MİDYAT'TA ETNİK GRUPLAR ARASI İLİŞKİLER ve AİDİYET SORUNU

23
1 MİDYAT’TA ETNİK GRUPLAR ARASI İLİŞKİLER VE AİDİYET SORUNU Fethi NAS 1 Prof. Dr. Muammer TUNA 2 Özet Etnisite ve aidiyet bilinci; İlksel Yaklaşıma göre, değişmesi imkânsıza yakın olan özelliktir. Buna karşılık Sosyal-Araçsal Yaklaşım etnisite ve aidiyetin, birey ve grupların ihtiyaç ve çıkarlarının zorunlu kıldığı, zaman ve koşullara bağlı olarak değişebilen niteliklerdir. Hem verili (İlksel Yaklaşım) hem de sonradan kazanılabilen (Sosyal-Araçsal Yaklaşım) bir özellik olarak etnisite, birey ve grupları birbirlerine bağlayan, dayanışma ve bütünleşmeyi sağlayan bir birliktelik duygusudur. Bunun yanı sıra; dil, etnik gruplar arasındaki farklılıkları somutlaştıran ve etnik gruplar arasındaki sınır çizgilerini belirginleştiren en önemli faktörlerden birisi olarak kabul edilir. Bununla ilişkili olarak etnik kimliklerin temsili, sembolik bir değere sahip olan dil aracılığıyla gerçekleşir. Farklı etnik gruplar arasındaki iletişimi sağlayan dil seçimi ise, sosyal yaşam ve etnik gruplar arasındaki çatışmayı veyahut uyumu anlamak açısından oldukça önemlidir. Çalışmada; Mardin’in Midyat ilçesinde yaşayan birbirinden farklı etnik özelliklere sahip Arap, Kürt ve Süryanilerin birbirleri olan sosyal ilişkileri araştırılmıştır. Araştırma alanı (Midyat); üç farklı etnik grubun yüzyıllar boyunca yaşamını sürdürdüğü bir yer olması bakımından önemlidir. Anahtar Kelimeler: (Etnisite, Dil, Din ve Aidiyet). I. Giriş Midyat, Mardin ilinin bir ilçesidir. Burada yüzyıllar boyunca farklı din ve dillere mensup gruplar bir arada yaşamını sürdürmüştür. Şu anda ise Müslüman Araplar ve Kürtler ile Hıristiyan Süryaniler yaşamını sürdürmektedir. Bunlar kendilerini “etnik gruplar” olarak 1 Doktora Öğrencisi, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü. 2 Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü.

Transcript of MİDYAT'TA ETNİK GRUPLAR ARASI İLİŞKİLER ve AİDİYET SORUNU

1

MİDYAT’TA ETNİK GRUPLAR ARASI İLİŞKİLER VE AİDİYET SORUNU

Fethi NAS1

Prof. Dr. Muammer TUNA2

Özet

Etnisite ve aidiyet bilinci; İlksel Yaklaşıma göre, değişmesi imkânsıza yakın olan

özelliktir. Buna karşılık Sosyal-Araçsal Yaklaşım etnisite ve aidiyetin, birey ve grupların

ihtiyaç ve çıkarlarının zorunlu kıldığı, zaman ve koşullara bağlı olarak değişebilen

niteliklerdir.

Hem verili (İlksel Yaklaşım) hem de sonradan kazanılabilen (Sosyal-Araçsal

Yaklaşım) bir özellik olarak etnisite, birey ve grupları birbirlerine bağlayan, dayanışma ve

bütünleşmeyi sağlayan bir birliktelik duygusudur. Bunun yanı sıra; dil, etnik gruplar

arasındaki farklılıkları somutlaştıran ve etnik gruplar arasındaki sınır çizgilerini

belirginleştiren en önemli faktörlerden birisi olarak kabul edilir. Bununla ilişkili olarak etnik

kimliklerin temsili, sembolik bir değere sahip olan dil aracılığıyla gerçekleşir. Farklı etnik

gruplar arasındaki iletişimi sağlayan dil seçimi ise, sosyal yaşam ve etnik gruplar arasındaki

çatışmayı veyahut uyumu anlamak açısından oldukça önemlidir.

Çalışmada; Mardin’in Midyat ilçesinde yaşayan birbirinden farklı etnik özelliklere

sahip Arap, Kürt ve Süryanilerin birbirleri olan sosyal ilişkileri araştırılmıştır. Araştırma alanı

(Midyat); üç farklı etnik grubun yüzyıllar boyunca yaşamını sürdürdüğü bir yer olması

bakımından önemlidir.

Anahtar Kelimeler: (Etnisite, Dil, Din ve Aidiyet).

I. Giriş

Midyat, Mardin ilinin bir ilçesidir. Burada yüzyıllar boyunca farklı din ve dillere

mensup gruplar bir arada yaşamını sürdürmüştür. Şu anda ise Müslüman Araplar ve Kürtler

ile Hıristiyan Süryaniler yaşamını sürdürmektedir. Bunlar kendilerini “etnik gruplar” olarak

1 Doktora Öğrencisi, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü.

2 Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü.

2

değil, “cemaat” veya “halk” olarak kabul etmektedir. Bu durum ise “Osmanlı Mirası’nın”

devam edegelen bir etkisidir. Osmanlı Devleti çok etnili, çok dilli ve çok dinli bir toplumsal

yapıya sahipti. Bu yapı, millet sistemi adı verilen ve her bir dinsel grubu bir cemaat olarak

gören bir anlayışa dayalı olarak tesis edilmişti. Osmanlı Devleti, siyasi olarak her ne kadar

tarih sahnesinden silinmiş olsa da, sosyal ve kültürel mirası hala varlığını sürdürmektedir. Bu

mirası da genel olarak Ortadoğu’da özel olarak da Midyat’ta görmek mümkündür.

Bugün Midyat gibi bir yerde, etnik özellikler bir tür toplumsal dayanışma türü olarak

varlığını sürdürdüğüne göre, sosyal bir fenomen olarak etnik bilincin önemli bir unsur

olduğunu söylemek mümkündür. Bu yüzden bu fenomenin açıkça anlaşılabilmesi için

kuşaklar arasında nasıl ve ne şekilde aktarıldığını anlamak gereklidir. Midyat gibi birbirinden

farklı dinlere inanan ve farklı dilleri konuşan grupların bulunduğu bir mekânı çalışmak; etnik

ve dinsel çatışmanın yoğun olarak yaşanmaya başladığı Ortadoğu’daki toplumsal ilişkileri

anlayabilmek açısından önemli bir model olabilir. Bu konuda Giddens, yüz yüze etkileşim

durumlarında gündelik davranışların (mikrososyoloji) incelenmesinin, politik ve ekonomik

sistemlerin (makrososyoloji) adeta bir çözümlemesi olduğunu iddia etmektedir. Yani; mikro

sistemler ile makro sistemler arasında çok yakın bir ilişkinin var olduğunu ileri sürmektedir.

Ona göre, toplumsal örgütlenme biçiminin temeli, yüz yüze etkileşime ve karşılıklı olarak

kurulan ilişkilere dayalıdır (2000:91).

II. Etnisite Konusunda Farklı Düşünceler

Etnisite ile ilgili felsefi ve ideolojik düşünceler Klasik Kuramcılara kadar

uzanmaktadır. Weber, Marx ve Pareto, etnisiteye ilişkin çeşitli fikirler ve öngörüler ileri

sürmüşlerdir. Pareto etnisitenin, sosyolojinin en belirsiz ve muğlâk kavramlarından biri

olduğunu iddia etmiştir. Ona göre, antik çağlarda kendilerini Romalı, İtalyan, Helen, Kartacalı

olarak tanımlayan ve başkaları tarafından da aynı şekilde isimlendirilen insanlar vardı,

günümüzde de aynı şekilde kendilerini Fransız, İtalyan, Alman ve Yunan olarak tanımlayan

topluluklar var; buradan hareketle; aynı duyguları, düşünceleri, dili ve hatta dini paylaşan

insan grupları olduğuna göre, birbirinden farklı etnik yapıları olan insanların olduğunu

söylemek mümkündür (1963:1837). Klasik Kuramcılardan Weber ve Marx etnisite konusunda

olumsuz fikirler ileri sürmüşlerdir. Marx; etnisiteyi, dine benzer bir şekilde bir tür yanlış

bilinç olarak değerlendirmiş ve zaman içerisinde kaybolarak yerini başka türden çıkar

sağlayan öğelere devredeceğini düşünmüştür (Somersan, 2004:22). Weber ise, etnik gruplar

3

ile ilgili kavramların tamamının, son derece karmaşık ve belirsiz olduğunu, bundan ötürü

tümünü bir kenara bırakmak gerektiğini dile getirmiştir (1978:389).

Herder ise etnisiteye ilişkin düşüncelerin tamamının, sosyal fenomenlerden ibaret

olduğunu düşünmüştür. Etnisitenin, grup üyelerini yakın bağlarla birbirlerine bağlayan, ortak

tarih, kader, kültür ve dil birliğinden hareketle bir araya getiren bir işleve sahip olduğunu

savunmuştur (Wimmer, 2007).

