ULUSLARARASI İNSANCIL HUKUK ÇERÇEVESİNDE GENEL BİR BAKIŞ: DOĞU TÜRKİSTAN SORUNU

26
ULUSLARARASI İNSANCIL HUKUK ÇERÇEVESİNDE GENEL BİR BAKIŞ: DOĞU TÜRKİSTAN SORUNU Giriş Tarihsel süreç içerisinde Doğu Türkistan ve Çin (1949’dan itibaren Çin Halk Cumhuriyeti, ÇHC) arasındaki ilişkilerde yaşanan kuvvet kullanım olayları ve bu çerçevede ortaya çıkan durumlar, bu iki ülke arasındaki etkileşimi farklı kılmış ve zaman zaman da uluslararası camianın gündemine getirmiştir. 2009 yılında Urumçi olaylarından sonra, son olarak, 2013 Nisan ayında meydana gelen olaylarda 27 Uygur hayatını kaybetmiştir. Uluslararası gündem ve çıkarların çeşitli olaylar etrafında toplanması, bu olayların uluslararası alanda görünürlüğünü azaltmıştır. Ancak, ÇHC’nin uygulamış olduğu politikaların hukuki olarak sınanması ve bu açıdan sonuçlarının ortaya konulması yine de önem teşkil etmektedir. ÇHC içerisinde meydana gelen çatışmaların muhtevası, bu olaylara taraf olan aktörlerin nitelikleri, uygulanan kuvvet kullanımının ve ortaya çıkan asimetrik sonuçların uluslararası hukuk açısından konu edilmesi olaylara farklı bir açıdan bakılmasını sağlayacaktır. Uluslararası hukuk ve onun yapılageliş niteliği taşıyan uygulamaları ve kuralları açısından ele alınacak olan ÇHC ve Doğu Türkistan ilişkileri ve etkileşiminin, devletlerin kendi vatandaşlarına karşı

Transcript of ULUSLARARASI İNSANCIL HUKUK ÇERÇEVESİNDE GENEL BİR BAKIŞ: DOĞU TÜRKİSTAN SORUNU

ULUSLARARASI İNSANCIL HUKUK ÇERÇEVESİNDE GENEL BİR BAKIŞ:

DOĞU TÜRKİSTAN SORUNU

Giriş

Tarihsel süreç içerisinde Doğu Türkistan ve Çin (1949’dan

itibaren Çin Halk Cumhuriyeti, ÇHC) arasındaki ilişkilerde

yaşanan kuvvet kullanım olayları ve bu çerçevede ortaya çıkan

durumlar, bu iki ülke arasındaki etkileşimi farklı kılmış ve

zaman zaman da uluslararası camianın gündemine getirmiştir.

2009 yılında Urumçi olaylarından sonra, son olarak, 2013 Nisan

ayında meydana gelen olaylarda 27 Uygur hayatını kaybetmiştir.

Uluslararası gündem ve çıkarların çeşitli olaylar etrafında

toplanması, bu olayların uluslararası alanda görünürlüğünü

azaltmıştır. Ancak, ÇHC’nin uygulamış olduğu politikaların

hukuki olarak sınanması ve bu açıdan sonuçlarının ortaya

konulması yine de önem teşkil etmektedir.

ÇHC içerisinde meydana gelen çatışmaların muhtevası, bu

olaylara taraf olan aktörlerin nitelikleri, uygulanan kuvvet

kullanımının ve ortaya çıkan asimetrik sonuçların uluslararası

hukuk açısından konu edilmesi olaylara farklı bir açıdan

bakılmasını sağlayacaktır. Uluslararası hukuk ve onun

yapılageliş niteliği taşıyan uygulamaları ve kuralları

açısından ele alınacak olan ÇHC ve Doğu Türkistan ilişkileri ve

etkileşiminin, devletlerin kendi vatandaşlarına karşı

sorumluluğu ilkesi, çatışmaların niteliği, BM Anlaşmasının VII.

Bölümü, İnsani müdahale, insancıl hukuk ve buna kaynak

oluşturan sözleşmeler, kavramlar kapsamında değerlendirilmesi

yapılarak tartışılacaktır.

Ancak bütün bunlardan önce, Doğu Türkistan (Sincan Uygur

Özerk Bölgesi)1 ve ÇHC arasında ortaya çıkan olayların tarihsel

gelişimi, tarafların durumu, tutumu ve argümanlarını ele

almamız sorunun uluslararası hukuk açsından ortaya çıkan kapsam

ve sonuçlarını anlama açısından yararlı olacaktır.

1. Tarihsel Süreç İçerisinden Çin Halk Cumhuriyeti-Doğu

Türkistan Etkileşimi

Türkistan coğrafyasının (bugünkü merkezi Asya olarak

adlandırılan bölge) doğusunun Çin ile ilk etkileşimi ve işgali

18. yy’da Amursam idaresindeki Cungurların 1755 tarihinde Çin

ile ittifakı sonucu olmuştur. Bu ittifak, Çin’in Cungurların

hâkimiyetine son vermesi ile sonuçlanmış ve bu dönemden sonrada

Çin istilası hızlanmıştır (Şen, 2009a: 125). Bu dönem

itibariyle başlayan Çin-Doğu Türkistan arasındaki işgal ve

istila şeklindeki etkileşimler, Çin’in bu bölgeye yönelik

hedeflerini gerçekleştirmede yeni bir tarih yazımı inancını da

beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda, yüzyıllardır Türkistan

coğrafyası olarak adlandırılan bu bölge, 1. Çin istilasının1 Bu çalışmada, Çin içerisindeki Sincan Uygur Özerk Bölgesi ‘Doğu Türkistan’olarak belirtilecek ve kullanılacaktır. Doğu Türkistan, resmi adı ileSincan Uygur Özerk Bölgesi, Çin Halk Cumhuriyeti’nin beş özerk bölgesindenbirisidir. Çin’in kuzey batısında yer alır. Başkenti Urimçi’dir. Nüfusu,2009 yılı kayıtlarına göre; 21.590.000’dir. Uygurlar bu nüfusun yaklaşık%45’ini (yaklaşık 9 milyon), Han Çinlileri % 41, diğer bölümünü ise Kazak,Hui (Müslüman Çinliler), Kırgız, Moğol ve diğer gruplardır. En yüksek mülküamiri ise Vali Nur Bekri’dir. https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/ch.html (Erişim Tarihi 22.10.13).

1

ardından (1755–1865) ve 1884’de Çin ordusunun Doğu Türkistan

işgali ile başlayan 2. Çin istilasının yaşandığı dönemde, Çin

imparatorunun emri ile bu bölgeye “yeni toprak” anlamına gelen

“Şin Cang” ismi verilmiştir (Karaca, 2007: 222). Bu istila

döneminde oluşturulan baskı ve toprağın Çinlileştirilmesi

politikaları, süreç içerisinde bağımsızlık hareketlerini de

beraberinde getirmiştir.

