YÜZ AKI Adlı Metnin Göstergebilimsel Çözümlemesi

19
Yüz Akı Adlı Metnin Göstergebilimsel Çözümlemesi Yrd. Doç. Dr. Kamil İşeri Niğde Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü 51100 Niğde Tel: 0505 396 8838 e-posta: [email protected]

Transcript of YÜZ AKI Adlı Metnin Göstergebilimsel Çözümlemesi

Yüz Akı Adlı Metnin Göstergebilimsel Çözümlemesi

Yrd. Doç. Dr. Kamil İşeri Niğde Üniversitesi Eğitim Fakültesi

Türkçe Eğitimi Bölümü 51100 Niğde Tel: 0505 396 8838

e-posta: [email protected]

Yüz Akı Adlı Metnin Göstergebilimsel Çözümlemesi Kamil İşeri

Niğde Üniversitesi Özet

Bu çalışmada göstergebilim kuramının metin çözümleme araçları kullanılarak bir metnin anlamsal evrenine girilip anlamlandırılmasına çalışılmıştır. Göstergebilimin tanımı, alanı, amacı ve metin çözümleme araçları belirtilmiş ve Ömer Seyfettin’in ‘Yüz Akı’ adlı öyküsüne uygulanmıştır. Çalışmanın sonucunda göstergebilim araçları kullanılarak çözümlenen metnin anlam evrenine girilmiş ve metnin yüzeyden derine üretim koşulları göstergebilimsel bakış açısıyla ortaya konmuştur.

Anahtar Sözcükler: Gösterge, göstergebilim, dilbilim.

Semiotical Analysis of Text Named as Yüz Akı

Abstract In this study, it is tried to introduce the meaning world of a text to be able to give

meaning by means of using text analysis tools of the semiotic approach. The explanation, field of study, aim and text analysis tools of the semiotics are specified and implemented on the story of Ömer Seyfettin named “Yüz Akı”. At the conclusion of the study, it is managed to introduce the meaning world of analysed text by using the tools of the semiotics and from surface to deep production conditions of the text are displayed in terms of semiotics.

Keywords: Sign, semiotics, linguistics. 1. Giriş

Türkçede göstergebilim terimiyle karşılanan semiyoloji (fr.sémiologie) ve semiyotik (fr.sémiotique) terimleri batı dillerinde birbirinden farklı anlamlarda kullanılmaktadır. Aynı anlamda kullanılan her iki terim de birbirinden farklı anlama gelmekte ve kökenbilgisel (etimolojik) olarak da birbirinden ayrı sözcüklere dayanmaktadır. Semiyotik sözcüğü Yunanca semeiotike teriminden, semiyoloji sözcüğü ise semeion (gösterge) ve logia (kuram, söz anlamındaki logostan) sözcüklerinin birleşiminden semeiologia terimi oluşmaktadır (bk. Rifat 1996:19). Doğrudan doğruya bildirişim amacıyla yaratılmış dizgelerdeki göstergeleri yine bildirişim sürecindeki işlevleri açısından araştıran ve dilbilimin betimleme yöntemini kullanan etkinlik alanı Semiyoloji olarak karşımıza çıkmaktadır. Göstergeleri bildirişim açısından inceleyen semiyoloji, ‘gerçekçi’ bir yaklaşımı benimsediğini söyleyerek, doğada var olan gözlemlenebilir, somut fiziksel nesneleri betimliyormuş gibi, ‘dile’, ‘dilyetisine’ yüzeysel boyutta yaklaşmaktadır. Derinlemesine incelemeler Semiyotik alanında yapılmaktadır.

Günümüzde yapılan bilimsel çalışmalarda yalnızca tek bir bilim dalının bulguları değil diğer bilim dallarının bulguları da önem kazanmaktadır. Başka deyişle, çalışmaların tek bir alanın bulgularıyla sınırlı bir bakış açısıyla değil de alanlar arası çalışmaların bulgularının değerlendirildiği çalışmaların önem kazandığı gözlenmektedir. Göstergebilim, diğer alanların özellikle de dilbilimin bulgularından oldukça yararlandığı gibi diğer bilim dalları da göstergebilimin bulgularından yararlanmaktadır. Bu nedenle göstergebilimin kendi içyapısı, kendi oluşumu ya da kuramının gereği diğer bilim

dallarıyla doğrudan ilişkilidir. Bilgikuramsal (epistemologique) dayanağını dilbilimden alan, özellikle dilbilimin yapısalcılık ilkesine sıkı sıkıya bağlı kalan çağdaş göstergebilim gelişimini sürdürürken dilbilimin kavramlarını, yöntemlerini temel alarak yeni bir örnekçe oluşturmaya çalışmaktadır.

Dilbilim, inceleme nesnesini doğal dillerle sınırlandırmış, sesbirimler, anlambirimler gibi birimlerle inceleme sınırını tümce olarak belirlemiştir. Günümüzde ise dilbilimin yanalanı olarak belirtilen alanlar tarafından da tümceüstü çalışmalar yapılmaktadır: Metindilbilim, Söylem Çözümlemesi, Toplumdilbilim, Ruhdilbilim ... Ancak bütün bu çalışmalar da yalnızca doğal diller açısından ele alınmaktadır. Göstergebilim ise yalnızca doğal dil değil, dil dışındaki görsel, işitsel, sanatsal iletişim dizgelerinin her birini dilin özel bir dizgesi olarak görmektedir. Dilbilim, bir dil dizgesini açıklayabilir, onun toplum, kültür, birey gibi dil dışı etkenlerini de göz önünde bulundurarak inceleyebilir. Ancak görsel (mimari, reklam, sinema...), işitsel (müzik, şarkı,...) ve sanatsal (yazın, resim, heykel...) kullanımlardaki iletişim dizgelerini çözümlemede ve açıklamada yeterli görülmemektedir. Çünkü göstergebilim dizgeleri içinde dilbilimin kavramsal yöntemsel, verilerini bulmak, saymak, sınıflamak yeterli değildir. Önemli olan bu verilerin göstergebilimsel çözümlemede nasıl bağıntı kurduğunu, nasıl işlediğini, nasıl kullanıldığını, hangi aşamada yetersiz kaldığını sorgulamaktır (Kıran 1990:52). Bir olguyu açıklamak tek bir bilim dalının verilerinden değil, birden çok alanın verilerinin kullanılmasını, yani alanlar arası çalışmayı gerektirmektedir. Dilbilim ile göstergebilim ilişkisi Saussure (1985:19) ve Kıran&Kıran (2006:319)’dan yararlanılarak aşağıdaki biçimde çizelgeleştirilebilmektedir. Bütün Göstergeler

Dildışı gösterge

Çizelge1: Dilbilim göstergebilim ilişkileri F. de Saussure’ün gösterge kavramını L. Hjelmslev

yeniden adlandırıp her iki düzlemin de biçim ve tögöstergebilime sunması, dilbilimden göstergebilimeönemlilerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. L. Hjealarak ortaya attığı gösterge kavramı göstergebilimde a(gösterilen) düzlemleri olarak ayrılır ve her ikisi de biçimoluşmaktadır. Biçim: Renklerin düzenlenmesi, uzamlar, sesler (karşAnlatım Töz: Teknikler, sanatlar, işleyen medyalar (resim, gaz Biçim: İzlek ve kavramların düzenlenişi (anlatısal yapİçerik Töz: Göndergenin evreni (yerler, durumlar, kültürler.Çizelge 2: Hjelmslev’e göre göstergenin göstergebilimsel yorumu

Göstergedilbilim

Dilbilim

Göstergebilim

Dilsel gösterge

’in anlatım ve içerik olarak zden oluştuğunu belirterek geçen kavramların en lmslev’in dilbilimden ödünç nlatım (gösteren) ve içerik ve töz olarak iki bölümden

ıtlıklar, anımsamalar).

ete, sinema).

ılar, değerler dizgesi).

..).

