ÿþM i c r o s o f t W o r d - K A R A R 3 7 C 0 L T 2 K A P A K

838
ISSN 1300 – 9729 Anayasa Mahkemesi KARARLAR DERGİ Sİ SAYI : 37 2. Cilt A N K A R A – 2002

Transcript of ÿþM i c r o s o f t W o r d - K A R A R 3 7 C 0 L T 2 K A P A K

ISSN 1300 – 9729

A n a y a s a M a h k e m e s i

KARARLAR DERGİSİ

SAYI : 37

2. Cilt

A N K A R A – 2002

YAYIN KURULU

Nurettin TURANErtuğrul ERSOYAhmet AKYALÇIN

Anayasa Mahkemesi Yayın İşleri Müdürlüğü’nce, Resmi Gazete’ninözgün metninden tıpkıbasımla kitap haline getirilmiştir.

ISSN 1300 – 9729ISBN 975-7427-25-X

GAZİÜNİVERSİTESİİLETİŞİM FAKÜLTESİBASIMEVİ- ANKARA 2002

719

Esas Sayısı : 1997/2 (Siyasî Parti Kapatma)Karar Sayısı : 1999/1Karar Günü : 26.2.1999

DAVACI : Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı

DAVALI : Demokratik Kitle Partisi

DAVANIN KONUSU : Demokratik Kitle Partisi’nin programınınve Genel Başkanı’nın beyanlarının, Anayasa’nın Başlangıç’ıile, 2., 3.,14., 68. ve 136. maddelerine ve 2820 sayılıSiyasî Partiler Kanunu’nun 78.maddesinin (a), (b) bentlerine, 80. maddesine, 81. maddesinin (a), (b)bentlerine ve 89. maddesine aykırılığısavıyla aynıYasa’nın 101.maddesinin (a) ve (b) bentleri uyarınca kapatılmasına karar verilmesiistemidir.

I- DAVA

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 19.6.1997 günlü, SP.91.Hz.1997/138 sayılıİddianamesindeşöyle denilmektedir:

“I- Giriş

Anayasamızın 68. maddesinin ikinci fıkrasıhükmü ile, bireyleringenel oy hakkıkapsamında sahip oldukları tercihleri, tüzük veprogramlarında belirledikleri siyasal ve toplumsal görüşler etrafındatoplayarak siyasal iktidara sahip olma ve siyasal kararlan oluşturmaamacınıgüden partileri demokratik siyasal hayatın vazgeçilmez unsurlarısaymış, kamusal nitelikteki bu amaç ve özellikleriyle olağanderneklerden farklıbir konumda olduğunu göstererek 68 inci ve 69 uncumaddelerinde kuruluşları, tüzük ve programlarında ve çalışmalarındauymak zorunda olduklarıesaslarıve kapatılmalarına ilişkin temeldüzenleyici kurallarıkoymuştur. Bununla beraber, kuruluşlarısırasındaönceden izin alınmasına gerek bulunmadığıkabul edilen ve demokratiksiyasal hayatın «olmazsa olmaz» koşulu sayılan siyasal partilerin amaçve çalışmalarında tam bir sınırsızlığın var olmasıgerektiği görüşünüsavunmak mümkün değildir. Toplum ve devlet düzenini, kamu çalışmalarınıkendi görüşleri doğrultusunda yönetme, denetleme ve etkileme amacınıgüden siyasal partilerin, demokratik düzene veya Cumhuriyetin temelniteliklerine yönelmişbir güç odağıhaline gelmesinin, devletin varlığınakarşıbir tehdit oluşturacağında şüphe yoktur. Böyle bir tehlikeye karşıdevletin, varlığınıkoruyacak hukuki tedbirlere başvurmasıdemokratik

720

hukuk devleti olmanın gereği ve sonucudur. UluslararasıHukukta da,devletin bağımsızlığınısürdürmek, bağımsızlığına ve yapısına yöneliktehditlere karşıhukuk devleti kurallarıçerçevesinde gerekli tedbirlerialmasıolarak anlaşılan devletin kendisini korumasıilkesi, başta insanhaklarıve özgürlükleri olmak üzere, demokratik toplum düzenini ihlale,devletin kurucu öğelerini yıkmaya elverişli davranışlara karşıgirişilecekbütün çabalarıgöstermesi demektir. Nitekim, bu amaçla, Anayasanın68. maddesinin dördüncü fıkrası, siyasal partilerin tüzük veprogramları ile eylemlerinin, Devletin bağımsızlığına, ülkesi vemilletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukukdevleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik Cumhuriyetilkelerine aykırıolamayacağını, sınıf ve zümre diktatörlüğünü veyaherhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyiamaçlayamayacağını, suç işlenmesini teşvik edemeyeceğini öngörmüş,69. maddesinde ise, belirtilen yasaklamaların yaptırımıolarak partininkapatılacağına karar verileceğini kabul etmiştir.

Siyasal partilerin kuruluşları, çalışmaları, denetimleri vekapatılmalarına ilişkin kurallar, Anayasada yer alan bu temel ilke veesaslar paralelinde Siyasi Partiler Yasası(daha sonra “SPY” olarakbelirtilecektir)nda ayrıntılarıyla düzenlenmiş, kurulan partilerin tüzük veprogramlarının ve kurucularının hukuki durumlarının Anayasa ve yasahükümlerine uygunluğunu, kuruluşlarınıtakiben ve öncelikle denetlemeve gerektiğinde kapatma davasıaçma görevi 9. maddede düzenlenmişbulunmaktadır.

Davalısiyasi parti, gerekli bildiri ve belgelerin 3 Ocak 1997tarihinde İçişleri Bakanlığı’na verilmesiyle SPY’nın 8 inci maddesiuyarınca tüzel kişilik kazanmıştır. Kuruluşbildirisi ve eklerinin anılanBakanlıkça Cumhuriyet Başsavcılığımıza gönderilmesini takiben,SPY.nın 9. maddesi kuralının yüklediği görev kapsamında davalıpartinin programının Anayasa ve SPY hükümlerine uygunluğuincelenerek, davanın konularıile ilgili kısımlarından alıntılar yapılmış, busüreçte parti genel başkanının bazımedya organlarında yayınlanan,programıyorumlayıcıaçıklamalarıda inceleme kapsamına dahiledilmiş, bazıözel televizyon kanallarındaki programlara ilişkin videokasetler getirtilerek, içerikleri Ankara Devlet Güvenlik MahkemesiCumhuriyet Savcılığıaracılığıyla yeminli bilirkişilerce daktilo metni halinegetirtilmişve dosyaya eklenmiştir.

II- Dava Konusu Parti Programıve Genel Başkanın Açıklamaları

A) Program :

721

Birinci Bölüm

Demokratik Kitle Partisi; Katılımcı, Liberal Demokratik Bir KitlePartisidir.

Demokratik Kitle Partisi, ülkenin bütün sorunlarına sahip çıkmaklabirlikte, Kürt sorununun barışçı, demokratik çözümü Programınınmerkezine koyan katılımcı, liberal, demokratik bir kitle partisi olarak,devletin yeniden yapılandırılmasınıve ülkede demokrasiyi tüm kural vekurumlarıyla yerleştirmeyi amaçlamaktadır.

...

Demokratik Kitle Partisi, Kürt Sorunun(un) adil ve demokratikçözümü için; demokratik bütünlüklü idari yapılanmanın ve ademimerkeziyetçi sistemin, günün ihtiyaçlarına cevap verebileceğini tespitederek yola çıkmaktadır.

Demokratik Kitle Partisi bu amaçla:...

İdari sistemin ademi merkezileştirilmesine yönelik reformlarınyapılmasını...

öngörmektedir.

Demokratik Kitle Partisi, tüm ülkede barışı, huzuru ve refahıkazanabilmek için, ülkedeki din, inanç, mezhep ve etnik farklılıklarıülkenin gerçekliği olarak kabul etmekte; bu farklılıkların kimlik haklarını,temel hak ve özgürlüklerini demokrasinin şartısaymaktadır.

...

Demokratik Kitle Partisi...ademi merkezi bir idari sistemi ülkeninesenliği ve herkesin mutluluğu için yapılandırma misyonunuüstlenmekte... (dir.)

...

Türkiye’de Durum...

Ekonomik, toplumsal, siyasal ve kültürel sorunlar ve busorunlardan kaynaklanan dinamizm karşısında, devletin hala yetmişyıllık politikalarında ısrar etmesi, Cumhuriyet’ten bu yana üstlendiğirolünü sürdürmek için direnmesi ve bu nedenle, terörü tırmandırması

722

ve şiddete başvurması; ekonominin tıkanmasına, etnik ve dinsel kökenliçatışmaların boyutlanarak derinlik kazanmasına, demokratikleşmeninengellenmesine ve dünyadaki değişim ve dönüşüm sürecine yeterincekatılamamasına ve çağdışıkalmasına neden olmaktadır.

...

Yeni bir ülkeyi yapılandırabilmek için, bu çatışmaya kaynaklıkeden çelişkilerin çözülmesi gerekir.

Bu çelişkilere kaynaklık eden sorunlar, bugün de gündemdedirve birbirlerini olumsuz bir biçimde etkilemeye devam etmektedirler.

Bu sorunlar; Kürt Sorunu, Demokrasi Sorunu ve EkonomikSorun’dur.

Osmanlımirasıüzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti, bugünekadar demokratik bir devlet olmayıbaşaramadığıiçin, bu temel üçsorunu da çözemedi. Onlarıbesleyerek büyüttü ve bugünlere taşıdı.

Niçin böyle oldu; bunların nedenleri nelerdi?...

Bunun temel nedenlerinden birisi, Kürtlerin inkarı; yurttaşlığınsoy temeline oturtulmasıve yurttaşların değil, soydaşların çıkarınıkoruyan anlayışın devlete egemen olmasıdır.

Bu nedenlerle rejim kitlelere özgürlük ve demokrasiyi tanımayıgöze alamıyor ve baskıyolunu seçmişdurumdadır.

Ne var ki, demokrasi yokluğu, Türkiye’nin sorunlarınınçözümüne yardımcı olmamakta, tersine, onları daha daağırlaştırmaktadır.

Oysa ki çözüm, demokrasidir.

...

Uzun yıllar, ekonomik sorunlar içinde bunalan yığınlara, baskıgören toplum kesimlerine, işçilere, köylülere, memurlara; baskıvezulme uğrayan Kürtlere, aydınlara, kadınlara ve gençlere şunuöğretmiştir:

Bu düzen değişmelidir! ... Bu devlet yeniden yapılandırılmalıdır.

723

...

Demokratik Kitle Partisi, Kürt sorununa adil, demokratik veeşitlikçi bir çözüm sağlamak; yeni demokratik değişim programınıuygulayabilmek, toplumu dönüştürmek için bir demokratik uzlaşmayla,Türkiye’yi yeniden yapılandırmak görevini üstlenmektedir.

İkinci Bölüm

Somut Hedefler Ve Çözümler

Özgürlük Eşitlik Demokrasi BarışVe Değişim İçin Kürt Sorununa

Barışçıve Adil Çözüm

Türkiye’nin temel sorunlarından başta geleni Kürt sorunudur. Busorun çözülmeden, demokrasinin kazanılmasıve yeniden yapılanmanınsağlanmasımümkün değil.

Türkiye’nin yeniden yapılandırılabilmesi için; Kürt Sorunu’nun,Demokrasi Sorunu’nun ve Ekonomik Sorun’un çözüme kavuşturulmasıkaçınılmazdır.

Biribirleri ile bağlantılı olan bu üç temel sorun çözümekavuşturulduğu takdirde, Türkiye çağdaş dünyanın ileri ve gelişmişülkeleri arasında yerini alacaktır.

Çok uluslu ve çok kültürlü Osmanlıİmparatorluğu’nün çöken vedağılan yapısıüzerinde ve bugünkü Misak-ıMilli sınırlarıiçinde kurulanTürkiye Cumhuriyeti Devletinin yapısıdoğal olarak çok kültürlü, çok dillive çok mezhepli olmuştur. Ama, buna rağmen tek ulus yaratılmakistenmiştir.

Bunun için de, bir resmi milliyetçi ideoloji geliştirilmiş, bu daçarpık bir resmi tarih tezine dayandırılmıştır.

Kürt Sorunu’nun çözümsüzlüğüne neden olan bu resmi ideolojive ona bağlıdevlet politikalarının temel iddiası; Türkiye’de farklıdil vekültür gruplarının bulunmadığı, herkesin Türk ırkından olduğudur.

Oysa ki, Kürtler tarihin bilinen döneminden beri, en az yedibinyıldan beri YukarıMezopotamya ve çevresinde yaşamışve bugün devarlıklarınısürdürmektedirler.

724

Oysa ki, Türkiye’deki bazıetnik gruplar, Devletin nimet veimkanlarından yararlanmak için, kendi coğrafyalarınıterk etmişlerdir.Devletin statüsünü benimseyerek, devletin himayesine girmişlerdir.

Kürtler ise, Devlete kendi ülkeleri ile birlikte katılmışlar ve onunvatandaşıolmuşlardır.

Kürtleri, bu nedenlerle, sıradan bir etnik grup veya dil azınlığıgibi görmek yanlıştır.

Çünkü, Kürtler, Türkler gibi bu ülkenin asli unsurudur; Türkiye’ninbütünlüğü ve siyasi sınırlarıiçinde Türkler’le aynıkaderi paylaşarak,tasada ve kıvançta birliği sağlayarak, barışve kardeşlik içinde yaşamakistemektedirler.

Bu realitenin bilinmesi ve kabullenilmesi, Kürt Sorunu’nukavramak ve uygun çözümler bulmak için gereklidir.

Bu nedenle, Parlamento ve Türkiye siyaseti, Türkiye’nin temelsorunu haline gelen soyut resmi ideoloji ile somut Türkiyegerçekliğinden kaynaklanan sorunları, gündemlerinin baş sırasınaalarak çözüm üretmek zorundadırlar.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ırk ayırımıve kan bağıtemelindeoluşmuşbir devlet olmamalıdır; herkesin Türk ırkına ait olduğunuiddia eden resmi ideoloji de terk edilmelidir.

...

Bu amaçla; somut, gerçek Türkiye’nin sorunlarınıtespit edenPartimiz; bu sorunların çözümlerini programının temel amaçlarıarasında sıralamakta ve kısa vadeli çözümler için, acil hedeflersaptamaktadır.

Bu nedenle, Türkiye’de demokrasinin ve barış ortamınınsağlanabilmesi için, bu hedeflerin gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

Kürt Sorunu’nun adil bir biçimde çözülmesi de, bu hedefleringerçekleştirilmesine bağlıdır.

...

Kürt Sorunu’nun şiddete dayanarak çözümü ya da bastırılmasıda olanaksızdır. Bu, hem Kürtlere hem de Türk halkına büyük acılar

725

vermekte, ülke kaynaklarının heder olmasına yol açmakta veekonomik, toplumsal gelişmeyi önlemektedir. Artık, bu sorununçözümü için bekleyecek zaman yoktur.

Besbellidir ki, bu durum, Türkiye için bir zorunluluk halinegelmiştir. Bu zorunluluktan dolayıdır ki; Partimiz, Türkiye’nin esenliğiiçin, Kürt Sorunu’nun barışçıdemokratik çözümü, acil hedef olarakönüne koymaktadır.

Bunun da yolu, insan haklarına dayalıdemokratik çözüm kanallarıoluşturmaktan ve sorunun çözümünün önündeki engellerikaldırabilecek ilkeli bir demokratik uzlaşmadan geçer.

Bu amaç, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni de bağlayanuluslararasıhukuk ilkelerine, sözleşmelere, evrensel hukuka ve insanhaklarına bağlı, demokratik bir devleti yapılandırmayı dahedeflemektedir. Bu hedef, aynızamanda, eşitlik temelinde bir hukuksalaltyapısıolan, demokratik içerikli politik, yönetsel ve kültürel bir yapıüzerinde yükselen devleti ifade eder.

Bu nedenle de, Kürt Sorunu’nun adil, demokratik, barışçıçözümü, partimizin temel amaçlarındandır.

...

Demokratik Kitle Partisi, bu hedefe ulaşabilmek için:

-İdari sistemin ademi merkezileştirilmesine yönelik reformlarıgerçekleştirecek...tir.

Tüm bu nedenlerle, sorunun barışçıçözümünün yolunun açılmasıiçin, öncelikle devletin, sorunu şiddetle bastırma politikasınınterkedilmesi, Kürt Sorunu’nun çözümüne ilişkin görüşlerin serbestçedile getirilebileceği özgür bir tartışma ortamının sağlanmasıgerekir.

Kürt Sorununun Çözümü Ve Demokratik Devletin Yapılandırılmasıİçin :

Demokratik Kitle Partisi, demokratik bütünlüklü idariyapılanmanın ve ademi merkezi sistemin, günün ihtiyaçlarına cevapverebileceğine inanmaktadır.

726

Bu amaçla, Partimiz, devleti idari bölgeler şeklindeyapılandıracaktır.

...

Devletin Demokratikleştirilmesi, Sivil Toplumun Kurulabilmesi İçin:...

Hukukun Üstünlüğü, Yasal Düzey ve Yasalar...

Yasalar ve iç hukuk normları, Türkiye’de yaşayan herkesin vetüm Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşlarının haklarınıkorumalı,eşitlik ilkesine aykırıolmamalı, adalet duygusunu zedelememeli,adaleti ve hakkaniyeti tesis edebilecek nitelikte ve demokratik olmalıdır.

Oysa ki, Türkiye’de Kürtlerin ve diğer etnik inanç kesimlerinineşitlik ilkesine aykırıdüşen yasal ve hukuksal düzenlemelerdenkaynaklanan ciddi sorunlarıvardır.

Bu durum, Türkiye’de Kürt Sorunu’nun oluşmasının temelnedenidir.

Bu nedenle, Kürt Sorunu’nu çözebilmek için, Anayasadüzeyindeki değişiklik ve düzenlemeleri yapacaktır.

Bununla ilgili olarak:

- Demokratik Kitle Partisi; yurttaşların kimlik haklarının başlangıcıolan, isimler ve adlarısorununu çözebilmek için, 1926 tarihli NüfusKanununu ve bu kanuna dayalıolarak 1977 yılında çıkartılmışolanNüfus Hizmetlerine Ait KuruluşGörev ve Çalışma Yönetmeliği’nideğiştirecek ve yeniden düzenleyecektir.

- Kürt kültürünün ve tarihsel birikiminin parçasıolan köy, mezra veyer isimleri, haksız ve gerekçesiz olarak, merkezi - bürokratik, tepedeninmeci kararlarla değiştirilmiştir. Bu durum, Kürtlerin tarihi, kültürelbirikimine karşısaygısızlıktır.

...

- Dinsel ve kültürel örgütlenme haklarının önünde eşitlik ilkesineaykırı, demokratik hukuk devleti normlarıyla bağdaşmayan engeller var.

727

Bunlar, insanlık ve adalet duygusunu zedelemektedir, insan haklarınaaykırıdır.

Bu nedenle, Dernekler Kanunu, Medeni Kanun ve MedeniKanun’un vakıflarla ilgili hükümleri değiştirilerek, dinsel ve kültürelörgütlenme haklarısağlanacaktır.

-Yurttaşların kimlik haklarının önemli bir boyutu da, eğitimdir.Eşitlilik ilkeleriyle bağdaşmayan, barışızedeleyen, topluma ayrımcıöğeler taşıyan, niceliksel ve niteliksel olarak ihtiyaçlarıkarşılamayan,başta Milli Eğitim Temel Kanunu’nu ve Tevhid-i Tedrisat Yasasıolmaküzere, Partimiz, bu çok genişalanıtarayarak, gerekli değişiklikleri veyeterli düzenlemeleri yapacak...tır.

...

- Anayasa’da, yasalarda ve kararnamelerde, haber alma veifade özgürlüğü açısından da, kimlik haklarınıkısıtlayan birçok hükümlervar.

...

- Partimiz, Yurttaşlık haklarıyla ilgili ifade özgürlükleri açısından,eğitim hakkıve radyo-televizyon haklarıiçin, Türkiye’de yaşayanherkesin çağın gereklerine uygun eğitim almaları, her dilde radyo-televizyon yayınıyapabilme hakkına sahip olmaları, kimliklerinikoruyabilmeleri ve bunlarıTürkiye’nin siyasi sınırlarıve bütünlüğüiçinde yapmaları doğrultusunda, anayasal ve yasal değişiklikleryapacaktır.

- Diller ve kültürler üzerindeki baskılara, zoraki asimilasyonpolitikalarına son verilecek, bu alanda da uluslararasıhukuk vesözleşme hükümleri yaşama geçirilecektir.

- Yurttaşlık haklarının tanınmasının önündeki büyük engellerdenve eşitliğe aykırıdurumlardan biri de, siyasal faaliyetler ve yasamafaaliyetleri ile ilgili alanlardaki yasaklardır.

Bu nedenle, Siyasi Partiler ve Seçim Kanunu değiştirilecek; hiçbiryasal dayanağıolmayan, “seçim propagandalarında Türkçe’den başkadil kullanılamayacağına ilişkin yasağa” son verilecektir.

...

728

- Türkiye’de Kürt Sorunu’nun çözümü, insanların kimliklerindenötürü ayrımcı muamelelere tabi tutulmaması, eşitlik, ilkesininyaşamsal kılınmasıve demokratik hukuk devletinin hukuksal altyapısının oluşturulabilmesi için; ceza adaleti konusunda ciddireformlar yapmak gerekir.

...

Siyasi Partiler

...

Oysa, günümüzdeki demokratik-çağdaş anlayışa göre; ülkebütünlüğü, siyasi sınırların korunmasıdır. Merkeziyetçi olmayan idariyapılanmalar, ülke bütünlüğünü bozucu nitelikte görülmemektedir.

Millet bütünlüğü de, tıpkıbunun gibi, ırk ve kültür birliğindearanmaz. Vatandaşlık ön plana çıkarılarak, millet bütünlüğü,vatandaşların birlikte yaşama iradesinde aranır. Eğer, vatandaşlardabirlikte yaşama iradesi varsa, etnik ve kültürel farklılıklar, milletbütünlüğünü bozucu nitelikte sayılmaz.

...

Yerel Yönetimler

Yerel yönetimler, halkın doğrudan yönetime katılmasının organlarıhaline getirilecektir.

Çünkü, yerel yönetimler, bugün merkezi devletin vesayetialtındadır. Yetkileri ve kaynaklarıda yetersizdir ve Cumhuriyetin ilkyıllarında çıkartılan yasalar ile yönetilmektedirler.

Demokratik ülkelerde, yerel yönetimler demokrasinin aynasıolduğu halde, Türkiye’de halkın yönetime katılma ve denetim olanaklarıson derece sınırlıdır.

Öte yandan, Merkezi Hükümet yerel yönetimlerle ilgili her türlükarar yetkisine sahip olmasına rağmen, tüm yerel sorunlara seyircikalmakta, yerel yönetim mahallerini ve yerel yönetim birimlerini kendikaderleriyle baş-başa bırakmaktadır.

Merkezi devlete bağımlılık ve merkezi hükümet duyarsızlığıkarşısında, kentlerde, aldıkları göçleri taşıyamaz hale gelmiş

729

durumdadır ve kentleşme rantlarının hakimiyeti altına girmişbulunmaktadır.

İmarlı, planlı, yeşil ve düzenli alanlarının başedilemezpahalılaşmasının yanısıra, korsanlaşan kent ilişkileri, kentleşmerantları, demokrasiyi, merkezi devletin vesayeti altına sokmuştur.

Bu nedenle, devletin demokratikleştirilmesi; politik, yönetseldemokratik katılımın ve çoğulculuğun sağlanabilmesi; idari hantallığıngiderilmesi, hizmet akışının hızlandırılabilmesi için, öncelikle merkezidevletin, yerel yönetimler üzerindeki vesayeti kaldırılacaktır.

Yerel yönetim organlarının demokratik işleyişiniengelleyebilecek her türlü merkezi müdahaleye son vermeyisağlayacak bir yerel yönetim anlayışıegemen kılınacaktır. Toplumunkendisini yönetenleri doğrudan seçebilmesi; yönetimleri ve yönetenleridenetleyebilmesi sağlanacaktır. Bunu sağlayabilmek için de, yönetimfaaliyetlerine olabildiğince katılım sağlanmasına olanak veren yasal vesiyasi düzenlemeler yapılacak; iktidarın kullanımıyaygınlaştırılacaktır.

Merkezi idare küçülürken, yerel yönetimler kendi alanlarında dahaçok söz sahibi olacak; il ve ilçe meclisleri yerel parlamentolar statüsünekavuşturulacaktır.

Bu anlayışa uygun olarak; valiler, emniyet müdürleri vekaymakamların da belediye başkanlarıgibi seçimle işbaşına gelmelerisağlanacak; eğitim, sağlık, iç güvenlik ve aynızamanda vergi toplamayerel yönetimlerin yetki alanına bırakılacaktır.

...

Partimiz özgürlük, eşitlik, barış, demokrasi ve değişikprogramının bir yanınıda yeni laiklik anlayışıoluşturmaktadır.

Demokratik Kitle Partisi, tüm inançların kendilerini özgürce ifadeedebileceği bir laiklik anlayışınıbenimsemektedir.

Din işleri ve eğitimi, hiçbir şekilde devlette olmayacak; bu işlertopluma ve cemaatlere devredilecek; din dersleri zorunlu ders olmaktançıkarılacaktır.

İbadet yerlerinin bakımı, din adamlarının eğitimi, atamaları,geçimleri ve benzeri düzenlemeler cemaatlere bırakılacaktır.

730

...”

B) Genel Başkan Şerafettin Elçi’nin Açıklamaları;

1) 4 Ocak 1997 tarihli Cumhuriyet Gazetesinin 5. sayfasındayayınlanan ANKA Ajansıçıkışlıhaberde Genel Başkan Ş. Elçi’ye atfenşu yazılar yayınlanmıştır:

“...Ş. Elçi...partinin kuruluşişlemlerinden sonra yaptığıaçıklamadafederasyonun bir devletin bölünmesi demek olmadığınıbelirterek şunlarısöyledi:

«PKK’nın bu konuda netleşmesi lazım, çünkü halen federatifsistemle yönetilen ve ülke bütünlüğü çok güçlü sağlanan ülkeler vardır.Memnun ve mutlu olan hiçbir yurttaş, kendi devletinden ayrılmakistemez. Tekilci anlayış ancak totaliter, otoriter, faşist siyasianlayışların modelidir. Bu modelleri terk etmemiz lazım.»

Elçi, partinin PKK’ya bakışıkonusundaki soruya ise şu yanıtıverdi:

«Biz demokratik barışçı yöntemleri benimsiyoruz. PKK,Kürdistan İşçi Partisi olarak siyasi hayata girmiştir; eylemlerinionaylamıyoruz.»

...

Şerafettin Elçi, Kürt partisi olup olmadıklarıkonusundaki birsoruya, «Bütün sorunların temelinde Kürt sorununun yattığınıgördüğümüz için bu sorunu programımızın merkezine oturtuyoruz,siyasi faaliyetlerimizi ön plana çıkartıyoruz. O sorunun çözümünde iyiniyetle hareket edebilen herkesin partisiyiz.» yanıtınıverdi.

...

Elçi, bir soru üzerine de, «Sayın Cumhurbaşkanı’nın daifadelerinde belirttiği gibi Kürt realitesini tanımak gerek, ama bu realitelafta değil, bu anayasal ve yasal güvenceye kavuşmalı, ondan sonraKürtlerin kendi kimlikleriyle örgütlenebilme hakkının tanınmasılazım.»diye konuştu.

Kürt isyanlarıkonusundaki sorulara da Elçi, özetle şu yanıtıverdi;

731

«Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra Mustafa Kemal vearkadaşlarınca Kürtlere verilmişdoğal vaatler bir kenara itildi. Kürtvarlığı, ret ve inkar edildi. Kürtlerin asimilasyon yöntemiyle kimliklerinindeğiştirilmesi, varlığına son verilmesi devletin temel politikasıoldu.Bugüne kadar 27 Kürt isyanıyaşandı. Halen de ülkemizde bir silahlıçatışmaya tanık olmaktayız, bu kadar isyan bastırıldı, halen devamediyor, sorun ortada.»”

2) Yine 4 Ocak 1997 tarihli Sabah Gazetesinde yayınlanan ...haberde, Genel Başkan Ş. Elçi’nin açıklamalarışu şekilde yer almıştır :

“...

Türkiye’nin tüm sorunlarının temelinde Kürt Sorunu’nun olduğunuanlatan Elçi, «Bizce Türkiye’de yaşanan tüm sorunların veolumsuzlukların temelinde yatan bir ana sorun var. Bu da Kürtsorunudur. Kürt sorunu çözümlenmeden Türkiye’nin refahınınsağlanması, barış ve huzurun sağlanmasımümkün değildir.» diyekonuştu.

Devletin yapılanmasında merkezi yönetime karşıolduklarınısöyleyen Elçi yerel yönetimlere egemenlik hakkıtanınmasıgerektiğinikaydetti. ‘Federasyon kurulmasınısavunuyor musunuz?’ sorusuna daElçi, «Türkiye için en uygun modelin yerel yönetimlere egemenlikverilmesi olduğunu savunuyoruz. Federasyon olabilir, ama şu andayerel yönetimlerin egemen kılınmasıen iyi model. Federasyon birdevletin bölünmesi de değildir. Halen federatif sistemle yönetilen ülkelervardır.» yanıtınıverdi.

Elçi, Türkiye’de silahlıçatışmaların sürdüğünü bildirerek şunlarısöyledi:

«Kürtler ve Türkler bir arada yaşadı. Halen de beraberyaşayabilme şanslarıçok yüksek. Biz halen devletin var olan siyasisınırlarına saygılıyız. Biz şuna inanıyoruz silahlıçatışmalar bu sorununçözüm formülü değil. Bizim önerdiğimiz çözümde, devleti yönetenlerinKürtlerin öldürülerek yok edilemeyeceğini anlaması gerektiğinisöylüyoruz. Kürtler de Kürt Sorunu’nun silahla çözülemeyeceğinianlamalı.»”

3) 10 Şubat 1997 tarihli Milliyet Gazetesi’nin 18. sayfasındayayınlanan, “Entellektüel Bakış” adlıköşede, Genel Başkan Ş. Elçi’ninyanıtlarışöyledir:

732

“Demokratik Kitle Partisi’ni doğuran ihtiyaç nedir?

...Biz yola çıkarken acaba bütün bu olumsuzlukların kaynağıne,diye sorduk. Olumsuzlukların temel kaynağının Kürt sorunu olduğunugördük. Bu sorun yüzünden demokrasimiz gelişmiyor. Devletiyönetenler, ifade etmeseler bile, şöyle bir komplekse kapılmışlar:Acaba demokrasi tam işlerse Kürtler bundan nasıl yararlanır? BuKürtleri bağımsızlığa götürür mü? gibi bir endişeyle daima demokrasi güdüktutulmaya çalışıldı.

Bütün bu nedenlerle, bu sorunun çözümünü programınınmerkezine oturtan bir siyasi harekete ihtiyaç olduğu kanısına vardık.Şuna inanıyoruz: Bu sorun Kürtleri tatmin, memnun eden bir çözümeulaşmadıkça diğer sorunların çözümşansıyoktur.

Peki nedir çözüm öneriniz?

- Bu toplum OsmanlıDevletinden devir alındı. Yani etnik, dinsel,kültürel çoğulculuğu olan bir toplum. Cumhuriyetin kuruluşaşamasında,kurulacak devletin Kürtlerin de devleti olacağı; Kürtlerin haklarınınkorunacağıvaad edilmişti. İlk Meclis’e Kürtler, Kürt kimlikleriyle katıldı.

Fakat ne yazık ki düzlüğe çıkıldıktan sonra vaadler bir kenara itildi.Kürtler yok farzedildi. Binlerce yıllık kimliklerinin yok edilmesi temelpolitika oldu. Onurlu bir toplumun buna katlanmasımümkün değildi.

İsyanlar, çatışmalar bu nedenle doğdu. Ve bugüne kadar gelindi.Onun için biz diyoruz ki, Kürtlere yapılan haksızlıkların düzeltilmesi, SayınCumhurbaşkanının 1992 de ifade ettiği gibi «Kürt realitesi»nin tanınmasılazım. Kürtlerin de bu toplumun asli unsurlardan biri olduğunun kabulü,bunun yasal güvenceye kavuşmasılazım.

“Kürt realitesini tanıma» somut olarak neyi içerir?

- Çağdaş, uygar bir devlette vatandaşlar arasındaki ortak bağvatandaşlıktır. Bu vatandaşlık herhangi bir etnik veya kültürel kimlikledamgalanmamalıdır. Herkesi kapsayan bir nitelikte olmalıvatandaşlık.Oysa, Anayasanın 66. maddesi yurttaşlıktan ziyade Türklüğü tarif ediyor. Buhükmün değiştirilmesi lazım. Bu doğrultudaki yasaların da. ...

Etnik kimlik temelinde siyasi örgütlenmenin yararıne?

733

- Şu yararıolur: Her kitle kendi özgür iradesiyle temsilcileriniseçebilme hakkınıkazanır. Ve özgür iradeyle seçilen gerçek temsilcilersorunları tamamen demokratik kurallar içerisinde, diyalogla çözmeimkanına kavuşur.

Şu anda bir sorunu çözmek istesek bile kimdir bu toplumuntemsilcisi? Burada bir karışıklık var. Çünkü herkes ‘benim’ diyecek amagerçeği nerede belli değil. Gerçek temsilciler ancak özgür iradeyleseçilenlerdir. Bu fırsatların yaratılmasılazım.

Ayrıca, devletin bugünkü merkeziyetçi sistemden vazgeçmeside gerekiyor. Ademi merkeziyetçi bir yönetim sistemi, halkın kendisiniilgilendiren konularda kararlara katılabilmesini sağlayacaktır.

Bunu bölge için mi, yoksa bütün Türkiye için mi istiyorsunuz?

-Elbette ki bütün Türkiye için. Çünkü Türkiye’nin her yeri aynıdeğil. Farklıbölgeler var, farklıtoplumsal yapılar var. Böylelikle hertoplum, her bölge kendi şartlarına en uygun yönetim imkanınakavuşur. Kendi yöneticilerini kendinden seçer. Kendilerini ilgilendirenkonularda karar sahibi olur.

Ademi merkeziyetçi modeller olarak bir İspanya ve Fransaörnekleri var, bir de Almanya ve Amerika örnekleri...

-Fransa ve İspanya örneği şu anda Türkiye için en uygunolabilecek örneklerdir. Ancak bu yerel yönetimler geniş yetkilerledonatılmalı. Mesela, eğitim, sağlık, adalet, iç güvenlik gibi, yanidevletin temel işlevleri dışındaki bütün yetkiler yerel yönetimleredevredilebilir.

...”

4) 13 Ocak 1997 tarihinde Türkiye Gazetesi Radyo Televizyon(TGRT) kanalında yayınlanan “Yüzyüze” adlıprograma, diğer birkonuşmacıile birlikte katılan Genel Başkan Ş. Elçi’nin dava konusu ileilgili beyanlarıdavayla ilgisi ölçüsünde şöyledir:

“...Şimdi bütün bunlarıgöz önüne aldığımız zaman Türkiye’deciddi ekonomik problemlerin olduğunu görüyoruz. Neden buproblemler yaşanıyor dediğiniz zaman, bizim kanımıza göre busorunların, bütün bu olumsuzlukların temelinde yatan çok ciddi bir sorun

734

var. Kürt sorunu. Şimdi Kürt sorunu var oldukça, devletin düzeçıkmasının mümkün olmadığını...

...

