Post on 15-May-2023
T.C.
ATATÜRK ÜNİVERİSTESİ
EDEBİYAT FAKÜLTESİ
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ
KLASİK TÜRK EDEBİYATINDA
ZÜHRE, “AFRODİT, LİLİT” KARAKTERLERİNİN ARAŞTIRILMASI
HASAN ÇELİK
100210006
BİTİRME TEZİ
TEZ YÖNETİCİSİ
Yrd. Doç. Dr. SEVDA ÖNAL
ERZURUM-2014
I
İÇİNDEKİLER
KISALTMALAR ve SİMGELER DİZİNİ ........................................................................... II
ÖNSÖZ ................................................................................................................................... III
BİRİNCİ BÖLÜM .................................................................................................................... 1
BELİRLİ KAYNAKLARIN TARANMASI .......................................................................... 1
1.1. ZÜHRE ........................................................................................................................... 1
1.2. AFRODİT ( APHRODİTE ) ....................................................................................... 11
1.3. LİLİT ( LİLİTH ) ........................................................................................................ 19
İKİNCİ BÖLÜM .................................................................................................................... 26
DÎVÂNLARIN TARANMASI .............................................................................................. 26
2.1. HAYÂLİ DİVÂNI ........................................................................................................ 26
2.2. MESÎHÎ DİVÂNI ......................................................................................................... 26
2.3. NEV’İ DİVÂNI ............................................................................................................ 27
2.4. ÜSKÜPLÜ İSHAK ÇELEBİ DÎVÂNI ...................................................................... 27
2.5. YAHYÂ BEY DÎVANI ................................................................................................ 28
BİBLİYOGRAFYA ................................................................................................................ 29
II
KISALTMALAR ve SİMGELER DİZİNİ
Bak: Bakınız
c: Cilt
Çev: Çeviren
g: Gazel
Gökbil: Gökbilim
Haz: Hazırlayan
k: Kaside
Mad: Madde
Mit: Mitoloji
s: Sayfa
ş: Şehrengiz
III
ÖNSÖZ
Bu çalışmanın konusu Zühre, Afrodit. Lilit karakterlerinin çeşitli kaynaklardan
taranması ve Zühre mazmunun çeşitli divanlardan taranmasıdır. Bu çalışma için Atatürk
Üniversitesi merkez kütüphanesinde ki çeşitli kitap, ansiklopedi, sözlükler ve elektronik
ortamda ki birçok makale taranmıştır. Ardından bütün bilgiler kaynakların dışına
çıkılmaksızın bu teze aktarılmıştır. Çeşitli dîvânlar karıştılarak Zühre ile ilgili beyitler
bulunarak, bunlar kaçıncı gazelin kaçıncı beyiti, beyitin bulunduğu sayfa numarası verilmiştir.
Tezimiz bu üç karakter arasında ki benzerlikleri ortaya koymaktadır. Ve bunların doğu-batı
dünyasında ki karşılıkları, ayrıca mitolojik anlamları ve ne şekilde kullanıldıkları da tezimizin
konuları arasındadır.
Bu çalışmam da şahsıma kıymetli vakitlerini ayırarak, bilgi ve tecrübeleriyle değerli
katkılarda bulunan ve çalışmamda ne tür bir metot izlemem gerektiği konusunda beni
yönlendiren hocam sayın Yrd. Doç. Dr. Sevda Önal’ a, kaynak temin etmem konusunda bana
yardımcı olan hocam, Yrd. Doç. Dr. Ahmet Topal’a, Araştırma Görevlisi Sedat Kardaş’a ve
desteklerini esirgemeyen bölüm hocalarıma teşekkürlerimi arz ederim.
Erzurum-2014 Hasan Çelik
1
BİRİNCİ BÖLÜM
BELİRLİ KAYNAKLARIN TARANMASI
1.1. ZÜHRE
AL-ZUHARA, Venüs gezegeni. Gezegenin adı, Arapça “parlamak, aydınlatmak
mânâsına gelen z-h-r kökünden gelmektedir ve bu ad ona fevkâlede parlaklığından dolayı
verilmiştir. Sümer dilindeki adı, Kugler ( Sternkunde and Sterndiest in Babil )’e göre Zib,
Akatlarda Dilbat idi. Mısırlılar Bonu “kuş.., akşam yıldızı Uâtili ve sabah yıldızı Tiu-nutiri
adlarını vermişlerdi. Achilles Tatius’a göre, Venüs, Mısırlılar ve Yunanlılar tarafından aşk
ilâhesi olarak takdis edilmiştir. Gezegenin Yunanca adı, Venüs için sabah yıldızıdır.
Gezegenin Latince adı Stella Veneris veya sadece Venüs’tür; Plinius, ayrıca eş manada
Lucifer, Vesper, Heperus ve Stella lunomis, matris Deûm, Isidis adlarını da vermektedir.
Farsça’da Venüs’ün adı Nâhîd ve İbrânice’de Malkat ha-Şamayim “Göğün kraliçesi… Helel
ben Şahar” sabah yıldızı…bazen Venüs için, bazen Ây için, bâzan da Güneş için
kullanılmaktadır; Meni’nin Venüs’ü gösterdiğini kabûl etmek zordur. Talmud’da Venüs’e
Kochebet “yıldız veya Noga,, parlaklık,, veya Kochab Noga adı verilmektedir.
Astrolojide Venüs. al-Zuhara, Bayât al-Mizân ( Terâzi, gün evi) ve al-Savr (Taurus,
gece evi) üzerinde hükmetmektedir ( rabb ): ayrıca al-Savr ve al-‘Azrâ’ ( Bâkire ) ve al-Cadi
(teke)’den oluşan ikinci musalasa ( Triquetrum ) üzerinde gündüz hâkimi olduğu gibi, 4.
Musalasa ( al-Sarafân, Yengeç, al- ‘Akrab, akrep ve al-hût, balıklar ) üzerinde de hâkimdir;
Şaraf ( coşkunluk ) al-Hût’un 27. Derecesinde Hunût ( deklinasyon )’u al-‘- Azrâ’nın27.
Derecesindedir. Astrologlar al-Muştâri ( Jüpiter )’ye verdikleri en büyük talih yıldızı adına
mukabil Venüs’e en küçük talih yıldızı al-Sa’d al-asgâr adını veriyorlardı. Mutluluk getiren
bu iki gezegen al-Sa’dân ortak adı altında birleştiriliyordu. Simyada al-Zuhara kurşun
demektir. ( İSLÂM ANSİKLOPEDİSİ 1986: 642, 643)
Zühre’nin tabiatı itidal üzre bârit ve ratıptır. Müennes-i leylîdir. Bu yıldıza bakmak
kalbe sevinç verirmiş.
Bu seyyareye mensup olanlar: güzel, zarif, sevdaya meyyal, ve sanatkar olurlar. Zevki
severler ve alâyişe düşkündürler.
Zühre sa’d-i asgardır. Üçüncü feleğe ve Salı gecesiyle Cuma gününe hâkimdir. Bu gece
ile bu günün ilk saatleri buna nispet edilmiştir. Yeşil renk Zühre’ye aittir. Zühre sazende
olarak tasvir edilir.
Şems’i seyyareler arasında (sultan- cihan) addeden eski müneccimler diğer seyyareler, o
sultanın maiyetinde birer hizmet izafe etmişlerdir. Buna nazaran Kamer bu sultanın veziri,
Zühre çalgıcısı, Müşteri kadısı, Utarid katibi, Zühal hazinedarı, Mirrih de seraskeri itibar
edilmiştir.
2
Baki’den;
‘’Bezm-i felekte urmuş idi Zühre sâza çeng
Ayş u safaâa hurrem ü handân ü şâdman’’
Sabri’den;
“Muganni çeng ile baş koşmaz oldu bîm-i kahrından
Meğer Nâhîd kim sâzende-i nüh kasr-ı mînadır.”
Şeyh Galip’ten;
“Zehrasın idüp şefî’ Zühre
Affından o şâhın aldı behre”
Fâtime-tüz-Zehra Peygamberi’in kızı ve Ali’nin eşidir.
Tahirülmevlevi’den;
“Sahn-i mutribhâne-i bâlâda inşa eyliyor
Zühre âyini makamı çârgâh-ı mevlevî” ( LEVEND 1984: 204)
Zühre, arza yakın ve nücûm ilmine göre yeri üçüncü gök olan bir seyyâredir. Fecirden
biraz evvel cenûb-ı şarkî tarafında ve gurûbdan sonra cebûb semtinde görünür. Kervankıran,
çobanyıldızı gibi adları vardır. Edebiyatta bir adı da Nâhîd’dir. Aşk ve musiki ilahi
makamındadır. İlm-i tencime göre tabiatı itidâl üzre bârid ve râtıbdır. Ayş u işret, tehabbüt ve
rikkat, tenahüt ferah, lehv ve lu’b, teganni ve cimâ’, hüsn-i hulk evsafındandır. Yeşil renk bu
yıldıza mensuptur.
Kimyâca adı kalaydır. Utarîd ve Zühal dostları, Güneş, Ay ve Mirrîh düşmanlarıdır.
Yunan esâtirinde Afrodit, Romalılarca Venüs1 mukabildir. Şark esatirine göre Hârût ve
Mârût’u baştan çıkaran ve sonra yıldız olan fettân kadın Zühre’dir.
“Zühre o devrin(1) en güzel kadını olup kâin-i beyne’n-nücûm Zühre gibi teferrüd
eylemiş olmakla müevvel imiş.”
Şiirlerimizde hep bu kadına telmih edilmiştir.
Karanmalı Nizâmî’nin aşağıdaki beyitinde Hârût münasebetiyle Zühre’nin zikri
yukarıki mütaalayı teyid eder mahiyettedir:
1 Bir Roma tanrıçası. Önceleri; tabiatın yaratıcısı, sebze bahçelerinin koruyucusu ve denizlerin tanrıçası olarak
kabul ediliyordu. M.Ö. 2. Yüzyılda Yunan mitolojisinde ki Afrodit ile birleştirilince, önemi daha da arttı ve adına yeni tapınaklar inşâ edildi. Güzelliğin ve dişiliğin sembolü olarak Afrodit kadar ehemmiyet kazanmadı ise de , özellikle Roma’da heykel ve resimlere konu olmuş ve paralar üzerine resimleri yapılmıştır.( Yeni Türk Ansiklopedisi, C.12, s. 4622)
3
“Zekanın çâhı ne sâhirdir eyâ Zühre-cebin
Ki suya ilter ü susuz getirir Hârûtu “(2)
Nizâmi
Zühre yıldızına mensup olanların tâlihi iyi olur.Çünkü sa’ad-i sagardır:
“Bulunmaz ehl-i hüner kevkebinde ehl-i sa’d
Arûs-ı Zühre’ye dâmâd olursa her ne kadar”
Âgâh
“Zühre’yi pâyine çârihe eder
Çarhtan istese duhter Hayder”
Fâzıl
Rus imparatoruna çar, karısına çariçe denilirdi. Bulgarlar da krallarına çar, kraliçeye
çariçe diyorlardı. Zühre mûsıkî ilâhesidir:
“Meclis –i aşkında çengi Zühre, deffaf âfitâb
Neylesin raksetmesin mi zerre-i nâçizler”
“Pür etti nâlelerim çarhı ey Vecdi
Aceb mi Zühre eğer olsa sâzdan fâriğ”
Vecdî
“Bezm-i felekte urmuş idi Zühre sâza çeng
Ayş u safâda hurrem ü handân u şâdman’’
Bâkî
Çeng, saz mânâsında değil, pençe mânâsındadır.
“Rezme Mirrîh ü bezme Nâhîd’iz
Tîg ber-kef rebâb der-begaliz”
Nâilî-i Kadîm
Beyitte leff ü neşr müretteb vardır: Kef Mirrîh’e, rebâb Nâhîd’e aittir.
4
“O bâğ-ı huld-ı maânîde kim ola şeb ü rûz
Nevâ-yı bülbül ü âheng-i nağme-i Nâhîd”
Nâilî Kadîm
“Zühre’ye Sâzende-i Felek de derler. Sâzendeler ana mensuptur. Anı tasvîrlerde bir
çengi kız şeklinde yazarlar.”
(1) Hârût ve Mârût devrinin
(2) “Sulu dereye götürür de susuz getirir” atalar sözüne işarettir. İlter: İletir, Götürür, ulaştırır.
İletir sözündeki (e) ıskât edilmiştir.(KURNAZ 2009: 501)
Zühre, Venüs gezegeni, Çulpan, Çobanyıldızı’nın Arapça adı.
Edebiyat. Efsaneye göre güzel bir kadındı. Harut ile Marut’u baştan çıkararak
gökyüzüne yükseldi. Ancak tanrı tarafından yıldız haline getirilerek cezalandırıldı.
