Hacı Bayram’da Beden, Akıl ve Ötesi: Dini Bilginin Dayanaklarına ve Algı Araçlarına...

26
1 Hacı Bayram’da Beden, Akıl ve Ötesi Dini Bilginin Dayanaklarına ve Algı Araçlarına Bağlı Olarak Ortaya Çıkan Üç Farklı Yaklaşım İncelemesi Giriş Hacı Bayram Ankara’nın merkezinde, 14. yy’da yaşamış ünlü bir Sufi olan Hacı Bayram Veli’nin türbesinin ve camiinin olduğu, çok popüler dini bir merkezdir. Çevresinde çeşitli dükkanları da barındırır. Bu makale 2010 yılında, bölgede Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek tarafından çevre düzenlemesi, caminin büyütülmesi, hemen yanındaki gecekondu semtinin boşaltılması işlemleri yeni başladığı sırada, bu dükkanların üçüne odaklanarak yapılmış üç aylık bir alan çalışmasının ürünüdür. Hacı Bayram’da beni ilk çarpan şey gerek insan, gerekse mimari olarak taşıdığı çeşitlilik ve zamanların üst üste yığılımı oldu. Alan yüzyıllardır gelip giden veliler, deliler ve daha ortalama insanların duaları, acıları, istekleri, maddi ve manevi zevkleri, kavgaları ile yüklü ve yoğun. Caminin yapımı her ne kadar 15.yy’a dayanmakta ise de hemen camiye dayanmakta olan ve 1. yy’dan kalma bir yazıt da taşıyan Augustus mabedi kalıntılarını da eklersek bölgenin önemi daha çok ortaya çıkar. Melih Gökçek’in zıtlık ve “aykırılılıkları” en aza indirmeye yönelik olduğu izlenimini uyandıran son sürat “temizlik” ve “güzelleştirme” çalışmaları sonucunda ortaya ne gibi bir tablo çıkacağını, alanın böyle bir muameleye ne tepki göstereceğini şimdiden kestirmek biraz zor da olsa, şu anki haliyle hem çekici hem itici, hem ruhani hem cismani, hem dinginlik hem karmaşanın mükemmel bir birleşimi. Mimarinin insan üzerine etkisini yadsımak mümkün değilse de yüzyıllardır alana sinmiş olan o elle tutulamaz birikimin etkisinin buraya şu anda olduğu gibi çok farklı insanları çekmeye devam edeceğini, insanların görüş ve yaklaşımlarını değiştirmenin mimariyi değiştirmek kadar kolay olmadığını düşünüyorum. Serap Avanoğlu, Hacı Bayram’da Beden, Akıl ve Ötesi, Haziran 2010, Ankara

Transcript of Hacı Bayram’da Beden, Akıl ve Ötesi: Dini Bilginin Dayanaklarına ve Algı Araçlarına...

1

Hacı Bayram’da Beden, Akıl ve Ötesi

Dini Bilginin Dayanaklarına ve Algı Araçlarına Bağlı OlarakOrtaya Çıkan Üç Farklı Yaklaşım İncelemesi

Giriş

Hacı Bayram Ankara’nın merkezinde, 14. yy’da yaşamış ünlü bir Sufi olan Hacı Bayram Veli’nin türbesinin ve camiinin olduğu, çok popüler dini bir merkezdir. Çevresinde çeşitli dükkanları da barındırır. Bu makale 2010 yılında, bölgede Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek tarafından çevre düzenlemesi, caminin büyütülmesi, hemen yanındaki gecekondu semtinin boşaltılması işlemleri yeni başladığı sırada, bu dükkanların üçüne odaklanarak yapılmış üç aylık bir alan çalışmasının ürünüdür.

Hacı Bayram’da beni ilk çarpan şey gerek insan, gerekse mimariolarak taşıdığı çeşitlilik ve zamanların üst üste yığılımı oldu. Alan yüzyıllardır gelip giden veliler, deliler ve daha ortalama insanların duaları, acıları, istekleri, maddi ve manevi zevkleri, kavgaları ile yüklü ve yoğun. Caminin yapımı her ne kadar 15.yy’a dayanmakta ise de hemen camiye dayanmakta olan ve 1. yy’dan kalma bir yazıt da taşıyan Augustus mabedi kalıntılarını da eklersek bölgenin önemi daha çok ortaya çıkar.Melih Gökçek’in zıtlık ve “aykırılılıkları” en aza indirmeye yönelik olduğu izlenimini uyandıran son sürat “temizlik” ve “güzelleştirme” çalışmaları sonucunda ortaya ne gibi bir tablo çıkacağını, alanın böyle bir muameleye ne tepki göstereceğini şimdiden kestirmek biraz zor da olsa, şu anki haliyle hem çekici hem itici, hem ruhani hem cismani, hem dinginlik hem karmaşanın mükemmel bir birleşimi. Mimarinin insan üzerine etkisini yadsımak mümkün değilse de yüzyıllardır alana sinmiş olan o elle tutulamaz birikimin etkisinin buraya şu anda olduğugibi çok farklı insanları çekmeye devam edeceğini, insanların görüş ve yaklaşımlarını değiştirmenin mimariyi değiştirmek kadar kolay olmadığını düşünüyorum. Serap Avanoğlu, Hacı Bayram’da Beden, Akıl ve Ötesi, Haziran 2010, Ankara

2

Hacı Bayram öncelikle zengin dini ve politik yaklaşımların, farklı alemlerin birbiriyle iletişim ve rekabette olduğu, yan yana temsil edildiği bir alan. Hacı Bayram’ı keşfetmek, benim gibi İslam’ın Türkiye’de ne şekillerde yorumlanıp yaşandığını anlamak isteyen birisi için hazine keşfetmiş olmak gibi bir şeyoldu. Bu çalışmada üç dükkanda karşılaştığım üç kendine özgü yaklaşımı temsil eden, dini referans noktalarının ve algı araçlarının farklılığı dini yorum ve yaşantılarda da farklılaşma olarak kendini gösteren üç biçeme yoğunlaştım.

Araştırmamı görüştüğüm insanların evrenlerine nüfuz ederek yapmak istiyordum. Hemen ilk günlerde beni oranın yabancısı yaparak bundan alıkoyan, konuştuğum kişileri benden uzaklaştıran, ilişkimize tedirginlik veren iki engel olduğunu fark ettim: ilki dış görünümümdü, bu engeli ortadan kaldırmak için alana başımı örterek ve uzun etekler giyerek gitmeye başladığımda iletişimim kolaylaştı. İkinci olarak ise dindarlıkmodelleri ile ilgili o zamana dek edinmiş olduğum bilgilerden kaynaklanan beklentilerimin beni orada olup biteni gereğinden çabuk yorumlamaya ittiğini ve algılarımı kapattığını fark ettiğimde artık önyargılarımı olabildiğince boşaltarak alana gitmeye çalıştım. Bunlar dışında kendimi her bir dükkanın atmosferine uyumlanmaya, dükkancıların beni çektiği yöne doğru direnç oluşturmadan gitmeye bıraktım. Bu şekilde mekan ve insanların üzerimde yaptığı etki de bir veri kaynağı haline geldi.

Her bir dükkan zaman, tarih algısı, “din” ve “dünya” yorumu ve söylemin yoğunlaştığı alanlar açısından farklıklar gösteriyordu. Mutlaka benzerlikler, geçişmeler, örtüşmeler olsada ben farklılıklar üzerine yoğunlaştım. Benzerliklere kısaca değinmek gerekirse; dini yaşam ve gündelik yaşam arasında belirgin bir ayrımın yapılmaması, namaz başta olmak üzere temelibadet biçimlerinin takibine önem verilmesi, dini uğraşının disipline edici olduğu kadar haz verici bir işlevinin de olmasısayılabilir. Araştırmam sonucunda elde ettiğim malzeme beni bu üç farklı biçemi “bedensel”, “akılsal” ve “ötesi” şeklinde ayırmaya yöneltti. Bunların katışıksız olduklarını iddia etmem mümkün olmasa da her bir dükkanda söylemin, algının ve (dini) yaşantının merkezinde bir tanesinin öne çıktığını ve gerek Serap Avanoğlu, Hacı Bayram’da Beden, Akıl ve Ötesi, Haziran 2010, Ankara

3

bireysel gerek toplumsal konumlanma ve yapılanmadaki etkilerinin açık bir şekilde kendini gösterdiğini söyleyebilirim. Bu üç farklı alan yine hem disiplinin odağı hemde hazzın aracı idiler.

Birinci dükkanda algı, söylem ve yaşantı beden merkezli; bedenin görünümü ve davranışı disipline ediliyor, sınırlanıyor,hakimiyeti hiyerarşik bir zincirle bağlantı kurulan otoritenin eline bırakılıyor. Duygular bastırılmaktan çok otorite tarafından izin verilen sınırlar içinde ve biçimde hatta yükseltilerek açığa çıkarılıyor ve odaklandırılıyor. “Mutlak haz” öteki dünyaya ertelenirken burada onunla ilgili bol miktarda tahayyül üretiliyor. Bu erteleme yalnız disipline etmeyle ilgili değil, eşyanın gerçeğinin de bunu gerektirdiği, çünkü bu dünyanın eksiklik ve tatminsizlikle belirlenmiş olduğuvurgulanıyor. Zaman, tarih, duygular, yaşantı sabitlenmiş bir gerçeklik yorumuna dayandırıldığı için “bedenlenmiş” diyebileceğim bir şekilde ortaya çıkıyor. Bu yorum etrafında aynı şekilde sistemli, kurumsallaşmış bir organizasyon bedeni oluşturuluyor.