İç içe, kültürel etkinlikler var. Şimdi bu etkinlikleri araştırdığımızzaman göreceğiz ki yani Kürtlerin Türk kültürüne etkisi Türklerin Kürtkültürüne etkisinden çok çok daha fazla. Şimdi hocam gücenmesin,ben bunu kimseyi suçlamak, kimseyi küçümsemek amacıylasöylemiyorum. Ama tarihte bazıgerçekler var. Bunlarıgörmemezliktengelemeyiz. Türkler Anadolu’ya geldikleri zaman onbirinci asırda halengöçebe toplum düzeyindeydiler. Oysa Kürtler en az yedi bin yılöncesinden beri YukarıMezopotamya’ya yerleşen büyük uygarlıklarkurmuş, büyük devletler kurmuş ve o bölgede yerleşik olan birtoplumdur.

...

Konuşması:

S. Sadıkoğlu: Hocam Kürtler vardır, yok demiyoruz.

Ş. Elçi: Ama hiç bir yere koyamadık. Nedir hiç bir yere. Şimdieğer bizleri yok farzediyorsan, ne onun tarihini bilirsin, ne onunkültürünü bilirsin, ne dilini bilirsin, ne hiçbir şey. Şimdi yaşamın dramıbu,yani bilim adamlarıyahu bu Kürtler kim. ...

... Selçuklular daha 11. asırda koymadılar mı? 11. asırdangeliyor. Kürdistan ne demek: Kürtlerin ülkesi demek. Eğer Kürtler yoksaonların ülkelerinden söz etmek mümkün olur muydu? ...

Ha şimdi eğer öyle ise Kanuni Sultan Süleyman Fransız Kralınamektup yazarken niye ayrıca ben şuranın, şuranın hükümdarıyımdemenin yanında birde Kürdistan hükümdarıyım yani hem de bunuövünerek söyleyebiliyor. Evliya Çelebi daha 17. asırdaseyahatnamesinde neden diyor ben Erzurum’dan ta Basra’ya kadarKürdistan toprağınıgezdim. Eğer öyle bir halk yoksa, ona ait bircoğrafya yoksa, sonra bunların hepsini bırak. Osmanlıtarihlerine bak,coğrafyası, Osmanlıcoğrafyası, hiç yabancıdelile gerek yok. OradaKürdistan diye bir ülkeden, bir coğrafyadan söz ediliyor mu? Edilmiyormu?

735

Şimdi bunların hepsini görmezlikten gelmek, bir de KürtlerinOsmanlılarla ittifakının sağlanmasından sonra ki Kürtler diğer boylargibi işgal edilerek, mağlup edilerek Osmanlılara katılmadı. İttifakkurdular 1514’de Çaldıran Savaşıöncesinde. Ve orada. Kürtlerin bellibir statüsü tanındı... Kürt birlikleri, yani Kürt yoksa bu Avrupa’dakiprensliklere tekabül eden Kürt birlikleriyle olacaktır.

...

(Sorunun nasıl ortaya çıktığıve nasıl çözüleceğine dair soruüzerine)

Hayır şimdi öncelikli sorun tabii tarihe dalınca ama ilkin bununçözümlenmesi lazım. Yani Kürtlerin statüsünün belirlenmesi lazım.Kürtlerin Türkiye’de halen var olan diğer etnik gruplar gibi çok azdüzeyde, işte karışmışya...

Şimdi sorunun çözümü şu; sorunun çözümü bu devletkurulacağı... devletin toplumsal anlaşmasıdiyebileceğimiz Amasyaprotokolü var. Bizzat Atatürk imzalamışMustafa Kemal o zaman ki...diyor ki Kürtlerin her türlü ırk haklarıkorunacak ve geliştirilecek.

...

Tabii aynıo tabir. Oradaki tabiri ben söylüyorum. Kürtlerin hertürlü ırk haklarıkorunacak ve geliştirilecek. Mecliste ne söyleniyor?Mustafa Kemal, İsmet İnönü, o zamanın BaşbakanıRauf bey. Deniliyorki bu devlet iki ulustan oluşuyor. Türk ve Kürt ulusundan bahsediyorRauf bey 1922’deki meclisteki konuşmasında.

Aynen iki ulustan. Türk ve Kürt ulusundan bahsediyor. “Kürtlerve Türkler”, hayır iki ulus...

Aynen Rauf beyin tabirini ben kullanıyorum. Bu iki ulusu hiçkimse birbirinden ayıramaz diyor. Ben Rauf beyin söylediğinisöylüyorum. Bu benim söylediklerim değil. Meclis zabıtlarında var.Şimdi bunların hepsini görmemezlikten, Lozan’da İsmet İnönü nediyor? Diyor ki bu hükümet yalnız Türklerin hükümeti değil, Kürtlerin dehükümetidir...”

5) 2 Nisan 1997 tarihinde Samanyolu Televizyon kanalındayayınlanan “Açık Görüş” adlıprograma misafir konuşmacıolarak

736

katılan Genel Başkan Şerafettin Elçi’nin, sorulan sorulara, davakonularıile ilgili olarak verdiği cevaplar şöyledir:

“...

Soru: “Yani Kürt sorunu denilen sorun nedir? Ya daGüneydoğu’nun, Kürt kökenli vatandaşın sorunu nedir? Şunu birtanımlar mısınız bize”

Ş. Elçi: Evet bir cümle ile kısaca söylemek gerekirse Kürtsorunu YukarıMezopotamya’da yaşayan Kürt halkının, binlerce yılınürünü olan kendi kimliğini koruma, varlığınısürdürme ve bu kimliktendoğan haklara sahip olabilme sorunudur. Bunu kısaca böyletanımlamak mümkün...Bu, bunlar yapılamadığı bunlargerçekleştirilmediği için bu sorun halen mevcuttur ve eğer devletKürtlere yönelik yanlışpolitikasında direnirse bu politika çok daha uzunsürede ve daha kanayarak da devam edebilir. Biz, bu nedenle diyoruzki, bu sorun yalnız Kürtleri ilgilendiren bir sorun değil esasında.Soruna biz Kürt sorunu diyoruz ama bu sorun artık bugün bütünTürkiye’yi ilgilendiren, salt Kürtleri ilgilendiren bir sorun olmaktançıkmıştır. Yani bölge ve o halk kaderini Türkiye ile birleştirmiştir.Bunun uzun bir tarihi geçmişi var. Halen de kaderini Türkiye ilebirleştirmekte kararlıgörünüyor...

Şimdi burada tabii önemli olan bu tarihi detayıanlatmak, değil.Önemli olan şu, Yani Osmanlıve Kürt yönetiminde bunu istersenizdaha genişletebilirsiniz. Türk ve Kürt yönetimiyle ilişkilerinde eğerdoğrudan doğruya Kürtlere bir müdahale olmazsa, onların yönetiminekarışılmazsa Kürtler daima Türklerle iyi geçinme yolunu seçmişlerdir.

- Soru: Yani siz örneğin İkinci Mahmut döneminden sonrakarışıklığıbuna bağlıyorsunuz.

Ş. Elçi: İkinci Mahmut döneminden sonra başlayan, şimdi İkinciMahmut’tan sonra Sultan Abdulhamit dönüş yapıyor. Yani SultanMahmut’un politikasından dönüşyapıyor. Sultan Selim’in politikasınadönüyor ve orada Hamidiye Alaylarıdiyeceğimiz alaylar aracılığıylabölgeyi yönetiyor ve yine bir sükunet dönemi. Hiçbir ihtilaf yok.

- Soru: Ama tabi başka etnik gruplar açısından bazıihtilaflarmevcut.

737

Ş. Elçi: Var. Tabii var. Ben Kürtler açısından söylüyorum.Diğerleri açısından haklısınız, o var. Ama Kürtler arasında yok. İşteCumhuriyetle birlikte, tabii Cumhuriyet Osmanlı’dan da çok çok farklı,tamamen totaliter bir yönetim modeli tek merkezden,

- Soru: Cumhuriyet diyorsunuz.

Ş. Elçi: Tabii Cumhuriyet dönemi tek merkezden yönetilen biryönetim modelini benimseyen, hele birde o dönemlerde o günküyöneticilere egemen olan ulus devlet anlayışı. Bu Osmanlı’dandevralınan coğrafya çok farklıetnik gruplardan tek bir ulus yaratmahedefi özellikle Kürtlerle devlet arasında ciddi bir çatışma nedeni olur.Çünkü, Kürtler bunu kendi kimliklerinin ve kendi varlıklarının yokedilmesine yöneltilen bir politika olarak algılıyor ve bu politikaya karşıisyan ediyor.İsyanlar dönemi başlıyor.

- Soru: Böyle, böyle bilinçli bir isyan halini Cumhuriyetin başındanbugüne kadar varsayabilir miyiz?

Ş. Elçi:Tabii, tabii, tabii. Çok bilinçli yani bu çok bilinçlimücadelelerdir. Mesela Şeyh Sait hareketinden önce Erzurum’dakurulan Kürt Azeri teşkilatıvar. Tamamen milli,

- Soru: Evet. Teşkilattan bahsetmiyorum. Tabii var. Tabii bir dizişey var da, yani kitlesel olarak,

Ş. Elçi: Kitlesel, kitle önemli değil. O zaman kitlelere öncülükeden, onlara önderlik eden liderler var, yani onların hedefi o, yanikendi milli varlığınıkorumaya yöneliktir. Yani Türkleşmeye razıolmama, devletin kendine dayattığıTürkleşmeye razıolmama, kendivarlığınıkoruma,

- Soru: O zaman şöyle birşey çıkmıyor mu Şerafettin Bey,devletle ilişki açısından. Devletle iyi geçinildiği sürece Kürtler diğer etnikkavimlere de devletin ona karşıdiğer etnik etnisitelere karşıdevletinyanında yer almışlar, ama devlet onlara karşıolduğu zamanda devletekarşıbir bayrak kaldırmışlar.

Ş. Elçi: bu doğru, bu doğru.

...

738

Ş. Elçi: Yani, tabii devletle ilişkileri iyi olduğu zaman devletingenel politikası neyse o politikaya hizmet etmişler, ama devletkendilerine müdahale etmeye kalktığızaman, özellikle onların kimliğinideğiştirmeye yönelik bir politika uygulamaya başladığızaman Kürtlerburada bir,

...

Ş. Elçi: İşte gücü olan yani direnebilen varlığınıkorudu. Sizbiliyorsunuz, yani Anadolu’da pek çok halk yok oldu. Hatta bazılarıyani Anadolu halklarımezarlığıolarak nitelendiriyor. Bir Kürtlervarlığınıkoruyabildi. O da direnebildikleri için. Yani Kürtler gerektiğizaman direnebiliyor. Mücadele edebiliyor, hatta çok ilginçtir bazen birsavaşıkaybedeceğini bile bile savaşa giriyor.

- Soru: Ama benim, tabii benim burada ciddi itirazlarım varŞerafettin Bey. Öyle bir tablo çiziyorsunuz ki bu çizdiğiniz tablo çok,tek bir zaviyeden bakıyor. Şimdi tarihe baktığımız zaman yani ulusdevlet projesi dediğimiz şey sadece Türkiye’ye özgü bir proje değil,Cumhuriyet dönemi bir proje değil, Fransız Devrimi’nden sonra ortayaçıkan, modernite ile birlikte devreye giren, hatta modernitenin bireykarşısında eşit hukuk uygulamasıyla da zaman zaman ileri olarakgörünen bir model. Şimdi bu model altında kurulan siyasi hakimiyetoradaki vatandaşlık sözleşmesini şüphesiz farklılıklara, farklılıklarınyaşamına... (Buradaki bir kelime anlaşılamıyor.) müsaade etmediğinibiliyoruz. Fakat sizin çizdiğiniz tablo öyle bir tablo ki, başından itibarenyani Kürtlerin Türklerin, Osmanlı’nın hatta Selçuklu’nun temasındanitibaren etkileşimden çok, yani içice girmeden çok, bir kaynaşmadançok, gerek din vasıtasıyla gerek tarih vasıtasıyla, gerek sosyal ilişkilervasıtasıyla bir ayrılık bilincinin mevcut olduğu izlenimini alıyorum.

Ş. Elçi: Ona şüphe yok. Hayır onaşüphe yok.

...

Ş. Elçi: Yani bir kaynaşma değil, şimdi kendi varlığınıkoruyarakittifak etme var. Orada birlik değil yani bir ittifak var.

Ş. Elçi: Böyle bir kaynaşma yok.

- Soru: Kaynaşma yok diyorsunuz. Şimdi bu benim,

739

Ş. Elçi: Elbette şu var. Tarihi süreç içinde Türkleşen Kürt var. HattaKürtleşen Türk var. Yani Kürt coğrafyasında yaşayıp azınlıkta kaldığıiçinTürkleşen Kürtler de var. Ama genel olarak kendi varlığınıkoruyarakyani bir ittifak halinde hareket etme var. Bir bütünleşme onun potasındaerime gibi bir süreç yok.

- Soru: ... Şimdi bu insanlar, başta dediniz ki hep Türkler’le kaderbirliği etmek isterler vesair. Bu ikisi nasıl sizce uyuşuyor.

Ş. Elçi: Şimdi uyuşmasışu. Yani kendi varlığınıkoruyabildiği,devletin baskısınıüzerinde hissetmediği zaman Türklerle kader birliğietmekte hiçbir sakınca görmezler. Yani budur. Bu halen de eğer bukurallara iyi riayet edilirse, Kürtlerin varlığına, kimliğine, kültürüne,özelliklerine saygı duyulursa, buna müdahale edilmezse, günlükyaşamına karıştırılmazsa, yani mesela diyelim ki bizim partinin, yaniDemokratik Kitle Partisi’nin programında öngördüğü gibi yerindenyönetim modeliyle eğer Kürtler kendilerini ilgilendiren konularda söz vekarar sahibi olabilirlerse devletle hiçbir ihtilafıolmaz. Yani sorun, sorundevletin, Kürtlerin yapısına uygun olamayan bazımodelleri dayatmasıdır.

- Soru: Nedir o modeller efendim.

Ş. Elçi: Yani bu modelde Türklüğü dayatıyor.

- Soru : Yani nedir yani, şunu şunu soruyorum ben. Yani bugünsiz biraz bugünkü sorunun altınıçizerken kimliğini koruma, sürdürmeve haklarına sahip çıkma dediniz.

Ş. Elçi: Tabii, tabii.

- Soru: Kürt kimliğini tanımladınız. Tanımlamaya çalıştınız. Pekihaklar dediğimiz zaman neyi anlıyorsunuz?

Ş. Elçi: Şimdi haklar şu. Bir kere, bir kimliğin korunabilmesi için,kimliği koruyan nedir. Kültürdür. Kültür binlerce yılın ürünü olan birbirikimdir. Bu nedir? Dildir, Onun edebiyatıdır, onun tarihidir, onungelenekleridir, onun görenekleridir. Yani, o kimliği var eden niteliklerdir.Şimdi Kürtlerin kendilerine özgü dili var. Tamamen Türkçe’den ayrıİndu-Avrupa dil grubuna giren tamamen ayrıbir kategoridir. Kendilerinin birdilleri vardır. Gelişmesine fırsat verilmemesine rağmen özellikle o Mir’likdöneminin geliştiği dönemlerde çok ciddi ve dünya edebiyatınınşaheserleriyle başedebilecek düzeyde ciddi edebi eserleri var Kürtlerin.Mesela, bu eserler Almanca’ya bile çevrilmiş. Taa Hartman

740

döneminden Hartman tutmuş Mollayı Cizreli’nin edebi divanımAlmanca’ya çevirme ihtiyacınıduyuyor, ama Türkiye’de şimdi sorsan derlerki; Hayır Kürt dili yok. Kürt edebiyatıyok. Kürt kültürü yok. Yani tamamenonların varlığım, kimliğini red ve inkara dayalıbir görüşve tabii ki bugörüş.

...

Ş. Elçi: Eğer bugün devletin süregeldiği politika uzun süredevam ederse, bu zaten politikanın temel amacıKürtleri asimileetmektir. Yani Türk potasında eritmektir. Evet. Cumhuriyetin Kürtleredayatmak istediği asimilasyon politikasıydı. Yani Kürt kimliğini yok etmek,Kürtleri Türk potasında eritmek. Kürtlerin razıolmadığıbuydu.

Ş. Elçi: Hayır Osmanlıyönetiminde kültürel bir sorun diye birşeyyok. Bu Cumhuriyetle birlikte başladı. Cumhuriyet biliyorsunuz yanikuruluşaşamasında Kürtlere verilen vaatler vardır. Amasya Protokolü,Amasya Protokolü ki bu devleti oluşturan toplumsal sözleşmesayılabilir. Orada Mustafa Kemal’in de imzaladığıçok net bir şekildeKürtlerin her türlü ırki haklarının korunacağıve geliştirileceği vaatediliyor Amasya Protokolünde. Yine o dönem Birinci Meclis kurulurken1920’de Kürtler Kürdistan Milletvekilleri olarak meclise girdiler. Ayrıbirkimlikle.

...

Lazistandan da gelen var. Yani ona işaret ederken, yani bir Türkegemenliğinin bu devlete tamamen egemen olacağıanlayışıyok veMeclis’te de çok net ifade ediliyor. Yani bu devlet yalnız Türklerindevleti değil, Kürtlerin de devleti, şunun da devleti. Bu Kürtler, yani buCumhuriyet içinde eskiden olduğu gibi kendi varlıklarını, kimliklerinikoruyarak bu devletin vatandaşıolarak yaşamlarınısürdürebileceğianlayışıyla ve inancıyla devlete katıldılar. İşte ne zaman ki asimilasyonpolitikasıdayatıldı.

- Soru: Yani Osmanlıdevam edecek varsayımıyla gibi.

Ş. Elçi: Varsayımıyla, tabi, tabi, tabi.

...

Ş. Elçi: Devleti o OsmanlıDevleti’nin bir devamıolarak görüyor.Kürtlerin devlete bakışıo. Çünkü, çünkü Mustafa Kemal başlarken

741

Kurtuluş Savaşı’na diyor ki; Saltanat işgal altında, biz saltanatıkurtaracağız diyor. O şekilde savaşa başlanıyor.

...

Ve sizinde işaret ettiğiniz gibi kurulacak devletin bir devamıolacağıve OsmanlıDevleti içindeki statüsü ne ise onun o şekildekorunacağıanlayışı, inancıyla devlete katılıyor. Devlet... tamamen odönemde bütün Dünya da egemen olan totaliter, tekilci anlayışla yanitek bir devlet, tek merkezden yönetilen üniter devlet, tek bir millet, tekbir ideoloji, tek bir parti, tek bir şef anlayışıyla hareket edip, kendiresmi ideolojisini herkese dayatınca orada çatışma başlıyor. Çatışmanınkaynağıbu.

...

Sunucu: şöyle söyleyeyim yani. İki patronu varsa Türkler veKürtlerdir. Yani biraz böylece kabaca özetleyecek olursak.

Ş. Elçi: Evet asli unsur, bu devleti oluşturan iki asli unsur....

Bizim programımızda öngörülen o

...

Şimdi Kürtlerle, beni bağışlayın ben burada açıklama yapmakzorundayım.

Sunucu: Buyurun, tabi, tabi, buyrun.

Ş. Elçi: Şimdi, Kürtlerle diğer etnik gruplarıbirbirinden ayırteden önemli nedenler var. Diğer etnik grupların çoğuna bakınkendilerinin bir ülkesi var. Yani bu Lazlarıeğer, Ermenileri, veyahuttaRumlarıayrıbir kenara bırakırsanız diğer etnik grupların kendi ülkelerivar. Kendi ülkelerini terk ederek bu devletin nimetlerinden yararlanma,bu devletin himayesine girmek için bir coğrafyaya gelmişlerdir. Canıistemezse onun var. Kendi ana ülkesi var, ana yurdu. Yani bugünAlmanya’ya giden bir Türk’ün,

...

742

Onlar, onlar, onlar coğrafyanın yerli halkıdır. Ama diğer etnikgruplar kendi ana ülkelerini bu devletin nimetlerinden yararlanmakiçin, bu devletin himayesini statüsünü benimseyerek bu devletekatılmışlardır. Kürtlerin pozisyonu ayrı. Bu nedenle ayrıkendicoğrafyasıyla katılmıştır. Yani bir şirket düşünün, sermayesiyle katılan,o şirketi oluşturan ortaklar var. Birde gelip bu şirketin imkanlarındanyararlanmak için bu şirketin bünyesinde çalışanlar var. Şimdi bunedenle biz diyoruz ki, yani bu devleti oluşturan iki asli unsur var. Hemsayısal olarak. Şimdi sayıda önemli. Bir de kültürünü koruma önemli,belli bir coğrafyada yoğunlaşma önemli, belli bir coğrafyada yoğunlukvar. Halen belli bir bölgede Kürtler çoğunluktadır. Bunlar önemlifaktörler. Bunların gözönünde tutulması, yoksa diğer azınlıklarıbenküçümsediğini için değil, hatta bizim programımızıdikkatle okudunuzsabiz diğer azınlıklara da belli hakların verilmesini savunan partiyiz.Çünkü bize göre her azınlığın ister bu etnik azınlık olsun, ister bu dilazınlığıolsun, ister bu inanç azınlığıolsun, kendi varlığını, kendisine aitdeğerleri koruması, geliştirmesi onun tabi hakkıdır. Siyasi olarak bubizim Demokratik Kitle Partisi’nin siyasi görüşüdür. Biz o diğerazınlıkların da haklarınıkoruruz ama,

Soru: Din kastediyorsunuz, Başka ne kastediyorsunuz. Şerafettinbey burada.

Ş. Elçi: Din, etnik köken olabilir. İnanç farklılıklarıolabilir,mesela diyelim ki Süryaniler; bir inanç grubudur. Veyahutta Yezidiler,bunlar bir inanç grubudur. Kürtlerin içinde mütalaa edilir. Bunun gibidiyelim ki Aleviler kendilerini değişik farklıbir inanç grubu olarakgörüyorlar. Sünnilere göre. Yani bunlara yapılan haksızlıklar varsabunların bu inançlarından dolayıkullanmalarıgereken haklarıvarsaonların da o haklarıkullanmasıgerekir.

...

Tabii demokrasi ve din, vicdan özgürlüğünün bir sonucudur. Yanibiz Demokratik Kitle Partisi olarak yalnız Kürtlerin hakkını, hukukunusavunmuyoruz. Bize göre mağdur olan çok genişkesim var. Hattadikkat ettinizse ben bu partiyi kurarken verdiğim ilk demeçte bizmazlumların partisiyiz dedik. Yani kim haksızlığa maruz kaldıysa, kimmağdur olduysa kim zulüm gördüyse biz onların partisiyiz vegerçekten bunda samimiyiz. Herkesin hakkınıkoruruz. Ben bunu çokyerde söylüyorum. Benim Kürtlüğe sahip çıkmamın nedeni Kürt olmamdeğil. Bunu samimi söylüyorum. Çok yerde Kürtlere de söylüyorum. BenKürt de olmasaydım Kürtlerin yapılan bu haksızlığa seyirci

743

kalmazdım. Çünkü bir haksızlık var. Bunun düzeltilmesi lazım. Bir yerdebir haksızlık varsa orada huzur olmaz. Eğer biz huzura kavuşmakistiyorsak tanıyacağız. Nerede bir haksızlık varsa onu düzeltmemizlazım.

...

Sunucu: Fakat ben isterseniz yine paragrafa devam ediyorum.Diyorsunuz ki, çünkü Kürtler Türkler gibi bu ülkenin asli unsurları.

Ş. Elçi: İşte asli unsurları.İzah ettim ben.

Sunucu: Şimdi tabii bu cümleyi bir taraftan, yani sizin gibiokumanızla baktığımız zaman, yani Kürtler de Türkler gibi fakatTürkler, Kürtler Türkler gibi yani burada iki şey sayılıyor Türkler veKürtler, onlar ülkenin asli unsurları. Bu bana yani belki de tabii buprogram sonucu olarak konuşuyoruz. Ama bu şekilde kaleme alınmışolmasıbile yine bana diğer asli unsurların diyelim, diğer asli unsurlarınbiraz hakkının yendiği sonucu çıkar...

...

Ş. Elçi: Diğerleri asli unsur değil.

...

Sunucu: Neden?

Ş. Elçi: Hayır. Nitelik özelliklerini söyledim. Sayısal çoğunluğubelli bir coğrafyada çoğunlukta olmasıkendi kültürüyle yaşamınıhalensürdürmesi bunlar önemli.

...

Şimdi tabii şu var Sayın ... O dönemlerle bu dönemi ayrıayrıdeğerlendirmek lazım. Şimdi bugün beğeniriz beğenmeyiz, eksikbuluruz tam buluruz ama Türkiye’de kör topalda olsa bir demokrasivar. Ama Kürtlerin o isyan dönemi devletin bütün korkunçluğuyladespotik yönetiminin egemen olduğunu bırak Kürtleri yani Türklerdenbile kimsenin resmi görüşdışında herhangi birşey ifade edemeyeceğibir dönemdir. Yani onu o şekilde, yani bugün eğer bizim demokratikolarak bazışeyleri savunma imkanımız olmasaydı, belki ben o fikriileri sürmezdim. Ama ben şuna inanıyorum diyorum ki; eksikliğine

744

rağmen, bazışikayetlerimize rağmen Türkiye’de azbuçuk da olsademokratik bir işleyişvar. Bu demokratik işleyişiçinde bazıhaklarısavunma var. Bu imkan var. Hele Türkiye Avrupa ile de entegrasyonugöze aldığına göre Avrupa’nın değerlerine, normlarına önem vermekzorunda, kendini ona uydurmak zorunda. Şimdi Avrupa Birliği’nde artıkulusal devlet kavramıhemen hemen kalkıyor ortadan. Yerellik önemliotonom yönetimler önemli, otonom bölgeler önem kazanıyor AvrupaBirliği’nde ve bu ulus devletler kadar önem kazanıyor, güvence altınaalınıyor. Avrupa bugün Türkiye’nin entegre olmak istediği, katılmakistediği, Avrupa Birliği’nde yeni yeni demokratik anlayışlar gelişiyor. Obizim Bindokuzyüzyirmi, otuzlardaki tekilci devlet anlayışlarıterkediliyor artık. Hele klasik demokrasi anlayışıda terk ediliyor. Klasikdemokraside çoğunluğun azınlığa egemen olma hakkıvar. Fakatbugün Avrupa’da gelişen demokrasi anlayışında çoğunluğun azınlığaegemen olma hakkıda kalkıyor. Diyor ki; eğer azınlığıilgilendiren birkonu ise rızasıalınmadan çoğunluğun onun adına karar alma hakkıyok. Yani bu tür dünyada ciddi demokratik gelişmeler var. ŞimdiDemokratik Kitle Partisi’nin önemi burada. Demokratik Kitle PartisiTürkiye’de var olan mevcut olan yalnız Kürtlük alanında değil diğeralanlarda politika yapan bütün siyasi partilerden çok çok ileride. Onlarhalen en ilerici bile, yani kendini en ilerici sayan parti bile halenbindokuzyüzyirmilerin, otuzların değerleri ile düşünmekte, ona göreçözüm üretmekte, ona göre politika yapmakta, biz ise tamamengünümüz ve hatta ikibinli yıllarda dünyanın ulaşmak istediği değerleregöre politika yapıyoruz ve ona inanıyoruz ki toplumun her kesimsaadeti, huzuru, mutluluğu, bu tür anlayıştadır ve onu da temsil edenbiziz. Şu anda iddialısöylüyoruz Türkiye’de en ileri programa sahipolan parti Demokratik Kitle Partisi’dir.

...

Sunucu: ... klasik çerçevede alacak olursak sizin programınız asılolarak bu ideali ademi merkeziyetçilik üzerine kurulmuş.

Ş. Elçi: Tabii tabii.

Sunucu: Bu da yani yenisinde falan değil, eski demokrasideolan bir şey. Bu konuda mıasıl, sizin çünkü, asıl ben ekseni oradagördüm programda. Yani devleti yeniden yapılandırmanın asıl şeyiolarak.

Ş. Elçi: Tabii, tabii. Bizim, bizim çözüm için, yani çözüm için,

745

Sunucu: Peki bu bütün, bu şimdiye kadar anlattığınız, Kürtler,tarihleri, onların kişilikleri, arzuları, istekleri, bütün bunlardan sonra biridari ademi merkeziyetçilik,

...

Ş. Elçi: Bu bizim, benim şu ana kadar açıkladığım hiçbir görüşeters değil ki. Yani ben başından tarihi sürecini de anlattım. YaniKürtlerce merkezden ciddi bir müdahale olmadığızaman Kürtlerindevletle problemi kalmaz. Ve eğer bugünkü huzursuzluğu biz çözmekistiyorsak bunun en iyi formülü odur. Bu yalnız Kürtler içinde değil diğerbölgeler içinde,

...

Yani katılımcı, katılımcı. Bugün dünyanın benimseyebileceğidemokrasinin ileri aşamasıolan katılımcıdemokrasinin de gereğidir.Yani yerinden yönetim dediğimiz bu bölgede yaşayan insanların kendikendilerini yönetmelerine imkan tanıyan formüller bugün çağdaşdemokrasinin de benimseyeceği bir anlayıştır. Zaten devletinyapısında merkezi devlet yönetimi maalesef terstir. Yani Türkiye’ninyapısına da uymuyor bu. Eğer biz bu anlayışıbenimsersek ne devletinbütünlüğü bozulur, Çünkü bu siyasi, yani devletin coğrafi sınırlarıiçindebu yönetim biçimi uygulanacak.

Sunucu: Peki Kürtlerin siyasal kültürleri tarihten gelen şekildeşimdi de var olan bu merkeziyetçiliğe mi daha yatkın böyle ademimerkeziyetçiliğe mi yatkın. Böyle mi...

Ş. Elçi: Ademi merkeziyetçi, ademi merkeziyet içinde kendikültürünü, kendi dilini, herşeyini o geliştirebilir. Zaten bizim şimdi yaniademi merkeziyetçi başka partiler de savunuyor, ama bizim opartilerden önemli farklarımız var. Biz eğitimin de yerel yönetimlerebırakılmasını öngörüyoruz. Ayrıca iç güvenliğin de biz yerelyönetimlere bırakılmasınıöngörüyoruz. Yasa yapma yetkisini yerelyönetimlere yani,

Soru: Federasyon öneriyorsunuz efendim. Federasyon tanımıveriyorsunuz.

Ş. Elçi: Bunun adıönemli değil. Önemli olan demokratik işleyiştir.

746

Soru: Hayır. Şimdi ama. Surda şöyle birşey var. Müsaadeederseniz iki tane bağlantılısoru soracağım. Şimdi sizin tanımlamışolduğunuz ademi merkeziyetçileştirme projesi dünyanın birçokyerinde uygulanan bir proje. Yeni gelişen demokrasi anlayışıda bunudevreye sokuyor. Fakat sizin çizmişolduğunuz çizgi ile yani şu anakadar çizmişolduğunuz çizgi ile bunu yan yana koyduğumuz zamanburada bir katalizör var. Orada o katalizör de özellikle Güneydoğu’daya da belli bir bölgede yoğunlaşmışKürtlerin oturması. Dolayısıyla birhaktan da söz ediyorsunuz. Bunu da hakla bağlantılandırdığımızzaman ki bağlantılandırmamız gerekiyor herhalde, o zaman ortayabaşka birşey çıkıyor, başka bir model çıkıyor. Adına federasyondiyelim demeyelim. Ama bir tür bir siyasi sözleşmeden bu anlamda sözediyorsunuz. Benim şöyle bir sorum var. Şimdi farklılıklarınıfarklıgrupların, farklıkimliklerin farklılıklarınıkoruyarak birarada yaşamalarıhalinde ve bunu temin eden bütün mevzuata, zihniyetin tümüne bizdemokrasi zihniyeti ve demokrasi şeyi diyoruz.

Ş. Elçi: Şimdi Katalonya bir bölge mi, kendi hükümeti olan birbölge mi, kendi parlamentosu olan bir bölge mi, kendi kendini yönetenbir bölge mi? Aynızamanda İspanya’nın bir parçasımıve Avrupa Birliğiiçinde değil mi?

...

Ş. Elçi: Şimdi Avrupa Birliği’nde aynen şeyler var. Yani yerelyönetimler, otonom bölgeler birimi var.

...

Şimdi Sayın ... Tabii her toplumda tepkici olan gruplar var. Butepkilerin şiddete yönelmesi var. Bu doğaldır, dünyanın her toplumundabu olur. Eğer hele bir de mağduriyet psikolojisi varsa, yani bir toplummağdur edildiğine dair bir psikolojik baskıaltında ise bunun tepkilerininolmasıdoğaldır. Bu tepkilerin şiddete varmasıda doğaldır. Ama benşuna inanıyorum, yani bizim önerdiğimiz formül, önerdiğimiz çerçeve,devlet tarafından benimsenirse, devlet bunun ciddi adımlarınıatarsaKürtlerin büyük çoğunluğunun belli bir fanatik azınlık olabilir, onadiyeceğim yok, bu her toplumda var. Ama büyük çoğunluğunun buformül üzerinde anlaşacağından benim hiç tereddüdüm yok. Yanizannetmeyin Kürtler mutlaka devletle kavga etmek istiyor. Yani kimsebunu böyle zannetmesin, bu büyük bir yanılgı. Kürtler evet kendiözüne dönmek istiyor. Kendi özünü korumak istiyor, ama devletle debarışık olmak istiyor. Türklerle de barışık olmak istiyor ve bu bugünde zorunludur. Çünkü Kürtlerle Türkler öylesine belli bölgelerde

747

harmanlandıki bunlarıbirbirinden ayırt etmek zor. Yani eğer çokbüyük, beklemediğimiz, olağandışıolaylar cereyan etmezse benKürtlerin, ama dediğim gibi kendi kimliğini koruyan ve belli haklarasahip olmasıgereken haklara sahip olduğu bir devlet içinde herkestenfazla bu devlete sahip çıkacağına inanıyorum. Ve bu görüşlerimiz, bizniye politika yapıyoruz. Ben eğer bu görüşlerimin toplumda kabulgörmeyeceğine inanmasam ben politika yaparmıyım.

...

Hayır. Efendim, şimdi Kürt milliyetçiliği şoven bir milliyetçilik değil,yani sadece kendine sahip çıkma, bir onur meselesidir.

...

Yani bir insanın kendi varlığına, kendi kimliğine, kendi kişiliğinesahip çıkmasıkadar erdemli bir davranışyok. Çünkü bunu yapmayaninsan zaten hiçbir ciddi konuda adım atamaz.

III- Kapatma Nedenleri

Daha önce de belirtildiği gibi, siyasal partilerin amaçlarıvekapatılmalarına ilişkin esaslar, Anayasanın 4121 sayılıyasa ile değişik68. ve 69. maddelerinde düzenlenmiştir. Öncelikle, 68. maddeninüçüncü fıkrasında, siyasi partilerin Anayasa ve yasa hükümleriiçerisinde faaliyetlerini sürdürecekleri temel ilke olarak kabuledildikten sonra, dördüncü fıkrasında tüzük ve programları ileeylemlerinin Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmezbütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, milletegemenliğine, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırıolamayacağı; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir türdiktatörlüğü savunmayıveya yerleştirmeyi amaçlayamayacakları; suçişlenmesini teşvik edemeyecekleri kuralıgetirilmiş; 69. maddeninbeşinci fıkrasında, bir siyasi partinin tüzüğü veya programının 68.maddenin dördüncü fıkrasıhükümlerine aykırıbulunmasıhalindekapatma kararıverileceği kuralıbenimsenmiştir.

