CİNSİYETE SIKIŞAN TOPLUMSAL BEDEN -Kadınlığın ve Erkekliğin Kurulumunda Bedenin...

21
1 CİNSİYETE SIKIŞAN TOPLUMSAL BEDEN KADINLIĞIN VE ERKEKLİĞİN KURULUMUNDA BEDENİN CİNSİYETLENDİRİLMESİ DEN İ Z ERDO Ğ AN

Transcript of CİNSİYETE SIKIŞAN TOPLUMSAL BEDEN -Kadınlığın ve Erkekliğin Kurulumunda Bedenin...

  1  

CİNSİYETE SIKIŞAN

TOPLUMSAL

BEDEN KADINLIĞIN VE ERKEKLİĞİN

KURULUMUNDA BEDENİN

CİNSİYETLENDİRİLMESİ

DENİZ ERDOĞAN

  2  

İlk bölümde Connell’ın Toplumsal Cinsiyet ve İktidar

adlı kitabının “Doğal Farklılık Açmazı- Beden ve

Toplumsal Pratik” bölümünden referanslar verilerek,

beden ve cinsiyet, kadın ve cinsellik ve hegemonik

erkeklik konusu incelenecektir.

  3  

BÖLÜM 1

R.W. CONNELL, “TOPLUMSAL

CİNSİYET VE İKTİDAR” İÇİNDE

“BEDEN VE TOPLUMSAL PRATİK”

  4  

Giriş

BEDEN VE BEDEN SOSYOLOJİSİNE

KISA VE GENEL BİR BAKIŞ  

Yeni beden sosyolojisi bir anlamda, klasik öncelleri

(predecessors) gibi anlam ve simge ile oldukça ilgilidir. En

başta gelen kuramcılardan biri sosyoloji ile ilgili tanımını;

“toplumsal eylemin anlamı, yani toplumsal bireyler olarak

insanın öznel bakış açısı, duyguları ve heyecanları ile ilgili”

olarak yapmıştır. Burada vurgulanmaya çalışılan asıl nokta

bireysel ve toplumsal hayat için bedenin ve fiziksel

deneyimlerin çok önemli olduğudur. Bedene ve bir biyolojik

tür olan insana duyulan bu yeni ilgi, birbirlerinden oldukça

farklı iki şekilde kendini göstermektedir;

1- Ağırlıkla fenomenoloji ve kültürel araştırmalara

dayanan bir beden sosyolojisiyle

2- Evrimsel biyoloji ya da sosyo-biyoloji ile evrimsel

kuramın sosyolojiye doğrudan doğruya uygulanması ile

Beden sosyolojisi bu bağlamda sembol ve anlam

kavramlarıyla bedenin anlaşılması gerektiğini savunur. Ayrıca

bedenlerimizin hem doğuştan var olduğunu hem de toplumsal

bir yapı olduğunu göstermektedir. Beden aynı zamanda

Bourdieu’nun “kültürel sermaye” olarak tanımladığı şeyin

önemli bir kısmıdır; insanları hem toplumda hem de toplumlar

arasında birbirinden ayırır. Dolayısıyla bireysel ve toplumsal

hayat için bedenin önemli bir rolü vardır. Toplumsal cinsiyete

ek olarak biyolojik cinsiyet de irdelendiğinde bedenin dikkate

alınması kaçınılmazdır. (Wallace& Wolf, 2012)

  5  

CONNELL’A GENEL BİR BAKIŞ;

TOPLUMSAL CİNSİYET VE İKTİDAR

İÇİNDE

BEDEN VE TOPLUMSAL PRATİK

BEDENLERİN

“DOĞAL

FARKLILIK

AÇMAZI”

Dişi ve erkek biyolojik

kategoriler olarak özel bir

tür üreme sisteminde ortaya

çıkarlar. İnsanlar, hayvanlar

ve bitki türlerinin büyük bir

bölümüyle bu ayrımı

paylaşırlar. İnsan gelişkin bir tür olarak(eşeysiz üreme- deniz

yosunları, mantarlar ve parazitler- çilek ve orkide- hem eşeyli

hem eşeysiz üreme-farklı olarak) cinsel yolla ürerler. Üreme

eyleminin cinsiyet temelinde karşılaşılan iş bölümü evrimi

açısından önem arz etmektedir.

Kültürde üreme ikiliğinin günlük yaşamda toplumsal cinsiyet

ve cinselliğin mutlak temelli olduğu varsayılmaktadır.

(Connell,1998) Dolayısıyla cinsel bakımdan irdelendiğinde

toplumsal cinsiyet ilişkileri biyolojik ya da sözde biyolojik

açıklamaların büyük ölçüde yaygın bir güvenirliğe sahip

olduğu çok güçlü bir biçimde ifade edilmektedir. Cinsel

politikayla ilgili tartışmalar genelde erkekler ve kadınların

temel olarak birbirlerinden farklı olduğuyla ilgilenir. Connell,

psikanaliz ve biyolojinin feminizme dahil edilmesine karşı bir

tutum sergilemektedir.

“Saldırganlık gibi kişilik özelliklerinde gözlemlenen

farklılıklarla ilgili biyolojik ve toplumsal açıklamalara

ilişkin yaklaşım biçimleri çok farklıdır.” (Cinsiyet

Farklılıkları Psikolojisi- The Psychology of Sex Differences-

Macoby & Jacklin) Bu bağlamda biyolojik açıklamalar

ulaşılabilir olduklarında kesinlikle önceliğe sahiptir.

Toplumsal açıklamalar ise ancak ikincil önem taşımaktadırlar.

