Bilge Kağan Kazıları 2001, 2003 ve Türk Arkeolojisinin Geleceği, Türklük Şöleni, 12 Mayıs...

36
Bilge Kağan Kazıları 2001, 2003 ve Türk Arkeolojisinin Geleceği. Hasan Bahar Özet T.C.Başbakanlık Türk Dünyası İşbirliği Kalınma İdaresi (TİKA) 2000-2003 yılları arasında Moğolistan’da Türk Dönemi eserlerinin araştırılması, arkeolojik kazısı ve korunmasına yönelik bir proje yürüttü. Burada 2001 ve 2003 yılları Bilge Kağan Anıt Mezar Külliyesi Kazı Çalışmalarında görev almam dolayısı ile bu çalışmalardan söz edilmiştir. Özellikle 2001 yılında bulunan “Bilge Kağan Hazinesi” olarak da adlandırdığımız altın ve gümüşten oluşan mezar sunuları bilim dünyasında geniş yankı bulmuştur. Bu buluntular Türkiye Cumhuriyetinin Kafkasya, Orta Asya ve Moğolistan gibi Türk Dünyası Araştırmaları için bir başlangıç olabilirdi. Üstelik bu çalışmalar Türkiye’deki üniversitelerdeki Arkeoloji ve Tarih araştırmalarının müfredatında değişikliklere yol açabilirdi. Buradaki kazılar 2003 yılında durdurulduğu gibi maalesef bu denli kapsamlı araştırmalar da yapılmamaktadır. Türk Üniversitelerinde de Orta Asya ya da Türk dönemi arkeolojisi ile ilgili kapsamlı bir planlama henüz yapılmamıştır. Bilge Kağan Kazılarının Türk Arkeolojisi için bir milat olmasını ve Türk Üniversitelerinde Orta Asya Arkeolojisinin müfredatlara konmasını diliyoruz. Ayrıca ülkemizde var olan ve eğitim faaliyetleri bulunmayan Türkiyat Enstitülerinde eski Türk yazı dillerini ve bölge arkeolojisini bilen dil, tarih, arkeoloji ve coğrafya ekseninde disiplinler arası Türkologların yetiştirilmesi için acele edilmelidir. Anahtar sözcük: Moğolistan, Bilge Kağan, Kazı, Orhon, Türk, Hazine 2001-2003 Excavations at Bilge Khagan Complex and the Future of Turkish Archeology Hasan Bahar Abstract Turkish International Cooperation and Development Agency (TIKA), a government department of the Prime

Transcript of Bilge Kağan Kazıları 2001, 2003 ve Türk Arkeolojisinin Geleceği, Türklük Şöleni, 12 Mayıs...

Bilge Kağan Kazıları 2001, 2003 ve Türk Arkeolojisinin Geleceği.

Hasan Bahar

ÖzetT.C.Başbakanlık Türk Dünyası İşbirliği Kalınma İdaresi (TİKA)2000-2003 yılları arasında Moğolistan’da Türk Dönemieserlerinin araştırılması, arkeolojik kazısı ve korunmasınayönelik bir proje yürüttü. Burada 2001 ve 2003 yılları BilgeKağan Anıt Mezar Külliyesi Kazı Çalışmalarında görev almamdolayısı ile bu çalışmalardan söz edilmiştir. Özellikle 2001yılında bulunan “Bilge Kağan Hazinesi” olarak daadlandırdığımız altın ve gümüşten oluşan mezar sunuları bilimdünyasında geniş yankı bulmuştur. Bu buluntular TürkiyeCumhuriyetinin Kafkasya, Orta Asya ve Moğolistan gibi TürkDünyası Araştırmaları için bir başlangıç olabilirdi. Üstelik buçalışmalar Türkiye’deki üniversitelerdeki Arkeoloji ve Tariharaştırmalarının müfredatında değişikliklere yol açabilirdi.Buradaki kazılar 2003 yılında durdurulduğu gibi maalesef budenli kapsamlı araştırmalar da yapılmamaktadır. TürkÜniversitelerinde de Orta Asya ya da Türk dönemi arkeolojisiile ilgili kapsamlı bir planlama henüz yapılmamıştır. BilgeKağan Kazılarının Türk Arkeolojisi için bir milat olmasını veTürk Üniversitelerinde Orta Asya Arkeolojisinin müfredatlarakonmasını diliyoruz.

Ayrıca ülkemizde var olan ve eğitim faaliyetleri bulunmayanTürkiyat Enstitülerinde eski Türk yazı dillerini ve bölgearkeolojisini bilen dil, tarih, arkeoloji ve coğrafya eksenindedisiplinler arası Türkologların yetiştirilmesi için aceleedilmelidir.

Anahtar sözcük: Moğolistan, Bilge Kağan, Kazı, Orhon, Türk,Hazine

2001-2003 Excavations at Bilge Khagan Complex and the Future ofTurkish Archeology

Hasan Bahar

Abstract

Turkish International Cooperation and Development Agency(TIKA), a government department of the Prime

Ministry of Turkey, carried out a project on the research,archeological excavations and protection of the TurkishMonuments in Mongolia in 2000 and 2003, I participated to theexcavations of Bilge Khan Monumental Grave Complex in 2001 and2003 and therefore I would like to mention this topic in here.Particularly, the gold and silver offerings found in 2001 andcalled as “Bilge Khan’s Treasures” by us had a broadrepercussion in the science world. These findings might be apioneer movement for the other researches of Turkish Republicfor the Turkish World Research such as in Caucasia, Middle Eastand Mongolia. Moreover, these studies could trigger theadjustment of the curriculum of the Archeology and HistoryResearches at the Turkish Universities. The excavations in herewere halted in 2003 and unfortunately a comprehensive studylike in those years hasn’t started yet. A major planning hasn’tbeen carried out at the Turkish Universities regarding theArcheology of Central Asia or Turkish Period. We hope that theBilge Khan Excavations would be a milestone for the TurkishArcheology and Central Asia Archeology course will be added tothe curriculum at the Turkish Universities. Also we should bequick to train turcologist in the field of Turkish Languagesand archeology of the related region associated with theinterdisciplinary studies such as history, archeology andgeography at the Turkish Institutes in Turkey. Currently theTurkish Institutes in Turkey doesn’t carry out an educationactivity.

Key Words: Mongolia, Bilge Khan, Excavations, Orkhon, Treasure

Bilge Kağan Kazıları 2001, 2003 ve Türk Arkeolojisinin Geleceği.

Prof.Dr. Hasan Bahar

Sosyal Bilimler, Keşifler ve İşgaller..

Günümüzde dünya siyasetinin başlıca aktörleri olan güçlü

devletler bu konuma yükselebilmeleri için bilimsel

araştırmalara, fen ve sosyal bilim ayrımı yapmaksızın önem

vermişlerdir. Üstelik bu önem veriş sadece kendi ülkelerindeki

bilim insanları ve bilimsel araştırmalarla sınırlı kalmayıp,

diğer ülkelerdeki araştırmaların sonuçlarını elde edebilmek

maksadıyla başka ülkelerdeki araştırmacıları burs, kredi ve

kurs gibi yöntemlerle destekleyerek, onların elde ettikleri

bilimsel verileri kendi havuzlarında toplamaktadırlar.

Bilindiği gibi geri kalmış ülkelerin bilim insanları, daha

iyi çalışma imkânı ve daha rahat bir hayat standardı gördükleri

için gelişmiş ülkelere yerleşmeleri, genellikle “beyin göçü”

olarak nitelendirilmektedir. Ancak bu göç sadece bilim

insanlarının başka ülkelere bedenen gitmesi ile olmayıp,

ürettikleri bilgilerin batıdaki yayım organlarında yayımlanması

ile de olmaktadır. Üstelik bu yayımlar üretildikleri ülkelerin

dillerinde olmayıp, gelişmiş ülkelerin dillerinde olup, o

ülkelerin daha kolay kullanımına sunulmaktadır. Böylece

gelişmiş ülkeler değişik ülke insanlarının emekleri ve öz

kaynakları ile yaptıkları araştırmaları da “bilgi göçü” olarak

toplamak imkânına sahip olmaktadırlar.

Geri kalmış olan ülke araştırmacıların kimi zaman işe

yaramaz gibi görünen bölük pörçük araştırmaları gelişmiş

ülkelerin veri havuzlarında toplandığı zaman bir bütünün

parçaları oldukları için teknolojide ve siyasi arenada daha

kullanılır hale gelmektedir.

Dünyaya yön veren gelişmiş ülke yöneticileri, genellikle

diğer ülkelerle ilgili siyasal, sosyal ve ekonomik

ilişkilerinde bilimsel araştırmaların ortaya koyduğu sonuçlara

bağlı dış politikalar üretmektedirler. Bu sonuçlara göre

ekonomik çıkarları olmadıkları ülkelerle ilişkilerini bir zaman

kaybı gibi görüp sınırlı tutarken, daha çok ekonomik çıkarları

oldukları ülkelerle ilişkilerini güçlendirmektedirler. Bu

şekilde güçlü devletler çıkar ilişkilerini iyi hesap ederken

geri kalmış ülke yöneticileri ise bilimsel araştırmalara önem

vermediklerinden; sosyal bilimlerle tümüyle ilgisiz

olduklarından ülkelerinin uzun vadede çıkarlarını

hesaplayamadıkları için kısa süreli hissi günlük kısır

politikalarla yetinmektedirler. Kimi zaman bu politikaları

onları rüzgârı altına alan uçurtma misali göğe

yükselebilmektedir, ancak pamuk ipliğine bağlı olan bu uçuş

çoğu kez sert inişlere hayal kırıklıkları ile sonuçlanmaktadır.

Bir bakıma gelişmiş ülkeler mikroskobun arkasında

inceleyen aktif konumda iken, geri kalmış ülkeler ise

mikroskobun objektifi altında incelenen konumdadırlar. Geri

kalmış doğu ülkelerin bu durumdan çıkış yolu bilimsel

araştırmalarla olacaktır.

