Ekoloji ve Sol

23
Ekoloji ve Sol Türkiye’de ekolojik krizin derinleşmesine paralel olarak sosyalistlerin de ekolojik krize olan ilgisi artmıştır. Her ne kadar bu “kriz” sözcüğünün başına getirilen ekoloji kelimesinin anlamlandırılmasında, sol sosyalistler açısından tam bir netlik içermediği düşünülecek olsa da en genel anlamda kapitalist uygarlığın doğayı yağmalaması ve doğanın maddi güçlerini yok etmesi olarak okunduğu söylenebilir. İkinci dünya savaşı sonrasında toplumların üzerine çöken bunalım ve arayışlar, yaşamın anlamlandırılması ve felsefenin bu anlamlandırma çabaları üzerine katkıları politik ekoloji hareketlerinin de düşünsel kaynaklarını zenginleştirmiştir. 1970 ve 80’li yıllardan başlayarak sosyalistlerin ekolojik kriz üzerine değerlendirmeleri ve Marksizmi bu sorunlarla birlikte güncelleme ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Buna karşın ekolojik kriz üzerine analizlerinin Türkiye’de 80’li yılların sonu ve 1990’lı yılların başından itibaren teorik ve ideolojik boyutlarıyla tartışılmaya ve toplumsal bir güç olarak yeşil ve çevre hareketlerinin ortaya çıkmasına paralel olarak çeşitlendiği de

Transcript of Ekoloji ve Sol

Ekoloji ve Sol

Türkiye’de ekolojik krizinderinleşmesine paralel olarak sosyalistlerin de ekolojik krizeolan ilgisi artmıştır. Her ne kadar bu “kriz” sözcüğünün başınagetirilen ekoloji kelimesinin anlamlandırılmasında, solsosyalistler açısından tam bir netlik içermediği düşünülecekolsa da en genel anlamda kapitalist uygarlığın doğayıyağmalaması ve doğanın maddi güçlerini yok etmesi olarakokunduğu söylenebilir. İkinci dünya savaşı sonrasındatoplumların üzerine çöken bunalım ve arayışlar, yaşamınanlamlandırılması ve felsefenin bu anlamlandırma çabalarıüzerine katkıları politik ekoloji hareketlerinin de düşünselkaynaklarını zenginleştirmiştir. 1970 ve 80’li yıllardanbaşlayarak sosyalistlerin ekolojik kriz üzerinedeğerlendirmeleri ve Marksizmi bu sorunlarla birliktegüncelleme ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Buna karşın ekolojik krizüzerine analizlerinin Türkiye’de 80’li yılların sonu ve 1990’lıyılların başından itibaren teorik ve ideolojik boyutlarıylatartışılmaya ve toplumsal bir güç olarak yeşil ve çevrehareketlerinin ortaya çıkmasına paralel olarak çeşitlendiği de

belirtilmelidir.[1] Özellikle 1990’lı yıllardan itibaren“ekoloji tartışmalarının” önemli düşünce kaynaklarının Türkçeyekazandırılması da sosyalistlerin ekolojik krizle ilgilitahlillerinin şekillenmesinde etkin olmuştur.

Bununla birlikte her gün yaşamın her anında etkisi giderekhissedilen küresel iklim değişikliği, kuraklık, çölleşme,türlerin yok olması v.b sorunların giderek politikanın önemliuğrak noktalarından biri haline gelmesi de sosyalistlerin bukonulardaki duyarlılıklarını arttırmıştır. Ankara’da yaşanansusuzluk konusunda, Halklar ve Özgürlükler Cephesi’nden AnkaramPlatformuna kadar pek çok örgüt faaliyet yürütüyor. NükleerSantraller karşı mücadelenin içinde ÖDP, SDP gibi politikaktörler etkin görevler alıyor. İklim değişikliğine karşımücadele, DSİP ekseninde, Kyoto Protokolü imzalansınkampanyalarına dönüştürülüyor. Maden karşıtı mücadelelerde pekçok sosyalist yapı süreci örgütlemeye çalışıyor.

Bununla birlikte “ekoloji” sözcüğünün çok anlamlılığı vegiderek “ekolojik kriz, ekolojik politika, ekolojik yok oluş,ekolojik toplum” örneklerinde olduğu gibi belli bir siyasalaidiyet ve siyasallaşma biçimine atıf yapan kategorininsosyalistlerin düşünme ve eyleme pratiklerinde ne kadarbelirleyici olduğu ise hala tartışmalıdır.

En temelde insanın toplumsallaşma sürecinin, kendini var etmekoşullarının ve kendini yeniden üretme sürecinde doğaylakurduğu ilişki üzerinden kuran pratiklerin ve teorilerinheterojen bileşkesi olan ekoloji düşüncesi şu ya da bu biçimdesosyalist solu etkilemiştir. Kimi kez mesafeyle kimi kez deyeni bir “söz” ruhuyla yaklaşılan bu düşüncenin felsefi veideolojik kaynaklarına uzun uzadıya girmek bu yazının kapsamıdışında kalacaktır. Ancak sosyalist sol açısından, “ekolojikkriz” eninde sonunda bir toplumsal mücadele ve örgütlenmedinamiği de sağlamaktadır. Ekolojik krizin kavranışı, teorikdüzeyde ekolojik siyasal hattın şu ya da bu noktasıyla temasıda zorunlu kılmaktadır.  Ancak bu 2000’li yıllarla birliktesosyalist solun yeni söz ve eylem çizgisi inşa edip edemeyeceğikonusunda derin şüpheyi de beraberin de getirmelidir. Yenisorunlar karşısında Marksizmi yetersiz bulup ekolojikdüşünürlerin cephaneliğine dalan sosyalistlerden[2],Marksizmin içinde ekolojizm[3] arayan sosyalistlere kadarşenlikli bir dönemeçte olduğumuz söylenebilir. Ancak bunlarla

birlikte kapitalizmin sınıfsal bir eleştirisi ekseninde,“doğanın sınırları” tartışmaları da bugün için en tutarlı krizanalizi olarak güncelliğini korumaktadır. Elbette 2003 yılındaAbdullah Öcalan’ın İmralı da Bookchin’i yeniden keşfetmesi vekürt özgürlük mücadelesinin birden “ekolojik demokratik toplum”perspektifini kurmaya başlaması da bu doğrultudadeğerlendirilmesi gerekir.[4]

Sosyalizm mücadelesi elbette Marksizm ile sınırlı değildir amaMarksizmin sınıfsal ve toplumsal çelişkileri aşma konusundakireferansları da yeni “toplumsal hareketçilik” sosyalistlerebulaştıkça sınıf analizleri de tartışmaları da rafakalkmaktadır. Ekolojik kriz kimi sosyalist kesimlerde sınıfanalizleri düzeyinden, yeni toplumsal hareketlerin tartışmadüzeyine kaymaktadır.[5]  Bu çalışmada ise 2000’li yıllarlabirlikte Türkiye’de sosyalist siyasal partiler ve hareketlerde“ekoloji meselesinin” nasıl algılandığı ve pratiğedönüştürüldüğü açığa çıkartılmaya çalışılacaktır.

Tabi ki bu algıyı derinleştirirken de özellikle Türkiye çevreve yeşil hareketine kısa bir temas yapılarak sosyalistlerin buhareketlerle ne düzeyden bir ilişki kurdukları daaçımlanacaktır. Bununla birlikte özellikle Marksizmi yenilemegirişimleri ve yeni toplumsal hareketçilikle birlikte yükselensosyalizm algısının, yeni bir sol tahayyül geliştirmeye yeterliteorik açılımı sağlayıp sağlamadığı özellikle 2000’li yıllardansonra kurulan sol sosyalist parti programlarına bakılarakokunmaya çalışılacaktır. Günümüzde teorinin giderek daha fazlaönem kazandığı ve toplumsal bir pratikle iç içe geçmiş birteoriye duyulan ihtiyaç, yeni dönemin sorunlarını karşılamakadına girişilen çabalar da ekoloji mücadelesi ya da ekolojistbakış açılarının referansının bir belirleyici olup olmadığıanlaşılmaya çalışılacaktır. Bu noktada da kimi zaman yaşanılandeneyimlere ve mevcut parti programlarına sadık kalınacaktır.

