BEDEN EĞİTİMİ VE SPOR ALANINDA BİR BİBLİYOGRAFYA DENEMESİ (1923-1938 )
Emek Süreci Analizinden Sınıf Tartışmasına Bir Yol Denemesi: Türkiye'de Özel Televizyon...
Transcript of Emek Süreci Analizinden Sınıf Tartışmasına Bir Yol Denemesi: Türkiye'de Özel Televizyon...
EMEK SÜRECİ ANALİZİNDEN SINIF TARTIŞMASINA BİR YOL DENEMESİ:
TÜRKİYE ÖZEL TELEVİZYON DİZİLERİNİN ÜRETİM VE EMEK SÜRECİNDE
SINIFSAL İLİŞKİLER
ÖZ
Bu çalışma Türkiye özel televizyonlarının en ilgi gören
ürünlerinden biri olan televizyon dizilerinin emek sürecine
yoğunlaşmakta ve temel veri olarak bu süreçte görev alan/almış
kişilerle yapılan derinlemesine mülakat ve dizi setlerinde
yapılmış olan yerinde gözlemlerde elde edilen sonuçları
kullanmaktadır. Çalışmanın amacı, “bilgi toplumu”, “maddi
olmayan emek”, “enformasyon çağı”, vb. adlandırmalarla ilintili
olarak, bilgi yoğun sektörlerdeki emekçileri “ayrı” bir
toplumsal politik özne olarak tanımlayıp “emek-sermaye”
çelişkisinden kaynaklı toplumsal gerilimin ötesinde ara bir
konumda “orta sınıf” olarak düşünmeye meyleden
kavramsallaştırmaların bir eleştirisini sunmaktır. Bunu
yaparken sınıfın nesnel durumu ile bireylerin öznel toplumsal
konumları arasındaki gerilimi ilişkisel bir çerçeveden okuyan
bir literatüre dayanarak sınıfın, yalnızca iktisadi bir yapıya
işaret etmenin ötesinde siyasi-ideolojik gerilimlerden de
etkilenen ve bu farklı belirleyenlerin ilişkiselliği üzerinden
kurulan bir tarihsel özne olduğu fikri ileri sürülecektir.
Anahtar sözcükler: emek süreci, prekarya, orta sınıf, işçi
sınıfı, ilişkisel yaklaşım
ABSTRACT
Thisworkfocuses on thelaborprocessesof
onethemostappreciatedproducts of theTurkishprivatetelevsions,
namely, televisionseries, andusesthe main data collectedfrom
in-depth-interviews done withtheworkersthathavetakenpart in
thisprocess as well as participantobservations in
theproductionsets. Theaim of thiswork is
tocriticizeapproachesthatconsiderthelabor in theknowledge-
intensivesectors as a “separate”
socialandpoliticalsubjectbeyondtheboundaries of thelabor-
capitalconflict. Whiledoingthis, it claimsthatthe “classes” are
not merelyeconomicstuructures but
theyarealsoaffectedbypoliticalandideologicaltensions, relying
on a
literaturethatanalyzesthetensionbetweenobjectiveclasspositionsa
ndsubjectivesocialpositions in a relationalway.
Keywords: laborprocess, precariat, newmiddleclass,
workingclass, relationalapproach
Giriş:
Bu çalışma Türkiye özel televizyonlarının en ilgi gören
ürünlerinden biri olan televizyon dizilerinin emek sürecine
yoğunlaşmakta ve bu süreçte ortaya çıkan sınıf konumlarını
analiz etmeyi amaçlamaktadır. Söz konusu analiz dört ana
bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde çalışmanın teorik çerçevesi
çizilmekte ve bilgi ve kültür üretiminin yoğun olduğu
sektörleri tanımlamak için ortaya atılan, “bilgi toplumu”,
“maddi olmayan emek”, “enformasyon çağı”, vb. adlandırmaların
sınıfsal bir perspektiften eleştirisi sunulmaktadır.
“Öznelliğin” daha fazla ön planda olduğu bu emek süreçlerinin,
kapitalist emek sürecinin nesnel gerçekliğini oluşturan emek-
sermaye çelişkisini önemsizleştirip öznellikleri ön plana
çıkarması, emek ve sermaye arasında bir ara konuma işaret eden
toplumsal bir özne olup olmadığı sorunsalını ortaya
koymaktadır. Emek-sermaye çelişkisinin, yani sermaye ve işçi
sınıfının ana nesnel gerçeklik ekseni olduğu iddiası üzerinden
ilerleyen ilk bölüm, Türkiye’deki dizi üretiminde dizi
işçilerinin öznelliklerine bakmadan önce bu nesnel gerçekliğin
ana çatı olarak kurulmasının önemini ortaya koyacaktır.
Yazının ikinci bölümü ise ilk bölümde ortaya konan nesnel
koşullar çerçevesinde setlerde yapılan gözlemleri
“güvencesizlik” literatürü ile açıklamaktadır. Bu bölümün
iddiası, üretimin organizasyonundaki sermaye stratejileri
nedeniyle emek gücünün iki parçaya ayrıldığı, işin daha çok
tasarım ağırlıklı yönünü gerçekleştiren emek gücü sermaye ile
çıkar ortaklığı sağlarken, işin daha teknik ve uygulama kısmını
üstelenen emek gücünün gitgide güvenceden yoksunlaşarakişçi
sınıfının maddi koşullarına yaklaştığıdır.
Üçüncü bölümde ise, ilk bölümde bir sorunsal olarak ortaya
konan nesnel koşullar karşısındaki işçi öznelliği meselesine
setlerden yapılan mülakatlardan alıntılar ışığında yaklaşılacak
ve sınıf oluşumunun yalnızca iktisadi dolayımlar ile değil
siyasi-ideolojik konumlarla da anlaşılması gerektiği ortaya
koyulacaktır. Bu bağlamda nesnel koşullar altında bir “sömürü”
ilişkisi içerisinde kurguladığımız teknik işçilerin siyasi-
ideolojik bilinç düzeylerinde kendilerini mutlak suretle
sömürülen işçi olarak görmediklerini, ama bu şekilde bir
bilince siyasal mücadele ve süreçlerin sonunda evrilebilecek
bir bilincin de taşıyıcısı oldukları iddia edilecektir. Bu da
sınıf tartışması yapılırken üzerinde durulması gereken bir
nokta olarak ortaya koyulacaktır.
a) Üretim ve Emek Sürecinde Öznelci Analizden Yeniden Sınıfa
Dizi üretimi gibi “kültürel ürünler”in üretimi çerçevesinde
emeği ana eksene alarak ilerleyecek bir tartışmaya sınıfsallık
kavramının maddi gerçekliğini alıp onu daha esnek bir yere
sürükleyen “maddi olmayan emek” tanımlamasının bir
eleştirisiyle başlamak anlamlı olabilir. Çünkü, dizi ürününün
maddi olmayan bir ürün oluşu (söylemler ve göstergeler
üretmesi) maddi olmayan emek tezi dahilinde bir
kavramsallaştırmayı gerektiriyor gibi gözükse de, bu tezin
emek/sermaye çelişkisini temel bir belirleyen olarak almak gibi
bir gayede olmaması, onun yerine emek sürecindeki özneleşme
biçimlerini merkeze koyması bu kavramsallaştırmanın bir
eleştirisini mecbur kılıyor.
Maddi olmayan emek tanımlamasının en temel argümanı, bilgi ve
kültürel meta üretiminin “maddi üretim” ile
karşılaştırıldığında daha baskın bir konuma gelmiş olması
(Hardt ve Negri, 2004:123), hatta maddi emek isteyen işlerin
içerisinde dahi artan bilgi ve kültürel faaliyetin üretim ve
emek sürecinin yapısını ve işçiye dair tanımlamayı değiştirmiş
olduğudur. (Lazzarato, 2006: 133) Bu argümana göre “yeni emek
süreçlerinde”1 üretim ilişkilerinde hakim olan nesnel bir
tanımlamanın yapılması zorlaşmakta, “kitlesel entelektüellik”,
“bilgi gereksinimi”, “kültürellik”, “değer verme”, “el yerine
aklı kullanma” gibi “yeni” ihtiyaçlar üzerinden “yeni” bir
işçiye ihtiyaç duyulmaktadır. Bu işçinin tanımlanışında ise
nesnel tanımlama yerine her işin özel ihtiyacı karşısında
işçinin “öznelliği” ön plana çıkartılmış, emek ve üretim süreci
yönetim ve iletişim faaliyetleri açısından da “öznelliğin
işletmeciliğine” dönüştürülmüştür. Böylece çok daha basit bir
ifadeyle üretim ilişkilerine baktığımızda “sınıfları” değil
“özneleri” görmeye başlıyor olduğumuza dair bir argümana
ulaşılmıştır (Lazzarato, 2006:135).
Kendine bu ve benzeri “özneleşme” süreçlerini2 teorik zemin
olarak alan bir literatürden bahsetmek çalışmayı bu noktadan
hareketle bir adım daha ileri taşıyabilir. Eleştirel
İşletmecilik Çalışmaları3 olarak adlandırılan bu literatür,
Braverman’ın (1975) Taylorizm’i inceleyerek ortaya attığı
“nesnel” üretim ve emek sürecinin günümüze dair açıklama yapma
kapasitesini yitirdiğini söyleyerek, Burawoy’un işaret ettiği
(1985) fabrikalara özgü emek süreçlerinisınıfsallığından
kopararıpMarksist bağlamından uzaklaştırmaktadır. Başka bir
deyişle, bu çalışmalar, Burawoy’un fabrikalardaki öznellikleri
sınıflar arası nesnel sömürü zeminindeki hegemonik ilişkiler
çerçevesinde okuyor olmasını, yani özel fabrika rejimlerinin
1Burada “yeni” ilekastedilen, temelolarakPost-Fordist ve esnek uzmanlaşma olarak ifade edilen emek süreçlerinin “eski”den bir kopuşa işaret ediyor olmasıdır.2Duygusal emek, duygulanımsal emek, bilgi toplumu, endüstri sonrası toplum, enformasyon çağı, ağ toplumu vb.3Critical Management Studies, genel bir bakış için bkz. Alvesson ve Wilmott (2002).
aslında sermayenin emeğin rızasını örgütleme stratejilerinden
biri olduğu yönündeki argümanınıgöz ardı etmektedir.Bu
literatürde üretim ve emek sürecine dair argüman, yukarıda
maddi olmayan emek tezinin temelini oluşturduğu üzere, işin
artık nesnel konumlara işaret etmediği, her işin kendisinin
ayrı dinamikleri olduğu, dolayısıyla her işin kendi içindeki
“öznel” politik güç ilişkilerine göre incelenmesi
gerektiğidir.4Dolayısıyla burada artık sermaye/emek
çelişkisinden kaynaklanan gerilimlerin kurduğu ana çerçeve ve
onun içinde işleyen öznel tahakküm ilişkileri değil, üretim ve
emek süreci içerisinde yer alan öznelerin birbirleriyle
kurduğu, içinde toplumsal özne kategorilerinin temsil edildiği
ve büyük bir teori ekseninde anlaşılamayacak tikel üretim ve
emek süreçleri söz konusudur. Bu tür bir yaklaşımla buçalışma
çerçevesinde irdelenen alana bakıldığındaher dizi setinin
kendine ait dinamikleri olduğu, setler arasında belirli
ortaklaşmaların sağlandığı noktaların toplumdaki tahakküm
ilişkilerinden kaynaklı siyasi-ideolojik eğilimler ve emek
sürecinin özgün yapısından kaynaklı iktidar ilişkileri,
özneleşme süreçleri olduğu söylenecektir. Dolayısıyla eleştiri
bütün bu ilişkilerin içinde yer aldığı nesnel süreçlere değil,
parçaların kendisine yöneltilir.
