevalski’nin (1839-1888) Rus Coğrafya Kurumu adına Harbiye
bakanlığının emriyle 1869-1888 yılları arasındaki 20 yılda
Rusya Çin arasında beş araştırma gezisi yapmıştır9. Onun bu
gezileri Rus askeri yayılmasının önemli anahtarlarından biri
olmuştur. Ancak Sibirya ve Moğolistan’daki arkeolojik
kalıntılar aslında XVIII. Yüzyıldaki Strahlenberg’in (1676–
1747) çalışmaları ile dikkate alınmaya başlamıştı.
Strahlenberg ve Türk Runik Yazıları:
İsveç Kralı XII. Karl’ın Poltava Meydan Savaşında Ruslara
yenilmesi üzerine esir olan J.P. Strahlenberg Sibirya’ya
gönderilmişti(1709). Burada bulunduğu sırada bölge coğrafyası,
bölgedeki halklar ve kültürel kalıntılar üzerine bir takım
çalışmalar yaptı(1711-1721). O, Güney Sibirya, Moğolistan ve
Yenisey kıyılarında dağılmış anıtlar, taşlar ve üzerlerinde
işaretler, yazılar ve şekillerin bulunduğu taşlardan söz eder.
Ancak onun unutulmaya yüz tutan notları 170 yıl kadar sonra
1889’ yılında Fin Arkeoloji Birliğinin aklına gelir ve bir
atlas içinde bilim dünyasının hizmetine sunulur10. 1889 yılında
İtursk’lu bir Rus alimi N.M.Yadrintsev(Jadrincev)’den Kuzey
Moğolistan’da Orkhon Nehri ile Koşo-Tsaidam Gölü civarında
Karakurum yakınlarında bir takım eserlere rastladığını söyler.
Bu Strahlenberg’in bölgedeki genel eserler ile verdiği
bilgilerin yanında, Bilge Kağan ve Kültiğin anıtları ile ilgili
9 Prjevalski 1876.10 Strahlenberg 1730:Description Historique de l'Empire Russien (HistoricalDescription of the Russian Empire), Stocholm 1730/Fransızcası;Description Historique de l'Empire Russien (Historical Description ofthe Russian Empire) 1757.
ilk tespittir denilebilir. Bunun üzerine İtrusk Coğrafya
Enstitüsü ertesi yıl bölgeye bir heyet gönderir ve geniş bir
raporu Rus Arkeologlar Kongresine göndermiştir. Bu keşfin önemi
herkes tarafından anlaşılınca Finugor Birliği adına A.O. Heikel
1890-1891 yıllarında Orhon vadisine gitmiştir. Bütün
yazıtların ve resimlerin kopyasını alarak 1892 yılında
yayımladı. Diğer taraftan harekete geçen Rus bilginleri
1891’den itibaren W.Radloff’un yönetiminde bir heyeti bölgeye
göndermiştir11. Bu çalışmalar sırasında bölgede bir takım
yazıtlarla birlikte Bilge Kağan’a dikilen ve kardeşi Kültiğin
için diktirdiği anıt tespit edilmiştir. Bu sırada Runik Göktürk
ve Çince metinlere sahip olan bu yazıtların ilk kez kim
tarafından okunabilmesi konusunda bir yarış başladı ve bu
yarışı 1893 yılında Danimarkalı bilim adamı Vilhelm Thomsen
kazandı. Okumuş olduğu bu anıtların çözümünü Danimarka Bilimler
Akademisinde sunmuştur12.
Bilindiği gibi Bilge Kağan ve Kültiğin Anıtları
Moğolistan’ın başkenti Ulaanbatur’un 400 km. batısında ve
tarihi başkenti Karakurum’un 50 km. kuzeyinde ve eski Uygur
Türklerinin başkenti Karabalgasun’un 25 km. doğusundadır(Harita
1).
Koşo-Tsaidam (Choscho-Zaidam) ve Orhun Nehirleri arasında
yer aldığı için arkeolojik literatürde Bilge Kağan’a ait olan
ve 734 yılında yapılan Bilge Kağan Mezar Külliyesi, Koşo-
Tsaidam I olarak bilinirken kardeşi Kültiğin için yaptırdığı
Kültiğin Mezar Külliyesi, Koşo-Tsaidam II olarak bilinmektedir.
Her iki anıt arasında 900 m.lik bir mesafe vardır. Kültiğin
11 Ligeti 1986, Jisl 1963, 387.12 Thomsen 2002.
Külliyesi kuzeyde olanı olup, onun da kuzeyinde 8 adet küçük
dikdörtgen, sandık mezar ve kurgan şeklinde yapılmış mezarlar
da vardır. Bunlar da Koşo-Saidam III-X arası
numaralandırılmıştır. Ancak 2000 yılında TİKA’nın yaptığı yeni
Jeodozi çalışmalarındaki haritalarda Bilgekağan ve Kültiğin
Külliyeleri, Bilge Kağan ve Kültiğin Anıtları olarak
adlandırılırken diğerleri Anonim I-VIII şeklinde
sıralanmışlardır.
Tonyukuk Anıtı:Zaman zaman Orhun Anıtları içinde yer
verilerek anlatılan Tonyukuk Anıtı ise bu anıtlardan 400 km.
daha doğuda Ulan Bator’un 90 km. güneyinde Nalakh’da yer alır.
Bu anıt da kimi bilimsel yayımlarda Bain Tsokto olarak da
anılır. İki dikili sütundan oluşan bu kitabelerin Bilge
Kağan’ın veziri Tonyukuk tarafından dikilme tarihi 725/6 yılı
olduğu tahmin edilmektedir. Diğerlerinden 8-10 yıl önce dikilen
bu anıtta seksenlik Tonyukuk’un gördüklerini ve kişisel
fikirlerini, yargılarını içeren metin genişçe ve kendi eliyle
yazılmış bir yaşam öyküsüdür. Çinlilerin pek hoşlanmadığı bu
devlet adamı, iki kağanın başkomutanlığını yapmış ve bir
üçüncüsünün kayınpederi olmuş Çin’de eğitim görmüş ve yüksek
rütbeli bir subayken Çin boyunduruğuna bozkırlarda başkaldırmış
milli Türk hareketinin önderlerindendir13.
Bilge Kağan 732 yılında ölen kardeşi ve başkomutanı
Kültiğin’e bir anıt diktirmişti. Bilge Kağan Kardeşi
Kültiğin’in desteği ile tahta çıkması ve de onun desteği ile
ayakta kalması nedeniyle kardeşinin ölümü onu çok etkimişti.
Onun için Çin’den ustalar getirmişti. Çinliler olan Kültiğin
13 Giraud 1999.
Anıtında 1958 yılında Çek arkeologu Jisl kazılar yapmıştır.