Glazer ve Moynihan, etnisiteyi tanımlamanın ötesinde, iki özelliğini ön plana

çıkararak açıklamaya çalışmışlardır. Bu özellikler aidiyet ve gururdur (1975:1). Aidiyet ve

gurur; bireylerin kendilerine mal ettikleri özelliklerin oluşturduğu koşullardan

kaynaklanmaktadır. Aidiyet “objektif”, gurur ise “sübjektif” bir koşulun ürünüdür. Özellikle

birden fazla kültürel yapının bulunduğu toplumlarda bireylerin en fazla motive olduğu ve

tutunum ilişkisi geliştirdiği öğe, etnik bilinçtir. Bireyin mensubu olduğu gruba atfettiği değer

ve beslediği duygusal anlam, grup ile ilgili sahip olduğu bilgiden kaynaklanan kendilik

bilincinin bir parçasıdır. Bireylerin etnik bir kategoriye mensubiyetine ilişkin bilgisi, olumlu

ve olumsuz anlamda söz konusu mensubiyete atfettiği değer ile belirlenmektedir (Tajfel,

1982:64). Bu bakımdan, farklı grupların birbirleri ile minimum düzeyde bile olsa bir temas

kurması ve birbirlerinin gerek düşünce gerekse de kültürel bakımdan farklı olduklarını

algılamaları son derece önemlidir. Bu farklılık algısı oluşmamışsa etnik bilincin ve etnik

ilişkilerin oluşması mümkün değildir (Glazer and Moynihan, 1975:1). Kendilerini ilişki

halinde bulundukları grup ve bireylerden kültür, dil ve din gibi pek çok bakımdan farklı kabul

eden bireyler, akrabalık veya hayali ilişkilere dayanan bir kimlik edinme sürecine girerler. Bu

kimlik süreci de nihayetinde etnik bir kimliğe dönüşmektedir. Diğerleri ile kurulan ilişkiler

sonucunda bir farklılık algısı oluşmakta ve bu farklılığı refere edecek bir takım objektif ve

subjektif öğeler ortaya çıkmaktadır. Konuşulan dil, din, gruba ait semboller, gelenek-görenek,

coğrafya, değerler sistemi, sosyal ağın yapısı gibi unsurlar etnisitenin “objektif” öğeleridir.

Buna karşılık, öteki anlayışı, tarih bilinci, aidiyet hissi gibi unsurlar etnisitenin “subjektif”

boyutunu meydana getirmektedir (Aslan, 2004:8).

Toplumsal yaşamda bir farklılığını kategorik olarak yaratılması ve kullanılması pek

çok zorluğu beraberinde getirmektedir. Bireylerin yaşamında hangi kategoriye ait oldukları ve

kaç farklı kategoriye mensup olabilecekleri esas olarak neyin belirleyici olması gerektiğini

4

tartışmalı hale getirmektedir. Genel kabul gören yaklaşımlara göre etnisite kavramı, insanların

sınıflandırılması ve gruplar arasındaki ilişkilerden kaynaklanan bir durumdur.

III. Etnik Grup

Çalışmanın konusu olan etnik gruplar arasındaki ilişkilere geçmeden önce, etnik

grubun ne olduğu ve nasıl tanımlandığına bakmakta fayda vardır. Etnik grup, birbirileri ile

verili-doğal akrabalık bağları olan ve bir toplumda diğerlerinden farklı, kendisine özgü bir

kültürü, dili, köken ve mekân miti gibi özellikleri olan bir insan birlikteliği olarak kabul

edilmektedir. Etnik oluşumlarda sosyal ve kültürel özelliklere ağırlık verildiğinde ortaya çıkan

kavram “etnik grup” kavramıdır. Yani etnik grup kavramı, bireylerin kendilerini belirli bir

kültür grubunun üyesi olarak gördüğü ya da başkaları tarafından farklı bir kültüre mensup

olarak görüldüğü durumları betimlemektedir. Buna göre etnik gruplar, kendilerini belirli bir

grubun üyesi olarak gören insanların oluşturduğu, bu insanların benzerlik ve gruplarının

devamını sürdürme konusunda görevler üstlendiği durumları ifade etmektedir (Shibutani ve

Kwan, 1965). Çeşitlilik ve farklılıkları bünyesinde barındıran geniş bir toplumda, ortak bir

ataları olduğuna inanan insanlar etnik bir grup etrafında bir araya gelirler. Kültürel pratikler

ise sembolik olarak grup üyelerini diğerlerinden ayırt eden öğelerdir. Böylece bireylerin

davranışlarında ortak kültürel kalıplar açığa çıkar, ortak gereksinimler giderilir ve bir grup

bilinci oluşur.

Parsons’a göre etnik gruplar, bir işleve bağlı olarak ortaya çıkarlar ve bu bakımdan

tarihsel koşulların bir ürünü değildirler. Örneğin; bir toplumda aile kurumu, tek başına

bireylerin ihtiyaç duyduğu güveni sağlayamadığında, etnik gruplar bir tür dayanışmayı

üstlenmek suretiyle, yabancılaşmayı azaltan bir işlevi yerine getirmektedirler. Parsons ayrıca

etnik gruba aidiyetin, toplumda yaşayan bireysel aktörlerin, gündelik yaşantılarında dâhil

olması gereken bir yapılanma türü olduğunu ileri sürmektedir. (2005:120-129). Özellikle

ortak atalar mitinin kabul edilmesiyle ve grup içi evlilikler aracılığıyla grup birlikteliği

sağlanır ve gruba üye bireylerin ihtiyaç duyduğu dayanışma gereksinimi giderilir.

Weber; etnik grubu, fiziksel özellikler ve gelenekler bakımından birbirlerine benzeyen

ve ortak atalarının olduğuna dair öznel inançları paylaşan bir grup olarak tanımlamıştır.

Grubun oluşabilmesinde inançların önemli bir özelliğe sahip olduğunu vurgulamış buna

karşın kan bağına dayalı ilişkilere gereksinim olmadığını ileri sürmüştür. Bunun yanı sıra

etnik gruba aidiyetten kaynaklanan kimlik bilincinin, somut sosyal bir eyleme dayalı olarak

5

gerçekleşen kan bağına dayalı gruptan farklı olarak, varsayımsal olduğunu ileri sürmüştür

(1978:389).

Etnik gruplar; büyük veya küçük, herkese açık veya kapalı olabilirler fakat etnik bir

gruba üyelik, bireylerin kendilerine ve gruba yönelik öz-tanımlamaları sonucunda oluşan

sosyal bir durumdur. Etnik bir grubun, asgari düzeyde bile olsa ihtiyaç duyulan bir konuda bir

işlevi etkin biçimde yerine getirmesi gerekmektedir. Böylece kendini grubun bir üyesi olarak

gören birey, diğer bireylere ve gruplara karşı kendini sosyal ve bireysel olarak

konumlandıracaktır. Bu konumlandırma ise, coğrafi alan ve dilsel birlik olarak sosyal bir

aidiyeti ifade etmektedir (Wallerstein, 1960).

Etnik gruplar bölünüp çoğalabilir veya bir araya gelebilirler. Ekonomik, sosyal ve

siyasal koşullar gereği birbirlerine karışabilir, birbirleri içerisinde eriyebilir veya tam tersi

birbirlerine karşı zıt tavırlar alarak toplumsal sınırları oluşturabilirler. Bireylerin karşılıklı

davranışlarının tam olarak belirlenmediği basit akrabalık ve komşuluk benzeri gruplardan

farklı olarak, etnik gruplar yapılandırılmış bir özelliğe sahiptir. Smith’e göre (2002), bir

grubun etnik bir grup olabilmesi için yerine getirmesi gereken işlevler vardır bunlar;

1. Grubun gelişmiş kolektif bir bilince sahip olduğunu gösteren, üyelerin üzerinde

hem fikir olduğu ortak bir isim,

2. Genetik özelliklerden daha önemli olduğu düşünülen, ortak atalarının olduğuna

dair bir mit,

3. Nesilden nesile aktarılan, geçmişte yaşanmış bir takım olaylardan hareketle grup

ile bir bağın kurulmasını sağlayan, tarihsel olarak paylaşılan bir bellek,

4. Grup üyelerinin birbirlerini tanımalarını ve birbirleri ile anlaşmasını kolaylaştıran

dil, din, giyim-kuşam, örf-adet, gibi bir veya birden fazla ortak kültürel öğenin

bulunması,

5. Üzerinde yaşasın veya yaşamasın, belirli bir toprak parçasına bağlılık ve

6. Üyeler arasında birlikteliği sağlayan bir dayanışma duygusudur.