Gelişmiş ülkelerin bilime verdikleri önem sayesinde kendi

ülkelerindeki bilimsel çalışmaları güçlendirmek için dünyanın

başka yerlerindeki yaşantılardan da alınması gereken değerleri

almışlardır. Mezopotamya ve Anadolu ve Mısır gibi kadim

uygarlık verilerini sentezleyen batı zamanla Türkistan,

Hindistan ve Çin uygarlıkları ile de buluşma yollarını

keşfetmiştir.

Arkeolojik veriler ve mitoslardan çok önceleri batı ile

doğu ülkeleri arasındaki ilişkilerin varlığı bilinmekle

birlikte Homeros’un dizelerinde bu ilişkiler şekillenme

başlamıştır.

M.Ö.VIII. yüzyılda son şekline geldiği sanılan Homeros’ta

M.Ö.XIII. yüzyıldan itibaren yaşanan tarihsel olaylarla

mitoloji bir sarmal halindedir. Ancak bu durum M.Ö.V. yüzyılda

Halikarnassoslu Herodot’la birlikte ayakları yere basan,

olayların kaynağında insanın yer aldığı bir tarihçilik

aşamasına geçilmiştir. Böylece bu anlatımda, bazen duyumların

da karışmasına rağmen, gözleme dayalı bir anlatım geleneği

içinde doğu hakkında da bilgiler verilir.

Romalı hatip Cicero tarafından “Tarihin Babası” olarak

adlandırılan Herodot (M.Ö. 484 -M.Ö.425) Historia adı verilen

dokuz ciltlik kitabında Orta Asya’ya kadar Eski Mısır, Anadolu,

Mezopotamya, İskitya (Kırım ve Hazar Çevresi) ve İran’ı

anlatıyordu. O, bu anlatımlarında hocası Miletli

Hekataios(M.Ö.550- M.Ö. 476)’un Ήρωλγία ya da Іσтоρίαι

(Historia) olarak bilinen Γενεηλоγίαι (Genelojia-Soylar)

hükümdar sülalelerini anlatan eseri ve özelikle, Perihegesis

(Περιήγησις) ya da Perihodos (Пερίοδος- Yeryüzünün Çevresinde)

adlı eserinde Batı Avrupa’dan Doğu Avrupa’ya, Mısır ve Hazar’a

kadar Batı Asya’yı anlatan eserlerinden faydalanmıştır.

Herodot “barbar” olarak adlandırdığı, o sırada Hindistan’a

kadar bilinen dünyadan eserinde söz etmiştir. Kitabının

girişinde “ Bu, Halikarnassos’lu(Bodrum) Herodotos’un kamuya sunduğu

araştırmadır. İnsanoğlunun yaptıkları zamanla unutulmasın ve gerek Yunanlıların,

gerekse Barbarların meydana getirdikleri harikalar bir gün adsız kalmasın, tek

amacı budur; bir de bunlar birbirleriyle neden dövüşürlerdi diye merakta

kalınmasın”, diyerek, bir bakıma doğu ile batının

karşılaştırmasını yapmaktadır.

Herodot’tan yaklaşık yüz yıl sonra Büyük İskender’in Doğu

Seferi (M.Ö.334-323) ile Batılılar daha önce Homeros ve

Herodot’tan okudukları dünyayı görme imkânı bulmuşlardı.

B.İskender bu seferinde, yanına Tarih, Coğrafya ve Tabiat

bilimleri ile ilgili birçok bilim adamlarını da alarak,

Hindistan’a kadar uzanan bir dünyanın gözlemlenerek kayıt

altına alınmasını sağlamıştır. Bu uzmanların aldıkları kayıtlar

batılı insana doğu ile ilgili o güne kadar hiç duymadığı ve

görmediği yeni şeyler aktarmıştı.

B. İskender’in hayatı ve özellikle doğu seferi daha sonra

Roma devlet adamlarına esin kaynağı olurken, yakın dönem

Avrupa’sında da Napoléon gibi devlet adamlarına da esin

kaynağı olmayı sürdürmüştür.

Napolyon’un Mısır seferi öncesi doğunun örf ve âdetine

göre hazırladığı tarihçi, coğrafyacı ve dilcilerle destekli

olan ordusu B.İskender’in tam bir kopyası nitelliğindedir.

Napolyon da XIX. ve XX. Yüzyıl Avrupa’sında kimi devlet

adamları, araştırmacılar ve ajanlara model olmuştur.

Batının doğuya bakışını ve Napoléon’un misyonunu anlamak

için Arkeolojinin romanı olarak adlandırılan Kurt W.

Marek(Ceram)’in Napoléon’un Mısır seferi ile ilgili şu sözleri

dikkat çekicidir:

“Stendhal “ Napoléon’un kahramanlık günleri geçti” diye yazıyordu. Şair

aldanmıştı… Dar odayı enine boyuna adımlayarak, şan ve şeref tutkusuyla kendini

yiyerek, kendisini Büyük İskender’le kıyaslayarak, yapamadıklarının üzüntüsü içinde

şöyle yazıyordu: “Paris kurşundan bir manto gibi çöküyor üzerime. Sizin Avrupa’nız

bir köstebek yuvası; yalnız altı yüz milyon insanın oturduğu doğuda büyük

imparatorluklar kurulabilir ve büyük devrimler sağlanabilir… 19 Mayıs 1788’de

Napoléon üç yüz yirmi sekiz gemilik bir filonun başında, gemilerindeki otuz sekiz bin

kişilik ordu ile (yaklaşık İskender’in Hindistan’ı ele geçirmek için yola çıktığında

buyruğundaki askerler kadar) Toulon’dan denize açıldı… İskender’ce bir plan.

Napoléon’un gözü de Mısır üzerinden Hindistan’da idi… 2 Haziran’da Napoléon Mısır

toprağına ayakbastı. Korkunç bir çöl yürüyüşünden sonra askerler Nil’de yıkandılar.

21 Haziranda da sabahın alacakaranlığında Kahire belirdi. Dört yüz narin

minaresiyle Cami ül Ezher’in kubbesiyle “ bin bir gece”den bir rüya gibiydi. Ama bir

sabah göğünün sisleri içindeki zerafet bolluğu, dantel süsünün yanında, İslâmın

bütün bu görkemli, keyfine düşkün, büyüleyici dünyasının yanında, sarı çölün

kuruluğundan Mukattam dağların kurşun rengi mor duvarının karşısında dev

yapıların profilleri; soğuk, büyük, yanlarına kimseyi yanaştırmak istemezmiş gibi,

yükseliyordu. Gize Piramitleri! Taş olmuş geometri, susan sonsuzluk, İslamlık henüz

doğmadan önce ölmüş bir dünyanın tanıkları.

Askerler şaşmaya ve hayran olamaya vakit bulamadılar. Orada ölü geçmiş

yatıyordu, Kahire gelecekti, ama önlerinde savaşçı bugün vardı: Memluk ordusu, on

bin atlı, eksiksiz eğitim görmüş, yerinde duramayan oynak atlar, parıl parıl

yatağanlar; kalabalığın önünde de, beylerinden yirmi üçüyle, beyaz at üstünde, yeşil

sarıklı, elmaslar içinde, Mısır hükümdarı Murat vardı.

Napoléon piramitleri gösterdi ve salt komutan olarak askerlerine, psikolog

olarak yığına seslenmedi; bir Batılı, dünya tarihiyle karşılaşmıştı. İşte bu söz orda

söylendi: “Askerler! Kırk yüzyıl piramitlerin üstünden size bakıyor”1

Gerçekten Marek’in bu anlatımı Batılı bir devlet adamı ve

yazarının doğuya bakışını çok güzel tasvir etmiştir. Burada,

yöneticilerin ve araştırmacıların insanlara ve yaşama ortak bir

paydada bakışlarının altında köklü bir geleneğin yansıması

görülür. Farklı bir milletten olmasına rağmen kökünü Yunan ve

Roma’dan alan Hristiyanlıkla şekillenen ortak bir Avrupa

idealinde Alman yazar Marek’in Napoléon ile empati kurabilmesi

onun dünyasına girebilmesi oldukça canlı yansımaktadır. Fazla

konuyu uzatmak istemiyoruz ancak Marek’in metinlerinde

Napoléon’dan önce Batı’nın doğu hedefleri ile başka satırlar da

okumak mümkündür:

1 Ceram 1994:71-72.

“ Ama şunu da söyleyelim ki Mısır’a doğunun kapısı olarak böyle yüksek bir

paye verme Napoléon’dan çok eskidir; Goethe Süveyş kanalının açılacağını önceden

söylemiş ve bunun siyasal önemini doğru olarak kestirmişti. Daha önce de Leibniz,

1672’de XIV. Louis’ye bir muhtıra vermişti, bunda Mısır’ın bir Fransız imparatorluk

politikası için önemini doğru-daha sonraki siyasal gelişmeler bakımından doğru-

olarak açıklamıştı” demektedir2.

Görüldüğü üzere Batı’da Doğu ile ilgili farklı milletler

ve mesleklere rağmen ortak bir uzlaşının varlığı görülmektedir.

Nitekim daha sonra bölgede Osmanlı devletine karşı Arapları

ayaklandıran İngiliz Ajanları Gertrude Bell ve Lawrence’de de

bu geçmişe bağlı kaldıkları raporlarında yer almaktadır3.

Çin ve İpek Yolu:

Batıda görülen bu türden araştırmaların doğuda da Çinliler

tarafından, bu kez de doğudan batıya doğru Orta Asya’nın

içlerine doğru yapıldığı görülür. Çinlilerin M.Ö. II.

Yüzyıldan itibaren Hunlarla ilgili raporlar yazmaktaydılar4.

Kuşkusuz bu araştırmalar bölgenin işgaline yol açarken,

batıda İran, Anadolu, Roma ve Mezopotamya ile ilişkileri de

başlatmış ve İpek Yolu için bir adım atılmıştır5. İpek yolu

doğu ile batı ticaretinin canlanmasının yanında kültürel,

siyasal ve teknolojik ilişkileri de canlandırmıştı. İpek yolu

üzerinden batıya akan mallar ve eşyalar batının doğuya olan

ilgisini daha da artırmıştır.

