Çevresel (ekolojik) tarih lensinden Osmanlı tarihine yeniden bakmak

18
New Trends in Ottoman Studies New Trends in Ottoman Studies University of Crete – Department of History and Archaeology Foundation for Research and Technology-Hellas – Institute for Mediterranean Studies Editor-in-chief: Marinos Sariyannis Editors: Gülsün Aksoy-Aivali, Marina Demetriadou, Yannis Spyropoulos, Katerina Stathi, Yorgos Vidras Consulting editors: Antonis Anastasopoulos, Elias Kolovos Papers presented at the 20 th CIÉPO Symposium Rethymno, 27 June – 1 July 2012

Transcript of Çevresel (ekolojik) tarih lensinden Osmanlı tarihine yeniden bakmak

Back cover photo: Joshua M. White

ISBN 978-960-93-6188-0

New Trends in Ottoman Studies

New Trends in Ottoman Studies

This volume includes 83 essays which were originally delivered as

papers at the 20th CIÉPO Symposium. The Symposium was held

in Rethymno, Crete, Greece, between 27 June and 1 July 2012,

and was organised by the Department of History and Archaeology

of the University of Crete and the Institute for Mediterranean

Studies of the Foundation for Research and Technology – Hellas

(IMS/FORTH), in collaboration with the Region of Crete, Regional

Unit of Rethymno, and the Municipality of Rethymno.

The essays cover a wide array of subjects, and are organised in

six thematic sections: Economy and Finances; Institutions and

Elites; The Ottoman Provinces; Inside a Wider World; Culture

and Ideology; Fine Arts, Architecture, and Archaeology.

University of Crete – Department of History and ArchaeologyFoundation for Research and Technology-Hellas – Institute for Mediterranean Studies

Cover photo: Giorgos Benakis (knocker, 10, P. Koronaiou Str., Rethymno)

Back cover photo: Joshua M. White

Mar

inos

Sar

iyan

nis

(ed.

)

Editor-in-chief: Marinos Sariyannis

Editors: Gülsün Aksoy-Aivali, Marina Demetriadou, Yannis Spyropoulos, Katerina Stathi, Yorgos Vidras

Consulting editors:

Antonis Anastasopoulos, Elias Kolovos

Papers presented at the 20th CIÉPO Symposium

Rethymno, 27 June – 1 July 2012

New

Tre

nds

in

Ott

oman

Stu

dies

New Trends in Ottoman StudiesPapers presented at the 20th CIÉPO SymposiumRethymno, 27 June – 1 July 2012

Editor-in-chief: Marinos SariyannisEditors: Gülsün Aksoy-Aivali, Marina Demetriadou, Yannis Spyropoulos, Katerina Stathi, Yorgos Vidras

Consulting editors: Antonis Anastasopoulos, Elias Kolovos

University of Crete – Department of History and ArchaeologyFoundation for Research and Technology-Hellas – Institute for Mediterranean Studies

Rethymno 2014

University of Crete, Department of History and ArchaeologyRethymno campus, 741 00 Rethymno, Greece,

e-mail: [email protected],tel.: +30 2831077337, fax: +30 2831077338,

http://www.history-archaeology.uoc.gr

Foundation for Research and Technology-Hellas,Institute for Mediterranean Studies

P.O. Box 119, 741 00 Rethymno, Greece, e-mail: [email protected],

tel.: +30 2831056627, fax: +30 2831025810, http://www.ims.forth.gr

Cover: Ntina GantiCover photo: Giorgos Benakis

Back cover photo: Joshua M. WhiteLayout: Crete University Press

New Trends in Ottoman Studies: Papers presented at the 20th CIÉPO Symposium, Rethymno, 27 June – 1 July 2012 is a joint e-publication of the Department of History and Archaeology of the University of Crete and the Institute for Mediterranean Studies of the Foundation for Research and Technology-Hellas.

© 2014 University of Crete, Department of History and Archaeology, & Foundation for Research and Technology-Hellas, Institute for Mediterranean Studies

This e-book is not for sale.

This publication is protected by copyright. No part of it may be reproduced, in any form, without the prior written permission of the publishing institutions.

ISBN 978-960-93-6188-0

iv

C O N T E N T S

Preface ixPanels and papers of the 20th CIÉPO Symposium xiv

PART I

Economy and FinancesPanel: 1837-1923 sürecinde Bursa’da koza üreticiliği ve ipekli dokumacılık

sektörünün sosyo-ekonomik durumu

Nuran BAYRAM, ‘1837-1923 sürecinde Bursa’da ipekçilik sektörünün sosyo-ekonomik analizi’

2

Seher BOYKOY, ‘1908-1923 sürecinde Bursa’da koza üreticiliği ve ipekli dokumacılık sektörü’

15

Cafer ÇİFTÇİ, ‘1837-1908 sürecinde Bursa’da koza üretiçiliği ve ipekli dokumacılık sektörü’

35

Yusuf OĞUZOĞLU, ‘Giritli mübadillerin ipekçilik deneyimleri ve bunun Bursa yöresine aktarılması’

49

Selçuk DURSUN, ‘Çevresel (ekolojik) tarih lensinden Osmanlı tarihine yeniden bakmak’

56

Şennur KAYA, ‘Arşiv belgeleri ışığında İstanbul’da porselen üretimi giri-şimleri’

70

Phokion P. KOTZAGEORGIS – Demetrios PAPASTAMATIOU, ‘Economic and social hierarchies within an urban context: the case of Thessaloniki in the eighteenth century’

84

Fatma ÖNCEL, ‘Explaining the basics of proto-industrialization in mid-nineteenth century Ottoman Bulgaria’

99

Güçlü TÜLÜVELİ, ‘17. yüzyıl Trabzon’unda ekonomik ilişkiler bağlamında Müslüman-gayrimüslim ilişkileri’

111

PART II

Institutions and ElitesPanel: Osmanlı’da eğitim modernleşmesiFatih DEMİREL, ‘Osmanlı modern eğitim kurumlarında işlenen suçlar’ 118

Muammer DEMİREL, ‘Osmanlı modern mekteplerinde mükâfat’ 133

56

çEVRESEL (EKOLOjİK) TARİh LENSİNDEN OSMANLI TARİhİNE YENİDEN BAKMAK

Selçuk Dursun*

Dünyada 1960’lardan beri yoğun olarak çevresel değişimin sebepleri ve sonuç-ları akademisyenler, siyasetçiler ve kamusal alan aktörleri tarafından sıklıkla ve zaman zaman da sert biçimlerde tartışılagelmektedir. Çevresel tarih de bu dönemdeki, özellikle 1970’lerdeki, çevre hareketlerinin bir neticesi olarak ortaya çıkmış ve günümüze kadar da gelişimini büyük bir hızla sürdürmüş bir tarih alt disiplinidir. Tarihçilik açısından geçmişin belgelerinin farklı bir gözle okunmasını vaadederek günümüz tarihçileri için yeni ve ufuk açıcı ve hatta heyecanlandırıcı tarihsel yorum imkanları sunmaktadır.1