İkinci dükkanda algı, akıl ve muhakeme organları üzerinden çalışıyor. Söyleme hakim olan metin ve akla yapılan gönderme; düşünce ve yaşantı da metne göre yapılandırılıyor. Akıl metnin tasvir ettiği gerçeklikle somut bir olgu olarak ilişki kurabiliyor. Bedenle ve gerçeklikle ilişki akıl üzerinden kurulduğu için beden bir otoritenin değil aklın denetiminde. Akıl ise kendi kendisini inceleyerek denetliyor ve düşünceyle davranış arasında tutarlılık talep ediyor. Metin dışında sürekli üyesi olunan kurumsallaşmış bir organizasyona bağlılık söz konusu değil; kişiler, kurumlar sorgulanıp eleştiriliyor. Bu çalışma düşünceye olduğu kadar bedene de dinamizm veriyor.

Üçüncü dükkanda ise beden ve akıl, görüntüler dünyasının etkisialtındaki fiziksel yasalarla sınırlı alan olarak görülüyor ve algı, gerçeklik bilgisini elde etmek üzere bunların ötesindeki “birlik” alanına; “hakikat”e yöneliyor. Beden ve aklın da yalnızca birer parçası oldukları “görüntüler dünyası”nın “doğru” yorumu ve düzenlenişi, ancak hakikat ile bağlantı kurulması halinde mümkün görülüyor. Bu bağlantı “özel kişiler”

Serap Avanoğlu, Hacı Bayram’da Beden, Akıl ve Ötesi, Haziran 2010, Ankara

4

tarafından gerçekleştirilebilen ve aktarılabilen bir şey. Görüntü dünyasıyla ilişki bir otoritenin öne sürdüğü kurallar çerçevesinde değil, “edep” adı verilen, sınırları daha seyreltik olan davranış biçimlerine uyularak sağlanıyor. Beden ve akıl dünyası hoş veya nahoş olabilen ama çok büyük değer ve etki atfedilmeyen bir alan. Bu alanın aşılması veya etkilerininazaltılması bir disipline etme işleminden çok, “başka gerçeklik”in olduğu bilgisi, o gerçekliği algılama çabası ve oraya ulaşabilen kişilerle kurulan bağlantı aracılığıyla oluşanbir şey. Bu zaman ve mekanın ötesindeki “birlik dünyasından” bakabilen kişilerin “kalp”te -sezgisel alanda- neden olduğu yansımalar algının; onlarla kurulan bağlantı ise söylemin odağını oluşturuyor. Bedenli bir kişiye bağlılık söz konusu isede vurgu bu kişinin varlığına değil davet ettiği alana veya “hal”e yapılıyor.

Birinci Dükkan

Bu dükkanda benim için öne çıkan, karşılaştığım belli bir dinsel yaşantı biçemi ve sistemli bir kurumsal yapının varlığının yanı sıra, şahit olduğum sosyal problemler oldu. Gençlere ve kadınlara eksikliğini duydukları sosyal çevre, maddi destek, güven duygusu, sahiplenilme, yönlendirilme ve ilginin böyle bir yapıyla nasıl sunulduğunu gördüm. Her ne kadar bağımlılık ilişkilerine dayanıyor da olsa vaat edilen “kurtuluş”un bu kadar basit, yapılması gerekenlerin bu kadar belli olması dükkanın konukları için çok çekiciydi. Üstelik problemlerin sorumlusu olarak gösterilen “Ötekilerin CumhuriyetTürkiye’si” söylemi, isyan damarlarının yönlendirilmesi açısından çok etkiliydi.

Dükkan, iki kişi tarafından işletiliyor. Burada Said-i Nursi’nin1 kitaplarının yanı sıra onun en sevdiği koku olarak 1 Said-i Nursi (1878- 1960) İslam’ın rasyonalite ve bilimle uyumluluğunu savunan, dinin elden gitmekte olduğu ve kurtarılması gerektirdiğini öne süren aktivist bir dini liderdi. Onu izleyenlere Nur Talebeleri, akıma Nurculuk deniyor. Said-i Nursi’nin çoğunu Barla’da sürgünde iken yazdığı Risale-i Nur’un okunması cemaatin “ders” adını verdiği en vazgeçilmez uygulamalarındandır. Ölümünden sonra Nurculuk olarak bilinen bu harekette bölünmeler ortaya çıkmıştır. Fethullah Gülen hareketi şu anda Nurculuğun enSerap Avanoğlu, Hacı Bayram’da Beden, Akıl ve Ötesi, Haziran 2010, Ankara

5

tefarik-“toprak kokusu”, çocuklar için din kitapları, misvak gibi şeyler satılıyor. Fethullah Gülen ise halıya dokunmuş bir resmiyle temsil ediliyor. Adlarına Talip ve Talibe diyeceğim buiki kişi uzun yıllardır Said-i Nursi’nin kitaplarını satarak, yayarak ve verdikleri “dersler”de Fethullah Gülen cemaatinin takipçileri tarafından anlaşıldığı şekilde yorumlayarak harekete hizmet etmekteler. Yorum bir zorunluluk; çünkü kitapların dili Osmanlıca; Cumhuriyet Türkiye’sinde yetişmiş birisinin özel olarak Osmanlıca çalışmış olması dışında anlaması mümkün değil. Dükkanda yalnız Ankara’da bu derslerin yapıldığı 1000 kadar “evin” olduğu ve Fethullah Gülen hareketinin takipçilerinin dünya genelinde altı milyona ulaştığı söyleniyor. Cemaatin büyüme eğilimi gerçekten bu dükkanda da yeni kişilerin kazanılması yolunda gösterilen çaba ve başarıda görülüyor. Ziyaretçilere arkadaşları ve akrabalarını da getirmeleri, Hacı Bayram’a geldiklerinde uğramadan geçmemeleri, alışverişlerini buradan yapmaları tembihediliyor.

Bu dükkandaki konumum bir çeşit “talebe” olarak oturup derslerive bunun dışında olup bitenleri izlemek idi. Dükkana hemen hemen her gelene ya kazanılacak ya da ders verilecek bir kişi olarak bakıldığı için bu tarz benim seçimim olmaktan çok, dükkancıların bana yakıştırdıkları bir roldü. Topluluk İslamın açık, toleranslı, modern ve liberal yüzünü temsil ettiğini öne sürüyor olsa da, üç dükkan içinde en çok disipline edici, giyecek, yiyecek, çalışma, kadın erkek ilişkileri gibi gündelikhayatın düzenlenmesinde en sıkı gözetim ve denetim uygulayanıydı. Bütün bu şeylerin belli kuralları vardı ve neredeyse herkeste düzeltilecek, uyarılacak bir görüntü ya da davranış hatası bulunuyordu. Farklılıklara ancak amaca hizmet etmesi koşuluyla izin veriliyordu; bu “tolerans”ın sınırları topluluğun elitleri tarafından belirleniyordu. Üniversite eğitimi görenler övülüyor ve destekleniyordu. Ama yine de başını örtemeyenlerin sürekli tövbe ve “görünmez olmak için” dua etmeleri gerekiyordu. Aslında olması gereken tesettür, sadegiyim ve yalnızca erkeklerin kadınlara değil kadınların da birbirine bakmaması idi, kadın için en iyi yer eviydi.

güçlü kolu olarak devam etmektedir.Serap Avanoğlu, Hacı Bayram’da Beden, Akıl ve Ötesi, Haziran 2010, Ankara

6

Çocuklara yumuşak davranılması, gençlerin sabırla kazanılması vurgulanıyordu.

Talip, Hacı Bayram’a daha çocukken taşınmış ve o zamanlar yasakolduğu için gizli, sonradan açık bir şekilde Risale-i Nur’u dağıtmış. Talibe ise talipin kızı, Hacı Bayram Mahallesinde doğmuş. Talip’in Cumhuriyetin devrimleri ya da prensipleriyle çatışanlara karşı uygulanan idam cezaları ve baskılar hakkında bilgi ve hatıraları var. Ankara’da idamların yapılmış olduğu yer Hacı Bayram’ın çok yakınında imiş. Dükkana rastlantı eseri ilk kez gelen cemaat üyesi kadınlardan biri küçük oğlunun başına güneşe karşı korumak üzere kasket giydirmiş; bunun çıkarılması konusunda uyarının gelmesi uzun sürmüyor. 1926’da şapka takmayı reddettikleri için idam edilen İskilipli Atıf Hoca ve daha başkalarının anısına cemaatte şapkaya iyi gözle bakılmıyor. Cumhuriyet Türkiye’si bir baskı ve zulüm rejimi olarak ortaya çıkıyor. Buna karşın Osmanlı İmparatorluğu dönemiövülüyor; o zamanlar çeşitli din ve etnik unsurun barış içinde yan yana yaşayabildiği vurgulanıyor. Övgü ve yergiler ikinci dükkanda göreceğimiz gibi belli açılar veya belli dönemlerdeki değişkenlere göre değil, totaliter bir şekilde yapılıyor. İçinde yaşadığımız dönem “ahir zaman” olarak adlandırılıyor; yani kıyametten bir önceki dönem. Kötülüklerin, sapkınlıkların,zorlukların artması içinde bulunduğumuz zamana bağlanıyor, ama bu zaman aynı zamanda bu zorluklara rağmen kurallara uygun yaşayabilenlerin daha kolaylıkla cennete gidebilmelerini sağlaması açısından bir fırsat.

