BİR KAVRAM TANIMLAMA DENEMESİ: Y A P I N T I

13
BİR KAVRAM TANIMLAMA DENEMESİ Y A P I N T I * Bu makaleyi alıntı yapmak için: Günay, V. Doğan (Ocak 1996) "Bir Kavram Tanımlama Denemesi: Yapıntı" Dil Dergisi/Language Journal, Sayı: 39, Ankara: A.Ü. TÖMER Yayınları. [67-76]. V. Doğan GÜNAY ** I. Sözlük tanımı (Alm. Fiktion, Fr. İng. Fiction, Es. Tr. Tasni "Arapça Sun'dan. Çoğulu: Tasniât) Yapma, düzme, uydurma, yakıştıma (Develioğlu,1984:1242). Hurâfe, vehim, tahayyül, Faraziye, ihtirâ, bîesas, bîasıl, kizb, vehmü hayal, tevehhüm, hayâl, mevhûme (Hançerlioğlu, 1980:228) Gerçekle, gerçekliğe uymadığını bile bile tasarlanan şey, hayal gücüyle yaratılmış olan şey "... hayallerinin bir yapıntısı değil de gerçeğin ta kendisiymiş gibi heyecanlanarak, coşarak bu kaybedilmiş cennete ağıtlar yazıyordu" A. Ş. Hisar (Türkçe Sözlük 1983:1280). I.I. Eş anlamları: Kurmaca, muhayyile, itibarî, fiksiyon, imge, kurgu II. Kökenbilim II. I. Eski Türkçe Kaynaklarda Yap: örmek, kapamak, kurmak, yapmak (DLT / IV, 1986:744), Yapıntı: Yapmak'tan. yap-ı-n-tı. Yapıp yapıştırma, yapay bir nesne ortaya koyma (Eyüboğlu, 1991:728). * Bu çalışmada yapıntı kavramının öncelikle edebiyattaki işlevini araştırmayı amaçladık. Ama konu bir bütünlük sunması için kavramın diğer alanlardaki işlevleri de çalışmamıza eklemeyi uygun gördük. Bu nedenle alanlararası tanımlamada edebiyattaki yeri çok uzun tutulmuştur. Zira, bizce yapıntı sözcüğü gerçek tanımını edebiyatta bulur. ** Yrd. Doç. Dr., Niğde Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü 51200 NİĞDE

Transcript of BİR KAVRAM TANIMLAMA DENEMESİ: Y A P I N T I

BİR KAVRAM TANIMLAMA DENEMESİ

Y A P I N T I*

Bu makaleyi alıntı yapmak için:

Günay, V. Doğan (Ocak 1996) "Bir Kavram Tanımlama Denemesi: Yapıntı" Dil

Dergisi/Language Journal, Sayı: 39, Ankara: A.Ü. TÖMER Yayınları. [67-76].

V. Doğan GÜNAY**

I. Sözlük tanımı

(Alm. Fiktion, Fr. İng. Fiction, Es. Tr. Tasni "Arapça Sun'dan. Çoğulu: Tasniât)

Yapma, düzme, uydurma, yakıştıma (Develioğlu,1984:1242). Hurâfe, vehim,

tahayyül, Faraziye, ihtirâ, bîesas, bîasıl, kizb, vehmü hayal, tevehhüm, hayâl, mevhûme

(Hançerlioğlu, 1980:228)

Gerçekle, gerçekliğe uymadığını bile bile tasarlanan şey, hayal gücüyle yaratılmış

olan şey "... hayallerinin bir yapıntısı değil de gerçeğin ta kendisiymiş gibi

heyecanlanarak, coşarak bu kaybedilmiş cennete ağıtlar yazıyordu" A. Ş. Hisar

(Türkçe Sözlük 1983:1280).

I.I. Eş anlamları: Kurmaca, muhayyile, itibarî, fiksiyon, imge, kurgu

II. Kökenbilim

II. I. Eski Türkçe Kaynaklarda

Yap: örmek, kapamak, kurmak, yapmak (DLT / IV, 1986:744), Yapıntı:

Yapmak'tan. yap-ı-n-tı. Yapıp yapıştırma, yapay bir nesne ortaya koyma (Eyüboğlu,

1991:728).

* Bu çalışmada yapıntı kavramının öncelikle edebiyattaki işlevini araştırmayı amaçladık. Ama konu bir

bütünlük sunması için kavramın diğer alanlardaki işlevleri de çalışmamıza eklemeyi uygun

gördük. Bu nedenle alanlararası tanımlamada edebiyattaki yeri çok uzun tutulmuştur. Zira, bizce

yapıntı sözcüğü gerçek tanımını edebiyatta bulur. ** Yrd. Doç. Dr., Niğde Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü 51200

NİĞDE

2

II.II. Halk Ağzından Derleme

Yapındırmak: Benzetmek, uyum sağlamak (Sütçüler-Isparta (DS/XII ek: I)

1982.4814),Yapındırma: Uydurma (söz için) (Şiran-Gümüşhane),Yapıntı: dedikoducu,

ortalık karıştıran, arabozucu, çekiştiren (DS/XI, 1982:4178, Eyüboğlu, 1991:728)

III. Biçimbilim

III. I. Sözlükbirim

Yap: Öncül sesi a-ı; eylem eki -mak. Anlam içeriği: (Konuyla ilgili olanlar)

Bitiştirmek, biçimlendirmek, ortaya koymak, kurmak, oluşturmak, uygulamak,...

Gövdesel bütünlük, doğal oluşum, düzmece, öz, kurucu öğe, öykünme, özgünün

benzerini üretme, düzmece, kandırmaca, gösteriş (Eyüboğlu, 1989:167, Yalım-Yalım,

1983:204).