(1998)

  6  

NİHAİ BİYOLOJİK BELİRLENİMCİLİK VE

FREUD

Freud’un yöntemi, biyolojik ve

toplumsal cinsiyete ilişkin

şimdiye dek önerilmiş en radikal

toplum analizlerinden birini

yapmıştır. Freud bu noktada

nihai biyolojik belirlenimciliğe

inanmaktadır. Freud’un ardılları

da örneğin Theodore Reik

cinsiyetlerin duygusal

farklılıkları adlı makalesini basit bir biyolojik belirlenime

dayandırırken, Robert May de şizofreni imgelem ve mit

üzerine araştırmaları için kadınlar ve erkekler arasındaki

doğal farklılık dışında hiçbir düzenleyici etkiden

bahsetmemektedir. (Connell, 1998) Bu noktada Kate

Millet’ten örnek vermekte yarar var; Millet, Cinsel Politika

adlı kitabında Freud’cu bakış açısını, özellikle Freud’un kadın

ruh bilimi kuramını eleştirmektedir. Millet’e göre eski

davranış biçimlerinin yeniden formüle edilişi, bilim ve

özellikle gelişmekte olan ruhbilim, toplumbilim gibi-yani

toplumsal denetim ve yönetiminin en yararlı ve en baskıcı

araçları-toplumsal bilimler temeline dayanmalıydı. (Millet,

2011) Millet ayrıca, trajik sayılacak ölçüde acı bir gelişimle,

bilinçaltı ve çocuk cinselliği konusundaki kuramlarıyla

insanın anlaşılmasına büyük katkıda bulunan Freud’un

buluşlarının temelde tutucu bir görüş açısına yol açtığını

söylemektedir. Özellikle kadınlar konusundaki kuramları

hakkında toplumun kişilere zorladığı kısıtlamalardan doğan

doyumsuzluğun bir kanıtı olarak değil, toplumsal koşullardan

ayrı ve evrensel bir kadın eğiliminin belirtisi olarak ele

almıştır. Yani Freud bu eğilimi penis özentisi olarak

adlandırmış, kökenini ise çocukluk deneylerine indirmiş ve

kadın ruh bilimi kuramını bunun üzerine kurmuştur.

Hadım Edilmiş Olmak?

Freud daha sonra kadınların kadın olarak doğmanın hadım

edilmiş olmak demek olduklarına inandıklarını savunmuş ve

bunun üzerine şöyle bir yorumda bulunmuştur;

“Ruh çözümsel çalışmalarda gördüğümüz gibi, kadınlar

çocukluklarından itibaren kendilerinde eksiklik olduğuna,

haksız yere eksik bırakıldıklarına inanırlar ve son

çözümlemede ortaya çıktığı gibi kız çocukların çoğunun

  7  

annelerine karşı olmalarının kökeni, kendilerini erkek değil

de kız olarak dünyaya getirmiş olmalarıdır.”

Bu bağlamda Millet “neden” sorusunu sorar ve ya erkeklik

doğal olarak üstün bir olaydır ve böyle olduğu takdirde “daha

iyi oluşu” deneysel yönden kanıtlanıp ortaya konulabilir; ya da

kadın kendinin üstün olmadığı gibi yanlış bir fikre saplanmış ve

yanlış bir mantık hatasına girmiştir. Bu noktada, kadının

kendisini aşağı bir yaratık olarak görmeye iten deneysel

toplumsal ve toplumsallaştırmaya değin güçlerin neler

olduğunun araştırılması gereklidir der ve ekler;

“Freud kadının erkek egemenliğindeki bir kültür yapısı içinde

değerlendirmelerini anatomik ölçülere kadar vardıran ve bu

yüzden de biyolojik olayları simgesel güçler olarak

yorumlayabilen bir kafa yapısındaki toplum içinde kadın

olarak dünyaya geldiğini nesnel biçimde kabul edebilseydi,

varsayımının belirli bir anlamı olabilirdi.” (Millet, 2011)

  8  

Tüm cinsiyet farklılıklarının toplumsal olarak üretildiğini

vurgulayan II. Dalga Feminizm ve farklılığı yeniden

yaratarak kadınlara mahsus olanı yüceltir. Tümüyle

giderilemez farklılık kavramlarının çoğalmasına örnek

olarak; erkeklerin gerçek(yani dişi) soydan değişim

sonucunda ortaya çıktıkları görüşüne paralel olarak biyolojik

olarak saldırgan ve doğal olarak tecavüzcü oldukları görüşü,

bu akımın benimsediği söylemlerle vuku bulur. Kadın

bedenini feminist literatüre dahil eden ve “beden politikası”

üzerinde etkili bir perspektif benimseyen İkinci Dalga

Feminizm, kadının doğurganlığı ve erkeğin saldırganlığından

bütünüyle ayrılan anaç ve barışçıl doğası yüzünden, üstün bir

varlık olarak tasvir edilmesi gerekliliğini vurgular. Connell

ise doğal farklılık öğretilerinin temel olarak yanlış

anlaşıldığını öne sürer ve toplumsal cinsiyeti barındıran

toplumsal ilişkilerin temelinin, kuruluşunun, özünün ve

kalıbının bedenimizin biyolojik yapısını oluşturduğu

şeklindeki varsayımı sorgular. Argümanı ise; toplumsal pratik

ve biyoloji arasında güçlü bir bağ olduğunun kabulü ve

toplumsal cinsiyetin bu bağ olmaksızın düşünülememesidir.