Smith’in etnik bir grubun oluşabilmesi için gerekli olduğunu düşündüğü bu özellikler,

büyük ölçüde her toplumsal grubun sahip olması gereken özgün niteliklerdir. Bir diğer

6

ifadeyle, grubun sahip olduğu kimliktir. Birey dünyaya geldiği andan itibaren kimliğe ait söz

konusu özelliklerin oluşturduğu sosyal çevreye dâhil olur. İnsanı diğer canlılardan ayıran en

belirgin farklardan biri olan kimlik, insan olmanın temel bileşenlerinden birisidir. Kimlikler

genellikle ölçülebilir, sınırları belirlenmiş, sınanabilir veya açık seçik görülebilir varlıklar

değildir. Bir şekilde insan yaşamının vazgeçilmez yönlerinden birini oluştururlar ve sosyal

ilişkilerde insanların birbirlerini tanımalarının veya birbirlerinden ayrıt edilmelerinin

anahtarıdır.

Grup üyeleri arasındaki karşılıklı etkileşim, güven ve beraberlik duygusu, ancak

aidiyet bilincinin oluşması ile gerçekleşir. Günümüzün gittikçe araçsallaşan ve rasyonalize

olan dünyasında insanlar, hızla değişmekte olan toplumda kendilerine ait bir kimlik edinmek

konusunda zorluklar yaşamaktadırlar. Bu yönüyle etnik kimliğe eklemlenme, bireylerin grup

bilincinin sürdürülmesinde işlevsel bir role sahiptir. (Yinger, 1994:45). Etnik bir özellik

etrafında bir araya gelen bireyler, içerisinde yaşadıkları toplumun bireyleri ile aynı

davranışları, tavırları ve dili paylaşsa bile, etnik köken itibariyle kendilerini farklı olarak

sunmaktadırlar. Bu da esas itibariyle bireylerin çoklu bir kimliğe sahip olabileceklerinin bir

göstergesidir. Özellikle modernleşme, kentleşme, kapitalizm ve kitle iletişim araçlarının

gelişimi; kültürel değerlerin ve kalıpların büyük ölçüde değişmesine yol açmıştır. Toplumlar

bu koşullar altında tek başlarına özgün ve tarihsel konumlarını korumayacak hale

gelmişlerdir. Dolayısıyla çoğulcu yapılar ve kimlikler ön plana çıkmaktadır. Toplumlar artık

birbirlerinden ayrışmış durumda değil aksine, sosyal ve kültürel bağlamda iç içe geçmiş ve

birbirleri ile karışmış bir dünyanın öznesi halindedirler.

IV. Etnisiteye İlişkin Kuramsal Yaklaşımlar

Erken dönem çalışmalarda, etnik birliktelikler konusunda ortak atalar ve kan bağına

dayanan ilişkilere ağırlık verilmiştir. Daha sonra etnik ilişkilerin oluşumu ile ilgili olarak,

ortak kültürel değerlere, koşullar tarafından belirlenen aidiyetlere ve kültürel bilince vurgu

yapılmıştır. İlk ortaya çıkan yaklaşımlar, etnisiteyi ilksel bir durum olarak ele alırken daha

sonra çıkan yaklaşımlar, etnisiteyi sosyal bir inşa süreci olarak ele almıştır. Bu yaklaşımlar ise

genel olarak ikiye ayrılmaktadır, bunlar;

1.Etnisiteyi verili bir bağ olarak gören ilksel-primordialist- yaklaşım ve

7

2.Etnisiteyi psiko-sosyal süreçler içerisinde şekillenen bir yapı olarak gören sosyal-

yapılanmacı yaklaşımdır.

IV.1. İlksel Yaklaşım

Bu yaklaşım, sosyo-biyolojik özellikleri ön planda tutmaktadır. Savunucuları arasında,

Ciffort Geertz, Charles İsaacs ve Pierre van Berghe vardır. Bu yaklaşımın savunucuları genel

olarak etnisiteyi, ortak köklerden kaynaklanan, doğuştan kazanılan ve değişmeyen-sabit

niteliklerden oluşmuş bir yapı olarak kabul ederler.

Clifford Geertz’e göre, primordial-ilksel bağlılıklar; akrabalık, dil, din, bölge ve

geleneksel bağlardan oluşmaktadır. Kan bağı, etnisite için birincil derecedeki özelliktir.

Bunların ötesinde etnisite, belirli bir bölgede ve dinsel topluluk içinde doğmuş olmak, belirli

bir dili ve hatta bir dilin lehçesini konuşuyor olmak ve belirli sosyal pratikleri takip etmekten

kaynaklanan sosyal bir varoluştur. Akrabalık, dil, din ve gelenekler, bireyler üzerinde

açıklanması mümkün olmayan ve karşı konulamaz bir etkiye sahiptirler. Bireyler; akrabalık,

zorunlu pratikler ve ortak çıkarların ötesinde, bu bağlara atfedilen ve açıklanamayan anlamlar

ve nedenlerle birbirlerine bağlanırlar (1963).

Geertz, toplumların ve kimlik arayışındaki modern devletlerin siyasal birliklerini

oluşturma arayışında etnik özelliklerin referanslarının değişkenlik gösterebileceğini kabul

etmektedir. Ancak bireyleri birbirine bağlayan en güçlü unsurların, kan bağı esasına dayalı

akrabalık ilişkilerinden kaynaklandığını ileri sürmektedir. Özellikle yeni kurulan devletlerde,

bireylerin ve grupların devlete olan bağlılığını sağlayan pek çok bileşenler olduğunu iddia

etmiştir. Sınıf, parti, ticari ilişkiler ve meslek birlikleri, bu bileşenlerden bazılarıdır. Bu

bileşenlerden oluşmuş bir grubun, toplumsal bütünlüğü sağlamak bakımından en büyük

sosyal birim olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu gruplar veya grup üyeleri arasındaki

çatışmalar, hiçbir şekilde devletin varlığını ve meşruiyetini tehdit etmeye yönelik bir eyleme

dönüşmez. Gruplar arasındaki çatışmanın içerisine ilksel-primordial duygular karıştığında;

devlet, hükümet ve siyasal bütünlük büyük bir tehdit altına girer. Ekonomik, sınıfsal veya

entelektüel muhalefet bir devrime dönüşebilir ancak etnik, dilsel veya kültürel muhalefet,

devletin ve toplumun parçalanmasına ve ayrışmasına yol açar. Bu yönüyle ilksel duygulardan

kaynaklanan hoşnutsuzlukların etkisi oldukça güçlü ve tatmini ise oldukça zordur (Geertz,

1963). Yeni kurulan modern devletlerde, toplumsal refah düzeyi, toplumu oluşturan farklı

etnik gruplar arasında eşit ve adil bir şekilde paylaşılmazsa ve sivil siyaset temeline dayanan

8

bir temsil sistemi kurulamamışsa, ilksel-primordial etnik bağlardan kaynaklanan bir

çatışmanın yaşanması ihtimali daha yüksektir. Bu çatışma ise devletin meşruiyet

kaynaklarının sorgulanmasına ve devletin sınırlarının yeniden belirlenmesine kadar ulaşabilir.

İnsanlar arasındaki hoşnutsuzlukların sebebinin etnik farklardan kaynaklandığı görüşünün bir

kere benimsenmesi ile kimlik düzeyinde çatışmaların şiddeti ve etkisi çok daha derindir.

Bir devlette primordial-ilksel nitelik taşıyan sadece bir grup varsa ulusal birlik kolayca

sağlanabilir. Böyle bir durumda belirsizlik ve aidiyet sorunları ortaya çıkmaz ve gruplar

arasında etnik çatışmalara rastlanmaz oysa dünya üzerinde bu örneği temsil edebilecek hiçbir

ülke mevcut değildir. Geçmişte buna örnek teşkil edebilecek ülke olarak, Yugoslavya’nın tek

bir etnik yapıdan oluştuğu iddia edilmiştir. XX. yüzyılın sonlarına doğru Yugoslavya’da

kendisini dinsel ve mezhepsel özelliklerine göre Sırp, Hırvat, Boşnak ve Slovak olarak

tanımlayan gruplar ortaya çıkmıştır ve aralarında kanlı çatışmalar yaşanmıştır (Bell,

1975:154). Buradan hareketle, geniş toplumsal yapılarda etnik gruplar arasındaki uyumu

sağlamanın oldukça zor olduğu görülmektedir. Ulusu tek bir toplumsal birim olarak

örgütlemek, ancak ilksel bağlara dayalı duyguları ve kimlikleri bir kenara bırakmakla

mümkün gibi görünmektedir. Aksi takdirde meşruiyeti ve bağlılığı sağlamak adına baskıcı ve

zorlayıcı yönetim biçimlerinin devreye girmesinin önü açılmaktadır. Bu durum ise ülke

içerisindeki toplumsal yapıda yıkıcı çatışmaların oluşmasına yol açmaktadır.