Dükkan gencinden orta yaşlısına pek çok kadının uğrak yeri. Gelenler ya arkadaşları tarafından getiriliyor, ya da satılan objeler nedeniyle Fethullah Gülen takipçilerinin dikkatini çekiyor; genellikle dersler için alıkonuyor veya doğrudan dersler için geliyorlar. Derslerden sonra şeker dağıtımını takiben özel konulara geçiliyor; ailede problemler, ruhsal ya da fiziksel rahatsızlıklar, gençlerin alkol, uyuşturucu ve yollarını kaybetmiş olma problemleri (bunların derslere gelmeyebaşlayarak kurtarılmaları umuluyor). Alevi bir erkek arkadaştankurtarılması gereken genç bir kız dile getirilen ve çözüm beklenen özel konular arasında olabiliyor. Bir kadının hangi koşullar altında çalışabileceği gibi sorular da sorulup cevap Serap Avanoğlu, Hacı Bayram’da Beden, Akıl ve Ötesi, Haziran 2010, Ankara

7

alınıyor. Kimin nerede oturduğu, ne iş yaptığı, hatta evinin kira mı kendine mi ait olduğu bile söz konusu olan konulardan.

Bireysel ve Toplumsal Beden

Nur talebelerine dersler genellikle “ikazlar” ve “müjdeler”den oluşuyor. Ziyaretlerimden birinde ders olarak okunan bölüm yinecennetle ilgili; cennette yaşlılık, hastalık gibi problemlerin olmadığı, bu dünyada ise her şeyin ancak bir süreliğine tatmin edilebildiği anlatılıyor. Talip kitaptan okunan kısmın açıklaması olarak Nur talebeleri için korku, endişe, vesvese olmayacağı, yedi günahı aramızda işleyenin zaten olmadığı, namazlarımızı kılıp abdestsiz de gezmezsek cennetin hazır olduğunu anlatıyor. Talebelerden daha kıdemli olduğu belli olanı tebessüm ve huşuyla “tabi, hiç vesvese olmaz; ben hiç abdestsiz gezmem…” gibi kitapçının söylediklerini kuvvetlendirici küçük ibarelerde bulunuyor. Dört m2’de 13 kişi oturuyoruz. Buraya 23 kişi de sığıyormuş. Sağımdaki solumdaki bedenlerden oluk oluk bir çeşit enerji akıyor; biri pır pır, huzursuz bir enerji, ama çoğu haz dolu. Oda bedenime yansıyan bir enerji ile yüklü, baskılama ya da hapsetme değil hissettiğim. Bana öyle geliyor ki umutlar, hayaller, aşk, övgü,korku, yergi, heyecan hepsi birleştirilip açığa çıkarılan yoğunduygu, mitleştirilen bir insana doğru yönlendirilirken gücü iyice büyüyor. Bu bağlamda bilginin toplumsal alanda kullanımı şeklinde tanımlayabileceğim politik uğraş, bireylerin doğrudan reel politika ile ilgilenmelerinden çok, istendiği gibi mobilize edilebilecek bir güç birikimi olarak düzenlenmeleri.

Kadınlardan biri “ders”in bitiminde gece gündüz hep korktuğunu,ne yapması gerektiğini soruyor. “Vehim” deniyor. Talip, abdest ve taharete dikkat etmesini tembih edip bir küçük dua kitapçığıveriyor. 2,5 lira. Kadın “5 lira da olsa olsun” deyince bir duakitapçığı daha veriliyor kendisine. Onları okuyarak vehminden, yani şeytanın kulağına fısıldadığı şeylerin etkisinden kurtulması lazım. Başkalarını kurtarma misyonunun yüceliği karşısında problemi olduğu için yardım isteyen birisine fiziksel ederinin çok üstünde küçük dua kartlarının satılabilmesi gibi, dışarıdan bakıldığında çok yadırganabilecekSerap Avanoğlu, Hacı Bayram’da Beden, Akıl ve Ötesi, Haziran 2010, Ankara

8

yöntemler “haklı” görülüyor. Talebeler aynı zamanda müşteri ve dükkanın satışları yüksek. Solumda oturan pır pırlı kadının 17 yaşındaki kızı 56 yaşındaki bir adam tarafından “kapatılmış”, gerçi dava edilmiş ama işler hemen sonuçlanmıyor.

Talip ve Talebe’nin “kurtarıcı” rolü onları hiyerarşide diğerlerinin üstüne çıkarıyor. Onlar aynı zamanda daha yukarıdakilerle dükkana gelenler arasında köprü. “Kurtarıcı”lıkdiğerlerini kurtarabilme kapasitesi ve bilgisine sahip olmayı, diğerlerini kendisine benzemeye davet etmeyi, yanlış hareketleri uyarabilmeyi ve denetlemeyi beraberinde getiriyor. “Kurtarıcı” aynı zamanda “kendini kurban eden”, “hizmet için yaşayan” kişi, bu onun eleştiriye tahammülsüzlüğüne neden oluyor. Talibe hafif bir serzeniş karşısında, “Böyle gelip sonra yüzümüze tükürüp gidiyorlar” diyor. Tepkisinin şiddeti beni şaşırtıyor, bu küçük eleştirinin onu gerçekten yaraladığını, söz konusu olanın güç savaşından daha derine giden bir şey olduğunu anlıyorum. Yaşantısını başkalarına hizmet etmek üzere düzenlemesi ve bunun için yaptığı fedakarlıkona güç ve gurur verse de takdir yerine eleştiri ile karşılanması kaldırabileceği bir şey değil.

Dini bilginin referans noktası tek bir insan ve onun oluşturduğu metin; onun yaşantısı ve tarih yorumu. Bu referans noktası hiyerarşik ve sistematik bir cemaat yapılanmasının da merkezinde duruyor. Bedene yoğunlaşılması acı, haz, beden bakımı, giyimi, cinsellik ve beslenmeye gösterilen ilgide olduğu gibi, kendisi de bir beden olan organizasyonlarında da ortaya çıkıyor.

Risale-i Nur’un okunmasıyla ve davranışların Risale-i Nur’u aktaran kişilerin gösterdiği çerçevede düzenlenmesiyle kurtuluşa gidileceğine, bütün problemlerin çözüleceğine inanılıyor. Sosyal alanın bireyler üzerine etkisi hakkında ne yapılacağı da tepeden aşağı doğru işleyen bir iletişim zinciri üzerinden düzenleniyor, nelere karşı ve hangi şartlar altında esneklik tanınacağı otorite tarafından belirleniyor. Esnekliğinsağlanmasına izin veren ölçü bireysel istek ve ihtiyaçlar değilhareketin amacı ve bu amaç ise yayılıp genişlemek, etki alanınıbüyütmek gibi görünüyor. Bireysel mutluluğa kurallara kesin

Serap Avanoğlu, Hacı Bayram’da Beden, Akıl ve Ötesi, Haziran 2010, Ankara

9

teslim olunduğu zaman ulaşılacağını bilmek ve olunmuyorsa hatayı kendinde aramak, kurallara daha çok sarılarak kendini düzenlemek gerekiyor.

İkinci Dükkan Bu dükkan beni önyargılarımla karşılaştırarak, Türkiye’deki tartışmaların “laik”, “şeriatçı” zıtlığı çerçevesinde sürdürülmesinin ne denli daraltıcı ve ön kesici olduğu, her ikitarafın da birbirini daha çok tanımak için çaba göstermesinin duvarların alçaltılmasında çok önemli bir işlevi olacağı kanaatine götürdü. Tanıma eksikliğinden kaynaklanan ötekileştirme sanırım her iki taraf için de geçerli.