Buna bağlı olarak bir doğal farklılık öğretisi çıkar; ve bu doğal

farklılık öğretisinin iki ana değişkeni vardır. İlk olarak;

toplum doğanın gölge olayı olarak ele alınır ve ikinci olarak, her

ikisi de birer eklenti, katkıdır. İlkinde biyoloji toplumsal cinsiyeti

belirler. Toplum doğanın buyurduğunu kayda geçirir veya bunu

yapmazsa rahatsız olur. (1998) Connell ayrıca kitabında Marshall

Sahlins’in Kaba Sosyobiyoloji olarak adlandırdığı yorumuna da yer

vermiştir. Sahlins’e göre;

“Modern şehir yaşamının görkemli görüntüsünün altında çıplak

maymun vardır. Değişen yalnızca isimler: avlanma yerine

çalışma, av sahaları yerine iş mekanı, barınak yerine ev, çiftleşme

yerine evlenme sözcükleri getirilmiştir. Uygarlığın toplumsal

yapısını şekillendirmiş olan, bilinen her şeyden çok bu hayvanın

biyolojik doğasıdır.”

“Doğal ayıklanma, kültürel biçimde davranmak, roller icad

etmek, mitler yaratmak, diller konuşmak ve gruplar kurmak

zorunda olan bir hayvan üretmiştir. Temelde primat/maymunsu

modele bağlı olarak yaratıldık.”(Tiger & Fox, Connell,1998)

  9  

Connell’a göre toplum analizi oldukça ham olmakla birlikte evrimi

anlamak demodeleşmiştir. Çünkü, organik evrimden tarihe geçişi

anlamaya ilişkin temel sorun biyolojik indirgemeyle ortadan

kalkmıştır.

BİYOLOJİK İNDİRGEMECİLİK

Bilimsel sosyo-biyolog olan E.O. Wilson, İnsan doğası Üzerine

adlı çalışmasında, evrim teorisindeki yeni ilerlemelerin yardımıyla

insan cinselliğinin çok daha keskin bir biçimde tanımlanması için

genetik üstünlük hesaplamasına başvurulması gerekliliğini

vurgular. Connell Wilson'ı tümüyle ortama ilişkin bir açıklamayı

reddettiği ve özellikle ailenin evrensel olduğunu savunup

eşcinselliğin bütüncül bir kişilik olduğu sonucu çıkardığı için

eleştirmektedir. Connell toplumsal cinsiyet için insan eyleminin

kolektif anlamda fazlasıyla yapılandırılmış olduğunun, yani bağlam

dışı bireysel eğilimlerle değil karşılıklı etkileşimle olduğu

gerçeğinin göz ardı edilmemesi gerekliliğini

savunmaktadır.(Connell, 1998)

Örneğin savaş, tarih içinde toplumsal ve kurumsal bir süreçtir,

yoksa saldırganlığa yönelik yüzbinlerce genetik eğilimin toplamı

değildir. Ayrıca ona göre sosyobiyoloji, bilimsel açıklamaya ilişkin

tüm iddialarına rağmen inceleme için biyolojik nedensellik

mekanizmaları üretmez.

Steven Goldberg THE INEVITABILITY OF PATRIARCHY

Biyolojik farklılık ile toplumsal eşitsizliği ilişkilendiren

mekanizmaların ayrıntılı açıklamaları

Goldberg, yaptığı fizyolojik araştırmalar sonucunda belirli

hormonların, özellikle de testosteronun ortalama kan yoğunluğu

açısından erkekler ve kadınlar arasında farklı olduğu bulgusuna

ulaşarak, bu hormonların erkeklerin kadınlar üzerinde bir

“saldırganlık” üstünlüğüne sahip olduğu sonucunu çıkarır. Bu ise

hem cinsiyete dayalı işbölümünü hem de ataerkil iktidar yapısını

açıklamaktadır.

Herhangi bir öneme sahip işi almak için girilen rekabette erkekler

kendine güvenme ve iddialı olma açısından daha üstündür.

Kendilerini hormonları yüzünden sürekli zayıf düştükleri bir iktidar

çekişmesinde tüketmektense, tabi kılındıkları bir konumu kabul

etmek kadınlar için daha akılcıdır. işte bu yüzden yuva yapmayı

kadınlara, iş dünyasının rekabetçi uğraşını erkeklere tahsis eden

toplumsal düzenlemelerin varlığı söz konusudur. Connell, biyolojik

  10  

indirgemeci argümanın açıklamaya çalıştığı toplumsal

fenomenlerin en azından bazıları için fazlasıyla zayıf bazıları içinde

oldukça güçlü olduğunu ileri sürmektedir. örnek olarak; bireysel

davranışın toplumsal sonuçlarını son kertede belirleyen, hormon

düzeylerindeki farklılıklardır ama bu görüş, hormonal farklılıkların

bireysel davranışı şekillendiren karmaşık bir durumsal, kişisel ve

ortak belirleyenler süzgecinden geçtiğini kabul ederek fizyolojik

araştırmanın gerçekte bulmuş olduğundan çok daha güçlü bir

hormonal kontrol mekanizmasının mevcut olmasını verir.

DOĞUM ÖNCESİ CİNSİYET HORMONLARININ

TOPLUMSAL CİNSİYET BAĞLANTILI DAVRANIŞ

ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

Doğum öncesi hormonal teori, belli hormonların fetüsün cinsiyet

farklılaşmasında rol oynaması gibi kişinin cinsel yönelimine de etki

ettiğini vurgulamaktadır. doğum öncesi hormonlar cinsel yönelimin

ana belirleyicisi olabilir ya da genler, biyolojik faktörler, çevresel

ve sosyal durumlarla birlikte yardımcı bir faktör olabilir. Ayrıca bu

teori, gelişen beyin hücreleriyle etkileşim içinde olan hormonların

ve genlerin etkilediği beyin yapısındaki farklılıkların cinsel

yönelim dahil olmak üzere sayısız davranışlardaki cinsiyet

farklılıklarının temeli olduğuna inanır.