Kültiğin’in ölümünden bir yıl sonra yapılmış olan anıt, birkaç
parçadan birleşen bir yapıdır. Steller üzerindeki yazıtların ve
T’ang sülâlesi Çin Kroniğinin tanıklığına göre14 anıt Bilge
Kağanın isteği üzerine Çin İmparatoru Süan-tsung’un( ki anıt
üzerindeki Çince yazıt ona aittir) gönderdiği sanatçılar
tarafından yapılmıştır. 1896-97 yılında Çin’in Moğolistan
valisi tarafından dinamitlenerek yıkılan anıt yine o tarihlerde
asıl yerinden 9-10 m. güneyde altardan kesilen bir taş kaide
üzerine dikilmiştir. 168 m. boyunda ve 34 m. genişliğinde olan
külliyenin 15, doğuya doğru uzanmış 330 adet balbal dizisi
vardır16.
Bu kazıları Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Türk işbirliği
ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı’nın desteklediği 1997- 20003
yılı Moğalistan Türk Dönemi Eserlerinin Araştırlması Tespiti,
Kazıları ve Restorasyonu” projesi olmuştur.
1997-2000 yılları arası daha çok bölgedeki eserlerin
tespiti ve bölgede toplanılacak eserlerin korunması için bir
adet Orhun’da bir adet de Nalakh’da depo çelik binalarının
yapılması olmuştur. Arkeolojik kazılar 2000 yılında
başlamıştır. 2000 yılındaki arkeolojik çalışmaların
koordinatörlüğünü Prof. Dr. Hakkı Acun yapmıştır. Bu dönemde
14 “20.yılda(732) K’üe T’e-lê(=Tegin) öldü. İmparator bir buyruk çıkartarak, Kin-wuTsiang-kün (kuş muhafız alayı generali) Çang K’üi’ye ve Tu-kuan-lang çung (adaletbakanlığı mahkumlar bölümü şefi) Lü Hang’a bir imaparatorluk yazısıyla barbarlarabaş sağlığı dilemeye gitmelerini emretti. İmparator, ölen için aynı zamanda birmezar taşı diktirdi ve yazısını kendisi kaleme aldı. Sonra bir mezar tapınağı inşaettridi, taş bir heykel yaptırdı ve (tapınağın) dört duvarını ölenin savaştığı savaşsahnelerini resmettirdi” Mau-Tsai 2006:251-252,317.15 1963. 16 Tika 2001.
Bilge Kağan Külliyesindeki eserlerin depo binasına toplanması
ve Külliyenin doğu kesiminde Bengütaş çevresinde olmuştur17.
2. dönem çalışmaları 2001 yılında Prof.Dr. Sadettin
Gömeç’in koordinatörlüğünde yapılmıştır. Tarafımdan yürütülen
kazı çalışmaları Bilge Kağan Külliyesi doğu batı yönünde
tamamlayacak şekilde 5 x 10 m. dikdörtgen şeklinde iki sıra
açmalarla yapılmış, bu açmalar Bengütaş, Bark ve Sunak kısmını
içine almıştır. Kazı çalışmalarımız sürdürülürken depo binasına
bir önceki yıl taşınan Bengütaş restore edilerek çelik bir
kaide üzerine dikilmiştir. Bu çelik kaide ise taş kaplama ile
kamufle edilmiştir. Bengü taş’ın orijinal kaidesi olan
kaplumbağa kaide ise oldukça dağılmış, zayıflamış bir dokuya
sahip olduğundan depo binasına kaldırılarak korumaya
alınmıştır.
Kuşkusuz 2001 yılının en önemli buluntuları Sunak ile
Bilge Kağana ait olan hatıra mezar sandukası arasındaki alanda
ortaya çıkarılan hazine olmuştur. -123 santimetre derinlikte
insutu zemin altında istiflenmiş bir sunu şeklinde bulunan bu
hazinenin üst kısımdan itibaren tahrip edilmiş bir gümüş
sandığın aplike 2556 çiçeği, onun altında 9 adet gümüş
kase(müzik çalparası olabilir), altında iki adet gümüş geyik
heykelciği, altın maşrapa ve bu maşrapaların birinin içinde
altın taçtan ve kemerden çıkarılmış değerli taş parçaları,
bunların altında ise altın bir kemere ait parçalar ve onun da
altında Bilge Kağan’a ait altın bir taç yer almaktaydı.
Bu eserlerin bulunduğu alan kesilerek alınmış eserlerin
belgelemesi çadırlaradn birsinde 1 hafta boyunca yapılmıştır.
17 Tika 2000.
Daha sonra Moğolistan Milli müzesine götürülüp bir tutanakla
teslim edilmiştir. Tarafımızdan Moğolistan Milli Eğitim
Bakanlığı ve Türkiye’deki TİKA yetkililerine bu eserlerin
onarımı ve korunması için bir rapor sunulmuştur. Bunun
sonucunda 28 Eylülde Moğolistan’a gidilerek bu eserlerin
restorasyonu için bir ekip oluşturulmuştur. Bu 2001 Ekim ayında
başlayan restorasyon çalışmaları ile bu eserler koruma onarılıp
koruma altına alınmıştır.
2001 yılı çalışmalarında söylenmesi gereken bir husus da
Tonyukuk çevresinde de özellikle balbalların tespiti ve
korunması ile ilgili çalışmalar yapılmıştır. Diğer taraftan
ilerideki yıllarda üzerinde arkeolojik kazı faaliyetleri
oalabilir diyerek çevredeki anonim mezarlar, ve dağlık
kesimdeki yüzlerce kurganda jeodezik ve jeofizik çalışmaları
yapılmıştır. Bu kurganlar fotogrametik resimleri alınarak
TİKA’ya teslim edilmiştir.
Çevrede yapılan yüzey araştırmalarında Türkhakanı’nn
Sarayı, Karabalgasun şehri, Nalakh ve Karakurum gibi çevrelerde
kazı yüzey araştırmaları yapıp kazı projeleri yapılmıştır.
2002 çalışmaları Prof. Dr. İlhami Durmuş
koordinatörlüğünde yürütülmüştür. Bu projede yer almadığım için
ayrıntılarını 2002 raporlarında görülebilecek çalışmalar için
bakınız Tika 2002.
2003 Yılı Bilge Kağan Anıt Mezarlığı Kazıları:
Bu yıl rekor denilebilecek oranda kazı açması açılmıştır.