Burası gerçek bir kitapçı; klasik Kuran tefsirleri, hadisler, fıkıh ve kelam eserlerinin yanı sıra çağdaş ilahiyatçıların kitapları da var, oldukça zengin ve alan olarak da ilk dükkana göre çok daha geniş. Bu dükkan iki genç adam tarafından işletiliyor. Satışlar düşük. Dükkana müşteriden çok resmi eğitimleri az da olsa yine hepsi de okumuş erkek arkadaşları geliyor; dini ve politik konular konuşmaların yoğunlaştığı alanlar. Burada ben de fikirlerimi söylemeye, tartışmalara katılmaya, okumuş olduğum kitaplardan söz etmeye, duruşumu ortaya koymaya teşvik ediliyorum, gözlemci rolünü almama izin verilmiyor, dingin ama göğüs göğüse bir karşılaşmayı tercih ediyorlar. Birinci dükkanda olduğu gibi özel hayatımla ilgilenmiyorlar ama düşünce yapımı tanımak istiyorlar. Kadınlara en azından entelektüel yetenekleri konusunda değer vermeyeceklerini düşünmekle yanılmış olduğumu görüyorum. Konuşurken doğrudan yüzüme ve gözlerime bakıyorlar; tarzları dinamik, dobra ve arkadaşça. Burak’ın konuşma tarzı, duruşu kendinden emin ve açık, cennet hayalleriyle, şatafatlı sözlerle, kandırmacalarla işi yok, arkadaşları onaylamasa da Hacı Bayram’ın bile “kurtulmuş” olup olmadığının bilinemeyeceğini söylüyor. Ortalama toplumsal ölçülerle bakıldığında eğitimi ve ekonomik durumu ile toplumun alt sınıf üyesi olsa da kendisini fakir ama eğitimli, gerçekten değerli şeyleri önemseyen, bilinçli; balık tutmak, yüzmek, yemek pişirmek, arkadaşlarıyla sohbet etmek gibi yalın zevkleri olan,

Serap Avanoğlu, Hacı Bayram’da Beden, Akıl ve Ötesi, Haziran 2010, Ankara

10

mert bir insan olarak sınıfsal kategorilerin ötesinde olarak tanımlıyor ve gerçekten öyle de algılanıyor.

Akıl

Akıl odaklılık, düşünsel alanlarla uğraşı, kitaplar, öğreti, düşüncenin denetimi ve düşünsel tartışmalardan alınan zevk şeklinde kendini belli ediyor. Genel olarak eleştirel bir duruşları var, özellikle modernite eleştirisi ve eski günlere yönelik bir özlem dile getiriliyor. Günümüz insanlarının ilim bilimle çok az ilgilendiğinden, kültürel ve dini bilgiye merakıolanların azlığından, insanların “bir boğaz, bir elbise merakı”na düşürülmüşlüğünden yakınılıyor. Burak; “Müslümanlar da Hıristiyanlar gibi rahibe gidip günah çıkartıp, sonra da cennete gitmeyi umacak duruma geldiler. Çok kişinin derdi kısa yoldan cennete gitmek. Bu cennet merakı bidat2” diyor. Atatürk’ü her açıdan eleştirmediğini ama birikimimizden bağımızın kopmasına neden olan dildeki değişiklikleri çok yanlış bulduğunu söylüyor.

Dükkanda en güzel medeniyetin İslam’da bulunduğu vurgulanıyor. Medeniyetin ölçüsü ise insanların güven içinde ve özgür yaşayabilmeleri. Özgürlüğün önündeki engel olarak maddeye bağımlılık ve güvensizliklerin artması öne sürülüyor. Burak toplumda var olan maddi ve psikolojik sıkıntılara bu sistemin çare üretemediğini belirtiyor; “Bir makinanın dişlilerinin kırılması gibi, artık bu makine çalışmıyor. Şeriattan korkma, Allah’ın adaletidir, şeriat Kur-an’a göre yaşamaktır, ama Kurananayasa değildir” diyor. Güvenli ve sağlıklı bir toplum oluşturmanın çaresi Kur-an’da yazdığı şekliyle şeriatı uygulamak, yasaları onun prensiplerine göre düzenlemek. Burak için Kur-an’a göre yaşamak akla ve özüne dönmek demek.

2 Bid'at, sonradan çıkarılan şey demektir. Bunlar ya âdette olur veya ibadette olur. Âdette bid'at, sevap beklenilmeden, dünya menfaati için yapılan şeylerdir. Âdette bid'at, bir ibadeti bozmazsa veya dinin yasak ettiği bir şey değilse günah olmaz. İbadette bid'at, Resulullahın ve dört halife zamanında bulunmayıp da, dinimizde, sonradan meydana çıkarılan, uydurulan inanışlara, sözlere, işlere, şekillere ve âdetlere denir. İbadetlere bid'at karıştırmak büyük günahtır. (Dinimiz İslam, http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=2728) Serap Avanoğlu, Hacı Bayram’da Beden, Akıl ve Ötesi, Haziran 2010, Ankara

11

En çok üzerinde durulan iki ibadet namaz ve tefekkür3. Burak namaz hakkındaki görüşünü şöyle dile getiriyor:“Bir erkek nasılbir kadına aşkını ifade etmek için gül verirse, namaz da bir güldür. Allah’ın insana verdiği bir güldür”. Bazen çok acı verici, zor bir işlem olsa da insanın her gün bir saatini içinedönüp hesaplaşma yapmaya ayırması gerektiğini söylüyor. Kendisini başkasına hesap verme ve korkma durumunda hissetmemesi bu çalışmasına dayanıyor. Bir müşteri onu dükkanda sigara içerken görünce “Devletten korkmuyor musun?” diye sormuş (kapalı umumi yerde sigara içmenin cezai müyeddidesi var). Burak korkmadığını, eğer soran korkuyorsa, bu onun Allah’tan korkmadığını göstereceğini söylemiş; “Allah’tan korkan başka hiçbir şeyden korkmaz”. Bana da eksikliklerimi fark edebilmem için her gün bir saatimi ayırıp içime bakıp kendimi sorgulamamı tavsiye ediyor. Prensiplerine bağlı yaşamak, yoluna baş koymak ve kendine bu konuda hiçbir kaçışa izin vermemek çok önemli.

Bu dükkandaki tartışma kültürünün gelişmişliği hemen dikkatimi çeken şeylerden biri oldu. Bu gözlemimi Burak’a aktardığımda, dükkana her çeşit insanın gelip her fikrin tartışıldığını, tek kuralın bağırmamak ve kalp kırmamak olduğunu söylüyor. Nurcuların her fikre açık olmadıklarına dikkat çekerek beni uyarıyor: “Onlarla konuşursan dikkat et, bir şey söyleme, keserler, geçen gün bir tanesinin dükkanına gidip konuşmaya çalıştım; başıma iş açılacaktı” diyor ve anlatıyor: “Ben, Risale-i Nur’u aslından okuyorum. Said-i Nursi’nin kitaplarına Kur-an tefsiri diyorsunuz ama bu hiçbir yerde yazmıyor; yalnızca 35 ayetin tefsirini yapmış, indir kitapları bakalım, dedim. Çok kızdı, yüzü kıpkırmızı oldu”. Arkadaşı Hakkı ise medreseli; kitaplara sonradan çok ekleme yapıldığını, Risale-i Nur’un aslında ince bir kitap iken, şimdi ciltler haline gelmişolduğunu, Said-i Nursi’nin hayatıyla Fethullah Gülen’in hayatını karşılaştırdığını ve benzerlik bulamadığını, FethullahGülen’in kaçanlardan olduğunu, bilgisini yetersiz bulduğunu

3 Tefekkür, dinimizde önemli bir ibadettir. Tefekkür, günahlarını, mahlukları ve kendini düşünmek Allahü teâlânın yarattığı şeylerden ibret almaktır. (Dinimiz İslam, http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=3904)Serap Avanoğlu, Hacı Bayram’da Beden, Akıl ve Ötesi, Haziran 2010, Ankara

12

belirtiyor ve ekliyor: “Takva4sahibi herkesin önünde ağlamaz, ağladığını Allah’tan başka kimse görmez, yoksa gösteriş yapıyordur.”

Bu dükkanın müdavimlerinin Fatema Mernissi’nin eski Arap geleneklerine dayandırdığı ve Al Biruni’den örnek göstererek açıkladığı “cedel” –deliller getirerek tartışabilmek üzere bilgi edinmek- kültüründen zevk aldıkları, bunun için yanıp tutuştukları söylenebilir. Fatema Mernissi cedel kültürü için şunları söylüyor: Al Biruni Hindistan’ı incelediği antropolojikmetni Hindistan’da Hinduizm’in İslamla taban tabana zıt olduğunubelirtiyor:

Tam da o kadar farklı oldukları için, diyor Biruni, Müslümanların Hint zihniyetini incelemeleri gerek, böyleceonları çözebilir ve onlarla tartışabilirler (CEDEL). … Mr Huntington’ı şaşırtacak şey Al Biruni’nin (11.yy) kendisiyle aynı sonuca varmamış olmasıdır. Al Biruni acele‘Uygarlıklar Çarpışması’ alarmı vermeye kalkmadı; Müslümanları, Hindularla başarılı bir şekilde iletişime girebilmeleri için onların zihniyetlerini incelemenin gerekliliği konusunda uyardı. Onu kitabını yazmaya motive eden şey şuydu: Din, bilim veya edebiyat meselelerinde Hindularla konuşmak isteyen (CEDEL) (Müslüman) kişilere Hinduların uygarlıkları temelinde tartışabilmeleri için yardım etmek” 5 (çeviri bana ait).