ANKE ERHARDT&HEINO MEYER-BAHLBURG; Bu iki

araştırmacı yakın tarihli incelemelerinde belli ölçüde hormonal

etkinin söz konusu olabileceği ama etkilerin kolayca fark

edilemeyeceği sonucuna ulaşır. açık olarak belirtilmesi gerekirse,

açık etki çocuğun yetiştirilmesini kuşatan toplumsal olaylardır.

Toplumsal cinsiyet kimliğinin gelişmesi büyük ölçüde çocuğu

yetiştirenin cinsiyetine bağlı gibi görünmektedir, hormonal

belirlenime göre değil. Kadınlar ve erkekler arasında mizaç ve

yetenek açısından doğuştan gelen bazı farklılıkların bulunmaması

olasıdır. Hipotez tamamen göz ardı edilemez fakat bu tür

farklılıklar olsa da rahatlıkla bunların toplumsal kurumların

temelini oluşturduklarını söyleyebiliriz. Ek olarak insanın evrimi

açısından kadın ve erkeklerin ortak özellikleri yanında bu

farklılıkların gölgede kaldıklarını da söylememiz mümkündür. Bunlar insanın çeşitli eylemlerle gerçekleştirdikleri tür

  11  

özellikleridir; onu ötekilerden ayırır ve insan toplumunun ortaya

çıkmasını saplayan evrimsel sıçramayı oluştururlar. Her iki cinsiyet

de bu özelliklere sahiptir ve biyolojik evrimden tarihe geçişişin de

ortaklaşa bir başarı olduğundan şüphe etmek için geçerli bir neden

yoktur.

BİYOLOJİK İNDİRGEMECİLİK VE BEDEN

Bu bağlamda beden ve davranış arasında organik evrimin

yönlendirdiklerinden tamamen farklı bir ilişki için gerekli zemin

oluşması yüzünden demode bir yaklaşım haline

gelmiştir.(Connell,1998) İndirgemeciliğin farklı bir biçimi

biyolojiyi bireysel özellikleri belirleyen değil, toplumsal

düzenlemelerin farklılaşabileceği sınırlar koyan şey olarak görür.

Tüm toplumları kendilerini ve üyelerini yeniden üretmek ve bu

yüzden de yeni insanlar üreten cinsel ve toplumsal ilişkileri

barındırıp ayakta tutmak zorundadırlar.

Tüm toplumlar kendilerini cinsiyetin biyolojik olgularıyla

bağdaştırmak zorundadırlar. Dolayısıyla tüm toplumların çekirdek

aile ya da onun bir türevi üzerinde temellenmek zorunda olduğu

düşüncesi ortaya çıkmış olur.

İŞLEVSEL ANLATIM BİÇİMİNİ SAPTAMAK…

Talcott Parsons ve Margaret Mead’in yapıtlarında oldukça

karşımıza gelir.

Cinsellik ve üremenin evrensel biyolojik taleplerine yanıt veren bir

toplumsal biçim oluşundan ötürü çekirdek ailenin evrenselliği,

herkesin rahatlıkla kabul edebileceği bir görüştür. Bu sınırları aşan

toplum ise ya çökecek ya da çok büyük bir gerilim altına girecektir.

İşte bu nedenle, işlevselciliği savunan Parsons’a göre bütün

toplumlar, cinsiyet rollerinin farklılaşmasını güçlendirmek ve aileyi

korumak amacıyla eşcinselliğe ilişkin yaptırımlar içerir.

İndirgemeciliğin bu tutumu sosyobiyolojiden daha makul gibi

görünebilir ki en azından toplumsal bir izlenim uyandırır. ama

toplumsal düzenlemelerin çok büyük kısmı türlerin üremesini

sağlayan bir heteroseksüel cinsel ilişki biçiminin ortaya çıkışıyla

uyum içindedir. Ekonomik düzenlemelerin büyük bir bölümü de

çocuklara hayatta kalabilmeleri ve büyüyebilmeleri için yeterli

bakımın sağlanmasıyla uyum içindedir.

  12  

CİNSEL NESNE SEÇİMİ

Tüm toplumların eşcinselliği yasakladığı doğru olmamakla birlikte

birçok toplumda eşcinsellik toplumsal ve dinsel düzenin parçası

olarak kurumsallaşmıştır. Biyolojik indirgemeciliğin farklılaşmaya

ilişkin sınırlar koyan biçiminin gerçek gücü, tıpkı sosyobiyoloji

gibi bildik toplumsal düzenlemeleri doğanın gerektirdiği şeyler

olarak yansıtan bir ayna yapısı olmasından kaynaklanmaktadır.

Doğal farklılık teorisi ikincil olarak toplum ve doğaya ilişkin bir ek

kavrayışa ulaşmak uğruna kısıtlama anlayışından vazgeçerek, eril

ve dişil insanlar arasında kesin bir farklılık kurar ama bu toplumsal

yaşamın karmaşıklığı açısından yetersiz görülmektedir. Dolayısıyla

toplum, cinsiyetler arasındaki ayrımı kültürel olarak ayrıntılandırır.

Buna en güzel örnek olarak “giysi” verilebilir.

İnsan vücudunun ortalama biçim ve görünümü açısından erkekler

ve kadınlar arasında çok az farklılıklar vardır ve toplum sözgelimi

kadınların göğüslerini veya erkeklerin penislerini vurgulayan

giysilerle bu farklılıkları abartır ya da kadınlara etek erkeklere

pantolon giydirerek bu kategorize eder.

