ULUSLARARASI İNSANCIL HUKUK ÇERÇEVESİNDE GENEL BİR BAKIŞ:
DOĞU TÜRKİSTAN SORUNU
Giriş
Tarihsel süreç içerisinde Doğu Türkistan ve Çin (1949’dan
itibaren Çin Halk Cumhuriyeti, ÇHC) arasındaki ilişkilerde
yaşanan kuvvet kullanım olayları ve bu çerçevede ortaya çıkan
durumlar, bu iki ülke arasındaki etkileşimi farklı kılmış ve
zaman zaman da uluslararası camianın gündemine getirmiştir.
2009 yılında Urumçi olaylarından sonra, son olarak, 2013 Nisan
ayında meydana gelen olaylarda 27 Uygur hayatını kaybetmiştir.
Uluslararası gündem ve çıkarların çeşitli olaylar etrafında
toplanması, bu olayların uluslararası alanda görünürlüğünü
azaltmıştır. Ancak, ÇHC’nin uygulamış olduğu politikaların
hukuki olarak sınanması ve bu açıdan sonuçlarının ortaya
konulması yine de önem teşkil etmektedir.
ÇHC içerisinde meydana gelen çatışmaların muhtevası, bu
olaylara taraf olan aktörlerin nitelikleri, uygulanan kuvvet
kullanımının ve ortaya çıkan asimetrik sonuçların uluslararası
hukuk açısından konu edilmesi olaylara farklı bir açıdan
bakılmasını sağlayacaktır. Uluslararası hukuk ve onun
yapılageliş niteliği taşıyan uygulamaları ve kuralları
açısından ele alınacak olan ÇHC ve Doğu Türkistan ilişkileri ve
etkileşiminin, devletlerin kendi vatandaşlarına karşı
sorumluluğu ilkesi, çatışmaların niteliği, BM Anlaşmasının VII.
Bölümü, İnsani müdahale, insancıl hukuk ve buna kaynak
oluşturan sözleşmeler, kavramlar kapsamında değerlendirilmesi
yapılarak tartışılacaktır.
Ancak bütün bunlardan önce, Doğu Türkistan (Sincan Uygur
Özerk Bölgesi)1 ve ÇHC arasında ortaya çıkan olayların tarihsel
gelişimi, tarafların durumu, tutumu ve argümanlarını ele
almamız sorunun uluslararası hukuk açsından ortaya çıkan kapsam
ve sonuçlarını anlama açısından yararlı olacaktır.
1. Tarihsel Süreç İçerisinden Çin Halk Cumhuriyeti-Doğu
Türkistan Etkileşimi
Türkistan coğrafyasının (bugünkü merkezi Asya olarak
adlandırılan bölge) doğusunun Çin ile ilk etkileşimi ve işgali
18. yy’da Amursam idaresindeki Cungurların 1755 tarihinde Çin
ile ittifakı sonucu olmuştur. Bu ittifak, Çin’in Cungurların
hâkimiyetine son vermesi ile sonuçlanmış ve bu dönemden sonrada
Çin istilası hızlanmıştır (Şen, 2009a: 125). Bu dönem
itibariyle başlayan Çin-Doğu Türkistan arasındaki işgal ve
istila şeklindeki etkileşimler, Çin’in bu bölgeye yönelik
hedeflerini gerçekleştirmede yeni bir tarih yazımı inancını da
beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda, yüzyıllardır Türkistan
coğrafyası olarak adlandırılan bu bölge, 1. Çin istilasının1 Bu çalışmada, Çin içerisindeki Sincan Uygur Özerk Bölgesi ‘Doğu Türkistan’olarak belirtilecek ve kullanılacaktır. Doğu Türkistan, resmi adı ileSincan Uygur Özerk Bölgesi, Çin Halk Cumhuriyeti’nin beş özerk bölgesindenbirisidir. Çin’in kuzey batısında yer alır. Başkenti Urimçi’dir. Nüfusu,2009 yılı kayıtlarına göre; 21.590.000’dir. Uygurlar bu nüfusun yaklaşık%45’ini (yaklaşık 9 milyon), Han Çinlileri % 41, diğer bölümünü ise Kazak,Hui (Müslüman Çinliler), Kırgız, Moğol ve diğer gruplardır. En yüksek mülküamiri ise Vali Nur Bekri’dir. https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/ch.html (Erişim Tarihi 22.10.13).
1
ardından (1755–1865) ve 1884’de Çin ordusunun Doğu Türkistan
işgali ile başlayan 2. Çin istilasının yaşandığı dönemde, Çin
imparatorunun emri ile bu bölgeye “yeni toprak” anlamına gelen
“Şin Cang” ismi verilmiştir (Karaca, 2007: 222). Bu istila
döneminde oluşturulan baskı ve toprağın Çinlileştirilmesi
politikaları, süreç içerisinde bağımsızlık hareketlerini de
beraberinde getirmiştir.
Nitekim 1933 ve 1944 yılında çıkan isyanlarla, 10 yıl
arayla iki milli devlet kurulmuştur. Ancak oluşturan bu milli
devletler hem iç yönetimsel nedenlerden ve tartışmalardan hem
de bölgedeki diğer büyük devletlerin, bölgede milliyetçiliği
artıracağı ve Türkistan coğrafyasını birleşmesine neden olacağı
düşüncesi ile yapılan müdahaleler bu devletlerin uzun soluklu
olmalarını engellemiştir. Süreç içerisinde kurulan iki milli
devletin, yukarıda söylenen malum nedenlerden ötürü
yaşayamaması, 1949 yılında iç savaşı kazanmış olan
komünistlerin üçüncü kez Doğu Türkistan’ı işgal etmesi ile
sonuç bulmuştur. Bu işgal, Çin Halk Cumhuriyetinin (ÇHC)
hâkimiyetinin bu güne kadar gelmesine yol açmıştır.
