Post on 14-May-2023
Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014, p. 53-65, ANKARA-TURKEY
TÜRKİYE’NİN DEMOKRASİYE GEÇİŞ SÜRECİ VE LAİKLİK ANLAYIŞININ DEĞİŞMESİNDE BİR DÖNÜM NOKTASI:
CHP’NİN YEDİNCİ OLAĞAN KURULTAYI*
Ramazan AKKIR**
ÖZET
Modern Türkiye’nin kurucu kadrosunun partisi olan CHP, bu
ülkenin en uzun iktidarda kalmış siyasi partisidir. Almış olduğu
kararlarla, Türkiye’nin geleceğini ve yerini belirlemiştir. Partinin yol
haritasının belirlendiği olağan ve büyük kurultaylar, Türk siyasi tarihi
açısından oldukça büyük önem arz eder. Bu makalenin konusu, 1940’lı yıllarda başlayan ve CHP’nin 1947 Olağan Kurultayı’nda kristalleşen
laiklik söylemindeki değişim ve bu değişimin siyasal hayata
yansımalarıdır. Bu çalışmanın, 1945’den itibaren yaşanan değişimi
demokratikleşme perspektifinde değerlendirmek; Türkiye’nin din
politikasının başat faktörü olan laikliğin dönüşümünü tarihsel veriler
bağlamında yorumlamak; demokratik bir zorunluluk haline gelen siyasal sistemin ve din politikasının değişiminin sonuçlarını ortaya
koymak gibi amaçları bulunmaktadır. Çalışmanın ilk bölümünde,1945
yılından 1947 yılına kadar yaşanan demokratikleşme süreci ve sürecin
laik anlayışa etkisi; ikinci bölümünde, Yedinci Olağan Kurultay’ın
demokratikleşme açısından önemi ve ilk defa ortaya çıkan laiklik tartışmaları; üçüncü bölümünde ise yaşanan değişim ve değişimin
sonuçları ortaya konulmuştur. Bu makale, 1947 yılında yapılan Yedinci
Olağan Kurultay tutanaklarına dayanmaktadır. Bu arşiv kaynağına,
makale içerisinde “tutanak” ifadesi ile atıf yapılmıştır.
Bu makalede, CHP’nin Yedinci Olağan Kurultayı bağlamında, tek
parti döneminde yaşanan baskıcı laiklikten liberal laikliğe geçiş sürecinin adımlarıincelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Cumhuriyet Halk Partisi, 1947 Olağan
Kurultayı, laiklik, demokratikleşme, din, değişim.
*Bu makale Crosscheck sistemi tarafından taranmış ve bu sistem sonuçlarına göre orijinal bir makale olduğu
tespit edilmiştir. ** Sakarya Üniversitesi Felsefe ve Din Bilimleri Doktora Öğrencisi, El-mek: ramazanakkir@gmail.com
54 Ramazan AKKIR
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
TURKEY’S TRANSITION TO DEMOCRACY AND A MILESTONE FOR CHANGE OF SECULARISM IDEA: SEVENTH ORDINARY
MEETING OF CHP
ABSTRACT
Republican People’s Party (CHP), founding staff of modern Turkey, is the political party that remained in the power in the longest time.
With the decisions it took, it determined the future and position of
Turkey. Ordinary and great meetings, at which the road map of the
party was determined, are vitally important in term of Turkish history of
policy. The subject of this article is the change in secularism discourse
that began in 1940’s and crystallized in 1947 Ordinary Meeting of CHP and reflections of this change on political life. The purposes of the study
are to assess the change experienced since 1945 in democratization
perspective; to interpret transformation of secularism that is the
dominant factor of religion policy of Turkey in context of historical data;
and to set forth the results of change of political system and religion policy that become democratic obligation. In the first section of the
study, democratization process realized from 1945 to 1947 and effect of
this process on secularism understanding; in the second section,
importance of the Seventh Ordinary Meeting in terms of
democratization and secularism discussions experienced for the first
time and in the third section, change and results of change are discussed. This article is based upon the minutes of the Seventh
Ordinary Meeting of 1947.
In this article, in context of the Seventh Ordinary Meeting of CHP,
the passing process of steps from oppressive secularism to liberal
secularism experienced in the single party period will be examined.
Key Words: Republican People’s Party, 1947 Ordinary Meeting,
secularism, democratization, religion, change.
Giriş
Modern Türkiye’nin kurucu kadrosunu yetiştiren Cumhuriyet Halk Partisi, ilk siyasal parti
olma özelliğini taşır. 1940’lı yıllara kadar otoriter bir biçimde Türkiye’yi yönetmiş olan CHP,
1940’lı yıllardan itibaren otoriter eğilimlerini ve temel ilkelerini sorgulamaya başlamıştır. 1945
yılında başlayan demokratikleşme sürecinin en fazla etkilediği ilkelerden birisi, laikliktir. Bu süreç;
katı, baskıcı laiklik politikasının yumuşaması ve dinsel öğelerin kamusal alanda görünmeye
başlamasıyla sonuçlanmıştır. Böylece “Kemalist cumhuriyetin Misakı Milli sınırları” daralmaya,
demokratik cumhuriyetin sınırları ise genişlemeye başlamıştır.
Siyasal partilerin kurultayları, ülkenin ve partinin meselelerinin görüşülüp tartışıldığı, farklı
kararların alındığı, yol haritasının çıkarıldığı geniş kapsamlı toplantı (Uzun, 2012; 102) olma
özelliğini taşır. Cumhuriyet Halk Partisi’nin 17 Kasım 1947 tarihinde gerçekleştirmiş olduğu
Yedinci Olağan Kurultay’ı da oldukça önemli ve birçok bakımdan incelenmeye değerdir. Öncelikle
bu Kurultay ile CHP, hem kendini yenilemeye ve demokratikleştirmeye çalışmış, hem de din
politikasında değişikliğe gitme kararı almıştır.
Türkiye’nin Demokrasiye Geçiş Süreci ve Laiklik Anlayışının Değişmesinde… 55
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
Laiklik ve din özgürlüğü konusunda yaşanan tartışmalar ile Kemalist otoriter dünyanın
sınırları aşılmıştır. Bülent Ecevit’in ifadesiyle “Cumhuriyetin Aşil topuğu” (Cemal, 1994; 13) olan
laiklik, eleştiriye tabi tutulmuş ve bunun sonucunda, demokratik ruhun bir gereği olarak laikliğin
yumuşatılmasına karar verilmiştir. Bu dönüşüm iradesi ile Kemalizm’in sui generisi olan laiklik,
liberal bir hüviyet kazanmaya başlamış ve din eğitiminin önü açılmıştır. Böylece, Türkiye’deki dini
dışlayan laiklik ilkesi etkisini kaybetmeye ve din toplumsalı yeniden fethetmeye başlamıştır.
Bu makale, dinin siyasal veya kamusal alanda görünmeye başlamasını, Türkiye’nin
demokratik ülkeler arasında yer alma isteğinin bir sonucu olarak değerlendiriyor. Devleti korumak
ve Batıya yaklaşmak için demokratikleşmenin zorunlu hale gelmesi, dinin ve din öğretiminin
önündeki engellerin kaldırılması ile sonuçlanmıştır. Bu kurultay ile sosyolojik ve kültürel bir değer
olan din ile hurafelerden arındırılmış dindarlık biçimi yeniden meşruiyet kazanmaya başlamıştır.
Bu durumun, Cumhuriyetin başından beri savunulan laiklik anlayışı ile uyumlu olduğu da
belirtilmelidir.
1. Tarihsel Arka Plan: 1945 Yılında Başlayan Demokratikleşme Süreci
Türkiye’nin demokratikleşme veya liberalleşme süreci oldukça ilginç özellikler taşır.
