Emek Süreci Analizinden Sınıf Tartışmasına Bir Yol Denemesi: Türkiye'de Özel Televizyon...

46
EMEK SÜRECİ ANALİZİNDEN SINIF TARTIŞMASINA BİR YOL DENEMESİ: TÜRKİYE ÖZEL TELEVİZYON DİZİLERİNİN ÜRETİM VE EMEK SÜRECİNDE SINIFSAL İLİŞKİLER ÖZ Bu çalışma Türkiye özel televizyonlarının en ilgi gören ürünlerinden biri olan televizyon dizilerinin emek sürecine yoğunlaşmakta ve temel veri olarak bu süreçte görev alan/almış kişilerle yapılan derinlemesine mülakat ve dizi setlerinde yapılmış olan yerinde gözlemlerde elde edilen sonuçları kullanmaktadır. Çalışmanın amacı, “bilgi toplumu”, “maddi olmayan emek”, “enformasyon çağı”, vb. adlandırmalarla ilintili olarak, bilgi yoğun sektörlerdeki emekçileri “ayrı” bir toplumsal politik özne olarak tanımlayıp “emek-sermaye” çelişkisinden kaynaklı toplumsal gerilimin ötesinde ara bir konumda “orta sınıf” olarak düşünmeye meyleden kavramsallaştırmaların bir eleştirisini sunmaktır. Bunu yaparken sınıfın nesnel durumu ile bireylerin öznel toplumsal konumları arasındaki gerilimi ilişkisel bir çerçeveden okuyan bir literatüre dayanarak sınıfın, yalnızca iktisadi bir yapıya işaret etmenin ötesinde siyasi-ideolojik gerilimlerden de etkilenen ve bu farklı belirleyenlerin ilişkiselliği üzerinden kurulan bir tarihsel özne olduğu fikri ileri sürülecektir. Anahtar sözcükler: emek süreci, prekarya, orta sınıf, işçi sınıfı, ilişkisel yaklaşım ABSTRACT Thisworkfocuses on thelaborprocessesof onethemostappreciatedproducts of theTurkishprivatetelevsions,

Transcript of Emek Süreci Analizinden Sınıf Tartışmasına Bir Yol Denemesi: Türkiye'de Özel Televizyon...

EMEK SÜRECİ ANALİZİNDEN SINIF TARTIŞMASINA BİR YOL DENEMESİ:

TÜRKİYE ÖZEL TELEVİZYON DİZİLERİNİN ÜRETİM VE EMEK SÜRECİNDE

SINIFSAL İLİŞKİLER

ÖZ

Bu çalışma Türkiye özel televizyonlarının en ilgi gören

ürünlerinden biri olan televizyon dizilerinin emek sürecine

yoğunlaşmakta ve temel veri olarak bu süreçte görev alan/almış

kişilerle yapılan derinlemesine mülakat ve dizi setlerinde

yapılmış olan yerinde gözlemlerde elde edilen sonuçları

kullanmaktadır. Çalışmanın amacı, “bilgi toplumu”, “maddi

olmayan emek”, “enformasyon çağı”, vb. adlandırmalarla ilintili

olarak, bilgi yoğun sektörlerdeki emekçileri “ayrı” bir

toplumsal politik özne olarak tanımlayıp “emek-sermaye”

çelişkisinden kaynaklı toplumsal gerilimin ötesinde ara bir

konumda “orta sınıf” olarak düşünmeye meyleden

kavramsallaştırmaların bir eleştirisini sunmaktır. Bunu

yaparken sınıfın nesnel durumu ile bireylerin öznel toplumsal

konumları arasındaki gerilimi ilişkisel bir çerçeveden okuyan

bir literatüre dayanarak sınıfın, yalnızca iktisadi bir yapıya

işaret etmenin ötesinde siyasi-ideolojik gerilimlerden de

etkilenen ve bu farklı belirleyenlerin ilişkiselliği üzerinden

kurulan bir tarihsel özne olduğu fikri ileri sürülecektir.

Anahtar sözcükler: emek süreci, prekarya, orta sınıf, işçi

sınıfı, ilişkisel yaklaşım

ABSTRACT

Thisworkfocuses on thelaborprocessesof

onethemostappreciatedproducts of theTurkishprivatetelevsions,

namely, televisionseries, andusesthe main data collectedfrom

in-depth-interviews done withtheworkersthathavetakenpart in

thisprocess as well as participantobservations in

theproductionsets. Theaim of thiswork is

tocriticizeapproachesthatconsiderthelabor in theknowledge-

intensivesectors as a “separate”

socialandpoliticalsubjectbeyondtheboundaries of thelabor-

capitalconflict. Whiledoingthis, it claimsthatthe “classes” are

not merelyeconomicstuructures but

theyarealsoaffectedbypoliticalandideologicaltensions, relying

on a

literaturethatanalyzesthetensionbetweenobjectiveclasspositionsa

ndsubjectivesocialpositions in a relationalway.

Keywords: laborprocess, precariat, newmiddleclass,

workingclass, relationalapproach

Giriş:

Bu çalışma Türkiye özel televizyonlarının en ilgi gören

ürünlerinden biri olan televizyon dizilerinin emek sürecine

yoğunlaşmakta ve bu süreçte ortaya çıkan sınıf konumlarını

analiz etmeyi amaçlamaktadır. Söz konusu analiz dört ana

bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde çalışmanın teorik çerçevesi

çizilmekte ve bilgi ve kültür üretiminin yoğun olduğu

sektörleri tanımlamak için ortaya atılan, “bilgi toplumu”,

“maddi olmayan emek”, “enformasyon çağı”, vb. adlandırmaların

sınıfsal bir perspektiften eleştirisi sunulmaktadır.

“Öznelliğin” daha fazla ön planda olduğu bu emek süreçlerinin,

kapitalist emek sürecinin nesnel gerçekliğini oluşturan emek-

sermaye çelişkisini önemsizleştirip öznellikleri ön plana

çıkarması, emek ve sermaye arasında bir ara konuma işaret eden

toplumsal bir özne olup olmadığı sorunsalını ortaya

koymaktadır. Emek-sermaye çelişkisinin, yani sermaye ve işçi

sınıfının ana nesnel gerçeklik ekseni olduğu iddiası üzerinden

ilerleyen ilk bölüm, Türkiye’deki dizi üretiminde dizi

işçilerinin öznelliklerine bakmadan önce bu nesnel gerçekliğin

ana çatı olarak kurulmasının önemini ortaya koyacaktır.

Yazının ikinci bölümü ise ilk bölümde ortaya konan nesnel

koşullar çerçevesinde setlerde yapılan gözlemleri

“güvencesizlik” literatürü ile açıklamaktadır. Bu bölümün

iddiası, üretimin organizasyonundaki sermaye stratejileri

nedeniyle emek gücünün iki parçaya ayrıldığı, işin daha çok

tasarım ağırlıklı yönünü gerçekleştiren emek gücü sermaye ile

çıkar ortaklığı sağlarken, işin daha teknik ve uygulama kısmını

üstelenen emek gücünün gitgide güvenceden yoksunlaşarakişçi

sınıfının maddi koşullarına yaklaştığıdır.

Üçüncü bölümde ise, ilk bölümde bir sorunsal olarak ortaya

konan nesnel koşullar karşısındaki işçi öznelliği meselesine

setlerden yapılan mülakatlardan alıntılar ışığında yaklaşılacak

ve sınıf oluşumunun yalnızca iktisadi dolayımlar ile değil

siyasi-ideolojik konumlarla da anlaşılması gerektiği ortaya

koyulacaktır. Bu bağlamda nesnel koşullar altında bir “sömürü”

ilişkisi içerisinde kurguladığımız teknik işçilerin siyasi-

ideolojik bilinç düzeylerinde kendilerini mutlak suretle

sömürülen işçi olarak görmediklerini, ama bu şekilde bir

bilince siyasal mücadele ve süreçlerin sonunda evrilebilecek

bir bilincin de taşıyıcısı oldukları iddia edilecektir. Bu da

sınıf tartışması yapılırken üzerinde durulması gereken bir

nokta olarak ortaya koyulacaktır.

a) Üretim ve Emek Sürecinde Öznelci Analizden Yeniden Sınıfa

Dizi üretimi gibi “kültürel ürünler”in üretimi çerçevesinde

emeği ana eksene alarak ilerleyecek bir tartışmaya sınıfsallık

kavramının maddi gerçekliğini alıp onu daha esnek bir yere

sürükleyen “maddi olmayan emek” tanımlamasının bir

eleştirisiyle başlamak anlamlı olabilir. Çünkü, dizi ürününün

maddi olmayan bir ürün oluşu (söylemler ve göstergeler

üretmesi) maddi olmayan emek tezi dahilinde bir

kavramsallaştırmayı gerektiriyor gibi gözükse de, bu tezin

emek/sermaye çelişkisini temel bir belirleyen olarak almak gibi

bir gayede olmaması, onun yerine emek sürecindeki özneleşme

biçimlerini merkeze koyması bu kavramsallaştırmanın bir

eleştirisini mecbur kılıyor.

Maddi olmayan emek tanımlamasının en temel argümanı, bilgi ve

kültürel meta üretiminin “maddi üretim” ile

karşılaştırıldığında daha baskın bir konuma gelmiş olması

(Hardt ve Negri, 2004:123), hatta maddi emek isteyen işlerin

içerisinde dahi artan bilgi ve kültürel faaliyetin üretim ve

emek sürecinin yapısını ve işçiye dair tanımlamayı değiştirmiş

olduğudur. (Lazzarato, 2006: 133) Bu argümana göre “yeni emek

süreçlerinde”1 üretim ilişkilerinde hakim olan nesnel bir

tanımlamanın yapılması zorlaşmakta, “kitlesel entelektüellik”,

“bilgi gereksinimi”, “kültürellik”, “değer verme”, “el yerine

aklı kullanma” gibi “yeni” ihtiyaçlar üzerinden “yeni” bir

işçiye ihtiyaç duyulmaktadır. Bu işçinin tanımlanışında ise

nesnel tanımlama yerine her işin özel ihtiyacı karşısında

işçinin “öznelliği” ön plana çıkartılmış, emek ve üretim süreci

yönetim ve iletişim faaliyetleri açısından da “öznelliğin

işletmeciliğine” dönüştürülmüştür. Böylece çok daha basit bir

ifadeyle üretim ilişkilerine baktığımızda “sınıfları” değil

“özneleri” görmeye başlıyor olduğumuza dair bir argümana

ulaşılmıştır (Lazzarato, 2006:135).

Kendine bu ve benzeri “özneleşme” süreçlerini2 teorik zemin

olarak alan bir literatürden bahsetmek çalışmayı bu noktadan

hareketle bir adım daha ileri taşıyabilir. Eleştirel

İşletmecilik Çalışmaları3 olarak adlandırılan bu literatür,

Braverman’ın (1975) Taylorizm’i inceleyerek ortaya attığı

“nesnel” üretim ve emek sürecinin günümüze dair açıklama yapma

kapasitesini yitirdiğini söyleyerek, Burawoy’un işaret ettiği

(1985) fabrikalara özgü emek süreçlerinisınıfsallığından

kopararıpMarksist bağlamından uzaklaştırmaktadır. Başka bir

deyişle, bu çalışmalar, Burawoy’un fabrikalardaki öznellikleri

sınıflar arası nesnel sömürü zeminindeki hegemonik ilişkiler

çerçevesinde okuyor olmasını, yani özel fabrika rejimlerinin

1Burada “yeni” ilekastedilen, temelolarakPost-Fordist ve esnek uzmanlaşma olarak ifade edilen emek süreçlerinin “eski”den bir kopuşa işaret ediyor olmasıdır.2Duygusal emek, duygulanımsal emek, bilgi toplumu, endüstri sonrası toplum, enformasyon çağı, ağ toplumu vb.3Critical Management Studies, genel bir bakış için bkz. Alvesson ve Wilmott (2002).

aslında sermayenin emeğin rızasını örgütleme stratejilerinden

biri olduğu yönündeki argümanınıgöz ardı etmektedir.Bu

literatürde üretim ve emek sürecine dair argüman, yukarıda

maddi olmayan emek tezinin temelini oluşturduğu üzere, işin

artık nesnel konumlara işaret etmediği, her işin kendisinin

ayrı dinamikleri olduğu, dolayısıyla her işin kendi içindeki

“öznel” politik güç ilişkilerine göre incelenmesi

gerektiğidir.4Dolayısıyla burada artık sermaye/emek

çelişkisinden kaynaklanan gerilimlerin kurduğu ana çerçeve ve

onun içinde işleyen öznel tahakküm ilişkileri değil, üretim ve

emek süreci içerisinde yer alan öznelerin birbirleriyle

kurduğu, içinde toplumsal özne kategorilerinin temsil edildiği

ve büyük bir teori ekseninde anlaşılamayacak tikel üretim ve

emek süreçleri söz konusudur. Bu tür bir yaklaşımla buçalışma

çerçevesinde irdelenen alana bakıldığındaher dizi setinin

kendine ait dinamikleri olduğu, setler arasında belirli

ortaklaşmaların sağlandığı noktaların toplumdaki tahakküm

ilişkilerinden kaynaklı siyasi-ideolojik eğilimler ve emek

sürecinin özgün yapısından kaynaklı iktidar ilişkileri,

özneleşme süreçleri olduğu söylenecektir. Dolayısıyla eleştiri

bütün bu ilişkilerin içinde yer aldığı nesnel süreçlere değil,

parçaların kendisine yöneltilir.