Söylemlerinde Batı eleştirisi önemli bir yer tutuyor. Müslüman ülkelerin başına Batı yanlısı ya da kuklası yönetimlerin geçirilişiyle Batlılara benzenmesi, dinin ve adetlerin 4 Takva, Allah’a inanıp, Onun emir ve yasaklarına riayet etmek, yani Allahü teâladan korkup haramlardan sakınmak demektir. Takva azimetle hareket etmek, fetva ise ruhsatla amel etmek anlamına gelir… “Bir günlük yiyeceği olmayanın, yiyeceği kadar sadaka istemesi caiz olduğuna fetva verilmiştir. Takva ve azimetse, hiç istememektir”. (Mektubat-ı Masumiyye 2/37) (Dinimiz İslam’dan http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=1297)

5 Fatema Mernissi, 2007 Weaving Peace into Globalization, Paper for the Casablanca Group Meeting "Women Weave Peace into Globalisation", http://www.mernissi.net/books/articles/casablanca_dream.htmlSerap Avanoğlu, Hacı Bayram’da Beden, Akıl ve Ötesi, Haziran 2010, Ankara

13

unutulması eleştiriliyor. Hakkı anlatıyor: “Batı her yere kendikurallarını getirdi, dedelerimiz Allah’a daha bağlıydı; şimdikigençlik uzak. Ben de ondört kardeşin içinden tek çıktım, babam hepimizi medreseye yolladı ama benim dışımda devam eden olmadı”. On yıl daha medreseye devam etmek istiyor; medreselerdini ilimlerin ve Arapçanın çok iyi bir şekilde tahsil edildikleri yerler.

Din araştırmaları konusundan Almanya’da Türkiye kökenli gençlerarasında yapılan dinsel eğilimlerle ilgili araştırmalara geçiyor; 11 Eylül’den sonra oluşan değişimlerden söz ediyoruz. Werner Schiffauer’e dayandırarak6 anlattığım, oradaki gençlerinartık geleneksel değil, daha bilinçli bir şekilde, daha çok okuyarak Müslümanlıkla uğraşıyor olmaları meselesini Burak dikkatle, sözümü hiç kesmeden dinliyor ve onaylıyor. Kendisi deilkokul mezunu olsa da çok okuyan bir insan. Ablası Almanya’da olduğu için oradaki Türklerin ikinci, üçüncü sınıf insan muamelesi gördüğünü biliyor. “Müslüman’dan terörist olmaz, ODTÜ’de filan arkadaşlarınız böyle söyleseler bile siz söylemeyin. Bir Müslüman, bir kadının veya çocuğun teline bile dokunmaz, esir alabilir ama kendisinden farklı davranmaz, kamplara filan kapatmaz. Onlar Müslümanların arasına sızdırılanajanlar” diyor. İsrail ve ABD politikalarından ve asıl teröristlerin onlar olduklarından, Filistin ve Irak’ta çocukların bile acınmadan öldürüldüğünden söz ediyor. Uzun zamandır Türkiye’nin de, Osmanlıların son iki yüz yılı gibi dışarıdan güdümlü olduğunu, AKP’nin de farklı olmadığını, tam olarak bu ifadeleri kullanmasa da onları “kırıtkan ve palazlı” bulduğunu belli ediyor. Sakin bir tavırla “Türkiye de Osmanlı gibi çökecek” diyor; “zaten dünya da çökecek” gibi sözü sulandırma çabalarıma hiç aldırmayıp, böyle kimin nereden çektiği belli olmayan, kişiliksiz, adil olmayan sistemlerin uzun süre ayakta kalamayacağını; o zaman Filistin’de, Irak’ta olduğu gibi herkesin başının çaresine bakmak durumunda kalacağını, çok kişinin kaçacağını, ancak “bir dilim ekmeğini paylaşan garibanların” savaşacağını anlatıyor. Hz Muhammed 6 Werner Schiffauer, (2006) Islamism in the Diaspora. The fascination of political Islam among second generation German Turks, WPTC-99-6, http://www.transcomm.ox.ac.uk/working%20papers/Schiffauer_Islamism.PDFSerap Avanoğlu, Hacı Bayram’da Beden, Akıl ve Ötesi, Haziran 2010, Ankara

14

zamanından çok esinlendiğini düşünüyorum, şimdi hiçbir otorite kabul etmese de öyle bir zaman gelirse gözünü kırpmadan ilk saflarda savaşa katılacağı belli. Zamanla ilişkilerinde geçmiş ve geleceğe karşı özlem olduğu görülüyor. Özlenen geçmiş öncelikle Asr-ı Saadet, Hz. Muhammed’in Medine dönemi. Bu adil ve paylaşımcı bir toplum düzeninin sembolü. İnsanların sınıflandırılmasında kullanılan ölçü etik; bir grup yiyip içip,düşünmeden yaşayanlar; diğeri neden yaşayıp, ne yaptığını sorgulayan ve insanlar için çalışanlar. “Mehdi” adaleti, “Deccal” zulmü temsil ediyor. Gelecekte Mehdi’nin “kurtarıcı” olarak gelip, Deccal’in adaletsizliğine karşı adaleti sağlayacağına inanılıyor; Burak bu inancını buna işaret eden pek çok hadisin olmasına dayandırıyor.

Burada ilk dükkandakinin aksine bireysel bir yaklaşım var; her bir insan bir cemaat üyesi olmaktan çok toplumsal adalet için ortak bir doğruda bir araya gelebilecek, dayanışma oluşturabilecek de olsa düşünceleri, yaşantısı ile birer birey.Bireysel bir kurtarıcı beklentisi ise görünmüyor; Burak, “Başlarına iş açıyorlar, karar alıp yapıyor sonra da pişman oluyorlar. Bazıları evliliklerinden dertli, gelip kurtar beni diyorlar; ben kurtarıcı mıyım? Kendin bir şey yapmışsın, artık kendin yoluna koyacaksın” diyor.

Üçüncü Dükkan Üçüncü dükkana adım attığınızda dışarıda ne varsa arkanızda bırakıyor, dükkan sahibinin dingin, telaşsız, kavgasız ve zamansız dünyasına giriyorsunuz. Bu dükkan anlattığı şeylerin onun için doğru ve değerli olduğu belli olsa da iddia etmeyen, yumuşak ama istemediği bir şeyi yapmaya zorlanamayacağı da belli olan bir saat ustasına ait (artık ondan “Usta” olarak sözedeceğim). Ustanın bedeninin ve zihninin tarafsız diyebileceğimkadar sakin olduğunu algılıyorum. 60 yaşlarında, dış görünüşü özenli; onu her gittiğimde ayakta tespihleri düzenler, tozunu alır veya ufak tefek onarımlar yaparken buluyorum; konuşurken de bunları sakin bir şekilde yapmaya devam ediyor. Koleksiyoncuların da ilgi duyabilecekleri çeşitli doğal malzemeden yapılmış tespih ve eski saatleri satıyor ve onarıyor. “İşin küçüğü büyüğü yoktur, önemli olan kimseye yük Serap Avanoğlu, Hacı Bayram’da Beden, Akıl ve Ötesi, Haziran 2010, Ankara

15

olmadan yaşamını sürdürebilmektir” diyor. Müşterileri genellikle orta yaş ya da üzeri erkekler, en çok tespih tamiri için geliyorlar; onlarla ilişkisinde nazik, ne çok yakın ne de uzak. Konuşma isteğimi önce çekimser karşılıyor, onu rahatsız etmeyeceğime kanaat getirince açık ve rahat davranıyor; sorularsorabiliyor karşılığında uzun anlatılar alıyorum. Kendini sık sık “menkıbeler”- hikayelerle ifade ediyor; bu yoruma açıklığı ve detaylı anlatı imkanı nedeniyle mutasavvıfların sık başvurduğu bir yöntem. Anlatılarında geçmiş, gelecek, ölüm, yaşam uzamsallığını kaybedip bir noktada toplanıyor, iç içe giriyor.

Önce bana Hacı Bayram’la ilgili kitap tavsiye etmek istiyor; ben antropologların bilgilerini kitaplardan çok doğrudan insanlardan derlediğini söyleyince yöntemi çok beğeniyor ve doğru buluyor; bilginin, bilgiyi yaşantılaştırmış insanlardan edinilmesi kendisinin de izlediği yöntem: “Bir insan hakkında 90 sayfalık bir kitaptan ne kadar bilgi edinilebilir? Oysa Allah hidayet edince insanların göğsüne çok zengin bilgiler doğuyor. ‘Büyüklerle’ sohbette kitaplardan edinilemeyecek bilgiler akar”. 12. yy’da yaşamış Abdül Kadir- i Geylani’ye dayandırılan İstanbul’daki bir dergaha bağlı. Evliyalar veya yollar arasında ayrım yapılmaması gerektiğini vurguluyor; “Hepsinin kökü birdir, hepsi Allah dostudur, kökleri AbdülkadirGeylani’ye dayanır ama Allah’ın içlerine doğurduğu bilgilere göre çeşitli dallara ayrılmışlardır, aynı ağacın dalları gibi; Rufailer, Kadiriler, Nakşibendiler… Herkesin yapısına göre daha çok yakınlık duyup izlediği bir tane olabilir” diyor. Dergahın şu andaki önderinin silsilesi de hem Kadiri, hem Nakşibendilere dayandırılıyor. İnsanların hangi kültürden olduğunun Allah için önem taşımadığını ifade ediyor; “Allah herdilden anlar, onun dili yok; Kürtçe, Türkçe, Ermenice fark etmez”. Ancak insanların farklı eğilimleri var; “Her yerden, herkesten herkes aynı şekilde etkilenmez; kimi bir yerde kimi başka yerde bulur aradığını, farklı insanlara bağlanır”. Bu farklılıkların nedenine dair bir açıklama yapmıyor. Birinci dükkanın aksine olgulara nedensel bir açıklama getirmek yerine,durum tespiti yapıp bırakabiliyor.