‘’Gökteki Hârût Mârût aşk için indi yere
Zühre yüzün göricek unuttu Rahman’ını’’
Yunus Emre
Zühre’nin içki âlemleri, eğlencelerde saz çalıp, şarkı söylediği anlatılır. Güneş cihan
sultanı, Zühre de onun çalgıcısı olarak canlandırılır. Divan şiirinde çeng, saz musiki, nağme
gibi sözcüklerle birlikte anılır. (BÜYÜK LAROUSSE SÖZLÜK ve ANSİKLOPEDİSİ 1986:
12799)
‘’Bezm-i felekte urmuş idi Zühre sâza çeng
Ayş u safaâa hurrem ü handân ü şâdman’’
Bâkî
Ilımlı, soğuk ve nemlidir. Uğurlu bir gezegendir, ancak Müşteri’ye göre daha az
uğurlu olduğu için Sa’d-i asgar denilir. Görevi çalgıcılıktır. Minyatürlerde çoğunlukla çeng
çalarken gösterilir. Rengi beyaz, egemen olduğu günler Salı gecesi ile cuma gününün ilk
saatleridir. Dostu Utarid ve Zuhal, düşmanı Merih’tir. Halk arasında adı Kervankıran ya da
Çobanyıldızı’dır. Dünyaya en yakın ve parlak olduğu ve güneydoğudan çıktığı için kevkeb-i
seher (sabah-seher yıldızı), günbatımında güneybatıdan göründüğü için kevkeb-i i’şâ (akşam
yıldızı) denilir. Bir adı da Nâhid[e]’dir. Ilımlı, uygun yardımcı, sevgi ve duygun, duyarlı
insan tipini simgeler. Etkisi, eğlenceye, neşeye, sevgiye yöneliktir. Bunlarla kadın özellikleri
gösterir. Müzik gibi sanatlara ve hayalî işlere yatkındır. İnce istekler, derin tutkulara, şehvetli
duygulara egemendir. Buna bağlı kadınlar da çok çekici ve sevgi doludur. Buna ilişkin kişiler,
tombul, gelişkin, orta boylu, ince , duyarlı tenlidir. Gözler koyu, parlak ve anlamlıdır.Gönül
çekici, güleç, tatlı, ruh okşayıcıdırlar. İnsan bedeninin üretim organları, boyun damarları,
böbrek ve boğazı, çeneyi, bedenin ölçülü oluşunu, cilt güzelliğini, güzel saçları, güzel eti
simgelerler. Sanata eğilimleri varsa da düşünceye yoktur. Bunun için akıldan çok duygularını
5
kullanırlar. Bunun etkisinde doğanlar sevimli, güler yüzlü, hoş davranışlı, yaltaklanan
kişilerdir. Bu gezegen Sevr ve Mizân burçları üzerinde etkilidir. Sevr burcu yanı ile daha çok
maddi şeylere, çiçekler, kokular, güzel kumaşlar, takılarla ilgilidir. Mizân yönüyle de hayale
yönlenir. ( AND 2007: 357, 358)
Nahid, Çobanyıldızı, Venüs, sa’d-ı asgar(küçük mutluluk) sayılır. Bu yıldızın tesiri
altında ki burçlarda doğanlar güzel, zarif, zevk sahibi, zeki, maharetli ve sanatkâr olurlar.
Fazla hissîdirler. Üçüncü felek Zühre’ye aittir. Cuma günü ve salı, gecesi onun tesirindedir.
Yeşil ve parlak renklerde ona aittir. Feleğin sâzendesi olarak bilinir. Efsâneye göre Zühre
İranlı, çok şûh ve güzel bir kadın imiş. Hârût* ve Mârût* adlı meleklerden göğe yükselmenin
yolunu öğrenip ortaya çıkmıştır.
Yunan mitolojisine göre aşk ve müzik tanrıçası Afrodit veya Venüs işte budur. Gök ile
gündüzün kızıdır. Zühal, babasını öldürdüğü zaman birkaç damla kan, denizde bir köpüğe
düşmüş. Afrodit bu kan ve köpükten doğmuş. Bu yıldıza bakmak gönlü ferahlatır ve ruha neşe
doldururmuş. Dîvân şiirinde çok zaman şarkı, aşk, güzellik ve çalgı ile birlikte anılır.
“Pişân-ı mâh-ı bedrin bendini etdin şikest
Telh edip bezm-i hevâyı Zühre’yi kıldın zelîl’’
Nâdiri
“Bezm-i felekde urmuş idi Zühre sâza çeng
Ayş u safâda hurrem ü handân ü şâdmân’’
Bâkî
“Yıllar durur ki Zühre ta’lim-i sâz eyler
Bezminde tutmağa çeng olmadı dahi kabil”
Karamanlı Nizamî
( PALA 2011: 494, 495)
Nâhîd. Aredvisur Anâhitâ, Aredvisur âb, Anâhîtâ, Anahita, Zühre(Venüs), Çobanyıldızı
gibi isimlerle de bilinen Nâhîd, Eski İran’da sulardan sorumlu büyük tanrıçalardan biri olarak
dinsel ayinlerde çok özel bir yere sahiptir ve ona olağanüstü bir saygı gösterilir. İran
tarihindeki geçmişi çok eskilere, Zerdüşt öncesi dönemlere kadar gider. Yunan tarihçileri
Anahita’yı iffet ve günahsızlık tanrıçası, Artemis, Bizans tarihçileriyse Diana diye
6
adlandırırlar. Arapların Cahiliyye döneminde tapındıkları putlardan olan Uzzâ da onunla aynı
özellikleri taşır. Veda kaynaklarında tanrıça Sarasvati’yle eşdeğer kabul edilir. İnanışa göre
adrevi nitelemesi önceleri Sarasvati’ye aitti ve Hindistan’ın Pencap bölgesinde bölgesinde
bulunan küçük bir kutsal ırmağın adıydı. Daha sonra Sarasvati’nin yerini iki nitelemesi olan
Adrevi ve Sure aldı. Eski İran kültüründe âdîne(cuma) günü Nâhîd’e özgüdür.
Aredvisur Anâhitâ üç sözüğün birleşiminden oluşur. Adrevi: çevresindeki topraklara
bereket sunan mitolojik bir nehir adı; sûr: güç ile; Anâhitâ: temiz, kusursuz, saf(ân:
olumsuzluk edatı, âhitâ: pislik, ayıp kusur) anlamlarında kullanılır.
Avesta’da Anâhitâ, Pehlevicede anâhîd, anâhit, Frasçada Nâhîd, Ermenicede Anahit ve
Yunancada Anatis adlarıyla bilinen Anahita, dört temel öğeden suyun koruyucusu ve
sorumlusu olan melektir;’’suyu bol ve temiz nehir; gür ve duru su’’ anlamlarında kullanılır.
Avesta’da nitelendiği gibi bu su cennet sularından olup dünyanın tüm sularının
büyüklüğündedir ve yedi ülkeyi sulayıp Ferâhkert denizine dökülür. Birçok inanışta hayatın
başlangıcı ve doğuşun temeli hep dişi yaratıklarla ilişkilendirilir. İran’da Anahita , suyu bol ve
duru ırmakların, yeryüzünün bütün sularının ve bütün üretkenliklerin kaynağı, annelerin
memelerindeki sütlerişn temizleyicisi, güç, parlaklık, duruluk, ve arılığın simgesidir; başında
yıldızlarla donanmış altın taç, teninde altın elbiseler ve altından çok daha değerli
gerdanlıklarla süslenmiş bir tanrıça olarak nitelenir. Avesta’da bu tanrıça çok güzel, uzun
boylu, alabildiğine alımlı ve özgür bir genç kız olarak anılır.
Ey spitama Zerdüşt! Aredvisur adındaki çeşme erkeklerin tenlerindeki tohumlarını, kadınların
rahimlerindeki çocuklarını, annelerin göğsündeki sütü temizlerAredvisur hanım yardıma yetişsin!
Bütün kadınların doğumunu kolaylaştıran, gerekli olduğunda bütün kadınların memelerine süt indiren
odur.
Adrevisur Anahita her zaman genç, güzel, alımlı, boylu poslu, mutlu, özgür, saygın ve soylu bir kız
görünümünde, üzerinde çok değerli ve göz alan süslü elbiselerle görünür. Doğrusu ulu Adrevisur Anahita, her
zaman âdeti olduğu üzere elinde bersem, kulaklarındaki güzel gerdanlığıyla görünür.
Fars yazıtları ve tarihçilerin verdikleri bilgilere göre çok eski devirlerden beri yaygın
olarak övgülere konu olan Anahita’ya özel olarak tapınaklar yapılmakta, bu tapınaklarda
İranlı rahibeler için birer sakınma ve tanrıya yaklaşma yeri olarak kabul edilmektedir. Anahita
tapınaklarının en önemli ve en görkemlileri Hemedân Şûş ve Kengâver’dekilerdir (kalıntıları
günümüze kadar gelmiştir). Bu yapılar Husrev-i Pervîz dönemine ait olup Şirin’in yaşadığı
binalar olarak bilinir. İran ve çevre ülkelerde bulunan Anahita tapınakları, genellikle yörenin
büyük ve suyu bol ırmaklarının kıyılarına inşa edilmiştir. Ermenistan ve başka Asya
ülkelerinde de Anahita ve tapınaklarına rastlanması, bu tanrıçanın inananların yaşadığı
bölgelerin dışında da ün kazandığını gösterir; IV. yüzyıldan itibaren Zedüşt ateşkedeleri ve
Anahita tapınakları yerlerini Hristiyanların kiliselerine bırakmıştır.
Anahita halk arasında çok sevilen bir tanrıça, belki de Mezopotamya’daki İştar’ın bir
şekliydi. Bazen el değmemiş bir bakire, bazen de büyük bir fahişeydi; suyun, döllenmenin ve
bereketin tanrıçasıydı.
7
Anahita’nın dört beyaz atın çektiği bir arabası vardır. Atları bulut, yağmur, kar ve
doludur. Göklerin en yüce katında yaşar. Her gölün, her ırmağın, her denizin kıyısında yüz
pencereli, bin sütunlu, dayalı döşeli ve çok süslü bir evi vardır. Ahura Mazda’nın emriyle
göklerden aşağıya yağmur, kar ve dolu gönderir.
Fars edebiyatı ve Farsça sözlüklerde Nâhîd, Nâhîde, ve Nâhî: ergenlik çağına gelmiş kız
anlamıyla da geçer.
Öte yandan Nâhîd, Fars edebiyatında güneş sisteminin en parlak yıldızlarından biri
olarak kabul edilen (üçüncü felekte bulunup bazen sabah bazen de akşamları doğan) Zühre ile
eşanlamlı olarak feleğin şarkıcısı, güzellikler sergileyen, süslenip bezenme simgesi şeklinde
yansımakta, bazen de eski anlamlarını çağrıştıracak sözcüklerle birlikte kullanılmaktadır.
Bir rivayeter göre Nâhîd, yıldıza dönüşmeden önce Babil’de yaşayan çok güzel ve
alımlı bir kadındı. Hârût ve Mârût sınanmak için yeryüzüne gönderildiklerinde onun evine
gidip güzelliğinin büyüsüne kapıldılar ve aldanarak günahlara daldılar. Nâhîd onlardan ism-,
azamı öğrenip bu sayede göklere yükselmiş ve Allah tarafından yıldıza dönüştürülmüştür.
Mazdeist inanışta dört temel öğeden biri olan su, ateşten sonraki ikinci kutsal nesnedir.
Bu öğelerden her birinin Avesta’da özel bir yeşti vardır; Nâhîd’e özgü olanı Âbân Yeşt adını
taşıyıp 30 kerde ve 133 bentten oluşur. İki kısımdan oluşan Âbân Yeşt’in ilk kısmı Nâhîd’in
özellikleri ve övgüsüne ayrılmıştır.
Nâhîd, Fars edebiyatında özellikle Zühre adıyla bilinip bir çok mazmunda yer alır:
Zühre perverden: güzelin yüzünü süslemek; Zühre cebîn: güzel yüz; Zühre ruh: sevgili;
Zühre-yi çengî: şarkıcı Zühre; Zühre had: güzel yüz; Zühre rûy: güzel (parlak) yüzlü; Zühre
sîmâ: güzel yüz; Zühre tâli’: talihli; Zühre tarab: mutlu; Zühre likâ: parlak yüzlü; Zühre nevâ:
güzel sesli, iyi okuyan; Nâhîd-i Çengî: feleğin şarkıcısı Zühre; Nâhîd-i işretzây: feleğin
çalgıcısı Nâhîd…
Kutsal Yezdân’ın en güzel adlarına,
Işık saçan güneşe ve kara toprağa,
Tahta, taca, aya ve Nâhîd’e yemin
Bakmadın kötü gözle size ben.
Firdevsî
Kükremiş bir aslan gibi, savaş anında,
Nâhîd’e benzer, eğlence gününde.
Firdevsî
8
Güvenme dünyaya ve varsa bir kadeh şarabın,
İç neşesiyle tatlı dillilerin ve Zühre yanaklıların.
Hâfız-ı Şîrâzî
Talih yıldızımın zulmünden seher vakti gözüm,
Öylesine ağladı ki Nâhîd gördüğünde ay sandı.
Hâfız-ı Şîrâzî
Hangi Zühre yanaklı, peçesini attı da
Ateş, utanç terinden suya dönüşüverdi.
Sâib-i Tebrîzî
Yükseldi doğu tarafından Nâhîd,
Karanlık madenden çıkan ışıltılı cevher gibi.
Pervîn-i İ’tisâmî
( YILDIRIM 2008: 539, 540, 541)
Türklerin çeşitli gök cisimleri arasından güneş ve aydan sonra en çok kutsal sayıp dini
bir anlam ve önem verdikleri Venüs yani Zühre ya da Çoban yahut Çolpan veya Sabah Yıldızı
olmuştur. Solban veya Çolpan yıldızına yüklenen bu kutsiyet Abakanlı kamların ilahilerinde
daha belirgin olarak görülür. Güney Sibirya’da Zühre yıldızı at sürülerinin koruyucusu olarak
kabul edilmekteydi. Türkler arasında Zühre yıldızına atfedilen bu kutsiyet ve ona bağlı
inançlar, bazı araştırmacılar tarafından Hindu akidesiyle bağlantılı olarak görülmüşse de Hint
kültürünün at’a yabancı olduğu unutulmamalıdır. Ayrıca Jean-Poul Roux Türklerin ve
Moğolların Dini adlı eserinde 7. ve 9. gezegenler olan Venüs ve Marsın pek çok ritin kaynağı
olması ve bu sayılara oldukça önem verilmesini bu yıldızlarla ilişkili olabileceği belirtilmiştir.
