"Georg Simmel'in "Tarih Felsefesi'nin Problemleri" Bağlamında Tarih, Tarihçilik ve Tarih...

18
1 GEORG SİMMEL’İN “TARİH FELSEFESİ’NİN PROBLEMLERİ” BAĞLAMINDA TARİH, TARİHÇİLİK ve TARİH YAZIMI Sedat GENCER ⃰ GİRİŞ Bu makale Georg Simmel 1 (1858-1918) gibi birikimi, ilgi alanları ve günümüz problemlerini kavrayışındaki derinliği ile insanı afallatan 2 bir entelektüelin tarih felsefesine yönelik fikirleri 3 üzerine odaklanacaktır. İlgi alanı bu kadar geniş bir entelektüeli tarih felsefesi bağlamında ve sınırında ele almanın önemli iki sebebi bulunmaktadır. Birincisi, Simmel’in tarih felsefesine yönelik geliştirdiği fikirlerini ana hatlarıyla ortaya koyup, tartışmaya açmayı içerir. İkincisi ve daha önemlisi Simmel’in metninin, tarih disiplinin somut problemleri ile bağlantı kurulabilmesindeki potansiyelini araştırmaktır. Makalenin kurgusu Tarih Felsefesinin Problemleri’nin kendi kurgusunu takip ederek (Tarih Araştırmasının Psikolojik Koşulları Üzerine, Tarih Yasaları Üzerine, Tarihin Manası Üzerine) ortaya konacaktır. Simmel’in fikriyatını belirli bir sistematik içinde ifade etmeyi tercih etmemiş olduğu dikkate alındığında böylesi bir tercihin yanlış olduğu ileri sürülebilir; ama düşüncesinin zor takip edilebilirliği bilindiğinde ise bunun elzem olduğu kendiliğinden anlaşılır. Makalenin çıkış noktası Türk tarihçiliği bağlamında ve Simmel vesilesiyle tarih yazım-yapım pratiği sorunları üzerine düşünebilmenin yollarını açmaktır. Bu açıdan ileri sürülen fikirlerin algılanıp, tartışmaya açılmasında makale yazarı Simmel’in vurguladığı kendi “tarihsel anlama”sıyla sınırlıdır. Bilindiği gibi tarih felsefesi yaşanmış geçmişin felsefesi olarak ya da tarih biliminin felsefesi olarak iki şekilde anlaşılabilir. Birincisinde ondan beklenen insanlık tarihi hakkında kapsayıcı bir yorum-anlatı ortaya koymasıdır. İkincisinde ise “tarih biliminin ve tarihçinin bilgi elde etme etkinliğini sorgulayan, tarih biliminin dayandığı ilke ve yöntemleri eleştiren ve giderek “tarihsel bilgi”nin nitelik, hatta olabilirliğini çözümleyen bir tarihsel bilgi eleştirisidir.” 4 İkinci anlamında tarih felsefenin kurumsallaşması 19. yy’ın ikinci yarısından Süleyman Demirel Üniversitesi, Fen-Edb. Fak. Tarih Bölümü Araştırma Görevlisi. 1 Simmel’in hayatı ve fikirleri bağlamında bütünlüklü bir anlatım için bkz. Werner Jung, Georg Simmel. Yaşamı/Sosyolojisi/Felsefesi, Doğan Özlem (Çev.), Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 2001. Ayrıca Simmel’e yönelik yayınlarda bir artış vardır. 2011 yılında Simmel’i Türk okuyucusuna daha yakından tanıtmayı hedefleyen kapsamlı bir makale derlemesi yayınlanmıştır: Georg Simmel, Sosyolog Sanatçı Düşünür, Jale Özata Dirlikyapan (ed.), Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2011. Son olarak David Frisby’nin Modernlik Fragmanları çevrilmiştir. David Frisby, Modernlik Fragmanları, Akın Terzi (çev.) Metis Yayınları, İstanbul, 2012. 2 Kurt H. Wolff (translated, edited, and with an introduction by), The Sociology of Georg Simmel, The Free Press, Glencoe, Illinois, 1950, xvii. 3 Kitap dilimize Gürsel Aytaç tarafından çevrilmiştir. Yazar ya da yayınevi Simmel ve metni ile ilgili herhangi bir açıklayıcı giriş ve önsöze yer vermeyi tercih etmemiştir. Ayrıca metnin hangi baskısından çevrildiğine dair de bir bilgi yoktur. Georg Simmel, Tarih Felsefesinin Problemleri, Gürsel Aytaç (çev.), Doğu Batı Yayınları, İstanbul, 2008. 4 Doğan Özlem, Tarih Felsefesi, Dokuz Eylül Yayınları, İzmir, 1998, s.13; Kubilay Aysevener, E. Müge Barutca, Tarih Felsefesi, Cem Yayınevi, İstanbul, 2003, s.9.

Transcript of "Georg Simmel'in "Tarih Felsefesi'nin Problemleri" Bağlamında Tarih, Tarihçilik ve Tarih...

1

GEORG SİMMEL’İN “TARİH FELSEFESİ’NİN PROBLEMLERİ” BAĞLAMINDA

TARİH, TARİHÇİLİK ve TARİH YAZIMI

Sedat GENCER

GİRİŞ

Bu makale Georg Simmel1(1858-1918) gibi birikimi, ilgi alanları ve günümüz

problemlerini kavrayışındaki derinliği ile insanı afallatan2 bir entelektüelin tarih felsefesine

yönelik fikirleri3 üzerine odaklanacaktır. İlgi alanı bu kadar geniş bir entelektüeli tarih

felsefesi bağlamında ve sınırında ele almanın önemli iki sebebi bulunmaktadır. Birincisi,

Simmel’in tarih felsefesine yönelik geliştirdiği fikirlerini ana hatlarıyla ortaya koyup,

tartışmaya açmayı içerir. İkincisi ve daha önemlisi Simmel’in metninin, tarih disiplinin somut

problemleri ile bağlantı kurulabilmesindeki potansiyelini araştırmaktır. Makalenin kurgusu

Tarih Felsefesinin Problemleri’nin kendi kurgusunu takip ederek (Tarih Araştırmasının

Psikolojik Koşulları Üzerine, Tarih Yasaları Üzerine, Tarihin Manası Üzerine) ortaya

konacaktır. Simmel’in fikriyatını belirli bir sistematik içinde ifade etmeyi tercih etmemiş

olduğu dikkate alındığında böylesi bir tercihin yanlış olduğu ileri sürülebilir; ama

düşüncesinin zor takip edilebilirliği bilindiğinde ise bunun elzem olduğu kendiliğinden

anlaşılır. Makalenin çıkış noktası Türk tarihçiliği bağlamında ve Simmel vesilesiyle tarih

yazım-yapım pratiği sorunları üzerine düşünebilmenin yollarını açmaktır. Bu açıdan ileri

sürülen fikirlerin algılanıp, tartışmaya açılmasında makale yazarı Simmel’in vurguladığı

kendi “tarihsel anlama”sıyla sınırlıdır.

Bilindiği gibi tarih felsefesi yaşanmış geçmişin felsefesi olarak ya da tarih biliminin

felsefesi olarak iki şekilde anlaşılabilir. Birincisinde ondan beklenen insanlık tarihi hakkında

kapsayıcı bir yorum-anlatı ortaya koymasıdır. İkincisinde ise “tarih biliminin ve tarihçinin

bilgi elde etme etkinliğini sorgulayan, tarih biliminin dayandığı ilke ve yöntemleri eleştiren ve

giderek “tarihsel bilgi”nin nitelik, hatta olabilirliğini çözümleyen bir tarihsel bilgi

eleştirisidir.”4 İkinci anlamında tarih felsefenin kurumsallaşması 19. yy’ın ikinci yarısından

Süleyman Demirel Üniversitesi, Fen-Edb. Fak. Tarih Bölümü Araştırma Görevlisi. 1 Simmel’in hayatı ve fikirleri bağlamında bütünlüklü bir anlatım için bkz. Werner Jung, Georg Simmel.

Yaşamı/Sosyolojisi/Felsefesi, Doğan Özlem (Çev.), Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 2001. Ayrıca Simmel’e

yönelik yayınlarda bir artış vardır. 2011 yılında Simmel’i Türk okuyucusuna daha yakından tanıtmayı

hedefleyen kapsamlı bir makale derlemesi yayınlanmıştır: Georg Simmel, Sosyolog Sanatçı Düşünür, Jale Özata

Dirlikyapan (ed.), Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2011. Son olarak David Frisby’nin Modernlik Fragmanları

çevrilmiştir. David Frisby, Modernlik Fragmanları, Akın Terzi (çev.) Metis Yayınları, İstanbul, 2012. 2 Kurt H. Wolff (translated, edited, and with an introduction by), The Sociology of Georg Simmel, The Free

Press, Glencoe, Illinois, 1950, xvii. 3 Kitap dilimize Gürsel Aytaç tarafından çevrilmiştir. Yazar ya da yayınevi Simmel ve metni ile ilgili herhangi

bir açıklayıcı giriş ve önsöze yer vermeyi tercih etmemiştir. Ayrıca metnin hangi baskısından çevrildiğine dair de

bir bilgi yoktur. Georg Simmel, Tarih Felsefesinin Problemleri, Gürsel Aytaç (çev.), Doğu Batı Yayınları,

İstanbul, 2008. 4 Doğan Özlem, Tarih Felsefesi, Dokuz Eylül Yayınları, İzmir, 1998, s.13; Kubilay Aysevener, E. Müge

Barutca, Tarih Felsefesi, Cem Yayınevi, İstanbul, 2003, s.9.

2

sonra Herder ile başlayıp W.Dilthey ile devam etmiştir ki Simmel’de bir bakıma “tarih

biliminin felsefesine” katkıda bulunarak bu zincire eklenmiştir.5

19. yüzyıl egemen pozitivist anlayışına karşı oluşan Alman sosyoloji geleneği,

Wilhelm Windelband öğrencisi Heinrich Rickert ve sonrasında Wilhelm Dilthey gibi

isimlerin sosyal bilimler ile kültür bilimlerinde epistemolojik sorunlara ve metodolojik

tartışmalara odaklanmasıyla ortaya çıkmıştır.6 Comtecu anlayış, insan eylem ve kültürünü

yasa süreçleriyle kavrayabildiği bir epistemolojiye sıkıştırmıştı. Burada kavrayış doğa

yasalarına öykünen yasalarla toplumun belirlendiği yönünde şekillenmişti. Özerkliği içinde

insanın ve eylemlerinin sorunsallaştırılması ihmal edilmişti. Alman geleneği ise toplumsal-

tarihsel alanın insanlık eliyle yaratılmış olduğu için ancak onun bireyselliğiyle

anlaşılabileceği savunusuyla farklılaşıyordu.7 Simmel de bu geleneği miras alarak tarih

felsefesi bağlamında geliştirmişti.