III.II. Biçimbirimler

-(ı)ntı (yap-ıntı): -ıntı dar ünlü bir biçimbirimdir. Kökün son hecesine uyarak -

antı, -enti, -inti, -untu, -üntü biçimine dönüşebilir. Yap-ıntı, söyl-enti, bul-untu, bul-

antı, üz-üntü,...

-ıntı biçimbirimi eylemden ek yapmak için kullanılır. Bu biçimbirimle yapılmış

birçok yeni sözcük Arapça karşılıklarını kullanıştan düşürmüştür: söylenti / şayia,

üzüntü / teessür, sarsıntı / tezelzül, çarpıntı / halecan, ürküntü / tevahhuş, yıkıntı /

harabe,... Bu kullanış yeni terimler ve sözcükler yaratılmasına da yol açmıştır: görüntü /

tayf, uzantı / istitale, kesinti / kat'iyet, ödenti / aidat, Yapıntı / tasni',... (Banguoğlu,

1986:259).

Anlamı: Önemsiz sayılan, küçümsenen (döküntü, saçıntı, kırıntı); sevimsiz haller

(bulantı, kaşıntı, özenti), sevimsiz ve önemsizlik anlamından kurtulma (akıntı, gezinti,

sarsıntı, girinti, çıkıntı) ve imgelem gücünü (yapıntı) anlatır. (Gencan 1979:215)

IV. Dilbilim

Dilbilim açısından yapıntı, sanki deyimiyle dile gelir. Sanki felsefesi adıyla anılan

bu anlayış da tüm kavramları yapıntı sayar. Osmanlı sözlükçüleri yapıntı deyimini, (...)

faraziye (varsayım) deyimiyle dile getirmişlerdir. Oysa varsayım ile yapıntı,

birbirlerinden çok ayrı anlamlar taşıyan kavramlardır. Her şeyden önce de varsayım,

doğru olabilir ya da olmayabilir: Kanıtlanmadan geçici veya kalıcı olarak benimsenen

önermedir. Deneysel olarak henüz yeteri derecede doğrulanmamış ama doğrulanacağı

3

umulan teorik düşüncedir. Oysa yapıntı asla doğru değildir ve doğru olmadığı da

önceden bilinmektedir (Hançerlioğlu 1980:228-229). Hayal gücü ile yaratılmış ve

gerçeğe uymadığı bile bile tasarlanmış şeydir. Aynı şekilde yapıntı'yı hakikat'ten* de

ayırmak gerekiyor. Son kavram, her anlamda varlığı kesin olan gerçek bir olgudur.

Hakikat olgusu kendi başına ne doğru ne yanlıştır. Dil bir olgudur, gerçektir. Ama "dil

doğru mu? yanlış mı?" gibi bir soru anlamsızdır. Bununla birlikte dilsel bir önerme

doğru ya da yanlış olabilir. "Bu bir yazıdır" türünden bir açıklama önermedir ve doğru

mu yanlış mı diye sorulabilir. Kısacası hakikat bir olgudur, bu olguyu tanımlayan

söylem bir önermedir. "Bir önermenin hakikati ifade etmesi, doğru, önerme olması

demektir ki, bu da betimlediği olgunun (durumun) gerçekten öyle olmasına bağlıdır"

(Moran, 1988:220). Hakikat doğrudur ve gerçek bir önermedir. Yapıntı gerçek olmadığı

bilinen ve önceden tasarlanmış bir önermedir. Bu tür söylemlerde hakikat yapıntının

karşıtı olarak görünür. "Gönderme (fr. référence) sorununun farklı biçimde ortaya

çıktığı yapıntısal (fr. fictionnel) adı verilen bir söylem (fr.discours) tipi vardır:

Sarfedilen cümleler gerçek göndergeyi** (référent réel) değil, bir yapıntıyı belirttiği

açıkça bilinir. Bu tür söylemin her türlü eserde olmasa da, en iyi incelenebileceği yer

edebiyattır. (Ducrot, Todorov, 1979:333). Örneğin,

Derken ta ötelerde, denizin üstünde beyaz bir at başı gözüktü. Pırıl pırıl, büyük gözleri ışık içinde

bir atın başıydı bu. Gövdesi suyun içindeki at, denizi yara yara kıyıya doğru yıldırım gibi

geliyordu. Sonra atın boynu çıktı suyun yüzüne. Az sonra da at bir silkindi, suyun yüzüne çıkıverdi.

Suyun yüzünde uçarcasına kıyıya doğru gelmeye başladı. Mavi denizin üstünden kayarak gelen

kırat pırıltı içinde balkıyordu" (Yaşar Kemal, Üç Anadolu Efsanesi, Toros Yayınları, İstanbul,

1982, s. 17).

türünden söylemler yapıntısal söylemlerdir. Bu söylemlerde gönderge gerçek dünyaya

değil eserin kendisine yöneliktir.

V. Felsefe

* Burada Berna Moran'ın yaptığı sınıflamadan ve adlandırmadan yola çıkarak fransızca vérité sözcüğünü

hakikat olarak türkçeleştiriyoruz. Bu konuda Moran'ın görüşü şöyledir: "Gerçek terimini REAL,

gerçeklik terimini REALİTY karşılığı kullandığımız için, TRUTH (vérité) karşılığı hakikatı

kullanmayı uygun buldum. Hakikat yerine "doğruluk" da kullanılabilirdi, fakat bu terim ahlak

alanında çağrışımlar yaptığı ve ayrıca "adalet" anlamında kullanıldığı için bundan kaçındım."

(MORAN, 1988: 219/dip not:1). ** Çalışmamızda sıklıkla sözü edilecek olan gönderge kavramını Berke Vardar şu şekilde tanımlar:

''Gönderge: Bir göstergenin belirttiği gerçek ya da düşsel nesne ya da varlık; göndermede

bulunduğu bağlam ya da durum. Gönderge, göstergenin içerdiği gösterilen ve gösteren ikilisinin

birinci teriminden titizlikle ayrılmalıdır. Örneğin sabah yıldızı ve akşam yıldızı deyimleri ayrı

gösterilenler (anlamlar) içermekle birlikte aynı göstergeyi (Venüs gezegenini) belirtirler.''