İlk kez bu yıl olmak üzere ve kontrolünü yapmak için değişik
boyutlarda 33 adet açma açılmıştır. Açmalarımız daha çok
külliyenin doğusundaki Giriş kısmında ve ortasında yer alan
Bark’ta yoğunluk kazanmıştır. Diğer taraftan çevre duvarlarını
ve kanallarını ortaya çıkarmak için külliyeyi doğudan batıya ve
kuzeyden güneye kesen kesit açmalarında çalışmalar
yoğunlaştırılmıştır18.
Giriş Kapısı ve Çevresi:
Giriş kısmında yapılan çalışmalarda son derece önemli
verilere ulaşılmıştır. Özellikle Bengü Taş’ın yer aldığı
(kaplumbağa kaideli yazıtlı anıtın bulunduğu yer) kısım NG 266
ve NG 267 açmalarında 2000 yılında ve 2001 yılı çalışmalarında
da açmalarla girilen bu alanda anıtın oturduğu platform ve onu
koruyan yapının ölçüleri ortaya çıkarılmıştır. Platform 6.50
cm. genişliğinde gri kil üzerine 6.60 cm.lik boyutlarında kare
18 2003 yılının Proje koordinatörü 2001 yılı koordinatörü Prof. Dr. SadettinGömeç olmuştur. Beni yine bu projede “kazıdan sorumlu başkan” olarak davetetmesinden dolayı kendisine ve bu izni veren TİKA yetkililerine buradateşekkürü bir borç bilmekteyim. Ayrıca yönetimimizde verimli bir şekildeçalışan Türk ve Moğol Kazı, Restarasyon, Jeodozi, Jeofizik, Epigrafi,Fotogrametri ekiplerine teşekkür ederim. Bu arada geçen yıl vefat edenMoğol tarafı kazı başkanı meslektaşım Prof. Dr. Bayar’ın kaybındanüzüntülerimi belirtirim.
Kendisi ile 2003 yılı Bilge Kağan Sunağında vedalaşırken “Belki dekarşılamayacağız bir daha hoşça kal” demiştim. O da,“Bilgekağan’da kazılaröğrenciliğimde burayı ziyaretimizde hayalim olmuştu. Paramız olmadığı için40 yıl bekledik, daha sonra başlayan kazılar bazı sorunlar nedeniyledurdurduk, zira Bilge Kağan külliyesi yok olacaktı, ancak daha sonra sizgeldiniz ve bize Bilge Kağan’ı kazandırdınız teşekkür ederim”, demişti.Ayrıca elemanı Dr. İkhtur’a Bilge Kağan’ın altın tacını “hocan Bayar’ahaber ver Bilgekağan’ın altın tacını bulduk” diye müjdelediğimde o beni deomuzlarına almış külliyeye doğru koşuyordu. “Beni bırak İkhtur sen hocanakoş” demiştim. İkhtur’dan haberi alan Bayar koşarak gelmiş beni havalarafırlatmıştı. –Aman Bayar bilmiyor musun bel fıtığımı”, dediğimde O da “Özürdilerim Hasan Bey “diye beni omuzlarında taşımıştı. Hazine bulunduğu geceberaber sabaha kadar nöbet tuttuğumuzda “Zengin adamın hastalığınıöğrendim” demiş, ben de “Neymiş Bayar ?” diye sorduğumda “-Uykusuzlukmuş”demişti. Gerçekten hiçbir koruma olmayan bu çalışmalardaAllah’a emanet 8 gece hazine bekçiliği yapmıştık. Evet böylesine bir dostukaybettik çok üzgünüm.
şeklinde döşeme tuğlalarından oluşan bir platform üzerinde 5 x
5 m. lik bir kırmızı kerpiçlerden oluşan temeli ile bir yapıdan
oluşmaktadır. Kerpiçler 32 x 16 cm. boyutlarında olduğundan
yapının temel kalınlığı 64 cm. dir. Platform 3 sıra tuğla
kalınlığı ile yükselmektedir. 2000 yılı derinleşmesinden
anlaşıldığı gibi kaplumbağa kaide 65 cm. kalınlığında bir kil
zemin üzerine oturmaktadır. Bunun üzerinde 3 sıra tuğla
kalınlığı yaklaşık 20 cm. oluşturmakta ve alt tuğla dizileri
bütün külliyeyi kaplayan 32 x 32 cm.lik boyutlarında kare
şeklindeki tuğla döşemesidir. Bunun üzerinde ise 6. 50 cm.
genişliğinde platformdan oluşan tuğla döşeme olup etrafı 32 x
16 cm lik dikdörtgen tuğlalar ile bir konturla çevrilmiştir.
Özellikle yapının kuzeyinde yan yana 3 sıra konan 32 x 32 cm.
lik kare tuğlalarla bu dizelerin de kaplandığı görülmektedir.
Tuğla döşemeler ile kırmızı kerpiç temel yapısı arasında 9- 10
cm. lik bir boşluk bulunmakta bu boşluk da ileride üzerinde
duracağımız gibi barkta da görülen şekliyle gri kil dolgu ile
doldurulmuştur.
Gözlemlerimiz sonunda doğu, batı ve özellikle kuzey yönde
yoğun bir şekilde görülen kırmızı kil temel kalıntıları güney
yönde yok denecek kadar azdır. Burada bir dizi dikey konmuş
tuğlaların buradaki duvarı zeminden gelecek yağmur sularından
korumak için sonradan konduğu sanılmaktadır. Güney yöndeki
kırmızı kerpiç temellerin olmayışı 2000 yılı kazı çalışmasında
temizlenmesinden sanılmaktadır. Bu dönem kazı çalışmalarının
erken raporlarında bu alanda kırmızı tuğla izleri mevcuttur.
Özellikle yapının köşelerinde yoğun kırmızı kerpiç izleri ve
çevreye olan yıkıntının bu alanda bol miktarda duvar boyasının
olması özellikle köşelerin çatıya kadar uzandığını
yansıtmaktadır. Bu yükseklik hakkında elimizde yeterli kanıt
olmamakla birlikte anıtının yan duvarlarının yüksekliğinin
yazıtı okuyabilecek yükseklikte olması bunun da 100 cm. den
fazla olamayacağı sanılmaktadır.
Bu kısımlarda duvar boyaları oldukça azdır. Ancak yapının
özellikle kuzey batı ve güney doğu ve güney batı köşelerinde
çapı 100 cm. ye kadar uzanan sıva parçaları bulunmaktadır. Bu
sıvaların kıyaslanması sonucunda külliyenin dış duvarlarından
daha ince ve üzerinde kırmızı ve siyah boyalarla yapılmış
bezemelerin daha nitelikli olduğu anlaşılmaktadır. Bu
parçalardan büyük bir çoğunluğu büyük bir sel felaketi
sonucunda tahrip olmuş ve giriş kapısı açıklığından yapıyı
koruyan kanallara akmıştır. NG 268 Açmasındaki kanalda bu
parçalardan büyük bir tanesi bulunmuştur. Burada belirtilmesi
gereken bir konu da özellikle yapıyı güney tarafta çevreleyen
tuğla döşemelerin doğu batı yönünde çöküntü halinde
görülmesidir. Bu da buradan kanallara bağlanan künkler ile yer
altından bir arıtma sisteminin olduğudur. Zira NG 268 Açmasının
güney doğu köşesinde giriş kapısının güneyinde yer alan koç
heykelinin altından geçen künklerden oluşan bir kanal sistemi
vardır. Kanallarla ilgili bilgilerimizde de bu konu hakkında
durulacaktır.