Tarihsel süreç içerisinde ve günümüzde, bu coğrafyanın ÇHC
için neden bu kadar önemli olduğu veya neden kendi hâkimiyeti
altındaki konumunun muhafazası için çaba sarf ettiğini anlama
ve anlamlandırmada bu bölgenin jeo-stratejik/ekonomik/politik
konumuna bakmamız yerinde olacaktır. Doğu Türkistan, sekiz Orta
Asya devleti ile komşudur. Tarih boyunca özellikle 2. Dünya
Savaşı ve Soğuk Savaş süresince önemli bir tampon bölge olarak
kullanılmıştır. Bunlara ek olarak, ülkenin büyümesinde önemli
etkileri olan; petrol rezervlerinin üçte biri ayrıca, uranyum2
ve önemli derecede kömür kaynaklarının yanında, bölgenin pamuk
ihtiyacının yarısını karşılamakta olan Doğu Türkistan önemli
altın ve bakır madenlerine de sahiptir. Diğer yandan, Doğu
Türkistan ÇHC’nin Orta Asya, Kafkasya ve Avrupa ile iletişimini
ve ulaşımını sağlamaktadır. Dolasıyla bölge ulaşım, iletişim,
doğal kaynaklar ve güvenlik açısından ÇHC için stratejik öneme
sahiptir (Karaca 2007, 230). Bütün bu etkenlerden ötürü ÇHC,
Doğu Türkistan üzerinde uzun vadede kendi benimsemiş olduğu
devlet ve millet kimliğinin bu bölgeye hâkim olmasını
istemektedir. Ancak ÇHC’nin bu amacı gerçekleştirme bağlamında
uygulamış olduğu politikaları değerlendirmeden önce, doğu
Türkistan’dan merkezi yönetime karşı direnişin dayanakları
olan, Sincan Uygur Özerk Bölgesinin statüsü ve bu statü
içerisinde Uygur Türklerinin haklarından söz etmek
gerekmektedir.
1.1. Sincan Uygur Özerk Bölgesinin Statüsü ve Uygur Türklerinin Hakları
Sincan Uygur Özerk Bölgesi, ÇHC içerisinde otonom bir
bölge olarak kabul edilmiş, bunun birlikte Uygur Türkleri de
azınlık bir millet tanımına tabi tutulmuştur. Bu tanımlama ve
statünün gereği olarak 1982 ÇHC anayasasının bazı maddelerinde
otonomilere ve azınlıklara bazı temel haklar verilmiştir.
Örneğin; ÇHC Anayasasının 4. Maddesinde: “milliyetlerin
eşitliği belirtilmiş, özerk bölgelerde azınlıkların haklarının
korunması için ‘özerklik organları’ tesis edildiği”
vurgulanmıştır. Yine anayasasının 59, 65, 114 ve 116.
maddelerinde; “Milli Halk Kurultayı Daimi Komitesi’nde, yerel
idarelerde etnik azınlıkların eşit temsili vurgulanmış ve özerk
yönetimlerin bölge milliyetinin politik, ekonomik ve kültürel
3
kimliklerini geliştirmede belirli düzenlemeler yürürlüğe koyma
hakkına sahip olduğu” (116. mad.) belirtilmiştir. Ayrıca, ÇHC
Anayasasının 117 ve 118. Maddelerinde; “otonom idarelerin
bölgenin mali durumunu yönetme yetkisine sahip olduğu
belirtilerek, bölge ile ilgili bütün gelirlerin özerk yönetim
tarafından kullanılacağı ve devlet planları önderliğinde yerel
ekonomik gelişmenin düzenlenebileceği” ifade edilmiştir (ÇHC
Anayasası, http://english.gov.cn/2005-08/05/content_20813.htm,
30.10.2013’de erişildi; aktaran Mazlumder 2010, 23).
Ancak anayasadaki bu hakların büyük bir kısmının varlığı,
uygulama aşamasında buharlaşmaktadır. Çünkü ÇHC bu anayasal
azınlık ve insan haklarını gözeten maddelerin varlığını
uluslararası propaganda aleti olarak kullanmakta, uygulamada
ise bu maddeler için uygun zeminler sunmamaktadır. İşte bu
noktada, ÇHC’nin Doğu Türkistan’ın siyasi, sosyal, ekonomik,
askeri, kültürel ve dinsel anayasal haklarından kaynaklanan
taleplerine yönelik geliştirdiği karşı politikalara değinmek
yerinde olacaktır. Bu politikalara değinirken temel çerçevemiz,
bu politikaların ulusal ve uluslararası siyasi ekonomik
amaçlarının yanı sıra, bu politikaların niteliğini yukarıda
bahsetmiş olduğumuz uluslararası hukuk kapsamında
değerlendirmeye tabi tutulacaktır.
1.2. Doğu Türkistan’ın Hak Taleplerine Yönelik ÇHC’nin Politikaları/Önlemleri
ÇHC’nin Doğu Türkistan’a yönelik politikası ve
önlemlerinin temel özelliği sürekli, istikrarlı ve birbirini
tamamlayan unsurlardan oluşmasıdır. Bu unsurların amacı ise tek
bir siyasi ve ekonomik amaca hizmet etmektedir. Bu unsurların
4
uygulayıcısının ve onun yöntemlerinin niteliğine baktığımızda
ise terörizmin unsurlarını oluşturan öğeler ile benzerliği
dikkat çekicidir. Her şeyden önce, politika uygulayıcısının
devlet, muhatabının ise birey/toplum olması asimetrik bir
etkileşimin oluşmasına neden olmaktadır. Bu asimetrik
etkileşime ek olarak, politik uygulamaların sonucu da asimetrik
bir etkiyi ortaya koymaktadır. Uygur Türklerinin din, vicdan,
siyasi, kültürel ve ekonomik özgürlük talepleri karşısında
ÇHC’nin cevabı şiddet ve dehşet çerçevesinde şekillenmektedir.
Bu bağlamda, tarihsel süreç içerisinde gerçekleşen
etkileşimlere bakacak olursak, yukarıdaki unsurların nasıl
gerçekleştirildiğini daha açık bir şekilde göreceğiz. Örneğin;
Doğu Türkistan’ın genelinde, 1953 yılında ÇHC’ye karşı büyük
bir ayaklanma olmuş ancak ‘devrim aleyhtarı unsurları yok
etmek’ sloganı ile 250.000’den fazla kişi tutuklanarak çeşitli
işkencelerle öldürülmüştür (Mazlumder, 2010: 16). Soğuk
Savaş’ın yaşandığı dönemde, ÇHC’de bu tür ayaklanmalar devamlı
kendisini göstermiştir. 1955, 1962’de binlerce insan
ayaklanmalar meydana getirmiş ve sonucunda sert önlemlerle
binlerce kişi işkencelere maruz bırakarak öldürülmüş ve
binlercesi de ana yurtlarından koparak Kazakistan’a ilticaya
mecbur bırakılmıştır (Yiğit, 2001). Yine aynı şekilde, 1969’da
Ahunoğlu (Ahunov) Mecit liderliğinde bir teşkilat, ayaklanma
öncesi yönetim tarafından haber alınmış ve teşkilat üyeleri
idam edilmiştir. Bütün bunlara ek olarak, 1981 ve 1985’te
farklı şekilde gelişen ancak amaçları ve sonuçları aynı olan
gösteriler yapılmış, birçok insan o dönem itibariyle
giriştikleri hak, özgürlük, adalet, meşru bir talep olan ‘kendi
5
kaderini tayin etme hakkı’ndan edilmiştir. 1989’da dini
inançlarını ve geleneklerini serbest bir şekilde yaşama,
demokratik haklar talep etmek ve Müslümanlığa yapılan
hakaretlerin durdurulması amacıyla gösteriler yapılmış,
sonucunda göstericiler ya anında ya da daha sonra öldürülmüş,
yok edilmiştir (Mazlumder, 2010: 17).