Yukarıdaki çizelgede yer alan kavramlardan töz, nesnel biçimde tanımlayabileceğimiz anlamdır. Bu nedenle de incelenmesi ve tanımlanması diğer bilim dallarına bağlıdır. Anlatımın tözünde sesbilgisi, içeriğin tözünde toplumbilim, felsefe, yazın ve yazın tarihi, siyaset bilimi, vb... bulunur. İçeriğin biçimi ise içeriğin tözünün somutlaştırılmasından başka bir şey değildir. Sayısız yazınsal ya da yazınsal olmayan metin zaman, uzam, kişi, doğa, arkadaşlık, ölüm, sevinç, vb... tözlerden söz etmektedir. Şiir, roman, deneme, çevre koruma konusunda bilimsel yazılar, vb... yalnız bu biçimbilimsel bir betimlemede uygulama konusu olabilmektedir. İçeriğin tözü ya da anlamın açıklanması göstergebilimci için karar verme düzlemidir, diğer bilim alanlarına duyulan gereksinim burada belirginleşmektedir. Anlam gibi soyut ve değişik biçimler alabilen bir katmana Hjelmslev biçimsel açıdan yaklaşarak bir dizgeye oturtmuştur (Yücel 1999:42; Kıran 1990:54; Floch 1985:46).

Göstergebilimde dil olgusu üç açıdan nesne olarak ele alınmakta ve algılanmaktadır: Anlamsal, biçimsel ve toplumsal. Yücel (1999:40)’ta dil, anlamsal, toplumsal ve biçimsel olarak görülmekte ve aşağıdaki ifadelere yer verilmektedir:

Dil düzleminde belirmediği sürece anlam, çözümlenmemiş bir veri, biçimlenmemiş bir kitle olarak kalmaktadır. Ayrıca her dilde değişik bir biçimde biçimlenmektedir. Başka deyişle aynı anlam değişik dillerde değişik biçimlere bürünmektedir. Bu biçimi de dilin işlevleri belirlemektedir: “Anlamın her seferinde yeni bir biçimin tözü olması dışında var olma olanağı da yoktur. Böylece dilsel içerikte özgül bir biçim çıkar karşımıza: içeriğin biçimi. [Göstergebilimin amacı da bu içeriğin biçimini ortaya koymaktır]. Bu biçim anlamdan bağımsız olarak onunla saymaca bir bağıntı kurar ve onu içeriğin tözü durumuna getirir. İçeriğin tözü durumuna gelmekse, kesinlikle dil düzleminde yer almaktır. Bu açıdan bakıldığında göstergebilim, sözcükbilim ve anlambilimi içine alan daha kapsamlı bir çözümleme yöntemi olarak ortaya çıkmaktadır.” biçiminde dile getirilmektedir: Buna göre dil:

1. Biçimsel bir nesnedir, töz değil biçimdir. Bağdaşık niteliklidir ve çözümlemeye uygundur.

2. Dil, anlamsal bir nesnedir, anlam yüklü biçimlerden oluşur. 3. Dil, toplumsal bir nesnedir.

J.-M. Floch, F. de Saussure’ün iki düzlemde (gösteren-gösterilen) ele aldığı gösterge kavramının ve onu oluşturan gösteren-gösterilen arasındaki bağıntının göstergeyi oluşturduğunu, bunun da göstergebilime dilbilimden bir kalıt olduğunu söylemektedir. Öte yandan her iki düzlem eklemlenmiş, düzenlenmiş şeye ya da bizzat kendi eklemleniş biçimine bağlıdır. Bu iki düzlemin göstergebilimdeki görünümü aşağıdaki gibi bir görünüm sunmaktadır (Floch 1985:46; Yücel 1999:106).

Derin düzey: Sesbirimcikler Anlatım düzlemi

Yüzeysel düzey: Sesbirimler

Belirim düzlemi Sözlükbirimler: (Bildiriyi oluşturan farklı ögeler) Yüzeysel düzey: Göstergebirimler İçerik düzlemi

Derin düzey: Göstergebirimcikler Çizelge 3: İçerik ve anlatım düzlemlerindeki ilişkilerin belirim düzlemindeki görünümü

Greimas (1966)’da, “Anlamın mutlak koşulunun ögeler arasındaki bağıntı olduğu”

vurgulanmaktadır. Bu bağıntı iki göstergenin birlikte kavranabilmesi için gerekli ortak yanları ve birbirine olan karşıtlıkları belirtmektedir. İkili karşıtlık aynı anlam eksenindeki göstergelerin bir karşıtlığının bulunmasıdır: Ak/kara, iyi/kötü, küçük/büyük.... Öte yandan, yolcu gemisi, yük gemisi gibi bir kullanımda gemi

göstergesi ortaklığı, yolcu ve yük göstergeleri ise başkalığı göstermektedir. Bu bağlamda dilsel ürünler dilin kullanım bağlamından ayrı düşünülmemektedir. Bu yöntemle bir çözümleme yapılması, metnin nesnel ve bilimsel incelemesi anlamına gelmektedir. 1.2. Amaç

Bu çalışmada, göstergebilimin metin çözümlemede ortaya koyduğu araçları kullanarak yazınsal bir metnin yüzeyden derine anlamsal oluşum aşamalarını göstermektir.

1.3. Yöntem

Bu çalışmada, göstergebilim kuramının metni incelemede kimi araçlar kullanması, alanlar arasındaki geçişleri sağlayarak bütüncül bir yapı sergilemesi ve yapılan saptamaları, çözümlemeleri sürekli denetlemesi, bilimsel ve nesnel bir tabana oturtması açılarından göstergebilim kuramı kullanılmıştır. 1.3.1. Göstergebilimin Çözümleme Yöntemi ve Araçları

Göstergebilimsel bir çözümleme, metnin değişik katmanlarına uygulanabilecek değişik türdeki örnekçeleriyle metni sorgulamaktadır. Metinde verilmek istenen (yazınsal nitelikli metinlerde örtük olarak verilen) iletiyi ve metinde çözümlemecinin veya yazarın verdiği sorunu ya da sorunları bulmaya yardımcı olmaktadır. “Göstergebilimsel çözümleme, anlamlı bir bütüne yaklaştığında anlatım düzleminin özelliklerini, yani dilsel ve biçimsel yapıları bir başka etkinlik alanına bırakarak doğrudan doğruya içerik düzleminin biçimine yönelir” (Rifat,1996:26). Bu nedenle göstergebilim, içerik düzlemindeki biçimin de üç değişik düzeyde düzenlendiğini ve üç aşamada çözümlenebileceğini benimsemektedir.

Yüzey yapıdan derin yapıya doğru bir yön izleyen bu çözümleme yöntemi şöyle bir adlandırmayla sıralanmaktadır: Söylemsel düzey, anlatısal düzey, mantıksal-anlamsal düzey. Bu düzeyler de iki tür süreç içermektedir: Üretim süreci ve çözümleme süreci. Çözümleme nesnesinin başlangıcında yaratılan soruna gösterge dizgelerinin üretimi açısından ve kuramsal olarak ele alındığında, mantıksal-anlamsal düzeyden (derin yapıda yer alan ve anlam oluşumunun temellendiği en soyut, en temel aşama) anlatısal düzeye (temel anlam yapılarının anlatı izlencelerinde yer aldığı işlevsel birimler olan eyleyenlere dönüştüğü aşama) oradan da söylemsel düzeye (işlevsel birimler olan eyleyenlerin kişi durumuna dönüşerek belirli bir zaman ve uzam içinde yer aldığı aşama) geçiş söz konusu olmaktadır. Üçüncü aşamadan sonra ele alınan göstergebilimin inceleme konusu dışında kalan anlatım düzlemi, metinselleşme süreci gelmektedir. Bu durumda Üretici Süreçin çizimsel biçimi aşağıdaki gibi bir görünüm sunmaktadır:

ÜRETİCİ SÜREÇ Sözdizimsel Bileşke Anlamsal Bileşke ANLATISAL

YAPILAR Derin Düzey Temel Sözdizim Temel Anlam Değer Yargıları

Yüzeysel Düzey Anlatısal Sözdizim Eyleyenler Şeması ve İşleyişi Anlatısal Anlam

SÖYLEMSEL YAPILAR

Söylemsel Sözdizim Oyunculaşma Süremselleşme Uzamsallaşma

Söylemsel Anlam İzlekselleşme Betiselleşme

Çizelge 4: Üretici Süreç

Göstergebilim tüm gösterge dizgelerine yönelik olarak geliştirdiği “düşüncenin evrensel düzeneği”ni simgeleyen Üretici Süreç değişik alanlarda sürdürülen çözümlemelerde de kullanılmaktadır (Rifat,1980:108). Yukarıdaki çizelge 4’te görüldüğü gibi, yalından karmaşığa doğru uzanan çeşitli katmanların oluşturduğu üretici süreç, sözdizim/anlam bileşkelerinin hem yatay, hem de dikey boyutlardaki eklemlenişine dayanmaktadır. Göstergebilim kuramı üretici sürecin üç ayrı katmandan oluştuğunu belirtmektedir: Temel yapılar, anlatısal yapılar, söylemsel yapılar. Sorun gösterge dizgelerinin üretimi değil de çözümlenmesi açısından ele alınırsa tam tersi bir yol izlenmektedir. Anlamlı bir bütünün içerik düzlemine yüzeyden derine doğru izleyeceği yol ya da yapacağı işlemler ve sırası şu biçimde olmalıdır (Rifat 1996:27).