Cumhuriyetin altı ilkesinden birisi olan devletçilik ile liberal ekonomi arasında yaşanan çatışma,
Atatürk sonrasında İsmet İnönü’nün iktidara gelmesiyle devletçilik ilkesi lehine sonuçlanmıştır.
İnönü döneminde, İkinci Dünya Savaşı’nın da etkisiyle, farklı toplumsal kesimlerin beklentilerinin
karşılanamaması, yoksulluğun ve sosyal adaletsizliğin iyice kristalize olması; mevcut düzene ve
devletçilik ilkesine olan güveni sarsmıştır. İkinci Dünya Savaşı şartlarında oluşan savaş ekonomisi,
bir taraftan yeni zenginler ortaya çıkarken bir taraftan da küçük üreticiyi ve memur sınıfını iyice
yoksullaştırmıştır. Türkiye’nin aksine, uluslar arası ölçekte ise demokratik ülkeler oldukça prestijli
konumdaydı (Çavdar, 1983: 2062-2063; Timur, 1991: 22). Türkiye’nin 1940’lı yılları, yükselen
hoşnutsuzluk nedeniyle, mevcut devlet ideolojisinin meşruiyetinin sorgulanmaya ve eleştirilmeye
başladığı yıllar olarak tanımlanabilir (Şahin, 2012: 32). Böyle bir siyasal atmosfer, İnönü’yü ve
CHP’yi yeni siyasi hamleler yapmaya ve prestijli konumda bulunan demokratik ülkelerin safında
yer almaya itmiştir.
Atatürk’ün ölümünden sonra cumhurbaşkanı olan İnönü’nün başında bulunduğu CHP,
İkinci Dünya Savaşı’na kadar, Türkiye’yi otoriter biçimde yönetmiştir (Şeyhanlıoğlu, 2011: 108).
Ancak İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Batılı devletler tarafından kurulması planlanan Birleşmiş
Milletler’e üye olmak isteyen Türkiye, 23 Şubat 1945 tarihinde, savaşı kaybedeceği iyice
belirginleşen Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmiş ve güvenlik kaygısıyla Batılı devletlere
yaklaşmaya başlamıştır. Batı sistemiyle bütünleşmek ve savaş sonrasında demokratik dünya
haritasında yerini berraklaştırmak isteyen Türkiye, yönünü Batıya dönmüştür. Bundan dolayı, 1945
yılı, Türkiye için bir dönüm noktası olmuştur (Bila, 1987: 143-144).
Türkiye’nin yönünü Batıya çevirme kararı alması, demokratikleşme açılımlarını da
beraberinde getirmiştir (Gevgili, 1987: 33-34). ABD ve İngiltere gibi Batılı ülkelerden askeri ve
ekonomik yardım almanın yolunun siyasi açılımlardan geçtiğini bilen İnönü, İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra toplanan San Fransisco Konferansı’na Hasan Saka yönetiminde bir heyet
göndermiştir. İnönü, Saka’dan ABD’li yetkililerin sorması halinde, Türkiye’nin kısa süre içinde
çok partili siyasal sisteme geçeceği bilgisini onlarla paylaşmasını istemiştir (Şeyhanlıoğlu, 2011:
109). Ayrıca, 24 Ocak 1945 tarihinde Saka yönetimindeki Türk heyeti Birleşmiş Milletler Paktı’nı
imzalamıştır. Güvenlik ve ekonomi kaygısıyla demokratlığa evrilen İnönü, 19 Mayıs 1945
tarihinde yapmış olduğu “Gençliğe Hitap” konuşmasında, Türkiye’nin demokratik ülkeler arasında
yer alma isteğini şöyle açıklamıştır:
56 Ramazan AKKIR
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
“Memleketimizin siyasi idaresi, Cumhuriyet’le kurulan halk idaresinin her istikamette
ilerlemeleri ve şartları ile gelişmeye devam edecektir. Harp zamanlarının ihtiyatlı tedbirlere
lüzum gösteren darlıkları kalktıkça, memleketin siyaset ve fikir hayatında demokrasi
prensipleri daha geniş ölçüde hüküm sürecektir. En büyük demokrasi müessesemiz olan
Büyük Millet Meclisi ilk günden itibaren idareyi ele almış ve memleketi demokrasi
yolunda mütemadiyen ilerletmiştir. Büyük Millet Meclisi’nin kudretli elinde olan millet
idaresi, demokrasi yolundaki gelişmesinde devam edecektir.” (Tunçay vd., 2003: 72).
İnönü’nün bu konuşması, Türk siyasetinin liberalleşmeye başlamasının dönüm noktası
olarak değerlendirilmektedir (Ahmad & Ahmad, 1976: 13). Sovyet tehdidi sonucu ABD’ye
yaklaşma gibi dış konjonktürün dayatması (Timur, 1991: 38-50) ve iç siyasette yaşanan ekonomik
kriz demokrat dünyaya yaklaşma sürecini hızlandırmıştır. İnönü’nün iradesiyle başlayan
demokratikleşme süreci, CHP’nin 1946 Kurultayı’nda İtalya ve Almanya gibi faşist devletleri
çağrıştıran “milli şef” unvanının kaldırılması, tek dereceli seçim kararı ve sınıf esasına dayalı
partilerin kurulmasına izin veren kararlar ile devam etmiştir. Anti-demokratik bir söylem ve
uygulama olarak değerlendirilen “Değişmez Genel Başkan” ifadesinin, “Genel Başkan” olarak
değiştirilmesi gerektiğini belirten İnönü, bu durumu “Bir partinin çalışmasında birinci derecede
etkili olan bir adamın yine parti tarafından değiştirilmek imkânının esas kaide olarak kabul
edilmesinde gelecek için iyi bir güvence görürüm” (Bila, 1987: 157 ve Ahmad & Ahmad, 1976: 20)
ifadeleriyle ortaya koymuştur. Kısacası, Demokrat Parti karşısında bazı tedbirlerin alınması
(Giritlioğlu, 1965: 159) amacıyla toplanmış olan CHP’nin İkinci Olağanüstü Kurultay’ı, değişimin
görülmeye başladığı bir kurultay olarak tarihe geçmiştir.
Dönemin demokratikleşme izlerinin görüldüğü alanlardan birisinin de basın alanı olduğu
belirtilmelidir. Tek Parti Dönemi’nin basını kontrol etmek amacıyla kurduğu Basın Birliği, bu
dönemde kapanır; onun yerine, 1946 yılında, gazeteciler tarafından örgütlenen Türkiye Gazeteciler
Cemiyeti kurulur. Türkiye’den yurtdışına giden heyetler ve ABD’den Türkiye gelen heyetler,
basının nasıl daha demokratik olabileceği yönünde raporlar hazırlayarak; demokratikleşmenin
basın alanındaki yansımasının yönünü ortaya koyarlar (Özkır, 2012: 23-24).
Türkiye’nin demokratik ülkeler arasında yer alma isteği, çok partili hayata geçme kararı ile
sonuçlanmış ve CHP dışında farklı partilerin kurulmasına izin verilmiştir. Türk siyasetteki bu
değişim süreci, Nuri Demirağ’ın ilk muhalefet partisi olan Milli Kalkınma Partisi’ni kurması ile
devam etmiştir. Dörtlü Takrir ile siyasal arenaya adım atan ve “Beyaz İhtilal” (Sarol, 1983: 111) ile
Tek Parti iktidarına son veren Demokrat Parti de bu süreçte kurulmuştur (Akkır, 2013: 50).
Demokrat Parti’nin programında ise laiklik şöyle yer almıştır:
“Partimiz laikliği, devletin din ile hiç bir ilgisinin bulunmaması ve hiçbir din düşüncesinin
kanunların tanzim ve tatbikinde müessir olmaması manasında anlar. Din hürriyeti, tıpkı
diğer hürriyetler gibi insanlığın mukaddes haklarından biri olarak tanınır. Dinin siyaset
olarak kullanılmasına, devlet işlerini karıştırılmasına, başka dinler aleyhine propaganda
vasıtası yapılarak yurttaşlar arasındaki sevgi ve tesanütü bozmasına ve serbest tefekküre
karşıt taassup duygularını harekete getirmesine asla müsamaha olunmamalıdır” (1946: 4).