Güncel tartışmalara da değinilip sunulan teorik çerçeveyi biraz
daha genişletmek için tartışmanın eksenini pek dolandırmadan,
Marx’a geri dönerek, eleştirel gerçekçi bir üretim ve emek
süreci analizinin sonucundaüretim ve emek süreci öznel
4Bu literatür için özellikle bkz. O’Doherty ve Willmott(2001; 2009); Littler ve Salaman (1982).
faktörlerle parçalandıkça işçinin de özneleştiği
gösterilebilir. Marx’ın kategorileri içerisinden bakıldığında,
dizi üretim sürecinin, günümüzde baskın olmaya başladığı
söylenen zanaat/sanat/bilgi/kültür, yani öznellik içeren üretim
biçimlerinde olduğu gibi, parça başı iş olarak tasarlandığını
söyleyebiliriz. Marx’a göre, emek-zamanının değil de, parçanın
kendisinin “değeri belirlediği” üretim biçimleri, aynı ürünü
farklı şekilde ve zamanda üreten farklı “gruplar” ortaya
çıkaracak, bu da sermayenin kullanacağı bir durum haline
gelecektir. Bugün bu biçim, hakim esnek birikim modeli
içerisinde en net ifadesini taşeronlaşma olarak bulmaktadır.
Dizi üretimi içerisinde de durum farklı değildir, ürettiği
diziyi yayına sokmak için sıraya girmiş bekleyen birçok yapımcı
bu alanın taşeron firmalarını oluşturmaktadır. Bu noktada
Marx’ınsözlerine geri dönecek olursak, sözüedilen sürecin
“işçiler arası farklılıklara” nasıl neden olduğu görülebilir:
Zamana göre ücrette birkaç istisna dışında, aynı tür işiçin aynı ücret ödendiği halde, parça-başı ücrette,emek-zamanının fiyatının belli miktarda ürün ileölçülmesine karşın, günlük ya da haftalık ücret,emekçinin gösterdiği bireysel farklılıklara göredeğişir; emekçilerin bazısı belli bir sürede ancakasgari miktarda iş çıkardığı halde, bir başkasıortalamaya ulaşır, bir üçüncüsü ise ortalamanın üstüneçıkar. Bu nedenle, burada, fiilen ele geçen ücret,bireysel emekçilerin gösterdikleri hünere, kuvvete,güce, dayanıklılığa vb. bağlı olarak büyük değişmelergösterir.Kuşkusuz bu durum, sermaye ile ücretli-emekarasındaki genel ilişkileri değiştirmez. Önce, bireyselfarklılıklar, işyerinde bir bütün olarak birbirlerinidengelerler ve böylece belli bir emek-zamanındaortalama miktarda ürün sağlanır ve ödenen toplam ücret,bu özel sanayi kolundaki ortalama ücrettir. Sonra,ücret ile artı-değer arasındaki orantı değişmeden
kalır, çünkü her bireysel emekçinin sağladığı artı-değer kitlesi, aldığı ücrete tekabül eder. Ama, parça-başına ücretin kişiye sağladığı geniş hareket alanı,bir yandan onun kişiliğini geliştirdiği gibi, ondakiözgürlük, bağımsızlık ve kendi kendini denetlemeduygusunu da geliştirir; öte yandan ise aralarındakirekabet duygusunu kamçılar.(Marx, 1997:527-8)
Marx’tan yapılan bu alıntı, baskın olmaya başladığı
söylenegelen “öznelliklerin” ön plana çıkmaya başladığı
günümüzdeki emek ve üretim süreçlerinin, emek-sermaye çelişkisi
ekseninde anlaşılamayacak olduğu yönündeki argümana ve
özellikle eleştirel işletmecilik çalışmalarında “sınıf
çelişkisinin belirleyen olmadığı” yönündeki argümanları
desteklemeye yönelik sıklıkla altı çizilen, “işçinin işçiyle
rekabete girdiği”, “denetimin değil, öz denetimin” önem
kazandığı, işçilerin vasıfsızlaşmayıp aksine vasıf kazanmaya
başladıkları ve kendilerini geliştirdikleri yönündeki iddialara
aynı “öznel” süreçlerin nasıl kapitalizmin temel çelişkisiyle,
yani yapıyla bağlantılandığı noktasında bir cevap
oluşturmaktadır. Daha basitçe ifade edilecek olursa, maddi
olmayan emek tartışmalarında iddia edildiği üzere, niteliğine
bağlı olarak kültürel meta üretimi bir yandan Marx’ın da sözünü
ettiği gibi emekçiye “geniş hareket alanı” “kişiliğini
geliştirme”, “özgürlük”, “bağımsızlık”gibi özellikler
kazandırabilir. Bireysel emekçilerin gösterdikleri bazı
farklılıklar, bir “özne” olarak ortaya çıkmalarına sebep
olabilir. Bununla birlikte, bu tip farklılıkların ortaya
çıkması, Marx’ın deyişiyle, “sermaye ile ücretli emek
arasındaki genel ilişkileri değiştirmez” (Marx, 1997: 525).
Dolayısıyla burada, kültürel meta üreten ücretli emekçileri
emek-sermaye çelişkisinin ötesinde yalnızca “öznel”
konumlarından kaynaklı olarak girdikleri, “yatay” ya da
“nesnel” artı-değer sömürüsü gibi nesnel gerçekliklerden
kaynaklanmayan “dikey güç ilişkileri” üzerinden değerlendiren
bir kuramsal çerçeveden fazlasına ihtiyaç duyulmaktadır.
Tam da bu noktada üretim ve emek sürecini analiz eden “öznelci”
yaklaşımın karşısına nesnel emek/sermaye çelişkisiyle bağlarını
koparmamış, ama değişen emek ve üretim sürecinin dinamiklerinin
ürettiği/yeniden ürettiği/temsil ettiği öznelliklere de
gözlerini kapamamış bir literatürün varlığından söz etmek
mümkündür. Kendisini “emek sürecinde çekirdek teorisi”5olarak
adlandırılabilecek bu literatürün çekirdek olarak nitelediği
şey emek/sermaye çelişkisidir. Her öznel olgu kendisini türlü
mekanizmalarla bu ana çekirdeğe bağlar ve onun sınırları
içerisinde işleyişini sürdürerek onu yeniden üretir,
değiştirir, dönüştürür, devamını ve belki de yok olmasını
sağlar. Bu literatürdeki en değerli çalışmalardan biri olan ve
emek süreci ile “eleştirel gerçekçi” bilgi felsefesi arasındaki
ilişkiyi kurmaya çalışan metin (Thompson ve Vincent, 2010), bu
yazıya da bir çerçeve oluşturmaktadır. Aynı zamanda eleştirel
gerçekçilik ile Marksizm arasındaki ilişkinin kurulması
açısından da önemli bir örnek olarak sayılabilecek bu
çalışmaya6 göre, Bhaskar’ın (2008) da belirttiği üzere
rastlantısal, anlık, oraya dair gerçekleşiyormuş gibi gözüken
bir olgunun mutlak suretle içinde işleyişini sürdürdüğü bir
mekanizma ve yapıdan söz etmek gerekmektedir. Eleştirel
5“TheCoreTheory of LaborProcess” tartışmaları için bkz. Smith ve Thompson (1998); Thompson (2010).6Daha detaylı analizler için bkz. Sayer (2000); Ercan (2005).
İşletmecilik Çalışmalarının özneler arası bir ilişki gördüğü
yerde, bu perspektif hem özneler arasındaki ilişkilerihem de
bunların içinde yer aldığı mekanizmaları ve yapıları analiz
eder. Bu noktada da yapıyı ve özneyi ayrı düşünme eğilimi,
özneye işleyiş için alan bırakarak, ama o işleyişi yapısal
nesnel faktörlerle ilişkili olarak değerlendirerek aşılabilir.
İşleyen yapının her zaman aynı kalacak ve tepemizde bulunacak
“önceden belirlenmiş” bir kara bulut olarak anlaşılması
engellenir; bununla da bağlantılı olarak nihayet emek ve sınıf
kavramını soyut kategoriler olarak düşünmemizin önüne geçilir,
hatta tabandan gelen bir ekonomi-politik analizin yolu açılır
(Wittel, 2004:21).
Bu farklı kuramsal çerçevelerin karşılaştırılması sonucunda
karşımıza çıkan tablo, öncelikle emek-sermaye çelişkisinin ana
hattı oluşturduğudur. İkincisi ise, bu nesnellik içerisinde
hareket eden, emek sürecinin aldığı biçimler ve işin kendi
doğasından kaynaklı talepler (söz konusu ürünün kültürel bir
ürün olması ve dolayısıyla öznel yeteneklerle
şekillenmesi)nedeniyle birbirlerinden farklılıklarını ortaya
koymaya çalışanların “nesnel” bir birlik yanında, “öznel”
bireyler de yarattığıdır. Üçüncüsü ve en önemlisi, bu iki
birbiriyle çelişkili gibi görünen ifadenin birlikte
düşünülmesinin nihayet sınıfın ne olduğusorusuna da yanıt
veriyor olduğudur. Sınıfı verili bir kategori olarak
değerlendirmek yerine, emek-sermaye çelişkisinde aldığı nesnel
konuma bakarak ama bununla yetinmeyip sınıf bilincinin öznel
süreçler içerisindeki mücadeleyle şekilleneceğini iddia etmek,
güvencesizlik literatürünü sınıf mücadelesi içinde düşünmenin
de bir yolunu açacaktır.
b) Teknik İşçiler ve Güvencesizlik: Türkiye’de Özel
Televizyon Dizilerinin Üretim ve Emek Süreci Analizi
Kapitalizmin esnek birikim modeli içerisinde tanımlanabilecek
dizi üretim biçiminin yapılanmasına baktığımızda ana
yatırımcının televizyon kanalı olduğunu görürüz. Kanallar riske
girmemek, katı ve merkezi üretimin maliyet sıkıntılarından
kaçınmak için dizi üretimini “taşeronlara” yani “yapımcılara”
yaptırır. Yapımcı, kanaldan bir ölçüde risk devralmıştır, bunu
reddetmek mümkün değildir; ama kanalın stratejisi olan
“dışarıya iş verme”, aynı şekilde yapımcılar tarafından da
kullanılır ve benzer bir şekilde alınan risk “emeğin” üzerine
aktarılır. Bu noktada bu aktarımı ve işleyişi anlayabilmek için
öncelikle “emek” kategorisinin detaylı bir açıklaması
gereklidir. Yapısal olarak emekçiler, dizi üretimine sermayeyi
koyanlar tarafından üretimi gerçekleştirmek üzere bir ücret
karşılığındakiralanan işçilerden oluşur. Bu grup içerisinde
oyunculardan, yönetmenlerden başlayarak, bir ücret karşılığı
çalışan tüm işçiler yer alır. Fakat emek her şeyden önce teknik
işbölümü anlamında monolitik bir blok oluşturmaz. Üretim;
oyuncular, reji, görüntü, sanat, ses, set ve prodüksiyon grubu
biçiminde ayırabileceğimiz bölümlere bölünmüştür. Oyuncular
hariç her bölümün kendi içerisinde bir hiyerarşisi mevcuttur.
Bu hiyerarşiyi uzun uzadıya anlatmak yerine şu tablo ile
gösterebiliriz.
Tablo 1: Dizi üretiminde teknik iş bölümü ve hiyerarşi tablosu
Bu departmanlar arası işbölümü ve her birinin kendi
içerisindeki hiyerarşi, tam da başlangıçta belirttiğimiz
eleştirel işletmecilik çalışmalarının ileri sürdüğü, sınıftan
öte özneler arası çıkar ilişkileri, özneler arası hiyerarşiden
öte dayanışmayla kurulan (bu açıdan bazı durumlarda daha
özgürleştirici) bir ilişkiler bütünü ve işçinin sadece tabi
olmadığı fakat kendini geliştirebilme olanakları da bulunduğu,
dolayısıyla vasıfsızlaşma tezinin geçerliğini yitirdiği
argümanına dayanak oluşturur.Bu tablo bizlere tam da iddia
edildiği gibi özneler arası iktidar ilişkilerine indirgenecek
ve nesnel bir zemine oturtulamayacak denli parçalanmış bir
sürecin resmini çiziyor gibi gözükse de, aslında Marx’ın sözünü
ettiği bir nesnel işleyişe, yani işçinin işçiyi sömürmesi
noktasına denk düşen bir yapısal gerçekliğe işaret eder.