Güncel tartışmalara da değinilip sunulan teorik çerçeveyi biraz

daha genişletmek için tartışmanın eksenini pek dolandırmadan,

Marx’a geri dönerek, eleştirel gerçekçi bir üretim ve emek

süreci analizinin sonucundaüretim ve emek süreci öznel

4Bu literatür için özellikle bkz. O’Doherty ve Willmott(2001; 2009); Littler ve Salaman (1982).

faktörlerle parçalandıkça işçinin de özneleştiği

gösterilebilir. Marx’ın kategorileri içerisinden bakıldığında,

dizi üretim sürecinin, günümüzde baskın olmaya başladığı

söylenen zanaat/sanat/bilgi/kültür, yani öznellik içeren üretim

biçimlerinde olduğu gibi, parça başı iş olarak tasarlandığını

söyleyebiliriz. Marx’a göre, emek-zamanının değil de, parçanın

kendisinin “değeri belirlediği” üretim biçimleri, aynı ürünü

farklı şekilde ve zamanda üreten farklı “gruplar” ortaya

çıkaracak, bu da sermayenin kullanacağı bir durum haline

gelecektir. Bugün bu biçim, hakim esnek birikim modeli

içerisinde en net ifadesini taşeronlaşma olarak bulmaktadır.

Dizi üretimi içerisinde de durum farklı değildir, ürettiği

diziyi yayına sokmak için sıraya girmiş bekleyen birçok yapımcı

bu alanın taşeron firmalarını oluşturmaktadır. Bu noktada

Marx’ınsözlerine geri dönecek olursak, sözüedilen sürecin

“işçiler arası farklılıklara” nasıl neden olduğu görülebilir:

Zamana göre ücrette birkaç istisna dışında, aynı tür işiçin aynı ücret ödendiği halde, parça-başı ücrette,emek-zamanının fiyatının belli miktarda ürün ileölçülmesine karşın, günlük ya da haftalık ücret,emekçinin gösterdiği bireysel farklılıklara göredeğişir; emekçilerin bazısı belli bir sürede ancakasgari miktarda iş çıkardığı halde, bir başkasıortalamaya ulaşır, bir üçüncüsü ise ortalamanın üstüneçıkar. Bu nedenle, burada, fiilen ele geçen ücret,bireysel emekçilerin gösterdikleri hünere, kuvvete,güce, dayanıklılığa vb. bağlı olarak büyük değişmelergösterir.Kuşkusuz bu durum, sermaye ile ücretli-emekarasındaki genel ilişkileri değiştirmez. Önce, bireyselfarklılıklar, işyerinde bir bütün olarak birbirlerinidengelerler ve böylece belli bir emek-zamanındaortalama miktarda ürün sağlanır ve ödenen toplam ücret,bu özel sanayi kolundaki ortalama ücrettir. Sonra,ücret ile artı-değer arasındaki orantı değişmeden

kalır, çünkü her bireysel emekçinin sağladığı artı-değer kitlesi, aldığı ücrete tekabül eder. Ama, parça-başına ücretin kişiye sağladığı geniş hareket alanı,bir yandan onun kişiliğini geliştirdiği gibi, ondakiözgürlük, bağımsızlık ve kendi kendini denetlemeduygusunu da geliştirir; öte yandan ise aralarındakirekabet duygusunu kamçılar.(Marx, 1997:527-8)

Marx’tan yapılan bu alıntı, baskın olmaya başladığı

söylenegelen “öznelliklerin” ön plana çıkmaya başladığı

günümüzdeki emek ve üretim süreçlerinin, emek-sermaye çelişkisi

ekseninde anlaşılamayacak olduğu yönündeki argümana ve

özellikle eleştirel işletmecilik çalışmalarında “sınıf

çelişkisinin belirleyen olmadığı” yönündeki argümanları

desteklemeye yönelik sıklıkla altı çizilen, “işçinin işçiyle

rekabete girdiği”, “denetimin değil, öz denetimin” önem

kazandığı, işçilerin vasıfsızlaşmayıp aksine vasıf kazanmaya

başladıkları ve kendilerini geliştirdikleri yönündeki iddialara

aynı “öznel” süreçlerin nasıl kapitalizmin temel çelişkisiyle,

yani yapıyla bağlantılandığı noktasında bir cevap

oluşturmaktadır. Daha basitçe ifade edilecek olursa, maddi

olmayan emek tartışmalarında iddia edildiği üzere, niteliğine

bağlı olarak kültürel meta üretimi bir yandan Marx’ın da sözünü

ettiği gibi emekçiye “geniş hareket alanı” “kişiliğini

geliştirme”, “özgürlük”, “bağımsızlık”gibi özellikler

kazandırabilir. Bireysel emekçilerin gösterdikleri bazı

farklılıklar, bir “özne” olarak ortaya çıkmalarına sebep

olabilir. Bununla birlikte, bu tip farklılıkların ortaya

çıkması, Marx’ın deyişiyle, “sermaye ile ücretli emek

arasındaki genel ilişkileri değiştirmez” (Marx, 1997: 525).

Dolayısıyla burada, kültürel meta üreten ücretli emekçileri

emek-sermaye çelişkisinin ötesinde yalnızca “öznel”

konumlarından kaynaklı olarak girdikleri, “yatay” ya da

“nesnel” artı-değer sömürüsü gibi nesnel gerçekliklerden

kaynaklanmayan “dikey güç ilişkileri” üzerinden değerlendiren

bir kuramsal çerçeveden fazlasına ihtiyaç duyulmaktadır.

Tam da bu noktada üretim ve emek sürecini analiz eden “öznelci”

yaklaşımın karşısına nesnel emek/sermaye çelişkisiyle bağlarını

koparmamış, ama değişen emek ve üretim sürecinin dinamiklerinin

ürettiği/yeniden ürettiği/temsil ettiği öznelliklere de

gözlerini kapamamış bir literatürün varlığından söz etmek

mümkündür. Kendisini “emek sürecinde çekirdek teorisi”5olarak

adlandırılabilecek bu literatürün çekirdek olarak nitelediği

şey emek/sermaye çelişkisidir. Her öznel olgu kendisini türlü

mekanizmalarla bu ana çekirdeğe bağlar ve onun sınırları

içerisinde işleyişini sürdürerek onu yeniden üretir,

değiştirir, dönüştürür, devamını ve belki de yok olmasını

sağlar. Bu literatürdeki en değerli çalışmalardan biri olan ve

emek süreci ile “eleştirel gerçekçi” bilgi felsefesi arasındaki

ilişkiyi kurmaya çalışan metin (Thompson ve Vincent, 2010), bu

yazıya da bir çerçeve oluşturmaktadır. Aynı zamanda eleştirel

gerçekçilik ile Marksizm arasındaki ilişkinin kurulması

açısından da önemli bir örnek olarak sayılabilecek bu

çalışmaya6 göre, Bhaskar’ın (2008) da belirttiği üzere

rastlantısal, anlık, oraya dair gerçekleşiyormuş gibi gözüken

bir olgunun mutlak suretle içinde işleyişini sürdürdüğü bir

mekanizma ve yapıdan söz etmek gerekmektedir. Eleştirel

5“TheCoreTheory of LaborProcess” tartışmaları için bkz. Smith ve Thompson (1998); Thompson (2010).6Daha detaylı analizler için bkz. Sayer (2000); Ercan (2005).

İşletmecilik Çalışmalarının özneler arası bir ilişki gördüğü

yerde, bu perspektif hem özneler arasındaki ilişkilerihem de

bunların içinde yer aldığı mekanizmaları ve yapıları analiz

eder. Bu noktada da yapıyı ve özneyi ayrı düşünme eğilimi,

özneye işleyiş için alan bırakarak, ama o işleyişi yapısal

nesnel faktörlerle ilişkili olarak değerlendirerek aşılabilir.

İşleyen yapının her zaman aynı kalacak ve tepemizde bulunacak

“önceden belirlenmiş” bir kara bulut olarak anlaşılması

engellenir; bununla da bağlantılı olarak nihayet emek ve sınıf

kavramını soyut kategoriler olarak düşünmemizin önüne geçilir,

hatta tabandan gelen bir ekonomi-politik analizin yolu açılır

(Wittel, 2004:21).

Bu farklı kuramsal çerçevelerin karşılaştırılması sonucunda

karşımıza çıkan tablo, öncelikle emek-sermaye çelişkisinin ana

hattı oluşturduğudur. İkincisi ise, bu nesnellik içerisinde

hareket eden, emek sürecinin aldığı biçimler ve işin kendi

doğasından kaynaklı talepler (söz konusu ürünün kültürel bir

ürün olması ve dolayısıyla öznel yeteneklerle

şekillenmesi)nedeniyle birbirlerinden farklılıklarını ortaya

koymaya çalışanların “nesnel” bir birlik yanında, “öznel”

bireyler de yarattığıdır. Üçüncüsü ve en önemlisi, bu iki

birbiriyle çelişkili gibi görünen ifadenin birlikte

düşünülmesinin nihayet sınıfın ne olduğusorusuna da yanıt

veriyor olduğudur. Sınıfı verili bir kategori olarak

değerlendirmek yerine, emek-sermaye çelişkisinde aldığı nesnel

konuma bakarak ama bununla yetinmeyip sınıf bilincinin öznel

süreçler içerisindeki mücadeleyle şekilleneceğini iddia etmek,

güvencesizlik literatürünü sınıf mücadelesi içinde düşünmenin

de bir yolunu açacaktır.

b) Teknik İşçiler ve Güvencesizlik: Türkiye’de Özel

Televizyon Dizilerinin Üretim ve Emek Süreci Analizi

Kapitalizmin esnek birikim modeli içerisinde tanımlanabilecek

dizi üretim biçiminin yapılanmasına baktığımızda ana

yatırımcının televizyon kanalı olduğunu görürüz. Kanallar riske

girmemek, katı ve merkezi üretimin maliyet sıkıntılarından

kaçınmak için dizi üretimini “taşeronlara” yani “yapımcılara”

yaptırır. Yapımcı, kanaldan bir ölçüde risk devralmıştır, bunu

reddetmek mümkün değildir; ama kanalın stratejisi olan

“dışarıya iş verme”, aynı şekilde yapımcılar tarafından da

kullanılır ve benzer bir şekilde alınan risk “emeğin” üzerine

aktarılır. Bu noktada bu aktarımı ve işleyişi anlayabilmek için

öncelikle “emek” kategorisinin detaylı bir açıklaması

gereklidir. Yapısal olarak emekçiler, dizi üretimine sermayeyi

koyanlar tarafından üretimi gerçekleştirmek üzere bir ücret

karşılığındakiralanan işçilerden oluşur. Bu grup içerisinde

oyunculardan, yönetmenlerden başlayarak, bir ücret karşılığı

çalışan tüm işçiler yer alır. Fakat emek her şeyden önce teknik

işbölümü anlamında monolitik bir blok oluşturmaz. Üretim;

oyuncular, reji, görüntü, sanat, ses, set ve prodüksiyon grubu

biçiminde ayırabileceğimiz bölümlere bölünmüştür. Oyuncular

hariç her bölümün kendi içerisinde bir hiyerarşisi mevcuttur.