Simmel tarih felsefesine yönelik eserini onun kronolojisinde8 “erken” sayılabilecek bir

dönemde yazmıştır. Kendisinin de ifade ettiği gibi o, tarihe bilgi kuramı ve Kant felsefesi

öğreniminden gelerek tedricen yönelmiştir. Simmel Tarih Felsefesinin Problemleri’nin

tematik ve sorunsalını şöyle belirtir. “Tarih doğrudan ve ancak yaşanmış olaylara bilimsel

düşüncenin a priorilerine uygun şekilde form verme anlamına geliyordu; tıpkı ‘doğa’nın,

duyusal yoldan verili olan içeriğe zihin kategorileri aracılığıyla form verilmiş bir şey olmak

anlamına geldiği gibi”9 Simmel tarihsel oluşumdaki form ve içerik ayrımını sosyolojinin

epistemolojisine uygulamıştır. Onun amacı yeni ontoloji ve epistemoloji arayışında sosyal

bilimlerin pozitivist temelini sorgulayarak, sosyolojiyi tarih gibi disiplinlerin veri ve

yöntemlerinden yararlanan eklektik bir disiplin olmaktan kurtarmaktır.10

Onun yaklaşımında

belirleyici olan sosyolojiyi yeniden yapılandırmak, disiplinin konusu olan toplumsal

gerçekliğin algı ve kavranmasındaki bilgi temelini sorgulamaktı: “ Sosyolojinin problemi,

tam olarak bir dil oluşturmak, bilginin düzenine sahip olan realitenin –hem olgular hem de

toplumsal deneyimler- kategorilerini yaratmaktır. Bu bakımdan bilgi, daima ikinci sırada bir

yapılandırmadır- realizmin daima iddia etmiş olduğu gibi, gerçeğin bir aynası ya da karbon

kopyası değildir. Böylece sosyoloji, tüm bilgi alanları konularını organize etmek için

gereksinim duyduğu, a priori araçları kopya etmelidir; çünkü açık ki, ‘son kertede, herhangi

bir bilimin içeriği basit nesnel olgulara dayanmaz, fakat daima bu olguları, - bilimin ilgili

5 Jung, Simmel’in Diltheycı programa bağlı kaldığını belirtmesine rağmen, anlama sorunundaki psikolojizmini

biraz da Henri Bergson’un “sezgi”siyle aşmaya çalıştığını düşünür, Jung, a.g.e., ss.90-94. Ayrıca Herder ve

Kant’tan den Hegel’e kadar Simmel’i de besleyen isimlerin tarih felsefesine katkılarını özetleyen bir yazı için

bkz. Güçlü Ateşoğlu, “Giriş” Tarih Felsefesi I Seçme Metinler, Güçlü Ateşoğlu (yay.haz.) Doğu Batı Yayınları,

Ankara, 2006, ss.9-22. 6 Simmel üzerindeki Dilthey etkisi göz önünde bulundurulursa pozitivist-evrenselci felsefesi düşünüşle,

tarihselci hermeneutik arasında Dilthey’ın yeri şu makaleden özet olarak takip edilebilir. Doğan Özlem, “Felsefi

Hermeneutiğe Geçiş Yolu Olarak Tarihselcilik”, Doğan Özlem, Siyaset, Bilim ve Tarih Bilinci, İnkılap Kitabevi,

İstanbul, 1999, ss.53-83. Dilthey için ayrıntılı bilgi ve çözümlemeler için Bkz. Doğan Özlem, Metinlerle

Hermeneutik (Yorumbilgisi Dersleri), Cilt I-II, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1996. 7 Alan Swingewood, Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi, Osman Akınhay (çev.), Bilim ve Sanat Yayınları,

Ankara, 1998, s.159-160. 8 Jung, Simmel’in düşünsel gelişimini, pragmatizmin ( Spencer) ve evrim kuramının (Darwin) etkisi altında

olduğu ilk dönem; 1900’de yayınlanan Paranın Felsefesi ile Kant’a dayanan ve sosyolojik problematiğin baskın

olduğu orta dönem; yaşam felsefesine ve yeni bir metafiziğe yöneldiği geç dönem ayrımı yaparak ele alır., Jung,

a.g.e., s.25. Benzer bir şematik dönemlendirme için bkz. Lewis A. Coser, Sosyolojik Düşüncenin Ustaları

Tarihsel ve Toplumsal Bağlamlarında Fikirler, Himmet Hülür vd. (çev.), De Ki Basım Yayım, Ankara, 2008,

s.186. 9 Jung, a.g.e., s.25-26; David Frisby, “Sosyolojinin Temeli”, Jale Özata Dirlikyapan(çev.) Georg Simmel,

Sosyolog Sanatçı Düşünür, Jale Özata Dirlikyapan (ed.)Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2011, s.22. 10

Frisby, a.g.m., s.18.

3

olduğu a priori – kategoriler ve kurallara göre bir yorumlamayı (Deutung) ve

biçimlendirmeyi (Formung) içerir.”11

Bu noktada Simmel’in tarih ile kurmak istediği ilişki biçiminin de netleştirilmesi

gerekir. O tarihsel bir sosyoloji veya tarih felsefesi oluşturma çabası içinde değildir

tümevarımcı bir perspektif kurup bireyden yol çıkarak toplumlaşma biçimlerini somutlaştırma

amacında kendi mikro-sosyolojisini inşa etmeye çalışmıştır. Frisby’nin ifadesiyle onun için

tarih, “sayesinde gerçekliğin bütününün gözlemlenebileceği ama hiçbir zaman tam olarak

kavranamayacağı perspektiflerden biridir.”12

Tarihi ihmal etmeyen; ama ona sosyolojisinde

sınırlı bir yer veren Simmel, Weber’le yapılan bir karşılaştırmada tarihsel bilinç açısından

neredeyse paradoksal bir biçimde sınıfta kalır: “ancak Simmel sonsuz çokluktan biraraya

getirilen bir “dünya”, bir bütünlük, bir biçim ile ilgilendi. Bu bütünlüğün talep ettiği şey

tarihsel gerçeklik pahasına evrensellikti; açıkçası Simmel’in modern kültürü tarihsel bilince

sahip değildi.”13

Simmel’in tarihçilik ve tarih yazımsal açıdan kullanışlı olabilecek tarafı

izinden gittiği Kant’ın evrensel tarih arayışında felsefi tarihçilik ile ampirik tarihçilik arasında

ayrım yapmadan her tarihçinin “felsefi bir kafaya” sahip olması gerektiğini söylemesinde

yatar.14

Simmel’in, eserini tarihsel realizmin gerçeklik algısını çürütmeye adadığı ileri

sürülebilir15

. Bu da pozitivist tarih yazımsal epistemolojinin sorgulanması anlamına

gelmektedir. Bu açıdan, felsefesiz tarih yapma ve yazmanın kökleştiği Türkiye örneğindeki

“akademik profesyonelizmi” sorgulamak için Simmel iyi bir başlangıç noktasıdır.

Iggers’ın belirttiği gibi 19.yy. tarih yazımı ve bilimsel tarih söylemi Thukydides’den

E.Gibbon ve Leopold von Ranke’ye uzanan bir çizgide geleneksel edebi tarzın sürekliliğiyle

hayat buluyor ve “Tarih”in kendini bir anlatı formunda ortaya koyduğu kabul ediliyordu. Bu

gelenek, olgunun gerçekle birebir örtüştüğü, tarihi yapan aktör-bireylerin niyetlerinin

kavranmasının gerekliliği ve olayların birbirini doğuracak bir nedensellikle sıralandığı tek

boyutlu bir zaman algısı varsayımına dayanıyordu: “Bu gerçeklik, kasıtlılık ve silsile

varsayımları, Herodot ve Thukydides’den Ranke’ye, Ranke’den de 20. Yüzyılın epeyi ileri

yıllarına değin tarih yazmanın yapısını belirledi. Son yılların tarihsel düşüncesinde yavaş

yavaş sorgulanmaya başlayan da işte bu varsayımlardır.”16

Üç unsurun dışına taşan bir

eleştirelliğe sahip olsa da Simmel bu sorgulamada önemli duraklardan birisini oluşturur. Tarih

felsefesinin varlığı, tarihçileri kendi alanlarına eleştirel bakmaya itse de bunun uygulama ve

sonuçlarını hemen görmek-almak imkânsızdır. Başka bir ifadeyle bu eleştirilerin tarih

yazımına yansımasının yavaşlığını göz önünde bulundurmak gerekir.

Türkiye pratiğinde bu süreç daha da yavaş işler; tarih, tarihçilik ve tarih yazımı

“doğal” olanın-alanın uzantısında kavranan bir pozitivistlikle maluldür “doğanın karşısında

insan ve onun yarattığı kültürün ne olduğu ve anlamı üzerinde”17

pek durulmamaktadır.

11

Patrick Walter, “Georg Simmel”, Lülüfer Körükmez (çev.), Sosyolojik Düşüncede İz Bırakanlar, Rob Stones

(yay.haz.), Bağlam Yayınları, İstanbul, 2008, s.105. 12

Frisby, a.g.m., s.29. 13

Lawrence A. Scaff, “Weber, Simmel ve Kültür Sosyolojisi”, Eylem Yenisoy (çev.), Jale Özata Dirlikyapan

(çev.), Georg Simmel, Sosyolog Sanatçı Düşünür, Jale Özata Dirlikyapan (ed.), Doğu Batı Yayınları, Ankara,

2011, s.71. 14

Taner Timur, Felsefe, Toplum Bilimleri ve Tarihçi, Yordam Kitap, İstanbul, 2011, s.118. 15

Guy Oakes, “Introduction: Simmel’s Problematic”, Georg Simmel, The Problems of The Philosophy of

History an Epistemological Essay, Guy Oakes (translated and edited), The Free Pres, New York, 1977, s.6 16

Georg G. Iggers, Bilimsel Nedensellikten Postmodernizme Yirminci Yüzyılda Tarihyazımı, Gül Çağalı Güven

(çev.), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2000, s.2-3. 17

Aysevener-Barutca, a.g.e s.7. Jose Ortega Y Gasset’ye göre de insanoğlunun doğası yoktur; onun tarihi vardır:

“…Olanaklarının bir doğadan yoksun olanlara özgü sınırsızlığı bağlamında, Önceden belirlenmiş bir veri

olarak bizi yöneltebilecek bir tek değişmez çizgi vardır: O da geçmişidir. Edindiği yaşam deneyimleri insanın

geleceğini daraltır. İlerde ne olacağını bilmesek de, ne olmayacağını biliriz. Geçmişimizi göz önüne alarak

4

Tarih, bir yorum değil belge fetişizmi olarak kavranmaktadır.18

Simmel’den yaklaşık yirmi yıl

sonra, Türkiye bağlamında yöntem ve epistemolojik sorunları dile getiren, tartışan Fuat

Köprülü, istisnalar olmakla birlikte Türk tarihçiliği için hala aşılamamış bir isim

durumundadır.19

Bu durumu ağırlaştıran nedenlerin başında yıllarca süren savaşlarla harabeye

dönmüş bir imparatorluğun batıya eklemlenme sürecinde pragmatik bir düşünce alışkanlığı

edinmiş olmasıdır.20

İmparatorluğu tasfiye edip ulusal bir devlet kurma sürecinde, inkılabın

en devrimci anlamında bu yakın geçmişe yapılmış olması geçmişle sağlıklı bir ilişki

kurulmasını engellemiştir. Düşüncenin ikinci planda kalması felsefi spekülasyonu dışlamış;

imparatorluk içinde başlayan kendi geçmişine yabancılaşma cumhuriyet döneminde de devam

ederek, tarihi bir süreklilik içinde algılama ve kurgulama imkânlarını oldukça zorlaştırmıştır.