Anıtı koruyan 6.60 cm. lik kare planlı bir platform ve 5
m. lik bir kerpiç yapı üzerine kurulu çatı isteminin olduğu bu
çatının gri renkli kiremitlerle örtüldüğü anlaşılmaktadır.
Yapının dört bir yanında tahrip olmuş çatının döküntü kiremit
parçaları doldurmaktadır. Gri renkli bu oval kiremitlerin iç
kısımlarında kırmızı kil dolgu bulunmakta yan yana konulmuş
kiremitlerin arasından su sızmaması için beyaz kil sıvalar
bulunmaktadır. Alınlıkta ise yan yana konmuş kiremitlerin
oluşturduğu dairevi kısımları kapatan palmet seklinde
bezemeleriyle dairevi kiremitler bulunmaktadır. Bu kiremitlerin
ana kiremitle bütün tiplerinin olduğu ana kiremitten bağımsız
tipleri de mevcuttur. Eğer külliyenin tahribatı ve yapı
malzemelerinin soygunun da götürülmedi ise ana kiremitlere göre
bu palmetli kiremitlerin azlığı bütün alınlık boyunca bunların
kullanılmadığını göstermektedir.
Kaplumbağa üzerinde duran Bilge Kağan’ın Bengü Taşı’nı
koruyan bu yapıdan sonra 1740 cm. batıda yer alan barka
geçilir. Bark yaklaşık 67 cm. yüksekliğinde gri bir platform
üzerinde ahşap sütunlar üstüne oturtulmuş ve bu sütunların da
kırmızı kil bir duvarla desteklendiği anlaşılmaktadır. Ancak bu
kil duvarın yüksekliği hakkında kesin bir yargıda bulunmak
güçtür.
Bark
Bilge Kağan Anıt Mezarlığı’nın Giriş kısmındaki kaplumbağa
kaideli yazıtın bulunduğu platform üzerinde yer alan yapıdan
sonra döşeme tuğlalarla kaplı bir alandan ulaşılan bark yapının
önemli diğer bir kısmıdır. Bark 15 x 15m. boyutlarındadır.
Barkın bu yıl kuzey-güney doğrultusunda 100 cm.lik genişliğinde
yürüttüğümüz kesit açmasında kuzeyinde ve güneyinde tuğla
kaplamalar ortaya çıkarılmıştır. Kuzeydeki NF 264 A açmasında
tek sıra ele geçirilen kaplama duvar 32 x 16 cm. lik
boyutlarındaki tuğlalardan oluşmakta ve bu tuğla dizesi barka
dikey olarak konmuştur. Bu tuğla dizesi ile barkı oluşturan gri
platform yapısı arasında 10 cm.lik bir boşluk bulunmaktadır. Bu
boşluk kısmının da gri kil ile doldurulduğu görülmektedir.
Burada görülen bu durum barkın güneyinde ortaya çıkarılan
tuğla yapı ile platform arasında da mevcuttur. Barkın güney
kesimindeki kesit açmasında (NH 264 A 1 Açması) ortaya
çıkarılan tuğla yapı barka yatay şekilde konulmuş çift sıra
halindedir. 16 cm. lik genişliği olduğu için iki tuğla
genişliği burada da 32 cm. lik bir kaplama oluşturmaktadır.
Burada da tuğla yapı ile kil platform arasında 10 cm.lik bir
boşluk kil gri kil dolgu ile doldurulmuştur. Buradaki yan yana
iki sıra tuğla dizesinin üst üste dört sıra olduğu
görülmektedir. Bu alanın doğusuna doğru 150 cm. genişlik ve 300
cm. uzunluğunda bir açma ile yapının uzantısı ortaya
çıkarılmaya çalışılmıştır. Ancak doğu yönde mevcut görülebilen
tuğla yapıdan öteye gitmediği ve burada sadece dört tuğla
dizesinin kaldığı anlaşılmıştır. Bu tuğla yapı -102 cm.
derinlikte yer almakta ve taban seviyesinden itibaren özellikle
batı kesiminden alt kısımlara barkı tahrip eden soyguncular
tarafından girilmiş ve karıştırılmıştır. Bu kesimlerde define
arandığı sanılmaktadır. Bu tahribat barkın çevresinde yoğun bir
şekilde fark edilmektedir.
Barkın güneydoğu köşesinde açtığımız NH 264 B1 açmasında
daha önce defineciler ya da Radloff gibi daha önce burada kazı
yapan şahıslar tarafından kazılar yapıldığı ve bu köşeyi tahrip
ettikleri görülmüştür. Bu durum barkın kuzeybatı köşesinde NF
263 B2 Açmasında da gözlenmiştir. Barkın köşe kesimleri
hakkında bilgi almaya yönelik 2 x 2 m. lik bu açmada derinleşme
çalışmaları yapılmıştır. Koruma tuğla duvarın alındığı bu
kesimde barkın köşe kesimi yağmur suları ile akmış ve akıntı
kesiminde gri kil ve kırmızı kilin karışık olması bu kesimin de
daha önceki dönemlerde karıştırıldığını göstermektedir.
Bark çevresinde açılan açmalarda çatı kiremit parçaları
ile birlikte kırmızı kil ve beyaz sıva parçaları karışık olarak
gelmektedir. Çatı kiremitleri gri kilden yapılmış oval tipte ve
çeşitli boyutlardadır. Kiremitlerin alınlık kısmına gelen
boşlukları kapatmak için yuvarlak palmet bezekli kiremit
parçaları bulunmuştur. Bunların bağımsız tek parçalı tipleri
olduğu gibi kiremitle bütün tipleri de bulunmuştur. Ayrıca çatı
kiremitlerinin yan yana konduğu sırada aralarından çatıya su
sızmaması için beyaz kil ile sıvandığı kimi kiremit
parçalarında ve ayrıca bulunan beyaz kalın ve üçgenimsi şekilde
görülen kil parçalarından anlaşılmaktadır. Kiremit parçalarının
üzerinde değişik renkte bezeme izleri görülmektedir. Kimi
siyah, kimi kırmızı şerit bantlı bezemeler bulunmaktadır.