Bu noktada, ayaklanmaların ve bu ayaklanmalar karşısında
ÇHC uygulamalarının ana nedenlerinin ne olduğunu belirtmek
yerinde olacaktır: İlk başta, Uygurlar açısından bakacak
olursak, ana yurtlarında işgal altında yaşamalarıydı. Ardından
kendilerine ilk başta vaat edilen ve ÇHC anayasası ile de
garanti altına alınan özgürlüklerin verilmemesidir. Diğer bir
neden olarak, ÇHC’nin uyguladığı kimlik politikasıdır. Bu
kimlik politikası ise temel ayaklanmaların ve protestoların en
önemli nedenini, kaynağını oluşturmaktadır: Soy ve ırksal bir
milliyetçilik anlayışı yerine, ortak kültürü ve değerleri ön
plana çıkaran ve ardından bu kimlik anlayışı çerçevesinde
azınlıklara yönelik ‘benzetme politikası’ uygulamak. Bu benzetme
politikası ÇHC yönetimi tarafından sistematik, süreklilik arz
eden bir şekilde uygulanmaktadır. Bu terimi biraz daha açıp ve
örneklendirirsek; ÇHC içerisinde yaşayan bütün etnik grup ve
milletlerin tek bir pota içerisinde eritilip, hatta bazılarının
yok sayılıp, bir Çin milletinin oluşturulması ancak bu oluşum
sürecinde bu azınlıkların geçmişlerine yönelik olarak hiç bir
izin de kalmaması, kısaca asimilasyon politikasıdır.
Özellikle 1990’lar ile birlikte Doğu Türkistan’da, ÇHC
merkezi yönetimin aldığı kararlar doğrultusunda Uygurca,
anayasada verilen haklara rağmen, kademe kademe eğitim dilinden6
çıkarılmış hatta çalışma hayatına atılmak ve iş bulmak için iyi
düzeyde Çince (sınavla belirlenerek tasdik edilen) koşul haline
getirilmiştir. Ayrıca, Uygurların dini ve geleneksel
yapılagelişlerine karşı sınırlamalar getirilmiş, çocukların ve
üniversite öğrencilerinin dini eğitim almaları yasaklanmıştır
(Karaca, 2007: 231). Bu uygulamalara ek olarak, benzetme
politikasının direği olan iskân politikaları uygulamaya
konmuştur ve Sincan Uygur özerk bölgesine milyonlarca Han
Çinlisi iskân edilmiş, doğal demografik yapı ile oynanmıştır
(Karaca, 2007: 231).2 1953’te 300 bin olan Han Çinli sayısı,
1990’da altı milyona yükselmiştir. Diğer yandan, 1990’lardan
itibaren uygulanan ‘kalkınma programı’ benzetme programının bir
parçasını oluşturmaktadır. Kalkınma programı kapsamında Uygurlu
birçok genç, özellikle genç kızlara yönelik olarak, ÇHC’nin
başka yerlerinde istihdam edilmesi yönünde politikalar
izlenmiştir. Bu durumu da bütün dünyaya, bir propaganda aracı
olarak, azınlık bölgelerinin kalkındırılması olarak sunmuştur.
Bütün bunların yanı sıra, bölgede insan haklarına aykırı ve
baskı/yıldırma politikası olarak nükleer denemeler
gerçekleştirilmiş ve sosyal yozlaşmanın tetiklemek için de
ÇHC’nin doğusundan getirilen adi suçlardan hüküm giymiş
mahkûmlar, Doğu Türkistan’da kurulan hapishanelere nakledilmiş,
sonraki hayatlarını da burada geçirmelerini sağlayacak imkânlar
sunulmuştur (Hicazi, 2010: 45 ve 67).
2 1949 yılında %87 olan Uygur Türkü nüfusu, 2002 yılında %53’e düşerken,1949 yılında %7 olan Han Çinli nüfusu (Müslüman olan Hui’lerle birlikte)2002 sonunda toplam nüfusun %45’ini teşkil etmektedir. Tabi bu durumunoluşmasında ağır baskı gören Uygur Türklerinin Orta Asya Cumhuriyetlerinegöçü de etkili olmuştur (Karaca 2007, 231).
7
Bütün bu kimlik, nüfus, baskı ve şiddet politikaları,
Uygurların ekonomik anlamda da köşeye sıkışmasına neden
olmuştur. Yani bu politikalar; i) bölgedeki kaynakların
adaletsiz bir şekilde dağıtılarak, kaynakların büyük
çoğunluğunun Han Çinlilerine tahsis edilmesi, ii) işveren,
yerel ve önde gelen endüstrilerin Han Çinlilerin elinde
bulunması sonucunu doğurmuştur. Sonuç itibariyle, uygulanan
siyasi, ekonomik, sosyal, dini, demografik baskılar ve
politikalar bölgede etnik olmayan bir Sincan kimliğinin
oluşmasını amaçlamış ve büyük ölçüde de amacına ulaşmıştır.
Doğu Türkistan’da ÇHC hâkimiyeti, özellikle 1990’lı
yıllarda, Uygur Türklerinin ve Doğu Türkistan’ın uluslararası
alanda daha görünür olmaya başlaması ile birlikte
şiddetlenmiştir. Bu çerçevesinde, demografik, dini, kültürel,
ekonomik, siyasi, eğitim, güvenlik ve askeri yani neredeyse her
alanda Doğu Türkistan ve Uygur Türklerine karşı, ÇHC’nin
yukarıda belirtilen siyasal ve ekonomik amaçları doğrultusunda
büyük bir karşı harekât başlatılmıştır. İşte bu karşı harekât
içerdiği nitelikler bakımında devlet terörünün örneklerinde
birini oluşturmaktadır. Yine başta belirttiğimiz terör ve
terörizm öğeleri çerçevesinde ÇHC’nin bu politikalarını
açıklayacak olursak: ÇHC, belirli bir siyasi (ve ekonomik) amaç
doğrultusunda, Doğu Türkistan ve onun uluslararası
bağlantılarına geniş bir yıldırma politikası gütmektedir. Bu
politika, içerisinde şiddet ve katliamları içermekte, sonuçları
bakımından ise asimetrik bir etki oluşturmaktadır. ÇHC, Doğu
Türkistan’da korku ve dehşet yolu ile Uygurların, anayasasının
kendisine tanımış olduğu siyasi, sosyal, kültürel ve dini
8
etkinliklerde bulunamamalarını sağlamakta, bir yılgınlık ve
teslimiyet havası oluşturmaktadır.