Türkiye’de de, Almanya, ABD ve İngiltere’deki sinema ve dizi
üretim biçimlerini inceleyen çalışmalarda sıklıkla vurgulandığı
üzere ücretli emeği ortadan kesen bir “çizgi” vardır ve işçiler
“çizgi üstü” / “çizgi altı” (abovetheline / belowtheline) olmak
üzere ikiye bölünürler(Christopherson, 2008; Ursell, 2000;
ManningandSydow, 2007).7 İşte tam bu noktadan hareketle altı
çizilmesi gereken, “yatay” düzlemdeki bireysel farklılıklar
değil, tam da dikey düzlemde, tabloda görselleştirilen bu
çizginin varlığından kaynaklanan sömürü ve tahakküm
ilişkileridir. Bu nesnel gerçekliğin altını çizmeden diğerinin
eksik kalacağını görmek gerekmektedir.
Bu çizgi, emek süreci içinde temel olarak “vasfa” işaret eden
bir çizgidir ve bu da bizleri Braverman’ın (1975)yaptığı emek
süreci tartışmasınataşımaktadır. Emek sürecinde yapılan teknik
iş bölümü, emekçinin emek sürecinde kendi emeği üzerindeki
kontrolünü de parçalamış, “zanaatkar” tipi üretimde, işin
bütününe hakim olabilme olanağına sahip olan işçi artık işin
sadece bir parçası olan parça-işçiye indirgenmiştir.
Braverman’a görebu emek süreci düzenlemesi, işçi ile sermaye
arasında yer alan yeni bir ücretli emek grubu oluşturmuştur. Bu
7Bu çalışmalar arasında Ursell’in çalışması “çizgi” ayrımını bu yazıdaamaçlandığı üzere “sömürü” ilişkilerine bağlıyor olması bakımındandiğerlerinden daha farklı bir yerde durmaktadır. BBC’nin 1980 sonrasıdönüşümü üzerinden konuya yaklaşan Ursell’a göre (2008:807-8), Braverman’ınanalizi ile başlayıp Burawoy, Littler ve Friedman’a uzanan Marksist emeksüreci analizinde emeğin kontrolü farklı biçimler almış; günümüzde ise“kişinin kendini metalaştırması ve bir meta olarak öznellikleriaracılığıyla kendini bireysel bir ürün olarak pazarlaması”na kadargelmiştir. Öznelleşme süreçlerini açıklayabilmek adına yukarıda dabelirtilen eleştirel işletmecilik çalışmalarına da referans veren Ursell(2008: 809-11), bu çalışmaların düştüğü yanılgıya düşmeyerek bunusermayenin sömürüsünü gerçekleştirebilmesi adına zorladığı bir emekorganizasyon stratejisi olarak belirler (Ursell, 2008: 811-13). Bunoktada,bu yazıda yapılmaya çalışılan sınıf oluşumu analizinin, “çizgi”referansını emeğin organizasyon biçimlerini açıklama biçimi olarak kullanandiğer yazarların analizlerinden çok, Ursell’ın analizine yakın olduğusöylenmelidir.
ücretli emek grubu hem emekçinin elinden alınmış olan emek
sürecinin bütün bilgisine sahip olma olanağını taşır; hem de
emek sürecinin ve ürünün tasarımı üzerinde bilgiye ve akla
dayalı bütünlüklü bir faaliyet yürütebilir ve bu ayrıcalıklı
konumu ile emek sürecindeki işçileri de yöneterek sermaye adına
yöneticilik görevini üstlenebilir. Bu çalışma özelinde
Braverman’ın bu tezinin yukarıda sözünü ettiğim çizgi
bağlamında geçerliliğini koruduğu, yani bu durumda çizgi
üzerinde kalanların sermayenin tasarım ve yönetim
diyebileceğimiz görevlerini devraldığı, çizgi altında
kalanların ise teknik iş yapan parça-işçi konumuna indirgendiği
iddia edilebilir. Bu noktadan sonra bu şekilde bir emek-sermaye
ilişkisine yol açan süreçlerin nasıl oluştuğunu ve işlediğini
incelemek faydalı olacaktır.
Türkiye özel televizyonları için dizi üretiminin
örgütlenmesinde sermaye tarafı temel olarak iki ayaktan
oluşmaktadır; televizyon kanalı ve yapımcı. Televizyon
kanallarının televizyon dizilerini hakim bir eğilim olarak
kendi ekiplerine değil bağımsız yapımcılara çektirmeye
başladıkları 2000’li yıllardan itibaren, süreç en basit
anlamıyla yapımcıların ana hikaye hattınıbelirledikleri ve ilk
birkaç bölümünün senaryosunu yazdıkları bir “dizi film”
önerisini televizyon kanallarının drama koordinatörleri
bölümlerine sunmaları ile başlar. Bu süreçte drama
koordinatörlerinin onayından geçmiş projeler kanalın icra
kurulunun da onayını aldığı takdirde, varsa istenilen
değişiklikler ve bölüm başına yapımcıya ödenecek ücretin
belirlenimiyle yapımcıya sunulur. Şartlar üzerinde yapılan
pazarlıkların ardından dizinin çekimine karar verilir ya da
verilmez. Burada en kritik noktalardan biri, kanalların
istisnai bazı durumlar dışında çekilecek ilk bölümlerin –ki bu
süre bazı durumlarda 6-7 bölüme kadar uzamaktadır– parasını
yapımcıya ödemiyor ve yapımcının dizinin ilk bölümlerini kendi
imkanlarıyla çekmesini bekliyor olmasıdır. Böylelikle kanal
diziye yatırım yapmadan önce dizinin “tutup tutmayacağını”
reytinglere bakarak kestirecek ve ona göre risk alacaktır.
Böyle bir durumun varlığı, elinde bir dizi fikri ya da
senaryosu olan herhangi bir kişinin dizisini kabul ettirebilmek
için ön hazırlık ve dizinin ilk birkaç bölümünün maliyetini
karşılayabilecek bir sermayesinin olmasını gerektirmektedir. Bu
da dizi üretimine girebilecek insan sayısını belli bir çevre
ile sınırlayan en önemli faktörlerden biridir.
Genellikle bu kişiler dizi üretimine girmek, yani yapımcı olmak
için yeterli kaynaklara sahip değildir. Televizyon kanalı
tarafından sermayenin ikinci ayağı olan yapımcılığa devredilmiş
olan “risk”in, yapımcı tarafından ücretli emeğin üzerine
aktarılması gerekmektedir. Dolayısıyla yapımcı olmak sadece bir
“ekonomik sermaye” işi olmaktan çıkıp “sosyal sermaye”işine
dönüşmeye başlar. Bunun anlamı yapımcının ilk birkaç bölüm
parasını ödemeden bekletebileceği, dilediği şartlarda yoğun bir
şekilde çalıştırabileceği, rahatlıkla kumanda edebileceği bir
“tanıdık-bildik” ücretli beyin takımına sahip olmasıdır. Yani
yapımcılar basitçe sektörün içinden gelen, ya da sektör içinde
bir tanıdığı-akrabası olan, bu sayede kendisine senarist,
oyuncu ve yönetmenlerden oluşmuş bir “entelektüel emek” grubu
kurmuş sermaye birikimine sahip kişiler olarak
tanımlanabilirler.8
Böylelikle kanaldan yapımcıya, yapımcıdan da entelektüel emeğe
devredilen riskin son halkasını ise teknik işçiler oluşturur.
Yapımcının, kanaldan dizinin yayınlanacağına dair onayı
aldıktan sonra bir nevi kader ortaklığı kurduğu entelektüel
emek grubundan beklentisi bu kişilerin her departmanda kendi
altlarında çalıştıracakları teknik işçileri bulmasıdır. Tablo
1’de gösterilen çizgi üstündeki ücretli emekçiler, sektör
içerisindeki ağlarını kullanarak çizgi altındaki ücretli
emekçileri bulurlar ve böylelikle kanala sunulmak üzere dizi
çekilmeye başlanır.
Bu noktada Braverman’a geri dönecek olursak ücretli emekçilerin
bu sürecin işleyişi doğrultusunda tasarım ve uygulayıcılar
olmak üzere iki ana gruba bölündüğünü, kanal, yapımcı ve
entelektüel emeğin bir blok oluşturarak, sermaye çıkarını
temsil ettiğini görmekteyiz. Kanal ve yapımcı, sermayenin temel
olarak iktisadi yönünü oluştururken, ücretli emekçilerin çizgi
üstü olarak nitelendirilen ve dizinin tasarım faaliyetinde söz
sahibi olan, yönetmen, senarist, oyuncu, görüntü yönetmeni,
sanat yönetmeni ve yapım koordinatöründen oluşan kısmı ise
sermayenin denetim ve yönetim faaliyetlerini yerine
getirmektedir. Bu tabloyu sınıf tartışması bağlamında düşünecek
8Türkiye’deki yapımcıların hikayesi burada anlatılana paralellik göstermektedir. Babası 25 yıl ilk özel televizyonda çalışmış ve annesi TRT’de prodüktör ve yönetmen olan Kerem Çatay, sektöre sanat yönetmeni kuzeni sayesinde girerek yapımcılığa ulaşan Erol Avcı, abisi sinema işletmecisi olan Faruk Turgut hem en iyi örnekler, hem de Türkiye’nin en büyük yapımcılarıdır.
olursak buradaki “çizgi-üstü ve çizgi-altı” işçilerin
karşılaştırması kritik bir noktaya işaret eder. Emek
sürecindeki maddi ilişkilerin incelemesi göstermektedir ki bu
ücretli emekçiler kendi içlerinde bölünmüş, bir kısmı çıkar
ortaklıkları sebebiyle sermayenin emek süreci içerisindeki
avantajlı konumuna ortak olmuş, diğerleri ise yazının devamında
daha detaylı bir şekilde incelenecek olan “güvencesizleşme”
süreci doğrultusunda mavi yakalı işçi konumuna yaklaşmaya
başlamış, bir proleterleşme sürecinin parçası haline
getirilmiştir. Altı çizilen bu nokta, yazıda doğrudan bir
tartışması yapılmayacak olsa da, sınıf oluşumunun ve de genel
olarak orta sınıf kavramının bu gibi maddi süreçlerle de
birlikte düşünülmesi gerektiğini ortaya koyar. Fakat bu
sorunsalın daha rahat kurulabilmesi, emek sürecinde maddi
ilişkiler anlamında ücretli emeğin nasıl kaçınılmaz bir şekilde
ikiye bölündüğünün ve tek bir blok oluşturmadığının
gösterilmesine bağlıdır ve ilerleyen kısımlardaki amaç budur.
