Hegel’de Ben, Tarih, Özbilinç, Tanınma Kavramları ve Toplumsal / Tarihsel Yüzleşme Üzerine
-
Upload
independent -
Category
Documents
-
view
0 -
download
0
Transcript of Hegel’de Ben, Tarih, Özbilinç, Tanınma Kavramları ve Toplumsal / Tarihsel Yüzleşme Üzerine
1
Hegel’de Ben, Tarih, Özbilinç, Tanınma Kavramları ve
Toplumsal/Tarihsel Yüzleşme Üzerine
Ziya Dinçsoy1
“Sie anerkennen sich als gegenseitig sich anerkennend.”2 (Hegel)
“Çağdaş bir Fransız filozofun bir vakitler dikkat çektiği/işaret ettiği gibi,
tüm modern filozofların büyük kaygısı, ne kadar yeni patikaları olursa olsun,
bütün yolların sonunda Hegel'in gülümseyerek beklediği
çıkmaz sokaklar olduklarını görecek olmalarıdır." (Terry Pinkard, Hegel, xi)
Giriş
Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831) hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak kadar
açıklıkla, bütün bir felsefe/düşünce tarihinin en özgün birkaç isminden bir tanesidir,
belki de denilebilir birincisidir. 1806 yılında tamamlanan, 1807 yılında yayımlanan
„Phanomenologie des Geistes‟ (“Tinin Görüngübilimi”) adlı eserinde ortaya koyduğu
ve açıklamaya çalıştığı konular, önemli bir Hegel araştırmacı olan Terry Pinkard‟ın3 da
yukarıdaki alıntısında görüldüğü üzere, insan/toplum/felsefe üzerine olan her
soruşturmanın/araştırmanın nihayetinde ulaşacağı yerlerdir. Felsefe/düşünce tarihinin
en özgün metinleri arasında yer alan Tinin Görüngübilimi, ilk bakıştaki yaygın yanlış
anlayışın aksine; soyut, kuru, anlaşılmaz, dünyadan kopuk vs. vs. gibi sıfatlara uygun
bir çalışma değildir. Hatta bu türden yakıştırmaların tam aksi olarak, insanlığın kültür 1 Felsefe Yüksek Lisans öğrencisi, [email protected]
2 İng: “They recognize themselves as mutually recognizing each other.”/
“Onlar, kendilerini karşılıklı tanıyanlar olarak, kendi kendilerini tanırlar.” Phänomenologie des Geistes (“Tinin
Görüngübilimi”) SS184, Çeviri: Prof.Dr.Doğan Göçmen 3 Pinkard‟ın yaptığı çok kıymetli işlerden biri de, Phanomenologie des Geistes‟i paragraf paragraf Almanca-
İngilizce olarak sitesinde yayınlaması, Hegel araştırmacılarının erişimine açık bir şekilde sunuyor olmasıdır.
2
tarihinin, farklı ve etkili bir okumasıdır, hatta onun ne denli somut ve renkli bir
“kurgu”sunun olduğunu vurgulamak amacıyla ona “bir kültür romanı” (Bumin 2013:
82) diyenler de vardır. Peki Görüngübilim‟in konusu nedir de, bütün yollar ona
çıkmakta, araştırmaların adeta doğal olarak merkezinde yer almaktadır? Bu soruya
yanıt vermek hem oldukça kolaydır, hem de oldukça zor. Görüngübilim bir anlamıyla
esaslı bir ontolojidir, sıkı bir epistemolojidir, açık bir toplum felsefesi, bir düşünce
çözümlemesidir, bütün bir anlatılanların sonucunda tin‟in (Alm: Geist) kendine
gelmesidir… Ancak bu kendine gelmedeki önemli bir nokta, sürecin başındaki durum
ile bütün bir dolayımlardan sonraki tin/birey/toplum vb. artık aynı yapısında olmadığı,
başka türlü bir yapıda muhteviyata sahip olduğudur.
İşte bu çalışmada, (ilk olarak) Hegel‟in başyapıtı olan Görüngübilim‟in, neredeyse
özlü bir anlatımı olarak karşımıza çıkan “Efendi-köle diyalektiği” olarak bildiğimiz ve
neredeyse metnin kendisinden bile ünlü olan bölümünde yer alan birkaç paragrafa
(§178-181) odaklanılacak, o birkaç paragrafta anlatılarak vurgulanılan Ben (Ich),
Özbilinç (Selbstbewußtsein) ve Tanınma (Anerkennung) kavramları açıklanarak
birbirleriyle ilişkilendirilmeye çalışılacaktır. Felsefi düşüncelerinin olgunlaştığı
dönemde, yani 19.yüzyılın başından itibaren Hegel‟in ele aldığı
felsefi/tarihsel/politik/hukuksal sorun haline gelmiş konuların, günümüzün de pek çok
güncel tartışmasına bir müdahale olduğu sıklıkla söylenmektedir. Çağdaş felsefenin bir
yönüyle Hegel‟e düşülmüş dipnotlar olduğunu söyleyene henüz rastlanılmasa da,
çağdaş felsefi araştırmaların ve çıkış noktalarının, sonuç itibarıyla Hegel‟in açtığı
yollara ve üzerine çalıştığı konulara çıktığı oldukça açık bir biçimde görünmektedir.