Diğer yandan, 11 Eylül 2001, öncesinde ve sonrasında
ortaya çıkan ulusal ve uluslararası gelişmelerle birlikte,
kavramlara yüklenen anlamlar, içerikler ve kapsamların en
belirgin şekilde değişime uğradığı dönemin kırılma noktasını
oluşturmuştur. Yukarıda ÇHC ile Doğu Türkistan arasında
tarihsel olarak gerçekleşen etkileşimler üzerinde ayrıntılı
şekilde durulmuştu. Bu bağlamda söyleyebiliriz ki, ÇHC, Doğu
Türkistan’ı işgal edip hâkimiyeti altına aldığı 1949 yılından
günümüze kadar, inişli çıkışlı bir ivme gösterse de, bu bölgeye
ve insanlarına karşı etnik ayrımcılık ve bunun sonucu olarak
asimilasyon politikası izlemiştir. Bu duruma tepki olarak
ortaya çıkan başkaldırı ve hak arama mücadeleleri ÇHC merkezi
yönetimi tarafından devlet ve rejimin bütünlüğünü tehdit eden
ayrılıkçı, bölücü faaliyet ve talepler olarak adlandırılmış, bu
şekilde de algılanması yolunda çalışmalar gerçekleştirmiştir.
Doğu Türkistan’da yaşayan Müslüman-Uygur Türklerine
yönelik olarak, özellikle dinsel özgürlüklerin, kültürel
faaliyetlerin ve dillerinin yasaklanması politikası Soğuk Savaş
süresince devam etmiş, ancak dönemin bugüne göre görece kapalı
yapısı yüzünden, var olan muhalif duruşlar ve hak arayışları
yine aynı sert önlemlerle bastırılmıştır. Bu görece kapalılık
durumu, ÇHC tek taraflı ya da tek yönlü bir propaganda yapımına
uygun ortam sağlamıştır. Bu bağlamda, kanunlarla pekiştirilen
bu haksız tutuklama, alı koyma ve infazlar, ÇHC tarafından
“ayrılıkçılık propagandası yapanlara ve ayrılıkçılara karşı
savaş” adı altında sunulmuş ve meşruluk sağlanmaya9
çalışılmıştır (Hicazi, 2010: 55). Uygurlara yönelik dini,
kültürel, sosyal, ekonomik ve siyasi alandaki baskılar Çin
resmi makamları tarafından inkâr ya da itiraf edilse de Doğu
Türkistan’daki kanunlar bu ayrımcılık ve baskı üzerine inşa
edildiğinden, bölgedeki insani durum iyileşememektedir.
Nisan 2005’de, ilk kez bir uluslararası örgüt, insan
hakları izleme örgütü (Human Rights Watch), ÇHC’nin Uygurlara
karşı uyguladığı gizli ve açık resmi kanunların ve Çin
uygulamalarının doğruluğunu araştırmak için Çinli bir insan
hakları örgütü ile işbirliği kurmuş ve bölgedeki durumu
belgelediği resmi bir rapor yayınlamıştır. Daha önceden deşifre
edilen hükümet ve komünist parti belgeleri, yerel kanunlar,
resmi gazete, bölgede gerçekleştirilen görüşmeler vb. önemli
kaynaklara dayandırılan bu rapor, Uygurların dini özgürlükleri
başta olmak üzere, kültürel, sosyal ve ekonomik haklarının
ellerinden alındığını, Uygurların bir araya gelmelerine,
problemlerini özgür bir şekilde dile getirmelerine ve özgür bir
şekilde kültürel kimliklerini ifade etmelerine sert önlem ve
engeller konulduğunu belirtmektedir. Ayrıca bu raporda, Merkezi
yönetimin, Uygurların kendi kimliklerini tanımlamada önemli bir
etkeni oluşturan dinsel toplumsal yapıyı asimile veya ortadan
kaldırma üzerinde konumlanan politikası net bir şekilde ortaya
konmuştur. Örneğin bu konuda, Sincan Bölgesi Komünist Parti
Genel Sekreteri Wang Lequan’ın şu sözleri aktarılmaktadır:
“Sincan’da yetkili makamların en önemli vazifesi, dini idare
etmek ve yönlendirmektir. Böylece ekonomik yapıyı, vatanın
bütünlüğünü ve ulusun birliğini korumak noktasında merkezi
yapıya hizmet etmiş olurlar.”(Hicazi, 2010: 59). Doğu
10
Türkistan’daki etnik değerleri oluşturan etkenlere yönelik
bahsi geçen kontrol ve idare, ÇHC tarafından toplu tutuklama,
alıkoyma, ekonomik-sosyal-kültürel marjinalleşme, idam ve
katliamlar gibi bir dizi araçla, korku atmosferi yaratılarak
sağlanmaktadır. Sincan Bölgesi Komünist Parti Genel
Sekreterinin sözlerinin içeriğinde var olan ulusun/vatanın
bütünlüğü gibi kavramlar aslında ÇHC içerisindeki algıyı
(ayrılıkçı/bölücü) ortaya koymakta, diğer yandan, Uygurları
bütün etnik özellikleri ile bir tehdit unsuru olarak görüldüğü
gerçeğini gün yüzüne net bir şekilde çıkarmaktadır.
11 Eylül öncesinde bu şekilde devam eden etkileşim ve
algılamalar, ÇHC’nin bu konuda küresel anlamda hareket
kabiliyetini sınırlamıştır. ÇHC’nin tek argümanı olan ve
günümüz uluslararası sisteminde sığ ve görece bir anlam ifade
eden “devletlerin birbirlerinin iç işlerine karışmama” temel
ilkesi uluslararası eleştiri ve baskılar karşısında istenilen
düzeyde bir tampon görevi görememiştir. İşte bu noktada, vuku
bulan 11 Eylül terörist saldırıları ve akabinde başlayan
küresel anlamda terörizmle savaş stratejisi ve eylemleri, ÇHC
için uygun bir araçsallık oluşturmuş, Doğu Türkistan’a yönelik
uyguladığı politikalar bağlamında ulusal anlamda oluşturmuş
olduğu ‘meşru’ yasal yapıyı, uluslararası boyut ve terimlerle
de destekleyerek hareket kabiliyetini genişletmiştir. İşte bu
yönde, ÇHC tarafından bölgesel (ŞİÖ)3, küresel ve
devletlerarası ilişkilerinde terör odaklı bir politik kamu
diplomasisinin oluşturulması çabasına girişilmiştir. Bu
çerçevede, Doğu Türkistan’daki hak ve adalet talepleri
3 Şangay İşbirliği Örgütü.11
(barışçıl ve yasal olanlar da dâhil), Afganistan’daki
köktendinci hareketler ve al-kaide ile ilişkilendirilmiştir. 11
Ekim 2001’de, Çin Dışişleri Sözcüsü Sun Yuxi yaptığı basın
toplantısında, “ ‘Dong Tu’4 teröristleri sadece Çin’in Sincan
bölgesinde terörizm faaliyetleri sürdürmekle kalmıyor, aynı
zamanda yurt dışındaki terörist teşkilatlarla da temas
içindedirler ve işbirliği yapmaktadırlar. Şüphesiz bunlar Çin’i
tehdit etmektedir. Doğu Türkistan bağımsızlık yanlısı
faaliyetleri uluslararası terörle bağlantı içindedir.” diye
konuşmuştur. Bununla birlikte, aynı basın toplantısında,
“Sincan’da bir grup ‘Dong Tu’ şiddet yanlıları mevcuttur.