(VARDAR, 1988:110).

4

(Bilgi kuramı ve varlıkbiliminde) Gerçeğe uymayan, ancak belirli bir kuramsal ya

da kılgılı amaç için kullanılması sakıncasız olan tasarım ( Türkçe Sözlük 1983:1280).

Spinoza'ya göre insanın salt istencine dayanarak, aklın yöntemi dışında, keyfi bir

biçimde oluşturduğu kavram. (Yapıntı "insanın biraraya getirmekten hoşlandığı şeyleri

biraraya getirir, birbirinden ayırmaktan hoşlandığı şeyleri de birbirinden ayırır"

[Cogitata metaphysica (metafizik düşünceler I,I]. (Örneğin Kentauros bir yapıntıdır)

(BL /20, 1986:12408)

VI. Hukuk

Yapıntı deyimi, gerçek dışı olduğu halde yasal olarak gerçek sayılması gerekenleri

dile getirmek için kullanılır. Bunlara yasal yapıntı (Es.Tr. Farzı kanunî, Fr. Fiction

légale) denir. Örneğin hiç kimsenin yasayı bilmediği kabul edilemez hukuksal kuralı

böyledir, gerçekte yasayı bilmeyenler pek çoktur, ne var ki bu yasal yapıntı

kurallaştırılmazsa yasayı bilenler de yasayı bilmediklerini ileri sürerek her türlü yasal

yükümlülükten kurtulabilirler (Hançerlioğlu 1980:229).

Yapıntı (fiksiyon) teorisi; tüzel kişilerin hukukî mahiyetini açıklamak için ortaya

atılmış bir teori. Savigny, Puchta ve Windscheid gibi romanistler tarafından savunuldu.

Bu teoriye göre, sadece gerçek kişiler hak sahibi olabilirler. Ancak bazı pratik ihtiyaçları

gidermek amacıyle hukuk düzeninin bazı yaratılmış varlıklara kişilik vermesi de

mümkündür. Bu suretle fiksiyon teorisi, tüzel kişilerin hukuk düzenince yaratılmış,

yapma varlıklar olduklarını kabul etmektedir. Bunun sonucu ise tüzel kişilerin fiil

ehliyetlerinin bulunmasıdır. Zira tüzel kişiler gerçek olmadıklarına göre, bunların fiil

ehliyetlerinin bulunması sözkonusu olamaz. Ancak nasıl ki, fiil ehliyeti bulunmayan

gerçek kişilerin temsilcilerinin yaptıkları işlemler onlara bağlanıyorsa, tüzel kişilerde de

bunların organlarının yaptıkları işlemler tüzel kişilere bağlanır. Bunun diğer bir sonucu

ise, tüzel kişileri, temsilcilerin yapmış oldukları sadece hukukî muamelelerin

bağlanmasıdır; yoksa onların haksız fiillerinden sorumlu olmazlar (M-L/ VII:82-83)

VII. Mantık

Mantıksal yapıntı, bazı ifadelerin anlamlı sayılabilmesi için, varlığının bir boyut

olarak kabul edilmesine gerek olmadığı mantıksal çözümlenmesinden anlaşılan sözde

özlük ("1978'de Fransa kralı" türünden ifadeler içeren bağlamsal tanımların gösterdiği

gibi, bu ifadenin yer aldığı tümceler bir anlam vermek için böyle bir özgürlüğün

varlığına gerek yoktur. Russel ilkesi uyarınca "mümkün olan her yerde, çıkarsama ürünü

özlüklerin yerine mantıksal yapıntı (yapılar) konulmalıdır") (BL / XX. 1986:12408).

5

Gerçeğe uymadığı bilinerek yapılmış olma niteliği taşır. Özellikle mantık ya da

sanat alanında kurulan yapıntılar bu niteliktedir. Prof. Ernst von Aster, Bilgi kuramı ve

mantık adlı yapıtında şöyle der: "Sadece herhangi bir biçimde algılanabilir bir görüş

durumuna getirdiğim ya da getirilebilir nesnelere gerçek diyebilirim. Bu masanın

molekülleri ilkece algılanabilir. Oysa bir dairenin sonsuz çok ve sonsuz küçük

kenarlarını algılamayı istemek, sonsuz çok ve sonsuz küçük kenarlar yerine, sonlu

küçük kenarlar koymak demektir. Bu anlamda dairenin çokgen kenarları gerçek

olmayan, yapıntılı kenarlardır. Ama bu yapıntı, çokgenlerin çevre ve alanlarına ilişkin

yasaları daireye uygulanabilir yapar, öyle ki bizi doğru sonuçlara götürür. Daireye bir

çokgendir derken, işte bunu demek isteriz. Bunun gibi Aristotales durgunluk

(sükûnet)'la devim (hareket)'i ilkece karşıt sayardı, oysa çağdaş fizik durgunluğu hızı

sıfır olan devim olarak tanımlar. Durgunluğu hızı sıfır olan devim olarak düşünürsek,

bunun örneğin çarpma deviminin, birbirine çarpan devim halindeki iki cismin

devimlerinin yasalarına da aktarıp, bu cisimlerden birinin durgunluk halinde olduğunu

kabul ederiz ve deneyin de gösterdiği gibi bu aktarma bizi doğru sonuçlara vardırır.