İsaacs, her bireyin belirli bir zamanda ve belirli bir grup içinde dünyaya gelmesi ile

temel grup kimliği olarak ele aldığı bir kimlikten bahseder. Bu kimlik, etnik bir gruba aidiyet

ile oluşan ilksel akrabalık ve gruba eklemlenme sonucunda oluşur. Birey bir grubun üyesi

olarak doğmaktadır ve bu suretle kazandığı kimlik, diğer sosyal süreçler içerisinde kazandığı

kimliklerden farklıdır. Doğum anından itibaren grubun fiziksel özellikleri doğal olarak bireye

aktarılır. Doğumdan sonra kendisine ebeveyni tarafından bir isim ve grubun ortak tarih ve

kökenine işaret eden soy ismi verilir. Grubun kültürel yaşamı, bireyi kuşatır ve birey grubun

davranış kalıplarını, ahlaki ve estetik değerlerini kazanır. İçinde yaşadığı coğrafi ve topografik

koşullar, hayata bakış açısını ve kişiliğini büyük ölçüde şekillendirir (1975:29). Banton,

aileler tarafından yeni doğan çocuklara verilen isimlerin, esas olarak etnisiteye işaret ettiğini

iddia etmiştir. Bu yüzden isimler, değişime ve manipüle edilmeye açıktır, öyle ki kişi,

mensubu olduğu etnik kimliği daha az veya daha fazla görünür hale getirmek amacıyla ismini

değiştirebilir. Amerika’daki Afrikalıların atalarından devraldıkları isimlerini daha fazla

9

benimsemelerini veya Müslümanların soyadlarını X olarak değiştirmelerini örnek olarak

göstermektedir (1994).

Berghe ise, bütün etnik grupların genetik olarak birbirleriyle akraba olduklarını göz

önünde bulundurarak etnik gruplar arasındaki biyolojik bağları merkeze almıştır. Ona göre

doğum ve kan aracılığıyla sağlanan bu bağlar, etnisitenin temel yapısını oluşturur dolayısıyla

bireylerin iradeleri dışında gerçekleşir ve beşikten mezara kadar sürdürülen bir nitelik olarak

varlığını sürdürür (1978). Berghe’nin yaklaşımı sosyo-biyolojik bir argüman üzerine

kuruludur ve etnik kimliği akrabalık ilişkilerinin bir uzantısı olarak ele alır. Berghe’nin

yaklaşımı ırkçı bir içeriğe sahip değildir, çünkü ona göre ırkçılık, sosyal olarak belirlenmiş bir

ideolojidir ve biyolojik bağlamda gerçek bir önem taşımamaktadır. Ona göre sosyal ırklar,

sağlam olmayan biyolojik fenotipler üzerinden oluşturulmuştur ve genetik olarak izole

edilmiş popülâsyonlara tekabül etmektedir. Bunun yanı sıra, tarihsel olarak dil, gelenekler

gibi kültürel özellikler genetik ilişkileri belirlemede daha etkilidir. Yerleşik halde bulunan

insanlar arasında fiziksel farklılıklar gizil bir şekilde kaybolmuştur ve fiziksel kriterler ancak

daha geniş ve ani farklılıkların bir araya geldiği ve çatışmaların yaşandığı durumlarda

gündeme gelmiştir. Ortak atalar ve tevarüs edilen özelliklere dair inanç, grup üyelerinin

birbirlerine karşı duydukları bağlılıkların devam etmesine ve grubun geniş bir akrabalık ağına

dönüştüğü algısının gelişimine katkı sağlar (Berghe, 1978). Dil, din, gelenekler, giyim kuşam

ve benzer kültürel pratikleri paylaşan insanlar, ortak bir atadan geldiklerini varsayar ve ortak

bir atadan gelmiş olma miti, bir yerde biyolojik anlamdaki akrabalık düşüncesini beraberinde

getirir. Bu düşüncenin temel varsayımı, ortak atalardan gelen insanların benzer fiziksel

özellikler taşıyacağı üzerine kuruludur. Göçler, fetihler veya karşılıklı evlilikler etnik gruplar

arasındaki karışımı ve değişimi sağladığından, etnisitenin sadece biyolojik temelli bir varlık

olamayacağının altı çizilmektedir.

İlksel bağlar her ne kadar etnik bilincin temel öğelerini oluştursa da bireylerin

yaşantısında birliktelik bilinci dışında determinist bir etkiye sahip değildirler. Etnik

oluşumlar, tarihsel süreçler içerisinde bir takım akışkanlıklar sergilerler ve ekonomi, siyaset

gibi koşullarca yeniden formüle edilmektedirler. Modern zamanlardan önce insanlar

arasındaki bağlılıklar büyük ölçüde din, cemaat, şehir, köy gibi yerelliklere veya

imparatorluklara aidiyet ile özdeşleşmiştir. Biyolojik nitelikler temelinde toplumsal ve

kültürel farklılıklar arasındaki ayrımlar, modern zamanların ideolojik ve siyasal

yaklaşımlarının meşruiyet ve egemenlik sağlamasına yönelik arayışlarının bir aracı olmuştur.

10

IV.2. Sosyal-Araçsal Yaklaşım

Sosyal Yaklaşım; İlksel Yaklaşımdan farklı olarak etnik grupların ve kimliklerin,

doğal ve verili özelliklerden çok, koşullara göre belirlenen sosyal bir inşanın ürünü olduğunu

iddia etmektedir. Araçsal Yaklaşım da, etnik toplulukların hangi koşullar altında oluştuğunu

ve ulus gibi daha kapsamlı oluşumlara nasıl dönüştüğünü ele almaya çalışmış ve insanların

çıkarlarının gerektirdiği rasyonel seçimler etrafında örgütlendiklerine dikkati çekmiştir.

Barth’a göre etnisite, kültürel öğeler içerisinde değil de iki veya daha fazla grup

arasında bulunan sınırların belirlediği farklılıklar sistemi içerisinde gerçekleşir. Barth, etnik

grupların kendilerine özgü kriterlerle tanımlandıklarında bir süreklilik arz ettiklerini iddia

etmiştir. Buna göre, etnik grupların sürekliliği sınırların korunmasına bağlıdır (2001:17).

Etnik kimlik, “biz” ve “onlar” arasındaki karşıtlık ilişkisinde şekillenmektedir. Farklılıkların

önemi ve kriteri koşullara bağlı olarak değişmektedir. Dolayısıyla etnik sınırlar, esnektir ve

hem grubun içinden hem de grubun dışından kaynaklanan baskılarla değişebilirler. Bireyler,

kendi kimliklerini verili bir grubun dışında da bulabilirler, fakat sınırlar çeşitli biçimlerde

varlıklarını sürdürürler. Sınırları belirleyen kültürel unsurlar zaman içerisinde değişebilir.

Ancak, grup üyeleri ile grup dışında kalan kimseler arasında kutuplaşmaya varan farklılıklar

sınırların sürekliliğinin teminatıdır. Barth’a göre, bir grubun üyeleri, başka grup üyeleriyle

etkileşim halinde olduklarında, grup kimliğini koruyabiliyorsa, aidiyet ve dışlama dinamikleri

devreye girmiş demektir. Etnik gruplar sadece sınırların ön plana çıkarılması esasına

dayandırılamazlar, herhangi bir grubun varlığını sürdürmesi, aidiyet ve dışlama

mekanizmalarının varlığı ile ilintilidir. Toplumsal alanda bir araya gelen aktörler, aynı gruba

üye ise, aidiyetleri aynı olacağından ortak bir eylem ve davranış sergilemeleri yabancısı

oldukları diğerlerine göre daha çok ihtimal dâhilindedir (2001:18).

Herhangi bir etnik grup, farklı çevresel faktörlerle karşı karşıya geldiğinde, yeni

yaşam ve davranış şekilleri geliştirir. Bu yüzden aynı etnik gruba mensup olup farklı

coğrafyalarda yaşayan aktörlerin davranış kalıpları önemli farklılıklar göstermektedir. Etnik

gruplar birer sosyal tasarımdırlar ve bir etnik gruptan bahsedebilmek için bir grubun kendisini

etnik grup olarak tanımlamasının yanında diğerleri tarafından da aynı şekilde tanımlanması

gerekir. Etnik grubun kendini tanımlaması genellikle kimlik düzeyinde olur ve bu kimlik

tasarımının temel bileşenleri ortak köken ve geçmiştir. Sosyal aktörler, etnik kimliklerini,

11

kendilerini ve diğer gruplara mensup kimseleri sınıflandırmak için kullanırlar (Barth,

2001:15). Benzer şekilde Fenton, etnik grupları sabit ve yalın gerçeklikler olarak değil, sosyal

etkileşim yoluyla insanların kolektif veya bireysel bakımdan yaşantıları süresince etraflarına

çektikleri hareketli sınırlar ve kimlikler olarak ele almaktadır. Kültür, belirli bir soyun ve soy

ideolojisinin üretilip yaşatılması ve belirli bir dilin sosyal bakımdan belirli bir halkın ayırıcı

özelliği olarak benimsenmesi sürecinin merkezi bir karakteridir. Burada ilksel özellikler,

verili birer değişken olmakla birlikte, aktörlerin yaşantısında belirli koşullar altında yeniden

düzenlenebilen ve değişken özellikler olarak değerlendirilebilir (2001:14).