Nitekim 1933 ve 1944 yılında çıkan isyanlarla, 10 yıl

arayla iki milli devlet kurulmuştur. Ancak oluşturan bu milli

devletler hem iç yönetimsel nedenlerden ve tartışmalardan hem

de bölgedeki diğer büyük devletlerin, bölgede milliyetçiliği

artıracağı ve Türkistan coğrafyasını birleşmesine neden olacağı

düşüncesi ile yapılan müdahaleler bu devletlerin uzun soluklu

olmalarını engellemiştir. Süreç içerisinde kurulan iki milli

devletin, yukarıda söylenen malum nedenlerden ötürü

yaşayamaması, 1949 yılında iç savaşı kazanmış olan

komünistlerin üçüncü kez Doğu Türkistan’ı işgal etmesi ile

sonuç bulmuştur. Bu işgal, Çin Halk Cumhuriyetinin (ÇHC)

hâkimiyetinin bu güne kadar gelmesine yol açmıştır.

Tarihsel süreç içerisinde ve günümüzde, bu coğrafyanın ÇHC

için neden bu kadar önemli olduğu veya neden kendi hâkimiyeti

altındaki konumunun muhafazası için çaba sarf ettiğini anlama

ve anlamlandırmada bu bölgenin jeo-stratejik/ekonomik/politik

konumuna bakmamız yerinde olacaktır. Doğu Türkistan, sekiz Orta

Asya devleti ile komşudur. Tarih boyunca özellikle 2. Dünya

Savaşı ve Soğuk Savaş süresince önemli bir tampon bölge olarak

kullanılmıştır. Bunlara ek olarak, ülkenin büyümesinde önemli

etkileri olan; petrol rezervlerinin üçte biri ayrıca, uranyum2

ve önemli derecede kömür kaynaklarının yanında, bölgenin pamuk

ihtiyacının yarısını karşılamakta olan Doğu Türkistan önemli

altın ve bakır madenlerine de sahiptir. Diğer yandan, Doğu

Türkistan ÇHC’nin Orta Asya, Kafkasya ve Avrupa ile iletişimini

ve ulaşımını sağlamaktadır. Dolasıyla bölge ulaşım, iletişim,

doğal kaynaklar ve güvenlik açısından ÇHC için stratejik öneme

sahiptir (Karaca 2007, 230). Bütün bu etkenlerden ötürü ÇHC,

Doğu Türkistan üzerinde uzun vadede kendi benimsemiş olduğu

devlet ve millet kimliğinin bu bölgeye hâkim olmasını

istemektedir. Ancak ÇHC’nin bu amacı gerçekleştirme bağlamında

uygulamış olduğu politikaları değerlendirmeden önce, doğu

Türkistan’dan merkezi yönetime karşı direnişin dayanakları

olan, Sincan Uygur Özerk Bölgesinin statüsü ve bu statü

içerisinde Uygur Türklerinin haklarından söz etmek

gerekmektedir.

1.1. Sincan Uygur Özerk Bölgesinin Statüsü ve Uygur Türklerinin Hakları

Sincan Uygur Özerk Bölgesi, ÇHC içerisinde otonom bir

bölge olarak kabul edilmiş, bunun birlikte Uygur Türkleri de

azınlık bir millet tanımına tabi tutulmuştur. Bu tanımlama ve

statünün gereği olarak 1982 ÇHC anayasasının bazı maddelerinde

otonomilere ve azınlıklara bazı temel haklar verilmiştir.

Örneğin; ÇHC Anayasasının 4. Maddesinde: “milliyetlerin

eşitliği belirtilmiş, özerk bölgelerde azınlıkların haklarının

korunması için ‘özerklik organları’ tesis edildiği”

vurgulanmıştır. Yine anayasasının 59, 65, 114 ve 116.

maddelerinde; “Milli Halk Kurultayı Daimi Komitesi’nde, yerel

idarelerde etnik azınlıkların eşit temsili vurgulanmış ve özerk

yönetimlerin bölge milliyetinin politik, ekonomik ve kültürel

3

kimliklerini geliştirmede belirli düzenlemeler yürürlüğe koyma

hakkına sahip olduğu” (116. mad.) belirtilmiştir. Ayrıca, ÇHC

Anayasasının 117 ve 118. Maddelerinde; “otonom idarelerin

bölgenin mali durumunu yönetme yetkisine sahip olduğu

belirtilerek, bölge ile ilgili bütün gelirlerin özerk yönetim

tarafından kullanılacağı ve devlet planları önderliğinde yerel

ekonomik gelişmenin düzenlenebileceği” ifade edilmiştir (ÇHC

Anayasası, http://english.gov.cn/2005-08/05/content_20813.htm,

30.10.2013’de erişildi; aktaran Mazlumder 2010, 23).

Ancak anayasadaki bu hakların büyük bir kısmının varlığı,

uygulama aşamasında buharlaşmaktadır. Çünkü ÇHC bu anayasal

azınlık ve insan haklarını gözeten maddelerin varlığını

uluslararası propaganda aleti olarak kullanmakta, uygulamada

ise bu maddeler için uygun zeminler sunmamaktadır. İşte bu

noktada, ÇHC’nin Doğu Türkistan’ın siyasi, sosyal, ekonomik,

askeri, kültürel ve dinsel anayasal haklarından kaynaklanan

taleplerine yönelik geliştirdiği karşı politikalara değinmek

yerinde olacaktır. Bu politikalara değinirken temel çerçevemiz,

bu politikaların ulusal ve uluslararası siyasi ekonomik

amaçlarının yanı sıra, bu politikaların niteliğini yukarıda

bahsetmiş olduğumuz uluslararası hukuk kapsamında

değerlendirmeye tabi tutulacaktır.

1.2. Doğu Türkistan’ın Hak Taleplerine Yönelik ÇHC’nin Politikaları/Önlemleri

ÇHC’nin Doğu Türkistan’a yönelik politikası ve

önlemlerinin temel özelliği sürekli, istikrarlı ve birbirini

tamamlayan unsurlardan oluşmasıdır. Bu unsurların amacı ise tek

bir siyasi ve ekonomik amaca hizmet etmektedir. Bu unsurların

4

uygulayıcısının ve onun yöntemlerinin niteliğine baktığımızda

ise terörizmin unsurlarını oluşturan öğeler ile benzerliği

dikkat çekicidir. Her şeyden önce, politika uygulayıcısının

devlet, muhatabının ise birey/toplum olması asimetrik bir

etkileşimin oluşmasına neden olmaktadır. Bu asimetrik

etkileşime ek olarak, politik uygulamaların sonucu da asimetrik

bir etkiyi ortaya koymaktadır. Uygur Türklerinin din, vicdan,

siyasi, kültürel ve ekonomik özgürlük talepleri karşısında

ÇHC’nin cevabı şiddet ve dehşet çerçevesinde şekillenmektedir.

