Hegel’de Ben, Tarih, Özbilinç, Tanınma Kavramları ve Toplumsal / Tarihsel Yüzleşme Üzerine

11
1 Hegel’de Ben, Tarih, Özbilinç, Tanınma Kavramları ve Toplumsal/Tarihsel Yüzleşme Üzerine Ziya Dinçsoy 1 “Sie anerkennen sich als gegenseitig sich anerkennend.” 2 (Hegel) “Çağdaş bir Fransız filozofun bir vakitler dikkat çektiği/işaret ettiği gibi, tüm modern filozofların büyük kaygısı, ne kadar yeni patikaları olursa olsun, bütün yolların sonunda Hegel'in gülümseyerek beklediği çıkmaz sokaklar olduklarını görecek olmalarıdır." (Terry Pinkard, Hegel, xi) Giriş Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831) hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak kadar açıklıkla, bütün bir felsefe/düşünce tarihinin en özgün birkaç isminden bir tanesidir, belki de denilebilir birincisidir. 1806 yılında tamamlanan, 1807 yılında yayımlanan „Phanomenologie des Geistes‟ (“Tinin Görüngübilimi”) adlı eserinde ortaya koyduğu ve açıklamaya çalıştığı konular, önemli bir Hegel araştırmacı olan Terry Pinkard‟ın 3 da yukarıdaki alıntısında görüldüğü üzere, insan/toplum/felsefe üzerine olan her soruşturmanın/araştırmanın nihayetinde ulaşacağı yerlerdir. Felsefe/düşünce tarihinin en özgün metinleri arasında yer alan Tinin Görüngübilimi, ilk bakıştaki yaygın yanlış anlayışın aksine; soyut, kuru, anlaşılmaz, dünyadan kopuk vs. vs. gibi sıfatlara uygun bir çalışma değildir. Hatta bu türden yakıştırmaların tam aksi olarak, insanlığın kültür 1 Felsefe Yüksek Lisans öğrencisi, [email protected] 2 İng: “They recognize themselves as mutually recognizing each other.”/ “Onlar, kendilerini karşılıklı tanıyanlar olarak, kendi kendilerini tanırlar.” Phänomenologie des Geistes (“Tinin Görüngübilimi”) SS184, Çeviri: Prof.Dr.Doğan Göçmen 3 Pinkard‟ın yaptığı çok kıymetli işlerden biri de, Phanomenologie des Geistes‟i paragraf paragraf Almanca- İngilizce olarak sitesinde yayınlaması, Hegel araştırmacılarının erişimine açık bir şekilde sunuyor olmasıdır.

Transcript of Hegel’de Ben, Tarih, Özbilinç, Tanınma Kavramları ve Toplumsal / Tarihsel Yüzleşme Üzerine

1

Hegel’de Ben, Tarih, Özbilinç, Tanınma Kavramları ve

Toplumsal/Tarihsel Yüzleşme Üzerine

Ziya Dinçsoy1

“Sie anerkennen sich als gegenseitig sich anerkennend.”2 (Hegel)

“Çağdaş bir Fransız filozofun bir vakitler dikkat çektiği/işaret ettiği gibi,

tüm modern filozofların büyük kaygısı, ne kadar yeni patikaları olursa olsun,

bütün yolların sonunda Hegel'in gülümseyerek beklediği

çıkmaz sokaklar olduklarını görecek olmalarıdır." (Terry Pinkard, Hegel, xi)

Giriş

Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831) hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak kadar

açıklıkla, bütün bir felsefe/düşünce tarihinin en özgün birkaç isminden bir tanesidir,

belki de denilebilir birincisidir. 1806 yılında tamamlanan, 1807 yılında yayımlanan

„Phanomenologie des Geistes‟ (“Tinin Görüngübilimi”) adlı eserinde ortaya koyduğu

ve açıklamaya çalıştığı konular, önemli bir Hegel araştırmacı olan Terry Pinkard‟ın3 da

yukarıdaki alıntısında görüldüğü üzere, insan/toplum/felsefe üzerine olan her

soruşturmanın/araştırmanın nihayetinde ulaşacağı yerlerdir. Felsefe/düşünce tarihinin

en özgün metinleri arasında yer alan Tinin Görüngübilimi, ilk bakıştaki yaygın yanlış

anlayışın aksine; soyut, kuru, anlaşılmaz, dünyadan kopuk vs. vs. gibi sıfatlara uygun

bir çalışma değildir. Hatta bu türden yakıştırmaların tam aksi olarak, insanlığın kültür 1 Felsefe Yüksek Lisans öğrencisi, [email protected]

2 İng: “They recognize themselves as mutually recognizing each other.”/

“Onlar, kendilerini karşılıklı tanıyanlar olarak, kendi kendilerini tanırlar.” Phänomenologie des Geistes (“Tinin

Görüngübilimi”) SS184, Çeviri: Prof.Dr.Doğan Göçmen 3 Pinkard‟ın yaptığı çok kıymetli işlerden biri de, Phanomenologie des Geistes‟i paragraf paragraf Almanca-

İngilizce olarak sitesinde yayınlaması, Hegel araştırmacılarının erişimine açık bir şekilde sunuyor olmasıdır.