Brass’a göre etnik toplumlar, toplumsal değişim hızının en fazla olduğu modernleşme

ve sanayileşme dönemlerinde, seçkin gruplar tarafından yaratılırlar ve dönüşüme

yönlendirilirler. Bu süreç içerisinde etnik kategoriler arasında; siyasal güç, ekonomik çıkarlar

ve sosyal statüler bakımından bir rekabet ve çatışma ortamı oluşur. Genel olarak çok etnili

toplumlarda eşit olmayan bir ilerlemeden bahsedilir ve belirli etnik grupların ülke içerisinde

daha az veya daha fazla ayrıcalıklı konumda olduğuna vurgu yapılır. Bu süreçte en etkin rol

seçkinlere aittir çünkü iktidar ve çıkarlarının korunması sürecinde seçkinler bir takım mitler

ve anlatılar üretirler. Böylece etnik bir bilincin ve aidiyetin oluşumuna zemin hazırlarlar (

1996:89). Etnik gruplar ve kültürel bakımdan farklı bölgeler arasındaki eşitsizlikler, ulusal

bir bilincin gelişmesi için tek başına yeterli değildir. Etnik bilincin oluşturulması, kitlelerin

manipüle edilmesi ile ilişkili olarak ortaya çıkar. Belirli bir bölgede farklı bir dile, dine veya

etnik bir özelliğe sahip olan bir grup, kolektif bir bilinç oluşturmadan yaşamını sürdürebilir.

Ekonomik ve siyasal alanda daha fazla güç elde etme isteğine kavuşmak arzusu söz konusu

olduğunda ya mevcut otorite ile işbirliği yapılacak veya gruba özgü özellikler etrafında bir

bilinç oluşturulacaktır. Bunun için ortak kültür ve ortak atalar mitini araçsallaştıracak seçkin

bir gruba gereksinim vardır. Seçkinler, grubun ekonomik ve siyasal çıkarları ile kültürel

haklarını geliştirmek iddiasıyla propaganda yaparlar. Bunun için kültürel özellikleri

kullanarak etnik bir bilinç oluşturmaya çalışırlar.

Seçkinlerin manipüle etmesiyle oluşan kolektif bilinç ve eylemler, çıkarları maksimum

düzeye getirmeyi amaçlar. İnsanlar, gündelik yaşantılarında kişisel çıkarlarını ve yaşam

koşullarını kolaylaştırmak amacıyla rasyonel olarak davranırlar. Kişisel çıkarlar, birey ve

grupları ortaklaşa bir davranış sergilemeleri yönünde zorlar. Konu ile ilgili Hetcher, etnik bir

kimliğin oluşabilmesi için bireysel güdülerin etkili olduğunu ve etnisitenin bireysel çıkarı

mobilize ve manipüle eden sosyal kaynaklardan ibaret olduğunu savunmuştur. Etnik ilişkiler,

12

sınıf, din veya statü ilişkilerinden farklı bir özellik taşımaz. Sosyal ve bireysel eylemler,

rasyonalite ve grup oluşumu gibi sosyal kategoriler ile açıklanabilirler. Dolayısıyla etnik

grupları farklı kılan şey, kişisel çıkarlarını arttırmak isteyen bireylerin ve sosyal grupların

kullandığı kültürel özellikler ve gruba özgü fiziksel farklılıklardır (Hechter, 1988:264).

Etnik kimlikler ve aidiyetler, toplumsal hiyerarşinin daha az ayrıcalıkları olan

grupların konumlarını daha olumlu hale getirmek veya tam tersi, ayrıcalıklı grupların var olan

konumlarını devam ettirmek için harcadıkları çabaların bir ürünüdürler. Bu yüzden etnik

kimlikler, grup veya bireyi daha avantajlı bir duruma getirecekse değişebilir (Adam, 1971:2).

Bu yaklaşımdan hareketle etnisite, bireylerin verili sosyal ve ekonomik çıkarlarını iradi olarak

daha iyi bir konuma getirmeye yönelik uyguladıkları bir stratejidir. İlksel bağlılıklar ve

aidiyetler; din, sınıf ve ulus gibi diğer sosyal aidiyetler karşısında önemlerini kaybedebilirler.

Belirli koşullar altında birtakım amaçlara ulaşmak amacıyla etnik bilinç devreye girebilir ve

bireyleri gizil kolektif bir tutum etrafında, cemaat, ulus veya devlet gibi daha geniş bir

birliktelik oluşturmak için örgütleyebilir.

Rattansi’ye göre, etnisitenin tek parçalı bir yapısı yoktur, zaman ve mekâna göre farklı

biçimlerde değişebilen kimlikler ile parçalı görüngülere dönüşebilir. Zaman ve mekânsal

anlatılar ve tasarımlar kimliklerin belirlenmesinde etkili birer öğedirler. Bu yüzden etnik

sınırlar ile etnik bilinci şekillendiren etmenler sabit değildir sürekli bir değişim ve dönüşüm

süreci içerisindedirler (1997:44). Aynı şekilde kültürel yaşam, gelenekler ve görenekler;

oldukları gibi kuşaktan kuşağa aktarılamaz, her kuşak tarafından yeniden yorumlanır,

anlamlandırılır ve yeniden üretilirler. Anlatılar ve öznel değerler bir değişim sürecinden

geçtikten ve koşullara uygun bir forma girdikten sonra birey ve grupların güncel

yaşantılarında işlevsel hale gelebilirler.

Her birey; aile üyelerini ve aile üyelerinin büyüklerini ve akraba çevresinden ölmüş ya

da hayatta kalan bireyleri tanır ve hatırlar. Güçlü ya da zayıf akrabalık sistemlerine sahip

toplumlarda bu ilişkilerin hatırlanabilmesi toplumda soy kavramının oluşturulmasıyla ilgilidir.

Bireylerin atalarıyla nasıl bir bağ kurdukları, soy kavramının sosyal açıdan nasıl

oluşturulduğuna ve kültürel açıdan nasıl işlendiğine bağlıdır. Bireyler geçmişlerinin bazı

yönlerini hatırlamayı ya da unutmayı, atalarından belirli bazı kişileri yüceltmeyi, bazılarını

görmezden gelmeyi tercih edebilirler. Bireylerin veya grupların, atalarından bazılarını

yüceltip bazılarını göz ardı etmeleri, bir çıkar ilişkisi üzerine kuruludur. Buradan hareketle

13

soy ve etnisite arasında bir ilişkinin olduğu iddia edilebilir. Bu ilişki sosyal ve ekonomik

çıkarların da etkili olduğu bir gerçeklik üzerine kuruludur (Fenton, 2001: 9).

V. Etnisiteye İlişkin Yaklaşımların Değerlendirilmesi

İlksel Yaklaşıma göre etnik bağlar; gelenek, kültür, kan bağı, din ve dil gibi

özelliklerden oluşur ve bunlar verilidirler. Bu özelliklerin değişmesi oldukça zordur ve esnek

sınırlara sahip değillerdir. İlksel özelliklerin doğal olması, kalıcı olduğunu ve insanlar

arasında uzlaşmaya varılmayan farklılıklara yol açacağı düşüncesi bakımından

eleştirilmektedir.

Sosyal-Araçsalcı Yaklaşım ise etnisiteyi; sınırları esnek ve değişebilen bir yapı olarak

görmüş ve sosyal bir inşanın sonucu olduğunu savunmuştur. Birey ve grupların kültürleri ve

tarihsel geçmişleri arka plandadır. İnsanlar rasyonel davranmak suretiyle karar almakta, çıkar

ve konumlarını sağlamlaştırmaktadır. Bu yaklaşım insanların akrabalık, dil ve kültür gibi

sosyolojik değerlerini göz ardı edip, duygusal ve psikolojik yönlerine yer vermemesi

bakımından eleştirilmektedir.

Her iki yaklaşım, sosyolojik bakımdan temellendirilecek tutarlı ve savunulur

gerçeklikler içermektedir. Etnisite, çıkarların belirlediği bir birlikteliğe indirgenemeyeceği

gibi, biyolojik olarak kazanılan kalıtımsal özellikler tarafından belirlenen bir niteliğe sahip

değildir ve aynı zamanda hem çıkarları hem de öznel duygulanımları bir araya getiren bir

bileşimdir. İnsanlar; kolektif hatıralara katılıp duygu ve anlam temelli ilksel bağlılıklar yanı

sıra, koşullara bağlı olarak soysal ve ekonomik bağlılıklar geliştirebilirler. Banton’ın (1994)

da belirttiği gibi, para kazanmak ve sosyal bir statü elde etmeye odaklı bireysel çıkarlar,

dostlular, arkadaşlıklar veya komşuluk ilişkileri, etnik aidiyetten daha etkili olabilirler. Etnik

bağlılık ve sadakat duygusu sosyalizasyon süreci içerisinde şekillenen geçmiş ve gelecek

arasındaki pek çok etkene bağlı olarak belirlenebilir. Bazıları kökenine ve ülkesine bağlılık ve

sadakati korumak isterken, bazıları ise içinde bulundukları koşullara uyum sağlamayı ve yeni

aidiyetler elde etmeyi tercih edebilirler.