Müşteri (Jupiter) yıldızı ise Türklerin takvim bilgisinde önemli rol oynamıştır. Türkler XI.
yüzyıldan itibaren Türkler bu yıldıza Ongay adını vermekteydiler. Günümüzde Anadolu’nun
birçok bölgesinde de bu yıldıza Öngay veya Öngey adı verilmektedir. Bu yıldızın dönüş süresi
on iki gezegenin dönüş süresine yakındır. Bu durum Kutadgu Bilig’de, “Ondan sonra gelir,
ikinci olur Ongay; Her evde kalır on ay, ayrıca da iki ay” şeklinde ifade edilir.
Yakutlar, Zühre ve Merkür yıldızlarının bir araya gelmesinden korkarlardı. Yakutların
bu davranışında bu yıldızlar ile ilgili anlatılan bu mitolojik olayın etkili olması muhtemeldir.
Yakutlara göre, Zühre yıldızının adı Çolban Hanım’dır. Bu genç kız Ülker yıldızını
sevmektedir. Fakat ne zaman Ülker ile bir araya gelip birleşseler kalpleri atmağa, göğüsleri
kabarmağa, nefesleri sıklaşmaya başlar. Bu nefesler birer dalga olur derhal bir kasırga çıkar
9
ve ortalığı birbirine katar. Dolayısıyla bu yıldızların bir araya gelmesi Yakutları korkuturdu. (
KIYAK 2010:191, 192)
İdris Peygamber zamanındaki melekler, insanların günahkâr hâllerine bakarak Allah’a:
‚Ya Rab! Meleklerine secde ettirdiğin insanoğlu günah içinde yüzüyor, buna nasıl tahammül
ediyorsun?‛ dediler. Allah onlara ‚‘Eğer siz onların yerinde olsaydınız aynı şeyleri yapardınız.
Onlardaki nefis ve şehvet sizde olmadığı için böyle söylüyorsunuz.’ deyince de ‘Haşa! Biz
onlar gibi yapmazdık!’‛ dediler. O zaman Allah, en güvendikleri iki melek seçmelerini, o iki
meleği imtihan için yeryüzüne indireceğini söyledi. Meleklerin en üstünlerinden olan Hârût
ile Mârût’u seçtiler. Allah onları Bâbil’e indirdi. Hârût ve Mârût, gündüzleri insanların
davalarına bakıyorlar, geceleri İsm-i Âzam duasını okuyarak göğe çıkıyorlardı. Bir gün
kocasından şikâyetçi olan İranlı Zühre adlı bir kadın bunlara müracaat etti. Kadın çok güzeldi.
İkisi de kadına vuruldular ve kâm almak istediler. Kadın onlara ya içki içmelerini, ya kocasını
öldürmelerini, ya da puta tapmalarını şart koştu. Bunlar ilk gün razı olmadılar. İkinci gün
kadın şartlarını tekrarladı. Nihayet üçüncü gün razı olup bu üç şartın en hafifi olan içki içmeyi
kabul ettiler. Ancak içkiyi içince, puta da taptılar ve kadının kocasını da öldürdüler. Kadın
onların sarhoşluk anında göğe çıkmak için okudukları duayı öğrendi ve semaya yükseldi.
Allah da onu gökyüzünde parlak bir yıldıza çevirip insanlara ibret olsun diye orada bıraktı.
İşte Zühre (Çoban Yıldızı, Venüs) bu kadın imiş. Olaydan sonra Allah bu iki meleği
cezalandırmak istedi. Onlar da İdris peygambere müracaat edip şefaat dilediler. Allah da
dünya azabı ile ahiret azabı arasında onları muhayyer bıraktı. Onlar ahiretin ebedî, dünyanın
fâni olduğunu düşünerek dünya azabını istediler. O zaman Babil’de ateş dolu bir kuyuya baş
aşağıya asıldılar ve insanlarla sihir yoluyla konuşmaya başladılar. Aşağılarındaki suya asla
erişemiyorlardı. Kendilerine müracaat eden kişilere sihir ve büyü öğretiyorlar ancak bunu
yapmanın günah olduğunu söylüyorlardı. İbn Hazm’dan bir rivayete göre bir zat, büyü
öğrenmek için Hârût ve Mârût’a gider. Onları asılı vaziyette dili sarkmış ve derileri simsiyah
olmuş bir hâlde bulunca hayretinden ‚La ilahe illa’llah‛ der. Melekler bunu duyunca adama
kim olduğunu sorarlar. O da insanlardan biri olduğunu söyler. Hârût ile Mârût ona ‚kimin
ümmetindensin?‛ diye sorarlar. O da ‚Muhammed ümmetindenim‛ diye cevap verir. O zaman
Hârût ile Mârût ‚Çok şükür kıyamet yaklaştı, cezamızın bitmesi yakındır‛ diye sevinirler. Bu
öyküde Hârût, Mârût ve Zühre adlı güzel bir kadın vardır. Zühre, Venüs yıldızının Arapça
adıdır. Sümer Tanrıçası İnanna (İştar) da Venüs yıldızını simgelemektedir. O aynı zamanda
erkekleri baştan çıkaracak kadar güzel ve alımlıdır; Zühre de öyledir. İnanna’ya Çoban
Tanrısı Dumuzi ve Çiftçi Tanrısı Enkidmu âşık olmuştur. Burada görüldüğü gibi İnanna’nın
karşılığı Zühre, Dumuzi ve Enkimdu’nun karşılığı Hârût ve Mârût olmuştur. Bunlar
Sümer’deki çok tanrının tek tanrılı dinlere melek olarak girdiğini kanıtlamaktadır. Hârût,
Mârût meleklerinin adı Acemce’den gelmektedir. Hârût, sihirbaz veya büyücü; Mârût, kuyu
anlamındadır. Divan edebiyatında bu ikisi sevgilinin büyülü bakışı olarak kullanılmaktadır
(Çığ 2012: 83). İşte klasik İslam edebiyatındaki romans kahramanı Leylî de İştar, Astarte,
Afrodit, Venüs, Beltis, Mylitta Atargatis (Yunanca: Dergeto), Artemis gibi çeşitli adlarla
anılan aşk ve savaş tanrıçasının yüzyılları aşarak klasik Yakın Doğu edebiyatına ulaşmış
temsilcilerinden en önemlisidir. Bütün bunlar göz önüne alındığında, Hârût ve Mârût’un
köken olarak Yahudi ve Zerdüşt dinlerinin kutsal metinleri ile Hint ve Mısır mitolojilerine
dayandırıldığı görülmektedir. Bunların Ermeni asıllı oldukları da kabul edilen yaygın
10
görüşlerdendir. Bazı araştırmacılar daha da geriye giderek, rivayette yer alan Zühre’den
hareketle konuyu Sümer ve Babil mitolojisine dayandırmaktadır. Bu araştırmacıların çıkış
noktası ise Zühre’nin temsil ettiği kadın ve güzel tipinin adı geçen mitoloji ve toplumlardaki
aşk tanrıçaları ile aynı imajı sergilemesidir. Zühre, klasik edebiyattaki temsilcisi Leyla, gerek
temsil edildiği siyah rengi gerekse de diğer vasıfları açısından adı geçen aşk tanrıçalarıyla
benzerlik göstermektedir. Aslında konunun dayandırıldığı dinler ve mitolojilerin hüküm
sürdüğü coğrafyaları ile gösterilen kaynaklar içerisinde bilinen en eski tarihli metinlere sahip
olan Sümer, Babil ve Akad coğrafyaları dikkate alındığında bunların menşesi ile ilgili ipuçları
Mezopotamya medeniyeti ve uygarlıklarını işaret etmektedir (KARDAŞ, 2013:32, 34,35, 36)
Gökyüzünün Güneş ve Ay’dan sonra dört kadir parlaklığıyla en parlak cismi olan Venüs
halk arasında Çobanyıldızı, Zöhreyıldızı, Sarıyıldız, Maviyıldız, Kervankıran gibi isimlerle
anılmaktadır. Eski Türk kültüründe Tanyoldız adı verilen Venüs, çok güzel bir kızdır. Sabaha
karşı doğduğu için adına Tanyıldızı denilmiştir. Bu yıldız batı mitolojisinde de daima kadın
güzelliğinin sembolüdür. Güney Sibirya halklarının çoğuna göre Zühre yıldızı, atlarıN ve at
sürülerinin koruyucusudur. Sürü sahipleri Zühre’ye kurban keserler ve etleri ateşe yakarak
Zühre’ye gönderirler. Venüs bir akşam bakarsınız batı ufkunda güneşten sonra batan akşam
yıldızı ya da sarı yıldız; bir sabah Toroslardan gün doğmadan önce bakarsınız göz kamaştırıcı
güzellikte bir mavi yıldızdır. Akşam yıldızıyken güneşini takip eden Venüs, mavi yıldızken
güneş tarafından takip edilen bir güzeldir. Olympus kraliçesinin ismi olan Venüs, Yunan
mitolojisinde Afrodit, Hitit mitolojisinde iştar, Sümer mitolojisinde İnanna ile temsil
edilmektedir. Sümer şairlerine göre Tanrıça İnanna; toplumun süsü, Sümer’in neşesidir. Bir
tanrıçanın adını taşıyan tek gezegen olan ve %90 oranında haritası çıkarılan Venüs’ün bütün
yüzey şekillerine kadın isimi verilmiştir. Venüs’ün bir zamanlar kadın olduğuna dair Araplar
arasında da yaygın bir efsane vardır. Bizde de Zöhre, Zehra gibi birçok ismin kökeninde
Venüs vardır. Başka bir efsane de Zühre’nin Harut ve Marut isimli iki meleği baştan çıkartan
güzel bir kadın olduğu ve bu iki melekten öğrendiği duayı okuyarak gökyüzüne ağıp yıldız
olduğu anlatılıyor. Astrolojide uyumu, dengeyi, güzelliği ve estetiği sembolize eden Venüs;
bütünleştirici, birleştirici, barışı sağlayan, uyum ve denge yaratan özellikleriyle evrensel dişil
prensibi temsil eder. Venüs insanları bir araya getirir ve bağlayıcıdır. Dolayısıyle aşk ve sevgi
ile doğrudan ilintilidir. (MEYDAN, 2013:7)
Erzurumlu İbrahim Hakkı Marifetname adlı eserinde felekleri aşadıdaki şemada ki gibi
sınıflandırmıştır ve bu şemada Zühre üçüncü katta yer almaktadır.
11
1.2. AFRODİT ( APHRODİTE )
Aphrodite, Eski Yunan’da Aşk ve Güzellik Tanrıçası. Romalılar tarafından Venüs’le
özdeşleştirilmiştir. Efsaneye göre Aphrodite, Uranus’un (Gök), oğlu Kronos tarafından
kesilerek deniz atılan cinsel organının çıkarttığı beyaz köpüklerden doğmuştur. (Yunanca
aphros: “köpük”). Bir deniz ve denizcilik tanrıçası olarak Aphrodite’ye çok yaygın bir
biçimde tapılmış; özellikle Sparta, Thebai, Kıbrıs ve kimi başka yerlerde Savaş Tanrıçası
olarak da saygı görmüştür. Oysa Aphrodite, temel olarak Aşk ve Bereket Tanrıçası’ydı ve
hatta kimi durumlarda evlilikleri yönetirdi. Fahişeler Aphrodite’yi kendi koruyucuları olarak
görürlerdi ama genelde halk arasında onun ağırbaşlı, ciddi hatta sert bir tanrıça olduğuna
inanılırdı.
Birçok bilim adamı Aphrodite’ye tapmanın Yunanistan’a Doğu’dan geldiği ve birçok
özellikle de Sami kavimlerine özgü olduğunun kabul edilmesi gerektiğine inanır. Her ne kadar
Homeros Aphrodite’den Kıbrıs’ta yaygın olarak tapınıldığı için “Kıbrıslı” olarak söz ederse
de bu dönemde Aphrodite çoktan Helenleşmişti. Homerso’a göre Zeus ve Zeus’un
Dodona’daki eşi Dione’nin kız olan Aphrodite, Odysseia’da demircilerin Topal Tanrısı
Hephaistos ile uygun olmayan bir evlilik yapmasına karşın zamanını kızı olan Harmonia’nın
babası olan yakışıklı Savaş Tanrısı Ares’le gönül eğlendirerek geçirir.
12
Aphrodite’nin ölümlü aşıkları arasında en önemlileri, kendisinden Aineias adlı bir oğul
sahibi olduğu Troya’lı çoban Ankhises ile avlanırken bir yaban domuz tarafından öldürülen
ve Adonia Şenliği’nde kadınların yasını tutup ağıt yaktıkları genç Adonis’tir (aslında Sami
kökenli Doğa Tanrısı ve İştar-Astarte’nin kocası). Adonis kültü yer altı dünyası ile ilgili
özellikler taşır; Aphrodite’nin de Delphoi’deki ölülerle ilişkisi vardır.
Aphrodite’nin en önemli tapınma merkezleri Kıbrıs’taki Paphos ve Amathus ile bir
Minos kolonisi olan Kythera Adasındadır. Kythera’da Aphrodite kültü büyük olasılıkla tarih
öncesi dönemde ortaya çıkmıştır. Yunanistan’da ise en büyük tapınma merkezi Korinthos’tu.
Eros, Kharit’ler ve Hora’lar (Mevsimler) ile olan yakın ilişkisi, Aphrodite’nin bereket artırıcı
rolünü vurgulamaktadır. Ayrıca birçok yerde dünyadaki yaratıcı öğeyi simgeleyen Genetrix
olarak da saygı görmüştür. Filozof Platon, Aphrodite’nin Ourania (Gökte Oturan) ve
Pandemos (Herkesin) sıfatlarını yanlış yorumlamış ve bu unvanların düşünsel aşkla sıradan
aşkı belirttiğini sanmıştır. Oysa Ourania onurlandırıcı bir sıfatta ve bazı Doğu tanrılarına
verilirdi. Pandemos ise Aphrodite’nin kent devleti içindeki konumunu belirtiyor.