2

tarihinin, farklı ve etkili bir okumasıdır, hatta onun ne denli somut ve renkli bir

“kurgu”sunun olduğunu vurgulamak amacıyla ona “bir kültür romanı” (Bumin 2013:

82) diyenler de vardır. Peki Görüngübilim‟in konusu nedir de, bütün yollar ona

çıkmakta, araştırmaların adeta doğal olarak merkezinde yer almaktadır? Bu soruya

yanıt vermek hem oldukça kolaydır, hem de oldukça zor. Görüngübilim bir anlamıyla

esaslı bir ontolojidir, sıkı bir epistemolojidir, açık bir toplum felsefesi, bir düşünce

çözümlemesidir, bütün bir anlatılanların sonucunda tin‟in (Alm: Geist) kendine

gelmesidir… Ancak bu kendine gelmedeki önemli bir nokta, sürecin başındaki durum

ile bütün bir dolayımlardan sonraki tin/birey/toplum vb. artık aynı yapısında olmadığı,

başka türlü bir yapıda muhteviyata sahip olduğudur.

İşte bu çalışmada, (ilk olarak) Hegel‟in başyapıtı olan Görüngübilim‟in, neredeyse

özlü bir anlatımı olarak karşımıza çıkan “Efendi-köle diyalektiği” olarak bildiğimiz ve

neredeyse metnin kendisinden bile ünlü olan bölümünde yer alan birkaç paragrafa

(§178-181) odaklanılacak, o birkaç paragrafta anlatılarak vurgulanılan Ben (Ich),

Özbilinç (Selbstbewußtsein) ve Tanınma (Anerkennung) kavramları açıklanarak

birbirleriyle ilişkilendirilmeye çalışılacaktır. Felsefi düşüncelerinin olgunlaştığı

dönemde, yani 19.yüzyılın başından itibaren Hegel‟in ele aldığı

felsefi/tarihsel/politik/hukuksal sorun haline gelmiş konuların, günümüzün de pek çok

güncel tartışmasına bir müdahale olduğu sıklıkla söylenmektedir. Çağdaş felsefenin bir

yönüyle Hegel‟e düşülmüş dipnotlar olduğunu söyleyene henüz rastlanılmasa da,

çağdaş felsefi araştırmaların ve çıkış noktalarının, sonuç itibarıyla Hegel‟in açtığı

yollara ve üzerine çalıştığı konulara çıktığı oldukça açık bir biçimde görünmektedir.

Bu anlamda bir 19.yüzyıl filozofu olarak Hegel, 21.yüzyıla da müdâhil olmakta, hala

diri olarak tartışmaların içerisinde yer bulabilmektedir. Bu kısa çalışmada Hegel‟in

Ben („Ich‟) ve Tarih („Geschichte‟) kavramları genel hatlarıyla ele alındıktan sonra,

Hegel‟in sisteminde yer bulabilmesinin tarihsel olarak imkânsız olduğu, ancak

kurduğu bütünlüklü felsefi yapının içerisinde potansiyel olarak var olduğunu

düşündüğümüz ve metni yorumlama gücüyle birlikte ortaya çıkarılabilecek çağdaş

politik bir güncel kavram durumundaki Yüzleşme4 ile bağlantısı kurulmaya

çalışılacaktır.

4 Murat Paker‟in konuyla ilgili bir yazısında kullandığı biçimiyle „Yüzleşme‟: “ Yaygın kabul gören anlamı: Bir

olayla / durumla / yaşanmışlıkla ilgili iki farklı versiyon sunan (genellikle biri iddia eden, diğeri inkar eden) iki

kişinin yüz yüze, karşı karşıya gelmesi, yüzleşmesi. Tanıklar huzurunda ya da değil, yüz yüze gelecekler de ne

olacak? Birbirlerinin yüzlerine, özellikle gözlerinin içine bakacaklar, tanıklar varsa onlar da bu iki yüze ve iki

çift göze bakacaklar.” Yayımlanma tarihi 21 Eylül 2014, T24, Son erişim tarihi 30.05.2015, 21:29

3

Ben

Hegel‟in 1825-6 yılları arasında üniversitede verdiği Felsefe Tarihi Üzerine Dersler

(Alm:„Vorlesungen über die Geschichte der Philosophie‟) ölümünden sonra bir

derleme ders notları olarak yayınlanmıştır. Bu derlemenin İngilizce edisyonunun

3.cildi (Almanca toplu eserlerinin yirminci cildi) Ortaçağ ve Modern Felsefe‟ye

odaklanır. Hegel söz konusu ciltte, Hıristiyanlık çözümlemelerinden kilise ve devlet

ilişkisine değin analizlerini sistemli olarak yaparak, tarihsel bir ilerlemeyle,

Schelling‟e değin gelen bir okuma yapar ve bir sonuç ile bölümü toparlar. Çalışmada

bazı konular/isimler yalnızca bir/kaç sayfa ile sınırlı tutulurken (ders notları olduğu

unutulmamalıdır elbette), felsefe tarihindeki iki önemli belirleyici/merkezî filozof

hakkında olan bölümler oldukça hacimli ve de gayet uzundur. Bu isimlerden birincisi,

bu çalışmanın kapsama alanına giren Descartes (1596-1650) ve bu çalışmanın ele

almayacağı bir filozof olan Immanuel Kant (1720-1804)‟tır5. Hegel bu her iki isme de,

itirazları olsa da, ayırdığı bölümlerden de görüleceği üzere hayranlıkla yaklaşır.