Bu noktada, emek sürecinde ücretli emek kategorisi içinde
değerlendirilen dizi sektörü çalışanlarının maddi ilişkiler
bağlamındaki konumlarını incelemek adına, “güvencesizlik”
önemli bir analiz noktası olarak kullanılabilir. Fakat bu
bölüme girmeden önce sözü edilmesi gereken önemli bir nokta
karşımıza çıkmaktadır.Güvencesiz çalışma, ya da kapitalizmin
güvencesizleşmesine yönelik benzer kavramsallaştırmalar (esnek
kapitalizm, Post-Fordizm, esnek uzmanlaşma vs.) kapitalizmin
genellikle refah devleti dönemi ile birlikte düşünülen ve
görece “güvenceli” bir duruma işaret eden dönemini övmekle
sonuçlanabilir. Çok da haksız sayılmayan bu eleştirinin işaret
ettiği bu riske dair örnekleri Wacquant, Castel ve Bourdieu’nun
bazı çalışmalarında görebilmekteyiz(Candeias, 2007).Mevcut
sistemi değiştirmeye yönelik bir özneden umudunu kesmiş ve tek
çareyi sosyal bir devlette gören (Castel, 2003: 370) bir
anlayışa yol açan ve aslında “güvencesizliğe” karşı “güvenceli
bir kapitalizmi” çağıran reformist bir anlayışın aksine
“güvencesizlik”; kapitalizmin yapısına ait olan, fakat tarihsel
olarak farklı biçimler alarak karşımıza çıkan bir kavram olarak
kullanılabilir. Daha açık bir şekilde ifade edecek olursak, bu
kullanım, geleneksel proleteryaiçerisinde sayılmayan, kendisini
bir proleter olarak tanımlamakla ilgili de pratik sorunları
olabilecek, güvenceli kapitalizm altında görece daha güvenceli
işlerde çalışmış olan, en genel deyimiyle “beyaz yakalı
işçilerin”; kapitalizm içerisindeki asıl durumunun
güvencesizlik olduğuna (yani bir anlamda Fordizmin ve Refah
Devleti’nin kapitalizmin tarihi içerisinde bir istisna
oluşturduğu) işaret eder. Tüm bu çerçeveyi temel alarak, bu
kullanımın, politik bir özne olarak sınıfın oluşumunda bir
araya gelebileceği düşünülemeyen sınıf konumlarını yatay olarak
kesen ortaklaştırıcı bir özellik olduğu düşünülebilir.9 Bu
noktada dizi setlerindeki güvencesiz çalışma koşullarını
araştırmak ve güvencesiz çalışan işçileri tespit etmek,
sektörel bir soruna işaret edip bunun “sosyal politikalarla”
giderilmesi gibi bir çağrıya işaret etmekten çok, politik bir
öznenin oluşumu için kapitalizmin saldırılarına karşı
durabilecek bir sınıf konumuna işaret etmek anlamı
taşımaktadır.Dizi setinin güvencesiz işçileri kapitalist emek
süreci dahilinde, güvencesizlik üzerinden bir ortaklığa, bir9Bkz. Özuğurlu (2010).
birlikteliğe çağrı yapmaktadır.10 Nihayetinde bu,proleteryaya
karşı bir prekarya çağrısı yapmaktan çok, beyaz yakalıların
“proleterleşme” durumuna işaret eden, “yani hayatları
parçalanırken kaderleri ortaklaşanların” (Özuğurlu, 2010)
politik momentte bir özneye dönüşümünü sorgulama amacının
altını çizer.
Bu bölümdeki temel amaç, yukarıda üretim sürecinin
organizasyonunda da gösterilmeye çalışıldığı üzere, tasarım
işçileri ile yapımcı ve elbette kanal arasında oluşmuş olan
çıkar ortaklığının, dizi sektörü için genel bir sorun olarak
ifade edilen güvencesiz çalışma durumunun ücretli emek
içerisinde çizgi üstünde bulunan tasarım işçileri için pratikte
bir gerçekliğe tekabül etmediğini göstermektir. Bu durumda
güvencesizliği teknik işçileri ilgilendiren bir durumolarak
kurgulamak ve bunun nasıl işlediğine bakmak gerekmektedir.
Dizi sektöründe güvencesizliği inceleyebileceğimiz temel
kategorileri “iş sürekliliği, ücret, çalışma koşulları ve
sosyal güvenlik” olarak belirtebiliriz. Bu kategorilere tek tek
bakarak yukarıda belirlediğimiz temel amaçlar çerçevesinde
değerlendireceğiz.Dizi sektöründe emek kategorisi açısından
“sorun” olarak ifade edilen durumların başında iş sürekliliği
gelmektedir. Dizi sektörünün doğrudan ratinge bağlı oluşu ve
“tutmayan” dizinin, anlaşması kaç bölüm üzerinden olursa olsun
kanal tarafından yayından kaldırılabiliyor olması bugün iş
sahibi olan birini aniden yarın işsiz yapabilmektedir. Dizi
sektöründe neredeyse yapısal hale gelmiş olan bu işsizlik
10 Bu çağrının detaylı bir incelemesi için bkz. (Candeias, 2009:8; Papadapoulous vd., 2008:250-1).
durumunu daha detaylı algılayabilmek için iş sürekliliği ile
“sosyal sermaye”11 arasındaki ilişkiye bakmamız gerekiyor.
Her ne kadar özellikle ana akım çalışmalarda bu ağ üzerinden
kurulan ilişkilerin yarattığı “özgür ruhlu, fırsatları
değerlendiren, insan ilişkileri kuvvetli” bireye (işçiye)
övgüler düzülüp (LeadbeaterandOakley, 1999; FloresandGray,
2000) ideal birey nitelemesiyle altı çizilse de, daha kapsamlı
bir analiz, yapımcı ile herhangi bir çekirdek işçi arasında
oluşan bağın gücüyletasarımcı işçi ile teknik işçi arasında
oluşan bağın gücünün karşılaştırılamaz olduğunu gösterir.Sözü
edilen liberal literatürde bu ağları oluşturamamış olmak
“bireysel” bir yetenek sorunu olarak gösterilmeye çalışılsa da
esasında bu durum yapımcı ve yaratıcı işçinin yukarıda
özetlenmeye çalışıldığı üzere birbirlerine olan yapısal
bağımlılıklarından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla yapımcının
çevresinde örgütlenmiş, onunla kader ortaklığı içerisindeki
nitelikli iş gücünün kendi arasındaki rekabetin “görece” az
olması, işsiz kalan bir yaratıcı işçinin yapımcının bir sonraki
projesinde yeni bir iş bulma olanağını arttırır. Fakat yedek
işçi ordusunun varlığı nedeniyle, işsiz kalan bir teknik
işçinin yaratıcı bir işçinin ağı içerisinde olması için rekabet
içinde olduğu diğer teknik işçileri yenmesi gerekir. Böyle bir
rekabetin varlığı iş sürekliliğiyle ilgili güvencesizliğin
temel belirleyenlerindendir. Daha açık bir ifadeyle, çizgi üstü
işçilerin, çizgi altındaki işçilere göre işsizlik durumunda
11Kastedilen, bireylerin tanıdığı ve ilişki içerisinde olduğu birey/birey grupları ve bu tanışıklık ve ilişkiden ortaya çıkan karşılıklı fayda durumuna bağlı olarak değişen sermayedir. Daha detaylı bir analiz için bkz.(Putnam, 1995).
herhangi bir iş bulmaları sektör içerisinde oluşturdukları
ağlar ve yapımcıya yakınlıkları nedeniyle daha olasıdır.
Bu noktada sektör içerisindeki çalışma ilişkilerinin temel
belirleyenlerinden biri olduğunu öne sürdüğümüz “ağ kurma”
durumunu biraz daha açmak gereklidir. Bir kişinin sektör
içerisinde kurduğu ağlar elbette gökten inmez, sektör
içerisinde bir devamlılıkla ve bu devamlılık içinde ağlarını
sürekli olarak geliştirmek ve yenilemekle mümkün olur. Daha
önce yapımcı, sermayesinin yanısıra çevresinde bir yaratıcı
işçi ağı kurmuş kişi olarak tanımlanmıştı. Tasarım işçilerinin
ise aslında sektöre çizgi altı işçi olarak çoğunlukla en alt
kademeden giren12 ve sektörde sağladıkları devamlı çalışma ile
kurdukları ilişkiler sayesinde yükselerek yapımcının süreklilik
ağına dahil olmayı başarabilen kişilerdir. İşte tam da bu
noktada iş sürekliliği meselesine geri dönecek olursak, dizi
sektörü içerisinde devamlı olarak var olabilme durumunun,
yanındaki işçiyle rekabetten sağ çıkma ve bir sonraki projede
var olabilmeye bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Bu bir kişinin
herhangi bir okul okuyup okumamış olmasıyla pek ilgili
değildir. Her durumda çalışmaya en alt kademeden başlanmakta ve
deneyim kazanarak ve insanlara kendini tanıtarak, daha açık bir
ifadeyle, bir sonraki projede “akla gelecek kişi” olmayı
başararak iş sürekliliği sağlanmaktadır. Eğer işçi yayından
kaldırılan bir dizinin ardından ortaya çıkan işsizlik döneminde
12 Farklı sektörlerden transferlerde durum bundan daha farklıdır. Ünlü bir müzisyen, tiyatrocu veya manken kültür endüstrisi içerisindeki kariyerine dizi sektöründen devam etmeyi amaçlıyorsa elbette asıl sektöründe kurduğu bağların da yardımıyla kendini doğrudan yönetmen, ya da başrol oyuncu konumunda bulabilir. Örnek olarak MahsunKırmızıgül’ün yönetmen olması ya daKıvanç Tatlıtuğ’un mankenlikten oyunculuğa geçmesi düşünülebilir.
“akla gelecek kişi” olmayı başaramazsa, bir sonraki sezonun
başını, yani görece olarak işçiye olan ihtiyacın daha fazla
olduğu dönemi beklemek zorundadır. Yoğun rekabete rağmen umut
her daim vardır. İşsiz kalan bir çizgi üstü işçinin ise
ağlarının kuvvetliliği ve rekabetin görece azlığıyla bağlantılı
olarak bir sonraki projede (bu, dizi, reklam ya da film
olabilir) iş bulma olasılığı daha yüksektir.
Bununla bağlantılı olarak sektördeki güvencesizlik durumunu
sorgulayabileceğimiz ikinci bir değişken ise ücretlerdir. Ücret
konusu iş sürekliliğinin temel bir sorun olarak karşımıza
çıktığı bu sektörde elbette bu değişkenle beraber ele alınması
gereken bir konudur. Genel olarak “ücretlerin yüksek olduğu”
dile getirilen sektörde iş sürekliliği devreye girdiğinde, yani
ücretleri bölüm başı ücret olarak değil, bir yıla oranlayarak
düşündüğümüzde, aylık ücreti diğer sektörlere göre “yüksek”
olan işçilerin yıl bazında diğer sektörlere oranla daha düşük
ücretlere sahip olduklarını da iddia edebiliriz. Fakat burada
karşımıza yeniden altı çizilen tasarım ve teknik işçi ayrımı
çıkmaktadır. Araştırmanın yapıldığı dönemlerdeki ücretlerden
birkaç örnek sunulacak olursa söylenmek istenilen daha rahat
anlaşılacaktır:13
Tablo 2: 2011-2012 Yılları dizi sektöründe bazı ücretli çalışanların bölüm başı ücret aralıkları
Başrol oyuncuları: 15.000-60.000 TL ÇİZGİ ÜSTÜ13 Sözü edilen ücretler 2011-2012 yılları arasında yapımcı ve ücretli emekçilerle yapılan görüşmelerde elde edilen verilere göre bölüm başı ücret aralıklarıdır.
Yardımcı oyuncular: 5.000-15.000 TLYönetmen: 5.000 – 15.000 TLGörüntü yönetmeni: 4.000 – 8.000 TLYönetmen Yardımcısı: 1.000-2.000 TL
ÇİZGİ ALTI
Diğer Yönetmen Yardımcıları (2., 3., 4.):
500 – 1000 TLKameraman: 1.000 -2.000 TLKamera Asistanı: 400 – 1.000 TLIşık Asistanı: 400 – 1.000 TLMakyöz: 500 -1000 TL
Burada özellikle çizgi üstündekilerin çizgi altındakilere
oranla çok daha yüksek ücret alıyor olmaları yanında, iş
sürekliliği değişkeni gözetildiğinde eşitsizlik durumu daha da
belirginleşmektedir. Sıklıkla karşılaşıldığı üzere 3-13 bölüm
arasında yayından kaldırılan dizilerin ardından, yukarıda
belirttiğimiz üzere çizgi altı işçilerin ağ sermayelerinin
çizgi üstü işçilere oranla zayıf olmasından kaynaklı olarak
daha uzun süre işsiz kaldıkları ve bu durumda da ücretlerinin
bir yıla oranladığımızda daha da düştüğünü görmekteyiz. Farklı
bir şekilde ifade edecek olursak, örneklerini de gördüğümüz
üzere, çalıştığı dizi yayından kaldırıldığı halde bölüm başına
aldığı ücret görece yüksek olan bir çizgi üstü işçi, çalıştığı
bölümlerden aldığı para ile daha uzun süre işsiz kalarak
hayatını devam ettirebiliyorken, çizgi altındaki işçiler için
bu durum geçerli değildir.