Doğa ve tarih birlikteliğinin ta Herodot’tan beri birçok tarihçinin hayal-lerini süslediğini belirtmeden geçersek, antik dönemden bugüne kadar olan

* Assistant Professor, Dept. of History, Middle East Technical University, Ankara, Turkey, [email protected]

1 Çevresel tarihin geçmiş yorumu bir çok kaynaktan faydalanabilir: tabiat tarihinden ik-limsel dalgalanmalar, jeolojik değişiklikler, bitki ve hayvan ekolojisi vb.; beşeri tarihten kaynakların çıkarılmasına yarayan araçlar, tüccarların muhasebe defterleri, kaşif ve sey-yahların günlükleri, doğum-ölüm kayıtları, kanun ve nizamnameler, çiftçi ajandaları, mülakatlar, mitler ve efsaneler, resimler, fotoğraflar, doğaya ilişkin şiirler ve nesirler, bi-limsel araştırmalar ve hatta felsefecilerin yazdıkları. Çevre tarihçilerinin burada bir kıs-mını belirttiğimiz kaynaklara birtakım ayırdedici sorular sorarlar. Bunlardan bazıları şunlardır: Belirli bir yerde belirli bir zamanda yaşayan insanlar yaşadıkları çevreyi nasıl kullanmışlardır ve değiştirmişlerdir? Farklı kültür kökenlerinden gelen insanların çevre algıları nasıldır, yaşadıkları çevreyi nasıl idare etmişlerdir, hangi şekillerde sömürmüş-lerdir veya korumuşlardır? Muayyen habitatlarda hangi farklı üretim biçimleri (toplayı-cılık, avcılık, balıkçılık, çiftçilik, madencilik ve ormancılık) gelişmiştir? Sanayileşme ve şehirleşmeyle birlikte ne tür çevresel (ekolojik) problemler ortaya çıkmıştır? Kaynakla-rın kullanımı ve muhafazası etrafında ne gibi siyasî ve hukukî çatışmalar, mücadeleler veya uzlaşılar ortaya çıkmıştır? Zaman içerisinde insanların doğaya karşı olan tutumla-rında ve yorumlarında ne gibi değişikler olmuştur?

57

çevresel tarİh lensİnden osmanli tarİhİne Bakmak

tarihyazımına haksızlık etmiş oluruz. Ancak tarihyazımının doğayla olan iliş-kisi doğaya kavram olarak yüklenen idealist ve teleolojik anlamlardan dolayı baştan beri sorunlu olagelmiştir. Şu anda elimizde bulunan literatürün oldukça büyük bir kısmı çevresel değişimi değerlendirirken referans hattı olarak ele aldığı birtakım kavramları, örneğin “ilkel doğa”yı ele alalım, çevresel değişim bakış açısından bir önceki duruma göre etkilenmemiş, bozulmuş veya gelişmiş olarak değerlendirmektedir.2

Bu çevresel değişime neden olan faktörler arasında ise nüfus artışı; kolonyal ve emperyal güç mücadeleleri (örn. muhafaza politikaları ve siyasî ekoloji; eko-lojik mübadeleler (hastalıkların ve biyolojik sömürgeciliğin yayılmasında etkili olan faktörler); iktisadî küreselleşme (kapitalist pazarların yaygınlaşması, tek-nolojideki yeni gelişmeler ve benzerlerini sayabiliriz. Burada Jared Diamond’ın kitabının başlığını oluşturan “tüfek, mikrop ve çelik”,3 yani emperyalizm, eko-lojik mübadeleler ve teknolojinin pek de hoş olmayan birlikteliği çevre tarihçi-lerinin son yıllardaki çalışmalarının ana eksenini oluşturmaktadır. Fakat ister sömürgecilik, nüfus baskısı, teknolojik gelişme isterse de istilacı türlerin yay-gınlaşmasından kaynaklansın çevresel (ekolojik) değişimler ve dönüşümler çok yönlü, birçok alt ve/veya yan süreçten oluşan ve çoğul neticeler veren daha büyük süreçlere bakarak anlaşılmalıdır.

Son yıllarda dünya ve Avrupa tarihyazımında ortaya çıkan yeni gelişmeler bu yazının başlığındaki “çevresel (ekolojik) tarih lensi” kavramının meşruluğu hakkında fazla bir savunu yapmayı gerektirmez.4 Konvansiyonel tarihin çer-

2 Joachim Radkau, Nature and Power: A Global History of the Environment, Cambridge ve New York 2008.

3 Jared M. Diamond, Guns, Germs and Steel: A Short History of Everybody for the Last 13,000 Years, London 2005.

4 Her ne kadar Osmanlı tarihine dair makalelerin sayısı bir elin parmaklarını geçmese de, günümüzde tamamen çevre konularına adanmış birçok kaliteli derginin yanısıra belli başlı bütün önemli ve uzun soluklu tarih dergilerinde çevrenin ve ekolojinin tarihiyle alakalı makaleler yayınlanmaktadır. Dünyanın belli başlı tüm üniversitelerinde çevresel tarih dersleri çoktan müfredatlardaki yerini sağlamlaştırmış olsa da, şu anda Türkiye’de sadece birkaç üniversitede çevreyle alakalı dersler verilmektedir. Türkiye'deki üniversi-telerde adıyla ve içeriğiyle tamamen çevresel tarihi ilgilendiren konulara adanmış bir ders ilk olarak ODTÜ Tarih Bölümü'nde açılmıştır. 21. yüzyılda hem sosyal-siyasal ve hem de ekonomik-ekolojik tartışmaların ana eksenini, dünyadaki bütün politik yapılar için istisnasız sorun oluşturan ve genel bir kategori olarak “çevresel (ekolojik) sorunlar” diyebileceğimiz nüfus artışı, sürdürülebilir kalkınma ve büyüme, sahip olunan kaynak-ların elde edinimi ve kullanımı, toprak erozyonu, küresel ısınma, ozon tabakasının kay-