Söz konusu çalışmanın Descartes bölümünde Hegel‟in, hayranlığının henüz ilk

cümlelerinden de anlaşılacağı üzere, felsefe tarihinde binlerce yıllık tartışmalı bir

konuyu ele alış biçimindeki özgünlükten hareket ederek, özne soruşturması yapan bu

filozofa cesur/kahraman ruhlu kişi6 (Hegel 1995: 221) dediği görülmektedir.

Descartes, binlerce yıllık kökeni olan temel bir konuyu tekrar ele alarak çığır açıcı bir

filozof olmuştur, O, öznenin kurulumundaki kurucu yönü itibarıyla merkezi bir

isimdir. İşte bu kuruculuğa vurgu yaparak, onun özne konusundaki düşünsel mirasına

sahip çıkan Hegel, Descartes‟tan daha ileri giden bir özne tasarımı yapmak

durumundadır. Bilindiği gibi Descartes‟ın Cogito‟su, herhangi bir başka Ben ile

etkileşim halinde olmayan, toplumsallık formundan yalıtılmış denilebilecek olan bir

Ben‟dir: Düşünüyorum ve Varım iddiaları, bir Başkası ile hiçbir temasa ihtiyaç

duymadan ontolojik statüsünü kendinden menkul olarak, kendinden hareketle tayin

etme iddialarını da içerisinde barındırır. Bu ortaya çıkış, özne olarak tarihte yer

alamayan kişi için, henüz bu söylem ortada yokken gayet ileri bir söylem

durumundayken, çağ değiştikçe (değişip ilerledikçe) argümanın gücü zayıflamakta,

çağı anlamlandırmada ve anlamada yetersiz kalmaktaydı, Descartes çağını

düşüncesinde kavramıştı, Hegel için bu kuşkusuz oldukça kıymete sahipti ve

önemliydi, ancak ondan 160 yıl sonra Hegel‟in de çağını düşüncede kavrayabilmesi

için, Hegelci terminoloji ile söylenecek olursa, onu da geçmişiyle birlikte hem

5 Söz konusu çalışmada Descartes bölümü (İngilizce edisyonda) s.220-252 sayfaları arasında, 32 sayfalık bir

bölüm iken; Kant bölümü ise s.423-479 arasındaki 56 sayfadır. Almanca orijinal metinde ise Descartes 123-157;

Kant ise 329-387 sayfaları arasındadır. 6 Almanca: “Er ist so ein Heros, der die Sache wieder einmal ganz von vorne angefangen und den Boden der

Philosophie erst von neuem konstituiert hat, auf den sie nun erst nach dem Verlauf von tausend Jahren

zurückgekehrt ist.” (Hegel 1986: 123)

4

„kapsaması‟ hem de „aşması‟ gerekmekteydi7. Hegel‟in sistemindeki Ben, felsefe

tarihindeki diğer „Ben‟ soruşturmalarından ayrılarak, kendini tanıyabilmek ve varlık

iddiasında bulunabilmek için bir „Başka Ben‟ ile karşılaşmak ve karşılıklı olarak her

biri, birbirlerini tanımak durumundadır (Hegel 2011: 124)8. Böylece özne kendini

kurmak ve varlık iddiasında bulunabilmek için, muadili bir başka özneye ihtiyaç

duymaktadır, ancak ve ancak onun dolayımı üzerinden kendisi de var olabilecektir,

Ben başka bir „ayna‟ ben ile kendini görüp, idrak edip, tanıyabilecektir. Çok çok kısa

bir anlatımla, oldukça genel bir anlamıyla, son derece özgün ve toplumsallığa da

gönderim yapan Hegel‟in Ben kavrayışı böyledir, diğerlerinden yalıtılmış, ayrı bir

adada duran bir yapıda değildir. Bu „Ben‟in içerisinde doğal olarak Başka, Ayna,

Toplumsallık, Dolayım gibi kavramlar ve durumlar da bulunmaktadır, bunlar olmadan

Ben, hiçbir zaman tam olarak kendine gelemeyecek, kendini bulamayacaktır, varlığı

koşulu, diğer varlıklarla kurduğu ilişkide açığa çıkacaktır.