Çalışmalarıile ulusal iradenin oluşmasınısağlayarak siyasaliktidara sahip olmayıhedefleyen siyasal partilerin toplum düzeni vedemokratik hayatın devamıbakımından taşıdıklarıönem, onlarınkuruluş ve faaliyetlerinin izlenmesinin benzeri örgütlerden farklıolmasınızorunlu kılmıştır. Nitekim, genel çizgileri itibariyle, olağanderneklere benzese bile, siyasal partilerin uymalarıgereken esaslarınAnayasada yer alması, çalışmalarının Anayasa ve yasalar hükümlerine

748

uygun olup olmadığının derneklerden farklıolarak, özel biçimde izlenipdenetlenmesi, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez öğelerisayılmalarının sonucudur. Ancak, siyasal partilerin yukarıda belirtilenhedefe ulaşmalarıiçin yapacaklarıçalışmalarda mutlak bir özgürlüktenyararlanmalarıbeklenemez. Demokratik hukuk devleti olmanın gereğiolarak, bu özgürlük Anayasa ve yasalarla sınırlandırılmış, siyasalpartiler çalışmalarında tümüyle serbest bırakılmamışlardır. Çünkü busınırlamalardan herhangi birinin çiğnenmesi halinde, AnayasanınTürkiye Cumhuriyeti’nin özünden ayrılamayacak olan nitelikleri vedevletin dayandığıtemel ilke ve görüşler hiçe sayılmışolur ve böylecedoğrudan doğruya Cumhuriyetin varlığıtehlikeye düşer.

Siyasal partilerin kurulmalarına, faaliyetlerine, kapatılmalarınailişkin esasları düzenleyen SPY., Anayasanın 68. ve 69.maddelerinde öngörülen ilke ve esaslara paralel olarak, siyasipartilerle ilgili yasaklar başlıklıdördüncü kısmında partilerin amaç vefaaliyetlerinde uyacaklarıhususlarıdüzenlemiş, bu ilke ve esaslarauymamanın yaptırımını101. maddenin (a), (b) ve (c) bentlerinde partininkapatılmasıolarak belirlemiştir.

Siyasal partiler için öngörülen yasaklamalar, davanın konusunuilgilendirdiği ölçüde,şu biçimdedir:

SPY.nın 78. maddesinde; “siyasal partiler:

a) Türkiye Devletinin... Anayasanın başlangıç kısmında ve 2.maddesinde belirtilen esaslarını; Anayasanın 3. maddesindeaçıklanan Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne,diline ... dair hükümlerini... değiştirmek;

... dil, ırk ... ayırımıyaratmak

amacını güdemezler veya bu amaca yönelik faaliyettebulunamazlar, başkalarınıbu yolda tahrik ve teşvik edemezler.

b) Bölge, ırk... esaslarına dayanamaz ... lar” hükmünügetirmiştir. Sözkonusu yasaklamaların Cumhuriyetin niteliklerini,devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmezliğini ve Atatürk milliyetçiliğiilkesini korumaya yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Madde metnindebelirtilen Anayasanın Başlangıç’ında, “... hiçbir düşünce vemülahazanın ... Türk varlığının devleti ve ülkesiyle bölünmezliğiesasının ... Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları... karşısındakoruma göremeyeceği” ifade edilmiş; Anayasanın 2. maddesinde ise,

749

Cumhuriyetin nitelikleri sayılırken Başlangıç’a gönderme yapılmaksuretiyle «bölünmezlik» ya da bütünlük ilkesinden dolaylıolarak sözedilmiş, 3. maddesinin birinci fıkrasında ise, “Türkiye Devleti ülkesi vemilletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçe’dir.” biçimindeki hükümle«bölünmezlik» ilkesi açık olarak konulmuş, 4. maddesinde, 2.maddedeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3. maddesi hükümlerinindeğiştirilemeyeceği ve değiştirilmesinin teklif edilemeyeceği belirtilmiş,14. maddesinin birinci fıkrasında, Anayasadaki hak ve özgürlüklerinhiçbirinin devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak...dil, ırk, din ve mezhep ayırımıyaratmak ... amacıyla kullanılamayacağıkabul edilerek temel hak ve özgürlükleri kötüye kullanılmasının önünegeçilmek istenmiştir.

Sözü edilen bölünmezlik ilkesinin siyasal, tarihsel ve hukuksaldayanaklarınıAmasya Genelgesi ile başlayıp, Misak-ıMilli (Ahd-ıMilli) Bildirgesi ile sonuçlanan belgeler dizisi oluşturur. Gerçekten, 21-22.6.1919 tarihli Amasya Genelgesi’nin 1. maddesinde, “Vatanıntamamiyeti, milletin istiklali tehlikededir.” tespiti yapıldıktan sonra,7.8.1919 tarihli Erzurum Kongresi kararlarında, “Trabzon vilayeti veCanik sancağıyla Vilayat-ıŞarkiye adınıtaşıyan Erzurum, Sivas,Diyarbakır, Mamuretülaziz, Van, Bitlis Vilayeti ve bu saha dahilindekimüstakil livalar, hiç bir sebep ve bahaneyle birbirinden ve Osmanlıtopluluğundan ayrılması düşünülemeyen bir bütündür. Buralardayaşayan Müslümanlar birbirlerinin sosyal ve ırki durumlarına saygılıveöz kardeştirler.”, “Vatanın bütünlüğü, milli istiklalin sağlanmasıveSaltanat ve Hilafetin masuniyeti için kuva-yımilliyeyi amil ve irade-imilliyeyi hakim kılmak esastır.” ve “Mondros mütarekesiylesınırlarımız içinde kalan ve her bölgesinde olduğu gibi Doğu AnadoluVilayetlerinde de ezici bir çoğunluğu İslamlar teşkil eden, iktisadi vekültürel üstünlüğü Müslümanlara ait bulunan ve yekdiğerindengayrıkabil-i infıkak öz kardeş olan din ve ırkdaşlarımızla meskunmemleketlerimizin bölünmesinden vazgeçilmeli, mevcudiyetimize,hukuk-ıtarihiye, ırkiye ve diniyemize riayet edilmelidir.” biçimindekiilkelerle ülke ve ulusun bölünmezliği vurgulanmıştır. 11.9.1919 tarihliSivas Kongresi kararlarında ise, “Heyet-i Temsiliye, Şarki Anadolu’nunheyet-i umumiyesini temsil eder.” hükmü getirilmiş, “Hükümet-iOsmaniye bir tazyik-i düveli karşısında buraları(yani Şark vilayetlerini)terk ve ihmal etmek ızdırarında bulunduğu anlaşıldığıtakdirde alınacakidari, siyasi, askeri vaziyetlerin tayin ve tespiti” yani geçici yönetimoluşturmak meselesini düzenleyen hükümde yer alan «buraları»ibaresi yerine de «mülkümüzün herhangi bir cüzünü terk ve ihmaletmek...» biçiminde kapsamlıve genel bir kayıt getirilmiştir. İstanbul’datoplanan Meclis-i Meb’usan tarafından 28.1.1920 tarihinde kabul edilip

750

Büyük Millet Meclisi’nce de benimsenen Misak-ıMilli Bildirgesi’nin 1.maddesinde, “Devlet-i Osmaniye’nin münhasıran Arap ekseriyetiylemeskun olup 30 Teşrinievvel 1918 tarihli mütarekenin hin-i akdindemuhasım orduların işgali altında kalan aksamın mukadderatı, ahalininserbestçe beyan edecekleri araya tevfikan tayin edilmek lazımgeleceğinden, mezkur hatt-ımütareke dahilinde dinen, ırkan ve aslenmüttehit, yekdiğerine karşıhürmet-i mütekabile ve fedakarlık hissiyatıylameşhun ve hukuku ırkiye ve içtimaiyeleri ile şeriat-ımuhitalarınatamamiyle riayetkar Osmanlı-İslam ekseriyetiyle meskun bulunanaksamın heyet-i mecbuasıhakikaten veya hükmen hiçbir sebepletefrik kabul etmez bir küldür.” denilerek bölünmezlik ilkesi doğrulanmıştır.

Anayasanın, bir tarihsel olgu ve hukuksal temel niteliğinde olanbölünmezlik ilkesine, Başlangıç kısmından başlayarak devletin temelamaç ve görevlerini düzenleyen 5., temel hak ve özgürlüklerinsınırlanmasıyla ilgili 13., basın özgürlüğünü düzenleyen 28. ve 30.,dernek kurma özgürlüğünü düzenleyen 33., gençliğin korunmasındansöz eden 58., siyasal partilerin tüzük ve programlarının uyacaklarıesaslarıbelirten 68., yükseköğretim kurumlarınıdüzenleyen 130.,radyo-televizyon idaresi ve kamuyla ilişikli haber ajanslarınıdüzenleyen133., kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarınıdüzenleyen 135.maddelerinde yer verdiği, 143. maddesiyle bu bütünlük aleyhineişlenen suçlar için özel yargıyerleri olan devlet güvenlik mahkemelerikurduğu, hatta 81. maddesinde milletvekili, 103. maddesindeCumhurbaşkanıyemini metnine dahil ettiği görülmektedir. Bütün budüzenlemeler, Anayasanın Türkiye Devleti’nin ülkesi ve ulusuylabölünmezliği ilkesine karşıgösterdiği duyarlılık ve titizliğin birerişaretidir. Gerçekten, toplumun hukuksal bağlamda örgütlenmesidemek olan devletin ve dolayısıyla toplumun kendi varlığınayönelebilecek tehditlere karşıkorunmasınısağlayan bölünmezlik ilkesibir yönüyle ülkenin tümlüğünün sağlanmasıve korunması, diğeryönüyle de ulusu meydana getiren öğelerin bütünlük oluşturmasını,herhangi bir azınlığın meydana gelmesinin önlenmesi, bölgecilik veırkçılığın yasaklanmasınıifade eder. Bu ilkenin bir yönünün herhangibir biçimde ihlal edilmesi, diğer yönünün de ihlal edilmesi sonucunudoğurur.

Lozan BarışAntlaşmasıgörüşmelerinde Başdelege İsmet Paşa(İnönü). “Büyük Millet Meclisi Hükümeti: Türk yurdunun birliğine vebölünmezliğine en büyük önemi vermekte, hakların ve ödevlerin,çıkarların ve yükümlülüklerin yurttaşlarca eşit olarak paylaşılmasıgerektiğine inanmaktadır.” biçimindeki sözlerle bütünlük ilkesi açıklığakavuşturmuştur.

751

78. maddenin (a) bendi, siyasal partilerin devletin ülkesi veulusuyla bölünmez bütünlüğü yanında devlet dilinin Türkçe olduğunadair kuralıda değiştirme amacınıgüdemeyeceklerini ve bu yoldafaaliyette bulunamayacaklarınıbelirtmektedir. Anayasanın 3. maddesininbirinci fıkrası, devlet dilinin Türkçe olduğu hükmünü taşımaktadır.Bölünmezlik ilkesinin bir gereği ve sonucu olan bu hüküm, resmiişlemlerin ve yazışmaların Türk dilinde yapılması, resmi belgelerin budilde düzenlenmesi, öğretimin ve ulusal kültürün yalnızca Türkçe’yedayanması, başka deyişle ülkedeki tek ulusal kültürü Türk kültürününoluşturmasıdemektir. Türkçe bireyler arasında yalnızca bir resmi dilolma durumunu çoktan aşmış; ayrıetnik kökenlerden gelseler bile,yüzyıllar boyunca karışıp kaynaşmışve bir ortak kaderi paylaşmış,ortak bir kültüre ulaşmışkitlelerin hem günlük yaşantıda aile içinde veişyerinde yaygın biçimde kullandığıortak bir iletişim aracıolabilmiş,hem de aynıkitlelerin ortak bilim, kültür ve sanat dili olma derecesineulaşabilmişve böylece gerek bireysel, gerekse toplumsal iletişiminsağlanmasında başlıca araç olmuştur. Türkçe’nin kazandığıbu yaygınlıkve genellik gözönüne alındığında, etnik grupların sahip olduklarıyereldillerin resmi dil yerine genel iletişim ve eğitim dili olarak kullanılmasıdüşüncesi kabul edilemez. Yerel düzeyde kalmış, gelişmemişdillerbireylere manevi varlıklarınıgeliştirme olanağısağlayamaz. Diğertaraftan; hernekadar, Anayasanın 26. maddesinin üçüncü fıkrasında,“Düşüncelerin açıklanmasıve yayılmasında kanunla yasaklanmışolan herhangi bir dil kullanılmaz.” hükmü getirilmişise de, günümüzdekullanılmasıyasaklanmışbir dilin bulunmadığı, her yurttaşın istediği diliözel yaşantısında özgürce kullandığı bilinen gerçeklerdendir.Anayasanın 42. maddesinin son fıkrasında, “Türkçe’den başka hiçbirdil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleriolarak okutulamaz ve öğretilemez...” kuralıyer almış, uluslararasısözleşmelerin hükümleri bundan ayrıtutulmuştur. İlköğretimin zorunluolması, eğitim ve öğretim birliğinin sağlanmasıgereği olarak böyle birdüzenlemeye ihtiyaç duyulmuştur.

Dil konusunda Anayasada bulunan bir diğer hüküm de 14.maddenin ilk fıkrasındaki, “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerdenhiçbiri, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak,Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığınıtehlikeye düşürmek ...amacıyla kullanılmazlar...” biçimindeki kuraldır. Bu hükümle,Anayasadaki hak ve özgürlüklerin dil ayırımıyaratmak amacıylakullanılamayacağıkabul edilmiştir.

Davanın konusu bakımından, SPY.nın 78. maddesinin (a)bendinde incelenmesi gereken bir başka husus da «millet (ulus)» ve

752

«milliyetçilik (Atatürk milliyetçiliği)» kavramlarıdır. YüksekMahkemenizin de, 16.7.1991 gün, Esas 1990/1 (Siyasi Parti Kapatma),Karar 1991/1 sayılı, 10.7.1992 gün, Esas 1991/2 (Siyasi PartiKapatma), Karar 1992/1 sayılı, 14.7.1993 gün, Esas 1992/1 (SiyasiParti Kapatma), Karar 1993/1 sayılı, 23.11.1993 gün, Esas 1993/1(Siyasi Parti Kapatma), Karar 1993/2 sayılı, 30.11.1993 gün, Esas1993/2 (Siyasi Parti Kapatma), Karar 1993/3 sayılıkararlarındabelirtildiği gibi; “...«millet» kavramı; insanlığın gelişme süreci sonundavardığıen ilerlemiş birlikteliği oluşturan toplumsal yapıyıanlatır.«Ulus» ve yerine göre «Halk» sözcükleriyle de anlatılan bu yapı, birgelişme düzeyini, bilinçli ve kişilikli bireyler olgusunu gösterir.

«Milliyetçilik» ise, büyük bir toplumsal gerçek ve «milletdüşüncesi»nin üzerine kurulu olan çağın en etkin kültür ve politikanlayışıdır. Milliyetçilik, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk Devrimi’nintemel ve önde gelen ilkelerinden biridir. Cumhuriyet döneminde«millet» ve «milliyetçilik» kavramları, başta teokrasiden demokrasiyegeçişi sağlayan Atatürk olmak üzere Cumhuriyetin kurucularıyla,onların koyduğu temel ilkeler üzerinde Cumhuriyeti yöneten kuşaklarcayorumlanmışve 1924, 1961, 1982 Anayasalarında yer almıştır. 1982Anayasasının Başlangıç’ında «...Atatürk’ün belirlediği milliyetçilikanlayışı...», 2. maddesinde «...Atatürk milliyetçiliği», 12. maddesinde «...Atatürk ilkeleri...» ve 134. maddesinde «...Atatürkçü düşünce...»sözcükleriyle Atatürk milliyetçiliği güçlü biçimde yer almaktadır.Atatürk milliyetçiliği, ayrımcıve ırkçıbir kavram değil TürkiyeCumhuriyeti’ni kuran Türk halkının, kökeni ne olursa olsun, devletyönünden tartışmasız eşitliği, içtenlikli birliği ve birlikte yaşamaistencini içeren çağdaşbir olgudur. Ayrımcılığıdışlayıp «ulus» yapısıiçinde kaynaşmayıöngören bu kavram; etnik kökenleriyle kimlikleriayrımcılığa varan resmi bir tanıtım belirtisi olarak söylenmesiniengellemektedir.

“Ulus, tarihsel ve sosyolojik yönden belirli aşamalarıgeçmişvebelirli nitelikleri kazanmış bir topluluktur. Türk ulusu, KurtuluşSavaşı’nın kazanılmasıyla sınırları çizilmiş «vatan» kavramınadayanır. Ulus; vatan üzerinde yaşayan, geçmişten geleceğe doğru birzaman akışıiçinde, ortak yaşam istek ve amacına bağlanan kültür veülkü birliğine dayanır. «Ulus» kavramıdar çerçeveli topluluk ve dindenbaşka toplumsal bir bağıolmayan ve başka öğe aramayan ümmetkavramlarından çok farklıdır. Ulus, tarihsel ve sosyal gelişmeninyarattığıbirlikte yaşama olgusudur. Irk gibi antropolojik ve filolojikniteliklere dayanan dar bir kavram da değildir. Ulus, ortak bir tarih

753

bilinci yaratmışgöçebe, yerli dil ve soy gruplarından oluşan sosyolojikbir yapıolan kavim de değildir...”

Anayasanın 2. maddesinin gerekçesinde, «Atatürk milliyetçiliği»olarak ifade edilen milliyetçilik kavramı, bütün bireylerin kaderde,tasada ve kıvançta ortak, bölünmez bir bütün halinde, diğer birdeyişle, ulusal dayanışma ve adalet anlayışıiçinde yaşamalarıolaraktanımlanmıştır. Başlangıç’ın yedinci paragrafında Türkvatandaşlarının milli gurur iftiharlarda, milli sevinç ve kederlerde, millivarlığa karşıhak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatınınher türlü tecellisinde ortak olduğunun belirtilmesi de Atatürkmilliyetçiliğinin tanımından başka birşey değildir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin niteliklerini oluşturan ve onun ulusaldevlet olmasının bir sonucu olan Atatürk milliyetçiliği, çağdaşmilliyetçilikanlayışıdır. Yani, hangi kökenden gelirse gelsin, bireyleri bir arayagetiren, bir arada yaşatan şey, onlardaki aynıbir ulusa mensup olmaduygu ve düşüncesi, bu yolda gösterilen kararlılık ve irade birliğidir.Sübjektif nitelikteki bu milliyetçilik düşüncesinde esas olan, kökeni neolursa olsun, bireyin, kendisi gibi olanlarla birlikte, kaderde, tasada vekıvançta ortak ve bölünmez bir bütün oluşturduklarıduygu, düşünce veinancıdır. Bu bakımdan sınırlarıbelli, bölünmez vatan esasınıtemelalır. Gerçekçi ve çağdaş milliyetçilik anlayışını temsil eder. Irkdüşüncesi, kan bağı, diğer biyolojik ölçütler ve soyca başka görünentoplulukların bütünden ayrısayılmalarıdüşüncesi bu milliyetçilikanlayışında yer almaz. Kültür milliyetçiliğidir. Bu nedenle, kökenlerine,soylarına, bakılmaksızın, bireyleri ortak bir kültüre mensup olduklarıbilinci ve manevi mutabakatıetrafında toplar, onları«tek ulus» yapısıiçinde kaynaştırıp bütünleştirir. Yüksek Mahkemeniz de bir tarihsel olguolarak bu milliyetçilik anlayışınıkararlılık gösteren bir biçimde böyleyorumlamaktadır. Nitekim, 20.7.1971 gün, Esas 1971/3 (PartiKapatılması), Karar 1971/3 sayılıkararda, “... Türkiye Cumhuriyetisınırlarıiçinde Türk milliyetçiliği ideolojisi egemendir ve Anayasamız(Başlangıç) kurallarıarasında bunu bildirdiği gibi, bütün Anayasayapısının oturduğu temel dahi budur. Bu, Türk kültürüne dayanan birmilliyetçiliktir ve bunda ırk düşüncesi ve kökence başka görünentoplulukların ayrıtutulmasıdüşüncesi yer almışdeğildir...”; 8.5.1980 günEsas 1979/1 (Parti Kapatılması), Karar 1980/1 sayılı kararda,“...geçmişte «panistlamist» ve «panturanist» görüşlerin neden olduğuacıdeneyimleri yaşamışolan Türk Ulusunun din, ırk ve mezhep gibiesaslara dayalıayrılık çabalarına ödün vermeye, birleştirici vetoplayıcıbir «milliyetçilik» anlayışına Anayasanın Başlangıç hükümleriarasında yer verilmesi, imparatorluktan ulusal devlete dönüşmüşolan

754

bir toplumun bilinçli bir davranışıdır...”; 27.11.1980 gün, Esas1979/31, Karar 1980/59 sayılıkararda, “... Anayasada, ırkçılık,turancılık ya da din veya mezhep doğrultusunda bütünleşmeyiamaçlayan inanışlarıreddeden Türk Devletine vatandaşlık bağıile bağlıolan herkesi Türk sayan birleştirici ve bütünleştirici bir milliyetçilikanlayışıbenimsemiştir. ...”; 18.2.1985 gün Esas 1984/9, Karar 1985/4sayılıkararda, “...Atatürk milliyetçiliği, Türk Devletine vatandaşlık bağıile bağlıolan herkesi Türk sayan, dil, ırk, din gibi düşüncelerle yapılacakher türlü ayrımıret eden, birleştirici ve bütünleştirici bir anlayışıtemsileder...” biçimindeki görüşlere yer verilmiştir.

Özellikle son yıllarda benzer davalar dolayısıyla vermişolduğukararlarda Yüksek Mahkemenizin, sözü edilen ilkenin anlamınıdahada artan bir duyarlılıkla yorumlayıp zenginleştirdiği anlaşılmaktadır.Nitekim, 16.7.1991 gün, Esas 1990/1 (Siyasi Parti Kapatma), Karar1991/1 sayılıkararında şöyle denilmiştir: “...Bugün, Türkiye Cumhuriyetiiçinde yaşayan insanların bir kesimi değişik kaynaklardan gelse bilekültürleriyle tek bir yapıoluşturmuştur. Türkiye Cumhuriyetinde dil vekültürün bugünkü düzeye gelmesinde, ülkenin her karıştoprağında, herkökenden ve soydan gelen vatandaşlarımızın payıvardır... Ülkenin heryeri her yurttaşındır.”

KurtuluşSavaşı’ndan önce Anadolu’nun yer yer işgal edildiğibütün güç ve olanaklarına el konulduğu bilinmektedir. Bu çok kötükoşullar içinde Anadolu’nun bir kısım topraklarının parçalanmasıiçinyoğun çabaların sürdürüldüğü sıralarda, 19 Mayıs 1919’da Samsun’açıkan Atatürk’ün 18.6.1919 günü, 1. Kolordu KomutanıCafer TayyarPaşa’ya çektiği telgrafta; «Bütün Anadolu halkının milli bağımsızlığıkurtarmak için baştan aşağıtek bir vücut gibi birleşmiş» olduğubelirtilmektedir.

Atalarımız tarihin geçmiş günlerinde olduğu gibi, o karanlıkgünlerde de bölücü propaganda ve desteklere kapılmadan, kendi özgüristençleriyle ve ortak istekleriyle çağların yarattığıortak kültürdebirleşmeyi ve Türk Ulusu’nu oluşturmayısağlamıştır. Bu olgu, bugünde ulusça bağlıolduğumuz bir tür ulusal ant ve toplumsaluzlaşmadır. Yasama, yürütme ve yargı organlarıyla yönetimgörevlerinde, yerleşimde, çalışma hayatında, temel hak veözgürlüklerde eşitliği kabul eden bu tarihsel dayanışma, kaynaşma veoluşum, Kurtuluş Savaşı’nda zafere ulaşmayı, ülkesi ve ulusuylabölünmez bir bütün olan Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmayıbaşarmıştır. Türk Devletinin vatandaşlarıarasında etnik ya da diğerherhangi bir nedenle siyasal veya hukuksal ayrılık söz konusu

755

değildir... Türk Milleti içinde yer alan her kökenden vatandaş, hiçbirayrım gözetilmeksizin, istek ve başarılarına göre her görev ve işteçalışmış, Türkiye’nin her yerinde, köyünde, şehrinde yaşama,yerleşme, okuma, evlenme, gelişme ve yükselme ile Türk dil vekültüründen faydalanma ve katkıda bulunma olanağınakavuşturmuştur...

Türkiye’de Türk Ulusunun dengeli, tutarlıtutumu, hoşgörüsü,insan sevgisi ve değerbilirliği, milli bütünlüğü adaletli biçimdesağlamıştır. Milli bütünlüğümüzün temeli, ortak kültüre, laiklik ilkesi ileakla, mantıklıdüşünceye, sağduyuya, adalete dayanan <<Atatürkmilliyetçiliği>>dir.

Anayasamız, Türk Devleti’ne vatandaşlık bağıile bağlıolanherkesi Türk sayan birleştirici ve bütünleştirici bir milliyetçilik anlayışınasahiptir. Devletin, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, bu çağdaşmilliyetçilik anlayışının belirgin niteliklerinden birini oluşturmaktadır.

Anayasa Mahkemesi’nin yine siyasal parti lere ilişkin 20.7.1971günlü, Esas 1971/3, Karar 1971/3 sayılıkararında bu konuda şöyledenilmiştir:

“1921 Anayasası’ndan 1961 Anayasası’na değin sürekli olaraküzerinde durulmuşbir ilke olan (Türk Devleti’nin ulusu ve ülkesi ilebölünmezliği) ilkesi, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde saptanan biçimi ileMisak-ıMilli kurallarında dayanağınıbulmaktadır. Misak-ıMilli’ningösterdiği sınırlar içinde birbiriyle kaynaşmış olarak yaşayanlarıngerçekten ve hukuka aykırılık kabul etmez bir bütün olduklarıkesinlikle belirlenmişve bütünlük içinde Kürt halkından hiçbir zamansöz edilmemiş olduğu, Lozan Barış Antlaşması görüşme vekararlarında da, Misak-ıMilli’nin çizdiği sınırlar içinde azınlıklarsayılırken Kürt ayırımına yer verilmemiştir.

Bu durum yalnızca bir olayın değil, doğrudan doğruya birgerçeğinde anlatımıolmaktadır. Bu gerçeğin ve en aydınlık anlamıyladoğrudan doğruya Atatürk’ün ulus anlayışında bulmaktayız.Atatürk’ün kendi el yazısıile düzenlediği notlarında: “Bugünkü TürkMilleti, siyasi ve içtimai camiasıiçinde kendilerine Kürtlük fikri,Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propagandaedilmek istenmiş, yurttaş ve millettaşlarımız vardır. Fakat mazininistibdat devirleri mahsulü olan bu yanlışgöstermeler hiçbir millet ferdiüzerinde üzüntü ve kınamadan başka bir tesir hasıl etmemiştir. Çünkübu millet efradıda umum Türk camiasıgibi aynımüşterek maziye,

756

tarihe, ahlaka ve hukuka sahip bulunuyorlar.” demiş ve “Ulus”u“Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” ...”(biçiminde tanımlamış)

10.7.1992 gün, Esas 1991/2 (Siyasi Parti Kapatma), Karar 1992/1sayılıkararda; “Uluslar, varlıklarınıtarihsel gelişmeler ve gerçeklerlekazanırlar. Ortak kültürün, sosyal dayanışmanın ve birlikte yaşamaduygusunun doğuşu, gelişip güçlenmesi tarihe dayanır. Tek vücutdurumunda ve tam ulus yapısıiçinde bütünleşerek KurtuluşSavaşı’nıyapmışhalkın vatanıTürk Vatanı, Milleti Türk Milleti, Devleti de TürkDevleti’dir. Dünya çağlar boyu Anadolu için “Türkiye” ve buradayaşayanlar için “Türkler” adınıkullanmıştır. Bu durum, ulus bütünlüğüiçinde yer alan farklıetnik gruplarıgörmeme anlamına gelmez.

Türk Ulusu’nu oluşturan, binlerce yıl bir arada yaşamış,kaynaşmış, ortak kültüre, ahlaka ve dine sahip insanların tarihleribirdir. Vatanıüzerinde yaşamışbütün geçmişkuşaklar, ülkenin veulusun tümlüğünü ve onurunu sürdüreceği kuşkusuz olan, gelecekkuşaklarla birlikte düşünülmelidir. Her ulusun olduğu gibi tarihselgerçeklere dayanan Türk Ulusu’nun ortak kimliği ve kültürü desavunmasız bırakılamaz. Herşeyden önce Türk Devleti’ninbağımsızlığına, kimliğine ve özbenliğine, ulusal bütünlüğüne düşmanolan tüm karşıtlıklarla uğraşmak uluslararasıhukuksal belgelerinbenimsendiği temel bir görev ve haktır...

Yüzyıllardan beri süregelen tarihsel ve manevi birliğe ek olarak,bütün yıkıcıve bölücü faaliyetlere karşın birlikte Ulusal KurtuluşSavaşı’na katılıp Cumhuriyeti kuran ve böylece kader ve gönülbirliğini kanıtlamış bulunan; ülkenin her yöresindeki vatandaşlararasında ulusal bütünlük perçinlenerek, Türk Ulusu’nun siyasal vetoplumsal birliği kurulmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, ortak tarihsel değerlere vekültüre sahip, aynıulusal kimlik taşıyan ve tek vücut olan Türk Ulusu’nunbireyleridir.

Türkiye Cumhuriyeti, milliyetçiliğe büyük önem vermişve bukuram Anayasalarda temel ilke olarak yer almıştır. Atatürk Milliyetçiliği,ülke ve ulus bütünlüğünü koruyan temel ilkedir. Türkiye Cumhuriyeti,Atatürk Milliyetçiliğine içtenlikle bağlıdır. Eşitlikçi ve birleştiriciiçeriğiyle çağdaş anlayışıyansıtan Atatürk Milliyetçiliği toplumsaldayanışmanın güvencesidir. Atatürk Milliyetçiliği, yaşamsal ve bilimselgerçek olarak benimsenmiştir. Bu tarihsel ilke aynızamanda ulusal

757

varlığın korunmasıve yüceltilmesine hizmet edecek yaşam anlayışıvebiçimidir. İnsancıl, uygar ve barışçıdır. Kardeşliği, sevgiyi, dayanışmayıve çağdaşevrensel değerleri kucaklar...” denilmiş; siyasal partilerhakkında daha sonraki kararlarında önceki kararlarda yer alan esaslartekrarlanmak suretiyle Anayasamızdaki milliyetçilik anlayışının niteliği birkez daha vurgulanmıştır.

SPY.nın 78. maddesinin (b) bendinde yasaklanan bir husus dasiyasal partilerin ırk esasına dayanmalarıdır. Buna göre, siyasal partilerbelirli bir ırka, etnik kökene mensup olanların partisi olduklarınıiddiaedemeyeceklerdir. Tersine davranışa izin verilmesi halinde bundanöncelikle bölünmezlik ilkesinin zarar göreceği kesindir.

Anayasanın Başlangıç kısmıile 2. maddesinde yer verilmeksuretiyle Türkiye Cumhuriyetinin dayandığıtemel görüş ve ilkelerarasına katılmışolan Atatürk Milliyetçiliği ile 3. maddede belirtilen,Devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmezliği ile diline dair hükümlerkorumasız bırakılmamış, 4. madde ile bu ilke ve esaslarıbelirleyen 2.ve 3. maddelerin değiştirilemeyeceği, değiştirilmesinin teklifedilemeyeceği öngörülmüş, 14. maddede, Anayasada yer alan hak veözgürlüklerin hiçbirinin devletin ve ülkesi ve ulusuyla bölünmezbütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığınıtehlikeye düşürmek ... dil, ırk, ... ayırımıyaratmak ... amacıylakullanılamayacağıkuralıgetirilmiş, siyasal partiler yönünden de, 68.maddeyle, tüzük ve programlarının ve eylemlerinin Devletinbağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insanhaklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine,demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırıolamayacağıkabuledilmiştir.

Bölünmez bütünlük ilkesinin egemenlik kavramıile olan ilişkisi dadava yönünden önem taşımaktadır. Bir devletin içte ve dışta sahipolduğu üstün iktidar ve yetki demek olan egemenlik Anayasanın 6.maddesinde belirtildiği üzere, kayıtsız şartsız ulusa aittir. Ulus sahibiolduğu egemenliği yetkili organlar eliyle kullanır. Egemenliğinkullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfabırakılamaz. Bundan çıkan sonuç, ülke, ulus ve egemenlikkavramlarının uyumlu bütünlük ilişkisi içinde düşünülmesi gereğidir.

Bölünmez bütünlük ilkesi, devletin bağımsızlığını, ülke ve ulusbütünlüğünün korunmasınıda içerir. Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundanitibaren, ulus ve ülke bütünlüğünün güvencesi olmak üzere tekil devletesasına göre yapılandırılmışve bu modeli korumak için güçlü tedbirler

758

öngörülmüştür. Bunlardan biri olma anlamında, SPY’nın 80. maddesiile, siyasi partilerin Cumhuriyetin dayandığı, devletin tekliği ilkesinideğiştirme amacınıgüdemeyecekleri ve bu amaca yönelik faaliyettebulunamayacaklarıkabul edilmiştir. Maddenin gerekçesinde, devletinfedere ve konfedere devletler ve siyaseten özerk kuruluşlar gibi teklikilkesine aykırıbir nitelik taşımadığı, bu ve buna benzer ayrılmalardevletin ve milletin bütünlüğü ilkesine ve toplum yararına tersdüşeceğinden bu yolda bir amaç güdülmesinin yasaklandığıbelirtilmektedir. Gerçekten, Türkiye Devleti tekil Devlettir. Devletten ayrıegemenliğe sahip federe devletler ya da özerk bölgelerden oluşmuşdeğildir. Ulusal devlet olmanın, yani, bir ulusun bağımsız devletbiçiminde örgütlenmesinin sonucu olan bu nitelik etnik, dinsel ya dabaşka herhangi bir düşünceyle ülkenin federe devletlere veya özerkyönetim birimlerine ayrılmasına izin vermez. Ulusal birliği kurmak vedevam ettirmek amacıyla devlet, egemenliğin yegane sahibi olaraktekil biçimde oluşturulmuştur. Yüksek Mahkemenizin 14.7.1993 gün,Esas 1992/1 (Siyasi Parti Kapatma), Karar 1993/1 sayılıkararında dadeğinildiği gibi, “... ‘Devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğü’kuralı, azınlık yaratılmasını, bölgecilik ve ırkçılık yapılmamasınıveeşitlik ilkesinin korunmasını içermektedir. ‘Egemenlik’ ve ‘devlet’kavramlarının ‘ulus’ kavramıyla bütünleşmesi, devletin herhangi biretnik kökenden gelenlerle ya da herhangi bir toplumsal sınıflaözdeşleştirilmesine engeldir. Bunun nedeni; ulusun çeşitli toplumsalsınıflardan oluşmasına karşın sınıflarüstü bir kavram olmasıdır. Bununiçin, egemenliğin kullanılmasınıtek bir toplumsal sınıfa bırakan ya dabir toplumsal sınıfıegemenliğin kullanılmasından alıkoyan veyaegemenliği bölen düzenlemeler bölünmez bütünlük ve tekil devletilkesine ters düşer.”