Onların terör faaliyetleri yalnızca Çin için değil, bütün
bölgenin güvenliği ve istikrarı için tehdit oluşturmaktadır.
Biz uluslararası toplum ile birlikte ‘Dong Tu’ teröristleri
dâhil bütün terör faaliyetlerine karşı çıkacağız, dünyanın
barış ve istikrarını sağlayacağız” şeklinde Doğu Türkistan
bağımsızlık yanlısı ve bunun yanında hak-adalet talep eden
barışçıl kesimi, toptancı bir bakış açısıyla uluslararası
terörizm kategorisi içerisine sokmaktadır (Ekrem, 2002: 96).
İşte bu bağlam içerisinde politikalarını şekillendiren
ÇHC’nin terörizm kavramının da bir ölçüsü yoktur. Bu terörizm
kavramına göre; bireysel olarak, şiddet yoluyla korku
estirenler terörist olarak tanımlamaktadır. Cinayet dâhil
birçok adli suçluya terörist damgası vurulmaktadır. Aynı suçlar
4 “Dong Tu” kelimesi, Doğu Türkistan’ın Çince tam okunuşu olan “Dong Tu ErQi Si Tan”ın kısaltılmasıdır. ÇHC resmi makamları tarafından bu kelimeninkullanım nedeni ise ülkede Doğu Türkistan kelimesinin yasaklanmasıdır.Yasaklanma nedeni olarak ta, ‘Doğu Türkistan’ın siyasi bir ad olduğu veDoğu Türkistan Cumhuriyeti anlamında kullanıldığı düşüncesidir (Ekrem,2002: 96).
12
Çin’in iç bölgelerinde işlendiğinde ceza hukukuna göre
yargılanırken, Doğu Türkistan’da işlendiğinde “terörist”
suçlamasıyla ağır ceza almaktadır (Ekrem: 2002: 97). İşte bu
çerçevede, Doğu Türkistan’daki Uygur varlığı ve onun etnik
bileşenleri üzerinde derin bir baskı ve korku atmosferi
oluşturulmakta, geçmiş dönemlerde de var olan bu durum ulusal
ve uluslararası alanda görece bir meşruluk kazanarak
radikalizm, terörizm kavramları ile terörizmle mücadele
altından dünya kamuoyuna sunulmaktadır.
Doğu Türkistan sorunun ve bu sorunun dış dünyaya
yansıtılmasında kullanılan söylem ve kavramların süreç
içerisindeki değişimi ve algılanışında kırılma noktasını
oluşturan önemli olaylardan birinin 11 Eylül 2001’de, ABD’deki
ikiz kulelere yönelik gerçekleştirilen terör saldırıları
olduğunu söylemiştik. Bu dönemden sonra, Doğu Türkistan’da
ortaya çıkan olaylara veya burada yaşayan Uygurların
taleplerine yönelik bir terör ve terörist yaftalaması
oluşturulmuştur. Bu bağlamda da ÇHC tarafından bu taleplere ya
da gösterilere verilen cevap(lar) terörle mücadele kapsamında
yani bu kavramın sağlamış olduğu araç-gereç ve yöntemlerle
bastırılmıştır.
Bu çerçevede, 5 Temmuz 2009’da meydana gelen olaylar ve bu
olaylara yönelik ÇHC’nin cevabı yukarıda bahsetmiş olduğumuz
zeminler çerçevesinde ortaya konulması yararlı olacaktır.
Urumçi olayları, Haziran 2009’da, bir fabrikada meydana gelen
ve iki Uygur’un öldürülmesinden sonra Çin hükümetinin olayları
yeterince araştırmaması ve gerekli cezaları uygulamaması
üzerine Urumçi’de Uygurların protestosu üzerine başlamıştır.13
Uygur popülasyonu tarafından, bu olayları şu şekilde
açıklayabiliriz; Uygurların uzun bir süredir toplumsal/ekonomik
ve siyasi bazda maruz kaldıkları ayrımcılık ve baskı
politikaları yüzünden, sembolik bir önem arz eden bu olay
akabinde psikolojik patlama yaşamışlardır ve adalet ve eşitlik
talepleri ile sokaklara dökülmüş, anayasal hakları olan
protesto ve gösteri haklarını kullanmışlardır.5 Diğer yandan,
ÇHC tarafından ise bu olayın algılanışı ve bu algılamanın
sonucu olarak ta alınan tedbirler şu şekilde ortaya çıkmıştır;
Devlet ve devletin hâkim ulusu konumunda olan Han Çinli nüfusa
yönelik gerçekleştirilen protesto gösterileri, ÇHC tarafında
rejim ve statükoya karşı bir tehdit ve dolayısıyla düşman
olarak algılanmıştır. Bu algılama, Sincan Uygur Özerk Bölgesi
valisi Nur Bekri’nin olaylar sırasında yapmış olduğu açıklamaya
da yansımış; “Düşmanın saldırgan manevralarını ezmeye kararlı
bir şekilde devam edeceğiz ve suç işlemenin önüne demir
yumrukla geçeceğiz.” diyerek bu algıyı somutlaştırmıştır (Şen
2009b, 110).