Hegel‟in felsefî bir sorun olarak „Ben‟i, merkezine alan ilk filozof olduğunu söylemek,

oldukça ciddi bir felsefe tarihi hatasına neden olur. Zira ondan önce Descartes‟tan

Kant‟a ve Fichte‟ye değin uzanan bir yelpazede, pek çok filozof bu konu üzerinde

düşünmüş, metinler ortaya koymuştur. O halde Hegel‟in bütün bu tartışmalara yaptığı

özgün katkı nedir? Hegel, Ben=Ben türünden bir denklik kurulmasını da, Ben‟in

tarihsel, toplumsal, kültürel bir arka planı yokmuşçasına olmuş ve bitmiş bir şey olarak

ortaya konmasına itiraz eder, bugüne kadar “negatif” olarak kurulan ben, Hegel ile

birlikte “pozitif” bir ben olur. Herhangi bir Ben‟in, bu “Benim” diyebilmesi için,

bilinen bir nesnenin karşısında pozisyon edinerek, bunu deneyim edebilmesi

gerekmektedir. Yani, toplumsallıktan ya da en azından „başka bir ben‟den ayrık bir

alanda kurulabilecek olan bir “Ben” fikrinden oldukça uzaktır Hegelci bir Ben‟in var

olabilmesi için, zorunlu olarak bir başka Ben‟e ihtiyacı vardır.9

Dolayısıyla Hegel için Ben, “kendisi için” olduğu kadar, aynı zamanda “başkası/diğeri

için”dir de, kendisi için olmak potansiyelini içerisinde barındıran Ben, aynı zamanda

diğeri için olanı da içerisinde barındırır (Bumin 2013: 97). Buradan da anlaşıldığı

üzere, bir Ben ile diğer Ben arasında özsel bir bağlantı vardır ve Ben‟in kendini

7 Doğan Göçmen, „Hegel‟in Felsefe Kavramı Üzerine Kısa Bir Deneme‟ başlıklı yazısında Hegel‟in “Çağını

düşüncede kavramak” derken kastedilenin ne olduğunu şöyle açıklamaktadır: “Hegel, felsefe “dönemini [veya

çağını] düşüncede kavramaktır” derken, felsefesinin dönemiyle birçok bakımdan ilişkili olduğunu, onun hiçe

sayılarak ne geri ne de ileri gidilebileceğini belirtmek istiyor. Ve bize her iyi diyalektikçinin yapması gereken

şeyin, kelimenin geniş anlamında geçmişe bugünün penceresinden ve geleceğe bugüne içsel olan temel

çelişkileri ve eğilimleri ortaya çıkararak bakmamız gerektiğini öneriyor.” (Göçmen 2009: 5).

8 "Jedes ist dem Anderen die Mitte, durch welche jedes sich mit sich selbst vermittelt und zusammenschließt,

und jedes sich und dem Anderen unmittelbares für sich seiendes Wesen, welches zugleich nur durch diese

Vermittlung so für sich ist." (Fenomenoloji, paragraf 184)

9 "…es ist nur als ein Anerkanntes" /“… [Ben ancak] bir tanınmış olan olarak vardır.” Bu anlatımın kaynağında

bu direkt kaynaktan alınan pasaj yer alır: Paragraf §178 Çeviren: Doğan Göçmen

5

kavrayıp diğer Ben‟le etkileşim halinde olabilmesinin yolu da, bu özsel ortaklığın

sağladığı imkânlar aracılığıyla olabilecektir.

Bu iki Ben arasındaki ilişkinin kendisi, iki bakımdan da bir sonsuzluk (Alm.

Unendlichkeit) içerir (Hegel 2011: 122), bitmeyen bir ilişkiler toplamıdır, sonsuz bir

döngüdür. Bu sonsuzluğun birinci kaynağı, kişinin etkileşime geçmeden önce olan

tarihsel, toplumsal, kültürel bütünlüğünden kaynaklı yapısı ve etkileşime geçtikten

sonra da, gelişmeye devam eden sürekli genişleyen içeriğidir. Bu gelişme ile birlikte

kapsam artmaktadır, „birey‟ ilk bakışta yalnızca bir tekilliğe işaret ediyor gibi görünse

de, toplum sonsuz sayıdaki bireylerin toplamıdır da. Hegel‟e göre Ben oluşum süreci

kapalı bir anlayışla değil, sürekli genişleyen, içeriği artan bir yapıdadır, açık bir yapısı

vardır, kapalı, bitmiş bir sistem değildir bu.

Tarih

Hegel‟in felsefi sistemine, ona tam olarak nüfuz edememiş kişiler tarafından sıklıkla,

aşırı soyut, anlaşılmaz, aşkın vb. sözcükler atfedilir. Tin adındaki şeyin nerede, nasıl

bir şey olarak ortaya çıktığı/çıkacağı konusu da belirsizlikler içerisinde tartışılır, bir

takım mistik yanlar atfedilir... Oysa Hegel bunun bizatihi tarihin içinde olan ve

olmakta olan bir kendini gerçekleştirme, kendini keşfetme olduğunu belirtir. Ona göre

Tin, kendini Tarih içinde açımlayarak kendine gelecek ve böylece gerçekleşmiş

olacaktır. Hegel için bu oldukça açıktır. Çağdaş bir Hegel araştırmacısı ve yorumcusu

olan, Fransız geleneğinin Hegel okumalarının kökensel kaynağı durumundaki Jean

Hyppolite‟in (1907-1968) belirttiği gibi “…insansal tinin tarihsel şimdisine ulaşmış

olmasını sağlayan yolu yeniden keşfetme ve bu tarihsel şimdiyi önceki gelişimleri

açısından açıklama gereksinimi duyuyordu. Tin ancak „hali hazırda olduğu şey‟

yoluyla, başka bir deyişle kendi tarihi yoluyla ne ise o olur.” (Hyppolite 2010: 76).

