Post on 27-Mar-2023
1
MİDYAT’TA ETNİK GRUPLAR ARASI İLİŞKİLER VE AİDİYET SORUNU
Fethi NAS1
Prof. Dr. Muammer TUNA2
Özet
Etnisite ve aidiyet bilinci; İlksel Yaklaşıma göre, değişmesi imkânsıza yakın olan
özelliktir. Buna karşılık Sosyal-Araçsal Yaklaşım etnisite ve aidiyetin, birey ve grupların
ihtiyaç ve çıkarlarının zorunlu kıldığı, zaman ve koşullara bağlı olarak değişebilen
niteliklerdir.
Hem verili (İlksel Yaklaşım) hem de sonradan kazanılabilen (Sosyal-Araçsal
Yaklaşım) bir özellik olarak etnisite, birey ve grupları birbirlerine bağlayan, dayanışma ve
bütünleşmeyi sağlayan bir birliktelik duygusudur. Bunun yanı sıra; dil, etnik gruplar
arasındaki farklılıkları somutlaştıran ve etnik gruplar arasındaki sınır çizgilerini
belirginleştiren en önemli faktörlerden birisi olarak kabul edilir. Bununla ilişkili olarak etnik
kimliklerin temsili, sembolik bir değere sahip olan dil aracılığıyla gerçekleşir. Farklı etnik
gruplar arasındaki iletişimi sağlayan dil seçimi ise, sosyal yaşam ve etnik gruplar arasındaki
çatışmayı veyahut uyumu anlamak açısından oldukça önemlidir.
Çalışmada; Mardin’in Midyat ilçesinde yaşayan birbirinden farklı etnik özelliklere
sahip Arap, Kürt ve Süryanilerin birbirleri olan sosyal ilişkileri araştırılmıştır. Araştırma alanı
(Midyat); üç farklı etnik grubun yüzyıllar boyunca yaşamını sürdürdüğü bir yer olması
bakımından önemlidir.
Anahtar Kelimeler: (Etnisite, Dil, Din ve Aidiyet).
I. Giriş
Midyat, Mardin ilinin bir ilçesidir. Burada yüzyıllar boyunca farklı din ve dillere
mensup gruplar bir arada yaşamını sürdürmüştür. Şu anda ise Müslüman Araplar ve Kürtler
ile Hıristiyan Süryaniler yaşamını sürdürmektedir. Bunlar kendilerini “etnik gruplar” olarak
1 Doktora Öğrencisi, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü.
2 Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü.
2
değil, “cemaat” veya “halk” olarak kabul etmektedir. Bu durum ise “Osmanlı Mirası’nın”
devam edegelen bir etkisidir. Osmanlı Devleti çok etnili, çok dilli ve çok dinli bir toplumsal
yapıya sahipti. Bu yapı, millet sistemi adı verilen ve her bir dinsel grubu bir cemaat olarak
gören bir anlayışa dayalı olarak tesis edilmişti. Osmanlı Devleti, siyasi olarak her ne kadar
tarih sahnesinden silinmiş olsa da, sosyal ve kültürel mirası hala varlığını sürdürmektedir. Bu
mirası da genel olarak Ortadoğu’da özel olarak da Midyat’ta görmek mümkündür.
Bugün Midyat gibi bir yerde, etnik özellikler bir tür toplumsal dayanışma türü olarak
varlığını sürdürdüğüne göre, sosyal bir fenomen olarak etnik bilincin önemli bir unsur
olduğunu söylemek mümkündür. Bu yüzden bu fenomenin açıkça anlaşılabilmesi için
kuşaklar arasında nasıl ve ne şekilde aktarıldığını anlamak gereklidir. Midyat gibi birbirinden
farklı dinlere inanan ve farklı dilleri konuşan grupların bulunduğu bir mekânı çalışmak; etnik
ve dinsel çatışmanın yoğun olarak yaşanmaya başladığı Ortadoğu’daki toplumsal ilişkileri
anlayabilmek açısından önemli bir model olabilir. Bu konuda Giddens, yüz yüze etkileşim
durumlarında gündelik davranışların (mikrososyoloji) incelenmesinin, politik ve ekonomik
sistemlerin (makrososyoloji) adeta bir çözümlemesi olduğunu iddia etmektedir. Yani; mikro
sistemler ile makro sistemler arasında çok yakın bir ilişkinin var olduğunu ileri sürmektedir.
Ona göre, toplumsal örgütlenme biçiminin temeli, yüz yüze etkileşime ve karşılıklı olarak
kurulan ilişkilere dayalıdır (2000:91).
II. Etnisite Konusunda Farklı Düşünceler
Etnisite ile ilgili felsefi ve ideolojik düşünceler Klasik Kuramcılara kadar
uzanmaktadır. Weber, Marx ve Pareto, etnisiteye ilişkin çeşitli fikirler ve öngörüler ileri
sürmüşlerdir. Pareto etnisitenin, sosyolojinin en belirsiz ve muğlâk kavramlarından biri
olduğunu iddia etmiştir. Ona göre, antik çağlarda kendilerini Romalı, İtalyan, Helen, Kartacalı
olarak tanımlayan ve başkaları tarafından da aynı şekilde isimlendirilen insanlar vardı,
günümüzde de aynı şekilde kendilerini Fransız, İtalyan, Alman ve Yunan olarak tanımlayan
topluluklar var; buradan hareketle; aynı duyguları, düşünceleri, dili ve hatta dini paylaşan
insan grupları olduğuna göre, birbirinden farklı etnik yapıları olan insanların olduğunu
söylemek mümkündür (1963:1837). Klasik Kuramcılardan Weber ve Marx etnisite konusunda
olumsuz fikirler ileri sürmüşlerdir. Marx; etnisiteyi, dine benzer bir şekilde bir tür yanlış
bilinç olarak değerlendirmiş ve zaman içerisinde kaybolarak yerini başka türden çıkar
sağlayan öğelere devredeceğini düşünmüştür (Somersan, 2004:22). Weber ise, etnik gruplar
3
ile ilgili kavramların tamamının, son derece karmaşık ve belirsiz olduğunu, bundan ötürü
tümünü bir kenara bırakmak gerektiğini dile getirmiştir (1978:389).
Herder ise etnisiteye ilişkin düşüncelerin tamamının, sosyal fenomenlerden ibaret
olduğunu düşünmüştür. Etnisitenin, grup üyelerini yakın bağlarla birbirlerine bağlayan, ortak
tarih, kader, kültür ve dil birliğinden hareketle bir araya getiren bir işleve sahip olduğunu
savunmuştur (Wimmer, 2007).
Glazer ve Moynihan, etnisiteyi tanımlamanın ötesinde, iki özelliğini ön plana
çıkararak açıklamaya çalışmışlardır. Bu özellikler aidiyet ve gururdur (1975:1). Aidiyet ve
gurur; bireylerin kendilerine mal ettikleri özelliklerin oluşturduğu koşullardan
kaynaklanmaktadır. Aidiyet “objektif”, gurur ise “sübjektif” bir koşulun ürünüdür. Özellikle
birden fazla kültürel yapının bulunduğu toplumlarda bireylerin en fazla motive olduğu ve
tutunum ilişkisi geliştirdiği öğe, etnik bilinçtir. Bireyin mensubu olduğu gruba atfettiği değer
ve beslediği duygusal anlam, grup ile ilgili sahip olduğu bilgiden kaynaklanan kendilik
bilincinin bir parçasıdır. Bireylerin etnik bir kategoriye mensubiyetine ilişkin bilgisi, olumlu
ve olumsuz anlamda söz konusu mensubiyete atfettiği değer ile belirlenmektedir (Tajfel,
1982:64). Bu bakımdan, farklı grupların birbirleri ile minimum düzeyde bile olsa bir temas
kurması ve birbirlerinin gerek düşünce gerekse de kültürel bakımdan farklı olduklarını
algılamaları son derece önemlidir. Bu farklılık algısı oluşmamışsa etnik bilincin ve etnik
ilişkilerin oluşması mümkün değildir (Glazer and Moynihan, 1975:1). Kendilerini ilişki
halinde bulundukları grup ve bireylerden kültür, dil ve din gibi pek çok bakımdan farklı kabul
eden bireyler, akrabalık veya hayali ilişkilere dayanan bir kimlik edinme sürecine girerler. Bu
kimlik süreci de nihayetinde etnik bir kimliğe dönüşmektedir. Diğerleri ile kurulan ilişkiler
sonucunda bir farklılık algısı oluşmakta ve bu farklılığı refere edecek bir takım objektif ve
subjektif öğeler ortaya çıkmaktadır. Konuşulan dil, din, gruba ait semboller, gelenek-görenek,
coğrafya, değerler sistemi, sosyal ağın yapısı gibi unsurlar etnisitenin “objektif” öğeleridir.
