MÜZİK VE TOPLUMSAL CİNSİYET: “Farklı Kültürlerin Müzik Pratiklerinde Kadının Konumu”
Transcript of MÜZİK VE TOPLUMSAL CİNSİYET: “Farklı Kültürlerin Müzik Pratiklerinde Kadının Konumu”
1
MÜZİK VE TOPLUMSAL CİNSİYET
“Farklı Kültürlerin Müzik Pratiklerinde Kadının Konumu”1
Ruşen ALKAR2
Özet:
Bu çalışma, insan yaşantısının her boyutunda var olan, kanıksama ve meşrulaştırma
yoluyla “doğal”laştırılmış toplumsal cinsiyet kodlarını, görünür kılmaya katkı sağlama amacı
taşımaktadır. Cinsiyet(sex) ve toplumsal cinsiyet(gender) algılarının, biyolojik
“gerçek”lerimizin kaçınılmaz bir sonucu olduğu iddiasının reddetmekte ve bu yaklaşımların
kadın bedenini kontrol altına almaya çalışan bir mekanizmaya hizmet ettiğini savunmaktadır.
Margaret Sarkissian’ın Music and Gender(1992) adlı makalesinin çizdiği çerçevede, müzik ve
kültür çalışmalarında, toplumsal cinsiyetin yanında, kimliği tamamlayan yaş, sosyal statü gibi
diğer öğelerin, bilimsel bir verinin elde edilmesindeki önemine değinilecektir. Bilimin kadını
algılayışındaki taraflı saptamalar ve buna bağlı olarak “nesnellik” kavramı, Marksizm ve
kadın hareketinin kısa tarihi tartışılacaktır. Makalenin devamında, müzikoloji ve
etnomüzikoloji alanlarındaki çalışmalarından örnekler verilerek, müzik pratikleri ve opera
metinlerindeki cinsiyetçi tutum ve söylemler vurgulanacaktır. Sarkissian’ın çözümlemeleri
aracılığıyla, toplumsal cinsiyet olgusunun farklı boyutlarına değinilecek, Kürt kadının müzik
ve dil araçlarındaki konumu irdelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Toplumsal Cinsiyet, Bilim, Müzik, Kürt müziği.
1. Cinsiyet ve Toplumsal Cinsiyet
Margaret Sarkissian, Gender and music adlı makalesinde, toplumsal cinsiyetin
(gender) insanda tabii/natural olarak geliştiği düşünülen, fakat aslında kültür aracılığıyla inşa
edilmiş, biyolojik farklılıklara dayalı, ortak değerler ve prensipler olarak tanımlamaktadır
(1992:337). Kadın ve erkek cinsiyeti üzerine kurulu bu sosyal organizasyon ilkelerinde,
kadının erkeğe bağımlılığı kültürden kültüre büyük oranda değişiklik gösterse de, cinsellik
1 Bu metin 2011 yılı Karaburun Bilim Kongresi’nde sunulmuştur.
2 Dokuz Eylül Üniversitesi Müzik Bilimleri Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi
2
söz konusu olduğu durumda seçilebilir hale gelen ‘asimetri’, günümüz dünyasının evrensel bir
gerçeğidir (Atkinson’dan aktaran Sarkissian, 1992:338). Erkin ve tahakküm duygusunun
yüceltilmesine dayalı olan yönetim mekanizmaları, kadın erkek ilişkilerini kendi varlığını
bakî kılacak biçimde düzenlemektedir. “Toplumsal cinsiyet, cinsler arasında kavranabilen
farklılıklara dayalı toplumsal ilişkilerin kurucu öğesidir ve toplumsal cinsiyet iktidar
ilişkilerini belirgin kılmanın asli yoludur” (Scott’dan aktaran Özkazanç, 2010:17). Rekabet
prensibine dayalı olan ekonomik sistem, daha fazla tahakküm kurmak adına “zayıf” olan
erkeği dışlar ve kadını, eve yorgun gelen “savaşçı”ya hizmet edecek biçimde şekillendirilir.
Kadın, yerleştirildiği bu kalıp içerisinde sistemin işleyişine hayati bir katkı sağlar.
Lêvi-Strauss’un yapısalcılık kuramından faydalanarak, cinsiyet-toplumsal cinsiyet
kavramlarını “doğa/kültür”, “çiğ/pişmiş” ikilikleriyle analiz etmeyi deneyen bazı feminist
kuramcılara göre kadın, kültür öncesi doğada biyolojik özellikleriyle var olurken, kültür
sonrasında ikinci plana itilmiştir. Bu varsayıma göre cinsiyet toplumsallaşmamış haliyle ‘çiğ’
iken, toplumsal cinsiyet, anlamlandırılmış değer yargıları bütünü olarak ‘pişmiş’ bir
unsurdur(Butler, 2005:93). Butler, cinsiyeti, toplumsal cinsiyetin öncülü ve sebebi olarak
algılamayı öneren bu yaklaşımı reddetmiştir. “Toplumsal cinsiyet verili bir cinsiyetin üzerine
kültürün anlam işlemesi olarak anlaşılmamalıdır. Toplumsal cinsiyet aynı zamanda cinsiyeti
tesis eden üretim mekanizmasının ta kendisini belirtmelidir”(Butler, 2005:52). Butler,
toplumsal cinsiyetin, nüfuz ettiği yeri değiştiren, ‘kültürün (onun)üzerinde etki ettiği bir
yüzey’ olarak sunulmasının, bir zamanlar sahip olunan ‘biyoloji kaderdir’ söyleminden
evirilerek varılan ‘kültür kaderdir’ yargısını desteklediğini belirtmektedir (2005:54).
Cinsiyeti, değişmez, mutlak bir değer olarak somutlaştırmak, kadın bedenine esasında
toplumsal mutabakatla yüklenen anlamların, daha en baştan kabullenilmesi olacaktır.
“(Biyolojik) Cinsiyetin kuruluşunda, kadınların ve erkeklerin bedenleri arasındaki
benzerlikler bastırılır ve insan anatomisindeki üreme işleviyle bağlantılı olan bazı farklılıklar
kadın ve erkek bireylerin temel nitelikleri haline getirilir “(Savran, 2010: 25). Gülnur Savran,
cinsiyete dair algının, kadının çocuk doğurma işlevine yüklenen anlamlarla şekillendiğini ve
toplumsal cinsiyet kodlarını yansıttığını belirtmektedir. Bunun sonucunda erkek ‘agresif’ ve
‘tohum saçıcı’, kadın ise ‘pasif’ ve ‘bekleyen/içeren’ olarak resmedilmektedir. Örneğin
testosteron kadında da bulunan bir hormondur fakat ‘erkeklik hormonu’ olarak
adlandırılmaktadır. Biyolojik farklılıklarımız benzerliklerimizden az olmasına rağmen,
‘modern paradigma’ cinsiyete ‘aşırı’ anlam yüklemiş, kadın ve erkeği birbirinden ayrı,
geçirgen olmayan, mutlak yapılar/sınıflar olarak tanımlamıştır.