Burada karşımıza çıkan önemli bir kavramsallaştırma, Hegel‟in tarih anlayışını da

duru bir şekilde özetler gibi görünmektedir: Tarihsel Şimdi.

Tarih, geçmişin bütün yolları üzerinden gelerek, tarihselliğin de bir sentezi durumuyla

„şimdi‟nin içerisinde ortaya çıkmaktadır, onun yapısında potansiyel olarak, Geçmiş-

Şimdi-Gelecek üçlüsü vardır, zira bu üçlü yapı, bitmeyen bir döngü biçiminde

birbirlerini takip ederek tamamlanmak durumundadırlar. Denilebilir ki Hegel‟de,

„Geçmiş‟ diye önemsizleştirilecek bir form olmadığı gibi, „Gelecek‟ de bilinmeyen bir

yapıya bürünmez, her ikisi de şu an olmakta olan Şimdi‟nin yatağında filizlenmekte,

olgunlaşarak oradan dünyaya doğru yönelmektedir. Hegelci diyalektiğin üç uğrağı

(moment) da, tarih bağlamında da ortaya çıkmakta, onun aktarımları üzerinden de her

6

biri bir öncekini „kapsayarak aşmakta‟dır10

.

Tinin tarihte gelişimi ve ilerlemesinin somut bir örneği olarak, 1789 Fransız Devrimini

görüp, ona yol açan süreci ve sonuçlarını izah etmeye çalışan Hegel, kurduğu sistem

ile tarih arasındaki bağların da ne denli organik bir dolayım içerisinde olduğunu

göstermektedir. Felsefi bir çaba olarak olanı olduğu şekliyle anlama gayreti, bilincin

de oluşumunun bir bileşeni durumundadır. Tarih, tinin oluştuğu ve ilerlediği bir alan

olduğu için, Hegel‟in sistemi içerisinde merkezi bir yerde durmaktadır. Hegel ve Tarih

arasında kurulan ve kurulmakta olan ilişkiler bir dönemin neredeyse popüler olmuş

olan „Tarihin Sonu‟11

nosyonundan hareket eden tartışmalar ve konunun çıkış noktası

da, başka bir çalışmada ele alınmak üzere şimdilik kapsam dışında bırakılmak

durumundadır. Hegel üzerine olan kısa bir çalışma bile, oldukça büyük ve çok dallı bir

ağaç gibi dağılmakta, konuların birbirleriyle olan kaçınılmaz ilgisiyle birlikte farklı

yönelimler göstermektedir. Ancak çalışmanın son bölümü ve özgün olan bir yan

olacaksa eğer, orası olacak gibi görünen Yüzleşme final bölümünde geçmek istiyorum.

Giriş bölümünde de belirtildiği üzere, bizzat Hegel tarafından çizilmiş bir çerçeve

değil, birinci kaynaktan hareket eden bir yorumlama gücü ile Hegel‟in sisteminde

karşılık bulduğunu düşündüğüm bir ilişkilendirme denemesi olacak bu. Yaptığım kısa

taramada, böyle bir denemeyi yapan (Türkçe) herhangi bir çalışmaya rastlamadığımı

belirtmem gerekir, konu üzerine düşünürken ve yazarken, dokunulmamış bir alan

üzerinde olmak da, ayrı bir heyecan ve motivasyon kaynağı oluşturdu. Yüzleşme

kavramından önce, diğer iki kavramın doğrudan ilişkili olduğu, odaklanılan diğer

kavramlara bakmak, yüzleşme denilen kavramın kapsamında neler olduğunu da

kavrayabilmemiz adına daha işlevsel olacaktır.

10

Hegel denilince neredeyse akla ilk olarak gelen kavram isim halindeki „Aufheben‟ ile, fiil halindeki

„Aufhebung‟ kavramlarıdır. Aufheben‟ın sözlük anlamı “ortadan kaldırmak, yerden kaldırmak” gibi

açıklanırken, bunu Hegel‟in sisteminde, pek çok Türkçe metinde olduğu üzere bu anlamlarla kullanmak, pek

doğru değil gibi görünmektedir. Aufheben/Aufhebung kavramlarını Türkçeye çevirirken, Kapsayarak Aşmak

olarak kullanımı, Almancaya hâkim Hegel araştırmacı tarafından daha uygun görülmektedir.