Bu bağlamda, tarihsel süreç içerisinde gerçekleşen

etkileşimlere bakacak olursak, yukarıdaki unsurların nasıl

gerçekleştirildiğini daha açık bir şekilde göreceğiz. Örneğin;

Doğu Türkistan’ın genelinde, 1953 yılında ÇHC’ye karşı büyük

bir ayaklanma olmuş ancak ‘devrim aleyhtarı unsurları yok

etmek’ sloganı ile 250.000’den fazla kişi tutuklanarak çeşitli

işkencelerle öldürülmüştür (Mazlumder, 2010: 16). Soğuk

Savaş’ın yaşandığı dönemde, ÇHC’de bu tür ayaklanmalar devamlı

kendisini göstermiştir. 1955, 1962’de binlerce insan

ayaklanmalar meydana getirmiş ve sonucunda sert önlemlerle

binlerce kişi işkencelere maruz bırakarak öldürülmüş ve

binlercesi de ana yurtlarından koparak Kazakistan’a ilticaya

mecbur bırakılmıştır (Yiğit, 2001). Yine aynı şekilde, 1969’da

Ahunoğlu (Ahunov) Mecit liderliğinde bir teşkilat, ayaklanma

öncesi yönetim tarafından haber alınmış ve teşkilat üyeleri

idam edilmiştir. Bütün bunlara ek olarak, 1981 ve 1985’te

farklı şekilde gelişen ancak amaçları ve sonuçları aynı olan

gösteriler yapılmış, birçok insan o dönem itibariyle

giriştikleri hak, özgürlük, adalet, meşru bir talep olan ‘kendi

5

kaderini tayin etme hakkı’ndan edilmiştir. 1989’da dini

inançlarını ve geleneklerini serbest bir şekilde yaşama,

demokratik haklar talep etmek ve Müslümanlığa yapılan

hakaretlerin durdurulması amacıyla gösteriler yapılmış,

sonucunda göstericiler ya anında ya da daha sonra öldürülmüş,

yok edilmiştir (Mazlumder, 2010: 17).

Bu noktada, ayaklanmaların ve bu ayaklanmalar karşısında

ÇHC uygulamalarının ana nedenlerinin ne olduğunu belirtmek

yerinde olacaktır: İlk başta, Uygurlar açısından bakacak

olursak, ana yurtlarında işgal altında yaşamalarıydı. Ardından

kendilerine ilk başta vaat edilen ve ÇHC anayasası ile de

garanti altına alınan özgürlüklerin verilmemesidir. Diğer bir

neden olarak, ÇHC’nin uyguladığı kimlik politikasıdır. Bu

kimlik politikası ise temel ayaklanmaların ve protestoların en

önemli nedenini, kaynağını oluşturmaktadır: Soy ve ırksal bir

milliyetçilik anlayışı yerine, ortak kültürü ve değerleri ön

plana çıkaran ve ardından bu kimlik anlayışı çerçevesinde

azınlıklara yönelik ‘benzetme politikası’ uygulamak. Bu benzetme

politikası ÇHC yönetimi tarafından sistematik, süreklilik arz

eden bir şekilde uygulanmaktadır. Bu terimi biraz daha açıp ve

örneklendirirsek; ÇHC içerisinde yaşayan bütün etnik grup ve

milletlerin tek bir pota içerisinde eritilip, hatta bazılarının

yok sayılıp, bir Çin milletinin oluşturulması ancak bu oluşum

sürecinde bu azınlıkların geçmişlerine yönelik olarak hiç bir

izin de kalmaması, kısaca asimilasyon politikasıdır.

Özellikle 1990’lar ile birlikte Doğu Türkistan’da, ÇHC

merkezi yönetimin aldığı kararlar doğrultusunda Uygurca,

anayasada verilen haklara rağmen, kademe kademe eğitim dilinden6

çıkarılmış hatta çalışma hayatına atılmak ve iş bulmak için iyi

düzeyde Çince (sınavla belirlenerek tasdik edilen) koşul haline

getirilmiştir. Ayrıca, Uygurların dini ve geleneksel

yapılagelişlerine karşı sınırlamalar getirilmiş, çocukların ve

üniversite öğrencilerinin dini eğitim almaları yasaklanmıştır

(Karaca, 2007: 231). Bu uygulamalara ek olarak, benzetme

politikasının direği olan iskân politikaları uygulamaya

konmuştur ve Sincan Uygur özerk bölgesine milyonlarca Han

Çinlisi iskân edilmiş, doğal demografik yapı ile oynanmıştır

(Karaca, 2007: 231).2 1953’te 300 bin olan Han Çinli sayısı,

1990’da altı milyona yükselmiştir. Diğer yandan, 1990’lardan

itibaren uygulanan ‘kalkınma programı’ benzetme programının bir

parçasını oluşturmaktadır. Kalkınma programı kapsamında Uygurlu

birçok genç, özellikle genç kızlara yönelik olarak, ÇHC’nin

başka yerlerinde istihdam edilmesi yönünde politikalar

izlenmiştir. Bu durumu da bütün dünyaya, bir propaganda aracı

olarak, azınlık bölgelerinin kalkındırılması olarak sunmuştur.

Bütün bunların yanı sıra, bölgede insan haklarına aykırı ve

baskı/yıldırma politikası olarak nükleer denemeler

gerçekleştirilmiş ve sosyal yozlaşmanın tetiklemek için de

ÇHC’nin doğusundan getirilen adi suçlardan hüküm giymiş

mahkûmlar, Doğu Türkistan’da kurulan hapishanelere nakledilmiş,

sonraki hayatlarını da burada geçirmelerini sağlayacak imkânlar

sunulmuştur (Hicazi, 2010: 45 ve 67).

2 1949 yılında %87 olan Uygur Türkü nüfusu, 2002 yılında %53’e düşerken,1949 yılında %7 olan Han Çinli nüfusu (Müslüman olan Hui’lerle birlikte)2002 sonunda toplam nüfusun %45’ini teşkil etmektedir. Tabi bu durumunoluşmasında ağır baskı gören Uygur Türklerinin Orta Asya Cumhuriyetlerinegöçü de etkili olmuştur (Karaca 2007, 231).

7

Bütün bu kimlik, nüfus, baskı ve şiddet politikaları,

Uygurların ekonomik anlamda da köşeye sıkışmasına neden

olmuştur. Yani bu politikalar; i) bölgedeki kaynakların

adaletsiz bir şekilde dağıtılarak, kaynakların büyük

çoğunluğunun Han Çinlilerine tahsis edilmesi, ii) işveren,

yerel ve önde gelen endüstrilerin Han Çinlilerin elinde

bulunması sonucunu doğurmuştur. Sonuç itibariyle, uygulanan

siyasi, ekonomik, sosyal, dini, demografik baskılar ve

politikalar bölgede etnik olmayan bir Sincan kimliğinin

oluşmasını amaçlamış ve büyük ölçüde de amacına ulaşmıştır.