Bölünmezlik ilkesinin bir diğer güvencesini oluşturan SPY.nın81. maddesinin (a) bendinde, Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerindeulusal ya da dinsel kültür ya da mezhep veya ırk veya dil farklılığınadayanan azınlıklar bulunduğunu ileri sürmek; (b) bendinde ise Türkdilinden veya kültüründen başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmekve yaymak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklaryaratarak ulus bütünlüğünün bozulmasıamacınıgütmek ve bu yoldafaaliyette bulunmak yasaklanmıştır. Maddenin gerekçesine göre,“Ülkemizde Lozan Antlaşmasıyla kabul edilen azınlıklar dışında birazınlık yoktur. Herhangi bir ülkede resmi dilin dışında dillerin bilinmesiveya yer yer konuşulmasıazınlık yaratmaz. Hele, siyasi, sosyal,ekonomik ve kültürel alanlarda olduğu gibi her alanda bütün haklarasahip ve borçlarla eşit bir şekilde yükümlü olan tek bir milletin evlatlarıarasında azınlıktan söz etmek mümkün değildir.

759

Bir memlekette resmi dilin her vatandaştarafından bilinmesi, hangialanda olursa olsun, eşitlik ilkesinin hakkıyla uygulanabilmesi ve adliya da idari işlerin çabukluk ve selametle yürütülmesi bakımındanyararlı, hatta zorunludur. Bu itibarla, resmi dili genç, ihtiyar, kadın,erkek her vatandaşın bilmesini sağlamak devletin görevidir.”

Maddenin (a) bendinde siyasal partilere, ulusal veya ... ırk veyadil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri sürmekyasaklanmıştır. Gerekçede de açıklandığıgibi, Lozan Antlaşmasıylakabul edilen azınlıklar bu yasağın dışında kalmaktadırlar.

İç hukuk kuralıhaline gelmiş olan ve uluslararasıhukukalanında da sonuçlar doğuran Lozan BarışAntlaşmasının Türkiye’dekiazınlıklar konusundaki hükümlerine esas teşkil eden azınlıkçalışmalarına Yüksek Mahkemeniz özellikle son kimi kararlarındaayrıntılıolarak yer vermektedir. Bunlara göre, “... Müslüman topluluklararasındaki değişik gruplara azınlık statüsü tanınmadığı, kuşku veduraksamaya yer bırakmayacak bir açıklıkta Lozan BarışKonferansıtutanaklarında bir çok kez vurgulanmıştır.

Alt komisyon önce, etnik azınlıkların, başka bir deyimle,Müslüman olmayan azınlıkların da, örneğin Kürtlerin, Çerkezlerin veArapların tasarıdaki koruma tedbirlerinden yararlanmalarındadirenmiştir. Türk temsilci heyeti, bu azınlıkların korunmaya ihtiyaçlarıolmadığınıve Türk yönetimi altında bulunmaktan tamamıyla memnunolduklarınısöylemiştir. Alt komisyon bu inandırıcısözler üzerine korumatedbirlerini yalnız Müslüman olmayan azınlıklarla sınırlamayıkabuletmiştir.

Barışgörüşmelerinde söz alan İsmet Paşa (İnönü): <Türkiye’dehiçbir Müslüman azınlık yoktur; çünkü, kuramsal yönden olduğu kadarvurgulamada da Müslüman nüfusun çeşitli unsurlarıarasında hiçbirayırım gözetilmemektedir.> demiştir. Aynıkonferansın 20 Kasım 1922günlü oturumunda Rıza Nur Bey tarafından okunan bildiride şugörüşler yer almıştır: <Müttefiklerin tasarısıMüslüman azınlıklardan sözetmektedir; oysa, Türkiye’de bu gibi azınlıklar söz konusu olamaz;çünkü, tarihsel gelenekler, moral düşünceler, görenekler, yapılagelişler,Türkiye’de yaşayan Müslümanlar arasında en tam bir birlikyaratmaktadır>

Türk Delegasyonunun bu görüşleri Konferansça benimsenmişve «Müttefik Temsilci Heyetlerince Sunulan Azınlıkların Korunmasınaİlişkin» 15 Aralık 1922 günlü tasarının 4., 6., 7., ve 8. maddelerinde

760

geçen «din ya da dil», «soy, din ya da dil azınlıkları» sözcükleri yerine«gayrimüslim ekalliyetler» sözcüklerine bırakmıştır. Böylece, Türkiye’dedeğişik bir dil kullanmanın ya da soy unsurunun bir grubun azınlıksayılmasında ölçü olarak kabul edilemeyeceği Lozan BarışAntlaşması’yla kabul edilmiştir. Aynıkonferansta, Kürt azınlığınyaratılmasıyönünde, özellikle Lord Curzon tarafından gösterilençabalar, Türk Delegasyonunun «Kürtler, kaderlerinin Türklerinkaderiyle ortak olduğu görüşündedirler; azınlık haklarındanyararlanmak istememektedirler.» gerçeğini bildirmeleri karşısında kabulgörmemiştir ...” (Anayasa Mahkemesi’nin siyasal parti kapatılmasınailişkin 16.7.1991, 10.7.1992, 14.7.1993 günlü kararları)

Bu suretle, ülkemizde sadece «Müslüman olmayanlar» azınlıkkapsamına dahil edilmişlerdir. Müslüman olmayanlara daMüslümanlara sağlanan medeni veya siyasi haklardan yararlanmaolanağıverilerek yasaklar önünde din ayırımıyapılmaksızın herkesineşit olduğunu belirtmek amacıyla böyle bir düzenlemeye gidilmişveörneğin antlaşmanın 38. maddesinin ikinci fıkrasında, «Gayrimüslimekalliyetlerin bütün Türk tebaasına tatbik edilen ... serbesti-iseyrüsefer ve hicretten tamamiyle istifade etmeleri», 40. maddede,«Gayrimüslim ekalliyetlere mensup Türk tebaasının ... masraflarıkendilerine ait olmak üzere her türlü müessesatıhayriye, diniye veyaiçtimaiyeyi, her türlü mektep vesair müessesatıtalim ve terbiyeyi tesis,idare ve murakabe etmek ve buralarda kendi lisanlarınıserbestçeistimal ve ayini dinilerini serbestçe icra etmek hususlarında müsavi birhakka malik bulunacakları» kabul edilmiştir (Anayasa Mahkemesi’ninsiyasi parti kapatılmasına ilişkin 16.7.1991 günlü kararı).

Bundan ayrıolarak, bir de, 18.10.1925 tarihli Türk-Bulgar DostlukAntlaşmasında, Türkiye’de yaşayan Bulgarların azınlık sayılmalarıkabuledilmişise de, yeni Türk Devleti’nin laik mevzuatıkabul etmesindensonra bu kimseler azınlık statüsünden kendiliklerinden vazgeçmişlerdir.

Sonuç olarak, Türkiye’deki hukuk düzeninde bu iki antlaşma ilekabul edilenlerin dışında herhangi bir azınlığın bulunduğu söylenemez.

Özellikle, belirli bir büyüklüğe ulaşmışolanlar başta olmak üzerebirçok devlette ırk, dil, din, mezhep yönünden çeşitli boyutlara varanfarklılıklara sahip toplulukların, yani ulus olgusuna oranla ikincil niteliktekesimlerin bulunmasıdoğal olduğu kadar, gözlenen bir gerçektir de.Yüksek Mahkemenizin 8.5.1980 gün, Esas 1979/1 (Parti Kapatılması),Karar 1980/1 sayılıkararında belirtildiği üzere bu gibi toplulukların dilininya da dininin toplumun öteki kesimlerinden ayrıolduğundan nesnel

761

biçimde söz etmek tek başına bir «azınlığın bulunduğunu ilerisürmek» anlamına gelmez. SPY’nın 81. maddesine benzer hükmüiçeren eski 648 sayılıYasa’nın 89. maddesinin birinci fıkrasınıyorumlayan Yüksek Mahkemeniz, aynı kararında, «azınlıklarbulunduğunun ileri sürüldüğünün» kabul edilmesi için, “sözkonusutopluluğun toplumun öbür kesimlerinden ayrılan varlığını veniteliklerini korumasıve sürdürmesi için kendisine özel bir hukuksalgüvence tanınması gerektiğinin, yani bu kimselerin «azınlıkhukuku»ndan yararlanmaya hak kazanmışolduklarının da açık ya daüstü örtülü biçimde ileri sürülmüş olması gerektiğini” belirtmişbulunmaktadır. Bu gibi toplulukların her birine azınlık hakkıtanınmasıülke ve ulus bütünlüğü ilkesine aykırıdüşer. Hele böylesi topluluklarortak geçmişten gelen tarihsel, kültürel ve manevi bütünlük anlayışıiçinde kendi kaderlerini o ulusun kaderleriyle özdeşleştirme istek veiradesini göstermişlerse, böyle bir hakkın tanınmasına gerek kalmaz.

Bizim toplumumuzda da «farklıkesimlerin varlığı» olgusunugörmek mümkündür. Gerçekten, X. Yüzyılda Türklerin AnadoluYarımadasına gelmeye başlamalarından sonra, Türkler ve o dönemdeAnadolu toprağında yaşamakta olan her soydan topluluk, birbiriniizleyen çeşitli siyasal oluşumlar içinde birlikte yaşamışlar, buoluşumlar arasından yükselen Osmanlıİmparatorluğu’nun çatısıaltındada bu yaşayışdevam etmiş, zaman içinde bu birlikteliğe Kafkasya,Balkan ve Arap Yarımadasıahalisi de dahil olmuştur. Daha sonra,çeşitli tarihsel ve askersel olaylar sonucunda, OsmanlıDevletisınırlarınıDoğu Trakya ve Anadolu’ya kadar küçültmek zorunda kalmışve tarih sahnesindeki yerini Türkiye Cumhuriyeti’ne terketmiştir.Böylece, bin yıllık bir süreç içerisinde Türkler ve diğer etnik topluluklaraynısiyasal oluşumlar içinde iyi ve kötü günleri birlikte yaşamışlar,acılara birlikte göğüs germişler, sevinçli günleri birlikte kutlamışlar,gerek birbirleriyle, gerekse başka topluluklarla, çeşitli tarihsel, siyasalnedenlerle ya da göç hareketleri sonucunda karışıp kaynaşmışlar, aynıtoplumsal kaderi paylaşmışlardır. Bu kader birliği, her tür etniktopluluğu, aynıtoplumsal pota içinde kaynaştırıp bütünleştirmiştir.Ortak bir geçmişe, tarihe, dine, ahlaka, hukuka, değer yargılarına,başka deyişle aynıbir ortak kültüre sahip insanlar, soyu ne olursaolsun, tek bir ulusa mensup olma bilinç ve istenciyle, bir tür toplumsalant ve toplumsal uzlaşma sonucu ulusal sınırlar içinde «Türk Ulusu»nuoluşturmuşlar ve ortak kararlılık, istenç ve heyecanla TürkiyeCumhuriyetini kurmuşlardır. Bu birliktelik duygu ve düşüncesi o kadargüçlüdür ki örneğin, Kürt kökenliler diğer yurttaşlarla omuz omuzaKurtuluşSavaşına fiilen katılarak can, kan ve gözyaşıpahasınayurdumuzun işgalci düşmanlardan temizlenmesinde ve onu takiben

762

Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasında üstün hizmetler görmüşlerdir.Bugün dahi Türk Ulusuyla birlik ve bütünlük içinde olma duygusununeksilmeden devam ettiği görülmektedir. Bu itibarla, Türk Ulusu yanyanayaşantılarınısürdüren çeşitli halklardan değil, kendi özgür iradesiyle, ortakgeçmişin yarattığıortak kültürde geleceği de kapsayacak biçimde birleşmeye,kaynaşıp, bütünleşmeye karar vermişolan tek halktan, Türk halkındanmeydana gelmiştir.

Anayasa’nın 66. maddesinin birinci fıkrasında, Türk Devletinevatandaşlık bağıile bağlıolan herkesin Türk olduğu belirtilerek, TürkUlusundan sayılmak için kabul edilen tek koşulun «vatandaşlık bağı»olduğu, bunun dışında kalan dil, din, ırk vs. gibi farklılıkların nazaraalınmadığı, Türk Ulusunun, bir hukuksal bağ anlamında vatandaşsayılanların oluşturduğu bütünlüğü ifade ettiği benimsenmiştir. «Türkolmak» Türkiye Cumhuriyetinin yurttaşıolmak demektir. Bu ulusbütünlüğü içinde, şu ya da bu nedenle, yasanın deyişiyle, ulusal veyadinsel kültür, mezhep yahut ırk ya da dil ayırımına dayanan azınlıklaryoktur. Yüksek Mahkemenizin siyasi parti kapatılmasıyla ilgili 10.7.1992ve 14.7.1993 günlü kararlarında belirtildiği gibi, “... Türk Ulusunuoluşturan etnik gruplar arasında çoğunluk ya da azınlık biçiminde birayırıma yer verilmemiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devletine vatandaşlık bağıile bağlıolan herkesi «Türk» sayan birleştirici ve bütünleştirici milliyetçilikanlayışıkabul edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devletine vatandaşlık bağıilebağlıolan herkesin, hangi etnik gruptan olursa olsun, «Türk»sayılması, onun etnik kimliğini inkar anlamında değil, dünyaca, devletine«Türkiye Cumhuriyeti Devleti», ulusuna «Türk Ulusu» ve vatanına«Türk Vatanı» denen ve toplum yapısında çeşitli etnik gruplar bulunanülkede bütün vatandaşlar arasında eşitliğin sağlanmasıve hepsi çoğunlukiçinde bulunan etnik grupların azınlığa düşmesini önleme amacınayöneliktir.

“Diğer kökenli yurttaşlar gibi Kürt kökenli yurttaşların da kimliklerinibelirtmeleri yasaklanmamış; ancak, azınlık ve ayrıulus olmadıkları, TürkUlusu dışında düşünülemeyecekleri, devlet bütünlüğü içinde yer alacaklarıortaya konulmuştur...”

Bir devletin nüfus öğesini oluşturan bireylerin hepsinin ayrımsız aynısoydan ve dilden olmalarıolanaksızdır. Genellikle her ülkenin nüfusu değişikoranlarda da olsa, başka soya ya da soylara mensup topluluklarıiçerir.Ancak, bu gibi topluluklara soy ve dil farklılığına dayanılarak azınlıkhaklarıtanımak ülke ve ulus bütünlüğü ilkesine uymaz. Türk Ulusunuoluşturan, ulus bütünlüğü içinde yer alan etnik öğeler, Anayasa’nın 66.maddesinin birinci fıkrasında anlamınıbulan ve Türk devletine sadece

763

vatandaşlık bağıyla bağlıolan herkesi Türk sayan milliyet anlayışıkarşısında toplumda azınlık ya da çoğunluk oluşturmazlar. Türk Ulusununmanevi bütünlüğü içinde karışıp kaynaşmışolan her birey hukuksalve toplumsal bağlamda mutlak eşit durumdadır. Hiçbir etnik kökenindiğerine üstünlüğü yoktur. Her yurttaş, başka yurttaşlara tanınmışolanher türlü siyasal, ekonomik, toplumsal, kültürel, medeni vs. haklardansınırsız biçimde yararlanabilmektedir. Türk Vatandaşlığıkavramıherkesi eşit ve ayrıcalıksız kılmaktadır. «Eşit vatandaş»lık, FransızBüyük Devrimi (1789)’nden bu yana, hepsi çoğunluğu oluşturan herbireyin, soy, dil, din ve mezhep gibi ayırıcıözellikleri dikkatealınmaksızın, en üst düzeyde ve en değerli varlık olarak kabuledilmesi demektir. Herkesin böylesine eşit ve ayrıcalıksız olduğu birhukuksal zeminde azınlıktan ya da çoğunluktan söz etmek olanaksızdır.

81. maddenin (b) bendinde ise, siyasal partilerin Türk dilindenve kültüründen başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek veyayaymak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklaryaratarak ulus bütünlüğünün bozulmasıamacınıgütmeleri ve bu yoldafaaliyet göstermeleri yasaklanmıştır. Bu hükümle anlatılan, Türk dili vekültüründen başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek ya da yaymakyoluyla ülkede azınlıklar yaratarak ulus bütünlüğünün bozulmasıamacının, siyasal partilerin güdemeyecekleri ve bu yolda faaliyetgösteremeyecekleridir. Burada belirtilmesi gereken, 81. madde ileulusu oluşturan bireyler arasındaki etnik ayrımların, sahip bulunulanfarklıdil ve kültürlerin yasaklanmadığıdır. Ancak, yüzyıllardır birliktehayat sürmüş, ortak bir geçmişe, tarihe, dine, geleneklere ve değeryargılarına sahip bireylerin oluşturduğu ulus bütünlüğü içinde buöğelerden meydana gelen ortak kültürden ayrı, bireyler arasında bubakımdan ayrımlaşma nedeni olabilecek yoğunlukta bir kültürfarklılığından söz edilemez. Özel yaşantılarında çeşitli etnikkökenlerden gelen yurttaşların kimliklerini belirtmeleri, dillerinikonuşmaları, gelenek ve göreneklerini uygulamalarının karşısındaherhangi bir yasal ya da toplumsal engel yoktur. Yasaklanan, azınlıkve ayrı bir ulus oluşturduklarının ifade edilmesi suretiyle ulusbütünlüğünün bozulmasıamacının güdülmesidir.

Söz konusu kuralın küçük değişikliklerle benzeri olan eski 648sayılıSPY.nın 89. maddesinin (b) bendini yorumlayan YüksekMahkemeniz 8.5.1980 gün, E.1979/1 (Parti Kapatma), K. 1980/1 sayılıkararında şu hükme varmıştır: “... Bu hükümde de ... «azınlıklaryaratma» deyiminin açıklığa kavuşturulmasıgerekmekte olup, sözkonusu deyimin de maddenin tümü içinde değerlendirilmesi ve birincifıkrasındaki «azınlıklar bulunduğunun ileri sürülmesi» deyimiyle sıkı

764

ilişki gözönünde tutularak, aynıdoğrultuda yorumlanmasızorunludur.Böyle bir yorumla varılacak sonuç ise, «azınlık yaratma» deyimininancak bir «vatandaştopluluğunda azınlık hukukundan yararlanmalarıgerektiği düşüncesini yaratma» anlamına gelebileceğidir...

Yukarıda da değinildiği gibi, azınlıklar dil, din ve ırk gibinitelikleri nedeniyle toplumun çoğunluğundan ayrıvarlıklarıve buvarlıklarınısürdürmeye haklarıbulunduğu hukukça tanınan vatandaştopluluklarıolduklarından, ülkemizde azınlık hukukundan yararlanmayahak kazanmışgruplar bulunduğunu ileri sürmek, ya da Türk dilindenve kültüründen gayrıdil ve kültürleri korumak, geliştirmek veya yaymakyoluyla kimi vatandaşgruplarında azınlık hukukundan yararlanmalarıgerektiği düşüncesini yaratmaya çalışmak, kuşkusuz, yukarıda açıkçaortaya konulan anayasal durum karşısında Anayasa’nın Başlangıç’ıile2. ve 3. maddelerinde yer alan «ülke ve ulus bütünlüğü» temelhükmüne ve bu temel hükmü içeren 57/1. maddesine de aykırıdüşer ...”

Yine Yüksek Mahkemenizin 20.7.1971 gün, E. 1970/1 (PartiKapatılması), K. 1971/1 sayılıkararında belirtildiği gibi, “...Bir siyasipartinin Türkiye ülkesi üzerinde Türkçe’den başka dil konuşan azınlıkbulunduğunu ileri sürerek ve o azınlığıerek edinerek onun için bir takımhaklar ve yetkiler tanınmasınıistemesi ulusal yapıda gitgide kopmalara,bölünmelere yol açmasıdemektir. Yine Türk yurttaşlarıarasında Türkdilinden ve kültüründen başka dil ve kültürleri koruma çabalarınagirişmek Türkiye ülkesi üzerinde ulus bütünlüğünün bozulmasısonucunudoğurmağa elverişli bir tutumdur...”

Şu halde, dillerini, kültürlerini ve sanatlarınıkullanabilmeleri vegeliştirebilmelerini istemek suretiyle bir kısım yurttaşlarıırk, dil vekültür bakımlarından veya bu ad altında ulus bütünlüğünden ayrısayma, onlarda bu bütünlükten ayrıbir azınlık oluşturduklarıdüşünceve bilincini yaratma, ulus bütünlüğünün bozulmasıylasonuçlanabilecek ya da en azından böyle bir tehlikenin belirmesineyol açabilecek olan, Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıkyaratma demektir. Siyasal partiler yönünden böyle bir amaç ülke veulus bütünlüğü ilkesine terstir. Daha önce de belirtildiği gibi, Türk ulusubütünlüğü içinde belirli uluslararasısözleşmelerle azınlık olduklarıkabul edilen «Müslüman olmayan» yurttaşlar hariç, herhangi birazınlıktan söz etmek olanaksızdır. Her Türk yurttaşıhukuk düzenininsağladığıher türlü hak ve özgürlükten, herhangi bir etnik ayrımcılık sözkonusu olmaksızın, sınırsız ve mutlak biçimde yararlanmakta, ulusbütünlüğü içinde bireysel mutluluk ve huzurunu gerçekleştirmeyeçalışmaktadır. Böylesine ayrıcalıksız konumdaki bir kısım yurttaşlar

765

arasında, bir azınlığa mensup olduğu duygu ve düşüncesini yaratmakve onların sınırlıhaklar rejimine tabi kılınmasını, ulusun bizzatkendisini oluşturmakta iken azınlık haline gelmesini istemek ulusbütünlüğünü bozmaktan başka biçimde yorumlanamaz.

B) Değerlendirme

Bu açıklamalara göre, bir değerlendirme yapıldığında,programın Kürt sorunu konusundaki ana fikri, Kürtlerin tarihin çok eskizamanlarından beri Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu da kapsayanYukarıMezopotamya denilen bölgede yaşayan bir kavim olduğundanhareketle, OsmanlıDevletinin Kürtleri kendi kültürleri ve yaşayışlarıyönünden serbest bıraktığı, onların Osmanlıyönetimi altında yarıbağımsız bir hayat sürdükleri, Türkler ile Kürtler arasında birkaynaşma meydana gelmediği, sadece Kürtlerin kendi varlıklarınıkoruyarak Türkler ile ittifak kurmalarışeklinde bir ilişkinin söz konusuolduğu, Cumhuriyetin ilanıile birlikte resmi ideoloji adıverilen, Osmanlıtoplumundaki Kürtlerin de dahil olduğu çeşitli etnik unsurlardan oluşanbir Türk ulusu yaratma isteğini Kürtlerin kendi kimliklerinin vevarlıklarının yok edilmesine yönelik bir politika olarak algıladıklarıvebu politikaya karşıbilinçli mücadele anlamında isyan hareketleribaşlattıklarıdır. Programa göre, bu hareketlerin son bulmasıiçindevletin onlara müdahale etmemesi, onların kimliklerini değiştirmeyeyönelik bir politika uygulamamasıgerekir. Bu son cümledeki görüş,sorununun çözümü için idari ademi merkeziyet sisteminin çare olaraköngörülmesi ile birlikte düşünülmelidir.

Bu ana fikre bağlıolarak, Kürtlerin ve diğer etnik ve inançgruplarının, eşitlik ilkesine aykırınitelikteki hukuki düzenlemelerdendoğan ve Kürt sorununun temel sebebi olarak görülen sorunlarıngiderilmesi için iç hukuk kurallarının eşitlik ilkesine aykırıolmamasıgerektiği, Anayasa ve yasalar düzeyinde eşitlik ilkesine dayanandüzenlemeler yapılacağı, aynışekilde, çeşitli yasalarda yer aldığıiddiaedilen kimlik haklarını kısıtlayıcı hükümlerin kaldırılacağı,dillervekültürlerüzerindekibaskılaraveasimilasyonpolitikalarınasonverileceği, bu alanda da uluslararasıhukuk ve sözleşme hükümlerininhayata geçirileceği, insanların kimliklerinden ötürü ayrımcıişlemleretabi tutulmaması, eşitlik ilkesinin yaşamsal kılınmasıiçin ceza adaletikonusunda reformlar yapılmasıgerektiği savunulmaktadır.

Programda dikkat çeken bir diğer husus, partinin acil hedefolarak benimsediği, Kürt sorunu adıverilen bu sorunun çözüm yolununilkeli bir demokratik uzlaşmadan geçtiği, bu amacın Türkiye

766

Cumhuriyeti’ni bağlayan uluslararasıhukuk ilkelerine, sözleşmelere,evrensel hukuka bağlıbir demokratik devleti yapılandırmayıhedefaldığı, bu hedefin eşitlik temeline dayanan bir hukuksal alt yapıya sahipolan devleti ifade ettiğidir. Bu sözleşmelerle, bir çok yerde «yenidenyapılandırma» adıaltında Türklerin ve Kürtlerin iki eşit ve ayrıunsurolarak kabul edildiği, devletin anayasal düzeyde yeni bir örgütlenmemodeline kavuşturulmasının zorunlu görüldüğü anlatılmaktadır.

Birinci paragrafta belirtilen görüşler Anayasa’nın en temel ilkesiolan devletin ulusu ve ülkesiyle bölünmezliği esasına aykırıdır.Cumhuriyet’ten önce imparatorluk sınırlarıiçindeki Türk ve Kürtkökenliler X. yüzyıldan başlayan bir tarihsel süreç içinde başka etnikkökenden gelenler ile birlikte yaşamakta bulunmuşlar, çeşitli zorluklarabirlikte katlanmışlar, acılıve sevinçli günleri birlikte yaşamışlar,böylece ortak geçmişe ve tarihe, aynıinanca, aynıdeğer yargılarına veaynıtecrübelere sahip olmasınıve sosyal dayanışmanın meydanagetirdiği ortak kültüre ve hayat tarzına sahip ve aynıtoplumsal kaderipaylaşan insanlar olarak İmparatorluğun yıkılışına kadar gelmişlerdir.Yeni bir devletin oluşturulmasısırasında ise köklerini ortak tarih vedeğerlerden alan bu ruhsal birliktelik devam etmiş, Ulusal KurtuluşSavaşına katılıp omuz omuza dövüşerek bu ülkeden düşmanlarıkovmuşlar, sınırlarıMisak-ıMilliye uygun olarak, ortaklaşa dökülenkanla çizilen vatan üzerinde Cumhuriyet’in eşitlikçi ve bütünleştirici«vatandaş»larıolarak ortak toplumsal kaderi paylaşma konusundakikararlılıklarıyla ve tek bir ulusa mensup olma şuur ve iradesiyle TürkUlusu’nu oluşturmuşlar ve Cumhuriyet’in kurulmasıve yüceltilmesindeüstün hizmetler sarf etmişlerdir. Bu tarihsel, hukuksal ve sosyolojikolgular görmezlikten gelinerek, Türk ve Kürt kökenliler arasındakiilişkiyi sadece bir ittifak çerçevesi içinde görmek, Türk Ulusukavramındaki duygu, düşünce ve irade birliğinin oluşturduğu ruhsalöğeyi inkar etmek anlamına gelir. Atatürk Türk Ulusu’nu, ırk kavramınıesas almadan, Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkıbiçimindebütüncül ve hangi kökenden gelirse gelsin herkesi kucaklayıcıanlamda tanımlamıştır. Bu bütünlük ilkesinden ayrılarak, ulusu ırkaçısından Türk ve Kürt olarak ayırıp bunların devletin asli unsurlarıolduğunu, ülkenin bir bölümünü Kürdistan olarak adlandırarakKürtlerin devlete kendi ülkeleri ile katıldıklarınısöylemek Kürtlerinyaşadığıbölgelerden söz etmek ulus ve ülke bütünlüğünü parçalayıcıdavranışlardır.

Anayasa’nın 66. maddesinde ifadesini bulan ve bireyler arasındaeşitliği sağlayan vatandaşlık anlayışıTürkiye Cumhuriyetine vatandaşlıkbağıolan herkesi Türk saymaktadır. Buradaki Türklük soya bağlılık

767

demek değildir. Sadece bireylerin vatandaşlığınıve ulusal kimliğiniifade etmektedir. Vatandaşlık durumu ve ulusal kimlik kişilerin etnikkökenlerinin belirtilmesini etkilemez. Ancak, etnik kökenlerin eşit vebirleştirici vatandaşlık niteliğine ve ulusal kimliğe zararlıolacak biçimdeön plana çıkartılmamasıgerekir. Bu somut gerçekler karşısında, davalıpartinin Kürtlerin inkar edildiği, yurttaşlığın soy temeline dayandırıldığı,Türkiye Cumhuriyeti’nin ırk ayrımıve kan bağıesasına dayanan birdevlet olduğunu belirtmesinin, Türk Devletine vatandaşlık bağıile bağlıolan herkesi Türk sayan, dil, ırk, din gibi düşüncelerle yapılacak hertürlü ayrımıreddeden, birleştirici ve bütünleştirici olan, kardeşliğe,sevgiye, dayanışmaya dayanan Atatürk Milliyetçiliği ilkesini “çarpık tarihtezine dayalıresmi milliyetçi ideoloji” olarak adlandırıp Kürt sorunununçözümsüzlüğüne sebep olduğunu, Türkiye’nin temel sorunu halinegeldiğini ve terk edilmesi gerektiğini söylemesinin; devletin Kürtlerinyapısına uygun olmayan, Türklüğün dayatıldığımodelleri uyguladığını,Kürtlerin asimilasyona baskıve zulme uğratıldığının savunmasının,Kürtlerin yaşadığıbölgelerden söz etmesinin Anayasa’nın temel ilkesiolan ulus bütünlüğünü etnik iddialarla bozma amacınıgütmek anlamınıtaşıdığındanşüphe edilmemelidir.

Her ne kadar davalıpartinin programında, Kürtlerin Türkiye’ninbütünlüğü ve siyasi sınırlarıiçinde Türklerle aynıkaderi paylaşarak,tasada ve kıvançta birliği sağlayarak, barış ve kardeşlik içindeyaşamak istedikleri belirtilmişse de, savunulan öteki görüşler ve Kürtkökenlilerin Türk kökenli olanlarla birlikteliğini, siyasal ademimerkeziyet modeli içinde varlıklarınıkoruyabilmeleri, kimliklerine,kültürlerine, özelliklerine saygıduyulması, karışılmaması, kendileriyleilgili konularda söz ve karar sahibi olmalarışartlarına bağlayan veonların bu durumlarınıgünümüzde ülkemizde farklıetnik kökendengelenler arasında bir eşitsizlik varmış gibi gösterecek biçimde,Anayasa ve yasalarda yapılacak eşitlik ilkesine dayanandeğişikliklerle güvence altına almak isteyen fikirler karşısında, buibarelerin, asıl amaç olan eşitlikçi ve bütünleştirici Türk Ulusu dışındaayrı bir Kürt ulusçuluğunun harekete geçirilmesi düşüncesinidikkatlerden kaçırmaya yönelik olduğu anlaşılmaktadır.

Anayasa’nın en temel ilkesi olan, devletin ülkesi ve ulusuylabölünmezliği ilkesine verilen öneme paralel olarak, 68. maddesinde builkeye aykırıamaç güden partilerin kurulamayacağı, kurulanlarınkapatılacağıesasıbenimsenmiş, SPY.da buna uygun olarak, 78.maddesinin (a) bendine Anayasa’nın 4. maddesi doğrultusunda siyasipartilerin, diğer yasaklar yanında devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmezbütünlüğüne ilişkin Anayasa’nın 3. maddesini değiştirme amacını

768

güdemeyecekleri kuralınıgetirmiştir. Bütün bu değerlendirmelerden,davalıpartinin programının bu kurala aykırıolduğu sonucu ortayaçıkmaktadır.

Yasa’nın aynımaddesinin (b) fıkrasında, bu temel ilkeyigüçlendiren bir kural olarak, partilerin ırk esasına dayanamayacaklarıöngörülmüştür. Programda, Kürt sorununun barışçıve demokratikçözümünün programın merkezine konduğunun, Kürt sorununun adil vedemokratik çözümünün parti tarafından acil hedef olarakbenimsendiğinin, partinin, Kürt sorununun adil, demokratik ve barışçıbirbiçimde çözümlenmesini temel amaçlarından biri olarak aldığınınbelirtilmesi, Kürt kökenlilerin varlık ve kültürlerinin öne çıkarılmasıveanayasal ve yasal düzeyde yapılacak değişikliklerle hukuki plandaayrıcalıklıbir statüye sahip kılınmalarının istenmesi karşısında, davalıpartinin ırk esasına dayanmak suretiyle bu yasaklayıcıhükme aykırıdavrandığısonucuna varılmıştır.

DavalıParti’nin programında, Türkiye’de yerel yönetimlerinyetkileri ve kaynaklarının yeterli olmayışından, ilgili yasalarıneskiliğinden, halkın yönetime katılma ve denetim olanaklarının sınırlıoluşundan, merkezi hükümetin yerel sorunlara seyirci kaldığından, buduyarsızlığın çarpık kentleşme sorununu doğurduğundan sözedilerek, devletin demokratikleşmesi, politik, yönetsel, demokratikkatılımın ve çoğulcuğun sağlanabilmesi, hizmetin hızlandırılmasıiçin,öncelikle merkezi devletin yerel yönetimler üzerindeki vesayetininkaldırılacağı, toplumun kendisini yönetenleri doğrudan seçebilmesi,yönetimleri ve yönetenleri denetleyebilmesinin sağlanacağı, merkeziidare küçülürken, yerel yönetimlerin kendi alanlarında daha çok sözsahibi olacağı, il ve ilçe meclislerinin yerel parlamentolar statüsünekavuşturulacağı, bu anlayışa uygun olarak vali, emniyet müdürü,kaymakam gibi yöneticilerin seçimle gelmelerinin sağlanacağı, eğitim,sağlık, iç güvenlik ve vergi toplamanın yerel yönetimlere bırakılacağıbelirtilmektedir.

Davalıpartinin bu görüşve hedefleri, Kürt sorununun çözümü içinbir çare olarak öngördüğü ve gerçekleştirmeyi misyon olarakbenimsediği idari ademi merkeziyetçi sistem çerçevesinde, devletinidari bölgeler şeklinde yapılandırılmasışeklinde belirtilen amaç ilebirlikte düşünülmelidir.

Genel Başkan Ş. Elçi, 4.1.1997 tarihli Sabah Gazetesi’ndeyayınlanan demecinde, Türkiye için en uygun modelin yerel yönetimlereegemenlik verilmesi olduğunu savunduklarını, federasyon da

769

olabileceğini, ama şu anda yerel yönetimlerin egemen kılınmasının eniyi model olduğunu, federasyonun bir devletin bölünmesi demekolmadığınıaçıklamış, 10.2.1997 tarihli Milliyet Gazetesi’nde yayınlananbir yanıtında, devletin bugünkü merkeziyetçi sistemden vazgeçmesigerektiğini, ademi merkeziyetçi bir yönetim sisteminin, halkınkendisini ilgilendiren konularda kararlara katılabilmesini sağlayacağı,Türkiye’de mevcut farklıtoplumların, farklıbölgelerin kendi şartlarınaen uygun yönetim imkanına kavuşacağını, kendi yöneticilerinikendinden seçeceği, Fransa ve İspanya’daki örneklerin şu andaTürkiye için en uygun örnekler olduğunu, bu yerel yönetimlerin genişyetkilerle donatılmasıgerektiğini söylemiştir. Dikkati çeken husus,parti programında, eğitim, sağlık, iç güvenlik gibi hizmetler yerelyönetimlere bırakılırken, Genel Başkanın bu açıklamalarında, adalethizmeti de dahil edilerek adıgeçen bu hizmetler devletin temelişlevleri arasında sayılarak yerel yönetimlere devredilmeyeceğininbelirtilmişolmasıdır.