Bu oval kiremitlerden başka düz ve üzerinde kabartma
bezekli olan örnekler de çıkmaktadır. Ayrıca bunların yanı sıra
çatı tepeliklerinde kullanıldığı sanılan çok az sarmal kiremit
parçaları bulunmuştur. Barkın çevresinde özellikle kenar ve
köşelerinde kırmızı kil yoğunluğunun tuğla koruma duvarının
bark seviyesinde kırmızı kil bir duvar ile yükseltilmiş
olabileceğini düşündürmektedir.
Geçmiş kazı sezonunda ortaya çıkarılan barkın platformu
üzerindeki kesme taştan yapılmış kolon kaideleri çatının ahşap
direkler üzerine yükseldiğini göstermektedir. Bu kaideler
üzerinde 7 cm. genişliğinde ince bir tabaka halinde görülen
kırmızı kil buradan geçen bir duvara ait temel izleri
olmalıdır. Platformun güney tarafında dört adet bulunan
kaidelerin diğer yönlerinde bulunmaması tahribat sırasında
taşındıklarını göstermektedir.
Barkın çevresindeki kiremit parçaları ile birlikte görülen
çatı kiremitlerine ağırlık olarak doldurulan kırmızı kilin
yanında beyaz sıva üzerine kırmızı ve beyaz boyalı boyama
parçaları görülmektedir. Barkı oluşturan platformun ve de
platform üzerindeki belli oranda yükselen duvarların
boyandığını gösteren bu parçalardan büyük oranda parçalar elde
edemedik. Bu nedenle bezemelerin niteliği hakkında bilgi
verebilmemiz güçtür. Barkın kuzey kesiminde açılan kesit
açmasında yıkıntıları sonunda kuzeye doğru savrulan kiremit
parçaları uzantısının 5 m. olduğu görülmektedir. Kiremit ve
sıvaların karışık olduğu bu tabakanın yoğun olduğu kesim 350
cm. dir. Bu rakamlar çatının yüksekliği hakkında ip uçları
verebilecek durumdadır. Ancak bark kesiminde külliyeyi
çevreleyen duvarlardaki kiremit yoğunluğuna ve sağlamlığına
ulaşamamamızın iki nedeni olmalı. Barkın yüksek oluşu ve düşen
kiremitlerin yerde fazla tahrip olması, tahribatçıların
öncelikle barktaki yapı malzemelerini ele geçirmek için bu
kesimde tahribatı yoğun yapmaları.
Bark ve çevresindeki çalışmalarımızın dışında yoğunluk
çevre duvarları ve kanalları üzerinde olmuştur. Bark ile batı
dış duvar arası mesafe 1740 cm.dir.
Duvarlar
Külliyenin 72 m. doğu ve batı yönünde ve 36 m. kuzey-güney
yönünde genişliğe sahip bir boyutu ve bu yapıyı koruyan bir
duvar sistemi vardır. Duvarların 230-250 cm. arasında
yüksekliği ve 120-125 cm. genişliği olduğu anlaşılmaktadır. Gri
kerpiçten yapılmış ve beyaz kil ile sıvanmış olan duvarları gri
kilden yapılmış kiremit örtü korumaktaydı. Sıvalar kırmızı,
siyah ve beyaz boya ile boyanmakta bu renklerle bezemeler
yapılmaktadır. Duvarı örten çeşitli boyutta kiremit tipleri de
bulunmaktadır. NH 267 B açmasında külliyenin ön duvarını ortaya
çıkarmak için yapılan 100 cm.lik kesit açmasında bulunan oval
gri renkli çatı kiremidi üzerine siyah boya ile yapılan üç
süvariden oluşan bir savaş sahnesi yer almaktadır. Kiremidin
üst sırasında yer alan savaşçılardan önde olan geriye doğru
dönerek kendini takip eden savaşçıya ok fırlatmaktadır. Alt
sırada kırık olduğu için kimi kovaladığı anlaşılamayan süvari
ise eliyle bir topuz ya da sapanı fırlatmaktadır. Kiremidin
mevcut uzunluğu 25 cm, sağlam olan genişliği ise 18.5cm.dir.
Bu tipte üzerinde savaşçı bulunan bir kiremit şimdiye kadar
Moğolistan’daki kazılarda bulunmuş değildir.
Külliyeyi çevreleyen duvarlarda zamanında yapılan
tahribatlar nedeniyle sağlık bir ölçü almak oldukça güçtür.
Çevre duvarlarında almış olduğumuz dört adet kesit açmasından
ön cephede NF268, NH 268, NG 267, yan duvarda NE 264 ve arka
duvarda NG 260’daki duvar kesitlerinden NG 260 ve NG 268’deki
kesitlerden duvarın her iki tarafındaki sıva izlerini tespit
ederek 125 m.lik bir genişlik olduğu ortaya çıkarılmıştır.
Fakat geçmiş yıllardaki kazılar ve tek yönlü sıvaların
bulunduğu duvarlardan çıkarılan ortalama kalınlık ise 120 – 125
cm. arasında değişen boyutlardır.
Külliyenin batı kesiminde yer alan NG 260- NG 261 açmaları
arasında doğu-batı yönünde 100 cm.lik açtığımız kesitte batı
koruma duvarının genişliği 125 cm. ve batıya doğru yıkılan
duvarın uzantısı 231 cm.dir. Bu duvarın tahrip olmuş sıvası
batıya doğru 200 cm. uzanmakta ve bunu çatı kiremitleri
izlemektedir. Duvarın gri kil zemin üzerindeki temelinin ise 31
cm. yüksekliği sıvası ile birlikte kalmıştır. Beyaz kil sıva
üzerinde beyaz ve kırmızı boyama görülmektedir. Kırmızı
boyamanın yer yer kendini yoğun bir şekilde göstermesi duvar
üzerinde bir bezemenin olduğunu yansıtmaktadır. Ancak
tahribatın fazlalığı nedeniyle bezeme ile ilgili bilgi vermek
güçtür. Ön ve yan duvarlarda görülebilen bu tip uygulamaların
Bengü Taş’ı çevreleyen yapı ve Bark’ta da olduğu görülmektedir.
Külliyenin giriş kısmında yapılan çalışmalarda koç
heykellerinin bulunduğu girişin güney kesiminde NG 268
açmasında duvarın boyutları tespit edilmeye çalışılmış burada
125 cm. genişliğe sahip olduğu görülmüş ve duvarın her iki
yüzündeki beyaz sıvaların üzerinde kırmızı ve siyah boya ile
yapılmış bezemeler görülmüştür. Ancak duvarın batıya doğru
dökülen sıvalarının kaplumbağa kaideyi çevreleyen yapının dış
sıvaları ile karıştığı görülmektedir. Dikkatli bir inceleme ile
kaplumbağa kaideyi oluşturan boyaların daha ince işçilikli
olduğu fark edilmektedir. Ön cephe duvarının girişte bitiş
noktasında kırmızı yan yana konmuş kırmızı tuğla dizeleri
mevcuttur. Bu kesimde bu temel üzerine gri kilden sıkıştırma
dövme tekniği ile kerpiç duvarın yapıldığı anlaşılmaktadır.