Burada ücret konusunda işçiler arasında bir ayrım ortaya
çıkartan bir diğer husus da ücretlerin ödenişi esnasında
karşımıza çıkar. Sıklıkla karşılaşıldığı üzere yapımcıların
işçilerin ücretlerini zamanında ödememesi durumundan muzdarip
olan çoğunlukla çizgi altı işçilerdir. Yapımcı için kritik
konumda olan bazı oyuncuların 13bölümlük, hatta sezonluk olarak
peşin ücretler aldıkları durumlarda, çizgi altı işçilerin
ücretlerinin geç ödenmesi gibi durumlar karşımıza çıkmaktadır.
Ücretlerin geç ödenmesi, hatta ödenmemesi durumundan çizgi-üstü
işçilerin de nasibini aldığı durumlara dair örnekler mevcut
olsa da, işin yaratıcı kısmını yapan kanatta olmanın verdiği
avantaj ile vazgeçilmezlik açısından daha üst düzeyde olmaları
nedeniyle ücretlerini ilk olarak alanlar çizgi-üstü işçiler
olmakta, çizgi-altındaki işçilerin avantajsız konumları dikkat
çekmektedir.
Güvencesizlik konusunda altını çizeceğimiz üçüncü nokta ise
çalışma koşullarınailişkindir. Bu noktada öncelikli olarak 12-
20 saat arasında değişen çalışma saatlerine dikkat çekmek
gereklidirdir. Bu, sıklıkla dile getirilen, hatta “yerli dizi
yersiz uzun” sözleriyle daha görünür hale gelen çalışma
saatlerinin uzunluğu sorununun detaylı bir incelemesi
yapıldığında yine genel geçer bir uzunluktan ziyade, işçiler
arasında bu konuyla ilgili bir eşitsizlik durumu olduğu
söylenebilir. 12-20 saat olarak ifade edilen bu süreyi “aktif
olarak çalışma” süresi çerçevesinde düşündüğümüzde, teknik
işçilerin sete verilen genel araların dışında sürekli bir
çalışma durumu içerisinde olduğu söylenebilirken, tasarım
işçilerinin sahnenin çekildiği ana kadar karavanlarda ya da
kendilerine ayrılan yerlerde beklediklerinin altını çizmek
gerekir. Tasarım işçileri sıradaki çekilecek sahneler ile
ilgili teknik işleri yerine getirmeleri için gerekli
direktifleri kendi alt kademelerinde çalışan teknik işçilere
iletir ve sahne çekilecek duruma gelene kadar kendilerine
tahsis edilen yerlerde bekler. Bunun dışında, setteki çekim
saatleri oyunculara göre düzenlendiğinden, bir oyuncunun sette
belli bir süre bulunması yeterli olmakta, dolayısıyla sözü
edilen bu süreler oyuncuları kapsamayabilmektedir. Aynı durumun
diğer tasarım işçileri için ise gerekli bilgilendirmeleri yapıp
“işi asistana bırakma” biçiminde işlediğini söyleyebiliriz. Bu
durumda sözü edilen uzun çalışma sürelerinin pratikte bu tür
ayrımlar biçiminde karşımıza çıktığını belirtmemiz
gerekmektedir.
Çalışma koşullarının güvencesizliği olarak nitelediğimiz
değişkeni derinleştirdiğimizde karşımıza iş kazaları gibi net
bir gerçeklik çıkmaktadır. Dizi setlerinde ölümlerle ve ölümcül
kazalarla sıklıkla karşılaşılırken, bu durum “tehlikenin bu
işin kaderinde olduğu”gibi açıklamalarla meşrulaştırılmaya
çalışılmaktadır. Sadece geride bıraktığımız bir yıl içinde, bir
işçi dinlendiği kaldırımda set arabasının frenlerinin boşalması
sebebiyle arabanın altında kalarak can verirken14, 2012 yılının
yaz aylarında, 20 saatlik çalışmanın ardından setten dönen 3
kişi uykusuzluk ve dikkatsizlik sebebiyle kaza geçirerek
ölmüştür.15 Bu örnekler çoğaltılabilir fakat setlerde bu
14“Arka Sıradakiler Setinde Ölüm Haberi” başlıklı haber için: http://www.cnnturk.com/2012/turkiye/05/02/arka.siradakiler.setinde.olum.haberi/659461.0/index.html15“Daha kaç Set İşçisi Ölecek” başlıklı haber için:http://www.birgun.net/workers_index.php?
durumlarla karşı karşıya kalanların çoğunlukla teknik işçiler
olduğu gerçeği önemli bir noktadır. Daha önce de belirttiğimiz
üzere, tasarım işçileri çekim anları hariç kendilerine ayrılan
bölmelerde hava şartlarından ve çevresel tehlike faktörlerinden
(trafik, ya da dekorlar) korundukları için bu tehlikelerle
fazla yüzleşmez. Sonuç olarak, soğukta hatta kar altında ve
kendisine söylenildiği üzere tehlikeli fiziksel durumlara
katlanarak (korkuluklara tek elle tutunarak, arabanın altına
girerek, akan trafiğin yanında koşarak)16 çekim yapan teknik
işçiler ile bu durumlara görece olarak daha kısa süre maruz
kalan tasarım işçileri arasındaki farkı vurgulamak gereklidir.
Son olarak güvencesizlik durumunu sosyal güvence ve örgütlülük
bağlamında inceleyebiliriz. Bu noktada sosyal güvenceyi
örgütlülük ile ilişkili bir biçimde düşünebileceğimiz bir alan
olarak “sendikalılık” durumu temel göstergelerden biri olarak
karşımıza çıkar. Duruma teknik işçiler çerçevesinden bakarsak,
sendikanın varlığından haberdar olmayan, olsa da ismini ya da
ofisini bilmeyen teknik işçilerin çoğunlukta olduğundan
bahsedebiliriz. Burada her şeyden önce sendikalılaşmayı fiilen
engelleyen bir yapısal durumdan bahsetmek gerekmektedir. Mevcut
yasalarda dizi ya da sinema sektörü bağımsız bir işkolu olarak
görülmemekte ve “hayvan borsacıları, büro işçileri ve eğitim
emekçileri” ile aynı işkolu altında
değerlendirilmektedir17.Toplu sözleşme için işgücünün %10’unun
news_code=1345795549&year=2012&month=08&day=2416Bkz. Şeker (2009).1719 Aralık 2012 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan İş Kolları Yönetmeliği’ne göre dizi üretimi, 10 numaralı “Ticaret, büro, eğitim ve güzel sanatlar” isimli iş kolunun 59.11 sırasında “Sinema filmi, video ve televizyon programları yapım faaliyetleri” içerisinde ifade bulmaktadır. http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/12/20121219-8.htm
örgütlenmesi gerektiği içinnormalde 20.000 işçiden oluşan bir
iş kolunun toplu sözleşme barajının 2000 olması gerekirken,
dizi işçileri için bu oran çok daha yüksek olmakta ve fiili
olarak örgütlenme ve toplu sözleşmeimkansız hâle gelmektedir.
Bu gerçeklik karşısında ise örgütlenme durumu kolektif bir hak
arama durumundan daha bireysel düzeyde “meslek içi dayanışma”
biçimine evrilmiştir. Oyuncuların, yönetmenlerin, senaristlerin
ayrı ayrı dernekleşmesi gibi durumlar zaten daha önceki
bölümlerde belirtildiği gibi “kaygıları” ortaklaştırılamayacak
işçilerin örgütsel düzeyde de ayrılmasına sebep olmaktadır.
Sosyal güvence ile ilgili bir diğer değişkene yani sigortalılık
durumuna bakacak olursak, bu çalışmanın yapıldığı dönemin tam
da dizi sektöründe “sigortasız çalışmaya karşı” seslerin
yükseldiği ve önleyici tedbirlerin daha sık konuşulmaya
başlandığı bir döneme denk geldiğini belirtmek gerekmektedir.
Çalışmanın son dönemlerinde yapılan araştırma setlerde
sigortalılık oranlarının çalışmanın başlangıcına oranla
yükseldiği, bunun da müfettiş denetimlerinin artmasından
kaynaklandığı yönünde bilgiler sunmuştur. Fakat bu sigortalılık
durumunun fiili olarak nasıl işlediğinedaha yakından
bakıldığında aslında durumda ciddi bir değişiklik olmadığı
görülmektedir. Yasalara göre aylık çalışma süresi, çalışma
saati üzerinden 10 günün altında olan kişilerin sigorta
ücretlerini kendilerinin yatırmaları gerekmektedir.18 Yukarıda
18Bu bilgiye görüşme yapılan dizi işçileri ve sendika görevlilerinden ulaşılmıştır. Ayrıca bu durumu sosyal güvenlik uzmanı Ali Tezel de gazetesindeki bir köşede değerlendirmiştir. Dizi Yapımcısı Bedava Kamu Spotu Çekecek başlıklı haber için bkz. http://www.haberturk.com/yazarlar/ali-tezel-1016/763099-dizi-yapimcisi-bedava-kamu-spotu-cekecek
değindiğimiz üzere çalışma süreleri burada belirtilen süreleri
oldukça aşıyor olmalarına rağmen yasal olarak bu kategori
içerisinde değerlendirilen işçiler, sigorta primlerini
kendileri yatırmaktadırlar. Dolayısıyla işverenin yükümlülüğü
işçinin sırtına yüklenmiş olmaktadır.
Bu noktada aslında vasıftan kaynaklanan bir hiyerarşinin ve
iktidar kurma durumunun devam ettiğini, dikey olarak kurulan
tahakkümün, yatay olarak kurulan birliktelik ve ekip
çalışmasından çok daha önemli sonuçlara yol açtığını, “beyaz
yakalı olmanın” kendisinin parça-işçi olmayı engellemediğini,
hatta beyaz yakalıyı mavi yakalıya yaklaştırırken çizginin
üstünde kalan işçileri tam daBraverman’ın işaret ettiği üzere
tasarım ve yönetim ilişkileri üzerinden sermayeye
yaklaştırdığını söyleyebiliriz. Fakat maddi bir gerçeklik
olarak uzun uzadıya açıkladığımız bu güvencesizlik durumunu,
ücretli emek içerisindeki bu bölünmeyi, yani daha toplu bir
biçimde ifade edecek olursakgüvencesizleşerekproleterya safına
yaklaşan bu işçilerin konumunu sınıf bilinciyle birlikte ele
almak da gerekmektedir. Çünkü sınıflar basitçe, yapısal
konumlar olarak değil, toplumsal süreç içerisinde
şekillendiğinden, yani sadece bir nesnel kategori olmayıp
“öznel” biçimler de aldığından, bir işçinin kendi maddi
gerçekliğini nasıl ifade ettiği ve bunun sınıf bilinci
açısından ne gibi bir durum oluşturduğu ana sorunsallardan biri
olmalıdır.
c) Emek Sürecinde Teknik İşçilerin Siyasi-İdeolojik Konumları
Üzerinden Sınıfı Yeniden Tartışmak
Yazının bir önceki bölümünde, dizilerdeki ücretli emekçilerin,
emek sürecinde denetim-tasarım bağlamında aldıkları konum ve
bunun etkisiyle de “güvencesizlik” bağlamındaki deneyimleri
itibariyle aslında bir bütünlük oluşturmadıklarını, çizgi üstü
ve altı olmak üzere iki gruba ayrıldıklarını gördük. Çizginin
üstünde kalan işçilerin sermayedar ile bir çıkar ortaklığı
içinde olduğunu ve emek sürecindeki iktidar ilişkilerinin
taşıyıcısı olduğunu ifade ettik. Öte yandan yine bu maddi
süreçler içerisinde teknik işçilerin de denetim-tasarım
faaliyetlerinden uzaklaştıkça daha da güvencesiz şartlara
itildiklerini, sınıf bağlamında konuşacak olursak da bir
proleterleşme sürecinin içinde olduklarını belirttik. Fakat
bu,meselenin emek süreci içerisindeki “iktisadi” boyutudur ve
bize sınıf analizi içinde çizgi altında kalan işçilerin
deneyimledikleri proleterleşme süreci doğrultusunda, prekarya
gibi ayrı bir siyasi-iktisadi özne oluşturmadıkları, aksine
“işçi sınıfı” ile yaşanılan ortaklıklar içinde ifade edilmeleri
gerektiği yönünde bir mesaj verir. Fakat aynı zamanda yazının
başındaki ontolojik tartışmada değindiğimiz üzere, iktisadi
belirlenimi öznenin belirlenimindeki ana kapsayıcı olarak alsak
da sınıfın siyasi-ideolojik-kültürel noktalarda da farklı
varyantlar oluşturabileceğini görmemiz gerekmektedir.Ancak bu
bakış açısı bize öznelliklerin belirleyici olmaya başladıkları
bir siyasetin kapısını da açabilir, ve yazının başında eleştiri
yönelttiğimiz eleştirel işletmecilik okulunun iktisadi noktayı
temele oturtmayan konumuna sürükleyebilir. Bu hataya düşmemek
için “özneye dair” olanın ne olduğu ve sınıf mücadelesi içinde
ne gibi bir konumu olduğu sorusu sorulmalıdır. Bu soruya
kapsamlı bir cevap vermek bu yazı çerçevesinde mümkün değildir,
fakat sınıfın önceden belirlenmiş bir iktisadi kategori olarak
anlaşılmasının sorunlu olduğu, onun yerine olmakta olan, oluşan
ve tam da bu sebepten ötürü oluşumunda siyasi-ideolojik-
kültürel olanın önem arzettiği söylenebilir. (Wood, 2001) Bu
yazı bağlamında önemli olan,maddi olarak ayrı bir orta sınıf
kategorisi içerisinde değil de proleterleşme süreci bağlamında
işçi sınıfı içerisinde tanımladığımız teknik işçilerin sınıf
konumlarının belirleniminde öznel konumlarının da analiz
edilmesi gerektiğidir.