Bu anlamda bir 19.yüzyıl filozofu olarak Hegel, 21.yüzyıla da müdâhil olmakta, hala
diri olarak tartışmaların içerisinde yer bulabilmektedir. Bu kısa çalışmada Hegel‟in
Ben („Ich‟) ve Tarih („Geschichte‟) kavramları genel hatlarıyla ele alındıktan sonra,
Hegel‟in sisteminde yer bulabilmesinin tarihsel olarak imkânsız olduğu, ancak
kurduğu bütünlüklü felsefi yapının içerisinde potansiyel olarak var olduğunu
düşündüğümüz ve metni yorumlama gücüyle birlikte ortaya çıkarılabilecek çağdaş
politik bir güncel kavram durumundaki Yüzleşme4 ile bağlantısı kurulmaya
çalışılacaktır.
4 Murat Paker‟in konuyla ilgili bir yazısında kullandığı biçimiyle „Yüzleşme‟: “ Yaygın kabul gören anlamı: Bir
olayla / durumla / yaşanmışlıkla ilgili iki farklı versiyon sunan (genellikle biri iddia eden, diğeri inkar eden) iki
kişinin yüz yüze, karşı karşıya gelmesi, yüzleşmesi. Tanıklar huzurunda ya da değil, yüz yüze gelecekler de ne
olacak? Birbirlerinin yüzlerine, özellikle gözlerinin içine bakacaklar, tanıklar varsa onlar da bu iki yüze ve iki
çift göze bakacaklar.” Yayımlanma tarihi 21 Eylül 2014, T24, Son erişim tarihi 30.05.2015, 21:29
3
Ben
Hegel‟in 1825-6 yılları arasında üniversitede verdiği Felsefe Tarihi Üzerine Dersler
(Alm:„Vorlesungen über die Geschichte der Philosophie‟) ölümünden sonra bir
derleme ders notları olarak yayınlanmıştır. Bu derlemenin İngilizce edisyonunun
3.cildi (Almanca toplu eserlerinin yirminci cildi) Ortaçağ ve Modern Felsefe‟ye
odaklanır. Hegel söz konusu ciltte, Hıristiyanlık çözümlemelerinden kilise ve devlet
ilişkisine değin analizlerini sistemli olarak yaparak, tarihsel bir ilerlemeyle,
Schelling‟e değin gelen bir okuma yapar ve bir sonuç ile bölümü toparlar. Çalışmada
bazı konular/isimler yalnızca bir/kaç sayfa ile sınırlı tutulurken (ders notları olduğu
unutulmamalıdır elbette), felsefe tarihindeki iki önemli belirleyici/merkezî filozof
hakkında olan bölümler oldukça hacimli ve de gayet uzundur. Bu isimlerden birincisi,
bu çalışmanın kapsama alanına giren Descartes (1596-1650) ve bu çalışmanın ele
almayacağı bir filozof olan Immanuel Kant (1720-1804)‟tır5. Hegel bu her iki isme de,
itirazları olsa da, ayırdığı bölümlerden de görüleceği üzere hayranlıkla yaklaşır.
Söz konusu çalışmanın Descartes bölümünde Hegel‟in, hayranlığının henüz ilk
cümlelerinden de anlaşılacağı üzere, felsefe tarihinde binlerce yıllık tartışmalı bir
konuyu ele alış biçimindeki özgünlükten hareket ederek, özne soruşturması yapan bu
filozofa cesur/kahraman ruhlu kişi6 (Hegel 1995: 221) dediği görülmektedir.