1 - SİMMEL: PARÇA TESİRLİ BİR ENTELEKTÜEL

Georg Simmel kendi ifadesiyle “hedefi olmayan yolları ve yolu olmayan hedefleri”21

sevmektedir. Simmel bir sosyolog, filozof ve düşünür veya bunların hepsi olarak fikir, imkân

ve hedeflerin dışında gerçekliğin karmaşıklığına kavramaya dair açık uçları göstermek

amacındadır: “Simmel her bilimin gerçekleri eleyerek sonuçta bir soyutlama yarattığını

belirtir. Gerçekliği tümüyle kapsayan hiçbir bilim yoktur, sadece yarattıkları özel soyutlama

tipleriyle birbirinden ayrılmış, özelleşmiş disiplinler vardır. Biçim ve içeriğin deneysel olarak

ayrılamayacağı fikrini belki de ilk destekleyen kişi Simmel’dir; bu bir kez kabul edildikten

sonra, bireyi eyleme iten güdülerin içeriğini çözümlemek, psikolojinin, bu içeriğin biçim ve

anlam kazandığı toplumsal biçimleri çözümlemek de sosyolojinin işi olacaktır.”22

Bilindiği üzere Simmel’in ilgi alanları ve bunun sonucunda ortaya koyduğu verim bir

hayli geniştir. Onunla ilgili bu minvaldeki en temel gerçeklerden birini Bauman şöyle

özetlemiştir: “Simmel’in sosyolojisi ölümünden sonra da bir zaman reddedildi. Akademi

sosyologlarının, Simmel’i akademi geleneğine dâhil etmeleri yıllar aldı. Simmel’in,

sosyolojinin “kurucu babaları” arasına alınması ise birkaç on yıl sonra oldu. Simmel’in,

modernliğin en güçlü analistlerinden biri (belki de en güçlüsü ve kavrayışlısı) olarak

tanınması yeni yeni oluyor. Ölümünden çok sonraları sosyolojik aklın sağduyusu olacak şeyi,

zamanın geçerli anlayışlarından sapma yoluyla dillendiren yazar; bugünün deneyimiyle, aynı

frekansı ta o zamandan tutturan bir düşünür; en yetkin ve anlatmaya çalıştığı toplumsal

gerçeklik türüne en fazla uyan bir sosyoloji tarzının yaratıcısı olarak tanınan bir kişiydi.

Döneminde mesleğin kıyılarına hapsedilen Simmel sosyolojisi, bugün artık yavaş yavaş,

yaşarız biz… Doğa ile nesnelerin arasında ne ilişki varsa –gerçekleştirilmiş işler olarak- tarih ile insan arasında

aynısı vardır.” Jose Ortega Y Gasset, Sistem Olarak Tarih, Neyyire Gül Işık (çev.), Türkiye İş Bankası Kültür

Yayınları, İstanbul, 2010, s.38-39. 18

Kurtuluş Kayalı, Türk Düşünce Dünyasında Yol İzleri, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003, s.99. 19

Makale 1923 yılında yayınlanmıştır. Fuat Köprülü, “Türk Edebiyat Tarihinde Usul”, Edebiyat Araştırmaları,

Ankara, TTK, 1999, ss.3-47. Durumun pek değişmediği en güncel şu makaleden de takip edilebilir: A.Teyfur

Erdoğdu, “2000’den Sonra Türkiye’de Tarihçilik”, Mehmet Fuat Köprülü, Kolektif, T.C. Kültür ve Turizm

Bakanlığı Geleneksel El Sanatları / Anma ve Armağan Kitapları Dizisi, Ankara, 2012, s.286 vd. 20

Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri (1895 – 1908), İletişim Yayınları, İstanbul, 2001, s.11, s.14-15;

Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Ülken Yayınları, İstanbul, 2005, s.15. 21

Georg Simmel, Öncesizliğin ve Sonrasızlığın Işığında An Resimleri Felsefi Minyatürler, Alican Taşpınar

(çev.) Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2000, s.106. 22

Julien Freund, “Max Weber Zamanında Alman Sosyolojisi”, T.Bottomore, R.Nisbet, Sosyolojik Çözümlemenin

Tarihi, M.Tunçay-A.Uğur (yay.haz.), Kırmızı Yayınları, İstanbul, 2010, s.185.

5

gelecekteki şeylerin nasıl olacağının esrarengiz sezgisi olarak görülmeye başlandı. Simmel’in

geçmişteki günahları erdeme, zayıflıkları da güce dönüştü.” 23

Simmel kendi dönemindeki sosyologlardan beklenildiği gibi hakikati ortaya

çıkarabilecek/kuşatabilecek bütüncül bir açıklama yerine farklı perspektiflerden yola çıkarak

kendi parçalı tespitlerini oluşturmaya çalışmıştır.24

Bauman’a göre Simmel’in fikirleri tikel

üzerinde yoğunlaşır, içsel bağları zayıftır, bilgi parçacıkları ve yaşam kırıntıları olarak

değerlendirilebilir.25

Bauman, “flaneur”26

kavramıyla açıklamak ister Simmel’i,

“flaneur, bir gözlemcidir, katılımcı değildir. Gezdiği yerlerdedir fakat buralara ait

değil. Kalabalık kent yaşamının hiç bitmeyen gösterisini izleyen bir seyircidir. Bu sürekli,

değişen ve bir sonraki yerlerinin ne olacağını bilmeyen aktörlerin oynadığı, senaryosu,

yönetmeni ya da yapımcısı olmayan – ancak karakterin kurnazlığı ve yaratıcılığı sayesinde

ebediyen vizyonda kalmayı garantileyen – bir gösteridir. Flaneur açısından, gösterinin a

priori yazılmış ne başı ne sonu, ne zaman, uzam ya da eylem birliği, ne düğümü ne de sonucu

vardır. Bunun yerine, gösteri sebep ve sonucu olmayan epizotlardan oluşur. Bu gösteri

kendini inşa etmeli; kendine ait parça parça kaynaklarla kendisi yaratmalıdır. Dolayısıyla da

akla gelen ilginç soru (anlamlı tek soru), bunun, nasıl olup da, bir rehber ya da bir senaryo

olmadan yapılabildiği ve tekrar tekrar sergilenebildiğidir. Simmel’in sosyolojisinde

“toplum”a yer yoktu. Simmel, toplumsallığın gizinin peşindeydi. Simmel’in sosyolojisi –

büyük bir ahenk bilincine dayanan mimari tasarımlarla değil – inşa sanatının kendisiyle

ilgiliydi.”27

Bütüncül olandan uzak duran Simmel’i ayrıcalıklı kılan unsurlar ise bireye,

gündelik yaşama ve bu gündelik yaşamın yüzeydeki görüngülerine gösterdiği dikkattir:

“Simmel modernitenin nasıl kurulduğuyla değil, bireysel olarak bu kuruluşun nasıl

yorumlandığıyla bu yorumun gerçek ve gündelik görünümleriyle ilgilidir.”28

Simmel mikro olandan makro olana doğru evrilen bir çalışma biçimini benimsemiştir,

onun analizinin gücü de buradan gelir.29

“Simmel’e her zaman diğer teorisyenler üstünde bir

yer kazandıran, çalışmasının mikro-sosyolojik karakteridir. O, insan etkileşiminin küçük ve

mahrem yanlarını küçümsemez, ne de kurumlar analizinde insanların, somut bireylerin

öncelikliğine bakışını yitirir.”30

Parçadan kalkarak bir bütünün inşa edilebilme imkânları ile ilgilenen Simmel’in

sorduğu sorular sosyal bilimin bilgi üretim aşaması ile ilgilidir. Örneğin “Tarih ve Toplum

Nasıl Mümkün Olabilir?”31

şeklinde formüle ettiği sorularda kapsamlı bir tarih anlatısı ya da

toplum teorisi gibi bir şey gerçekleştirme amacı gütmüyordu. Onun soruları bu anlatıların ya

23

Zygmunt Bauman, Modernlik ve Müphemlik, İsmail Türkmen (çev.), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2003, s.238 24

David Frisby, “Georg Simmel – Modernitenin İlk Sosyoloğu”, Modern Kültürde Çatışma, Tanıl Bora vd.

(çev.) İletişim Yayınları, İstanbul, 2009, s.18-19. 25

Bauman, a.g.e., s.238. 26

Bauman’ın “flaneur”kavramını tercih etmesi nedensiz değildir. Benjamin, Baudelaire üzerinde denemesinin

ikinci kısmını “flaneur”e ayırmıştır. Burada “flaneur”ün bulvarı ve caddeyi bir iç mekâna, konuta dönüştürdüğü

büyük kent yaşamına özgü tedirginlik ve şaşkınlığı bir Simmel alıntısı ile vurgular. Walter Benjamin, Pasajlar,

Ahmet Cemal (çev.), YKY, İstanbul, 1992, s115-116. 27

Bauman, a.g.e, s.240. 28

Ahmet Çiğdem, Bir İmkân Olarak Modernite Weber ve Habermas, İletişim Yayınları, İstanbul, 1997, s.112. 29

G. Ritzer, Amerikan sosyolojisindeki kuramsal çalışmalarda Simmel’in önemli etkisi bulunduğunu belirtir ve

ona göre bu etkinin odağında da Simmel’in mikro sosyolojiden kalkarak genel bir sosyolojik yaklaşıma ulaşmış

olması yer alır. Ritzer, Simmel’in mikro sosyolojisinin kültürel ve bireysel düzeylerin karşılıklı münasebet

içinde olduğu daha geniş bir diyalektik teorinin içine gömüldüğünü ifade eder. George Ritzer, Sociological

Theory, The McGraw-Hill Companies, New York, 2011, s.186. 30

Robert Nisbet’ten Aktaran Ritzer, a.g.e., s.159. 31

Georg Simmel, Bireysellik ve Kültür, Tuncay Birkan (çev.), Metis Yayınları, İstanbul, 2009, ss.31-33.

6

da teorilerin nasıl kurgulanabildiği noktasında yoğunlaşmıştı. Simmel epistemoloji alanında

kalsa da somut, ampirik olanın varlığını göz önünde bulunduruyordu. Tarih Felsefesinin

Problemleri’nin 1905 yılında yapılan ikinci baskısına yazdığı önsözde kitabı yazış amacını

tarihsel bilginin ‘a priori’sini ayrıntıda değil temel prensipler düzeyinde oluşturmak” şeklinde

belirlemişti. Simmel’in yanıtlamaya çalıştığı temel soru bir teorik/kurgusal inşa olarak tarihin

deneyimlenmiş, verili gerçeklikten kalkarak nasıl geliştirilebildiğiydi.32

Simmel’e göre verili,

deneyimlenmiş gerçeklik saf bir bilinç(lilik) halinin öngördüğünden daha radikal ve

karmaşıktır. Ayrıca bir bilim olarak tarih, gerçekliği nasıl olmuşsa öyle gösterebilen bir

niteliğe de sahip değildir. Nesnelliği sağladığı düşünülen ‘ben’in nesne üzerindeki gölgesinin

temizlenmesi Simmel için gereksizdir. Hatta bu gölge tarihsel anlama ve açıklamanın bir ön

koşulu sayılır.