LİBERAL FEMİNİST CİNSİYET ROLÜ TEORİSİ;

Eklemenin şu anki biçimini, özellikle de aşağılayıcı klişelerin ve

boyun eğici davranış biçiminin kadınlara dayatılmasını

kınamaktadır. Maccoby& Jacklin’e göre;

“ Toplumların, toplumsallaştırma pratikleri aracılığıyla cinsiyet

farklılıklarını en üst düzeye çıkarmaktan çok, en aza indirgeme

seçeneğine sahip olduklarını öne sürüyoruz. Bir toplum enerjisini

kadınları erkek saldırganlığına boyun eğmeye hazırlamaktan çok,

erkek saldırganlığını yumuşatmaya veya erkek çocuğun

saldırganlığını yumuşatmaya ve erkeğin çocuk yetiştirme

etkinliklerine sekte vurmaktansa teşvik etmeye adayabilir.”

(Connell, 1998)

Öyleyse liberal feminizmin eleştirel içeriği, doğal farklılık

kavramıyla bağdaşarak, börek tarifini veya “Playboy Felsefe ”sini

sorguladığımızda geriye temel bir toplumsal cinsiyet biçiminin

kaldığını varsayar. Temele ilişkin bu farklılığın ise doğal olduğu

için baskıcı olmadığı düşünülür ve ailenin huzur verici şeklini alan

bir feminizm sonrası geleceğe ancak bu şekilde güvenilebilir.

Connell’a göre Friedan ve diğer birçok kişi için temel oluşturan

  13  

gerçeklik, doğru olduğu varsayılan bir cinsel çekim şekli olarak

heteroseksüelliği içermektedir.

DOĞAL FARKLILIK GÖRÜNÜŞÜNE GÖRE İTİRAZLAR

Genellikle toplumsal cinsiyetin ek kavranışının toplumsal yönü

üzerine fazladan bir vurgu biçimini alarak, cinsiyet rolü teorisinin

ham nativizm ile mücadele etmek için kullanıldığını belirtmektedir.

Ayrıca doğal farklılık öğretisinin tüm biçimleri ele alındığında bu

öğretiye karşı çıkan iki argüman vardır;

1. CİNSİYET: ETNOMETODOLOJİK BİR YAKLAŞIM

SUZANNE KESLER& WENDY MCKENNA

Popüler olduğu kadar bilimsel olan cinsellik ve toplumsal cinsiyet

literatürünün “doğal tutum ”un toplumsal cinsiyeti katı bir biçimde

ikiye bölünmüş ve değişmez olarak ele alınan kültürel bir çerçeve

içinde görülmesi. (buradaki doğal tutum aynı zamanda; teknik

olarak etnometodoloji anlamında, gündelik yaşam biçimi

anlamında aktarılıyor)

Toplumsal cinsiyet yakıştırılması olarak adlandırılan şey, yani

bireylere iki toplumsal cinsiyetli dünyamızı kurduran toplumsal

süreç, tam anlamıyla iki biçimli olan değerlendirmelerde insan

gerçekliğinin başarısızlığına rağmen ayakta tutulur.

2. ESKI İKİLİKLER YERİNE YENİ İKİLİKLERİN

YARATILMASI

Eski ikilikler savunmasız hale geldikçe, toplum yeni ilikler

yaratmaya başlar. Bundan dolayıdır ki ikilik biyoloji ile kırılmaya

ve toplumsal cinsiyetin ille de ikiye bölünmüş olmadığı ve illa ki

biyolojik kriterler kapsamında saptanmadığı kültürel dünyaları

açığa vurduğunu gösterirler.

O halde;

TOPLUMSAL CİNSİYET SEÇİLEBİLİR BİR

ŞEYDİR!

  14  

TRAVESTİLİK VE TRANSEKSÜELLİK

Bu alanda yapılan çalışmalar(çağdaş batı toplumlarında),

toplumsal cinsiyetin gündelik yaşamdaki toplumsal kuruluşuna

ilişkin alışılmadık bir iç görü sağlamakla birlikte Garfinkel’in

“agnes” örnek incelemesinde, bir erkek olarak yaşama

gözlerini açan bir bireyin kadın kimliğini sürdürebilmek için

yapmak zorunda olduğu işlerin miktarına vurgu yapılmaktadır.

bir kız çocuğu olarak doğan birey bu işleri zaten yapıyor ama

bu durum bir iş olarak görülmüyor-çünkü doğru ve doğal

olarak kabul ediliyor.

KESSLER VE MCKENNA; Transseksüelliğin kendisinin

ikiliği varsayan doğal tutum üzerine temellendiğini öne

sürerek, transseksüellerin iddiasının hakiki olarak öteki

cinsiyetin üyesi oldukları ve anormalliği düzeltme yollarını

aradıklarını savunuyorlar.

Ek olarak transseksüellik, ticari fahişeliğin içerisinde yer almaya

başladıktan beri bir eğlence sektörü alt kültürünün büyümesine

olanak sağladı. Söz konusu durum ayrıca “kadın kılığına

bürünmüş” erkek eşcinsellerin toplumda var olmalarını ve

yaşamlarını transseksüel olarak idame ettirmelerinin

devamlılığıyla, yeni bir toplumsal cinsiyet kategorisi oluşturdu.