58

seLçuk DuRsuN

çevesinden çıkmak istemeyenler için ise, ufuk açıcı bir davet babında çevresel (ekolojik) tarih lensinin, geleneksel tarihin alışılagelen bakış açılarıyla göre-mediği birtakım yapıları ve ilişkileri görmesine yardımcı olan etkili bir ens-trüman olduğunu söyleyelim. Osmanlı tarihyazımında jeofiziksel, çevresel ve ekolojik bağlamları geri planda bırakarak, yalnızca siyasî, kültürel, ekonomik ve demografik gelişmelerle daha fazla alakadar olmak, doğal çevrenin de tarihte dinamik ve belirleyici bir unsur olduğu gerçeğini şimdiye kadar görmemizi engelledi.5 Yani, özünde Osmanlı tarihyazımı insan-merkezci bir tarihyazımı-dır. Ancak çevrenin ya da ekolojinin, insanların yaptığı üretim ve faaliyetlerden bağımsız olarak var olmadığını ve aksine sürekli olarak bunlardan etkilendi-ğini ve dönüştüğünü bir olgu olarak belirtmemiz gerekir. Yani, mekansal ola-rak çevreden bahsederken insanlığın başından itibaren insan eli değmemiş bir doğa kavramından bahsetmeyeceğiz.6 Zamansal olarak ise, insan-doğa ilişkisi-nin tarihsel olarak var olduğunu ve karşılıklı bir etkileşim içerisinde bulundu-ğunu belirtmeliyiz. Bu makalede, Osmanlı çevre tarihi bağlamında yukarıda bahsettiğim faktörler arasından önemli gördüklerimi çevresel (ekolojik) tarih perspektifine oturtmaya çalışacağım. Ancak şimdiden belirtmem gerekir ki, ne birazdan genel olarak anlatacağım süreçlerin ne de özel olarak Osmanlı çevre-sel tarihi üzerine söyleyeceklerimin kapsayıcı önermeler olduğunu iddia etmi-yorum. Bir Çin atasözü: “İşler kötüye giderse, dükkanı boya” der.7 Burada yola çıkarak Greenberg ve Park, sosyal bilimlerin de işler ne kadar kötüye giderse gitsin yeni moda heveslerle dükkanı sık sık boyadığını iddia ediyorlar. Tabii bu iki türlü yapılabilir. Ya eski paradigmaları tamamen reddederek ya da selefle-rimizin yazdıklarını yeni bir gözle yorumlayarak. Benim burada anlatacakla-rımız daha çok ikinci türe uygun. Yani sırf yeni bir disiplinden bahsediyoruz diye Osmanlı tarih alanında şimdiye kadar yapılmış olanları bir kalemde silip

bı, su kaynaklarının tükenmesi, ormanların yokolması gibi problemlerin anlaşılması ve bu sorunlara yeni çözümler bulunması oluşturacaktır. Bu nedenle kısa ve uzun vadede bile çevreyle ve ekolojiyle alakalı tarih derslerinin varlığı çok önemli olacaktır. Gittikçe de küreselleşen dünyada herhangi bir ulus devletin bu tartışmaların dışında kalması ne niteliksel ve ne de niceliksel olarak mümkündür.

5 Timo Myllyntaus ve Mikko Saikku (der.), Encountering the Past in Nature: Essays in En-vironmental History, Athens (Ohio) 2001, s. 142.

6 William Cronon (der.), Uncommon Ground: Rethinking the Human Place in Nature, New York ve London 1995.

7 Aktaran: James B. Greenberg ve Thomas K. Park, “Political Ecology,” Journal of Political Ecology 1 (1994).

59

çevresel tarİh lensİnden osmanli tarİhİne Bakmak

atmak gibi bir niyetimiz elbette yok! Şimdiye kadar üretilen bilgi ve bundan yola çıkarak üretilmeyi bekleyen “yeni ve geliştirilmiş”8 çalışmalar gözönüne alınırsa Osmanlı tarihyazımının çok da uzak olmayan bir zamanda kendini çevresel (ekolojik) tarih çalışmalarına yoğun olarak açacağından eminiz.9 Osmanlı tarihi üzerine yazılmış eserlerden yola çıkarak, çevresel (ekolojik) tarih namına daha neler yapılabilir sorusunu daha evvel başka bir yerde tar-tıştığım için,10 burada birtakım önemli gördüğüm noktalar üzerinden Osmanlı tarihyazımı alanında daha neler yapılabileceğini sorgulamaya çalışacağım. Bu konuların ortak teması doğal kaynakların kullanımı etrafında şekillenmektedir. Bu minvalde, çevresel tarihin uğraştığı meseleler arasından bir seçim yaparak, bunlardan hangilerinin Osmanlı tarihine uygulandığında verimli sonuçlar elde edilebileceğini göstermeye çalışacağım.

Osmanlı İmparatorluğu için, sanayi öncesi dönemde doğa ve çevre algıla-yışı, doğanın ve çevrenin iyi ya da kötü yönde kullanılması gibi birtakım mef-humlara bakarak, Osmanlı devletinin ve toplumunun önemli bazı yönlerini açığa çıkarabiliriz. Buna şimdiye kadar bu dönem için yapılmış demografi, arazi kullanımı, tarım, büyük yerleşim yerlerinin iaşesi, ticaret, savaşlar ve dev-let aygıtının oluşumu gibi alanlardaki belli başlı çalışmalarda var olan birtakım önyargıların yeniden bir değerlendirilmesiyle ulaşabiliriz. Ancak bunu yapar-ken unutmamamız gereken noktalardan biri de karşımızda altı yüzyıllık uzun bir imparatorluk tarihinin varlığıdır. Daha da açarsak, inişli-çıkışlı bir tarihin “büyüme”, “duraklama” ve “gerileme” evrelerinin doğası ve dinamiği açığa çıka-rılmaya çalışılırken ve bu evrelerde, Osmanlı devletinin yönetim biçimlerinin zayıflıkları ve kuvvetli yönleri analiz edilirken hep bu sürekliliğe olumlu ya da olumsuz referanslar verilir. Bu referanslardan ziyade, bu evreleri anlamak için şu aşamada daha çok ihtiyacımız olan çevresel ve ekolojik tarihin bize sunduğu imkanlardır. Çünkü Osmanlı devletinin uzun sürmesinin en önemli nedenle-rinden biri, kanımızca imparatorluğun ekolojik çeşitliliğidir.

8 a.g.e., s.1.9 Son yıllarda yapılmış iki adet orijinal çalışmaya dikkat çekmek isterim: Alan Mikha-

il, Nature and Empire in Ottoman Egypt: An Environmental History, Cambridge ve New York 2011 ve Sam White, The Climate of Rebellion in the Early Modern Ottoman Empire, Cambridge ve New York 2011.

10 Selçuk Dursun, “A Call for an Environmental History of the Ottoman Empire and Mod-ern Turkey: Reflections on the Fourth ESEH Conference,” New Perspectives on Turkey 37 (2007), s. 211-222.