Simgelerinden bazıları güvercin, nar, kuğu ve mersindir.
Yunan sanatının erken dönemlerinde Aphrodite ya Doğulu, çıplak tanrıça tipinde ya da
öbür tanrıçalar gibi ayakta ya da otururken betimlenmiştir. Tanrıça ilk kez İÖ 5. Yüzyıl
Yunan heykecilerinin elinde kişilik kazandı. Tüm Aphrodite heykellerinin belki de en ünlüsü
Praksiteles tarafından Datça Yarımadasındaki Knidoslular için yapılmıştır; bu heykel daha
sonra Milo Venüsü gibi Helenistik Dönem başyapıtlarına model olmuştur.
( ANA BRİTANNİCA 1986: 193)
Eski Yunanlıların aşk tanrıçası. Afrodit’in önemi Yunanlıların aşkı sadece duygusal
açıdan ele almayıp, bu kavramı, canlıları birleştiren doğal bir güç olarak
değerlendirmelerinden gelmektedir.
Yunanlıların Afrodit’in gücünün yeryüzünde ki tüm varlıkları, bitkileri, hayvanları,
insanları, tanrıları, hatta tanrıların tanrısı Zeus’u etkilediğine inanmışlardı.
Yunan mitolojisine göre Afrodit, Zeus’tan önce yaratılmış olduğu için, Zeus’u da
etkileyebiliyor. Olimpos dağının öteki tanrı ve tanrıçalarının aksine, tanrıların tanrısından
emir almıyordu. En yaygın inanışa göre Afrodit, Uranus’un kanıyla köpüren denizin
köpüklerinden meydana gelmiştir. Gene de Afrodit’i Zeus’a bağlı kılabilmek için onun da
Zeus’un soyundan geldiğini savunanlar da vardır. Bunlara göre Afrodit, Zeus ile Dione’nin
kızıdır.
Afrodit Yunan mitolojisine doğudan gelmiş bir tanrıçadır. Gerçekten de Afrodit’in
kökü Babil mitolojisinde ki İktar’a kadar uzanır. Afrodit sevgisinin, Orta-Doğu’dan ilk kez
Kıbrıs adasına ulaşıp yaygınlaştığı, buradan Yunanistan’a atladığı sanılmaktadır. Çağlar boyu
Yunanistan’ın çeşitli kentlerinde Afrodit adına birçok tapınaklar yapıldı. Sanatçılar Afrodit’in
heykel ve resimlerini yaratmak için birbirleriyle yarıştılar. Afrodit’in Roma mitolojisindeki
karşılığı Venüs’tür. Elde bulunan en ünlü Afrodit heykeli Paris’te Luvr Müzesinde ki (Melos)
Milo Afrodit’itir. (CUMHURİYET ANSİKLOPEDİSİ s.74)
13
Aşk ve güzellik tanrıçası tanrıçalarda. Mitolojide sözü en çok edilmiş biridir. Homeros,
Afrodit’i Zeus ile Dione’nin kızı olarak tanıtır. Bazılarına göreyse deniz dalgalarının
köpüklerinden doğmuştur. Bundan dolayı da su yüzüne çıkan anlamına gelen Kıbrıslı adını
alır. Sevgilisi Ares’tir. Buna rağmen Afrodit, Adonis’e aşıktır. Afrodit ile beraber görülen
Eros Harp tanrısı Ares’ten olan çocuğudur. Aşk tanrıçasının insanları birbirine aşık eden bu
çocuğu, sevimli yüzü, ufacık kanatları, gerilmiş yayı ve atmak üzere olduğu oku ile tanınır.
Afrodit, Olimpos dağının etepesinde ki tanrılar toplantısına etrafındaki kalabalık grubuyla
giderdi. Bu şekil yürümeleri, daha sonraki devirlerde yerini Afrodit adına tertiplenen şenlik ve
festivallere bırakmıştır. Gerek Yunanistan ve İtalya’da gerekse Anadolu’da Afrodit’e olan
inanç ve sevgi bir mezhep haline gelmiş adına şehirler kurulmuştur. (BÜYÜK LÜGAT VE
ANSİKLOPEDİ s.121)
Yunan mitolojisinde aşk ve güzellik tanrıçasıdır. Yunanlılar Afrodit’in Kıbrıs’tan
geldiğini varsayarlar. Bir söylenceye göre tanrılar kralı Zeus’un kızı olan Afrodit, Bir başka
inanışa göre de deniz köpüklerinden doğmuş ve bir deniz kabuğundan karaya çıkmıştır.
Afrodit’e önceleri durgun denizlerin, başarılı yolculukların, bağ ve bahçelerin, gül ve
mersin türünden nazlı bitkilerin tanrıçası olarak tapılırdı. Sonradan aşk ve güzellik tanrıçası
olarak benimsendi. Tüm tanrıçaların en güzeliydi. Yalnız ölümlü erkekleri değil tanrıları bile
baştan çıkarabilecek yetenekteydi. Hoşlandığı ölümlülerin isteklerini yerine getirir, nefret
duyduklarına ve gücünü hafife alanlara çok acımasız davranırdı.
Afrodit’in erkeklerin yaşamını nasıl etkilediğine dair pek çok öykü vardır. Örneğin;
Truvalı Paris, Afrodit’i tanrıça Hera ve Athena’dan daha güzel bularak birinci seçmiş, bunun
üzerine Afrodit Paris’e eşlik etmesi için dünyanın en güzel kadınını bulacağına söz vermişti.
Bu kadın Zeus’un kızı Truvalı Helen’di. Sparta Kralı Menelaos’un karısı olan Helen’i
kaçırması için Afrodit Paris’e yardım etti ve bu olay Truva Savaşı’na (bak. TRUVA
SAVAŞI) yol açtı. Medea’nın İasona aşık olmasında ve İaso’nun Altın Post’u kazanmasında
da Afrodit’in parmağı vardır.
Kimi söylencelere göre Afrodit demircilerin tanrısı Hephaistos’un karısıydı. Sayısız
sevgilisi vardı. Bunların en ünlüsü savaş tanrısı Ares’ti. Aşk tanrısı Eros, Ares ile Afrodit’in
oğludur. Afrodit’in bir başka sevgilisi de Truvalı Ankhises’tir; Afrodit ile Ankhises’in oğlu
olan Aeneas Roma’yı kuran kahraman olarak ünlüdür.
Roma mitolojisinde bağ ve bahçelerin koruyucusu tanrıçası olarak tapınılan Venüs,
sonradan Yunan tanrıçası Afrodit ile bir tutulmuştur. ( TEMEL BRİTANNİCA 1991: 60)
Aşk ve Doğurganlık tanrıçası. Kıbrıs’tan Sicilya’ya kadar her yerde tapınakları vardı.
Daha sonra ki dönemlerde, çıplak veya yarı çıplak tasvir edilmiştir. Güvercin yanından
ayrılmaz, nedimeleri Kharitesler’dir. (MEMO LAROUSSE 1991: 294)
Eski Yunanlılarda güzelliğin ve aşkın tanrıçası sayılan bir mitoloji şahsıdır ki
Romalılarda “Venüs” ve Doğu’da “Zühre” adını alacaktır. (RESİMLİ YENİ LÜGAT ve
ANSİKLOPEDİ 1947: 36)
14
Eski Yunanlılar’da aşk ve güzellik tanrıçasıdır. Batı kültüründe “Venüs” diye tanınır.
Tanrıların tanrısı Zeus ile Dione’nin kızıdır. Birçok sanatçıya ilham etmesi yönünden de
önemlidir. 1820’de Melos adasında bulunan ve bugün Paris Louvre müzesinde olan “Melos
(Milo) Afrodit” en ünlü Afrodit heykelidir. (HAYAT KÜÇÜK ANSİKLOPEDİ 1968: 18)
Eski Yunanlılar’ın aşk ve güzellik tanrıçasıdır. Bir inanışa göre, Tanrılar Tanrısı Zeus’la
Dione’nin kızıdır. Bir başka inanışa göre de, deniz köpüğünden meydana gelmiştir. Aphrodite
birçok efsanelere konu olmuştur. Romalılar bu tanrıçaya Venüs adını vermişlerdi. Bundan
dolayı Aphrodite batı kültürüne Venus ( Venüs) adıyla geçmiştir.
Aphrodite aynı zamanda üreme, deniz ve denizcilik tanrıçasıydı. Güya Zeus,
Aphrodite’i Ateş ve Volkan Tanrısı Hepaistos’la (Vulcan’la) evlendirmiştir. Bunula birlikte,
Aphrodite Ticaret Tanrısı Hermes (Mercur), Bağ Tanrısı Dionysos (Bachhus) gibi tanrılarla
da aşk yaşamıştır. Ayrıca, Apollon’un oğlu Phaeton’la, Adonis’le , Troia’lı prenslerden
Anchise gibi ölümlülerle de seviştiği söylenir. Bu birleşmelerden Eros (Aşk Tanrısı), Hymen
(Evlilik Tanrısı), Priape (Bahçe Tanrısı), Aineias (Troia’lı prens), iki cinsiyetli Hermaphrodite
gibi tanrılarla yarı-tanrı yaratıklar doğmuştur.
Bugün Aphrodite’in Yunan asıllı değil de, Doğu asıllı olduğuna inanılıyor. Yapılan
incelemeler, bu Yunan tanrıçasının Asurlu, Fenikeli tanrıçalarla yakın bir ilişkisi olduğunu
ortaya koymuştur. Bu bakımdan Aphrodite’te Doğu tanrıçalarına özgü birçok özelliklere
rastlanır. Aphrodite aynı zamanda Savaş Tanrıçası da sayılır. Simgeleri koç, teke, güvercin,
selvi, nar ağaçlarıdır. Zamanla bu simgelere serçe, tavşan (soyun üreme simgesi), yunda ya da
kuyruksallayan kuşu (cinsel çekicilik simgesi), kaplumbağa, gül, gelincik, ıhlamur ağacı da
eklenmiştir.
Aphrodite, birçok sanatçıya esin vermesi bakımından, sanat alanında da önemli bir yeri
kapsar. Omiros onun için şiirler söylemiş, birçok heykeltraş onun heykellerini yapmışlardır.
Önceleri giyinik, çok kez de otururken tasvir edilirdi. Sonradan çırılçıplak sudan çıkarken
tasvir edilmeye başlanmıştır. Bugün elde bulunan Aphrodite heykellerinin en ünlüsü 1820
yılında Melos Adası’nda bulunan Melos (Milo) Aphrodite’idir. Bu heykel bugün Paris’te
Louvre Müzesi’ndedir. ( YENİ HAYAT ANSİKLOPEDİSİ 1983: 292)
1.DOĞUŞU: Aşk ve güzellik tanrıçası Aphrodite’nin doğuşu üzerine iki ayrı
kaynağımız vardır: Biri Hesiodos, öbürü Homeros. Hesiodos Thegonia’da bu tanrıçanın
denizin köpüklü dalgalarından doğduğunu anlatır. (Yun. Aphros köpük demek): Uranos,
Gaia’dan doğan çocuklarını doğar doğmaz toprağın bağrına soktuğu için Toprak Ana
şişmekte ve korkunç sancılarla kıvranmaktadır, bu yüzden son oğlu Kronos’a bir tırpan verir,
Kronos da o tırpanla babasının hayalarını keser ve denize atar.
Dalgalı denize atar atmaz onları
Gittiler engine doğru uzun zaman.
Ak köpükler çıkıyordu tanrısal uzuvdan:
Bir kız türeyiverdi, bu ak köpükten
15
Önce kutsal Kythera’da uğradı bu kız
Oradan da denizle çevrili Kıbrıs’a gitti.
Orada karaya çıktı güzeller güzeli tanrıça,
Yürüdükçe yeşil çimenler fışkırıyordu
Narin ayaklarının bastığı yerden.
Aphrodite dediler ona tanrılar ve insanlar,
Bir köpükten doğmuş olduğu için.
Homeros’a göre Aphrodite Zeus ile Okeanos kızı Dione’den doğmadır. İlyada da yiğit
Diomedesle çarpışıp yaralanan Aphredite’yi anası Dione kollarına alır, sever, okşar ve
bileğinden akan özü silerek yarasını iyileştirir, acılarını dindirir. Dert yanan kızını da şöyle
avutur Zeus:
Böyle dedi o, gülümsedi insanların,
Tanrıların babası,
Çağırdı yanına altın Aphrodite’yi, dedi ki:
“Cenk işleri sana vergi değil, yavrum,
Sen evliliğin gönül açan işlerine ver
kendini,
çevik Ares’le Athena uğraşacak savaşla.
2.KİŞİLİĞİ. Altın Aphrodite diyor Homeros bu tanrıçaya, altın bir değer ölçüsü olmak
üzere. Daha başka sıfatlarla niteler onu şairler: Bu güzeller güzeli tanrıça “gülümser” dir,
işveli, cilveli ve gönül alıcıdır. Bunun sırrını Homeros tanrıçanın ak köpüklerden olma
bedeninde taşıdığı bir büyülü memelikte görür. Zeus’un aklını çelmeyi aklına koyan Hera bu
memeliği ister. Günün birinde Aphrodite’den, şöyle seslenir ona:
Sende şu sevgi, şu alım var ya, yani şu ölümsüzleri, ölümlüleri alt ettiğin, işte onları
bana ver bugünlük.
… çözdü göğsünden nakışlı memeliğini, alacalı bulacalı bir kurdeleydi bu, alımlı ne
varsa hepsi onun içindeydi, istek onun içinde, cilveleşme şakalaşma onun içinde, en akıllı
insanı ayartan aşk onun içinde.