Descartes, binlerce yıllık kökeni olan temel bir konuyu tekrar ele alarak çığır açıcı bir
filozof olmuştur, O, öznenin kurulumundaki kurucu yönü itibarıyla merkezi bir
isimdir. İşte bu kuruculuğa vurgu yaparak, onun özne konusundaki düşünsel mirasına
sahip çıkan Hegel, Descartes‟tan daha ileri giden bir özne tasarımı yapmak
durumundadır. Bilindiği gibi Descartes‟ın Cogito‟su, herhangi bir başka Ben ile
etkileşim halinde olmayan, toplumsallık formundan yalıtılmış denilebilecek olan bir
Ben‟dir: Düşünüyorum ve Varım iddiaları, bir Başkası ile hiçbir temasa ihtiyaç
duymadan ontolojik statüsünü kendinden menkul olarak, kendinden hareketle tayin
etme iddialarını da içerisinde barındırır. Bu ortaya çıkış, özne olarak tarihte yer
alamayan kişi için, henüz bu söylem ortada yokken gayet ileri bir söylem
durumundayken, çağ değiştikçe (değişip ilerledikçe) argümanın gücü zayıflamakta,
çağı anlamlandırmada ve anlamada yetersiz kalmaktaydı, Descartes çağını
düşüncesinde kavramıştı, Hegel için bu kuşkusuz oldukça kıymete sahipti ve
önemliydi, ancak ondan 160 yıl sonra Hegel‟in de çağını düşüncede kavrayabilmesi
için, Hegelci terminoloji ile söylenecek olursa, onu da geçmişiyle birlikte hem
5 Söz konusu çalışmada Descartes bölümü (İngilizce edisyonda) s.220-252 sayfaları arasında, 32 sayfalık bir
bölüm iken; Kant bölümü ise s.423-479 arasındaki 56 sayfadır. Almanca orijinal metinde ise Descartes 123-157;
Kant ise 329-387 sayfaları arasındadır. 6 Almanca: “Er ist so ein Heros, der die Sache wieder einmal ganz von vorne angefangen und den Boden der
Philosophie erst von neuem konstituiert hat, auf den sie nun erst nach dem Verlauf von tausend Jahren
zurückgekehrt ist.” (Hegel 1986: 123)
4
„kapsaması‟ hem de „aşması‟ gerekmekteydi7. Hegel‟in sistemindeki Ben, felsefe
tarihindeki diğer „Ben‟ soruşturmalarından ayrılarak, kendini tanıyabilmek ve varlık
iddiasında bulunabilmek için bir „Başka Ben‟ ile karşılaşmak ve karşılıklı olarak her
biri, birbirlerini tanımak durumundadır (Hegel 2011: 124)8. Böylece özne kendini
kurmak ve varlık iddiasında bulunabilmek için, muadili bir başka özneye ihtiyaç
duymaktadır, ancak ve ancak onun dolayımı üzerinden kendisi de var olabilecektir,
Ben başka bir „ayna‟ ben ile kendini görüp, idrak edip, tanıyabilecektir. Çok çok kısa
bir anlatımla, oldukça genel bir anlamıyla, son derece özgün ve toplumsallığa da
gönderim yapan Hegel‟in Ben kavrayışı böyledir, diğerlerinden yalıtılmış, ayrı bir
adada duran bir yapıda değildir. Bu „Ben‟in içerisinde doğal olarak Başka, Ayna,
Toplumsallık, Dolayım gibi kavramlar ve durumlar da bulunmaktadır, bunlar olmadan
Ben, hiçbir zaman tam olarak kendine gelemeyecek, kendini bulamayacaktır, varlığı
koşulu, diğer varlıklarla kurduğu ilişkide açığa çıkacaktır.
Hegel‟in felsefî bir sorun olarak „Ben‟i, merkezine alan ilk filozof olduğunu söylemek,
oldukça ciddi bir felsefe tarihi hatasına neden olur. Zira ondan önce Descartes‟tan
Kant‟a ve Fichte‟ye değin uzanan bir yelpazede, pek çok filozof bu konu üzerinde
düşünmüş, metinler ortaya koymuştur. O halde Hegel‟in bütün bu tartışmalara yaptığı
özgün katkı nedir? Hegel, Ben=Ben türünden bir denklik kurulmasını da, Ben‟in
tarihsel, toplumsal, kültürel bir arka planı yokmuşçasına olmuş ve bitmiş bir şey olarak
ortaya konmasına itiraz eder, bugüne kadar “negatif” olarak kurulan ben, Hegel ile
birlikte “pozitif” bir ben olur. Herhangi bir Ben‟in, bu “Benim” diyebilmesi için,
bilinen bir nesnenin karşısında pozisyon edinerek, bunu deneyim edebilmesi
gerekmektedir. Yani, toplumsallıktan ya da en azından „başka bir ben‟den ayrık bir
alanda kurulabilecek olan bir “Ben” fikrinden oldukça uzaktır Hegelci bir Ben‟in var
olabilmesi için, zorunlu olarak bir başka Ben‟e ihtiyacı vardır.9
Dolayısıyla Hegel için Ben, “kendisi için” olduğu kadar, aynı zamanda “başkası/diğeri
için”dir de, kendisi için olmak potansiyelini içerisinde barındıran Ben, aynı zamanda
diğeri için olanı da içerisinde barındırır (Bumin 2013: 97). Buradan da anlaşıldığı
üzere, bir Ben ile diğer Ben arasında özsel bir bağlantı vardır ve Ben‟in kendini
7 Doğan Göçmen, „Hegel‟in Felsefe Kavramı Üzerine Kısa Bir Deneme‟ başlıklı yazısında Hegel‟in “Çağını
düşüncede kavramak” derken kastedilenin ne olduğunu şöyle açıklamaktadır: “Hegel, felsefe “dönemini [veya
çağını] düşüncede kavramaktır” derken, felsefesinin dönemiyle birçok bakımdan ilişkili olduğunu, onun hiçe
sayılarak ne geri ne de ileri gidilebileceğini belirtmek istiyor. Ve bize her iyi diyalektikçinin yapması gereken
şeyin, kelimenin geniş anlamında geçmişe bugünün penceresinden ve geleceğe bugüne içsel olan temel
çelişkileri ve eğilimleri ortaya çıkararak bakmamız gerektiğini öneriyor.” (Göçmen 2009: 5).