1.EKOLOJİK KRİZİ ANLAMAK

 Ekoloji hareketi, bugün için temelde siyasal bir emek hareketiolarak inşa edilebildiği ölçüde, bugün güncel olarak yaşananteorik sıkışmışlığı aşma konusunda bir adım atılmışsayılacaktır. Bu nedenle de ekolojik krizi salt bir çevresorunu olarak kavrayan yaklaşımların eninde sonunda giderekemek hareketinden uzaklaşacaklarını görmeleri gerekir.

Ekolojik krizi kapitalizme özgü bir sorun alanı olarakkavramsallaştırma çabası günümüzde yaygın kriz tahlili olarakön plana çıkmaktadır. Bu kimi kez bir üretim ve toplumsallaşmabiçimi olarak anlam kazansa da aslında en genel de kapitalizmeekonomik bir model olarak yaklaşan görüşlerin etkisiyleşekillendirilmektedir.  Oysa “İnsan kendi tarihini yazmayabaşladığı, geçim araçlarını ve dilini ürettiği günden beri,toplumsal yaşamımızın varlık koşullarına kavuştuğu emeksürecinde, emeği dolayımıyla doğayla gerilimli bir ilişkikurmuştur. Toplumsal yönüyle bu gerilim tekil bir varlık olarakinsanın “doğayla mücadelesinden” değil, emek sürecindetoplumsallaşan insanın toplumsal ilişki kurma biçimlerindenkaynaklanır. Bu toplumsal ilişkiler ağında insanın evrimidoğaya rağmen değil doğayla birlikte bir evrimdir.  Toplumsalolanın örgütlenme tarzı insanı ve doğayı birbirlerine paralelama birbirlerine indirgenemez tarzda belirler. “Toplumsalörgütlenme” doğayı ve insanı karşı karşıya getiren bir olgudeğildir. Ama toplumsal örgütlenmenin biçimi, üretimi, yenidenüretimi, evrimi ve ideolojisi insanın ve doğanın yok oluş veyabirlikte yaşama koşullarının zeminini oluşturur.”[6]

Bu açıdan söylenebilir ki ekolojik kriz, insanın doğaylabirlikte özgürleşme çabasının, kendini yeniden üretirkentoplumsal bedeni olan emeği nasıl yeniden üretebileceğine dairsorun alanlarında filizlenir. Ekolojik kriz, tek başınakapitalist ekonominin yağmacı görünümünün ortaya çıkardığı birnesnellik durumu değildir. Bu açıdan da ekolojik krize yanıtaranacak yer, iktisadın dolambaçlı yolları değil, siyasetinkuruluş biçimindedir. Elbette ki burada siyaset diyevurguladığım, toplumsalın kendini kurma faaliyetidir ve buaçıdan da ekonomi politiği dışlamaz. Bu nedenle ekolojik kriz,toplumun kendini üretme yeniden üretme sürecinde emeğintoplumsallaşma karakterlerinde ortaya çıkan ontolojik birsorundur. Bu açıdan her üretim tarzının kendine özgü “ekolojikkrizleri” vardır. Bugün ise ekolojik kriz kapitalizmkoşullarında biçimlenmektedir. Bu açıdan ekolojik krize bueksende üç odaktan yaklaşılabilir.

1.1.ONTOLOJİK AÇI- Bedenin ve Doğanın Yarılması:

Ekolojik kriz tartışmaları ya da bunalıma ilişkin kavramlaştırmalardakiçözümlemeler farklı eksenler doğrultusunda yapılmaktadır. Buçözümlemelerden en keskini ve hemen dile geleni, insan ile doğa arasındaki

ontolojik bir karşıtlıktan referansla yapılmaktadır. İnsan doğanın dışındabir gerçeklik olarak ifade edilirken, onun “doğaya yabancı” etkinliklerininekolojik krize neden olduğu imlenmektedir. Bu yaklaşım da sosyalistlerarasında giderek yaygınlaşan ve özellikle iklim değişikliği tartışmalarınınve yürütülen mücadelenin ana akslarından biri olamaya başlamaktadır.Özellikle iklim değişikliğinin “insan kaynaklı” olduğu vurgusu, “insanı”tüm tarihsel ve sınıfsal kökenlerinden kopartmaktadır.

Bu şekilde sorunun nedeni tüm bir insan uygarlığı olarakgenelleşerek, sorun çözümsüzlüğe itilmektedir. Bu insanı doğadışında tanımlayan, ilişkiselliği görmezden gelen,  tam da bunedenle de onu biyolojik bir varlığa indirgeyen biryaklaşımdır.[7] Her şeyden önce şunu belirtmekte yarar var,insanın bilinçli faaliyetleriyle doğayı değiştirmesi her üretimtarzında farklı etkilere, sonuçlara neden olabileceği gibifarklı nedenlerden de kaynaklanabilir. [8]

Bu faaliyetler üretim ilişkileri ölçeğinde ve belirli birüretim tarzında anlamlandırılabilinir. Bu gün için beden vedoğa arasındaki yarılmanın kökeni verili üretim-tüketim veyeniden üretim tarzıdır. Bu süreçte ekolojik kriz, toplumsalbedenin sınırlarına kadar genişlemiştir. Bu demektir ki,ekolojik kriz karşısında toplumsal emeğin, yaşam mücadelesiörgütlenmelidir. Bu nedenle hareketin kapsamına hem canlıbedeni hem de toplumsal bedeni girmektedir. Bu açıdan siyasalözne, bedenin ve doğanın cisimleştiği toplumsal emeğin var olmadüzlemlerinde açığa çıkacaktır. Bu açıdan, ekolojistler vesosyalistler, her şeyden önce, sorunun kökenine, “insanı” değilbu insanın biçimlendiği tarihsel ve toplumsal koşullarıalmaları gerekir.

1.2. KAPİTALİZMİN TARİHSELLİĞİ- Üretim ve YönetiminParçalanması

Ekolojik krizi anlamlandırma çabası, bir yandan kapitalizminyıkıcılığını da karakterize etme çabasıdır. Bu açıdan söylemekgerekir ki, kapitalist üretim tarzının belirleyici özelliğiüretim araçları mülkiyetinin burjuva sınıfının elinde olması vehalkın toplumsal üretim araçlarından yoksun kalmasından dolayıemeğini, iş gücü olarak piyasada satmak zorunda kalmasıdır.[9]  Bu meta düzeni kullanım değeri yaratma mantığına göre değil herseferinde daha fazla değişim değeri, kar elde etme mantığıüzerinden işler.

Daha fazla kar elde etme mantığına dayanan kapitalizm üretimiçin gerekli olan girdileri ya da maliyetleri en düşük seviyedetutma refleksini de sistemin mantığı gereği barındırır. Emeğiniş gücü olarak satın alındığı bu koşullarda doğa varlıkları daucuz hammadde olarak mübadele değerinin masraflar hanesindeniceliksel değerlere dönüştürülür. Emeğin bu doğal ve toplumsalformlarının, kullanım değerinin bu bileşenlerinin sermayebirikimi sürecine tabi olması ve birikim zorunluluğununkapitalist üretim tarzının motoru haline gelmesi eş zamanlıişleyen bir süreç ve ilişki olarak kavranmalıdır. Kapitalistüretim bu nedenledir ki aynı zamanda kendi maddi üretimkoşullarını bozmaya meyillidir. Sermeyenin büyümesi bu maddigerçekle mümkün olabilir.

İnsan ile doğa arasında ontolojik bir uçurum açan kapitalistyaşam, büyüme ideolojisini de ülkeden ülkeye, bireyden bireyekanserli bir hücre gibi yayar. Ülkeleri kalkınma ideolojisinincenderesine aldığı gibi kişileri de elde etme ve sahip olmaduygusunun esiri yapar. Sahip olmak diğer tüm duyguların yerinialdığı ölçüde de sermaye kendini yeniden üretir.