Buna karşılık, öteki anlayışı, tarih bilinci, aidiyet hissi gibi unsurlar etnisitenin “subjektif”
boyutunu meydana getirmektedir (Aslan, 2004:8).
Toplumsal yaşamda bir farklılığını kategorik olarak yaratılması ve kullanılması pek
çok zorluğu beraberinde getirmektedir. Bireylerin yaşamında hangi kategoriye ait oldukları ve
kaç farklı kategoriye mensup olabilecekleri esas olarak neyin belirleyici olması gerektiğini
4
tartışmalı hale getirmektedir. Genel kabul gören yaklaşımlara göre etnisite kavramı, insanların
sınıflandırılması ve gruplar arasındaki ilişkilerden kaynaklanan bir durumdur.
III. Etnik Grup
Çalışmanın konusu olan etnik gruplar arasındaki ilişkilere geçmeden önce, etnik
grubun ne olduğu ve nasıl tanımlandığına bakmakta fayda vardır. Etnik grup, birbirileri ile
verili-doğal akrabalık bağları olan ve bir toplumda diğerlerinden farklı, kendisine özgü bir
kültürü, dili, köken ve mekân miti gibi özellikleri olan bir insan birlikteliği olarak kabul
edilmektedir. Etnik oluşumlarda sosyal ve kültürel özelliklere ağırlık verildiğinde ortaya çıkan
kavram “etnik grup” kavramıdır. Yani etnik grup kavramı, bireylerin kendilerini belirli bir
kültür grubunun üyesi olarak gördüğü ya da başkaları tarafından farklı bir kültüre mensup
olarak görüldüğü durumları betimlemektedir. Buna göre etnik gruplar, kendilerini belirli bir
grubun üyesi olarak gören insanların oluşturduğu, bu insanların benzerlik ve gruplarının
devamını sürdürme konusunda görevler üstlendiği durumları ifade etmektedir (Shibutani ve
Kwan, 1965). Çeşitlilik ve farklılıkları bünyesinde barındıran geniş bir toplumda, ortak bir
ataları olduğuna inanan insanlar etnik bir grup etrafında bir araya gelirler. Kültürel pratikler
ise sembolik olarak grup üyelerini diğerlerinden ayırt eden öğelerdir. Böylece bireylerin
davranışlarında ortak kültürel kalıplar açığa çıkar, ortak gereksinimler giderilir ve bir grup
bilinci oluşur.
Parsons’a göre etnik gruplar, bir işleve bağlı olarak ortaya çıkarlar ve bu bakımdan
tarihsel koşulların bir ürünü değildirler. Örneğin; bir toplumda aile kurumu, tek başına
bireylerin ihtiyaç duyduğu güveni sağlayamadığında, etnik gruplar bir tür dayanışmayı
üstlenmek suretiyle, yabancılaşmayı azaltan bir işlevi yerine getirmektedirler. Parsons ayrıca
etnik gruba aidiyetin, toplumda yaşayan bireysel aktörlerin, gündelik yaşantılarında dâhil
olması gereken bir yapılanma türü olduğunu ileri sürmektedir. (2005:120-129). Özellikle
ortak atalar mitinin kabul edilmesiyle ve grup içi evlilikler aracılığıyla grup birlikteliği
sağlanır ve gruba üye bireylerin ihtiyaç duyduğu dayanışma gereksinimi giderilir.
Weber; etnik grubu, fiziksel özellikler ve gelenekler bakımından birbirlerine benzeyen
ve ortak atalarının olduğuna dair öznel inançları paylaşan bir grup olarak tanımlamıştır.
Grubun oluşabilmesinde inançların önemli bir özelliğe sahip olduğunu vurgulamış buna
karşın kan bağına dayalı ilişkilere gereksinim olmadığını ileri sürmüştür. Bunun yanı sıra
etnik gruba aidiyetten kaynaklanan kimlik bilincinin, somut sosyal bir eyleme dayalı olarak
5
gerçekleşen kan bağına dayalı gruptan farklı olarak, varsayımsal olduğunu ileri sürmüştür
(1978:389).
Etnik gruplar; büyük veya küçük, herkese açık veya kapalı olabilirler fakat etnik bir
gruba üyelik, bireylerin kendilerine ve gruba yönelik öz-tanımlamaları sonucunda oluşan
sosyal bir durumdur. Etnik bir grubun, asgari düzeyde bile olsa ihtiyaç duyulan bir konuda bir
işlevi etkin biçimde yerine getirmesi gerekmektedir. Böylece kendini grubun bir üyesi olarak
gören birey, diğer bireylere ve gruplara karşı kendini sosyal ve bireysel olarak
konumlandıracaktır. Bu konumlandırma ise, coğrafi alan ve dilsel birlik olarak sosyal bir
aidiyeti ifade etmektedir (Wallerstein, 1960).
Etnik gruplar bölünüp çoğalabilir veya bir araya gelebilirler. Ekonomik, sosyal ve
siyasal koşullar gereği birbirlerine karışabilir, birbirleri içerisinde eriyebilir veya tam tersi
birbirlerine karşı zıt tavırlar alarak toplumsal sınırları oluşturabilirler. Bireylerin karşılıklı
davranışlarının tam olarak belirlenmediği basit akrabalık ve komşuluk benzeri gruplardan
farklı olarak, etnik gruplar yapılandırılmış bir özelliğe sahiptir. Smith’e göre (2002), bir
grubun etnik bir grup olabilmesi için yerine getirmesi gereken işlevler vardır bunlar;
1. Grubun gelişmiş kolektif bir bilince sahip olduğunu gösteren, üyelerin üzerinde
hem fikir olduğu ortak bir isim,
2. Genetik özelliklerden daha önemli olduğu düşünülen, ortak atalarının olduğuna
dair bir mit,
3. Nesilden nesile aktarılan, geçmişte yaşanmış bir takım olaylardan hareketle grup
ile bir bağın kurulmasını sağlayan, tarihsel olarak paylaşılan bir bellek,
4. Grup üyelerinin birbirlerini tanımalarını ve birbirleri ile anlaşmasını kolaylaştıran
dil, din, giyim-kuşam, örf-adet, gibi bir veya birden fazla ortak kültürel öğenin
bulunması,
5. Üzerinde yaşasın veya yaşamasın, belirli bir toprak parçasına bağlılık ve
6. Üyeler arasında birlikteliği sağlayan bir dayanışma duygusudur.
Smith’in etnik bir grubun oluşabilmesi için gerekli olduğunu düşündüğü bu özellikler,
büyük ölçüde her toplumsal grubun sahip olması gereken özgün niteliklerdir. Bir diğer
6
ifadeyle, grubun sahip olduğu kimliktir. Birey dünyaya geldiği andan itibaren kimliğe ait söz
konusu özelliklerin oluşturduğu sosyal çevreye dâhil olur. İnsanı diğer canlılardan ayıran en
belirgin farklardan biri olan kimlik, insan olmanın temel bileşenlerinden birisidir. Kimlikler
genellikle ölçülebilir, sınırları belirlenmiş, sınanabilir veya açık seçik görülebilir varlıklar
değildir. Bir şekilde insan yaşamının vazgeçilmez yönlerinden birini oluştururlar ve sosyal
ilişkilerde insanların birbirlerini tanımalarının veya birbirlerinden ayrıt edilmelerinin
anahtarıdır.
Grup üyeleri arasındaki karşılıklı etkileşim, güven ve beraberlik duygusu, ancak
aidiyet bilincinin oluşması ile gerçekleşir. Günümüzün gittikçe araçsallaşan ve rasyonalize
olan dünyasında insanlar, hızla değişmekte olan toplumda kendilerine ait bir kimlik edinmek
konusunda zorluklar yaşamaktadırlar. Bu yönüyle etnik kimliğe eklemlenme, bireylerin grup
bilincinin sürdürülmesinde işlevsel bir role sahiptir. (Yinger, 1994:45). Etnik bir özellik
etrafında bir araya gelen bireyler, içerisinde yaşadıkları toplumun bireyleri ile aynı
davranışları, tavırları ve dili paylaşsa bile, etnik köken itibariyle kendilerini farklı olarak
sunmaktadırlar. Bu da esas itibariyle bireylerin çoklu bir kimliğe sahip olabileceklerinin bir
göstergesidir. Özellikle modernleşme, kentleşme, kapitalizm ve kitle iletişim araçlarının
gelişimi; kültürel değerlerin ve kalıpların büyük ölçüde değişmesine yol açmıştır. Toplumlar
bu koşullar altında tek başlarına özgün ve tarihsel konumlarını korumayacak hale
gelmişlerdir. Dolayısıyla çoğulcu yapılar ve kimlikler ön plana çıkmaktadır. Toplumlar artık
birbirlerinden ayrışmış durumda değil aksine, sosyal ve kültürel bağlamda iç içe geçmiş ve
birbirleri ile karışmış bir dünyanın öznesi halindedirler.