Kuşkusuz Çin ile Roma arasındaki İpek Yolu ticareti, doğu

ile batı arasında ekonomik bir köprü olma yanında bilgi akışını

2 Ceram 1994:71.3 Lawrence 1991:309 vd.;Bell, http://www.gerty.ncl.ac.uk/4 Gumilëv 2002:20 vd.5 Ligeti 1986:40 vd.

sağlayan önemli bir ağdı. Bu bilgi ağının doğu zenginliklerini

batıya aktarması Haçlı Seferlerini tetiklemiştir.

Böylelikle Ortaçağ Avrupa’sının Haçlı Seferleri olarak

bilinen ve nedenleri çok çeşitli olmakla birlikte, görünen

nedeni dini karakterli olan seferlerinin Orta Doğu’ya

yönelmesine yol açmıştır. Batı, seferler ile doğu hakkında daha

çok şey öğrendi ve doğudan birçok teknoloji transfer edecektir.

Ancak doğu ile batı arasında yer alan İslam ülkeleri,

özellikle Türklerin Anadolu’ya ayak basmasıyla batılıların doğu

ile bağlantısını kesmişti. XII. Yüzyılda Batı’nın bir hayli

sıkışmış olduğu ve bu sıkışıklığı askeri seferlerle çözmek için

Haçlı Seferlerine sığınmıştır. Ancak XIII. Yüzyılın başlarında

batıdan bekledikleri destek tam aksine daha doğudan gelmişti.

Moğol güçleri Orta Doğu’nun güçlü İslam devletlerini yerle bir

edip haritadan silmişti. Bu batı için bir kurtuluş gibi

göründü. Bunun üzerine Moğol saraylarına yardım isteyen elçiler

gönderilmeye başladı. İşte bu tür gezilere katılan William

Rubruck (1220 – 1293) ve Marco Polo (1254-1324)’nun anlatımları

batılıların bir hayli ilgisini çekti. Aslında bu ziyaretler

daha önce Sasaniler’e karşı Göktürklerden destek arayışı için

giden Bizans elçileri ve daha sonraki dönemlerde de Osmanlılara

karşı Timur ve Uzun Hasan’ın saraylarını ziyaret eden bir

gelenekten pek farklı değildi. Bu bilinmeyen doğu hakkında yeni

bilgiler ortaya çıkmış ve her bilgi yeni bir geziyi, yeni bir

bilimsel geziyi yeni bir bilimsel gezi askeri bir seferi

tetiklemişti.

Bu seferlerle birlikte Hristiyan dünyasının doğuya yönelik

ekonomik araştırmaların yanında misyonerlik çalışmalarının

hızlandığı görülür. Bu nedenle Ortaçağ boyunca doğu ile ilgili

kaynaklar ticari, sosyal, siyasal ve dinsel konular şeklinde

oldukça çeşitli ve renklidir.

Dönemle ilgili Bizans, Papalık, Arap, İran, Süryani,

Ermeni, Gürcü, Rus ve Türk kaynaklarından söz edilebilir6.

Macar araştırmacı Ligeti bu dönem gezileri için şu sözleri sarf

etmektedir:

“O devirdeki ilgililer, dindar misyonerlerin hakikaten inanılmayacak gibi olan

müşahedelerine şüpheli bir gözle bakmış, Marco Polo’ya isnat olunan mübalâğalarla

eğlenmiş olabilirler; bununla beraber Batı insanın daha XIII-XIV. Yüzyılda eski, esrarlı

büyük komşusunu, Asya’yı nihayet hakiki varlığıyle tanıması yine de o coşkun

adamlara gayret ve fedakârlıkları sayesinde mümkün olabilmiştir”7

Bu dönemde İslam dünyasından da Doğu ülkeleri ile

gözlemlerden söz edilebilir. İslam dünyasından Arap İbni Fadlan

ve İbni Batuda gibi seyyahların bölge ile ilgili detaylı

bahislerinin yanında Türk bilginlerinden Kaşgarlı Mahmud’un

bilgileri dikkat çekicidir. Bölgeden söz eden Kaşgarlı Mahmud

Türk Dünyasının bir haritasını da vermektedir8.

XI.-XIV. Yüzyılların ardın gelen Keşifler Çağında Batı

Okyanuslara açılmıştı. Bu açılımlar ile batılı devletler, yeni

hammadde kaynaklarına ulaştılar. Keşiflerde öncü olanlar

hammadde kaynaklarına daha önce ulaşıyorlar ve bu bölgeleri

sömürmek için kendilerini diğerlerinden şanslı görmek bir yana

haklı görüyorlardı. Kuşkusuz keşiflerin ve istilaların itici

gücü araştırma gezileri idi.

6 Ligeti 1986:59 vd.7 Ligeti 1986:107.8 Şeşen 1985.;Barthold 1990.

Keşifler çağının güçlü ülkeleri Portekiz, İspanya,

Hollanda, Fransa, İtalya ve İngiltere gibi güçler Afrika,

Amerika, Hindistan ve Avustralya’ya uzanmıştı. XIX. Yüzyılın

sonları Almanların siyasal olarak Osmanlı İmparatorluğuna

nüfuzunun arttığını gösterir. Bu dönemde siyasal antlaşmaların

yanında ekonomik ve bilimsel antlaşmalar da görülür. Günümüz

Irak, Suriye, Filistin ve Lübnan’ın işgal ettiği Osmanlı

topraklarında birçok coğrafi ve arkeolojik, epigrafik ve

jeolojik araştırmalar baş gösterir. Asya’nın derinliklerinde

kalan Kadim Türk Dünyası olan Orta Asya da bu istilalardan

nasibini almıştı. Zira güneydeki okyanuslara açılamayan Ruslar

da XVI. Yüzyıldan itibaren başlattığı yayılma siyaseti ile

Türkistan’ı XIX. Yüzyılda tümüyle işgal etmişti. Şüphesiz bu

istilalar ezbere yapılmıyordu.

Sözü edilen ülkelerde yayılmalarını daha öteye götürecek

Coğrafya, Arkeoloji, Orient(Doğu), Asya, Orta Doğu v.s.,

şeklinde değişik adlarla enstitüler kuruldu. Bu enstitüler

zamanla araştırma yapılan bölgelerdeki ülkelerde şubeleri

açıldı. Bunların çokluğu ülkelerin gelişmişliği ile

paralelleşti.

Burada kısaca Türklerin kültürel köklerinin yer aldığı

Moğolistan’daki araştırmalardan söz ederken, bu arada Araştırma

Enstitülerinin önemini vurgulamış olacağız.

Moğolistan ve Orhon Yazıtları:

Bölgedeki geçen iki yüzyıllık dönemdeki araştırmalar için

Prjevalski, Strahlenberg, Yadrintsev, Heilkel, Thomsen, Radloff

ve Jisl gibi isimler önem arz ederken, Rus Coğrafya, Arkeoloji

ve Fin Arkeoloji Birliği kurumlar da dikkat çekicidir.

Kuşkusuz bölgede Rusların yayılması bakımından en etkili

çalışma Prjevalski’nin coğrafi çalışmaları olmuştur:

Prjevalski’nin (1839-1888) Rus Coğrafya Kurumu adına Harbiye

bakanlığının emriyle 1869-1888 yılları arasındaki 20 yılda

Rusya Çin arasında beş araştırma gezisi yapmıştır9. Onun bu

gezileri Rus askeri yayılmasının önemli anahtarlarından biri

olmuştur. Ancak Sibirya ve Moğolistan’daki arkeolojik

kalıntılar aslında XVIII. Yüzyıldaki Strahlenberg’in (1676–

1747) çalışmaları ile dikkate alınmaya başlamıştı.

Strahlenberg ve Türk Runik Yazıları:

İsveç Kralı XII. Karl’ın Poltava Meydan Savaşında Ruslara

yenilmesi üzerine esir olan J.P. Strahlenberg Sibirya’ya

gönderilmişti(1709). Burada bulunduğu sırada bölge coğrafyası,

bölgedeki halklar ve kültürel kalıntılar üzerine bir takım

çalışmalar yaptı(1711-1721). O, Güney Sibirya, Moğolistan ve

Yenisey kıyılarında dağılmış anıtlar, taşlar ve üzerlerinde

işaretler, yazılar ve şekillerin bulunduğu taşlardan söz eder.

Ancak onun unutulmaya yüz tutan notları 170 yıl kadar sonra

1889’ yılında Fin Arkeoloji Birliğinin aklına gelir ve bir

atlas içinde bilim dünyasının hizmetine sunulur10. 1889 yılında

İtursk’lu bir Rus alimi N.M.Yadrintsev(Jadrincev)’den Kuzey

Moğolistan’da Orkhon Nehri ile Koşo-Tsaidam Gölü civarında

Karakurum yakınlarında bir takım eserlere rastladığını söyler.

Bu Strahlenberg’in bölgedeki genel eserler ile verdiği

bilgilerin yanında, Bilge Kağan ve Kültiğin anıtları ile ilgili

9 Prjevalski 1876.10 Strahlenberg 1730:Description Historique de l'Empire Russien (HistoricalDescription of the Russian Empire), Stocholm 1730/Fransızcası;Description Historique de l'Empire Russien (Historical Description ofthe Russian Empire) 1757.

ilk tespittir denilebilir. Bunun üzerine İtrusk Coğrafya

Enstitüsü ertesi yıl bölgeye bir heyet gönderir ve geniş bir

raporu Rus Arkeologlar Kongresine göndermiştir. Bu keşfin önemi

herkes tarafından anlaşılınca Finugor Birliği adına A.O. Heikel

1890-1891 yıllarında Orhon vadisine gitmiştir. Bütün

yazıtların ve resimlerin kopyasını alarak 1892 yılında

yayımladı. Diğer taraftan harekete geçen Rus bilginleri

1891’den itibaren W.Radloff’un yönetiminde bir heyeti bölgeye

göndermiştir11. Bu çalışmalar sırasında bölgede bir takım

yazıtlarla birlikte Bilge Kağan’a dikilen ve kardeşi Kültiğin

için diktirdiği anıt tespit edilmiştir. Bu sırada Runik Göktürk

ve Çince metinlere sahip olan bu yazıtların ilk kez kim

tarafından okunabilmesi konusunda bir yarış başladı ve bu

yarışı 1893 yılında Danimarkalı bilim adamı Vilhelm Thomsen

kazandı. Okumuş olduğu bu anıtların çözümünü Danimarka Bilimler

Akademisinde sunmuştur12.