Bundan ötürüdür ki bir yapıntı olduğunu bildiğimiz halde, durgunluk hızı sıfır olan bir

devimdir diyebiliriz (Hançerlioğlu 1980:228)

VIII. Edebiyat

Edebiyat alanında yapıntı asıl tanımını bulur. Zira anlatıdaki (fr. récit) sözkonusu

olan öykü (fr. histoire) yapıntıdır. Anlatma edimi gerçek bir olgudur, ama anlatılan

öyküdeki düşsel evren yapıntıdır, kurmaca bir evrenin gerçek dünyadaki sunumudur. Bir

anlatıcı tarafından belirli estetik kaygı ile ve önceden saptanmış bir bakış açısı

kullanılarak okuyucuya sunulan düşsel bir evrenin anlatım söz konusudur. Gönderme

(fr. référence) sorunu, anlatılan öyküdeki söylemlerde gerçek göndergeyi değil, gerçek

dışı bir durumu, yani yapıntıyı belirtir. Bu durumda yapıntı kavramı hakikatten ayrılma

ve imgelemsel bir durumun anlatımıdır. Doğal olmayan ve yazar tarafından yaratılmış

bir dünyadaki olaylar zincirinin betimlenmesidir. Öyküde oluşturulan düşsel evrenin

gerçek dünyaya ait göndergesi yoktur. Okuyucu, anlatanın hakikatle ilgisinin

olmadığını bilir. Ama olay gerçek bir konudan alınmış olabilir. Sonuç olarak yapıntı,

anlatıda geçen olayın gerçek bir olayın yansıması ya da olmaması ile ilgili değildir.

Anlatı dünyası ile ilgilidir.

Kısacası anlatıyı oluşturan yapıntısal bir düşsel evrende:

6

Gerçek dünyaya ait değerlerin (olay, zaman, kişi, yer,...) kullanılabileceğini (ve

sıklıkla kullanıldığını. Zira yapıntısal evreni kuran kişi gerçek dünyada yaşıyor ve en

belirgin olarak gerçek dünyanın değerlerini biliyor.)

ama öyküdeki olay zincirinin hakikat olmadığını (örneğin yazarın anlattığı

şekilde önce olayın sonu gerçekleşip sonra ilk kısmını gerçekleşmediğini (geriye dönüş

tekniği) biliyoruz);

gerçek dünyada olmuş bir olay öyküde işlenilen konunun motifi olsa dahi;

öyküdeki olayın gerçek olayla aynı olmayacağını ya da olamayacağını (çünkü yazarın

nesnelliği girmiştir ve bir bakış açısı ile olay anlatılmıştır) anlamamız gerekir. Bu tür bir

anlatıda dış dünya ile ilgili gerçek göndergelere ait bir durum yoktur. Anlatının

göndergeleri kendi içindedir ve yapıntısal bir durum arzeder. "Bir metnin göndergesi

dendiği zaman genellikle, ya metin ile yaşam gerçekleri arasındaki karşılıklı ilişkiler, ya

da metnin kendi içindeki değişik yapısal düzeyler arasındaki ilişkiler söz konusu

edilmektedir" (Akşit Göktürk 1988:50). Metinin yaşam gerçekleri ile olan ilişki gerçek

dünyaya ait göndergelerdir (Hakikattir), metin içi göndergeler ise imgelemsel dünyaya

ait (Yapıntısal) göndergelerdir.

Burada hakikat ile gerçek ve hakikat ile yapıntı aralarındaki farkları ortaya

koymamız gerekiyor: Gerçek, içinde yaşadığımız dünyaya ait bir olgudur. Varlığı

kesindir. Hakikat ise, üretilen cümlenin dış dünyadaki göndergeleriyle olan ilişkilerin

doğruluğunu belirtir. (Bkz. Ducrot, Todorov,1979:333). Metinde anlatılan olaylar zinciri

gerçek olabilir ama hakikat değildir. Kişiler ve olaylar uydurmadır, göndergeleri gerçek

dünyaya ait değildir. Hakikat ile yapıntı arasındaki ayırımı Roman Jakobson'un

işlevlerinin açıklayabileceğini düşünüyoruz. İşin özünde, hakikat ile ilgili bir bildirimin

gerçekleşmesi anında, bildiri bağlama (dış gerçekliğe) yöneliktir. Bu da bize

Jakobson'un işlevinden gönderge işlevini verir. Yapıntı metinlerde gönderge, gerçek

dünyaya ait değil yapıtın bizzat kendine aittir. Bu durumda sanatsal bir üründe işlev

metnin kendi üstünedir denilebilir. Yani sanatsal ya da yazınsal işlev vardır. Ama

göndergeleri gerçek dünyaya ait olan (yani buradaki anlatımızla hakikat olan) bir

metinde gönderge işlevi vardır. Bildiri düzgüdeki olguları açıklamaya yöneliktir.

Aynı olay zinciri farklı metinlerde yapıntı ya da hakikat olabilir. Göndergesi

gerçek dünyaya ait bir metindeki olay hakikattir, romanda ise yapıntıdır. Örneğin

"Beni tanıyanlar, öyle okuma yazma işleriyle büyük bir ilgim olmadığını bilirler" (Ahmet Hamdi

Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Dergâh yayınları, İkinci baskı, İstanbul, 1987, s.9)

7

türündeki bir anlatım, gerçek dünyaya ait bir olguyu anlatıyorsa hakikattir, ama roman

içinde bir yapıntıdır. Aşağıdaki örnekte yapıntılı bir durum olduğunu, gerçek dünyaya

ait göndergesinin bulunmadığını (ya da daha az bulunduğunu) görebiliriz:

"Yatağın başından ucuna kadar uzanan damalı yorganın engebeleri, gölgeli vadileri ve mavi

yumuşak tepeleriyle örtülü tatlı ve ılık karanlıkta Rüya yüzükoyun uzanmış uyuyordu" (Orhan

Pamuk, Kara Kitap, Can Yayınları, 9. Basım, İstanbul, 1991, s.9).