2.4.1997 tarihinde Samanyolu Televizyonu’nda bu konuda yaptığıaçıklamalarda da, ademi merkeziyet içinde kendi kültürünü, kendidilini, her şeyini geliştirebileceğini, eğitimin, iç güvenliğin, yasa yapmayetkisinin de yerel yönetimlere bırakılmasınıöngördüklerini, (AliBayramoğlu adlısoru soranın, “Federasyon öneriyorsunuz efendim,federasyon tanımıveriyorsunuz.” şeklindeki sözlerine karşılık), adınönemli olmadığını, önemli olanın demokratik işleyiş olduğunu,Katalonya’nın kendi hükümeti, parlamentosu olan, kendi kendiniyöneten bir bölge, aynızamanda İspanya’nın bir parçasıolduğunu veAvrupa Birliği içinde yerel yönetimler ve otonom bölgeler biriminin varolduğunu, buna ayak uydurmak (gerektiğini) ifade ettiği anlaşılmaktadır.

Kürt sorununun adil ve demokratik çözümü için çare olaraköngörülen ve gerçekleştirilmesi «misyon» olarak benimsenen, idarisistemin ademi merkezileştirilmesi ve devletin idari bölgeler şeklindeyapılandırılmasışeklindeki görüşün; hizmet esasına dayalıolağanyerinden yönetim organlarıya da sırf bazıhizmetlerin daha iyigörülebilmesinin birden çok ili içine alan çevrede örgütlenmeyigerektirmesi dikkate alınarak, Anayasa’nın merkezi idareyi düzenleyen126. maddesinde, sadece kamu hizmetlerinin görülmesinde verim veuyum sağlamaya yönelik olmak üzere birden çok ili içine alacakbiçimde kurulabileceği kabul edilen merkezi idare örgütü modeli ve127. maddesinde öngörülen ve yine yalnızca belirli kamuhizmetlerinin görülmesi amacına yönelik olarak yerel yönetimlerinkendi aralarında Bakanlar Kurulu’nun izniyle kurabilecekleri birlikmodeli ile bir ilgisinin bulunmadığıanlaşılmaktadır. İl ve ilçe

770

meclislerinin yerel parlamentolar gibi çalışacağıve yasama yetkisinesahip olacağı, vali, kaymakam, emniyet müdürü gibi yöneticilerinseçimle işbaşına geleceği, belli kamu hizmetlerini yerine getirmenin vevergi toplamanın kendilerine bırakılacağı, idari vesayet denetiminebağlıolmayacağıbelirtilen bu yönetim birimlerinin bu özellikleri ilesiyasal amaçlıyerinden yönetim modeli, hatta egemenlik sahibi özerk(otonom) bölgeler niteliğinde olduğu açıktır. Nitekim, Genel Başkanınaçıklamalarında, Türkiye için en iyi model olduğu ifade edilen buyönetim birimi için İspanya’daki uygulama örnek gösterilmiştir.Gerçekten, İspanya Anayasasıile, ortak tarihsel, kültürel ve ekonomiközellikler taşıyan komşu illere, bir araya gelerek özerk bölgeoluşturma hakkıtanınmıştır. Örnek gösterilen Katalonya bunlardanbiridir. Dikkat edilmesi gereken bir husus da federasyonun dauygulanabileceğinin, federasyonun bir devletin bölünmesi anlamınagelmediğinin, ancak şu anda, yani bugün için en iyi modelin yerelyönetimlere egemenlik hakkıtanınmasıolduğunun ve böylece, dolaylıolarak, ileride nihai amaç olarak federasyonun hedef alındığınınbelirtilmişolmasıdır.

Anayasa, özerk bölge, özerk yönetim birimi ya da federasyon gibiyapılanmalara bilinçli olarak yer vermemiştir. Ulusun tümüne ait enüstün kudret olan egemenliğin federe devletler veya özerk bölgelertarafından paylaşılması, ülke bütünlüğünün sadece siyasal sınırlarınkorunması biçiminde anlaşılması, merkeziyetçi olmayan idariyapılanmaların ülke bütünlüğünü bozucu nitelikte görülmemesi kabuledilemez. Yüksek Mahkemenizin 18.8.1993 gün, E. 1992/1 (SiyasiParti-Kapatma), K. 1993/1 sayılıkararında da değinildiği gibi, “...‘Devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğü’ kuralı, azınlıkyaratılmamasını, bölgecilik ve ırkçılık yapılmamasınıve eşitlik ilkesininkorunmasınıiçermektedir. <Egemenlik> ve <devlet> kavramlarının<ulus> kavramıyla bütünleşmesi, devletin herhangi bir kökendengelenlerle, ya da herhangi bir toplumsal sınıfla özdeşleştirilmesineengeldir. Bunun nedeni; ulusun çeşitli toplumsal sınıflardan oluşmasınakarşın sınıflarüstü bir kavram olmasıdır. Bunun için egemenliğinkullanılmasından alıkoyan veya egemenliği bölen düzenlemelerbölünmez bütünlük ve tekil devlet ilkesine ters düşer...”

Davalısiyasi partinin, devletin yeniden yapılandırılmasıadıaltındaönerdiği idari bölgeler, egemenlik sahibi özerk bölgeler modelleri ileSPY.nın 78/b ve 80. maddelerine aykırıolarak Devletin tekliği ilkesinindeğiştirilmesi amacının güdüldüğü anlaşılmaktadır.

771

SPY.nın ulus bütünlüğü ilkesinin güçlendirilerek tekrarlanmasıniteliğindeki hükümlerinden biri olan 81. maddesinin (a) bendinde, siyasipartilerin milli ya da dini kültür, mezhep, ırk ya da dil ayrılığına dayananazınlıklar bulunduğunu ileri süremeyecekleri öngörülmüştür. LozanBarışAntlaşmasıkapsamında bulunan azınlıklar bundan ayrıktır.Bunların da kimler olduğuna daha önce işaret edilmiştir.

Maddenin (b) bendinde ise, Türk dilinden veya kültüründenbaşka dil ve kültürleri korumak ve geliştirmek veya yaymak yoluylaTürkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklar yaratarak milletbütünlüğünün bozulmasıamacınıgütmek siyasi partiler açısındanyasaklanmıştır.

Davalı partinin programında ve Genel Başkanınaçıklamalarında, Türkiye’de eşitlik ilkesine aykırınitelikteki yasal vehukuki düzenlemelerden doğan ciddi sorunlarıolan Kürtlerin ve diğeretnik ve inanç kesimlerinin var olduğu, partinin kültürel kimlik haklarınailişkin yasal değişiklik ve düzenlemeleri yapacağı, köy, mezra ve yerisimlerinin Kürt kültürünün parçasıolduğu, dinsel ve kültürel örgütlenmehaklarının önünde, eşitlik ilkesine aykırıengellerin bulunduğu, Anayasave yasalarda, haber alma ve ifade özgürlüğü açısından kimlik haklarınıkısıtlayan hükümlerin var olduğu, diller ve kültürler üzerinde baskıyapıldığı, zoraki asimilasyon uygulandığıbelirtilerek bunlara sonverileceği, bu alanda uluslararasıhukuk ve sözleşme hükümlerininuygulanacağı, parti olarak diğer azınlıklara da belli hakların verilmesinisavundukları, onlara göre etnik, dil ya da inanç azınlığıolsun, herbirinin kendi varlığını, kendisine ait değerleri koruması vegeliştirmesinin doğal haklarıolduğunun ifade edilmesi SPY.nın 81.maddesinde yasaklanan ulusal nitelikte ya da dini kültür, mezhep, ırkya da dil ayrılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri sürmek ve Türkdilinden veya kültüründen başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmekdemektir.

Şüphe yok ki, birçok ülkede din, ırk, dil ve mezhep itibariylefarklıinsan kümelerinin bulunduğu gerçektir. Bütün bu kümelere azınlıkhaklarıtanımak ülke ve ulus bütünlüğünü tehlikeye düşürebilir. Ayrımcılığıesas alan kültürel kimliğin tanınmasıtalepleri zamanla bütünden kopmaeğilimine girer. Anayasa ve yasalarda yurttaşlar arasında ne ırk, ne dil, nede başka herhangi bir sebeple ayrım yapılmasınıöngören bir hükümbulunmaktadır. Devlet bireylerin soy kökenlerine karşıtarafsız ve ilgisizdir.Hiç kimsenin ve Kürt kökenli olanların kendi kimliklerini ifade etmelerinebir engel yoktur. Gerçekten kültürel kimlikler ve farklılıklar, toplum hayatınave ortak geçmişe, birlikteliğe, değer yargılarına, tecrübelere, sosyal

772

dayanışmaya dayanan ortak kültürü zenginleştiren unsurlardır. Buanlamda SPY.nın 81. maddesi, ulusu oluşturan bireylerin farklıdil vekültürleri ve etnik farklılıkların ifade edilmesini yasaklamamaktadır.Ancak, burada vurgulanmasıve dikkat çekilmesi gereken hususşudur ki,kimliklerin dile getirilmesinde, bir azınlığa ya da bir ulusa mensup olma ilerisürülmeksizin bunun eşitlikçi ve birleştirici Türk Ulusu bütünlüğü ve bubütüne mensup olduğu ruh ve bilinci içinde anlatılmasıgerektiğidir.Bugün Türkiye’de yasaklanmış bir dil bulunmamaktadır. Her yurttaşistediği dili, kamusal işler dışında, özel yaşantısında kullanabilmekte,mesela Kürt dilinde kitap, gazete, dergi, müzik kasetleriyayınlanabilmektedir.

Tersine düşüncelerle ulus bütünlüğü ilkesinden ayrılarak Türk veKürt uluslarışeklinde bir ayırım gözetilemez. Türk Ulusu değişikkökenlerden gelen bireyler olsa da bunların bir azınlık oluşturduklarısöylenemez. Kökeni ne olursa olsun, herkes Türk Ulusu bütünlüğününşerefli üyeleridir.

SPY.nın 89. maddesiyle; siyasal partilerin, laiklik ilkesidoğrultusunda, bütün siyasal görüşve düşünüşlerin dışında kalarak vemilletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek özel yasasındagösterilen görevleri yerine getirmek durumunda olan Diyanet İşleriBaşkanlığının genel idare içinde yer almasına ilişkin Anayasa’nın 136.maddesi hükmüne aykırıamaç güdemeyecekleri kuralıöngörülmüştür.Madde gerekçesinden anlaşıldığına göre, bu hükümle hedeflenenDiyanet İşleri Başkanlığının genel idare içindeki yerine dokunulmasınınönlenmesidir. Bu kuralın dayanağınıoluşturan Anayasa’nın 136. maddesinegöre, genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığılaiklik ilkesidoğrultusunda, bütün siyasal görüşve düşünüşlerin dışında kalarak veulusça dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel yasasındabelirlenen görevleri yerine getirecektir. Böylece, Diyanet İşleriBaşkanlığının genel idare içindeki yeri güvence altına alınmışolmaktadır. 136. maddeye göre, Diyanet İşleri Başkanlığına, özelyasasıyla verilen görevleri yerine getirirken, «laiklik ilkesi doğrultusundahareket etmek», «bütün siyasal görüş ve düşünüşlerin dışındakalmak» ve «Ulusça dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinmek» gibiüç ana ilke doğrultusunda hareket etme yükümlülüğü getirilmiştir.

Anayasa’nın 136. maddesi, 1961 Anayasası’nın 154. maddesininbazıeklemelerle tekrarıniteliğindedir. Her iki düzenleme, Cumhuriyetinkuruluşundan itibaren genel idare içinde yer alan bu kuruluşundurumunu, toplumsal bir kurum olarak dinin ifade ettiği önemigözönünde bulundurarak aynen devam ettirme amacına yöneliktir.

773

Anayasa’nın 136. ve SPY.nın 89. maddelerinde sözü edilen özel yasa,22.6.1965 tarihinde kabul edilen 633 sayılı«Diyanet İşleri BaşkanlığıKuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun»dur. Yasa’nın genelgerekçesinde, hedef aldığıtemel ilkeler arasında, Anayasa’nın laiklik,din ve vicdan özgürlüğü anlayışına uygun olarak genel idare içinde yeralan Diyanet İşleri Başkanlığının görev ve yetkilerini belirlemeninbulunduğu belirtilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı Cumhuriyet’inkuruluşundan sonra Evkaf ve Şer’iye Vekaletinin kaldırılmasısonucu1924 yılında 929 sayılıYasa ile kurulmuş, 1935 yılında 2800 sayılıYasayla kuruluşun görev ve yetkileri belirlenmiştir. Ancak, zamaniçinde ortaya çıkan ihtiyaçlarıkarşılama amacıyla çeşitli hükümlerineklenmesine rağmen, yine de yetersiz kalmasıyanında, güvenilirbilgilere sahip ve İslam dininin yüksek nitelikleriyle orantılıdingörevlilerinin yetiştirilmesi,diğer taraftan, din hizmetlerinin bir düzenaltına alınmasıgereği yasa koyucuyu bu konuda yeni bir düzenlemeyapmayazorlamıştır.YüksekMahkemenizin21.10.1971gün,E.1970/53,K.1971/76sayılıkararında da belirtildiği gibi, “... Diyanet İşleriBaşkanlığının Anayasada yeralmasının ... bir çok tarihi nedenlerin,gerçeklerin ve ülke koşullarıyla gereksinmelerinin doğurduğu bir sonuçolduğunda kuşku yoktur.

...

Gerçekten, Diyanet İşleri Başkanlığının Anayasada yer almasınedenleri, Anayasamızda kabul edilen laiklik düzen ve esaslarından vebir Anayasa hükmü olan 154. maddesindeki Diyanet İşleriBaşkanlığının kanunda gösterilen görevleri yerine getireceğiyolundaki ibareden anlaşılmaktadır. Bunlara göre, Diyanet İşleriBaşkanlığının Anayasada yer almasışu zorunluluk ve nedenleredayanmaktadır;

Dinin devletçe denetiminin yürütülmesi, din işlerinde çalışacakkimselerin yetenekli olarak yetiştirilmesi yoluyla dini taassubunönlenmesi ve dinin toplum için manevi bir disiplin olmasının sağlanmasıve böylece Türk Milletinin çağdaş uygarlık seviyesine erişmesi,yücelmesi ana ereğinin gerçekleştirilmesi gibi nedenlere dayandığıgibi, aynızamanda toplumun çoğunluğunun Müslüman bulunduğuülkemizde dini ihtiyaçların karşılanabilmesi için dini işleri görecek kişiler,mabet ve başka maddi ihtiyaçların sağlanmasıve bunların bakım gibikonulara yardım etmek nedenlerine de dayanmaktadır...”

Buna göre, Anayasakoyucunun Diyanet İşleri BaşkanlığınınAnayasada ve idare örgütü içinde yer almasınıöngörürken hedef aldığı

774

birinci amacın, laiklik anlayışıdoğrultusunda din adamlarının yetenekliolarak yetiştirilmesi yoluyla, toplumsal bir kurum olan dinin toplumyaşantısında bağnazlık oluşturarak toplumun huzurunu tehdit etmesisonucu kamu düzeninin bozulmasının önüne geçmek, ayrıca dinintoplum yaşantısında bir siyasal merkez haline gelerek siyasal iktidarıdenetlemesini engellemek olduğu anlaşılmaktadır. Bu şekilde, bireylerveya bireylerin oluşturduğu «cemaat» adıverilen örgütlü topluluklar,dinsel işlerin yürütülmesi, din adamlarının yetiştirilmesi, mabet vesairihtiyaçların karşılanmasıalanlarından olduğu kadar, siyasal etkinlik veegemenlik kurma olanaklarından da uzak tutulmuşolmakta, bireylerindinsel ihtiyaçlarının sağlanmasıişleri dağınıklık ve çok başlılıktankurtarılarak, organize, disiplinli ve verimli bir biçimde tek eldenyürütülmesi sağlanmışolmaktadır.

Bu açıklamalar ışığında, davalıpartinin programında yer alan,“Din işleri ve eğitimi hiçbir şekilde devlette olmayacak; bu işler toplumave cemaatlere devredilecek ...

İbadet yerlerinin bakımı, din adamlarının eğitimi, atamaları,geçimleri ve benzeri düzenlemeler cemaatlere bırakılacaktır.” şeklindekigörüşüzerinde durulmasıgerekmektedir. Anayasa’nın “Din ve VicdanHürriyeti” başlıklı24. maddesinde yer alan laiklik ilkesinin, (a) Dinindevlet işlerinde etkili olmaması, (b) Dinin, bireyin manevi yaşamınailişkin dini inanç bölümünde, aralarında ayırım gözetilmeksizin,sınırsız bir özgürlük tanınarak anayasal güvence altına alınması, (c)Dinin, bireyin manevi yaşamınıaşarak toplumsal yaşamıetkileyeneylem ve davranışlara ilişkin bölümlerinde, kamunun düzenini,güvenini ve yararınıkorumak amacıyla sınırlamalar yapılması, dininkötüye kullanılmasının ve sömürülmesinin yasaklanması, (ç) Kamudüzenini ve hakların koruyucusu sıfatıyla dinsel hak ve özgürlüklerkonusunda devlete denetim yetkisi tanınmasıbiçimindeki anlam veiçeriği karşısında, devletin din işlerinde kamu yararınısağlamaamacıyla sahip olduğu düzenleme yetki ve görevinden yoksunkılınmasısonucunu doğuracak böyle bir anlayışın Anayasa’ya uygunolduğunu söylemek mümkün değildir. Programda kabul edildiği üzere,devletin din işlerine karışmaması, bu işlerin, ibadet yerlerinin bakımı,din adamlarının yetiştirilmesi, atanmalarıve benzeri düzenlemelerincemaatlere devredilmesi halinde, Anayasa’nın 136. ve SPY.nın 89.maddelerinde genel idare içinde varlığıöngörülen Diyanet İşleriBaşkanlığının göreceği görevler ortadan kalkacağından, hukuksalvarlığına da ihtiyaç kalmayacak ve bu örgütün genel idare içindekivarlığına son verilmiş olacaktır. Davalıpartinin böyle bir sonucavarılmasına yol açacak bu görüşü SPY.nın 89. maddesine aykırıdır.

775

Nitekim, Yüksek Mahkemeniz de benzer gerekçelerle vermişolduğu23.11.1993 gün, E. 1993/1 (Siyasi Parti Kapatma), K. 1993/2 sayılıkararıyla bir partinin bu sebeple kapatılmasınıkararlaştırmıştır.

IV- Sonuç veİstem :

Yukarıda gerekçeleriyle açıklandığı üzere, davalı partininprogramının bazıbölümlerinin Anayasa’nın Başlangıç’ına, 2., 3., 14.,68. ve 136. maddeleriyle Siyasi Partiler Yasası’nın 78. maddesinin (a)ve (b) bentlerine, 80. maddesine, 81. maddesinin (a) ve (b) bentlerineve 89. maddesine aykırıolduğundan, Demokratik Kitle Partisi’ninSiyasi Partiler Yasası’nın 101. maddesinin (a) ve (b) bentleri uyarıncakapatılmasına karar verilmesi arz ve talep olunur.”

II- DAVALI PARTİ’NİN ÖN SAVUNMASI

Demokratik Kitle Partisi’nin 1.8.1997 günlü ön savunmasıaynenşöyledir :

“Cevaplarımız

A- Usule İlişkin :

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının Demokratik KitlePartisi’nin (Bundan böyle DKP olarak belirtilecektir.) kapatılmasıylailgili iddialarına karşıön savunmamıza geçmeden önce;

1) Anayasa normlarının yorumlanmasında izlenmesi gerekenmetodoloji

2) 23.7.1995 Anayasa değişikliği karşısında Siyasi PartilerKanunu’nun Parti Kapatma Nedenlerini Düzenleyen HükümlerininDurumu üzerinde durmak istiyoruz.

I- Anayasa Normlarının Yorumlanmasındaİzlenen Metodoloji

Anayasaların, hem siyasal işlev ve önlemleri hem de teknik-hukuksal özellikleri nedeniyle, normal yasaların tabi olduğu yorumdüzeninden farklı bir metodolojik çerçeve içinde ele alınıpyorumlanmalarıgerektiği genellikle kabul edilmektedir. Bu metodolojikçerçeve ile ilgili olarak öncelikle işaret edilmesi gereken hususları,konumuzla olan bağlantıyıgözden kaçırmamaya da dikkat ederek,kısaca şu şekilde açıklamak mümkündür:

776

Her bir anayasa, belli bir anayasa geleneği içinde yer almaiddiasınıaçık ya da örtük olarak taşır. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın,Türkiye’nin Batılıliberal-demokratik anayasa geleneğine dahil olmaiddiasıtaşıdığıkolayca saptanabilir. Bugün yürürlükte olan 1982Anayasasıda esas olarak bu çizginin bir devamıolarak algılanmalıdır.Bu Anayasa’nın, yasakçı(anti-liberal) ve vesayetçi (anti-demokratik)niyetlerle hazırlanmışolmasıbu gerçeği değiştirmeye yetmiyor.

Belli bir anayasa geleneğine dahil olmanın veya böyle bir iddiataşımanın anayasa hukuku bakımından doğurduğu en önemli sonuç,münferit anayasanın tek başına ve kendisiyle sınırlıolarak değil, bugeleneğin vücut verdiği “anayasa tipi” çerçevesinde ve ışığındayorumlanmasıdır. “anayasa tipi” bir üst kategori olarak elbette somutanayasanın yerini alamaz. Bununla beraber, kendisi altında toplanananayasaların yorumunda, dikkate alınmasıgereken bazı ilkelersunduğu ve bu ilkelerin yorumda göz önünde bulundurulmasıgerektiğide kabul edilir.

Batılıliberal-demokratik anayasa tipine asli karakterini bahşeden asgari temel ilke ya da unsurlar; “demokratiklik”, “özgürlükçülük”ve “hukuk devletine bağlılık” olarak sayılabilir. Şayet somut anayasanınbaşlangıç kısmıile yapısal ilkeleri düzenleyen hükümleri, bir değer vekavram bolluğuna (bir ölçüde de karmaşasına yer veriyorlarsa,yorumcunun görevi; bütün değer ve kavramlarıyukarıda anılan ilkelerışığında yorumlayıp, anayasalara böylece bütünsellik vasfınıkazandırmaktır. Zaten anayasaların kendiliklerinden bir bütünlükoluşturmadıkları, bütünlüğün daha ziyade yorum yoluyla tesis edildiğide, anayasa hukuku metodolojisinin genellikle kabul gören birbelirlemesidir. Bütünlüğü bu şekilde tesis edilen anayasanınözgürlüklerle ilgili normlarıyorumlanıp uygulanırken, bir temel düsturolarak “özgürlük lehine yorum” ilkesini esas almak yine dahil olunananayasa geleneğinin ve tipinin bir gereği olarak kabul edilir. Bu ilke,somut anayasayıyapanların niyetlerinden bağımsız bir geçerliliğesahiptir. Başka bir deyişle, somut anayasayıyapanlar, aslındaözgürlüğü değil, yasakçılık ve vesayeti öne çıkaran bir iradeye sahipolsalar bile, belirttiğimiz nedenlerle söz konusu ilke bu anayasabakımından dahi geçerli sayılıp uygulanmalıdır.

İddianameyi bu bilgiler ışığında değerlendirdiğimizde ilk gözebatan husus, anayasanın yapısal unsurlarıolarak kabul edilmesigereken “demokratiklik” ve “Özgürlükçülük” ilkelerinin hemen-hemenhiç anılmamış (ya da kerhen anılmış) olmasıdır. Bu ilkelerle ilgiliaçıklamaların yapıldığıbölümlerde ise, anayasa normları“özgürlük”

777

lehine değil, “kısıtlama” yönünde anlamlandırılmıştır. Örneğin, siyasipartilerin demokrasilerde ve demokrasi bakımından taşıdıklarıönemden bahsedilirken, bundan (barışçıl ve demokratik yöntemlerdenayrılmamak şartıyla) genişbir özgürlük imkanından yararlanmalarıvebu nedenle anayasa ve yasalarda yer alan faaliyet ve programyasaklarının, “dar ve esnek yorumlanmasıgerektiği gibi” bir sonuççıkarılmasıbeklenirdi. Oysa, yürütülen mantık ve yapılan yorum tamtersi bir sonuca götürmüştür. Madem siyasi partiler bu kadar önemli, şuhalde faaliyet ve programlar titizlikle hazırlanmışbir yasak çemberi vesıkıbir denetim mekanizmasına tabi kılınmalıdır. Siyasi partilerinanayasal konumları, sayın Başsavcılık’ça bu şekilde yorumlandıktansonra, Parti Programı’nda yer alan saptamaların ve Parti’yi temsileyetkili olanların beyanlarının da bütün zorlama imkanlarıkullanılarak,Parti’nin kapatılmasını gerektirecek bir anlam bağlamı içineyerleştirilmeye çalışılmasıartık şaşırtıcıkaçmıyor.

Sayın Başsavcı’nın “anti-demokratik” ve “anti-özgürlükçü”mantık ve yorumu geçerlilik kazandığında, Türkiye’nin en önemlisorunu olan ve acil çözüm bekleyen “Kürt sorunu”ndan söz eden hiçbirsiyasi parti, kapatılma tehlikesinden kendisini koruyamaz.

II- 23.07.1995 Tarihli Anayasa Değişikliği Karşısında Siyasi PartilerKanunu’nun Parti Kapatma Nedenlerini Düzenleyen HükümlerininDurumu

Siyasi partiler, temsili demokrasinin işleyişi bakımından zorunluöğelerdir. Günümüzde partilerin serbestçe kurularak iktidar yarışınakatılamadıklarıbir düzen, demokrasi olarak nitelendirilemez. 1961 ve1982 Anayasalarında bu esas, “Siyasi partiler demokratik siyasihayatın vazgeçilmez unsurlarıdır.” şeklinde formüle edilmiştir. Bununlabirlikte her iki anayasa da, belirli koşulların gerçekleşmesi durumundapartilerin yasaklanabileceği öngörülmüştür.

Siyasi partilerin hangi nedenlerle kapatılabileceği, 1982Anayasası’nın 1995 tarihinde değiştirilen 68 ve 69. maddelerindebelirtilmiştir. Söz konusu maddelerde, partilerin kurulma ve faaliyettebulunma özgürlüğü temel ilke olarak ele alınmış; hangi hallerdeyasaklanabilecekleri birer istisna olarak düzenlenmiştir. Bu yaklaşım,düzenleme tekniği bakımından liberal-demokratik rejimlerde“özgürlüğün kural, özgürlüklerin sınırlanmasının istisna olmasıesası” ileuyum içindedir.

778

Siyasi Partilerin kapatılma nedenlerinin anayasada belirtilmesiile, demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez öğeleri olan partilerinörgütlenme ve faaliyet özgürlüklerinin yasakoyucuya karşıkorunmasıamaçlanmaktadır. Bu sayede, siyasal parti hakkının norm alanı(kapsamı) anayasal güvence altına alınmış; yasa ile yeni kapatmanedenleri yaratılarak bu alanın daraltılmasıönlenmiştir. Kapatmanedenlerinin anayasada gösterilmesinin tek amacı, yasakoyucununyeni yasaklar getirmesini önlemektir. Bu bağlamda, mevcut kapatmanedenlerine yenilerinin eklenmesi, ancak anayasa değişikliği ile mümkünolabilir.

SPK’da kaynağınıanayasadan almayan pek çok siyasi partikapatma nedeni yaratılmıştır. Anayasaya aykırıolan bu hükümler, sözkonusu yasa, Anayasa’nın geçici 15. maddesi kapsamına girdiğinden,anayasaya uygunluk denetimi için, Anayasa Mahkemesi’nin önünegötürülememiştir. Anayasaya aykırılığıbiline-biline bu maddeleruygulanagelmiştir.

Ancak, 1995 tarihindeki Anayasa Değişikliği’nden sonra durumdeğişmiştir. Bu değişiklikle siyasi parti kapatma nedenleri 68 ve 69.maddelerde tahdidi olarak sayılmıştır. Anayasa’nın 68. ve 69.maddelerinde sayılmayan fakat SPK’da yer alan parti kapatmanedenlerinin geçerliliği kalmamıştır. Bu maddeler mülgadır. En azındanAnayasaya uygunluk denetimi altına girmişlerdir. Yargıtay CumhuriyetBaşsavcılığı, Refah Partisi (RP) hakkındaki kapatma davasında bugörüşü benimsemiştir.

Bu açıklamaların ışığıaltında, bu davada ortaya çıkan usuleilişkin sorunların çözümü bakımından önerilen çözümler, aşağıdaöncelik sırasına göre belirtilmiştir.

İlk Olarak, Davanın Görülebilir Olup OlmadığıKonusu EleAlınmalıdır.

İddianame, bütünüyle SPK’nın parti kapatma nedenlerinidüzenleyen hükümlerine dayanılarak hazırlanmıştır. 1995 AnayasaDeğişikliği’nden sonra yürürlükten kalktıklarıiçin, bu hükümler esasalınarak açılan davanın reddi gerekir.

Davanın Görülebilir Olduğu Kabul Edildiği Takdirde:

1-) İddianamede belirtilen kapatma gerekçelerinin dayanağıolan,SPK: 78-a, 78-b, 80, 81-a, 81-b ve 89. maddelerinin 1995 tarihli

779

Anayasa Değişikliği’nden sonra yürürlükte bulunmadığı, bu nedenle,yalnızca Anayasa’nın 68/4. maddesindeki kapatma nedenlerigözönüne alınarak davanın görülmesi gerektiği kabul edilmelidir.

2-) Bir an için, 1995 tarihli Anayasa değişikliğinin SPK’ da yer alantüm kapatma nedenlerini ilga etmediği varsayımından hareket edilsebile, 15. maddenin bu hükümler üzerindeki etkisinin sona erdiğini kabuletmek gerekir.

Anayasaya aykırılık iddiasında bulunulduğunda, SPK’nın davaile ilgili maddelerinin (Aşağıda her biri için açıklanacak gerekçelerle)iptali istemi incelenmelidir.

Burada ileri sürülen görüşlerin dikkate alınmaması, kapatmanedenleri ile ilgili Anayasa Değişikliği’nin hiçbir sonuç doğurmayan birişlem olduğunun kabulü anlamına gelecektir. Bu tutum, ülkemizininsan haklarıve demokratikleşme politikasına olumlu bir ivmekazandırmak amacıyla hareket eden ve özel olarak SPK’da öngörülenkapatma rejiminin demokrasi, hukuk devleti ve anayasanın üstünlüğüaçısından yarattığıkarmaşa ve yanlışlıklarıgidermeyi hedef alan talikurucu iktidarın iradesinin yok sayılmasısonucunu doğuracaktır.

B- Esasa İlişkin Savunma

İddianamede DKP’nin Kapatılmasına Gerekçe GösterilenSuçlamalar Şunlardır:

“Türk Devleti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne dairhükümlerini değiştirme amacınıgütmek”

“Bölge, ırk ..... esaslarına dayanmak”

“Devletin tekliği ilkesini değiştirme amacınıgütmek”

“Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde milli kültür veya ırk veyadil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri sürmek”

“Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürleri korumak,geliştirmek veya yaymak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerindeazınlıklar yaratarak millet bütünlüğünün bozulmasıamacınıgütmek”

“Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, genel idare içinde yer almasınailişkin Anayasa’nın 136. maddesi hükmüne aykırıamaç gütmek.”

780

Bu Suçlamalar Üzerinde Teker Teker Duracağız.

I- Devletin Ülkesiyle ve Milletiyle Bölünmez Bütünlüğü İlkesiniDeğiştirmek

Hiç kuşkusuz her devlet, “ülkesiyle ve milletiyle bölünmezbütünlüğünü” koruma hakkına sahiptir.

Anayasa’da koruma altına alınan “bölünmezlik ilkesine”, DKPsaygılıve duyarlıdır. DKP’nin Programı’nın tümüne ve yetkililerinsöylemlerine bu ilke egemen olmuştur. Ne var ki, Batılıçağdaşçoğulcu,özgürlükçü demokratik bir anlayışıbenimseyen DKP’nin “bölünmezlikilkesine” yaklaşımı; “anti-özgürlükçü, anti-demokratik totaliter yasakçıanlayışıbenimseyenlerinkinden” farklıdır.

Bu konudaki tartışmanın odak noktasışudur: “bölünmezlik ilkesi”ni,özgürlükçü-çoğulcu, çağdaş demokratik bir perspektiften miyorumlayacağız; yoksa yasakçı-tekilci, şoven milliyetçi bir anlayışın darkalıplarına mı dökeceğiz? DKP’nin tercihi; çağdaş demokratikanlayıştır. DKP’den rahatsızlık duyanlar, ya DKP’yi anlamayanlar veyagerçek demokrasiyi içine sindiremeyenlerdir.

“Bölünmezlik ilkesi”nin ifadesi olan Anayasa normu, İddianame’deöylesine katıve dar bir yoruma tabi tutulmaktadır ki, ülkede farklıetnikgrupların varlığından söz etmek bile normun ihlali sayılmaktadır. Oysa, birülkede farklıetnik grupların varlığı, insanların bunu kabul etmek isteyipistememelerinden bağımsız bir olgudur. Görmezlikten gelmek,kabullenmemek, hiçbir zaman olguyu ortadan kaldırmaz. Sadecegüneşe karşıgözünü kapatmak olur. Ne yazık ki, Kürt olgusuna karşıbazıinsanların takındığıtavır budur.

Kürt olgusundan söz etmek ve bu olguya kültürel ve bazıyönetsel hakların talebiyle yaklaşmak, çağdaş-özgürlükçü-demokratikaçıdan bakıldığında “bölünmezlik ilkesi”ni hiçbir şekilde ihlal etmez. Batılıliberal-demokratik anayasa geleneği içinde yer alan ülkelere veülkelerin oluşturduğu siyasi birliklerin temel ilkelerine göz atıldığında,kültürel ve yönetsel hakların tanınmasınıtalep etmenin yasak olmasıbiryana, son derece doğal bir tutum olduğu kolaylıkla tespit edilebilir. Hatta,bu ülkelerin bir kısmında federatif, bir kısmında özerk bölgelere dayalıadem-i merkeziyetçi bir sistemin anayasal güvence altında uygulandığıdikkate alınacak olursa, bu sistemleri “bölünmezlik ilkesi”nin bir ihlalisaymanın ne kadar temelsiz bir yaklaşım olduğu açıkça ortaya çıkar.

781

Bütün bunlardan “bölünmezlik ilkesi” olarak formüle edilen normun biriçerikten yoksun olduğu ve bu ilkeye bağlanan yasakların pratik bir etkidoğurmaya elverişli olmadığıgibi bir sonuç kuşkusuz çıkarılamaz.Yapılmasıgereken şey, normun yasak menzilini bu gerçeklerin ışığındabelirlemektir.

“Bölünmezlik” normunun koruma altına aldığıhusus, ülkeninfiziksel bütünlüğüdür. Bu bütünlük, ülkenin siyasal sınırları ilegüvence altına alınmıştır. Fiziksel bütünlüğü ve siyasal sınırlarıhedefalmayan program ve öneriler söz konusu normun ihlali sayılamaz.Merkeziyetçi veya adem-i merkeziyetçi sistemler, yönetimle ilgili içdüzenlemelerdir. Adem-i Merkeziyetçilik bütünlüğü ihlal etmez.

Bu açıdan bakıldığında, ne DKP’nin Programı’nda ne de GenelBaşkanı’nın İddianame’de zikredilen beyanlarında “bütünlük ilkesi”niihlal eden bir talep ve hedefin varlığından söz edilemez. Tam tersine,her fırsatta “Kürt sorununun ancak ülkenin siyasal ve fiziksel bütünlüğüiçinde ve bu bütünlük korunarak çözülebileceği” ısrarlavurgulanmaktadır.

Bütün bu açıklığa rağmen, yine de Partinin “gerçek niyetinin”ülkeyi bölmek olduğunu iddia etmek, cezayı“niyete” göre tayin etmegibi bir tutumun ifadesi olur. Böyle bir tutum, hukuk devletininbırakalım derin anlamını, en basit gereklerini bile darmadağın eder.