Fakat bu noktada bir sorun daha karşımıza çıkar; o da siyasi-
ideolojik-kültürel olanın emek süreci içinde mi dışında mı
belirlendiği sorusudur. Her ne kadar siyasi-ideolojik olanın
gerçekleşme alanının herhangi bir maddi bir eylemin içinde ve
dışında olarak ayrıştırılamayacağını bilsek de, Burawoy bizlere
sadece emek sürecinin içerisinde gerçekleşen ve emek sürecinin
işleyişine dair olan siyasi-ideolojik ilişkilerden bahsetmiş;
sınıf üzerinde kurulan tahakkümün tam da bu “rıza” aracılığıyla
hegemonikleştiğine işaret etmişti (1985). Bu yazının gidişatını
da bu noktadan hareketle belirlemek gerekmektedir, zira yazıda
söz konusu olan teknik işçilerin içinde yer aldığı beyaz-
yakalı/kentli/teknik işlerde çalışan emekçi üzerinde genel
olarak etkili olan siyasi-ideolojik-kültürel süreçler ayrı ve
çok daha genel bir yazının konusu olabilir. Fakat burada önemle
belirtmek gerekir ki, bu emek süreci içindeki ve dışındaki
“özne” aslında birbirlerinden kopuk olan şeyler değil, tam da
birlikte işleyen ve de aslında sınıf-ötesi sosyolojik
analizlerde referans verilen öznel konumların iktisadi olan ile
birebir bağlantılı olduğu noktasına işaret eden bir
birleşimdir. Dolayısıyla burada emek sürecine dair sözü
edilecek olan özne bilinçleri hem emek sürecinin kendi özgül
yapısından beslenen, hem de hakim maddi ilişkiler sonucu ortaya
çıkan daha genel bir bilinçten etkilenen ve aynı zamanda onu da
etkileyen bilinç biçimleri olarak okunmalıdır.
Çizgi-üstü işçilerin emek süreci içerisindeki ayrıcalıklı
konumları, -her ne kadar basit bir emek sermaye çelişkisi
içerisinde ücretli emek kategorisi içerisinde bulunsalar da-
emek sürecinde sermaye adına emeğin denetimi ve yönlendirilmesi
işlevini yerine getiriyor olmalarından ötürü,çıkarları ve hakim
bilinçleri açısından sermayeyle, yani “yapımcı” ve “kanal” ile
ortaklaşır. Fakat emek süreci içerisinde emeğin denetimi
işlevinin yalnızca emek-süreci içerisinde zor ve rıza
kullanılarak, ya da daha özel kullanımıyla Friedman’ın
kategorize ettiği (1977) “sorumlu özerklik/doğrudan kontrol”
ile sağlanmadığını, maddi süreçlerle etkileşim içinde ortaya
çıkan ve yeniden üretilen hakim bir düşünüş biçimiyle de
oluşturulduğunu belirtmek gerekir. Bu düşünüş biçimi, iktisadi
olarak proleterleştiğini söylediğimiz teknik işçilerin siyasi-
ideolojik süreçlerle kendilerini çizgi-üstü işçilere ve
dolayısıyla sermaye iktidarına bağlamalarına ve işçi sınıfı
bilincinden uzaklaşıpişçi ve sermaye arasında bir ara konum
oluşturmalarına yol açar.O nedenle bu grubun sınıfsal
konumlarını siyasi-ideolojik konumlara bakarak yeniden düşünmek
gerekmektedir.
Öncelikle sektörde çalışmak isteyen teknik işçilerin (18-22
yaşından başlayarak),ister alaylı, ister okullu olsun,19 bu
sektörde çalışmak istemelerinin ardındaki temel motivasyonun
sektörün “zevkli, rutin olmayan, yaratıcı, bireyin kendini
ifade etmek için fırsat bulabileceği bir iş sunması” olduğunu
görüyoruz. Temel eğilim, hangi alanda uzmanlaşmak isteniyorsa o
alanın en alt kademesindeki teknik işten başlanıp “meslek
içerisinde işi öğrenme” ile o işin çizgi üstündeki konumuna
ulaşma isteğidir. Örneğin görüntü yönetmeni olmak isteyen
birinden kamera ya da ışık asistanı olarak işe başlaması, eğer
ilgili bir bölümde okuyorsa, deneyim kazanabilmek adına bunu
okulu bitmeden yapmaya başlaması ve kendine sektör içinde bir
“çevre” oluşturması beklenmektedir. Dolayısıyla burada okuldan
öte önem verilen, yapılan işin pratiği ve teknik işçinin
üzerindeki yaratıcı konumdaki “ustasından” öğrenebildikleri ve
onunla kurduğu bağlayıcı ilişkidir. Teknik işçi sektör
içerisinde bir devamlılık sağlamak ve yükselmek istiyorsa, yani
günün birinde kendisi de “yaratıcı ekip” içinde yer alıp, bunun
maddi rahatlığından da faydalanarak aslında işi tercih ederken
kendisini güdüleyen, ama teknik işçi olarak pek de ulaşamadığı
o sektörün “zevkli, rutin olmayan, yaratıcı, bireyin kendini
ifade edebileceği” konumuna gelmeyi hedefliyorsa, “ustasının”
dahil olduğu her yeni üretim sürecinde yanından eksik
etmeyeceği “çırağı” olmayı başarabilmelidir. Çok açıktır ki bu
emek süreci içerisinde farklı maddi ilişkiler içerisinde olan
19Sektörde herhangi bir okuldan mezun olma ya da olmama gibi temel özellikler pek aranmamakta, sektör içerisindeki birinin tavsiyesi diplomadan daha önemli görülmektedir.
iki kişinin ilişkisi, yani ezilenin ezene bağlanarak bir çeşit
ortaklık kurmasındaki temel,yanılsamalı altyapıdır.
Fakat bir devamlılık sağlama gereğinin bir sorun haline
dönüşmesinden önce, 18-22 yaşlarındaki bu teknik işçi adayının
kendisini bir şekilde “sektörün içine atması” gerekmektedir.
Bunun için sektörün içinden bazı tanıdıklara ihtiyacı vardır
çünkü daha önce de söylendiği gibi iyi bir CV ya da diplomadan
daha önemli olan “birinin önerdiği kişi” olabilmektir. Bu
bağlantıyı kurabilenler “şanslı” kişilerdir, kuramayanlar ise
“bu sektörde tanıdıksız iş bulunamıyor mu, onca okulu boşuna
mı okuduk, sırf tanıdıkları var diye vasıfsız bir sürü insan
doldu sektöre” biçiminde isyan edenlerdir. Burada önemle altı
çizilmesi gereken, hak ettiğini düşündüğü değeri kendisine
vermediği için sektöre karşı bir öfke biriktirmiş ama bir
yandan da kendini psikolojik olarak zayıf hissetmeye eğilimli
bir yedek işgücü ordusunun varlığıdır20. Yapılan bir
görüşmedeki şu ifadeler bu özne konumuna dair bir temsiliyet
oluşturabilir:
Önemli olan bir kere sektöre girmek. Ondan sonra herşey yoluna girer bence. Bütünarkadaşlarım da böyledüşünüyorlar zaten. Ben sadece bir şans istiyorum.Girmeye hazırım. Ondan sonra her şey yoluna girecek beninanıyorum.[…] Şu ana kadar bunu başaramadım. Budepresyon diyebileceğimiz bir şeye sebep oldu. Aslındaailem ve çevrem bana hep destek verdi. Ben egoist birideğilim ama özgüvenim çok yüksektir bana çevremdengelen destek sayesinde. Ama yine de bir şey yapamadığımiçin kendimi çok baskı altında hissettim. Bu bir
20Burada benzer beyaz yakalı işsiz özne ifadelerinin yer aldığı Bora vd. (2011) çalışmasına bakılabilir.
yılgınlık yarattı. Ama son zamanlarda daha pozitifdüşünmeye çalışıyorum (Öğrenci).21
Bu öğrencinin sözlerinden çıkarılabilecek ve yapılan diğer
görüşmelerde de sıklıkla dile getirilen husus sektöre bir kere
adımını atmayı başaran birinin yükselmesürecinin başladığına
dair algıdır. Fakat böyle bir algıya rağmen en alt kademeden en
üst kademeye biçiminde ifade edilebilecek yükseliş öyküsü
herkese kollarını açmış beklememektedir. Bunu
gerçekleştirebilmek,işçinin kendisini, beklenen “o” işçi
olarakkurmasına ve göstermesine, öte yandan sadece bir imaj
yaratmasına değil bir karakteri içselleştirmesine bağlıdır.
Dizi sektörü bunu gerçekleştiremeyen, “yenilip” sektörden
ayrılarak başka işlerde çalışmaya başlayan ya da “olduğu yerde
sayıp” sektöre girerken sahip olduğu “pembe” hayallerine
ulaşamayanlarla doludur.
Peki kimdir “o” ideal işçi, ondan kim olması beklenmektedir?
Yapılan görüşmeler, gözlemlenen setler, anlatılan başarı
hikayeleri ve bazı sosyal medya ortamlarındaki iş ilanları
karşımıza şöyle bir ideal tip çıkarır:
Reji ve sanat alanındaki teknik işler için kadın,prodüksiyon, görüntü, ses ve set teknik işler içinerkek, genç (30 yaş altı), az konuşan, sürekli birkoşuşturmaya müsait, kendisine yapacağı iş söylenilmedenyapan, çalışma saatlerine itiraz etmeyecek, üstündekikişinin yapmasını söylediği şeyi mantıksız dahi bulsabuna karşı çıkmayacak, fikrini söylemeyecek, yaptığıişin fiziki zorluklarına katlanabilecek (soğukta,tehlikeli yerlerde ya da aç bir şekilde çekim yapabilmekgibi), dakik, enerjik, çevresindeki kişilerle uyumlu.22
21Yaş:23, Erkek, görüşme tarihi ve yeri: 01.10.2012, Kadıköy/İstanbul 22Bu tanımlama yapılan görüşmeler ve gözlemlenen setlerde karşılaşılan ifadelerin birleştirilmesinden oluşmuş bir “ideal tipi” tanımlamaktadır.
Ana hatlarıyla böyle tarif edebileceğimiz kişi sektör
içerisinde devamlılık peşindeyse bu özelliklere sahip olmak
dışında pek şansı olmayan kişidir. Dolayısıyla bu tanımlamayı
kafasında meşrulaştırmaya ve içselleştirmeye ihtiyacı vardır.