Duvarın ön cephesinde duvar sıvalarından biraz kalın ve 32x 32
cm.lik boyutta iki beyaz kil pano düşük vaziyette bulunmuştur.
Bunların ön cepheyi süslemek için resim panoları olduğu
düşünülebilir.
Kanallar
Külliyeyi doğal tahribattan korumak ve atık suların
tahliye olduğu bir kanal sistemi çevrelemektedir. Külliyeyi
çevreleyen duvar ile kanallar arasındaki mesafe 7.90 cm.dir.
Külliyenin batısında NG 259, kuzeyinde ND 264 ve doğusunda Bu
kanal koruma duvarlarından 6.50 cm. uzaklıkta ve 3.40 cm.
genişlikte ve 200 cm. derinliktedir. Kanallar beyaz sert bir
kist tabaka üzerine kazılmış ve bu derinlik yüzeyden 275 cm.
dir. Kist tabaka üzerinde kanalın erozyonla dolması sırasında
kuzey kanalında 9 tabaka tespit edilmiştir. 190 cm. de beyaz
sıva parçaları tespit edilmiştir.
Batı hendeğinde NG 259 kanal kesit çalışmasında yüzeyden
230 cm’ye kadar inilmiş ve 200 cm. de kanal başlamakta ve 9
erozyon tabakası tespit edilmiştir.
Külliyenin doğusunda NH 268 B kanal kesit çalışmasında
yüzeyden -156 cm derinlikte boyalı sıva örnekleri ortaya
çıkarılmıştır. Bu örnek restorasyon ekibince buradan korunma
amacıyla alınmıştır.
Külliyenin giriş kısmında kanalların sona erdiği
görülmektedir. Kanalın bitiş kısımlarını tespit etmek için
girişin kuzeyinde ve güneyinde açmalar açılmıştır. Kanal bitiş
noktaları arasında 360 cm. bir genişlik vardır. Ayrıca buradan
330 cm. genişliğinde tuğla döşemeli bir geçiş bulunmaktadır.
Bu geçiş kısmı tahrip olmakla birlikte giriş kapısına doğru
batıya doğru ilerlemekte ve 570 cm. kuzeye ve güneye doğru 330
cm.lik bir genişlikte dönüşle giriş güzergahı konusunda bilgi
vermektedir. Bu dönüşten itibaren doğuya doğru 670 m. de
külliyenin giriş platformu başlamaktadır.
Platform 2001 yılına kadar buradan geçen yolun
tahribatına uğramakla birlikte 32 x 32 cm. boyutlarında kare
şeklinde tuğlalar ile kaplıdır. Bu tuğla kaplama dikey üçgen
şeklinde çapraz konmuş tuğlalar ile desteklenmiştir. Destek
tuğlalarının 330 cm. doğusunda doğuya doğru uzanan balbal
dizeleri takip etmektedir. Balbal dizesinin ilk taşı platforma
3.5 m. uzaklıktadır. Bu mavi renkteki kırılmış balbal taşının
dip kısmı in situ bulunmasına rağmen üst tarafındaki kırık
kısmı kayıptır. Kanalların bitiş noktaları arasında 15 cm.lik
bir boşluktan sonra giriş 330 m. olarak koç heykellerine doğru
yönelmektedir. 2001 yılında çıkarılan ve depo binasına taşınan
girişteki koç heykelleri arasındaki mesafe 375 cm. dir.
Giriş kısmının kuzeyinde ve güneyinde NG 268 ve NH 268
açmalarındaki kesit açmalarında kanalların derinlikleri ve
genişlikleri tespit edilmiştir. Özellikle NG 268 B açmasındaki
sel suları ile gelmiş boyalı parçaların Bilge Kağan’a ait Bengü
Taş’ı koruyan yapıya ait sıvaların parçaları ve bu alanda
olduğu sanılan bir çömleğin sürüklenerek geldiği anlaşılmıştır.
Özellikle buraya sürüklenerek gelen çömlek parçasının siyah
renkli hamurlu, kum katkılı, iyi açkılı ve omzunda düğme
bezekli geniş karınlı bir kaba ait olduğu tespit edilmiştir.
Restorasyonu için bu çömlek kaldırılmıştır.
Balballar
Bu yıl külliyenin koruma duvarları ile kanalları arasında
balbal dizesinin olduğu anlaşılmıştır. Özellikle cephe
kesiminde yapılan çalışmalarda dokuz adet balbal bulunmuş ve bu
balballardan üç tanesinde çeşitli damgalar bulunmuştur. Bu
damgalar keçi, güneş ve kelebek şeklinde olup Göktürklerin
yönetimi altında bulunan boy damgaları olduğunu düşünmekteyiz.
Bu balballardan külliyenin kuzeyinde ve batısında da tespit
edildi. 2002 yılında güney yönde yapılan çalışmalarda bir adet
balbalın tespiti ile bütün külliyeyi çevrelediklerini
söyleyebiliriz. Yaklaşık 200 cm. boyunda devrilmiş durumda olan
bu balbal taşları külliyeyi çevreleyen duvardan yaklaşık olarak
5.50 cm. uzaklıktadır.
Külliyeyi çevreleyen balbal dizesinden başka daha önce
bilinen külliyenin doğuya doğru uzantısından başlayan ve 3.5
km. uzaklıkta balbal dizesi bulunmaktadır. Balbal dizesi 3.5 m.
de başlamaktadır. Kum tabaka üzerine dikilmiş kırık olan dip
kısmı bu yıl kazıda ortaya çıkarılmıştır. Diğer taraftan NH 268
A açmasında ortaya çıkarılan 2 adet balbal taşında damgalar
bulunmuştur.
Elde edilen verilerden anlaşıldığına göre Bilge Kağan
Anıtı 72 m. uzunluğunda ve 36 m. genişliğinde olduğu anlaşıldı.
Anıt, yaklaşık 5 m aralıklarla sıralanmış balballarla çevrili
durumdadır. Anıtı çevreleyen balballar ön ve arka cephede
anıtın dış duvarına 5 metre uzaklıkta, güney ve kuzey
cephelerde ise 6.80m uzaklıktadır. Kazı sonucunda anıtı tamamen
çevreleyen ve balballarında dışında kalan bir kanal tespit
edildi. Dört cephede de 3.40m genişliğinde olan kanalın
derinliği 190cm’dir. Kuzey cephede kanal ile anıtın kuzey
duvarının dış sıvası arasındaki mesafe 7.90m olarak belirlendi.