Bu hiyerarşiyi uzun uzadıya anlatmak yerine şu tablo ile

gösterebiliriz.

Tablo 1: Dizi üretiminde teknik iş bölümü ve hiyerarşi tablosu

Bu departmanlar arası işbölümü ve her birinin kendi

içerisindeki hiyerarşi, tam da başlangıçta belirttiğimiz

eleştirel işletmecilik çalışmalarının ileri sürdüğü, sınıftan

öte özneler arası çıkar ilişkileri, özneler arası hiyerarşiden

öte dayanışmayla kurulan (bu açıdan bazı durumlarda daha

özgürleştirici) bir ilişkiler bütünü ve işçinin sadece tabi

olmadığı fakat kendini geliştirebilme olanakları da bulunduğu,

dolayısıyla vasıfsızlaşma tezinin geçerliğini yitirdiği

argümanına dayanak oluşturur.Bu tablo bizlere tam da iddia

edildiği gibi özneler arası iktidar ilişkilerine indirgenecek

ve nesnel bir zemine oturtulamayacak denli parçalanmış bir

sürecin resmini çiziyor gibi gözükse de, aslında Marx’ın sözünü

ettiği bir nesnel işleyişe, yani işçinin işçiyi sömürmesi

noktasına denk düşen bir yapısal gerçekliğe işaret eder.

Türkiye’de de, Almanya, ABD ve İngiltere’deki sinema ve dizi

üretim biçimlerini inceleyen çalışmalarda sıklıkla vurgulandığı

üzere ücretli emeği ortadan kesen bir “çizgi” vardır ve işçiler

“çizgi üstü” / “çizgi altı” (abovetheline / belowtheline) olmak

üzere ikiye bölünürler(Christopherson, 2008; Ursell, 2000;

ManningandSydow, 2007).7 İşte tam bu noktadan hareketle altı

çizilmesi gereken, “yatay” düzlemdeki bireysel farklılıklar

değil, tam da dikey düzlemde, tabloda görselleştirilen bu

çizginin varlığından kaynaklanan sömürü ve tahakküm

ilişkileridir. Bu nesnel gerçekliğin altını çizmeden diğerinin

eksik kalacağını görmek gerekmektedir.

Bu çizgi, emek süreci içinde temel olarak “vasfa” işaret eden

bir çizgidir ve bu da bizleri Braverman’ın (1975)yaptığı emek

süreci tartışmasınataşımaktadır. Emek sürecinde yapılan teknik

iş bölümü, emekçinin emek sürecinde kendi emeği üzerindeki

kontrolünü de parçalamış, “zanaatkar” tipi üretimde, işin

bütününe hakim olabilme olanağına sahip olan işçi artık işin

sadece bir parçası olan parça-işçiye indirgenmiştir.

Braverman’a görebu emek süreci düzenlemesi, işçi ile sermaye

arasında yer alan yeni bir ücretli emek grubu oluşturmuştur. Bu

7Bu çalışmalar arasında Ursell’in çalışması “çizgi” ayrımını bu yazıdaamaçlandığı üzere “sömürü” ilişkilerine bağlıyor olması bakımındandiğerlerinden daha farklı bir yerde durmaktadır. BBC’nin 1980 sonrasıdönüşümü üzerinden konuya yaklaşan Ursell’a göre (2008:807-8), Braverman’ınanalizi ile başlayıp Burawoy, Littler ve Friedman’a uzanan Marksist emeksüreci analizinde emeğin kontrolü farklı biçimler almış; günümüzde ise“kişinin kendini metalaştırması ve bir meta olarak öznellikleriaracılığıyla kendini bireysel bir ürün olarak pazarlaması”na kadargelmiştir. Öznelleşme süreçlerini açıklayabilmek adına yukarıda dabelirtilen eleştirel işletmecilik çalışmalarına da referans veren Ursell(2008: 809-11), bu çalışmaların düştüğü yanılgıya düşmeyerek bunusermayenin sömürüsünü gerçekleştirebilmesi adına zorladığı bir emekorganizasyon stratejisi olarak belirler (Ursell, 2008: 811-13). Bunoktada,bu yazıda yapılmaya çalışılan sınıf oluşumu analizinin, “çizgi”referansını emeğin organizasyon biçimlerini açıklama biçimi olarak kullanandiğer yazarların analizlerinden çok, Ursell’ın analizine yakın olduğusöylenmelidir.

ücretli emek grubu hem emekçinin elinden alınmış olan emek

sürecinin bütün bilgisine sahip olma olanağını taşır; hem de

emek sürecinin ve ürünün tasarımı üzerinde bilgiye ve akla

dayalı bütünlüklü bir faaliyet yürütebilir ve bu ayrıcalıklı

konumu ile emek sürecindeki işçileri de yöneterek sermaye adına

yöneticilik görevini üstlenebilir. Bu çalışma özelinde

Braverman’ın bu tezinin yukarıda sözünü ettiğim çizgi

bağlamında geçerliliğini koruduğu, yani bu durumda çizgi

üzerinde kalanların sermayenin tasarım ve yönetim

diyebileceğimiz görevlerini devraldığı, çizgi altında

kalanların ise teknik iş yapan parça-işçi konumuna indirgendiği

iddia edilebilir. Bu noktadan sonra bu şekilde bir emek-sermaye

ilişkisine yol açan süreçlerin nasıl oluştuğunu ve işlediğini

incelemek faydalı olacaktır.

Türkiye özel televizyonları için dizi üretiminin

örgütlenmesinde sermaye tarafı temel olarak iki ayaktan

oluşmaktadır; televizyon kanalı ve yapımcı. Televizyon

kanallarının televizyon dizilerini hakim bir eğilim olarak

kendi ekiplerine değil bağımsız yapımcılara çektirmeye

başladıkları 2000’li yıllardan itibaren, süreç en basit

anlamıyla yapımcıların ana hikaye hattınıbelirledikleri ve ilk

birkaç bölümünün senaryosunu yazdıkları bir “dizi film”

önerisini televizyon kanallarının drama koordinatörleri

bölümlerine sunmaları ile başlar. Bu süreçte drama

koordinatörlerinin onayından geçmiş projeler kanalın icra

kurulunun da onayını aldığı takdirde, varsa istenilen

değişiklikler ve bölüm başına yapımcıya ödenecek ücretin

belirlenimiyle yapımcıya sunulur. Şartlar üzerinde yapılan

pazarlıkların ardından dizinin çekimine karar verilir ya da

verilmez. Burada en kritik noktalardan biri, kanalların

istisnai bazı durumlar dışında çekilecek ilk bölümlerin –ki bu

süre bazı durumlarda 6-7 bölüme kadar uzamaktadır– parasını

yapımcıya ödemiyor ve yapımcının dizinin ilk bölümlerini kendi

imkanlarıyla çekmesini bekliyor olmasıdır. Böylelikle kanal

diziye yatırım yapmadan önce dizinin “tutup tutmayacağını”

reytinglere bakarak kestirecek ve ona göre risk alacaktır.

Böyle bir durumun varlığı, elinde bir dizi fikri ya da

senaryosu olan herhangi bir kişinin dizisini kabul ettirebilmek

için ön hazırlık ve dizinin ilk birkaç bölümünün maliyetini

karşılayabilecek bir sermayesinin olmasını gerektirmektedir. Bu

da dizi üretimine girebilecek insan sayısını belli bir çevre

ile sınırlayan en önemli faktörlerden biridir.

Genellikle bu kişiler dizi üretimine girmek, yani yapımcı olmak

için yeterli kaynaklara sahip değildir. Televizyon kanalı

tarafından sermayenin ikinci ayağı olan yapımcılığa devredilmiş

olan “risk”in, yapımcı tarafından ücretli emeğin üzerine

aktarılması gerekmektedir. Dolayısıyla yapımcı olmak sadece bir

“ekonomik sermaye” işi olmaktan çıkıp “sosyal sermaye”işine

dönüşmeye başlar. Bunun anlamı yapımcının ilk birkaç bölüm

parasını ödemeden bekletebileceği, dilediği şartlarda yoğun bir

şekilde çalıştırabileceği, rahatlıkla kumanda edebileceği bir

“tanıdık-bildik” ücretli beyin takımına sahip olmasıdır. Yani

yapımcılar basitçe sektörün içinden gelen, ya da sektör içinde

bir tanıdığı-akrabası olan, bu sayede kendisine senarist,

oyuncu ve yönetmenlerden oluşmuş bir “entelektüel emek” grubu

kurmuş sermaye birikimine sahip kişiler olarak

tanımlanabilirler.8

Böylelikle kanaldan yapımcıya, yapımcıdan da entelektüel emeğe

devredilen riskin son halkasını ise teknik işçiler oluşturur.

Yapımcının, kanaldan dizinin yayınlanacağına dair onayı

aldıktan sonra bir nevi kader ortaklığı kurduğu entelektüel

emek grubundan beklentisi bu kişilerin her departmanda kendi

altlarında çalıştıracakları teknik işçileri bulmasıdır. Tablo

1’de gösterilen çizgi üstündeki ücretli emekçiler, sektör

içerisindeki ağlarını kullanarak çizgi altındaki ücretli

emekçileri bulurlar ve böylelikle kanala sunulmak üzere dizi

çekilmeye başlanır.

Bu noktada Braverman’a geri dönecek olursak ücretli emekçilerin

bu sürecin işleyişi doğrultusunda tasarım ve uygulayıcılar

olmak üzere iki ana gruba bölündüğünü, kanal, yapımcı ve

entelektüel emeğin bir blok oluşturarak, sermaye çıkarını

temsil ettiğini görmekteyiz. Kanal ve yapımcı, sermayenin temel

olarak iktisadi yönünü oluştururken, ücretli emekçilerin çizgi

üstü olarak nitelendirilen ve dizinin tasarım faaliyetinde söz

sahibi olan, yönetmen, senarist, oyuncu, görüntü yönetmeni,

sanat yönetmeni ve yapım koordinatöründen oluşan kısmı ise

sermayenin denetim ve yönetim faaliyetlerini yerine

getirmektedir. Bu tabloyu sınıf tartışması bağlamında düşünecek

8Türkiye’deki yapımcıların hikayesi burada anlatılana paralellik göstermektedir. Babası 25 yıl ilk özel televizyonda çalışmış ve annesi TRT’de prodüktör ve yönetmen olan Kerem Çatay, sektöre sanat yönetmeni kuzeni sayesinde girerek yapımcılığa ulaşan Erol Avcı, abisi sinema işletmecisi olan Faruk Turgut hem en iyi örnekler, hem de Türkiye’nin en büyük yapımcılarıdır.

olursak buradaki “çizgi-üstü ve çizgi-altı” işçilerin

karşılaştırması kritik bir noktaya işaret eder. Emek

sürecindeki maddi ilişkilerin incelemesi göstermektedir ki bu

ücretli emekçiler kendi içlerinde bölünmüş, bir kısmı çıkar

ortaklıkları sebebiyle sermayenin emek süreci içerisindeki

avantajlı konumuna ortak olmuş, diğerleri ise yazının devamında

daha detaylı bir şekilde incelenecek olan “güvencesizleşme”

süreci doğrultusunda mavi yakalı işçi konumuna yaklaşmaya

başlamış, bir proleterleşme sürecinin parçası haline

getirilmiştir. Altı çizilen bu nokta, yazıda doğrudan bir

tartışması yapılmayacak olsa da, sınıf oluşumunun ve de genel

olarak orta sınıf kavramının bu gibi maddi süreçlerle de

birlikte düşünülmesi gerektiğini ortaya koyar. Fakat bu

sorunsalın daha rahat kurulabilmesi, emek sürecinde maddi

ilişkiler anlamında ücretli emeğin nasıl kaçınılmaz bir şekilde

ikiye bölündüğünün ve tek bir blok oluşturmadığının

gösterilmesine bağlıdır ve ilerleyen kısımlardaki amaç budur.