2 - “RUH” TUFANI33

“Eğer bilgi kuramı genellikle, bilmenin biçimsel olarak salt bir hayal etmek olduğu,

öznesinin de bir ruh olduğu gerçeğinden yola çıkıyorsa, o zaman tarihsel bilme kuramı da

malzemesinin şahsiyetlerin hayal etmesi, istemesi ve hissetmesiyle ve objelerinin ruhlar

olmasıyla belirlenir. Siyasal ve toplumsal, ekonomik ve dini, hukuki ve teknik bütün dış

olaylar eğer ruhsal hareketlerden kaynaklanmamış ve ruhsal hareketlere sebep olmamış

olsalardı bizim için ne ilginç ne de anlaşılır olurlardı. Tarih eğer bir kukla oyunu

olmayacaksa, ruhsal olayların tarihidir. Anlattığı bütün dışsal olaylar, bir yandan itkilerle

irade eylemleri arasındaki köprülerden, öte yandan o dış olayların sebep olduğu duygu

reflekslerinden başka bir şeydir. Tarih hareketlerini insanların psikolojik ihtiyaçlarından ve

onların coğrafi çevrelerinden çıkarsayan materyalist tarih anlayışı da bunu değiştirmez.”34

Simmel tarihsel olanın-bilginin epistemolojisini nesnellik/öznellik, içsellik/dışsallık ve

kendi kavramlarıyla söylenecek olursa “ruh ve biçim” açısından ele alır. Onun için tarihsel

bilginin oluşum kaynağında ruhsallık yer alır: “Tarihsel olayların bu içsel karakteri,

dışsallığının her tür anlatımı için çıkış noktasını ve hedef noktasını verir; bu karakter,

tarihçiliğin bilgi kuramını ifade edecek bir dizi özel koşul gerektirir.”35

Simmel’in göstermeye çalıştığı şey mutlak olarak kabul edilen zihni/yetinin arkasında

onu da belirleyen ve etkileyen karmaşık süreçler olduğudur.36

Simmel bilme ile zihin arasında

kurulan doğrudan/nesnel bağın varlığına şüpheyle yaklaşır ve tarihe “bilinmiş olanın yanında,

32

Georg Simmel, The Problems of The Philosophy of History an Epistemological Essay, Guy Oakes (translated

and edited) The Free Pres, New York, 1977, s.VII-VIII. 33

Simmel’in dil ile ilişkisi üzerinde ayrıca durulması gerekir, Tuncay Birkan’ın “Bireysellik ve Kültür”

derlemesine yazdığı önsözde de belirttiği gibi Simmel “kendisine açıklamalar, kapsayıcı ve toparlayıcı fikirler

bulma umuduyla başvuran okurunu hüsrana uğratması çok muhtemel bir yazardır.” (Tuncay Birkan, “Sunuş”

Bireysellik ve Kültür, s.19-20) Dilin felsefi ve edebi kullanımı, klasik neden-sonuç-saptama şablonunu aşan

metin dizimi bize bu başlığı koymayı ilham etti. Bu analoji, Simmel analojilerine yatkınlığı olduğu için

açıklayıcı bir cepheye de sahiptir. Ruhun kendisini biçimlerle ortaya koyması onun biçimlere yatkınlığı aslında

var oluşun Simmel’in dilinde bireyselliğin kaynağı ve çekirdeği olması anlamına gelir. Ruh bir biçim olarak

daha doğru bir ifadeyle biçime temayül etme potansiyeli ile hayatı kendi içinde korur. Nuh Tufanı ile analojiyi

ilerletecek bir nokta da gemiye her canlıdan bir çift (erkek-dişi) alınmasıdır ki tarih felsefesini problemleri

özelinde buna karşılık gelecek şey Simmel’in analizinde kavram çiftlerinin yoğun olarak kullanılmasıdır:

içsel/dışsal, özne-nesne, ruh-biçim, zaman-doğa, bunların etkileşimi/çiftleşmesi hayat hakkındaki bilgi ve

tasarımları şekillendirmesini sağlayacaktır. 34

Georg Simmel, Tarih Felsefesinin Problemleri, Gürsel Aytaç (Çev.), Doğu Batı Yayınları, İstanbul, 2008, s.9. 35

A.g.e., s.10. 36

A.g.e., s.10.

7

yani kuramsal olarak hayal edilmiş olanın yanında istenmiş olanı da, hissedilmiş olanı da”

bilebilmek görevini yükler. İçeriğin salt nedensel bir düzenlemeyle biçimlenmesine karşı

çıkar. Bölümün başındaki alıntıda Hegel ve tarihsel materyalizmin eleştiren Simmel bu

noktada işe Kant’ı da dâhil eder.37

Zihninin gerisindeki a priori “bilinçsiz ve kanıtlanmamış

koşulların etkisi”ne işaret etse de ona göre bu durum Kant’ın belirlediğinin de ötesindedir:

“Ruh (Geist), düşünmekte olduğunun bilincine varmadan önce içinden sonsuz

çoklukta düşünce özleri geçer; dış dünyanın nesnelerini ise kendi içindeki süreçten çok daha

önce gözlemler ve o süreç ne kadar içsel, yani ne kadar ruhsalsa o kadar geç bilinçlenir bu

konuda. Bu bilinç daha ziyade dışsal kıpırdanmalara bağlıdır ve bunlara bağlılığı, değişim

renkliliği, karşıtlıkların keskinliği ruhun farklılık duyarlılığını cezp ettiği ölçüde artırır; oysa

ruhun biçimsel işlevleri sayıca sınırlıdır, en çeşitli özleri hep aynı tarzda sunarlar ve

varlıkları sayesinde eskiden beri yerleşik genelliği sayesinde olduğu gibi, bu konuda bilinci

sanki mutlak sıradan bir konudaymış gibi işleten o alışkanlığı doğururlar. Burada da

Aristoteles’in yoğun gözlemi geçerlidir: yani, nesnelerin rasyonel düzeninde birinci sırada

olanın ne olduğu? Ruhun (geist) bilgi işlevinin bizim nazarımız ve gözlemimiz için sonuncu

mu olduğu [konusunda]. Ama bağlama biçimlerinin gerçekler malzemesi üzerindeki bilinçsiz

egemenliğinin nereye kadar uzandığının Kant, a priori olanı her şeyden önce deneysel

olandan kesin olarak ayırmak yüzünden etraflıca fark etmemiştir.”38

Dışsal olanın kavranıp anlamlandırıldığı nokta içsel/ruhsal olandadır. Simmel’e göre

dışsalın, bilginin oluşumundaki belirleyiciliği fazla değildir aksine dışsalı, ona ruhsallığının

damgasını vurarak tamamlayan içseldir. İçselliğin dolayısıyla öznelliğin damgasını taşıyan bir

bilme süreci her özne/ruhsallık için farklı tarihsel bilgi ve yorumu mümkün kılar.39

Dışsal

olanın belirlenmesinde daha doğru bir ifadeyle yansıtılmasında bir nesnellik söz konusu

değildir, “…daha ziyade tespit edilmeleri ve düzenlenmeleri psikolojik ihtimale bağlıdır. Ama

en kesin durumlarda da devamın anlaşılabilmesini belirleyen şey, “basit gerçek” değildir,

tersine psikolojik büyük önermelerdir ki bunlara o “basit gerçeklik”, bir sonraki olayı

mümkün ve anlaşılır göstermek için alt önerme olarak ortaya çıkar. İnsanların somut

davranışları arasında bu türlü soyut hedef ve duygular düşünülmektedir, bunlar, o eylemleri

anlaşılır bir ilişkiler ağına sokmak içindir. Tarihin gerçekçi kurgulanabilir malzemesinin

dışına çıkmazsak, o zaman herhangi bir gelişimin ortaya konmasında bir tekilliğin bir başka

tekillikten kavranmasında işimiz zordur.”40

Mevcut pozitivist-idealist bilgi kuramı içseli dışsala ağırlık vererek oluşturmak istese

de “psikolojik süreçleri dışsal olaylar arasına itmekle yetiniyoruz… Çünkü içimizdeki

bilinçsiz süreçlerle bilinçlilerin ilişkisi son derece kesin olmayan bir şeydir.”41

Simmel

nedenselliğin deneyimden çıkarılamayacağını özellikle vurgular. Bu duruma yol açan,

biçimsel amaca uygunluğun gözetilmesi yüzünden bilinç içinde bulunan sebeplerle bilginin

mümkün olacağı yanılsamasıdır. Hayatı sürdürmeye yönelik her eylem saf bir bilinçlilik

içinde tasarlanmadığı için yine saf bir bilinçle de kavranamaz. İçgüdülerin ve organik

süreçlerin varlığı Simmel için önemlidir. O, sadece amaca yönelik bir bilme etkinliği

sonucunda bir bilgi oluşturulabileceği yolundaki rasyonel iddiayı sorgulamak ister. İnsani

37

Lash, Kant, Ortodoks Marksçılık ve Durkheim’ın yaklaşımlarındaki kurucu öğeyi dışsal nedensellik olarak

gösterir ve Simmelci dirimselciliği pozitivist nedensellikten ve erekselci büyük anlatılardan ayrı bir yerde

konumlar: Scott Lash, “Lebenssoziologie Bilgi Çağında Georg Simmel”, Doğan Barış Kılınç (çev.), Georg

Simmel, Sosyolog Sanatçı Düşünür, Jale Özata Dirlikyapan (ed.), Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2011, s.331. 38

A.g.e., s.12-13. Ayrıca bkz. Frisby, Sosyolojinin Temeli, ss.26-29; Jung, a.g.e., ss.101-107. 39

A.g.e., s.13. 40

A.g.e., s.18. 41

A.g.e., s.19.

8

etkinlikleri sadece bilinç/li düzeyde kavramak epistemolojik açıdan bir yetersizliği işaret ettiği

gibi gerçeği yalnızca tek bir perspektifte kuşatabilme iddiasını da güçlendirmektedir. Bu

bağlamda Simmel hayati sorular sormaktadır. “İşte her somut hareketin temelinde açık

düşünceler ve bilinçli hedefe yöneliklik görülürse hangi açıklama zorunlu olarak çürük

çıkmaz ki?... Hareketin arkasında acaba genel olarak sözle ifade eden bilinçli bir ruhsal

süreç var mıdır sorusu! Bu sorunun prensip olarak evetle cevaplanması bütün tarih

anlatımının varsayımı mıdır?”42

Simmel’in temel sorusu şöyle formüle edilebilir: Bir bilim olarak tarih de sadece

bilinçli/teleolojik olanı kavramaya yönelik olmalı mıdır? Simmel’e göre hukuk, gelenek, dil,

düşünme tarzı, ibadet ve iletişim biçimi bütün bunlar elbette bireyin bilinçli eylemi sonucunda

meydana gelmiştir; ama birey davranış ve eyleminde doğrudan böyle bir amaca yönelik

olarak düşünmez.43

Simmel buradan asıl düşündüğü konu olan epistemoloji üzerine döner

tarih felsefesinin işlevinin ne olması gerektiğini açık bir şekilde belirtir ki bu aynı zamanda

çalışmasının temel izleğini verir bize “Tarihçi hangi durumlarda, içgüdü ya da düşünme

yoluyla, insanların eylemlerindeki bilinçli amaca uygunluktan soyutlanmıştır? Tarih

felsefesinin araştırması gereken, bizim bir olayın açıklanmasına bilinçli bir istek ve

düşünceyle ne zaman katılmamız gerektiği ve böyle bir şeyin varsayımından ne zaman

vazgeçme alışkanlığında olduğumuzdur… Bilgi teorisinin yapabileceği şey, yalnızca hangi

hallerde birinin, hangi hallerde ötekinin bizim açıklama ihtiyacımıza yeteceğini tespit

etmektir. Tarih tasarımları, nasıl olmaları gerekiyorsa öyle değil, gerçekten nasılsalar öyle,

bilinçsiz de olsa, psikolojik eylemlerin arkasındaki bir bilincin ya da bilinçsizin kabulü için

bilinçsiz olarak karar verirkenki ilkelere göre sorgulamak zorundadır.”44

3 - TARİHÇİNİN “BİR SANATÇI OLARAK PORTRESİ”