(Connell,1998) Özetle, neyin doğal olduğu ve doğal farklılıkların

nelerden oluştuğuna ilişkin kavrayışımızın kendisi, kültürel bir

oluşum, toplumsal cinsiyete ilişkin kendimize özgü düşünüş

biçimimizin bir parçası haline geldi. Connell ayrıca, insan

yaşamının dokusunu oluşturan pratik dönüşümlerin yeni

olasılıklara kapı açtığını savunur. Lakin bu yeni olasılıklar,

toplumsal baskılar ve riskler yaratarak var olurlar. Beden hiç

kuşkusuz toplumsal cinsiyeti barındıran süreçlerin bir parçasıdır,

ama öyleyse beden her tür toplumsal pratiğin de parçasıdır. doğal

dünya ise sözgelimi emek süreci ve bir araç olarak bedenin işlevi

aracılığıyla sınıf ilişkilerinin bir parçasını oluşturur. Ama bu

  15  

durum sınıf ilişkilerinin tarihsel olmasını engellememektedir.

Aynı şekilde bedenin, cinsellik aracılığıyla toplumsal cinsiyetin

tarihselliğini görmemizi engelleyemez.

AŞKINLIK VE OLUMSUZLAMA

Aşkınlık ya da aşkın düşünce; dünyaya bir nevi dünya dışından

bakabilme yetisi olarak düşünülebilir. Anlam olarak aşırılık

kavramını vurgular. Görgül tecrübelerle ve belirli, belli başlı

kesin yargıları olmayan konularla alakalı bir kavramdır.

Aşkınlıktan söz edilmesi, nitel açıdan farklı bir şeyin üretilmesini

gerektirir. Toplumsal olan köklü biçimde doğadışıdır. toplumsalın

yapısı, asla doğal yapılardan çıkarsanamaz. Dönüşüme maruz

kalmak, gerçekten dönüştürülmektir. Ama bu doğadışılık, doğayla

tamamen bağlantısız olma ya da doğadan kökten biçimde ayrılma

anlamına gelmemektedir. Aksine, toplumun doğadışılığı doğayla

kurulan belirli tipte bir bağlantıyla(pratik aracılığıyla kurulan bir

bağlantıyla) sağlanır. (Connell,1998)

BİR PRATİK NESNE OLARAK İNSAN…

Belirli emek pratiklerinde, örneğin emzirme gibi olduğu kadar,

cinsellik ve iktidar pratiklerinde de insanın kendisi bir pratik

nesnesidir. Nesnelerin doğal veya toplumsal öncesi nitelikleri, bu

nesnelerle ilgili pratikler için kesinlikle önemlidir. Bir ağaca nasıl

ki kahve ikram edemiyorsak örneğin, kromozomları itibariyle

erkek olan birinden çocuk doğurmasını bekleyemeyiz.

İndirgemeciliğin yanılgıya dönüştüğü yer işte bu nitelikleri

pratiğin belirleyenleri olarak kabul etmesidir. Pratik, insandan ve

yapılan işin toplumsal yönünden kaynaklanmaktadır; bedenlerin

biyolojik özellikleri de dahil olmak üzere nesnelerin doğal

nitelikleriyle ilgilenir ve bunlara toplumsal bir belirlenim

kazandırır. Toplumsal ve doğal yapılar arasındaki bağlantı,

nedensellik değil pratik uygunluk ilkesidir. Bu bağlamda

kromozomları yüzünden erkek bedenine sahip bir kişiye, bazen

olduğu gibi toplumsal pratikte bir kadın olarak davranılması

mümkün olabilir. Ama söz konusu kişi yine de çocuk

doğuramayacaktır.

Dönüştürücü pratik, temel anlamda, yeni bir şey üretmek

amacıyla birlikte başladığı bir şeyi olumsuzlar. Bu olumsuzlama

ve “yerine getirme” tarihselliğin de temelidir. Çünkü pratiğin

sonuçları zamanın dışında kendi başlarına oturup durmaz,

kendileri yeni pratiğin zeminini oluştururlar.

  16  

ÜREME BİYOLOJİSİ…

Connell böylelikle, üreme biyolojisinin de toplumsal cinsiyette

tarihselleştirildiğini söyler. Bu olabildiği ölçüde doğrudur, ama ek

bir kavrayış öneren zayıf bir formülleştirimdir. Daha kesin bir

ifadeyle üreme biyolojisiyle, toplumsal cinsiyet adını verdiğimiz

tarihsel süreçte toplumsal olarak ilgilenilir; öyle ki burada,

toplumsal malzemesi kadar biyolojik malzemesini de

olumsuzlayan bir tarih söz konusudur. (1998)

GAYLE RUBIN de, cinsiyetler arası farklılığın üzerindeki

kültürel vurguyu savunur. Rubin’ne göre; “Akrabalık sistemi,

biyolojik akrabaların listesi değildir. Gerçek genetik ilişkilerle

sık sık çelişen bir kategoriler ve statüler sistemidir.” Ayrıca

“Erkekler ve kadınlar kuşkusuz birbirinden farklıdır. ama gece

ve gündüz, yeryüzü ve gökyüzü, ying ve yang, yaşam ve ölüm

gibi bir farklılık değildir bu. Doğrusu doğadan doğru

bakıldığında, erkekler ve kadınlar birbirlerine olduklarından

daha yakındırlar. Kişiye özel toplumsal cinsiyet kimliği, doğal

farklılıkların ifadesi olmanın ötesinde, doğal benzerliklerin

bastırılmasıdır da.”