Kısacası çok partili siyasi hayat, yeni bir durumu ortaya çıkarmış; din politikasını
belirleyen laiklik ilkesi değişmeye ve dini söylemler, siyasal arenada yer bulmaya başlamıştır.
Böylece, insanlığın mukaddes haklarından biri olarak değerlendirilen din, siyasal ve toplumsal
alanda ön plana çıkmaya başlamıştır. 1945 yılından itibaren, siyasal alanda ve farklı platformlarda
dinin ön plana çıkmasını, muhalif siyasi partilerin varlığına bağlayan Howard A. Reed göre (1995:
149); “İlk başta politik platformda dine herhangi bir ilgi göstermekten kaçınmış olan rakip
adayların, fikirlerini değiştirerek seçim vaatlerine dinle ilgili sözler eklemesi, dinin politik hayatta
ön plana çıkmasına yol açmıştır.”
Türkiye’nin Demokrasiye Geçiş Süreci ve Laiklik Anlayışının Değişmesinde… 57
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
2. Laiklik Anlayışında Dönüm Noktası: CHP’nin Yedinci Büyük Kurultayı
Siyasal sistemin liberalleşmeye başlaması bağlamında dönüm noktası, CHP’nin 17 Kasım
1947 tarihinde başlayan ve on dokuz gün süren Yedinci Olağan Kurultayı’dır. Koçak’a göre, yeni
siyasal düzenlemeler bakımından oldukça önemli bir yere sahip olan bu kurultay ile CHP’nin
bürokratik ve otokratik yapısının kırılması amaçlanmıştır. Çok partili hayata uyum gösterme
iradesinin bir sonucu olan bu kurultay, CHP’nin yeniden oluşum ve örgütlenme sürecine girmek
niyetinin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir (Koçak, 2005: 189). Türk siyasal hayatından ileri
bir aşama olan bu Kurultayı, Hikmet Bila, “Demokratikleşme Kurultayı” olarak
isimlendirmektedir. Bu demokratikleşme kurultayında oldukça önemli adımlar atılmıştır.
Bunlardan bazıları; “Genel Başkanlık Divanı”nın kaldırılarak yerine “Parti Divanı”nın getirilmesi,
Genel Başkan’ın Başbakan veya Cumhurbaşkanı olması durumunda partinin fiili yönetimini Genel
Başkan Vekili’ne bırakması, valilerin il başkanı olması geleneğine son verilmesi gibi demokratik
hamlelerdir (Bila, 1987: 172-173).
Siyasal hayatta yaşanan bu değişim hamleleri, demokratikleşmeyi tamamlama sürecinin bir
parçasıdır. “1945’den beri demokratik rejimin unsurlarını tamamlamaya çalışıyoruz” diyen İnönü,
Kurultay’daki uzun söylevinde; muhalefet partisinin kurulmasından, tek dereceli seçimlerden, 12
Temmuz Beyannamesi’nin öneminden, 1946 seçimlerinden, cumhurbaşkanlığı makamından,
halkevlerinin fonksiyonundan ve demokrasiden bahseder. “Kurultay, demokratik hayatımızın
gelişmesi için esaslı tedbirler almış ve tavsiye etmiş olacaktır” diyen İnönü, demokratik hayatın
gelişmesinin gerekliliğini vurgulamıştır (Tutanak, 1948: 18-21). İnönü, Kurultay’ın önemini ve
değerini şu sözlerle ifade etmiştir:
“Memleketin hürriyet ve demokrasi yolunda genişlemesinde, Cumhuriyet Halk Partisi’nin
çok hizmeti ve emeği geçmiştir ve geçmektedir. Bir muhalif siyaset taraflısı olarak ortaya
atılmanın tarihi müşahedelerimizle güçlükleri meydandadır. Karşı partidekilerin
hizmetlerini yükseltmelerini ve bundan gelen haklı memnuniyetlerini tabi buluruz. Bunlar,
sizin emeklerinizin kıymetlerinden hiçbir şey eksiltmez. Konu o kadar feyizlidir ki,
hepimize doyasıya şeref temin edebilir. Tarih, Türkiye’nin demokratik inkişafında siyasî
muhalefetin emniyet içinde çalışma hâdisesini, Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidar ve
mesuliyet zamanına kaydedecektir” (Tutanak, 1948: 21).
Tarih, hürriyet ve demokrasinin genişlemesini ve Türkiye’nin demokratik inkişafını
kaydedecektir. İnönü’den sonra, Kurultay Başkan Vekili olan Şemsettin Günaltay da bir konuşma
yapar. Günaltay’a göre; bu kurultay milli hâkimiyet ve demokrasi yolunda önemli bir aşamadır. O,
kurultayın ülke için öneminden şöyle bahseder: “Türkiye Cumhuriyeti’nin bânisi büyük Atatürk
tarafından kurulan partimizin Yedinci Büyük Kurultayı, evvelki kurultaylara nispetle çok önemli ve
o nisbetle mesuliyetli vazifeler karşısında bulunmaktadır” (Tutanak, 1948: 21-22). Günaltay’a göre,
partinin temeli atılırken, halk hâkimiyetini tahakkuk ettirmek ve demokrasiyi yerleştirmek başlıca
hedefti. 9 Eylül 1339/1923yılında kabul edilen parti nizamnamesinin umumi esaslara ait birinci
maddesi bunun ispatıdır. Atatürk’ün bizzat kendi eliyle yazmış olduğu ilk madde şudur: “Halk
Partisi’nin gayesi, milli hâkimiyetin halk tarafından ve halk için icrasına rehberlik etmek ve
Türkiye’yi asri devlet haline yükseltmek ve Türkiye’de bütün kuvvetlerin fevkinde kanun vekâletini
hâkim kılmaya çalışmaktır” (Nizamname, 1923: 1 ve Tutanak, 1948: 22). CHP Milletvekilleri ve
delegeleri de bu kurultayın öneminin farkındadır. Birçok milletvekilinin konuşmasında bu idrak ile
beraber; demokrasi ve demokratik sistem vurgusu ön plana çıkmıştır. Bu örneklerden birinde;
“Memleket ve milletimizin bütün dertlerini burada dökecek olan ve çok ağır mesuliyetler taşıdığını
müdrik bulunan Yedinci Büyük Kurultay, müsaadenizle, mevcut şekilleri ve hazır kalıpları tarihe
gömerek, demokratik sisteme tamamen uygun esaslar üzerinde çalışacaktır” (Tutanak, 1948: 13)
ifadesini kullanan Afyon delegesi Ali Veziroğlu’nun demokratik sistem vurgusunu; Manisa
58 Ramazan AKKIR
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
Delegesi Faruk Çelebi de destekler: “Biz, buraya, eski teamülleri ortadan kaldırmak, demokratik
usulleri partimizin içine yerleştirmek için geldik” (Tutanak, 1948: 14). Siyasal sistemi
demokratikleştirmeyi, rejimi normalleştirmeyi amaçlayan bu kurultay, aynı zamanda, demokratik
ilkelerin CHP’ye yerleştirilmesi gayesini taşır.
Tarihi bir öneme sahip olan Yedinci Olağan Kurultay’ı Tekirdağ Milletvekili Ziya Ersin
Cezaroğlu; “Yedinci Kurultay, memleketin en büyük tarihî mesuliyetini üzerine almış
arkadaşlardan mürekkeptir” (Tutanak, 1948: 14) ifadeleriyle tasvir eder. “Rejimi normalleştirme
düşüncemiz, vicdandan ve içten gelmedir” (Tutanak, 1948: 85) diyen Erzincan Milletvekili Behçet
Kemal Çağlar ise kurultayın değerini tarihsel örneklerle açıklar: “Aziz arkadaşlar; bu Kurultay
altıncı, yedinci kurultay diye öyle rakamla değil, Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi gibi (Ankara
Kurultay’ı) diye anılıp şöhret bulacak bir tarihi kongredir. Çünkü yepyeni bir zihniyetin havasında,
yeni ve dinamik gelişmeye doğru adım atmak arifesinde toplanmıştır” (Tutanak, 1948: 87).