1. Söylem kişilerinin, zamanların ve uzamların bir dil yetisi aracılığıyla nasıl düzenlendiğini, sözgelimi sanatsal, yazınsal bir tasarının söylem aşamasına nasıl geldiğini araştırır.

2. Eyleyenlerin olay örgüsü içindeki işlevlerini saptamaya, kişilere bağlı bir eylem, olay ve duyguların nasıl düzenlendiğini, bir anlatı izlencesi içinde nasıl eklemlendiğini kavramaya çalışır.

3. Metnin ilk iki düzeyinde belirlenen anlam evreninin temellendiği, kaynaklandığı en soyut, en mantıksal, en derin düzeydeki gücül yapıların neler olduğunu görmeye ve göstermeye yönelir. Bütün bunların yüzeyden derine doğru adlandırılması da şu biçimde olmaktadır: 1. Söylem çözümlemesi, 2. Anlatı çözümlemesi, 3. Temel yapı (mantıksal-matematiksel) çözümlemesi.

1.3.2. Algirdas Julien Greimas’ın Eyleyenler Modeli Anlatı çözümlemesinde, metnin anlamının nasıl oluştuğu, metnin yüzeysel

düzeyinden derin düzeyine doğru bir yol izlenerek ortaya konmaya çalışılmaktadır. A. J. Greimas’ın ortaya attığı anlatı izlencesinin gerçekleşme süreci bu model uygulanarak anlaşılır duruma getirilebilir. Kurama göre her metinde anlatıyı oluşturan altı eyleyen (Özne-Nesne-Gönderen-Gönderilen-Yardımcı-Engelleyici) bulunur ve bunlardan ilk dördü birçok anlatıda yer alır (baş, birincil derecede kahramanlar) diğer ikisi ise zorunlu olmamakla beraber anlatıda bulunabilir (ikinci derecede olan anlatı kişileri). A. J. Greimas bunu şu biçimde şemalaştırmaktadır (bk. Greimas 1966:172-191; Kıran 1993:61-64; Yücel 1999:118-128; Kıran-Kıran 2007:148-170):

İletişim ekseni

Gönderen Nesne Gönderilen

istemek İsteyim ekseni

Yardımcı Özne Engelleyici -ebilmek -ebilmek

Edim ekseni

Çizelge 5: Greimas’ın Eyleyenler şeması Yukarıdaki çizelgede da görüldüğü gibi gönderen-gönderilen ilişkisi iletişimsel,

özne-nesne ilişkisi isteyimsel (isteğe dayalı), yardımcı-engelleyici ilişkisi ise güce dayalıdır. Eyleyenler örnekçesi özne tarafından amaçlanmış nesne üzerinde yoğunlaşırken gönderen ile gönderilen arasında iletişim söz konusudur. Bu üç ekseni T. Yücel, D. ve A. Patte’dan yararlanarak aşağıdaki gibi açıklamaktadır (1999:120).

İletişim ekseni: Tüm iletim, aktarım ve alım olgularının gerçekleştiği düzlemdir. Bu eksende göndericinin işlevi başka bir kişi ya da nesneye: alıcıya bir şey iletmek ya da onun hangi nesneye gereksinimi olduğunu belirlemektir. Nesneyse bu eksende

göndericinin “ilettiği” ya da alıcının “yoksun bulunduğu” şey olarak tanımlanmaktadır.

İsteyim ekseni: İstekten kaynaklanan edimlerin eksenidir. Burada özne iletimin kaynağı kendisi olmamakla birlikte, gerçekleştirdiği değişik eylemlerle önündeki tüm engelleri aşarak nesnenin alıcıya ulaşmasını sağlar. İsteyim eksenin istek kipliği kadar istememek kipliğiyle de ilgilidir.

Edim ekseni: Öznenin isteyimden gerçekleştirime geçtiği, eylemini gerçekleştirmek için gerekli güçle donandığı düzlemdir. Bu gücü kendisine kimi kez bir kişi, kimi kez bir nesne, kimi kez bir nitelik, kimi kez bir bilgi olarak tanımlanan ya da bunların hepsini birden içeren destekleyici sağlar. Engelleyici de aynı destekleyicinin niteliklerindedir ancak temel özelliği öznenin işini güçleştiren olumsuz bir güç olmasıdır. Burada güç olduğu kadar güçsüzlük ya da eksik güç de söz konusudur.

Göstergebilim kuramının oluşturucusu A. J. Greimas, bu eyleyenleri gerçekleştiren oyuncuların olduğunu ve bir oyuncunun (o) birden çok eyleyeni gerçekleştirebilirken tek bir eyleyenin de (E) bir kaç oyuncu tarafından gerçekleştirilebileceğini (Greimas 1983:49; 1973:161) dile getirmektedir. Günay (2002:146)’da eyleyen ve oyuncu kavramlarına ilişkin “Sözceleme ve söylem aşamasından sonra alıcıya ulaşan sözcede de iki tür öznenin varlığından söz edilmektedir: Eyleyen ve Oyuncu. Eyleyen anlatısal sözdizimdeki bir işlevin adıdır. Oyuncu ise bu işlevi yerine getiren kişidir. Söylem, anlatıdan farklı olduğu için bu iki işlev de sözcelem ve sözce özneleri tarafından gerçekleştirilir.” biçiminde bir açıklama getirilmektedir. Greimas’ın eyleyen ve oyuncu kavramına ilişkin çizelge aşağıdaki gibi gösterilmektedir.

E1 E2 E3 E1

o1 o1 o2 o3 Çizelge 6: Greimas’ın eyleyen ve oyuncu ilişkisini gösteren şeması

Tek bir eyleyen (E1) söylemde birden çok oyuncu (o1, o2, o3) tarafından

gerçekleştirilebilir. Bunun tersine tek bir oyuncu (o1) birden çok eyleyenin işlevlerini (E1, E2, E3) üstlenebilir. Ayrıca, altı eyleyenin altısı da kimi anlatılarda ortaya çıkabilirken kimi anlatılarda çıkmayabilir. Ancak temel olarak eyleyensel bir düzenekten söz edilirse en az iki eyleyenin (Özne-Nesne) bulunmasının zorunluluğu da belirtilmelidir. Öte yandan özne ile nesne arasındaki bağıntı bir eyleme dayanmaktadır. Dolayısıyla bu bağıntı edimsel bir bağıntıdır ve temel sözceyi oluşturmaktadır.

Temel sözce en az iki eyleyen arasındaki ilişkiden doğar (Özne-Nesne arasındaki bağıntı). Temel sözdizimdeki iki özellik (ilişki, işlem) bu aşamada da karşılığını bulmaktadır. Bu durumda temel sözce ikiye ayrılmaktadır: Durum sözcesi, edim sözcesi.

Durum sözcesi Ö / N arasındaki ilişkiyi içermektedir. Durum sözcesinde Özne Nesnesinden ya ayrışık (Ö ∪ N) ya da bağlaşıktır (Ö ∩ N).

Edim sözcesi bir durum sözcesinin bir başka durum sözcesine dönüştüren edimin oluşturduğu sözcedir. Bir işlemi, bir dönüştürümü belirtmektedir Aİ=[Ö1 → (Ö2 ∪ N) → (Ö2 ∩ N)]1. Durum sözcesi temel sözdizimdeki ilişkilerin yeni bir evrimini simgelerken edim sözcesi temel sözdizimdeki işlemlerin bir üst aşamasını oluşturmaktadır. Temel sözdizimde işlemler, ilişkileri nasıl dönüştürüyorsa edim sözceleri de durum sözcelerini yönetmektedir. Onları etkileyerek bir başka durum

1 Aİ = Anlatı izlencesi, Ö1 = durum öznesi; Ö2 = edim öznesi, ( )=durum sözcesi, [ ]= edim sözcesi, → = dönüşüm, ∪ = ayrışım, ∩ = bağlaşım.

sözcesine dönüştürmektedir. Yücel (1999)’da durum ve edim sözcelerine ilişkin iki sözce örnek olarak verilmektedir.