Sonuç olarak farklı yer ve ortamlarda etnisite olarak adlandırılan şeyin aynı olgu

olduğunu düşünmek yanlıştır. Soya ve bütün kimlik göstergelerine sembolik bir önem

yüklüdür; dil, evrensel ve belirleyici bir farklılık unsurudur ve kültür, insanlar tarafından

14

kollektivitenin ortak bir bileşenidir. Bunun yanı sıra kimlik ve kültürlerin bu şekilde

düzenlenmesi, özel tarihsel ve sosyal bağlamlara yerleştirilerek ele alınmaktadır ve bu

bağlamlar hem yapı hem de anlam bakımından oldukça farklıdır.

VI. Araştırmanın Yöntem ve Bulguları

Çalışma; Midyat ilçe merkezinde ikamet eden söz konusu etnik gruplara mensup

bireyler ile yapılan derinlemesine mülakatlarla gerçekleştirilmiştir. Nitel bir araştırma olma

özelliğine sahip bu çalışmanın örneklemi, 25-65 yaş aralığındaki 15 Arap (9 erkek, 6 kadın),

15 Kürt (10 erkek, 5 kadın) ve 10 Süryani’den (7 erkek, 3 kadın) oluşmaktadır. Çalışma için

Midyat’a önceden belirlenen tarihlerde 10 günlük süreler için üç defa gidilmiştir.

Etnik gruplar arasındaki ilişkiler, etnik kimliği belirginleştiren “dışsal ve içsel”

etmenlerin incelenmesiyle anlaşılmaya çalışılmıştır. Farklı etnik gruplara mensup bireylerin

birbirleri ile ilişki kurarken, etnik özelliklerinin ne derecede önemli olduğu incelenmiştir.

- Dışsal özellikler;

1.Etnik gruba ait dili konuşmak gibi, kültürel öğeleri

2.Etnik gruptan aile ve arkadaşlık ilişkileri,

3.Etnik etkinliklere (okul, dernek, ibadethane) katılım

4.Takip edilen basın yayın ve medya kanalları gibi somut olarak gözlemlenebilen

pratiklerdir.

- İçsel Özellikler ise; etnik gruba ait, duygu, düşünce ve algılamaları ifade etmektedir.

Bunlar çoğunlukla sübjektif gerçekliklerden oluşmuştur (Isajew,1993).

VI. 1. Etnik Gruplara Özgü Dışsal Özellikler

15

VI.1.1. Dil:

Her üç etnik gruptan kişilerle yapılan görüşmelerde, anadilin kendileri için son derece

önemli bir öğe olduğu dile getirilmiştir. Aynı etnik gruptan kişiler, kendi anadilleri ile daha

kolay iletişim kurduklarını, farklı etnik gruplarla ağırlıklı olarak Türkçe anlaşabildiklerini

söylemiştir. Fakat anadillerini gündelik yaşantıda kullanma sıklığı sorulduğunda, Türkçe’nin

daha yaygın olarak kullanıldığı belirtilmiştir. Bu özellik kuşaklar arasında belirgin bir fark

göstermektedir. 45-65 yaş aralığındaki yetişkinler, Kürtçe, Arapça ve yer yer Süryanice’yi

rahatça konuşabildiğini dile getirmiştir. Yaş ortalaması düştükçe yani daha genç olanlar,

Türkçe’yi gündelik yaşantılarında daha sık kullandığını belirtmiştir3.

Anadillerini bilme düzeyleri sorulduğunda, çok azı kendi anadilini okuyup-

yazabildiğini belirtmiştir. Bunda etkili olan faktörler arasında, resmi dil dışında eğitim veren

kurumların açılmasının önündeki yasal düzenlemeler vardır. Yanı sıra eğitim-öğretim

sürecine dâhil olan bireyler, okullarda sadece Türkçe eğitim verilmesinden ötürü, duygu ve

düşüncelerini yazılı ve sözlü olarak Türkçe daha kolay bir şekilde ifade ettiklerini dile

getirmişlerdir.

Araplar ve Kürtler, konuştukları kendi ağız özelliklerinin diğer ülkelerde konuşulan

Arapça ve Kürtçe’den farklı olduğunu ve anlamakta zorluk çektiklerini belirtmişlerdir. Aynı

şekilde Hıristiyan Süryani ve Keldanilerin de dillerinde farklar olduğunu ve birbirlerini

anlamakta zorluklar yaşadıklarını ifade etmişlerdir4.

VI.1.2. Etnik Gruplar Arası Arkadaşlık İlişkileri:

Mülakatın yapıldığı, Midyat ilçe merkezinde yaşayan bireyler, hemen hemen her etnik

gruptan arkadaşlara sahip olduğunu ve aralarında ilişkilerin kurulmasını engelleyen herhangi

bir engelin olmadığını ifade etmişlerdir. Özellikle komşuluk ilişkileri aracılığı ile kurulan ve

3 Bu durum bir tür asimilasyon mu, yoksa koşulların gerektirdiği bir değişim midir? Bu sorunun cevabı büyük bir

ihtimalle kuşaklar arasında yaşanan algı farklılıklarından kaynaklanmaktadır. Konu ile ilgili olarak bkz, Hansen, Marcus Lee, The Generation in America, 1962). ( http://babel.hathitrust.org/). 4 - Bugün Süryani ve Keldani ayrımı ağırlıklı olarak Hıristiyanlar arasındaki mezhep farkından kaynaklanmaktadır.

Süryaniler Ortodoks, Keldaniler ise Katoliktir. Yanı sıra dil özelliklerinin belirgin bir fark taşıdığı da iddia edilmektedir. Süryanice ve Keldanice, Aramca’nın bir lehçesi gibi görünmektedir.

16

erken yaşlarda başlayan arkadaşlıklar, okullaşma sürecindeki sınıf arkadaşlıkları, ticaret ve iş

ortamlarında gelişen arkadaşlıkların son derece önemli olduğuna vurgu yapılmıştır 5.

Arkadaş seçiminde belirleyici olan etkenin ise etnik aidiyet değil, daha çok karşılıklı

uyum, benzer duygu ve düşünceleri paylaşma ile dünya görüşlerinin ön planda olduğu

görülmüştür.

VI.1.3. Etnik Grubun Faaliyetlerine Katılım:

Etnik gruplara özgü olduğu düşünülen faaliyetler arasında; dini bayramlar, düğünler

ve cenaze merasimleri ön plana çıkmaktadır. Etnik grupların faaliyetlerine katılımı belirleyen

etkenler incelendiğinde, yasal birtakım düzenlemelerin etkisi ortaya çıkmaktadır. Örneğin

Süryanilerin, din eğitimi aldıkları manastır ve kilise okulları yasadışı faaliyetler

kapsamındadır. Bu yüzden sınırlı bir faaliyet alanına sahiptir. Süryaniler de böylece yasal

olmayan yollarla kendi dinlerini ve anadillerini öğrenme sürecine dâhil olmaktadırlar.

Bunun dışında, sosyal yaşantıda kitlesel olarak paylaşılan dini bayramlar ile

geleneksel etkinlikler vardır. Burada farklar daha da belirginleşmektedir. Müslüman Arap ve

Kürtler, aynı dini bayramları kutlamaktadır. Hıristiyan Süryanilerin de dini bayramları vardır.

Midyat ilçe merkezinde, her iki dine mensup grup üyeleri birbirlerinin dini bayramlarını

kutlamakta ve ev ziyaretleri düzenlemektedir. Fakat Kürtlerin sahiplendiği Nevruz gibi bir

etkinlik söz konusu olduğunda, hem Araplar hem de Süryaniler, bu etkinlik ile aralarında

belirli bir mesafe koymayı tercih etmektedirler. Çünkü Nevruz kutlamaları, aynı zamanda

politik bir temsili ihtiva etmektedir.

Kürt ve Arapların düğünlerinde genellikle, yöreye ait müzikler çalınmakta ve şarkılar

söylenmektedir. Ama genel olarak Kürtçe müzik ve şarkılara rağbet vardır. Süryanilerin de

düğünlerine Süryanice müzikler tercih edilmektedir. Son yıllarda düğünlerde Türkçe

müziklerin de yaygınlaşmaya başladığı görülmektedir. Her üç etnik grup, birbirlerinin

düğünlerine katılmakta herhangi bir sakınca görmemektedir.

5 Mülakat yapılan bireyler, geçmişte dönemsel olarak bir takım travmatik olayların yaşandığının bilincindedirler.

Çoğu, bu olayların daha çok tarihsel olaylar olduğunu ve dönemin koşullarının belirlediği bir nitelik taşıdığını düşünmektedir. Hâlihazırda etnik gruplar arasında çatışmaların olmadığına vurgu yapılmıştır. Ekonomik ve siyasi sorunlar/krizler, pek çok bakımdan grupların sorunlarını eşitlemiştir ve adeta grupları birbirlerine yakınlaştırmıştır.