Türkiye’nin demokrasi sürecinde yeni bir aşama olacak Ankara Kurultayı’nın önemini,
zamanın etkili gazeteci-yazarlarından biri olan Hüseyin Cahit Yalçın ise şöyle anlatır: “Bu kurultay
ile CHP bünyesinde, teşkilatında esaslı bir değişiklik olacak ve demokratik ruh demokrasiyi 24
sene evvel ilan eden ve nihayet onu geliştirmek ve mantıki neticesine eriştirmek kararı Halk Partisi
içinde hâkim kesilecektir” (Ahmad & Ahmad, 1976: 36). Kısacası, CHP milletvekilleri ve
delegeleri, Türk demokrasi tarihinde bir aşama olan 1947 Olağan Kurultayı’nın öneminin oldukça
farkındadır. Ve kurultay, olağanüstü siyasal değişimlerin habercisidir.
2.1 CHP’nin Laiklik Politikasına Eleştiri ve Tartışmalar
1947 Olağan Kurultayı’nı olağanüstü kılan, CHP’nin altı ilkesinden biri olan laikliği
yeniden yorumlama isteğinin kurultaya damgasını vurması ve toplumda yükselen din eğitimi
isteğinin tartışmalara neden olmasıdır (Uzun, 2012: 124). Toplumsal dayanışmanın ancak din ile
mümkün olabileceğine inanan bir kısım gelenekçi CHP’liler, o güne kadar uygulanan baskıcı
laiklik politikasında yumuşama talep ediyordu (Kılıç, 2012: 199). Parti içi muhalefetin görüşüne
göre; CHP tarafından o güne kadar uygulanan laiklik politikası, vatandaşların dini hayatına
müdahaledir. Bu müdahale, din ile devlet işlerinin ayrılması anlamına gelen laiklik kisvesi altında
yapılagelmektedir (Mardin, 1998: 99). Açıkçası, siyasi hayatın, katılımcı ve yarışmacı bir renk
alması, biriken toplumsal ve dinsel sıkıntılar, CHP’nin katı laikliğine yönelik eleştirilerin görünür
olmasını kolaylaştırmıştır.
Çok partili hayata geçiş ile beraber ortaya çıkan oy kaygısı, CHP’nin laikliğe bakışını ve
dine karşı olan negatif tutumunu gözden geçirmesine neden olmuştur. Siyasi yarışın hızlanmasıyla
CHP, popülaritesini artırmak ve seçmenleri etkilemek için din politikasında değişikliğe gitmiştir.
Karpat’ın (1996: 229) da ifadesiyle laikliğin kurucusu olan CHP, diğer partilere oy kaptırmaktan
korktuğu için dini özgürlüklere müsaade etmiştir. Böylece Cumhuriyetin ilk kuşağı tarafından
ihmal edilen din, yeniden kamunun ve siyasetin gündemine gelmeye başlamış (Ahmad, 2010: 462);
din işlerinin normalleşmesini önermek suretiyle CHP, çeşitli siyasal adımları atmak zorunda
kalmıştır (Yavuz, 2008: 88).
CHP kurmayları, dinin en etkili ideolojik rakip olması (Köker, 1990: 89) nedeniyle takip
edilen baskıcı laiklik politikasından taviz vermeye pek yanaşmamıştır. “Cumhuriyet’in Aşil
Topuğu” olan laiklik konusunda oldukça hassas davranan CHP’ye göre din, topluma müdahale
etmemeli; inanç düzeyinde ve vicdanlarda kalmalıdır. Din alanında verilen en küçük bir taviz,
cumhuriyet ilkelerine karşı işlenmiş bir ihanettir (Konyar, 1994: 294). Bundan dolayı, kurultayda
üzerinde en fazla tartışılan konu, partinin baskıcı laiklik politikası olmuştur. Din ve din eğitiminin
gerekliliğini farklı örneklerle meşrulaştıran bazı milletvekilleri ve delegeler, laiklik ilkesini
zedelemeden din eğitiminin çocuklara verilmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Dinin komünizme karşı
Türkiye’nin Demokrasiye Geçiş Süreci ve Laiklik Anlayışının Değişmesinde… 59
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
bir kalkan olduğunu vurgulayan ve Türk büyüklerine ait türbelerin açılması için önerge veren
Hamdullah Suphi Tanrıöver, baskıcı laiklik politikasını en sert eleştiren vekillerin başında gelir.
“Milli Hatip”, “Türk Ocağı’nın çarpan kalbi” gibi unvanlarla anılan Tanrıöver (Yıldız, 2008: 642-
645) Türkiye’ye hizmet etmiş büyük adamların türbelerinin açılması gerektiğini vurgulayarak, din
hizmetlerinin İsviçre’de, İngiltere’de, Fransa’da ve Amerika’da olduğu gibi kabul edilmesini
savunmuştur (Tutanak, 1948: 450-458). Konuşmasının bir yerinde köylerde cenazeleri kaldıracak
imamların kalmadığını yaşadığı bir örnekle açıklar:
“Arkadaşlar, en yakın misalini arz edeyim; bu Büyük Millet Meclisi’nde de mevzubahis
oldu. Bir münakaşadan sonra dışarı çıktığım zaman altı tane meclis hademesi yanıma geldi,
gözleri yaşlı olarak şunları söyledi: ‘Vallahi, billahi altı köyümüzde bir tek imam kaldı.
Ölülere nöbet bekletiyoruz. Ondan kalkıp bu köye geliyor. Ve boyuna köy değiştiriyor.
Eğer bize imam ve hatip vermezseniz, ölülerimizi köpek leşi gibi toprağa gömeceğiz’”
(Tutanak, 1948: 457).
Sinop Delegesi Vehbi Dayıbaş da Tanrıöver çizgisinde düşünenlerdendir. Partinin laiklik
vasfının milletin medeniyet yolunda ilerlemesine büyük katkılar sunduğunu belirten Dayıbaş:
“Kiliseye gidenler, orada ayin yapanlar, kendi dinlerine ait bir şeyler okuyorlar. Bizim
çocuklarımız ne okuyacak”, diye sorar. “Bizim çocuklarımıza bilgi verilmesini istiyoruz” diyen
Dayıbaş din dersi önerisinde bulunur; “Haftada ihtiyari iki ders yeri ayırmak imkânı olamıyorsa iki
teneffüsten çocuklarımızı mahrum etmek suretiyle bu işin temini kabil olur” (Tutanak, 1948: 48-
449).