IV. Etnisiteye İlişkin Kuramsal Yaklaşımlar
Erken dönem çalışmalarda, etnik birliktelikler konusunda ortak atalar ve kan bağına
dayanan ilişkilere ağırlık verilmiştir. Daha sonra etnik ilişkilerin oluşumu ile ilgili olarak,
ortak kültürel değerlere, koşullar tarafından belirlenen aidiyetlere ve kültürel bilince vurgu
yapılmıştır. İlk ortaya çıkan yaklaşımlar, etnisiteyi ilksel bir durum olarak ele alırken daha
sonra çıkan yaklaşımlar, etnisiteyi sosyal bir inşa süreci olarak ele almıştır. Bu yaklaşımlar ise
genel olarak ikiye ayrılmaktadır, bunlar;
1.Etnisiteyi verili bir bağ olarak gören ilksel-primordialist- yaklaşım ve
7
2.Etnisiteyi psiko-sosyal süreçler içerisinde şekillenen bir yapı olarak gören sosyal-
yapılanmacı yaklaşımdır.
IV.1. İlksel Yaklaşım
Bu yaklaşım, sosyo-biyolojik özellikleri ön planda tutmaktadır. Savunucuları arasında,
Ciffort Geertz, Charles İsaacs ve Pierre van Berghe vardır. Bu yaklaşımın savunucuları genel
olarak etnisiteyi, ortak köklerden kaynaklanan, doğuştan kazanılan ve değişmeyen-sabit
niteliklerden oluşmuş bir yapı olarak kabul ederler.
Clifford Geertz’e göre, primordial-ilksel bağlılıklar; akrabalık, dil, din, bölge ve
geleneksel bağlardan oluşmaktadır. Kan bağı, etnisite için birincil derecedeki özelliktir.
Bunların ötesinde etnisite, belirli bir bölgede ve dinsel topluluk içinde doğmuş olmak, belirli
bir dili ve hatta bir dilin lehçesini konuşuyor olmak ve belirli sosyal pratikleri takip etmekten
kaynaklanan sosyal bir varoluştur. Akrabalık, dil, din ve gelenekler, bireyler üzerinde
açıklanması mümkün olmayan ve karşı konulamaz bir etkiye sahiptirler. Bireyler; akrabalık,
zorunlu pratikler ve ortak çıkarların ötesinde, bu bağlara atfedilen ve açıklanamayan anlamlar
ve nedenlerle birbirlerine bağlanırlar (1963).
Geertz, toplumların ve kimlik arayışındaki modern devletlerin siyasal birliklerini
oluşturma arayışında etnik özelliklerin referanslarının değişkenlik gösterebileceğini kabul
etmektedir. Ancak bireyleri birbirine bağlayan en güçlü unsurların, kan bağı esasına dayalı
akrabalık ilişkilerinden kaynaklandığını ileri sürmektedir. Özellikle yeni kurulan devletlerde,
bireylerin ve grupların devlete olan bağlılığını sağlayan pek çok bileşenler olduğunu iddia
etmiştir. Sınıf, parti, ticari ilişkiler ve meslek birlikleri, bu bileşenlerden bazılarıdır. Bu
bileşenlerden oluşmuş bir grubun, toplumsal bütünlüğü sağlamak bakımından en büyük
sosyal birim olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu gruplar veya grup üyeleri arasındaki
çatışmalar, hiçbir şekilde devletin varlığını ve meşruiyetini tehdit etmeye yönelik bir eyleme
dönüşmez. Gruplar arasındaki çatışmanın içerisine ilksel-primordial duygular karıştığında;
devlet, hükümet ve siyasal bütünlük büyük bir tehdit altına girer. Ekonomik, sınıfsal veya
entelektüel muhalefet bir devrime dönüşebilir ancak etnik, dilsel veya kültürel muhalefet,
devletin ve toplumun parçalanmasına ve ayrışmasına yol açar. Bu yönüyle ilksel duygulardan
kaynaklanan hoşnutsuzlukların etkisi oldukça güçlü ve tatmini ise oldukça zordur (Geertz,
1963). Yeni kurulan modern devletlerde, toplumsal refah düzeyi, toplumu oluşturan farklı
etnik gruplar arasında eşit ve adil bir şekilde paylaşılmazsa ve sivil siyaset temeline dayanan
8
bir temsil sistemi kurulamamışsa, ilksel-primordial etnik bağlardan kaynaklanan bir
çatışmanın yaşanması ihtimali daha yüksektir. Bu çatışma ise devletin meşruiyet
kaynaklarının sorgulanmasına ve devletin sınırlarının yeniden belirlenmesine kadar ulaşabilir.
İnsanlar arasındaki hoşnutsuzlukların sebebinin etnik farklardan kaynaklandığı görüşünün bir
kere benimsenmesi ile kimlik düzeyinde çatışmaların şiddeti ve etkisi çok daha derindir.
Bir devlette primordial-ilksel nitelik taşıyan sadece bir grup varsa ulusal birlik kolayca
sağlanabilir. Böyle bir durumda belirsizlik ve aidiyet sorunları ortaya çıkmaz ve gruplar
arasında etnik çatışmalara rastlanmaz oysa dünya üzerinde bu örneği temsil edebilecek hiçbir
ülke mevcut değildir. Geçmişte buna örnek teşkil edebilecek ülke olarak, Yugoslavya’nın tek
bir etnik yapıdan oluştuğu iddia edilmiştir. XX. yüzyılın sonlarına doğru Yugoslavya’da
kendisini dinsel ve mezhepsel özelliklerine göre Sırp, Hırvat, Boşnak ve Slovak olarak
tanımlayan gruplar ortaya çıkmıştır ve aralarında kanlı çatışmalar yaşanmıştır (Bell,
1975:154). Buradan hareketle, geniş toplumsal yapılarda etnik gruplar arasındaki uyumu
sağlamanın oldukça zor olduğu görülmektedir. Ulusu tek bir toplumsal birim olarak
örgütlemek, ancak ilksel bağlara dayalı duyguları ve kimlikleri bir kenara bırakmakla
mümkün gibi görünmektedir. Aksi takdirde meşruiyeti ve bağlılığı sağlamak adına baskıcı ve
zorlayıcı yönetim biçimlerinin devreye girmesinin önü açılmaktadır. Bu durum ise ülke
içerisindeki toplumsal yapıda yıkıcı çatışmaların oluşmasına yol açmaktadır.
İsaacs, her bireyin belirli bir zamanda ve belirli bir grup içinde dünyaya gelmesi ile
temel grup kimliği olarak ele aldığı bir kimlikten bahseder. Bu kimlik, etnik bir gruba aidiyet
ile oluşan ilksel akrabalık ve gruba eklemlenme sonucunda oluşur. Birey bir grubun üyesi
olarak doğmaktadır ve bu suretle kazandığı kimlik, diğer sosyal süreçler içerisinde kazandığı
kimliklerden farklıdır. Doğum anından itibaren grubun fiziksel özellikleri doğal olarak bireye
aktarılır. Doğumdan sonra kendisine ebeveyni tarafından bir isim ve grubun ortak tarih ve
kökenine işaret eden soy ismi verilir. Grubun kültürel yaşamı, bireyi kuşatır ve birey grubun
davranış kalıplarını, ahlaki ve estetik değerlerini kazanır. İçinde yaşadığı coğrafi ve topografik
koşullar, hayata bakış açısını ve kişiliğini büyük ölçüde şekillendirir (1975:29). Banton,
aileler tarafından yeni doğan çocuklara verilen isimlerin, esas olarak etnisiteye işaret ettiğini
iddia etmiştir. Bu yüzden isimler, değişime ve manipüle edilmeye açıktır, öyle ki kişi,
mensubu olduğu etnik kimliği daha az veya daha fazla görünür hale getirmek amacıyla ismini
değiştirebilir. Amerika’daki Afrikalıların atalarından devraldıkları isimlerini daha fazla
9
benimsemelerini veya Müslümanların soyadlarını X olarak değiştirmelerini örnek olarak
göstermektedir (1994).