Kanalın giriş kısmına denk gelen ve bittiği noktanın arası
3.60m’dir. kanal ile platforma yürüme yolunun her iki tarafında
15’er cm’lik aralık vardır. Anıtın batı duvarının dış noktası
ile sunak taşının batı ucunun arası 12.86m, sunak taşı ile bark
arası ise 14 m ölçüldü.
Bu yapının batı köşesi ile barkın doğu köşesi arasındaki
mesafe 17.40m, kaplumbağanın altındaki kare yapının batı ucu
ile anıtın girişi arasındaki mesafe 10.50m, kare yapının batı
ucu ile koçların arasının mesafesi 11.40m, anıtın girişinde
bulunan iki koçun birbirine uzaklıkları 3.75m, anıt girişi için
platform uzanan yürüme yolu iki kısımdan oluşmaktadır. İlk
kısım olan yürüme yolunun başlangıcı ile ilk kısmın bittiği
nokta 6.70m, ilk kısım ile anıtın ana giriş kapısının arası
5.70 olmak üzere toplam 12.40m, yürüme yolunun başlangıcı ile
ilk balbalın mesafesi 3.30dır. Anıtın ana giriş kapısının
genişliği ise 3.30m’dir.
Bu verilere rekonstrüksiyonu şekildeki gibi
olmalıdır(Resim 2).
Sonuç Olarak…..
Bu kazılar ve araştırmalar ülkemizin yurt dışında önemli
araştırmaları idi. Bilim adına arkeoloji ve tarih adına çok
umutlanmıştık. Bu kazılar sırasında bir gün Rusya’nın önemli
bir basın heyeti gelmişti. Benimle röportaj yapmak istediğinde
Moğol ekibinin abşında buluna Prof. D.Bayar “Hasan bey dikkat
et bunlar Rusya’nın ikinci büyük basınından İtrusk’tan
geliyorlar” demişti. Onların bu uyarısına da bakarak
gazetecilerin sorularını dikkatli bir şekilde dinlemeye
koyuldum. Onlar henüz tanışma fazlı bile bitmeden Orhun’daki
kazı kampımızdaki bayrağımızı gösterdiler. “Bir zamanlar bu
bayrağın yerinde bizim bayrağımız dalgalanıyordu. Şimdi
ekonomik kriz yaşıyoruz ve geri çekildik. Boşalttığımız
topraklara sizler geldiniz, burada atanızı mı arıyorsunuz?”
diye sordular. Ben de “Evet lafı dolaştırmaya gerek yok burada
atamız var atamızı arıyoruz, ancak bu çalışmalarımız bu
bozkırlardaki geçmiş uygarlıklara ışık tutacak, siz de bu
bozkırın parçası olduğunuza göre size de bu çalışmalarımızın
faydası olacaktır” diye bu soruyu cevaplamıştım. Şimdilerde
üzgünüm çok başarılı çalışmalar yapmamıza rağmen bu kazılar
durdu. Bozkırdan geri döndük, duyumlarımıza göre o coğrafyada
boşalttığımız yerleri yabancı ekipler doldurmuş bulunmakta. -
Demek ki geleneği olan Sosyal Bilimlere değer verenler bizden
bir adım önde!…diye düşündüm.
Öneriler:
Ancak bir diğer sorunumuz da 1991 yılından itibaren
sınırlarını dünyaya açan Avrasya coğrafyasında eksikliğimizin
bir nedeni de okullarımızda ve üniversitelerimizde bu bölgelere
yönelik müfredatlar oluşturmaktır. Özellikle arkeoloji alanında
araştırma yapılacak bölgelere göre Rusça, Çince, Moğolca,
Farsça, Hintçe ve Bölgedeki Türk lehçelerine yönelik dillerin
öğretilmesinin yanında şimdiye kadar bölgede yapılan kazıların
çevirileri Türkçemize kazandırmalıdır. Kafkasya’nın ötesinde
bir sosyal bilim araştırmalarını geliştirmek gerekir. Bu
yapılanmayı oluşturmak için de tabela enstitüleri haline
getirilen eğitim ve öğretim imkanı bulunmayan Türkiyat
Enstitülerini canlandırmak gerekir. Şu anda böyle bir eğitime
yönetilmesi halinde dahi bu sonuçlar ancak 20-30 yılda
alınabilir.
Gelişmiş ülkeler Almanya, Amerika Birleşik Devletleri,
Fransa, İngiltere, Japonya ve Rusya gibi ülkeler sadece kendi
ülkelerindeki araştırma enstitüleriyle yetinmeyip dünyanın dört
bir yanında araştırma enstitüleri kurmuşlardır. Söz konusu
bilimsel enstitülerin bir kısmı fen bilimleri de
ilgilendirmekle birlikte çoğunlukla Oryantalisttik ve Arkeoloji
gibi sosyal bilimleri ilgilendiren kurumlardır. Gelişmiş
ülkeler bu kurumlarla yatırım yapacakları ya da tabir yerinde
ise sömürecekleri ülkelerin kültürel ve sosyal genlerini ortaya
çıkararak kendi menfaatleri doğrultusunda
yönlendirebilmektedir. Gelişmiş ülkeleri model alan ve onlara
yetişmek için büyük oranda sanayi ve teknolojide ilerlemeyi
amaçlayan geri kalmış ve gelişmekte olan üçüncü dünya ülkeleri
araştırmalarını ve geleceğini sadece fen bilimlerine bağlı
görmektedirler. Bu nedenle 1950’li yıllardan itibaren sosyal
bilimlerle iç içe olan batıdaki bilimsel çalışmalardan da
habersiz olup, sosyal bilimleri faydasız görüp, çağı yakalama
noktasında bu konuda yapılacak çalışmaları zaman kaybı olarak
görmektedirler.
XX. yüzyılda Fen ve Sosyal bilimlerin işbirliğine giren
Batı (ABD, Kanada ve Avrupa Ülkeleri vs.) sanayi ve teknolojik
yatırımları için pazar olarak gördüğü üçüncü dünya ülkelerini
yanına çekebilmek ve o ülkelerde öncelikli iş birliği
yapabilecek alanları keşfedebilmek için sosyal bilimleri
lokomotif olarak kullanmaktadırlar.
İstanbul Alman Arkeoloji Enstitüsü, İstanbul Fransız
Anadolu Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul Hollanda Arkeoloji
Enstitüsü, Ankara İzmir Arkeoloji Enstitüsü ve Japonların
Kırşehir Kaman Orta Doğu Araştırmaları Enstitüsü gibi
enstitülerden kimi yüz yılı aşkın çalışmalar yapmaktadır.