“Kişileri harekete geçiren nedenleri, yalnız bölük pörçük parça ifadeleri aktarılmış

varlıkların bütününü ve ayrıntısını bu tür birlikte hissetme; muazzam bir güçler

sisteminin bütün çeşitliliğine kendini bu katış ki bu çeşitliliğin her biri ancak içimize

yansıtılırsa anlaşılır… İşte, tarihçinin bir sanatçı olmasını ve olmak zorunda oluşunu

gerektiren asıl mana budur.”45

İçsel/dışsalın kesişme ve etkileşiminde ortaya çıkan muğlâklığı belirleme görevini

tarih felsefesine veren Simmel tarihçinin de bu süreci nasıl kendi zihninde yeniden üreterek

malzemesini devşireceğini araştırır. Eyleyen kişilerin bilinç ya da bilinçaltı süreçlerini ortaya

çıkarmak, Simmel için nesnellikle, psikolojik süreçler arasında diyalektik bir anlam-a temeli

oluşturmak açısından önemlidir; çünkü Tarih kendini Doğa gibi kendinde nesneler şeklinde

değil tasarım olarak ortaya koyar. Simmel, sevgiyi, nefreti vb. duygulanımları onları

yaşamadan anlamanın zorluğunu vurgular. Empati ve ruhsallık ekseninde “anlamanın anlamı

nedir?” diye soran Simmel için nesnellik kuramsal düzeyde mümkündür. Eserinin girişinde

ifade ettiği gibi bilineni bilmek değil, aynı zamanda istenmiş ve hissedilmiş olanı bilmek

belirleyicidir. “Bu problem ancak herhangi bir psikolojik değiştirme modunda, istenmiş

olanın birlikte istenmesi, hissedilmiş olanın birlikte hissedilmesiyle çözülebilir.”46

42

A.g.e., s.20. 43

A.g.e., s.21. 44

A.g.e., s.22. 45

A.g.e., s.28. 46

A.g.e., s.24.

9

Simmel insani olanın kavranmasında “bir ben olmayanı tasavvur etmek, önemli olanın

ben olmayan ben olması”nın gerçekleştirilebilmesinde doğa bilimlerinin nesnel yaklaşımının

yetersizliğini ortaya koyar. Simmel insanın doğadan çok kendi hemcinsine

ruhsallığına/içselliğine nüfuz edebileceğini iddia eder. Bu noktada onun sosyal bilim

epistemolojisinde nesnelliğin ‘ben’in ortadan kalkmasıyla mümkün olacağı yönündeki tavrı

netleşir: tarih dışsal/olgusal gözlemin verileriyle yetinmek zorunda değildir. Tarihçi, öznenin

ruhsallığını kendi içinde yeniden üretmek zorundadır. Bu yeniden üretimin sınır ve koşullarını

belirlemek Simmel için daha önemlidir. “Demek ki tarihçi önce, ruhunun başka bir kişinin

ruhsal durumlarını kendi içinde üretebileceği, yani tespit ettiği davranışların kendisininkiyle

uzak da olsa herhangi bir benzetmeye bağlanmaya izin verdiği, bilinç arka planının onda aynı

davranışlara sahip olduğu ya da olabildiği, onlarda da mevcut olduğu varsayımını yapar.

Eğer Ranke, meselelerin aslını görmek için kendi ben’ini söndürmek arzusunu ifade ediyorsa,

o zaman bu arzunun yerine gelmesi, onun tasavvur ettiği başarıyı yok edecektir. Söndürülmüş

‘ben’den sonra ben-olmayanı kavramaya yarayacak bir şey kalmaz ki!...Ama ben’i

söndürmek başlı başına bir çelişkidir; sebep, onun nihayet her tasavvurun taşıyıcı

olmasıdır…”47

Simmel tarihin kendisini doğa bilimlerinden çok farklı olarak sunduğunu ve

dolayısıyla da farklı bir şekilde kavranılması gerektiğini savunur. Simmel, telgraf örneğini

vererek mesajın taşınmasına rağmen iletilip karşı tarafta yeniden üretilebildiğini ifade eder.

“Böyle içimde üretilen süreçler aynı zamanda benimkiler de değildir, ben onları, tarihsel

süreçler olarak, kendim tasavvur ettiğim halde, yani benim tasavvurlarım olduğu halde, bir

başkasınınkiler olarak düşünürüm.”48

Simmel basit bir şekilde şunu da önermez: “Biz bir

başkasını bilmek istiyorsak onun ruhsal süreçlerini içimizde taklit edip kendi kendimize “ama

ben değil o böyle hissediyor!” dememiz de yetmez.”

Simmel bilen ile bilinen arasındaki ayrımın, nesne ile özne arasındaki o mesafenin

anlaşılmaz muğlaklığını belirlemek ister. Bu hissedilmeyen şeyin hissedilişi veya öznelliğin

taklididir ve ne mantık ne psikoloji bu süreci ayrıştırmaya yetmez ki bu aynı zamanda tarihin

çözmek zorunda olduğu bir bilmecedir. Özne ile araştırma nesnesi arasındaki ayrım sonradan

bir ögelerine ayırma işlemidir: “Bu öğelerden o tarihi bilme sürecinin kendisi bir bilinç

göstermez.”49

Simmel’e göre tarihçi psikolojik süreci yorumlar, biçimler ve sıralarken yaptığı iş

edebiliğe yaklaşır, tarihçi ile edebiyatçı arasındaki temel fark, edebiyatçının anlattığını

biçimlerken sahip olduğu özgürlüğün tarihçide kısmen olmamasıdır: “Çünkü yazar bir kere

belli bir karaktere karar verdikten sonra anlattığı bütün şeylerin bu kişiler ve durumlar

hakkındaki psikolojik ortalama deneyimden ancak sınırlı bir uzaklaşma alanı vardır.”50

Malzemesine bu sıkı bağlılık tarihçide araştırmasının başlangıç aşamasında görülebilir,

buradan yola çıkarak o kendi tahayyülünde tarihsel süreci biçimlendirmede özgürdür; bu

bağlamda Simmel şunu iddia eder: Araştırma sürecinde tarihçi işleyişi tersine çevirmiştir o

ilkinde köle ikincisinde özgürdür.

Bu noktada Simmel, Kant’ın tabiatı öğrenme sürecini örnek verir, ona göre düşünmek

ile var olmak aslında birbirlerine uymamaktadır; ama biz onları anladığımız için birbirine

uygunluk içinde kavranabilir. Kişinin anlama gücü (verstand) kendi öğrenme biçimlerini

devreye sokar, kendi tasavvuru haline getirerek ancak anlayabilir; ama bu anlama temelinde

47

A.g.e., s.27. 48

A.g.e., s.25. 49

A.g.e., s.26. 50

A.g.e., s.28.

10

anlamlandıramadığı şeylerle karşılaşırsa da bunları reddetme veya hakikat dışılık etiketi

vurma lüksüne de sahip değildir: “Anlayan kişi, bilgisine daldığı ve ben’inin o anki

tasavvurunda var olduğu, o anda gerçekten var olduğu ruhsal süreci işletmeye başlar… Asıl

mesele onun onlarla benzerliğini, onları anlamak istediği için varsaydığıdır. Çünkü aksi

halde bunu yapamaz.”51

Tarihçi, tarihsel süreci yeniden kurarken içsel ile dışsal olanın kesişmesine dikkat

etmek zorundadır, kendi ruhundaki güçler ve kategoriler empati yapılabilecek bir zihin

durumunu yansıtırlar, bunun karşısında ise gerçek deneyimler yer alırlar: “bunlar bu güçlere

o biçimlere içerik verirler ve ona ruhunun gerçekleştirebileceği hislerden ve düşüncelerden

hangilerinin kendi çevresindeki canlı dünyada gerçekleştirebileceğini gösterirler.”52

Tarihçi,

kendi tarafından gerçekleştirilemeyecek ruhsal süreçleri, olaylar vs. imkânsız diyerek

başından savarken öte yanda gerçekleştirilebilir olanları belli tarzda düzenler: “Şimdi

tarihçilik felsefesi kendi araştırma objelerini, tarihsel imgelerin her iki yandan maruz kaldığı

ve en azından içlerinde ikisinin öznelliğin ortalamasını açtığı etkilerde bulur.”

Simmel tarihsel süreçle ilişki kuran kişinin ruhsallığını ön plana çıkarır ve ona göre

tarihçi malzemesine nesnel olmaktan ziyade bu ruhsallığın içinden süzülen a priori

varsayımlarla yaklaşır. Aslında Simmel için tarihçinin psikolojik süreçleri – yeniden

üretilebilmelerindeki bütün zorluklara rağmen – kendi içselliği/yaşantıları eşliğinde

malzemesine yansıtabilmiş olması daha önemlidir. “Amaçla araç ilişkisi, psikolojik nedenler

altında karakter bütünlüğü ve gelişimi olarak anladığımız şey, bununla iş gören her insan için

soyut değil kişisel bir biçim içinde kendini ortaya koyar ve tarihsel malzemeye mantık

kategorileri şeklinde etki etmez (böylesi ulaşılamaz bilgi ideali olurdu), tersine psikolojik güç

olarak etki eder, yani tüm deneyimleri, içgüdüleri, duygularıyla kişiliğin taşıdığı psikolojik

güç olarak.”53

Simmel, nihayetinde tarihçinin empati kurma, açıklama ve anlama sorununda

fikirlerini daha net bir şekilde ortaya koyar: “Aynı şekilde hiçbir bilgi, bilginin kendisi demek

değildir ve genel a priori düşünce biçimlerinden ibaret değildir. Ve nasıl ki soyut tarzda ve

bütün özel farkları çıkararak genel insan kurgulanabiliyor ama gerçek bir insan elde etmek

için hemen herhangi bir özellik, bireysellik eklenmek zorunda oluyorsa, hatta sadece bu

kılıkta tasavvur edilebiliyorsa, aynı şekilde a prirori düşünce biçimleri ile bunların gerçek

yararı meselesi vardır… Yani her şeye rağmen psikolojik süreçleri başkalarında

kurgulayabiliriz, hem de ne kendimizde ne de başkalarında hiç yaşamadığımız tam bir

doğruluğun güven duygusuyla. Bunu gerçek deneyimlerin salt şekil değiştirmeleri olarak

açıklamak çok yerindedir.”54

Simmel, araştıran ruh ile araştırılan ruh arasında, araştıranı – ki bu bir tarihçidir – deha

mertebesine yükseltir. Simmel’in kitabının ilk bölümünde kanıtlamaya çalıştığı şey psikolojik

süreçleri, tarihin a priori olarak kabul etmesi gerektiğidir. Alışılagelmiş bir tarihsel

araştırmada psikoloji önemli bir belirleyici olarak kabul görmezken Simmel için esas olan

nesnel dünyada elle tutulabileceği tasavvur edilenin aslında ruhla kavranabileceğidir.55

İşin

içine ruhsallık girdiğinde bunun tarih yazımsal problemleriyle başa çıkabilecek kişinin de

sanatçı bir duyarlığa sahip olması gerekmektedir. Daha keskin bir ifadeyle o bir deha olmak

51

A.g.e., s.29. 52

A.g.e., s.30. 53

A.g.e., s.31. 54

A.g.e., s.32. 55

A.g.e., s.36. “Toplumsal psikolojik süreçleri empatiyle kendimize konu yaparken kendi öznelliğimize ve bunun

içsel deneyimlerinin rastlantısallığına bağlı olduğumuzu tasavvur etmeyiz de, doğrudan nesnel bir şeyi tasavvur

ettiğimizi düşünürüz.”