CİNSİYET KALIPLI SÜSLENME HAKKINDA…

Cinsiyet rolleri üzerine metinler hemen her zaman cinsiyet kalıplı

süslenme hakkında beylik bir tema işler; makyaj, giysi, saç

modeli ve aksesuarları buna örnek gösterebiliriz. Cinsiyet

teorisinin ek çerçevesinde bu, doğal farklılığın toplumsal

damgalanmasıdır. Eğer farklılık doğalsa neden böylesine yoğun

bir biçimde damgalanması gereklidir?

Giysilerin ve süslenmelerin gerçekten de cinsiyeti vurgulamak

üzere biçimlendirilmesinin saplantı temelli olduğu açıktır.(1998)

Bu farklılıklar büyük ölçüde abartılır ve çarpıtılarak etraflarında

bir yorum ve sembol yapısı örülür. Farklılık üzerindeki toplumsal

vurgu, doğal benzerliği olumsuzlamaktadır. Örneğin eşcinsel

erkeklerin toplumsal düzeyde tanımlanması kadınsı, eşcinsel

kadınlarınki de erkeksi şeklinde oluyor; ama aslında eşcinsel ve

heteroseksüel insanlar arasında hiçbir fiziksel veya fizyolojik fark

yoktur. Kadın erkek kategorizasyonu cinsiyetlerin bünyesinde

hasıl olan büyük farklılık örüntüsünü olumsuzlamaktadır.

  17  

SARTRE;

“DİYALEKTİK AKLIN ELEŞTİRİSİ”

Sarte’a göre üreme konusunda cinsiyetin biyolojik farklılığı,

edilgen bir biçimde etkilenilen bir koşuldur; erkekler çocuk

doğuramaz, bebeklerin emzirilmesi gerekir gibi. Bu koşullarda

örtüşen (kendisinin “pratik-eylemsiz” olarak adlandırdığı) bir

sınırlı pratik ve sonuç alanı vardır. “İnsanlar, dışsal bir mantık

aracılığıyla mantıksal açıdan basit kategorilerde

toplanabilirler.” (1998) Fakat bunlar toplumsal yaşamda

karşılaştığımız toplumsal cinsiyet kategorileri değildir. Aslında

cinsel üreme pratikleri genelde toplumsal cinsiyetin kurulduğu ve

sürdürüldüğü toplumsal karşılaşmaların oldukça uzak yönleridir.

Dolayısıyla ortak bir kimlik ve çıkarla erkek veya kadın toplumsal

kategorilerini kurmak içini biyolojik kategoriler tarafından

kurulan paralel durumlar düzeninin dizisel dağılım özelliğinin

olumsuzlanması gerekir. Bu ise cinsiyetlerin veya cinsiyet

içindeki grupların dayanışmasını yaratan ve savunan pratiklerde

gerçekleşir. Bu toplumsal dayanışma, biyolojik kategoride hiçbir

şekilde söz edilmeyen yeni bir olgudur ve tam da bu yüzden

çeşitli biçimlerde tarihsel olarak kurulabilir. Dolayısıyla yeni bir

dayanışma biçiminin, yeni bir toplumsal cinsiyet örgütlenmesinin

ortaya çıkması mümkündür. Erkeklikler ve kadınlıklar tarihsel

olarak yeniden kurulabilir, yeni biçimler egemen konuma

gelebilir. Hatta on dokuzuncu yy sonlarında “eşcinsellerin” ve

belki günümüzde transseksüellerin ortaya çıkışında olduğu gibi,

bütünüyle yeni bir toplumsal cinsiyet kategorisinin kurulması bile

mümkün olabilir.

Aşkın pratikte ise yeni bir olgunun yaratılması hiçbir şekilde

bedeni, üreme biyolojisini, bedensel farklılığı veya fiziksel

deneyimi dışlamaz. Bu bağlantının yitirilmesi, ataerkil ideolojinin

adet görmeyi utanç verici ve ağza alınmaz olarak tanımlayıp

kadınların deneyiminin bir kısmını dilden dışladığında söz konusu

olan bastırma biçiminin bir yaratılması olacaktır. asıl önemli

nokta ise, bedeni ve görünürdeki biçimlerini korumak için

indirgemeciliğe ihtiyacımızın olmayacağıdır. beden ve gelişmekte

olan bir pratik arasındaki çelikşi, tam da cinselliğin kendisine

idame edilen bir gerçektir.

BEDENİN PRATİK DÖNÜŞÜMLERİ

Toplumsal süreç ve beden arasındaki çelişkiden söz edilmesi bile,

biyolojik farklılık ve biyolojik belirlenim öğretilerinden yeterince

uzaklaşılmasını sağlamaz. Çünkü beden hala soğukkanlı bir

taşıyıcı, sabit olmayanla ilişkisinde sabitlenen, anlam veren ama

  18  

anlam kazanmayan bir şey olarak ele alınmaktadır. Toplumsal

sistemle olan ilişkisinde saf varlığıyla göze çarpan beden, sanki

uzay istasyonunun parlak ışıkları önünde yabancı ve yerinden

kımıldatılmaz gibi görünen bir canavara benzer hala. (Connell,

1998) Bedenin söz dinlemez ve denetlenemez oluşu önemlidir.

Bir tür biyolojik uyuşmazlıkta, ezici toplumsal güçler karşısında,

insan özgürlüğü için nihai bir temellendirme bulan radikal

teorisyenlerin sayısı birden fazladır.