Arzu edilen ama ulaşılamayan nesneler dünyasında, nesnelere herulaşma yeni bir sahiplik ilişkisi doğurur.  Kişiler arasıilişkinin metalar arası ilişkiye dönüşmesiyle tatmin edilemezihtiyaçlar evrenini de ideolojik olarak kendi döngüsünü venesnesini yaratmış oluyor. Bu şekilde evrensel ihtiyaçlarkategorisi de yaratılmış olur. Bundan sonra da “Tüketici”olarak kodlanan geniş yığınların tek bir uğraş alanı kalır:“daha fazla tüketmek”. İnsani yetenekler, boş zaman ve hazzınkesişimi bir etkinlik olarak çalışma alanından kopartılıp,ideolojik olarak tüketim nesnelerinin ruhlarınagiydirildiğinde, “herkesin yeteneğine göre herkese ihtiyacıkadar” ufku da basit bir ihtiyaçlar sistemi haline gelir.

Kapitalizm üretim ve yönetim arasındaki sınıfsal çelişkiyiderinleştirdikçe, toplum giderek kendi toplumsal bedenine –emeğine ve onun maddi var oluş koşullarına yabancılaşır. Buaçıdan bugün bir yandan sosyalistler için, taban hareketiolarak tarif edilen aktörler aslında doğrudan birer emekhareketi olarak gelişmek zorundadır. Çünkü eninde sonunda,tarım, ormancılık, maden, enerji, su, havanın.. metalaşması,birer sektöre dönüşmesi aynı zamanda, geniş toplum kesimlerininde proterleşmesine yol açmaktadır. Ya da tam tersinden bu

proleterleşme süreci, emeğin maddi varlık koşullarını yoketmektedir. Bu açıdan söyleyecek olursak, ekoloji mücadelesi,emeğin ve doğanın maddi yaşam ve var olam koşullarını yenidenüretme süreci olarak örgütlenecekse, bu süreç hem üretimin hemde yönetimin arasındaki yarılmayı ortadan kaldırmayıhedeflemelidir.

1.3. KENT İLE KIR ARASINDAKİ ÇELİŞKİ

Kapitalizm ve elbette onun var olduğu modern dünya her şeyden önce insanıntoplumsal bedeni olan emeğin parçalanmasının hikâyesidir. İnsanı bir türselvarlığa dönüştüren modern kapitalist uygarlık, insanın toplumsal bedeniolan emeğine ve dolayısıyla da onun yaşam alanına yabancılaşmasına nedenolmuştur. Bir yandan sermaye birikim süreci, geniş halk yığınlarını artıkhaline getirirken diğer yandan da hammadde kaynağına çevirdiği doğayı daatık haline dönüştürür. Sermaye,  Emek gücünü niteliksizleştirirken diğeryandan emeğin kapitalizme has görünümü olan teknolojiye dayalı bir üretimeyönelmesi onun birikim krizini daha çok açığa vurmasına neden oluyor.Üretimin kendinde anlamlı bir etkinlik ve hedefi salt büyüme olan maddi birpratiğe yönelmiş olması, kapitalist üretimin var olma zeminlerinin de yokolmasına neden oluyor.[10]

Burjuva kültürü bir yandan atık, artık ve çöp üreten bir kültürhaline gelirken diğer yandan da bunlardan nefret eden vetoplumsalın dışına öteleyen ve belki de sorunu geleceğe havaleederek, kendini yeniden üretmenin olanağını sağlamıştır. Modernkapitalist toplum topraktan koparken onu aşırı gübre ve azotladoldurmuştur. O gübreler ise insanların kendi pislikleriyleyeniden ürettikleri toprağın hammaddesinin yerine ikameedilmektedir.

Kırla kent arasındaki yarılma kentleri çöp ve atık üreten biruygarlık tasarımı haline getirmiştir. Bu tasarımda bir türmodernleşme modeli olarak tüm dünyada kutsanmakta ve bu tasarımtüm dünyayı kuşatmaktadır. Kapitalizm kendini bir hijyenideolojisi ekseninde inşa ederken diğer yandan uygarlığınpisliği olarak adlandırdığı yoksulların ülkesine çöplerini,atıklarını, yaşam formlarını ve en önemlisi yaşamı algılamabiçimini ihraç ediyor. İşte emeğin parçalanması bir yandan doğaile insanı birbirinden kopartıp, toplumsal serveti metayaindirgerken, diğer yandan da yaratılan hijyen kültürü üzerindenyoksullar ötekileştiriliyor. Ekolojik kriz, kır ve kentiparçalayan özel mülkiyet, buna dayalı hijyen kültürü ve artık-atık üretim tarzının kendisidir. Kır ile kent arasındakiparçalanmanın Türkiye’ye özgü görünümlerinden birisi ise,

toplum için birer asalak olarak gösterilen ve bir türtaşralıkla özdeşleştirilen “kürt” sorunudur. Toplumsal yaşamınhijyenleştirilmesi ve soylulaştırılması, her türlü yoksulu veyoksullaşmayı “kürt”lükle damgalamasına neden olmaktadır.Ekoloji mücadelesi bu açıdan da toplumsal barışı yeniden inşaedebilecek bir yönelimle kendini kurmak zorundadır. Silopi’dekitermik santraller, Yatağandaki termik santraller kadarçevrecilerin ve sosyalistlerin ilgisini çekmemektedir.Ankara’daki bir çimento fabrikası, Maraş’ta kurulan çimentofabrikasından daha fazla tepki toplamaktadır.  Diyarbakırkentinin çeperinde yaşayan “kürt” lerde merkezdeki Kürtler içinbirer tehdit unsursu olarak algılanabilmektedir.

Bu nedenle sorun basitçe çevrenin nasıl iyileştirileceği, suyunnasıl kullanılacağı, enerjinin hangi kaynaklardan üretileceği,hangi kaynakların kullanılacağı sorunu değildir. Öncelikledünyayı hammadde deposu haline getiren pratikle hesaplaşmak,sonra da neyin nasıl ve kimin için üretildiği ve nasıltoplumsallaştığı meselesini ortaya koymak gerekir. Mesele atık-artık uygarlığıyla bir üretim tarzı ekseninde hesaplaşmameselesidir.

Bu üç odaktan sarmalandığında ekolojik kriz, basitçe “bir çevretahribatı-doğanın yok oluşu” olarak okunamaz-okunmamalıdır.Buna karşın 2000’li yıllarla birlikte ağırlığı giderekhissedilen “ekolojik kriz” söylemleri eninde sonunda “doğatahribatı ve çevre yıkımı” anlamında bir ekolojik krizanalizine dayanmaktadır. Bunun en önemli nedenlerinden biri deelbette ekoloji-çevre sözcüklerinin bir birinin yerine vesiyasal anlamlarından çok biyoloji bilimi anlamındakullanılmasından kaynaklanmaktadır. Ya da siyasetin biyolojizmebatmasıdır yaşanan.

Ekolojik yıkım, çevre tahribatı, doğal yok oluş sözcükleriüzerinde pek de düşünülmeden bir biri yerine kullanılmaktadır.Bu noktada sosyalist sol içinde ekolojik krizin bir tür “çevretahribatı-yağması” anlamında kullanıldığı söylenebilir. Buanalizin de günümüzde sosyalist sol içinde üç veçhesinin açığaçıktığı söylenebilir.  Bunlardan ilki,  kapitalist krizintarihsel ve doğal sınırlarını göstermek ve aslında bir türkapitalizmin eninde sonunda yıkılmaya mahkûm bir toplumsallaşmabiçimini imlediğini ima etmektir.

Diğeri  “ekolojik krizin” maddi uygarlığın sonunu hazırladığıve insanlığı yok oluşa sürüklediği yolunda ki saptamadır. Birüçüncü analiz ise “doğanın kaynaklarını” tüketen kapitalizmin,sosyalist bir yaşamın önünde engel olduğunu göstermegirişimleridir.