Bu noktada, emek sürecinde ücretli emek kategorisi içinde

değerlendirilen dizi sektörü çalışanlarının maddi ilişkiler

bağlamındaki konumlarını incelemek adına, “güvencesizlik”

önemli bir analiz noktası olarak kullanılabilir. Fakat bu

bölüme girmeden önce sözü edilmesi gereken önemli bir nokta

karşımıza çıkmaktadır.Güvencesiz çalışma, ya da kapitalizmin

güvencesizleşmesine yönelik benzer kavramsallaştırmalar (esnek

kapitalizm, Post-Fordizm, esnek uzmanlaşma vs.) kapitalizmin

genellikle refah devleti dönemi ile birlikte düşünülen ve

görece “güvenceli” bir duruma işaret eden dönemini övmekle

sonuçlanabilir. Çok da haksız sayılmayan bu eleştirinin işaret

ettiği bu riske dair örnekleri Wacquant, Castel ve Bourdieu’nun

bazı çalışmalarında görebilmekteyiz(Candeias, 2007).Mevcut

sistemi değiştirmeye yönelik bir özneden umudunu kesmiş ve tek

çareyi sosyal bir devlette gören (Castel, 2003: 370) bir

anlayışa yol açan ve aslında “güvencesizliğe” karşı “güvenceli

bir kapitalizmi” çağıran reformist bir anlayışın aksine

“güvencesizlik”; kapitalizmin yapısına ait olan, fakat tarihsel

olarak farklı biçimler alarak karşımıza çıkan bir kavram olarak

kullanılabilir. Daha açık bir şekilde ifade edecek olursak, bu

kullanım, geleneksel proleteryaiçerisinde sayılmayan, kendisini

bir proleter olarak tanımlamakla ilgili de pratik sorunları

olabilecek, güvenceli kapitalizm altında görece daha güvenceli

işlerde çalışmış olan, en genel deyimiyle “beyaz yakalı

işçilerin”; kapitalizm içerisindeki asıl durumunun

güvencesizlik olduğuna (yani bir anlamda Fordizmin ve Refah

Devleti’nin kapitalizmin tarihi içerisinde bir istisna

oluşturduğu) işaret eder. Tüm bu çerçeveyi temel alarak, bu

kullanımın, politik bir özne olarak sınıfın oluşumunda bir

araya gelebileceği düşünülemeyen sınıf konumlarını yatay olarak

kesen ortaklaştırıcı bir özellik olduğu düşünülebilir.9 Bu

noktada dizi setlerindeki güvencesiz çalışma koşullarını

araştırmak ve güvencesiz çalışan işçileri tespit etmek,

sektörel bir soruna işaret edip bunun “sosyal politikalarla”

giderilmesi gibi bir çağrıya işaret etmekten çok, politik bir

öznenin oluşumu için kapitalizmin saldırılarına karşı

durabilecek bir sınıf konumuna işaret etmek anlamı

taşımaktadır.Dizi setinin güvencesiz işçileri kapitalist emek

süreci dahilinde, güvencesizlik üzerinden bir ortaklığa, bir9Bkz. Özuğurlu (2010).

birlikteliğe çağrı yapmaktadır.10 Nihayetinde bu,proleteryaya

karşı bir prekarya çağrısı yapmaktan çok, beyaz yakalıların

“proleterleşme” durumuna işaret eden, “yani hayatları

parçalanırken kaderleri ortaklaşanların” (Özuğurlu, 2010)

politik momentte bir özneye dönüşümünü sorgulama amacının

altını çizer.

Bu bölümdeki temel amaç, yukarıda üretim sürecinin

organizasyonunda da gösterilmeye çalışıldığı üzere, tasarım

işçileri ile yapımcı ve elbette kanal arasında oluşmuş olan

çıkar ortaklığının, dizi sektörü için genel bir sorun olarak

ifade edilen güvencesiz çalışma durumunun ücretli emek

içerisinde çizgi üstünde bulunan tasarım işçileri için pratikte

bir gerçekliğe tekabül etmediğini göstermektir. Bu durumda

güvencesizliği teknik işçileri ilgilendiren bir durumolarak

kurgulamak ve bunun nasıl işlediğine bakmak gerekmektedir.

Dizi sektöründe güvencesizliği inceleyebileceğimiz temel

kategorileri “iş sürekliliği, ücret, çalışma koşulları ve

sosyal güvenlik” olarak belirtebiliriz. Bu kategorilere tek tek

bakarak yukarıda belirlediğimiz temel amaçlar çerçevesinde

değerlendireceğiz.Dizi sektöründe emek kategorisi açısından

“sorun” olarak ifade edilen durumların başında iş sürekliliği

gelmektedir. Dizi sektörünün doğrudan ratinge bağlı oluşu ve

“tutmayan” dizinin, anlaşması kaç bölüm üzerinden olursa olsun

kanal tarafından yayından kaldırılabiliyor olması bugün iş

sahibi olan birini aniden yarın işsiz yapabilmektedir. Dizi

sektöründe neredeyse yapısal hale gelmiş olan bu işsizlik

10 Bu çağrının detaylı bir incelemesi için bkz. (Candeias, 2009:8; Papadapoulous vd., 2008:250-1).

durumunu daha detaylı algılayabilmek için iş sürekliliği ile

“sosyal sermaye”11 arasındaki ilişkiye bakmamız gerekiyor.

Her ne kadar özellikle ana akım çalışmalarda bu ağ üzerinden

kurulan ilişkilerin yarattığı “özgür ruhlu, fırsatları

değerlendiren, insan ilişkileri kuvvetli” bireye (işçiye)

övgüler düzülüp (LeadbeaterandOakley, 1999; FloresandGray,

2000) ideal birey nitelemesiyle altı çizilse de, daha kapsamlı

bir analiz, yapımcı ile herhangi bir çekirdek işçi arasında

oluşan bağın gücüyletasarımcı işçi ile teknik işçi arasında

oluşan bağın gücünün karşılaştırılamaz olduğunu gösterir.Sözü

edilen liberal literatürde bu ağları oluşturamamış olmak

“bireysel” bir yetenek sorunu olarak gösterilmeye çalışılsa da

esasında bu durum yapımcı ve yaratıcı işçinin yukarıda

özetlenmeye çalışıldığı üzere birbirlerine olan yapısal

bağımlılıklarından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla yapımcının

çevresinde örgütlenmiş, onunla kader ortaklığı içerisindeki

nitelikli iş gücünün kendi arasındaki rekabetin “görece” az

olması, işsiz kalan bir yaratıcı işçinin yapımcının bir sonraki

projesinde yeni bir iş bulma olanağını arttırır. Fakat yedek

işçi ordusunun varlığı nedeniyle, işsiz kalan bir teknik

işçinin yaratıcı bir işçinin ağı içerisinde olması için rekabet

içinde olduğu diğer teknik işçileri yenmesi gerekir. Böyle bir

rekabetin varlığı iş sürekliliğiyle ilgili güvencesizliğin

temel belirleyenlerindendir. Daha açık bir ifadeyle, çizgi üstü

işçilerin, çizgi altındaki işçilere göre işsizlik durumunda

11Kastedilen, bireylerin tanıdığı ve ilişki içerisinde olduğu birey/birey grupları ve bu tanışıklık ve ilişkiden ortaya çıkan karşılıklı fayda durumuna bağlı olarak değişen sermayedir. Daha detaylı bir analiz için bkz.(Putnam, 1995).

herhangi bir iş bulmaları sektör içerisinde oluşturdukları

ağlar ve yapımcıya yakınlıkları nedeniyle daha olasıdır.

Bu noktada sektör içerisindeki çalışma ilişkilerinin temel

belirleyenlerinden biri olduğunu öne sürdüğümüz “ağ kurma”

durumunu biraz daha açmak gereklidir. Bir kişinin sektör

içerisinde kurduğu ağlar elbette gökten inmez, sektör

içerisinde bir devamlılıkla ve bu devamlılık içinde ağlarını

sürekli olarak geliştirmek ve yenilemekle mümkün olur. Daha

önce yapımcı, sermayesinin yanısıra çevresinde bir yaratıcı

işçi ağı kurmuş kişi olarak tanımlanmıştı. Tasarım işçilerinin

ise aslında sektöre çizgi altı işçi olarak çoğunlukla en alt

kademeden giren12 ve sektörde sağladıkları devamlı çalışma ile

kurdukları ilişkiler sayesinde yükselerek yapımcının süreklilik

ağına dahil olmayı başarabilen kişilerdir. İşte tam da bu

noktada iş sürekliliği meselesine geri dönecek olursak, dizi

sektörü içerisinde devamlı olarak var olabilme durumunun,

yanındaki işçiyle rekabetten sağ çıkma ve bir sonraki projede

var olabilmeye bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Bu bir kişinin

herhangi bir okul okuyup okumamış olmasıyla pek ilgili

değildir. Her durumda çalışmaya en alt kademeden başlanmakta ve

deneyim kazanarak ve insanlara kendini tanıtarak, daha açık bir

ifadeyle, bir sonraki projede “akla gelecek kişi” olmayı

başararak iş sürekliliği sağlanmaktadır. Eğer işçi yayından

kaldırılan bir dizinin ardından ortaya çıkan işsizlik döneminde

12 Farklı sektörlerden transferlerde durum bundan daha farklıdır. Ünlü bir müzisyen, tiyatrocu veya manken kültür endüstrisi içerisindeki kariyerine dizi sektöründen devam etmeyi amaçlıyorsa elbette asıl sektöründe kurduğu bağların da yardımıyla kendini doğrudan yönetmen, ya da başrol oyuncu konumunda bulabilir. Örnek olarak MahsunKırmızıgül’ün yönetmen olması ya daKıvanç Tatlıtuğ’un mankenlikten oyunculuğa geçmesi düşünülebilir.

“akla gelecek kişi” olmayı başaramazsa, bir sonraki sezonun

başını, yani görece olarak işçiye olan ihtiyacın daha fazla

olduğu dönemi beklemek zorundadır. Yoğun rekabete rağmen umut

her daim vardır. İşsiz kalan bir çizgi üstü işçinin ise

ağlarının kuvvetliliği ve rekabetin görece azlığıyla bağlantılı

olarak bir sonraki projede (bu, dizi, reklam ya da film

olabilir) iş bulma olasılığı daha yüksektir.

Bununla bağlantılı olarak sektördeki güvencesizlik durumunu

sorgulayabileceğimiz ikinci bir değişken ise ücretlerdir. Ücret

konusu iş sürekliliğinin temel bir sorun olarak karşımıza

çıktığı bu sektörde elbette bu değişkenle beraber ele alınması

gereken bir konudur. Genel olarak “ücretlerin yüksek olduğu”

dile getirilen sektörde iş sürekliliği devreye girdiğinde, yani

ücretleri bölüm başı ücret olarak değil, bir yıla oranlayarak

düşündüğümüzde, aylık ücreti diğer sektörlere göre “yüksek”

olan işçilerin yıl bazında diğer sektörlere oranla daha düşük

ücretlere sahip olduklarını da iddia edebiliriz. Fakat burada

karşımıza yeniden altı çizilen tasarım ve teknik işçi ayrımı

çıkmaktadır. Araştırmanın yapıldığı dönemlerdeki ücretlerden

birkaç örnek sunulacak olursa söylenmek istenilen daha rahat

anlaşılacaktır:13

Tablo 2: 2011-2012 Yılları dizi sektöründe bazı ücretli çalışanların bölüm başı ücret aralıkları

Başrol oyuncuları: 15.000-60.000 TL ÇİZGİ ÜSTÜ13 Sözü edilen ücretler 2011-2012 yılları arasında yapımcı ve ücretli emekçilerle yapılan görüşmelerde elde edilen verilere göre bölüm başı ücret aralıklarıdır.

Yardımcı oyuncular: 5.000-15.000 TLYönetmen: 5.000 – 15.000 TLGörüntü yönetmeni: 4.000 – 8.000 TLYönetmen Yardımcısı: 1.000-2.000 TL

ÇİZGİ ALTI

Diğer Yönetmen Yardımcıları (2., 3., 4.):

500 – 1000 TLKameraman: 1.000 -2.000 TLKamera Asistanı: 400 – 1.000 TLIşık Asistanı: 400 – 1.000 TLMakyöz: 500 -1000 TL

Burada özellikle çizgi üstündekilerin çizgi altındakilere

oranla çok daha yüksek ücret alıyor olmaları yanında, iş

sürekliliği değişkeni gözetildiğinde eşitsizlik durumu daha da

belirginleşmektedir. Sıklıkla karşılaşıldığı üzere 3-13 bölüm

arasında yayından kaldırılan dizilerin ardından, yukarıda

belirttiğimiz üzere çizgi altı işçilerin ağ sermayelerinin

çizgi üstü işçilere oranla zayıf olmasından kaynaklı olarak

daha uzun süre işsiz kaldıkları ve bu durumda da ücretlerinin

bir yıla oranladığımızda daha da düştüğünü görmekteyiz. Farklı

bir şekilde ifade edecek olursak, örneklerini de gördüğümüz

üzere, çalıştığı dizi yayından kaldırıldığı halde bölüm başına

aldığı ücret görece yüksek olan bir çizgi üstü işçi, çalıştığı

bölümlerden aldığı para ile daha uzun süre işsiz kalarak

hayatını devam ettirebiliyorken, çizgi altındaki işçiler için

bu durum geçerli değildir.