Doğu Türkistan’da ÇHC hâkimiyeti, özellikle 1990’lı

yıllarda, Uygur Türklerinin ve Doğu Türkistan’ın uluslararası

alanda daha görünür olmaya başlaması ile birlikte

şiddetlenmiştir. Bu çerçevesinde, demografik, dini, kültürel,

ekonomik, siyasi, eğitim, güvenlik ve askeri yani neredeyse her

alanda Doğu Türkistan ve Uygur Türklerine karşı, ÇHC’nin

yukarıda belirtilen siyasal ve ekonomik amaçları doğrultusunda

büyük bir karşı harekât başlatılmıştır. İşte bu karşı harekât

içerdiği nitelikler bakımında devlet terörünün örneklerinde

birini oluşturmaktadır. Yine başta belirttiğimiz terör ve

terörizm öğeleri çerçevesinde ÇHC’nin bu politikalarını

açıklayacak olursak: ÇHC, belirli bir siyasi (ve ekonomik) amaç

doğrultusunda, Doğu Türkistan ve onun uluslararası

bağlantılarına geniş bir yıldırma politikası gütmektedir. Bu

politika, içerisinde şiddet ve katliamları içermekte, sonuçları

bakımından ise asimetrik bir etki oluşturmaktadır. ÇHC, Doğu

Türkistan’da korku ve dehşet yolu ile Uygurların, anayasasının

kendisine tanımış olduğu siyasi, sosyal, kültürel ve dini

8

etkinliklerde bulunamamalarını sağlamakta, bir yılgınlık ve

teslimiyet havası oluşturmaktadır.

Diğer yandan, 11 Eylül 2001, öncesinde ve sonrasında

ortaya çıkan ulusal ve uluslararası gelişmelerle birlikte,

kavramlara yüklenen anlamlar, içerikler ve kapsamların en

belirgin şekilde değişime uğradığı dönemin kırılma noktasını

oluşturmuştur. Yukarıda ÇHC ile Doğu Türkistan arasında

tarihsel olarak gerçekleşen etkileşimler üzerinde ayrıntılı

şekilde durulmuştu. Bu bağlamda söyleyebiliriz ki, ÇHC, Doğu

Türkistan’ı işgal edip hâkimiyeti altına aldığı 1949 yılından

günümüze kadar, inişli çıkışlı bir ivme gösterse de, bu bölgeye

ve insanlarına karşı etnik ayrımcılık ve bunun sonucu olarak

asimilasyon politikası izlemiştir. Bu duruma tepki olarak

ortaya çıkan başkaldırı ve hak arama mücadeleleri ÇHC merkezi

yönetimi tarafından devlet ve rejimin bütünlüğünü tehdit eden

ayrılıkçı, bölücü faaliyet ve talepler olarak adlandırılmış, bu

şekilde de algılanması yolunda çalışmalar gerçekleştirmiştir.

Doğu Türkistan’da yaşayan Müslüman-Uygur Türklerine

yönelik olarak, özellikle dinsel özgürlüklerin, kültürel

faaliyetlerin ve dillerinin yasaklanması politikası Soğuk Savaş

süresince devam etmiş, ancak dönemin bugüne göre görece kapalı

yapısı yüzünden, var olan muhalif duruşlar ve hak arayışları

yine aynı sert önlemlerle bastırılmıştır. Bu görece kapalılık

durumu, ÇHC tek taraflı ya da tek yönlü bir propaganda yapımına

uygun ortam sağlamıştır. Bu bağlamda, kanunlarla pekiştirilen

bu haksız tutuklama, alı koyma ve infazlar, ÇHC tarafından

“ayrılıkçılık propagandası yapanlara ve ayrılıkçılara karşı

savaş” adı altında sunulmuş ve meşruluk sağlanmaya9

çalışılmıştır (Hicazi, 2010: 55). Uygurlara yönelik dini,

kültürel, sosyal, ekonomik ve siyasi alandaki baskılar Çin

resmi makamları tarafından inkâr ya da itiraf edilse de Doğu

Türkistan’daki kanunlar bu ayrımcılık ve baskı üzerine inşa

edildiğinden, bölgedeki insani durum iyileşememektedir.

Nisan 2005’de, ilk kez bir uluslararası örgüt, insan

hakları izleme örgütü (Human Rights Watch), ÇHC’nin Uygurlara

karşı uyguladığı gizli ve açık resmi kanunların ve Çin

uygulamalarının doğruluğunu araştırmak için Çinli bir insan

hakları örgütü ile işbirliği kurmuş ve bölgedeki durumu

belgelediği resmi bir rapor yayınlamıştır. Daha önceden deşifre

edilen hükümet ve komünist parti belgeleri, yerel kanunlar,

resmi gazete, bölgede gerçekleştirilen görüşmeler vb. önemli

kaynaklara dayandırılan bu rapor, Uygurların dini özgürlükleri

başta olmak üzere, kültürel, sosyal ve ekonomik haklarının

ellerinden alındığını, Uygurların bir araya gelmelerine,

problemlerini özgür bir şekilde dile getirmelerine ve özgür bir

şekilde kültürel kimliklerini ifade etmelerine sert önlem ve

engeller konulduğunu belirtmektedir. Ayrıca bu raporda, Merkezi

yönetimin, Uygurların kendi kimliklerini tanımlamada önemli bir

etkeni oluşturan dinsel toplumsal yapıyı asimile veya ortadan

kaldırma üzerinde konumlanan politikası net bir şekilde ortaya

konmuştur. Örneğin bu konuda, Sincan Bölgesi Komünist Parti

Genel Sekreteri Wang Lequan’ın şu sözleri aktarılmaktadır:

“Sincan’da yetkili makamların en önemli vazifesi, dini idare

etmek ve yönlendirmektir. Böylece ekonomik yapıyı, vatanın

bütünlüğünü ve ulusun birliğini korumak noktasında merkezi

yapıya hizmet etmiş olurlar.”(Hicazi, 2010: 59). Doğu

10

Türkistan’daki etnik değerleri oluşturan etkenlere yönelik

bahsi geçen kontrol ve idare, ÇHC tarafından toplu tutuklama,

alıkoyma, ekonomik-sosyal-kültürel marjinalleşme, idam ve

katliamlar gibi bir dizi araçla, korku atmosferi yaratılarak

sağlanmaktadır. Sincan Bölgesi Komünist Parti Genel

Sekreterinin sözlerinin içeriğinde var olan ulusun/vatanın

bütünlüğü gibi kavramlar aslında ÇHC içerisindeki algıyı

(ayrılıkçı/bölücü) ortaya koymakta, diğer yandan, Uygurları

bütün etnik özellikleri ile bir tehdit unsuru olarak görüldüğü

gerçeğini gün yüzüne net bir şekilde çıkarmaktadır.