Bilindiği gibi Bilge Kağan ve Kültiğin Anıtları

Moğolistan’ın başkenti Ulaanbatur’un 400 km. batısında ve

tarihi başkenti Karakurum’un 50 km. kuzeyinde ve eski Uygur

Türklerinin başkenti Karabalgasun’un 25 km. doğusundadır(Harita

1).

Koşo-Tsaidam (Choscho-Zaidam) ve Orhun Nehirleri arasında

yer aldığı için arkeolojik literatürde Bilge Kağan’a ait olan

ve 734 yılında yapılan Bilge Kağan Mezar Külliyesi, Koşo-

Tsaidam I olarak bilinirken kardeşi Kültiğin için yaptırdığı

Kültiğin Mezar Külliyesi, Koşo-Tsaidam II olarak bilinmektedir.

Her iki anıt arasında 900 m.lik bir mesafe vardır. Kültiğin

11 Ligeti 1986, Jisl 1963, 387.12 Thomsen 2002.

Külliyesi kuzeyde olanı olup, onun da kuzeyinde 8 adet küçük

dikdörtgen, sandık mezar ve kurgan şeklinde yapılmış mezarlar

da vardır. Bunlar da Koşo-Saidam III-X arası

numaralandırılmıştır. Ancak 2000 yılında TİKA’nın yaptığı yeni

Jeodozi çalışmalarındaki haritalarda Bilgekağan ve Kültiğin

Külliyeleri, Bilge Kağan ve Kültiğin Anıtları olarak

adlandırılırken diğerleri Anonim I-VIII şeklinde

sıralanmışlardır.

Tonyukuk Anıtı:Zaman zaman Orhun Anıtları içinde yer

verilerek anlatılan Tonyukuk Anıtı ise bu anıtlardan 400 km.

daha doğuda Ulan Bator’un 90 km. güneyinde Nalakh’da yer alır.

Bu anıt da kimi bilimsel yayımlarda Bain Tsokto olarak da

anılır. İki dikili sütundan oluşan bu kitabelerin Bilge

Kağan’ın veziri Tonyukuk tarafından dikilme tarihi 725/6 yılı

olduğu tahmin edilmektedir. Diğerlerinden 8-10 yıl önce dikilen

bu anıtta seksenlik Tonyukuk’un gördüklerini ve kişisel

fikirlerini, yargılarını içeren metin genişçe ve kendi eliyle

yazılmış bir yaşam öyküsüdür. Çinlilerin pek hoşlanmadığı bu

devlet adamı, iki kağanın başkomutanlığını yapmış ve bir

üçüncüsünün kayınpederi olmuş Çin’de eğitim görmüş ve yüksek

rütbeli bir subayken Çin boyunduruğuna bozkırlarda başkaldırmış

milli Türk hareketinin önderlerindendir13.

Bilge Kağan 732 yılında ölen kardeşi ve başkomutanı

Kültiğin’e bir anıt diktirmişti. Bilge Kağan Kardeşi

Kültiğin’in desteği ile tahta çıkması ve de onun desteği ile

ayakta kalması nedeniyle kardeşinin ölümü onu çok etkimişti.

Onun için Çin’den ustalar getirmişti. Çinliler olan Kültiğin

13 Giraud 1999.

Anıtında 1958 yılında Çek arkeologu Jisl kazılar yapmıştır.

Kültiğin’in ölümünden bir yıl sonra yapılmış olan anıt, birkaç

parçadan birleşen bir yapıdır. Steller üzerindeki yazıtların ve

T’ang sülâlesi Çin Kroniğinin tanıklığına göre14 anıt Bilge

Kağanın isteği üzerine Çin İmparatoru Süan-tsung’un( ki anıt

üzerindeki Çince yazıt ona aittir) gönderdiği sanatçılar

tarafından yapılmıştır. 1896-97 yılında Çin’in Moğolistan

valisi tarafından dinamitlenerek yıkılan anıt yine o tarihlerde

asıl yerinden 9-10 m. güneyde altardan kesilen bir taş kaide

üzerine dikilmiştir. 168 m. boyunda ve 34 m. genişliğinde olan

külliyenin 15, doğuya doğru uzanmış 330 adet balbal dizisi

vardır16.

Bu kazıları Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Türk işbirliği

ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı’nın desteklediği 1997- 20003

yılı Moğalistan Türk Dönemi Eserlerinin Araştırlması Tespiti,

Kazıları ve Restorasyonu” projesi olmuştur.

1997-2000 yılları arası daha çok bölgedeki eserlerin

tespiti ve bölgede toplanılacak eserlerin korunması için bir

adet Orhun’da bir adet de Nalakh’da depo çelik binalarının

yapılması olmuştur. Arkeolojik kazılar 2000 yılında

başlamıştır. 2000 yılındaki arkeolojik çalışmaların

koordinatörlüğünü Prof. Dr. Hakkı Acun yapmıştır. Bu dönemde

14 “20.yılda(732) K’üe T’e-lê(=Tegin) öldü. İmparator bir buyruk çıkartarak, Kin-wuTsiang-kün (kuş muhafız alayı generali) Çang K’üi’ye ve Tu-kuan-lang çung (adaletbakanlığı mahkumlar bölümü şefi) Lü Hang’a bir imaparatorluk yazısıyla barbarlarabaş sağlığı dilemeye gitmelerini emretti. İmparator, ölen için aynı zamanda birmezar taşı diktirdi ve yazısını kendisi kaleme aldı. Sonra bir mezar tapınağı inşaettridi, taş bir heykel yaptırdı ve (tapınağın) dört duvarını ölenin savaştığı savaşsahnelerini resmettirdi” Mau-Tsai 2006:251-252,317.15 1963. 16 Tika 2001.

Bilge Kağan Külliyesindeki eserlerin depo binasına toplanması

ve Külliyenin doğu kesiminde Bengütaş çevresinde olmuştur17.

2. dönem çalışmaları 2001 yılında Prof.Dr. Sadettin

Gömeç’in koordinatörlüğünde yapılmıştır. Tarafımdan yürütülen

kazı çalışmaları Bilge Kağan Külliyesi doğu batı yönünde

tamamlayacak şekilde 5 x 10 m. dikdörtgen şeklinde iki sıra

açmalarla yapılmış, bu açmalar Bengütaş, Bark ve Sunak kısmını

içine almıştır. Kazı çalışmalarımız sürdürülürken depo binasına

bir önceki yıl taşınan Bengütaş restore edilerek çelik bir

kaide üzerine dikilmiştir. Bu çelik kaide ise taş kaplama ile

kamufle edilmiştir. Bengü taş’ın orijinal kaidesi olan

kaplumbağa kaide ise oldukça dağılmış, zayıflamış bir dokuya

sahip olduğundan depo binasına kaldırılarak korumaya

alınmıştır.

Kuşkusuz 2001 yılının en önemli buluntuları Sunak ile

Bilge Kağana ait olan hatıra mezar sandukası arasındaki alanda

ortaya çıkarılan hazine olmuştur. -123 santimetre derinlikte

insutu zemin altında istiflenmiş bir sunu şeklinde bulunan bu

hazinenin üst kısımdan itibaren tahrip edilmiş bir gümüş

sandığın aplike 2556 çiçeği, onun altında 9 adet gümüş

kase(müzik çalparası olabilir), altında iki adet gümüş geyik

heykelciği, altın maşrapa ve bu maşrapaların birinin içinde

altın taçtan ve kemerden çıkarılmış değerli taş parçaları,

bunların altında ise altın bir kemere ait parçalar ve onun da

altında Bilge Kağan’a ait altın bir taç yer almaktaydı.

Bu eserlerin bulunduğu alan kesilerek alınmış eserlerin

belgelemesi çadırlaradn birsinde 1 hafta boyunca yapılmıştır.

17 Tika 2000.

Daha sonra Moğolistan Milli müzesine götürülüp bir tutanakla

teslim edilmiştir. Tarafımızdan Moğolistan Milli Eğitim

Bakanlığı ve Türkiye’deki TİKA yetkililerine bu eserlerin

onarımı ve korunması için bir rapor sunulmuştur. Bunun

sonucunda 28 Eylülde Moğolistan’a gidilerek bu eserlerin

restorasyonu için bir ekip oluşturulmuştur. Bu 2001 Ekim ayında

başlayan restorasyon çalışmaları ile bu eserler koruma onarılıp

koruma altına alınmıştır.

2001 yılı çalışmalarında söylenmesi gereken bir husus da

Tonyukuk çevresinde de özellikle balbalların tespiti ve

korunması ile ilgili çalışmalar yapılmıştır. Diğer taraftan

ilerideki yıllarda üzerinde arkeolojik kazı faaliyetleri

oalabilir diyerek çevredeki anonim mezarlar, ve dağlık

kesimdeki yüzlerce kurganda jeodezik ve jeofizik çalışmaları

yapılmıştır. Bu kurganlar fotogrametik resimleri alınarak

TİKA’ya teslim edilmiştir.

Çevrede yapılan yüzey araştırmalarında Türkhakanı’nn

Sarayı, Karabalgasun şehri, Nalakh ve Karakurum gibi çevrelerde

kazı yüzey araştırmaları yapıp kazı projeleri yapılmıştır.

2002 çalışmaları Prof. Dr. İlhami Durmuş

koordinatörlüğünde yürütülmüştür. Bu projede yer almadığım için

ayrıntılarını 2002 raporlarında görülebilecek çalışmalar için

bakınız Tika 2002.

2003 Yılı Bilge Kağan Anıt Mezarlığı Kazıları:

Bu yıl rekor denilebilecek oranda kazı açması açılmıştır.