Bu noktada söz konusu ihtiyaca karşılık veren ve vermeyen iki
karşıtdurumdaki işçilerin ifadeleri açıklayıcı olacaktır:
Firma beni bir çekime gönderdi. Daha önce ikiasistanımız ayrılmıştı oradan. Oraya gittim veprobleminne olduğunu anladım. Huysuz bir görüntü yönetmeni var,çok hızlı çalışmakla övünüyor. Birisi kendisiniyavaşlatırsa deliriyor adam. Kendi focuspuller’ı varyanında kendi yetiştiriyor. Böyle emir veren bir tip.Onu idare etmek için sakin olmak gerekiyor. […] Ayrıca,bu sektörde devam edebilmek için böyle şeyleri hiçumursamamak gerekiyor. Evet hümanizm tarafı birazsorgulanabilir ama aslında haklılar da, çünkü sana birşey öğretmeye çalışıyorlar. Onları dinlemen lazım(Kamera Asistanı).23
Gına gelmişti artık bu işten. Aslında bir hata yaptım.26-27 yaşında bir insanın işini bulmadan iştenayrılmaması gerekiyormuş. 6 ay işsiz kaldım. Ama yinede işten ayrılmanın doğru karar olduğunu düşünüyordumçünkü artık bıkmıştım. Sağlığım olumsuz yöndeetkilenmeye başlamıştı. Özel hayatın yok. Tanıştığınkızla buluşma şansın yok. Sevişmeye vaktin yok. Bazenoluyor günlerce duş alamıyorsun. İki-üç saat çişinitutmak zorunda kalıyorsun çünkü işi öylece bırakıpgidemiyorsun çünkü onu senin yerine yapabilecek kimseyok. Orada olman lazım. Her şey düzgünce düzenlenmişorganize edilmiş ve aslında o organizasyondan sorumluolan sensin reji asistanı olarak. Bir şey yanlış olursayönetmen gelir senin ağzına sıçar. Biri geç kalırsasana bağırır niye zamanında aranmadı diye. Set hazırdeğilse sebebini sana sorar. Lafın kısası, geçtiğimizsene üstümdeki asistanla atıştım, benim yetersizolduğumu düşünüyorlardı çünkü, ama aslına bakarsanyeterli olmak da mümkün değil zaten. O yüzden sektörde
23Yaş 25, Erkek, görüşme tarihi ve yeri: 30.01.2012; Beşiktaş/İstanbul.
çok fazla sirkülasyon olduğunu düşünüyorum zaten. Herneyse, ben ayrılıyorum dedim(Yönetmen Asistanı).24
Bu iki zıt örneğin karşılaştırmasından ilerlersek, sektör
içerisinde devam edip “kazananların” yani sektörde kalmayı
başarıp çizgi üstüne terfi edebilenlerin inandığı ve anlattığı
hikaye, “yönetmen asistanı”nın“sektörde tutunamaması”nınbu işe
yeterince tutkuyla bağlı olmamasından kaynaklandığının altını
çizmektedir. Şu örnekte bunu görebiliriz:
Benim bir tezim var. Bu işi tutkuyla sevmeyen bu iştebaşarılı olamaz. Ben bu işten nefret ederek yapaninsanlar gördüm, ama ekonomik sıkıntılarından ötürüyapmak zorundaydılar. İsteksizce ve herhangi bir sevgibeslemeden yapıyorlardı bu işi. Bazıları zorunluluktan,bazıları alıştıkları için devam ediyorlardı. Ya dabilirsin bu iş biraz gösterişli bir iştir, çekici birtarafı vardır. O yüzden buna dayanabilenler var;bazılarıysa dayanamıyor. Başka bir iş bulunca ayrılmakisteyenler var. Benim eskiden bir asistanım vardı şimdiKadıköy’de bir barda çalışıyor, biri de öğrenciydi,eğitim masrafını çıkartmak için çalışıyordu. SonundaKPSS sınavından başarılı oldu, öğretmenlik yapıyorşimdi. Yani anlayacağın bu işin temel meselesi tutku(Görüntü Yönetmeni/Işık Asistanı).25
Bu örnek dahilinde sinemaya dair tutkusuz olduğu söylenen ve bu
nedenle bu zor şartlara dayanamadığı iddia edilen kişinin, yani
yönetmen asistanının şu ifadeleri ise bu bağlamda eksik olanın
“tutku” olmayabileceğine dair dikkate değer başka bir nokta
sunar:
Şimdi bankacı oldum ama sinemadan hala vazgeçmedim.Geçemem zaten. Yani ben öyle işleri seviyorum. Birşeyler yaratmak. Şu an yazarak gideriyorum mesela o
24Yaş 27, Erkek, görüşme tarihi ve yeri: 06.11.2011; Kızılay/Ankara25Yaş 45, Erkek, görüşme tarihi ve yeri: 16.03.2011; Kızılay/Ankara
isteğimi. Günün birinde geri dönerim herhalde sektöreama ne zaman bilmiyorum (Yönetmen Asistanı).26
Öte yandan bu iki çatışan konum arasında emek sürecinin
özneleştirme sürecine tabi olan ama yine de bunu kamera
asistanının ifade ettiği biçimde bir zorunluluk olarak değil
“katlanılması gereken güçlükler” olarak ifade eden bir ara
konumdan da bahsetmek gerekir. Bu sektör içerisinde çalışmaktan
başka bir iş düşünmediğini, hatta işletme öğrencisi olmasına
rağmen, üniversite diploması alacağı işi yapmayıp, günün
birinde kendi filmlerini çekebileceği noktaya kadar
sabredeceğini söyleyen kişi yine de içinde çalıştığı koşullara
ve yapmak zorunda olduğu işe tepkisel yaklaşabilmektedir:
Bir keresinde çok hastaydım. Nevşehir’de iki kişiydik.Bir teknisyen bir boom operatörü. Normal olarak benimişi bırakıp doktora gitmem lazım. Elim kolum bağlı.Üstüme bir şey diyemedim. Aslında onun da yapacağı birşey yok çünkü işin bir şekilde yapılması lazım. Aslındaböyle olmaması lazım. İşin bir şekilde paylaşılmasıgerek. Dediğim gibi elim kolum bağlı, çalışmaya devamettim. Bir keresinde de bir arkadaşım hasta olmuştu.Öksürüyor, ağzından kan geliyor adamın. Bu durumda bileİstanbul’a geri dönemedi. Adana’da çalışıyordu. İki günAdana’da dinlendi, çalıştığı yerde, sonra çalışmayadevam etti.Daha dün oldu işte. Kar yağıyor, hava eksibilmem kaç derece, saat 1 olmuş hala çekimyapıyoruz(Ses Teknisyeni).27
Bunun üzerine yanında bulunan boom operatörü de ekler: “İşte
böyle zamanlarda niye çalışıyorum ki ben diyorsun. Yani
ölsen... Hiçbir şey yok elinde, hayallerinle birlikte
ölüyorsun” (Boom Operatörü).28
26Yaş 27, Erkek, görüşme tarihi ve yeri: 06.11.2011; Kızılay/Ankara27Yaş:24, Erkek, görüşme tarihi ve yeri: 01.02.2012; Taksim/İstanbul28Yaş:24, Erkek, görüşme tarihi ve yeri: 01.02.2012; Taksim/İstanbul
Bu noktada şu ana kadar seslerini dinlediğimiz emekçilerin
ifadelerinden karşımıza kabaca üç temel ifade biçiminin
çıktığını söyleyebiliriz. Örneğini kamera asistanı olarak
sunduğumuzbirinci durumda işçi, sektörün katı ve disiplinli
yapısını içselleştirir ve bunu sektörün doğasıyla ilişkili ve
kendisinin bir şeyler öğrenebilmesi için gerekli görerek
meşrulaştırır. Bu kişinin bir çekim esnasında gözlemlediği, bir
durum karşısında şikayetçi olandiğer emekçi arkadaşlarına
bakışı ise karşımıza şu ifadelerle çıkar:
Setle ilgili kötü olarak anlatılan şeylerin ben birazabartı olduğunu düşünüyorum. Çünkü insanların isyanettiği durumlarda benim isyan etmediğim çok oldu yani.Çünkü yani bu işin doğasında bu olduğunu kabullendin.Çok angarya bir şey varsa isyan edilir ama işindoğasında olan şeylere çok isyan etmeye gerek yok. 30yıl olmuş hala isyan eden adam var. Orospu ağızlıçünkü. Laf yani. Birilerini gaza getirip işi yapmakistemiyor anladın mı? O anı kurtarmak istiyor. Tabi çokinsan var böyle. Her yerde var. Onların gazınagelmeyeceksin (Kamera Asistanı).29
Dolayısıyla burada örneğini gördüğümüz bu özne konumunun en
azından verili koşullarda kendini belirli bir isyan etme
potansiyeliyle örmediğini, daha çok üzerindeki muktedirin
diliyle konuştuğunu iddia edebiliriz. Fakat örneğini sunduğumuz
bir diğer özne ise çok sevdiğini ve günün birinde geri dönmek
istediğini söylediği işinden ayrılacak, çok da sevmediği halde
bankacılık yapmaya başlayacak konuma gelmiştir. Burada üçüncü
bir özne konumu olarak söz edebileceğimiz bir diğer konum ise
sektörün “tutku, farklılık, yaratıcılık, kendini ifade etme”
gibi özelliklerinin etkisinde olan, ama yine de var olanı
29Yaş 25, Erkek, görüşme tarihi ve yeri: 30.01.2012; Beşiktaş/İstanbul
olduğu biçimiyle kabul etmeyen, bunlara ses çıkaran, ses
çıkaramadığı yerde ise idare etme taktikleriyle30 bunlarla başa
çıkmaya çalışarak hayallerini gerçekleştirmek istediği seviyeye
ulaşmaya çabalayan bir konumdur.Sözü edilen son iki konumun
siyasi-ideolojik olarak kendini sermaye-yaratıcı emek
ortaklığının hegemonyasının tamamen dışında gördüğünü iddia
etmek elbette mümkün değildir. Sektörün çalışma şartlarına
dayanamayıp sektörden ayrılan işçilerin bir örgütlülük
bilinciyle yaygın bir şekilde işçi sınıfı mücadelesi içerisinde
kendilerini ifade etmediklerini, aksine görece daha güvenceli
işleri tercih ederek (yukarıda örneğini gördüğümüz üzere
öğretmenlik, bankacılık gibi) o işin “görece güvenceliliği”nden
kaynaklı başka bir düşünüş biçimi üzerinden emek sömürüsüne en
azından maddi ilişkiler bağlamındauyum sağladıklarını
görebiliriz. Ya da üçüncü özne konumu olarak örneklendirilen
“karşı çıkma ama yine de bir şekilde sektör içerisinde devam
etme” ile özetlenebilecek konumun maddi ilişkiler bağlamında,
hakim düşünüş biçimine tabi olmuş ilk özne konumundan pek de
farklı olmadığını söyleyebiliriz. Bununla birlikte sınıfı bir
oluşum olarak değerlendirip bu öznelliklere dikkat etmeksizin
bu kişileri, mavi yakalılardan emek süreci içerisindeki
potansiyelleri bakımından ayrılan bir iktisadi-siyasi özne
olarak değerlendirmek yanlış olacaktır.Zira böyle bir
değerlendirme hem yukarıda uzunca tartışılan proleterleşme
sürecini görmezden gelmek anlamına gelir. O nedenle bu
çatışmanın çözümüne sınıfı bir yapı değil bir oluşum,
öznellikler üzerinden olmakta olan ve sınıfın bilincinin oluşma
süreci içerisinde bir karşı-hegemonya olasılığıyla şekillenen30Bkz. De Certau (2009).