3
Savran, ataerkil değerlerle şekil verilmiş cinsiyet kavramının üstüne
cinsellik(sexuality) unsurunun da sağlıksız bir şekilde yerleştirildiğini belirtmektedir. Doğum
ile özdeşleştirilerek cinsel hazdan koparılan kadın bedeni, adet, menopoz gibi biyolojik
gerçekler yoluyla “kirli” addedilerek patalojilkleştirilir. Çocuk doğurma işlevine yığılmış bu
heteroseksist yargılar, kadın ve erkeğe, karşı cinsle birlikte olma şartını dayatır (Savran,
2010:28).
1970 yılında bu yana, feminist akademisyenlerin katkısıyla, toplumsal cinsiyet konusu
ve kadının toplum içerisindeki rolü, sosyal çalışmaların temel bir sorunsalı haline gelmiştir.
Sarkissian, yukarda adı geçen makalesinde, herhangi bir topluluğu inceleyen araştırmacının,
kadın ve erkeği birbirinden bağımsız öğeler mi, yoksa birbirini tamamlayan unsurlar olarak
mı incelenmesi gerektiğini; cinsiyetleri ayrıştırmaya yönelik bir çalışmada, bireyin yaş, sosyal
statü gibi diğer kimliksel özelliklerinin, çalışmaya nasıl ve ne kadar dâhil edilmesi gerektiğini
sorgulamıştır(1992:337). Makalesinin devamında, bu konuyu çeşitli etnomüzikologların
çalışmalarından örnekler vererek açımlamaya çalışan Sarkissian’ın sorduğu en önemli soru,
kadın araştırmacıların, erkek zihnince şekil verilmiş bir akademik disipline tabi olup
olmadıklarıdır. Bu soru bizi, bilim ve nesnellik olgularına atfedilen değerlerin sorgulanmasına
teşvik etmektedir.
2. Bilim ve Hayvanlar Âlemindeki Dişi
Bilim camiasının hayvanlar âlemini analiz etmeye yönelik teorileri, dişiyi edilgen ve
zayıf olarak betimleyen yanılsamalarla doludur. Hayvanlar âlemi üzerinden, güç ve otoritenin
erkeğe bahşedilmiş yüce değerler olduğu imasını pekiştiren bu teoriler, dişinin, erkeğin
belirleyici olduğu bir seçilime tabi tutulduğunu varsayar. “Farklı cinsiyetlere sahip olan
hayvanlarda da birçok durumda dişilere sahip olmak için erkekler arasında mücadele vardır.
En kuvvetli erkekler ya da en başarılı şekilde mücadele edenler, genellikle en iyi soyu
oluştururlar” (Darwin’den aktaran Donovan, 2007:90). Darwin’in 1859 tarihli Türlerin
Kökeni adlı eserindeki bu paragraf, doğadaki üreme sistemini ‘erkeklerin dişiler için savaşı’
olarak analiz eden androsentrik düşünceyi desteklemektedir. Evelyn Fox Keller, ‘modern
bilimin kurucu babalarının’, toplumsal cinsiyet dilini kullanarak, hayvanlar âlemindeki erkek
cinsiyeti, doğaya hükmeden varlıklar olarak analiz ettiğini belirtmektedir(Keller, 2007:31).
Kültür aracılığıyla, erkekliğin güçle tümlendiğine koşullanan bilim insanı, doğadaki acımasız
çatışmaların taraflarını zayıf ve güçlü ikiliğiyle çözümlemeye odaklanır.
4
“Kadının toplumda aşağılanmasına neden olarak biyolojik yapısındaki
eksiklikler gösterildi. Çocuk doğurma, dişi cinsin önünde sonsuza dek duracak olan
bir engel ve onun ikinci cins olmasının nedeni olarak sunuldu. Bunu desteklemek
için belli bir olgunun doğal sonucu olduğu öne sürülen gerçek dışı bir mit ortaya
atıldı. Erkek cinsin sonsuz üstünlüğünün kanıtı olarak hayvanlar dünyasındaki
‘erkek egemenliği’ örnek gösterildi. Erkeklerin her zaman için dişilere egemen
olduğu, çünkü onların yapısal olarak daha güçlü daha vurucu, daha iyi savaşçı ve
dişilerden daha zeki olduğu söylendi” (Reed, 1994:71).
Evelyn Reed’in eleştirdiği bu ‘gerçek dışı mit’e göre, hayvanlar âlemindeki dişiler,
erkekle cinsel ilişkiyi hak edebilmek için onun karşısında ‘salına salına’ gezmekte ve ‘el-
pençe-divan’ durmaktadırlar. Reed, bu yaklaşımın doğadaki işleyişe aykırı olduğunu vurgular
ve bu yanlış beyanı/misrepresent düzeltme yoluna gider. "…baskın erkek de dâhil olmak
üzere hiçbir erkek onların(dişilerin) yaşamlarını ve cinsel etkinliklerini denetim altında
tutamaz. Dişi, çiftleşme isteği göstermediğinde (kızışkın olmadığı dönemlerde) erkeği yanına
yaklaştırmaz, erkek de dişiden bir işaret almaksızın ona yaklaşmaz” (Reed, 1994: 81-82).
Sosyal Darwinistlerin güç ve tahakkümü yüceltmeye dayalı saptamaları, bir canlının soyunun
devamını getirebilmesi için acımasızca savaşması gerektiğini vurgular. Örneğin, Herbert
Spencer, tüm dehşetinin farkında olmasına rağmen, savaşın toplumları ilerleten bir
mekanizma olduğu yargısına varmıştır (Donovan, 2007:91).
3. Bilim ve Kadın
Bilim dünyasının dişi hayvanı algılayışındaki toplumsal cinsiyetçi tutum, bilim yapma
araçlarının işleyişinde ve bilim kadınlarına yönelik yargılarda da kendini göstermektedir.
Kendi mantıksal çerçevesi ve deneye dayalı yöntemlerle “nesnel” bilgiler üretildiğini savunan
bilim insanları, yapılmış toplumsal araştırmalarda kadının görünmezliğini açıklayamamakta
ve kendi ilkeleriyle çatışmaktadırlar. Keller, bilim dünyasında erkeklerin çoğunlukta olmasını,
nesnelliğin başından beri erillikle özdeşleştirilmesinin bir sonucu olduğunu ve tartışılması
gerekenin bir inanç sorunu olduğunu vurgulamaktadır (Keller, 2007:102-103).
“Doğa bilimlerini mercek altına alan feminist bir bakış açısı için en yakıcı
sorun nesnelliği, akıl ve zihni eril, öznelliği, duyguları ve doğayıysa dişi diye
nitelendiren, şu kökleri derinlerdeki popüler mitolojidir. Bu duygusal ve düşünsel
iş bölümüne göre, kadınlar kişisel, duygusal ve tikel olanın garantörleri ve
koruyucuları olmuşken, bilim-gayri şahsi, akli ve genel olanın o mükemmel alanı-
erkeklere tahsis edilmiştir” (Keller, 2007:31).