İlk kez bu yıl olmak üzere ve kontrolünü yapmak için değişik

boyutlarda 33 adet açma açılmıştır. Açmalarımız daha çok

külliyenin doğusundaki Giriş kısmında ve ortasında yer alan

Bark’ta yoğunluk kazanmıştır. Diğer taraftan çevre duvarlarını

ve kanallarını ortaya çıkarmak için külliyeyi doğudan batıya ve

kuzeyden güneye kesen kesit açmalarında çalışmalar

yoğunlaştırılmıştır18.

Giriş Kapısı ve Çevresi:

Giriş kısmında yapılan çalışmalarda son derece önemli

verilere ulaşılmıştır. Özellikle Bengü Taş’ın yer aldığı

(kaplumbağa kaideli yazıtlı anıtın bulunduğu yer) kısım NG 266

ve NG 267 açmalarında 2000 yılında ve 2001 yılı çalışmalarında

da açmalarla girilen bu alanda anıtın oturduğu platform ve onu

koruyan yapının ölçüleri ortaya çıkarılmıştır. Platform 6.50

cm. genişliğinde gri kil üzerine 6.60 cm.lik boyutlarında kare

18 2003 yılının Proje koordinatörü 2001 yılı koordinatörü Prof. Dr. SadettinGömeç olmuştur. Beni yine bu projede “kazıdan sorumlu başkan” olarak davetetmesinden dolayı kendisine ve bu izni veren TİKA yetkililerine buradateşekkürü bir borç bilmekteyim. Ayrıca yönetimimizde verimli bir şekildeçalışan Türk ve Moğol Kazı, Restarasyon, Jeodozi, Jeofizik, Epigrafi,Fotogrametri ekiplerine teşekkür ederim. Bu arada geçen yıl vefat edenMoğol tarafı kazı başkanı meslektaşım Prof. Dr. Bayar’ın kaybındanüzüntülerimi belirtirim.

Kendisi ile 2003 yılı Bilge Kağan Sunağında vedalaşırken “Belki dekarşılamayacağız bir daha hoşça kal” demiştim. O da,“Bilgekağan’da kazılaröğrenciliğimde burayı ziyaretimizde hayalim olmuştu. Paramız olmadığı için40 yıl bekledik, daha sonra başlayan kazılar bazı sorunlar nedeniyledurdurduk, zira Bilge Kağan külliyesi yok olacaktı, ancak daha sonra sizgeldiniz ve bize Bilge Kağan’ı kazandırdınız teşekkür ederim”, demişti.Ayrıca elemanı Dr. İkhtur’a Bilge Kağan’ın altın tacını “hocan Bayar’ahaber ver Bilgekağan’ın altın tacını bulduk” diye müjdelediğimde o beni deomuzlarına almış külliyeye doğru koşuyordu. “Beni bırak İkhtur sen hocanakoş” demiştim. İkhtur’dan haberi alan Bayar koşarak gelmiş beni havalarafırlatmıştı. –Aman Bayar bilmiyor musun bel fıtığımı”, dediğimde O da “Özürdilerim Hasan Bey “diye beni omuzlarında taşımıştı. Hazine bulunduğu geceberaber sabaha kadar nöbet tuttuğumuzda “Zengin adamın hastalığınıöğrendim” demiş, ben de “Neymiş Bayar ?” diye sorduğumda “-Uykusuzlukmuş”demişti. Gerçekten hiçbir koruma olmayan bu çalışmalardaAllah’a emanet 8 gece hazine bekçiliği yapmıştık. Evet böylesine bir dostukaybettik çok üzgünüm.

şeklinde döşeme tuğlalarından oluşan bir platform üzerinde 5 x

5 m. lik bir kırmızı kerpiçlerden oluşan temeli ile bir yapıdan

oluşmaktadır. Kerpiçler 32 x 16 cm. boyutlarında olduğundan

yapının temel kalınlığı 64 cm. dir. Platform 3 sıra tuğla

kalınlığı ile yükselmektedir. 2000 yılı derinleşmesinden

anlaşıldığı gibi kaplumbağa kaide 65 cm. kalınlığında bir kil

zemin üzerine oturmaktadır. Bunun üzerinde 3 sıra tuğla

kalınlığı yaklaşık 20 cm. oluşturmakta ve alt tuğla dizileri

bütün külliyeyi kaplayan 32 x 32 cm.lik boyutlarında kare

şeklindeki tuğla döşemesidir. Bunun üzerinde ise 6. 50 cm.

genişliğinde platformdan oluşan tuğla döşeme olup etrafı 32 x

16 cm lik dikdörtgen tuğlalar ile bir konturla çevrilmiştir.

Özellikle yapının kuzeyinde yan yana 3 sıra konan 32 x 32 cm.

lik kare tuğlalarla bu dizelerin de kaplandığı görülmektedir.

Tuğla döşemeler ile kırmızı kerpiç temel yapısı arasında 9- 10

cm. lik bir boşluk bulunmakta bu boşluk da ileride üzerinde

duracağımız gibi barkta da görülen şekliyle gri kil dolgu ile

doldurulmuştur.

Gözlemlerimiz sonunda doğu, batı ve özellikle kuzey yönde

yoğun bir şekilde görülen kırmızı kil temel kalıntıları güney

yönde yok denecek kadar azdır. Burada bir dizi dikey konmuş

tuğlaların buradaki duvarı zeminden gelecek yağmur sularından

korumak için sonradan konduğu sanılmaktadır. Güney yöndeki

kırmızı kerpiç temellerin olmayışı 2000 yılı kazı çalışmasında

temizlenmesinden sanılmaktadır. Bu dönem kazı çalışmalarının

erken raporlarında bu alanda kırmızı tuğla izleri mevcuttur.

Özellikle yapının köşelerinde yoğun kırmızı kerpiç izleri ve

çevreye olan yıkıntının bu alanda bol miktarda duvar boyasının

olması özellikle köşelerin çatıya kadar uzandığını

yansıtmaktadır. Bu yükseklik hakkında elimizde yeterli kanıt

olmamakla birlikte anıtının yan duvarlarının yüksekliğinin

yazıtı okuyabilecek yükseklikte olması bunun da 100 cm. den

fazla olamayacağı sanılmaktadır.

Bu kısımlarda duvar boyaları oldukça azdır. Ancak yapının

özellikle kuzey batı ve güney doğu ve güney batı köşelerinde

çapı 100 cm. ye kadar uzanan sıva parçaları bulunmaktadır. Bu

sıvaların kıyaslanması sonucunda külliyenin dış duvarlarından

daha ince ve üzerinde kırmızı ve siyah boyalarla yapılmış

bezemelerin daha nitelikli olduğu anlaşılmaktadır. Bu

parçalardan büyük bir çoğunluğu büyük bir sel felaketi

sonucunda tahrip olmuş ve giriş kapısı açıklığından yapıyı

koruyan kanallara akmıştır. NG 268 Açmasındaki kanalda bu

parçalardan büyük bir tanesi bulunmuştur. Burada belirtilmesi

gereken bir konu da özellikle yapıyı güney tarafta çevreleyen

tuğla döşemelerin doğu batı yönünde çöküntü halinde

görülmesidir. Bu da buradan kanallara bağlanan künkler ile yer

altından bir arıtma sisteminin olduğudur. Zira NG 268 Açmasının

güney doğu köşesinde giriş kapısının güneyinde yer alan koç

heykelinin altından geçen künklerden oluşan bir kanal sistemi

vardır. Kanallarla ilgili bilgilerimizde de bu konu hakkında

durulacaktır.

Anıtı koruyan 6.60 cm. lik kare planlı bir platform ve 5

m. lik bir kerpiç yapı üzerine kurulu çatı isteminin olduğu bu

çatının gri renkli kiremitlerle örtüldüğü anlaşılmaktadır.

Yapının dört bir yanında tahrip olmuş çatının döküntü kiremit

parçaları doldurmaktadır. Gri renkli bu oval kiremitlerin iç

kısımlarında kırmızı kil dolgu bulunmakta yan yana konulmuş

kiremitlerin arasından su sızmaması için beyaz kil sıvalar

bulunmaktadır. Alınlıkta ise yan yana konmuş kiremitlerin

oluşturduğu dairevi kısımları kapatan palmet seklinde

bezemeleriyle dairevi kiremitler bulunmaktadır. Bu kiremitlerin

ana kiremitle bütün tiplerinin olduğu ana kiremitten bağımsız

tipleri de mevcuttur. Eğer külliyenin tahribatı ve yapı

malzemelerinin soygunun da götürülmedi ise ana kiremitlere göre

bu palmetli kiremitlerin azlığı bütün alınlık boyunca bunların

kullanılmadığını göstermektedir.

Kaplumbağa üzerinde duran Bilge Kağan’ın Bengü Taşı’nı

koruyan bu yapıdan sonra 1740 cm. batıda yer alan barka

geçilir. Bark yaklaşık 67 cm. yüksekliğinde gri bir platform

üzerinde ahşap sütunlar üstüne oturtulmuş ve bu sütunların da

kırmızı kil bir duvarla desteklendiği anlaşılmaktadır. Ancak bu

kil duvarın yüksekliği hakkında kesin bir yargıda bulunmak

güçtür.

Bark

Bilge Kağan Anıt Mezarlığı’nın Giriş kısmındaki kaplumbağa

kaideli yazıtın bulunduğu platform üzerinde yer alan yapıdan

sonra döşeme tuğlalarla kaplı bir alandan ulaşılan bark yapının

önemli diğer bir kısmıdır. Bark 15 x 15m. boyutlarındadır.

Barkın bu yıl kuzey-güney doğrultusunda 100 cm.lik genişliğinde

yürüttüğümüz kesit açmasında kuzeyinde ve güneyinde tuğla

kaplamalar ortaya çıkarılmıştır. Kuzeydeki NF 264 A açmasında

tek sıra ele geçirilen kaplama duvar 32 x 16 cm. lik

boyutlarındaki tuğlalardan oluşmakta ve bu tuğla dizesi barka

dikey olarak konmuştur. Bu tuğla dizesi ile barkı oluşturan gri

platform yapısı arasında 10 cm.lik bir boşluk bulunmaktadır. Bu

boşluk kısmının da gri kil ile doldurulduğu görülmektedir.