Berghe ise, bütün etnik grupların genetik olarak birbirleriyle akraba olduklarını göz
önünde bulundurarak etnik gruplar arasındaki biyolojik bağları merkeze almıştır. Ona göre
doğum ve kan aracılığıyla sağlanan bu bağlar, etnisitenin temel yapısını oluşturur dolayısıyla
bireylerin iradeleri dışında gerçekleşir ve beşikten mezara kadar sürdürülen bir nitelik olarak
varlığını sürdürür (1978). Berghe’nin yaklaşımı sosyo-biyolojik bir argüman üzerine
kuruludur ve etnik kimliği akrabalık ilişkilerinin bir uzantısı olarak ele alır. Berghe’nin
yaklaşımı ırkçı bir içeriğe sahip değildir, çünkü ona göre ırkçılık, sosyal olarak belirlenmiş bir
ideolojidir ve biyolojik bağlamda gerçek bir önem taşımamaktadır. Ona göre sosyal ırklar,
sağlam olmayan biyolojik fenotipler üzerinden oluşturulmuştur ve genetik olarak izole
edilmiş popülâsyonlara tekabül etmektedir. Bunun yanı sıra, tarihsel olarak dil, gelenekler
gibi kültürel özellikler genetik ilişkileri belirlemede daha etkilidir. Yerleşik halde bulunan
insanlar arasında fiziksel farklılıklar gizil bir şekilde kaybolmuştur ve fiziksel kriterler ancak
daha geniş ve ani farklılıkların bir araya geldiği ve çatışmaların yaşandığı durumlarda
gündeme gelmiştir. Ortak atalar ve tevarüs edilen özelliklere dair inanç, grup üyelerinin
birbirlerine karşı duydukları bağlılıkların devam etmesine ve grubun geniş bir akrabalık ağına
dönüştüğü algısının gelişimine katkı sağlar (Berghe, 1978). Dil, din, gelenekler, giyim kuşam
ve benzer kültürel pratikleri paylaşan insanlar, ortak bir atadan geldiklerini varsayar ve ortak
bir atadan gelmiş olma miti, bir yerde biyolojik anlamdaki akrabalık düşüncesini beraberinde
getirir. Bu düşüncenin temel varsayımı, ortak atalardan gelen insanların benzer fiziksel
özellikler taşıyacağı üzerine kuruludur. Göçler, fetihler veya karşılıklı evlilikler etnik gruplar
arasındaki karışımı ve değişimi sağladığından, etnisitenin sadece biyolojik temelli bir varlık
olamayacağının altı çizilmektedir.
İlksel bağlar her ne kadar etnik bilincin temel öğelerini oluştursa da bireylerin
yaşantısında birliktelik bilinci dışında determinist bir etkiye sahip değildirler. Etnik
oluşumlar, tarihsel süreçler içerisinde bir takım akışkanlıklar sergilerler ve ekonomi, siyaset
gibi koşullarca yeniden formüle edilmektedirler. Modern zamanlardan önce insanlar
arasındaki bağlılıklar büyük ölçüde din, cemaat, şehir, köy gibi yerelliklere veya
imparatorluklara aidiyet ile özdeşleşmiştir. Biyolojik nitelikler temelinde toplumsal ve
kültürel farklılıklar arasındaki ayrımlar, modern zamanların ideolojik ve siyasal
yaklaşımlarının meşruiyet ve egemenlik sağlamasına yönelik arayışlarının bir aracı olmuştur.
10
IV.2. Sosyal-Araçsal Yaklaşım
Sosyal Yaklaşım; İlksel Yaklaşımdan farklı olarak etnik grupların ve kimliklerin,
doğal ve verili özelliklerden çok, koşullara göre belirlenen sosyal bir inşanın ürünü olduğunu
iddia etmektedir. Araçsal Yaklaşım da, etnik toplulukların hangi koşullar altında oluştuğunu
ve ulus gibi daha kapsamlı oluşumlara nasıl dönüştüğünü ele almaya çalışmış ve insanların
çıkarlarının gerektirdiği rasyonel seçimler etrafında örgütlendiklerine dikkati çekmiştir.
Barth’a göre etnisite, kültürel öğeler içerisinde değil de iki veya daha fazla grup
arasında bulunan sınırların belirlediği farklılıklar sistemi içerisinde gerçekleşir. Barth, etnik
grupların kendilerine özgü kriterlerle tanımlandıklarında bir süreklilik arz ettiklerini iddia
etmiştir. Buna göre, etnik grupların sürekliliği sınırların korunmasına bağlıdır (2001:17).
Etnik kimlik, “biz” ve “onlar” arasındaki karşıtlık ilişkisinde şekillenmektedir. Farklılıkların
önemi ve kriteri koşullara bağlı olarak değişmektedir. Dolayısıyla etnik sınırlar, esnektir ve
hem grubun içinden hem de grubun dışından kaynaklanan baskılarla değişebilirler. Bireyler,
kendi kimliklerini verili bir grubun dışında da bulabilirler, fakat sınırlar çeşitli biçimlerde
varlıklarını sürdürürler. Sınırları belirleyen kültürel unsurlar zaman içerisinde değişebilir.
Ancak, grup üyeleri ile grup dışında kalan kimseler arasında kutuplaşmaya varan farklılıklar
sınırların sürekliliğinin teminatıdır. Barth’a göre, bir grubun üyeleri, başka grup üyeleriyle
etkileşim halinde olduklarında, grup kimliğini koruyabiliyorsa, aidiyet ve dışlama dinamikleri
devreye girmiş demektir. Etnik gruplar sadece sınırların ön plana çıkarılması esasına
dayandırılamazlar, herhangi bir grubun varlığını sürdürmesi, aidiyet ve dışlama
mekanizmalarının varlığı ile ilintilidir. Toplumsal alanda bir araya gelen aktörler, aynı gruba
üye ise, aidiyetleri aynı olacağından ortak bir eylem ve davranış sergilemeleri yabancısı
oldukları diğerlerine göre daha çok ihtimal dâhilindedir (2001:18).
Herhangi bir etnik grup, farklı çevresel faktörlerle karşı karşıya geldiğinde, yeni
yaşam ve davranış şekilleri geliştirir. Bu yüzden aynı etnik gruba mensup olup farklı
coğrafyalarda yaşayan aktörlerin davranış kalıpları önemli farklılıklar göstermektedir. Etnik
gruplar birer sosyal tasarımdırlar ve bir etnik gruptan bahsedebilmek için bir grubun kendisini
etnik grup olarak tanımlamasının yanında diğerleri tarafından da aynı şekilde tanımlanması
gerekir. Etnik grubun kendini tanımlaması genellikle kimlik düzeyinde olur ve bu kimlik
tasarımının temel bileşenleri ortak köken ve geçmiştir. Sosyal aktörler, etnik kimliklerini,
11
kendilerini ve diğer gruplara mensup kimseleri sınıflandırmak için kullanırlar (Barth,
2001:15). Benzer şekilde Fenton, etnik grupları sabit ve yalın gerçeklikler olarak değil, sosyal
etkileşim yoluyla insanların kolektif veya bireysel bakımdan yaşantıları süresince etraflarına
çektikleri hareketli sınırlar ve kimlikler olarak ele almaktadır. Kültür, belirli bir soyun ve soy
ideolojisinin üretilip yaşatılması ve belirli bir dilin sosyal bakımdan belirli bir halkın ayırıcı
özelliği olarak benimsenmesi sürecinin merkezi bir karakteridir. Burada ilksel özellikler,
verili birer değişken olmakla birlikte, aktörlerin yaşantısında belirli koşullar altında yeniden
düzenlenebilen ve değişken özellikler olarak değerlendirilebilir (2001:14).
Brass’a göre etnik toplumlar, toplumsal değişim hızının en fazla olduğu modernleşme
ve sanayileşme dönemlerinde, seçkin gruplar tarafından yaratılırlar ve dönüşüme
yönlendirilirler. Bu süreç içerisinde etnik kategoriler arasında; siyasal güç, ekonomik çıkarlar
ve sosyal statüler bakımından bir rekabet ve çatışma ortamı oluşur. Genel olarak çok etnili
toplumlarda eşit olmayan bir ilerlemeden bahsedilir ve belirli etnik grupların ülke içerisinde
daha az veya daha fazla ayrıcalıklı konumda olduğuna vurgu yapılır. Bu süreçte en etkin rol
seçkinlere aittir çünkü iktidar ve çıkarlarının korunması sürecinde seçkinler bir takım mitler
ve anlatılar üretirler. Böylece etnik bir bilincin ve aidiyetin oluşumuna zemin hazırlarlar (
1996:89). Etnik gruplar ve kültürel bakımdan farklı bölgeler arasındaki eşitsizlikler, ulusal
bir bilincin gelişmesi için tek başına yeterli değildir. Etnik bilincin oluşturulması, kitlelerin
manipüle edilmesi ile ilişkili olarak ortaya çıkar. Belirli bir bölgede farklı bir dile, dine veya
etnik bir özelliğe sahip olan bir grup, kolektif bir bilinç oluşturmadan yaşamını sürdürebilir.