11

Christopher Bertram ve Andrew Chitty’in derlediği Tarihin Sonu mu? Fukuyama - Marx – Modernite adlı çalışmada, ‘Tarihin Sonu2 merkezli tartışmalar farklı bağlamlarda yetkinlikle işlenmekte. (İmge, 2006)

7

Özbilinç

Hegel‟in düşüncesinde önemli bir yere sahip olan kavramlardan bir tanesi de kuşkusuz

„özbilinç‟tir (Alm: Selbstbewusstsein, İng: Self-consciousness) Özbilinç kavramı, esas

itibarıyla farkında olmak ile bilincinde olmak arasındaki farkta kendine özgün bir

konum bulur, yaptığı şeyin tam anlamıyla bilincinde olan, kendini bilerek eylemeyi,

moral bir özne olmayı (“agent”) sağlayan insani yeti özbilinçtir. Aynı zamanda

bilgimizin, bilinen şeyin bilgisiyle özsel bağlantısını kurmayı sağlayan yeti de yine

özbilinç‟tir. Hegel özbilincin sağladığı kapasite olarak durumlar için şöyle demektedir:

“… diğeri de kendi başına durandır, kendinde tamdır ve orada kendi dolayımıyla

olmayan hiçbir şey yoktur. (…) Diğerinde yaptığını kendi kendinde de yapmadan

diğeri dolayımıyla kendi için hiçbir şey yapamaz.”12

İşte bunu yapabilmenin imkânını sağlayan, önce Ben‟i o sonsuz ilişkiler içerisinde

kuran ve daha sonra diğer Ben‟ler ile dolayıma sokarak birbirlerini karşılıklı olarak var

eden yapı özbilinç sayesinde kurulabilmektedir. Ben-Bilinç-Özbilinç kavramları

arasında, birbirlerini tamamlayan bir süreklilik ve aynı zamanda da sonsuz ilişkiler

vardır. Özbilinç, bireyin kendini bireyler üzerinden, adeta bir prizma kırılması işlevi

görerek görmesini sağlamaktadır, bilincinde bir varlık olan insan, özbilincin sağladığı

yetiler ile birlikte diğerinde aynı zamanda kendini görür. Modern zamanlarda insana

ve topluma atfedilen “doğal olarak/doğası gereği bencillik”, “herkesin herkese karşı

savaşımı” gibi tariflemeler, oldukça yalın bir biçimde görüldüğü üzere, Hegel‟in

sisteminde ilkesel olarak reddedilmekte ve hatta netlikle aşılmaktadır. Bir başka ben

düşman olarak görüldüğü zaman, kişi aynı zamanda kendi beniyle de düşmanlık

durumunda kalacaktır denilebilir.

Tanınma

Hegel‟in Tinin Görüngübilimi‟nde de, genel olarak felsefesinde de herhalde üzerinde

en çok çalışma yapılan, Hegel adının geçtiği her yerde karşımıza çıkma ihtimali

oldukça yüksek olan, Hegel‟den hareketle kurulacak bir toplum/siyaset felsefesinde de

oldukça merkezi rolü olacak kavram „Tanınma‟dır (Alm: Anerkennung, İng:

Recognition)13

. Bu kavram aynı zamanda politik yanı öne çıkan Hegel felsefesinin üst

12

Tinin Görüngübilimi, §179, yayımlanmamış çeviri Doğan Göçmen

13

Çağdaş bir Alman filozof olan Axel Honneth‟in (1949-) 1992 yılında yayımlanan „Kampf um Anerkennung‟

(Tanınma Uğruna Mücadele) kitabı bu kavrama odaklanan kıymetli bir eserdir.

8

bir uğrağıdır da, zira onun etrafında diğer kavramların da odaklanmasıyla bir yapı

oluşmaktadır, böylece tasarım şeklini almış olarak ortaya çıkmaktadır.

“…Karşılıklı olarak birbirlerini tanıyarak kendilerini tanırlar.” §184

Yeni bir şeyi sıfırdan ortaya koyma iddiasından daha çok, “kendine gelme” üzerinden

yükselen bir „keşif‟ ve kendini bulma vardır burada. Yani, bir Ben, başka bir Ben‟in

dolayımıyla, özbilincinin sağladığı imkânlar aracılığıyla, onların dolayımdan önceki

Ben‟inden başka bir yapıdadır, hem elbette ki yapısını korumuş, hem de diğer Ben ile

birlikte genişlemiştir. Eski yapısını, Hegel‟in kavramıyla söylersek “Kapsayarak

aşmış”tır (“Aufheben/Aufhebung”). İşte bunların sonucunda da sonsuz sayıdaki

Ben‟ler, diğer Ben‟leri de eşitleri olarak kabul eder ve onları „Tanır‟. İşte Hegel için

Tanınma kavramsal soruşturmalarının adeta somutlandığı yerdir. Aynı şeylerin

söylendiği izlenimi edilmesi mümkün olan metinde, aynı şey açımlanarak, farklı

yönleriyle ele alınmakta, konu özelinde bunlar Tanınma uğrağı ile bir biçimiyle

kesişmektedir.

Tanınma, toplum tasarımının da merkezinde kendine yer bulabilecek çağdaş bir

kavramdır. Her türlü müzakereler ve sözleşme girişimlerinin olmazsa olmaz bir

momentidir. Kendisini, karşısında pozisyon almış bir başka birisiyle eşit olarak kabul

etmeyen bir hiyerarşi ilişkisinin altında, eşitlik kabulü olmadığı için, barışçıl bir

tasarımın zemini de yoktur. Hegel‟in soruşturması için, en genel anlamıyla “Doğanın

bir sezgisinden ziyade, insan bilincinin gelişiminin sezgisidir.” (Hyppolite 2010: 46)

diyen çağdaş bir Hegel çalışmaları yapan düşünür de buna işaret etmektedir. Kendine

gelme ve kendini bulma üzerinden, aynı zamanda toplum tasarımı da ortaya konmuş

olacaktır. Birbirlerini karşılıklı olarak Tanımaları aracılığıyla, sonsuzluğun içindeki

tikelleri de idrak edebilecek düzeye erişecek olan Ben‟ler, böylece özgürleşmenin

önündeki engelleri de aşmanın yoluna girmiş olacaklardır gibi görünmektedir..