60

seLçuk DuRsuN

Braudel coğrafyanın avantajlarının veya kısıtlılıklarının herhangi bir uygar-lığın gelişmesini veya “gelişmemesini” etkilediğini söylemişti. Bu iddiayla ima ettiği, bir “uygarlığın” doğası üzerinde yapılacak bir tartışmanın, herhangi bir coğrafî ya da ekolojik durumun “mekan, toprak, iklim, nebatat, hayvanat ve doğal olan olmayan avantajlarını” içermek zorunda olduğudur.11 Benzer şekilde, yine herhangi bir coğrafyada toprak ve doğal kaynakların kullanımı meselesi, bu kaynakların sanayi öncesi devletlerin büyük zorluk çektikleri alanlar olan idare ve işletme biçimleriyle birlikte değerlendirilmelidir.

Osmanlı devletinin oluşma süreciyle alakalı çalışmaların sadece birkaç tane-sinde, Osmanlı beyliğinin ekolojik avantajlarından bahsetmeseler bile, coğrafik avantajlarına doğru düzgün atıf vardır. Mesela, Langer ve Blake 1932 yılında yazdıkları bir makalede,12 Bizans sınır idaresinin zayıf olduğu jeostratejik bir anda Osmanlı’nın içinde bulunduğu coğrafik pozisyonun zaten hızlı bir geniş-lemeyi gerektirdiğini vurgulamıştır.13 Daha sonra, İnalcık bu fikri biraz daha ileri götürerek Balkan’larda bir köprübaşı kazanmanın Osmanlı Beyliği için çok önemli bir aşama teşkil ettiğini, çünkü böylelikle “batıya doğru sınırsız iler-leme” imkanı bulduğunu yazdı.14 Neyi kastederlerse kastetsinler, son tahlilde, bu iddialar coğrafî genişleme üzerinden erken Osmanlıların siyasî ve askerî başarılarından bahsederken, bu süreç içerisinde ellerinin altındaki doğal kay-nakların avantajlarından bahsetmemektedirler.

Osmanlılar ilk siyasî merkezlerinden biri olan Söğüt’ten başlayarak, Kuzey-batı Anadolu’da İznik’ten, Biga ve Gelibolu’ya oradan da Trakya’ya ve Bal-kan’lara doğru genişlediler. Bu yerlerin hepsi de geniş ormanlarla kaplıydı ve bunun dışında verimli yaylaklara ve otlaklara sahipti. Ancak bu demek değil-dir ki erken dönemdeki Osmanlı devlet oluşumunun başarısı sadece avantajlı coğrafya ve doğal kaynakların çeşitliliğinden kaynaklanmıştır. Asıl söylemeye çalıştığımız nokta, bunların diğer tesadüfî ve kendiliğinden gelişen faktör-leri önemli oranda etkilediği ve hatta tetiklediği şeklindedir. Bu erken geniş-leme döneminde Osmanlılar Anadolu’dan göçebe nüfusun bir kısmını sürerek yeni köyler kurulmasına neden oldu. Ayrıca külliyetli miktarda yörük grup-

11 Fernand Braudel, A History of Civilizations , London 1993, s. 9.12 W. L. Langer ve R. P. Blake, “The Rise of the Ottoman Turks and its Historical Back-

ground,” American Historical Review 37 (1932).13 a.g.e.14 Halil Inalcik, The Ottoman Empire: The Classical Age, 1300-1600, London 1973, s. 9.

61

çevresel tarİh lensİnden osmanli tarİhİne Bakmak

ları dağlık bölgelerde yeni köyler kurdular.15 Bu köylerin kurulması yeni ara-zilerin tarıma açılması demekti aynı zamanda. Bu tür bir “kolonizasyon” veya “sürgün” hareketi hem devlet hem de yerleşimciler için oldukça maliyetli olabi-lirdi, ancak fethedilen bu yerlerde yeterli miktardaki doğal hammaddenin var-lığı süreci daha da hızlandırmıştır. Ancak yüzyıllarca sergilenen bu “sürgün” politikası Anadolu’nun ve Balkanlar’ın birçok yerinde yeni gelenler tarafından ormandan arazi açma faaliyetlerini artırmıştır. Örneğin, Kıbrıs’ı daha müreffeh yapmak için adaya sürülen nüfus çoğunlukla yoksul köylüler, kentli işsizler ve göçebelerden oluşuyordu. Bu gruplar iki yıl vergiden muaf tutuluyordu. Daha sonra, hükümet suçluları da adaya göndermeye başladı.16 Bu tarz bütün nüfus hareketleri doğal kaynaklar üzerinde daha fazla baskı oluştururlar. Ayrıca, bu hareketlere maruz kalanlar yaşadıkları çevrede yıllar boyunca biriktirdikleri yerel bilgiyi de yanlarında götürüyorlardı. Bundan dolayı, göç ettikleri ya da sürgün edildikleri coğrafi alanın fiziksel çevresine yabancı demografik unsurlar kendilerini yeni ekolojik muhite adapte ederken çoğunlukla sıfırdan başlamak zorunda kalıyorlardı.

Avrupa’da da olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğu’nda da çevresel dönüşüm-lerin yoğun olarak yaşanmaya başladığı dönem 16. yüzyıldan itibaren başlar. Osmanlı için özellikle 16. yüzyıl imparatorluğun sonraki seyrini çizen gelişme-lerin yaşandığı yüzyıldır. Bu dönemde özellikle çevre ve insan ilişkisini biçim-lendiren kanun ve nizamların oluştuğu kritik bir dönem olarak kabul etmeliyiz. Bu dönem ayrıca insan-çevre ilişkilerini şekillendiren ve dönüştüren etkilerin başında gelen devlet idaresi ve kurumsal yönetim tekniklerinde köklü değişim-lerin meydana geldiği bir dönemdir. Bu dönemden itibaren, devlet, ya da hükü-met olarak da okuyabiliriz, genel olarak kaynakların ama özel olarak da doğal kaynakların kullanımı, dağıtımı ve yeniden dağıtımında daha önceki dönem-lerden farklı olarak hukuktan kaynaklanan hususî bir güce sahiptir. Ayrıca devlet bu kaynakların kullanımı, bölüşümü ve dağıtımı süreçlerinde de sahip olduğu bu hususî gücü diğer bütün rakiplerine rağmen sonuna kadar kullan-maktan imtina etmez. Bu dönemden itibaren 18. yüzyıla kadar, devletin finansal ve idarî düzenlemeleri de doğal çevreyi şekillendirmede önemli rol oynamıştır.

Osmanlı tarihyazımı sanayi öncesi dönemdeki siyasî ve iktisadî gelişme-leri tartışırken bu gelişmelerin çevreye olan etkilerini dikkate almamıştır. Bu

15 a.g.e., s. 10–11.16 Halil Inalcik, “Ottoman Methods of Conquest,” Studia Islamica 2 (1954), s. 122–129.