1. Ahmet’in ayakkabısı dar geliyor (Durum sözcesi) 2. Ahmet okuldan geliyor (Edim sözcesi) Bu sözcelerden birincisi bir durumu, ikincisi bir edimi dile getirmektedir:

Birincisinde nitelik, durağanlık (statisme), ikincisinde eylem, devingenlik (dynamisme) söz konusudur. Durum sözcesi bağlaşım (conjonction) ya da ayrışım (disjonction) sözceleri olmak üzere iki türlüdür. Edim sözcesi belirli bir eylem yoluyla, bu durumlarda bir dönüşümü, yani bağlaşım durumundan ayrışım durumuna ya da ayrışım durumundan bağlaşım durumuna geçişi içeren bir sözce olarak tanımlanır (Greimas 1966:122; Yücel 1999:122). (Buna göre bir durum dönüşümüyle sonuçlanan süreç bir anlatı olarak nitelenir. Bu da dar anlatı olarak değerlendirilir. Bunların birleşip ve metnin bütününü oluşturması da geniş anlatı olarak değerlendirilmektedir).

1.3.3. Anlatı İzlencesi A. J. Greimas göstergebiliminde bir durum sözcesiyle onu yönlendiren edim

sözcesinden oluşan dar anlatının yapısı Anlatı İzlencesi (Programme Narratif) olarak adlandırılmakta ve bir birim olarak benimsenmektedir. Daha geniş bütünlerin çözümlenmesinde önemli bir işlevi bulunan bu yapı iki biçimde eklemlenmektedir: Aİ=[Ö1 → (Ö2 ∩ N)] Aİ=[Ö1 → (Ö2 ∪ N)]

Anlatı izlencesinin en küçük, en sınırlı anlatı örneğinin dar anlatıyı oluşturduğu ve bu nedenle de bir birim olarak tanımlanması tüm anlatının tek bir izlenceye indirgenip onunla açıklanması anlamına gelmemektedir. Kimi anlatı biçimlerinin (halk masalları) aynı izlenceyi önemsiz değişikliklerle birkaç kez yinelemeleri bir yana geniş anlatılar her anlatı izlencesinin kendinden önce ya da kendinden sonra gelen anlatı izlencelerine mantıksal bağlarla bağlandığı, dolayısıyla birimlerin birbirlerini zorunlu kıldığı bir anlatı izlenceleri dizisi oluşturmaktadır. Başka deyişle, anlatı izlencesi birimlerinden daha üst bir düzlemde yer alıp onları kapsayan, tanımı gereği de bir ilerleme, bir gelişim içeren bir bütün, T. Yücel’in deyimiyle anlatı izlemini oluşturmaktadır. Anlatı izlencesinden anlatı izlemine yani birimlerden birimlerin oluşturduğu bütüne geçildiği zaman bölünme ve dağılma gibi görünen durum yerini bütünlük ve belirginliğe bırakmaktadır.

Bununla beraber tüm anlatı türlerinde, örneklerinde her öznenin karşısında yer alan bir karşı-özne bulunmaktadır. Belirli bir nesneye göre tanımlanan karşılıklı bağıntılarda, birinin yengisi diğerinin yenilgisi, birinin bulduğu ötekinin yitirdiği olarak belirmektedir. Böylece aynı anlatı birbirine karşıt, gene de birbirini bütünleyen iki anlatı izlemi: izlem-karşı-izlem biçiminde eklemlenmektedir. Her anlatı aynı temel çizgiye göre birbirini izleyen üç deneyim biçiminde gelişip sonuçlandığı söylenebilir (Yücel 1999:127-128):

Yetilendirici deneyim: Öznenin belirli bir edimi gerçekleştirebilmesi için gerekli edinci kazanması.

Sonuçlandırıcı deneyim: Öznenin izlencesini gerçekleştirebilmesi gereken edimi başarması.

Onurlandırıcı deneyim: Öznenin başarısının (kahramanın) başkalarınca tanınması ve onaylanması.

A. J. Greimas’a göre bu üç temel deneyimden oluşan anlatı çizgesi yalnızca her anlatıda karşımıza çıkan bir kalıp, yalnızca her anlatı kahramanının izlediği bir yol olarak değil, insan eyleminin, insan yaşamının anlamının aranması olarak da

yorumlanabilmektedir. Bir durum sözcesiyle onu yönlendiren edim sözcesinden oluşan dar anlatının yapısı olarak adlandırılan Anlatı İzlencesi (fr. Programme Narratif) dört evreden oluşmaktadır: Eyletim / Edinim (Edinç) / Edim / Yaptırım. Bu durum bir çizelgeyle aşağıdaki gibi gösterilebilmektedir:

Anlatı İzlencesi Eyletim Edinç Edim Yaptırım

Değer dizgesi çerçevesinde yapılacak edimin programının önerisi ve kabulünün gerçekleştiği aşama Görevlendirici Özne ve gerçekleştirici özne arasındaki ilişki söz konusudur

Programı gerçekleştirebilecek yetinin edinimi Bu yeti şöyle ayrımlaştırılabilir: -zorunda olmak: zorunluluk -istemek: arzu,istek -bilmek: deneyim,bilgelik -gücünde olmak, yapabilmek: Araçlar, güç Gerçekleştirici Özne ile kiplik işlemlerin ilişkisi

İstenen Değer-Nesnenin edimi ve başlangıç durumundaki programın (sözleşmenin) dönüşümlerle gerçekleştirilmesi Gerçekleştirici Öznenin Değer-Nesnelerle olan ilişkisi

Yapılmış sözleşmeyle gerçekleştirilmiş izlencenin karşılaştırılması, kahramanın(öznenin) tanınması Görevlendirici Özneyle Gerçekleştirici Özne arasındaki ilişki Görevlendirici Özneyle Durum Öznesi arasındaki ilişki

Eğilimler, kışkırtmalar meydan okumalar (bahse girme), kayırma (ayartma), değiştirme üzerine yoğunlaşmış anlatılar

İnsiyatif alma, biçimlenme, eğitilme üzerine yoğunlaşmış anlatılar

Dönüşümler, olaylar, başarı ve başarısızlıklar, kazanç ve kayıplar üzerine yoğunlaşmış anlatılar

Memnuniyetler ya da kızgınlıklar, değerlendirmeler, elemeler, ödül ya da ceza üzerine yoğunlaşmış anlatılar

Dönüşümler ⇒ Başlangıç Durumu Edimsel Boyut

Sonuç Durumu

Bilişsel Boyut Çizelge 7: Anlatı izlencesi

1.3.3.1. Eyletim

Eyletim aşaması Özne ile Gönderen arasındaki ilişkiyi kapsamaktadır. Gönderen belirli bir izlenceyi uygulatmak amacıyla bulduğu ya da belirlediği özneyi inandırmaya çalışır. Gönderenin inandırıcı edimine karşılık, Özne de yorumlayıcı edimiyle gönderenin edimini kendi bakış açısının süzgecinden geçirerek onun söz ve davranışlarının doğruluk derecesini araştırarak gerçekliğini kendine göre yorumlar ve izlenceyi uygulayıp uygulamayacağına karar verir. Eğer olumlu düşünürse bu iki özne arasında bir sözleşme yapılır. Burada önemli olan uygulayıp uygulamayacağı olsa da gönderenin yaptırımı önemlidir. Kimi zaman uygulayıcı özne yaptırıcı özneden güçlü (Ö > G) ya da tam tersi (Ö < G) bir durum söz konusu olabilir. Durum ne olursa olsun bu aşama gönderenin özneye izlencesini benimsetmesiyle, bunu başarmasıyla izlence başlamış olur. Başka deyişle, anlatı izlencesinin ilk aşaması tamamlanarak ikinci aşamaya geçilir. Bu aşamada anlatı izlencesini başlatmış olan öznenin örtük ya da belirli olacak “istek” kipliği vardır. İstek yoksa edinim aşamasına geçiş sağlanamamaktadır.