8 "Jedes ist dem Anderen die Mitte, durch welche jedes sich mit sich selbst vermittelt und zusammenschließt,
und jedes sich und dem Anderen unmittelbares für sich seiendes Wesen, welches zugleich nur durch diese
Vermittlung so für sich ist." (Fenomenoloji, paragraf 184)
9 "…es ist nur als ein Anerkanntes" /“… [Ben ancak] bir tanınmış olan olarak vardır.” Bu anlatımın kaynağında
bu direkt kaynaktan alınan pasaj yer alır: Paragraf §178 Çeviren: Doğan Göçmen
5
kavrayıp diğer Ben‟le etkileşim halinde olabilmesinin yolu da, bu özsel ortaklığın
sağladığı imkânlar aracılığıyla olabilecektir.
Bu iki Ben arasındaki ilişkinin kendisi, iki bakımdan da bir sonsuzluk (Alm.
Unendlichkeit) içerir (Hegel 2011: 122), bitmeyen bir ilişkiler toplamıdır, sonsuz bir
döngüdür. Bu sonsuzluğun birinci kaynağı, kişinin etkileşime geçmeden önce olan
tarihsel, toplumsal, kültürel bütünlüğünden kaynaklı yapısı ve etkileşime geçtikten
sonra da, gelişmeye devam eden sürekli genişleyen içeriğidir. Bu gelişme ile birlikte
kapsam artmaktadır, „birey‟ ilk bakışta yalnızca bir tekilliğe işaret ediyor gibi görünse
de, toplum sonsuz sayıdaki bireylerin toplamıdır da. Hegel‟e göre Ben oluşum süreci
kapalı bir anlayışla değil, sürekli genişleyen, içeriği artan bir yapıdadır, açık bir yapısı
vardır, kapalı, bitmiş bir sistem değildir bu.
Tarih
Hegel‟in felsefi sistemine, ona tam olarak nüfuz edememiş kişiler tarafından sıklıkla,
aşırı soyut, anlaşılmaz, aşkın vb. sözcükler atfedilir. Tin adındaki şeyin nerede, nasıl
bir şey olarak ortaya çıktığı/çıkacağı konusu da belirsizlikler içerisinde tartışılır, bir
takım mistik yanlar atfedilir... Oysa Hegel bunun bizatihi tarihin içinde olan ve
olmakta olan bir kendini gerçekleştirme, kendini keşfetme olduğunu belirtir. Ona göre
Tin, kendini Tarih içinde açımlayarak kendine gelecek ve böylece gerçekleşmiş
olacaktır. Hegel için bu oldukça açıktır. Çağdaş bir Hegel araştırmacısı ve yorumcusu
olan, Fransız geleneğinin Hegel okumalarının kökensel kaynağı durumundaki Jean
Hyppolite‟in (1907-1968) belirttiği gibi “…insansal tinin tarihsel şimdisine ulaşmış
olmasını sağlayan yolu yeniden keşfetme ve bu tarihsel şimdiyi önceki gelişimleri
açısından açıklama gereksinimi duyuyordu. Tin ancak „hali hazırda olduğu şey‟
yoluyla, başka bir deyişle kendi tarihi yoluyla ne ise o olur.” (Hyppolite 2010: 76).
Burada karşımıza çıkan önemli bir kavramsallaştırma, Hegel‟in tarih anlayışını da
duru bir şekilde özetler gibi görünmektedir: Tarihsel Şimdi.
Tarih, geçmişin bütün yolları üzerinden gelerek, tarihselliğin de bir sentezi durumuyla
„şimdi‟nin içerisinde ortaya çıkmaktadır, onun yapısında potansiyel olarak, Geçmiş-
Şimdi-Gelecek üçlüsü vardır, zira bu üçlü yapı, bitmeyen bir döngü biçiminde
birbirlerini takip ederek tamamlanmak durumundadırlar. Denilebilir ki Hegel‟de,
„Geçmiş‟ diye önemsizleştirilecek bir form olmadığı gibi, „Gelecek‟ de bilinmeyen bir
yapıya bürünmez, her ikisi de şu an olmakta olan Şimdi‟nin yatağında filizlenmekte,
olgunlaşarak oradan dünyaya doğru yönelmektedir. Hegelci diyalektiğin üç uğrağı
(moment) da, tarih bağlamında da ortaya çıkmakta, onun aktarımları üzerinden de her
6
biri bir öncekini „kapsayarak aşmakta‟dır10
.