Sevgiyi, sevişmeyi simgeleyen bu tanrıça bu büyüyü kendi kendine değil, çevresini
saran başka tanrısal varlıkların aracılığı ile gerçekleştir. Eros bazı efsanelere göre onun
oğludur, ama Theogonia’da Eros Aphrodite’den çok önce doğmuş evrensel bir güçtür,
sonradan katılır Aphrodite’nin alayına:
16
Doğup da yürüyünce tanrılara doğru,
Eros’la Himeros (arzu) takıldılar hemen
peşine.
İlk günden bu oldu onun tanrılık payı
İnsanlar arasında da, ölümsüzler arasında
da;
Onun düştü kız cilveleri, gülüşmeleri,
oynaşmaları,
Sevmenin, sevişmenin tadı, büyüsü.
Güzelliği, zarafeti ve bereketi simgeleyen Kharit’ler, Hora’lar ve düğün alaylarının
başında giden Hymenaios da Aphrodite’nin çevresindeki tanrılardır. Ne var ki aşk tanrıçasının
kişiliği çelişkili ve belirsiz olarak canlandırılmaktadır efsanede. Savaş tanrısı Ares’le
birleşmesinden (ki bu birleşme de anlamlıdır) Phobos ( bozgun) ve Deimos (korku), bir de
Harmonia doğar. Ahenk , uyum anlamına gelen Harmonia’nın yanı başında korku ve bozgun
Aphrodite’nin kişiliğindeki olumlu ve olumsuz yanları ve çelişkileri simgeler. Bu ikiliği
Platon ”Şölen” adlı diyaloğunda dile getirir. Sokrates’inde bulunduğu bu şölene katılanlardan
Pausanias şöyle der:
“Herkes bilir ki, sevgi (Eros) Aphrodite’den ayrılmaz. Aphrodite tek olsaydı, sevgi de
tek olurdu, ama madem ki iki Aphrodite var sevginin de iki olması gerek. Hem bu tanrının
ikiliği nasıl inkar edilebilir? Biri, yan en eskisi, göksel dediğimiz Aphoridite ana karnından
doğmuş değil, göğün kızıdır. Daha sonra gelen bir başkası var ki, Zeus’la Dione’nin kızıdır,
ona orta malı Aphrodite diyoruz. Bu tanrılarla ilgili iki türlü sevgi de olacak ister istemez,
birine orta malı, öbürüne göksel diyeceğiz”.
3. EFSANELERİ. Kişiliği ile tanrılar arasında bunca önemli bir yer tutan Aphrodite’nin
efsaneleri azdır, daha doğrusu kendine özgü öyküleri az da, başkalarının başkahraman olduğu
öykülerde kendisine ikinci derece bir rol düşmektedir.
Aphrodite topal tanrı Hephaistos’la evlendirilir, nasıl ve nedeni belli değil, ama şairler
onun çirkin kocasını aldatmasını ballandıra ballandıra anlatırlar. Bu öykülerin başında
Homeros’un Odysseia’sındaki serüven gelir. Bu serüveni kör ozan Demodokos anlatır
Alkineos’un sarayında toplanmış konuklara. Ares’le Aphrodite’nin seviştiklerini güneş tanrı
görür ve Hephaistos’a haber verir, ünlü demirci tanrı da kırılmaz çözülmez zincrilerden
büyülü bir ağ örer yerleştir onu yatağın altına, sonradan yalancıktan Lemnos adasına gider. İki
tanrı sevişirlerken demir ağın içinde tutuklu kalırlar, onları suçüstü yakalayan Hephaistos da
acı acı bağırır, bu sahneye seyirci olan tanrılar arasında da dinmez bir kahkaha kopar.
Aphrodite’nin başka sevgilileri de olur, bunlardan biri Adonis (Adonis), öbürü Troya kral
soyundan Aineias’ın babası Ankhises’tir (Ankhises, Aineias). Tanrı Hermes il sevişen
17
Aphrodite’nin Hermaphroditos diye bir oğlu olur, efsane yazarlarının kimine göre iki tanrı
İda, yani Kazdağının tepesinde sevişmişler, orada doğup ikisinin de adını alan çocuğu dağ
Nympha’ları büyütmüş, başka bir anlatıma göre Halikarnassos kentinin batısındaki bir yarda
biri Hermes’in öteki Aphrodite’nin iki tapınağı varmış, tanrılar orada sevişip birleşmiş ve
orada doğup büyüyen çocukları Hermaphroditos’un başına Salmakis adlı su perisi ilen olan
serüven gelmiş.
Aphrodite’nin öfkeleri, öç almaları korkunçtur; Şafk tanrıça Eos’a, Phaidra ve
Pasiphae’ya belalı aşklar esinler, kendilerine yeterince tapınmayan Lemnos kadınlarına ceza
olarak kocalarının bile dayanamadığı koku verir, Kinyras’ın kızlarını kendilerini yabacılara
satmaya zorlar. Üç güzeller yarışmasında oynadığı rol ve Paris’le Hera’nın başına getirdiği
bela, dillere destan olmuştur. İlyada destanında oğlu Aineias’ın koruyucusu olarak oynadığı
rol bu kişi ile ilgili bölümde anlatılır. Roma’da Venus Genetrix olarak Aeneas destanıyla ilgili
rolü Venus bölümünde açıklanır. Eros ile Psykhe masalında da adı geçer. Kişiliği Hellenstik
çağdan sonra Rönesans sanatına da tükenmez bir konu olmuş, resim ve heykelde işlendikçe
işlenmiştir.
Kuşlardan güvercin ve serçe, çiçeklerden gül ve mersin tanrıçaya adanmış sayılır. Onun
kadar şairleri esinleyen bir tanrıça daha yoktur, ama hiçbir şair de Aphrodite’yi Midilli’li
kadın şair Sappho kadar güzel dile getirmemişti.( ERHAT 1980: 45, 46, 47)
Aşk ve güzellik tanrıçası… Antikçağ Yunan inançlarında aşk ve güzellik tanrıçası
olarak tapılan Afrodit’in daha birçok taptıkları vardır. Aslı doğuludur ve verimlilik
tanrıçasıdır. Zamanla aşk tanrıçası niteliği kazanmış, ilkbahar (bahçeler ve çiçekler) tanrıçası
olmuş, Poseidon’un yanında deniz tanrıçası olarak görünmüştür. Kimi metinlerde de cinsel
dürtü tanrıçası olarak anılır. Hesiodos, onun deniz köpüğünden doğduğunu söyler. Homeros’a
göre Zeus’la Dione’nin kızıdır, Hephaistos’un kocasını aldatan karısıdır. Thebai’de Ares’in
karısı olarak görünür. Eros, Anteros, Himeros, Pathos, Peito, Himeneo, Aineias, Enea vb. gibi
pek çok çocukları vardır. Romalılar onma Venüs derler. Kythera adası yakınında deniz
dalgalarının köpüğünden doğduktan sonra ilkin Kıbrıs adasına çıktığı için, ona Kipris,
(Kıbrıs’lı) ve Anadyomene, (su yüzüne çıkan) adları da verilmiştir. Tatlı gülüşlü olduğundan
Khrysee, güzel çelenkli olduğundan Eystephanos, sevgi dolu yüreğinden doğan
güçsüzlüğünden ötürü Analkis Theos vb. gibi daha birçok adlarla da anılır.(
HANÇERLİOĞLU 1980: 59)
Afrodit… Eski Yunan’ın aşk ve güzellik tanrıçası… Bir yandan tanrılar arasındaki aşk
ilişkilerinden sorumlu olanmış o… Öte yandan insanlar arasındaki… Ve hatta doğada sevgiye
dair ne varsa, hepsi Afrodit’in işiymiş.Aşkla,sevgiyle,üremeyle ilgili bir tanrıçaya
yakıştıramamış anlaşılan şairler,tek bir ana-babayı… Bu yüzden iki farklı rivayet varmış
Afrodit’in doğuşuna dair… Bir görüş; denizin köpüklerinden doğduğunu söylüyor onun…
Kıbrıs adası yakınında… Göktanrı ile toprak ananın kızı olarak… Başka bir görüşte ise;
Olympos’un efendisinin kızı olduğu yönünde… ( DEMİRALP 2011:99 )
Kronos bir tırpanla Uranos’u iğdiş edince, babasının cinsel organını denize atar.
Organın çevresinde oluşan köpükten bir genç kız çıkar; bu tanrıçaya deniz köpüğünden
(aphros) doğması nedeniyle Aphrodite adı verilir. Bazı efsaneler ise Aphrodite’nin ilk kez
18
Kıbrıs adasında kuru toprağa basmasından dolayı orada olduğunu söyler. Kıbrıs’a varmadan
önce Kythira açıklarında sürüklendiğine dair bir efsane de vardır; bu yüzden kaynaklarda
“Kythira’lı” “Kıbrıs Doğumlu” lakaplarıyla geçer. Aphrodite’nin doğuşu Antikçağ’dan beri
sanatçıların işlediği gözde bir konu olmuştur.(Başvuru Kitapları Mit. 2009:145)
Erotik aşkın ve doğurganlığın Antik Yunan tanrıçası sadece muhteşem güzelliğiyle
değil, zalimliği ve kaprisiyle de ünlüydü. Hem tanrılarla hem de ölümlülerle sayısız ilişkisi
olmuştur.
Aphrodite’nin sıra dışı doğumu, Titanlarla tanrılar arasındaki savaş sona erdikten sonra
gerçekleşti. Ya Uranüs’ün penisinin kesilmesiyle ya da kanının denize düşmesiyle oluşmuştu.
Bu ikisinden biri olunca, deniz köpürdü ve köpükten (aphros) Aphrodite yükseldi. Kendi aşk
maceralarıyla, insan çiftleri desteklemesiyle, kibri ve kötü mizacıyla Aphrodite tüm
çatışmaların sebebiydi. Paris’e en güzel Olympos tanrıçası seçilmek için rüşvet vermişti.
Bunun sonucunda Troya savaşı çıktı. Ve zalimdi: Lemnos kadınları ona tapmayı
reddettiğinde, ceza olarak kocalarını ölüme terk etti. (Wilkinson, Philip 2013: )
Ölümlülerinde ölümsüzlerin de akıllarını çelen aşk ve güzellik tanrıçası; kalplerine
girdiği kimselere alayla gülen Kahkaha tanrıçası; karşı konmaz tanrıça… İliada’ya bakılırsa,
Zeus İle Dione’nin kızlarıdır; ama daha sonra yazılan şiirlerde denizin köpüklerinden doğmuş
olduğu anlatılmıştır. (Aphros, Yunancada köpük anlamına gelir). Bu doğum Kythera
yakınlarında olmuş, Aphrodite sonradan Kypros (Kıbrıs) kııylarına sürüklenmiştir. Bu olay
sonucunda iki ada da kutsal sayılmış, tanrıçaya da Kypris, Kythereia adları verilmiştir.
Batı yelinin soğuğu taşıdı onu
Gürüldeyen denizin üstünde,
Sevimli köpüklerden kalıdırıp
Dalgalarla çevrili Kypros’una.
Altın çelenkli saatler
Onu sevinçle karşıladılar
Ölümsüz giyisilere sarıp
Tanrılara götürdüler onu.
Menekşelerle taçlanmış Kythereia’yı görünce
Bir şaşkınlık kapladı bütün tanrıları.
Romalılar da inanırlardı buna. Güzellik, Aphrodite’yle gelirdi. Rüzgârlar, fırtına
bulutları onu görünce kaçar, çiçekler toprağı süsler, denizin dalgaları kahkahalar atardı. Onsuz
sevinç de, mutluluk da olmazdı.
19
İliada’ya göre ise Aphrodite, ölümlülerin bile saldırmaktan çekinmediği yumuşak, zayıf
bir yaratıktır. Daha sonra ki şiirlerde, erkekler üzerinde yıkıcı bir gücü olan kinci, kötü bir
tanrıça olarak gösterilir.
Ateş tanrııs, çirkin, topal Hephaistos’un karısıydı. Ağaçlardan mersin ağacını,
hayvanlardan kumruyu, bazen de serçe ile kuğuyu korurdu. ( HAMİLTON 2002:18, 19)
Romalılar tarafından Venüs olarak adlandırılan Yunan asıllı tanrıçadır. Suriye’li tanrıça
Astarte’yi (Ishtar) andırması Asya kökenli olduğuna dikkat çeker. Homer, Zeus ve Dione’nin
kızı olduğunu söyler ama Hesiod titanlardan biri olan Cronus tarafından hadım edildiğinde,
Uranüs’ün ayrılan parçası olan denizin köpüklerinden ortaya çıktığını belirtir. Kıbrıs
Adası’nda ki Paphos’ta ya da Sparta kıyılarında ki Cythera Adası’nda yaşadığı söylenir. Bu
yüzden onun adları Paphian, Cypris ve Cytherean’dır. Çoğu adlarından biri de Yunanca’da
denziden ortaya çıkmak olan Anadyomene’dir. Hephaistos’la evlendi ama Ares’le bir ilişkisi
vardı, hikaye devam etti ve ikili bir ağla onları yakalayan ve toplanan tanrıların eğlencesini
yapan Hephaistos tarafından keşfedildi. Onun diğer aşıkları arasında, erkek aşk temsilcisi olan
Eros ya da Cupid de vardı. Yunan dünyasında iki şekilde tapıldı. Afrodit Uranla, cennet ve
dünya evlenmesiyle sonuçlanan bereket üreticisidir, gökyüzü tanrıçası olarak ve Afrodit
Pandemos, aile hayatı ve evliliğe başkanlık eden “tüm tanrıların tanrıçası”. Daha sonra ki fark
aşkın en düşük ve en yüksek şeklidir. Şehvet ve samimiyetin tanrıçası olarak resmedildi. En
çok hatırlandığı ve onun festivali olan Aphrodisia’nın düzenlediği zaman ilkbahardır.