Ekonomik ve siyasal alanda daha fazla güç elde etme isteğine kavuşmak arzusu söz konusu
olduğunda ya mevcut otorite ile işbirliği yapılacak veya gruba özgü özellikler etrafında bir
bilinç oluşturulacaktır. Bunun için ortak kültür ve ortak atalar mitini araçsallaştıracak seçkin
bir gruba gereksinim vardır. Seçkinler, grubun ekonomik ve siyasal çıkarları ile kültürel
haklarını geliştirmek iddiasıyla propaganda yaparlar. Bunun için kültürel özellikleri
kullanarak etnik bir bilinç oluşturmaya çalışırlar.
Seçkinlerin manipüle etmesiyle oluşan kolektif bilinç ve eylemler, çıkarları maksimum
düzeye getirmeyi amaçlar. İnsanlar, gündelik yaşantılarında kişisel çıkarlarını ve yaşam
koşullarını kolaylaştırmak amacıyla rasyonel olarak davranırlar. Kişisel çıkarlar, birey ve
grupları ortaklaşa bir davranış sergilemeleri yönünde zorlar. Konu ile ilgili Hetcher, etnik bir
kimliğin oluşabilmesi için bireysel güdülerin etkili olduğunu ve etnisitenin bireysel çıkarı
mobilize ve manipüle eden sosyal kaynaklardan ibaret olduğunu savunmuştur. Etnik ilişkiler,
12
sınıf, din veya statü ilişkilerinden farklı bir özellik taşımaz. Sosyal ve bireysel eylemler,
rasyonalite ve grup oluşumu gibi sosyal kategoriler ile açıklanabilirler. Dolayısıyla etnik
grupları farklı kılan şey, kişisel çıkarlarını arttırmak isteyen bireylerin ve sosyal grupların
kullandığı kültürel özellikler ve gruba özgü fiziksel farklılıklardır (Hechter, 1988:264).
Etnik kimlikler ve aidiyetler, toplumsal hiyerarşinin daha az ayrıcalıkları olan
grupların konumlarını daha olumlu hale getirmek veya tam tersi, ayrıcalıklı grupların var olan
konumlarını devam ettirmek için harcadıkları çabaların bir ürünüdürler. Bu yüzden etnik
kimlikler, grup veya bireyi daha avantajlı bir duruma getirecekse değişebilir (Adam, 1971:2).
Bu yaklaşımdan hareketle etnisite, bireylerin verili sosyal ve ekonomik çıkarlarını iradi olarak
daha iyi bir konuma getirmeye yönelik uyguladıkları bir stratejidir. İlksel bağlılıklar ve
aidiyetler; din, sınıf ve ulus gibi diğer sosyal aidiyetler karşısında önemlerini kaybedebilirler.
Belirli koşullar altında birtakım amaçlara ulaşmak amacıyla etnik bilinç devreye girebilir ve
bireyleri gizil kolektif bir tutum etrafında, cemaat, ulus veya devlet gibi daha geniş bir
birliktelik oluşturmak için örgütleyebilir.
Rattansi’ye göre, etnisitenin tek parçalı bir yapısı yoktur, zaman ve mekâna göre farklı
biçimlerde değişebilen kimlikler ile parçalı görüngülere dönüşebilir. Zaman ve mekânsal
anlatılar ve tasarımlar kimliklerin belirlenmesinde etkili birer öğedirler. Bu yüzden etnik
sınırlar ile etnik bilinci şekillendiren etmenler sabit değildir sürekli bir değişim ve dönüşüm
süreci içerisindedirler (1997:44). Aynı şekilde kültürel yaşam, gelenekler ve görenekler;
oldukları gibi kuşaktan kuşağa aktarılamaz, her kuşak tarafından yeniden yorumlanır,
anlamlandırılır ve yeniden üretilirler. Anlatılar ve öznel değerler bir değişim sürecinden
geçtikten ve koşullara uygun bir forma girdikten sonra birey ve grupların güncel
yaşantılarında işlevsel hale gelebilirler.
Her birey; aile üyelerini ve aile üyelerinin büyüklerini ve akraba çevresinden ölmüş ya
da hayatta kalan bireyleri tanır ve hatırlar. Güçlü ya da zayıf akrabalık sistemlerine sahip
toplumlarda bu ilişkilerin hatırlanabilmesi toplumda soy kavramının oluşturulmasıyla ilgilidir.
Bireylerin atalarıyla nasıl bir bağ kurdukları, soy kavramının sosyal açıdan nasıl
oluşturulduğuna ve kültürel açıdan nasıl işlendiğine bağlıdır. Bireyler geçmişlerinin bazı
yönlerini hatırlamayı ya da unutmayı, atalarından belirli bazı kişileri yüceltmeyi, bazılarını
görmezden gelmeyi tercih edebilirler. Bireylerin veya grupların, atalarından bazılarını
yüceltip bazılarını göz ardı etmeleri, bir çıkar ilişkisi üzerine kuruludur. Buradan hareketle
13
soy ve etnisite arasında bir ilişkinin olduğu iddia edilebilir. Bu ilişki sosyal ve ekonomik
çıkarların da etkili olduğu bir gerçeklik üzerine kuruludur (Fenton, 2001: 9).
V. Etnisiteye İlişkin Yaklaşımların Değerlendirilmesi
İlksel Yaklaşıma göre etnik bağlar; gelenek, kültür, kan bağı, din ve dil gibi
özelliklerden oluşur ve bunlar verilidirler. Bu özelliklerin değişmesi oldukça zordur ve esnek
sınırlara sahip değillerdir. İlksel özelliklerin doğal olması, kalıcı olduğunu ve insanlar
arasında uzlaşmaya varılmayan farklılıklara yol açacağı düşüncesi bakımından
eleştirilmektedir.
Sosyal-Araçsalcı Yaklaşım ise etnisiteyi; sınırları esnek ve değişebilen bir yapı olarak
görmüş ve sosyal bir inşanın sonucu olduğunu savunmuştur. Birey ve grupların kültürleri ve
tarihsel geçmişleri arka plandadır. İnsanlar rasyonel davranmak suretiyle karar almakta, çıkar
ve konumlarını sağlamlaştırmaktadır. Bu yaklaşım insanların akrabalık, dil ve kültür gibi
sosyolojik değerlerini göz ardı edip, duygusal ve psikolojik yönlerine yer vermemesi
bakımından eleştirilmektedir.
Her iki yaklaşım, sosyolojik bakımdan temellendirilecek tutarlı ve savunulur
gerçeklikler içermektedir. Etnisite, çıkarların belirlediği bir birlikteliğe indirgenemeyeceği
gibi, biyolojik olarak kazanılan kalıtımsal özellikler tarafından belirlenen bir niteliğe sahip
değildir ve aynı zamanda hem çıkarları hem de öznel duygulanımları bir araya getiren bir
bileşimdir. İnsanlar; kolektif hatıralara katılıp duygu ve anlam temelli ilksel bağlılıklar yanı
sıra, koşullara bağlı olarak soysal ve ekonomik bağlılıklar geliştirebilirler. Banton’ın (1994)
da belirttiği gibi, para kazanmak ve sosyal bir statü elde etmeye odaklı bireysel çıkarlar,
dostlular, arkadaşlıklar veya komşuluk ilişkileri, etnik aidiyetten daha etkili olabilirler. Etnik
bağlılık ve sadakat duygusu sosyalizasyon süreci içerisinde şekillenen geçmiş ve gelecek
arasındaki pek çok etkene bağlı olarak belirlenebilir. Bazıları kökenine ve ülkesine bağlılık ve
sadakati korumak isterken, bazıları ise içinde bulundukları koşullara uyum sağlamayı ve yeni
aidiyetler elde etmeyi tercih edebilirler.
Sonuç olarak farklı yer ve ortamlarda etnisite olarak adlandırılan şeyin aynı olgu
olduğunu düşünmek yanlıştır. Soya ve bütün kimlik göstergelerine sembolik bir önem
yüklüdür; dil, evrensel ve belirleyici bir farklılık unsurudur ve kültür, insanlar tarafından
14
kollektivitenin ortak bir bileşenidir. Bunun yanı sıra kimlik ve kültürlerin bu şekilde
düzenlenmesi, özel tarihsel ve sosyal bağlamlara yerleştirilerek ele alınmaktadır ve bu
bağlamlar hem yapı hem de anlam bakımından oldukça farklıdır.