11 Eylül öncesinde bu şekilde devam eden etkileşim ve

algılamalar, ÇHC’nin bu konuda küresel anlamda hareket

kabiliyetini sınırlamıştır. ÇHC’nin tek argümanı olan ve

günümüz uluslararası sisteminde sığ ve görece bir anlam ifade

eden “devletlerin birbirlerinin iç işlerine karışmama” temel

ilkesi uluslararası eleştiri ve baskılar karşısında istenilen

düzeyde bir tampon görevi görememiştir. İşte bu noktada, vuku

bulan 11 Eylül terörist saldırıları ve akabinde başlayan

küresel anlamda terörizmle savaş stratejisi ve eylemleri, ÇHC

için uygun bir araçsallık oluşturmuş, Doğu Türkistan’a yönelik

uyguladığı politikalar bağlamında ulusal anlamda oluşturmuş

olduğu ‘meşru’ yasal yapıyı, uluslararası boyut ve terimlerle

de destekleyerek hareket kabiliyetini genişletmiştir. İşte bu

yönde, ÇHC tarafından bölgesel (ŞİÖ)3, küresel ve

devletlerarası ilişkilerinde terör odaklı bir politik kamu

diplomasisinin oluşturulması çabasına girişilmiştir. Bu

çerçevede, Doğu Türkistan’daki hak ve adalet talepleri

3 Şangay İşbirliği Örgütü.11

(barışçıl ve yasal olanlar da dâhil), Afganistan’daki

köktendinci hareketler ve al-kaide ile ilişkilendirilmiştir. 11

Ekim 2001’de, Çin Dışişleri Sözcüsü Sun Yuxi yaptığı basın

toplantısında, “ ‘Dong Tu’4 teröristleri sadece Çin’in Sincan

bölgesinde terörizm faaliyetleri sürdürmekle kalmıyor, aynı

zamanda yurt dışındaki terörist teşkilatlarla da temas

içindedirler ve işbirliği yapmaktadırlar. Şüphesiz bunlar Çin’i

tehdit etmektedir. Doğu Türkistan bağımsızlık yanlısı

faaliyetleri uluslararası terörle bağlantı içindedir.” diye

konuşmuştur. Bununla birlikte, aynı basın toplantısında,

“Sincan’da bir grup ‘Dong Tu’ şiddet yanlıları mevcuttur.

Onların terör faaliyetleri yalnızca Çin için değil, bütün

bölgenin güvenliği ve istikrarı için tehdit oluşturmaktadır.

Biz uluslararası toplum ile birlikte ‘Dong Tu’ teröristleri

dâhil bütün terör faaliyetlerine karşı çıkacağız, dünyanın

barış ve istikrarını sağlayacağız” şeklinde Doğu Türkistan

bağımsızlık yanlısı ve bunun yanında hak-adalet talep eden

barışçıl kesimi, toptancı bir bakış açısıyla uluslararası

terörizm kategorisi içerisine sokmaktadır (Ekrem, 2002: 96).

İşte bu bağlam içerisinde politikalarını şekillendiren

ÇHC’nin terörizm kavramının da bir ölçüsü yoktur. Bu terörizm

kavramına göre; bireysel olarak, şiddet yoluyla korku

estirenler terörist olarak tanımlamaktadır. Cinayet dâhil

birçok adli suçluya terörist damgası vurulmaktadır. Aynı suçlar

4 “Dong Tu” kelimesi, Doğu Türkistan’ın Çince tam okunuşu olan “Dong Tu ErQi Si Tan”ın kısaltılmasıdır. ÇHC resmi makamları tarafından bu kelimeninkullanım nedeni ise ülkede Doğu Türkistan kelimesinin yasaklanmasıdır.Yasaklanma nedeni olarak ta, ‘Doğu Türkistan’ın siyasi bir ad olduğu veDoğu Türkistan Cumhuriyeti anlamında kullanıldığı düşüncesidir (Ekrem,2002: 96).

12

Çin’in iç bölgelerinde işlendiğinde ceza hukukuna göre

yargılanırken, Doğu Türkistan’da işlendiğinde “terörist”

suçlamasıyla ağır ceza almaktadır (Ekrem: 2002: 97). İşte bu

çerçevede, Doğu Türkistan’daki Uygur varlığı ve onun etnik

bileşenleri üzerinde derin bir baskı ve korku atmosferi

oluşturulmakta, geçmiş dönemlerde de var olan bu durum ulusal

ve uluslararası alanda görece bir meşruluk kazanarak

radikalizm, terörizm kavramları ile terörizmle mücadele

altından dünya kamuoyuna sunulmaktadır.

Doğu Türkistan sorunun ve bu sorunun dış dünyaya

yansıtılmasında kullanılan söylem ve kavramların süreç

içerisindeki değişimi ve algılanışında kırılma noktasını

oluşturan önemli olaylardan birinin 11 Eylül 2001’de, ABD’deki

ikiz kulelere yönelik gerçekleştirilen terör saldırıları

olduğunu söylemiştik. Bu dönemden sonra, Doğu Türkistan’da

ortaya çıkan olaylara veya burada yaşayan Uygurların

taleplerine yönelik bir terör ve terörist yaftalaması

oluşturulmuştur. Bu bağlamda da ÇHC tarafından bu taleplere ya

da gösterilere verilen cevap(lar) terörle mücadele kapsamında

yani bu kavramın sağlamış olduğu araç-gereç ve yöntemlerle

bastırılmıştır.

Bu çerçevede, 5 Temmuz 2009’da meydana gelen olaylar ve bu

olaylara yönelik ÇHC’nin cevabı yukarıda bahsetmiş olduğumuz

zeminler çerçevesinde ortaya konulması yararlı olacaktır.

Urumçi olayları, Haziran 2009’da, bir fabrikada meydana gelen

ve iki Uygur’un öldürülmesinden sonra Çin hükümetinin olayları

yeterince araştırmaması ve gerekli cezaları uygulamaması

üzerine Urumçi’de Uygurların protestosu üzerine başlamıştır.13

Uygur popülasyonu tarafından, bu olayları şu şekilde

açıklayabiliriz; Uygurların uzun bir süredir toplumsal/ekonomik

ve siyasi bazda maruz kaldıkları ayrımcılık ve baskı

politikaları yüzünden, sembolik bir önem arz eden bu olay

akabinde psikolojik patlama yaşamışlardır ve adalet ve eşitlik

talepleri ile sokaklara dökülmüş, anayasal hakları olan

protesto ve gösteri haklarını kullanmışlardır.5 Diğer yandan,

ÇHC tarafından ise bu olayın algılanışı ve bu algılamanın

sonucu olarak ta alınan tedbirler şu şekilde ortaya çıkmıştır;

Devlet ve devletin hâkim ulusu konumunda olan Han Çinli nüfusa

yönelik gerçekleştirilen protesto gösterileri, ÇHC tarafında

rejim ve statükoya karşı bir tehdit ve dolayısıyla düşman

olarak algılanmıştır. Bu algılama, Sincan Uygur Özerk Bölgesi

valisi Nur Bekri’nin olaylar sırasında yapmış olduğu açıklamaya

da yansımış; “Düşmanın saldırgan manevralarını ezmeye kararlı

bir şekilde devam edeceğiz ve suç işlemenin önüne demir

yumrukla geçeceğiz.” diyerek bu algıyı somutlaştırmıştır (Şen

2009b, 110).