17

Cenaze merasimleri, dinsel kuralların ve geleneklerin belirlediği ölçütler

içerisinde icra edilmektedir. Bununla birlikte gruplar arasında birtakım farklar göze

çarpmaktadır. Örneğin, hem Araplarda hem de Süryanilerde cenaze veya taziye etkinliği üç

gün ile sınırlıdır. Buna karşılık Kürtler’de bu etkinlik daha uzun sürmektedir. Ölen kişiye ve

bağlı olduğu aşiret/ailenin büyüklüğüne bağlı olarak günlerce sürebilir. Her üç enik grup

üyeleri; komşularının, arkadaşlarının veya tanıdıklarının cenazesine katılmaktadır.

VI.1.4. Basın Yayın ve Medya Kanalları:

Her üç etnik grubun üyeleri, ulusal yani Türkçe basılı yayınları takip ettiklerini

belirtmişlerdir. Daha önce de dile getirilen anadili okuma-yazma konusundaki sorun bu

konuda etkilidir. Yanı sıra mülakat yapılan bireyler daha çok Türkiye’nin ulusal ve yerel

gündeminin kendilerini daha çok ilgilendirdiğini belirtmişlerdir. Televizyon ve radyo

kanalları söz konusu olduğunda ise farklı seçimler ortaya çıkmaktadır. Ulusal kanallar

ağırlıklı olarak takip edilen kanallar olmasının yanı sıra farklı ülkelerden yayın yapan Kürtçe

ve Arapça yayınlar da takip edilmektedir.

VI .2. İçsel Özellikler

VI .2.1. Etnik Köken:

Farklı etnik gruplara üye olan bireyler, etnik kökenlerinin kendileri için önemli bir

özellik olduğunu vurgulamıştır6. Etnik kökenlerinin temelinde atalarından miras aldıkları ve

akrabalık bağlarının oluşturduğu özelliklerin belirleyici olduğunu belirtmişlerdir. Bir etnik

grubu diğer etnik gruptan ayıran unsurların ise, biyolojik özelliklerden ziyade din ve dil ile

ilişkili olduğuna dair yaygın bir kanaat vardır. Fakat asıl ilginç olan konu, hiçbir etnik grubun

doğuştan sahip olduğu özelliğe bağlı olarak diğer gruplardan bir üstünlük iddiasına sahip

olmadığına yönelik inançtır. Her üç etnik gruba mensup bireyler, toplumsal yaşamda

ilişkilerin karşılıklı işbirliği ve dayanışma çerçevesinde gerçekleştirilmesi gerektiği yönünde

hem fikirdir. Yerel veya ulusal boyutta idari yapı söz konusu olduğunda, evrensel ilkelere

6 - “Sizi diğer etnik gruplardan ayıran özellik nedir?” diye sorulduğunda, genellikle “Konuştuğumuz dil farklı”

şeklinde cevaplar verilmiştir. Bu; Araplar ve Kürtler için geçerli bir yorum iken, Süryaniler için hem dil hem din olarak ifade edilmektedir. Bunun dışında mekansal-insani özelliklere daha fazla vurgu yapılmaktadır (ülke, coğrafya, tarih vs).

18

uygun olmak koşuluyla herhangi bir etnik grup üyesinin yönetici veya idareci olmasının

önemli olmadığı belirtilmiştir.

Görüşme yapılan bazı aileler, geçmişte etnik kökenlerinde farklılık olduğuna işaret

etmiştir. Atalarının bazılarının Kürt, bazılarının ise Arap olduğunu ifade etmişlerdir. Din

farklılığı olmadan yaşanan bu değişmenin, Kürtler ve Araplar arasında görülmesi, etnik

kökenin koşullara ve kuşak farklarına bağlı olarak değişebileceğini de göstermektedir. Çünkü

hem Arap ve Kürtler hem de Hıristiyanlar, aidiyetlerindeki en belirleyici unsurun din olduğu

konusunda merkezi bir düşünceye sahiptirler. Elbette ki bu değişim kısa vadede alınan bir

karar ile gerçekleşmemiştir. Zaman içerisinde sosyal belki de siyasal koşulların zorunlu

kıldığı bir değişim göze çarpmaktadır.

VI .2.2. Evlilik:

Etnik gruplar arasındaki sınırların en fazla belirginleştiği alanlardan birisi, gruplar

arası evliliklerdir. Özellikle din farkı devreye girdiğinde, etnik gruplar arasında evlilikleri

imkânsız hale getiren bir takım dinsel kurallar vardır. Örneğin Müslüman bir Arap veya

Kürt’ün, Hıristiyan birisi ile evlenmesi imkân dâhilinde olan bir durum değildir. Oysa Kürtler

ile Araplar ve aynı şekilde Hıristiyan Süryani ile Keldaniler arasında evliliklere

rastlanmaktadır. Etnik gruplar arasındaki evliliği belirleyen esas faktör aynı dine sahip

olmaktır. Ancak aynı dine mensup olmak ile evlilikler gerçekleşmektedir. Farklı dine mensup

biriyle evlenmek, her üç etnik grup arasında hoş karşılanmayan, olumsuz bir durumdur.

Her üç grubun üyeleri de evlilik söz konusu olduğunda, kendi etnik grubundan

evlenmelerin daha çok tercih edilen bir durum olduğunu ifade etmişlerdir. Bundan çıkan

sonuç etnik grupların kendi etnisitelerini koruma ve sürdürme konusunda istekli olmalarıdır.

VI .2.1.3 Hane İçinde Konuşulan Dil:

Daha önce de belirtiliği gibi, dil etnik grupların kimliğini sürdürme konusunda en

fazla tutunum ilişkisi kurdukları öğedir. Hane halkları kendi aile üyeleri veya akraba grupları

ile genel olarak anadillerini konuşmaktadırlar. Fakat bu özellik, kuşaklara göre bir farklılık

arz etmektedir. 35-40 yaş ortalamasının üstündeki bireyler kendi anadillerini kullanma

konusunda daha tutucudur. Oysa yaş ortalaması düştükçe, Türkçe daha yaygın bir şekilde

konuşulmaktadır. Genç yaştakiler, gündelik yaşantılarında ağırlıklı olarak Türkçe’yi iletişim

19

dili olarak kullanma konusunda daha isteklidir. Böylece Türkçe, günümüzde gruplar arasında

iletişimi ve etkileşimi sağlayan bir işlev edinmiş durumdadır. Hatta bu sayede etnik gruplar

arasındaki sembolik ayrımlar büyük ölçüde gizil hale gelmiştir7.

Etnik kimliğe bağlılığa işaret eden en önemli faktörlerden biri, dil/anadildir. Belirli bir

dili konuşmak bir gruba aidiyete işaret eder. Bu çalışma aracılığıyla, etnik gruba aidiyetin

ölçütünün benzer kültürel kalıplara ve alışkanlıklara sahip olmaktan ziyade, grubun dilini

konuşma ile belirlendiğini göstermiştir. Midyat ve çevresinde yaşayan farklı etnik gruplar,

tarihsel koşullar ve coğrafi özelliklerin beraberinde getirdiği pek çok kültürel öğeyi

paylaşmaktadırlar. Fakat aralarındaki sınırları belirginleştiren etkenlerin başında dil

gelmektedir. Aynı dine mensup olmasına rağmen, Kürtler ile Araplar arasındaki fark, temelde

konuşulan dilden kaynaklanmaktadır.

VI .2.4. Ticari İlişkiler:

Bölge, esas olarak yüzyıllar boyunca ticaret yollarının gelip geçtiği bir yer olmuştur.

Bu özellik bölgenin genel anlamda kültürel yapılarına nüfuz etmiştir. Ticaret yollarının

bölgeden geçiyor olması, burada yaşayan halkların farklı toplumlara mensup insanları ile

karşılaşmasına ve farklılıklara aşina olmasına büyük bir katkı sağlamıştır. Bu bakımdan ticari

ilişkiler, iş ve işveren konusu ile ilgili olarak, etnik gruplar arasındaki farklılıkların rasyonel

temellere dayalı olduğunu söylemek mümkündür. İşçi olsun, işveren olsun, kendisine en fazla

kazancı sağlayan koşulun ön planda olduğunu bu konuda etnik ayrımların ise neredeyse hiç

önemli olmadığını ifade edenler çoğunluktadır. Esnaf, ürünlerinin alıcısı konumundaki farklı

etnik grup üyelerine karşı adeta “sakınma ilişkilerini” ön plana çıkarmaktadır.