Dinin toplumlar için vazgeçilmez bir öneme sahip olduğunu vurgulayan Çorum Delegesi
Abdülkadir Güney de şu soruyu sorar: “Dinini kuvvetlendiren milletler daima sosyal tekamüle
mazhar olmuş, payidar olmuştur. İhmal edenler ise geri kalmışlardır. Bugün bizim dinimizi ve
mukaddes kitabımızı bütün dünya milletleri hayret nazarıyla takdir etmekte iken, biz, neden
dinimizin inkişafına lakayt kalıyoruz?” Toplumsal dayanışma, ancak din ile sağlanabilir. “İnsanlar
arasında içtimai tesanütü temin eden vicdan, ahlak mefhumunun vücut bulması ancak din ile kaim
olabilmiştir.” İşte, bunun için ilkokullarda din dersi verilmesinin yanı sıra, modern bilgilerle
donatılmış, münevver hocaları yetiştirecek ilahiyat fakültelerinin kurulması gerekmektedir. Ayrıca,
Güney; Atatürk’ün tekke ve zaviyeleri kapatmasının nedenini, din perdesi altında beşeriyete, dine
ve ahlaka aykırı bazı şeyleri görmüş olmasına bağlar (Tutanak, 1948: 449). Baskıcı laiklik
politikasını eleştiren ve çocuklara din eğitiminin verilmesi gerektiğini belirten delege ve vekillere
göre din, toplumsal fayda sağlayan sosyolojik bir değerdir. Kayseri Milletvekili Şükrü Nayman’a
göre (Tutanak, 1948: 451), “insanlık fert olarak, cemiyet olarak dinin manevi bağlarına sarılmak
zorundadır (…) Biz bu ihtiyacı ancak ve ancak İslam dininin kabul ettiği ahlak kanunlarında
bulacağız.” Dini cereyanların düzenli bir yola sokulması gerektiğini belirten Nayman’a göre, din
terbiyesi ve dinin manevi boyutu, laikliğe hizmet edebilir ve bu boyut laikliğin ruhuna da
uygundur. “Biz” der; “laikliğe hakiki manada hizmet etmek ve gerçek inkılâpçı olarak düşünmek
istiyorsak, artık Türk yurdunda din terbiyesinin inkişafına yardım etmenin zamanının geldiğini ve
hatta geçtiğini kabul etmeliyiz.”
Toplumsal fayda için dinin ahlaki boyutundan istifade edilmesi gerektiğini belirten bir
diğer isim de Seyhan Milletvekili Sinan Tekelioğlu’dur. “Kumar almış başını yürümüş, içki almış
başını yürümüş, ahlak tamamen tefessüh etmiştir.” Din, toplumu bir arada tutan sosyal çimentodur.
Çünkü “dinsiz bir milletin memleketinde hiçbir korku kalmaz. Yaşayabilmesi için bir mefhumdan
korkusu olmalıdır. Varlığının devamı için bu mevhum lazımdır. Anaya, babaya, büyüğe itaat
kalmadı, kimse kimseyi tanımıyor. Allah deyince, Allah’ın ne olduğunu bilmiyor, tanımıyor”
(Tutanak, 1948: 450-451).
60 Ramazan AKKIR
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
Tanrıöver, Nayman ve Tekelioğlu’nun görüşleri, dinin işlevleri hakkında araştırmalar
yapan Emile Durkheim, Alfred Reginald Radceliffe Brown, Bronislaw Malinowski, Charles A.
Ellwood gibi fonksiyonalist düşünürlerin görüşlerini doğrulayacak niteliktedir. Fonksiyonalistlere
göre din, toplumsal bütünlüğü sağlayan bir kurumdur (Davis, 2004: 199) Örneğin Ellwood’a göre
din, ferdi ve toplumsal kontrolün en önemli araçlarından birisidir. Fikirler için aklın gördüğü işlevi
din, duygular için görür. Din, sosyal alışkanlıkları uyarır ve cemiyete aykırı eğilimlerin oluşmasına
engel olur. Din faktörü zayıfladığı zaman, topluma aykırı, sapkın ve zararlı davranışlar ortaya
çıkar. Bundan dolayı, dinin yok olması, üstün uygarlığın yok olması anlamına gelmektedir
(Kösemihal, 1989: 296-297). Toplumun çıkarı için dinin işlevinden yararlanılmalıdır.
Toplumun çıkarı için Diyanet’in yetki alanının genişletilmesini isteyen Tekelioğlu’nun
aksine; Maraş Delegesi Emin Karpuzoğlu o dönem için oldukça ileri sayılabilecek bir öneride
bulunur. Gaye ve hedeflerinin CHP’yi yaşatmak olduğunu belirten Karpuzoğlu’na göre, Vakıflar
İdaresi ve Diyanet Reisliği laiklik umdesine tezattır. Bundan dolayı bu iki kurum, devlet
teşkilatından çıkartılıp bağımsız bir hüviyet kazandırılmalıdır (Tutanak, 1948: 454).
Baskıcı laiklik politikasını eleştiren milletvekillerin aksine; Cemil Sait Barlas gibi bazı
kimseler de mevcut politik tavrı ve laikliği savunur. “Ben, dokuz yaşındaki kızına evinde hususi din
dersi verdiren bir adamım” diyen Barlas, Tanrıöver’in laiklik anlayışı ve eleştirilerine de itiraz
eder. Laikliğe ait olan on beşinci madde üzerinde fazla oynanmamalıdır. Tanrıöver’e; “siz papaz
mısınız ki, dini inkılâp yapacaksınız” diye soran Barlas’a göre; “din, Allah ile kul arasındaki bir
hesaplaşma işidir” (Tutanak, 1948: 456-458).
Kurultay, birçok farklı tartışmayı içinde barındırsa da, temelde, laiklik ve din arasındaki
gerilimi yumuşatmaya çalışır. Kocaeli Delegesi Yusuf Ziya Kösemen, laikliğin yanlış
yorumlanmasından kaynaklanan dini konulardaki bilgisizlikten şikâyetçidir. Laiklik, dinsizlik
değildir ve dinsizlik anlamına gelmez (Tutanak, 1948: 462). Laikliğin, dini saygın bir köşeye
yerleştirdiğini söyleyen Tahsin Banguoğlu’na göre, “Din, hayatımızda yine muhterem bir yere
sahip olacaktır. Ancak Türk milleti inkılâbı, din ile dünyayı ayırmış, şeriatı atmıştır. Din
müessesesi ortada kalmıştır. Teşkilatımızca yer verilmeyen yalnız şeriattır (…) Şeriat kanunlarının
avdetini düşünen içimizde kimse yoktur, zannederim” (Tutanak, 1948: 466). Ortada kalan din
müessesesini koruyacak olan laikliktir. Laiklik, Anadolu’nun birliğini temin eden ana ilkedir. Siirt
Milletvekili Ali Rıza Esen için sorunların kaynağı, politikacıların yanlış tutumudur. “Türkiye
Cumhuriyeti hükümeti, siyasi hayatta düzenle yürümekte iken bazı halk yığınları arasına giren
politikacılar, halkın aklına gelmeyen din işini hatırlatmışlar, dini kendi emellerine alet olarak
kullanmışlar ve bundan istifade etmişlerdir” (Tutanak, 1948: 461). Dini, politikaya alet etmişlerdir.
CHP’li birçok vekil laiklik politikasının yumuşamasından ve dini özgürlüklere kısmi izin
verilmesinden yanadır. Ancak bazı milletvekilleri bu değişime karşıdır. Erzincan Milletvekili
Behçet Kemal Çağlar laiklik politikasındaki değişime ve yumuşamaya karşı çıkanlardan biridir.
Çağlar’a göre (Tutanak, 1948: 462);
“Gerçek mümin, dindar ve münevver bir insanın dini için en hayırlı göreceği şey, bu dinin
ve imanın rastgele dünya işlerine ve siyaset oyunlarına alet edilememesidir. Din, Allah ile
kulu, Halik ile vicdan arasında yüce ve temiz yerini muhafaza etmelidir. Biz, Müslüman
dininin müminiyiz. Fakat örümcek kafaların çorbaya çevirdiği ukalalıkların ve efsaneler
manzumesinin de o nispette aleyhtarıyız. Ayakta kalabilmemizin tek şartı olan medeniyet
imkan ve icaplarından ‘Gavur icadıdır’ diyerek bizi yıllarca alıkoyarak kara taassuba, kızıl
emperyalizm kadar düşmanız. Ben, milletimin en büyük düşmanlarını düşününce kızıl
gözlerini memleketime diken şimal tehlikesiyle birlikte aziz Kubilay’ın başını mızrağa
takan kara ruhu da aynı kinle hatırlıyorum. Biz, bu kara taassubun bir kene gibi milletin
dimağına ve tefekkürüne yapışmasına son vermek için laikliği umde almışızdır.”