Anlatıdaki olayların dış dünyaya ait bir göndergeleri yoktur. Bu durumda edebiyat

tarihindeki gerçekcilik akımında sözü edilen hakikat değildir. Anlatılan olaylar

gerçektir ya da gerçeğe benzerlik (fr. vraisemblance) sözkonusudur. Burada belki

hakikat ile gerçeğe benzerliği birbirinden ayırmak gerekiyor: Gérard Genette gerçeğe

benzerliği tanımlarken dilbilimden yola çıkıyor: "Gerçeğe benzerlik, gösterensiz

gösterilendir ya da gerçeğe benzerlik gösterileninin göstereni, eserin bizzat kendisidir"

(Genette, 1969:77). Jules Verne'in romanlarında ya da Alfred Hitckock'un çoğu

filmlerinde gerçeğe benzerlik kaygısı güdülmez. Dış dünyaya ait göndergelerden ziyade

metnin iç bağlamına ait göndergeler daha çoktur. Öyleyse hakikatin göstereni dış

dünyaya aittir ve bir olgudur, ama gerçeğe benzerliğin dış dünyayla bir ilişkisi yoktur.

Hakikat olmuş bir olaydır, gerçeğe benzerlik olmamıştır ama olması mümkündür.

Hakikat gerçektir, gerçeğe benzerlik gerçek değildir, adı üstünde benzeme

sözkonusudur. Ne kadar gerçekcilikten söz edilse de "yazınsal söylemi oluşturan

cümlelerin [gerçeğe ait bir] göndergeleri yoktur" (Ducrot, Todorov, 1979:333). Ama

yaratılan düşsel evrende dış dünyanın gerçekleri kullanılır. Anlatılan olaylar gerçek

dünyada aynısı olabilir, yine de gerçek dünyada, anlatılan olay zincirine her yönüyle

benzeyen (yazarın anlattığı şekliyle -ki yazar olayın tümünü anlatmamış olabilir ya da

yazarın anlattığı olayın gerçekleşmesi halinde eksiklikler olacaktır- ve yazarın öznelliği,

estetik kaygıları gibi yanlarıyla hakikattten ayrılmış olacaktır) bir olay olmamıştır.

Kısaca her türlü düşünsel üründe gerçek yaşamın aynısını bulmak zordur, ama iki

dünya arasında benzerlikler bulunabilir. Gerçekte iki dünyayı birbiriyle özdeşleştirmek

zordur. Bununla birlikte, her edebî metinde hakikatle ilgili kısımlar bulunabilir (yer,

tarih, kişiler,...) (Bkz. Demougin, 1986:570). Yaşar Kemal'in İnce Mehmet'indeki ilk

cümle dış dünyaya ait göndergesi olan bir söylemle başlar:

"Toros dağlarının etekleri ta Akdenizden başlar" (Yaşar Kemal, İnce Mehmet I, Tekin Yayınları,

17. basım, İstanbul, 1981, s.5).

8

Buradaki söylemin göndergeleri gerçek dünyaya aittir. O halde denilebilir ki,

kurmaca bir dünya olan roman içerisinde bazı hakikatler de vardır. Ama bu yapıntı bir

dünyaya ait verilerdir. Bu tür söylemleri yapıntılı hakikat söylemler olarak

adlandırabiliriz. Belirtmeliyiz ki, içinde bazı hakikatler olsa da; her eser bir imgelem

gücü ile yazılmıştır. Yaratılan dolantı (intrigue), düşsel evren, kahramanlar, yer, zaman,

olay zinciri gibi eseri oluşturan temel öğeler, bir kişinin belirli bir bakış açısı kullanarak

oluşturduğu bir dünyadır. Eserde kullanılan bu hakikatler öykünün yapıntı olmasını

engelleyemez. Zira her türlü sanat yapıtında oluşturulmuş dünya bir kişi tarafından

yapılmış seçimi belirtir. Bu kişinin anlatıda bir bakış açısı vardır ve seçtiği bu olayları

kendi isteğine göre düzenler. Artık bu yapıt kendi içinde bir bütünlüğü ve anlamı vardır.

Yapıt kendi içinde tutarlıdır ve gerçek dünyanın hakikatlerini göz önünde bulundurmaya

gerek yoktur.

Eğer gerçek dünyadaki bir olay hiçbir estetik kaygı güdülmeden, tarafsız bir gözle

anlatılırsa bu gerçek bir metindir ve göndergeleri gerçek dünyaya aittir. Yani yapıntı

değildir, hakikattir. Örneğin bilimsel bir makale, gazetedeki bir olay, polis tutanağı da

bir anlatıdır. Ama hakikattir, yapıntı söz konusu olamaz. Bu tür anlatıda bilgi vermek

amaçlanır. Bir trafik kazasının oluşunu yaşayan ve görenlerden doğrulayarak nesnel bir

biçimde yazan bir polisin metni sanatsal özellikler taşımaz. Yazdığı anlatı hakikattir.

Kurgusal özelliği yoktur, yani yapıntı değildir. Göndergeleri gerçek dünyaya aittir ve

doğrudur. Ama aynı olayı bir kurgu olarak kendi bakış açısına ve değer yargılarına göre

anlatan bir başka kişinin (örneğin aynı polisin) anlattığı yapıntıdır. Zira gerçek olay

olduğu gibi anlatılmamıştır: Bazı yerleri abartılmış, bazı bölümleri kısmen veya

tamamen atlanmış, hiç değinilmemiş olabilir. Her iki kişinin yazdığı gerçek bir olayın

anlatımıdır. Ama birincisinin yazdığı hakikat, ikincisininki yapıntıdır. İkinci kişi olay