Ziyaretler ve mevsimlerle çiçeklerle örtüldüğü sanılır.(PIKE 1959: 22, 23)
1.3. LİLİT ( LİLİTH )
Haham geleneğinde dişi şeytan. Belki sümer kökenli olan ve Babil’de bilinen Lilit,
Tevrat’ta (Eski Ahit) kötü bir biçimde anılır. Talmud’da dişi şeytanların tümü bu ad altında
gösterilir. Mistik Yahudi kaynaklarında, İblis Samael’den sonra gelen şeytanlar kraliçesi
olarak geçer. Efsane’nin ilk versiyonunda göre, Lilith, Âdemi’in ilk karısıydı ve doğrudan
doğruya topraktan çıkarılmış olması bakımından onunla eşitti; Havva onun gidişinden sonra
yerini almak üzere yaratıldı. Lilit’in ilk baştaki erdişiliğin bozulması sonucu ortaya çıkmış
olması da olanaklıdır. Bir başka versiyona göre, Lilit’in Âdem’i baştan çıkarışı düşüşten
sonraya rastlar. Bu birleşmeden birtakım kötü ruhlar çıkmştır. Lilith Âdem’in çocukları için
erkekleri gece uykuda baştan çıkaran dişi şeytan olma niteliğini korudu. Başka bir halk
efsaneside Lilit’i yeni doğmuş çocukları öldürmeye çalışmakla suçlar.
Gökbil. Dünya’nın ikinci uydusu olduğu ileri sürülen varsayımsal gezegen. Lilt’den
yararlanan astrologların çoğu, onu ayın yörüngesinin ikinci noktasında koyarlar (birinci odak
noktası Dünya’dır).
Astroloji, Lilit’te hem düşünsel hem de cinse bir değer görür.(BÜYÜK LAROUSSE
SÖZLÜK ve ANSİKLOPEDİSİ 1986:7484)
Hahamlık geleneğinde dişi cin; Asur babil meşeli olması mümkündür. Lilth sözde,
Âdem’in birinci veya ikinci karısı imiş ve ondan bir sürü cin doğurmuş. Bu kişi etrafında,
20
menşei (Tanrı onu balçıktan yaratmış), Âdem’den kaçışı ve melekler tarafından kovalanışı,
konusunda değişik efsaneler doğmuştur.(BÜYÜK LÜGAT VE ANSİKLOPEDİ s.949)
İlk ortaya çıkış biçimiyle Lilith, çocukları öldüren dişi şeytan, vampir, büyücü müdür?
Yoksa zamanla bu söylence değişmiş ve ataerkil kültürün biçimlendirmesiyle Lilith bir
canavara mı dönüştürülmüştür?
Yunan söylencelerinde ilk ölümlü kadın olarak karşımıza çıkan Pandora gibi Lilith'de
söylencelerde önce 'itaatsizlik' eylemiyle karşımıza çıkar. Pandora her ne kadar itaatsizlik
eylemine girmişse de, cinsiyetler arası savaşımın açık ve net ilk izlerini, İbrani mitolojisindeki
Adem ile Lilith söylencesinde görebiliriz. Çünkü Lilith'in itaatsizliğinin çıkış noktası açıkça
Adem ile aynı konumda olmak, yani bir tür eşitlik istemidir. Lilith'in gerekçesi, her ikisi de
topraktan yaratılmıştır, bu yüzden Adem'in onun kendisine itaat etmesi isteğine karşı çıkar.
Lilith adına Sümerlerde de rastlarız. Lilith eski Sümerlerde ve Gılgamış destanında bir
Tanrıça olarak geçer. İbrani mitolojisi ve bundan kaynaklanan Hıristiyan inancında sözü
edilen Lilith ile Sümer Tanrıçası Lilith arasında bir ilişki kurulabilir mi sorusuna kesin bir
yanıt vermek olanaksızdır. Bu soruya olumlu ya da olumsuz bir yanıt verebilsek bile,
Sümerlerde karşımıza çıktığı biçimiyle de pek olumlu özellikler taşımamasına karşın, İbrani
mitolojisindeki gibi kadın ile erkek arasındaki cinsiyet çatışmasının ortasında yer almaz ya da
bu çatışmanın izlerini taşımaz. İbrani mitolojisine göre Lilith, bir Tanrıça değil, tam tersine
Adem gibi topraktan yaratılmış bir insan ve Adem'in ilk eşidir. Tevrat'ta Lilith'in adı hiç
geçmese de, Tevrat'ta adı geçen Havva'nın Adem'in ikinci karısı olduğu, Lilith'in
itaatsizliğinden sonra Adem için yaratıldığı inancı yaygındır:
“Yahudi inanışlarında Lilith, Adem gibi balçıktan yaratılmış ilk karısıdır ve Adem'e iyi
davranmadığı için Tanrı tarafından cennetten kovulmuştur”.
Tevrat'ta insanın yaratılışı iki türlü anlatılmıştır:
“Tevrat Tekvin 2-7: "Rab Allah yerin toprağından adamı yaptı ve onun yüzüne hayat nefesini
üfledi ve adam yaşayan can oldu."
Tekvin Bap 1:26: "Allah yeri, göğü, yıldızları, bitkileri hayvanları yarattıktan sonra 'Allah
dedi: Suretimizde benzeyişimize göre insan yapalım! O yeryüzünde her şeye hakim olsun.' Ve
Allah insanı kendi suretinde yarattı ve onları erkek ve dişi olarak yarattı."
Talmud'a göre bu ilk Adem'le yaratılan kadının adı Lilith'dir. Bu kadın kendini Adem'le eşit
görüp, onun sözünü dinlememiş ve bir dişi cin olmuş, erkeklere sataşmaya başlamış”.
Bu inanışa göre Tanrı insanı, yani Adem'i yarattıktan sonra, Adem yalnız kalmasın diye aynı
topraktan bir eş, yani Lilith'i yaratır. Vera Zingsem'in Lilith hakkında yaptığı ayrıntılı
çalışmada bu biçimde başlayan söylencenin geçtiği Ben Sira Alfabesi'ne geniş yer verilmiştir.
Bu çalışmada söylence şu şekildedir:
“Tanrı ilk insanı yarattığında şöyle konuştu: "İnsanın yalnız olması iyi bir şey değil." Ve ona
topraktan bir eş yarattı –ona benzeyen- adı Lilith olan. Kısa süre sonra birbirleriyle kavga
etmeye başladılar: Kadın erkeğe şöyle dedi: "Ben senin altında yatmak istemiyorum." Ve ilk
21
erkek karşılık verdi: "Ben senin altında değil, üstünde yatmak istiyorum; çünkü sen altta kalan
olmayı hak ediyorsun ve ben üstün olmayı hak ediyorum." Kadın karşılık verdi: "İkimizde
eşitiz; çünkü ikimiz de topraktan yaratıldık." Ve her ikisi de birbirlerini anlamayı reddettiler”.
Adem de Lilith de aynı şekilde topraktan yaratılmışlardır, ama cinsel birleşme
sırasında Lilith'in sırtı yere gelmekte, toprağa değmektedir. Adem'in sırtı ise gökyüzüne.
Simgesel olarak yeryüzü anaerkil ve gökyüzü ataerkildir. Yer, yani toprak ile gökyüzü
çağrıştırdıklarıyla iki değişik uç nokta oluştururlar. Toprağın, doğurganlık ve üretkenlik
çağrışımları vardır ve bu çağrışımlar kadın imgesine uygundur, ama toprağın ölüm,
cehennem, lanetlenme, kötülük, gizlilik gibi olumsuz çağrışımları da vardır. Gökyüzü ise
öncelikle tanrısal olanı, yani göksel olanı, temizliği ve saflığı çağrıştırmaktadır. Bu büyük bir
farklılıktır ve Lilith bu durumu kabul etmez. Lilith yalnız cinsel birleşmelerinde Adem'in hep
üstte olmasına itiraz etmekle kalmaz, her alanda söz sahibi olma isteğini ve eşitlik talebini de
dile getirir ve savunur.
Adem ise Lilith'in taleplerini kabul etmez ve bu konuda şu gerekçeyi öne sürer: Lilith
kadındır ve toprak doğurganlığı simgelediği için toprak anayla eşdeğerdedir, bu yüzden sırtı
toprağa gelmelidir. Kendi sırtı ise gökyüzüne dönük olmalı, çünkü gökyüzü toprağın
üzerindedir. Adem'in bu talebi kabul etmemesi üzerine Lilith Adem'i terk ederek birlikte
yaşadıkları cennetten kaçar. Lilith'in bu başkaldırısı 'kadın ile erkek arasındaki cinsiyet
savaşımının başlangıcı olarak görülmüş ve feministlere öncülük' etmiştir.
Birlikte yaşamalarının zor olacağına karar verip Adem'den ayrılan Lilith, Tanrı'nın
söylenmemesi gereken adını anarak göğe doğru yükselir. Çevresindeki cinlerle ve cinlerin
kralı Şamael (Şeytan) ile ilişkiye girer ve onlardan çocuklar doğurur. Lilith artık
dışlanmışların arasındadır.
Adem, Tanrı'dan Lilith'i tekrar yanına getirmesini ister ve bunun üzerine Tanrı Lilith'i ikna
etmesi için Senoi, Sansenoi ve Semangelof adlı üç meleğini gönderir. Lilith'i Kızıldeniz'in
derinliklerinde bulan üç melek, Adem'e geri dönmesini ve eğer geri dönmezse Tanrı
tarafından her gün kendisinin yüz çocuğunun öldürüleceğini söylerler, ama Lilith'i ikna
edemezler. Lilith üç meleğe şöyle der:
"Beni yalnız bırakın; çünkü ben çocukları zayıf düşürmekten başka bir işe yaramam: erkek
çocukları doğumlarından sekizinci günlerine, kız çocuklarını ise doğumlarından yirminci
günlerine kadar gözetmem emredildi. "Melekler kadının söylediklerini duyduklarında onu
yakalamak için daha çok ısrar ettiler, "Yaşayan ve var olan Tanrı'nın (El) adına yemin
ediyorum ki, sizin isimlerinizi veya suretlerinizi Camea'da gördüğüm takdirde o çocuk
üzerinde hak iddia etmeyeceğim"
Böylece Lilith kendi çocuklarının -şeytanlarının- ölmesini göze alır. Eski Ahit'te az
sayıdaki şeytanlardan biri de çocuk hırsızı Lilith'dir ve kendisi de bütün hamile ve doğum
yapmış kadınlara ve bebeklerine zarar vermeye başlar. Ama çocukların üzerinde muska ya da
tılsım gördüğünde o çocuklara meleklere verdiği söz uyarınca artık zarar vermez. O
dönemden bu zamana kadar Lilith Yahudi mitolojisinde önemli bir rol oynar. Çocukları
geceleri boğarak öldürdüğü ve eğer çocuklar uyurken gülerlerse onlarla oynadığı rivayet
22
edilmektedir (http://www.politik.de/forum/religion/57061-lilith.html). O günden bu yana
çeşitli kültürlerde, yeni doğan çocukların kötü kalpli Lilith'e karşı korunması için özel
muskalar kullanılmaya başlanır. Anadolu'da da benzeri bir inanç vardır (Akyıldız Ercan
2013:92, 93, 94, 95).
İnsanlığın öyküsü Adem ve Havva ile başlıyor, öyle mi? Eski bir Yahudi efsanesine
göre, bu öykü Adem'le Hava'dan öncesine uzanıyor. Yani Adem'in ilk eşi Havva değil, Lilith
adında bir kadındır. Ama, tarih boyunca gizlice aramızda dolaşıp, her kadın-erkek
tartışmasında kendini gösterse de onu çok az tanıyoruz. Sözü edilen efsane söyle baslıyor:
Tanrı topraktan Adem ile Lilith'i yaratır. Mutlu mutlu yaşasınlar diye onları cennete
yerleştirir. Ama bu iki insan çifti bir türlü huzur bulamaz. Sorunları mı? Günümüz çiftlerinin
sorunlarından farklı değildir. Adem ilişkide her alanda söz sahibi olmak ister. Ancak Lilith
buna karsı çıkar. Özellikle cinsel ilişki sırasında Adem'in hep üstte yer almasını aşağılayıcı
bularak itiraz eder. Kendisinin de Adem gibi topraktan yaratıldığını, yani eşit olduklarını
savunur. Adem ise kendini, bağışlayan, bereketli gökyüzü; Lilith'i de ürün veren toprağa
benzeterek bu şekilde birleşmek konusunda diretir. Adem tavırlarında ısrar edince, Lilith,
birlikte yaşamalarının zor olacağına karar verip Tanrı'nın söylenmemesi gereken adını anarak
göğe doğru yükselir. Sahip olduğu olanakları terk eden Lilith'in yeri artık dışlanmışların
arasındadır. Çevresindeki cinlerle ve cinlerin kralı Samael (Şeytan) ile ilişkiye girer ve
onlardan çocuklar doğurur. Bu arada cennette yalnız kalan Adem, Tanrı'ya dua ederek Lilith'i
geri ister. Tanrı, Sanvai, Sansanvai ve Semangelof isimli üç meleği geri çağırmak üzere
Lilith'e gönderir. Meleklere, dönmediği takdirde her gün yüz çocuğunun öldürüleceğini
emreder. Ama, o kesinlikle dönmeyeceğini bildirir. Ve tehdit yerine getirilir... Lilith, duyduğu
acıyla bundan sonra, bütün hamile ve doğum yapmış kadınların, bebeklerin baş düşmanı
olmaya yemin eder. Erkek çocukların doğduktan sonra ilk sekiz gün, kız çocukların ise ilk
yirmi gün içinde canını alacaktır. Sadece yakınlarında bu üç meleğin ismi ya da sekli
bulunanlara dokunulmayacaktır. Lilith artık kötüler tarafına geçmistir. Bunun üzerine Tanrı
Adem'in kaburga kemiğinden Havva'yı yaratır. Bu yeni kadın, Adem'den bir parça olduğu
için, ona karsı çıkmayacaktır. Aslında Lilith hakkında pek çok efsane ve öykü var. Örneğin
Talmud'da (Tevrat'ın başta yazılı olmayıp, sonradan yazılı hale getirilen ikinci bölümü) ondan
dişi bir şeytan olarak söz edilir. Bu rolüyle bir hayalet gibi yüzyıllarca tarih sayfalarında
dolaşır. Kadın ve çocukları hedef alır, erkekleri bastan çıkararak onlara zarar verir. Yaptıkları
bunlarla sınırlı değildir. Bir hayalet gibi kadınların beynine girip, erkeklerle eşit haklara sahip
olma savasını günümüze kadar sürdürür. Bazı efsanelerde de cadı suretinde çıkar karsımıza.