5
Keller, ‘beşeri dokuya’ zarar veren dişil/eril, öznel/nesnel, sevgi/erk gibi
dikotomilerin, bu kavramları birbirinden çok uzak noktalara konumlandırdığını ve kadınları -
yıkıcı bir şekilde- bilim dünyasından uzaklaştırdığını vurgulamaktadır. ‘(Doğayı) insanın
hizmetine verecek (insanın) kölesi’ yapacak olan (Farrington’dan aktaran Keller, 2007:73)
Bacon’cu yaklaşım, Keller’ın ‘durağan nesnellik’ olarak tanımladığı, sevgi ve erkin, öznel ile
nesnelin birbirinden koparıldığı bir bilim anlayışını beslemekte, doğa eksik/yanlış
yorumlanmaktadır. Keller, geliştirdiği ‘dinamik nesnellik’ kavramıyla bu ikilikleri zıt kutuplar
olarak değil, birbirine katkı sağlayan unsurlar olarak değerlendirir ve bu önerme ile daha
“adil” bir bilgi sağaltımı vaat eder. Keller’ın ‘dinamik nesnellik’ önerisinin formülasyonu
sevgi, erk ve bilgidir. Feminizm, geleneksel bilim incelemelerine kadın uzmanlığını
ekleyerek, bilim insanlarını bu ikiliklerin kökünü bulmaya yönelik bir arayışa
yönlendirmektedir. Kadınların bilim araştırmalarına kattığı deneyimlerin, salt kadın bakış
açısını yansıtmasını da sağlıklı bir tutum olmayacaktır. “Toplumsal cinsiyetten azade bir bilim
anlayışı ne eril ve dişi perspektiflerin sonucu ya da tamamlayıcısıdır ne de bir dar
görüşlülüğün yerini başka bir dar görüşlülüğün almasıdır”(Keller, 2007:212). ‘Feminist bilim’
diye bir hareketin, bilimi eril yerine dişil bir yapı olarak kurgulamak olacağını belirten Keller,
akıl ve doğa kategorilerinin dönüştürülmesinden yanadır.
İçinde bulunduğu modern paradigmaların bir sonucu olarak muhalif bir karakter
edinmek durumunda kalan toplumsal cinsiyet araştırmaları, dünyayı erkek üzerinden
tanımlamayan kavramların yerine, cinsiyet kökenli davranış ve ideoloji kuramları
geliştirmeye odaklanmaktadır. Sarkissian, toplumsal cinsiyet çalışmalarını
marjinalleştirilmesini ve ‘ana akım’ bilim kanadından ayrıştırılmasını bu girişimin muhtemel
bir sonucu olarak görür (1992:337). Günümüz bilim camiasında kadın kimliğini, cinselliğini
irdeleyen çalışmalara yapılan ‘bilimdışı’ iması, bu söylemi desteklemektedir. Donovan,
kadınların bir sorunsala bakışlarının bütüncül olduğunu ve olaylar arasındaki bağları sezgisel
yeteneklerini kullanarak rahatlıkla fark edebildiklerini belirtmektedir. “Fakat erkekler bu
kolayca fark edilmeyen bağları göremedikleri için kadınların algılamalarıyla alay etmiş ve
bunların doğruluklarını kabul etmemişlerdir. Tüm tabloyu kavrayamayanlar (kadınların) hissi
etkilerini akılsızlık olarak görür” (Donovan, 2007:75). Kadının, kendisini kısıtlayan,
kötüleyen, sömüren bu toplumsal cinsiyet çerçevesinin dışına çıkması, yeteneklerini,
cinselliğini, insan olmanın kadın yönlerini yeniden tanımlaması gerekmektedir. Örneğin,
eksik bir senaryo üzerine kurulu olan tarih külliyatının muhalif bir gözle yeniden gözden
6
geçirilmesi, sadece kadınların tarihinin değil, aynı zamanda tarihin yeni baştan yazılması
anlamına gelecektir (Scott’dan aktaran Özkazanç, 2010:17).
4. Marksizm ve Toplumsal Cinsiyet
20. yüzyılda antropolojik çalışmaları da büyük ölçüde etkileyen ‘Marksizm türevli
kuramsal bakış açıları’, kültüre sosyal sistemi onaylayan bir öğe olarak yaklaşmıştır
(Sarkissian, 1992:342). Marksizm, eşitlik söylemi ve kadının toplumdaki konumunu
sorgulaması vesilesiyle kadın hareketinin gidişatına hız kazandırmış, kadınların özgürlüklerini
kazanmaları için ev gibi ‘yabancılaştırıcı’, tekrara dayalı ve yalıtılmış ortamdan çıkmaları
gerektiğini iddia etmiştir. McKinnan’a göre, “Feminizm ideolojik yapının temeli olarak
toplumsal cinsiyeti görürken Marksizm maddi koşulları (emek) görür” (Aktaran Donovan,
2007:167). Kültür ve toplumun kökenini maddi ve ekonomik unsurlara dayandığını savunan
Marksist düşüncenin, kadınları “özgüleştirmek” adına geliştirdiği söylemler umulan başarıyı
getirememiştir. “Birçok çözümleyicinin işaret ettiği üzere kadınlar Engels’in öngördüğü gibi
toplumsal emek gücüne katılarak özgürleşmek yerine, iki iş birden yapmak zorunda kaldılar:
kamusal alanda ücret için çalışmak ve fakat özel alanda ücretsi ev içi işi yapmaya devam
etmek” (Donovan, 2007:158). Marksizm kapitalizmin yükselişini kadınların ezilmesine
bağlamış fakat kapitalizm öncesi ve sonrası topluluklardaki kadının ikincil konumunu
açıklayamamıştır. Emeğin cinsel sömürüsünün kapitalizm öncesi var olan, toplumun bizzat
kendi eliyle ürettiği bir durum olduğunu belirten Donovan, ‘evde lavabo açmak yerine
fabrikada çalışmanın’ kadını özgürleştiremeyeceğini vurgulamaktadır.
Müzik ve Toplumsal Cinsiyet
1. Feminist Müzikoloji ve Etnomüzikoloji Çalışmalarında Cinsiyet Faktörü
1960’lardaki Amerikan feminist hareketi, kadının sosyal ve ekonomik hakları üzerine
farkındalıklar geliştirmeye odaklanmıştır. 70’lerdeki politik karakterli “ikinci dalga”
sürecinde ise kadınlar, gittikçe artan bir ilgiyle müzikoloji disipliniyle alakadar olmaya
başlamışlardır. 1988 yılındaki Amerikan Müzikoloji Topluluğu’nun (Amerikan Musicological
Society) senelik toplantısı, öncü feminist akademisyenlerin boy gösterdiği bir toplantı
olmuştur. Kadın akademisyenler, bu yeni sürecin ilk dönemlerinde, McClary’nin tabiriyle
7
‘profesyonel intihara’ kalkışmamak adına, egemen bilim anlayışıyla zıtlaşmamayı, temkinli
davranmayı seçmişlerdir (Smith, 2009:3). Susan McClary, Ruth Solie, Marcia J. Citron gibi
araştırmacıların öncülü olduğu feminist eleştiri, müzik pratiği içindeki toplumsal cinsiyet
yapıları ile ilgilenmiştir. Feminist müzikoloji, geleneksel müzikolojinin vurguladığı
‘tarafsızlık’ söylemine tutunmak yerine toplumsal cinsiyet çalışmalarının, doğası gereği taraflı
olduğunu kabul etmektedir. Disiplinlerarası ve çok kültürlü perspektifler aracılığıyla müzik
tarihini yeniden şekillendirmeyi amaçlamaktadır (Cuisick’ten aktaran Smith, 2009:4).