örgüsünü kendi istediği şekilde kurar, kronolojik zaman zincirini ve diğer birçok şeyi

değiştirebilir. Geriye dönüş (flash-back) ya da gelecekten anlatma (prospection)

tekniklerini kullanabilir. Kısacası ikinci kişinin yazdığı öykünün konusu gerçek de olsa

anlatısı düşseldir ve yapıntıdır. Zira anlatısında (birincisinin tersine) bilgi verme

amaçlanmamıştır. Bilgi vermek için roman yazmaya gerek yoktur. Birincisinin yaptığı

gibi, bildiklerinizi doğrudan yazarak, gerçek dünyaya ait göndergeler kullananak, alıcıya

aktarabilirisiniz. Halbuki kurgusal bir anlatıda zaman ötesi diyebileceğimiz bir ana

geçilir. Bu duygusal bir işlevle yapılır. İçinde yaşanılan an ile (şimdiki zaman), zaman

ötesi ya da zaman dışı diyebileceğimiz an arasında zihinsel bir ilişki kurulur. Bu

toplumların her döneminde olmuştur. Gerçek zaman, içinde yaşanılan şimdiki

zamandır. Ama insan bu gerçek andan düşte bile olsa çıkmak ister. (Biraz zorlama da

9

olsa, her gece bilim kurgu türü gördüğümüz rüyaları yapıntı olarak kabul edebiliriz. Bu

da zaman ötesine geçişin bir başka biçimidir). İşte bu tür istekler yapıntısal anlatılarla

olur. İlkel toplumdaki söylenceler, masallar, efsaneler, olağan üstü olayların anlatımı

buna örnektir. Kocaman devlerin, dağı yaran aşığın dünyalarıdır bu düşsel evren. Halk

masalındaki "o zaman ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallardım" türünden bir

söylemdeki yapıntısal özelliklerin en bol olduğu söylem örnekleridir. Bugün ise bu

düşsel evren romanla, tiyatroyla, şiirle, filmle yaratılmaktadır (Wales, 1991:174).

Belirtmek gerekir ki, zaman ötesine geçiş de yaşadığımız gerçek zaman içinde

olmaktadır. Televizyonda, yaşadığımız şimdiki zaman içinde izlediğimiz filmde, hiç

yaşanılmamış bir bilim kurgunun anını yaşamak her zaman olasıdır. Gerçekte bu zaman

ötesine geçiş, belki bir şiirdeki ses uyumuyla, cümlelerin anlamlarıyla, resimdeki

göstergele ya da bizim canlandırdığımız imgeler ve duygularla oluşturmaktadır. Bu

düşsel evrene ulaşabilmek için, yapıntısal anlatıda, yoğunlaştırılmış söylemlere sıklıkla

başvurulur. Bu tür söylemler insanların bu zaman ötesine geçmesinde kolaylaştıcı

öğelerdir. Bir romandaki çobanın ya da bir filmdeki çırağın söylediği söylemler gerçekte

o kişilerin değil, yazarın anlam yüklü yoğunlaştırılmış sözleridir. "Kahramanın söylem

özellikleri, onun toplumsal karakterini içli-duygucu bir yönde idealleştirmenin aracı

olmaya yarıyor" (Pospelov, 1985:124). Yani yazar düşüncelerini bir başkasına söyletmiş

oluyor.

Oluşturulmuş bu zaman ötesinde hakikat söz konusu değildir. Göndergeleri

gerçek dünyaya ait değildir. Belki bu oluşturulmuş anın göndergeleri yine metnin

içindedir. O düşsel evrende dil yardımı ile yaratılmış yapıntısal bir dünya vardır. Bu tür

bir dünyayı gerçek dünyanın göndergeleriyle sorgulamak anlamsız olur. Okuyucu bu

eserde hakikati ararsa bu estetik duygudan yoksun kalacaktır. Bu konuda Gottlob Frege

şunu söyler: "Eğer hakikat sorunu gündeme getirilirse, estetik zevk kısmı bir yana

bırakılacak ve bilimsel gözlemle ilgilenilecekti. Bu nedenle, bir şiiri sanat yapıtı olarak

kabul ettiğimiz ölçüde, örneğin 'Ulysse' isminin [gerçek dünyaya ait] bir göndergesinin

olup olmaması bizim için önemsiz olacaktır" (Aktaran Ducrot, Todorov, 1979:333-334.

Ayrıca Bkz. G. Frege (1971) Ecrits logiques et philosophiques, Paris). Özellikle şiir

gibi bir anlatı türünde yapıntısal anlatım çok bol görülür. Şairin

Sıra dağlar mordu, sular kırmızı

Suları beklerdi bir peri kızı;

Alnından öperken akşam yıldızı

Yeşil gözlerine meftundur sandım.

(Rıza Tevfik Bölükbaşı, Şâm-ı Garîban)

10

şiirini gerçek dünyanın ölçütleriyle sorgulamak (Kırmızı su ne demek?, akşam yıldızı

insan mı?, ...) bizi hiçbir yere götürmez.

Edebi eserde gerçek dünya ile ilgili motifler, temalar kullanılabilir. Bu temalar ve

motifleri eserin yazıldığı döneme, dahil edildiği akıma bağlamak gerekir. Bir dönem

Türk romanında köy yaşamı motifinin işlenmesi dönemle ilgili bir durumdur. Gerçekte

bu romanlarda anlatılan düşsel evren yapıntıdır (öykü gerçeğe benzer olabilir, ya da

gerçek bir konudan alınmış olabilir). Öyküyü metin içine bağlı kalarak incelemek

gerekir. Gerçek dünyanın göndergeleri ile incelemek okuru yanlış yola götürecektir.

Edebiyatla ilgili söylem kendi iç mantığına bağlı kalınarak üretilmiştir. Hakikat değildir.