“Erkek bedenim bana erkekliği vermez; toplumsal tanımı olarak

erkekliği (ya da onun parçalarını) alır. aynı şekilde cinselliğim

de doğal olanın işgali altında değildir, o da toplumsal sürecin

bir parçasıdır.” (1998)

Beden beden olmayı kesmeksizin, denetim altına alınır ve

toplumsal pratikte dönüştürülür. Bu bağlamda üç olgu ortaya

koyar Connell;

A) Sembolik Erotizm

B) Fiziksel Erkeklik Hissi

C) Beden Politikası

Ritüelin cinsellikteki önemi yeterince tanıdıktır; bazı cinsellik

biçimlerinde bedene karşı direnmenin yarattığı gerilimin

artırılması için bir kalıp halini alır. Örnek olarak sadomazoşist

ritüeller, yasaklanmış semboller ve reddedilen duygularla birlikte,

acı, korku ve aşağılamayı kullanarak hazzı yakalamak amacıyla

bedeni pratik olarak kendisine karşı çevirir. Fetişizm ve fetiş

pornografisi, büyük ölçüde, toplumsal cinsiyete ilişkin simgecilik

öğeleriyle oynayıp bu öğeleri yeniden bir araya getirerek çalışır.

Cinsellik olarak bu simgecilik ile beden arasında bir bağlantı

olduğunu varsayarlar. (Kadınlık ve erkeklik hissinin toplumsal

tanımları) Erkekliğin fiziksel anlamı ise basit bir şey değildir.

Boy, pos, şekil tavır ve hareket alışkanlıklarını, belirli fiziksel

becerilere sahip olmayı ve belirli becerilerin eksik kalmasını,

kişinin kendi beden imajını, bunun öteki insanlara sunuluş

biçimini ve bu insanların buna karşılık verme biçimlerini, kişinin

bedeninin çalışma ve cinsel ilişkilerdeki işleyiş biçimini içerir.

Bunların hiçbiri, hiçbir anlamda XY kromozomlarının sonucu

değildir. Hatta erkeklik tartışmalarının büyük bir sevgiyle

üzerinde durduğu şeyin, yani penisin yarattığı bir sonuç da

değildir. (1998)

  19  

ERKEKLİK

Erkekliğin fiziksel anlamı, toplumsal pratiğin kişisel tarihi,

toplumdaki yaşam çizgisi aracılığıyla gelişir. Sözgelimi batılı

ülkelerde, ideal erkeklik imajları, en sistematik biçimde rekabete

dayalı spor kanallarıyla oluşturulur ve özendirilir. Örneğin, güç ve

kombinasyon ergenlik çağındaki bir çocuğun yaşamının güçlü bir

şekilde kateksisin etkisi altına giren yönünü oluşturur. Kısacası

bu tür yetenek, kişinin erkeklik derecesini değerlendirme aracıdır. İşte bu nedenle güç ve beceriye duyulan ilgi, bedene kök salmış,

yıllar süren katılımlarla örgütlü spor gibi toplumsal pratiklere kök

salmış bir önerme halini alır. anlamı erkekleştirici pratikleri

kuşatan, bunlara katılan toplumsal yapıların bazı önemli

özelliklerini yoğunlaştırır. söz konusu yapılardan biri de sınıf

ilişkileridir. Spordaki bireysel rekabet sistemi, son dönem

Olimpiyat ve spor kültürü analizlerinin de gösterdiği gibi, gelişkin

kapitalizmde belirli bir biçim alır.

Daha dolaysız bir öneme sahip olan şey toplumsal cinsiyet

ilişkilerindeki iktidar yapısıdır.

  20  

Erkekliğin bedensel anlamının hedefleri ise her şeyden önce,

erkeklerin kadınlar karşısındaki üstünlüğü ve kadınlara egemen

olunması için gerekli olan hegemonyacı erkekliğe bağlı güçlülük

duygusunun öteki erkek gruplarına karşı duyulmasıyla ilgilidir.

İktidarı elinde bulunduranlar olarak erkeklerin toplumsal tanımı

kas gücü, duruş, beden duygusu ve dokusuna dönüştürülür.

HEGEMONIK ERKEKLIK

“BIR BEDEN POLITIKASI”

Bu erkeklerin iktidarının başlıca doğallaştırılma, diğer bir deyişle

doğa düzeninin parçası olarak görülme biçimlerinden

birisidir.(1998)Ek olarak beden politikasının aynı zamanda bir

toplumsal cinsiyet boyutu da vardır-diğer bir deyişle, toplumsal

ilişkilerin toplumsal cinsiyet yapılanmasını izleyen fiziksel

etkileri bulunmaktadır. Hegemonik erkeklik, fiziksel olarak

kurulan bir “var olma durumudur.” Bu varoluş ise “ötekinin”

üzerinden kurgulanır, ötekinin bedeni üzerinden inşa edilir.

Beden bu noktada hayati bir öneme sahiptir. Hegemonik

erkekliğin iktidar alanında kadınlar ve öteki erkeklikler vardır.

Başkalaştırma ve dışlama pratiği, özünde belli kurallarla

yapılandırılan hegemonik erkekliğin temasını oluşturur. İktidar

istemi ve heteronormatif yapının istikrarının savunmasına dair

söylemler, ötekileştirme geleneği ve hegemonya toplumsal

cinsiyet ilişkilerindeki iktidar yapısını hiyerarşik olarak sıralar.

KAYNAKÇA

1- CONNELL, R.W. “Toplumsal Cinsiyet ve İktidar- Toplum,

Kişi ve Cinsel Politika”, Ayrıntı Yayınları, Birinci Basım,

Mart 1998

2- MILLET, Kate. “Cinsel Politika”, Payel Yayıncılık, Üçüncü

Basım, Kasım 2011

3- WALLACE, Ruth A. & WOLF; Alison. “Çağdaş Sosyoloji

Kuramları, Klasik Geleneğin Genişletilmesi”, Doğu Batı

Yayınları, Üçüncü Basım, Mart 2012

  21