62

seLçuk DuRsuN

dönemdeki devlet oluşumunun finansmanı dikkate değer oranlarda doğal kaynakların tüketimini gerektirmiştir. Hatta bazı büyük çaplı altyapı projeleri hayata geçirilseydi, doğal çevrenin bu süreçte nasıl dönüşebileceğini tahmin etmek bile başlı başına bir sorun teşkil eder. Örneğin, 16. yüzyılın ikinci yarı-sında ulaşımı kolaylaştırmak için Sakarya Nehri’ni İzmit Körfezi’ne birleştirme projesi gerçekleşmiş olsaydı, Izmit ve Adapazarı arasında bulunan ve zaten ter-saneler ve ticaret için büyük bir arz kaynağı olan orman kaynaklarının daha da çabuk tükenmesine yol açacaktı.17 Ancak, 16. yüzyılda liman kentlerinin geri kalmışlığını tartışan Faroqhi, eğer bu proje gerçekleşmiş olsaydı İzmit ve Ada-pazarı bölgesinin daha 1600’lerde ani bir şekilde gelişeceğini iddia eder.18 Fakat bu büyük çaplı projenin gerçekleşmemesine doğa ve çevre açısından bakabilir-sek, en azından 20. yüzyılın sonlarına kadar bu bölgenin ekolojik dengesini bir ölçüde koruduğunu ve orman kaynaklarının bir an evvel yok olmasının engel-lendiğini söyleyebiliriz.

Devletin iktisadî ve finansal politikaları ormanlık arazilerin tarım arazile-rine dönüştürülmesinde de belirleyici rol oynuyordu. Ormandan ya da diğer marjinal topraklardan arazi açmaları devletin vergi talepleri karşılamak için alternatif bir yoldu. Böyle orman arazileri verimli olmadıklarından, köylüler “potansiyel vergilendirilebilir artık değerleri”ni de aşan keyfi vergi taleplerini karşılamak için geçici tarım yapmak amacıyla bu arazileri açıp verimi düşünce de terketmek yoluna gidebiliyorlardı. Tarım köylüler için ana geçim kaynağıydı, ama düşük seviyelerdeki üretimden dolayı, orman arazilerinin daha fazla tarım arazisinin oluşturmak ve böylece gıda taleplerini karşılamak için temizlendi-ğini görüyoruz. Ekip biçme durduktan sonra temizlenmiş araziler tekrar ağaç-landırılmazsa, bu açmalar kalıcı ormansızlaşmanın en önemli nedenlerinden biriydi. Ormandan arazi açılması, aynı zamanda, zeytin ve narenciye ağaçları yetiştirmek için de yapılabiliyordu. Bu konuda sanayi öncesi döneme ait eli-mizde yeterli belge olmadığından dolayı geniş çaplı ormandan arazi açmaları konusunda arkeolojinin verebilecekleri dışında elimizde fazla bir kanıt yok. Ancak tahrir kayıtlarında ormanlardan temizlenerek kazanılmış tarım ara-

17 Ondokuzuncu yüzyıla kadar Osmanlılar, tıpkı kendilerinden önce Bizanslılar gibi, Iz-mit-Sakarya arasındaki bu bölgeyi “ağaç denizi” olarak adlandırmışlardır. Ayrıca Evliya Çelebi’ye atfedilen bu benzetme, bu civardaki ormanların büyük ve sık ağaçlarla kaplı ol-duğunu teyit eder. Asuman Baytop, Türkiye'de botanik tarihi araştırmaları, Ankara 2003.

18 Suraiya Faroqhi, Towns and Townsmen of Ottoman Anatolia: Trade, Craft, and Food Pro-duction in an Urban Setting, 1520-1650, Cambridge ve New York 1984, s. 75.

63

çevresel tarİh lensİnden osmanli tarİhİne Bakmak

zilerine birçok referans vardır.19 Bu kayıtlarda “açma” tabirinin kullanılması yaylaklarda bulunan böyle ormanlık arazilere Osmanlı’nın bakış açısını yan-sıtmaktadır. Bu bakış açısına göre, temel mesele, tarımsal gelirleri maksimize etmek olduğu için, devletin vergi gelirlerinin arttığı sürece tarımsal amaçlı açmalar faydalı idi. Ayrıca, bu tür yapılan tarımsal açmalar neticesinde göçebe-ler istemeden de olsa devletin denetimine girmişlerdir ve vergi ödemeye başla-mışlardır. Hükümetse, tersane ormanları veya sultana ait avlaklar dışında kalan yerlerde bu tür tarımsal arazi açmalarına pek fazla ses çıkarmamıştır.

Çevresel (ekolojik) tarih lensinden bakmamız gereken diğer bir konu ortak-laşa/müşterek kullanılan malların durumudur. Bunların konumuz açısından en önemlileri ormanlar ve otlaklardır. Hardin’in makalesinden20 beri genel kabul, ormanların ve otlakların çiftçilerin aşırı kullanımından dolayı zamanla harap olacakları şeklindedir. Bu tez, yakın zamana kadar bu tarihçiler tarafından sor-gulanmadı. Tarih dışındaki alanlarda da genelde ispatlanmış bir olgu olarak kabul edildi.21 Hardin’e göre rasyonel olarak bencilce hareket etmesi gereken birey kamu yararını düşünmeden bu kaynakları sonuna kadar sömürür. Bu nedenle bunları korumak için ya özel ya da devlet mülkiyeti gereklidir. Bunun da yolu da muğlak noktaları bulunmayan her açıdan sarih olan mülkiyet kanunları teşkil etmektir. Prusya’da erken modern tarım reformcuları: “Komü-nal olarak sahip olunan şey komünal olarak ihmal edilir” demişlerdi.22 En az iki yüzyıllık bir tartışmanın en uç noktası olan bu argümana sarılan reformcuların karşı oldukları şey, aslında köylülerin komünal olarak sahip oldukları ormanlar ve meralardır. Ancak, durum ne Hardin’in aktardığı kadar trajiktir ne de Prusya tarım reformcularının bahsettiği kadar çaresizdir.

Meclis-i Bahriye’nin aldığı bir yasak kararı, bize Tersane-i Amire’ye bağlı olan ve gemiler için kereste kesilen dağlardaki ormanların civar kazalar ve köy-ler ahalisiyle yörükler tarafından yakılarak tarla açılmasının ve odun ve kereste kesiminin çok yaygın olduğunu gösteriyor. Devlete ihanet olarak addedilen bu tür eylemler nedeniyle, bu yasaktan başka merkezi hükümet tersane kerestesi-nin daha fazla telef olmaması için gerekli koruma önlemlerinin alınmasını ve

19 Halil Inalcik, “The Yürüks: Their Origins, Expansion and Economic Role,” in Oriental Carpet and Textile Studies II: Carpets of the Mediterranean Countries, 1400-1600, der. Robert Pinner ve Walter B. Denny, London 1986, s. 39-65.