Toplumsal cinsiyetin ve müzik davranışlarının cinsiyetle ile ilişkisinin irdeleyen
çalışmaların başlamasını antropoloji ve feminist hareket alanındaki gelişmelerle mümkün
olmuştur. Bu surecin devamında, birçok disiplinde olduğu gibi etnomüzikolojide de toplumsal
cinsiyet merkezli çalışmaların sayısında artış olmuştur. Etnomüzikologlar müzik
performansının, temel toplumsal cinsiyet değerlerinin sürdürülmesinde ve telkininde, özel bir
araç olduğunu deneyimleşmişlerdir. Sarkissian, kadın araştırmacıların katılım oranının
yüksekliğine rağmen, kültür çalışmalarında kadınların müzikal sunumunu erkekten ayrı
değerlendiren çalışmaların azlığından bahsetmektedir(1992:337). Nettl’a göre bu durumun
olası sebebi, yaklaşım ve metotların belirleniminde erkeklerin sahip olduğu dominant roldür
(Aktaran Sarkissian, 1992:338). Etnomüzikoloji alanında yapılan feminist bakış açısına sahip
çalışmalar kadınların müzikal davranışları ve aktiviteleri hakkında daha çok bilgi sundukça,
var olan tarihsel materyallerin yeniden okunmasına katkıda bulunmakta ve bu alanda var olan
boşlukları kadınlar lehine doldurarak var olan dengesizliği eşitlemektedir.
“Toplumsal cinsiyet sosyal ve politik sistemlerin sembolü olduğu, cinsiyetlerin
denetlenmesi aynı zamanda bu sistemin korunması anlamına geldiği için, bu bağlar diğer
sosyal ve politik bağlardan ayrı tutulamaz” (Stokes, :1997:22). Kadın ve erkeği birbirinden
ayırarak her birine farklı görevler tayin eden bu sistemler, aynı zamanda bir topluluğun
kendini diğerlerinden ayırmak için kullandığı simgeler bütünüdür. Stokes’a göre bu,
etnomüzikoloji tabiatlı çalışmalarda görmezden gelinmemesi gereken bir unsurdur. Stokes,
müziğin, uygun toplumsal cinsiyet davranışlarının sergilendiği bir alan olduğunu, bir çalgının
hangi cins tarafından daha iyi icra edileceğine de toplumsal cinsiyet kalıplarıyla karar
verildiğini belirtmektedir. Bir erkeğin iyi bir trompet icracısı olması ne kadar ‘doğal’sa, iyi
arp çalan bir kadının yeteneği de o kadar ‘doğal’dır( Stokes, 1997:22). Castiglione’nin
Saraylının Kitabı(The Book of The Cortier-1528) adlı eseri, müzik icrası ve çalgı seçimi
hakkında, okuyucularına detaylı bilgiler vermektedir. Dönemin görgü kurallarını yansıtan bu
kitaba göre erkek, çalgısını çalarken ‘doğal’ görünmeli, fiziksel olarak zorlandığını belli
8
edecek hareketler sergilememelidir. Aksi takdirde sosyal statüsü sarsılacak, usta bir
müzisyenden ziyade bir hizmetçi gibi algılanacaktır (Aktaran Stokes, 1997: 20). 16. yüzyılda
yaşamış Gelibolulu Mustafa Âli’de, Osmanlı geleneklerini anlattığı Görgü ve Toplum
Kuralları Üzerinde Ziyafet Sofraları (Mevâ’idü’n Nefais fi Kavâ’idi’l Mecalis) adlı eserinde,
çalgıları erkek, dişi olarak sınıflandırmıştır. Buna göre, Çeng, Kemançe, Def gibi çalgılar,
kadınların çalmasının “uygun” görüleceği dişi çalgılar grubuna dâhildirler (Şeker’den aktaran
Beşiroğlu, 2006:9).
2. Müzik Pratiklerinde Kadın
Kadın çalışmaları, müzik pratiğinin görünen biyolojik farklılıklara dayanmadığını, bu
sunumlar içerisindeki kadın erkek rollerinin kültüre bağımlı olduğunu, bu kalıpların
oluşturulmasında müziğin de etkin bir rol oynayabileceğini göstermiştir. Sarkissian, Music
and Gender makalesinin giriş bölümünde, kadın kimliğinin yaş, statü gibi öğelerinin bir
araştırmaya yapabileceği katkıları sorgulamıştır.
“Toplumsal cinsiyeti diğer kimlik belirleyici faktörlerden ayırmadan
incelemeliyiz. Örneğin yaş sıklıkla cins(gender) davranışını etkileyen bir şeydir. Bir
kadının çocuk doğurma kapasitesini kaybetmesi kadının (toplulukça)algılanan
cinselliğini etkileyebilir ve kıyafet, hal ve tavırlarında değişiklik yaratabilir. Aynı
zamanda sosyal statüsünü ve müzikal ifade özgürlüğünü yükseltebilir” (Sarkissian,
1992:345)
Amanda Weidman, Güney Hindistan’ın Madras kentinde yaptığı çalışma da, müzik
dersleri aldığı, 65 yaşındaki hiç evlenmemiş kadının, topluluk içerisinde sahip olduğu kutsal
değerden bahsetmektedir. ‘Müzik uğruna evlilik ve çocuk konularında verdiği ödünler’ kadını
o kültür içinde yücelten unsurlar olmuştur(Wiedman, 2003:197). Yaş ve statü öğelerinin
kadının toplumsal konumuna etkisi, Anadolu’daki kadın aşıklar geleneğinin icrasında da
görülebilmektedir. Erkeklerin kontrolünde olan bu alana girmeye çalışan genç kadınlar birçok
önyargı ve kuralla karşılaşırken, ileri yaşlardaki kadın aşıklar, müzik icrasını daha rahat
koşullarda sürdürebilmektedirler. Koskoff’a göre toplum, yaşı ilerlemiş olan kadını,
atfedilmiş cinsel değerlerden arınmış saymakta ve onu daha saygın bir statüye taşımaktadır.
Kadın için ise bu durum, hayatına kısmen de olsa yeniden yön vermek için bir fırsat
niteliğindedir (Koskoff’dan aktaran Çınar-Şenel-Karahasanoğlu, 2008:8). Âşıklık geleneğine
dâhil olan kadınların erkek ağırlıklı bir ortamda kabul görmelerinin garantisi, isimlerinin
9
yanına ‘bacı’ kelimesinin eklenmesidir (Çınar-Şenel-Karahasanoğlu, 2008:6). Bu, kadının
cinsel kimliğini görünmezleştirerek, bu alandaki var oluşunu meşrulaştırmanın bir yoludur.