VI. Araştırmanın Yöntem ve Bulguları
Çalışma; Midyat ilçe merkezinde ikamet eden söz konusu etnik gruplara mensup
bireyler ile yapılan derinlemesine mülakatlarla gerçekleştirilmiştir. Nitel bir araştırma olma
özelliğine sahip bu çalışmanın örneklemi, 25-65 yaş aralığındaki 15 Arap (9 erkek, 6 kadın),
15 Kürt (10 erkek, 5 kadın) ve 10 Süryani’den (7 erkek, 3 kadın) oluşmaktadır. Çalışma için
Midyat’a önceden belirlenen tarihlerde 10 günlük süreler için üç defa gidilmiştir.
Etnik gruplar arasındaki ilişkiler, etnik kimliği belirginleştiren “dışsal ve içsel”
etmenlerin incelenmesiyle anlaşılmaya çalışılmıştır. Farklı etnik gruplara mensup bireylerin
birbirleri ile ilişki kurarken, etnik özelliklerinin ne derecede önemli olduğu incelenmiştir.
- Dışsal özellikler;
1.Etnik gruba ait dili konuşmak gibi, kültürel öğeleri
2.Etnik gruptan aile ve arkadaşlık ilişkileri,
3.Etnik etkinliklere (okul, dernek, ibadethane) katılım
4.Takip edilen basın yayın ve medya kanalları gibi somut olarak gözlemlenebilen
pratiklerdir.
- İçsel Özellikler ise; etnik gruba ait, duygu, düşünce ve algılamaları ifade etmektedir.
Bunlar çoğunlukla sübjektif gerçekliklerden oluşmuştur (Isajew,1993).
VI. 1. Etnik Gruplara Özgü Dışsal Özellikler
15
VI.1.1. Dil:
Her üç etnik gruptan kişilerle yapılan görüşmelerde, anadilin kendileri için son derece
önemli bir öğe olduğu dile getirilmiştir. Aynı etnik gruptan kişiler, kendi anadilleri ile daha
kolay iletişim kurduklarını, farklı etnik gruplarla ağırlıklı olarak Türkçe anlaşabildiklerini
söylemiştir. Fakat anadillerini gündelik yaşantıda kullanma sıklığı sorulduğunda, Türkçe’nin
daha yaygın olarak kullanıldığı belirtilmiştir. Bu özellik kuşaklar arasında belirgin bir fark
göstermektedir. 45-65 yaş aralığındaki yetişkinler, Kürtçe, Arapça ve yer yer Süryanice’yi
rahatça konuşabildiğini dile getirmiştir. Yaş ortalaması düştükçe yani daha genç olanlar,
Türkçe’yi gündelik yaşantılarında daha sık kullandığını belirtmiştir3.
Anadillerini bilme düzeyleri sorulduğunda, çok azı kendi anadilini okuyup-
yazabildiğini belirtmiştir. Bunda etkili olan faktörler arasında, resmi dil dışında eğitim veren
kurumların açılmasının önündeki yasal düzenlemeler vardır. Yanı sıra eğitim-öğretim
sürecine dâhil olan bireyler, okullarda sadece Türkçe eğitim verilmesinden ötürü, duygu ve
düşüncelerini yazılı ve sözlü olarak Türkçe daha kolay bir şekilde ifade ettiklerini dile
getirmişlerdir.
Araplar ve Kürtler, konuştukları kendi ağız özelliklerinin diğer ülkelerde konuşulan
Arapça ve Kürtçe’den farklı olduğunu ve anlamakta zorluk çektiklerini belirtmişlerdir. Aynı
şekilde Hıristiyan Süryani ve Keldanilerin de dillerinde farklar olduğunu ve birbirlerini
anlamakta zorluklar yaşadıklarını ifade etmişlerdir4.
VI.1.2. Etnik Gruplar Arası Arkadaşlık İlişkileri:
Mülakatın yapıldığı, Midyat ilçe merkezinde yaşayan bireyler, hemen hemen her etnik
gruptan arkadaşlara sahip olduğunu ve aralarında ilişkilerin kurulmasını engelleyen herhangi
bir engelin olmadığını ifade etmişlerdir. Özellikle komşuluk ilişkileri aracılığı ile kurulan ve
3 Bu durum bir tür asimilasyon mu, yoksa koşulların gerektirdiği bir değişim midir? Bu sorunun cevabı büyük bir
ihtimalle kuşaklar arasında yaşanan algı farklılıklarından kaynaklanmaktadır. Konu ile ilgili olarak bkz, Hansen, Marcus Lee, The Generation in America, 1962). ( http://babel.hathitrust.org/). 4 - Bugün Süryani ve Keldani ayrımı ağırlıklı olarak Hıristiyanlar arasındaki mezhep farkından kaynaklanmaktadır.
Süryaniler Ortodoks, Keldaniler ise Katoliktir. Yanı sıra dil özelliklerinin belirgin bir fark taşıdığı da iddia edilmektedir. Süryanice ve Keldanice, Aramca’nın bir lehçesi gibi görünmektedir.
16
erken yaşlarda başlayan arkadaşlıklar, okullaşma sürecindeki sınıf arkadaşlıkları, ticaret ve iş
ortamlarında gelişen arkadaşlıkların son derece önemli olduğuna vurgu yapılmıştır 5.
Arkadaş seçiminde belirleyici olan etkenin ise etnik aidiyet değil, daha çok karşılıklı
uyum, benzer duygu ve düşünceleri paylaşma ile dünya görüşlerinin ön planda olduğu
görülmüştür.
VI.1.3. Etnik Grubun Faaliyetlerine Katılım:
Etnik gruplara özgü olduğu düşünülen faaliyetler arasında; dini bayramlar, düğünler
ve cenaze merasimleri ön plana çıkmaktadır. Etnik grupların faaliyetlerine katılımı belirleyen
etkenler incelendiğinde, yasal birtakım düzenlemelerin etkisi ortaya çıkmaktadır. Örneğin
Süryanilerin, din eğitimi aldıkları manastır ve kilise okulları yasadışı faaliyetler
kapsamındadır. Bu yüzden sınırlı bir faaliyet alanına sahiptir. Süryaniler de böylece yasal
olmayan yollarla kendi dinlerini ve anadillerini öğrenme sürecine dâhil olmaktadırlar.
Bunun dışında, sosyal yaşantıda kitlesel olarak paylaşılan dini bayramlar ile
geleneksel etkinlikler vardır. Burada farklar daha da belirginleşmektedir. Müslüman Arap ve
Kürtler, aynı dini bayramları kutlamaktadır. Hıristiyan Süryanilerin de dini bayramları vardır.
Midyat ilçe merkezinde, her iki dine mensup grup üyeleri birbirlerinin dini bayramlarını
kutlamakta ve ev ziyaretleri düzenlemektedir. Fakat Kürtlerin sahiplendiği Nevruz gibi bir
etkinlik söz konusu olduğunda, hem Araplar hem de Süryaniler, bu etkinlik ile aralarında
belirli bir mesafe koymayı tercih etmektedirler. Çünkü Nevruz kutlamaları, aynı zamanda
politik bir temsili ihtiva etmektedir.
Kürt ve Arapların düğünlerinde genellikle, yöreye ait müzikler çalınmakta ve şarkılar
söylenmektedir. Ama genel olarak Kürtçe müzik ve şarkılara rağbet vardır. Süryanilerin de
düğünlerine Süryanice müzikler tercih edilmektedir. Son yıllarda düğünlerde Türkçe
müziklerin de yaygınlaşmaya başladığı görülmektedir. Her üç etnik grup, birbirlerinin
düğünlerine katılmakta herhangi bir sakınca görmemektedir.
5 Mülakat yapılan bireyler, geçmişte dönemsel olarak bir takım travmatik olayların yaşandığının bilincindedirler.
Çoğu, bu olayların daha çok tarihsel olaylar olduğunu ve dönemin koşullarının belirlediği bir nitelik taşıdığını düşünmektedir. Hâlihazırda etnik gruplar arasında çatışmaların olmadığına vurgu yapılmıştır. Ekonomik ve siyasi sorunlar/krizler, pek çok bakımdan grupların sorunlarını eşitlemiştir ve adeta grupları birbirlerine yakınlaştırmıştır.
17
Cenaze merasimleri, dinsel kuralların ve geleneklerin belirlediği ölçütler
içerisinde icra edilmektedir. Bununla birlikte gruplar arasında birtakım farklar göze
çarpmaktadır. Örneğin, hem Araplarda hem de Süryanilerde cenaze veya taziye etkinliği üç
gün ile sınırlıdır. Buna karşılık Kürtler’de bu etkinlik daha uzun sürmektedir. Ölen kişiye ve
bağlı olduğu aşiret/ailenin büyüklüğüne bağlı olarak günlerce sürebilir. Her üç enik grup
üyeleri; komşularının, arkadaşlarının veya tanıdıklarının cenazesine katılmaktadır.