Serap Avanoğlu, Hacı Bayram’da Beden, Akıl ve Ötesi, Haziran 2010, Ankara

16

Usta’ya Hacı Bayram’da oluşu hakkındaki yorumunu soruyorum. Önce İstanbul Bahçelievler’deymiş saatçi dükkanı. Çeşitli yerleri dolaşmış, sonra 20 yıl kadar önce buraya gelmiş. Gülümseyerek “Dolaştırıp, dolaştırıp, sonra da buraya yolladılar” diyor. “Onlar” diye söz ettiği, olaylar da dahil her şeyin yaratıcısı olan Hak. Buradaki değişim onun için pek bir önem taşımıyor, “Belediye bir yer gösterirse oraya gideriz,ama biz bundan önce mi gideriz (ölümü kastediyor), ne olur belli olmaz” diye ekliyor.

Ötesi…

Bir önceki görüşte “kalptekileri yalnız Allah bilebilir”ken, burada kalptekiler evliyaların bilebilme sınırına giriyor ve kalbi her şeyden boşaltıp Allah’ın oraya yansıttıklarını seyretmek temel uğraşı haline geliyor. “Ölmeden önce ölmüş” yani kendi istek ve iradesini terk edip doğrudan Allah’a bağlanmış olan insanlar –veliler- aracılığıyla, bireysel istek ve iradenin gerçeği eğip bükmeye neden olan yanılsamalarıyla varoluş halinden geçip, bunların ötesindeki “hakikat”e, doğrudan Allah bilgisine ulaşmak isteniyor ve bu hakikatin beliriş yeri olan kalbe yoğunlaşılıyor. Gazali (1058- 1111) kalp kavramını şöyle açıklıyor:

Kalp, Allah hakkındaki bilginin doğduğu yerdir. O, bir çeşit cevherdir, insan hakikati onunla kavrar. Kalp, insanruhunun keşf ve sezgi gibi en yüksek derecesini teşkil eder. Ve bir ayna gibi eşyanın aslını kavrar. Kalp, akil (aklı başında, arif) kimseyi hayvandan, küçük çocuktan, deliden, ayıran bir mana taşır, maddî göz yani beden gözü dışı (zahiri) görür fakat içi görmez. Başkasını görür, kendisini görmez, sonluyu görüp sonsuzu kavrayamaz… O (kalp), başkasını idrak ettiği gibi, kendini de idrak eder. Ona, uzak-yakın birdir, eşyanın sırlarına nüfuz edebilir7 (Necip Taylan, 1989, s. 91).

Gazali, şeyler ancak kendi yapısından, cinsinden olanı anlayabileceği için, beden ve aklın kalbin gördüğü şeyi

7 Necip Taylan, Gazzâlî'nin Düşünce Sisteminin Temelleri, Bilgi-mantık-iman, İstanbul, 1989, s. 91Serap Avanoğlu, Hacı Bayram’da Beden, Akıl ve Ötesi, Haziran 2010, Ankara

17

göremediğini; ancak kalp cevherinin (tözünün) kişiye verilmesi halinde kalple bağlantılandırılan “sır” veya “batın”ın görülebileceğini öne sürüyor.

Usta, şeriat ve hakikat olmak üzere iki temel ayrım yapıyor; şeriattan mı, hakikatten mi bakıldığına bağlı olarak gerçekliğin yorumları değişebilir diyor. Zahir (dış, görünen) ve batın da (içyüz) şeriat ve hakikat ile ilintili kavramlar; zahir görüntüler düzlemi, batın ise bunun arkasındaki görünmeyen gerçeklik düzlemi ve zahirin doğuş yeri oluyor: “Zahiri görüntüdür, hakikat batındadır. Evliyaullah dış görünüşe bakmaz, blucin mi giymiş, başını mı bağlamış, o bunlara bakmaz; kalbi sarraf gibi görür”. “Büyüklerde” takva (Allah dışında her şeyden arınmış olmak), ilim ve tevazu (alçakgönüllülük) olduğunu; sarraf nasıl taşa sürtünce altının kaç karat olduğunu anlarsa, onların da insan kalbinin sarrafı olduğunu söylüyor. Dış görünüşle iç görünüşün her zaman birbirine uymayabileceğini, yanıltabileceğini ve hakikatin içleilgili olduğunu belirtiyor; “Cüppe, takke giyip bastonu elime alıp evliyayım diye ben de çıkarım ama içi kof”. Ancak davranışların hiçbir şey ifade etmeyeceği sanılmasın diye ekliyor: “Mevlana’nın dediği gibi ‘ne olursan ol gel, istersen bin kere bozmuş ol tövbeni’. Ama bu yanlış anlaşılıyor, umudunukaybetme demek. Yoksa ‘karakolda doğru söyler mahkemede şaşar’ gibi olmamalı. Samimi iman olmayınca tövbeler bozulur”.

Evliyanın içindeki sabit, değişmez ve sarsılmaz bir merkeze işaret ediyor. Bu onların Allah’tan başkasından bir şey beklememeleri ve her şeyi Allah’tan bilmelerinden, yani ortalama insan gibi pek çok şeye değil, sarsılmaz bir tek şeye bağlılıklarından geliyor:

Samimi iman sahibi, Evliyaullah dünyanın her yerinde aynıdır, dışarıya göre halini değiştirmez, çevreden etkilenmez. Onları Allah, bizi nefsimiz (ego) idare ediyor. Zahiren kendi iradeleriyle kararlar veriyor, davranıyor gibi görünürler ama cüzi (bireysel, parça) iradeyi bırakmış, nefslerinden vazgeçmişler, külli (bütünsel) irade onlarda belirmiştir.

Serap Avanoğlu, Hacı Bayram’da Beden, Akıl ve Ötesi, Haziran 2010, Ankara

18

Ortalama insanlar şeriat yani fiziksel varoluşu düzenleyen yasalar düzleminde yaşıyorlar, yalnızca zahire bakıyorlar ve onu anlamlandıramıyorlar. Tarikat, hakikate yönelmek isteyenlerin, “kalpleri açılanlar”ın girdiği yol; kalbin açılması ise Allah’ın lütfuna (gerekçesiz iradesine) bağlı. Usta tarikatla şeriat arasındaki farkı şöyle ifade ediyor:

Tarikat her şeyi Allah’tan bilmektir. Şeriat ise tam aksi her şeyin nedenini, niçinini sormaktır. Kamil (mükemmelliğe ermiş, olgunlaşmış) insan her şeyi yerli yerinde görür. Amentü duasında söylenen ‘Hayır da, şer de Allah’tandır’ ın gerçekten yaşanmasıdır. Biz de söylüyoruzama lafta; iman zayıf, lafta iman”.

Ama bunun uygulanmasının zor olduğunu ancak Allah’ın lütfettiği, “seçilmiş kulları” tarafından yapılabildiğini; bizlerinse şeriatta kalıp, hakikate geçemediğimizi; ancak heveseder, o seçilmiş insanları sever ve özenirsek onlara biraz benzeyebileceğimizi anlatıyor ve ekliyor: “Biz Allah’ı ancak İlme’l yakin biliyoruz, Ayne’l yakin, Hakke’l yakin8 bilenler var; her şeyde olduğu gibi, bunu da bir bilenden öğrenmek gerekiyor”.

Öğrenmenin üç yolunu tarif ediyor; birincisi evliyanın tavsiyelerini hayata geçirmek; “Bu söz dinlemekle olur, bileninsözünü dinlemekle; çalışmakla, okumakla olmaz. Evliyaullah’ın

8 İlme’l yakin: Bir şeyi tecrübe ve ispat etmeden, fakat tersinin de imkansız olduğunu bilmektir. İdrakin bu mertebesi şeklen zandan ibaret kalır. Duyuları bırakıp yalnız akıl ve mantıkla bir şeyi bilmek nasıl ilme’l yakin mertebesi ise, akıl hükümlerini kaldırıp yalnız duyuların tanıklığına uyarak bir şeyi bilmek de öyledir.

Ayne’l yakin: Bir şeyin şekil ve belirişlerini, değişim ve dönüşümlerini gözlem yoluyla bilmektir. Gözlem ve tecrübeye dayalı esaslardan başlayarak yapılacak akıl ve çıkarılacak türetimler, genelde insanlara nasip olan makbul ilim mertebesidir.