Bazı toplumlarda, müzisyen ya da dansçı kadınların konumu fahişelikle eşdeğer
tutulabilmektedir. Dansçı ya da müzisyen kadınlara kıyasla, daha çok saygı gören yerli
kadınlar, aşağı bir konuma yerleştirdikleri bu kadınları, sahip oldukları eğitim ve sosyalleşme
avantajlarından dolayı içten içe kıskanabilmektedirler. Fahişeler, dansçılar ya da müzisyen
kadınlar, daha “özgür” görünseler de, temelde erkeklerin eğlenme ve cinsel ihtiyaçlarını
karşıladıkları için, erkeğe aynı oranda bağımlıdırlar. Sarkissian, Tunus’taki kadın
müzisyenlerin, çoğunlukla ‘egzotik bir ırk ya da dine bağlı köleler’ oldukları örneğinden
hareketle, bu durumun, erkeklerin geleneksel kadın erkek ilişkisinin dışına çıkma ihtiyaçlarına
hizmet ettiğini belirtmektedir(1992:343). Bayram, düğün gibi geleneksel eğlencelerde
erkekler, köyün dışından getirtilen dansçı ve müzisyenlerle, yerli kadınlarla yapılması kabul
görülmeyen bazı etkileşimlere girme fırsatı yakalamaktadırlar. Müzisyen ve dansçı kadınların
topluluk dışından olması geleneğine Osmanlı sarayında da rastlanmaktadır. “Guillaume
Postel, ‘Republique des Turcs’(1560) adlı kitabında, İstanbul’da çengi takımından detaylı bir
şekilde söz etmiştir. Avrupalı gezginlerin sözünü ettikleri, ressamların resmettikleri bu
müzisyen kadınların hemen hemen tamamı gayrimüslim Osmanlılardandır” (Göher,
2009:113).
Kadınların müzik pratiği içindeki rolleri, modern dünyanın sosyo-politik ve ekonomik
değişimine bağlı olarak yeniden şekillenebilmektedir. 20. yüzyılın başlarında Hint klasik
müziği(Karnatik) performans ve icra bakımından önemli değişiklikler yaşadı. Önemli sayıda
müzisyen, yeni sömürgeci ekonomi karşısında varlığını sürdüremeyen eski saray sisteminin
çökmesi sonucunda, sanat faaliyetlerinin Brahmanlar (rahip ve âlimlerden oluşan kast sistemi)
tarafından yönetildiği Madras şehrine göçtü. Karnatik müziği, klasik Hint müziğiyle
harmanlayarak bir uyanışa/revival zemin hazırlayan Brahmanlar için bu müzik, yükselmekte
olan Hint orta–sınıfına ait bir kültürel hazinenin sembolüydü. Sömürgesel ulusalcılık projesi
kapsamında ideal/çağdaş kadını yeniden tanımlamayı gerekli gören Brahmanlar, kadınları
müzik yapmaya ve dans etmeye teşvik ettiler. Fakat bu değişim, müzisyenliği soya dayalı
sürdüren kadın müzisyenler/devadasi için, tam tersi bir seyir izledi. Bu kadınların müzik ve
dans icrası fahişelik olarak değerlendirildiği için zamanla en aza indirgendi (Weidman,
2003:194).
10
Sarkissian, Atkinson ve Sugarman’ın çalışmalarından verdiği örneklerde, toplumsal
cinsiyetin görüngüsünün her toplumda aynı öneme sahip olmayabileceğinin altını
çizmektedir. Örneğin, Prespa bölgesi Arnavutlarında toplumsal sistemin çekirdeğinde
durabildiği gibi, Endonezya’nın Sulawesi bölgesinde yaşayan Wanalar için bir sosyal
organizasyon biçimi olmadığı gibi, tartışılacak bir mevzu bile olmayabilir. Fakat bu durum,
topluluk içinde cinsiyetlere dayalı bir hiyerarşinin olmadığından ziyade, söz konusu asimetrin
daha görünmez alanlara yığıldığının işareti de olabilmektedir. “Bazı Kuzey Amerikalı yerli
kültürlerinde, kadın ve erkeğin şarkı söylemelerinde ses seviyeleri eşit olabilir, fakat tabular
kadının regl döneminde seremonilere katılmasını yasaklar” (Frisbie-Vander’dan aktaran
Sarkissian, 1992:342). Kadın ve erkeğin birlikte şarkı söylemesi her ne kadar toplumsal
cinsiyet algısının eşitlikçi olduğu yanılsamasını yaratsa da, kadınların söylediği melodi
çizgilerinin erkeklerinkine göre iddiası ya da kadının bir ritüelin akışını yönlendirmedeki rolü
dikkate alındığında, durumun eşit olmadığı rahatlıkla gözlemlenebilmektedir.
Sarkissian bazı topluluklarda müzik ve dans performansının kadın ve erkek arasındaki
iletişimin kurulması için nispeten daha rahat bir ortam sağladığını belirtmektedir. Örneğin,
Malta ve Arnavutluk’daki festivaller kadınlara dans etme ve şarkı söyleme fırsatı vermekte,
kadın ve erkeklerin etkileşimi yaşlıların gözleri önünde gerçekleşmektedir (Sarkissian,
1992:339). Stokes, genel sınırların dışına çıkılabilen bu tür eğlencelerde, müzisyenlerin,
‘sosyo-müzikal’ alanı denetleme rolünü üstlendiklerini, bu sayede toplulukta güçlü figürlere
dönüştüklerini belirtmektedir(1997:23).
3. Pop ve Batı Sanat Müziğinde Toplumsal Cinsiyet
Etnomüzikoloji alanında toplumsal cinsiyete yönelik çalışmalar, popüler müzik
alanındaki incelemelerle ivme kazanmıştır. İngiliz ve Amerikan popüler kültür araştırmaları,
ergenlerin kadın/erkek kimliklerini inşa etmede müziği önemli bir referans olarak
benimsediklerini gözlemlemiştir. “Rock, seyircileri ve icracıları kurgulanmış net bir cinsiyet
alanı içine yerleştirir. Erkekler aktif ve katılımcı iken kadınlar pasif ve tüketicidir”
(Sarkissian, 1992:344). Agresif bir vokal stiline sahip olan ‘cock rock’, yumuşak, düşünceli,
kadınsı bir üslupla icra edilen ‘teenybop’a karşı, kadını ve onunla ilgili olan her şeyi
aşağılayan bir erkekliği yüceltmekteydi. 70’lere doğru, İngiliz rock müziğinin önemli
temsilcisi Beatles aracılığıyla, sıklıkla zıtlaşan bu iki müzik birbirine yaklaşarak etkileşime
geçmiştir. Beatles’ın imajı ne ‘erkeklerin birlikte agresyon yapması ne de yan kapıdaki çocuk’
psikolojisine dayanıyordu (Sarkissian, 1992:345). Fakat erkek müzisyenleri giyim ve sahne
11
duruşu itibariyle daha efemine/gay bir görüntüye yaklaştıran bu yeni tını, kadının rock
müziği içindeki –izleyici ve icracı olarak- konumunu değiştirememiştir.
“Beatles’a rock dünyasında hep eleştirel bir saygıyla yaklaşılmış ve Stones da
yeniyetme pop kızları arasında epece tutulmuştu elbet; ama yine de Stones, pop’un
‘kızlara yakışır’ bayağı duyarlılıklarını tatmin ederken (cici oğlan imajı, harmoni ve
melodi, vıcık duygusal sözler) rock’ın sert oğlanlar tarafından sert oğlanlar için
yapıldığı düşüncesinin dokunulmazlaşmasına katkıda bulundu” (Reynolds-Press,
2003:37).