Burada görülen bu durum barkın güneyinde ortaya çıkarılan

tuğla yapı ile platform arasında da mevcuttur. Barkın güney

kesimindeki kesit açmasında (NH 264 A 1 Açması) ortaya

çıkarılan tuğla yapı barka yatay şekilde konulmuş çift sıra

halindedir. 16 cm. lik genişliği olduğu için iki tuğla

genişliği burada da 32 cm. lik bir kaplama oluşturmaktadır.

Burada da tuğla yapı ile kil platform arasında 10 cm.lik bir

boşluk kil gri kil dolgu ile doldurulmuştur. Buradaki yan yana

iki sıra tuğla dizesinin üst üste dört sıra olduğu

görülmektedir. Bu alanın doğusuna doğru 150 cm. genişlik ve 300

cm. uzunluğunda bir açma ile yapının uzantısı ortaya

çıkarılmaya çalışılmıştır. Ancak doğu yönde mevcut görülebilen

tuğla yapıdan öteye gitmediği ve burada sadece dört tuğla

dizesinin kaldığı anlaşılmıştır. Bu tuğla yapı -102 cm.

derinlikte yer almakta ve taban seviyesinden itibaren özellikle

batı kesiminden alt kısımlara barkı tahrip eden soyguncular

tarafından girilmiş ve karıştırılmıştır. Bu kesimlerde define

arandığı sanılmaktadır. Bu tahribat barkın çevresinde yoğun bir

şekilde fark edilmektedir.

Barkın güneydoğu köşesinde açtığımız NH 264 B1 açmasında

daha önce defineciler ya da Radloff gibi daha önce burada kazı

yapan şahıslar tarafından kazılar yapıldığı ve bu köşeyi tahrip

ettikleri görülmüştür. Bu durum barkın kuzeybatı köşesinde NF

263 B2 Açmasında da gözlenmiştir. Barkın köşe kesimleri

hakkında bilgi almaya yönelik 2 x 2 m. lik bu açmada derinleşme

çalışmaları yapılmıştır. Koruma tuğla duvarın alındığı bu

kesimde barkın köşe kesimi yağmur suları ile akmış ve akıntı

kesiminde gri kil ve kırmızı kilin karışık olması bu kesimin de

daha önceki dönemlerde karıştırıldığını göstermektedir.

Bark çevresinde açılan açmalarda çatı kiremit parçaları

ile birlikte kırmızı kil ve beyaz sıva parçaları karışık olarak

gelmektedir. Çatı kiremitleri gri kilden yapılmış oval tipte ve

çeşitli boyutlardadır. Kiremitlerin alınlık kısmına gelen

boşlukları kapatmak için yuvarlak palmet bezekli kiremit

parçaları bulunmuştur. Bunların bağımsız tek parçalı tipleri

olduğu gibi kiremitle bütün tipleri de bulunmuştur. Ayrıca çatı

kiremitlerinin yan yana konduğu sırada aralarından çatıya su

sızmaması için beyaz kil ile sıvandığı kimi kiremit

parçalarında ve ayrıca bulunan beyaz kalın ve üçgenimsi şekilde

görülen kil parçalarından anlaşılmaktadır. Kiremit parçalarının

üzerinde değişik renkte bezeme izleri görülmektedir. Kimi

siyah, kimi kırmızı şerit bantlı bezemeler bulunmaktadır.

Bu oval kiremitlerden başka düz ve üzerinde kabartma

bezekli olan örnekler de çıkmaktadır. Ayrıca bunların yanı sıra

çatı tepeliklerinde kullanıldığı sanılan çok az sarmal kiremit

parçaları bulunmuştur. Barkın çevresinde özellikle kenar ve

köşelerinde kırmızı kil yoğunluğunun tuğla koruma duvarının

bark seviyesinde kırmızı kil bir duvar ile yükseltilmiş

olabileceğini düşündürmektedir.

Geçmiş kazı sezonunda ortaya çıkarılan barkın platformu

üzerindeki kesme taştan yapılmış kolon kaideleri çatının ahşap

direkler üzerine yükseldiğini göstermektedir. Bu kaideler

üzerinde 7 cm. genişliğinde ince bir tabaka halinde görülen

kırmızı kil buradan geçen bir duvara ait temel izleri

olmalıdır. Platformun güney tarafında dört adet bulunan

kaidelerin diğer yönlerinde bulunmaması tahribat sırasında

taşındıklarını göstermektedir.

Barkın çevresindeki kiremit parçaları ile birlikte görülen

çatı kiremitlerine ağırlık olarak doldurulan kırmızı kilin

yanında beyaz sıva üzerine kırmızı ve beyaz boyalı boyama

parçaları görülmektedir. Barkı oluşturan platformun ve de

platform üzerindeki belli oranda yükselen duvarların

boyandığını gösteren bu parçalardan büyük oranda parçalar elde

edemedik. Bu nedenle bezemelerin niteliği hakkında bilgi

verebilmemiz güçtür. Barkın kuzey kesiminde açılan kesit

açmasında yıkıntıları sonunda kuzeye doğru savrulan kiremit

parçaları uzantısının 5 m. olduğu görülmektedir. Kiremit ve

sıvaların karışık olduğu bu tabakanın yoğun olduğu kesim 350

cm. dir. Bu rakamlar çatının yüksekliği hakkında ip uçları

verebilecek durumdadır. Ancak bark kesiminde külliyeyi

çevreleyen duvarlardaki kiremit yoğunluğuna ve sağlamlığına

ulaşamamamızın iki nedeni olmalı. Barkın yüksek oluşu ve düşen

kiremitlerin yerde fazla tahrip olması, tahribatçıların

öncelikle barktaki yapı malzemelerini ele geçirmek için bu

kesimde tahribatı yoğun yapmaları.

Bark ve çevresindeki çalışmalarımızın dışında yoğunluk

çevre duvarları ve kanalları üzerinde olmuştur. Bark ile batı

dış duvar arası mesafe 1740 cm.dir.

Duvarlar

Külliyenin 72 m. doğu ve batı yönünde ve 36 m. kuzey-güney

yönünde genişliğe sahip bir boyutu ve bu yapıyı koruyan bir

duvar sistemi vardır. Duvarların 230-250 cm. arasında

yüksekliği ve 120-125 cm. genişliği olduğu anlaşılmaktadır. Gri

kerpiçten yapılmış ve beyaz kil ile sıvanmış olan duvarları gri

kilden yapılmış kiremit örtü korumaktaydı. Sıvalar kırmızı,

siyah ve beyaz boya ile boyanmakta bu renklerle bezemeler

yapılmaktadır. Duvarı örten çeşitli boyutta kiremit tipleri de

bulunmaktadır. NH 267 B açmasında külliyenin ön duvarını ortaya

çıkarmak için yapılan 100 cm.lik kesit açmasında bulunan oval

gri renkli çatı kiremidi üzerine siyah boya ile yapılan üç

süvariden oluşan bir savaş sahnesi yer almaktadır. Kiremidin

üst sırasında yer alan savaşçılardan önde olan geriye doğru

dönerek kendini takip eden savaşçıya ok fırlatmaktadır. Alt

sırada kırık olduğu için kimi kovaladığı anlaşılamayan süvari

ise eliyle bir topuz ya da sapanı fırlatmaktadır. Kiremidin

mevcut uzunluğu 25 cm, sağlam olan genişliği ise 18.5cm.dir.

Bu tipte üzerinde savaşçı bulunan bir kiremit şimdiye kadar

Moğolistan’daki kazılarda bulunmuş değildir.

Külliyeyi çevreleyen duvarlarda zamanında yapılan

tahribatlar nedeniyle sağlık bir ölçü almak oldukça güçtür.

Çevre duvarlarında almış olduğumuz dört adet kesit açmasından

ön cephede NF268, NH 268, NG 267, yan duvarda NE 264 ve arka

duvarda NG 260’daki duvar kesitlerinden NG 260 ve NG 268’deki

kesitlerden duvarın her iki tarafındaki sıva izlerini tespit

ederek 125 m.lik bir genişlik olduğu ortaya çıkarılmıştır.

Fakat geçmiş yıllardaki kazılar ve tek yönlü sıvaların

bulunduğu duvarlardan çıkarılan ortalama kalınlık ise 120 – 125

cm. arasında değişen boyutlardır.

Külliyenin batı kesiminde yer alan NG 260- NG 261 açmaları

arasında doğu-batı yönünde 100 cm.lik açtığımız kesitte batı

koruma duvarının genişliği 125 cm. ve batıya doğru yıkılan

duvarın uzantısı 231 cm.dir. Bu duvarın tahrip olmuş sıvası

batıya doğru 200 cm. uzanmakta ve bunu çatı kiremitleri

izlemektedir. Duvarın gri kil zemin üzerindeki temelinin ise 31

cm. yüksekliği sıvası ile birlikte kalmıştır. Beyaz kil sıva

üzerinde beyaz ve kırmızı boyama görülmektedir. Kırmızı

boyamanın yer yer kendini yoğun bir şekilde göstermesi duvar

üzerinde bir bezemenin olduğunu yansıtmaktadır. Ancak

tahribatın fazlalığı nedeniyle bezeme ile ilgili bilgi vermek

güçtür. Ön ve yan duvarlarda görülebilen bu tip uygulamaların

Bengü Taş’ı çevreleyen yapı ve Bark’ta da olduğu görülmektedir.