Türkiye’nin Demokrasiye Geçiş Süreci ve Laiklik Anlayışının Değişmesinde… 61
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
“Biz iliklerimize kadar Kemalist’iz. Bizim akidemizce din, devletten ve siyasetten ayrıdır”
(Tutanak, 1948: 464) diyen Çağlar için yaşamın gayesi, Kemalist devrimlerin bekçiliğidir: “Biz,
hepimiz Atatürk’ün çocuklarıyız. Kurtarıcı devrimleri beklemek için yaşıyoruz. Hayatımızın başka
bir hikmeti yoktur” (Tutanak, 1948: 464). Oldukça tartışmalı geçen oturumlardan sonra, laikliğin
yorumlanmasında değişikliğe gidilmesine ve İslam karşıtı militan laik politikanın terk edilmesine
(Ahmad, 2010: 47) karar verilmiştir. Böylece, Kurultay’da laikliğe şu anlam verilmiştir:
“Partimizdeki, bütün kanunlar, nizamnameler ve talimatnamelerle devlet idaresindeki
bütün yönetmeliklerin çağdaş uygarlığa, ilim ve tekniğin esaslara göre, dünyevi
gerekliliklere uygun olarak hazırlanmasını ve uygulanmasını ve dini düşüncelerin dini
düşüncelerin devlet ve dünya işlerinden ayrılmasını milletimizin her türlü ilerlemeyip
yükselmesinde başlıca muvaffakiyet amili sayar. Din anlayışı, bir vicdan meselesi
olduğundan her türlü taarruz ve müdahaleden masundur. Hiçbir vatandaşa, kanunların
menetmediği ibadet ve ayinlerden dolayı karışılamaz” (Tutanak, 1948: 448).
Böylece, siyasi hürriyetlerin genişlemesi nedeniyle laiklik yeniden yorumlanmıştır (Karpat,
1996: 225). Tartışmaların odağında olan ve sıkça eleştirilen Hamdullah Suphi Tanrıöver, bu
kurultaydan sonra, 29 Aralık 1947 tarihinde istifa etmek zorunda kalmıştır. Sonrasında, 1949
yılında İstanbul’da yeniden kurulan Türk Ocakları’nın başkanlığına getirilen Tanrıöver (Üstel,
2008: 266), İstanbul Üniversitesi’nde vermiş olduğu bir konferansında, dinin toplum için
öneminden bahseder ve dinin toplumsal dayanışmayı sağlayan önemli bir kaynak olduğunu belirtir.
Türk Ocakları’nın yeniden açılış töreninde yapmış olduğu konuşmada dinin, milletlerin en eski ve
dayanıklı müessesesi olduğunu vurgulamıştır. Milletler esarete uğrayacak olursa, onların son
kalesi, dindir (Jaschke, 1972: 100).
3. Sonuç: Laiklik Politikasında Liberalleşme Adımları
Laiklik ilkesindeki liberalleşme kararı, kısa süre içinde kendini göstermeye başlamıştır.
1947 yılında Milli Eğitim Bakanlığı, okul dışı eğitimi için bazı yeni temel ilkeleri kabul etmiştir
(Mardin, 1998: 100). 1 Eylül 1947 yılından itibaren, din dersleri öğretmenleri, imam-hatipler ve
ortaokulu bitirenler için beş; lise ve dengi okullardan mezun olanlar için iki yıl özel din
seminerlerinin açılmasına karar verilmiştir (Jaschke, 1972: 76).
Laiklik ilkesindeki değişimin bir sonucu da ilahiyat fakültelerinin kurulmasıdır. 1948
yılında, CHP milletvekillerinden İbrahim Arvas ve Fatih Gökmen, imam-hatip yetiştirecek devlet
okulların ve ilahiyat fakültelerinin açılması için, Meclise bir kanun tasarısı sunar. Bu durumu
Demokrat Parti Milletvekili Cihad Baban şöyle değerlendirir:
“Biz laiklik prensibinden zerre kadar ayrılacak değiliz. Ama din, sadece Allah ile kul
arasında bir bağ değil; aynı zamanda, sosyal bir gerçeklik, bir cemaat işidir. Köylerde çoğu
zaman, ölüleri gömmek için bir hoca bulunmamaktadır. Eğer biz din adamı yetiştirmezsek,
batıl mutaassıp inançlar yayılır. Şimdiden ‘Semavi Mektuplar’ın elden ele dolaştığı
duyulmaktadır. Dini taassubun olduğu kadar, mutaassıp dinsizliğin de toplumumuzda yeri
yoktur. Biz laiklik prensibini İslamlığı Türkiye’den atmak için almadık. Sovyet
yayılmalarına karşı, Java’dan ta Atlantik okyanusuna kadar uzanan İslam kuşağının
gücünden faydalanmamız gerekir” (Jaschke, 1972: 77).
Kısacası, bir yandan taassuba karşı savaşırken, diğer yandan da İslam’ın ideolojik
gücünden istifade edilmelidir. Bunun sonucunda, 14 Ocak 1948’de bazı milletvekilleri, ilahiyat
fakültesinin açılması için Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne kanun teklifi sunmuş ve 4 Haziran 1949
tarih ve 5424 sayılı kanun ile Ankara Üniversitesi’ne bağlı olarak bir ilahiyat fakültesinin
62 Ramazan AKKIR
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
kurulmasına karar verilmiştir. Fakülte, 21 Kasım 1949’da eğitim-öğretim faaliyetlerine başlamıştır
(Ayhan, 2000: 71). Laiklik prensibini zedelememek kayd-ı şartıyla ilahiyat fakültelerinin kurulması
gerektiğini belirten İnönü:
“Kuran’ı Türkçeleştirmek, Türkçe Kuran ile namaz kılmak, bu Latin harflerinin
hazırlayacağı bir sonuç olarak gelecektir. Şeriat bir sistemdir; Arap harfleriyle,
medresesiyle, kıyafetiyle, hukuku ve dinsel siyasetiyle… Bu sistemin canlanmasına olanak
yoktur. Yirmi beş yıllık bir zaman geçmiştir. Yeni düzenle de on yıl geçtikten sonra,
gücünü kaybeder. Çocuklarına din eğitimini vermek isteyen ana babalar, devlete şunu
söyleyeceklerdir; ya bize bırakın, ya siz yapın. Türk olmayan azınlıklara tanınan bu en
doğal vicdan hakkının gereklerini yerine getirmekten, Türkleri yoksun kılmak hangi hakka
dayandırılabilir? (...) Laiklik ilkesi saklı kalmak üzere, moral gereksinimlere cevap
verecek bir duruma bir an önce gelmek, ülkede geniş bir ferahlık ve sempati havası
estirecektir” (Barutçu, 1977: 326-327).
Laiklik prensibine uygun olarak kurulan ilahiyat fakültesi, hem moral gereksinimleri
sağlayacak, hem de CHP’nin toplum nezdinde itibarını artıracaktır. CHP’nin yayın organı olan
Ulus gazetesinde kurulacak olan ilahiyat fakülteleri şöyle yorumlanmıştır;
“yüksek din öğretiminin muhtar üniversite bünyesinde kurulacak bir fakültede yapılması
laiklik prensibimize de uygun düşmektedir. Böylece bir yandan hükümetin genel murakabe
göreviyle yetinip, din öğretimine karışmaması sağlanmış, diğer yandan bu vakte kadar
çeşitli sebeplerle ihmale uğramış bulunan din bilginlerinin yetiştirilmesi işi en yetkili ve
ehliyetli bir organa tevdi edilmiş oluyor (…) İlahiyat Fakülteleri, insanlığın en derin
ihtiyacını teşkil eden bir konuyu sosyal değeri ve yüksek mahiyetiyle esaslı bir ilim halinde
tetkik imkânı sağlayacaktır. Bu müesseseler, yalnız müftüler ve vaizler yetiştirmekle
kalmayacaktır. Müslümanlığı hurafelerin ve ibtidai telkinlerin tesirinden kurtaracak değerli
ilim adamları ile büyük müçtehitlere fikri gıdalarını adı geçen fakültelerin bilgi ve iman
havasından toplayacaktır” (Konyar, 1994: 297).