VI.1.4. Basın Yayın ve Medya Kanalları:
Her üç etnik grubun üyeleri, ulusal yani Türkçe basılı yayınları takip ettiklerini
belirtmişlerdir. Daha önce de dile getirilen anadili okuma-yazma konusundaki sorun bu
konuda etkilidir. Yanı sıra mülakat yapılan bireyler daha çok Türkiye’nin ulusal ve yerel
gündeminin kendilerini daha çok ilgilendirdiğini belirtmişlerdir. Televizyon ve radyo
kanalları söz konusu olduğunda ise farklı seçimler ortaya çıkmaktadır. Ulusal kanallar
ağırlıklı olarak takip edilen kanallar olmasının yanı sıra farklı ülkelerden yayın yapan Kürtçe
ve Arapça yayınlar da takip edilmektedir.
VI .2. İçsel Özellikler
VI .2.1. Etnik Köken:
Farklı etnik gruplara üye olan bireyler, etnik kökenlerinin kendileri için önemli bir
özellik olduğunu vurgulamıştır6. Etnik kökenlerinin temelinde atalarından miras aldıkları ve
akrabalık bağlarının oluşturduğu özelliklerin belirleyici olduğunu belirtmişlerdir. Bir etnik
grubu diğer etnik gruptan ayıran unsurların ise, biyolojik özelliklerden ziyade din ve dil ile
ilişkili olduğuna dair yaygın bir kanaat vardır. Fakat asıl ilginç olan konu, hiçbir etnik grubun
doğuştan sahip olduğu özelliğe bağlı olarak diğer gruplardan bir üstünlük iddiasına sahip
olmadığına yönelik inançtır. Her üç etnik gruba mensup bireyler, toplumsal yaşamda
ilişkilerin karşılıklı işbirliği ve dayanışma çerçevesinde gerçekleştirilmesi gerektiği yönünde
hem fikirdir. Yerel veya ulusal boyutta idari yapı söz konusu olduğunda, evrensel ilkelere
6 - “Sizi diğer etnik gruplardan ayıran özellik nedir?” diye sorulduğunda, genellikle “Konuştuğumuz dil farklı”
şeklinde cevaplar verilmiştir. Bu; Araplar ve Kürtler için geçerli bir yorum iken, Süryaniler için hem dil hem din olarak ifade edilmektedir. Bunun dışında mekansal-insani özelliklere daha fazla vurgu yapılmaktadır (ülke, coğrafya, tarih vs).
18
uygun olmak koşuluyla herhangi bir etnik grup üyesinin yönetici veya idareci olmasının
önemli olmadığı belirtilmiştir.
Görüşme yapılan bazı aileler, geçmişte etnik kökenlerinde farklılık olduğuna işaret
etmiştir. Atalarının bazılarının Kürt, bazılarının ise Arap olduğunu ifade etmişlerdir. Din
farklılığı olmadan yaşanan bu değişmenin, Kürtler ve Araplar arasında görülmesi, etnik
kökenin koşullara ve kuşak farklarına bağlı olarak değişebileceğini de göstermektedir. Çünkü
hem Arap ve Kürtler hem de Hıristiyanlar, aidiyetlerindeki en belirleyici unsurun din olduğu
konusunda merkezi bir düşünceye sahiptirler. Elbette ki bu değişim kısa vadede alınan bir
karar ile gerçekleşmemiştir. Zaman içerisinde sosyal belki de siyasal koşulların zorunlu
kıldığı bir değişim göze çarpmaktadır.
VI .2.2. Evlilik:
Etnik gruplar arasındaki sınırların en fazla belirginleştiği alanlardan birisi, gruplar
arası evliliklerdir. Özellikle din farkı devreye girdiğinde, etnik gruplar arasında evlilikleri
imkânsız hale getiren bir takım dinsel kurallar vardır. Örneğin Müslüman bir Arap veya
Kürt’ün, Hıristiyan birisi ile evlenmesi imkân dâhilinde olan bir durum değildir. Oysa Kürtler
ile Araplar ve aynı şekilde Hıristiyan Süryani ile Keldaniler arasında evliliklere
rastlanmaktadır. Etnik gruplar arasındaki evliliği belirleyen esas faktör aynı dine sahip
olmaktır. Ancak aynı dine mensup olmak ile evlilikler gerçekleşmektedir. Farklı dine mensup
biriyle evlenmek, her üç etnik grup arasında hoş karşılanmayan, olumsuz bir durumdur.
Her üç grubun üyeleri de evlilik söz konusu olduğunda, kendi etnik grubundan
evlenmelerin daha çok tercih edilen bir durum olduğunu ifade etmişlerdir. Bundan çıkan
sonuç etnik grupların kendi etnisitelerini koruma ve sürdürme konusunda istekli olmalarıdır.
VI .2.1.3 Hane İçinde Konuşulan Dil:
Daha önce de belirtiliği gibi, dil etnik grupların kimliğini sürdürme konusunda en
fazla tutunum ilişkisi kurdukları öğedir. Hane halkları kendi aile üyeleri veya akraba grupları
ile genel olarak anadillerini konuşmaktadırlar. Fakat bu özellik, kuşaklara göre bir farklılık
arz etmektedir. 35-40 yaş ortalamasının üstündeki bireyler kendi anadillerini kullanma
konusunda daha tutucudur. Oysa yaş ortalaması düştükçe, Türkçe daha yaygın bir şekilde
konuşulmaktadır. Genç yaştakiler, gündelik yaşantılarında ağırlıklı olarak Türkçe’yi iletişim
19
dili olarak kullanma konusunda daha isteklidir. Böylece Türkçe, günümüzde gruplar arasında
iletişimi ve etkileşimi sağlayan bir işlev edinmiş durumdadır. Hatta bu sayede etnik gruplar
arasındaki sembolik ayrımlar büyük ölçüde gizil hale gelmiştir7.
Etnik kimliğe bağlılığa işaret eden en önemli faktörlerden biri, dil/anadildir. Belirli bir
dili konuşmak bir gruba aidiyete işaret eder. Bu çalışma aracılığıyla, etnik gruba aidiyetin
ölçütünün benzer kültürel kalıplara ve alışkanlıklara sahip olmaktan ziyade, grubun dilini
konuşma ile belirlendiğini göstermiştir. Midyat ve çevresinde yaşayan farklı etnik gruplar,
tarihsel koşullar ve coğrafi özelliklerin beraberinde getirdiği pek çok kültürel öğeyi
paylaşmaktadırlar. Fakat aralarındaki sınırları belirginleştiren etkenlerin başında dil
gelmektedir. Aynı dine mensup olmasına rağmen, Kürtler ile Araplar arasındaki fark, temelde
konuşulan dilden kaynaklanmaktadır.
VI .2.4. Ticari İlişkiler:
Bölge, esas olarak yüzyıllar boyunca ticaret yollarının gelip geçtiği bir yer olmuştur.
Bu özellik bölgenin genel anlamda kültürel yapılarına nüfuz etmiştir. Ticaret yollarının
bölgeden geçiyor olması, burada yaşayan halkların farklı toplumlara mensup insanları ile
karşılaşmasına ve farklılıklara aşina olmasına büyük bir katkı sağlamıştır. Bu bakımdan ticari
ilişkiler, iş ve işveren konusu ile ilgili olarak, etnik gruplar arasındaki farklılıkların rasyonel
temellere dayalı olduğunu söylemek mümkündür. İşçi olsun, işveren olsun, kendisine en fazla
kazancı sağlayan koşulun ön planda olduğunu bu konuda etnik ayrımların ise neredeyse hiç
önemli olmadığını ifade edenler çoğunluktadır. Esnaf, ürünlerinin alıcısı konumundaki farklı
etnik grup üyelerine karşı adeta “sakınma ilişkilerini” ön plana çıkarmaktadır.
Alış-veriş mekânlarında ve halk pazarında da herhangi bir ayrıma rastlamak mümkün
değildir. Bahsedildiği gibi, bu konuda piyasa veya rasyonel koşullar bireylerin davranışlarında
daha belirleyici özellikler taşımaktadır. Bu da bir yerde modernleşmenin etkileri arasında yer
alan bir durumdur. Modernleşme geleneksel ve yerel bağlılık ilişkilerini zayıflattığından,
bireysel ilişkiler ön plana çıkmaktadır.