1.3.3.2. Edinim (Edinç)

Edinim evresinin başlangıcıyla gönderenin işlevi bitmektedir. Özne izlenceyi uygulamak için kendisinde başarmaya yeterli olabilecek istek, güç ve bilgisinin olup olmadığını bu aşamada sorgular, eksiği varsa tamamlaması için gerekeni saptar ve

yapar. Eğer izlenceyi uygulayacak istek, güç ve bilgi ya da bunlardan birisi eksikse sonuç durumunda başarısızlık söz konusudur. Bunun için üç kipliğe gereksinimi vardır: İstek, bilgi, güç. Özne, edinç aşamasında güç ve bilgi kipliklerini eylemini gerçekleştirebilmesi için yardımcı eyleyenden alabilir. Böylece eylemini gerçekleştirmesi için güçlü özne konumuna gelir.

1.3.3.4. Edim

Bu aşama, öznenin izlenceyi uygulamak için gerekli yeteneklerle donandığını hissettiği ya da benimsediği anda (kuramsal olarak) belirlediği planını uygulama aşamasıdır. Başlangıç ile sonuç durumu arasındaki dönüşümler bu evrede gerçekleşir ya da gerçekleşmez. Edim aşamasında öznenin nesnesine ulaşmasını isteyen ya da istemeyen başka özneler de devreye girer. Gerçekleştiğinde, yani dönüştürücü öznenin nesnesine ulaşmak için yaptığı eylemler, dönüşümler bu aşamada yaşanmaktadır: ‘istemek+güç+bilmek’ her üç kiplikte özne tarafından edinilmişse dönüşüm ya da öznenin edimi gerçekleşebilmektedir. 1.3.3.5. Yaptırım

Öznenin ediminin başlangıçta izlenceyi başlatan öznenin (gönderen) değerlendirdiği aşamayı oluşturmaktadır. Bu aşamada öznenin edim aşaması gönderen tarafından uygulanan, belirtilen yaptırım doğrultusunda değerlendirilir ve başarılıysa ödüllendirilmekte, başarısızsa cezalandırılmaktadır. Eyletim aşamasında özne, görevi kendi kendine üstlenmişse (G = Ö) yaptırım aşamasında yine kendine dönük değerlendirme yapabilir. Anlatı izlencesinin başlangıcında yapılan sözleşme uyarınca gönderen, anlatı izlencesinin sonunda, yeniden ama bu kez yeni bir işlevle belirir. Kimi zaman da değerlendirmeyi yapan başka bir eyleyen konumunda yer almaktadır. Görevlendirdiği öznenin başarısını ödüllendirir ya da başarısızlığını cezalandırır. Ancak bu durum sürekli olarak hep böyle gerçekleşmeyebilir, kimi durumlarda ödüllendirme ya da cezalandırma izlencede olsa bile sonuç aşaması olan ‘yaptırım’da göz ardı edilebilmekte, metin türüne bağlı olarak okuyucuya bırakılabilmektedir. 1.3.4. Anlamsal Bileşke: Anlatısal Anlam

Temel anlam dizgesinden anlatısal anlam dizgesine geçiş temelde küçük evrene özgü gücül (virtuel) değerlerin bir özne ile kaynaşması demektir. Göstergebilimsel dörtgende yer alan ögelerin tümüyle bir üst düzeye geçmesi söz konusu değildir. Kimi durumlar gücül kalarak metnin yüzeyinde belirmeyebilir. Bir özneyle bağlantı kuran ögeler yeni anlamlar yüklenerek anlatısal anlam boyutuna geçerler. Oluşacak söylemin türü de bu aşamada saptanmaya başlanmaktadır. 1.3.5. Temel (mantıksal-anlamsal) Yapı

Bu evre anlam evreninin en soyut, en derin düzeyini oluşturmaktadır. Temel yapı aşaması, mantıksal-anlamsal ilişkiler çerçevesinde göstergebilim çözümlemesinin diğer iki (söylem-anlatı çözümlemesi) düzeylerinde saptanan ilişkileri yani anlam üretiminin temel yapılarının kavrandığı aşamayı oluşturmaktadır. Temel sözdizimin gerçekleşmesini sağlayan ilişkiler belirlenir ve aralarındaki dönüşümün nasıl gerçekleştiği araştırılır. Bunu gerçekleştirmek için de göstergebilimsel dörtgene başvurulur. Temel yapı düzlemi iki bileşkeden oluşmaktadır: Temel Sözdizim ve Temel Anlam.

1.3.5.1. Birinci Bileşke: Temel Sözdizim İki ayrı altbileşkeden oluşmaktadır: Sınıflandırıcı (ilişkisel) ve işlemsel. Birincisi:

Anlam üretiminin temel yapılarını kavramak için gerekli bilgikuramsal (épistemologique) koşulların saptandığı aşamadır. Bu bileşkede çözümleme açısından yapılacak ilk iş, birbirine karşıtlık oluşturacak ikilikleri saptamaktır. Bu ikilikler arasındaki ilişkileri sınıflandırmak, anlamın var oluş koşullarını belirleyeceği gibi ögeler arasındaki sözdizimsel ilişkilerin çerçevesini de oluşturacaktır. İkincisi ise, sözdizimsel ilişkilerin hangi ögeler arasında gerçekleştiği bir önceki altbileşkede saptandıktan sonra bağıntıların türleri iki mantıksal dönüşüm işlemiyle belirlenir: Değilleme-içerme.

Bu durum göstergebilimsel dörtgende aşağıdaki gibi gösterilebilmektedir. Durumsal Dönüşümsel A1 A2 A1 A2

<yaşam> <ölüm>

-A2 -A1 -A2 -A1 <-ölüm> <-yaşam>

karşıtlık, alt karşıtlık

olumlu-olumsuz çelişme

olumlu-olumsuz içerme

A1 A2 karşıtlık, zıtlık ekseni, hem....hem de ilişkisi

-A1 -A2 alt karşıtlık ekseni, ne....ne ilişkisi

A1 -A1 olumlu çelişme

A2 -A2 olumsuz çelişme

A1 -A2 olumlu içerme (metindışı gönderim)

A2 -A1 olumsuz içerme Eril / dişil karşıtlığı tür ekseninde, ak / kara karşıtlığı renk ekseninde, aydınlık / karanlık kaşıtlığı ışık ekseninde yer almaktadır.

A1’den, -A1’e geçiş bir değilleme işlemi sonucu gerçekleşmektedir. Bu, çelişik ögeler arasında ilişki kurarken -A1’in var oluşu yeni bir işlemin doğmasına neden olabilmektedir. A1, -A2’yi içerebilir ya da bunun tersi olabilir. Bu işlem karşıt ögelerle alt karşıt ögeler arasındaki ilişkiyi kurmaktadır. Göstergebilimsel dörtgende olmak / görünmek karşıtlığı aşağıdaki gibi gösterilebilmektedir (bk. d’Entreverves,1988:3).

Doğru

/görünmek/ /olmak/

Yalan Giz

/olmak olmayan/ /görünmek olmayan/

Yanlış 1.3.5.2. İkinci Bileşke: Temel Anlam

Göstergebilimsel dörtgende (fr. Carré Sémiotique) yer alan simgesel ulamlardan anlamsal ulamlara geçilirken sözdizimsel boş yapılara da anlamsal değerler yüklenir. Göstergebilim bu aşamada iki temel karşıtlık öne sürmektedir:

a. Bireysele ilişkin karşıtlık : /yaşam/ ve /ölüm/. b. Toplumsala ilişkin karşıtlık : /kültür/ ve /doğa/. Örneğin: /yaşam/ = “su”, “ev”, “yiyecek” /ölüm/ = “toprak”, “hastane”, ”mezarlık” /kültür/ = “müzik”, “ayakkabı”, “uygarlık” /doğa/ = “dağ”, “orman”, “doğallık” Bu kavramlar boştur, ele alınan metne göre değişik terimlerle ya da kavramlarla

doldurulabilmektedir. Temel anlam bileşkesi bu karşıtlıklarla sözdizim ögelerini adlandırmaktadır, onlara ilk evrensel biçimlerini vererek onların oluşum süreci içindeki ilk anlam çekirdekleriyle donanmalarını sağlamaktadır. Temel sözdizim / temel anlam bileşkeleri üretici sürecin daha sonraki katmanlarını (anlatı / söylem) oluşturacak ilk evrenini belirlemektedir. Bu evren gücül değerlerin oluştuğu temel dizgeyi oluşturmaktadır. Ancak sonraki düzeylerde bir öznenin bu gücül değerleri üstlenmesiyle gücüllükten kurtulmaktadır.