Kaldıki, DKP, ahlaki değerlere sıkı-sıkıya bağlılığıtemel ilkeedinmiştir. Takiyye yapmak, aldatmak, başkalarına hoşgörünmek veyacezadan kurtulmak için niyetini gizlemek, DKP’nin başvuracağıyöntemler değildir. DKP, ne söylediyse, inandığıiçin söylemiştir.

Bir noktaya dikkatleri çekmek isteriz: İddianamede suçlamanedeni yapılan “Kürdistan” sözcüğü; “Kürtlerin devlete kendiülkeleriyle katıldığıve ittifak yaptıkları” görüşü, Genel Başkan’ınkonuşmalarında, Osmanlıİmparatorluğu ve tarihi dönem tartışılırkenifade edilmiştir.

Sayın Başsavcı’nın bu tarihi gerçeklere itirazı; Kürtlerin dili vetarihiyle ilgili yanlışve küçük düşürücü değerlendirmeleri, yanlışveeksik bilginin ürünüdür. Sayın Başsavcı, Kürtlerin tarihi, dili, edebiyatı,kültürü hakkında bilgi sahibi olmadan görüşileri sürmektedir. Bu birtalihsizliktir. Ancak, bunu doğal karşılıyoruz.

782

Zira, Türkiye Cumhuriyeti’nde uzun yıllar Kürtler ile ilgili her alanaöylesine sıkıbir ambargo uygulandıki, objektif ve bilimsel bilgi sahibiolabilme imkanıkalmadı. Öğretilenler de, yanlışve çarpıtılmış“resmigörüş” doğrultusundaki bilgilerdi.

Mahkemeniz tarihi konuların tartışılacağıbir platform değil. Ancak,Mahkemenizin önemle dikkate alacağınıumduğumuz KurtuluşSavaşıdöneminde, başta Mustafa Kemal olmak üzere dönemin yetkilişahsiyetlerinin, resmi kayıtlara geçmiş ifadelerini taşıyan belgelerisunmayıyararlıgörüyoruz.

Bu Belgeler Dikkatlice İncelendiğinde Şu GerçeklerleKarşılaşıyoruz:

1-) Kürtler, Türklüğün içinde, Türklüğün bir unsuru olarakdüşünülmüyor. Sürekli olarak “Türkler ve Kürtler” sözcükleri beraberkullanılmaktadır. Eğer Kürtler, Türklüğün bir unsuru olarak, onuniçinde mütalaa edilseydi, “Türkler” denildikten sonra ayrıca, “Kürtler”ianmaya gerek kalmazdı. Türkler ve Kürtler hep kardeşolarak anılmış,aynıülkede beraberliklerini sağlamak amaç edinilmiştir.

2-) Bütün bu belgelerde “Hukuk-u ırkiye ve içtimailerineriayetkar olunacağı” vaad edilmiştir.

3-) “Misak-ıMilli” ile ülke olarak benimsenen coğrafyanın, “Türkve Kürt’lerin meskun olduğu arazi” olarak belirlenmiştir.

4-) Belirlenen bu ilkeler nedeniyle, Türkler ve Kürtler, aynıülkeninvatandaşlarıolarak ve milli şuur içinde, beraber savaşarak ülkeyiişgalden kurtarmışve bugünkü devleti kurmuşlardır.

5-) Ne zaman ki, birleştirici olan bu ilkeler terk edilmiş; Kürtlerinvarlığınıred ve inkar, Kürtlerin zoraki asimilasyonu, şoven Türkmilliyetçiliği, devlet politikasıhaline getirilmiştir; işte orada Kürt isyanlarıve iç savaşbaşlamıştır.

Yakın geçmişteki bu olgulara neden parmak basıyoruz?Geçmişi bilmeyen bugünü kavrayamaz. Bugünü kavrayamayangeleceğe sağlıklıyön veremez. Onun için bu yakın geçmişüzerindedikkatle durmak lazım. Yakın geçmişin gerçekleri, sayın Başsavcı’nıngörüş ve iddialarını desteklemiyor; aksine DKP’nin görüş vetespitlerinin doğruluğunu, çağı yakalamadaki ehliyetini, geleceğidizayn etmedeki isabetini ortaya koyuyor.

783

Bu genel açıklamalardan sonra, İddianame’deki kapatmagerekçeleri üzerinde ayrıayrıdurulacaktır.

Bir uzman hukukçu ve bilim adamı olarak görüşlerinebaşvurduğumuz İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim ÜyesiDoçent Doktor Oktay UYGUN’un objektif ve bilimsel görüşlerini dayanakyaparak savunmamızısürdüreceğiz.

Kapatma Gerekçelerinin Değerlendirilmesi

I- Anayasanın “Başlangıç” Kısmında Belirtilen Esasları, 2.Madde Hükümlerini ve 3. Maddede Belirtilen Bölünmez Bütünlük İlkesiniDeğiştirmek

1- Başlangıç Hükümleri

SPK 78-a, Anayasanın başlangıç kısmında yer alan esaslarıdeğiştirme amacınıparti kapatma nedeni olarak düzenleyerek,Anayasada olmayan bir kapatma nedeni yaratmıştır. Anayasanın 176.maddesine göre, Başlangıç, Anayasa metnine dahildir. Ayrıca,Anayasanın 2. maddesinde, başlangıç hükümleri “Cumhuriyetin temelnitelikleri” arasında sayılmıştır. Bununla birlikte, gerek bu davada,gerekse anayasaya uygunluk denetiminde, başlangıç hükümlerinin tekbaşına ne ölçüde kullanılabilecekleri tartışmalıdır.

Başlangıç hükümleri, genellikle, anayasaların yapılışnedenlerinive temel felsefelerini açıklamaya yarayan bölümlerdir. Başlangıçta yeralan ifadeler incelendiğinde bunların hukuki normlar olmaktan çok,ideolojik, kültürel, siyasal felsefi, sosyolojik ve psikolojik deyimlerdenoluştuğu görülecektir. Milli kültür, milli gurur ve iftihar, milli sevinç vekeder, Türklüğün tarihi ve manevi değerleri, Türk milli menfaatleri,çağdaşmedeniyet, Atatürk medeniyetçiliği, içten sevgi gibi. Edebi birdille yazılan bu ifadeler, kolayca uygulanabilir hukuk normlarıniteliğinde değildir. Bu nedenle, Anayasanın metnine dahil olmaklabirlikte, başlangıcın hukuki değeri, anayasa metninde yer alan normlarınyorumlanmasına ışık tutmaktır. Örneğin, kapatma gerekçesi veyaanayasaya uygunluk denetimi bakımından “laiklik” ilkesinin veya“Atatürk milliyetçiliği” kavramının içeriğinin belirlenmesinde, başlangıçtabelirtilen esaslardan yararlanılacaktır. Başlangıcın 8. paragrafı,Anayasanın, başlangıçta belirtilen esaslar doğrultusundayorumlanacağınıbelirterek, bu kısımda yer alan hükümlerin işleviniortaya koymuştur. Bu durumda, söz konusu hükümlere tek başınauygulanabilirlik işlevinin yüklenmesi yerinde olmayacaktır.

784

Bu arada, geçmişte, bazıpartilerin, başlangıç kısmında yer alanesaslarıdeğiştirme amacıgütmelerinin ötesinde, 1995 AnayasaDeğişikliği ile bu amacı gerçekleştirdikleri unutulmamalıdır.Başsavcılık, bugüne kadar, söz konusu değişikliği gerçekleştirenpartiler hakkında kapatma davasıaçmamıştır. 1995 değişikliği ile,Türk Devleti “kutsal”lığınıyitirmiş, Danışma Meclisi ve Milli GüvenlikKonseyi Türk Milletinin meşru temsilcileri olmaktan çıkmışlardır.

1995 Anayasa değişikliği ile, SPK 78-a’da öngörülen “başlangıçkısmında belirtilen esaslara aykırılık” yasağıyürürlükten kalkmıştır. Bukonudaki iddianın reddi gerekir. Anayasa değişikliğinden sonra,başlangıç kısmına, yalnızca, Anayasanın 68/4. maddesinde belirtilenkapatma nedenlerinin yorumlanmasıiçin başvurulabilir. Sözkonusuhükmün halen yürürlükte olduğu kabul edilse bile, başlangıçta yeralan esasların, başlı başına, birer kapatma nedeni olarakdüşünülmemesi gerekir. Bu durumda, SPK 78-a maddesi ile getirilenbaşlangıçta belirtilen esaslarıdeğiştirmek hükmünün, Anayasadaöngörülen kapatma nedenlerinin başlangıç ilkeleri ışığındadeğerlendirilmesinden başka bir şekilde yorumlanamayacağısonucunavarmak gerekir.

İddianame incelendiğinde, başlangıçta belirtilen esaslara aykırılıkolarak, yalnızca “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüilkesi” ve bu ilkeyle bağlantılıolarak “Atatürk milliyetçiliği” kavramınadayanıldığıgörülecektir. Bu konudaki açıklamalar, Anayasanın 2. ve 3.maddesiyle ilgili iddialarla birleştirilerek aşağıda ele alınacaktır.

2- Anayasanın 2. Maddesinde Belirtilen EsaslarıDeğiştirme AmacıGütmek

Anayasanın 2. maddesinin önemli bir özelliği, değiştirilemeyecekhükümlerden olmasıdır. Fakat, Anayasanın 68/4. maddesindeöngörülen kapatma nedenleri arasında, “2. maddeyi değiştirme amacıgütmek” şeklinde bir esasa yer verilmemiştir. Söz konusu kapatmanedenleri, 2. maddede düzenlenen esaslardan “insan hakları,demokrasi, laik devlet ve hukuk devleti ilkeleri”ni içermektedir. Bunundışında kalan esasların (toplumun huzuru, milli dayanışma, adalet,Atatürk milliyetçiliği, başlangıçta belirtilen esaslar, sosyal devlet ilkesi)hukuki yoldan değiştirilmesi (Anayasanın 4. maddesi gereğince)mümkün olmamakla birlikte, başlıbaşına, birer parti kapatma nedeniolmadıklarıaçıktır.

785

İddianamede yer alan kapatma gerekçelerinin biri laiklik ilkesi,diğerleri bölünmezlik ilkesi ile bağlantılıdır. Bu iki ilkeden yalnızcalaiklik ilkesi 2. maddede yer aldığından, bunun dışında kalan esaslarbakımından ileri sürülen iddiaların reddi gerekir. İddianamede, laiklikdışında, 2. maddede yer alan diğer esaslardan hangisine veyahangilerine aykırılık tespit edildiği belirtilmemiştir. Parti ProgramıveGenel Başkan’ın kapatmaya gerekçe yapılan sözlerinde de, bumaddedeki ilkeleri değiştirmeye yönelik bir ifade bulunmamaktadır.Laiklik ilkesi ile ilgili iddia ileride değerlendirilecektir.

3- Anayasanın 3. Maddesinde Düzenlenen Bölünmezlik İlkesiniDeğiştirme AmacıGütmek

Anayasanın 3. maddesinde belirtilen, “devletin ülkesi vemilletiyle bölünmez bütünlüğü” ilkesi, 68/4. madde de, bir kapatmanedeni olarak sayılmıştır. İddianamede, bölünmezlik ilkesi, yalnızca 3.madde kapsamında değil; Anayasanın 2. maddesinde ifade edilen“Atatürk milliyetçiliği” kavramıve başlangıçta belirtilen bölünmezlik ileilgili esaslar ile birlikte ele alınmıştır. Bölünmezlik ilkesinin bukapsamda değerlendirilmesi için, ulus bütünlüğü, ulusal kültür, resmidil, ana dili, Atatürk milliyetçiliği, ulus, halk, azınlık, etnik grup gibikavramların açıklığa kavuşturulmasıgerekir. Bunun için, söz konusukavramların ortaya çıktığı tarihsel süreci ana hatlarıyla gözdengeçirmekte yarar var:

Türkiye’de Uluslaşma Süreci: Anayasal Söylem ve Uygulama

Çok uluslu bir imparatorluk olan OsmanlıDevleti, 20. yüzyılınbaşına gelindiğinde, kendisini oluşturan ulusların büyük çoğunluğununbağımsızlığınıkazanmasıyla birlikte, ömrünün sonuna gelmişti. Üçkıtaya yayılmış büyük bir imparatorluktan geriye kalan, yalnızca,bugün üzerinde yaşadığımız Anadolu topraklarıydı. Üstelik, butopraklar da işgal tehdidi altında olup, yer yer işgal girişimleri başlamıştı.Kalan toprakların savunulmasında, ülkenin tüm insanlarıbir kurtuluşmücadelesi için seferber oldular. O günkü toplumsal yapıyabakıldığında, ülkedeki en büyük iki etnik grubun Türkler ve Kürtlerolduğu görülür. Her iki grup, kaderlerinin ortak olduğu bilinciyleKurtuluşSavaşı’na katılmışlardır.

Savaş süresince ve savaşın kazanılmasıyla birlikte, dünyadakigelişmelere paralel bir şekilde, Anadolu topraklarıüzerinde, “ulus-devlet”modeli esas alınarak yeni bir siyasal örgütlenmeye gidilir. GünümüzTürkiye’sindeki Kürt sorunu, ekonomik, sosyal, iç ve dışsiyasal boyutları

786

bulunmakla birlikte, önemli ölçüde, yeni devletin kurgulanışbiçimi veonun “ulus inşasına ilişkin temel politikalarının getirdiği bir sonuçtur.Kürt sorunu, kimliklerin cemaat düzeyinde, dinsel öğe esas alınarakbelirlendiği geleneksel Osmanlıtoplumsal yapısından, kimliklerin birey-devlet düzeyinde tanımlandığımodern toplumsal yapıya geçilmesiyledoğrudan bağlantılıdır.

Ülkemizdeki bu büyük dönüşümün itici gücü Türk milliyetçiliğiolmuştur. Yeni kurulan devletin ilk evrelerinde, Türk milliyetçiliğininhedefi, etnik öğeyi esas almayan, toprak bazında tanımlanan, kapsayıcıbir ulusal kimlik yaratmak olarak ortaya çıktı. Bu yapıiçinde, sosyalyapıdaki etnik, dilsel, dinsel ve kültürel farklılıklarıülkenin zenginliği olarakgören, onların korunmasıve geliştirilmesine olanak sağlayan; bununlabirlikte, tüm sosyal gruplar için ortak bir ulus bilinci ve ortak siyasalkimlik yaratmayıamaçlayan bir milliyetçilik anlayışıgelişebilirdi. Fakatgelişmeler aksi yönde cereyan etti.

Katıbir merkeziyetçi rejim altında, ulusu oluşturan sosyal gruplarınfarklılıklarının inkar edildiği, farklıdil ve kültürlerin ifade edilmesi,korunmasıve geliştirilmesine olanak tanınmadığıpolitikalar izlendi.Dolayısıyla, ulusal kimlik, kendisini oluşturan farklıkimlik ve kültürlerdenoluşan üst, kapsayıcıve ortak bir kavram olmaktan çok, bu kimliklerdenyalnızca birisi ile özdeşleştirildi. Sayıca büyük çoğunluğu oluşturan etnikTürklerin dili, kültürü ve mezhebi (Sünnilik) ulusal değerler olarak kabuledildi. Ulus kavramı, genel bir eğilim olarak, etnik açıdan Türk soyuna,dinsel açıdan Sünnilik görüşüne dayandırılınca, Türk soyundangelmeyenler ile Sünni mezhebinden olmayanlar dışlandılar, kendidevletlerine yabancılaştılar.

Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıcından beri, ulusal kimlik ve bubağlamda milliyetçilik, anayasal düzeyde çağdaşbir yaklaşımla ifadeedilmiştir. 1924 Anayasası’na göre, “Türkiye ahalisine, din ve ırk farkıolmaksızın vatandaşlık itibarıyla Türk denir.” 1961 ve 1982 Anayasalarıda, “Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlıolan herkes Türktür”esasınıkoymuştur. Burada Türklük sıfatının dinsel veya etnik bir anlamiçermediği açıktır. Söz konusu olan, toprak esasına göre belirlenen vebirey-devlet ilişkisini siyasal bağ(vatandaşlık) ile açıklayan bir kimliktir.Atatürk, ulus (millet) kavramınıda aynışekilde, “Türkiye Cumhuriyetinikuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” şeklinde tanımlamıştı. Bütün butanımlamalar, çağdaşgelişmelere paralel olup, demokratik bir tutumsergilemektedir.

787

Sorun, bu kavramların uygulamada kazandığı içeriktenkaynaklanıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu izleyen kısa birzaman dilimi dışarıda tutulursa, ülkemizde hiçbir zaman anayasaltanımlamaya uygun politikalar uygulanmamıştır. Özellikle, 1920’lerinsonundan 1940’ların ortalarına kadar, vatandaşlığa dayalımilliyetçilikkavramıtamamen gözardıedilmiştir. Burada, geçmişe ve günümüzeait, hukuki düzeyde bir kaç örnek vermek yararlıolacaktır.

Uygulamadan Örnekler

1934 tarihli İskan Kanunu, Türk etnisitesinden olmayıvurgulayanve kayıran bir anlayışla hazırlanmıştır. Kanun, ülkedeki halkı, Türkçekonuşan ve Türk etnisitesinden olanlar, Türkçe konuşmayan fakat Türkkültüründen sayılanlar, ne Türkçe konuşanlar ne de Türk kültüründenolanlar, şeklinde üç gruba ayırıyordu. Kürtler, bu sıralamada(Araplarla birlikte) üçüncü kategori içinde değerlendirilmekteydi.Kanunun 7. maddesi, Türk etnisitesinden göçmenlere, iskana açıkolmak kaydıyla ülkenin herhangi bir yerine yerleşme olanağıtanırken,diğer göçmenler ancak hükümetin göstereceği bölgelereyerleşebilirdi. Tahmin edilebileceği gibi, İskan Kanununda (m. 3,7) veonun uygulanmasına ilişkin esaslarıdüzenleyen 1934 tarihli İskanMuafiyetleri Nizamnamesinde (m.3,4,13,16) çok sayıda “Türksoyundan” olmak, “Türk ırkına mensup” olmak gibi, ulus bütünlüğünü vevatandaşlık esasına dayalımilliyetçilik anlayışınıdışlayıcıifadelere yerverilmişti.

Türk Vatandaşlığı Kanunu, yabancıların kolay bir yollavatandaşlığa alınmalarıbakımından “Türk soyundan” olanlara özel birolanak tanımıştır (m.7/c). Aynıesas, ilgili kanunun uygulanmasıiçinçıkartılan yönetmelikte de yinelenmiştir (m. 11 /c). Afganistan’daki olaylarnedeniyle Pakistan’a sığınmış ailelerden bir kısmının Türkiye’yeyerleştirilmesini düzenleyen yasanın adı, “Afganistan’dan Pakistan’aSığınan Türk Soylu Göçmenlerin Türkiye’ye Kabulü ve İskanına DairKanun”dur. Yine, Türkiye’de yabancılara yasaklanan meslek vesanatlar bakımından “Türk soylu” olmayıbir ayrıcalık olarak düzenleyenyasanın adı, 1981 tarihli, “Türk soylu yabancılarıTürkiye’de Meslek veSanatlarınıSerbestçe Yapabilmelerine İlişkin Kanun”dur. Bir kezdaha, ulusu oluşturan etnik gruplar arasında ayrım yapılmışve Türketnisitesi vurgulanmıştır.

1983 yılında, Kürtçe’nin kullanılmasınıyasaklamak için 2932 sayılıYasa çıkarıldı. Bu yasa 1991 tarihine kadar yürürlükte kaldı. Yasanınanayasal dayanağınıoluşturan hükümler; “düşüncelerin açıklanması

788

ve yayılmasında kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dilkullanılamaz” (m.26/3) ve “kanunla yasaklanmışolan herhangi birdilde yayım yapılamaz” (m.28/2) hala varlığınısürdürmektedirler.

Nüfus Kanununun, çocuklara verilecek adların milli kültüre aykırıolamayacağıhükmü (m. 16/4), etnik Türklerin kültürü olarak algılandı.Ortak kültürün önemli bir parçasıolan Kürtçe kökenli adlar bu şekildeyasaklandı. Benzer bir durum, 1934 tarihli SoyadıYönetmeliğinde degörülebilir. Yönetmelik, yeni takılan soyadlarının “Türk dili”nden olmasışartınıaramakta ve yabancıırk ve millet isimlerinin soyadıolarakkullanılamayacağınıbelirtmektedir (m.5,7). Bu Kürtçe soyadlarıiçindolaylıbir yasaktır.

1949 tarihli İl İdaresi Kanunu, İçişleri Bakanlığına Türkçe olmayanköy adlarının değiştirilmesi yetkisini tanımaktadır. Bakanlık, bugünekadar, bu yetkiyi yalnızca köyler için değil; kasaba, mezra, dağ, tepe venehir adlarıiçin de yoğun bir şekilde kullanmıştır. Yüzyıllardan berikullanılan yer adları, bu ülkenin ulusal kültürünün birer parçasıdırlar.Ulusal bütünlüğü sağlamak adına değiştirilmeleri, farklıkültürleresaygısızlık olduğu gibi, ulusal kültürden etnik Türklerin kültürününanlaşıldığının da bir göstergesi olmuştur.

Yasalar düzeyinde Türk etnisitesine üstünlük tanıyan daha pekçok örnek verilebilir. Ancak sorun, ulusu oluşturan etnik topluluklardanbirinin kayrılmasışeklinde ortak ulusal kimliği zedeleyici bir politikaizlenmesinin çok ötesine uzanmaktadır. Son yıllara kadar, TürkiyeCumhuriyeti organlarının resmi görüşü, ülkedeki en büyük ikinci etnikgrup olan Kürtlerin varlığınıinkar etmek olmuştur. Resmi görüşe göre,Kürt olarak adlandırılan vatandaşlar Türk kökenlidir. Kürtçe olarakadlandırılan dil, aslında Türkçe’dir. Kürt dili ve kültürünün korunmasıbiryana, varlığının ifade edilmesi bile engellenmiştir.

Türkiye’yi yönetenler, Türk etnisitesi dışında herhangi biretnisiteden söz edilmesini devletin varlığına yönelmişbir tehdit olarakalgıladılar. Kürtlerin yaşadığıbölgelerde yüzyıllardan beri kullanılanKürtçe yerleşim yeri adlarının Türkçeleştirilmesi, çocuklara Kürtçeadlar takılmasının engellenmesi, 12 Eylül darbesinin ardından,ebeveynlerin hapishanelerdeki çocuklarını ziyaretlerinde Türkçekonuşmaları zorunluluğu getirilerek, Türkçe bilmeyen yaşlılarçocuklarının iletişim kurmalarının güçleştirilmesi, Kürtlerin tarihsel vekültürel birikiminin gelecek kuşaklara taşınmasının önlenmesineyönelik politikanın ürünüdür. Bu ve benzeri uygulamalar, Kürt sorunununbu denli büyük ve çözümünün güç olmasının temel nedenlerinden biridir.

789

Ulusal kimliği Türk etnisitesi ile özdeşleştiren bu politikanın,ulusal bütünlüğü sağlamaktan çok tehlikeye düşürdüğü, sonzamanlarda, bazıpolitikacılar tarafından farkedilmeye başlanmıştır.

1980’lerin sonuna gelindiğinde, ülkemizde, çok sayıda gazeteci,politikacı, yazar ve hatta kamu görevlisi, Kürt etnisitesinin inkarınıeleştirmeye başladı. 1989’da, dönemin CumhurbaşkanıTurgut Özal,kendisinde Kürt kanıolduğunu söyleyerek Kürt realitesinin tanınmasıyönünde önemli bir adım attı. 1991’de, başbakan yardımcısıErdalİnönü, Kürt vatandaşların kültürel kimliğinin tanınmasıçağrısındabulundu. Nihayet, dönemin BaşbakanıSüleyman Demirel, 1992’de, Kürtrealitesini tanıdığınıaçıkça ilan etti.

DavalıPartinin Programıve Genel Başkan’ın açıklamalarıincelendiğinde, İddianame’de ileri sürülenin aksine, ulusal kimliğin,Türk vatandaşlığının ve Atatürk milliyetçiliğinin anayasaltanımlanmasına değil; yukarıda açıklanan yorumlanışbiçimine itirazettikleri anlaşılmaktadır. Parti programında, “Herkesin Türk ırkına aitolduğunu iddia eden resmi ideoloji”den, “Türkiye’de farklıdil ve kültürgruplarının bulunmadığı” görüşünden rahatsızlık duyulduğu ve buanlayışın mutlaka değiştirilmesi gerektiği belirtilmektedir (s.31-32).

İddianamede Kürt kimliğinin ifade edilmesine bir engel olmadığıbelirtilmekle birlikte, bu görüşdoğru değildir. Kürt kimliği, ancak sonyıllarda belirli bir serbestlik içinde ifade edilebilmektedir. Öncesinde ise,böyle bir ifade, bölücülük olarak nitelendirilmekteydi .DavalıpartininGenel BaşkanıŞerafettin Elçi, 1981’de, bir söyleşi sırasında,“Türkiye’de Kürtler vardır. Ben bir Kürdüm”, dediği için askerimahkeme tarafından 2 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılmıştır. Oysa,Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi, 04.12.1995 tarihlikararında, Elçi’nin Kürtlere kültürel haklarının tanınmasıgerektiğiyönündeki görüşlerinin bölücülük propagandasısayılamayacağına(oybirliği ile) hükmetmiştir ve bu karar Yargıtay’ca onaylanmıştır. Bu,Kürt sorununa bakış açısında önemli bir değişikliği ifade ediyor.Ancak, söz konusu değişimin,sorunun çözümü bakımından yeterliolduğu söylenemez.

İddianamede, Kürtler için kültürel haklar talep etmenin, yasalaraaykırıolduğu kadar tarihsel gerçeklere de aykırıolduğu ifade edilmiştir.Anayasa Mahkemesi kararlarından yapılan alıntılarla desteklenenyaklaşıma göre, Türk ulusunu oluşturan tüm alt gruplar, binlerce yıldanberi bir arada yaşamanın sonucu olarak, ortak kültüre, ahlaka,hukuka, değer yargılarına ve inanca sahiptirler. Bu bağlamda, Kürtler,

790

Cumhuriyetten önce, Osmanlı yönetimi altında Türklerlekaynaşmışlardır. Bu kaynaşma o derece güçlü olmuştur ki, artıktanınması, korunmasıve geliştirilmesi gereken bir Kürt dilinden vekültüründen söz edilemez.

Türkler ve Kürtler: Tarihsel BulgularıDoğru Değerlendirmek

Bu bakış açısına katılmak mümkün değildir. KurtuluşSavaşı’ndan sonra, Türklerden başka, ülke içindeki en büyük üç etnikgruba (Kürtler, Çerkezler, Lazlar) baktığımızda şunu görüyoruz.Gürcü kökenli olan Lazlar, Osmanlıyönetimi altında, Lazca’yıneredeyse tamamen unutmuşlardır. Benzer durum, Kafkas kökenli veayrıdili olan Çerkezler için de geçerlidir. Her iki topluluk, imparatorlukekonomisiyle büyük ölçüde bütünleşmiş ve Cumhuriyetten önceTürklerle kaynaşmışlardır. Buna karşılık, Kürtlerin durumu farklıdır.Doğuda, dağlık bölgelerde kendi içine kapalıfeodal birimlerdeyaşayan Kürtler, yalnızca kendi dillerini konuşarak diğer topluluklarlakaynaşmamışlardır. Kürtlerin yaşadığıeyaletler Osmanlıekonomisindehiçbir zaman önemli bir yere sahip olmadığıgibi, bu bölgelerde,zeamet, tımar, has gibi toprak üzerinde merkezi otoritenin yetkilerinidüzenleyen kurumlar çalışmamıştır. Osmanlıyönetiminin bu bölgeüzerindeki egemenliği kağıt üzerinde kalmış; merkezden yönetileneyalet statüsünde olmakla birlikte, aslında, Eflak, Boğdan, Kırım, Erdelgibi bağlı hükümet statüsündeki bölgelere yakın bir özerkliktenyararlanmıştır.

Bu tarihsel gelişimin bir sonucu olarak, Cumhuriyetkurulduğunda, Kürtler, kendi dil ve kültürlerini önemli ölçüde muhafazaetmekteydiler. Kürtlerin Türklerle kaynaşması, Cumhuriyetten sonra,kapitalizmin gelişmesinin, köyden kente göçün ve ulusal pazar ilebütünleşmenin bir sonucudur. Bugün etnik kimliğinin bilincinde olanfakat Kürtçe bilmeyen çok sayıda Kürt kökenli vatandaşımızınbulunmasının nedeni, yüzlerce yıl önce gerçekleşen bir kaynaşmadançok, Kürt kimliğinin yadsınmasınıhedefleyen, Kürt dilinin ve kültürününkorunmasına olanak tanımayan resmi politikaların varlığıdır.

Türkiye’de uluslaşma süreci, esas olarak, KurtuluşSavaşıilebaşlayan bir süreçtir. İddianame’de yapıldığıgibi, bunun bin yıl veya birkaç yüzyıl öncesine götürülmesi gerçekçi değildir. Batıda, pek çokdevlet bakımından uluslaşma, bir kaç yüzyıllık bir sosyolojik süreçtir.Önce ulus ortaya çıkmış, ulusun hukuki ve siyasal örgütü olan devletonu izlemiştir. Diğer bir deyişle, Ulus (millet) devleti yaratmıştır.Türkiye’de ise, ulusçuluk ideolojisinin devletin kurulmasından önce

791

fazla bir geçmişi yoktu. Osmanlıİmparatorluğu’nda, bu ideolojiden engeç etkilenenler Türkler olmuştur. Ulusçu görüşlerin sistemli şekildeortaya çıkışı, çok yakın bir tarih olan II. Meşrutiyet dönemidir. Fakat,Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus-devlet modelini benimsemesinde esaskatkıyı, II. Meşrutiyet döneminin ideolojik birikimlerinde aramakyanlıştır. Asıl katkıveya itici güç, istisnai bir olay olan KurtuluşSavaşı’dır. KurtuluşSavaşı’nın hemen öncesinde, Arap topraklarınında elden çıkmasıyla birlikte, “ulusal sınırlar” kavramıortaya çıkmıştır.Ulusal sınırlar içinde yaşayan halk, imparatorluk topraklarının genişolduğu döneme oranla etnik açıdan çok daha türdeşti. Ayrıca, Türkler,Misak-ıMilli ile çizilen sınırlar içinde çoğunluktaydılar. Savaşınkazanılması, ulusal sınırlar içinde yaşayan herkesin kaderinin ortakolduğu bilinciyle bu mücadeleye katılmasına bağlıydı. İşte bu vebenzeri koşullar, ulus bilincinin pekişmesine, kurulan yeni devletin ulus-devlet modeline göre örgütlenmesine zemin hazırlamıştır.

Programda geçen “çarpık tarih tezine dayalıresmi ideoloji” ilekastedilen, yukarıda açıklanan tarihsel gelişmenin gözardıedilerek,Türklerle Kürtlerin Osmanlıdöneminde kaynaştıklarıiddiasıdır. Kürtkimliğini yadsıyan resmi politikalara uygun olarak, Türk Ulusunun teketnik bir yapıolduğu görüşü resmi tarih tezi olarak ileri sürülmüştür. Budoğrultuda, eğitim ve öğretim kurumlarında okutulan tarih, etnikTürklerin tarihi olmuştur. AtalarıTürk boylarından önce Anadolu’dayaşayan ve bugüne kadar Osmanlıve Cumhuriyet toplumlarınınkültürüne önemli katkılarda bulunan Kürtlerin ve diğer grupların tarihi,yabancıtarihtir. Böyle bir tarih anlayışının milli (ulusal) olaraknitelendirilmesi gerçekçi değildir. Çünkü, millet veya ulus, kendisinioluşturan etnik grupların üstünde, onların tümünü kapsayan birkavramdır. Türkiye’de ise, uygulamada, ulus kavramıTürk etnisitesi ileözdeşleştirildiğinden, milli tarih deyiminden etnik Türklerin tarihininanlaşılmasıolağan karşılanmaktadır.

İddianamede belirtildiği gibi, “çarpık tarih tezi” ifadesi Atatürkmilliyetçiliği kavramıiçin kullanılmışdeğildir. Yukarıda açıklandığıgibi,davalı Parti, Türk vatandaşlığı, Atatürk milliyetçiliği ve uluskavramlarının anayasal düzeydeki formülasyonuna karşıherhangi bireleştiri yöneltmiş değildir. Parti Programı ve Genel Başkan’ınkonuşmaları bir bütün olarak değerlendirildiğinde, AnayasaMahkemesi’nin pek çok kararında yinelediği, “Atatürk milliyetçiliği,ayrımcıve ırkçıbir kavram değil, Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkhalkının, kökeni ne olursa olsun, devlet yönünden tartışmasız eşitliği,içtenlikli birliği ve birlikte yaşama istencini içeren çağdaşbir olgudur”;“Türklük, ırka dayalıbir anlam taşımamaktadır”; “Vatandaşlık ve

792

ulusal kimlik, vatandaşların etnik kökenlerini yadsıma anlamınagelmez” görüşlerinin paylaşıldığıanlaşılmaktadır. İleri sürülen görüşşudur: Ulus, vatandaşlık ve milliyetçilik kavramları bu şekildeanlaşılmalıdır. Fakat, uygulamaya bu yorum biçimi egemenolamamış; tüm etnik, dilsel ve dinsel gruplara eşit uzaklıkta olmasıgereken devlet, kendisini Türk etnik grubu ile özdeşleştirmiştir.

İddianamede, ülke kavramı ile ilgili görüşler de yanlışdeğerlendirilmiştir. İddianameye göre; “...ulusu ırk açısından Türk veKürt olarak ayırıp bunların devletin asli unsurlarıolduğunu, ülkenin birbölümünü Kürdistan olarak adlandırarak Kürtlerin devlete kendi ülkeleriile katıldıklarınısöylemek, Kürtlerin yaşadığıbölgelerden söz etmek,ulus ve ülke bütünlüğünü parçalayıcıdavranışlardır.”

Parti programında, (s.32) “...Kürtler, Türkler gibi bu ülkenin asliunsurudur. Türkiye’nin bütünlüğü ve siyasi sınırlarıiçinde Türklerleaynıkaderi paylaşarak, tasada ve kıvançta birliği sağlayarak, barışvekardeşlik içinde yaşamak istemektedirler”, denmektedir. Burada,bölünmezlik ilkesine aykırıherhangi bir niteleme; Kürtleri ayrıbir ulusya da halk olarak kabul etme sözkonusu değildir. Cümlede geçen“Türkler” sözcüğü, Türk ulusunu değil, onun bir parçasıolan Türketnik grubunu ifade ediyor. Dolayısıyla, Türk halkıile Kürt halkıkarşılaştırılmasıyapılmışdeğildir. Ülkemizdeki en büyük iki etnikgrubun Türkler ve Kürtler olduğundan hareketle, ulusu oluşturan bu ikigrup asli unsur olarak nitelendirilmiştir. Ulusu oluşturan diğer gruplar(Çerkezler, Lazlar, Müslüman olmayan azınlıklar vb.) Osmanlıİmparatorluğu döneminde kültürlerini koruyamayıp Türklerlekaynaştıkları, sayıca az olduklarıveya şu anda belirli bir coğrafyadayoğunlaşmadıklarıgibi nedenlerle, asli unsur olarak görülmemişlerdir.