İnönü döneminde dini baskının azalması ve laikliğin yumuşamasının bir sonucu da İslam
sempatizanlığıyla bilinen tarih profesörü Şemsettin Günaltay’ın başbakan olmasıdır (Ahmad, 2010:
50). CHP’nin “ulema” bölümünden olan Günaltay’ın başbakan olması, Cumhuriyetin katı
laikliğinin İslam ile uzlaşma denemesidir. Erzincan’ın Kemaliye İlçesi'nde doğan Günaltay; bir
müderrisin oğlu olmanın yanı sıra, Lozan Üniversitesi’nde doğa bilimleri eğitimi görmüş bir
İslamcıdır. İslamcı bir dergi olan Sebilürreşşad’da yazılar yazan ve toplumsal yapının geleneksel
köklerini birçok CHP’liden daha iyi bilen Günaltay, 1923 yılında CHP listesinden Meclis’e girmiş
ve 15 Ocak 1949’dan 22 Mayıs 1950 tarihine kadar başbakanlık yapmıştır (Çavdar, 1983: 2026 ve
Karpat, 2009: 233). 16 Ocak 1949 tarihinde kurulan hükümet programın açıklamasında Günaltay,
laiklik ilkesini şöyle savunur:
“Türk inkılâbının ana prensiplerini titiz bir imtina ile savunmakta devam edeceğiz. Bütün
diğer hürriyetler gibi vatandaşın vicdan hürriyetini de mukaddes tanırız. Din öğretiminin
ihtiyari olması esasına sadık kalarak, vatandaşların çocuklarına din bilgisi vermek
haklarını kullanmaları için gereken imkânları hazırlayacağız. Fakat lâyiklik prensibinden
ayrılmamıza asla imkân tasavvur edilmemelidir. Bilhassa din perdesi altında bu milleti
asırlar boyunca uyuşturmuş olan hurafelerin yeni baştan belirmesine asla meydan
vermeyeceğiz. Dinin siyasete ve şahsi menfaatlere alet edilmesine de müsamaha
etmeyeceğiz (…) Her türlü vicdan ve düşünce hürriyetinin masuniyeti esastır” (Günaltay,
1949: 163).
Türkiye’nin Demokrasiye Geçiş Süreci ve Laiklik Anlayışının Değişmesinde… 63
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
Kısacası, vicdan hürriyetini korumakla beraber laiklik, din perdesi altında milleti asırlarca
uyuşturmuş olan hurafelere karşı savaşacak bir ilkedir. Günaltay’ın liderliğindeki Cumhuriyet Halk
Partisi hükümetinin Milli Eğitim Bakanı Tahsin Banguoğlu döneminde, 1 Şubat 1949 tarih ve
70/54-26 sayılı genelge ile 15 Şubat 1949 tarihinden itibaren din derslerinin ilkokulların 4. ve 5.
sınıflarında haftada ikişer saat olarak okutulmasını öngören uygulama yürürlüğe girmiştir. Bu
dersler, haftalık ders programları dışında, öğrenci velisinin onayıyla ve cumartesi günleri öğleden
sonra verilecektir (Şahin, 2012: 41). 1949’un Haziran’ında Meclis’te bir demeç veren Başbakan
Günaltay, kendisinin ve partisinin din politikasını şöyle savunur:
“Ben, ilk mekteplerde din dersleri okutturmaya başlayan bir hükümetin başkanıyım. Bu
memlekette Müslümanlara namazlarını öğretmek, ölülerini yıkamak için imam hatip
kursları açan bir hükümetin başkanıyım. Bu memlekette Müslümanlığın yüksek esaslarını
öğretmek için ilahiyat fakültesi açan bir hükümetin başkanıyım. Bana, kimse
Müslümanlığa kasteden adam diye itham edemez. Ben, bilerek inanan bir Müslüman’ım”
(Ahmad & Ahmad, 1976: 54-55).
Türk büyüklerine ait türbelerin açılması talebi, 1 Mart 1950 tarihli ve 5566 sayılı kanun ile
yerine getirilmiştir. Bu kanun ile Hacı Bayram Veli, Fatih Sultan Mehmet, Eyüp Sultan gibi
türbeler, hurafelere izin vermemek kaydıyla yeniden açılmıştır (Jaschke, 1972: 104-105). Bunun
yanı sıra, başta Ankara ve İstanbul olmak üzere farklı şehirlerde onar aylık olmak üzere imam hatip
kursları açılmaya başlanmıştır. Ayrıca, hacca gideceklere döviz izni de verilmiştir (Mardin, 1998:
100; Jaschke, 1972: 77; Konyar, 1994: 295). Dursun’a göre, yaşanan tüm bu gelişmeler; sadece
laiklik politikasında yaşanan değişikliklerin bir sonucu değildir; gelinen aşama, aynı zamanda,
toplumsal gelişmenin de bir sonucudur (Dursun, 1995: 9-10). Bu boyut da göz ardı edilmemelidir.
CHP’nin benimsemiş olduğu bu yeni politik tavır, hukuk ve yargı düzenine de yansımıştır.
1949 yılında Ceza Kanunu’nda değişiklik yapılmış ve laiklik ilkesine aykırı olan, devletin sosyo-
ekonomik, politik ve hukuksal esaslarını din esaslarına göre değiştirmeyi esas alan eylemlerin yanı
sıra, cumhuriyetçiliğe aykırı amaçlar taşıyan oluşumlar da suç sayılmıştır (Berkes, 1978: 528;
Konyar, 1994: 295; Jaschke, 1972: 103). Bu doğrultuda, 5 Aralık 1948 tarihinde Diyanet İşleri
Başkanlığı’nın bütçe görüşmeleri sırasında Başkan vekili olan Ahmet Faik Barutçu; “Evrakı
Buhari”, “Şeyh Ahmet Vasiyetnamesi”, “Mukaddes Kürsüden Gürlemeler” gibi bazı eserlerin
toplatıldığı ve dini kötü amaçla kullanan Şemsettin Yeşil gibi kimselerin vaizlik vesikasının geri
alındığı bilgisini Meclis komisyonu ile paylaşmıştır (Jaschke, 1972: 100-101).
Devrimin dokunulmazının laiklik olduğunu belirten Günaltay hükümetinin Adalet Bakanı
Fuat Sirmen, ceza kanununda yapılan değişikliğin nedenini, din kisvesi altında zavallı-suçsuz
vatandaşlar üzerinde şahsi nüfuzlarını kurmak isteyen ya da dini siyasi maksatlara engel olmak
biçiminde açıklar (Jaschke, 1972: 102). Dine yönelik politikalardaki liberalleşmenin eleştirilere
neden olduğu da belirtilmelidir. CHP’nin bu yeni politik duruşunu eleştirenler, dini sadece laiklik
ve rejimin korunması bağlamında değerlendirmektedir.
Sonuç
Tek parti döneminde din ve İslam, siyaset alanının dışında olmaktan öte devletin
kontrolünde ve denetimindedir. Çünkü din, baskı altında tutulması gereken toplumsal güçlerden
birisidir. Çok partili hayata geçiş ile beraber, siyasal yapının liberalleşmeye başlaması, katı laiklik
anlayışının yumuşamasına neden olmuştur. Bu durum, din politikasındaki değişimi de beraberinde
getirmiştir.