20 Garrett Hardin, “The Tragedy of the Commons,” Science 162 (1968), s. 1243-1248.21 Radkau, Nature and Power, s. 71.22 Aktaran: a.g.e. s. 72.

64

seLçuk DuRsuN

yerel memurların bu gibi kaçak kesimlere ve yangınlara göz yummamalarını bildirmiştir.23 Tersane ormanları dışında gelişen birtakım yerel olaylar, hükü-metin başını ağrıtmaya devam etti. Örneğin, imparatorluk genelinde yaylaklar ve cibal-i mubaha (mubah dağlar)’da bulunan ormanlar üzerinde çeşitli köyler arasında sıklıkla anlaşmazlıklar çıkıyordu. Bir grup köye ait olan yaylak ve bal-talık üzerinde zaman zaman başka bir köy ya da köyler hak iddia edebiliyordu. 1847’den sonra bu haklara konu olan eski belgelerin yenileriyle değiştirilme-leri söz konusu olduğunda ise bu tür anlaşmazlıklar daha karmaşık bir hal aldı. Hatta kullanım hakkını ispat eden herhangi bir belge bulunamadığı durum-larda köylüler çoğunlukla “kadimden beri bizimdir” ya da “atadan dededen beri bizimdir” gibi geleneksel ‘ahlakî-iktisadî’ söylemlerden medet umabiliyor-lardı. Bu gibi durumlarda işin içine ayrıca kaza meclislerinde yapılan düzenle-melerin yarattığı anlaşmazlıklar ve bunlar henüz meclislere varmadan naipler tarafından verilen, çoğunlukla rüşvet karşılığı, sahte belgeler işleri büsbütün sarpa sardırıyordu. Örneğin, Bolu’da üç köyün ortak malı olan yaylak ve balta-lık, komşu dört köy ahalisi tarafından işgal edilince, köylüler ellerinde bulunan 18. yüzyıla ait bir belgeyle mahkemeye başvururlar. Ancak Bolu naibi bunla-rın bu yaylak ve baltalık üzerindeki tasarruf hakkının geçersiz olduğuna karar verir ve ellerindeki belgeyi alarak aralarından sekiz kişiyi de hapse atar. Hakla-rının gasp edildiğini düşünen üç köy ahalisi önce Bolu kaymakamına ve sonra da Kastamonu valisine dilekçeyle başvururlar ancak bir sonuç elde edemezler. En sonunda şikayetlerini merkezi hükümete iletirler. Merkezi hükümet dava-nın yeniden ele alınmasını ve kanuna aykırı bir durum varsa düzeltilmesini ve hapse atılanların da suçsuzlukları ispat edilirse salıverilmelerini kaymakama ve valiye bildirir.24 Bu davada ilginç olan, iddiaya konu olan bütün belgeler aynı olmasına rağmen, 18. yüzyılın sonunda mahkemede şikayet edilen köylerin 19. yüzyılın ortasında artık şikayet eden konumuna geçmiş olmalarıdır.

Marjinal arazileri tarıma açmak yaşam alanlarının ekolojisini değiştirir. Ancak bu konuda da elimizde orman örtüsünün kaybıyla ekilen ürünlerdeki dönüşüm hakkında yeterli bilgi mevcut değil. Aksine örnekler de olmasına rağ-men, İnalcık çiftliklerin evvela, özellikle mevat araziler, ya da boş veya terkedil-miş araziler üzerinde ortaya çıktığını iddia etmektedir. Buna ihya-yı mevat (boş bir toprağı tarıma hazır hale getirmek) ya da şenlendirme (meskun ve müreffeh

23 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), A. MKT. 41/8, 4 Ca 1262 (30 Nisan 1846).24 BOA, A. MKT. UM. 51/47, 11 Ca 1265 (4 Nisan 1849).

65

çevresel tarİh lensİnden osmanli tarİhİne Bakmak

yapma) denirdi.25 Yukarıda bahsettiğimiz nedenler dışında, Osmanlı hükümet-leri göçebeleri ve yarı göçebeleri tarımsal vergileri artırmak ve güvenliği sağla-mak için ihya-yı mevat politikalarının özneleri durumuna geçirdi.

Sanayi öncesi dönemde, göçebelerin iskânı imparatorluğun merkezî politi-kalarından biri olmasına rağmen, esasen çelişkili bir biçimde toprağın verim-liliğini korumak da amaçlanıyordu. Osmanlı devlet adamlarının, mesela Sivas Valisi Halil Paşa gibi, İbn Haldunvari bürokratik bakış açıları, göçebeleri orman-sızlaşmanın başlıca faktörlerinden birisi olarak kurguluyordu. Bunlar büyük hayvan sürülerini otlatmak için ormanlara dalıyorlar ve onları yokediyorlardı. Göçebeler zaman zaman seyyar tarım faaliyetleriyle de iştigal ediyorlardı. 19. yüzyıla geldiğimizde, devlet ormanları koruma adına göçebeleri yerleştirmek için mücadele etmeye başladı. Göçebelerin seyyar yaşam tarzlarından dolayı ve bazen de ekili arazilerde otlatma faaliyetlerinden dolayı devlet tarafından zararlı görüldüler ve yerleşik nüfus için bir tehdit olarak algılandılar.

Bundan başka tarımla ve hayvancılıkla uğraşanlar arasındaki mücadele de önemlidir. Modern çalışmalar bize gösteriyor ki insan grupları toprak bol olduğu sürece intansif tarımdan daha az çalışarak beslenebildikleri için seyyar tarıma rücu etme yönünde bir temayül gösteriyorlar.26 Her ne kadar, Osmanlı İmparatorluğu’nda varolan yüksek toprak/emek oranı göçebe ve yarı göçebe nüfusa seyyar tarıma yapma fırsatları verse de, merkezî devletin vergi top-lama ve güvenlik politikaları bu nüfusu yerleşik tarıma geçmeye zorlamıştır. Bu zorunlu yerleştirme hareketleri, bize insan-doğa ilişkisinin iki veçhesini, aynı insan gruplarının tecrübelerinden dolayı karşılaştırmalı olarak inceleme fırsatı vermektedir. Yerleşik köylülük ve göçebeliğin toprağı kullanış biçimleri arasında yapılacak eş-zamanlı ya da art-zamanlı karşılaştırmalar belirli bir böl-gedeki insan-çevre etkilişimi hakkında önemli bilgiler sağlar.