Tinin tarihte gelişimi ve ilerlemesinin somut bir örneği olarak, 1789 Fransız Devrimini
görüp, ona yol açan süreci ve sonuçlarını izah etmeye çalışan Hegel, kurduğu sistem
ile tarih arasındaki bağların da ne denli organik bir dolayım içerisinde olduğunu
göstermektedir. Felsefi bir çaba olarak olanı olduğu şekliyle anlama gayreti, bilincin
de oluşumunun bir bileşeni durumundadır. Tarih, tinin oluştuğu ve ilerlediği bir alan
olduğu için, Hegel‟in sistemi içerisinde merkezi bir yerde durmaktadır. Hegel ve Tarih
arasında kurulan ve kurulmakta olan ilişkiler bir dönemin neredeyse popüler olmuş
olan „Tarihin Sonu‟11
nosyonundan hareket eden tartışmalar ve konunun çıkış noktası
da, başka bir çalışmada ele alınmak üzere şimdilik kapsam dışında bırakılmak
durumundadır. Hegel üzerine olan kısa bir çalışma bile, oldukça büyük ve çok dallı bir
ağaç gibi dağılmakta, konuların birbirleriyle olan kaçınılmaz ilgisiyle birlikte farklı
yönelimler göstermektedir. Ancak çalışmanın son bölümü ve özgün olan bir yan
olacaksa eğer, orası olacak gibi görünen Yüzleşme final bölümünde geçmek istiyorum.
Giriş bölümünde de belirtildiği üzere, bizzat Hegel tarafından çizilmiş bir çerçeve
değil, birinci kaynaktan hareket eden bir yorumlama gücü ile Hegel‟in sisteminde
karşılık bulduğunu düşündüğüm bir ilişkilendirme denemesi olacak bu. Yaptığım kısa
taramada, böyle bir denemeyi yapan (Türkçe) herhangi bir çalışmaya rastlamadığımı
belirtmem gerekir, konu üzerine düşünürken ve yazarken, dokunulmamış bir alan
üzerinde olmak da, ayrı bir heyecan ve motivasyon kaynağı oluşturdu. Yüzleşme
kavramından önce, diğer iki kavramın doğrudan ilişkili olduğu, odaklanılan diğer
kavramlara bakmak, yüzleşme denilen kavramın kapsamında neler olduğunu da
kavrayabilmemiz adına daha işlevsel olacaktır.
10
Hegel denilince neredeyse akla ilk olarak gelen kavram isim halindeki „Aufheben‟ ile, fiil halindeki
„Aufhebung‟ kavramlarıdır. Aufheben‟ın sözlük anlamı “ortadan kaldırmak, yerden kaldırmak” gibi
açıklanırken, bunu Hegel‟in sisteminde, pek çok Türkçe metinde olduğu üzere bu anlamlarla kullanmak, pek
doğru değil gibi görünmektedir. Aufheben/Aufhebung kavramlarını Türkçeye çevirirken, Kapsayarak Aşmak
olarak kullanımı, Almancaya hâkim Hegel araştırmacı tarafından daha uygun görülmektedir.
11
Christopher Bertram ve Andrew Chitty’in derlediği Tarihin Sonu mu? Fukuyama - Marx – Modernite adlı çalışmada, ‘Tarihin Sonu2 merkezli tartışmalar farklı bağlamlarda yetkinlikle işlenmekte. (İmge, 2006)
7
Özbilinç
Hegel‟in düşüncesinde önemli bir yere sahip olan kavramlardan bir tanesi de kuşkusuz
„özbilinç‟tir (Alm: Selbstbewusstsein, İng: Self-consciousness) Özbilinç kavramı, esas
itibarıyla farkında olmak ile bilincinde olmak arasındaki farkta kendine özgün bir
konum bulur, yaptığı şeyin tam anlamıyla bilincinde olan, kendini bilerek eylemeyi,
moral bir özne olmayı (“agent”) sağlayan insani yeti özbilinçtir. Aynı zamanda
bilgimizin, bilinen şeyin bilgisiyle özsel bağlantısını kurmayı sağlayan yeti de yine
özbilinç‟tir. Hegel özbilincin sağladığı kapasite olarak durumlar için şöyle demektedir:
“… diğeri de kendi başına durandır, kendinde tamdır ve orada kendi dolayımıyla
olmayan hiçbir şey yoktur. (…) Diğerinde yaptığını kendi kendinde de yapmadan
diğeri dolayımıyla kendi için hiçbir şey yapamaz.”12
İşte bunu yapabilmenin imkânını sağlayan, önce Ben‟i o sonsuz ilişkiler içerisinde
kuran ve daha sonra diğer Ben‟ler ile dolayıma sokarak birbirlerini karşılıklı olarak var
eden yapı özbilinç sayesinde kurulabilmektedir. Ben-Bilinç-Özbilinç kavramları
arasında, birbirlerini tamamlayan bir süreklilik ve aynı zamanda da sonsuz ilişkiler
vardır. Özbilinç, bireyin kendini bireyler üzerinden, adeta bir prizma kırılması işlevi
görerek görmesini sağlamaktadır, bilincinde bir varlık olan insan, özbilincin sağladığı
yetiler ile birlikte diğerinde aynı zamanda kendini görür. Modern zamanlarda insana
ve topluma atfedilen “doğal olarak/doğası gereği bencillik”, “herkesin herkese karşı
savaşımı” gibi tariflemeler, oldukça yalın bir biçimde görüldüğü üzere, Hegel‟in
sisteminde ilkesel olarak reddedilmekte ve hatta netlikle aşılmaktadır. Bir başka ben
düşman olarak görüldüğü zaman, kişi aynı zamanda kendi beniyle de düşmanlık
durumunda kalacaktır denilebilir.