Kürdistan sözcüğü, Kürtlerin devlete kendi ülkeleri ile katıldığıve ittifak yaptıklarıgörüşü, Parti Programı’nda ve Genel Başkan’ınkonuşmalarında, Osmanlıİmparatorluğu tartışılırken ifade edilmiştir.DavalıParti’nin Genel Başkanı’nın, İddianameden (s.20) alınan şusözleri bu konuda yeterince açıktır: “Kürtler diğer boylar gibi işgaledilerek, mağlup edilerek Osmanlılara katılmadı. İttifak kurdular1514’de Çaldıran Savaşıöncesinde. Ve orada Kürtlerin belirli birstatüsü tanındı.” Osmanlı’da, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığıeyaletlerin Kürdistan olarak adlandırıldığıdoğrudur. Kürtlerin Osmanlıegemenliği altına girmeleri, Kafkaslardan gelen kimi etnik gruplardaveya İspanya’dan gelen Yahudiler’de olduğu gibi, göç şeklindeolmamıştır. Kürtler, binlerce yıldan beri yaşadıklarıve anayurtlarıolarak gördükleri topraklarıterk etmeden Osmanlıegemenliğini kabul

793

etmişler; devlet dağılma aşamasına geldiğinde de, kaderlerini Türklerlebirleştirip, ortak vatan haline dönüşen Anadolu’yu kurtarmışlardır.Osmanlıyönetiminin gözünde, egemenlikleri altında bir Kürt halkınınve onların yaşadıklarıbir Kürdistan bölgesinin bulunduğu aşikardı.Çünkü, OsmanlıDevleti çok uluslu bir imparatorluktu ve Kürtler odönemde diğer unsurlarla çok az kaynaşmış ayrıbir halk olarakyaşıyordu. Bu nedenle, Osmanlı dönemine özgü olarak Kürthalkından veya Kürdistan’dan sözetmek, tarihsel gerçeklere tersdüşmediği gibi, bölünmezlik ilkesine aykırıbir tutum da oluşturmaz.

DavalıParti Genel Başkanı, konuşmasında, Kürtlerin KurtuluşSavaşısonrasında oluşturulan yeni devlette, Osmanlı’dakine benzerbir statü içinde (dil ve kültürlerini koruyabilecekleri özerk bir yönetimaltında) olacaklarıümidini taşıdıklarını, fakat son derece merkeziyetçibir sistemin kurulmasıyla birlikte bu beklentilerinin gerçekleşmediğiniifade etmiştir. Kürt kimliğini ret eden bu merkeziyetçi sistemin,bugünkü sorunların temelinde yatan olgu olduğunu belirtmiştir. Sorununçözümü için, Kürt kimliğinin tanınması; Kürtlerin dil ve kültürlerinikoruyacak olanaklara kavuşturulmasıgerektiğini ileri sürmüştür. GenelBaşkan’ın, bulunacak çözümün ulus bütünlüğü içinde olmasınıistediği, aksinin gerçekleşmesine ise ihtimal vermediği şu sözlerdenanlaşılmaktadır (İddianame, s.34): “Kürtler...devletle de barışık olmakistiyor. Türklerle de barışık olmak istiyor ve bu bugün de zorunludur.Çünkü, Kürtlerle Türkler öylesine belirli bölgelerde harmanlandıki,bunlarıbirbirinden ayırt etmek zor...Ben Kürtlerin... kendi kimliğinikoruyan ve belirli haklara sahip olmasıgereken haklara sahip olduğubir devlet içinde, herkesten daha fazla bu devlete sahip çıkacağınainanıyorum.”

İddianamede, Parti Programı’nda yer alan, Kürtlerin farklıdil vekültürlerinin korunmasına yönelik görüşler, “eşitlikçi ve bütünleştiriciTürk Ulusu dışında ayrıbir Kürt ulusçuluğunun harekete geçirilmesi”olarak yorumlanmıştır. Yeterince açık olan Parti Programı’ndan veGenel Başkan’ın açıklamalarından böyle bir yorumun çıkarılmasıolanaksızdır. Programda, ulus, onu oluşturan etnik, dilsel, dinsel vesınıfsal grupların üzerinde bütünleştirici bir kavram olarak kabuledilmiş; Türkiye Cumhuriyeti’nde tek ulus olduğu vurgulanmıştır. Halkkavramıgünlük dilde ve akademik çalışmalarda çok farklıanlamlardakullanılmakla birlikte, ulusu ifade eder şekilde kullanıldığında,Türkiye’de iki ayrıhalkın varlığından veya ülke sınırlarıiçinde bir Kürthalkının varlığından hiçbir yerde söz edilmemiştir.

794

Bu noktada, Türk Ulusunu oluşturan Türk, Kürt, Çerkez, Laz,Arap ve diğer topluluklar için azınlık kavramının kullanılmadığının davurgulanmasıgerekir. Benimsenen kavram, etnik gruplar veya etniktopluluklardır. Yeryüzündeki pek çok ulus gibi, Türk Ulusunun etnik,dilsel veya dinsel açıdan farklılaşan topluluklardan oluştuğu gerçeğikarşısında, etnik grup deyiminin ulus olgusunu dışlar biçimdekullanılmasısöz konusu değildir.

Azınlık kavramı, biri sosyolojik, diğeri hukuksal olmak üzere ikiboyutlu bir kavramdır. Türkiye’de, hukuksal anlamda, LozanAndlaşmasıyla kabul edilenler dışında azınlık bulunmadığıdoğrudur.Sosyolojik boyutu ile ele alındığında, çoğunluktan etnik, dilsel, dinselveya kültürel açıdan farklılaşan gruplar azınlık olarak kabuledilmektedirler. Bu aşamada, uluslararasıhukukta kullanılan terimlerebakmakta yarar var.

Uluslararasısözleşmelerin bir kısmı, tanıdığıhak ve özgürlüklerinöznesi olarak “halklar”ıgöstermiştir. BirleşmişMilletler Andlaşmasında(m.1/2) “halkların haklarda eşitliği ve kendi kaderlerini tayin hakları”kavramlarıkullanılmıştır. Yine, 1966’da BM çerçevesinde hazırlananKişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ile, Ekonomik, Sosyal veKültürel Haklar Sözleşmelerinde (m.1/1-2) “halkların kendi kaderinitayin hakkı”ndan söz edilmektedir. Ancak, halk kavramının yeterinceaçık olmayışıve kendi kaderini tayin hakkının ne zaman, nasıl vekime karşıkullanılabileceğinin belirsizliği karşısında, giderek bukavramdan uzaklaşılmıştır. Daha sonra hazırlanan uluslararasısözleşmelerde “azınlık” kavramıesas alınmıştır.

Uluslararasıhukukta azınlıktan ne anlaşılmakta ve azınlıklarane gibi haklar tanınmaktadır. Bu konuda üç önemli sözleşmeye ve AGİTbelgelerine bakılabilir:

UluslararasıHukukta Azınlıkların Statüsü ve Tanınan Haklar

1) BirleşmişMilletler Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi

1966 tarihli bu sözleşme, azınlık haklarıbakımından yeni biranlayışın ürünüdür. Daha önceleri, ikili veya çok taraflıandlaşmalarınkonusu olan azınlık hakları, bundan böyle temel insan haklarıkapsamında değerlendirilmektedir. Sözleşmenin 27. maddesi şöyledir:

“Etnik, dinsel ya da dilsel azınlıkların var olduğu devletlerde,böylesi azınlıklara mensup kişiler, kendi gruplarının diğer üyeleriyle

795

birlikte, kendi kültürlerini yaşama, kendi dinlerini ifade etme vegereklerini yerine getirme ve kendi dillerini kullanma haklarındanyoksun bırakılamayacaktır.”

Öğretideki baskın görüş ve uygulama ile belirlenen ilkelerdoğrultusunda, Sözleşmenin temel özellikleri şu şekilde sıralanabilir:

a) Sözleşmede, azınlık kavramıbilinçli olarak tanımlanmamıştır.Azınlık, bir tanımlamaya gerek olmaksızın varlığıgörülebilen tarihselbir olgu olarak kabul edilmiştir. Tarihsel olgu deyimi, dil, din, ya dakültür bakımından farklıolmakla birlikte, bulunduklarıülkeye yeniyerleşenleri (örneğin, Avrupa ülkelerindeki Türk işçilerini) veyabancılarıkapsam dışıbırakır.

b) Sözleşme, kendi başına bir azınlığın haklarından sözetmemiştir. Bunun anlamı, tanınan hakların azınlık olarak kabul edilentopluluğun haklarıolmayıp, o topluluğun üyesi olan bireylerin haklarıolmasıdır.

c) Azınlığa mensup bireylerin, sözleşmede tanınan haklardanyararlanabilmesi için, ilgili devlet tarafından “azınlık” olarak tanınmalarıgerekli değildir. Azınlık doğal/tarihsel bir olgu olarak kabul edildiğinden,ayrıca devletin tanımasına gerek olmadığıkabul edilmektedir.

d) Azınlıklar, yalnızca köken (etnisite) farklılığından değil; dil vedin öğesinin farklılaşmasından da kaynaklanabilir. Sözleşme,yalnızca, dil, din ve kültür farklılığına dayanan azınlık mensuplarınınhaklarınıkorumaktadır.

2) Bölge ya da Azınlık Dilleri Avrupa Andlaşması(1992)

Avrupa Konseyi çerçevesinde hazırlanan bu sözleşme, kimilerikaybolmaya yüz tutan bölge ya da azınlık dillerini koruyarakAvrupa’nın kültürel zenginliğini geliştirmeyi amaçlamaktadır.Sözleşmenin temel özelliklerişöyle sıralanabilir:

a) Bölge veya azınlık dilleri, sayıca, nüfusun geri kalanına göreazınlıkta olan bir ülke vatandaşlarının kullandıklarıresmi dilden farklıolan dillerdir.

b) Bu diller, belirli bir yörede veya bölgede çoğunluğun konuştuğudil olabileceği gibi, belirli bir bölgeyle kayıtlıolmaksızın azınlıkçakullanılan dil de olabilir.

796

c) Azınlık ve bölge dillerinin korunması ve geliştirilmesidemokrasi ve kültürel çoğulculuk temeline dayanır.

d) Azınlık ve bölge dillerinin korunmasıve geliştirilmesi içinyapılacak düzenlemeler resmi dili dışlamamalı, onun kullanılmasınıveöğrenilmesini engellememeli, ulusal egemenlik ve ülke bütünlüğüilkelerini gözetmelidir.

e) Sözleşme, azınlık dillerinin eğitimde, yargıda, idari makamlarönünde, kamu hizmetlerinde, kitle iletişim araçlarında, kültüreletkinliklerde, ekonomik ve sosyal yaşamda, sınırlar arasıetkinliklerdekullanılacağı esasını getirmiştir. Belirtilen hakların, sözleşmeyionaylayan tüm ülkeler için aynıkapsamda gerçekleştirilemeye bileceğiolgusundan hareketle, taraf devletlerin mutlaka tanımasıgerekenhakların sayısının alt sınırıbelirtilmiştir.

3) Ulusal Azınlıkların Korunmasıİçin Çerçeve Sözleşme (1994)

Avrupa Konseyi çerçevesinde hazırlanan bu sözleşme, AvrupaGüvenlik ve İşbirliği Teşkilatı tarafından benimsenen ilkelerin,mümkün olan en geniş ölçüde yasal yükümlülüklere dönüşmesiniamaçlamaktadır. Temel özellikleri şunlardır:

a) Yukarıda incelenen BM Kişisel ve Siyasal HaklarSözleşmesi’nde olduğu gibi, azınlığın tanımıyapılmamıştır. Hazırlıkçalışmalarında, “azınlık, topraklarıüzerinde yaşadığıdevletin uyruğuolup, başka din, dil ya da etnik özelliği bulunan insanlar olarak ifadeedilmiştir.

b) Hakların topluluğa mı, yoksa topluluğa mensup bireylere mitanındığıkonusu tartışmalıolmakla birlikte, baskın görüş, haklarınbireylere tanındığı yönündedir. Düzenleme tekniği açısından,sözleşmede, hakların öznesi “birey” olarak gösterilmiştir. Bu sözleşmeile birlikte, pek çok uluslararasıbelgede, “azınlığa mensup kişilerinhakları” formülünün kullanılması, birden çok etnik grubu barındırandevletlerin ülke bütünlüğünün korunması yönündeki duyarlılığınsonucudur.

c) Tanınan başlıca haklar; azınlıkların kendi dillerini kullanma,kendi dillerinde öğrenim görme, kendi dinlerinin gereklerini yerinegetirme, kültürel özgürlükten yararlanma, kendi dillerinde radyo vetelevizyona sahip olma ve sınır ötesindeki akraba gruplarla ilişkikurabilme haklarıdır (m. 1-19).

797

4) Avrupa Güvenlik ve İşbirliği TeşkilatıBelgeleri

AGİT belgeleri, hukuki açıdan bağlayıcıolmaktan çok, uyulmasıgereken siyasal taahhütler niteliğindedirler. Helsinki Nihai Senedi(1975), azınlıklarıhaklarınıbirey ve topluluk olarak tanıdığıgibi, diğerbazıhakların yanında, azınlığın “kendi kaderini tayin” hakkından dasöz etmektedir. Madrid KapanışBelgesi (1983) insan haklarına saygıgösterilmesinin, ülkelerin siyasal, sosyal ve ekonomik gelişmedüzeyleri ile bağlantılıolmaksızın taahhüt edildiği esasınıgetirmişveazınlıkların korunması konusunu vurgulamıştır. Azınlıklarınkorunmasına ilişkin esas, 1989 Viyana Kapanış Belgesi’ndeyinelenmiştir.

1990 Kopenhag Belgesi, azınlıkların haklarınıayrıntılıolaraksıralayan önemli bir belgedir. Ayrıca, bu belge, Avrupa ve KuzeyAmerika bakımından insan haklarıalanındaki ortak standartlarıbelirlemektedir. Azınlıklara tanınan başlıca haklar şunlardır:İradelerine rağmen herhangi bir asimilasyon çabasıyla karşılaşmadan,kendi etnik, kültürel, dilsel ya da dinsel kimliklerini bütün yönleriyleözgürce ifade etme, koruma ve geliştirme hakkı(m.32); özel vekamusal alanda kendi ana dillerini kullanma hakkı(m.32.1); kendieğitsel, kültürel ve dinsel kurumlarınıkurma ve koruma hakkı(m.32.2); aynımirasıpaylaştıklarıdiğer devletlerin vatandaşlarıylasınır ötesi ilişki kurma ve sürdürme hakkı(m.32.4); kendi ana dilleriylebilgiye ulaşma, bilgi alışverişinde bulunma ve yayma hakkı(m.32.5);azınlıkların kimliklerinin korunmasıve geliştirilmesiyle ilgili işler dahil,kamusal işlere etkili katılma, yerel ya da özerk yönetimler kurma hakkı(m.35); Kopenhag Belgesinde sayılan haklar, 1990 tarihli ParisŞartı’nda ve 1992 tarihli Helsinki KapanışBelgesinde tekrarlanmıştır.

Bu belgelerin incelenmesiyle tespit edilen demokratik ülkelerinazınlık politikalarına ilişkin ortak standartlar ve Türkiye’nin tutumu şöyleözetlenebilir:

1) Uluslararasıbelgeler, etnisite, dil, din ya da kültür açısındanfarklılaşan grupların bireylerine, bu farklılıklarınıkoruma ve geliştirmehakkınıtanımaktadır. Bu hak, ilgili devletin, söz konusu gruplarıazınlıkolarak nitelendirmesini gerektirmez. Tanınan haklar arasında, eskitarihli belgelerde “kendi kaderini tayin hakkı” yer alırken, yenibelgelerde bu hakka yer verilmemiştir. Türkiye, söz konusu belgeleri yahiç imzalamamışya da koyduğu çekincelerle, Lozan Andlaşmasıdışında kalan gruplar için taahhüt altına girmekten kaçınmıştır.

798

2) Çağdaşuluslararasıbelgeler, bir devletin dil, din, kültür ya daetnik öğe açısından farklılaşan gruplarına tanıyacağıhaklar bakımındanbiri ılımlı(minimalist), diğeri köktenci (maksimalist) olmak üzere iki farklıyaklaşımla hazırlanmışlardır. Köktenci yaklaşımda, azınlıklara, haklarıntopluluk düzeyinde tanınmasıkabul edilir. Ilımlıyaklaşımda ise, toplulukdüzeyinde hak tanımanın, ülkenin bütünlüğüne zarar vereceğikaygısıyla, haklar, azınlığa mensup bireylere tanınır. Bu yaklaşım,demokratik bir ülke için, kabul edilebilir en düşük standarttır. Etnik,dilsel, dinsel ve kültürel farklılıkların inkar edilmesi, bu farklılıklarınkorunmasıve geliştirilmesine yönelik hakların (asgari düzeyde de olsa)tanınmaması, uluslararasıhukukun ölçütleri bakımından asimilasyonistbir politikanın izlenmesi anlamına gelir. Türkiye’nin durumu, LozanAndlaşmasıdışında kalan gruplar bakımından bu merkezdedir.

3) Uluslararası belgeler, tanıdıkları hakların devletlerinbütünlüğünü bozmamasıiçin gerekli düzenlemelere yer vermişlerdir.Özellikle çağdaş belgeler, bir yandan haklarıbirey düzeyindetanımaları, diğer yandan, ülke bütünlüğünü vurgulayıp şiddetiyasaklamalarıbakımından bu konuda son derece duyarlıdırlar.Türkiye’deki duruma gelince: Anayasa Mahkemesi, son yıllardaki birçok kararında, yukarıda adıgeçen belgelere atıf yapmıştır. Fakat,Mahkeme, söz konusu belgelerde ne gibi haklar tanındığının tespiti içindeğil, tanınan haklar için hangi sınırlamaların öngörüldüğününbelirlenmesi açısından bunu yapmıştır. Mahkemenin vardığısonuç,söz konusu sınırlama hükümlerinin, Türkiye’nin bugüne kadar izlediğipolitikayı doğruladığı yönündedir. Bu yaklaşımın geçerliliğisavunulamaz. Şöyle ki; uluslararasıbelgelerdeki sınırlama hükümleri,ancak söz konusu hakların tanınmasından sonra bir anlam ifade eder.Yani, bir devlet, ülkesi üzerinde bulunan farklıgruplara veya bugrupların bireylerine ana dilde eğitimden, yerel ya da özerk yönetimlerinkurulmasına kadar çeşitli hakları(asgari düzeyde de olsa) tanıdıktansonra, bu hakların ülke bütünlüğü aleyhine kullanılmamasıiçin bazısınırlamalar yapabilecektir. Söz konusu sınırlamalar, hiçbir hakkıtanımamanın gerekçesi olamaz; sınırlama hükümlerine, ancak haklartanındıktan sonra başvurulabilir.

4) Etnik, dilsel, dinsel ya da kültürel farklılıklar içerendemokratik ülkelerdeki uygulama nasıldır? Bu konuda, İsviçre,Kanada, Belçika gibi ülkeler federal sistemle yönetilmeleri ve farklıtarihsel koşullarınedeniyle Türkiye ile karşılaştırma yapmaya fazlaelverişli değildir. Buna karşılık, İspanya, İtalya ve Fransa’dakiuygulamalardan öğrenilecek çok şey vardır. Özellikle Fransa, yönetimmodelini değişik yönleriyle örnek aldığımız bir ülke olmasıbakımından

799

dikkatle incelenmelidir. Fransız yöneticiler, ülkelerindeki Brittany,Alsace, Occitanie gibi ethnoterritorial bölge sakinleri için, hiçbir zaman“etnik grup” veya “azınlık” tanımlamasınıyapmaya istekli olmamışlardır.Böyle bir tanımlama, ulusal bütünlük açısından sakıncalıgörülmüştür.Farklılıkların etnik değil; dil ve kültür öğesine dayandığısavunulmuştur. Ülkede yedi adet yerel dil (veya lehçe) bulunuyor.Bunlar; Alsas Dili (Almanca), Bask Dili, Brötonca, Flamanca (HollandaDili), Katalanca (Rousillon), Korsika lehçesi ve Oksitan Dili’dir.Fransızca, günümüz Fransa’sında çok yaygın bir şekilde kullanılmaklabirlikte, 1789 Devrimi’nden yaklaşık 100 yıl sonra, bu dili konuşanlarınsayısı, ancak toplam nüfusun yarısınıoluşturuyordu.

1991 tarihli kararında, Fransız Anayasa Mahkemesi (AnayasaKonseyi), Korsika Statüsü’ne ilişkin yasanın birinci maddesindegeçen, “Fransız Halkı’nın unsuru Korsika Halkı” ifadesini, Anayasalaçıdan olanaksız bir nitelendirme olarak değerlendirmiştir.Mahkemeye göre, Fransız Anayasası, Fransız halkınıalt bölümlereayrılmasımümkün olmayan tekil (üniter) bir kategori olarak kabuletmektedir. “Korsika Halkı” deyimi, köken, ırk veya din farkıgözetmeksizin, bütün Fransız yurttaşlarından oluşan Fransız Halkı’ndanbaşkasınıtanımayan Anayasa’ya aykırıdır.

Bununla birlikte, İspanya’da, özerk yönetimlerin halkına“milliyetler” (ulusal topluluklar-nationalite) adıverilmiştir. Bu durum,ulus bütünlüğünü zedeleyici bir tutum olarak değerlendirilmemektedir.1978 tarihli İspanyol Anayasası’nın 2. maddesinde, “İspanyol ulusununayrılmaz birliği, bütün İspanyolların ortak ve bölünmez anavatanı”olgusu vurgulanmıştır. Türk Anayasa Mahkemesi, kararlarında, FransızAnayasa Mahkemesi’nin 1991 tarihli yukarıda belirtilen kararınagöndermede bulunmaktadır. Kararda belirtildiği gibi, Fransız Halkınınunsuru (tamamlayıcısı) şeklinde bile ifade edilse, “Korsika Halkı” deyimianayasaya aykırıgörülmüştür. Fakat, gözden kaçırılan nokta, sözkonusu yasada yalnızca bu tanımlamanın anayasaya aykırıbulunmuşolduğudur. Yasanın Korsika’ya özerklik veren hükümlerinedokunulmamıştır.

Fransa, ülkedeki sosyolojik azınlıkların adlandırılmasıkonusundaen az Türkiye kadar duyarlıolmasına karşın, dilsel ve kültürelfarklılıkların korunmasıve geliştirilmesi konusunda bizden farklıpolitikalar izlemektedir. Geçmişte izlenen asimilasyonist politikalarınartık terk edilmeye başlandığıgörülüyor. 1925 yılında, dönemin millieğitim bakanı, “Fransa’nın tarihsel birliği için Brötonca’nın ortadankaldırılmasıgerekir”, tespitinde bulunmuştu. Daha sonra, 1951’de,

800

ülkedeki yerel dilleri tanıyan yasa çıkarılmıştır. Korsika sorunu da, uzunyıllar, bu yasanın Korsika için de geçerli olmasınısağlamaya yönelik,zaman zaman şiddete başvuran, bir dil ve kültür farklılığınıntanınmasıhareketi olmuştur. 1982’de, parlamento, Korsika için birözerklik yasasıçıkarmış, 1991’de ise, özerklik özel bir yasaylagüçlendirilmiştir. Fransa, etnisite ve azınlık kavramınıkullanmaktankaçınmakla birlikte, ülkesindeki dil ve kültür farklılıklarının,uluslararasıbelgelerde görülen standartların gerisine düşmeyecekşekilde korunmasıve geliştirilmesine olanak tanıma çabasıiçindedir.

Fransa’da dil ve kültür farklılıklarının korunmasına yönelikreformlar, daha çok, bölge yönetimlerini güçlendirerek, katımerkeziyetçilikten uzaklaşılmasıpolitikasına dayanmaktadır. Bu yöndekipolitikalar, kamuoyunda, ülke bütünlüğünün korunmasımülahazasıylaeleştirilmiştir. François Mitterrand, reformların gerekçesini 1981 yılındaşöyle açıklamıştır: “Fransa’nın kurulabilmesi için, geçmişte, güçlü vemerkeziyetçi bir iktidara gereksinme duyulmuştur. Bugün ise,dağılmamasıiçin, siyasal erkin ağırlıklıolarak yerel yönetimlerebırakılmasızorunlu duruma gelmiştir.” ReformlarıgerçekleştirenSosyalist Parti tarafından, reformları savunmak için 1991 deyayımlanan 1980’li Yılların Fransa’sıiçin Sosyalist Proje adlıkitapta, dilve kültürün korunmasıpolitikasışu sözlerle savunulmuştur: “Birerkültürel olgu olan bölgesel dillerin tanınmasının, onların politik olguolarak da tanınmasına yol açacağıdoğrudur. Bu, bir halkın ruhununboğulmasına yönelik politikaya karşıtercih edilir bir durumdur.”

3 - DavalıPartinin Bölge ve Irk Esasına Dayandığıİddiası

İddianame’de, parti programının, “siyasal partiler bölge, ırk ...esaslarına dayanamazlar” hükmünü getiren SPK’nın 78-b maddesineaykırıolduğu belirtilmiştir. Söz konusu hüküm, 1995 Anayasadeğişikliğinden sonra yürürlükten kalkmıştır. Bu yasak, Anayasanın68/4. maddesindeki ilkelerden yorum yoluyla da çıkarılamaz. İlgiliSPK maddesinin halen yürürlükte olduğu kabul edilse bile, Anayasayaaykırılığınedeniyle iptal edilmesi gerekir.

SPK’nın bu hükmü, parti kapatma nedenlerinin düzenlendiğiAnayasanın 68/4. maddesinde belirtilen ilkelerden hiçbirinin zorunlubir sonucu değildir. Böyle bir yasağın, devletin bölünmezliği esasınınkorunmasıbakımından elverişli bir araç olduğu ve öngörülen amacaolumlu bir katkısağlayacağıkolayca savunulamaz. Siyasal yaşamkendi doğal mecrasıiçinde gelişir. Bir ülkede bölge bilinci, etnisite, dinveya tarikat gibi olgular siyasal yaşamda önem arz ediyorsa, bütün

801

yasaklamalara karşın, siyasal partiler bu öğeleri kendi bünyelerinealacaklardır. Ülkemizde, belirli tarikatların, mezhep mensuplarınınveya etnik grupların belirli partileri destekledikleri, bu partilerin deonların taleplerini karşılayacak politikalar ürettikleri bilinen bir durumdur.

Diğer bazıülkelerde, bölge veya etnisite esasına dayanan vebu adlarıtaşıyan partiler bulunmaktadır. Birleşik Krallıkta İskoç MilliPartisi ve Galler Milliyetçi Partisi; İspanya’da Bask Milliyetçi Partisi veKanarya AdalarıKoalisyonu; İtalya’da Lombard Birliği ve Veneto Birliğiilk akla gelen örneklerdir. Bu örneklere karşın, yine de, bir hukukdüzeninde, bölge, ırk, din ve benzeri esaslara dayanan ve bu adlarıtaşıyan dernek, parti ve diğer örgütlerin kurulmasının yasaklanması(savunulur olmamakla birlikte) anlaşılabilir bir durumdur. Fakat, buyasağa aykırılığın yaptırımının parti kapatma nedeni olaraköngörülmesi, partilerin demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez unsurlarıolmasıilkesi ile bağdaşmayan bir durumdur. Söz konusu yasak muhafazaedilecekse, yasakoyucunun, parti kapatma dışında başka yaptırımlarayönelmesi gerekir.

İddianamede, davalıParti’nin bölge ve ırk esasına dayanan birparti olduğunun kanıtlanmasına yönelik ileri sürülen iddialar, Başsavcılığınsiyasal partilerin demokrasilerdeki işlevi konusundaki yaklaşımında ciddi biryanlışlık bulunduğu izlenimini doğurmaktadır.Şöyle ki:

DavalıParti’nin ırk esasına dayandığına ilişkin gerekçeler; “Kürtsorununun barışçıve demokratik çözümünün programın merkezinekonması”, Kürt sorununun adil ve demokratik çözümünün partitarafından acil hedef olarak benimsenmesi ve temel amaç olarakalınması”, “Kürt kökenlilerin varlık ve kültürlerinin öne çıkarılması”“Kürtlerin hukuki planda ayrıcalıklıbir statüye sahip kılınmalarınınistenmesi” şeklindedir.

Kürt sorunu, şu anda Türkiye’nin en büyük sorunlarından biridir.Ülkeyi yönetmeyi amaçlayan bir partinin, ülkenin en büyük sorunununçözümüne ivedilik tanıması, onu programının merkezine yerleştirilmesi sonderece doğaldır. Bu noktada, Kürt sorununun çeşitli boyutlarıhakkındakiverilerin anımsanmasında yarar vardır:

- PKK ile güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmalarda, 1984 ile1995 yıllarıarasında ölenlerin toplam sayısı20.181 kişidir.

- Resmi açıklamalara göre, 1992-1994 yıllarıarasında, genel güvenliknedeniyle, bölgede kapalıbulunan okul sayısı5.210 dur.

802

- Bölgede, 1990-1995 yıllarıarasında bildirilen faili meçhulcinayetlerin sayısı1.363’tür.

- Ordunun toplam insan gücünün yaklaşık dörtte biri, bölgedePKK’ya karşıkullanılmaktadır.

- Bölgede boşaltılan veya yakılan köylerin sayısıi le ilgili resmirakam, Ekim 1995’te, 2.253’tür.

- Olağanüstü hal bölgesinde güvenliği muhafaza etmenin yıllıkmaliyeti, 1994 yılıiçin, 11.1 milyar dolar civarındaydı. Bu, GSMH’si 173milyar dolar olan (1993) bir ülke için büyük bir rakamdır.

- Resmi rakamlar daha düşük olmakla birlikte, bölgede, güvenliknedeniyle göç etmek zorunda kalan insanların tahmini sayısı, 1995 itibariyle,2.5 milyon civarındadır.

Söz konusu veriler, Kürt sorununun hiç vakit kaybetmeksizinsağlıklı bir çözüme kavuşturulması gerektiğini, yoruma gerekbırakmayacak şekilde ortaya koyuyor. Siyasal partilerin bu sorununçözümünü öncelikli hedef ilan etmeleri değil, etmemeleri anormal birdurum sayılır. Davalıpartinin programıincelendiğinde, Türkiye’nindiğer sorunlarının da ayrıntılıolarak ele alındığıve çözüm yollarıönerildiği görülmektedir. Parti programının “Somut Hedefler veÇözümler” başlıklıikinci bölümünün 15 sayfasıKürt sorununa, 45sayfası sosyal güvenlikten, kadının özgürleştirilmesine, sağlıksorunundan yargıreformuna kadar değişik konulara ayrılmıştır.

Siyasal partiler, ülke sorunlarının çözümü için politikalar üretenkurumlardır. Partiler, millet ile devlet, sosyal alan ile siyasal alanarasındaki iletişimi sağlayan araçlardır. Bu bağlamda, toplumda ortayaçıkan taleplerin partiler aracılığıyla devlete yansıtılması, siyasetin vesiyasal parti gerçeğinin özüdür. Ülkenin en önemli sorunlarından biriolan Kürt sorununun, partiler tarafından öncelikli hedef ilan edilmesiniyasalara aykırıbulmanın arkasında, bu sorunun partiler dışında biryerde çözülmesi gerektiği zihniyeti yatmaktadır. Buna göre, Kürtsorunu milletin değil, devletin bir sorunudur. Çözümünü de, milletintaleplerini devlete taşıyan kurumlar olan partiler değil, devletbulacaktır. Devleti milletin dışında ve üstünde gören bu zihniyetinpartilere biçtiği rol, devletin taleplerinin topluma taşınması; bu talepleri,her partinin kendi tabanına benimsetmesidir. Bu yaklaşımın, siyasalpartilerin demokrasilerde gördüğü işlevi tersine çevirdiği açıktır.

803

Son bir nokta, iddianamedeki, davalıpartinin Kürtleri hukukiplanda ayrıcalıklıbir statüye kavuşturmak istediğinin tespiti ile ilgilidir.Davalı partinin, Kürtlerin dil ve kültürlerinin korunmasını vegeliştirilmesini istediği doğrudur. Bu yönde, yasal ve anayasal düzeydebazıdeğişiklikler yapmayıamaçlamaktadır. Söz konusu değişiklikler,ayrıcalık yaratılmasınıamaçlamamakta; yalnızca mevcut yasaklarıkaldırılarak, Kürtlerin kendi dil ve kültürlerini koruyup geliştirebilmelerineolanak sağlamaktadır. Burada sorun, Kürtlerin bazıhaklardan, örneğin,ana dilde eğitim veya kendi dillerinde radyo televizyon yayınıyapmahakkından yararlanmasının bir ayrıcalık olarak görülmesidir. Çünkü,Türkiye’de bütün vatandaşlar, bu haklardan resmi dil aracılığıylayararlanma imkanına sahiptirler. Bir etnik gruba, bu eşitlikçi imkanınötesinde yeni bir hak tanınmasıayrıcalık yaratır. Bu yaklaşımıngeçerliliği savunulamaz. Şöyle ki:

Kürtler için ana dilde eğitim hakkıveya diğer bazıhaklarıtalepetmenin gerekçesi, bu etnik grubun mensuplarının ana dilinin resmidilden farklıolmasıdır. Eğitim hakkıile dilin kullanılmasıarasındakiilişkiyi belirleyen evrensel norm, “ana dilde eğitim hakkı”nmtanınmasıdır. Konuyu düzenleyen tüm uluslararasıbelgelerde, ilişkibu şekilde kurulmuştur. Birden fazla dilin konuşulduğu ülkelerde,eğitim dilinin yalnızca resmi dil olarak öngörülmesi biçimsel eşitliğisağlar, fakat, özünde, resmi dili aynızamanda ana dili olanlar ileolmayanlar arasında bir farklılık, daha doğrusu ayrıcalık yaratır. Bunedenle, ana dili Kürtçe olanlara bu dilde eğitim olanağısağlanmasına eşitlik ilkesi gerekçesiyle karşıçıkılması, kendi içindeçelişik bir tutumdur. Bir devlet, resmi dili tüm yurttaşlarına öğretmegörevinden vazgeçemeyeceğine göre, bu dengesizliğin giderilmesininyolu, birden fazla resmi dilin kabulü veya yerel, bölgesel dillerde eğitimolanağının sağlanmasıdır.

Davalıparti, ikinci çözümü benimsemiştir. Resmi dili dışlamayacakşekilde, ana dili farklıolanların kendi dillerinde eğitim görmeleri gerektiğisavunulmaktadır. Bu görüş, ulus bütünlüğüne aykırıolmadığıgibi, eşitlikilkesiyle bağdaşmazlık içinde de değildir. “Eşitlik ilkesi farklılıklarıdeğil;ayrıcalıklarıönler” genel kuralından hareket edildiğinde, ana dili farklıolanlara, kendi dillerinde eğitim olanağısağlanmasına eşitlik adınakarşıçıkılmasının tutarsız bir görüşolduğu ortaya çıkar.

4 - Devletin Tekliği ilkesine Aykırılık

İddianamede, davalıpartinin, idari adem-i merkeziyetçilik olarakadlandırdığıpolitika ile; il ve ilçe meclislerinin yerel parlamentolara

804

dönüştürülmesi, yerel yönetimler üzerindeki idari vesayetin kaldırılması,taşrada merkezi yönetimi temsil eden tüm üst düzey bürokratların yörehalkı tarafından seçilmesi, yerel yönetimlere egemenlik verilmesiesaslarınıbenimseyerek, SPK’nın devletin tekliği ilkesini düzenleyen 80.maddesine aykırıtutum içinde olduğu belirtilmiştir. Ayrıca, aykırılıkiddiası, parti programında ve genel başkanın konuşmalarında geçen,Fransa ve İspanya’da uygulanan bölge sisteminin örnek alınacağıvefederasyonun devletin bölünmesi anlamına gelmediğine ilişkinaçıklamalarla desteklenmiştir.