Alış-veriş mekânlarında ve halk pazarında da herhangi bir ayrıma rastlamak mümkün

değildir. Bahsedildiği gibi, bu konuda piyasa veya rasyonel koşullar bireylerin davranışlarında

daha belirleyici özellikler taşımaktadır. Bu da bir yerde modernleşmenin etkileri arasında yer

alan bir durumdur. Modernleşme geleneksel ve yerel bağlılık ilişkilerini zayıflattığından,

bireysel ilişkiler ön plana çıkmaktadır.

7 -Çeşitli sebeplerden ötürü yaşanan yöre içerisindeki göçlerle, yerleşilen köy, belde veya şehir merkezinin

yaygın olan dili neyse insanlar ona uyum sağlamıştır. Bu şekilde Araplaşan Kürtler ile Kürtleşen Araplara rastlanmaktadır.

20

VI .2.5. Gelecekte Etnisitenin Önemi:

Midyat ilçe merkezinde, birçok ailenin çocuklarına kendi anadilini öğrenmeden önce

Türkçe’yi öğrettiği ve çocukları ile Türkçe konuşarak iletişim kurduğu gözlenmiştir. Konu ile

ilgili olarak aileler, çocuklarının okul yaşantısında bir dil sorunu ile karşılaşmasının önüne

geçmek istediklerini ve devletin sunduğu hizmetlerden daha etkili bir şekilde faydalanmak

istediğini belirtmiştir. Hatta son yıllarda çocuklara Arapça-Kürtçe kökenli geleneksel bazı

isimler yerine Türkçe kökenli isim verme alışkanlığı ortaya çıkmıştır. Bu durum hem etnik

aidiyet bilincini azaltmakta, hem de etnik köken konusunda gelecekte tartışmaların ortaya

çıkmasına zemin hazırlamaktadır.

Genç kuşaktan bireyler, temel hizmetlere ve iş olanaklarına ulaşmak ve eğitimin

sosyo-ekonomik alanlarda sağlayacağı avantajlardan daha fazla yararlanmak için etnik

kökenlerinin ve aidiyet duygularının ön plana çıkarılmaması gerektiğini ileri sürmektedirler.

Bunun yerine daha kapsamlı ve farklılıkları en aza indirgeyen bir sosyal ve siyasal sistemin

üyesi olmanın gelecekte birlikte yaşama stratejilerini belirlemek açısından daha işlevsel

olduğu dile getirmişlerdir.

VII. Sonuç:

Yaşadığımız coğrafyada, etnik farklılıklar Batı’da yani Avrupa ya da Amerika’da

olduğundan farklı özellikler göstermektedir. Batı’da etnik gruplar dendiğinde; siyahlar,

beyazlar ve genel olarak Uzakdoğululardan bahsedilmektedir. Büyük ölçüde bu gruplar

arasında gözle görülebilir, ilk bakışta fark edilebilir fizyolojik özellikler hâkimdir

(Platt:2009). Oysa Türkiye gibi birçok Ortadoğu ülkesinde fizyolojik farklılıklar, bireylerin

etnik kimliğinin belirlenmesi sürecinde etkili değildir. Kişilerin etnik aidiyeti, ancak

referanslar aracılığıyla ve kurulan derinlemesine ilişkiler sonucunda anlaşılabilir. Aynı şekilde

sosyal davranışlar ve yaşam pratikleri de, etnik gruplar arasındaki sınırları belirlemede yeterli

ölçütler değildir. Bireysel düzeyde herkesin kendine özgü bir takım alışkanlıkları ve davranış

kalıpları vardır. Herkes aynı derecede dinine bağlı olmayabilir veya herkes aynı derecede

ailesine bağlılık duygusu beslemeyebilir. Bu bakımdan ele alındığında bireysel farklar ön

plana çıkmaktadır. Dolayısıyla sadece belirli bir gruba veya etnik bir unsura özgü bir pratikten

bahsetmek mümkün değildir.

21

Sosyal bir varlık olarak insanın aidiyeti, sadece ekonomik, etnik veya dinsel bir boyuta

indirgenemez. Sosyal yaşam çelişki ve tutarsızlıklarla doludur. Bir insanın en fazla tutunum

ilişkisi geliştirdiği unsur; ekonomik çıkarlar mı, din mi, dil mi, etnisite mi yoksa yurttaşlık

mıdır? Bu soruya cevap vermek her zaman kolay değildir ve tek boyutlu ve tek nedenli bir

açıklama yapmak her zaman bir şeylerin eksik kalmasına yol açmaktadır. Bütün farklılıklara

rağmen ortak yaşama arzusu, karşıt grupları ve fikirleri bir araya getirmektedir. Benzer

amaçlar ve hedeflere ulaşmak isteyen insanlar, giderek birbirlerine daha çok benzeme eğilimi

içerisine girmekte ve birbirlerine daha da yakınlaşmaktadır.

Kaynakça:

Adam, Herbert. (1971). Modernizing Racial Domination, Berkeley: University of California

Press.

Aslan, Cahit. (2004). Birey, Toplum, Devlet: Kavramsallaştırma ve Ara Değişken Olarak

Etnisite. Adana: Karahan Kitabevi.

Banton, Michael. (1994) Modelling Ethnic And National Relations, Ethnic and Racial

Studies, 17. (1): 1–19. (http://www.tandfonline.com). (Erişim Tarihi 25.04.2011).

Barth, Frederic. (2001). Etnik Gruplar ve Sınırları, A. Kaya ve S. Gürkan, (Çev.). İstanbul:

Bağlam Yayınları.

Bell, Daniel. (1975). Ethnicity And Social Change, in Glazer, N. and D. Moynihan (Eds.).

Ethnicity: Theory and Experience, Washington: Harvard University Press.

Berghe, P. Van. (1978). Race and Ethnicity: A Sociobiological Perspective, Ethnic and Racial

Studies, Volume, Issue 4. P:401-411. (http://ysusociologyonline.blogspot.com/2010/12/pierre-

van-den-berghe-socio-biological.html. Erişim Tarihi: 21.06.2011).

Brass, Paul (1996), “Ethnic Groups and Ethnic Identity Formation”, Ethnicity (ed. John

Hutchinson,Anthony D. Smith), Oxford: Oxford University Press.

Fenton, Steven. (2001). Etnisite, N. Şad, (Çev.). Ankara: Phoenix Yayınları.

Geertz, Clifford. (1994). Primordial and Civic Ties, Nationalism, Eds. A. Smith, J.

Hutchinson, Oxford: Oxford University Press.

Giddens, Anthony. (2000). Sosyoloji, Kırmızı Yayınları, İstanbul.

Glazer, N. and D. Moynihan (1981). Ethnicity: Theory and Experience, Washington: Harvard

University Press.

22

Hechter, Michael (1988). Rational Choice Theory And The Study Of Race And Ethnic

Relations, Theories of Race and Ethnic Relations Ed. John Rex, David Mason, Cambridge:

Cambridge University Press.

Isaacs, H. R. (1975). “Basic Group Identity: The Idols of the Tribe”. In Glazer, N. and D.

Moynihan (Eds.). Ethnicity: Theory and Experience, Washington: Harvard University Press.

Isajew, Wsevolod. W. (1993).Definition and Dimensions of Ethnicity, Statistics Canada and

U.S Bureau of The Census, Washington D.C: U.S Goverment Printing Office.

Pareto, Vilfredo. (1963). The Mind and Society: A Treatise on General Sociology. New York:

Harcourt Brace.

Parsons, Talcot. (2005). The Social System, London: Routledge.

Platt, Lucinda. (2009). Ethnicity And Family Relationships Within And Between Ethnic

Groups: An Analysis Using The Labour Force Survey. Institute for Social & Economic

Research, University of Essex. (http://www.equalityhumanrights.com). (Erişim

Tarihi:12.09.2012).

Rattansi, Ali. (1994). Irkçılık, Modernite ve Kimlik, S. Akyüz, (Çev.). İstanbul: Sarmal

Yayınevi.

Shibutani, T. &. Kwan, K.(1965). Ethnic Stratification: A Comparative Approach, New

York: Macmillan Co.

Smith, Anthony. (2002). Ulusların Etnik Kökeni, S. Bayramoğlu, (Çev.). Ankara: Dost

Yayınevi.

Somersan, Semra. (2004). Sosyal Bilimlerde Etnisite ve Irk. İstanbul: Bilgi Üniversitesi

Yayınları.

Tajfel,Henry (1982). Social Psychology Of Intergroup Relations , Annual Review Of

Psychology,Volume 33, A Nonprofit Scientific Publisher,USA.

Wallerstein, İmmanuel. (1960). Ethnicity and National Integration in West Africa. Vol. 1

No3. 1960. pp. 129-139. (http://www.persee.fr. Erişim Tarihi: 27.06.2010).

Weber, Max (1978). Economy and Society, Vol 2.G. Roth and C. Wittich (Eds). University of

California Press. New York.

Wimmer, Andreas. (2007). How (not) to Think About Ethnicity İn İmmigrant Societies: A

Boundary Making Perspective. COMPAS, London: University of Oxford.

Yinger, Milton. J. (1994). Ethnicity: Source of Strength, Source of Conflict. University of

New York Press. USA.

23