Temel yapıdaki mantıksal ve anlamsal ilişkilerin belirlenmesi için öncelikle söylem ve anlatı çözümlemesinin tamamlanması gerekmektedir. Çünkü temel ve derin yapıdaki sözdizim ve anlam bileşenleri daha yüzeysel boyutlarda yer alan söylem ve anlatının katmanlarını oluşturacak çekirdek ve gücül değerleri simgelemektedir. Göstergebilimsel çözümleme bu son düzeyle tamamlanmaktadır. Buraya kadar yapılan bütün işlemler sonucunda metnin yapısı öncelikle bozulur, göstergebilimsel yöntem kullanılarak metnin yapısı yeniden kurularak, yeniden yapılandırılmaktadır. Böylece yüzeyden derine doğru metnin anlam everenine girilmiş ve metnin üretim süreci ortaya konmuş olmaktadır. Çözümlemeye başlarken ilk olarak üretilmiş bir metin karşımıza çıkmaktadır ve görülen metnin anlatım düzlemidir. Bu nedenle göstergebilimsel bir çözümleme anlatım düzleminden başlamaktadır. Bu durumda yapılması gereken ilk iş anlatım düzlemini kesitleyerek önce söylemsel düzeyi belirlemektir, sonra anlatısal düzeye (anlatı izlenceleri, eyleyenler) geçerek anlamsal-mantıksal düzeye ulaşmaktır. Bu çalışmada izlenecek yol, gösterge dizgelerinin çözümlenmesi açısından olacaktır.

2. Metnin Çözümlenmesi Metin yüzey yapıda kişi-süre-uzam açısından değerlendirildiğinde 4 kesite

ayrılabilir. 1. kesitte başlangıç durumu aktarılmakta ve sözleşmenin planı yapılmaktadır. 2. kesitte (Ö3) aracılığıyla (Ö1) ile (Ö2) arasındaki sözleşme gerçekleştirilir ve (Ö1)’e görev verilir. 3. Kesitte (Ö1) aldığı görevi gerçekleştirmek için edinç aşamasından edim aşamasına geçer ancak bu aşamada güç eksikliğinden görevini yerine getiremeyerek elindekileri de kaybederek köye döner. 4. kesitte sonuç durumu gerçekleşir. (Ö1), (Ö2) tarafından cezalandırılarak eksik özne olarak tanımlanır ve onaylanmaz.

2.1. Söylemsel Düzey

Uzamsallaşma: Metinde uzam ‘kasaba’ olarak belirtilmektedir. ‘Köy ve kasaba’ uzamları metnin başlangıcında “Mehmet Efendi on senedir kasabada oturuyordu. Köydeki tarlaları, bağları, bahçeleri ortak elinde kalmıştı.” (satır:1-2) biçiminde yüzey yapıda belirmektedir. Metinde uzam kurmaca dünyaya gönderimde bulunmaktadır. Kasaba, köy gibi uzamsal gönderimler gerçek dünya bilgisine gönderimde bulunarak anlatıya gerçeklik izlenimi verilmek amacıyla kullanılmaktadır.

Zamansallaşma: Metinde zaman ‘on senedir’ (satır:1), ‘ertesi gün’ (satır:35) ve

‘bir sene sonra’ (satır:44) sözceleriyle belirtilmiştir. Zamansal olarak iki kesit bulunmaktadır. Mehmet Efendi ile Müftü Efendi birbirleriyle dertleştikleri ‘günün ertesinde’ aralarında sözleşme yaptıkları zaman ve ‘ertesi yıl’ yaptıkları anlaşmanın sonucunu veren zaman olarak gerçekleşmektedir. Başka deyişle birincisi başlangıç durumunu, ikincisi de sonuç durumunu göstermektedir. Öykünün geçtiği zaman geçmiş zaman olarak belirmektedir, ancak bu zamanın yer aldığı süre gösterilmemektedir. Uzama koşut olarak zaman da kurgusal dünyaya aittir.

Oyunculaşma: Metinde kişiler Müftü Efendi (yardımcı özne, Ö3) Mehmet Efendi

(gönderilen özne, Ö2) ve Çoban (işlemci-edici özne, Ö1), değer nesne (N) ise Mehmet Efendinin elli koyununun yüz koyun olarak çoğalmasıdır. Metindeki kişiler incelendiğinde metnin anlam evreninde yani derin yapısında insanların durumlarının da gözler önüne serildiği görülmektedir. Mehmet Efendi zengin ama malını yönetme gücü olmayan, malını kurtarmaya çalışan, kimseye güveni kalmamış, deneyimleri sonucu dünyada doğru dürüst insan kaldığına inanmamasına karşın yalnızca Müftü efendiye inanan bir oyuncu olarak görünmektedir. Müftü Efendinin güvenirliği de bir önyargı olarak din adamı olmasından kaynaklanabilmektedir. Müftü Efendi erdemliliğe, doğruluğa inanan ve bu nedenle de Mehmet Efendinin güvensizliğini ortadan kaldırmak amacıyla onu etkileyen, malına sahip çıkması için onu yönlendiren bir oyuncudur. Çoban ise doğru ve dürüst ama fakir (gücü olmayan) bir öznedir. Metnin başkişisidir ve üzerine aldığı görevi o zamana dek yerine getirmiş olsa bile (bu durum Müftü Efendinin Mehmet Efendiye doğru Çoban olarak önermesinden anlaşılmaktadır) Mehmet Efendiyle olan sözleşmesinde görevini yerine getirememiş ve başarısız olmuş bir oyuncu olarak karşımıza çıkmaktadır. Göstergebilimsel açıdan ele alındığında, başarısız olmasının nedeni Çobanın anlatı izlencesinin evrelerini tamamlamış olmasına ve kendisi istek ve bilgi açısından donanımlı olmasına karşın edim aşamasında kendisine gerekli olan gücü bulamamasıdır. Engelleyicilerin (karşı özne: kurt, hastalık…) baskın gelmesidir. Metinde oyuncular kurgusal dünyaya aittir ancak adlarının ve sosyal konumlarının olması gerçek dünyaya gönderimde bulunarak anlatıya gerçeklik izlenimi katmaktadır.

2.2. Anlatısal Düzey

Metinde Müftü Efendi (Ö3) aracılığıyla Mehmet Efendi (Gönderen Özne=Ö2) ve Çoban (İşlemci-Edici Özne=Ö1) arasında bir sözleşme yapılır: Bu sözleşmeye göre (Ö1), (Ö2)’nin elli koyununu bir yıl içerisinde yüz koyuna (N) çoğaltacaktır.

Anlatı izlencesi, göstergebilimsel olarak Aİ=[Ö1 → (Ö2 ∩ N)] Aİ=[Ö1 → (Ö2 ∪ N)] olduğuna göre; metnin başkişisi (Çoban: Ö1), başlangıç durumunda (Ö1∩N) değer nesnesiyle (N) birlikteyken sonuç durumunda (Ö1∪N) değer nesnesinden (N) ayrıdır. Sonuç durumunda sözleşme gereği başlangıç durumundaki değer nesnesinden de yoksun kalmaktadır. Yapılan sözleşme (Ö1) açısından ele alındığında eyleyenler şeması aşağıdaki gibi bir görünüm sergilemektedir.