Tek Parti döneminde devlet, dini siyasetin alanından uzaklaştırmakla beraber, toplumsal
politikaların icrasında ondan yararlanmayı da ihmal etmemiştir. Devletin ideolojik bir aygıtı olarak
kurgulanan dine, Tek Parti Dönemi’nin laiklik politikasının tayin ettiği sınır kadar yaşam alanı
64 Ramazan AKKIR
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
tanınmıştır. Çünkü laiklik, “Kemalist vatan”ının sınırlarını tayin eden başlıca ilke olma özelliği
taşır.
Türkiye’de İslam, 1945 yılında başlayan demokratikleşme sürecinden faydalanan ve kısmi
de olsa özgürleşen kurumlardan birisidir. Demokratikleşme kaygısı, yükselen komünizm tehlikesi
ve dinsel alanda artan cehalet, din eğitimini işlevsel hale getirmiştir. Dinin, yükselen komünizm
tehlikesine karşı kendisinden faydalanılması gereken bir aygıta da dönüştürülmeye çalışıldığı
belirtilmelidir.
Tek Parti Dönemi’ndeki katı laiklik politikasındaki yumuşama, her ne kadar, bazı
olumsuzlukları ve suiistimalleri beraberinde getirse de, erken cumhuriyetin din algısına uygun din
adamı yetiştirme gibi amaçları barındıran kurumların ortaya çıkmasına kaynaklık etmiştir. İlahiyat
fakültelerinin kurulması, ilkokullarda din derslerinin seçmeli hale gelmesi; 1947 CHP Olağan
Kurultayı’nın bir sonucu olmakla beraber, yükselen demokrasi rüzgârının bir sonucudur.
Halkın çoğunluğunun Müslüman olmasından dolayı, Türkiye’yi demokratikleştiren
uygulamalar, dinin toplumsalı yeniden fethetmesine yardımcı olmuştur. Dini görünümlere kamusal
hayatta yer veren laikliğe geçişin en büyük nedeni, demokratik ülkeler arasında yer alma isteğinin
bir sonucu olarak demokratik açılımı yapmanın zorunluluğudur. Güvenlik kaygısıyla ortaya çıkan
demokratikleşmenin zorunluluğu, Türkiye’yi ve İnönü’nün başında olduğu CHP’yi yeni bir politik
duruşa sevk etmiştir. Bu duruş, din politikasında ve laiklik ilkesinde yumuşama ile sonuçlanmıştır.
KAYNAKÇA
AHMAD, Feroz, Demokrasi Sürecinde Türkiye 1945-1980, (Çev.: Yavuz Alogan), Hil, İstanbul,
2010.
AHMAD, Feroz & AHMAD, Bedia Turgay, Türkiye’de Çok Partili Politikanın Açıklamalı
Kronolojisi 1945-1971, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1976.
AKKIR, Ramazan, Özal ve Muhafazakârlık, PolitikA Yayınları, İstanbul, 2013.
AYHAN, Halis,“İlahiyat Fakültesi”, TDV İslam Ansiklopedisi, c: 22, İstanbul, 2000.
BARUTÇU, Faik Ahmet, Siyasi Anılar, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1977.
BERKES, Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Doğu Batı Yayınları, İstanbul, 1978.
BİLA, Hikmet, Sosyal Demokrat Süreç İçinde CHP ve Sonrası, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1987.
CEMAL, Ahmet, Cogito, “Laiklik”, S.1, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2007.
CHP’nin Yedinci Büyük Kurultay Tutanağı, Ankara, 1948.
Cumhuriyet Halk Fırkası Nizamnamesi, TBMM Matbaası, Ankara, 1923.
ÇAVDAR, Tevfik, “Cumhuriyet Halk Partisi (1950-1980)”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye
Ansiklopedisi, C: 8, İletişim Yayınları, İstanbul,1983.
ÇAVDAR, Tevfik, “Demokrat Parti”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C: 8, İletişim
Yayınları, İstanbul, 1983.
Demokrat Parti Programı, Ankara, 1946.
DAVIS, Winston, “Din Sosyolojisi”, (Çev.: İhsan Çapçıoğlu) AÜİFD, XLV (2004), S: II, ss. 231-
308
DURSUN, Davut,“Giriş”, Türkiye’de İslam ve Laiklik, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995.
Türkiye’nin Demokrasiye Geçiş Süreci ve Laiklik Anlayışının Değişmesinde… 65
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
GEVGİLİ, Ali, Yükseliş ve Düşüş, Bağlam Yayınları, İstanbul, 1987.
GİRİTLİOĞLU, Fahir, Türk Siyasi Tarihinde Cumhuriyet Halk Partisinin Mevkii, Ayyıldız
Matbaası, Ankara, 1965.
GÜNALTAY, Şemsettin, TBMM Tutanak Dergisi, Dönem 8, Toplantı: 3, Cilt: 15, Birleşim: 36,
(24.01.1949).
JASCHKE, Gottard, Yeni Türkiye’de İslamlık, (Çev.: Hayrullah Örs), Bilgi Yayınevi, Ankara,
1972.
KARPAT, Kemal H., Osmanlı’dan Günümüze Elitler ve Din, Timaş, İstanbul, 2009.
KARPAT, Kemal H., Türk Demokrasi Tarihi, Afa Yayınları, İstanbul, 1996.
KILIÇ, Murat, “Tek Parti Döneminde Milliyetçilik ve CHP’nin Yedinci Büyük Kurultayı,” Çağdaş
Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, XII/24, (2012/Bahar), s. 189-202.
KOÇAK, Cemil, “Siyasal Tarih (1923-1950)”, Türkiye Tarihi, C:4, Cem Yayınevi, İstanbul, 2005.
TUNÇAY, Mete, KUYAŞ, Ahmet, OKTAY, Ahmet, Cumhuriyet Ansiklopedisi 1941-1960, C:2,
Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2003.
KONYAR, Hürriyet,“CHP’nin Laiklik Politikasındaki Değişim”, Tarih ve Toplum, Mayıs 1994, S:
125. ss. 294-298
KÖKER, Levent, Modernleşme, Kemalizm ve Türkiye, İletişim Yayınları, İstanbul, 1990.
KÖSEMİHAL, Nurettin Şazi, Sosyoloji Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1989.
MARDİN, Şerif, Türkiye’de Din ve Siyaset, İletişim Yayınları, İstanbul, 1998.
ÖZKIR, Yusuf, Hürriyet Gazetesi 1948-2012 Kurumsal Kimlik, Mülkiyet Sahipliği ve Genel
Yayın Politikası, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora
Tezi, Haziran 2012, s.23-24.
REED, Howard A.,“Laik Türkiye’de İslam’ın Yükselişi”, Türkiye’de İslam ve Laiklik, (Ed.: Davut
Dursun), İnsan Yayınları, İstanbul, 1995.
SAROL, Mükerrem, Bilinmeyen Menderes, C:1, Kervan Yayınları, İstanbul, 1983.
ŞAHİN, Mehmet Cem, “Demokrat Parti Türkiye’sinde Din, Siyaset ve Eğitim İlişkileri”, Toplum
Bilimleri Dergisi, Temmuz-Aralık 2012, 6 (12). ss.31-54.
ŞEYHANLIOĞLU, Hüseyin, Demokrat Parti, Kadim Yayınları, Ankara, 2011.
TİMUR, Taner, Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş, İletişim Yayınları, İstanbul, 1991.
UZUN, Hakan,“İktidarını Sürdürmek İsteyen Bir Partinin Kimlik Arayışı: Cumhuriyet Halk
Partisi’nin 1947 Olağan Kurultayı”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, XII/25
(2012-Güz), ss. 101-139.
ÜSTEL, Füsun, “Türk Ocakları”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Milliyetçilik, (Ed.: Tanıl
Bora), İletişim Yayınları, İstanbul, 2008, ss. 265-268.
YAVUZ, Hakan, Modernleşen Müslümanlar, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2008.
YILDIZ, Ahmet,“Hamdullah Suphi Tanrıöver”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Milliyetçilik,
(Ed.: Tanıl Bora), İletişim Yayınları, İstanbul, 2008, ss. 642-645.