bir ilişki olarak kavramlaştırmakla ulaşılabilir.Bu noktada
sınıfıThompson’a referansla bir ilişki, süreç ve oluşum olarak
ele alanWood’un sınıfı “bilinçli bir siyasal güç yapan belirli
bir bilinç ya da örgütlülük düzeyiyle özdeşleştirmek”
yerine“dikkatimizi daha çok, öyle bir güç haline gelme ya da
kendini öyle bir güç haline getirme sürecindeki sınıfa
odaklanmamız gerektiği” yönündeki uyarısını hatırlamakta yarar
vardır (Wood, 2001:111) Tam da bu noktadan hareket eden bir
yaklaşım yukarıda sözü edilen teknik işçilerin “algılarında ve
ifadelerinde” böyle bir potansiyeli yakalar ve onu proleteryaya
karşı prekarya gibi sorunlu kullanımlarda olduğu üzere31ayrı
bir konumunda değil, siyasi bir süreçle birlikte kurulacak
potansiyel bir “proleterya” olarak kurgular. (Candeais, 2007)
Yazının başındaki ontolojik-epistemolojik tartışma üzerinden
yeniden ifade edecek olursak, yeni bir yapısal gerçeklik olarak
bir “prekarya” ya da bir orta sınıf tabakasından bahsetmek
yerine, yapısal gerçekliğin işlediği bir mekanizmanın
içerisinde o yapıyı da yeniden üreten ve tam tersi bir bakış
üzerinden yeniden üretmeme, yerine başka bir şey koyma
potansiyeline de sahip olan bir özneden bahsetmek daha anlamlı
olacaktır.
d) Sonuç Yerine
Teknoloji, kültür ve bilgi gibi faktörlerin kapitalist
ilişkiler içinde metalaştırılmasıyla birlikte karşımıza
“kol”dan öte yetenek, duygu, bilgi kullanması gereken, yani
daha genel bir tanımlamayla bir “nesne” olmaktan öte kendi
“özneliğiyle” var olan,bir “ücretli emek” grubu ortaya31Bu kullanımın bir eleştirisi için bkz. Oğuz (2011)
çıkmıştır. Hatta hakim bir eğilim olarak, mavi yakalı emeğin
bile bu tip bir “özneleşme” süreciyle birleşmesi kaçınılmaz
olarak görülmektedir. Özneleşme durumu bir kez maddi
gerçeklikle yani emek-sermaye çelişkisiyle aynı “gerçeklik”
seviyesinde algılandığında, bütünleştirici bir kavram olarak
sınıf kendini çoğul öznelere bölünmüş olarak bulur. Oysa ki,
kapitalizme içkin yapısal problemlerin derinleşmesiyle
Marksizm’in ikili sınıf kavramlaştırmasını yeniden düşünmemiz
gerekir. Bu doğrultuda, özneleşme süreçlerinin emek-sermaye
çelişkisinden kaynaklı maddi sömürü ilişkilerinin üzerini
örtmeye yarayan bir paravan işlevi gördüğünü tespit edersek,
sınıfı emek sürecindeki “özne konumundan” farklı bir gerçeklik
seviyesinde düşünmüş oluruz. Öte yandan bu sınırlı bir
tespittir; maddi ilişkilerin ücretli emekçilerin bilincindeki
yansımasınıda kavramak; her şeyden evvel maddi gerçekliğin
önünde bir paravan görevi gören öznellikleri yıkmak-dönüştürmek
için gereklidir. İlki iktisadi bir kategori olarak sınıfı ana
belirleyen olarak kurarken, diğeri siyasi-ideolojik bir
kategori olarak ilk ayrımın altında kurar. Sınıfı bu şekilde
bir ilişkisellikten oluşan bir kategori olarak algılama
noktasına geldiğimizde ise hem emek süreci içinde yeniden
üretilen denetim/tahakküm/hegemonya ilişkilerine bağlı olarak,
hem de emek sürecini de kapsayan çok daha genel kültürel
siyasal süreçler bağlamında sınıfın sınıf olma halini nasıl
“deneyim”lediği (Thompson, 2004) sorusunu sormuş oluruz. Bu da
sınıf içinde farklı özne konumlarının ortaya çıkması anlamına
gelmektedir. Bu öznel konumlar ücretli emekçileri kapitalist
üretim ilişkilerinin devamını sağlayacak deneyim ve düşünce
biçimleri ile ait oldukları sınıfın maddi çıkarlarından
uzaklaştırabilirler. Ancak bu net bir uzaklaşma ya da
yakınlaşma hali değil, sürekli devam eden (Ollman, 2006:44) ve
her daim içinde bulunulan bir gerilim, mücadele durumudur. Bu
noktada Gramsci’nin aşağıda işaret ettiği gibi birbirlerinden
özne konumları bakımından “farklı” ve “mesafeli” olanların bir
bütünlüğe ulaşması anlamındaki “tarihsel oluş” halinden ya da
böyle bir potansiyelden söz edebiliriz. Bu da kaçınılmaz bir
biçimde karşı-hegemonik bir siyasal mücadele hattını
oluşturmayı ve dolayısıyla sınıfın “yapısal” olarak ne olduğunu
değil, ne oluyor olduğu/ne olabilecek olduğu sorusunu
sormayıgerekli kılar:
O halde, teori ve pratiğin birliği, verili bir mekanikesas değil, aksine başlangıç ve ilkel halini “fark”,“mesafe” gibi, içgüdüsel bir bağımsızlık duygusubiçiminde barındıran, ve; dünyaya gerçek ve bütünolarak hakim olabilecek tutarlı ve bütüncül birkavramsallaştırmayı geliştirene kadar devam edentarihsel bir oluştur (Gramsci’den aktaran Cox, 1998:8).
Dizi sektöründeki sınıflar arası maddi çelişkiler olabildiğince
derinleşmiştir. Dizilerdeki teknik işçilerin sermaye cephesi
tarafından yaratıcı işçiler aracılığıyla sömürülüyor ve
eziliyor oldukları, şu ana kadar anlatıldığı üzere oldukça
aşikar bir tablo olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada farklı
özne bilinçleri bu sömürüye normalleştirerek tabi olmakta ya da
onu reddetmekte/ya da idare etmektedir. Bu farklı özne
konumları arasında maddi gerçekliğin yani sınıfların bir
siyasi-ideolojik savaşı vardır. Sermaye siyasi-ideolojik
stratejileriyle, yani yaratıcı emekçiler üzerinden ilerleyen
bir yönetim-denetim mekanizmasıyla teknik işçileri kendi sınıf
çıkarına tabi kılmaya çalışmaktadır. Bu da yaratıcı işçi ile
teknik işçi arasındaki ayrımı hem bu konu dahilinde, hem de
genel olarak ücretli emek tartışması ve sınıf oluşumunun
anlaşılmasında önemli kılar.
Kaynakça:
Alvesson, M., &Willmott, H. (2002). Identity regulation asorganizational control: Producing the appropriateindividual. Journal of management studies,39(5), 619-644.
Bhaskar, R. (2008). A realist theory of science.Taylor & Francis.
Bora, T., Bora, A. N.ErdoğanveÜstün, İ.(2011)“’BoşunamıOkuduk?’ Türkiye’deBeyazYakalıİşsizliği”İletişimYayınlar, İstanbul, 2011
Braverman, H. (1975) Labor and monopoly capital; thedegradation of work in the twentieth century, New York: MonthlyReview Press
Burawoy, M. (1985). The politics of production: Factory regimes undercapitalism and socialism (pp. 58-99). London: Verso.
Candeias, M. (2007) “Unmaking and Remaking of Class The“Impossıble” Precarıat Between Fragmentatıon And Movement”,http://www.rosa-luxemburgclub.de/fileadmin/rls_uploads/pdfs/Policy_Paper/pp-3-09_Candeias.pdf
Candeias, M. (2009) “Double precarisation of labour andreproduction –Perspectives of expanded (re)appropriation” inhttp://www.rosalux.de/fileadmin/wgdw_uploads/Double_precarisation.pdf
Castel, R. (2003). From manual workers to wage laborers: transformation ofthe social question. Transaction Publishers.
Christopherson, S. (2008). Beyond the Self-expressive CreativeWorker An Industry Perspective on Entertainment Media. Theory,culture & society, 25(7-8), 73-95.
Cox, L. (1998) “Gramsci, movements and method: the politics ofactivist research”Paper to 4th "Alternative Futures and PopularProtest" conference Manchester Metropolitan University
DeCertau, M. (2009) “Gündelik Hayatın Keşfi-1” (Eylem,Uygulama, Üretim Sanatları)” çev. Lale Arslan Özcan, ‘L'inventiondu quotidien. Vol. 1, Arts de faire' Ankara: Dost
Ercan, F. (2005). Para ve kapitalizm. İstanbul: Devin Yayıncılık.
Flores, F., & Gray, J. (2000). Entrepreneurship and the wired life: Workin the wake of careers. Demos.
Friedman, A. L. (1977). Industry and labour: class struggle atwork and monopoly capitalism (pp. 31-21). London: Macmillan.
Hardt, M. veNegri, A. (2004) Çokluk, çev: BarışYıldırım,İstanbul: AyrıntıYayınları
Lazzarato, M. (2006) “Immaterial Labor”, Virno, P. VeHardt, M.(der) Radical Thought in Italy: A Potential Politics (Theory Out Of Bounds içinde,Univ Of Minnesota Press; 1 edition (October 5, 2006)
Leadbeater, C., & Oakley, K. (1999). The Independents: Britain's newcultural entrepreneurs. Demos.
Littler, C. R. (1990). The labour process debate: a theoreticalreview 1974-1988.Labour process theory, 46-94.
Littler, C. R., &Salaman, G. (1982).Bravermania and beyond:recent theories of the labour process. Sociology, 16(2), 251-269.
Manning, S., &Sydow, J. (2007). Transforming creative potentialin project networks: how TV movies are produced under network-based control. Critical Sociology, 33(1-2), 19-42.
Marx, K. (1997). Kapital I, Çev. AlaattinBilgi), Das Kapitalvol.1,. Ankara: Sol Yayınları.
O'Doherty, D. veWillmott, H. (2001) “Debating Labour ProcessTheory: TheIssue of Subjectivity and the Relevance ofPoststructuralism”; Sociology, Volume:35, Issue02, May 2001 ,pp 457-476
O'Doherty, D. and Willmott, H. (2009) “The Decline of LabourProcess Analysis and the Future Sociology of Work”; SociologyOctober 2009 vol. 43 no. 5 931-951
Oğuz, Ş. (2011)TekelDirenişininIşığındaGüvencesizÇalışma/Yaşama: Proletaryadan“Prekarya”yamı?,MülkiyeDergisisayı: 271
Ollman, B. (2006) DiyalektiğinDansı: Marx’ınYöntemindeAdımlar,çev. CenkSaraçoğlu Dance of Dialectics: Steps in Marx,YordamKitap
Özuğurlu, M. (2010). “TEKEL Direnişi:SınıflarMücadelesiÜzerineAnımsamalar”, GökhanBulut (der.) TEKELDirenişininIşığındaGelenekseldenYeniyeİşçiSınıfıHareketi, Ankara: Nota Bene
Papadapoulos, D., Stephenson, N. and Tsianos, V. (2008) EscapeRoutes: Control and Subversion in the 21st Century , PlutoPress
Putnam, R. D. (1995). Bowling alone: America's declining socialcapital.Journal of democracy, 6(1), 65-78.
Sayer, A. (2000). Realism and social science. SAGE PublicationsLimited.
Smith, C., ve Thompson, P. (1998).Re-evaluating the labourprocess debate.Economic and Industrial Democracy, 19(4), 551-577.
Thompson, E. P. (2004). İngilizİşçiSınıfınınOluşumu, Çev. UygurKocabaşıoğlu, “The Making of the English Working Class” İstanbul:BirikimYayınları,
Thompson, P. (2010). The capitalist labour process: Conceptsand connections. Capital & Class, 34(1), 7-14.
Thompson, P. and Vincent, S. (2010) “Labour process theory andcritical realism.”Thompson, P. ve Smith, C. (der.) “WorkingLife: Renewing Labour Process Analysis. Critical Perspectiveson Work and Employment” içinde, Houndmills: PalgraveMacmillan, , pp. 47-69.
Ursell, G. (2000). Television production: issues ofexploitation, commodification and subjectivity in UK televisionlabour markets. Media, Culture & Society,22(6), 805-825.
Wittel, A. (2004). Culture, labour and subjectivity: For apolitical economy from below. Capital & Class, 28(3), 11-30.
Wood, E.M. (2001) İlişkiveSüreçOlarakSınıf, Praksis (l) 2001,92-119.