Burada ücret konusunda işçiler arasında bir ayrım ortaya

çıkartan bir diğer husus da ücretlerin ödenişi esnasında

karşımıza çıkar. Sıklıkla karşılaşıldığı üzere yapımcıların

işçilerin ücretlerini zamanında ödememesi durumundan muzdarip

olan çoğunlukla çizgi altı işçilerdir. Yapımcı için kritik

konumda olan bazı oyuncuların 13bölümlük, hatta sezonluk olarak

peşin ücretler aldıkları durumlarda, çizgi altı işçilerin

ücretlerinin geç ödenmesi gibi durumlar karşımıza çıkmaktadır.

Ücretlerin geç ödenmesi, hatta ödenmemesi durumundan çizgi-üstü

işçilerin de nasibini aldığı durumlara dair örnekler mevcut

olsa da, işin yaratıcı kısmını yapan kanatta olmanın verdiği

avantaj ile vazgeçilmezlik açısından daha üst düzeyde olmaları

nedeniyle ücretlerini ilk olarak alanlar çizgi-üstü işçiler

olmakta, çizgi-altındaki işçilerin avantajsız konumları dikkat

çekmektedir.

Güvencesizlik konusunda altını çizeceğimiz üçüncü nokta ise

çalışma koşullarınailişkindir. Bu noktada öncelikli olarak 12-

20 saat arasında değişen çalışma saatlerine dikkat çekmek

gereklidirdir. Bu, sıklıkla dile getirilen, hatta “yerli dizi

yersiz uzun” sözleriyle daha görünür hale gelen çalışma

saatlerinin uzunluğu sorununun detaylı bir incelemesi

yapıldığında yine genel geçer bir uzunluktan ziyade, işçiler

arasında bu konuyla ilgili bir eşitsizlik durumu olduğu

söylenebilir. 12-20 saat olarak ifade edilen bu süreyi “aktif

olarak çalışma” süresi çerçevesinde düşündüğümüzde, teknik

işçilerin sete verilen genel araların dışında sürekli bir

çalışma durumu içerisinde olduğu söylenebilirken, tasarım

işçilerinin sahnenin çekildiği ana kadar karavanlarda ya da

kendilerine ayrılan yerlerde beklediklerinin altını çizmek

gerekir. Tasarım işçileri sıradaki çekilecek sahneler ile

ilgili teknik işleri yerine getirmeleri için gerekli

direktifleri kendi alt kademelerinde çalışan teknik işçilere

iletir ve sahne çekilecek duruma gelene kadar kendilerine

tahsis edilen yerlerde bekler. Bunun dışında, setteki çekim

saatleri oyunculara göre düzenlendiğinden, bir oyuncunun sette

belli bir süre bulunması yeterli olmakta, dolayısıyla sözü

edilen bu süreler oyuncuları kapsamayabilmektedir. Aynı durumun

diğer tasarım işçileri için ise gerekli bilgilendirmeleri yapıp

“işi asistana bırakma” biçiminde işlediğini söyleyebiliriz. Bu

durumda sözü edilen uzun çalışma sürelerinin pratikte bu tür

ayrımlar biçiminde karşımıza çıktığını belirtmemiz

gerekmektedir.

Çalışma koşullarının güvencesizliği olarak nitelediğimiz

değişkeni derinleştirdiğimizde karşımıza iş kazaları gibi net

bir gerçeklik çıkmaktadır. Dizi setlerinde ölümlerle ve ölümcül

kazalarla sıklıkla karşılaşılırken, bu durum “tehlikenin bu

işin kaderinde olduğu”gibi açıklamalarla meşrulaştırılmaya

çalışılmaktadır. Sadece geride bıraktığımız bir yıl içinde, bir

işçi dinlendiği kaldırımda set arabasının frenlerinin boşalması

sebebiyle arabanın altında kalarak can verirken14, 2012 yılının

yaz aylarında, 20 saatlik çalışmanın ardından setten dönen 3

kişi uykusuzluk ve dikkatsizlik sebebiyle kaza geçirerek

ölmüştür.15 Bu örnekler çoğaltılabilir fakat setlerde bu

14“Arka Sıradakiler Setinde Ölüm Haberi” başlıklı haber için: http://www.cnnturk.com/2012/turkiye/05/02/arka.siradakiler.setinde.olum.haberi/659461.0/index.html15“Daha kaç Set İşçisi Ölecek” başlıklı haber için:http://www.birgun.net/workers_index.php?

durumlarla karşı karşıya kalanların çoğunlukla teknik işçiler

olduğu gerçeği önemli bir noktadır. Daha önce de belirttiğimiz

üzere, tasarım işçileri çekim anları hariç kendilerine ayrılan

bölmelerde hava şartlarından ve çevresel tehlike faktörlerinden

(trafik, ya da dekorlar) korundukları için bu tehlikelerle

fazla yüzleşmez. Sonuç olarak, soğukta hatta kar altında ve

kendisine söylenildiği üzere tehlikeli fiziksel durumlara

katlanarak (korkuluklara tek elle tutunarak, arabanın altına

girerek, akan trafiğin yanında koşarak)16 çekim yapan teknik

işçiler ile bu durumlara görece olarak daha kısa süre maruz

kalan tasarım işçileri arasındaki farkı vurgulamak gereklidir.

Son olarak güvencesizlik durumunu sosyal güvence ve örgütlülük

bağlamında inceleyebiliriz. Bu noktada sosyal güvenceyi

örgütlülük ile ilişkili bir biçimde düşünebileceğimiz bir alan

olarak “sendikalılık” durumu temel göstergelerden biri olarak

karşımıza çıkar. Duruma teknik işçiler çerçevesinden bakarsak,

sendikanın varlığından haberdar olmayan, olsa da ismini ya da

ofisini bilmeyen teknik işçilerin çoğunlukta olduğundan

bahsedebiliriz. Burada her şeyden önce sendikalılaşmayı fiilen

engelleyen bir yapısal durumdan bahsetmek gerekmektedir. Mevcut

yasalarda dizi ya da sinema sektörü bağımsız bir işkolu olarak

görülmemekte ve “hayvan borsacıları, büro işçileri ve eğitim

emekçileri” ile aynı işkolu altında

değerlendirilmektedir17.Toplu sözleşme için işgücünün %10’unun

news_code=1345795549&year=2012&month=08&day=2416Bkz. Şeker (2009).1719 Aralık 2012 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan İş Kolları Yönetmeliği’ne göre dizi üretimi, 10 numaralı “Ticaret, büro, eğitim ve güzel sanatlar” isimli iş kolunun 59.11 sırasında “Sinema filmi, video ve televizyon programları yapım faaliyetleri” içerisinde ifade bulmaktadır. http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/12/20121219-8.htm

örgütlenmesi gerektiği içinnormalde 20.000 işçiden oluşan bir

iş kolunun toplu sözleşme barajının 2000 olması gerekirken,

dizi işçileri için bu oran çok daha yüksek olmakta ve fiili

olarak örgütlenme ve toplu sözleşmeimkansız hâle gelmektedir.

Bu gerçeklik karşısında ise örgütlenme durumu kolektif bir hak

arama durumundan daha bireysel düzeyde “meslek içi dayanışma”

biçimine evrilmiştir. Oyuncuların, yönetmenlerin, senaristlerin

ayrı ayrı dernekleşmesi gibi durumlar zaten daha önceki

bölümlerde belirtildiği gibi “kaygıları” ortaklaştırılamayacak

işçilerin örgütsel düzeyde de ayrılmasına sebep olmaktadır.

Sosyal güvence ile ilgili bir diğer değişkene yani sigortalılık

durumuna bakacak olursak, bu çalışmanın yapıldığı dönemin tam

da dizi sektöründe “sigortasız çalışmaya karşı” seslerin

yükseldiği ve önleyici tedbirlerin daha sık konuşulmaya

başlandığı bir döneme denk geldiğini belirtmek gerekmektedir.

Çalışmanın son dönemlerinde yapılan araştırma setlerde

sigortalılık oranlarının çalışmanın başlangıcına oranla

yükseldiği, bunun da müfettiş denetimlerinin artmasından

kaynaklandığı yönünde bilgiler sunmuştur. Fakat bu sigortalılık

durumunun fiili olarak nasıl işlediğinedaha yakından

bakıldığında aslında durumda ciddi bir değişiklik olmadığı

görülmektedir. Yasalara göre aylık çalışma süresi, çalışma

saati üzerinden 10 günün altında olan kişilerin sigorta

ücretlerini kendilerinin yatırmaları gerekmektedir.18 Yukarıda

18Bu bilgiye görüşme yapılan dizi işçileri ve sendika görevlilerinden ulaşılmıştır. Ayrıca bu durumu sosyal güvenlik uzmanı Ali Tezel de gazetesindeki bir köşede değerlendirmiştir. Dizi Yapımcısı Bedava Kamu Spotu Çekecek başlıklı haber için bkz. http://www.haberturk.com/yazarlar/ali-tezel-1016/763099-dizi-yapimcisi-bedava-kamu-spotu-cekecek

değindiğimiz üzere çalışma süreleri burada belirtilen süreleri

oldukça aşıyor olmalarına rağmen yasal olarak bu kategori

içerisinde değerlendirilen işçiler, sigorta primlerini

kendileri yatırmaktadırlar. Dolayısıyla işverenin yükümlülüğü

işçinin sırtına yüklenmiş olmaktadır.

Bu noktada aslında vasıftan kaynaklanan bir hiyerarşinin ve

iktidar kurma durumunun devam ettiğini, dikey olarak kurulan

tahakkümün, yatay olarak kurulan birliktelik ve ekip

çalışmasından çok daha önemli sonuçlara yol açtığını, “beyaz

yakalı olmanın” kendisinin parça-işçi olmayı engellemediğini,

hatta beyaz yakalıyı mavi yakalıya yaklaştırırken çizginin

üstünde kalan işçileri tam daBraverman’ın işaret ettiği üzere

tasarım ve yönetim ilişkileri üzerinden sermayeye

yaklaştırdığını söyleyebiliriz. Fakat maddi bir gerçeklik

olarak uzun uzadıya açıkladığımız bu güvencesizlik durumunu,

ücretli emek içerisindeki bu bölünmeyi, yani daha toplu bir

biçimde ifade edecek olursakgüvencesizleşerekproleterya safına

yaklaşan bu işçilerin konumunu sınıf bilinciyle birlikte ele

almak da gerekmektedir. Çünkü sınıflar basitçe, yapısal

konumlar olarak değil, toplumsal süreç içerisinde

şekillendiğinden, yani sadece bir nesnel kategori olmayıp

“öznel” biçimler de aldığından, bir işçinin kendi maddi

gerçekliğini nasıl ifade ettiği ve bunun sınıf bilinci

açısından ne gibi bir durum oluşturduğu ana sorunsallardan biri

olmalıdır.