11

zorundadır. “Deha, dahi olmayan insanın yalnızca deneyimle kazanabildiği bilgileri

görünürde kendi içinden yaratıyor… Bu, tarihçi dehanın kendi tümdengelimlerini kendi

yönünde de söz konusu psikolojik süreçleri başka kişilerde de uyarabilecek ve

kolaylaştırabilecek ama bu süreçlerin gerçekleşmesini sonunda onlara bırakacak kelimelerle

ifade ettiği ölçüde daha olası görünmektedir.”56

Dahi, neslin organik ve ruhsal süreçlerle oluşan birikimini yeniden kolay bir şekilde

üretebilendir. Simmel bu noktada Platon’a yönelir: öğrenme bir tür yeniden hatırlamadır.

İnsanoğlu bu anlamda kendi neslinin birikimini içinde yeniden üretebilir - bireysel çaba ile

açıklanamayacak süreçler söz konusudur - Bedenin ve zihnin hafızası neslin kazanımlarını

bilinçli de olmasa içinde taşır, onun kendisini yönlendirmesine izin verir. Simmel için bu

birikimin adı türden gelen mirastır. Dahi Tarihçi’nin bu süreci yeniden üretebilme imtiyazı

onun yeteneğinin adını verir: tarihsel anlama. Bu anlama tarzı tarihsel bilgi anlayışından

farklıdır “tarihsel anlama yalnızca çok daha eksik ve ilişkisiz malzeme, daha güvenilmez

işaretler, kurgunun daha büyük bir oyun alanı ve bunların daha geniş bir gerekliliğini

bulur.”57

Tam bu noktada Simmel tarih felsefesinin sorgulaması gerekenleri işaret eder:

“tarihsel imgelerin biçimlenmesinde nesnel psikolojik deneyimin payı ne kadar olur ve en

kolay düşünce imkânında ve bilgi basitleştirmesinde öznel eğilim payı ne kadardır?”Özetle

Simmel psikoloji ile dış gerçeklik arasındaki ilişkilerin akla yatkınlık ekseninde kurulmasında

bilgi teorisinden bir katkı beklemektedir.58

4 - DEİ EX MACHİNA59

: YASA KARŞISINDA TARİH

“Tarih yasaları denen şeylerin aynı şekilde tarihsel olayların pozitif bilgilerinin bir

prolepsi (bir kavramın deneyden önce oluşması) olduğunu sanıyorum, aynı metafiziksel

tasarımların dünya olaylarının bir prolepsi olduğu gibi. Bunlarla tarihsel bilginin zirvesine

ulaşıldığı sanıldığı ölçüde bunlar tarihsel bilgiye ulaşmada çıkış noktası ya da geçiş

noktalarıdır. Tarihsel hayatı oluşturan atomların gerçek ilişkilerini ifade eden yasalar bizce

şimdilik bilinmiyor ve bu nedenle, ruhumuz görüngülerin akşında sağlam görüş açıları

aramak alışkanlığında olduğu için bunların temeline inmeksizin yüzeyindeki belli

sürekliliklere tutunuruz, görüngüleri, aslında hiçbir şey ifade etmeyen ama tarihsel hayat

hakkında yön bulmada yardımcı olan soyut kurallara bağlarız. Ve bunlar, görüngülerin

gittikçe ilerleyen gözlemi ve yavaş yavaşa ayırt edilmesi, analizi yoluyla elementlerin hareket

yasalarına yaklaşmamızı mümkün kılarlar.”60

Simmel, tarih filozoflarının “çok safça” tarihin yasalarından söz etmelerini tuhaf bulur

ve dolayısıyla tarih felsefesinin görevinin de tarih yasalarını keşfetmek olduğundan

56

A.g.e., s.32-33. E.H.Carr’ın Türk tarihçiliği özelinde da en çok zikredilip referans verilen “yazılan tarihten

önce onu yazan tarihçiye bakılması gerektiği” yolundaki uyarısı “tarihçinin öznel katkısı”nı sorunlaştıran bu

geleneğe dayanır. Zaten, Carr da bu uyarıyı, B.Croce-Collingwood fikriyatını takip ederek ortaya koymuştur.

Ona göre tarihçi, geçmişi sevmek ve o geçmişten kendini kurtarmak zorunda değildir; tarihçinin görevi “bugünü

anlamanın anahtarı olarak onun üstünde çalışmak ve anlamaktır.” Edward Hallet Carr, Tarih Nedir?, Misket

Gizem Ertürk (Çev.), İletişim Yayınları, İstanbul, 1996, s.32, 36. 57

Simmel, a.g.e., s.34-35. 58

A.g.e., s.40-41. 59

“Sözcük anlamıyla, ‘makineden çıkan – ya da makineden inen – Tanrı’. Antik Yunan Tiyatrosunda içinden

çıkılmaz bir durumu çözmek için ‘Mechane’ denilen bir sahne makinesinin – ya da bir vincin – yardımıyla

sahneye bir “Tanrı” indirilirdi.”, B.Turgut Erim, Derleme Tiyatro Sözlüğü, Mitos-Boyut Yayınları, İstanbul,

2009, s.96-97. 60

A.g.e., s.73.

12

şüphelidir.61

Simmel yasaların varlığını inkâr etmez; ama bilgi edinme sürecindeki işlevini

tartışmak onun için daha önemlidir. Simmel yasanın, kabul edildiği gibi bir açıklama gücüne

sahip olmadığını düşünür. Ona göre yasa açıklamasında bütüncül değil kısmidir ki bu ona

yüklenen işlevin yanlış anlaşılmasına yol açar. Yasa, bir sonraki açıklama basamağını

destekleme sürecinde asıl işlevine kavuşur. Bu anlamda Simmel genel bir yasadan değil tek

tek yasalardan bahseder: “hayat daha ziyade sırf kendileri için doğa yasaları bulunan birincil

süreçlerin bir sonucudur. Bu süreçler için şartlar mevcutsa, o zaman hayat adeta

kendiliğinden oluşur.” der Simmel ve basit bir örnek verir: “Palmiye herhangi bir ağaçtan

farklı biçim alarak büyür hem de belli yasalara göre buna rağmen hiç kimse iddia edemez ki

doğada özel bir palmiye yetişme yasası olsun.”62

Simmel, tarihsel bir olayı mümkün kılan, onu meydana getiren unsurların varlığı ve

niteliğini hepsinden önemlisi bunların süreç içinde diğer unsurlarla etkileşimini belirlemenin

muğlaklığına işaret etmek ister. Tekil hareketlerin yan yanalığı ve görüngü düzeyinde bir

birlik tesis etmiş olabilmeleri düzgün bir fenomenler dizisi teşkil edildiğini gösterir; burada

olan bu diziyi gerçekleştiren güçlerin bütünselliğinin zamansal sıralar içinde anlatılmasıdır:

“tarihsel durumların o genel dönemlerinin art ardalığını (bunların istisnasız

gözlemlenmişliği hali için bile) salt bir gerçek olarak adlandırabilirdik ama sırf ona yönelik

yasanın içeriği sayamazdık… Bu güçlüğün son nedeni işte, dünya’nın hareketlerini gerçekten

oluşturan ve açıklama ihtiyacımızın (haklı ya da haksız) aradığı o kuvvete ulaşamayışımızdır.

Hep gerçek hareketlerde kalıyoruz ve bu basit hareketler bize gerçekten olayın gerçek gücünü

karmaşıklardan daha çok açıklamadan biz yalnızca karmaşıkları basit hareketlere

dayandırabiliyoruz. Karmaşık olay, faktörleri arasındaki bir olaya çözüldüğü ölçüde bize

berrak görünüyor; ama bu sonuncusu için Hume63

düşüncesi geçerli, yani görülebilir gerçek,

olmayı (Erfolgen) değil, yalnızca izlemeyi (Folgen) gösterir.”64

Yasanın soyut/düşünsel karakteri, Simmel’e göre bizi somut gerçekliğe götüremez.

Yasa, eylem gücünde başka bir ifadeyle gerçekliğin kendisini anlatacak yeterlikte değildir.

Yasanın gerçeklikle/somut olanla kurduğu bu zayıf ilişki onu tarihin karşıt kutbuna yerleştirir.

Görüldüğü gibi Simmel epistemoloji ile uğraşırken bile bilginin mümkün hale gelmesinde

ampirik olanın payından şüphe etmez. Yasa, gerçekliği dile getirebilir; ama o gerçekliğin nasıl

oluştuğu hakkında bir fikir veremez: “tarihsel görüngüler gene de bir araya gelmiş pek çok

şartın ürünleridir ve bu nedenle de asla bir doğa yasasıyla anlaşılamaz.”65

Yasa bir tür kesinlik ve nedensellik sağlarken tarih bir bilim olarak gerçeklikle

ilişkisinde doğa yasalarını izler görünür – doğa yasaları ile belirlenebilen bir bilgi içeriğidir

bu – Simmel tarihin bu karakterini, yasayı çok güvenilir yerinden ederek bozar ve onu

kesinlikten kurtararak gerçekliğin kavranmasındaki karmaşıklıkta bulunabilecek imkânlarla

izah etmek ister. Yasa nihayetinde basit gerçekliklerden yola çıkarak bunu bütün karmaşık bir

yapıyı çözümleyecek boyutta tasarlamak ister; ama tasarım somut alandan uzaklaştıkça insani

bilgiyi mümkün olduğunca her cepheden kuşatabilecek yeterlikten de uzaklaşır, gerçekliği

kendi şablonuna uydurmaya çalışır. Bunu besleyen durum Simmel’e göre sebep-sonuç

ilişkisinin bir çıkmaza götürecek şekilde algılanmasıdır. “Oysa şunu mümkün saymak

zorundayız ki bu en basit şey de bir zaman bir bileşik olarak ortaya çıkacaktır ve böylece

61

A.g.e, s.45, 78. 62

A.g.e., s.50. 63

Simmel yasaların nesnelerin gerçekliğiyle kesin olarak ilişkisiz olduğunu belirtir: “ “eğer A varsa, B de olmak

zorundadır”ı A’nın var olup olmadığını belirlemedeki tam bir yetersizlikle öderler.”, a.g.e., s.52. 64

A.g.e, s.48, 49, 51. 65

A.g.e, s.54-55, 65.