5 1982 tarihli Anayasa’nın 35. maddesi, Çin Halk Cumhuriyeti’ndekivatandaşların ifade, basın-yayın, toplantı yapma, organizasyon kurma, eylemve protesto hakları olduğu belirtmektedir. Ancak, bu özgürlüklerAnayasa’nın dört faklı maddesi tarafından kısıtlanmaktadır. Anayasa’nın 38.maddesi Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki vatandaşların saygınlığını korumayayöneliktir. Bu madde uyarınca, Çinli vatandaşların küçük düşürücü ya dayalan ifadelerle rencide edilmesi yasaklanmaktadır. Anayasa’nın 51.maddesinde vatandaşların özgürlüklerini kullanırken ulusun, toplumun ve dediğer bireylerin özgürlüklerinin zarar görmesine yönelik faaliyetleriengellenmektedir. Anayasa’nın 53. maddesi ise, tüm Çinli vatandaşların kamudüzenini ve ahlaki değerlerini tehdit edebilecek, devlet sırlarına zararverebilecek konularda hassas olmaları gerektiğini öngörmektedir. 54.maddeye göre ise Çinli vatandaşların anavatanın güvenliği, saygınlığı veçıkarlarını koruması zorunluluğu vardır ( ÇHC Anayasası,http://english.gov.cn/2005-08/05/content_20813.htm, 25.10.13’de erişildi;aktaran Budak ve Erdoğan 2006, 113).

14

Urumçi Olaylarında, ilk olarak, olaylar ve sonuçları ile

ilgili ÇHC resmi makamlarında yapılan açıklamalarda 197 kişinin

öldüğü ve 1600’den fazla kişinin ise yaralandığı belirtilmiştir

(Şen 2009b, 110). Ancak bu rakamların gerçeği yansıtmadığı, ölü

ve yaralı kişilerin sayısının daha fazla olduğunu savunanların

sayısı ise az değildir. Çünkü meydana gelen olayların

bastırılması sırasında ölen insanların yanı sıra, daha sonradan

tutuklanan kişilerden 192 kişi de idam edilmiştir. Diğer

yandan, örneğin; Dünya Uygur Kongresi Başkanı Rabiya Kadir,

olayların başladığı gün 10 bin Uygur Türk’ünün ortadan

kaybolduğunu iddia etmiştir (Şen 2009b, 110). Her iki taraftan

ileri sürülen ya da açıklanan rakamların kesinkes doğru

olduğunu belirtmek ve söylemek yanlış olur. Ancak ortada bir

gerçek bulunmaktadır. Bu gerçek ise, organize bir kuvvetin ya

da asimetrik bir gücün, yasal hak ve adalet taleplerine karşı,

belirli bir gruba yönelik, tarihsel bir süreç içerisinde

oluşmuş bir siyasal amaç doğrultusunda girişmiş olduğu

eylemlerinin sonucunda yüzlerce insan şiddete maruz kalmış,

öldürülmüştür. Diğer bir gerçek ve aynı zamanda sonuç ise şudur

ki, ortaya çıkan durum asimetrik bir şiddete ve baskıya maruz

kalan belirli bir grubun, bu şiddet ve baskı sonucu olarak ta

gelecekte bir korku atmosferi içerisinde yaşamaya onları mahkûm

etmiş ve etmektedir.

Bu çerçevede, Ulusal düzeyde sağlanan ve vaat edilmiş

hukuki hak ve özgürlükler, uluslararası anlamda devletlerin

taraf oldukları BM Anlaşmaları gereğince saygı duymaları ve

vatandaşlarına sağlamaları gereken hak ve özgürlük zemininde

mücadelelerini yürüten Doğu Türkistanlı Uygurlara karşı, ÇHC

15

tarafından uygulanan politika ve eylemler, bu eylemelerin

niteliği; başta belirtilen zeminlerde genel bir incelemeye tabi

tutulacaktır.

2. Doğu Türkistan Sorunu ve Uluslararası Hukuk

Her şeyden önce, Doğu Türkistan sorunun uluslararası hukuk

açısından incelenebilmesi için bu sorunun niteliğinin ortaya

konulması gerekmektedir. Bu noktada kullanılacak olan ölçüt ise

sorunun uluslararası mı, yoksa uluslararası olmayan bir

niteliğe sahip olup olmadığıdır. Bir devletin ülkesinde ve

kendi vatandaşları arasında belirli bir alan, amaç çerçevesinde

başlayan çatışma niteliği göstermesi nedeniyle bu sorunun

uluslararası bir niteliğe sahip olduğunu söylemek zor

görünmektedir. Ancak ‘uluslararasılaşmış’ ya da uluslararası

etkiye açık anlamında kullanılan bazı kavramlar da buradaki

çatışmaların kısmen karşılar niteliktedir.

Uluslararasılaşmış silahlı çatışma, doktrinde savunulan

bir görüşe göre bazı silahlı çatışmalar her ne kadar devletin

ülkesinde cereyan eden iç çatışma niteliği olsa da, bazı

durumların mevcudiyeti söz konusu çatışmanın

uluslararasılaşmasını sağlar ve dolayısıyla; eğer herhangi bir

devlet içerisinde meydana gelen iç çatışma uluslararasılaşmış

silahlı çatışma kimliği kazanırsa uluslararası silahlı

çatışmaya uygulanan bütün kavram ve kurallar mevzu bahis iç

çatışma için de uygulanır (Öğüt, 2013: 9). Ancak Doğu Türkistan

sorunun yukarıda bahsedilen genel muhtevası ve ÇHC’nin tutumu

incelendiğin görülmektedir ki, çatışmaların sürekli ve

16

sistemetik olarak, ayrıca karşılıklı bir şekilde sürmüyor

olması, daha çok ÇHC’nin Uygurlar aleyhine asimetrik bir güç

kullanarak sindirme, asimilasyon ve karşı tepkilerde ise

orantısız kuvvet kullanımı olması ve en önemlisi ÇHC’nin bu

karşı tepkileri ‘muharip’ statüsünde değil de ‘terörist’

statüsünde tanımlaması Doğu Türkistan sorunun

uluslararasılaşmış bir çatışma niteliğinde değerlendirmemizi

zorlaştırmaktadır. Diğer yandan, Doğu Türkistan’daki sorunun en

temel çıkış noktalarından biri olan Uygurların bağımsızlık

(self-determinasyon) talepleri sorunun uluslararası bir boyut

alması noktasında önemli bir argüman olarak karşımıza

çıkmaktadır. Ancak 1949 Cenevre Sözleşmesi’ne Ek I Nolu

Protokol de ilk (1-4) maddesinde self-determinasyon hakkı

kolonyal hakimiyet, yabancı işgali ve ırkçı rejimler

çerçevesinde tarif edilmektedir (Yamaner & Öktem vd.: 180). Bu

çerçevede, self-determinasyon hakkına sömürge yönetimi ve

yabancı işgal altında bulunmayan ya da ırkçı rejimle mücadele

vermeyen bir toplumun başvurması mümkün görünmemektedir. Doğu

Türkistan’da yukarıda bahsi geçen kriterlerin klasik anlamları

dışında vuku bulan olaylar ve bu çerçevede argüman haline

dönüşen düşünceler, ÇHC tarafından terörizm ve radikal

düşünceler ile eş tutularak bu yönde ortaya çıkacak

uluslararası norm ve kuralların önüne geçmiş ve geçmektedir.