Hakke’l yakin: Marifet adını alan ilim şekli budur. Bu ilim mertebesi Gerçek’in gözlenmesine ve eşyanın özünün anlaşılmasına dayanır. Bu düzeye ulaşan vicdanlar her çağda ender bulunur. (Hacı Ahmet Kayhan, Ruh ve Beden,1991:327, Özdemir Ofset Basın Yay.San.Tic.Ltd.Şti, Ankara)Serap Avanoğlu, Hacı Bayram’da Beden, Akıl ve Ötesi, Haziran 2010, Ankara

19

sözünü dinlersen mürşidim var dersin, yoksa var ama sözünü dinlemiyorsun, işe yaramaz”. Çekilen sıkıntılar da öğrenmenin bir parçası; “Koruk, güneşte kalır, yanar üzüm olur, ateşi görmeden olmaz. Aslında kaderi üzüm olmak ama badireler atlatıpsabredecek”. Ona göre bu testler insanı gerçeğe, yani kendisinin ancak koşullu bir varlığı olduğu, bağımsız bir varlığı olmadığı; mutlak, koşulsuz varlığınsa Allah’a ait olduğunu anlatmak için. Bunun kabul edilmemesi acı, sıkıntı ve zulme neden olan şeylerden. Diğer öğrenme yolunu ise umreden yeni döndüğü için duyduğunu söylediği “manevi yorgunluk” kavramını anlatırken açıklıyor. Manevi yorgunluğun nedeni:

Halin geçmesi; böyle büyük insanlar ziyaret edildiğinde onların hali geçer insana. Umreden döndüğünde birkaç haftakendini hala orada sanırsın, rüyanda görürsün, tefekkür (derin düşünce) edersin. Bu insanlar mıknatıs, sen iğne; onlardan ayrılınca sen de bir süre mıknatıslı kalıyorsun. Onlar seçilmiş, Allah’ın şanslı kulları. Veysel Karani, Hacı Bayram Veli, bunlar çok seyrek çıkan insanlar, kolay yetişmiyorlar; onlar o kadar insanla uğraşıyorlar. Biz bazen karımıza bile dayanamıyoruz.

En büyük günah olarak addedilen Allah’a eş koşmak anlamına gelen “şirk” kavramını hakikat bilgisine ulaşmanın önündeki en büyük engel olarak açıklıyor:

Benlik iddiası, Allah’a ortak koşmaktır. İslam’ın beş değil, altı şartı var derler; bu altıncı şart haddini bilmektir. Allah bizi haddini bilenlerden etsin. Biz emanetçiyiz, hiçbir şeyin sahibi değiliz. Beden de senin değil, yoksa sahip çıkar hasta etmezdin. Neyi seviyorsan onunla denenirsin, karısını çok sevenin karısı, çocuğunu çok sevenin çocuğu elinden alınır; hiçbir şeye sahip olmadığımız için hiçbir şeyi elimizde tutamaz, tam olarak denetimimize alamayız. Allah’ın sözü olur. Dünyada kiracı

Serap Avanoğlu, Hacı Bayram’da Beden, Akıl ve Ötesi, Haziran 2010, Ankara

20

gibi yaşa, evinin9 kirasını düzenli ver, onu koru, ev sahibini üzme”.

Usta kurallardan değil edepten söz ediyor. Edep, yani sınırlar,hakikate ulaşmanın yanı sıra toplumsal yaşantıyı düzenlemek için de gerekli bir unsur. Eleştirileri İslamı yalnızca biçimsel olarak, yani kuralları dışsal olarak uygulayanlara yönelik: “En önemli iki şey edep ve helal yemek. Ağzına girene ve ondan çıkana dikkat edeceksin. En güzel örtü edep örtüsüdür”. Başkasının rızası olmadan ondan bir şey almamak, hakkını yememek, faizle para arttırmamak gerekiyor; “600 lirayaadam çalıştırıyorlar…” (bunun çok az olduğunu, hak yemek olduğunu kastediyor). Vicdan temizliği için yapılan hayır işlerini eleştiriyor; “Haramdan kazandığın parayı hayır yaparakhelale çeviremezsin. Burada yazılar asıyorlar; ‘Falanca yemek dağıtıyor’. Hayır gizli yapılır, verdiğin kişiyi rencide etmeyeceksin. Tevazu (alçak gönüllülük) olacak, örtünme. Tevazuörtündükçe artar”.

Bu anlatıda “örtünme” kavramının “edep örtüsü” ve “tevazu” bağlamlarında kullanılması tasavvufta sık rastlanan dışsal bir kuralın içsel anlamına dikkati çekmeğe iyi bir örnek oluşturuyor. Derviş menkıbeleri insanların birbirlerini dış görünüş ve hatta davranışlarına göre yargılamamaları gerektiğini vurgulayan hikayelerle doludur. Kurallara yani “zahire” takılıp kalanların dışladığı insanlar, evliya tarafından kabul görür; bazen oldukları gibi bırakılır bazen dedönüştürülürler. Bazense herkesin onaylayabileceği kişilere hiçyüz vermezler. Bunları onlarda başkalarının göremediği bir şeyigördükleri için yaparlar; Usta, evliyaların yani insanların kalbini görenlerin tepkilerinin diğer insanlardan ne kadar farklı olabileceğini açıklıyor:

Yuh Baba’yı bilir misin? Cenaze namazından sonra bazı cenazelerin arkasından ‘yuh!’ diye bağırırmış. Bir adam babasının arkasından ‘yuh’ dediği için ona çok alınmış.

9 Tasavvuf terminolojisinde ev, kalbin sembolü olarak kullanılır.

Serap Avanoğlu, Hacı Bayram’da Beden, Akıl ve Ötesi, Haziran 2010, Ankara

21

Yuh Baba da kalıbı atınca onun arkasından ‘yuh!’ diye bağırmış. Yuh Baba tabutu aralayıp ‘baban gibi gittiysek, bana da yuh olsun’ demiş.

Bir başka hikayeyle de zahiren problemli bir kişinin evliya tarafından kabulünü anlatıyor: “Bir evliya kapısına gelen bir sarhoşu kabul etmiş, onu yıkamış giydirmiş, beslemiş. Çevresindekiler onun bir sarhoş, günah işleyen biri olduğunu söyleyip, böyle kabulüne itiraz etmişler. Oysa o sarhoşun altından tertemiz bir insan çıkmış”.

Velilerin farklılığını “her şeyin Allah’tan olduğu bilinci” sayesinde sabredebilme kapasitelerine bağlıyor, onlara çok zulüm edilmiş olduğunu ama onların ses çıkarmadıklarını, bunun onların “imtihanı” olduğunu vurguluyor. “Her durumda sabır mı etmeli?” diye soruyorum. Sabretmenin uygun olmadığı durumların da olduğunu yine bir menkıbe ile anlatıyor:

Bir adam askere gitmiş, subay olmuş, yumuşak ve anlayışlıymış; erler kısa sürede onunla laubali olmuşlar, saygı göstermiyorlar, askerliğin kurallarına uygun davranmıyorlar, adam da zor durumda kalıyor, üzülüyormuş. Bağlı olduğu kişiyi aramış, durumu anlatmış, tavsiye istemiş. Cevap “Şeriatı uygula” olmuş. Subay bundan sonra çok rahat etmiş, erler kendilerini toparlamışlar.

Her insana anladığı dilde hitap etme gerekliliğinden söz ediyor. Şeriatla tarikat arasındaki bir farka daha işaret ettiği bu hikayede, şeriat genişlik karşısında sınırı aşanlara uygulanması gereken kurallar olarak anlam kazanıyor.

Onun “edep” ölçüsüne her şeyin yerli yerinde ve yaratılma gerekçesine uygun kullanımı da dahil. Buna göre beden, akıl ve kalbin kendilerine göre yerleri ve kullanım alanları var: “Allah’ın istediği çok bir şey değil, beş vakit namazını kılacaksın, işine gideceksin. Her şeyin hakkı var; gözün, kalbin, bedenin, hepsinin hakkını vereceksin. Allah’ın verdiği güzelliklere bakmak gözün hakkıdır. Allah bu güzellikleri nedenyaratmış düşüneceksin”.

Serap Avanoğlu, Hacı Bayram’da Beden, Akıl ve Ötesi, Haziran 2010, Ankara

22

Her şeyin Allah’tan olduğu inanışının edilgen bir beklenti gerektirmeyeceğini, debelenme değil ama belli bir çabanın gerekliliğini “Öhö demek gerek” şeklinde ifade ediyor. Ben anlamayınca yine bir menkıbe ile açıklıyor;

Bir adam Allah’ı imtihan etmek istemiş. Gerçekten dediğiniyapıp rızık veriyor mu bakalım, diye gidip kendini terk edilmiş bir eve kapatmış. Günler geçmiş bir şey olmamış, açlık ve susuzluktan perişan olmuş. Onu eve girerken görenbir kadın, bir daha çıkmadığını fark edip merak etmiş; birkap yemek ve su alıp adamın kapısını çalmış. Adam dışarıdaki tıkırtıları duymuş ama hiçbir çaba göstermemeyekararlı olduğu için sesini çıkarmamış. Kadın ‘herhalde bengörmeden gitmiş, ben de gideyim bari’ diye kendi kendine konuşmaya başlamış. Bunu duyan adam yemekleri kaçırmasın diye içeride olduğunu belli etmek için ‘öhö’ demiş. İşte böyle ben buradayım demek, öhö demek lazım, öksürmeden olmuyor.

Bir yoldaşı evinin bahçesinden kopardığı Isparta güllerinden getirmiş, öğlen yemeği için masa hazırlıyorlar –Cumadan dönerken kermesten aldıkları dolma ve gözleme-, çay yapmışlar. Beni de davet ediyorlar, ikisinin de yüzünde çocuksu diyebileceğim gölgesiz, katıksız bir gülümseme ve neşe var. Arkadaşlıklarının çıkara dayalı olmamasını diğer ilişkilere göre en ayrıksı özellik olarak ifade ediyorlar. Ziyaret ettikleri türbeleri anlatıyorlar; onların anlatısında Türkiye bir türbeler cenneti gibi görünüyor ve zaman, mekan, ölüm, yaşam iç içe giriyor. Bütün bu ücra köşelerdeki türbelerin dahiyerlerini bilmelerini “bir rehberleri” olduğu şeklinde açıklıyorlar.