Ekolojik kriz bir tür çevre tahribatına karşı mücadele ya dakapitalizmin ortadan kaldırılması için örgütlenme alanlarıolarak analiz edilmeye başlandığında ortaya önemli bir sorunalanı çıkmaktadır. Ya da “çevre tahribatı” ile emeğin toplumsalbiçimleri arasında teorik bir açılım yaratılmadığında önemlisorunlar ortaya çıkmaktadır: “Çevre tahribatı” nedir? ve bununçevre tahribatı olduğuna kim, nasıl karar verecektir? Butahribata karşı kim mücadele edecektir? Bu sorunu çözecek öznekimdir, nerededir? İşte sosyalist sol için çetrefilli noktalarbu düzeyde bir kez daha açığa çıkar. Eğer ki “ekolojik kriz”bir emek analizinden yoksun bir düzeyde “bir çevre tahribatı”ise bu sorun herkesi ilgilendiriyor demektir. O halde busorunun çoklu bir muhatabı var demektir. Sermayeyi bu konudabir kenara bırakacak olursak o halde sermaye dışında kalangeniş bir halk kesimi- toprak sahipleri, topraksızlar, ortasınıflar, memurlar, köylüler, fabrika işçileri, yeni işçisınıfı beyaz yakalılar-  “ekolojik krizin” mağduru vemuhatabıdır. O halde bu aynı zamanda bu sorunu çözmeye muktediröznenin de geniş halk kesimleri olduğu anlamını doğurmayacakmıdır? Ya da sınıf analizinde bu, “halkın proleterleşmesi”teziyle izah edilebilinir mi? Bergama’da altın madeniişletmesine karşı köylülerin mücadelesi karşısında sosyalistsol işsiz kalacak işçiler için neden hiçbir şeysöylememektedir? Hadi daha tahrik edici bir soru soralım, iklimdeğişikliği karşısında sosyalist sol, kapatılması gerekençimento, otomobil, kimya, ağır sanayi sektöründe çalışacakişçileri nasıl istihdam edecektir? GAP projesi bir yandan kürthalkını yoksullaştırıp, doğasını tahrip ederken GAP projesinesosyalistler hangi açıdan, hayır diyecektir?  O halde en başadönmek gerekir. Ekolojik kriz, basitçe bir “çevre tahribatı”sorunu değildir. Yaşamın yeniden kurulması sorunudur. Aynızamanda ilerlemecilikle, kalkınmacılıkla ve ekonomizmlehesaplaşmak demektir.  Buradan hareketle de sosyalist solunkalkınmacılık algısı, demokrasi ve sivil toplum konusundakihareketlenme ve eğilimleri asıl olarak ekolojik kriz konusundabütünlüklü bir teorik açılım yapıp yapamadığını gösterecektir.

Çünkü ekolojik kriz her şeyden önce, toplumsalın yenidenkuruluş sorunu ise bu noktada, ekolojik krizi şu ya da buölçüde programına almış sosyalist solun nasıl bir toplumsallıkinşa etmeye giriştiğini, sivil toplum, kalkınmacılık,kamusallık üzerinden açımlamak gerekecektir. Çünkü enindesonunda insanın toplumsal karakter kazandığı üretim ve yönetimilişkisinin nasıl kurgulandığı aynı zamanda ekolojik krizenasıl yaklaşıldığını da gösterecektir. Bununla birlikte bu yazıkapsamında tek tek sosyalist sol partilerin kamusal alan, siviltoplum ve kalkınmacılık yaklaşımlarını analiz etmek yerineekolojik kriz algıları üzerinden bu noktalara yaklaşımlarıaçığa çıkartılmaya çalışılacaktır. Bu noktada da TKP, SDP, ÖDP,EMEP’in ekolojik kriz algıları üzerinde durulacaktır. Buradanda yeni dönem toplumsal hareketlerin sosyalist sol partileri nedüzeyde etkiledikleri bu etkilemenin ideolojik bir kırılmayayol açıp açmadığı açımlanacaktır.

2. SOSYALİST SOL PARTİLERİN VEÇHELERİNDEEKOLOJİK KRİZ

2.1. DAHA AZ TOPLUM DAHA ÇOK DEVLET: TKP ve EMEP

 2.1.1.İnsan ve Doğa İlişkisi 

TKP’nin parti programında “Kapitalizmin egemenliğinde insanın doğaüzerindeki etkinliği doğanın bozulması, kirletilmesi, yaşanır olmaktan çıkarılmasıyönünde kontrolsüz bir gidişe dönüşmüş durumdadır.[11]” tespitiyapılmaktadır. Bu tez aslında tam da çevreci yaklaşımlarınönemli bir kesiminin de paylaştığı bir tespittir. Ekolojikyıkımın kaynağında “insanın doğa üzerindeki etkinliği yatmaktadır ve buetkinlik kapitalizmin egemenliğindedir.”[12] Kapitalizm sanki insanınbugün ki toplumsallaşma biçiminin adı değil de, ona dışardandayatılan bir güç olarak ortaya konulmaktadır. Bununla birlikteekolojik krizin kökeninde “insanın doğa üzerindeki etkinliği”açılımı da oldukça dikkat çekicidir. Çünkü en yalın anlamıylabile aldığımızda kapitalist toplum, sonuçta toplumsal birilişkiler bütünüdür ve ekolojik krizde toplumsal ilişkilerinsonucudur. Tekil bir varlık olarak insanın, doğa üzerindekietkinliğinin bu yıkımla uzaktan yakından bir ilgisi bulunamaz.Tekil bir varlık olarak insanın yıkıcı gücüyle bir süsbitkisinin yıkıcılığı arasında bir fark yoktur.

2.1.2.KalkınmacılıkTKP açısından doğa tahribatının kökeninde yatan insanın doğaüzerindeki kontrolsüz gidişatının önü alınmalıdır. Çünkü,“Üretim kapasitesini insanın gereksinimleri için seferber etmek yerine, birikmişkaynak ve olanakları toplumsal refaha hiçbir katkısı olmayan asalak “faaliyetlere”,silahlanmaya, savaşa, doğanın yıkımına yönelten kapitalizm, akıl ve insanlık dışı birdüzendir.”[13] Kapitalizm öyle dışsal bir güçtür ki, doğanınyıkımına neden olan bir asalaktır. Her hangi bir tarihselbağlama oturmayan bu analiz, eninde sonunda kapitalizmi doğanındüşmanı varsaymaktadır. Ancak, bu düşman sanki gizil birdüşmandır. Hiçbir maddi pratiğe bürünmemiş gibidir. Bununlabirlikte TKP parti programında, doğa toplumsal emeğin maddi birbileşeni olmaktan çok bir hammadde deposudur. Kısacası birmaddi kaynaktır. Bu maddi kaynak, kapitalizm koşullarındainsanın etkinlikleriyle doğru kullanılmamaktadır. O halderasyonel bir güç, gizli bir el- her halde sosyalizm- bu gücüaçığa çıkartacaktır. Peki hangi kaynağı nasıl doğrukullanacaktır? Doğal kaynaklar diye vurgulanan bugün kapitalistekonomi için de kaynak olan, su, hava, topraktan… ve onlarınbileşenlerinden başka bir şey değildir. Bu açıdan da TKP doğavarlıklarını, çevreci literatüre liberal ekonomiden girmiş olan“kaynak ekonomisinin” diliyle okumaktadır. Her şekilde mülkedinilmesi gereken doğa, özel mülkiyet konusu olmaktan kurtulurama kamu mülkü haline gelir. Bu hiçbir şekilde doğanıntoplumsallaşması ve toplumun doğallaşması sürecinin fikri biruzantısı değildir.

Doğanın kamu tarafından mal edilmesi, “insanlığıntoplumsallaşmasını doğanın temellükü olarak gören” Marksistanalizle de uzaktan yakından bir ilgisi bulunmamaktadır.