Diğer yandan, her ne kadar bu tanım ve statülerin

içerisine dahil olmasa da Doğu Türkistan sorununun bazı

nitelikleri, uluslararası niteliğe sahip olmayan ya da

uluslararası olmayan silahlı çatışma içerisinde

değerlendirilebilir. Bu kavram, 1949 Cenevre sözleşmesi, 1954

17

La Hey Silahlı Bir Çatışma Halinde Kültür Mallarının

Korunmasına Dair Sözleşme ve 1977 tarihli Uluslararası Olmayan

Silahlı Çatışmalarda Mağdurların Korunmasına ilişkin 1949

Cenevre Sözleşmesine Ek II. Protokolde geçmiştir (Öğüt, 2013:

10). Bütün bu Sözleşmelerde ortak olan 3. maddede belirtildiği

üzere; uluslararası olmayan bazı silahlı çatışmalarda, insancıl

amaçlı bazı sınırlamaların ve kuralların uygulanması gerektiği

öngörülmüştür. Burada en dikkat çeken ve Doğu Türkitan’da

çatışma süreçleri boyunca yaşananlar göz önüne alındığında şu

maddelerin kati suretle ihlal edildiği ve bu açıdan ÇHC’nin

sorumluluklarının bulunduğu söylenebilir. 1949 Cenevre

Sözleşmesinin 3-1 maddesinde (Yamaner & Öktem vd.: 2):

“Muhasamata doğrudan doğruya iştirak etmeyen kimseler,

silâhlarını terkedenler ve hastalık, yaralılık, mevkufluk veya

herhangi bir sebeple muharebe dışı kalanlar, ırk, renk, din ve

akide, cinsiyet, doğum ve servet veya buna benzer herhangi bir

kıstasa dayanan ve aleyhte görülen hiç bir tefrik yapılmadan

insanî surette muamele göreceklerdir. Bu sebeple, yukarıda

bahis konusu kimselere; aşağıdaki muamelelerin yapılması,

nerede ve ne zaman olursa olsun, memnudur ve memnu kalacaktır:

Hayata, vücut bütünlüğüne ve şahsa tecavüz her

nevi katil, sakatlanma, vahşice muamele, işkence

ve eziyet,

Rehine almak,

Şahısların izzeti nefislerine tecavüz, bilhassa

hakaretamiz ve haysiyet kırıcı muameleler,

Medenî milletlerce elzem olarak tanınan adli

teminatı haiz nizami bir mahkeme tarafından

18

önceden bir yargılama olmaksızın verilen

mahkûmiyet kararları ile idam cezalarının

infazı.”

Diğer yandan, uluslararası insancıl hukuk kapsamında

ortaya çıkan yükümlülükler gereğince, ÇHC tarafından çatışma

süresince ve sonrasında uygulanan yöntemlerin mahiyeti bazı

tanımların yapılmasına ve sonuçlarının ortaya konulmasını

gerektirmektedir. Bunlar soykırım suçu, insanlığa karşı

işlenmiş suçlar ve savaş suçlarıdır. Doğu Türkistan sorunu

uluslararası bir niteliği olmayan sorun olsa dahi çatışmaların

açmış olduğu sonuçlar ve ÇHC’nin taraf olduğu Sözleşmeler

(taraf olmasa dahi) nedeniyle çatışmalarda uyulacak kural ve

sınırlamalar açısından artık teamül haline gelen kurallara

uymak ve onları uygulamak zorundadır. Aksi halde, yukarıda

belirtmiş olduğumuz ağır suçlamalara maruz kalabilmektedirler.

Çalışmanın ilk bölümünde sınırlı bir şekilde çatışmalar

tarihinde sürekli olarak yinelenen maddi-manevi şiddet olayları

ışığında aşağıda verilecek olan ve Uluslararası Ceza

Mahkemesinin statüsünde yer alan tamınlar dikkatle

değerlendirilmesi gerekmektedir.

Statüsünün, 1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesi ve

Cezalandırılmasına Dair Sözleşme’den alıntı yapılarak

belirtilen 6. maddesinde; milli, etnik, ırka dayalı veya dini

bir grubun bireyleri, o grubu kısmen veya tamamen ortadan

kaldırmak amacıyla öldürülür, maddi ve manevi vücut

bütünlüklerine zarar verilir, grubun çoğalması engellenir,

grubun yaşam şartlarına o grubun ortadan kalkmasına yol açacak

şekilde müdahale edilir veya o grubun çocukları zorla başka bir19

gruba aktarılırsa bu hareketler soykırım suçunu oluşturur

şeklinde belirtilmektedir. Yine, 7. maddesinde ise, insanlık

aleyhine işlenen suçlar; adam öldürme, yok etme, köleleştirme,

işkence yapma ve ırza tecavüz gibi fiiller bilinçli olarak

geniş çaplı ve sistematik bir şekilde herhangi bir sivil

topluluğa yöneltilirse, insanlık aleyhine suç teşkil ettiği

belirtilmektedir. Son olarak, savaş suçlarının kapsamını

detaylı bir şekilde dörde ayırdığı 8. Maddesinde ise son iki

maddeyi uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmalarda

işlenmiş eylemler belirlenmiştir. Buna göre; çatışmalarda yer

almayan kişilerin öldürülmesi, esir alınması ve işkence

yapılması; örf-adet hukukuna ilişkin ihlaller çerçevesinde,

kasaba ve köylerin yağmalanması, sivil topluluklara

saldırılması, dini, eğitim, sanat, tarihi yerler kapsamında

olan birimlere saldırılması ve ırza tecavüz suçları

belirtilmektedir (Aksar, 2005: 5).