5 1982 tarihli Anayasa’nın 35. maddesi, Çin Halk Cumhuriyeti’ndekivatandaşların ifade, basın-yayın, toplantı yapma, organizasyon kurma, eylemve protesto hakları olduğu belirtmektedir. Ancak, bu özgürlüklerAnayasa’nın dört faklı maddesi tarafından kısıtlanmaktadır. Anayasa’nın 38.maddesi Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki vatandaşların saygınlığını korumayayöneliktir. Bu madde uyarınca, Çinli vatandaşların küçük düşürücü ya dayalan ifadelerle rencide edilmesi yasaklanmaktadır. Anayasa’nın 51.maddesinde vatandaşların özgürlüklerini kullanırken ulusun, toplumun ve dediğer bireylerin özgürlüklerinin zarar görmesine yönelik faaliyetleriengellenmektedir. Anayasa’nın 53. maddesi ise, tüm Çinli vatandaşların kamudüzenini ve ahlaki değerlerini tehdit edebilecek, devlet sırlarına zararverebilecek konularda hassas olmaları gerektiğini öngörmektedir. 54.maddeye göre ise Çinli vatandaşların anavatanın güvenliği, saygınlığı veçıkarlarını koruması zorunluluğu vardır ( ÇHC Anayasası,http://english.gov.cn/2005-08/05/content_20813.htm, 25.10.13’de erişildi;aktaran Budak ve Erdoğan 2006, 113).
14
Urumçi Olaylarında, ilk olarak, olaylar ve sonuçları ile
ilgili ÇHC resmi makamlarında yapılan açıklamalarda 197 kişinin
öldüğü ve 1600’den fazla kişinin ise yaralandığı belirtilmiştir
(Şen 2009b, 110). Ancak bu rakamların gerçeği yansıtmadığı, ölü
ve yaralı kişilerin sayısının daha fazla olduğunu savunanların
sayısı ise az değildir. Çünkü meydana gelen olayların
bastırılması sırasında ölen insanların yanı sıra, daha sonradan
tutuklanan kişilerden 192 kişi de idam edilmiştir. Diğer
yandan, örneğin; Dünya Uygur Kongresi Başkanı Rabiya Kadir,
olayların başladığı gün 10 bin Uygur Türk’ünün ortadan
kaybolduğunu iddia etmiştir (Şen 2009b, 110). Her iki taraftan
ileri sürülen ya da açıklanan rakamların kesinkes doğru
olduğunu belirtmek ve söylemek yanlış olur. Ancak ortada bir
gerçek bulunmaktadır. Bu gerçek ise, organize bir kuvvetin ya
da asimetrik bir gücün, yasal hak ve adalet taleplerine karşı,
belirli bir gruba yönelik, tarihsel bir süreç içerisinde
oluşmuş bir siyasal amaç doğrultusunda girişmiş olduğu
eylemlerinin sonucunda yüzlerce insan şiddete maruz kalmış,
öldürülmüştür. Diğer bir gerçek ve aynı zamanda sonuç ise şudur
ki, ortaya çıkan durum asimetrik bir şiddete ve baskıya maruz
kalan belirli bir grubun, bu şiddet ve baskı sonucu olarak ta
gelecekte bir korku atmosferi içerisinde yaşamaya onları mahkûm
etmiş ve etmektedir.
Bu çerçevede, Ulusal düzeyde sağlanan ve vaat edilmiş
hukuki hak ve özgürlükler, uluslararası anlamda devletlerin
taraf oldukları BM Anlaşmaları gereğince saygı duymaları ve
vatandaşlarına sağlamaları gereken hak ve özgürlük zemininde
mücadelelerini yürüten Doğu Türkistanlı Uygurlara karşı, ÇHC
15
tarafından uygulanan politika ve eylemler, bu eylemelerin
niteliği; başta belirtilen zeminlerde genel bir incelemeye tabi
tutulacaktır.
2. Doğu Türkistan Sorunu ve Uluslararası Hukuk
Her şeyden önce, Doğu Türkistan sorunun uluslararası hukuk
açısından incelenebilmesi için bu sorunun niteliğinin ortaya
konulması gerekmektedir. Bu noktada kullanılacak olan ölçüt ise
sorunun uluslararası mı, yoksa uluslararası olmayan bir
niteliğe sahip olup olmadığıdır. Bir devletin ülkesinde ve
kendi vatandaşları arasında belirli bir alan, amaç çerçevesinde
başlayan çatışma niteliği göstermesi nedeniyle bu sorunun
uluslararası bir niteliğe sahip olduğunu söylemek zor
görünmektedir. Ancak ‘uluslararasılaşmış’ ya da uluslararası
etkiye açık anlamında kullanılan bazı kavramlar da buradaki
çatışmaların kısmen karşılar niteliktedir.
Uluslararasılaşmış silahlı çatışma, doktrinde savunulan
bir görüşe göre bazı silahlı çatışmalar her ne kadar devletin
ülkesinde cereyan eden iç çatışma niteliği olsa da, bazı
durumların mevcudiyeti söz konusu çatışmanın
uluslararasılaşmasını sağlar ve dolayısıyla; eğer herhangi bir
devlet içerisinde meydana gelen iç çatışma uluslararasılaşmış
silahlı çatışma kimliği kazanırsa uluslararası silahlı
çatışmaya uygulanan bütün kavram ve kurallar mevzu bahis iç
çatışma için de uygulanır (Öğüt, 2013: 9). Ancak Doğu Türkistan
sorunun yukarıda bahsedilen genel muhtevası ve ÇHC’nin tutumu
incelendiğin görülmektedir ki, çatışmaların sürekli ve
16
sistemetik olarak, ayrıca karşılıklı bir şekilde sürmüyor
olması, daha çok ÇHC’nin Uygurlar aleyhine asimetrik bir güç
kullanarak sindirme, asimilasyon ve karşı tepkilerde ise
orantısız kuvvet kullanımı olması ve en önemlisi ÇHC’nin bu
karşı tepkileri ‘muharip’ statüsünde değil de ‘terörist’
statüsünde tanımlaması Doğu Türkistan sorunun
uluslararasılaşmış bir çatışma niteliğinde değerlendirmemizi
zorlaştırmaktadır. Diğer yandan, Doğu Türkistan’daki sorunun en
temel çıkış noktalarından biri olan Uygurların bağımsızlık
(self-determinasyon) talepleri sorunun uluslararası bir boyut
alması noktasında önemli bir argüman olarak karşımıza
çıkmaktadır. Ancak 1949 Cenevre Sözleşmesi’ne Ek I Nolu
Protokol de ilk (1-4) maddesinde self-determinasyon hakkı
kolonyal hakimiyet, yabancı işgali ve ırkçı rejimler
çerçevesinde tarif edilmektedir (Yamaner & Öktem vd.: 180). Bu
çerçevede, self-determinasyon hakkına sömürge yönetimi ve
yabancı işgal altında bulunmayan ya da ırkçı rejimle mücadele
vermeyen bir toplumun başvurması mümkün görünmemektedir. Doğu
Türkistan’da yukarıda bahsi geçen kriterlerin klasik anlamları
dışında vuku bulan olaylar ve bu çerçevede argüman haline
dönüşen düşünceler, ÇHC tarafından terörizm ve radikal
düşünceler ile eş tutularak bu yönde ortaya çıkacak
uluslararası norm ve kuralların önüne geçmiş ve geçmektedir.