Demografik-ekolojik bir döngü ta yerleşik tarıma geçildiğinden beri Demokles’in kılıcı gibi çevre-insan ilişkisinde belirleyici olmuştur. Artan bir demografik baskı altında, ekstansif ekonomik yapıların yerini intansif yapı-lar almıştır. İntansif tarım da toprak üzerindeki baskıyı daha da artıran sayıda çiftçiye gereksinim duyduğu için toprağın kalitesinin düşmesine ve dolayısıyla da muhtemel bir tarımsal krizin tetikleyicisi olmuştur. Bir başka tetikleyici de

25 Halil İnalcık, “The Emergence of Big Farms, Çiftliks: State, Landlords and Tenants,” Tur-cica 3 (1983), s. 108–111.

26 Radkau, Nature and Power, s. 62.

66

seLçuk DuRsuN

ziraatle uğraşanların kriz beklentisidir. Osmanlı tarihinin genel kabullerinden biri de imparatorluk topraklarının var olan nüfusa oranın her zaman yüksek olduğu yönündedir. Ama bölgesel olarak baktığımızda manzara farklılık gös-terebilir. Yapmamız gereken daha yerel çalışmalarla demografik-ekolojik dön-gülerin insan-çevre etkileşimini ne yönde ve nasıl dönüştürdüğünü araştırmak olmalıdır.

Ekolojik açıdan baktığımızda, orman-tarla-otlak arasındaki ilişki çok önem-lidir. İnsanların ağaçlarla olan ilişkisi insanlığın doğayla olan ilişkisinin temel belirleyicisidir.27 Mesela meyve veren ağaçların tarımı en eski dönemlerden beri “vahşi” dediğimiz doğal çevrenin dengelenmesi için insanlığın bulduğu yöntemlerden biridir. Hatta modern anlamda olmasa bile doğal kaynakların gelecek nesiller için sürdürülebilirliği yönündeki çabalardan biridir. Osmanlı tarihiyazımı için ele alınması gereken nokta köylülerin meyve veren olsun olmasın ağaçla olan ilişkilerinin kanunlar ve dinsel kurallar dışında teamül-deki ve gelenekteki boyutudur. Bu yapılmazsa 19. yüzyıldaki merkezî devletin düzenlemek istediği ilişki tam olarak anlaşılamaz.

19. yüzyılda doğal kaynaklar ve insan ilişkisinde liberal politikalar etrafında yeni bir kavramsallaşma karşımıza çıkıyor. Özellikle, 19. yüzyılın ikinci yarı-sında Osmanlı’nın doğal kaynakların işletilmesi için kurmak istediği/veya iste-mediği serbest piyasa ekonomisi veya serbest ticaret politikaları veya iltizam müessesesi, 1870’lerde yerini tamamen iltizama bırakıyor. Ancak iltizam sistemi, doğal kaynakların kullanımı noktasında realitedeki (günlük hayattaki) uygula-malarla çelişiyor. Yani, iltizam sisteminin realitesiyle doğal kaynaklardan gele-neksel olarak faydalananların pratiği birbirinden farklılık arzediyordu. Temel olarak, ahalinin korunması ve örf ve adet hukukunun/teamül hukukunun pek değiştirilmeye çalışılmaması uygulanmak istenen ekonomik politikalarla çeli-şiyordu.28 Ancak yine de devlet her ne kadar teamül hukukuna müdahalede bulunmaya gönüllü olmasa da kanunlarla ve yönetmeliklerle geleneğe müda-halede bulunmaktan da geri durmuyordu, çünkü buna mecburdu. Bu nedenle, Osmanlı modern devletinin oluşumu sürecinde liberal ve serbest piyasacı poli-tikaların insan-doğa ilişkisini nasıl ve ne yönde dönüştürdüğü araştırılmaya muhtaç bir konudur.

27 a.g.e.28 Karl Polanyi, The Great Transformation: The Political and Economic Origins of Our Time,

Boston 2001, s. 74–75.

67

çevresel tarİh lensİnden osmanli tarİhİne Bakmak

Mühimme, şikayet ve ahkam defterlerinden yola çıkarak birtakım arazi anlaşmazlıklarının çevresel-ekolojik boyutları hakkında yorumlarda buluna-biliriz. Mesela, 1742-1908 arasının kapsayan ahkam defterlerinde mevcut olan tımar ve vergi tahsili anlaşmazlıklarına dair hükümlerden yola çıkarak arazi kullanımı konusunda ve bu kullanım biçimleriyle bölgeler arasındaki coğ-rafi farkları da gözönüne alarak köylülük ve çevre arasındaki ilişkileri yeniden kurabiliriz. Ayrıca, bölgeler arasındaki öşür farklılaşmalarından yola çıkarak, kuraklık, sulama, iklim, arazi verimliliği, toprak kalitesi gibi konularda yeni argümanlar geliştirebiliriz. Ayrıca bu kayıtlardan ormandan tarla açma mese-lelerinden kaynaklanan arazi anlaşmazlıklarına bakarak ormanların kullanım biçimleri hakkında da yorumlarda bulunabiliriz.29 Bu davalarda ayrıca bilirki-şilik yapan şahısların görüşlerinden yola çıkarak köylülerin çevre hakkındaki düşüncelerine dair de malumat edinebiliriz.

Konudan sapma pahasına da olsa, Osmanlı İmparatorluğu ile komşu devlet-lerin ilişkilerinden yola çıkarak, sınır bölgelerinde bulunan doğal kaynakların çevresel (ekolojik) tarihini araştırmak, bize devletlerin doğal kaynaklara bakış açılarının diğer veçhelerini gösterecektir. Bunlardan sadece birisine değin-mek bile, siyasî ve sosyal tarih çalışmalarında çevresel (ekolojik) tarihin yapa-bileceği katkıları göstermeye yeter sanırım. Birincisi, Tanzimat’a gelene kadar tersane ormanlarının korunması bir kenara bırakılırsa, en belli başlı koruma-cılık etkinliği Bosna ve Hersek ormanlarının durumuna ilişkin, Avusturya ve Osmanlı devletleri arasında yaşanan ve 19. yüzyılın başında kısa süreli diplo-matik bir krize neden olan olaydır. 1803 ve 1804 yıllarında Bosna sınırındaki ormanlarda gizlenen eşkıya, aralıklarla Avusturya sınırını geçerek köy, kasaba ve zaman zaman da kentlere vur-kaç taktiğiyle saldırılar düzenliyordu. Avus-turya, Osmanlı başkentindeki elçisi aracılığıyla birçok kez Osmanlı hüküme-tine sınırın iki tarafındaki ormanların güvenliğinin sağlanması için topyekûn kesilmesi talebini iletir. Ancak Osmanlı hükümeti, sınır güvenliğinin sağlanaca-ğını ve haydutların ormanlarda saklanmalarına engel olunacağını garanti ede-rek bu talebi reddeder. Bunun için, sınırdaki kalelerde bulunan muhafızların kullanılacağını ve ormanların güvenliğini sağlamak için gerekli olan ilâmların da bir an önce tamamlanarak gerekli yerlere iletileceğini bildirir. Hatta Avus-turya hükümetini bu ormanların kesilmesi talebinden tamamen vazgeçirmek

29 Kuzey Anadolu’da bu tür örnekler için, bkz: Rıza Karagöz, “12 No.lu Sivas Ahkâm Defte-rine Göre Samsun ve Çevresi (1767-1775),” Samsun Sempozyumu, 2011.