Gönderen Nesne Gönderilen

Mehmet Efendi 50 koyunu Mehmet Efendi (Ö2) 100 koyun yapmak (Ö3)

Yardımcı Özne Engelleyici Müftü Efendi Çoban kısırlık hastalığı

Doğruluk (Ö1) kelebek hastalığı kurt

Anlatısal şema işlemci-edici özne olan (Ö1)’in başarısızlığıyla tamamlanmıştır. Doğruluk ve dürüstlük (Ö1)’in başarılı olmasına yeterli olamamıştır. Çünkü bir öznenin güçlü özne sayılabilmesi için istek-bilgi-güç üçlüsüyle donanmış olması gerekmektedir. (Ö1), hastalık, kurt gibi engelleyici öznelere karşı koyamamış ve değer nesnesini yitirmiştir. Ö1, aldığı görevde başarısız olsa da anlatı izlencesinin son aşamasına gelmiş ve (Ö2) tarafından cezalandırılmıştır. Gönderen özne (Ö2)’nin elli koyunu ‘yüz koyun’ yerine ‘bir kap yoğurda’ dönüşmüştür. Başka deyişle dönüşüm sözleşmenin tersine bir biçimde de olsa gerçekleşmiştir. Sonuç durumunda işlemci-edici özne (Ö1), gönderen özne (Ö2) tarafından cezalandırılmıştır. Bu da işlemci öznenin güçsüz olduğunu, bir özne olarak kendini gösteremediğini ortaya koymaktadır. (Ö1) Nesnesini elinde tutmak için bilgi ve istekle donanmasına karşın güçten yoksun olduğu için nesnesini koruyamamış ve izlencesini tamamlayamamıştır. Bu durumda (Ö1), eksik özne konumundadır ve sonuç durumunda cezalandırılmıştır.

2.3. Temel Yapı

Metinde ana izlek olarak iletilmek istenen “doğruluk”tur. Bu metnin yüzey yapısına Mehmet Efendinin Müftü Efendi ile dertleşirken “Artık dünyada bir tane olsun doğru adam yok.” (satır:4-5) sözcesinden anlaşıldığı gibi konuşmanın devamında “... herkes yalancı, herkes dolandırıcı. ... kardeşim bile beni aldattı.” (satır:7-9) derken, erdemliliğe inanan Müftü Efendi “Benim tanıdığım bir çoban var. Çok doğrudur.” (satır:19) ve en belirgin olarak da sonuç durumunda Çobanın söylediği “Ne olacak efendim hesabını doğru veren işte böyle yüzünün akıyla dışarı çıkar.” (satır:90-91) sözcesi metnin ana iletisinin ‘doğruluk’ üzerine kurulduğunu göstermektedir.

Bütün bu yukarıdaki belirlemeler metnin temel yapısının ‘ahlâki değerler’ üzerine kurulduğunu, oturtulduğunu ancak bu değerlerin karşıtlarının da bulunduğunu göstermektedir. Metin, ahlâkî değerlerden ‘doğruluk’ ve ‘dürüstlüğün’ de

cezalandırılabileceğini göstermiştir. (Ö1), olaylar karşısında çaresiz kalmıştır. ‘Hesabını doğru verenin yüzü her zaman ak olur’ yargısı, kaptaki yoğurdun (Ö2) tarafından (Ö1)’in başından aşağı dökülmesi sonucunda oluşan somut görünüm ile ahlâkî tutum eşleştirilmekte ve böylelikle de nükteli bir biçimde (Ö1) açısından doğruluğa vurgu yapılmaktadır. (Ö1) olan durumu aktarmıştır ancak bu durum (Ö2) için istenilen beklenilen bir durum değildir. Sonuçta 50 koyunu 100 yerine ‘hiç’ olmuştur ve yine kaybetmiştir. Bunun sonucunda da başlangıç durumundaki insanlara olan güvensizliği artmıştır.

Bu durum göstergebilimsel dörtgende gösterilmek istendiğinde aşağıdaki gibi bir görünüm elde edilmektedir.

ahlâkî değerler

/doğruluk/ /sahtekarlık/ “müftü” “herkes”

ahlâklı ahlâksız “çoban” “akrabalar, köylüler”

/sahtekarlık olmayan/ /doğruluk olmayan/

“Mehmet efendi”

ahlâkî olmayan değerler Metnin temel yapısında bulunan ahlâkî ve ahlâkî olmayan, doğruluk olmayan

değerleri üstlenen özneler bulunmamaktadır, ancak bu değerler metnin temel yapısında gücül olarak bulunmaktadır. Bu kaybetme sonucunda (Ö2)’deki başlangıç durumunda var olan güvensizlik duygusu sonuç durumunda bu olayla birlikte daha da pekişmektedir. Burada kazanan bulunmamaktadır. Dolayısıyla metnin ana izleğindeki doğruluk ve dürüstlüğün insan yaşamındaki önemi çarpıcı bir biçimde dile getirilmektedir.

Metinde (Ö1)’in izlencesi tersine bir dönüşüm sergilemektedir: Elli koyun yüz koyun yerine bir kap yoğurda dönüşmüştür. Bu durum göstergebilimsel dörtgende aşağıdaki gibi gösterilebilmektedir.

/elli koyun/ /bir kap yoğurt/ /bir kap yoğurt olmayan/ /yüz koyun olmayan/

3. Sonuç Bu çalışmada göstergebilimin metin çözümlemeye ilişkin sunduğu araçlar

kullanılarak bir metnin nasıl çözümlenebileceği gösterilmiştir. Bir metnin anlam evrenine girmede ve nesnel açıdan değerlendirmede göstergebilimsel yöntemin işlediği ve çözümlemeciye bir bakış açısı kazandırdığı görülmüştür. Buna göre her türde metin

göstergebilimsel açıdan değerlendirilebilmektedir. Çalışma, alanyazındaki kimi göstergebilimsel çözümlemeleri de desteklemektedir (Günay, 2007; Kuzu, 2004; Uçan, 2002; İşeri, 2002, 2000 ve 1996; Kaş, 1981). Göstergebilim her türde uyaranı (görsel, işitsel, sanatsal…) bir gösterge olarak kabul ettiğinden, anlam aktaran ve anlamlandırmayı temel alan bir bakış açısı oluşturduğundan diğer alanlara ilişkin ürünlerin yorumlanmasında bilimsel bir yöntem olarak kullanılabileceği görülmüştür. Bu yolla öznel yaklaşımlar nesnel duruma getirilmiş, bilimin doğasında bulunan ‘nesnellik ve bilimsellik’ temel alındığından yazınsal - yazınsal olmayan her türlü ve türde metnin göstergebilimsel olarak çözümlenebilmesi olanaklı kılınmaktadır.

Kaynaklar

Benveniste, E. (1995). Genel Dilbilim Sorunları (çev. Erdim Öztokat), İstanbul: Yapı

Kredi Yayınları. Courtes, J. (1995). Du Lisible au Visible: initiation à la sémiotique du texte et de

l’image, Bruxelles: De Boeck-Université. D’Entrevernes, G. (1988). Analyse Sémiotique des Textes. Lyon: Presses

Univesitaires. Erkman-Akerson, F. (2007). Göstergebilime Giriş. İstanbul: Multilingual. Floch, J.-M. (1985). Mais Qu’est donc que la Sémiotique?. Le Français dans le Monde.

no: 197, Paris: Hachette, s. 44-47. Greimas, A.-J. (1983). Du Sens II: Essais Sémiotiques. Paris: Edition du Seuil. ______ . (1966). Sémantique Structurale: Recherche de Méthode. Paris: Publications de

Larousse. Greimas, A.-J. vd. (1979) İntroduction à l’Analyse du Discours en Sciences Sociales.

Paris: Classiques Hachette. Greimas, A.-J. et Courtés, J. (1986). Sémiotique, Dictionnaire Raisonné de la Théorie

du Langage II. Paris: Classiques Hachette. ______ . (1979). Sémiotique, Dictionnaire Raisonné de la Théorie du Langage I. Paris:

Classiques Hachette. Günay, V.-D. (2007). Metin Bilgisi. İstanbul: Multilingual. ______ . (2002). Göstergebilim Yazıları. İstanbul: Multilingual. İşeri, K. (2002). Türkçe Ders Kitaplarındaki Metinlerin İlköğretim Programına

Uygunluğunun İncelenmesi: Göstergebilimsel Bir Betimleme. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türkçenin Eğitimi ve Öğretimi Anabilim Dalı (Yayımlanmamış Doktora Tezi).

______ . (2000). Yolcu ile Yılan Adlı Masalın Göstergebilimsel Çözümlemesi. Ana Dili Dergisi. İzmir: TÖMER Yayınları. sayı:18, s. 12-27.

______ . (1996). Analyse Sémiotique d’un Conte de Maupassant: La Ficelle. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Fransız Dili Eğitimi Anabilim Dalı (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi).