c) Emek Sürecinde Teknik İşçilerin Siyasi-İdeolojik Konumları

Üzerinden Sınıfı Yeniden Tartışmak

Yazının bir önceki bölümünde, dizilerdeki ücretli emekçilerin,

emek sürecinde denetim-tasarım bağlamında aldıkları konum ve

bunun etkisiyle de “güvencesizlik” bağlamındaki deneyimleri

itibariyle aslında bir bütünlük oluşturmadıklarını, çizgi üstü

ve altı olmak üzere iki gruba ayrıldıklarını gördük. Çizginin

üstünde kalan işçilerin sermayedar ile bir çıkar ortaklığı

içinde olduğunu ve emek sürecindeki iktidar ilişkilerinin

taşıyıcısı olduğunu ifade ettik. Öte yandan yine bu maddi

süreçler içerisinde teknik işçilerin de denetim-tasarım

faaliyetlerinden uzaklaştıkça daha da güvencesiz şartlara

itildiklerini, sınıf bağlamında konuşacak olursak da bir

proleterleşme sürecinin içinde olduklarını belirttik. Fakat

bu,meselenin emek süreci içerisindeki “iktisadi” boyutudur ve

bize sınıf analizi içinde çizgi altında kalan işçilerin

deneyimledikleri proleterleşme süreci doğrultusunda, prekarya

gibi ayrı bir siyasi-iktisadi özne oluşturmadıkları, aksine

“işçi sınıfı” ile yaşanılan ortaklıklar içinde ifade edilmeleri

gerektiği yönünde bir mesaj verir. Fakat aynı zamanda yazının

başındaki ontolojik tartışmada değindiğimiz üzere, iktisadi

belirlenimi öznenin belirlenimindeki ana kapsayıcı olarak alsak

da sınıfın siyasi-ideolojik-kültürel noktalarda da farklı

varyantlar oluşturabileceğini görmemiz gerekmektedir.Ancak bu

bakış açısı bize öznelliklerin belirleyici olmaya başladıkları

bir siyasetin kapısını da açabilir, ve yazının başında eleştiri

yönelttiğimiz eleştirel işletmecilik okulunun iktisadi noktayı

temele oturtmayan konumuna sürükleyebilir. Bu hataya düşmemek

için “özneye dair” olanın ne olduğu ve sınıf mücadelesi içinde

ne gibi bir konumu olduğu sorusu sorulmalıdır. Bu soruya

kapsamlı bir cevap vermek bu yazı çerçevesinde mümkün değildir,

fakat sınıfın önceden belirlenmiş bir iktisadi kategori olarak

anlaşılmasının sorunlu olduğu, onun yerine olmakta olan, oluşan

ve tam da bu sebepten ötürü oluşumunda siyasi-ideolojik-

kültürel olanın önem arzettiği söylenebilir. (Wood, 2001) Bu

yazı bağlamında önemli olan,maddi olarak ayrı bir orta sınıf

kategorisi içerisinde değil de proleterleşme süreci bağlamında

işçi sınıfı içerisinde tanımladığımız teknik işçilerin sınıf

konumlarının belirleniminde öznel konumlarının da analiz

edilmesi gerektiğidir.

Fakat bu noktada bir sorun daha karşımıza çıkar; o da siyasi-

ideolojik-kültürel olanın emek süreci içinde mi dışında mı

belirlendiği sorusudur. Her ne kadar siyasi-ideolojik olanın

gerçekleşme alanının herhangi bir maddi bir eylemin içinde ve

dışında olarak ayrıştırılamayacağını bilsek de, Burawoy bizlere

sadece emek sürecinin içerisinde gerçekleşen ve emek sürecinin

işleyişine dair olan siyasi-ideolojik ilişkilerden bahsetmiş;

sınıf üzerinde kurulan tahakkümün tam da bu “rıza” aracılığıyla

hegemonikleştiğine işaret etmişti (1985). Bu yazının gidişatını

da bu noktadan hareketle belirlemek gerekmektedir, zira yazıda

söz konusu olan teknik işçilerin içinde yer aldığı beyaz-

yakalı/kentli/teknik işlerde çalışan emekçi üzerinde genel

olarak etkili olan siyasi-ideolojik-kültürel süreçler ayrı ve

çok daha genel bir yazının konusu olabilir. Fakat burada önemle

belirtmek gerekir ki, bu emek süreci içindeki ve dışındaki

“özne” aslında birbirlerinden kopuk olan şeyler değil, tam da

birlikte işleyen ve de aslında sınıf-ötesi sosyolojik

analizlerde referans verilen öznel konumların iktisadi olan ile

birebir bağlantılı olduğu noktasına işaret eden bir

birleşimdir. Dolayısıyla burada emek sürecine dair sözü

edilecek olan özne bilinçleri hem emek sürecinin kendi özgül

yapısından beslenen, hem de hakim maddi ilişkiler sonucu ortaya

çıkan daha genel bir bilinçten etkilenen ve aynı zamanda onu da

etkileyen bilinç biçimleri olarak okunmalıdır.

Çizgi-üstü işçilerin emek süreci içerisindeki ayrıcalıklı

konumları, -her ne kadar basit bir emek sermaye çelişkisi

içerisinde ücretli emek kategorisi içerisinde bulunsalar da-

emek sürecinde sermaye adına emeğin denetimi ve yönlendirilmesi

işlevini yerine getiriyor olmalarından ötürü,çıkarları ve hakim

bilinçleri açısından sermayeyle, yani “yapımcı” ve “kanal” ile

ortaklaşır. Fakat emek süreci içerisinde emeğin denetimi

işlevinin yalnızca emek-süreci içerisinde zor ve rıza

kullanılarak, ya da daha özel kullanımıyla Friedman’ın

kategorize ettiği (1977) “sorumlu özerklik/doğrudan kontrol”

ile sağlanmadığını, maddi süreçlerle etkileşim içinde ortaya

çıkan ve yeniden üretilen hakim bir düşünüş biçimiyle de

oluşturulduğunu belirtmek gerekir. Bu düşünüş biçimi, iktisadi

olarak proleterleştiğini söylediğimiz teknik işçilerin siyasi-

ideolojik süreçlerle kendilerini çizgi-üstü işçilere ve

dolayısıyla sermaye iktidarına bağlamalarına ve işçi sınıfı

bilincinden uzaklaşıpişçi ve sermaye arasında bir ara konum

oluşturmalarına yol açar.O nedenle bu grubun sınıfsal

konumlarını siyasi-ideolojik konumlara bakarak yeniden düşünmek

gerekmektedir.

Öncelikle sektörde çalışmak isteyen teknik işçilerin (18-22

yaşından başlayarak),ister alaylı, ister okullu olsun,19 bu

sektörde çalışmak istemelerinin ardındaki temel motivasyonun

sektörün “zevkli, rutin olmayan, yaratıcı, bireyin kendini

ifade etmek için fırsat bulabileceği bir iş sunması” olduğunu

görüyoruz. Temel eğilim, hangi alanda uzmanlaşmak isteniyorsa o

alanın en alt kademesindeki teknik işten başlanıp “meslek

içerisinde işi öğrenme” ile o işin çizgi üstündeki konumuna

ulaşma isteğidir. Örneğin görüntü yönetmeni olmak isteyen

birinden kamera ya da ışık asistanı olarak işe başlaması, eğer

ilgili bir bölümde okuyorsa, deneyim kazanabilmek adına bunu

okulu bitmeden yapmaya başlaması ve kendine sektör içinde bir

“çevre” oluşturması beklenmektedir. Dolayısıyla burada okuldan

öte önem verilen, yapılan işin pratiği ve teknik işçinin

üzerindeki yaratıcı konumdaki “ustasından” öğrenebildikleri ve

onunla kurduğu bağlayıcı ilişkidir. Teknik işçi sektör

içerisinde bir devamlılık sağlamak ve yükselmek istiyorsa, yani

günün birinde kendisi de “yaratıcı ekip” içinde yer alıp, bunun

maddi rahatlığından da faydalanarak aslında işi tercih ederken

kendisini güdüleyen, ama teknik işçi olarak pek de ulaşamadığı

o sektörün “zevkli, rutin olmayan, yaratıcı, bireyin kendini

ifade edebileceği” konumuna gelmeyi hedefliyorsa, “ustasının”

dahil olduğu her yeni üretim sürecinde yanından eksik

etmeyeceği “çırağı” olmayı başarabilmelidir. Çok açıktır ki bu

emek süreci içerisinde farklı maddi ilişkiler içerisinde olan

19Sektörde herhangi bir okuldan mezun olma ya da olmama gibi temel özellikler pek aranmamakta, sektör içerisindeki birinin tavsiyesi diplomadan daha önemli görülmektedir.

iki kişinin ilişkisi, yani ezilenin ezene bağlanarak bir çeşit

ortaklık kurmasındaki temel,yanılsamalı altyapıdır.

Fakat bir devamlılık sağlama gereğinin bir sorun haline

dönüşmesinden önce, 18-22 yaşlarındaki bu teknik işçi adayının

kendisini bir şekilde “sektörün içine atması” gerekmektedir.

Bunun için sektörün içinden bazı tanıdıklara ihtiyacı vardır

çünkü daha önce de söylendiği gibi iyi bir CV ya da diplomadan

daha önemli olan “birinin önerdiği kişi” olabilmektir. Bu

bağlantıyı kurabilenler “şanslı” kişilerdir, kuramayanlar ise

“bu sektörde tanıdıksız iş bulunamıyor mu, onca okulu boşuna

mı okuduk, sırf tanıdıkları var diye vasıfsız bir sürü insan

doldu sektöre” biçiminde isyan edenlerdir. Burada önemle altı

çizilmesi gereken, hak ettiğini düşündüğü değeri kendisine

vermediği için sektöre karşı bir öfke biriktirmiş ama bir

yandan da kendini psikolojik olarak zayıf hissetmeye eğilimli

bir yedek işgücü ordusunun varlığıdır20. Yapılan bir

görüşmedeki şu ifadeler bu özne konumuna dair bir temsiliyet

oluşturabilir:

Önemli olan bir kere sektöre girmek. Ondan sonra herşey yoluna girer bence. Bütünarkadaşlarım da böyledüşünüyorlar zaten. Ben sadece bir şans istiyorum.Girmeye hazırım. Ondan sonra her şey yoluna girecek beninanıyorum.[…] Şu ana kadar bunu başaramadım. Budepresyon diyebileceğimiz bir şeye sebep oldu. Aslındaailem ve çevrem bana hep destek verdi. Ben egoist birideğilim ama özgüvenim çok yüksektir bana çevremdengelen destek sayesinde. Ama yine de bir şey yapamadığımiçin kendimi çok baskı altında hissettim. Bu bir

20Burada benzer beyaz yakalı işsiz özne ifadelerinin yer aldığı Bora vd. (2011) çalışmasına bakılabilir.

yılgınlık yarattı. Ama son zamanlarda daha pozitifdüşünmeye çalışıyorum (Öğrenci).21

Bu öğrencinin sözlerinden çıkarılabilecek ve yapılan diğer

görüşmelerde de sıklıkla dile getirilen husus sektöre bir kere

adımını atmayı başaran birinin yükselmesürecinin başladığına

dair algıdır. Fakat böyle bir algıya rağmen en alt kademeden en

üst kademeye biçiminde ifade edilebilecek yükseliş öyküsü

herkese kollarını açmış beklememektedir. Bunu

gerçekleştirebilmek,işçinin kendisini, beklenen “o” işçi

olarakkurmasına ve göstermesine, öte yandan sadece bir imaj

yaratmasına değil bir karakteri içselleştirmesine bağlıdır.

Dizi sektörü bunu gerçekleştiremeyen, “yenilip” sektörden

ayrılarak başka işlerde çalışmaya başlayan ya da “olduğu yerde

sayıp” sektöre girerken sahip olduğu “pembe” hayallerine

ulaşamayanlarla doludur.

Peki kimdir “o” ideal işçi, ondan kim olması beklenmektedir?

Yapılan görüşmeler, gözlemlenen setler, anlatılan başarı

hikayeleri ve bazı sosyal medya ortamlarındaki iş ilanları

karşımıza şöyle bir ideal tip çıkarır:

Reji ve sanat alanındaki teknik işler için kadın,prodüksiyon, görüntü, ses ve set teknik işler içinerkek, genç (30 yaş altı), az konuşan, sürekli birkoşuşturmaya müsait, kendisine yapacağı iş söylenilmedenyapan, çalışma saatlerine itiraz etmeyecek, üstündekikişinin yapmasını söylediği şeyi mantıksız dahi bulsabuna karşı çıkmayacak, fikrini söylemeyecek, yaptığıişin fiziki zorluklarına katlanabilecek (soğukta,tehlikeli yerlerde ya da aç bir şekilde çekim yapabilmekgibi), dakik, enerjik, çevresindeki kişilerle uyumlu.22

21Yaş:23, Erkek, görüşme tarihi ve yeri: 01.10.2012, Kadıköy/İstanbul 22Bu tanımlama yapılan görüşmeler ve gözlemlenen setlerde karşılaşılan ifadelerin birleştirilmesinden oluşmuş bir “ideal tipi” tanımlamaktadır.