Özgürlük, yalnızca bireysel bir gönderisi olan Ben ile sınırlı değildir, olamaz da,

Özgürlük, karşılıklı Tanınma(lar) aracılığıyla tam anlamıyla kavranabilecek olan bu

diğer Ben‟lerin toplamının da özgürleşmesi anlamına gelmektedir. Tanınma bu

anlamıyla düşünüldüğü zaman son derece politik ve özgürleştirici bir kavramdır,

elbette bu kavramsallaştırmayı yapan filozof olarak Hegel de bu perspektiften bir

özgürlük filozofudur.

9

Yüzleşme

Yüzleşme kavramı son zamanlarda ana akım siyaset tartışmalarından tutalım da, teorik

olan alana değin pek çok yerde karşımıza çıkan bir yapıya büründü, sıklıkla konuşulur

tartışılır oldu, ki bunun böyle olması son derece olumlu bir gelişme olarak

okunmalıdır. Yüzleşme kavramı, 2.Dünya Savaşı sonrasında yaşanan kolektif suçlar,

büyük katliamlar ve sonunda yaşanmış olan, belki de bütün bir insanlık tarihinin

gördüğü en dehşetli olayların başında gelen Yahudi Soykırımı sonrasının toplumsallığı

içerisinde oluşmuş / oluşmakta olan bir kavramdır14

. Genel olarak işaret ettiği sorun, o

büyük suçlardan, soykırımlardan sonra, nasıl bir toplumsal onarım mekanizması

geliştirmeli ki, toplum hala bir toplum olarak kalabilsin, toplum olabilmenin koşulları

ortadan kaldırılmasın, bir arada yaşayabilmenin zemini hala sağlam kalabilsin ve de

insanlar ortak bir gelecek inşa edebilecek zemini yaratabilsinler.

Bu kuşkusuz ki merkezine mağdur olan, katliamlara maruz kalanları almakla birlikte,

aynı zamanda onun adına yapılmış katliamlardan ve kolektif suçtan rahatsız olan,

onunla eylemdeki fail olarak ortaklık içerisinde olmayan, ancak yapanlarla da doğal

bir ortak kimlik tarafında yer alanlar için de büyük bir özgürleşme girişimi olacaktır, o

ağır yükün altından nispeten bile olsa kalkabilmeyi sağlayabilecektir. Osmanlı ve

Türkiye tarihi üzerine yaptığı çalışmalarla alanında oldukça bilinen, yetkin bir

akademisyen olan Erik Jan Zürcher (1953-), 24 Nisan 1915‟in seneyi devriyesi

öncesinde yazdığı bir yazıda, 1915 Ermeni Soykırımı özelinde her iki halkın da bir

yüzleşme sürecine girerek, hem kendilerini, hem de birbirlerini özgürleştireceklerini,

ancak bu tarihsel momenti kaçınılmaz olarak olacak olan yöntemle birlikte

demokratikleşebileceklerini söylemektedir:

“Soykırımı tanıma sadece Ermeniler için değil, Türkiye için de önemlidir. Taner

Akçam‟ın çok önceden söylediği gibi, eğer Türkiye daha demokratik, rahat ve

hümanist bir ülke olmak istiyorsa soykırımla yüzleşmek zorundadır. (…) Umalım ki

yüzüncü yıl tarihsel hakikatle yüzleşilmesi hikâyesinde Türklerin ve Ermenilerin

çıkarına yeni bir sayfanın açılmasına vesile olur.” (Zürcher 2015).

Bu toplumsal / tarihsel yüzleşme sürecin başında, hiçbir kuşkuya yer bırakmayan bir

açıklıkla Hegelci arka plan yer almak durumundadır gibi görünür: Tanınma. Diyalog

süreci ile başlayacak olan bu ilk adım, ayrı bir özne olarak, bir tarafın, diğer tarafı da

eşiti olarak görmesi, kabul etmesi ve temasa geçmesiyle başlayacaktır, müzakere

14

Karl Jaspers (1883-1969) Suçluluk Sorunu (İthaki Yayınları, 2015) adlı çalışmasında bu süreci anlatarak, en

geniş anlamıyla „İnsan Bilimleri‟ alanının bu konuda söyleyebileceklerini ortaya koymakta ve ustalıkla

tartışmaya müdahil olmaktadır.

10

süreçleri karşılıklı olarak eşitlik durumunu da doğal olarak varsayar. Konu hakkında

uzun bir zamandır araştırmalar yapan psikolog akademisyen Murat Paker‟in ele aldığı

temalar da, yazılarında adı geçmese de doğrudan Hegel‟in Tanınma açıklamalarında

çizdiği çerçeveyle son derece uygunluk göstermektedir: “Öteki ile başlayan yüzleşme

sürecimiz, dönüp dolaşıp aynada kendimize baktığımız, gereği gibi yapabilirsek

kendimize dair çok daha derinlikli ve sahici bilgi sahibi olduğumuz ve kendimizi

dönüştürebileceğimiz bir sürece doğru evrilir.”