Kaş, A. (1981). Sinagrit Babayı Okumaya Çalışmak: Göstergebilimsel Bir Çözümleme Denemesi. FDE Dergisi. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları. Sayı: 8, s. 56-74.

Kıran, A. (1998). Günümüzde Yazınsal Göstergebilim. Mersin: XII. Dilbilim Kurultayı Bildirileri (Günümüz Fransız Göstergebilimi ve Uygulama Alanları Yuvarlak Masa Toplantısı). s.237-248.

______ . (1990). Dilbilim-Göstergebilim İlişkileri. Dilbilim Araştırmaları. Ankara: Hitit Yayınevi. s.51-62.

______ . (1987). Semiyoloji ve Semiyotik. H.Ü. Edebiyat Fakültesi Dergisi. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları. cilt 4, sayı 2, s. 47-67.

______ . (1981). Dilbilim Yazın İlişkilerinde Yazınsal Göstergebilimin Yeri. FDE Dergisi. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları. cilt: II, sayı:8, s.99-115.

Kıran, Z. ve Kıran, A. (2007). Yazınsal Okuma Süreçleri (3. baskı), Ankara: Seçkin Yayınları.

______ . (2006). Dilbilime Giriş (3. baskı), Ankara: Seçkin Yayınları. Kuzu, T. (2004). Greimas’ın Eyleyenler Modelinin Bir Durum-Kesit Öyküsündeki

İşlerliğine İlişkin Göstergebilimsel Çözümleme Denemesi. Dil Dergisi. Ankara: TÖMER Yayınları. sayı: 124, s. 34-52.

Rifat, M. (1996). Göstergebilimcinin Kitabı. İstanbul: Düzlem Yayınları. ______ . (1993). Homo Semioticus. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. ______ . (1980). Genel Göstergebilim İlkeleri: Gösterge Dizgelerinin Üretim Süreci.

Dilbilim V. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu Fransızca Bölümü Yayını. s.101-111.

Saussure, F. De. (1985). Genel Dilbilim Dersleri. Ankara: Birey ve Toplum Yayınları. Seyfettin, Ö. (2005). Yüz Akı. Seçme Hikâyeler I. İstanbul: Ötüken Yayınları. s. 127-

130. Uçan, H. (2002). Yazınsal Eleştiri ve Göstergebilim. İstanbul: Perşembe Kitapları. Vardar, B. (1988). Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü. İstanbul: Abece Yayınları. Yücel, T. (1999). Yapısalcılık (2.baskı). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. ______ . (1998). Söylemlerin İçinden. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Ek1

YÜZAKI Kesit 1

Mehmet Efendi, on senedir kasabada oturuyordu. Köydeki tarlaları, bağları, bahçeleri ortak elinde kalmıştı. Aziz ahbabı Müftü Hacı Ali Efendi ile dertleşirken:

- Hepsini yanmış, kül olmuş farz ediyorum. Artık dünyada bir tane olsun doğru adam yok. Dedi. Faziletin varlığına dini gibi iman eden Müftü: - Var ama sen bulamıyorsun. Diye başını salladı. Mehmet Efendi taştı: - Yok, yok, yok. Vallahi, billahi, yok. Herkes yalancı, herkes dolandırıcı. Denemediğim ne hısım

kaldı ne akrabam. Kardeşim bile beni aldattı. - Öyleyse, git malının başında otur. - Doğru söylüyorsun. “ Gemin oldu, kaçında… Çiftin oldu içinde…” Ne yapayım ki, burada

işlerimi bırakamıyorum. - Köydekilerini sat. - İttifak etmişler. Kimse almıyor. Müftü Efendi, dünyada doğruluğun, fazîletin hâlâ var olduğunu biliyordu. Fakat nasıl ispat

etmeliydi? Mehmet Efendi gibi, kötülerin hilesine tutulanlar, imanlarını da bozuyorlardı. Gel zaman, git zaman, bir gelecekti ki, artık kimse kimseye inanmaz olacaktı.

- Benim tanıdığım bir çoban var. Çok doğrudur! Dedi. - Çoban mı? - Evet … Mehmet Efendi, yarasının üzerine yeni bir yara açılmış gibi, suratını acı acı ekşitti: - Hele o çobanlar? -diye derin derin bir ah çekti-, bin beş yüz koyunumdan nihayet elli tane

bıraktılar. - Pekâlâ, bu elli koyunu benim söylediğim doğru adama ver yüz yapsın! Mehmet Efendi, güldü: - Şaka etme. - Sahi söylüyorum.

Müftü, tanıdığı çobanı anlatmaya başladı. Bu, dünyada yalan nedir bilmez bir adamdı. Gayet saftı, dervişti. Ömrünü dağlarda mer’alarda geçirdi. Beş vaktine beş daha katardı.

Müftü methettikçe Mehmet Efendi yumuşadı: - Bâri şu benim koyunları ona versek…Dedi.

Kesit 2 Ertesi gün yaylaya haber gönderdiler. Çobanı kasabaya çağırttılar. Mehmet Efendi, müftünün

karşısında onunla anlaştı. Elli koyunu bu çoban gezdirecek, elli koyunun verdiği kârdan beşte biri kendine ait olacaktı. Koyunlar köyden getirtildi. Bu küçük sürü ile çoban çıktı, gitti. Günler, haftalar, aylar geçiyordu. Mehmet Efendi, müftüye rast geldikçe:

- Bu çoban doğru çıkarsa, köydeki bütün işlerimi de ona bırakacağım. Diyordu. - Göreceksin, göreceksin! - İnşallah…

Kesit 3 Bir sene sonra, bir cuma sabahı Mehmet Efendi, evinin alt katındaki odada otururken, “ Doğru

Çoban”ı karşısında gördü. Elinde büyük bir toprak kapla ıslak bir post vardı. Bunları selam vermeden sedirin yanındaki pencerenin içine bıraktı:

- Hoş geldin! - Hoş bulduk! - Otur bakalım… - Eyvallah! - Koyunlardan ne haber? Doğurmadılar mı? Çoban: - Hepsi kısırmış! Dedi. - Hiçbiri doğurmadı mı? - Hayır. - Yünlerini ne yaptın? - Daha kırpmamıştım. Mehmet Efendi anlamadı. - Ne demek? - On iki tanesini çaldılar. - Ey? - Geriye ne kaldı? - Otuz sekiz. - Otuz ikisi geçen sonbahar kelebek oldu, öldüler. - Ey… - Geriye ne kaldı? - Altı. - Beşini kurt yedi… - …….. - Geriye ne kaldı? - Bir!.. - İşte bu bir koyuna da gözüm gibi bakıyordum. Evvelki akşam saydım. Sütüyle şu yoğurdu

yaptım. Dün sabah yayladan inerken zavallı uçuruma yuvarlandı, indim, başına gittim, bir de gördüm ki, ölmüş. Daha soğumadan yüzdüm. İşte postu.

Çoban eliyle pencerenin yanındaki ıslak deriyi gösteriyordu. Mehmet Efendi, kır sakalını sol eliyle tuttu. Önce kızardı, sonra sarardı. Çoban susmuyordu:

- Yoğurt iki buçuk okka… Yarım okkası benim. Pöstekideki hakkımı size bağışlıyorum!.. Mehmet Efendi hiç sesini çıkarmadı. Ayağa kalktı. Yoğurt kabını eline aldı, yavaş yavaş “ Doğru

Çoban”ın önüne geldi. Dolu kabı bütün kuvvetiyle kafasına geçirdi: - Al hakkını kerata! Diye yumruklamağa başladı. Tekmeliye tekmeliye kapıdan dışarı attı!

Kesit 4 Bu esnada Müftü Efendi, dostunun ziyaretine gelmişti. Kapıda çobanı, suratı yoğurt içinde görünce

şaşırdı, sordu: - Ulan, bu ne hal?

Saf çoban, uğradığı haksızlıktan şaşırmış gibiydi. Fakat yine mantığını kaybetmemişti. Acı bir serzeniş tarzıyla:

- Ne olacak efendim, dedi, hesabını doğru veren işte böyle yüzünün akıyla dışarı çıkar. Ömer Seyfettin, Yüz Akı, Seçme Hikâyeler I, İstanbul: Ötüken Yayınları, s.127-130.