Ana hatlarıyla böyle tarif edebileceğimiz kişi sektör

içerisinde devamlılık peşindeyse bu özelliklere sahip olmak

dışında pek şansı olmayan kişidir. Dolayısıyla bu tanımlamayı

kafasında meşrulaştırmaya ve içselleştirmeye ihtiyacı vardır.

Bu noktada söz konusu ihtiyaca karşılık veren ve vermeyen iki

karşıtdurumdaki işçilerin ifadeleri açıklayıcı olacaktır:

Firma beni bir çekime gönderdi. Daha önce ikiasistanımız ayrılmıştı oradan. Oraya gittim veprobleminne olduğunu anladım. Huysuz bir görüntü yönetmeni var,çok hızlı çalışmakla övünüyor. Birisi kendisiniyavaşlatırsa deliriyor adam. Kendi focuspuller’ı varyanında kendi yetiştiriyor. Böyle emir veren bir tip.Onu idare etmek için sakin olmak gerekiyor. […] Ayrıca,bu sektörde devam edebilmek için böyle şeyleri hiçumursamamak gerekiyor. Evet hümanizm tarafı birazsorgulanabilir ama aslında haklılar da, çünkü sana birşey öğretmeye çalışıyorlar. Onları dinlemen lazım(Kamera Asistanı).23

Gına gelmişti artık bu işten. Aslında bir hata yaptım.26-27 yaşında bir insanın işini bulmadan iştenayrılmaması gerekiyormuş. 6 ay işsiz kaldım. Ama yinede işten ayrılmanın doğru karar olduğunu düşünüyordumçünkü artık bıkmıştım. Sağlığım olumsuz yöndeetkilenmeye başlamıştı. Özel hayatın yok. Tanıştığınkızla buluşma şansın yok. Sevişmeye vaktin yok. Bazenoluyor günlerce duş alamıyorsun. İki-üç saat çişinitutmak zorunda kalıyorsun çünkü işi öylece bırakıpgidemiyorsun çünkü onu senin yerine yapabilecek kimseyok. Orada olman lazım. Her şey düzgünce düzenlenmişorganize edilmiş ve aslında o organizasyondan sorumluolan sensin reji asistanı olarak. Bir şey yanlış olursayönetmen gelir senin ağzına sıçar. Biri geç kalırsasana bağırır niye zamanında aranmadı diye. Set hazırdeğilse sebebini sana sorar. Lafın kısası, geçtiğimizsene üstümdeki asistanla atıştım, benim yetersizolduğumu düşünüyorlardı çünkü, ama aslına bakarsanyeterli olmak da mümkün değil zaten. O yüzden sektörde

23Yaş 25, Erkek, görüşme tarihi ve yeri: 30.01.2012; Beşiktaş/İstanbul.

çok fazla sirkülasyon olduğunu düşünüyorum zaten. Herneyse, ben ayrılıyorum dedim(Yönetmen Asistanı).24

Bu iki zıt örneğin karşılaştırmasından ilerlersek, sektör

içerisinde devam edip “kazananların” yani sektörde kalmayı

başarıp çizgi üstüne terfi edebilenlerin inandığı ve anlattığı

hikaye, “yönetmen asistanı”nın“sektörde tutunamaması”nınbu işe

yeterince tutkuyla bağlı olmamasından kaynaklandığının altını

çizmektedir. Şu örnekte bunu görebiliriz:

Benim bir tezim var. Bu işi tutkuyla sevmeyen bu iştebaşarılı olamaz. Ben bu işten nefret ederek yapaninsanlar gördüm, ama ekonomik sıkıntılarından ötürüyapmak zorundaydılar. İsteksizce ve herhangi bir sevgibeslemeden yapıyorlardı bu işi. Bazıları zorunluluktan,bazıları alıştıkları için devam ediyorlardı. Ya dabilirsin bu iş biraz gösterişli bir iştir, çekici birtarafı vardır. O yüzden buna dayanabilenler var;bazılarıysa dayanamıyor. Başka bir iş bulunca ayrılmakisteyenler var. Benim eskiden bir asistanım vardı şimdiKadıköy’de bir barda çalışıyor, biri de öğrenciydi,eğitim masrafını çıkartmak için çalışıyordu. SonundaKPSS sınavından başarılı oldu, öğretmenlik yapıyorşimdi. Yani anlayacağın bu işin temel meselesi tutku(Görüntü Yönetmeni/Işık Asistanı).25

Bu örnek dahilinde sinemaya dair tutkusuz olduğu söylenen ve bu

nedenle bu zor şartlara dayanamadığı iddia edilen kişinin, yani

yönetmen asistanının şu ifadeleri ise bu bağlamda eksik olanın

“tutku” olmayabileceğine dair dikkate değer başka bir nokta

sunar:

Şimdi bankacı oldum ama sinemadan hala vazgeçmedim.Geçemem zaten. Yani ben öyle işleri seviyorum. Birşeyler yaratmak. Şu an yazarak gideriyorum mesela o

24Yaş 27, Erkek, görüşme tarihi ve yeri: 06.11.2011; Kızılay/Ankara25Yaş 45, Erkek, görüşme tarihi ve yeri: 16.03.2011; Kızılay/Ankara

isteğimi. Günün birinde geri dönerim herhalde sektöreama ne zaman bilmiyorum (Yönetmen Asistanı).26

Öte yandan bu iki çatışan konum arasında emek sürecinin

özneleştirme sürecine tabi olan ama yine de bunu kamera

asistanının ifade ettiği biçimde bir zorunluluk olarak değil

“katlanılması gereken güçlükler” olarak ifade eden bir ara

konumdan da bahsetmek gerekir. Bu sektör içerisinde çalışmaktan

başka bir iş düşünmediğini, hatta işletme öğrencisi olmasına

rağmen, üniversite diploması alacağı işi yapmayıp, günün

birinde kendi filmlerini çekebileceği noktaya kadar

sabredeceğini söyleyen kişi yine de içinde çalıştığı koşullara

ve yapmak zorunda olduğu işe tepkisel yaklaşabilmektedir:

Bir keresinde çok hastaydım. Nevşehir’de iki kişiydik.Bir teknisyen bir boom operatörü. Normal olarak benimişi bırakıp doktora gitmem lazım. Elim kolum bağlı.Üstüme bir şey diyemedim. Aslında onun da yapacağı birşey yok çünkü işin bir şekilde yapılması lazım. Aslındaböyle olmaması lazım. İşin bir şekilde paylaşılmasıgerek. Dediğim gibi elim kolum bağlı, çalışmaya devamettim. Bir keresinde de bir arkadaşım hasta olmuştu.Öksürüyor, ağzından kan geliyor adamın. Bu durumda bileİstanbul’a geri dönemedi. Adana’da çalışıyordu. İki günAdana’da dinlendi, çalıştığı yerde, sonra çalışmayadevam etti.Daha dün oldu işte. Kar yağıyor, hava eksibilmem kaç derece, saat 1 olmuş hala çekimyapıyoruz(Ses Teknisyeni).27

Bunun üzerine yanında bulunan boom operatörü de ekler: “İşte

böyle zamanlarda niye çalışıyorum ki ben diyorsun. Yani

ölsen... Hiçbir şey yok elinde, hayallerinle birlikte

ölüyorsun” (Boom Operatörü).28

26Yaş 27, Erkek, görüşme tarihi ve yeri: 06.11.2011; Kızılay/Ankara27Yaş:24, Erkek, görüşme tarihi ve yeri: 01.02.2012; Taksim/İstanbul28Yaş:24, Erkek, görüşme tarihi ve yeri: 01.02.2012; Taksim/İstanbul

Bu noktada şu ana kadar seslerini dinlediğimiz emekçilerin

ifadelerinden karşımıza kabaca üç temel ifade biçiminin

çıktığını söyleyebiliriz. Örneğini kamera asistanı olarak

sunduğumuzbirinci durumda işçi, sektörün katı ve disiplinli

yapısını içselleştirir ve bunu sektörün doğasıyla ilişkili ve

kendisinin bir şeyler öğrenebilmesi için gerekli görerek

meşrulaştırır. Bu kişinin bir çekim esnasında gözlemlediği, bir

durum karşısında şikayetçi olandiğer emekçi arkadaşlarına

bakışı ise karşımıza şu ifadelerle çıkar:

Setle ilgili kötü olarak anlatılan şeylerin ben birazabartı olduğunu düşünüyorum. Çünkü insanların isyanettiği durumlarda benim isyan etmediğim çok oldu yani.Çünkü yani bu işin doğasında bu olduğunu kabullendin.Çok angarya bir şey varsa isyan edilir ama işindoğasında olan şeylere çok isyan etmeye gerek yok. 30yıl olmuş hala isyan eden adam var. Orospu ağızlıçünkü. Laf yani. Birilerini gaza getirip işi yapmakistemiyor anladın mı? O anı kurtarmak istiyor. Tabi çokinsan var böyle. Her yerde var. Onların gazınagelmeyeceksin (Kamera Asistanı).29

Dolayısıyla burada örneğini gördüğümüz bu özne konumunun en

azından verili koşullarda kendini belirli bir isyan etme

potansiyeliyle örmediğini, daha çok üzerindeki muktedirin

diliyle konuştuğunu iddia edebiliriz. Fakat örneğini sunduğumuz

bir diğer özne ise çok sevdiğini ve günün birinde geri dönmek

istediğini söylediği işinden ayrılacak, çok da sevmediği halde

bankacılık yapmaya başlayacak konuma gelmiştir. Burada üçüncü

bir özne konumu olarak söz edebileceğimiz bir diğer konum ise

sektörün “tutku, farklılık, yaratıcılık, kendini ifade etme”

gibi özelliklerinin etkisinde olan, ama yine de var olanı

29Yaş 25, Erkek, görüşme tarihi ve yeri: 30.01.2012; Beşiktaş/İstanbul

olduğu biçimiyle kabul etmeyen, bunlara ses çıkaran, ses

çıkaramadığı yerde ise idare etme taktikleriyle30 bunlarla başa

çıkmaya çalışarak hayallerini gerçekleştirmek istediği seviyeye

ulaşmaya çabalayan bir konumdur.Sözü edilen son iki konumun

siyasi-ideolojik olarak kendini sermaye-yaratıcı emek

ortaklığının hegemonyasının tamamen dışında gördüğünü iddia

etmek elbette mümkün değildir. Sektörün çalışma şartlarına

dayanamayıp sektörden ayrılan işçilerin bir örgütlülük

bilinciyle yaygın bir şekilde işçi sınıfı mücadelesi içerisinde

kendilerini ifade etmediklerini, aksine görece daha güvenceli

işleri tercih ederek (yukarıda örneğini gördüğümüz üzere

öğretmenlik, bankacılık gibi) o işin “görece güvenceliliği”nden

kaynaklı başka bir düşünüş biçimi üzerinden emek sömürüsüne en

azından maddi ilişkiler bağlamındauyum sağladıklarını

görebiliriz. Ya da üçüncü özne konumu olarak örneklendirilen

“karşı çıkma ama yine de bir şekilde sektör içerisinde devam

etme” ile özetlenebilecek konumun maddi ilişkiler bağlamında,

hakim düşünüş biçimine tabi olmuş ilk özne konumundan pek de

farklı olmadığını söyleyebiliriz. Bununla birlikte sınıfı bir

oluşum olarak değerlendirip bu öznelliklere dikkat etmeksizin

bu kişileri, mavi yakalılardan emek süreci içerisindeki

potansiyelleri bakımından ayrılan bir iktisadi-siyasi özne

olarak değerlendirmek yanlış olacaktır.Zira böyle bir

değerlendirme hem yukarıda uzunca tartışılan proleterleşme

sürecini görmezden gelmek anlamına gelir. O nedenle bu

çatışmanın çözümüne sınıfı bir yapı değil bir oluşum,

öznellikler üzerinden olmakta olan ve sınıfın bilincinin oluşma

süreci içerisinde bir karşı-hegemonya olasılığıyla şekillenen30Bkz. De Certau (2009).