Tanınma
Hegel‟in Tinin Görüngübilimi‟nde de, genel olarak felsefesinde de herhalde üzerinde
en çok çalışma yapılan, Hegel adının geçtiği her yerde karşımıza çıkma ihtimali
oldukça yüksek olan, Hegel‟den hareketle kurulacak bir toplum/siyaset felsefesinde de
oldukça merkezi rolü olacak kavram „Tanınma‟dır (Alm: Anerkennung, İng:
Recognition)13
. Bu kavram aynı zamanda politik yanı öne çıkan Hegel felsefesinin üst
12
Tinin Görüngübilimi, §179, yayımlanmamış çeviri Doğan Göçmen
13
Çağdaş bir Alman filozof olan Axel Honneth‟in (1949-) 1992 yılında yayımlanan „Kampf um Anerkennung‟
(Tanınma Uğruna Mücadele) kitabı bu kavrama odaklanan kıymetli bir eserdir.
8
bir uğrağıdır da, zira onun etrafında diğer kavramların da odaklanmasıyla bir yapı
oluşmaktadır, böylece tasarım şeklini almış olarak ortaya çıkmaktadır.
“…Karşılıklı olarak birbirlerini tanıyarak kendilerini tanırlar.” §184
Yeni bir şeyi sıfırdan ortaya koyma iddiasından daha çok, “kendine gelme” üzerinden
yükselen bir „keşif‟ ve kendini bulma vardır burada. Yani, bir Ben, başka bir Ben‟in
dolayımıyla, özbilincinin sağladığı imkânlar aracılığıyla, onların dolayımdan önceki
Ben‟inden başka bir yapıdadır, hem elbette ki yapısını korumuş, hem de diğer Ben ile
birlikte genişlemiştir. Eski yapısını, Hegel‟in kavramıyla söylersek “Kapsayarak
aşmış”tır (“Aufheben/Aufhebung”). İşte bunların sonucunda da sonsuz sayıdaki
Ben‟ler, diğer Ben‟leri de eşitleri olarak kabul eder ve onları „Tanır‟. İşte Hegel için
Tanınma kavramsal soruşturmalarının adeta somutlandığı yerdir. Aynı şeylerin
söylendiği izlenimi edilmesi mümkün olan metinde, aynı şey açımlanarak, farklı
yönleriyle ele alınmakta, konu özelinde bunlar Tanınma uğrağı ile bir biçimiyle
kesişmektedir.
Tanınma, toplum tasarımının da merkezinde kendine yer bulabilecek çağdaş bir
kavramdır. Her türlü müzakereler ve sözleşme girişimlerinin olmazsa olmaz bir
momentidir. Kendisini, karşısında pozisyon almış bir başka birisiyle eşit olarak kabul
etmeyen bir hiyerarşi ilişkisinin altında, eşitlik kabulü olmadığı için, barışçıl bir
tasarımın zemini de yoktur. Hegel‟in soruşturması için, en genel anlamıyla “Doğanın
bir sezgisinden ziyade, insan bilincinin gelişiminin sezgisidir.” (Hyppolite 2010: 46)
diyen çağdaş bir Hegel çalışmaları yapan düşünür de buna işaret etmektedir. Kendine
gelme ve kendini bulma üzerinden, aynı zamanda toplum tasarımı da ortaya konmuş
olacaktır. Birbirlerini karşılıklı olarak Tanımaları aracılığıyla, sonsuzluğun içindeki
tikelleri de idrak edebilecek düzeye erişecek olan Ben‟ler, böylece özgürleşmenin
önündeki engelleri de aşmanın yoluna girmiş olacaklardır gibi görünmektedir..