Ülkelerinin siyasal, kültürel ve ekonomik etkinliklerine
öncülük eden bu enstitülerin benzer şubeleri Türkiye dışında
dünyanın değişik ülkelerinde de faaliyet gösteren benzer
şubeleri vardır. Dünyaya yayılmış olan bu şubelerden önemli bir
bölümü de Orta Doğu ve Orta Asya’da yer almaktadır. Ülkemizde
ise bu enstitülerle boy ölçüşebilecek dışarıda enstitülerimiz
olmadığı gibi maalesef ülkemiz içinde de yoktur. Olmadığı gibi
açılması konusunda da herhangi bir faaliyet yoktur. Ülkemizin
son yıllarda yabancı ülkelerle ekonomik alanlarda ilişkisin
başarılı olduğu ihracat ve ithalat rakamlarının yükselmesinden
anlaşılmaktadır. Ekonomik başarıların uzun sürekli olabilmesi
için o ülkelerle kalıcı kültürel bağların oluşturulması ve
kuvvetlendirilmesi gerekir.
Bu durumda ülkemiz için dünyanın her ülkesinde araştırma
enstitülerimizin olmasını düşünmek hayalperestlik olmaktan
öteye gitmez. Ancak öncelikle, kültürel köklerimizin bulunduğu
Türk Dünyası olarak da bilinen Orta Asya ve Kafkasya
ülkelerinden başlayarak bütün Avrasya ülkelerinde bir
yapılanmaya gidilebilinir. Diğer taraftan son elli yılda
Türklerin yoğun olarak göç ettiği Almanya, Fransa, İngiltere
gibi ülkelerde ve Amerika ve Avustralya gibi kıtalarda merkezi
enstitüler açılabilir.
Kaynakça:
Arrianos 1945, İskender’in Anabasisi, çev. H. Örs, Maarif Matbaası,
İstanbul.
Bahar 2002 a, H., “Bilge Kağan Külliyesi Kazıları”, Orhun
Sempozyumu, Tika, 11 Mart 2002, AÜ.DTCF. Farabi Salonu, Ankara.
-Bahar 2002 b, H., S.Çeçen, İ.Durmuş, G.Karauğuz, R.Kuzuoğlu,
G.Gökçek, “2001 Bilge Kağan Külliyesi Kazıları”, Türkler 2, Haz.
H.C.Güzel, K.Çiçek, S.Koca, Yeni Türkiye Yayınları,
Ankara;pp.182-192.
-Bahar 2005, H., “Tika Projesi, 2001 Yılı Bilge Kağan Külliyesi
Kazıları” XIV.Türk Tarih Kongresi, Ankara, 9-13 Eylül 2002, Kongreye Sunulan
Bildiriler, III, Ankara.
-Bahar 2009, H., “The excavation and the Conservation of Bilge
Khan Monumental Grave Complex in Mongilia, 22nd CIPA Symposium,
October 11-15, 2009, Kyoto, Japan/
http://cipa.icomos.org/fileadmin/template/doc/KYOTO/186.pdf
Bahar 2010,H., Eskiçağ Uygarlıkları, Kömen Yayınları, Konya.
-Bayar 1997, D., The Turkic Stone Statutes of Central Mongolia,
Edt.D.Tseveendorj, Ulan Bator.
Barthold 1990, V.V., Moğol İstilâsına Kadar Türkistan, Haz. H.D.
Yıldız, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara.
Ceram 1994, C.W., Tanrılar Mezarlar ve Bilginler, Arkeolojinin Romanı,
Çev.,H.Örs, Remzi Kitabevi.
Giraud 1999, R., İlteriş, Kapgan ve Bilge’nin Hükümdarlıkları (680-734) Göktürk
İmapratorluğu, Çev. İ. Mangaltepe, Ötüken, İstanbul.
-Gömeç 1999, S., Kök Türk Tarihi, II. Bas., Akçağ Yayınları,
Ankara.
Gumilëv 2002, Hunlar, çev. A. Batur, Selenge, İstanbul.
Herodotos, Herodot Tarihi, çev. M.Ökmen, Remzi Kitabevi, İstanbul.
Hudjakov-Platnikov,U.S.-U.A., Ancient Turkic Stone Statutes in
the South Part of the Ubsunurskaja Hollow, Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, Manas Üniversitesi,
http://yordam.manas.kg/ekitap/pdf/Manasdergi/sbd/sbd3/sbd-3-
08.pdf
Jisl 1963,L, “Kül-Tegin Anıtına 1958’de Yapılan Arkeoloji
Araştırmalarının Sonuçları”, Belleten, XXVII, 107.Ankara.
Lawrence 1991, T.E., Bilgeliğin Yedi Direği, Bir Casusun Anıları, çev.
Y.Kaplan, Rey Yayıncılık,
Ligeti 1986, L., Bilinmeyen İç Asya, çev. S.Karatay, Atatürk
Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu
Yayınları:527.
Mau-Tsai 2006, L., Çin Kaynaklarına Göre Doğu Türkleri,
Selenge.İstanbul.
Mansel 1971, A.M., Ege ve Yunan Tarihi, Türk Tarih Kurumu, Ankara
1971.
Prjevalski 1876., Mongolia, the Tangut Country, and the Solitudes of Northern
Tibet.
Strahlenberg 1730:Description Historique de l'Empire Russien (Historical
Description of the Russian Empire), Stocholm./ Fransızcası;Description
Historique de l'Empire Russien (Historical Description of the Russian Empire) 1757
Şeşen 1985, R., İslâm Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, Türk
Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları 57.
Thomsen 2002, V., Orhon Yazıtları, Araştırmaları, Çev. Yayına
Hazırlayan V. Köken, Ankara.
Tika 2000, Moğolistan’daki Türk Anıtları Projesi 2000 Yılı Çalışmaları,
T.C. Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı,
Ankara 2002.
Tika 2001, Moğolistan’daki Türk Anıtları Projesi 2011 Yılı
Çalışmaları, Work fort he Project Turkish Monuments in Mongolia
in year 2001, Tika(Türk İşbirliği Kalkınma İdaresi Başkanlığı-
Turkish International Cooperation Administration). -Tica 2001,
Moğolistan’daki Türk Anıtları Projesi 2001 Yılı Çalışmaları, TC.
Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı,
Ankara 2003.
Tika 2003, Moğolistan’daki Türk Anıtları Projesi 2003 Yılı Çalışmaları/The Project
of the Turkish Monuments in Mongolia, 2003 Studies, TC. Başbakanlık Türk
İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı, Ankara 2005