68

seLçuk DuRsuN

için, Osmanlı mülkünde olan bu ormanlar üzerindeki tasarruf hakkının tama-men kendisinde olduğunu bildiren bir ferman yayımlanacağını da ilan eder. Osmanlı devletinin uluslararası ilişkilerinin değerlendirilmesi açısından önem arz eden bu sorunun çözüm şekli çok anlamlıdır aslında. Osmanlı hükümeti, sınırdaki ormanların korunmasını ve kesilmemesini tamamen askerî ve stra-tejik açıdan düşünmüştür. Ormanların korunması çabasının temel amacı Avusturya’da vaki olan ihtilallerin, yüzyılın başından beri zaten içten içe kayna-yan Balkan topraklarında Osmanlı hakimiyetinin en uç noktası olan Bosna’daki halkı etkilemesinden duyulan korku ve ormanların tahribinin “düşmanın bir hilesi” olabileceği ve “ahir zamanda” Bosna’nın kaybedileceği ihtimalinden duyulan endişedir. Nitekim, 1804 Sırp Ayaklanması bu korkunun ve endişe-lerin hiçte yersiz olmadığını göstermiştir. Özellikle 1840’tan sonra Bosna ve Hersek ormanlarının Osmanlı hükümeti nezdindeki öneminin gittikçe artarak sürmesinin öncüllerini teşkil eden bu gibi endişeler daha sonraki fermanlarda ve iradelerde de kendisini hissettirecektir.

19. yüzyılın ilk yarısında Bosna ormanlarında yaşanan bu olay, bizi Osmanlı devletinin ormanlarla ilgili olan siyasetinin temel kaygılarından uzaklaştır-mamalıdır. I. Abdülhamid, III. Selim ve nihayet II. Mahmud’a gelinceye kadar donanmanın ve gemi yapımı için gerekli olan hammaddelerin temin edil-diği yerler olan tersane ormanları, hükûmetin korumacı siyasetinin uygu-landığı başlıca alanlardır. III. Mustafa zamanında 1770’de Çeşme baskınında neredeyse tamamı Ruslar tarafından yakılan donanmanın yeniden kurula-bilmesi için Venedik’ten gemi satın alınmak istenmiş, fakat gerçekleştirile-memiştir. En nihayetinde, III. Selim döneminde tersaneye bağlı ormanlardan kereste ihtiyacının idaresi bir nizama bağlanabilmiş ve donanmanın ve tersa-nenin güçlendirilmesi için yerli kaynakların tüketilmesi yolu seçilmiştir. Gerek donanmanın ve deniz ticaretinin gittikçe artan önemi gerekse de varolan ham-madde sıkıntısı,Tersane-i Amire’ye yarayışlı kerestelerin kesilebileceği orman-ların korunması çabalarının 18. yüzyılın sonundan itibaren artmasına neden olmuştur ve bu tarz bir korumacılık, aynı zamanda, 19. yüzyılın ikinci yarısına değin de ciddi olarak üzerinde durulan bir konu olmuştur.

Sonuç olarak, sanayi öncesi dönemde, Osmanlı İmparatorluğu’nun ekolojik çeşitliliği, arazi ve doğal kaynaklar üzerindeki tasarruf haklarının, ki bu kay-nakların idare ve kullanım biçimlerini düzenlerdi, belirlenmesinede önemli bir rol oynamıştır. Sanayi öncesi dönemde doğal kaynakların dağılımı, kullanımı ve dağıtımı hakkındaki bilgilerimiz oldukça sınırlıdır. Ancak tarımın görece

69

çevresel tarİh lensİnden osmanli tarİhİne Bakmak

geriliği, demografik kareketler, kitlesel göçler, savaşlar ve siyasî şiddet, malî ve idari düzenlemeler, ayrı ayrı veya birlikte doğal kaynakların kullanımını etki-lemiş olduğu açıktır. Tanzimat’tan sonraki ekonominin bütün alanlarındaki topyekun reform çabaları merkezi hükümetin devlet kurumları arasındaki bağ-lantıyı/koordineyi tam olarak kuramamasından dolayı sık sık sekteye uğramış-tır. Bunun temel nedenlerinden biri kanunlaştırma faaliyetlerinin birbirleriyle zaman zaman çelişmesi ve çatışmasıdır. Tersane-i Amire gibi bazı kurumlar yeni gelişmeleri içlerine sindiremiyorlardı ve statükonun devamını istiyorlardı. Orman İdaresi gibi diğerleri ise eskinin devamına karşılardı ve geleneği yıkmak için çaba sarfediyorlardı. Ormancılık alanında tıpkı eğitim alanındakine ben-zeyen şekilde bir ulus olmanın doğayla insan arasındaki ilişkiyle ne dereceye kadar bağlantılı olduğunu göstermek üzere ideolojik alana da göndermelerde bulunuluyordu. Bu arka plan Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş aşamasındaki ve sonrasındaki tartışmalarda kendini gösterdi. Belki de sırf bu nedenle, Osmanlı tarihyazımına çevresel (ekolojik) lensinden bakmak için öncelikle yakın tarih-ten başlayabiliriz. Buradan elde edeceğimiz verilerden yola çıkarak geriye doğru bir kurgulama yapmak daha kolay olacaktır. Son tahlilde, yukarıda belirttiği-miz gibi, şimdiye kadar yapılmış çalışmalardan yola çıkarak Osmanlı tarihçile-rinin önemli gördüğü, Osmanlı tarihinin dönüm noktaları addettiği olayların çevresel (ekolojik) tarihini yazmak hem Osmanlı hem de dünya tarihyazımına önemli katkılar sağlayacaktır. Mesela, beylikler döneminden başlamak üzere, Osmanlı Beyliği’nin kuruluşu ve Fatih dönemine kadar olan devletin oluşum süreci, Kanunî dönemindeki genişleme, Celalî İsyanları, Lale Devri, III. Selim dönemi reformları ve Tanzimat, Kırım Savaşı, Osmanlı-Rus Savaşları, I. Dünya Savaşı ve sonrası gibi olayların çevresel (ekolojik) tarihi hala yazılmayı bekle-mektedir. McNeill’ın da belirttiği gibi, büyük konular, çevresel (ekolojik) tarih için daha verimli alanlardır.30

30 John R. McNeill, “Future Research Needs in Environmental History: Regions, Eras, and Themes,” RCC Perspectives 3 (2011), s. 13–15.