Diğer yandan, her ne kadar bu tanım ve statülerin
içerisine dahil olmasa da Doğu Türkistan sorununun bazı
nitelikleri, uluslararası niteliğe sahip olmayan ya da
uluslararası olmayan silahlı çatışma içerisinde
değerlendirilebilir. Bu kavram, 1949 Cenevre sözleşmesi, 1954
17
La Hey Silahlı Bir Çatışma Halinde Kültür Mallarının
Korunmasına Dair Sözleşme ve 1977 tarihli Uluslararası Olmayan
Silahlı Çatışmalarda Mağdurların Korunmasına ilişkin 1949
Cenevre Sözleşmesine Ek II. Protokolde geçmiştir (Öğüt, 2013:
10). Bütün bu Sözleşmelerde ortak olan 3. maddede belirtildiği
üzere; uluslararası olmayan bazı silahlı çatışmalarda, insancıl
amaçlı bazı sınırlamaların ve kuralların uygulanması gerektiği
öngörülmüştür. Burada en dikkat çeken ve Doğu Türkitan’da
çatışma süreçleri boyunca yaşananlar göz önüne alındığında şu
maddelerin kati suretle ihlal edildiği ve bu açıdan ÇHC’nin
sorumluluklarının bulunduğu söylenebilir. 1949 Cenevre
Sözleşmesinin 3-1 maddesinde (Yamaner & Öktem vd.: 2):
“Muhasamata doğrudan doğruya iştirak etmeyen kimseler,
silâhlarını terkedenler ve hastalık, yaralılık, mevkufluk veya
herhangi bir sebeple muharebe dışı kalanlar, ırk, renk, din ve
akide, cinsiyet, doğum ve servet veya buna benzer herhangi bir
kıstasa dayanan ve aleyhte görülen hiç bir tefrik yapılmadan
insanî surette muamele göreceklerdir. Bu sebeple, yukarıda
bahis konusu kimselere; aşağıdaki muamelelerin yapılması,
nerede ve ne zaman olursa olsun, memnudur ve memnu kalacaktır:
Hayata, vücut bütünlüğüne ve şahsa tecavüz her
nevi katil, sakatlanma, vahşice muamele, işkence
ve eziyet,
Rehine almak,
Şahısların izzeti nefislerine tecavüz, bilhassa
hakaretamiz ve haysiyet kırıcı muameleler,
Medenî milletlerce elzem olarak tanınan adli
teminatı haiz nizami bir mahkeme tarafından
18
önceden bir yargılama olmaksızın verilen
mahkûmiyet kararları ile idam cezalarının
infazı.”
Diğer yandan, uluslararası insancıl hukuk kapsamında
ortaya çıkan yükümlülükler gereğince, ÇHC tarafından çatışma
süresince ve sonrasında uygulanan yöntemlerin mahiyeti bazı
tanımların yapılmasına ve sonuçlarının ortaya konulmasını
gerektirmektedir. Bunlar soykırım suçu, insanlığa karşı
işlenmiş suçlar ve savaş suçlarıdır. Doğu Türkistan sorunu
uluslararası bir niteliği olmayan sorun olsa dahi çatışmaların
açmış olduğu sonuçlar ve ÇHC’nin taraf olduğu Sözleşmeler
(taraf olmasa dahi) nedeniyle çatışmalarda uyulacak kural ve
sınırlamalar açısından artık teamül haline gelen kurallara
uymak ve onları uygulamak zorundadır. Aksi halde, yukarıda
belirtmiş olduğumuz ağır suçlamalara maruz kalabilmektedirler.
Çalışmanın ilk bölümünde sınırlı bir şekilde çatışmalar
tarihinde sürekli olarak yinelenen maddi-manevi şiddet olayları
ışığında aşağıda verilecek olan ve Uluslararası Ceza
Mahkemesinin statüsünde yer alan tamınlar dikkatle
değerlendirilmesi gerekmektedir.
Statüsünün, 1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesi ve
Cezalandırılmasına Dair Sözleşme’den alıntı yapılarak
belirtilen 6. maddesinde; milli, etnik, ırka dayalı veya dini
bir grubun bireyleri, o grubu kısmen veya tamamen ortadan
kaldırmak amacıyla öldürülür, maddi ve manevi vücut
bütünlüklerine zarar verilir, grubun çoğalması engellenir,
grubun yaşam şartlarına o grubun ortadan kalkmasına yol açacak
şekilde müdahale edilir veya o grubun çocukları zorla başka bir19
gruba aktarılırsa bu hareketler soykırım suçunu oluşturur
şeklinde belirtilmektedir. Yine, 7. maddesinde ise, insanlık
aleyhine işlenen suçlar; adam öldürme, yok etme, köleleştirme,
işkence yapma ve ırza tecavüz gibi fiiller bilinçli olarak
geniş çaplı ve sistematik bir şekilde herhangi bir sivil
topluluğa yöneltilirse, insanlık aleyhine suç teşkil ettiği
belirtilmektedir. Son olarak, savaş suçlarının kapsamını
detaylı bir şekilde dörde ayırdığı 8. Maddesinde ise son iki
maddeyi uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmalarda
işlenmiş eylemler belirlenmiştir. Buna göre; çatışmalarda yer
almayan kişilerin öldürülmesi, esir alınması ve işkence
yapılması; örf-adet hukukuna ilişkin ihlaller çerçevesinde,
kasaba ve köylerin yağmalanması, sivil topluluklara
saldırılması, dini, eğitim, sanat, tarihi yerler kapsamında
olan birimlere saldırılması ve ırza tecavüz suçları
belirtilmektedir (Aksar, 2005: 5).