Külliyenin giriş kısmında yapılan çalışmalarda koç

heykellerinin bulunduğu girişin güney kesiminde NG 268

açmasında duvarın boyutları tespit edilmeye çalışılmış burada

125 cm. genişliğe sahip olduğu görülmüş ve duvarın her iki

yüzündeki beyaz sıvaların üzerinde kırmızı ve siyah boya ile

yapılmış bezemeler görülmüştür. Ancak duvarın batıya doğru

dökülen sıvalarının kaplumbağa kaideyi çevreleyen yapının dış

sıvaları ile karıştığı görülmektedir. Dikkatli bir inceleme ile

kaplumbağa kaideyi oluşturan boyaların daha ince işçilikli

olduğu fark edilmektedir. Ön cephe duvarının girişte bitiş

noktasında kırmızı yan yana konmuş kırmızı tuğla dizeleri

mevcuttur. Bu kesimde bu temel üzerine gri kilden sıkıştırma

dövme tekniği ile kerpiç duvarın yapıldığı anlaşılmaktadır.

Duvarın ön cephesinde duvar sıvalarından biraz kalın ve 32x 32

cm.lik boyutta iki beyaz kil pano düşük vaziyette bulunmuştur.

Bunların ön cepheyi süslemek için resim panoları olduğu

düşünülebilir.

Kanallar

Külliyeyi doğal tahribattan korumak ve atık suların

tahliye olduğu bir kanal sistemi çevrelemektedir. Külliyeyi

çevreleyen duvar ile kanallar arasındaki mesafe 7.90 cm.dir.

Külliyenin batısında NG 259, kuzeyinde ND 264 ve doğusunda Bu

kanal koruma duvarlarından 6.50 cm. uzaklıkta ve 3.40 cm.

genişlikte ve 200 cm. derinliktedir. Kanallar beyaz sert bir

kist tabaka üzerine kazılmış ve bu derinlik yüzeyden 275 cm.

dir. Kist tabaka üzerinde kanalın erozyonla dolması sırasında

kuzey kanalında 9 tabaka tespit edilmiştir. 190 cm. de beyaz

sıva parçaları tespit edilmiştir.

Batı hendeğinde NG 259 kanal kesit çalışmasında yüzeyden

230 cm’ye kadar inilmiş ve 200 cm. de kanal başlamakta ve 9

erozyon tabakası tespit edilmiştir.

Külliyenin doğusunda NH 268 B kanal kesit çalışmasında

yüzeyden -156 cm derinlikte boyalı sıva örnekleri ortaya

çıkarılmıştır. Bu örnek restorasyon ekibince buradan korunma

amacıyla alınmıştır.

Külliyenin giriş kısmında kanalların sona erdiği

görülmektedir. Kanalın bitiş kısımlarını tespit etmek için

girişin kuzeyinde ve güneyinde açmalar açılmıştır. Kanal bitiş

noktaları arasında 360 cm. bir genişlik vardır. Ayrıca buradan

330 cm. genişliğinde tuğla döşemeli bir geçiş bulunmaktadır.

Bu geçiş kısmı tahrip olmakla birlikte giriş kapısına doğru

batıya doğru ilerlemekte ve 570 cm. kuzeye ve güneye doğru 330

cm.lik bir genişlikte dönüşle giriş güzergahı konusunda bilgi

vermektedir. Bu dönüşten itibaren doğuya doğru 670 m. de

külliyenin giriş platformu başlamaktadır.

Platform 2001 yılına kadar buradan geçen yolun

tahribatına uğramakla birlikte 32 x 32 cm. boyutlarında kare

şeklinde tuğlalar ile kaplıdır. Bu tuğla kaplama dikey üçgen

şeklinde çapraz konmuş tuğlalar ile desteklenmiştir. Destek

tuğlalarının 330 cm. doğusunda doğuya doğru uzanan balbal

dizeleri takip etmektedir. Balbal dizesinin ilk taşı platforma

3.5 m. uzaklıktadır. Bu mavi renkteki kırılmış balbal taşının

dip kısmı in situ bulunmasına rağmen üst tarafındaki kırık

kısmı kayıptır. Kanalların bitiş noktaları arasında 15 cm.lik

bir boşluktan sonra giriş 330 m. olarak koç heykellerine doğru

yönelmektedir. 2001 yılında çıkarılan ve depo binasına taşınan

girişteki koç heykelleri arasındaki mesafe 375 cm. dir.

Giriş kısmının kuzeyinde ve güneyinde NG 268 ve NH 268

açmalarındaki kesit açmalarında kanalların derinlikleri ve

genişlikleri tespit edilmiştir. Özellikle NG 268 B açmasındaki

sel suları ile gelmiş boyalı parçaların Bilge Kağan’a ait Bengü

Taş’ı koruyan yapıya ait sıvaların parçaları ve bu alanda

olduğu sanılan bir çömleğin sürüklenerek geldiği anlaşılmıştır.

Özellikle buraya sürüklenerek gelen çömlek parçasının siyah

renkli hamurlu, kum katkılı, iyi açkılı ve omzunda düğme

bezekli geniş karınlı bir kaba ait olduğu tespit edilmiştir.

Restorasyonu için bu çömlek kaldırılmıştır.

Balballar

Bu yıl külliyenin koruma duvarları ile kanalları arasında

balbal dizesinin olduğu anlaşılmıştır. Özellikle cephe

kesiminde yapılan çalışmalarda dokuz adet balbal bulunmuş ve bu

balballardan üç tanesinde çeşitli damgalar bulunmuştur. Bu

damgalar keçi, güneş ve kelebek şeklinde olup Göktürklerin

yönetimi altında bulunan boy damgaları olduğunu düşünmekteyiz.

Bu balballardan külliyenin kuzeyinde ve batısında da tespit

edildi. 2002 yılında güney yönde yapılan çalışmalarda bir adet

balbalın tespiti ile bütün külliyeyi çevrelediklerini

söyleyebiliriz. Yaklaşık 200 cm. boyunda devrilmiş durumda olan

bu balbal taşları külliyeyi çevreleyen duvardan yaklaşık olarak

5.50 cm. uzaklıktadır.

Külliyeyi çevreleyen balbal dizesinden başka daha önce

bilinen külliyenin doğuya doğru uzantısından başlayan ve 3.5

km. uzaklıkta balbal dizesi bulunmaktadır. Balbal dizesi 3.5 m.

de başlamaktadır. Kum tabaka üzerine dikilmiş kırık olan dip

kısmı bu yıl kazıda ortaya çıkarılmıştır. Diğer taraftan NH 268

A açmasında ortaya çıkarılan 2 adet balbal taşında damgalar

bulunmuştur.

Elde edilen verilerden anlaşıldığına göre Bilge Kağan

Anıtı 72 m. uzunluğunda ve 36 m. genişliğinde olduğu anlaşıldı.

Anıt, yaklaşık 5 m aralıklarla sıralanmış balballarla çevrili

durumdadır. Anıtı çevreleyen balballar ön ve arka cephede

anıtın dış duvarına 5 metre uzaklıkta, güney ve kuzey

cephelerde ise 6.80m uzaklıktadır. Kazı sonucunda anıtı tamamen

çevreleyen ve balballarında dışında kalan bir kanal tespit

edildi. Dört cephede de 3.40m genişliğinde olan kanalın

derinliği 190cm’dir. Kuzey cephede kanal ile anıtın kuzey

duvarının dış sıvası arasındaki mesafe 7.90m olarak belirlendi.

Kanalın giriş kısmına denk gelen ve bittiği noktanın arası

3.60m’dir. kanal ile platforma yürüme yolunun her iki tarafında

15’er cm’lik aralık vardır. Anıtın batı duvarının dış noktası

ile sunak taşının batı ucunun arası 12.86m, sunak taşı ile bark

arası ise 14 m ölçüldü.

Bu yapının batı köşesi ile barkın doğu köşesi arasındaki

mesafe 17.40m, kaplumbağanın altındaki kare yapının batı ucu

ile anıtın girişi arasındaki mesafe 10.50m, kare yapının batı

ucu ile koçların arasının mesafesi 11.40m, anıtın girişinde

bulunan iki koçun birbirine uzaklıkları 3.75m, anıt girişi için

platform uzanan yürüme yolu iki kısımdan oluşmaktadır. İlk

kısım olan yürüme yolunun başlangıcı ile ilk kısmın bittiği

nokta 6.70m, ilk kısım ile anıtın ana giriş kapısının arası

5.70 olmak üzere toplam 12.40m, yürüme yolunun başlangıcı ile

ilk balbalın mesafesi 3.30dır. Anıtın ana giriş kapısının

genişliği ise 3.30m’dir.

Bu verilere rekonstrüksiyonu şekildeki gibi

olmalıdır(Resim 2).

Sonuç Olarak…..

Bu kazılar ve araştırmalar ülkemizin yurt dışında önemli

araştırmaları idi. Bilim adına arkeoloji ve tarih adına çok

umutlanmıştık. Bu kazılar sırasında bir gün Rusya’nın önemli

bir basın heyeti gelmişti. Benimle röportaj yapmak istediğinde

Moğol ekibinin abşında buluna Prof. D.Bayar “Hasan bey dikkat

et bunlar Rusya’nın ikinci büyük basınından İtrusk’tan

geliyorlar” demişti. Onların bu uyarısına da bakarak

gazetecilerin sorularını dikkatli bir şekilde dinlemeye

koyuldum. Onlar henüz tanışma fazlı bile bitmeden Orhun’daki

kazı kampımızdaki bayrağımızı gösterdiler. “Bir zamanlar bu

bayrağın yerinde bizim bayrağımız dalgalanıyordu. Şimdi

ekonomik kriz yaşıyoruz ve geri çekildik. Boşalttığımız

topraklara sizler geldiniz, burada atanızı mı arıyorsunuz?”

diye sordular. Ben de “Evet lafı dolaştırmaya gerek yok burada

atamız var atamızı arıyoruz, ancak bu çalışmalarımız bu

bozkırlardaki geçmiş uygarlıklara ışık tutacak, siz de bu

bozkırın parçası olduğunuza göre size de bu çalışmalarımızın

faydası olacaktır” diye bu soruyu cevaplamıştım. Şimdilerde

üzgünüm çok başarılı çalışmalar yapmamıza rağmen bu kazılar

durdu. Bozkırdan geri döndük, duyumlarımıza göre o coğrafyada

boşalttığımız yerleri yabancı ekipler doldurmuş bulunmakta. -

Demek ki geleneği olan Sosyal Bilimlere değer verenler bizden

bir adım önde!…diye düşündüm.