Özgürlük, yalnızca bireysel bir gönderisi olan Ben ile sınırlı değildir, olamaz da,
Özgürlük, karşılıklı Tanınma(lar) aracılığıyla tam anlamıyla kavranabilecek olan bu
diğer Ben‟lerin toplamının da özgürleşmesi anlamına gelmektedir. Tanınma bu
anlamıyla düşünüldüğü zaman son derece politik ve özgürleştirici bir kavramdır,
elbette bu kavramsallaştırmayı yapan filozof olarak Hegel de bu perspektiften bir
özgürlük filozofudur.
9
Yüzleşme
Yüzleşme kavramı son zamanlarda ana akım siyaset tartışmalarından tutalım da, teorik
olan alana değin pek çok yerde karşımıza çıkan bir yapıya büründü, sıklıkla konuşulur
tartışılır oldu, ki bunun böyle olması son derece olumlu bir gelişme olarak
okunmalıdır. Yüzleşme kavramı, 2.Dünya Savaşı sonrasında yaşanan kolektif suçlar,
büyük katliamlar ve sonunda yaşanmış olan, belki de bütün bir insanlık tarihinin
gördüğü en dehşetli olayların başında gelen Yahudi Soykırımı sonrasının toplumsallığı
içerisinde oluşmuş / oluşmakta olan bir kavramdır14
. Genel olarak işaret ettiği sorun, o
büyük suçlardan, soykırımlardan sonra, nasıl bir toplumsal onarım mekanizması
geliştirmeli ki, toplum hala bir toplum olarak kalabilsin, toplum olabilmenin koşulları
ortadan kaldırılmasın, bir arada yaşayabilmenin zemini hala sağlam kalabilsin ve de
insanlar ortak bir gelecek inşa edebilecek zemini yaratabilsinler.
Bu kuşkusuz ki merkezine mağdur olan, katliamlara maruz kalanları almakla birlikte,
aynı zamanda onun adına yapılmış katliamlardan ve kolektif suçtan rahatsız olan,
onunla eylemdeki fail olarak ortaklık içerisinde olmayan, ancak yapanlarla da doğal
bir ortak kimlik tarafında yer alanlar için de büyük bir özgürleşme girişimi olacaktır, o
ağır yükün altından nispeten bile olsa kalkabilmeyi sağlayabilecektir. Osmanlı ve
Türkiye tarihi üzerine yaptığı çalışmalarla alanında oldukça bilinen, yetkin bir
akademisyen olan Erik Jan Zürcher (1953-), 24 Nisan 1915‟in seneyi devriyesi
öncesinde yazdığı bir yazıda, 1915 Ermeni Soykırımı özelinde her iki halkın da bir
yüzleşme sürecine girerek, hem kendilerini, hem de birbirlerini özgürleştireceklerini,
ancak bu tarihsel momenti kaçınılmaz olarak olacak olan yöntemle birlikte
demokratikleşebileceklerini söylemektedir:
“Soykırımı tanıma sadece Ermeniler için değil, Türkiye için de önemlidir. Taner
Akçam‟ın çok önceden söylediği gibi, eğer Türkiye daha demokratik, rahat ve
hümanist bir ülke olmak istiyorsa soykırımla yüzleşmek zorundadır. (…) Umalım ki
yüzüncü yıl tarihsel hakikatle yüzleşilmesi hikâyesinde Türklerin ve Ermenilerin
çıkarına yeni bir sayfanın açılmasına vesile olur.” (Zürcher 2015).
Bu toplumsal / tarihsel yüzleşme sürecin başında, hiçbir kuşkuya yer bırakmayan bir
açıklıkla Hegelci arka plan yer almak durumundadır gibi görünür: Tanınma. Diyalog
süreci ile başlayacak olan bu ilk adım, ayrı bir özne olarak, bir tarafın, diğer tarafı da
eşiti olarak görmesi, kabul etmesi ve temasa geçmesiyle başlayacaktır, müzakere
14
Karl Jaspers (1883-1969) Suçluluk Sorunu (İthaki Yayınları, 2015) adlı çalışmasında bu süreci anlatarak, en
geniş anlamıyla „İnsan Bilimleri‟ alanının bu konuda söyleyebileceklerini ortaya koymakta ve ustalıkla
tartışmaya müdahil olmaktadır.
10
süreçleri karşılıklı olarak eşitlik durumunu da doğal olarak varsayar. Konu hakkında
uzun bir zamandır araştırmalar yapan psikolog akademisyen Murat Paker‟in ele aldığı
temalar da, yazılarında adı geçmese de doğrudan Hegel‟in Tanınma açıklamalarında
çizdiği çerçeveyle son derece uygunluk göstermektedir: “Öteki ile başlayan yüzleşme
sürecimiz, dönüp dolaşıp aynada kendimize baktığımız, gereği gibi yapabilirsek
kendimize dair çok daha derinlikli ve sahici bilgi sahibi olduğumuz ve kendimizi
dönüştürebileceğimiz bir sürece doğru evrilir.”