bir ilişki olarak kavramlaştırmakla ulaşılabilir.Bu noktada

sınıfıThompson’a referansla bir ilişki, süreç ve oluşum olarak

ele alanWood’un sınıfı “bilinçli bir siyasal güç yapan belirli

bir bilinç ya da örgütlülük düzeyiyle özdeşleştirmek”

yerine“dikkatimizi daha çok, öyle bir güç haline gelme ya da

kendini öyle bir güç haline getirme sürecindeki sınıfa

odaklanmamız gerektiği” yönündeki uyarısını hatırlamakta yarar

vardır (Wood, 2001:111) Tam da bu noktadan hareket eden bir

yaklaşım yukarıda sözü edilen teknik işçilerin “algılarında ve

ifadelerinde” böyle bir potansiyeli yakalar ve onu proleteryaya

karşı prekarya gibi sorunlu kullanımlarda olduğu üzere31ayrı

bir konumunda değil, siyasi bir süreçle birlikte kurulacak

potansiyel bir “proleterya” olarak kurgular. (Candeais, 2007)

Yazının başındaki ontolojik-epistemolojik tartışma üzerinden

yeniden ifade edecek olursak, yeni bir yapısal gerçeklik olarak

bir “prekarya” ya da bir orta sınıf tabakasından bahsetmek

yerine, yapısal gerçekliğin işlediği bir mekanizmanın

içerisinde o yapıyı da yeniden üreten ve tam tersi bir bakış

üzerinden yeniden üretmeme, yerine başka bir şey koyma

potansiyeline de sahip olan bir özneden bahsetmek daha anlamlı

olacaktır.

d) Sonuç Yerine

Teknoloji, kültür ve bilgi gibi faktörlerin kapitalist

ilişkiler içinde metalaştırılmasıyla birlikte karşımıza

“kol”dan öte yetenek, duygu, bilgi kullanması gereken, yani

daha genel bir tanımlamayla bir “nesne” olmaktan öte kendi

“özneliğiyle” var olan,bir “ücretli emek” grubu ortaya31Bu kullanımın bir eleştirisi için bkz. Oğuz (2011)

çıkmıştır. Hatta hakim bir eğilim olarak, mavi yakalı emeğin

bile bu tip bir “özneleşme” süreciyle birleşmesi kaçınılmaz

olarak görülmektedir. Özneleşme durumu bir kez maddi

gerçeklikle yani emek-sermaye çelişkisiyle aynı “gerçeklik”

seviyesinde algılandığında, bütünleştirici bir kavram olarak

sınıf kendini çoğul öznelere bölünmüş olarak bulur. Oysa ki,

kapitalizme içkin yapısal problemlerin derinleşmesiyle

Marksizm’in ikili sınıf kavramlaştırmasını yeniden düşünmemiz

gerekir. Bu doğrultuda, özneleşme süreçlerinin emek-sermaye

çelişkisinden kaynaklı maddi sömürü ilişkilerinin üzerini

örtmeye yarayan bir paravan işlevi gördüğünü tespit edersek,

sınıfı emek sürecindeki “özne konumundan” farklı bir gerçeklik

seviyesinde düşünmüş oluruz. Öte yandan bu sınırlı bir

tespittir; maddi ilişkilerin ücretli emekçilerin bilincindeki

yansımasınıda kavramak; her şeyden evvel maddi gerçekliğin

önünde bir paravan görevi gören öznellikleri yıkmak-dönüştürmek

için gereklidir. İlki iktisadi bir kategori olarak sınıfı ana

belirleyen olarak kurarken, diğeri siyasi-ideolojik bir

kategori olarak ilk ayrımın altında kurar. Sınıfı bu şekilde

bir ilişkisellikten oluşan bir kategori olarak algılama

noktasına geldiğimizde ise hem emek süreci içinde yeniden

üretilen denetim/tahakküm/hegemonya ilişkilerine bağlı olarak,

hem de emek sürecini de kapsayan çok daha genel kültürel

siyasal süreçler bağlamında sınıfın sınıf olma halini nasıl

“deneyim”lediği (Thompson, 2004) sorusunu sormuş oluruz. Bu da

sınıf içinde farklı özne konumlarının ortaya çıkması anlamına

gelmektedir. Bu öznel konumlar ücretli emekçileri kapitalist

üretim ilişkilerinin devamını sağlayacak deneyim ve düşünce

biçimleri ile ait oldukları sınıfın maddi çıkarlarından

uzaklaştırabilirler. Ancak bu net bir uzaklaşma ya da

yakınlaşma hali değil, sürekli devam eden (Ollman, 2006:44) ve

her daim içinde bulunulan bir gerilim, mücadele durumudur. Bu

noktada Gramsci’nin aşağıda işaret ettiği gibi birbirlerinden

özne konumları bakımından “farklı” ve “mesafeli” olanların bir

bütünlüğe ulaşması anlamındaki “tarihsel oluş” halinden ya da

böyle bir potansiyelden söz edebiliriz. Bu da kaçınılmaz bir

biçimde karşı-hegemonik bir siyasal mücadele hattını

oluşturmayı ve dolayısıyla sınıfın “yapısal” olarak ne olduğunu

değil, ne oluyor olduğu/ne olabilecek olduğu sorusunu

sormayıgerekli kılar:

O halde, teori ve pratiğin birliği, verili bir mekanikesas değil, aksine başlangıç ve ilkel halini “fark”,“mesafe” gibi, içgüdüsel bir bağımsızlık duygusubiçiminde barındıran, ve; dünyaya gerçek ve bütünolarak hakim olabilecek tutarlı ve bütüncül birkavramsallaştırmayı geliştirene kadar devam edentarihsel bir oluştur (Gramsci’den aktaran Cox, 1998:8).

Dizi sektöründeki sınıflar arası maddi çelişkiler olabildiğince

derinleşmiştir. Dizilerdeki teknik işçilerin sermaye cephesi

tarafından yaratıcı işçiler aracılığıyla sömürülüyor ve

eziliyor oldukları, şu ana kadar anlatıldığı üzere oldukça

aşikar bir tablo olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada farklı

özne bilinçleri bu sömürüye normalleştirerek tabi olmakta ya da

onu reddetmekte/ya da idare etmektedir. Bu farklı özne

konumları arasında maddi gerçekliğin yani sınıfların bir

siyasi-ideolojik savaşı vardır. Sermaye siyasi-ideolojik

stratejileriyle, yani yaratıcı emekçiler üzerinden ilerleyen

bir yönetim-denetim mekanizmasıyla teknik işçileri kendi sınıf

çıkarına tabi kılmaya çalışmaktadır. Bu da yaratıcı işçi ile

teknik işçi arasındaki ayrımı hem bu konu dahilinde, hem de

genel olarak ücretli emek tartışması ve sınıf oluşumunun

anlaşılmasında önemli kılar.

Kaynakça:

Alvesson, M., &Willmott, H. (2002). Identity regulation asorganizational control: Producing the appropriateindividual. Journal of management studies,39(5), 619-644.

Bhaskar, R. (2008). A realist theory of science.Taylor & Francis.

Bora, T., Bora, A. N.ErdoğanveÜstün, İ.(2011)“’BoşunamıOkuduk?’ Türkiye’deBeyazYakalıİşsizliği”İletişimYayınlar, İstanbul, 2011

Braverman, H. (1975) Labor and monopoly capital; thedegradation of work in the twentieth century, New York: MonthlyReview Press

Burawoy, M. (1985). The politics of production: Factory regimes undercapitalism and socialism (pp. 58-99). London: Verso.

Candeias, M. (2007) “Unmaking and Remaking of Class The“Impossıble” Precarıat Between Fragmentatıon And Movement”,http://www.rosa-luxemburgclub.de/fileadmin/rls_uploads/pdfs/Policy_Paper/pp-3-09_Candeias.pdf

Candeias, M. (2009) “Double precarisation of labour andreproduction –Perspectives of expanded (re)appropriation” inhttp://www.rosalux.de/fileadmin/wgdw_uploads/Double_precarisation.pdf

Castel, R. (2003). From manual workers to wage laborers: transformation ofthe social question. Transaction Publishers.

Christopherson, S. (2008). Beyond the Self-expressive CreativeWorker An Industry Perspective on Entertainment Media. Theory,culture & society, 25(7-8), 73-95.

Cox, L. (1998) “Gramsci, movements and method: the politics ofactivist research”Paper to 4th "Alternative Futures and PopularProtest" conference Manchester Metropolitan University

DeCertau, M. (2009) “Gündelik Hayatın Keşfi-1” (Eylem,Uygulama, Üretim Sanatları)” çev. Lale Arslan Özcan, ‘L'inventiondu quotidien. Vol. 1, Arts de faire'  Ankara: Dost

Ercan, F. (2005). Para ve kapitalizm. İstanbul: Devin Yayıncılık.

Flores, F., & Gray, J. (2000). Entrepreneurship and the wired life: Workin the wake of careers. Demos.

Friedman, A. L. (1977). Industry and labour: class struggle atwork and monopoly capitalism (pp. 31-21). London: Macmillan.

Hardt, M. veNegri, A. (2004) Çokluk, çev: BarışYıldırım,İstanbul: AyrıntıYayınları

Lazzarato, M. (2006) “Immaterial Labor”, Virno, P. VeHardt, M.(der) Radical Thought in Italy: A Potential Politics (Theory Out Of Bounds içinde,Univ Of Minnesota Press; 1 edition (October 5, 2006)

Leadbeater, C., & Oakley, K. (1999). The Independents: Britain's newcultural entrepreneurs. Demos.

Littler, C. R. (1990). The labour process debate: a theoreticalreview 1974-1988.Labour process theory, 46-94.

Littler, C. R., &Salaman, G. (1982).Bravermania and beyond:recent theories of the labour process. Sociology, 16(2), 251-269.

Manning, S., &Sydow, J. (2007). Transforming creative potentialin project networks: how TV movies are produced under network-based control. Critical Sociology, 33(1-2), 19-42.

Marx, K. (1997). Kapital I, Çev. AlaattinBilgi), Das Kapitalvol.1,. Ankara: Sol Yayınları.

O'Doherty, D. veWillmott, H. (2001) “Debating Labour ProcessTheory: TheIssue of Subjectivity and the Relevance ofPoststructuralism”; Sociology, Volume:35, Issue02, May 2001 ,pp 457-476

O'Doherty, D. and Willmott, H. (2009) “The Decline of LabourProcess Analysis and the Future Sociology of Work”; SociologyOctober 2009 vol. 43 no. 5 931-951

Oğuz, Ş. (2011)TekelDirenişininIşığındaGüvencesizÇalışma/Yaşama: Proletaryadan“Prekarya”yamı?,MülkiyeDergisisayı: 271

Ollman, B. (2006) DiyalektiğinDansı: Marx’ınYöntemindeAdımlar,çev. CenkSaraçoğlu Dance of Dialectics: Steps in Marx,YordamKitap

Özuğurlu, M. (2010). “TEKEL Direnişi:SınıflarMücadelesiÜzerineAnımsamalar”, GökhanBulut (der.) TEKELDirenişininIşığındaGelenekseldenYeniyeİşçiSınıfıHareketi, Ankara: Nota Bene

Papadapoulos, D., Stephenson, N. and Tsianos, V. (2008) EscapeRoutes: Control and Subversion in the 21st Century , PlutoPress

Putnam, R. D. (1995). Bowling alone: America's declining socialcapital.Journal of democracy, 6(1), 65-78.

Sayer, A. (2000). Realism and social science. SAGE PublicationsLimited.

Smith, C., ve Thompson, P. (1998).Re-evaluating the labourprocess debate.Economic and Industrial Democracy, 19(4), 551-577.

Thompson, E. P. (2004). İngilizİşçiSınıfınınOluşumu, Çev. UygurKocabaşıoğlu, “The Making of the English Working Class” İstanbul:BirikimYayınları,

Thompson, P. (2010). The capitalist labour process: Conceptsand connections. Capital & Class, 34(1), 7-14.

Thompson, P. and Vincent, S. (2010) “Labour process theory andcritical realism.”Thompson, P. ve Smith, C. (der.) “WorkingLife: Renewing Labour Process Analysis. Critical Perspectiveson Work and Employment” içinde, Houndmills: PalgraveMacmillan, , pp. 47-69.

Ursell, G. (2000). Television production: issues ofexploitation, commodification and subjectivity in UK televisionlabour markets. Media, Culture & Society,22(6), 805-825.

Wittel, A. (2004). Culture, labour and subjectivity: For apolitical economy from below. Capital & Class, 28(3), 11-30.

Wood, E.M. (2001) İlişkiveSüreçOlarakSınıf, Praksis (l) 2001,92-119.