‘Temiz pak yıldızlar’ ve ‘pasaklı yabancılar’ arasındaki bu dikotomi, romantik aşk ve
kaba bir cinsellik arasındaki farkı ve bunlara yüklenen anlamları güçlendirerek, ayrışmayı
destekler. Rock, kadını ya anne, ya da cinselliğini sınırsızca yaşayan, vahşi bir kadın
statüsünde tahayyül edebilmiştir. Bu kalıpların dışına çıkarak, rock müziğinde aktif rol almak
isteyen kadın müzisyenler, ‘erkeğin yapabildiği her şeyi yapmak’ iddiasıyla sahnelere çıkmış,
fakat bu öykünmeci strateji, kadını “geleneksel” erkek söyleminin bir savunucusu yapmıştır.
“Gel gelelim erkek Fatma yaklaşımı pek tatmin edici görünmemektedir. Bu
yaklaşımın en belirgin unsurlarından biri olan kadın düşmanlığı da dâhil olmak üzere,
eril isyana gıptayla bakar, basitçe bu isyana öykünür. Bu kadın düşmanlığı unsuru,
örneğin, oğlanlardan biri olmak, onların çetesine katılmak isteyen Joan Jennet gibi
birisinin konumunda zımnen bulunmaktadır”(Reynolds-Press, 2003:248)
Susan McClary, klasik müziğin de pop müziğinden aşağı kalmayacak şekilde
toplumsal cinsiyet yapısına bağlı olduğunu vurgulamıştır. Müzikolojide 80’lerdeki feminist
yaklaşımın devamı olarak, opera metinleri, toplumsal cinsiyet analizleri için önemli bir
kaynak olmuştur. Batının kadına yaklaşımı konusunda somut deliller içeren bu librettolar,
kadının ikincilliğini vurgulamanın yanında, dönemin ırkçı ve emperyalist söylemlerinin de
temsilcisi olmaktadır (Sarkissian, 1992:342).
McClary’e göre, George Bizet’in Carmen(1875) operasının metni - dönemin opera
comic dinleyicilerinin basit zıtlıklar yoluyla tatmin edilmesi için- kadın cinselliğini “uygun”,
“uygunsuz”, “bakire”,”fahişe” ikiliği üzerine kurmuştur (McClary, 2002:55). Opera
metinlerindeki karakterlerin rol dağılımları da toplumsal cinsiyet açısından dikkat çekicidir.
“Erkeklerin çoğu kral komutan veya asilzadedir. Kadınlar içinde asil bir soydan gelenler ile
12
alt tabakadan gelenler arasında çok belirgin bir ayırım vardır. Asil kadınlar aldatılmaya ve
terk edilmeye, farklı bir ülkü için vazgeçilmeye razı olurlar” (Tiryaki-Güleç, 2009:471).
4. Kürt Müziği ve Kadın
Amir Hassanpour, Kürt dilindeki ataerkil söylem üzerine yazdığı makalesinde, Kürt
kadının, ilgili kültür içindeki konumuna dair önemli veriler sunmaktadır. Toplumun kadın ve
erkek ilişkisine yüklediği anlamlar, Kürt dilinin toplumsal cinsiyet hassasiyetiyle incelenmesi
durumunda, daha görünür hale gelmektedir. Kendi bedeni ve cinselliği üzerinde söz sahibi
olmayan kadın, her ne kadar erkeklerin bulunduğu ortamda bulunma rahatlığına sahip olsa
da, evlilik ya da boşanma konularında söz sahibi değildir. “Kadınların kendi bedenlerini,
cinselliklerini ve cinsel arzularını kontrol etme hakkı inkâr edilmiştir. Kadınların cinsel
arzularını kontrol etme hakkı, aile, aşiret, cemaat, modern devlet ve milletin erkek üyelerine
verilmektedir” (Hassanpour, 2005:307). Toplumun erkeklerden beklediği davranış, kadının
üzerinde gerekirse güç kullanarak otorite kurmaktır. Erkekler akrabaların bulunduğu bir
ortam da bile, eşlerine ilgisiz davranmak zorundadırlar. Aile dışındaki erkeklerin bulunduğu
bir ortamda, eş veya kız kardeşlerinin isminin kullanması, bir utanç kaynağı olduğundan, bu
kişileri ima eden, ‘mal’(ev) kelimesi kullanılmaktadır. Bunun yanında kurgulanmış bu
alanların dışına çıkan kadın ve erkekler için küçümseyici bazı isimler/lakaplar geliştirilmiştir.
Erkeksi davranan kadın için nêrekorkê (erkeoğlan), “karısına söz geçiremeyen pasif” erkek
anlamında ise zebîhî lakabı kullanılmaktadır. Zimandrej(uzundilli) ise, hakkını savunan,
direngen kadınları caydırmak için kullanılan kötü çağrışımlı kelimelere bir örnek teşkil
etmektedir (Hassanpour, 2007: 321-328).
Christine Allison, Kürt müziğini derlemek için alana inen araştırmacıların, var olan
şarkı formları arasında, erkekler tarafından icra edilenleri toplamaya değer bulduklarını
belirtmiştir (2007:251). Ortner ve Whitehead, hiyerarşik bir sıralamanın en tepesinde duran
erkek şarkılarını ‘saygın yapılar’ olarak kavramsallaştırır. Buna göre, ‘kadınsal aktivitelerinin
karşıtı olarak erkeksi aktiviteler önceliksel olarak önemli kabul edilir. Kültürel sistem
erkeklerin aktivitelerine daha fazla önem verir’ (Aktaran Sarkissian, 1992:343). Sarkissian, bu
duruma bir örnek olarak Afgan müzisyen kadınları göstermiştir. Genellikle kadınlar
tarafından çalınan daira(daire), erkekler tarafından vurma enstrümanlar eşliğinde çalınmadığı
sürece ‘gerçek’ bir çalgı olarak kabul edilmez. Benzer şekilde, kadınların icra alnında olan
ninniler, erkekler tarafından çalgıyla seslendirildiğinde, sosyal ortamlarda icra edilebilecek bir
şarkı formuna dönüşür. Kürt müziği derlemlerinde de ağıt(şîn), kilam gibi şarkı formları
13
görmezden gelinmişken, ninniler kolleksiyonlara daha kolay dâhil edilebilmiştir (Allison,
2007:251).
Ortner, erkeklerin, doğa ile olan etkileşimlerinde, yaratıcılıklarını teknoloji yoluyla
ürettikleri ‘yapay/artificial’ araçlarla vurguladıklarını belirtmektedir(Aktaran Sarkissian,
1992:342).
“Erkekler hayvanlar dünyasıyla ilişki halindeydiler ve sürekli olarak onlardan
ders alıyorlardı -aslanı gözlemlediler, ayıyı, tilkiyi, atmacayı izlediler, onların dilini
öğrenerek dinsel törenlerde, oynadıkları oyunlarda onlara öykündüler. …. Kadınların
öğretmenleri ise yuva yapıcılar olan örümceklerle arı ve karınca gibi harç karıcılardı”
(Mason’dan aktaran Reed, 1994: 168-169).