Bütün bu tanımlar karşısında ilk bölümde bahsi geçen

eylemler düşünüldüğünde ÇHC’nin çeşitli maddelerde suç teşkil

eden eylemlerinin örnekleri görülebilir. Bu çerçevede, gerekli

uluslararası kurum ve organların harekete geçmesi ve

‘müdahalelerin’ yapılması, başta BM olmak üzere diğer bağlı ya

da bağımsız uluslararası kurumların en doğal süreci hareketini

teşkil etmesi gerekir. Uluslararası müdahale, özellikle askeri

bir müdahale üzerinde geçmişten günümüze yapılan uygulamalara

rağmen, devletlerin egemen-eşit bağımsızlığı dolayısıyla ortaya

çıkan iç işlerine karışmama ilkesi (BM Şartının 2-7 maddesi),

BM Şartının 2-4. Maddesi uyarınca kuvvet kullanımının ya da

savaşların (51. maddede belirtilen meşru müdafaa dışında)

20

yasaklanması gerekçeleri ve ortaya atılan siyasi gerekçelerle

desteklenen argümanlar nedeniyle meşruiyetleri konusundaki

büyük tartışmaları ortaya çıkarmış ve çıkarmaktadır (Hancılar,

2011: 119). Ancak bütün bunlara rağmen, temel hak ve

özgürlüklerin garanti altına alınması için devletlerin iç

işlerine müdahale yasağı ile koruma sorumluluğu kavramının ön

plana çıkarıldığı bazı argümanlarda dikkat çekicidir. 2001

yılında Kanada’nın inisiyatifi ile kurulan Uluslararası

Müdahale ve Devlet Egemenliği Komisyonu’nun yayınlamış olduğu

rapor ortaya atılan ve 2005 yılında yayınlanan Dünya Zirvesi

Sonuç Bildirisi’nde belirtilen ‘koruma sorumluluğu’ olarak

belirtilen kavram ile egemen devletin vatandaşlarını kapsamlı

öldürme, tecavüz, soykırım, açlık gibi felaketlerden koruma

sorumluluğu bulunmaktadır (Öğüt, 2013: 15). Doğal olarak, bu

sorumluluğunu yerine getirmeyen ve hatta bahsi geçen eylemleri

uygulayan devletlere uluslararası bir müdahalenin gerekli ve

zorunlu olduğu yorumu yapılabilir. Ancak yine BM şartının bu

gibi eylemleri uygulama alını bırakacak bir anlaşma metnine

sahip olmadığı için insani müdahale kavramı çoğu durumda, BM

Konseyinin veto ettiği durumlarda gayri meşru sayılmakta,

kendisine uygun bir hukuki zemin bulamamaktadır.

Sonuç

Bu kapsamda, söylenebilir ki, sorunun kaynağı ya da özü

olan devletin, yani ÇHC’nin BM’nin karar alıcı

mekanizmalarındaki, özellikle Konseydeki veto yetkisi, gücü ve

konumu; ayrıca, bu devletin dünya siyaseti ve ekonomik reel

21

politiğindeki güçlü konumu, bu konu hakkında BM’nin VII.

Bölümü6 kapsamında bir müdahale ya da önlemin alınmasını

zorlaştırmakta, hatta imkânsız hale getirmektedir. Ayrıca,

ÇHC’nin uluslararası alandaki güçlü konumun sonucu olarak,

sorunun özüne yönelik kullanmış olduğu kavramlar, sorunun

hukuki niteliğini kendi çıkarları lehinde belirlemesine, bu

şekilde dünya kamuoyunu yönlendirmesine ve kendi açısından

meşru çözümler ortaya koyması açasından avantaj sağlamaktadır.

Bu da bizi ne yazık ki, şu etik sonucu çıkarmaya sevk

etmektedir; hakim olan ve uygulandığı iddia edilen uluslararası

hukuk sistemi, mağdur ve ezilenlerin hukuku değil, güçlü ve

ezenlerin hukuku olduğudur, ayrıca kimin mağdur kimin ezilen

olduğuna da kendi siyasi ve ekonomik çıkarları çerçevesinde

karar vererek sistemin devamlılığı sağlanmaktadır. Ancak şu da

belirtilmelidir ki, yukarıda bahsi geçen ve insancıl hukuk

kurallarının konusunu oluşturan suç tanımlarının varlığı ve

Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi bağımsız yargı mekanizmaların

tesisi gelecek için ümit vaat etmektedir. Ancak bu ümidin taze

kalabilmesi için uluslararası sistemin ve onu temsil eden

örgütlerin başta BM olmak üzere hak, hukuk ve adalet

çerçevesinde revize edilmesi elzemdir. Bu durum, çalışmaya konu

olan Doğu Türkistan’ın ve dünyanın başka yerlerindeki diğer

toplumların hak ve adalet arayışları yolunda elde edecekleri

kazamınlar için önemli bir şarttır.

Ömer Çağrı TECER6 Uluslararası barış ve güvenliğin tehdidi kapsamında konsey, bir ülkeyeoluşturulacak bir barış gücü kapsamında müdahalede bulunma yetkisinikullanması.

22

Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Sosyal Bilimler

Enstitüsü,

Uluslararası İlişkiler A.B.D., Doktora Öğrencisi.

Kaynakça

Aksar, Y. (2005). Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Uygulamalarına

Genel Bir Bakış. Uluslararası Hukuk ve Politika, 1(3), 1-14.

Budak, L., & Erdoğan, İ. (2006). 1990 Sonrası Çin Halk

Cumhuriyeti'nde Kitle İletişim Sistemi ve Temel Sorunlar.

İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi(9), 109-123.

Ekrem, E. (2002). Çin'in Doğu Türkistan Bağımsızlık Hareketine

Yönelik Politikası: 11 Eylül Öncesi ve Sonrası (II.Bölüm).

Stratejik Analiz, 2(21), 93-100.

23

Hancılar, Ö. (2011). Uluslararası Hukukta İnsani Müdahale.

Çankaya University Journal Of Law, 2(7), 97-124.

Hicazi, E. (2010). Soğuk Savaş ve 11 Eylül Sonrası Doğu

Türkistan-Çin Tezleri ve Politikalarına Yönelik Eleştirel

Bir Araştırma. Hür Doğu Türkistan Sempozyumu (s. 45-83). İHH

Araştırma Yayınları Birimi.

Human Rıghts Watch Specıal Report (2005). Devastating Blows

Religious Repression of Uighurs in Xinjiang, Human Rights

Watch, Vol. 17, No. 2(C).

Karaca, R. K. (2007). Türkiye-Çin Halk Cumhuriyeti

İlişkilerinde Doğu Türkistan Sorunu. Akademik Bakış, 1(1),

219-243.

Mazlumder Dış İlişkiler Komitesi. (2010). Doğu Türkitan İnsan Hakları

Raporu. MAZLUMDER.

Öğüt, S. (2013). Uluslararası Hukuk Açısından Suriye. İstanbul: DÜBAM.

Şen, F. (2009a). Çin'in Sincan-Doğu Türkistan Sorunu: Dünü,

Bugünü, Geleceği. Ortadoğu Analiz (inceleme), 7-8(1), 124-134.

Şen, F. (2009b). Uluslararası Tepkiler Açısından Sincan Uygur

Sorunu. Ortadoğu Analiz (inceleme), 1(9), 107-115.

Yamaner, D. D., & Doç. Dr. Öktem, A. 12 Ağustos 1949 Tarihli

Cenevre Sözleşmeleri ve Ek Protokolleri. İstanbul:

Galatasay Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları.

Yiğit, A. (2001). Kazakistan'ın Değişen Etnik Yapısı. Fırat

Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 10(2), 1-15.

24

China Factfile, The Central People’s Government of the People’s

Republic Of China, https:// http://english.gov.cn/ (ET:

30.10.13).

The World Factbook, CIA, https://www.cia.gov/ (ET: 30.10.13).

25