Bazılarının yemeğe çok düşkün olduklarına geliyor söz bir şekilde, Usta “bu da hikayesiz kalmasın” diyor ve anlatıyor;

Bazı imamlar yemeğe çok düşkün olurlar. Bir imam bir evde misafirmiş, ‘sünnettir’ diyerek her masaya koyulanı silip süpürüyormuş. Evin küçük oğlu abdest alması için ona su dökerken imam ona adını sormuş. Çocuğun adı aslında Sünnetimiş, ama imam onu da götürüverir diye korkusundan ‘Adım Farz’ demiş.

Serap Avanoğlu, Hacı Bayram’da Beden, Akıl ve Ötesi, Haziran 2010, Ankara

23

Anlattıklarını okuduklarına, hatta inandıklarına değil yaşantılara dayandırması, bir “kendiliğindenlik” duygusunun oluşmasına neden oluyor. Diğer dükkanlarda rastladığım geçmişe veya geleceğe özlem, ya da zamanın yerilmesi onda görülmüyor: “’Asr-ı Saadet’ şimdi burada da yaşanabilir” diyor; bu onun için fiziksel koşullardan bağımsız bir yerli yerindelik ve mutluluk hali. Bu zamanın insanlarının mutsuzluk nedenini ise çok şey beklemelerine, varlıkları olsa bile hep yetersizlik duygusu içinde olmalarına bağlıyor.

SonuçBirinci biçemde, yaşantının kendisine dayandırılarak kurgulandığı şey olarak bilgi şöyle bir iletim zinciri izliyor:Hz Muhammed’in hayatı ve Kuran; Said-i Nursi, Fethulah Gülen, Büyük Abiler, karşılıklı iletişim halinde olunan kişi/kişiler. Bilgi öncelikle gerek toplumsal gerek bireysel gündelik yaşamı düzenlemesi, disipline etmesi açısından önem kazanıyor. Özellikle “cennet” vurgusuyla öne çıkan “öteki dünya” ise uygulanan disiplinin bir ödülü olarak bu dünyadaki eksiklik ve sıkıntılar olmaksızın yaşamın sürdürülebileceği veya bu dünyadaişlenen hatalardan ötürü ceza görülecek fiziksel bir alan. Kurallar bedene yönelik ve tartışılmaz, değişmez olsalar da yine bu zincirin yukarıdaki halkaları, “elitleri” tarafından gerek görüldüğünde bir ölçüde esnetilebilecek şeyler. Ayrıca tarihsel olaylara dayandırılan yeni kuralların üretimi de yine zincirin üst halkalarının insiyatifinde.

İkinci biçemde, bilginin iletim zincirinde bir zenginleşme oluyor: Kur-an, Hadis (Hz. Muhammed’in sözleri), sünnet (Hz Muhammed’in yaşantısı), ictihad (Hz Muhammed döneminden sonra, alimlerin ortaya çıkan soru ve gereklilikler doğrultusunda temel kaynak olan Kuran, Hadis ve sünneti yorumlama ve uygulamalarına dair anlayış ve kanaatlerini bildirdikleri metinve tartışmalar) ve akıl yürütme. İslam alimlerinin ürettiği bilgi zengin olduğu gibi, her konuda her zaman aynı fikirde

Serap Avanoğlu, Hacı Bayram’da Beden, Akıl ve Ötesi, Haziran 2010, Ankara

24

olmamaları belli kurallar sabit olsa da pek çok kuralın farklı yorumlarının olabileceği; kuralların ötesinde de düşünülüp anlaşılacak şeyler olduğu kavrayışını doğuruyor ve tartışmanın uygun görüldüğü bir alana izin veriyor. Öte yandan yeni kuralların üretilmesine karşı çıkılırken eskilerin olduğu gibi korunmasına özen gösteriliyor. Bilgiyi uygulamanın yanı sıra, konuşup tartışarak paylaşmak ve derinleştirmek her Müslüman’ın sorumluluğu olarak görülüyor. Bilgiyi algılayacak, işleyecek, çıkarımlar yapabilecek olan organ ise akıl. Akıl etkin bir şekilde kullanılıyor ve disipline ediliyor; anlama ulaşma, gerçeği arama yolu olarak kullanımına ek olarak, kendini ve davranışlarını inceleyerek bunların inanılanla ne derece uyum içinde olduğunu denetliyor.

Üçüncü biçemde bilgi insanlar aracılığıyla iletiliyor; bu iletizinciri peygamber ve onun ardından gelen, peygamber gibi Allahbilgisine ulaşabilen veliler tarafından gerçekleştiriliyor vebilginin ortaya çıkış yeri kalp. Hepsinin görev ve alanlarıfarklı olabilse de bütün bu veliler hiyerarşik ve çizgisel birardıllık içinde değil, birlik halindeler ve bilgilerini kaynağıbedenin ve zihnin bağlı olduğu fiziksel dünyanın ötesindeki“birlik aleminden” alıyorlar. Veliler eğer fiziksel olarakhayattaysalar halleriyle ve sohbetleriyle, değilseleryarattıkları alanla bu bilgiyi algılayabilecek durumda olankişilere iletiyorlar. Vurgu bir kişiye değil, pek çok kişiaracılığı ile iletilen bilgiye yapılıyor ve bu aktarılanbilgideki zenginlik olarak da kendini gösteriyor.Sınırlara uyma “edep” herkesten beklenen bir şey olsa da,hakikat bilgisine ulaşma arzusu iradeye değil bu bilgiyialgılayabilecek olan organın kullanıma açılmış olup olmamasınabağlı olarak görülüyor. “Dış”la “iç” arasında farkolabileceğine vurgu yapılıyor ve “hakikat” “dış”ta değil “iç”tebulunabilecek bir şey olarak görülüyor.

Her bir biçem birbirine benzeyen ve birbirinden ayrılan unsurlar taşıyor. Üçüncü yaklaşımda görülen bilgi kaynağı olarak insan vurgusu birincide de kendini gösterse de birincidetek fiziksel bir insana yönelikken üçüncüde o insanın hali ve ohalin kaynağının olan hakikat olması bu benzerliğin yanıltıcı olduğunu gösteriyor. İkincideki metin vurgusunda ise metnin Serap Avanoğlu, Hacı Bayram’da Beden, Akıl ve Ötesi, Haziran 2010, Ankara

25

anlamında bir sabite görünmesi, tek anlamlılık arayışı görünüyor. İkinci biçem, üçüncüde olduğu gibi dış ve iç arasında fark olabileceğine değinse de, bu dışarıdan bakan bir insan tarafından değil, ancak kişinin kendisi tarafından incelenip aynılaştırılması gereken bir olgu olarak kabul ediliyor. Birinci grupta son yıllarda Gülen Cemaati ile ilgili özellikle ingilizce yayınlarda görülen “sufizm” vurgusu bu araştırmada ortaya çıkmadı; ikinci grupta medrese eğitiminde tarikatlara da yer verildiği yolunda bilgiler alsam da yeterli veriye ulaşamadım. Araştırmaya yaklaşımlar arasındaki örtüşme ve ayrılıkları daha belirginleştirecek şekilde devam edilmesi, burada belirsiz kalan noktaları aydınlatmaya yardımcı olabilir.

Araştırmanın bulguları yaklaşım farklılıkları ve bunların mahiyetinin yanı sıra bir şeye daha işaret etmekte. Bu da günümüzde çok tartışılan “Politik İslam”, “kendi halinde İslam”ayrımlarına kesin çizgiler çizmenin ne derece zor olduğu. Her ne kadar üçüncü biçemi “kendi halinde İslam” kategorisine kolaylıkla yerleştirebilirmişiz gibi görünse de, tarikat bağlantılı bütün yaklaşımlar için bir genelleme yapamayız. Birinci yaklaşım ise daha net bir şekilde politik olsa da Türkiye ve Batı açısından bakıldığında farklı çıkarımlar yapmakmümkün. Türkiye açısından iktidardaki gücünü arttırmaya çalışanbir politiklik anlamına gelebilecekken; Batı için işbirliği yapılabilecek, Türkiye kökenli Müslümanların Batı toplumlarındaentegrasyonuna destek olabilecek, hatta diğer Müslümanlara örnek gösterilebilecek “ılımlı” İslam temsilcisi olarak görülebilir. İkinci yaklaşımda ise, söylemi politik olabilirken, birincide görülen şekilde bir güç birikimine yönelme görülmemekte.

Notlar:

1. Bilgi alınan kişilerin isimleri değiştirilmiştir.

Serap Avanoğlu, Hacı Bayram’da Beden, Akıl ve Ötesi, Haziran 2010, Ankara

26

2. Kavram açıklamalarında ikinci ve üçüncü dükkan için başvurulan kaynakların onların çizgisinde olmasına dikkat edilmiştir.

Serap Avanoğlu, Hacı Bayram’da Beden, Akıl ve Ötesi, Haziran 2010, Ankara