Reed’e göre kadın, insan-doğa etkileşiminde “üretici” rolü benimserken, erkek
“yıkıcı”olanı seçer. Kadınların, doğayı yapay bir malzeme olmaksızın dönüştürme
becerilerine, müzikal ifade biçimi olarak, çoğunlukla şarkı söyleme eylemini tercih etmeleri
örnek gösterilebilir. Erkekler ise genellikle, ‘saygın bir yapı’ olarak kabul gören, çalgı
çalmayı tercih etmektedirler. Sarkissian, çalgıya yüklenen güç, akıl, erk anlamlarının yarattığı
çelişkiyi Arnavut kadın çalgıcıları örneğiyle göstermektedir. Toplumsal cinsiyet sınırlarını
aşarak, çalgısında ustalaşmayı başarabilen kadınların yeteneği, ‘anormal bir zekânın ürünü’
şeklinde değerlendirilir (Sarkissian, 1992:343).
Geleneksel Kürt müziğinin “görünen” temsilcileri erkeklerdir. Kadınlar ise toplumsal
baskı sebebiyle yeteneklerinden vazgeçmek ya da bunu gizli saklı sürdürmek durumunda
kalmaktadırlar. Müzik pratikleri içinde, edilgen bir konumda olan kadınlar, kocalarının onayı
olmadan orda bulunamayacakları bilincini taşırlar. Erkeklerle karşılıklı söyledikleri
ritüellerde, giyim, kuşam ve tavırlarına dikkat etme zorunluluğu hissederler. “... Muhafazakâr
topluluklar bir kadının karışık grupta şarkı söylemesini hayâsız ve bir kadının bunu yapmak
için babasının veya evliyse kocasının onayını alması gerektiğini düşünmeye meyillidir”
(Allison, 2007:249). Geleneksel sınırların içinde kalıp bir nevi gizlenen, bu şekilde “aile
huzurunu koruma”yı seçmek zorunda bırakılan kadın müzisyenlerle yüz yüze görüşmek –alan
araştırması bünyesinde- erkeklere kıyasla daha fazla çaba ve zaman gerektirmektedir.
Sonuç:
14
Toplumsal cinsiyet, kadın ve erkeğin topluluk içindeki görevlerini, giyimini ve
davranışlarını belirlediği gibi, biyolojik farklılıklara yüklediğimiz anlamlara da şekil
vermektedir. Cinsiyeti sabit, verili bir unsur olarak algılamak kadın ve erkeğin aslında
birbirine ne kadar benzeyen organizmalar olduğu gerçeğini görmemize mani olmaktadır.
Kadın bedeninin çocuk yapma işleviyle özdeşleştirilmesi, hem kadın bedenini hastalıklı bir
organizma olarak yansıtmaya, hem de onu cinsel hazdan uzaklaştırmaya yaramaktadır. Devlet
mekanizmaları, erki yücelten bir prensiple işlemekte, onarıcı, şefkatli bireyler olarak
kurgulanan kadının, eşine hizmet etmesini –otoritenin devamı için- istemektedir. Gücün
erkekle özdeşleştirilmesi, hayvanlar âlemi içinde söz konusu olmuştur. Dişi hayvanlar, erkek
tarafından seçilen, edilgen canlılar olarak yanlış analiz edilmiştir. Bilimin, deneye dayalı,
“tarafsız” bilgi üreten ve “nesnel” bir bakış açısına sahip olduğunu savunan bilim insanları,
kadın cinselliğine, psikolojisine dair muğlaklıkları açıklayamamaktadırlar. Bilimin nesnellik
iddiası da toplumsal cinsiyet kodlarını taşımakta, doğa/kültür, duygu/akıl, dişi/erkek
ikilikleriyle, birbirine yakın durması gereken bu unsurları uzak noktalara yerleştirmektedir.
‘Beşeri doku’ya zarar vermeyen bir bilgi üretme aracı için gerekli olan Keller’ın önerdiği
üzere, akıl ve duyguyu bilgi ile birleştiren ‘dinamik nesnellik’ yaklaşımıdır. 20. yüzyılda
birçok disiplini etkileyen Marksizm, kadın hareketine ihtiyaç duyduğu eşitlik söylemini
kazandırmış, fakat toplumsal cinsiyet olgusunu analiz etmekte başarılı olamamıştır. Kadının
kurtuluşu için fabrikalarda çalışması gerektiğini savunan bu ideoloji, kadının omuzlarına,
ücretli bir işin yanında ücretsi ev işlerini de bindirmiştir.
Feminist akademisyenlerin müzikoloji alanında ürünler vermesi 1980 sonrasında net
bir şekilde belirginleşmiştir. Feminist müzikologlar, klasik batı müziği, metinleri ve
notasyonları üzerinde toplumsal cinsiyet analizleri yapmışlar, fakat egemen bilim anlayışıyla
ters düşmemek adına temkinli davranmışlardır. Toplumsal cinsiyet, müzik davranışlarını
organizasyonunda, yaş, statü gibi unsurlarla birlikte, belirleyici bir öğedir. Erkeğin ve kadının
hangi çalgıları çalması gerektiği ya da müzik icrası esnasında nasıl davranacağı toplumsal
mutabakatla belirlenmektedir. Yaşı ilerlemiş bir müzisyen kadın ile genç kadın arasında –
cinsellikle ilgili olarak- müsamaha edilen müzikal davranışları bakımından büyük farklar söz
konusu olabilmektedir. Birçok topluluk, dansçı, şarkıcı gibi meslekleri icra eden kadınlara
“kötü” bir gözle bakmakta ve yargılamaktadır. Kültür incelmelerinde, dansçı ve eğlendirici
kadınların köy dışından getirtildiği gözlemlenmektedir. Bayram ve düğün gibi eğlencelerde,
kadın ve erkek arasındaki kesin çizgiler yumuşayabilmekte, erkekler dışarlıklı kadınlarla
yakın etkileşimlere girebilmektedir. Fahişelikle özdeşleştirilen dansçı ve müzisyen kadınlar,
15
yerli kadınlara kıyasla daha fazla sosyalleşebilmekte, bu durum, yerli kadının, yargılarken
aynı zamanda kıskandığı bir özelliğe dönüşebilmektedir. Eşitlikçi bir yapıya sahip gibi
görünse de, kültür içerisindeki asimetriyi görebilmek için ritüele farklı açılardan bakabilmek
gerekir. Örneğin söz konusu asimetri, şarkıların ses seviyesinde değil, ritüele katılma
kurallarında yatabilir. Bunun yanında, kadınların müzik pratiklerindeki ağırlıkları ve
belirleyicilikleri, modern zaman koşullarına göre değişiklik gösterebilmektedir.
Rock müziğinde resmedilen kadın da iç açıcı bir manzaranın figürü değildir. Gerek
dinleyici, gerekse müzisyen olarak, kadın, tüketici ve pasif olarak lanse edilirken, erkek,
agresif, üretici olarak algılanır. Klasik batı müziğindeki, opera metinleri de bu cinsiyetçi
tutumdan payına düşeni almış, bunlara ek olarak, ırkçı ve emperyalist söylemlerinde
savunucusu olmuştur. Erkeğin yaptığı işler saygın kategorilerde tutulurken, kadının
sergilediği ürünler zayıf ve önemsizdir. Erkek doğa ile arasına yapay bir araç koyma ihtiyacı
duyarken, kadın doğa ile uyumlu ve üretkendir.