EMEP parti programında “ekonomik ve sosyal alan” başlığıaltında “Halk sağlığında koruyucu sağlık sistemi esas alınacaktır. Ana-çocuksağlığı, beslenme, çevre sağlığı ve sağlık eğitimi bütünleştirilecek, koruyucu sağlıkhizmetleri yaygınlaştırılacak ve tedavi edici hizmetlere olan aşırı yüklenmeazaltılacaktır.”[14] demektedir.  “Kültür, sanat, spor ve çevresağlığı alanında”[15] başlıklı bölümde de “İnsanlığın doğuşundan buyana ülke topraklarında kurulmuş uygarlıklardan bugüne kalan miras korunacak,yağmalanmış değerlerimiz yeniden ülkeye kazandırılacaktır..”[16]denilmektedir.  Eğitim, spor ve çevre başlıklı bölümde de “Kapitalist kar hırsı ve tekelci rekabetin, denizleri, akarsuları, ormanları, toprağı ve

havayı kirletmesine, doğayı tahrip etmesine son verilecektir.  Teknolojinin, kargüdüsünün emrinden çıkarılması ve üretimin artırılması kadar, doğa ve çevresağlığının korunması için de kullanılması sağlanacaktır. Doğanın korunması ve çevresağlığı toplumun sağlığı ile özdeş kabul edilecektir. İnsanı ve sorunlarını hiçe sayansermaye karşısında, çevre sorunu, insanlığı temsil eden ilerici sınıfın ve halkın kendisorunu haline getirilecektir.”[17] Teknik indirgemecilikle malulçevreci bakış açısı EMEP parti programında yeninde tarihsahnesine çıkartılır.

Ormanların sanayiye ya da endüstriyel tarım ve hayvancılığakurban edilmesi, uluslararası taşımacılık sektörünün her geçengün büyümesi ve otomobile dayalı bir uygarlığın tüketimalışkanlıklarının hesaba katılmaması, teknolojik belirlenimciönerilerin çözüm yolunda alternatif olabilme gücünü zayıflatır.

Daha genel bir anlamda da şu söylenebilir ki, üretici güçleringelişiminin doğası, üretim ilişkileri tarafından belirlenir.Neyin, nasıl, ne kadar, ne için üretildiği hesaba katılmadanteknolojik alternatifler en fazla piyasa sistemi içindekialternatiflerin çeşitlendirmekten daha fazla bir işe yaramaz. Teknolojinin salt nasıl kullanıldığı sorunu kadar, teknolojinintemsil ettiği değerler kümesi de toplumsal geleceğimizinözgürlükçü temelleri açısından önem taşır. Aşırı uzmanlaşamayave bant sistemine dayalı olarak üretilen enerjinin saltkullanımı değil aynı zamanda kendisi de doğa ve toplum üzerindetahakküm yaratır ve bunu yeniden üretir.

Teknik her zaman tarihsel ve toplumsal ilişkiler bütününizlerini taşır. Bu nedenle teknik, onda cisimleşen sınıfsalçıkarın yansımasıdır. Büyümeye dayalı kapitalist ekonominindaha fazla büyümeye dayalı ihtiyaçlarını tatmin etme işlevitaşıdığı ölçüde;  örneğin güneş, rüzgâr, biyomas kaynaklı daolsa üretilen enerji ekolojik krizin veçhelerinin çözülmesineolanak tanımaz. Buradan hareketle EMEP parti programındakapitalizm karşıtlığı, kapitalizmin karakterini taşıyanteknolojinin de eleştirisini kapsamına almaz. Teknoloji bubakış açısına göre, çevrenin iyileştirilmesi içinkullanılabilir. Çevreci literatürde ve devletin konuyayaklaşımında sıkça karşı karşıya kaldığımız bir argüman düzeyiyeniden inşa edilmektedir.

2.1.3. Kır ve Kent Çelişkisi

TKP programında ekolojik krizin önemli uğrak noktası olan kırve kent çelişkisinin görünümlerine de “pratik” çözümlerüretilir “yeni insanın yaratılması” başlıklı bölümde  “İnsanlarmoral ve fiziki açılardan kendilerini yeniden üretecekleri mekanlarda yaşamahakkına sahiptir. Bu hak doğrultusunda herkese gereksinimine uygun konut sağlanır(…) Bu çalışmalar halkın bilgisine, katılım ve denetimine açıktır. Kentlerde toplutaşımacılık yaşama geçirilir ve ücretsiz kamu hizmetine dönüştürülür”[18] Ekolojik krizin en önemli uğraklarından olan kır kent çelişkisikonusunda son derece üstün körü ve reformcu bile sayılamayacakbir açılım sunar TKP. Kent sorunu kentsel rantın nasıl ortadankaldırılacağı ya da toplumsallaştırılacağı meselesinden çoktekil insanların sorunları üzerinden bir analize tabi tutulur.Kentlerin birer kamusal çöküntü alanı olarak var olduğugünümüzde sosyal adaleti ve eşitliği, tekil insanların konut,ulaşım… sorunlarının çözümünde bulur. Bu çözümler enindesonunda belirli düzeyden refah toplumu ideolojisinin tarihsahnesine çağrılmasından başka bir şey değildir. Bir detoplumsalın kendini var etme koşulları gereksinimlerkategorisine indirgenince o gereksinimlerin kimin tarafından venasıl belirleneceği de iyice muğlâklaşmaktadır.

İşle ev arasındaki mekânsal parçalanma TKP programında konubile edilmez bu açıdan. Oysa modern yaşamın getirdiği ve sanayiuygarlığının yabancılaşma ve yoksullaşma paradoksunun en önemliaçığa çıkma alanlarından biri de evle iş arasındakiparçalanmadır. İnsanların büyük kentlerde kilometrelerce yolgiderek yaşamı üretmek zorunda kalışları ve bu arada harcananenerji bir toplumsal artık haline gelmektedir. Emeğin vezamanın parçalanmasını hızlandıran modern kapitalist kent,ekolojik krizi derinleştiren en önemli sorun alanıdır.  Havanınve toprağın giderek daha fazla bölünmesine ve yoksullaşmasınaneden olan bu tarz bir kentleşme aynı zamanda emeğin kendinivar edeceği kamusallığının da ortadan kalkmasına nedenolmaktadır.

Doğanın tahribatını kapitalizmde gören TKP, kapitalizmi dışsalbir olgu olarak kurguladığı programında bu açıdan bir çevrecieklektizmine mahkûm olmaktadır. TKP’ye göre  “Sosyalist sanayileşmeve kentleşme politika ve uygulamalarında çevre ve insan sağlığının korunmasıöncelikli olarak gözetilir.”[19] Sosyalist sanayileşmenin ne demekolduğu konusunda programdan bir anlamı çıkartmak mümkündeğildir. Sanayileşme eninde sonunda kapitalizme içkindir.Kapitalizmin teknik görünümüdür. Eninde sonunda kapitalizmi

aşmayı önüne koyan bir program, sanayileşme dışında birtoplumsallaşma biçimini ima etmelidir. Bu elbette ki insanlığınilksel üretim tarzlarına yönelmesi anlamına gelmez. Ama modernsanayi eninde sonunda bir fabrika üretim sistemidir ki, bu datoplumsal yoksullaşmanın ve toplumun parçalanmasının en önemliuğraklarından biridir. Bu açıdan da TKP’ nin yeni toplumprojesinde doğa da insan da sosyalist sanayileşme fetişikarşısında araçsal bir role sahiptir. Asıl olan büyümektir. Amabir şerhle, sanayileşme, çevre ve insan sağlığını gözetir. Özolarak kapitalistlerin, çevre ve gelişme arasında denge arayan“sürdürülebilir kalkınma” anlayışından daha derin bir yaklaşımdeğildir bu.