13

şimdiye kadar sebep olan an olarak görünen şey, daha sonraki görüngülerin açıklamasını

veren güçlerin görüngüsünden başka bir şey değildir.”66

Yasanın kurduğu nedensellikte zaman-mekân boyutunun problemli olması tarihin

yasalar ile ilişkisine de yansır: “Asıl sonucun ve güçlerinin bize kapalı olduğunu ve bizim sırf

gidişatın gözlemine mahkûm olduğumuzu ilkesel olarak bilsek de bilgi amaçlarımız için

nedensel ile sırf zamansal ilişki arasındaki deneysel fark gene de varlığını korur. Her ikisi

arasındaki sınır kaypak olabilir ama ne olursa olsun bu sınır gözlenmiş en karmaşık olayın

öte yanında olmak zorundadır ve işte bu insanlık tarihidir.”67

İnsanlık tarihi ile ilgili noktada Simmel geçmiş ile ilgili bazı klişelerin sınırlarını

zorlar. Milletlerin çocukluk, gençlik, orta yaş ve ihtiyarlığı yaşamaları gerekliliği şeklinde

özetlenebilecek genel bir tarih yasası şablonuna hapsedilmesini eleştirir, itirazı nettir: “bir

halkın gençliği, daha sonra orta yaş olgunluğuna geçiş için hiç de yeterli değildir.”68

Simmel bunu bireysel düzlemde de ele alır ve geçmişe dolayısıyla bu geçmişi

anlamlandırarak bilgi üreten tarih bilimine de kader69

muamelesi yapılmasını eleştirir. Nasıl ki

milletlerin bir organizma şeklinde gelişiminin öngörüldüğü bir yasada, bir önceki dönem

sonraki dönemin mutlak belirleyicisi değilse kişinin kendi geçmişi de gelecekteki veya

‘an’daki davranışının mutlak efendisi değildir. Bir tarihsel olayı veya kişisel bir eylemi

öngürülebilir unsurlar kadar bundan daha fazla hiç hesaba katılmayan ve umulmadık şartlar

da belirleyebilir.70

Simmel bunu “dei ex machina” kavramı ile betimler. Yasanın kavramakta

ve açıklamakta zorlandığı nokta burasıdır: “ne var ki nedenselliğini tarih yasalarının ifade

edegeldiği durumlar, gelişimin gerçek safhaları değildir ve bunlarla gerekli duraklardan

geçercesine istikbalin bütün gerilim güçlerini içinde taşımazlar. Bunlar daha çok, etkileyen

güçlerin yalnızca görüngüleri ve soyutlamalarıdır; o halde gelecekteki durum, onlardan

değil, bu sonunculardan gelişir.”71

Simmel’e göre tarih tasarımlarla kurulan bir nedensellikle iş göremez, sürecin her an

başka unsurlarla başka yönlere evrilebileceği “dei ex machina” durumlara hazırlıklı olmak

zorundadır. Başka bir ifadeyle tarih, doğa bilimlerinin bilgi oluşturma süreçlerinden farklı

prosedürler geliştirmek zorundadır.72

Yasa fikri, Simmel’i tarihin, felsefe ve metafizik ile

kurması gerektiği ilişkiler üzerine düşünmesini gerektirmiştir. Metafizik kendi malzemesini

deney alanından devşirmediği gibi aynı zamanda çok genel gözlem ve tecrübeler sonucu

oluşmuştur. Metafizik, rasyonel tümdengelimlerle işlenmemiş tecrübenin muğlaklığını

66

A.g.e, s.55,56. Ayrıca bkz. R.G. Collingwood, Bir Özyaşam Öyküsü, Ayşe Nihal Akbulut (çev.), YKY,

İstanbul, 1996, ss.74-77. 67

A.g.e, s.55. 68

A.g.e, s.48,66, 67. 69

Simmel’in aforizmalarından biri bunu veciz bir şekilde ifade eder: “İnsanın kaderini fikirleri çerçevesinde,

imkânları dâhilinde yaşayabilecekken öyle yaşamamış olması – bu da kaderini gerçekleştirmesinin bir yolu”,

Simmel, Öncesizliğin ve Sonrasızlığın Işığında…, s.106. 70

Frisby bu durumu şöyle anlatır: “Modernitenin özelliklerinden biri, toplumsal gerçekliğin dinmeyen bir akış

olarak duyumsanması ise, bu akışkan gerçekliği en iyi şekilde ifade edecek kavramlar, ilişki ifade eden

kavramlar olmalıdır. Etkileşim (wechselwirkung) ile toplumlaşma (vergesellschaftung) Simmel için kilit

kavramlardır; onun asıl ilgilendiği, fenomenler arasındaki ilişkilerdir. Simmel “daha yüksek bir düzeye ait

yapılar”ın varlığını inkâr etmez; ama o daha çok, “akışkan, uçucu bir halde var olmakla birlikte, bireylerin

toplumsal varoluşla aralarında bağ oluşturmak bakımından hiç de aşağı kalmayan diğer yapılar”la ilgilenir.

Burada Simmel, açıkça, toplumsal etkileşimlerin “rastlantısal fragmanlarıyla ilgilenmektedir.” Frisby, Georg

Simmel – Modernitenin İlk Sosyoloğu, s.19. 71

Simmel, Tarih Felsefesi…, ss.58-60. Simmel doğanın alımlanma tarzının karşısına ruhu yerleştirir: “dışsal

tarih olayı, içinde bir görüngünün bir sonrakini doğuran sebep olarak görülebileceği bir dizi oluşturmaz, tersine

bu, birinciyi de doğuran ruhsal sebeplerin devam eden gelişiminden ortaya çıkar.”, a.g.e., s.63. 72

A.g.e., ss.60-64.

14

yansıtır ve görüngülerin yüzeyinde gözlemlenen herhangi bir olay biçimini genel yasa katına

yükseltir. Başka bir ifadeyle bu tarz düşünüş çok kereler tekrarlandığını gördüğü bir

görüngüyü yakalayıp bunu her şeyin ölçüsü yapar; ama bu görüngüleri, çözümleyip

parçalarına ayırmak istemez. Çünkü Simmel’e göre metafiziğin “sürekli ilkelere göre

tamamlanmış bir dünya imasına doğru çabalamak gibi bir biçimsel değeri vardır.”73

Felsefe

de Simmel için entelektüel bir kavrayış olarak gerçek bilginin bir prolepsesidir onun genel

kavramları ve normları bizim görüngüler hakkında yön bulmamıza yardım eden geçici bir

bilimdir.74

Bu noktada, Simmel pozitivist olarak yapılandırılmış bir bilim anlayış ve yönteminin

tarihsel bilgiyi oluşturma sürecindeki yetersizliğini ortaya koyar. Felsefi, metafizik sistemlerle

elde edilen bilgi ve kavrayışların tarihsel bilgiyi oluşturmadaki öncü rolünü kabul eden

Simmel, bunların tarih araştırmasın(a)da geçici evreler olarak hizmet etmesinin gerekliliğini

vurgular. Metafizik ya da felsefi yasa olarak “bir bütüne, özel bir güç atfedildiği her yerde ve

bu güç ona özel olarak ve unsurlarının güç toplamından farklı olarak verildiğinde ve başka

deyişle bu bütünün hareketleri özel ve bütüncül bir güce bağımlı kılındığı yerde, emin

olunabilir ki bilginin yalnızca geçici bir evresinde bulunulmaktadır.”75

Simmel’in tarih bilimi

bağlamında bu geçiciliğin altını çizmesi tarihsel bilginin “dei ex machina” süreçlere açık

olması ve kesinlikten uzak formlarla kavranabilmesiyle yakından ilgilidir.

5 - TARİHİN MANASI YA DA GERÇEKLİĞE KARŞI ZOR KULLANMAK

“Tabiat araştırmasının amaca yönelik manasını tabiata hiç de yansıtmıyoruz, o içinde

değer ya da anlam denebilecek nesnel hiçbir şey bulunmayan mekanik bir faaliyettir. İşte

tarih hakkında da düşünülebilir ki tarih araştırmasında bulduğumuz manayı tarihin kendi

içeriğinde arayamayız.”76

Yukarıda Simmel tarih yasalarının geçiciliğini ve yeni yasaların varlığında

çürütülebilirliğinin imkânını tartışırken bir sonraki bölümde “tarihin manası” probleminin

epistemolojik açıdan çürütülemezliğini gösterme amacındadır. Tarihsel görüngülere, süreç ve

olaylara anlam kazandıran olgunun onların kendilerinde değil, bir araya getirilişlerini

mümkün kılan daha genel ilkelere atfedilebileceğini iddia eder. Simmel bununla bağlantılı

olarak tarihin tanrısal bir ruh tarafından mı yönlendirildiğini yoksa kendi içinde geliştirdiği bir

yörüngeyi mi izlediğini sorgular. Ayrıca o, tarih hareketlerinin kendi başına tatmin edici bir

bütünlük/tamlık sunabildikleri konusuna da şüpheyle yaklaşır. Bu soru ve şüpheleri yaşatan

şey “…en azından kavram olarak görüngüler dizisinin dışında bulunan bir varlığın mümkün

oluşu ya da olmayışıdır.”77

Simmel’in “tarihin manası” bağlamında özenle üstünde durduğu nokta bizim tarihsel

açıklamadan beklediğimizin ona yüklemek istediğimiz amaçla yakından bağlantılı olmasıdır.

Yoksa tarihsel veri ve malzeme bizatihilikleri içinde bu amacı gerçekleştirme iddia ve

potansiyelini taşımazlar.78

Tarih bilimi bu minvalde elindeki araçlarla amacını

gerçekleştirmeye yönelik bir etkinlik olarak tanımlanır. Simmel tarihçinin pozitivist anlamda

73

A.g.e, s.70, 71, 72. 74

A.g.e, s.69, 72. 75

A.g.e., s.77. 76

A.g.e., s.93. 77

A.g.e, s.85, 86. 78

A.g.e, s.88 Simmel tarihin “anlarının hangisini bütün her şeyin varlık amacı olarak vurgularsak vurgulayalım

hep aynı gidişatı ve aynı düzeni sunduğunu” savunur.

15

nesnel olarak süreçleri gözlemleme etkinliği ile – ki bu süreçleri verili kabul etmekle onlara

değer ve amaç yüklemek arasındaki farkı gözeterek – tarihsel bir bilgiyi oluşturamayacağı

fikrindedir. Nihayetinde nesnel olarak oradan duran süreç ve olaylar onun tarafından

işlendiğinde öznellik/bireysellik devreye girer: “dünya imgemizin bizim nesnel ve öznel

dediğimiz unsurları arasında mutlak bir fark yoktur, aralarına aracı merhaleler girer.”79

Araştırma sürecinde tarihçi ister teleolojik ister değer odaklı bir tarihsel anlatı inşa

etmek istesin malzemesini sorduğu sorulara, atfettiği değerler göre seçmek, tasnif etmek,

biçimlemek ve seçmek zorundadır. Simmel, nesnel olarak kabul edilmiş bir sürecin

işlenmesinde nesnelliği ön plana çıkarmaz aksine bu nesnelliğe müdahale eden

bireyselliğe/ruhsallığa odaklanır. Pozitivist bir tarih etkinliği ile anlam problemi çözülmüş

görünse de aslında anlamı mümkün kılan tarihsel süreci değerlendirmedeki bireysel

farklardır.80

Simmel için objektifliğin aranması gereken evre herhangi bir konu ve nesnenin

tarihin esas meselesi ve asıl manası olarak kabul edildikten sonrasıdır. Bu anlamı ortaya