Kürt kadının kendi kültüründeki konumu, diğerlerinden daha iyi değildir. Kadının
bedeni sahibinden ayrıştırılarak, cinsel ve iş gücü bakımından sömürülecek hale getirilmeye
çalışılır. Kadının evlilik ve boşanma konusunda söz hakkı yoktur. Müzik icrasında, erkeklerin
bulunduğu ortamlarda söyleyebilmek için kocasından izin alması gerekir. Bu ortamlarda
giyim, kuşam ve davranışlarına dikkat etmesi konusunda sürekli telkin edilir.
KAYNAKÇA
1. ALLISON, Christine(2005): “Folklor ve Fantezi: Kürt Sözlü Geleneğinde Kadınların Sunumu”,
Devletsiz Ulusun Kadınları:Kürt Kadını Üzerine Araştırmalar (ed. Shahrzad Mojab), (Çev. Fahriye
Adsay, Sema Kılıç, Ekin Uşaklı), Avesta, İstanbul.
2. BUTLER, Judith(2008): Cinsiyet Belası:Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmes (Çev. Başak Ertür),
Metis, İstanbul.
16
3. DONOVAN, Josephine (2007): Feminist Teori (Çev. Aksu Bora, Meltem Gevrek, Fevziye Sayılan),
İletişim, İstanbul.
4. HASSANPOUR, Amir (2005): “Kürt Dilinde Ataerkilliğin (Yeniden) Üretilmesi”, Devletsiz Ulusun
Kadınları:Kürt Kadını Üzerine Araştırmalar (ed. Shahrzad Mojab), (Çev. Fahriye Adsay, Sema Kılıç,
Ekin Uşaklı), Avesta, İstanbul.
5. GÖHER, Feyzan (2009): “Osmanlı İmparatorluğunda Kadın Besteciler”, Uluslararası –
Disiplinlerarası Kadın Çalışmaları Kongresi (3. Cilt), Sakarya Üniversitesi Rektörlüğü, Sakarya.
6. KELLER, Evelyn Fox (2007): Toplumsal Cinsiyet ve Bilim Üzerine Düşünceler (1.CİLT) (Çev. Ferit
Burak Aydar), Metis, İstanbul.
7. REED, Evelyn (1994): Kadının Evrimi (Çev: Şemsi Yeğin) Payel, İstanbul.
8. REYNOLDS, S.- PRESS, J. (2003): Seks İsyanları: Toplumsal Cinsiyet, Başkaldırı ve Rock’n Roll (Çev.
Mehmet Küçük), Ayrıntı, İstanbul.
9. SARKİSSİAN, Margaret(1992): “Music and Gender”, Ethnomusicology: an introduction, (s. 337-
347).
10. STOKES, Martin (ed.)(1997): Ethnicity, Identity and Music: Musical Construction of Place, Ethnic
İdentities Series, BERG, Oxford, New York.
11. TİRYAKİ, Eser-GÜLEÇ, Elif(2009): “Operadaki Kadın Figürleri Üzerine Yapısal ve Psikoanalitik Bir
İnceleme”, Uluslararası –Disiplinlerarası Kadın Çalışmaları Kongresi (3. Cilt), Sakarya Üniversitesi
Rektörlüğü, Sakarya.
İNTERNET KAYNAKÇASI
1. BEŞİROĞLU, Şefika Şehvar (2006): “İstanbul’un Kadınları ve Müzikal Kimlikleri”, İTÜ Dergisi/b, Cilt
3, Sayı 2, (S.3-19).
http://itudergi.itu.edu.tr/index.php/itudergisi_b/article/view/488 (Erişim Tarihi: 7 Nisan 2010).
2. ÇINAR, Sevilay- KARAHASANOĞLU, Songül- ŞENEL, Süleyman(2008): “Kadın Âşıkların Âşık Sanatı
İçerisinde Toplumsal Rolleriyle Konumlanma Problemleri”, İTÜ Dergisi/b, Cilt 5, Sayı 2, (S.45-56).
http://itudergi.itu.edu.tr/index.php/itudergisi_b/article/view/185 (Erişim Tarihi: 11 Nisan 2011)
3. ERICKSON, Paul A.- MURPHY Liam D. (2008): A History of Anthropological Theory, University of
Toronto Press.
http://books.google.com/books?id=CzbyAW-
607MC&pg=PA123&dq=social+structure,+anthropology&hl=tr&ei=TROqTZHRLI_KswaB5sycCA&sa=X
&oi=book_result&ct=result&resnum=2&ved=0CDQQ6AEwAQ#v=onepage&q=social%20structure%2C
%20Marx&f=false (Erişim Tarihi 15 Nisan 2011)
4. Feminsm and Women’s Studies, SEXUAL IDENTITY AND GENDER IDENTITY GLOSSARY, 2005.
17
http://feminism.eserver.org/sexual-gender-identity.txt (Erişim Tarihi: 9 Nisan 2010)
5. McCLARY, Susan (2002): “Feminine Endings : Music, Gender, and Sexuality”, University of
Minnesota Press, p.242.
http://katalog.adm.deu.edu.tr/search~S0?/Xgender%2C+music&SORT=DZ/Xgender%2C+music&SOR
T=DZ&SUBKEY=gender%2C%20music/1,20,20,B/l856~b1285427&FF=Xgender%2C+music&SORT=DZ&
6,6,,1,0 (Erişim Tarihi : 11 Nisan 2011)
6. SAVRAN, Gülnur (2010): “Modern Tıp ve Bilimin Kadın Bedenini Denetleme Biçimi”, II. Kadın
Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kongresi, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Kongre Kitabı (s. 23-
30)Ankara.
http://www.ttb.org.tr/kutuphane/2kadinsagkong.pdf#page=48 (Erişim Tarihi: 14 Nisan 2011)
7. SMITH, Shelly(2009): Recasting Gender: 19th Century Gender Constructions in The Lives and Works
of Robert and Clara Schuman, The Graduate Faculty of University of Akron, USA.
http://etd.ohiolink.edu/view.cgi/Smith%20Shelley%20L.pdf?acc_num=akron1247788301 (Erişim
Tarihi: 18 Nisan 2011)
8. ÖZKAZANÇ, Alev (2010): “Bilim ve Toplumsal Cinsiyet”, II. Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı
Kongresi, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Kongre Kitabı (s.16-22) Ankara.
http://www.ttb.org.tr/kutuphane/2kadinsagkong.pdf#page=48 (Erişim Tarihi: 14 Nisan 2011)
9. WEIDMAN, Amanda(2003): “Gender and Politics of Voice: Colonial Modernity and Classical Music
in South India”, Cultural Anthropology, Vol.18, No:2, p. 194-232.
http://www.jstor.org/stable/3651521?seq=27&Search=yes&searchText=music&searchText=prostitut
e&list=show&searchUri=%2Faction%2FdoBasicSearch%3FQuery%3Dmusic%2Band%2Bprostitute%26
acc%3Don%26wc%3Don&prevSearch=&item=6&ttl=2714&returnArticleService=showFullText&result
sServiceName=null (Erişim Tarihi: 12 Nisan 2011)