Çünkü göndergeleri yine metin içindedir, gerçek dünyaya ait değildir (Bkz. Greimas,

Courtès, 1986:88). Örneğin tarihteki önemli bir olayı ya da bir savaşı, yazar öyküsüne

konu edinebilir. Ama onun yaptığı bir tarihçininkinden farklıdır. Tarihçi olayları nesnel

olarak gerçek dünyaya ait göndergelerle belirtir. Kendi yorumunu anlatıya katmamaya

özen gösterir. Akşit Göktürk'ün dediği gibi, böyle bir yazı karşısında "her alıcının,

metindeki anlamı, göndericinin öngördüğü gerçek olgular çerçevesine bağlamak

zorunluluğu vardır. Bir gazete haberinin okuru bu durumdadır" (Göktürk, 1988:46).

Alıcı bu tür yazıyı okurken göndergelerini gerçek dünyada bulacaktır.

Edebi metindeki işlenilen motifin gerçek olup olmaması yazarı ilgilendirmez.

Okuyucu açısından da bu durum pek önemli değildir. Zira okuyucu romanda gerçek

dünyayla ilgili bir hakikati öğrenmek için roman okumaz. Okuyucu olay zincirini

anlamlandırmak, metni çözümleyerek estetik bir haz arar. Metnin soyut yapısındaki

ilişkiler ağını çözümler. Olaylar dizisinin hakikat olup olmamasından ziyade, belki de

eserin derin yapısındaki kavramlar örgüsünü ortaya çıkarabilmek onun daha çok ilgisini

çekecektir. Anlatı için hakikatin belirlenmesi diye bir kaygı yoktur. Bu konuda

Barthes'ın söylediği doğrudur: "Anlatı [hakikati] göstermez, taklit etmez, romanın

okunmasında bizi saran tutku bir «görme» tutkusu değil (gerçekte hiçbir şey

«görmüyoruz»), anlam tutkusudur, yani heyecanları, umutları, tehditleri, zaferleri olan

ilişkiler düzeneğinin çözümüdür: Gerçek gönderge bakımından anlatıda «geçen» tam

anlamıyla: Hiçbir şeydir, «art arda gelişen olay» ise, yalnızca dilsel bir durumdur, dilin

serüvenidir" (Barthes, 1977:52). Sonuç olarak okurun metinde, ya da genel anlamda

sanatsal bir üründe, aradığı hakikat değildir (ya da olmamalıdır). Aranacak olan; kendi

çabaları ile oluşturacağı bir anlamlamlandırmanın, bir entrikanın ortaya çıkarılmasıdır.

Okur bu tür metinlerde gerçek olmayan düşsel bir evrenin betimlendiğini bilir. Gerçek

dünyayla ilgili belirli bir göndergesi yoktur. "Anlamlandırılması, metnin iletişim örgüsü

11

temelindeki kavramların bulgulanması, sonra o örgünün insan yaşamının değişik

yönlerine, değişik açılardan yansıtılmasını gerektirir" (Barthes, 1977:49). Edebi metinde

amaç imgelemsel bir dünya yaratmaktır. Gerçeğe benzerlik kaygısı, özellikle hakikat

kaygısı taşımadan üretilmiş metinlerdir.

Tersi durumda roman, film ya da şiirde hakikat ön plana çıkarsa, eserin

kendisinden gelen estetik haz kaybolacaktır. Bu durumda edebi metin okumada, olayın

gerçeklik kaygısıyla bilimsel bir gözlem sözkonusu olacaktır. Bu da estetik hazzın kaybı

demektir. Kısacası edebi metindeki öykünün hakikat olup olmadığını sormak edebiyat

için belirleyici bir özellik değildir. O halde bir eser gerçekcilik akımına bağlı olabilir

ama öyküsü yapıntısaldır. Yine kişi ya da doğa tesvirleri gerçek dünyaya ait olabilir. Bu

durumda anlatı dünyasının göndergeleri dış dünyaya uygundur, yani gerçeğe benzerdir,

ama göndergeler gerçek dünyaya ait değildir. Bilim kurgu konusunu işleyen her türlü

anlatıda (roman, tiyatro, filmlerde...) gerçek dünyaya ait göndergeler (bir başka deyişle

gerçeğe benzerlik) daha azdır. Ama gerçek dünyaya ait betimlemeler ya da olay zincirini

anlatan bir eserle bilim kurgu bir olayı anlatan eserin düşsel evreni aynıdır: Her ikisi de

yapıntısal özellikler gösterir. "Bir varmış bir yokmuş" türünden alışılmış bir söylem,

bizim bir masal yapıntısının karşısında olduğumuzu gösterir. Bilim kurgu romanlarının

ilk satırı, insanı zaman ötesine götürür, tanımadığı bir yerde aşina olmadığı bir eylemler

zincirine hazırlar. Ama Yaşar Kemal'in

"O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler çekip gittiler" (Yaşar Kemal, Demirciler Çarşısı Cinayeti,

Tekin Yayınları, 7. Basım, İstanbul, 1983. Romanın ilk ve son cümleridir)

söylemini gerçeğe benzerliği bakımından bize daha yakın gelebilir. Bize tanıdık gelsin

ya da gelmesin her iki tür de yapıntısal özellikler taşımaktadır.

Edebî ürünlerin hakikat olmaması demek bu çalışmaların toplumdan uzak ve

kopuk olduğu anlamına gelmez. Alıcıyı yalnızca eğlendirme görevi üstlenebileceği gibi,

öykünün olayı gerçek olabilir ve yazar bu olaya getireceği çözümle yeni bir yaklaşım

önerebilir. Bu durumda yazar; metinde sözü edilen gerçek olayla (hakikat değil), gerçek

dünyadaki hakiki olay arasında, yeni bir yaklaşım kurma peşindedir. Ama bu iki olayın

aynı olmayacağından bir kaç kez sözettik. Tynianov bu konudaki ısrarını şöyle belirtir:

"Yapıtın her öğesi, metnin genelinde bütünleşmeyi sağlayan bir kurucu işlevi vardır.