Bir kez kent, kıra bakışımlı düşünülmediğinde buradan birpolitik hat inşa edilemediğinde kır ve çevre de polisiyetedbirlerle korunmak zorunda kalır. TKP’ ye göre, “Çevre ve kültürdeğerleri, ticari birer meta olmaktan kurtarılarak devlet tarafından korunur ve tümtoplumun kullanımına açılır. Kıyıların, ormanların, doğal ve tarihsel zenginliklerintahrip edilmesine karşı ağır yaptırımlar uygulanır.” Kamu bir kez, devletolarak görülmeye başlanmışsa elbette ki doğa varlıklarının vetoplumun kendi geleceğini koruma sorumluluğu da öncelikle cezaimüeyyidelerle koruma altına alınır. Bu açıdan da 1930’luyılların doğa korumacı yaklaşımı bir kez daha tarih sahnesineçağrılır. Üstelik bir alman romantizmiyle…

2.2. SİVİL VE ŞENLİKLİ TOPLUM: ÖDP VE SDP

ÖDP’ nin ekolojik kriz algısı parti içinde egemen olan meslekgruplarının kendi disiplinlerinden bakış açıları vepartililerin taban hareketleri içindeki konumlandırışışekillendirmiştir. Bu açıdan da parti programı teorik birbütünlüğe özgürlükçü sosyalizm anlayışının ekolojist olduğuanlayışına yaslansa da kendi içinde çelişkilerle doludur.Özellikle tarım ve enerji konusundaki yaklaşımlar sektörelanaliz düzeyleri ile sınırlı kalmakta ve birbirleri ile kimizaman çelişkiye düşmektedir. Diğer yandan parti içinde etkinolan kimi grup ve kişilerin aynı zamanda sivil toplumcuhareketin bir kanadı olarak siyasal faaliyetlerine devam etmesipartinin geleneksel sosyalist ve Marksist çizgi ile siviltoplumcu- çevreci çizgi arasında bir noktada durması geriliminide barındırmaktadır.

2.2.1. İnsan ve Doğa İlişkisi

ÖDP parti programıda da “ekolojik kriz” bir tür çevre tahribatıile maluldür. “Özgürlükçü sosyalizm ekolojisttir; kapitalizmin toplumsal yararınönüne kar maksimizasyonunu koyan anlayışı, ‘ne kadar tüketebiliyorsan o kadarinsansın‘ sloganıyla ifadesini bulan tüketim ideolojisi karşısında insan-doğauyumunu temel alan bir dünyayı amaçlar.”[20] Kapitalizmin karmaksimizasyonu anlayışı karşısında insan ve doğa uyumunu esasalan bir dünya amaçladığını vurgulayan program, bu uyumun temelekseninin ne olduğunu belirtmez. Ancak çeşitli açılımlarsunulur, yenilenebilir enerji kaynaklarına ağırlık vermek,doğal dengenin sürdürülebilirliğini gözetmek, nükleer enerjiyekarşı çıkmak, tüketim ideolojisine karşı durmak, insan ve doğauyumunun yörüngesi olarak açımlanır. Ekolojik krize karşı yenibir insan ve doğa ilişkisi bölümünde de benzer içeriktekrarlanır. Bu bölümde ayrıca, “insan-doğa ilişkisini bozan, doğayıtahrip eden, kara dayalı ucuz sanayileşme ve sınırsız kalkınmacılığın önünegeçilmelidir.”[21]

Her ne kadar kıyısından da olsa kalkınmacılığa bir reddiyegeliştirilmeye çalışılmışsa da, insan ve doğa ilişkisineyönelik iki analiz düzeyinde tam da kalkınmacı ideolojinindili, programa hâkim olmuştur. Bunlardan birincisi yukarıdakidipnotta vurgulanan, doğa varlıklarının “doğal kaynak olarakgörülmesi” yaklaşımı ile bunların rasyonel kullanımına yönelikfayda maliyet analizlerinin üst üste vurgulanmasıdır. Bu bakışaçısı eninde sonunda, doğayı ve toplumu ekonomiye indirgemeyenbir siyaset anlayışı ile çatışacaktır. Kaynak ekonomisi, kıtkaynaklarını yönetimi yaklaşımı ekolojist olmadığı gibi,iktisat literatürü açısından hiç de yeni değildir. Yeni olandoğanın, doğal kaynaklar olarak fayda maliyet analizine tabitutulmasıdır ki, artık tüm liberal kapitalist ülkeler buyöntemi benimsemektedirler. Hatta bu fayda maliyet analizi hemçevre hukukunun hem de uluslararası çevre sözleşmelerinin de enönemli nirengi noktasıdır. Kyoto Protokolü, BiyogüvenlikProtokolü bunlardan bir kaçıdır. Bu açıdan, parti programında,uluslararası çevre sözleşmelerinin imzalanması vurgusu buaçıdan değerlendirilebilir.

Sosyalist Demokrasi Partisi, Parti Programında “insan uygarlığınıyıkıma sürükleyecek bir yönelim kazanmış bulunan kapitalizme özgü üretici güçlerive teknolojiyi olduğu gibi devralıp, dönüştürmeksizin, refahı kapitalist “tüketimtoplumu”nun ölçütleriyle ele alan üretim anlayışından kopmaksızın, insanı merkezinealan,  doğal çevreyle uyumlu bir sosyalizmin gerçekleştirilemeyeceğini ortayakoymuştur.” denilmektedir. Buradan hareketle SDP’nin, ekolojik

krizin kökeninde verili bir üretim tarzı ve bu üretim tarzınaözgü teknolojinin sorgulanması ve aşılması gerekliliğiüzerinden kurgulanmış parti programı içsel bir tutarlılığasahiptir.

Geleneksel insan ve doğa karşıtlığından beslenen analizdüzeyine karşın ekolojik krizin verili üretim tarzı düzeyindekuruluyor olması oldukça önemlidir. Bununla birlikte giderekartan bir düzeyde insana yapılan vurgu bu kadar ön planaçıktıkça insanın değersizleşmesi tehlikesi de her an kendinihissettirmektedir.  Bununla birlikte SDP özellikle kürtsorununu bu bağlamda değerlendirmesi ile diğer sosyalistpartilerin programları arasında bir fark yarattığı gibi uzunyıllardan içli dışı olduğu kürt özgürlük hareketinin “ekolojikdemokratik toplum” projesine yaklaşmaya da çalıştığıgörülmektedir. “Partinin eylem programını oluşturan talepler, emekçilerin,Kürtlerin, kadınların, gençlerin, çevre tahribatına karşı çıkanların, insan haklarınısavunanların, yerleşik düzenden mağdur olan herkesin değişim umudunu içerir..”[22] denilerek yeni toplumsal hareketçi bir çizgi benimsendiğide söylenmektedir. Buradan hareketle insan-doğa arasındakigerilim ve ekolojik kriz analizi her ne kadar bir kapitalizm veüretim tarzı eleştirisi üzerinden yükseltilse de Marksist birdoğa-emek teorisi ekseninde bir açılım sağlandığı söylenemez.

2.2.2. Kalkınmacılık

ÖDP parti programı ekolojik krizin somut görünüm alanlarındanolan tarım ve enerji konularında sektörelci bir yaklaşımısahiplenir. Enerji konusunda kalkınmacı çizgiye oldukça yakınbir dil kullanırken, tarım konusunun açılımında ise bu dildenuzaklaşır. Ama özellikle iki konuda da toprağın ve enerjinintoplumsallaşması açısından birbirlerine bakışımlı bir analizdüzeyi tutturamaz. Bununla birlikte özellikle Latin Amerika’dagelişen küçük çiftçi direnişleri ve topraksızlar hareketininetkisi altında kalan “Küçük Çiftçi Sendikalaşma KonfederasyonuGirişimi” eyleyicilerinin önderleri aynı zamanda ÖDP üyesiolması nedeniyle genel olarak tarım programının bu LatinAmerika menşeili hareketlerin etkisinde kaleme alındığınıişaret etmektedir. Bununla birlikte küçük çiftçiliğe birmethiye haline dönüşen kimi noktaların ise, kapitalist tarımsistemi içinde yoksul ve topraksız köylülüğü değil, daha çokküçük çiftçiyi merkezine koyan bir siyasal hattın ortayakonulduğunu göstermektedir. Bu eksenin mantıksal sonucunda,

ÖDP’nin kırsaldaki odağı, yoksullaşan kır emekçileri değil,orta sınıf ve toprak sahibi çiftçiler olarak açığa çıkmaktadır.Bununla birlikte bu açılımın aslında kapitalizmin Türkiye’deIMF ve DB odaklı geliştirilen tarımın kapitalize edilmesigirişimine karşı bir direnç noktası inşa etme hedefini ufkunakoyduğunu söylemek de mümkün.