Lilith'e hepsi birbirinden farklı, ancak hepsi de kötü yakıştırmaların niye yapıldığını
anlayabilmek için geriye dönüp, dinler tarihine ve efsanelere bir göz atmak gerekiyor. Lilith'in
geçmişi tek tanrılı dinlerden çok daha önceye, eski Mezopotamya uygarlıklarına kadar
uzanıyor. Genellikle Sümer ve Babil mitolojisindeki rüzgar tanrıçası Lilitu ile
ilişkilendiriliyor. Lil, fırtına ya da rüzgar anlamına geliyor. Bir Babil metninde ise, büyük
tanrıça Istar'ın tapınak fahişesidir. Istar, eski doğu dinlerinde şehvetli askın, tutkunun ve
bastan çıkarcılığın tanrıçası kabul ediliyordu. Bu özellikleri nedeniyle, fahişelerin, özellikle de
kült olan tapınak fahişelerinin koruyucu tanrıçasıydı. Tapınak fahişeliği meşru bir işti.
Herodot'un bize ulasan yazılarında, Babil'de her genç kızın bir kez yabancı bir erkekle
cinsel ilişkiye girmek zorunda olduğu biliniyor. Ancak, bu tapınak fahişeliği kesinlikle küçük
düşürücü bir is değildi. Babillilerin yabancı erkekleri tanrı olarak gördüğü sanılıyor.
Kendilerini onlara teslim eden genç kızlar, simgesel olarak tanrıların eşi haline geliyor ve
kutsallaşıyorlardı. Lilith'e bazı özellikler Babil'in kötü tanrıçası (belki de dişi şeytanı demek
gerek) Lamatsu'da da görülüyor. Lamatsu halk arasında albastı ya da lagusa hastalığı olarak
bilinen rahatsızlığın ortaya çıkmasını sağlıyor, hamilelere zarar verip yeni doğan bebekleri
öldürmeye çalışıyordu. Lilith'in özellikleri Lamatsu'ya aktarılmış olabilir miydi? Yoksa tersi
23
mi yapılmıştı? Lilith'in Yahudi efsanelerinde ne zaman boy gösterdiği bilinmiyor. Çünkü
tanrılar ve efsaneler, doğu kültürlerinin birçoğunda ortaktı ya da büyük benzerlikler taşıyordu.
Yine de her koşulda, Yahudilerin şeytanla ilgili inanışlarında önemli bir yere sahipti.
Erkeklerin aklını basından alan bir şeytan olarak görülüyor ve ondan çok korkuluyordu. Bu
konuda en eski kaynak olan Tevrat'a bir göz atıyoruz. Ancak Tevrat'ta bir tutarsızlık göze
çarpıyor. Kutsal kitabın bir yerinde "Ve Allah insanı kendi suretiyle yarattı ve onları erkek ve
dişi olarak yarattı." deniliyor. Ancak ilerleyen baplarda daha farklı anlatılıyor: Tanrı doğuda
Aden'de bir bahçe yapıyor. Adem'i oraya koyuyor ve yalnız kalmasın diye kaburgasından
kadını yaratıyor. Talmud'a göre Adem'le aynı anda yaratılan kadının adı Lilith'tir. Çünkü
başka türlü kutsal kitaptaki bu tutarsızlığı açıklamak mümkün değildir. Adem'in ilk esi Lilith'e
daha sonra 9. ya da 10. yüzyıllara ait "Ben Sira Alfabesi"nde rastlıyoruz. Metnin ana
kahramanı, M.Ö. 600'lü yıllarda yaşadığı sanılan Ben Sira. Yazarın kim olduğu bilinmiyor.
Bu el yazmasına göre Tantı topraktan Adem ve Lilith'i yaratmıştı. İlgili bölüm söyle devam
ediyor: "Kısa bir süre sonra birbiriyle kavga etmeye başlarlar. Adem'e söyle der: Ben altta
yatmak istemiyorum. Ama Adem: Ben altta değil, üstte yatmak istiyorum, çünkü sen altta
yatacak kişi olarak belirlendin. Lilith ona: İkimiz de aynı haklara sahibiz, çünkü ikimiz de
topraktan yaratıldık. Ama ikisi de birbirini dinlemez." Bunun üzerine Lilith gökyüzüne
yükselerek kaybolur. Üç meleğin Lilith'i geriye dönmeye ikna çabaları ise yaramayınca,
Tanrı, Adem için bu kez Havva'yı yaratır. Bir başka bölümde de Lilith üç meleğe söyle der:
"Ben çocuklara zarar vermek üzere yaratıldım, doğumdan sonraki ilk sekiz gün içinde erkek
çocuklarına, yirmi gün içinde de kız çocuklarına. (Ama) Yemin ederim: Sizi ya da
görüntünüzü bir muska ya da tılsım üstünde görürsem, o çocuğa hiçbir zarar vermeyeceğim."
O günden bu yana çeşitli kültürlerde, yeni doğan çocukların kötü kalpli Lilith'e karsı
korunması için özel tılsımlar kullanılmaya başladı. Lilith'in halk inanışlarında varlığını
yıllarca korumasının ve bir gün gelip de bir şekilde cadılarla ilişkilendirilmesinin nedeni de
budur. Lilith efsanesi Ortaçağ'ın başlangıcında, Yahudilerin ezoterik yazması Kabala'da da
(Yahudi ruhbanlarının, asırlardır birbirlerine aktardıkları ve Kutsal Kitap'ın "gizli anlamları"
ile ilgilenen bir tür okültizm -gizlicilik- ve mistisizm) yer almış. Burada erkekleri bastan
çıkaran ve uğursuzluk getiren dişi şeytan olarak tarif ediliyor: "Her türlü süs malzemesiyle
süslenip cilveli bir kadına dönüşüyor. Onun süsü, gül gibi kırmızı saçları. Sözleri yağ gibi
yumuşak, dudakları dünyadaki her şeyden daha tatlı. Ona yönelen ve (afrodizyak olarak yılan
zehriyle karıştırılmış) şaraptan içen aptallar onunla zina yaparlar." Ama sonra uyandıklarında
onları öldürürü ve cehennemin tam ortasına atar. Aslında onun niyeti sadece erkekleri bastan
çıkarıp çok sayıda çocuk doğurmaktır. Kabalacılar için Lilith temiz olmayan, fahişe bir kadını
simgeliyor. Kabala'daki bir paragrafta, ayrıldıktan sonra Adem'i yeniden bastan çıkardığı
yazıyor. İşlediği bu günahtan sonra Adem, 130 yıl cinsel perhizli yasar. Adem, böyle bir şeyin
tekrar basına gelmemesi için, kendini dikenlerle korumaya çalışır. Ancak uyurken Lilith
Adem'in üstüne çıkar ve onu uyararak boşalmasını sağlar. Lilith, bunun ardından "insanlığa
ceza" olarak adlandırılan yaratıkları dünyaya getirir. Kabala'nın bir başka yerinde de şöyle
yazıyor: "Lilith en sonunda orada burada dolaşarak insan oğullarına sarkıntılık eder ve kendi
kendilerini kirletmelerini sağlar." Bunun ardından adı "tohum hırsızına çıkar. Kuşkusuz
Havva'nın işlediği "günah"tan da o sorumludur. Kabalacıların ana eserinden Zohar'da (Ihtisam
Kitabı ya da Işık Kitabı) yer alan efsaneye göre adet döneminde olduğu halde, Adem'le
birlikte olma konusunda Havva'yı kandıran o yılan ve fahişe Lilith'ti. Lilith'le daha sonra
Filistinliler aracılığıyla Yunanlılar da tanıştı. Onu, hayaletler ve diğer hayali görüntüleri
yöneten tanrıça Hekate'nin kişiliğiyle birleştirdiler. Bu konu Geç Antikçağ'da Yahudi
olmayan gnostik akım yandaşlarının da ilgisini çekti. Onlar tarafından yazıya aktarılan bir
efsanede, Lilith'in İsrailli peygamber İlyas'ı nasıl bastan çıkardığı anlatılıyor. Lilith ona söyle
der: "Senden çocuklarım var." Ve o yanıt verir: "Benden nasıl çocukların olabilir, ben bir aziz
gibi yasıyorum." Lilith der ki: "Evet, ama uykunda, rüyalarında sık sık boşaltıldın.
24
Tohumlarını alarak hamile kaldım." Bu metin M.S. 4. yüzyıla ait. Lilith, özellikle bu tarihten
sonra hep aynı motifle islenir. O bir "tohum hırsızıdır. Lilith efsaneleri, Hristiyanlık
dünyasıyla tanıştıktan sonra, batılıların hayal gücünü harekete geçirdi. Özellikle Kabalacı
yazılarının araştırılmasıyla, Lilith bütün dünyada tanınır hale geldi. "Kötü kalpli Lilith" her
yerde ilgi gördü. Çünkü o, normalde açıklanması ya da kavranması mümkün olmayan şeyleri
rahatlıkla üstlenebilecek bir kişilikti. Bu özelliği, onun "cadılar"la özdeşleştirilmesi için
gereken köprüyü oluşturuyordu. Ortaçağ'ın sonlarına doğru başlayan ve inanılmaz bir
toplumsal histeriye neden olan cadı ve büyücü furyasıyla birlikte, Lilith'in adı da sık sık
anılmaya başladı. Ayrıca o, kadınları bastan çıkarma konusunda Seytan'ın en büyük
yardımcısıydı. Artık, kötü amaçlı kullandığı güzelliği ve bastan çıkarıcılığı ön plana
çıkıyordu. İnsanlar bir yandan büyü ve tılsımlarla ondan korunmaya çalışırken, diğer yandan
kendilerini onun büyüsünden kurtaramıyorlardı. Böylece 19. Yüzyıla gelindiğinde Lilith
ressamlar ve edebiyatçılar için sevilen bir motif oldu. Artık dini kimliğinden yavaş yavaş
kurtuluyordu.
İngiliz ressam Dante Gabriel Rossetti'nin yaptığı "Lady Lilith" tablosunda bu cadı,
Victoria Dönemi'nin güzellik anlayışına uygun olarak tasarlanmış ve gösterişli dekoltesiyle
uzun kızıl saçlı, biraz dolgun, etli dudaklarla resmedilmiş. Edebiyat dünyasına da girince,
şeytan kadın kimliği tamamen kayboldu. Artık ona korku ve nefretle bakılmıyor, hatta
sempatik bile bulunuyordu. Her ne kadar şurada ya da burada, nahif ruhlu insanlar dikkatli
olmak adına tılsımlarına güvenmeye devam etseler de, aydın fikirliler kötü kalpli şeytan kadın
tiplemesini raflardaki tozlu dosyalara kaldırmışlardı. Hoşa giden ve benimsenen, onun bastan
çıkarıcı özelliği değildi. Lilith'in Adem'in ilk eşi olduğunu anlatan efsaneye odaklanılmıştı.
Çünkü bu öykü, insanlık tarihinin başlangıcından bugüne uzanan bir tartışmayı başlatmıştı.
Özellikle son yüzyıldır iyice kesinlesen bir tartışmaydı bir: eşitlik, daha doğrusu kadın ve
erkek arasındaki eşitsizlik sorunu. Psikanaliz uzmanı ve araştırmacı Siemund Hurwitz, "Adem
ile Lilith arasındaki güç savaşını, asırlarca süren ve baba erkil sistemdeki erkeğin konumu ile
kadınların eşit haklara sahip olma talebini temel alan cinsiyetler arası savasın aynadaki
görüntüsü olarak değerlendiriliyor.
Aslında ne Antikçağ, ne Ortaçağ ne de onu izleyen yüzyıllarda bu sorun çok önemsenmedi.
Cinsiyetler arasındaki iliksiyi karşılaştırmaya gerek yoktu: Kadın erkeğin egemenliği altında
olmak zorundaydı. Havari Aziz Paulus, "Erkek kadından değil, kadın erkekten yapılmıştır.
Erkek kadının isteklerini değil, kadın erkeğin isteklerini yerine getirmek üzere yaratıldı."
demişti. Ne de olsa kadın Adem'in kaburga kemiğinden yapılmıştı. Bu bakış açısı, kadının
yüzlerce yıllık toplumsal konumunu belirleyen ana etkendi. Kadın, dört büyük dinde de
"günah kazanı" olarak görüldü. Bunun nedeni Havva'ya kadar uzanıyor. Yasak meyveyi her
ikisi de yemesine rağmen, islenen günahtaki suçluluk payı eşit değildi: Kandırılan Adem
değil, Havva'ydı. Çünkü, yılanın sözüne inanmıştı. Adem kuskusuz inanmamıştı, ancak
biricik esi ile ilişkilerini tehlikeye atmak istememişti sadece. Söz konusu bir günah olsa dahi,
günahkar ve suçlu olan kadındı. Şeytanla işbirliği yapması ve cadılıkla suçlanabilmesi için
önemli nedenlerdi bunlar. Bu dayanaklardan güç alan erkekler, kadınların kişiliğini adeta
baskı altına aldılar ve onları kendilerine ait bir mal gibi gördüler. Geçen yüzyıl içinde
yoğunlaşan kadın direnişi buna karsı çıktı. Eşit haklar ve özgürlük için savaşan Lilith'i de
kendilerine simgesel figür olarak seçtiler. Lilith'in savasını basarıyla sona erdirememesi onları
yıldırmıyor. Lilith efsanesi, arzuladıkları toplumsal konuma ulaşmak için onları biraz daha
kamçılıyor. Lilith İbranice'de "geceye ait olan" anlamına geliyor. Adından da anlaşılacağı
üzere, çağlar boyu kadınlara yakıştırılabilecek bütün olumsuz özelliklerin taşıyıcısı olmuş:
Bastan çıkarıcı, fahişe, cadı, vampir, cinlerin bası, gece canavarı onun unvanlarından bazıları.