Bütün bu tanımlar karşısında ilk bölümde bahsi geçen
eylemler düşünüldüğünde ÇHC’nin çeşitli maddelerde suç teşkil
eden eylemlerinin örnekleri görülebilir. Bu çerçevede, gerekli
uluslararası kurum ve organların harekete geçmesi ve
‘müdahalelerin’ yapılması, başta BM olmak üzere diğer bağlı ya
da bağımsız uluslararası kurumların en doğal süreci hareketini
teşkil etmesi gerekir. Uluslararası müdahale, özellikle askeri
bir müdahale üzerinde geçmişten günümüze yapılan uygulamalara
rağmen, devletlerin egemen-eşit bağımsızlığı dolayısıyla ortaya
çıkan iç işlerine karışmama ilkesi (BM Şartının 2-7 maddesi),
BM Şartının 2-4. Maddesi uyarınca kuvvet kullanımının ya da
savaşların (51. maddede belirtilen meşru müdafaa dışında)
20
yasaklanması gerekçeleri ve ortaya atılan siyasi gerekçelerle
desteklenen argümanlar nedeniyle meşruiyetleri konusundaki
büyük tartışmaları ortaya çıkarmış ve çıkarmaktadır (Hancılar,
2011: 119). Ancak bütün bunlara rağmen, temel hak ve
özgürlüklerin garanti altına alınması için devletlerin iç
işlerine müdahale yasağı ile koruma sorumluluğu kavramının ön
plana çıkarıldığı bazı argümanlarda dikkat çekicidir. 2001
yılında Kanada’nın inisiyatifi ile kurulan Uluslararası
Müdahale ve Devlet Egemenliği Komisyonu’nun yayınlamış olduğu
rapor ortaya atılan ve 2005 yılında yayınlanan Dünya Zirvesi
Sonuç Bildirisi’nde belirtilen ‘koruma sorumluluğu’ olarak
belirtilen kavram ile egemen devletin vatandaşlarını kapsamlı
öldürme, tecavüz, soykırım, açlık gibi felaketlerden koruma
sorumluluğu bulunmaktadır (Öğüt, 2013: 15). Doğal olarak, bu
sorumluluğunu yerine getirmeyen ve hatta bahsi geçen eylemleri
uygulayan devletlere uluslararası bir müdahalenin gerekli ve
zorunlu olduğu yorumu yapılabilir. Ancak yine BM şartının bu
gibi eylemleri uygulama alını bırakacak bir anlaşma metnine
sahip olmadığı için insani müdahale kavramı çoğu durumda, BM
Konseyinin veto ettiği durumlarda gayri meşru sayılmakta,
kendisine uygun bir hukuki zemin bulamamaktadır.
Sonuç
Bu kapsamda, söylenebilir ki, sorunun kaynağı ya da özü
olan devletin, yani ÇHC’nin BM’nin karar alıcı
mekanizmalarındaki, özellikle Konseydeki veto yetkisi, gücü ve
konumu; ayrıca, bu devletin dünya siyaseti ve ekonomik reel
21
politiğindeki güçlü konumu, bu konu hakkında BM’nin VII.
Bölümü6 kapsamında bir müdahale ya da önlemin alınmasını
zorlaştırmakta, hatta imkânsız hale getirmektedir. Ayrıca,
ÇHC’nin uluslararası alandaki güçlü konumun sonucu olarak,
sorunun özüne yönelik kullanmış olduğu kavramlar, sorunun
hukuki niteliğini kendi çıkarları lehinde belirlemesine, bu
şekilde dünya kamuoyunu yönlendirmesine ve kendi açısından
meşru çözümler ortaya koyması açasından avantaj sağlamaktadır.
Bu da bizi ne yazık ki, şu etik sonucu çıkarmaya sevk
etmektedir; hakim olan ve uygulandığı iddia edilen uluslararası
hukuk sistemi, mağdur ve ezilenlerin hukuku değil, güçlü ve
ezenlerin hukuku olduğudur, ayrıca kimin mağdur kimin ezilen
olduğuna da kendi siyasi ve ekonomik çıkarları çerçevesinde
karar vererek sistemin devamlılığı sağlanmaktadır. Ancak şu da
belirtilmelidir ki, yukarıda bahsi geçen ve insancıl hukuk
kurallarının konusunu oluşturan suç tanımlarının varlığı ve
Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi bağımsız yargı mekanizmaların
tesisi gelecek için ümit vaat etmektedir. Ancak bu ümidin taze
kalabilmesi için uluslararası sistemin ve onu temsil eden
örgütlerin başta BM olmak üzere hak, hukuk ve adalet
çerçevesinde revize edilmesi elzemdir. Bu durum, çalışmaya konu
olan Doğu Türkistan’ın ve dünyanın başka yerlerindeki diğer
toplumların hak ve adalet arayışları yolunda elde edecekleri
kazamınlar için önemli bir şarttır.
Ömer Çağrı TECER6 Uluslararası barış ve güvenliğin tehdidi kapsamında konsey, bir ülkeyeoluşturulacak bir barış gücü kapsamında müdahalede bulunma yetkisinikullanması.
22
Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü,
Uluslararası İlişkiler A.B.D., Doktora Öğrencisi.
Kaynakça
Aksar, Y. (2005). Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Uygulamalarına
Genel Bir Bakış. Uluslararası Hukuk ve Politika, 1(3), 1-14.
Budak, L., & Erdoğan, İ. (2006). 1990 Sonrası Çin Halk
Cumhuriyeti'nde Kitle İletişim Sistemi ve Temel Sorunlar.
İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi(9), 109-123.
Ekrem, E. (2002). Çin'in Doğu Türkistan Bağımsızlık Hareketine
Yönelik Politikası: 11 Eylül Öncesi ve Sonrası (II.Bölüm).
Stratejik Analiz, 2(21), 93-100.
23
Hancılar, Ö. (2011). Uluslararası Hukukta İnsani Müdahale.
Çankaya University Journal Of Law, 2(7), 97-124.
Hicazi, E. (2010). Soğuk Savaş ve 11 Eylül Sonrası Doğu
Türkistan-Çin Tezleri ve Politikalarına Yönelik Eleştirel
Bir Araştırma. Hür Doğu Türkistan Sempozyumu (s. 45-83). İHH
Araştırma Yayınları Birimi.
Human Rıghts Watch Specıal Report (2005). Devastating Blows
Religious Repression of Uighurs in Xinjiang, Human Rights
Watch, Vol. 17, No. 2(C).
Karaca, R. K. (2007). Türkiye-Çin Halk Cumhuriyeti
İlişkilerinde Doğu Türkistan Sorunu. Akademik Bakış, 1(1),
219-243.
Mazlumder Dış İlişkiler Komitesi. (2010). Doğu Türkitan İnsan Hakları
Raporu. MAZLUMDER.
Öğüt, S. (2013). Uluslararası Hukuk Açısından Suriye. İstanbul: DÜBAM.
Şen, F. (2009a). Çin'in Sincan-Doğu Türkistan Sorunu: Dünü,
Bugünü, Geleceği. Ortadoğu Analiz (inceleme), 7-8(1), 124-134.
Şen, F. (2009b). Uluslararası Tepkiler Açısından Sincan Uygur
Sorunu. Ortadoğu Analiz (inceleme), 1(9), 107-115.
Yamaner, D. D., & Doç. Dr. Öktem, A. 12 Ağustos 1949 Tarihli
Cenevre Sözleşmeleri ve Ek Protokolleri. İstanbul:
Galatasay Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları.
Yiğit, A. (2001). Kazakistan'ın Değişen Etnik Yapısı. Fırat
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 10(2), 1-15.
24
Top Related