Aynı zamanda tarıma ilişkin programda yer alan genetiğideğiştirilmiş organizmalar ve biyoçeşitlilik konusundakitanımlamaların, 2004 yılında kurulan Genetiği DeğiştirilmişOrganizmalara Hayır Platformu tarafından hazırlanan “YaşamPatentlenemez”[23] metninden alındığı da dikkat çekici birnoktadır. Küçük Çiftçi Konfederasyonu Girişimi’ eyleyicilerininetkisiyle parti programına yansıtılan perma kültür, türçeşitliliği, genetik kaynakların korunması konularındakitutumla, yine parti programında geçen uluslararası çevresözleşmelerinin imzalanması ve hayata geçirilmesi ciddi birçelişki oluşturuyor. Çünkü Türkiye’nin de taraf olduğuCartagena Biyogüvenlik Protokolü ve Biyolojik ÇeşitlilikSözleşmesi Türkiye’ye GDO’lu ürünlerin girmesinin yolunuaçıyor.[24]

Diğer yandan da tarımsal arazilerin biyoyakıt maksatlıendüstriyel üretime açılması ve bu biyo yakıtların alternatifenerji kaynağı olarak pazarlanması, tarımın kapitalistleşmesisüreci ile enerji sorununu bir kez daha yan yana getiriyor.Özellikle mısır gibi genetiği değiştirilmiş organizmalaryoluyla üretilen biyoyakıt bir yandan kirli ve sınırlı enerjikaynaklarına alternatif olarak görülürken diğer yandan da tarımarazilerinin gıda üretiminden yakıt üretimine yönelmesine nedenoluyor. Oysa içinden geçtiğimiz kapitalist çağda bu ikimücadele alanı üzerine söylenecek sözlerin birbirini beslemesioldukça önemlidir. Tarımın kapitalistleşmesi, kent toprağınıngiderek değerlenmesi, kırın kentlerin yükünü taşıyamaz halegelmesi süreci enerjinin toplumsal olarak aldığı biçimlereoldukça bağımlıdır. Kapitalist toplumda enerjinin yoğun olaraksanayi sektöründe ve kent yaşamında kullanılması nedeniyle bukonuda ortak bir teorik düzeyden hareket etmek zorunludur.Tarımın kenti besleyemez hale gelmesi, giderek aşırı artık veatık üreten kapitalist toplumun yükünün kırın omuzlarınabinmesi konuları dikkate alınmadan bir alternatif enerjikaynağı fetişizmi ölçeğinde enerji sorunu analizleri,“özgürlükçü sosyalist solun” ekolojik krizi göğüsleyecek

ideolojik yığınak yapamadığını en açık şekilde açığa vuruyor.[25]

SDP parti programında “çevre tahribatına sebep olan maddelerin kaldırılması,çevreyi koruyan yasaların çıkarılması, uluslararası tekellerin doğal kaynaklarısömürü ve kar amaçlı yatırımları için dayattıkları çevre tahribatına yol açacakuluslararası anlaşmalardan çıkılması…”[26] ön plana çıkarılmaktadır.Ekonomik bir model öngörmekten çok reaksiyoner yönü ağır basanprogramın bu bölümünde de ekonomik gelişme ve yaşanabilir çevrearasında denge kurmaya çalışan geleneksel iktisat analizi ilekarşı karşıya kalıyoruz. Bu noktada TKP için söylediklerimizburada da geçerliğini koruyacaktır.

SONUÇ: 

Türkiye’de ekolojik krizin derinlemesine bir sorun olarakkendini dayatması karşısında sosyalist sol bu konuda duyarsızkalamamıştır. Bu konudaki duyarlılıkları hem partiprogramlarına hem de maddi pratikler içinde mücadele etmelerinede zemin hazırlamıştır. Geniş halk kesimlerini etkileyenekolojik kriz konusunda geliştirilen program düzeyi sosyalistsolu hem Marksizme uzaklaştırmış hem de çevreci ideolojilerinetki alanında kalmalarına neden olmuştur. Ekolojik krizanalizlerinin bir çevre talanı düzeyinden değerlendirilmesi deekolojik politikanın bu parti programlarında etkin olmasınaengel olmaktadır. Kır ve kent çelişkisi, beden ile doğaarasındaki yarılma ve üretim ile yönetim arasındaki parçalanmaeksenlerini es geçen düzeyden parçacı bir analiz düzeyioluşturulmaktadır. Ekolojik kriz, parti programlarında tümyaşam sorunlarına içkin bir eksenden değil, “dış doğanın”tahribatı düzeyinden değerlendirilmektedir. Bu noktada da insanbu doğanın dışında konumlandırılırken, bu toplumsal bedeni ilenasıl dolayımlandığı üzerine fazla kafa yorulmamaktadır. Bununsonucunda da, parti programlarında, ekoloji, çevre, kadın veişçi hareketleri göreli olarak birbirinden yalıtılmış ve ancakkapitalist sistem karşısında birlik sağlayan hareketlerboyutunda algılanmaktadır. Bu haliyle 2000’li yıllarda takipettiğimiz izlek üzerinden bakıldığında, Türkiye sosyalisthareketinin partileşmiş kanadında, yeni toplumsalhareketçiliğin iz düşümünün egemen olduğu söylenebilir.

 

KAYNAKÇA 

Kitaplar-Dergiler:

Benton, Ted, “Marxizm ve Doğal Sınırlar”, Birikim Dergisi,Sayı. 57–58, 1994, s. 145- 148.

Bookchin, Murray “Kentsiz Kentleşme- Yurttaşlığın Yükselişi veÇöküşü”, Ayrıntı Yayınları, İstanbul , 1999.

Burkett, Paul, Marx ve Doğa, Epos Yayınları, Ankara, 2004.

Demirer, Göksel, Duran, Metin ve Torunoğlu, Ethem, “MarxistEkoloji Anlayışı Üzerine”, Marxizm ve Ekoloji, Öteki Yayınları,Ankara, 2000, s. 166- 192.

Engels, Friedrich, Anti-Dühring, Sol Yayınları, Ankara, 2003.

Engels, Friedrich, Doğanın Diyalektiği, Sol Yayınları, Ankara,2002.

Foster, John Bellamy, Marx’ın Ekolojisi, Epos Yayınları,Ankara, 2001.

Genetiği Değiştirilmiş Organizmalara Hayır Platformu, YaşamPatentlenemez, 2004.

İdem Şadi, “Sürdürülebilir Kalkınma mı? Yaşam mı?”, ÖzgürÜniversite Forumu, Temmuz-Eylül 2002, sayı 19

Marx, Karl, 1844 El Yazmaları, Birikim Yayınları, İstanbul,2003.

Marx, Karl, Engels, Friedrich, Alman İdeolojisi [Feurbach], SolYayınları, Ankara, 1999.

Marx, Karl, Engels, Friedrich, Gotha ve Erfurt ProgramlarınınEleştirisi, Sol Yayınları, Ankara, 2002.

Marx, Karl, Grundrisse 1. Cilt,  Sol Yayınları, Ankara, 1999

Marx, Karl, Kapital 1. Cilt,  Sol Yayınları, Ankara, 2004.

Marx, Karl, Kapital 3. Cilt,  Sol Yayınları, Ankara, 2003a.