Gördüğümüz üzere Paker, Hegel‟in Başka‟sının Ben‟inin, başkası üzerinden gelen

dolayım ile kendi Ben‟ini görmek olarak tariflediği durumu, çağdaş yüzleşme

tartışmalarına uyarlayarak aktarır, toplumsal bir sağlıklı kurulum ve düşünsel

bağlamda da sağlıklı özneler için, bunların yapılması gerektiği söyler.

Yüzleşme açıklamasının sonucu olarak, Hegel tarafından 1807 yılında yayımlanan

Tinin Fenomenolojisi adlı eserinde çizilen, Ben ve Başkasının Ben‟i / Öteki arasında

ilişkiye dair olan çerçeve hala güncelliğini korumakta, Tarihsel / Toplumsal çatışma

alanlarından psikoloji ( Jacques Lacan‟ın Ayna metaforlarının arkasında da Hegelci

öğeleri görmek mümkündür) ve fenomenolojiye (Edmund Husserl‟in Ben-Başkası

etkileşimi konusunda Hegel‟den hareket ettiği de oldukça açıktır) değin farklı

disiplinlerde karşımıza çıkmaktadır.

Özne için yaptığı özgün yorumuyla Hegel, bütün bu konularda belirleyici bir filozof

olarak karşımızda durmaktadır. Bu çalışmada buraya kadar, Ben kavramına yeni bir

bakış açısıyla Hegel‟in katkısını ve açtığı kanalı ele aldıktan sonra, Tarih kavramının

onun sistemindeki yerine oldukça genel bir bakış yaptık, sonrasında ise Yüzleşme ile

sistemsel bağlarını göstermeye çalıştık. Görüldüğü üzere Hegel‟in bütün bu konularda

söyleyediği ya da çıkarımı için potansiyelleri sunduğu ve sonrasında bunlardan

alınacak ilham için oldukça kıymetli, incelikli bir yaklaşımı vardır.

Sonuç olarak, gerek üzerine yazılan filozof, gerekse de seçilen konu için kısa bir

çalışma olan bu metinde, Hegel‟in belli başlı temel kavramlarına odaklanılmış, kısaca

açıklanmaya çalışılmıştır. Sistemli, somut ve birbirleriyle oldukça yakın bağlantıları

olan kavramların açıklanması, sadece bir tanesinin ele alınmasıyla mümkün değildir.

Her kavram ve anlatım, ancak bağlamı ve arka planıyla, yapılmak istenilen şey ile

birlikte düşünüldüğü zaman anlaşılabilir olacaktır. Hegel‟in diliyle konuşursak, gerçek

ancak ve ancak bütünlüklü bir yapının içerisinde kendine gelecek, kendini böylece

keşfedecektir.

11

KAYNAKÇA

-BERTRAM C. CHITTY A. (2006), Tarihin Sonu Mu? (Çev: Kamil Kurtul), Ankara:

İmge Yayınları

-BUMİN, Tülin (2013), Hegel, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları

-GÖÇMEN, Doğan (2009), Hegel‟in Felsefe Kavramı Üzerine Kısa Bir Deneme,

https://dogangocmen.files.wordpress.com/2009/07/hegelin-felsefe-kavrami-

uzerine1.pdf

-GÖÇMEN, Doğan (2015), Yayımlanmamış Tinin Görüngübilimi‟nden Çeviri

(Yayınlanmamış Ders Notları)

-HEGEL (1986), Vorlesungen über die Geschichte der Philosophie III, Suhrkamp

Verlag

-HEGEL, F. (2011), Tinin Görüngübilimi [Türkçe-Almanca] (Çev: Aziz Yardımlı),

İstanbul: İdea Yayınları

-HEGEL, F. (2013) The Phenomenology of Spirit (Tr: Terry Pinkard)

-HEGEL, F. (1995), Lectures On the History of Philosophy (Tr: E.S. Haldane ve

Frances H.Simson), Lincoln ve Londra: University of Nebraska Press

-HYPPOLİTE, J. (2010), Marx ve Hegel Üzerine Çalışmalar (Çev: Doğan Barış

Kılınç), Ankara: Doğu-Batı Yayınları

-JASPERS, Karl (2015), Suçluluk Sorunu (Çev: Emre Zeybekoğlu), İstanbul: İthaki

Yayınları

-PAKER, M. (2014), „Yüzleşme‟ bahsine giriş, (http://t24.com.tr/yazarlar/murat-

paker/yuzlesme-bahsine-giris,10204)

Son erişim 30.05.2015, 22:54

-PINKARD, Terry (2000), Hegel A biography, Cambridge University Press

-ZÜRCHER, E.J. (2015), Ermeni Soykırımının yüzüncü yılı vesilesiyle (Çev: Onur

Günay), http://zanenstitu.org/ermeni-soykiriminin-yuzuncu-yili-vesilesiyle-erik-jan-

zurcher/ (Son erişim 30.05.2015, 10:17)