Öneriler:

Ancak bir diğer sorunumuz da 1991 yılından itibaren

sınırlarını dünyaya açan Avrasya coğrafyasında eksikliğimizin

bir nedeni de okullarımızda ve üniversitelerimizde bu bölgelere

yönelik müfredatlar oluşturmaktır. Özellikle arkeoloji alanında

araştırma yapılacak bölgelere göre Rusça, Çince, Moğolca,

Farsça, Hintçe ve Bölgedeki Türk lehçelerine yönelik dillerin

öğretilmesinin yanında şimdiye kadar bölgede yapılan kazıların

çevirileri Türkçemize kazandırmalıdır. Kafkasya’nın ötesinde

bir sosyal bilim araştırmalarını geliştirmek gerekir. Bu

yapılanmayı oluşturmak için de tabela enstitüleri haline

getirilen eğitim ve öğretim imkanı bulunmayan Türkiyat

Enstitülerini canlandırmak gerekir. Şu anda böyle bir eğitime

yönetilmesi halinde dahi bu sonuçlar ancak 20-30 yılda

alınabilir.

Gelişmiş ülkeler Almanya, Amerika Birleşik Devletleri,

Fransa, İngiltere, Japonya ve Rusya gibi ülkeler sadece kendi

ülkelerindeki araştırma enstitüleriyle yetinmeyip dünyanın dört

bir yanında araştırma enstitüleri kurmuşlardır. Söz konusu

bilimsel enstitülerin bir kısmı fen bilimleri de

ilgilendirmekle birlikte çoğunlukla Oryantalisttik ve Arkeoloji

gibi sosyal bilimleri ilgilendiren kurumlardır. Gelişmiş

ülkeler bu kurumlarla yatırım yapacakları ya da tabir yerinde

ise sömürecekleri ülkelerin kültürel ve sosyal genlerini ortaya

çıkararak kendi menfaatleri doğrultusunda

yönlendirebilmektedir. Gelişmiş ülkeleri model alan ve onlara

yetişmek için büyük oranda sanayi ve teknolojide ilerlemeyi

amaçlayan geri kalmış ve gelişmekte olan üçüncü dünya ülkeleri

araştırmalarını ve geleceğini sadece fen bilimlerine bağlı

görmektedirler. Bu nedenle 1950’li yıllardan itibaren sosyal

bilimlerle iç içe olan batıdaki bilimsel çalışmalardan da

habersiz olup, sosyal bilimleri faydasız görüp, çağı yakalama

noktasında bu konuda yapılacak çalışmaları zaman kaybı olarak

görmektedirler.

XX. yüzyılda Fen ve Sosyal bilimlerin işbirliğine giren

Batı (ABD, Kanada ve Avrupa Ülkeleri vs.) sanayi ve teknolojik

yatırımları için pazar olarak gördüğü üçüncü dünya ülkelerini

yanına çekebilmek ve o ülkelerde öncelikli iş birliği

yapabilecek alanları keşfedebilmek için sosyal bilimleri

lokomotif olarak kullanmaktadırlar.

İstanbul Alman Arkeoloji Enstitüsü, İstanbul Fransız

Anadolu Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul Hollanda Arkeoloji

Enstitüsü, Ankara İzmir Arkeoloji Enstitüsü ve Japonların

Kırşehir Kaman Orta Doğu Araştırmaları Enstitüsü gibi

enstitülerden kimi yüz yılı aşkın çalışmalar yapmaktadır.

Ülkelerinin siyasal, kültürel ve ekonomik etkinliklerine

öncülük eden bu enstitülerin benzer şubeleri Türkiye dışında

dünyanın değişik ülkelerinde de faaliyet gösteren benzer

şubeleri vardır. Dünyaya yayılmış olan bu şubelerden önemli bir

bölümü de Orta Doğu ve Orta Asya’da yer almaktadır. Ülkemizde

ise bu enstitülerle boy ölçüşebilecek dışarıda enstitülerimiz

olmadığı gibi maalesef ülkemiz içinde de yoktur. Olmadığı gibi

açılması konusunda da herhangi bir faaliyet yoktur. Ülkemizin

son yıllarda yabancı ülkelerle ekonomik alanlarda ilişkisin

başarılı olduğu ihracat ve ithalat rakamlarının yükselmesinden

anlaşılmaktadır. Ekonomik başarıların uzun sürekli olabilmesi

için o ülkelerle kalıcı kültürel bağların oluşturulması ve

kuvvetlendirilmesi gerekir.

Bu durumda ülkemiz için dünyanın her ülkesinde araştırma

enstitülerimizin olmasını düşünmek hayalperestlik olmaktan

öteye gitmez. Ancak öncelikle, kültürel köklerimizin bulunduğu

Türk Dünyası olarak da bilinen Orta Asya ve Kafkasya

ülkelerinden başlayarak bütün Avrasya ülkelerinde bir

yapılanmaya gidilebilinir. Diğer taraftan son elli yılda

Türklerin yoğun olarak göç ettiği Almanya, Fransa, İngiltere

gibi ülkelerde ve Amerika ve Avustralya gibi kıtalarda merkezi

enstitüler açılabilir.

Kaynakça:

Arrianos 1945, İskender’in Anabasisi, çev. H. Örs, Maarif Matbaası,

İstanbul.

Bahar 2002 a, H., “Bilge Kağan Külliyesi Kazıları”, Orhun

Sempozyumu, Tika, 11 Mart 2002, AÜ.DTCF. Farabi Salonu, Ankara.

-Bahar 2002 b, H., S.Çeçen, İ.Durmuş, G.Karauğuz, R.Kuzuoğlu,

G.Gökçek, “2001 Bilge Kağan Külliyesi Kazıları”, Türkler 2, Haz.

H.C.Güzel, K.Çiçek, S.Koca, Yeni Türkiye Yayınları,

Ankara;pp.182-192.

-Bahar 2005, H., “Tika Projesi, 2001 Yılı Bilge Kağan Külliyesi

Kazıları” XIV.Türk Tarih Kongresi, Ankara, 9-13 Eylül 2002, Kongreye Sunulan

Bildiriler, III, Ankara.

-Bahar 2009, H., “The excavation and the Conservation of Bilge

Khan Monumental Grave Complex in Mongilia, 22nd CIPA Symposium,

October 11-15, 2009, Kyoto, Japan/

http://cipa.icomos.org/fileadmin/template/doc/KYOTO/186.pdf

Bahar 2010,H., Eskiçağ Uygarlıkları, Kömen Yayınları, Konya.

-Bayar 1997, D., The Turkic Stone Statutes of Central Mongolia,

Edt.D.Tseveendorj, Ulan Bator.

Barthold 1990, V.V., Moğol İstilâsına Kadar Türkistan, Haz. H.D.

Yıldız, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara.

Ceram 1994, C.W., Tanrılar Mezarlar ve Bilginler, Arkeolojinin Romanı,

Çev.,H.Örs, Remzi Kitabevi.

Giraud 1999, R., İlteriş, Kapgan ve Bilge’nin Hükümdarlıkları (680-734) Göktürk

İmapratorluğu, Çev. İ. Mangaltepe, Ötüken, İstanbul.

-Gömeç 1999, S., Kök Türk Tarihi, II. Bas., Akçağ Yayınları,

Ankara.

Gumilëv 2002, Hunlar, çev. A. Batur, Selenge, İstanbul.

Herodotos, Herodot Tarihi, çev. M.Ökmen, Remzi Kitabevi, İstanbul.

Hudjakov-Platnikov,U.S.-U.A., Ancient Turkic Stone Statutes in

the South Part of the Ubsunurskaja Hollow, Sosyal Bilimler Enstitüsü

Dergisi, Manas Üniversitesi,

http://yordam.manas.kg/ekitap/pdf/Manasdergi/sbd/sbd3/sbd-3-

08.pdf

Jisl 1963,L, “Kül-Tegin Anıtına 1958’de Yapılan Arkeoloji

Araştırmalarının Sonuçları”, Belleten, XXVII, 107.Ankara.

Lawrence 1991, T.E., Bilgeliğin Yedi Direği, Bir Casusun Anıları, çev.

Y.Kaplan, Rey Yayıncılık,

Ligeti 1986, L., Bilinmeyen İç Asya, çev. S.Karatay, Atatürk

Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu

Yayınları:527.

Mau-Tsai 2006, L., Çin Kaynaklarına Göre Doğu Türkleri,

Selenge.İstanbul.

Mansel 1971, A.M., Ege ve Yunan Tarihi, Türk Tarih Kurumu, Ankara

1971.

Prjevalski 1876., Mongolia, the Tangut Country, and the Solitudes of Northern

Tibet.

Strahlenberg 1730:Description Historique de l'Empire Russien (Historical

Description of the Russian Empire), Stocholm./ Fransızcası;Description

Historique de l'Empire Russien (Historical Description of the Russian Empire) 1757

Şeşen 1985, R., İslâm Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, Türk

Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları 57.

Thomsen 2002, V., Orhon Yazıtları, Araştırmaları, Çev. Yayına

Hazırlayan V. Köken, Ankara.

Tika 2000, Moğolistan’daki Türk Anıtları Projesi 2000 Yılı Çalışmaları,

T.C. Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı,

Ankara 2002.

Tika 2001, Moğolistan’daki Türk Anıtları Projesi 2011 Yılı

Çalışmaları, Work fort he Project Turkish Monuments in Mongolia

in year 2001, Tika(Türk İşbirliği Kalkınma İdaresi Başkanlığı-

Turkish International Cooperation Administration). -Tica 2001,

Moğolistan’daki Türk Anıtları Projesi 2001 Yılı Çalışmaları, TC.

Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı,

Ankara 2003.

Tika 2003, Moğolistan’daki Türk Anıtları Projesi 2003 Yılı Çalışmaları/The Project

of the Turkish Monuments in Mongolia, 2003 Studies, TC. Başbakanlık Türk

İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı, Ankara 2005