Öcalan, Abdullah, Özgür İnsan Savunması, İmralı, 2003

Özlüer Fevzi, Ekoloji Hareketleri Tarih Yapabilecek mi? Yeşilve Gri, sayı: 1, İstanbul , 2005

Özlüer, Fevzi,  Kapitalizm Katrina’larla Büyür, Bilim veGelecek Dergisi, sayı:20, İstanbul, 2005

Özlüer, Fevzi, Sömürün Diğer Adı: Biyogüvenlik Politikası veYasası, Bilim ve Gelecek Dergisi, sayı:21, İstanbul, 2005

Özlüer, Fevzi, Düzen Gerilirken Emeği Yeniden Kurmak, TMMOBÇevre Sempozyumu,  Ankara, 2007

Parti Programları:

EMEP, Parti Programı

http://www.emep.org/program.php

ÖDP, Parti Programı

http://www.odp.org.tr/genel/program.php

TKP, Parti Programı,

 http://www.tkp.org.tr/secim2007/belgeler_PartiProgrami.html

SDP, Parti Programı,

http://www.sdp.org.tr/test/program.php

[1] Bu konu da özellikle İzmir’de yayımlanmaya başlananAğaçkakan Dergisi sayıları önemli bir kaynak sağlamaktadır.Bununla birlikte derli toplu bir tartışma altlığı için, BirikimDergisi, Sayı. 57–58, 1994 önemlidir.

[2] Bu konuda bakınız, Şadi İdem “Sürdürülebilir Kalkınma mı?Yaşam mı?”, Özgür Üniversite Forumu, Temmuz-Eylül 2002, sayı 19

[3]Bu konuda özellikle,  John Bellamy Foster, Marx’ınEkolojisi, Epos Yayınları, Ankara, 2001; Paul, Burkett, Marx veDoğa, Epos Yayınları, Ankara, 2004; Göksel Demirer – Metin

Duran ve Ethem Torunoğlu, “Marxist Ekoloji Anlayışı Üzerine”Marxizm ve Ekoloji, Öteki Yayınları, Ankara, 2000

[4] Bu konuda bakınız,  Abdullah Öcalan, Özgür İnsan Savunması,2003

[5] Bu çalışmada tartışılan parti programları da bu doğrultudabenzer bir eleştiriye tabi tutulabilir.

[6] Fevzi Özlüer, Ekoloji Hareketleri Tarih Yapabilecek mi?,Yeşil ve Gri, Bahar- sayı 1, İstanbul , 2005, s.101.

[7] Fevzi Özlüer, Kapitalizm Katrina’larla Büyür, Bilim veGelecek Dergisi, sayı:20, İstanbul, 2005, s.23.

[8] Karl  Marx, , Friedrich, Engels, Alman İdeolojisi[Feurbach], Sol Yayınları, Ankara, 1999.

[9] Bu konuda bakınız,  Karl Marx, Grundrisse 1. Cilt,  SolYayınları, Ankara, 1999; Karl Marx, Kapital 1. Cilt,  SolYayınları, Ankara, 2004. ; Karl Marx, Kapital 3. Cilt,  SolYayınları, Ankara, 2003a.

[10] Fevzi Özlüer,  Düzen Gerilirken Emeği Yeniden Kurmak,TMMOB Çevre Sempozyumu,  Ankara, 2007, s.98.

[11] TKP, Parti Programı,http://www.tkp.org.tr/secim2007/belgeler_PartiProgrami.html,16.5.2007

[12] TKP, Parti Programı

[13] TKP, Parti Programı

[14] EMEP Parti Programı, http://www.emep.org/program.php,16.5.2007

[15] EMEP, Parti Programı

[16] EMEP, Parti Programı

[17] EMEP, Parti Programı

[18] TKP, Parti Programı

[19] TKP, Parti Programı

[20] ÖDP,  Parti Programı,http://www.odp.org.tr/genel/program.php, 16.5.2007.

[21] ÖDP, Parti Programı

[22] SDP, Parti Programı

[23] Genetiği Değiştirilmiş Organizmalara Hayır Platformu,Yaşam Patentlenemez, 2004.

[24] “Dünya’da bu riski tetikleyen çok önemli bir süreçyaşanmaktadır: Genetiği Değiştirilmiş Organizmalara(GDO) dayalıgıda üretimi ve GDO’ların üretimde ve tüketimde yarattığıtehlikeler. Bu tehlikeler uluslar arası gıda ve tarımtekellerinin ve bu tekellerin icra organına dönüşmüş hükümetlernazarında piyasanın güvenliği çerçevesinde tartışılıyor.¬ Buçerçevenin Birleşmiş Milletler nezdindeki adı: “CartagenaBiyogüvenlik Protokolü” (3). Protokol, 29 Ocak 2000 tarihindekabul edildi ve 11 Eylül 2003 yılında tüm dünyada yürürlüğegirdi. Türkiye tarafından 24 Mayıs 2000 tarihinde imzalananCartagena Biyogüvenlik Protokolü, 24 Ocak 2004 tarihindeTürkiye’de yürürlüğe girdi. Cartagena BiyogüvenlikProtokolü’nün amacı, Çevre ve Kalkınma Hakkındaki RioDeklarasyonunun 15 numaralı prensibinde yer alan ön tedbirciyaklaşıma uygun olarak, bu Protokolün amacı insan sağlığıüzerindeki riskler göz önünde bulundurularak ve özellikle sınırötesi hareketler üzerinde odaklanarak, biyolojik çeşitliliğinkorunması ve sürdürülebilir kullanımı üzerinde olumsuz etkileresahip olabilecek ve modern biyoteknoloji kullanılarak eldeedilmiş olan değiştirilmiş canlı organizmaların güvenli nakli,muamelesi ve kullanımı alanında yeterli bir koruma düzeyininsağlanmasına katkıda bulunmaktır.

 

Protokolün Gdo’ların riskli olduğunu kabul etmesine bakarakfazla sevinmemek gerekiyor. Kapitalist piyasa temelde riskyönetimine dayandığı için, protokol bu riski yönetebilirkılmanın mekanizmaları üzerine odaklanıyor. Ekolojik yok oluşugöze alıyor. Piyasanın işleyişini riske sokmadan, gdo riskiniyönetmeyi hesaplıyor. Kapitalist ekonomisinin açmazı, piyasa

ekonomisine dayalı kalkınma ile doğanın sürdürülebilirliğikarşıtlığı, protokolün risk yönetimi mekanizmalarıyla geleceğehavale ediliyor. Protokole taraf olan ülkeler birer birersözleşme hükümlerini iç hukuk metinleri halini getirirken yenibir sorunla değil, katmerleşmiş bir sorunla karşı karşıyakalıyorlar. Tarım ve Gıda sektöründe tek bir ekonomik modeldayatan protokolün eli çantalı model ihracatçıları ülke ülkedolaşıp gdo’lara Pazar yaratmanın yolları üzerine kafayoruyorlar.” Fevzi Özlüer, Sömürün Diğer Adı: BiyogüvenlikPolitikası ve Yasası, Bilim ve Gelecek Dergisi, sayı:21,İstanbul, 2005, sf.46.

[25] Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin Mücadele Ekseni ve EylemPlanı başlığında yer alan, “insanın insanı sömürmesine, sermayenin emek,erkeğin kadın, zenginin yoksul üzerindeki hâkimiyetine, cinsiyet ayrımcılığına,baskıya, şiddet ve eşitsizliğe dayalı düzene son verilmesi için mücadele eder.Üretenlerin yönettiği, sınıfların egemenliğinin son bulduğu, ezen ve ezilenin olmadığı,toplumun üzerindeki askeri, polisiye ve bürokratik baskı ve denetimin ortadankalktığı, ekonomik karar ve planlama süreçlerinin çalışan ve üreten çoğunluğuniradesine dayandığı bir dünyayı amaçlar.” Bölümünün yukarda vurgulananmaddi sorun alanlarına içkin olmadığı sürece bir retorikten ötedeğer taşımadığını da belirtmek gerekir.

 

[26] SDP, Parti