Saf, edilgen cinselliği ancak yasak meyveyi tadınca öğrenen Havva'nın tersine, başından
itibaren gücünün ve cinselliğinin bilincindedir ve yeri gelince kullanmaktan da çekinmez.
25
Kendi basına buyruk, zapt edilemez, denetlenemez olduğundan, özellikle tek tanrılı din
adamlarının sürekli baskı altına almaya çalıştıkları bir kadın örneği, erkeğin kadına ve
cinselliğe tuttuğu korkunun bir simgesi aslında. Dolayısıyla ölümlü insanların arasında yeri
yoktur. Yeri bilinmeyen, açıklanmayan kötülüklerin geldiği karanlık güçlerin dünyasıdır. İyi
ile kötüyü ayırt etmeyi sağlayan ağacın yasak meyvesinden yemediği için ölümsüz kalmış,
cennetin yakınlarındaki bir dag geçidinde şeytanlarla birleşerek Şeytan'dan "Lilim" adı verilen
çocuklar doğurmuştur. Tevrat'ta şöyle yazıyor: "Ve çölün vahşi hayvanları ile kurtlar
buluşacak; evet, gece canavarı orada yerleşecek ve kendisi için istirahat yeri bulacak..."
Sembolik hayvanı baykuştur. Tablo ve heykellerinde, genellikle ay seklinde taçla
tasarlanmıştır. Yahudi kadınlar, eslerinin bu şeytan kadına kapılmamaları için yatak
odalarının duvarlarına bir daire içinde "Adem ile Havva buyursunlar içeri, girmesin kapıdan
11 (LILITH-Lilith)" yazıyorlardı. Nümerolojiyle uğraşanlar 11'i kötülükle yüklü olduğu için
korkunç bir sayı olarak kabul ediyorlar. Kabalacılara göre bu sayı, iyi ve güzel olan ne varsa
tam tersini temsil ediyor. Günah yüklü, zarar verici ve mükemmel olmayı reddetmiş bir
sayıdır bu. Modern çağlarda Lilith feminizmin simgesi haline geldi. Bu isimde dergiler çıktı,
kafeler açıldı, sadece kadın müzisyenlerin katıldığı "Lilith Fair" adlı gezici müzik festivalleri
düzenlendi, "ideal kadın" olarak tanımlanan Havva gibi olmak istemeyen kadınlar, tepkilerini
dile getirmek için kız çocuklarına lilith adını verdiler.
http://www.toplumdusmani.net/modules/wfsection/article.php?articleid=1115).
26
İKİNCİ BÖLÜM
DÎVÂNLARIN TARANMASI
2.1. HAYÂLİ DİVÂNI2
Sâzına şa’şa’ayi târ edip zöhre-i çarh
Nagme-i sünbüleden ayleye ahengi nevâ
( g.9/3, s. 92 )
Şâm-ı gamda lem’a-i âhımla da’va kılmağa
Mâh u zöhre müşterî meydâna geldin ferd ferd
( g.42/3, s. 103 )
Âfitâb-ı Zöhreye hüsnün meta’ın etme arz
Ana âlem müşteri lazım değil dellaleler
( g.101/4, s. 124 )
Nûş etmeyem sunarsa inip Zöhre-i felek
Dünyâ şarabını kadh-i âfitabdan
( g.423/7, s.236 )
Ey felek nakş- ruh-ı yârı Hayâlî okusa
Zöhreyi mâh ile ol meclise deffâf eyle
( g.541/5, s.278 )
2.2. MESÎHÎ DİVÂNI3
Çeng- gamda nâle eylerken Mesîhî dün gice
Zühre gökden işidüp didi ne erkek sâz olur
( g.71/5, s.163 )
Târem-i çarhda raks ura Mesîhî Zühre
Şive-i şi’r ile ger bir nefes elhân kılam
( g.167/5, s. 225 )
2 Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan, Hayâlî Dîvânı, Akçağ Yayınları, Ankara, 1992
3Prof. Dr. Mine Mengi, Mesîhî Dîvânı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1995
27
2.3. NEV’İ DİVÂNI4
Heyhâte en tasıle’l-‘anâkibü bi’llezî
Nesecet enâmilühâ zühre’l-eflâk
( şi’r, s.5 )
Meclisde Zühre-i felege yir bulunmadı
Bâm-ı sipihre çıksa temâşâya vechi var
( k.13/13, s.43)
Çalındı bürc-i sipihr üzre nevbet-i şâdî
Güneş nakâre-i zer Zühre-i felek mehter
( k.16/5, s.53)
Sünbülün tugrâ-yı menşûr-ı cemâl-i saltanat
Fülfülün ol zühredür kım mâh-i tâbânundadur
( k.24/11, s.80)
İrtifa’-ı evc-i kasrun şöyledir kim serverâ
Nağme-i bezmün ider Nâhîd-i5 çarh-ı ser-girân
( k.37/10, s.113)
Reşk itmesün mi bezm-i meye Zühre-i felek
Her câm âfitâb ola her bir habâb çarh
( g.46/2, s.258)
Nev’i n’ideyin dûn olıcak tâli’-i nâ-sâz
Devrân tutalum Zühre ile hem nefes eyler
( g.98/5, s.288)
2.4. ÜSKÜPLÜ İSHAK ÇELEBİ DÎVÂNI6
Gördüm ol Zühre-cebîni bu gice seyrümde
Tâb-ı mihr-i ruhı yakdı beni bîdâr oldum
( g.183/3, s.236)
Gör tâli’-i mes’udını ol Zöhre-cebînün
Rif’atde der-i devleti Keyvâna yetişdi
( g.289/6, s. 307)
4 Dr. Mert Tulum, M. Ali Tanyeri, Nev’i Dîvânı, Edebiyat Fakültesi Matbaası, İstanbul, 1977
5 Nâhîd: Venüs (Zühre) gezegeni, Çulpan (Develioğlu 2010: 935)
6 Dr. Mehmet Çavuşoğlu, M. Ali Tanyeri, Üsküplü İshak Çelebi Divanı, İstanbul, 1989
28
2.5. YAHYÂ BEY DÎVANI7
Çengini yire çaldı hicâb eyledi andan
Görince salâhıyyetini Zöhre-i zehrâ
( k.1/19, s. 18)
Pây-mâl itmek içün illeri bir şîve ile
Zöhre-i çarh-ı felek sâkına takdı hâlhâl
( k.14/14, s. 67)
Ol Müşterî-‘atıyyet ü Nâhîd-menzilet
Kaldurdı başını vü hıtâb eyledi bana
( k. (24/22, s. 103)
Biri Sâzende Ca’fer oldu nâmı
Müşerref kıldı sâzı her makâmı
Kaçan kim sâza dem-sâz ola bî-bâk
Olur çarh üzre Zöhre zehresi çâk
Makâm-ı gamda oldı kâmetüm çeng
İdelden perde-i uşşâka âheng
(ş. 230, s. 265)
Deyr-i felekde zehresş çâk ola Zöhrenün
Alsa eline ol sanem-i dil-sitân çeng
(g. 215/4, 417)
7 Dr. Mehmet Çavuşoğlu, Yahyâ Bey Dîvânı, İstanbul 1977
29
BİBLİYOGRAFYA
KİTAPLAR
Levend, Agâh Sırrı, Divan Edebiyatı-Kelimeler ve Remizler Mazmunlar ve Mefhumlar,
Enderun Kitabevi, İstanbul 1984
Onay, Ahmet Talât, Açıklamalı Divan Şiiri Sözlüğü-Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve
İzahı, (Haz. Prof. Dr. Kurnaz, Cemal), H Yayınları İstanbul 2009
Erhat, Azra, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 1980
Hançerlioğlu, Orhan, İnanç Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 1975
Prof. Dr. Yıldırım, Nimet, Fars Mitolojisi Sözlüğü, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2006
And, Metin, Minyatürlerle Osmanlı-İslâm Mitologyası, YKY, İstanbul 2007
Rosenberg, Donna, Dünya Mitolojisi- Büyük Destan ve Söylenceler Antolojisi, (Çev. Koray
Akten, Erdal Cengiz, Atıl Ulaş Cüce, Kudret Emiroğlu, Tuluğ Kenanoğlu, Tahir Koca Yiğit,
Erhan Kuzhan, Bengü Odabaşı) İmge Kitabevi, Ankara 2006
Pala, İskender, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Kapı Yayınları, İstanbul 2010
Develioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Aydın Kitabevi Yayınları, Ankara
2010
Doç. Dr. Meydan Ali, Keçi Güzellemesi, Pegem Akademi, Ankara 2013
Hamilton, Edith, Mitologya, (Çev. Ülkü Tamer), Varlık Yayınları, İstanbul 2002
Başvuru Kitapları Mitoloji, NTV Yayınları, Çin 2009
Pike, E. Royston, Encylopedia of Religion an Religions, Meridion Book Inc New York 1959
Wilkinson, Philip-Philip, Neil, Görsel Rehberler 6:Mitoloj, (Çev. Meltem Uzun), İnkılâp,
İstanbul 2013
DÎVÂNLAR
İpekten, Haluk, Hayâlî Dîvânı, Akçağ Yayınları, Ankara 1992
Mengi, Mine, Mesihî Dîvânı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1995
Dr. Tulum, Mert, Tanyeri, M. Ali, Nev’i Dîvânı, Edebiyat Fakültesi Matbaası, İstanbul 1977
Dr. Tulum, Mert, Tanyeri, M. Ali, Üsküplü İshâk Çelebi Dîvânı, İstanbul Üniversitesi Fen
Fakültesi Döner Sermaye İşletmesi Prof. Dr. Nazım Terzioğlu Basım Atölyesi, İstanbul 1989
Dr. Çavuşoğlu, Mehmet, Yahyâ Bey Dîvânı, Edebiyat Fakültesi Matbaası, İstanbul 1977
30
MAKALELER
Dr. Kıyak, Abdulkadir, İslam Öncesi Türk Kültüründe Yıldızlarla İlgili İnanışlar, F. Ü
İlahiyat Fakültesi Dergisi 15:2(2010) SS. 189-197
Kardaş, Sedat, Divan Şiirinde Sihir ve Büyünün Kaynağı: Hârût ve Mârût, A. Ü Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü Dergisi [TAED], 50 Erzurum 2013, SS. 29-46
Yrd. Doç. Dr. Demiralp, Didem, Söylenceden Düşünce Bilime Kıbrıslı Afrodit- Hesiodos’tan
Proklos’a Bir Aşk ve Güzellik Tanrıçasının Öyküsü, LAÜ Sosyal Bilimler Dergisi December-
Aralık 2011
Akyıldız Ercan, Cemile, Mitolojide Çocuk Katili Kadınlar: Lilith, Lamia, Medea, Zeitschrift
für die Welt der Türken, Vol.5 No.1, 2013
ANSİKLOPEDİ MADDELERİ
Zühre Mad., İslâm Ansiklopedisi- İslâm Âlemi Tarih, Coğrafya, Etnografya ve Biyografya
Lugatı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul 1986, C.13 s. 642, 643
Aphrodite mad., AnaBritannica Genel Kültür Ansiklopedisi, İstanbul 1986, C.2, s.193
Afrodit mad., Büyük Lûgat ve Ansiklopedi, Meydan Yayınevi, İstanbul, C.1, s.121
Lilith mad., Büyük Lûgat ve Ansiklopedi, Meydan Yayınevi, İstanbul, C.7, s.949
Lilit mad., Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, Gelişim Yayınları, İstanbul 1986, C. 12,
s.7484
Zühre mad., Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, Gelişim Yayınları, İstanbul 1986, C.
20, s.12799
Afrodit mad., Cumhuriyet Ansiklopedisi, Arkın Kitabevi, İstanbul, C. 1, s.74
Afrodir mad., Memo Larousse-Genel Görsel ve Tematik Ansiklopedi, Aydın Kitaplar,
İstanbul 1991, C.1, s.294
Afrodit mad., Resimli Yeni Lûgat ve Ansiklopedi, İbrahim Alâettin Gövsa ve bir hey’et, İskit
Yayını, İstanbul 1947, C.1, s.36
Afrodit veya Aphrodite mad., Temel Britannica-Temel Eğitim ve Kültür Ansiklopedisi, Ana
Yayıncılık A. Ş. İstanbul 1991, C.1, s. 60
Aphrodite(Venüs) mad., Yeni Hayat Ansiklopedisi, Doğan Kardeş Yayınları, İstanbul 1983,
C.1, s.292
Venüs mad., Yeni Türk Ansiklopedisi, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1985, C.12, s. 4622
31
Afrodit mad., Hayat Küçük Ansiklopedi, Hayat Yayınları, İstanbul 1968, s. 18
İNTERNET KAYNAKLARI
(http://www.toplumdusmani.net/modules/wfsection/article.php?articleid=1115).
(http://www.politik.de/forum/religion/57061-lilith.html