Bu işlevin de çağdaş yazın içinde kaynaşıp bütünleşmeyi sağlayan bir yazınsal işlevi; bu

yazınsal işlevin de eylemsel (ya da yönlendirme) işlevi vardır. Bu son işlev sayesinde

yapıt toplumsal olguların tamamı ile kaynaşabilir". (Aktaran Ducrot, Todorov,

1979:335). Yani yazının toplumdan kopuk olduğunu söylemek zordur. Aksine

12

kullanılan motiflerle topluma bir mesaj verme kaygısı vardır. Bununla birlikte

toplumda, yukarıda sıklıkla sözünü ettiğimiz gerçek, hakikat ve yapıntı arasındaki

ayırım iyi yapılmadığından; bazen sanatçı ile toplum (belki de toplumu yönetenler)

arasında sorunlar çıkmaktadır. Özdemir İnce 23 Kasım 1989 tarihli Cumhuriyet

gazetesinden bir alıntı yapar: "Kocaeli şoför kuruluşları, TV'de yayımlanan

"Kaderimsin" adlı filme, meslekdaşlarının kamu oyu önünde küçük düşürüldüğü

gerekçesi ile, TRT aleyhine 100 milyon liralık manevi tazminat davası açmışlar" (İnce,

1991:118). Buradaki sorun, "filmin düşsel evrenindeki olaylar zincirinin

göndergelerinin gerçek dünyaya aittir" tezini kabul etmekten çıkmıştır. Bir başka deyişle

yapıntı ile hakikat birbirine karıştırılmıştır. Kaderimsin filminin, iletişim örgüsünün

temelindeki kavramların göndergeleri gerçek dünyada aranmıştır. Ama bu karıştırma

bile bize şunu göstermektedir: Sanat ürünü toplumu yönlendirme işlevi büyüktür.

Sonuç olarak, her türlü sanat ürünündeki düşsel evren yapıntıdır. Bu yapıntısal

evrenle sanatçı, toplumu zaman dışına çıkarır: Alıcıyı eğlendirme, onu anlatı dünyasına

katarak bu bilinmeyen evrende kahramanla birlikte olayları çözümlemesine yardımcı

olma, yol gösterme gibi ilgi uyandırıcı işlevlerinin yanında; toplumdaki bazı sorunlara

yeni yaklaşımlar getirip alıcıya esinleme gibi görevler üstlenebilir. Bütün bunlar

sözcükler yardımı ile oluşturulmuş (duygusal işlev) yapıntısal bir dünyada

gerçekleştirilir. Yapıntısal evren bir hakikat değil, sözcüklerle yaratılmış bir dil

serüvenidir, imgelem dünyasıdır. Belki de göstergeler arası ilişkiler sağlayan bir

anlamdırma düzeneğidir.

K A Y N A K Ç A :

Tahsin BANGUOĞLU (1986) Türkçenin Grameri. TDK., 2. baskı, Ankara.

Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi. (1986), cilt:20 (BL /20), Gelişim yayınları,

Istanbul.

Roland BARTHES (1977) "Introduction à l'Analyse Structurale des Récits." Poétique

du Récit. Oeuvre collective, Paris: Editions du Seuil :7-57.

Jacques DEMOUGIN (Sous la direction de -) (1986) Dictionnaire historique,

thématique et technique des Littératures française et étrangères, anciennes et

modernes. Vol.I, Paris: Larousse.

Derleme Sözlüğü (1979, 1982), Cilt: XI, XII (ek.1) (DS /XI, DS /XII) TDK., Ankara.

Ferit DEVELİOĞLU (1984) Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat. Aydın Kitabevi,

6. baskı. Ankara.

Divanü Lûgat-it-Türk Tercümesi (1986), Cilt:III, IV (DLT /III, DLT /IV) Çev. Besim

Atalay, TDK.,Ankara.

13

Oswald DUCROT, Tzvetan TODOROV (1979) Dictionnaire Encyclopédique des

Sciences du Langage. Editions du Seuil, Paris.

İsmet Zeki EYUBOĞLU (1989) Türkçede Kökler Sözlüğü. Remzi Kitabevi, Istanbul.

İsmet Zeki EYÜBOĞLU : (1991) Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü. Sosyal yayınları,

2.baskı, Istanbul.

Tahir Nejat GENCAN (1979) Dilbilgisi. TDK., 4. basım, Ankara.

Gérard GENETTE, (1969) Figures II. Seuil, Paris.

Akşit GÖKTÜRK (1988) Okuma Uğraşı. İnkilâp Kitabevi, 3. baskı, İstanbul.

Algirdas-Julien GREIMAS, Joseph COURTES (1986) Sémiotique. Dictionnaire

Raisonné de la Théorie du Langage. Hachette Université, Paris.

Orhan HANÇERLİOĞLU (1980) Felsefe Ansiklopedisi, Kavramlar ve Akımlar. cilt:

7, Remzi Kitabevi, Istanbul.

Özdemir İNCE (1991) Söz ve Yazı. Telos Yayınları, İstanbul.

Meydan-Larousse (M-L/VII) (1993) Cilt:VII. Istanbul.

Berna MORAN (1988) Edebiyat Kuramları ve Eleştiri. Cem yayınları/kültür dizisi,

Genişletilmiş 6. baskı, İstanbul.

Gennadiy N. POSPELOV (1985), Edebiyat Bilimi II. Çev. Yılmaz Onan, Bilim ve

Sanat Yayınları, Ankara.

Türkçe Sözlük (1983) TDK yayınları, genişletilmiş 7. baskı, Ankara.

Berke VARDAR (Yönetiminde) (1988) Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü. ABC

Kitapevi A.Ş. İstanbul, Ankara, İzmir.

Katie WALES (1991) A Dictionnary of Stylistics. Longman, London and New York.

Ülkü YALIM- Özcan YALIM (1983) Türkçede Eş ve Karşıt Anlamlar Sözlüğü. Bilgi

yayınevi, Ankara.