Gördüğümüz üzere Paker, Hegel‟in Başka‟sının Ben‟inin, başkası üzerinden gelen
dolayım ile kendi Ben‟ini görmek olarak tariflediği durumu, çağdaş yüzleşme
tartışmalarına uyarlayarak aktarır, toplumsal bir sağlıklı kurulum ve düşünsel
bağlamda da sağlıklı özneler için, bunların yapılması gerektiği söyler.
Yüzleşme açıklamasının sonucu olarak, Hegel tarafından 1807 yılında yayımlanan
Tinin Fenomenolojisi adlı eserinde çizilen, Ben ve Başkasının Ben‟i / Öteki arasında
ilişkiye dair olan çerçeve hala güncelliğini korumakta, Tarihsel / Toplumsal çatışma
alanlarından psikoloji ( Jacques Lacan‟ın Ayna metaforlarının arkasında da Hegelci
öğeleri görmek mümkündür) ve fenomenolojiye (Edmund Husserl‟in Ben-Başkası
etkileşimi konusunda Hegel‟den hareket ettiği de oldukça açıktır) değin farklı
disiplinlerde karşımıza çıkmaktadır.
Özne için yaptığı özgün yorumuyla Hegel, bütün bu konularda belirleyici bir filozof
olarak karşımızda durmaktadır. Bu çalışmada buraya kadar, Ben kavramına yeni bir
bakış açısıyla Hegel‟in katkısını ve açtığı kanalı ele aldıktan sonra, Tarih kavramının
onun sistemindeki yerine oldukça genel bir bakış yaptık, sonrasında ise Yüzleşme ile
sistemsel bağlarını göstermeye çalıştık. Görüldüğü üzere Hegel‟in bütün bu konularda
söyleyediği ya da çıkarımı için potansiyelleri sunduğu ve sonrasında bunlardan
alınacak ilham için oldukça kıymetli, incelikli bir yaklaşımı vardır.
Sonuç olarak, gerek üzerine yazılan filozof, gerekse de seçilen konu için kısa bir
çalışma olan bu metinde, Hegel‟in belli başlı temel kavramlarına odaklanılmış, kısaca
açıklanmaya çalışılmıştır. Sistemli, somut ve birbirleriyle oldukça yakın bağlantıları
olan kavramların açıklanması, sadece bir tanesinin ele alınmasıyla mümkün değildir.
Her kavram ve anlatım, ancak bağlamı ve arka planıyla, yapılmak istenilen şey ile
birlikte düşünüldüğü zaman anlaşılabilir olacaktır. Hegel‟in diliyle konuşursak, gerçek
ancak ve ancak bütünlüklü bir yapının içerisinde kendine gelecek, kendini böylece
keşfedecektir.
11
KAYNAKÇA
-BERTRAM C. CHITTY A. (2006), Tarihin Sonu Mu? (Çev: Kamil Kurtul), Ankara:
İmge Yayınları
-BUMİN, Tülin (2013), Hegel, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları
-GÖÇMEN, Doğan (2009), Hegel‟in Felsefe Kavramı Üzerine Kısa Bir Deneme,
https://dogangocmen.files.wordpress.com/2009/07/hegelin-felsefe-kavrami-
uzerine1.pdf
-GÖÇMEN, Doğan (2015), Yayımlanmamış Tinin Görüngübilimi‟nden Çeviri
(Yayınlanmamış Ders Notları)
-HEGEL (1986), Vorlesungen über die Geschichte der Philosophie III, Suhrkamp
Verlag
-HEGEL, F. (2011), Tinin Görüngübilimi [Türkçe-Almanca] (Çev: Aziz Yardımlı),
İstanbul: İdea Yayınları
-HEGEL, F. (2013) The Phenomenology of Spirit (Tr: Terry Pinkard)
-HEGEL, F. (1995), Lectures On the History of Philosophy (Tr: E.S. Haldane ve
Frances H.Simson), Lincoln ve Londra: University of Nebraska Press
-HYPPOLİTE, J. (2010), Marx ve Hegel Üzerine Çalışmalar (Çev: Doğan Barış
Kılınç), Ankara: Doğu-Batı Yayınları
-JASPERS, Karl (2015), Suçluluk Sorunu (Çev: Emre Zeybekoğlu), İstanbul: İthaki
Yayınları
-PAKER, M. (2014), „Yüzleşme‟ bahsine giriş, (http://t24.com.tr/yazarlar/murat-
paker/yuzlesme-bahsine-giris,10204)
Son erişim 30.05.2015, 22:54
-PINKARD, Terry (2000), Hegel A biography, Cambridge University Press
-ZÜRCHER, E.J. (2015), Ermeni Soykırımının yüzüncü yılı vesilesiyle (Çev: Onur
Günay), http://zanenstitu.org/ermeni-soykiriminin-yuzuncu-yili-vesilesiyle-erik-jan-
zurcher/ (Son erişim 30.05.2015, 10:17)