çıkarabilecek objektiflik doğrultusunda süreci ve olayları ayıklamak böylece mümkün

olabilir. “ama o değerlendirmenin olması ve başkasına değil bu belli içeriğe rastlaması, işte

bu tarih gerçekliğine öznel ya da metafizik bir eklemedir.”81

Simmel, tarih yazımsal seçeneklerin zuhurunda da bu noktayı gözetir. Ona göre

tarihçinin belge ağırlıklı veya yorum ağırlıklı bir anlatı kurmayı seçmesi ve bir

kesitten/fragmandan veya bir bütünden yola çıkması sadece biçim, yöntem, araç sorunu

değildir. Elbette bütün bunlar tarih gerçeklerinin niteliği ve anlamı hakkında belli düşünce ve

varsayımları benimsemiş olsalar da o gerçeklerin maddi içeriğini şekillendirmemişlerdir.82

Simmel’e göre “…tarihin bütününün arkasına görüngüsünden doğrudan

okunamayacak bir mana yerleştirilir; bu görüngü rahatça antromorf83

diye adlandırılabilecek

bir biçim alır ama tarihin öz olarak değiştirilmemiş malzemesini ancak manalı bir bilimin

objesi yapar.”84

79

A.g.e, s.89. 80

A.g.e, s.93. 81

A.g.e., s.96. 82

A.g.e, s.97. 83

Antropomorfizm: “İnsani, doğal ve doğaüstü alanlar arasında birlik varsayan birçok kozmoloji sisteminde

tanrılar, hayvanlar ve doğal olgulara insani nitelikler yükleme”, K.Emiroğlu-S.Aydın, Antropoloji Sözlüğü,

Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 2003, s.59. 84

A.g.e, s.102. insanın evrensel uzam ve zamana müdahalesini Michel de Certeau da şöyle belirtir: “Gerçekten

de tarih, sabahtan akşama hiç durmadan anlatılır. Tarih, yolunda gitmeyen her şeyi ayrıcalıklı hale getirir

(çünkü olay her şeyden önce bir kaza, bir talihsizlik ya da bir bunalımdır), çünkü anlamın dilini kullanarak

bütün bu yırtılmaları öncelikler ve acilen dikmek gerekir.” Michel de Certeau, Tarih ve Psikanaliz, Ayşegül

Sönmezay (çev.), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2009, s.8.

16

SONUÇ

Simmel, tarih felsefesinin iki görevle karşı karşıya olduğunu belirtir. İlkinde felsefe

yapılandırılmış bir anlatının sunduğu bilgiyi inceler, bu aşamada tarih felsefesinin dikkati

tarih araştırmasında tasarımların varlığı üzerinde yoğunlaşır; amacı bu tasarımları ortaya

koyabilmektir. İkincisinde ise doğrudan metafiziksel tasarımları tarih felsefesinden

temizlemektir.85

Simmel’in bu görevleri tarih felsefesine yüklerken sorduğu temel soru şudur:

“gerçek olaydan bizim tarih dediğimiz bilimsel oluşum nasıl çıkıyor?”86

Simmel’in tarih

felsefesinden beklediği temel görev tarihsel bir anlatının inşa edileceği malzemeyle ilgili olası

epistemolojik kör noktaları aydınlatmasıdır. Bu bağlamda eseri boyunca nesnel ile öznel

olanın iç içe geçmiş muğlaklığını, bu muğlaklığın işlenen veri üzerindeki yansıma ve

etkilerini, dünyayı tarihsel formda kavramının biçimlerini ve son olarak tarihin bir anlama

sahip olmasının ne gibi imkânları olduğunu araştırmıştır.

Daha özelde tarihçilik, tarih yazımsal süreç ve pratiklerin doğasına ilişkin Iggers’ın

belirttiği üç noktanın aşındırıldığını görmekteyiz. Simmel tarihsel bir anlatıda veya

açıklamada yer alan olguların nesnel olarak mutlak bir gerçekliğe tekabül etmediğini

vurgular; aksine bu olgular ve daha doğru ifadeyle bu olguların seçiminin, gerçekliği o

anlatıyı inşa eden tarihçinin görebildiği şekilde yansıttığını kabul eder. Diğer bir nokta

tarihçinin işini yaparken düşünüldüğü kadar elinin kolunun bağlı olmadığı vurgusudur. Belge-

yorum ekseninde tarihçi malzemesinin/geçmişin verili olarak kendisini dayattığını iddia

edemez. Simmel’e göre tarihsel süreç ve anlamı inşa eden tarihçinin belge ya da yorum

ağırlıklı benimsediği perspektif aslında geçmiş gerçekliğin maddi içeriğini

şekillendirmemiştir. Bu bağlamda tarihçinin pozitivist değil daha tarihsel bir tahayyül ve

anlama gücü içinde kendi bireyselliğinin de farkına varması gerekir. Bu bireysellik ona hem

malzemesini işlemekte daha özgür olduğunu hem geçmişte görmek ve bulmak istediği

anlamın, geçmişe kendisi tarafından empoze edildiğini gösterecektir.

Son olarak, Simmel bireyin gündelik yaşamını idame ettirirken pek farkında olmadan

kendi kaderini belirlediğini ifade etmiştir. Simmel düşüncesinde akışkanlık, etkileşim ve

bireyselliğe yapılan vurgu, “kader” ve “tarih”in, (insanın yaşarken bütün istek ve

beklentilerini, saf bir bilinçlilik içinde gerçekleştirebileceği) teleolojik süreçler olarak

kavranmasının önünde engeldir. “Tarih”inde anlam ve değer yüklenerek bir şekilde kadere

eşitlenmek istenmesi Simmel için kabul edilebilir değildir. Zihinsel tasarımların yarattığı

beklentiler nesnel olanda karşılık bulmasa da bu insanın yaşamasının, kaderini

gerçekleştirmesinin önünde bir engel teşkil etmez. Gerçekleşmiş ve gerçekleşecek olana

odaklanmak şimdinin dolayısıyla ruhun yaşamsallığını, gündelik olanı anlamlandırmadaki

gücünü ıskalamak demektir.

Simmel, 19. yüzyılda yapılandırılmaya çalışılan tarih disiplinin araç ve yöntemlerinin

nesnellik, nedensellik ve ereksellik örtüsü altındaki kurgusal oyunlarını ifşa etmiştir. Ona göre

bütün bunların farkında olan bir tarih yazım ve tarihçilik pratiği geliştirmek tarihsel süreci

anlama ve anlamlandırmanın koşullarını zenginleştirecektir.

85

Simmel, Tarih Felsefesi…, s.118-119. 86

A.g.e., s.125.

17

KAYNAKÇA

AYSEVENER, Kubilay, E. Müge Barutca, Tarih Felsefesi, Cem Yayınevi, İstanbul, 2003.

BAUMAN, Zygmunt, Modernlik ve Müphemlik, İsmail Türkmen (çev.), Ayrıntı Yayınları,

İstanbul, 2003.

CARR, Edward Hallet, Tarih Nedir?, Misket Gizem Ertürk (çev.), İletişim Yayınları,

İstanbul, 1996.

CERTEAU, Michel de, Tarih ve Psikanaliz, Ayşegül Sönmezay (çev.), Türkiye İş Bankası

Kültür Yayınları, İstanbul, 2009.

COLLINGWOOD, R.G., Bir Özyaşam Öyküsü, Ayşe Nihal Akbulut (çev.), YKY, İstanbul,

1996.

COSER, Lewis A., Sosyolojik Düşüncenin Ustaları Tarihsel ve Toplumsal Bağlamlarında

Fikirler, Himmet Hülür vd. (çev.), De Ki Basım Yayım, Ankara, 2008.

ÇİĞDEM, Ahmet, Bir İmkân Olarak Modernite Weber ve Habermas, İletişim Yayınları,

İstanbul, 1997.

EMİROĞLU, K. -S.Aydın, Antropoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 2003.

ERDOĞDU, A.Teyfur, “2000’den Sonra Türkiye’de Tarihçilik”, Mehmet Fuat Köprülü,

Kolektif, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Geleneksel El Sanatları / Anma ve Armağan

Kitapları Dizisi, Ankara, 2012.

ERİM, B.Turgut, Derleme Tiyatro Sözlüğü, Mitos-Boyut Yayınları, İstanbul, 2009.

FREUND, Julien, “Max Weber Zamanında Alman Sosyolojisi”, T.Bottomore, R.Nisbet,

Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi, M.Tunçay-A.Uğur (yay. haz.) Kırmızı Yayınları, İstanbul,

2010.

FRISBY, David, “Georg Simmel – Modernitenin İlk Sosyoloğu”, Modern Kültürde Çatışma,

Tanıl Bora vd.(çev.) İletişim Yayınları, İstanbul, 2009.

FRİSBY, David “Sosyolojinin Temeli”, Jale Özata Dirlikyapan (çev.) Georg Simmel,

Sosyolog Sanatçı Düşünür, Jale Özata Dirlikyapan (Ed.)Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2011.

IGGERS, Georg G., Bilimsel Nedensellikten Postmodernizme Yirminci Yüzyılda Tarihyazımı,

Gül Çağalı Güven (çev.), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2000.

JUNG, Werner, Georg Simmel Yaşamı/Sosyolojisi/Felsefesi, Doğan Özlem (çev.), Anahtar

Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 2001.

KAYALI, Kurtuluş, Türk Düşünce Dünyasında Yol İzleri, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003.

LASH, Scott, “Lebenssoziologie Bilgi Çağında Georg Simmel”, Doğan Barış Kılınç (çev.),

Georg Simmel, Sosyolog Sanatçı Düşünür, Jale Özata Dirlikyapan (ed.), Doğu Batı Yayınları,

Ankara, 2011.

18

MARDİN, Şerif, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri (1895 – 1908), İletişim Yayınları, İstanbul,

2001.

ÖZLEM, Doğan, Siyaset, Bilim ve Tarih Bilinci, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1999.

ÖZLEM, Doğan, Tarih Felsefesi, Dokuz Eylül Yayınları, İzmir, 1998.

RİTZER, George, Sociological Theory, The McGraw-Hill Companies, New York, 2011.

SCAFF, Lawrence A, “Weber, Simmel ve Kültür Sosyolojisi”, Eylem Yenisoy (çev.), Jale

Özata Dirlikyapan(çev.), Georg Simmel, Sosyolog Sanatçı Düşünür, Jale Özata Dirlikyapan

(ed.), Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2011.

SIMMEL, Georg, The Problems Of The Philosophy Of History An Epistemological Essay,

Guy Oakes (Translated and Edited) The Free Pres, New York, 1977.

______,Öncesizliğin ve Sonrasızlığın Işığında An Resimleri Felsefi Minyatürler, Alican

Taşpınar (çev.) Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2000.

______, Tarih Felsefesinin Problemleri, Gürsel Aytaç (çev.), Doğu Batı Yayınları, İstanbul,

2008.

______, Bireysellik ve Kültür, Tuncay Birkan (çev.), Metis Yayınları, İstanbul, 2009.

SWINGEWOOD, Alan, Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi, Osman Akınhay ( çev.), Bilim ve

Sanat Yayınları, Ankara, 1998.

TİMUR, Taner, Felsefe, Toplum Bilimleri ve Tarihçi, Yordam Kitap, İstanbul, 2011.

ÜLKEN, Hilmi Ziya, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Ülken Yayınları, İstanbul, 2005.

WALTER, Patrick, “Georg Simmel”, Lülüfer Körükmez (çev.), Sosyolojik Düşüncede İz

Bırakanlar, Rob Stones (yay.haz.), Bağlam Yayınları, İstanbul, 2008.

WOLFF, Kurt H. (translated, edited, and with an introduction by), The Sociology of Georg

Simmel, The Free Press, Glencoe, Illinois, 1950.