7 -Çeşitli sebeplerden ötürü yaşanan yöre içerisindeki göçlerle, yerleşilen köy, belde veya şehir merkezinin
yaygın olan dili neyse insanlar ona uyum sağlamıştır. Bu şekilde Araplaşan Kürtler ile Kürtleşen Araplara rastlanmaktadır.
20
VI .2.5. Gelecekte Etnisitenin Önemi:
Midyat ilçe merkezinde, birçok ailenin çocuklarına kendi anadilini öğrenmeden önce
Türkçe’yi öğrettiği ve çocukları ile Türkçe konuşarak iletişim kurduğu gözlenmiştir. Konu ile
ilgili olarak aileler, çocuklarının okul yaşantısında bir dil sorunu ile karşılaşmasının önüne
geçmek istediklerini ve devletin sunduğu hizmetlerden daha etkili bir şekilde faydalanmak
istediğini belirtmiştir. Hatta son yıllarda çocuklara Arapça-Kürtçe kökenli geleneksel bazı
isimler yerine Türkçe kökenli isim verme alışkanlığı ortaya çıkmıştır. Bu durum hem etnik
aidiyet bilincini azaltmakta, hem de etnik köken konusunda gelecekte tartışmaların ortaya
çıkmasına zemin hazırlamaktadır.
Genç kuşaktan bireyler, temel hizmetlere ve iş olanaklarına ulaşmak ve eğitimin
sosyo-ekonomik alanlarda sağlayacağı avantajlardan daha fazla yararlanmak için etnik
kökenlerinin ve aidiyet duygularının ön plana çıkarılmaması gerektiğini ileri sürmektedirler.
Bunun yerine daha kapsamlı ve farklılıkları en aza indirgeyen bir sosyal ve siyasal sistemin
üyesi olmanın gelecekte birlikte yaşama stratejilerini belirlemek açısından daha işlevsel
olduğu dile getirmişlerdir.
VII. Sonuç:
Yaşadığımız coğrafyada, etnik farklılıklar Batı’da yani Avrupa ya da Amerika’da
olduğundan farklı özellikler göstermektedir. Batı’da etnik gruplar dendiğinde; siyahlar,
beyazlar ve genel olarak Uzakdoğululardan bahsedilmektedir. Büyük ölçüde bu gruplar
arasında gözle görülebilir, ilk bakışta fark edilebilir fizyolojik özellikler hâkimdir
(Platt:2009). Oysa Türkiye gibi birçok Ortadoğu ülkesinde fizyolojik farklılıklar, bireylerin
etnik kimliğinin belirlenmesi sürecinde etkili değildir. Kişilerin etnik aidiyeti, ancak
referanslar aracılığıyla ve kurulan derinlemesine ilişkiler sonucunda anlaşılabilir. Aynı şekilde
sosyal davranışlar ve yaşam pratikleri de, etnik gruplar arasındaki sınırları belirlemede yeterli
ölçütler değildir. Bireysel düzeyde herkesin kendine özgü bir takım alışkanlıkları ve davranış
kalıpları vardır. Herkes aynı derecede dinine bağlı olmayabilir veya herkes aynı derecede
ailesine bağlılık duygusu beslemeyebilir. Bu bakımdan ele alındığında bireysel farklar ön
plana çıkmaktadır. Dolayısıyla sadece belirli bir gruba veya etnik bir unsura özgü bir pratikten
bahsetmek mümkün değildir.
21
Sosyal bir varlık olarak insanın aidiyeti, sadece ekonomik, etnik veya dinsel bir boyuta
indirgenemez. Sosyal yaşam çelişki ve tutarsızlıklarla doludur. Bir insanın en fazla tutunum
ilişkisi geliştirdiği unsur; ekonomik çıkarlar mı, din mi, dil mi, etnisite mi yoksa yurttaşlık
mıdır? Bu soruya cevap vermek her zaman kolay değildir ve tek boyutlu ve tek nedenli bir
açıklama yapmak her zaman bir şeylerin eksik kalmasına yol açmaktadır. Bütün farklılıklara
rağmen ortak yaşama arzusu, karşıt grupları ve fikirleri bir araya getirmektedir. Benzer
amaçlar ve hedeflere ulaşmak isteyen insanlar, giderek birbirlerine daha çok benzeme eğilimi
içerisine girmekte ve birbirlerine daha da yakınlaşmaktadır.
Kaynakça:
Adam, Herbert. (1971). Modernizing Racial Domination, Berkeley: University of California
Press.
Aslan, Cahit. (2004). Birey, Toplum, Devlet: Kavramsallaştırma ve Ara Değişken Olarak
Etnisite. Adana: Karahan Kitabevi.
Banton, Michael. (1994) Modelling Ethnic And National Relations, Ethnic and Racial
Studies, 17. (1): 1–19. (http://www.tandfonline.com). (Erişim Tarihi 25.04.2011).
Barth, Frederic. (2001). Etnik Gruplar ve Sınırları, A. Kaya ve S. Gürkan, (Çev.). İstanbul:
Bağlam Yayınları.
Bell, Daniel. (1975). Ethnicity And Social Change, in Glazer, N. and D. Moynihan (Eds.).
Ethnicity: Theory and Experience, Washington: Harvard University Press.
Berghe, P. Van. (1978). Race and Ethnicity: A Sociobiological Perspective, Ethnic and Racial
Studies, Volume, Issue 4. P:401-411. (http://ysusociologyonline.blogspot.com/2010/12/pierre-
van-den-berghe-socio-biological.html. Erişim Tarihi: 21.06.2011).
Brass, Paul (1996), “Ethnic Groups and Ethnic Identity Formation”, Ethnicity (ed. John
Hutchinson,Anthony D. Smith), Oxford: Oxford University Press.
Fenton, Steven. (2001). Etnisite, N. Şad, (Çev.). Ankara: Phoenix Yayınları.
Geertz, Clifford. (1994). Primordial and Civic Ties, Nationalism, Eds. A. Smith, J.
Hutchinson, Oxford: Oxford University Press.
Giddens, Anthony. (2000). Sosyoloji, Kırmızı Yayınları, İstanbul.
Glazer, N. and D. Moynihan (1981). Ethnicity: Theory and Experience, Washington: Harvard
University Press.
22
Hechter, Michael (1988). Rational Choice Theory And The Study Of Race And Ethnic
Relations, Theories of Race and Ethnic Relations Ed. John Rex, David Mason, Cambridge:
Cambridge University Press.
Isaacs, H. R. (1975). “Basic Group Identity: The Idols of the Tribe”. In Glazer, N. and D.
Moynihan (Eds.). Ethnicity: Theory and Experience, Washington: Harvard University Press.
Isajew, Wsevolod. W. (1993).Definition and Dimensions of Ethnicity, Statistics Canada and
U.S Bureau of The Census, Washington D.C: U.S Goverment Printing Office.
Pareto, Vilfredo. (1963). The Mind and Society: A Treatise on General Sociology. New York:
Harcourt Brace.
Parsons, Talcot. (2005). The Social System, London: Routledge.
Platt, Lucinda. (2009). Ethnicity And Family Relationships Within And Between Ethnic
Groups: An Analysis Using The Labour Force Survey. Institute for Social & Economic
Research, University of Essex. (http://www.equalityhumanrights.com). (Erişim
Tarihi:12.09.2012).
Rattansi, Ali. (1994). Irkçılık, Modernite ve Kimlik, S. Akyüz, (Çev.). İstanbul: Sarmal
Yayınevi.
Shibutani, T. &. Kwan, K.(1965). Ethnic Stratification: A Comparative Approach, New
York: Macmillan Co.
Smith, Anthony. (2002). Ulusların Etnik Kökeni, S. Bayramoğlu, (Çev.). Ankara: Dost
Yayınevi.
Somersan, Semra. (2004). Sosyal Bilimlerde Etnisite ve Irk. İstanbul: Bilgi Üniversitesi
Yayınları.
Tajfel,Henry (1982). Social Psychology Of Intergroup Relations , Annual Review Of
Psychology,Volume 33, A Nonprofit Scientific Publisher,USA.
Wallerstein, İmmanuel. (1960). Ethnicity and National Integration in West Africa. Vol. 1
No3. 1960. pp. 129-139. (http://www.persee.fr. Erişim Tarihi: 27.06.2010).
Weber, Max (1978). Economy and Society, Vol 2.G. Roth and C. Wittich (Eds). University of
California Press. New York.
Wimmer, Andreas. (2007). How (not) to Think About Ethnicity İn İmmigrant Societies: A
Boundary Making Perspective. COMPAS, London: University of Oxford.
Yinger, Milton. J. (1994). Ethnicity: Source of Strength, Source of Conflict. University of
New York Press. USA.