Bu konuda bir kaç noktanın aydınlığa kavuşturulmasında yararvar. İlk olarak, devletin tekliği ilkesinin, diğer bir deyişle üniter devletbiçiminin, bölünmezlik ilkesinin zorunlu bir sonucu olup olmadığıtartışılmalıdır.

Türkiye’de, yaygın bir şekilde, federal devlet biçiminin devletinbölünmesi anlamına geldiği, federal devletin birden çok devletten (federedevletlerden) oluştuğu kanısıhakimdir. Konu ile ilgili akademik yayınlarınçoğunda benimsenen terminoloji de, böyle bir yanlışanlaşılmaya yolaçacak niteliktedir. Amerika’da eyaletler (states), İsviçre’de kantonlar,Kanada’da provensler, Almanya’da lander, eski sosyalist-federalülkeler olan SSCB, Yugoslavya ve Çekoslovakya’daki cumhuriyetler,Türkçe’de, ortak bir terimle, federe devlet olarak adlandırılmışlardır. Buadlandırmadan yola çıkıldığında, ilk bakışta, 50 eyalet ile ABD: 10provens ile Kanada veya 16 land ile Almanya, birer devletler ligigörünümündedir. Fakat, bu adlandırma ve ona dayalımuhakeme tarzıdoğrudeğildir.

Federal devlet, konfederasyondan farklıolarak, bir devletler ligiveya topluluğu değil, uluslararasıhukuk ve anayasa hukuk açısındantek bir devlettir. Devletin tek oluşu bakımından, üniter devlet ilearasında bir fark yoktur. Devlet, belirli bir ülkede yaşayan insantopluluğunun egemenlik ve bağımsızlık temelinde oluşturduğu siyasalörgütlenmedir. Bu bağlamda, egemen ve bağımsız bir devletten sözedebilmek için iki özelliğin bulunmasıgerekir. Birincisi, devlet olarakadlandırılan organizasyon, kendi ülkesi ve yurttaşlarıüzerinde en üstünotoriteye sahip olmalıdır (iç veya pozitif egemenlik). İkinci olarak, devlet,herhangi bir dışotoritenin kontrolü altında bulunmamalıdır (dışveyanegatif egemenlik). Federal devletin eyaletleri, bu özellikleri gösterenbirimler değildir.

Federal devlet sistemi incelendiğinde, bu siyasal örgütlenmeninçok sayıda iktidar merkezinden oluştuğu görülür. Bu iktidar

805

merkezlerinden biri, yetkilerini ülkenin ve yurttaşların tümü üzerindekullanabilen federal yönetimdir (federal government). Diğer iktidarmerkezleri, sayılarıülkeden ülkeye değişen, federe yönetimlerdir(states governments). Federe yönetimler, yetkilerini ancak yurttaşlarınbir kısmıüzerinde ve/veya belirli coğrafi bölgelerde kullanabilirler.

Federal yönetimin yetkilerini kullanmasına devletin insan vetoprak unsuru açısından sınır getirilmemiş; federe yönetimlere isegetirilmiştir. Bununla birlikte, her iki yönetim biriminin yetkileri konubakımındansınırlıdır.Ülkedenülkeyebazıdeğişikliklergöstermeklebirlikte, ulusal savunma, dışpolitika, federe birimler arasıulaşım, iletişim veekonomik ilişkiler gibi konular, niteliği gereği ulusal ölçekteyürütülmesi gerektiğinden federal yönetimin yetki alanıiçindedir. Bunakarşılık, her federe birimin özgün koşullarına göre değişebilecek,sağlık, eğitim, asayişve kültür politikaları, bazıulusal standartlarınbelirlenmesine engel olmayacak şekilde, federe yönetimlerin yetki alanıiçindedir.

Böyle bir sistemde, federe yönetimler “devlet” olarakadlandırılamazlar. Çünkü, egemen bir egemenlik veya pozitif venegatif egemenlik özelliği bu birimlerde bulunmamaktadır. Federedevletin uluslararasıhukuk ve anayasa hukuku bakımından ayırdediciözellikleri olan iç ve dışyönetimler, eyalet sınırlarıiçinde yaşayaninsanlar üzerinde her konuda karar verme yetkisine sahip tek otoriteolmadıklarıgibi, dışa karşıda herhangi bir bağımsızlıklarısöz konusudeğildir. Aynıözellik, federal yönetim için de geçerlidir. Federal vefedere yönetimler, tek bir devletin organlarıdırlar. Federasyonlarda“devlet” özelliği, tek başına ne federal yönetimde ne de federeyönetimde vardır. Devlet, federal ve federe yönetimlerinbirlikteliğinden oluşan siyasal örgütün niteliğidir. Kurucu siyasalbirimleri, “devlet” olarak adlandırılabilecek örgütlenmeler, AvrupaBirliği gibi konfederal birliklerdir. Bu tür birliklerde, birleşen taraflar,uluslararasıhukuk bakımından egemen devlet statülerini koruduklarıiçin, devlet olarak nitelendirilebilirler.

Adlandırma ile ilgili konuyu açıklığa kavuşturduktan sonra,federasyonun devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü ilkesikarşısında ne anlam ifade ettiği üzerinde durmak gerekir. Bölünmezlikilkesi egemenlik kavramıile yakından ilgilidir. Bugünkü egemenlikanlayışına kaynaklık eden görüşler, 16 ve 17. yüzyıllarda, başlıca JeanBodin ve Thomas Hobbes tarafından oluşturulmuştur. Bu yüzyıllardaoluşturulan klasik egemenlik kuramı, devlet içinde bir kişi veyaorganda somutlaştırdığıegemenliğin mutlak, sürekli, bölünmez ve

806

sınırlanamaz nitelikte olduğunu belirtmiştir. Avrupa’da, siyasal iktidarınbölündüğü bir sistemi ifade eden feodalizmden ulusal devlete geçişteönemli rol oynayan bu kuram, çağdaşdemokratik devlet anlayışınıngelişmesi ile birlikte, bir çok noktada geçerliliğini yitirmiştir.Günümüzde, “sürekli” olmasıdışında, egemenliğin diğer özellikleri,klasik kuramdan çok farklışekilde yorumlanmaktadır.

Egemenliği tek kişi veya organda somutlaştıran klasik kuramakarşın, çağdaş demokrasilerde, kuvvetler ayrılığı ilkesi gereği,egemenliğin kullanımında birden çok organ yetkili kılınmıştır. Hukukdevleti ilkesi, mutlak, sınırsız egemenlik anlayışıile bağdaşmaz. İnsanhaklarıilkesi, devlet otoritesinin mutlak, sınırsız ve bölünmez olduğubir sistemde gerçekleştirilemez. Nihayet, devletlerin ulusüstükuruluşlara üyeliği ve uluslararasısözleşmeleri onaylamaları, kendiiradeleri ile, egemenliğin sınırsız, mutlak ve bölünmez özellikleriniortadan kaldırmaları demektir. Günümüzde, egemenlik yalnızcakaynağıbakımından bölünmez kabul ediliyor. Kullanımıbakımından,yukarıda belirtilen özellikler doğrultusunda bölünmezlik söz konusudeğildir.

Üniter veya federal bir demokraside, egemenliğin kaynağıhalkta(millet)dır. Bu esas, Cumhuriyet dönemi Türk Anayasalarında,“egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” şeklinde ifade edilmiştir. Ancak,söz konusu ilke, millet egemenliğinin “kayıtsız ve şartsız”, yani sınırsızve mutlak olduğunu ifade etmez. Millet, egemenliğini kullanırken(anayasada öngörülen) kayıt ve şartlara uygun davranmakdurumundadır. Buradaki kayıtsız şartsız oluş, egemenliğin millete aitoluşu bakımındandır. Millet, egemenliğini monarşik, aristokratik,dinsel ve benzeri herhangi bir otorite ile paylaşmayacaktır. Başkahiçbir otorite ile paylaşılmayan egemenlik bölünmezdir ve tümüylemillete aittir.

Egemenliğin kullanılmasına gelince, durum farklıdır. Üniter birdevlette, kuvvetler ayrılığıilkesi gereği, egemenlik yasama, yürütmeve yargıorganlarıarasında bölünmüştür. Devlet, bu üç organınbirlikteliğinden oluşan siyasal yapıdır. Federal devlette, yasama,yürütme ve yargıorganları, hem ulusal ölçekte, hem de ulusaltı(eyaletler) ölçekte kurulmuştur. Diğer bir deyişle, Üniter devletteegemenliği kullanan organlar yalnızca fonksiyonel olarak bölünürken,federal devlette, bunun yanısıra, yersel (teritoryal) veya çok enderdurumlarda topluluk esasına göre de bölünmüşlerdir.

807

Üniter veya federal yapılı devletlerde, birden çok organınegemenliği paylaşması, kaynağıbakımından egemenliğin halka aitolduğunun kabul edilmesi ile mümkün olabilmiştir. Klasik egemenlikanlayışında, egemenlik tek bir kişi veya organda toplanıyordu(mutlakiyetçilik). Bir başka kişi ya da organın egemenliğe ortakolması, egemenliğin sınırlanmasıve bölünmesi demekti. Oysa,egemenliğin kaynağının halkta olduğu kabul edildiğinde, bölünmezlikilkesi ihlal edilmeden, birden çok organın egemenliği kullanmasımümkündür. Halk, kendisine ait egemenliğin kullanılmasında,yalnızca ulusal düzeyde kurulan organlarıyetkili kılabileceği gibi(Üniter sistem); hem ulusal, hem de ulusaltıölçekte örgütlenen federalve federe yönetimleri de yetkili kılabilir (federalizm).

Bu açıklamaların ışığıaltında, federal ve üniter devletinbölünmezlik ilkesi karşısındaki konumu şöyle özetlenebilir: Demokratikesaslara göre örgütlenmek kaydıyla, her iki sistemde de, egemenlik,kaynağı bakımından bölünmezdir. Kullanımı bakımından ise,egemenliğin çeşitli organlar arasında bölünmesi kabul edilmiştir. Her ikisistemde de ülkenin bölünmezliği ilkesi geçerlidir. Federal devletlerde,üniter devletlerde olduğu gibi, ulusal (federal) ordu ile korunan tek birülke vardır. Yine, her iki devlet biçiminde de, milletin bölünmezliği ilkesigeçerlidir. Federal devletin işleyişinde, bütün halkın iradesinin yanısıra,eyalet halklarının iradeleri de ayrıayrıönem taşır. Fakat, ülkenin ulusal veulusaltıölçekte oluşan halk iradesi ile yönetileceğine karar veren birim tümülke halkıdır. Nitekim, federal bir devlet olan Amerika Birleşik DevletlerininAnayasasışu cümle ile başlar: “Biz, Birleşik Devletler Halkı...buAnayasayıdüzenliyoruz”. Amerikan Yüksek Mahkemesi, en son 1995tarihli bir kararında konuyu tartışmışve anayasal otoritenin nihai kaynağıolarak eyalet halklarınıdeğil, tüm yurttaşlarıkapsayan federal halkıgörmüştür.

Bütün federal devletler, eyalet halklarının üzerinde ve onlarıbirleştirenbir siyasal bağve kimlik olarak, ortak bir ulusal bilincin varlığına, eğeryoksa,yaratılmasıesasına dayanırlar. Ortak bir ulus bilincinin ve ortaksiyasal kimliğin yokluğu sistemin işlemesini olanaksız kılar. Çünkü,yetkilerini ülke düzeyinde, bütün yurttaşlar üzerinde ve onlar adınakullanan federal yönetimin meşruiyeti böyle bir kimliğin oluşmasınabağlıdır. Bazıülkelerde, bu kimlik ve bilinç federal sistem kurulmadanönce vardı. Almanya’da olduğu gibi. Buna karşılık, ABD ve Kanada’da,ortak ulus bilinci ve siyasal kimlik, büyük ölçüde, zaman içinde yaratılmışveya güçlendirilmiştir. Günümüzde, Bosna-Hersek’te, Daytonandlaşmasıile kurulan federal sistemin başarılıolması, Boşnak, Sırp ve

808

Hırvat kimliklerinin üstünde, böyle bir ortak kimliğin ve ulus bilincininyaratılmasına bağlıdır.

Türkiye’de, Anayasanın değiştirilemeyecek hükümleri arasında yeralan, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü ilkesi, yukarıdaifade edilen ve üniter devlet için olduğu kadar federal devlet içinde geçerliolan bölünmezlik ilkesinden farklı yorumlanmaktadır. AnayasaMahkemesi, söz konusu ilkeyi, üniter devlet modeli ile özdeşleştirmiştir.Bu yorumun, anayasakoyucunun iradesi ile uyum içinde olduğu açıktır.Bununla birlikte, söz konusu anayasa hükmünün yorumlanmasında,anayasakoyucunun iradesine bağlılık yerine, hukuk kurallarınınzamanın gereksinimlerine göre ele alınıp, metnin objektif anlamındanhareket edilmesi yoluna da gidilebilir. Bu ilkenin temel amacı, ulusalbirliğin korunmasıdır. Ulusal birliğin sağlanmasıveya korunmasında,bir dönem üniter devlet modeli zorunluluk olarak ortaya çıkabileceği gibi, birbaşka zaman, aynıamaca federal sistem benimsenerek de ulaşılabilir.Günümüzde, içinde etnik, dilsel veya dinsel farklılıklar barındıran pekçok ülkede, federalizm ulusal birliği sağlamanın yegane yolu olarakgörülmektedir. Türkiye bakımından böyle bir dönüşümün kaçınılmazolduğu ileri sürülemezse de, üniter devlet modelini, yasal yoldan hiçbirzaman değiştirilemeyecek bir esas olarak kabul etmenin yararlıve gerçekçiolduğu söylenemez.

Belçika, 1831 Anayasasıile, içerde ulusal birliği gerçekleştirmek,dışarıda güçlü devletlere karşımücadele edebilmek için, Valontoplumunun ve Fransızca’nın üstünlüğüne dayanan, üniter bir devletolarak kurulmuştu. Ülkedeki Flaman toplumunun hayati çıkarlarınıgözardıeden bu sistemin, bir noktadan sonra ciddi sorunlara yol açacağıaşikardı. Öyle de oldu. Belçika Halkı, bu sorunu aşmak için, 1970,1980, 1988 ve 1993 tarihinde gerçekleştirdiği dört büyük anayasadeğişikliği ile, her iki toplumun beklentilerini karşılayacak bir federalsistemi benimsedi. Barışçıl ve yasal yöntemlerle gerçekleştirilen budeğişim, üniter bir devletin federasyona dönüşebileceğinigöstermektedir. Tersine dönüşüme yol açan örnekler de vardır. Üniterve federal yapılar, günümüzde, ulus-devletin örgütlenme biçimleridirler.Her iki sistem de, ulusal birliğin sağlanmasıamacına hizmet edenaraçlardır. Bir toplumun yalnızca bugününü değil, geleceğini de düşünenuzak görüşlü bir anayasakoyucu veya yorumcudan, amaca ulaşmak içingerekli olan aracı(üniter veya federal yapıyı) değil; aracın hizmet ettiğiamacı(ulusal bütünlüğü) güvence altına almasıbeklenir. Özellikle de,bu güvence, ülkedeki tüm seçmenlerin iradesi aynıdoğrultuda ortayaçıksa bile, hukuken değiştirilmesi mümkün olmayan bir anayasa hükmü

809

olarak formüle edilmişse, söz konusu basiretin gösterilmesi daha büyükbir önem taşır.

Bölünmezlik ilkesi bu doğrultuda yorumlandığında SPK’daöngörülen üniter devlet ilkesine aykırılık yasağı, Anayasaya aykırıbirkapatma nedenidir. Fakat, bunun dava bakımından büyük bir önemiyoktur. Çünkü, davalıparti, federal sistemi savunmadığını, yalnızca,bu sistemin devletin bölünmesi anlamına gelmeyeceğini ilerisürmektedir. Partinin savunduğu sistem, üniter devlet modeli içinde,kendi adlandırmalarıyla idari adem-i merkeziyetçiliktir. Bu sistemeörnek oluşturacak uygulamalar olarak, İspanya ve Fransa modellerigösterilmiştir. Dolayısıyla, SPK 80 hükmünün halen yürürlükte olduğuve Anayasaya aykırıolmadığıkabul edilse bile, davalıpartinin görüşleri,federalizmi savunmasıaçısından değil, özerk yönetimleri öngörmesiaçısından değerlendirilmelidir.

İtalya, İspanya veya Fransa gibi ülkelerde oluşturulan özerkyönetimler, üniter devlet ilkesine aykırılık oluşturur mu ? “Bölgeli devlet”olarak adlandırılan bu uygulamanın, üniter ve federal sistemlere göreayırdedici özellikleri nelerdir?

Günümüzde, bazıüniter devletlerde, etnik, dilsel, dinsel, tarihselveya ekonomik özellikleriyle farklılaşan bölgelerin, değişik ölçülerdeözerklikten yararlandıklarıgörülüyor. Bu tür bölgelerin özerk statüleri,İtalya ve İspanya’da anayasal, Fransa’da yasal güvenceyekavuşturulmuştur. Birleşik Krallık’ta ise, Kuzey İrlanda, İskoçya veGaller’in özerklikleri anayasa ile değil; yasalar ve güçlü siyasalgelenekler ile korunmaktadır.

İtalya, özerk yönetimlere tanınan yetkilerin büyük ölçüdeanayasal güvenceye kavuşturulduğu ülkelerden biridir. 1947 tarihliİtalyan Anayasası’nda, özerk bölgelerin adları, mali özerklikleri,yasama ve yürütme organlarıbelirtilmiştir. Anayasada sayılan 20özerk bölgeden, önce yalnızca 5’inde, 1970 yılından itibaren ise,tümünde özerk yönetimler kurulmuşve faaliyete başlamıştır. İtalyaAnayasası’na göre, özerk bölge yönetimleri, ulusal parlamentonunbelirlediği temel ilkeler çerçevesinde, ulusal yarar ve diğer bölgelerinyararlarına aykırı olmayacak şekilde, yasama niteliğinde kurallarkoyabilirler.

Bölgesel birimlere tanınan özerkliğin anayasal güvenceyebağlandığıdiğer bir devlet, İspanya’dır. Bu ülkede, Franco’nunölümünden kısa bir süre sonra yürürlüğe giren 1978 Anayasasıile,

810

bölgesel birimlere değişik derecelerde özerklik tanınmasıesasıkabuledilmiştir. Bugün, İspanya’da, ülkenin bütün yüzeyini kapsayan 17 özerkyönetim kurulmuştur. Özerk yönetimler, tarihsel, kültürel, dilsel, veyaekonomik özellikleri ortak olan coğrafi bölgelerde oluşturulmuştur.

Fransa’da 1982’den sonra yerel yönetimler yenidendüzenlenmişve 27 bölge yönetimi oluşturulmuştur. İtalya ve İspanyabölgelerinden farklıolarak, bu bölgelerin yasama yetkileri yoktur.Ayrıca, etnik, kültürel, dilsel veya dinsel öğelerle beslenen birözerkleşme sürecinin ürünü değildirler. Bölgeler, daha çok, uygun birölçekte ekonomik gelişmenin eşgüdümünü sağlamak amacıylakurulmuşlardır. Üniter bir devletin, geleneksel yerel birimler olan il veyabelediyelerden daha geniş bölgelere ayrılmasıve bu bölgelerdeyasama yetkisine sahip özerk yönetimler kurulması, bazıyazarları,bölgeli devletin federalizm anlamına gelip gelmeyeceğini tartışmayayöneltmiştir. Bu konuda, özellikle, bazı federal düzenlemelerdenyararlanan İtalya ve İspanya örnekleri dikkat çekicidir. Bununla birlikte,federal devlet ile bölgeli devlet arasında çok önemli farklar vardır.

İtalyan Anayasasıözerkliği güvence altına almakla birlikte,merkezi yönetimin özerk yönetimlerin kuruluşve işleyişine müdahaleimkanlarınıaçık tutmuştur. Örneğin, federal devletlerde federeyönetimlerin anayasasıile karşılaştırılabilecek bir belge olan, İtalyanbölgelerinin iç örgütlenmelerine ilişkin yasanın Bölge Kurullarıtarafından hazırlanacağıkabul edilmiş; fakat ulusal parlamentonun,bir yasayla bu kuruluşyasasınıuygun bulmasıkoşulu getirilmiştirBuna karşılık, federal devlette, federe birimler kendi anayasalarını,federal yönetimin hiç bir müdahalesi olmaksızın, kendileri hazırlayıpyürürlüğe sokarlar.

Merkezi yönetim, özerk yönetimlerin işleyişine de müdahaleetmektedir. İtalya’da, bölge merkezlerinde oturan bir görevli, merkeziyönetim tarafından verilen idari görevlerin özerk yönetimlerce yerinegetirilip getirilmediğini denetler. Bölge kurullarının kabul ettiği yasalarüzerinde, merkezi yönetimin geciktirici veto yetkisi vardır. Merkeziyönetim, bu yasalarıAnayasa Mahkemesi’ne veya Ulusal Parlamentoönüne getirerek geçersiz sayılmasınıisteyebilir.

İtalyan Anayasasındaki bu hükümler, özerk yönetimlerinstatüsünün merkezi yönetim ile eşit olmadığını; merkezi yönetimin üstünolduğunu gösteriyor. Özerk yönetimler, federe birimlerden farklıolarak,kendi yetki alanlarına giren konular bakımından nihai karar vermeyetkisine sahip değildirler. Merkezi yönetim ile bölgesel yönetimlerin

811

eşitlik ve bağımsızlığısağlanmamıştır. Oysa, federal sistemde, federalyönetim ile federe yönetimler arasında anayasa önünde eşitlik ilkesigeçerlidir. Yönetimlerin hiç biri diğerinden üstün değildir. Hukukiaçıdan birbirine eşit olan yönetimler, kendi yetki alanlarıiçinde, diğeryönetimlerin müdahalesinden uzak (bağımsız) bir şekilde faaliyetgösterirler.

Üniter devletlerdeki özerk yönetimler ile, federal devletin federeyönetimleri arasındaki önemli farklardan biri de, yetkileringüvencesidir. Federal sistemde, yetki bölüşümüne ilişkin kurallaranayasa ile belirlenir ve yönetimlerden biri tarafından tek yanlıolarakdeğiştirilemez. Buna karşılık, üniter devlette özerk yönetimlerinyetkileri, genellikle yasa ile düzenlenir. İtalya ve İspanya örneklerindeolduğu gibi, anayasal güvence söz konusu olsa bile, merkezi yönetimtek yanlıbir işlemle yetki bölüşümüne ilişkin anayasa hükümlerinideğiştirebilir. İtalyan ulusal parlamentosunun her iki kanadının,anayasa değişikliğine ilişkin bir düzenlemeyi, üç ay ara ile, iki kezgörüşüp kabul etmesi yeterlidir. Karar salt çoğunlukla alınır. Özerkyönetimlerin bu değişikliği onaylamalarıkoşulu aranmaz.

Burada, özerk yönetimlerin yetkilerinin güvencesi bakımındanönemli olan, ulusal parlamentonun anayasa değişikliğini hangiçoğunlukla kabul edeceği değildir. 2/3 veya 3/4 gibi nitelikliçoğunluklar aransa bile, anayasayı değiştirecek olan merkeziyönetimdir. Bu nokta, özerk bölgelere ayrılmışüniter devleti federaldevletten ayıran temel bir özelliktir. Federal devlette, yetkibölüşümüne ilişkin kuralları yönetimlerden biri tek başınadeğiştiremez. Anayasa değişikliği, hem federal hem de federeyönetimlerin onayıile gerçekleşir.

İtalya, İspanya, Fransa ve Birleşik Krallık’ta bölgesel birimlereözerklik verilmesi, bu ülkelerin siyasal sistemlerini üniter olmaktançıkararak federalizme dönüştürmüşdeğildir. Söz konusu olan, ünitersiyasal sistem içinde, sınırlıveya genişbir özerklik uygulamasıdır. Buülkelerin hiçbirinde, özerk yönetimlerin ulusal yönetimle hukuki eşitliğisağlanmamıştır. Özerk yönetimlerin, federal devletlerde olduğu gibi,ulusal karar alma sürecine etkin bir şekilde katılmalarısöz konusudeğildir. Ulusal yönetimin üstünlüğü tartışmasız kabul edilmiştir. Özerkyönetimler, yetkilerini ulusal (merkezi) yönetimden alan ve bu anlamdaona bağımlı iktidar merkezleridirler. Bütün bu özellikler, özerkyönetimlere sahip üniter devletler ile federal devletlerin, farklınitelikleriolan siyasal örgütlenmeler olduklarınıgösteriyor.

812

Bu açıklamaların ışığıaltında, davalıParti’nin savunduğusistemin, üniter devlet ilkesine, dolayısıyla SPK 80 hükmüne aykırılıkoluşturmadığı anlaşılmaktadır. İddianamede, Anayasa’da,federasyonun yanısıra, “özerk bölge”, “özerk yönetim” gibiyapılanmalara bilinçli olarak yer verilmediğini, bu tür “merkeziyetçiolmayan idari yapılanmaların” ülke bütünlüğünü bozduğu belirtilmiştir.Davalıpartinin merkeziyetçi olmayan bir idari sistem öngördüğü veözerk yönetimlerin kurulmasınıistediği açıktır. Fakat, bu durumkapatma gerekçesi yapılamaz. Bir konunun anayasada düzenlenmemişolması, onun partiler açısından savunulmasıyasak bir görüşolduğunugöstermez. Partiler, anayasada öngörülen kapatma nedenlerine aykırıolmamak koşuluyla, anayasada bulunmayan herhangi bir konuyusavunabilir ve bir anayasa değişikliğini gündeme getirebilirler. Aksi halde,Anayasanın nasıl değiştirileceğini düzenleyen 175. maddenin hiçbirhükmü kalmazdı. Yürürlüğe girdikten sonra, Anayasa’da önemlideğişiklikler yapıldığıunutulmamalıdır. Bugün, anayasayıdeğiştirmedende, merkezi yönetimin yerel yönetimlere önemli yetkiler aktarmasıvebu yetkileri yasal güvenceye bağlamasımümkündür. Aynışekilde,üyeleri yöre halkıtarafından seçilen il genel meclisinin karar alma vepolitika üretme sürecindeki etkinliği arttırılabilir.

Davalıpartinin savunduğu bazıgörüşlerin pratiğe aktarılması,ancak anayasa değişikliği ile mümkün olabilir. Merkezi yönetimin, yerelyönetimler üzerindeki denetiminin idari vesayet olmaktan çıkartılarak,hukuka uygunluk denetimine dönüştürülmesi gibi. Böyle bir değişikliğinbölünmezlik ilkesini ihlal eder bir yönü yoktur. Partinin,merkeziyetçiliğin azaltılmasıyönündeki diğer görüşleri de bölünmezlikilkesine aykırıdeğildir.

İddianamede, idari adem-i merkeziyetçilik politikasının SPK 80hükmünün yanısıra, aynıyasanın 78-b hükmünü de ihlal ettiği ilerisürülmüştür. Yani, partinin özerk yönetimler kurulmasınıistemesi,bölge ve ırk esasına dayanmak olarak yorumlanmıştır. GenelBaşkanın, İspanya modelinin örnek alınabileceğini belirtmesi de buyargıyıgüçlendiren bir gerekçe olarak kullanılmıştır. İspanya’da özerkyönetimler, yukarıda belirtildiği gibi, tarihsel, kültürel, dilsel, veyaekonomik özellikleri ortak olan coğrafi bölgelerde oluşturulmuştur.Davalıparti, özerk yönetimlerin, etnisite, dil, din veya kültür öğesidikkate alınarak oluşturulmasınısavunmamaktadır. Bu bağlamda,Türklerin, Kürtlerin, Arapların, Lazların vb. yaşadıklarıyerlerde özerkyönetimlerin kurulmasıgibi bir görüşleri yoktur. Türkiye’nin mevcutidari sistemi baz alınarak, il ve ilçelere özerklik tanınmasıistenilmektedir. Bilindiği gibi, il ve ilçeler idari birimlerdirler. Partinin,

813

savunduğu sistemi idari adem-i merkeziyetçilik olarak adlandırmasınınnedeni de budur.

İspanya’nın örnek olarak gösterilmesi, yalnızca, özerkyönetimlerin yetkileri ve kurumlarıbakımındandır. Bunun dışında,partinin savunduğu özerklik İspanya değil, Fransız modeline benzerdir.Fransa’da, yukarıda belirtildiği gibi, bölge yönetimleri, etnik, dilsel,dinsel veya kültürel öğelerle beslenen bir özerkleşme sürecinin ürünüdeğildirler. Ayrıca, İspanyollar, özerkliği ulusun ve ülkenin bölünmesiolarak değerlendirmemekte ve bu hususu Anayasalarında güçlü birşekilde vurgulamaktadırlar. 1978 tarihli Anayasanın 2. maddesişöyledir: “İspanyol ulusunun ayrılmaz birliğini, bütün İspanyollarınortak ve bölünmez anavatanıesasınıbenimseyen Anayasa, onuoluşturan ulusal toplulukların ve bölgelerin özerklik haklarını,aralarındaki dayanışmayıtanır ve güvence altına alır.” Bu açıklamalarınışığıaltında, davalıpartinin bu konudaki görüşlerinin SPK 78-bhükmüne aykırıolduğu kabul edilemez.

Davalıpartinin adem-i merkeziyetçilik ile ilgili görüşleri bakımındannot edilmesi gereken bir özellik de, günümüzde, Türkiye’deki bütünpartilerin benzer görüşleri savunduğudur. Mevcut sisteme egemenolan katımerkeziyetçilikten şikayetçi olmayan bir parti yoktur.Hükümetin de bu konuyu gündemine almasıve ciddi hazırlıklarabaşlamasıdikkat çekicidir. Gazetelere yansıdığıkadarıyla, hükümet,savunma, emniyet ve adalet dışındaki tüm hizmetlere ilişkin yetkileriniillere devretme hazırlığıiçindedir. İllerde, bu yetkiyi, yöre halkıtarafından seçilen il genel meclisi üyeleri ile sivil toplum örgütlerinintemsilcilerinden oluşan il konseyleri kullanacaktır.

5- Türkiye’de Azınlıklar Bulunduğunu İleri Sürme Yasağı

İddianamede, davalıParti’nin Programında ve Genel Başkan’ınaçıklamalarında,Türkiye’de, ciddi sorunlarıolan Kürtlerin ve diğeretnik ve inanç kesimlerinin varolduğundan söz edilerek, SPK 81-ahükmüne aykırıtutum içine girildiği ileri sürülmüştür. SPK’nın ilgilihükmünde, partilerin, Türkiye’de, milliyet, din, kültür, mezhep, ırk veyadil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri süremeyecekleribelirtilmektedir. Burada önemli olan nokta, maddenin, yasaklanandüşüncenin yöneldiği amaç bakımından nedensellik bağının varlığınıaramamışolmasıdır. Diğer bir deyişle, yasakoyucu, burada,Türkiye’deazınlıklar bulunduğu yönündeki görüşün, her zaman bölünmezlikilkesine aykırıbir amaç taşıyacağınıbaştan kabul etmiştir.

814

Sözkonusu madde, ilk bakışta, Anayasada belirtilen bölünmezlikilkesini somutlaştıran; hangi tutum ve davranışların bu ilkeye aykırılıkoluşturacağını tespit eden bir hüküm görünümündedir. Yakındanincelendiğinde ise, bu maddenin, Anayasada öngörülen kapatmanedenlerinin dışında yeni bir kapatma nedeni getirdiği açık bir şekildegörülmektedir. Anayasa, partilerin bölünmezlik ilkesine aykırıamaçlartaşıyamayacaklarınıbelirtmektedir. Yasaklanan, bölünmezlik ilkesineaykırı tutumdur. Bir partinin böyle bir amacı yoksa, tersine,bölünmezlik ilkesine sahip çıkmaktaysa, o partinin bölünmezlikilkesine aykırılık nedeniyle kapatılmasımümkün değildir. Bu bağlamda,Anayasaya uygun bir yasal düzenleme, bölünmezlik ilkesine aykırılıkoluşturan düşünce ve eylemlerin “araç-amaç” bağlantısıkurularakbelirlenmesiyle mümkün olabilir. SPK 81-a hükmü, belirttiği araç ilebölünme amacıarasında nedensellik bağıkurmadığıiçin, Anayasayaaykırıdır.

SPK’da düzenlenen parti kapatma nedenleri ve bu arada 81-ahükmü, 1995 Anayasa değişikliğinden sonra yürürlükten kalkmıştır.Söz konusu hükmün hala yürürlükte olduğu kabul edilse bile,Anayasaya açıkça aykırıolduğu için iptali gerekir. Anayasaya aykırılıkiddiasının incelenmesi, geçici 15. madde nedeniyle mümküngörülmezse, bu maddenin Anayasaya mümkün olduğunca uygun birşekilde yorumlanmasıbakımından araç-amaç bağlantısının kurulmasıve yasaklanan düşüncenin, bölünmezlik ilkesine aykırılığıamaçladığınıntespiti halinde kapatma nedeni sayılmasıgerekir.

Anayasa Mahkemesi, Kürtleri hem hukuksal hem de sosyolojikanlamda “azınlık” kabul etmemekle birlikte, pek çok kararında yinelediğigörüşleri dikkate alındığında, uluslararasıhukukun kabul ettiği ölçütlerbakımından sosyolojik anlamda bir azınlık tanımıve nitelemesi yapmışolmaktadır: “Çeşitli kökenden gelen yurttaşlarımız kendi dil ve kültürünesahip bulunmakta”dır. “Çeşitli etnik kökenlerden gelen TürkiyeCumhuriyeti vatandaşlarıkendi dil ve kültürlerine sahiptirler.”

Çağdaş uluslararasıbelgeler, dil, din ve kültürleri farklıolanbireylerin, farklılıklarının korunmasıve geliştirilmesine yönelik haklardanyararlanabilmek için, azınlık statüsünün tanınmasıgerekmediğini ifadeetmektedirler. Yani, uluslararası standartları (asgari düzeyde)uygulamak için, sosyolojik azınlıkları hukuksal azınlık olaraknitelendirmek zorunluluğu yoktur. Farklıkültürlere saygıve insanhakları ilkesinden hareketle, uluslararasıbelgelerde düzenlenenhaklar pratiğe aktarılabilir. Nitekim, bazıdevletler, söz konusuuluslararasıbelgelerdeki yükümlülükleri, ülkelerindeki farklıgruplara

815

azınlık statüsü tanımadan, temel bireysel hakların tanınmasışeklindeyerine getirmektedirler. Bu yaklaşım, yetersizliği nedeniyleeleştirilmekle birlikte, uluslararası asgari standartlarıgerçekleştirmektedir.

Anayasa Mahkemesi’nin, SPK 81-a hükmünü yorumlarken esasaldığıölçüt “hukuksal azınlık” kavramıdır. “Irk ve dil farklılıklarına göreazınlık statüsü tanımak, ülke ve ulus bütünlüğü kavramıylabağdaşmaz.” SPK’nın 78 ve 81. maddelerinin (a) bentlerinde)“yasaklanan kültürel farklılıkların ve zenginliğin belirtilmesi olmayıp,bunların Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklar yaratarak, ulusbütünlüğünün bozulmasıve buna bağlıolarak ayrımlara dayanan yenibir devlet düzeninin kurulmasıamacıyla kullanılmasıdır.” Buna göre,yasak olan, ülkede etnisite, dil, din veya kültür açısından farklılaşangrupların (sosyolojik azınlıkların) bulunduğunu ileri sürmek değil;bunların azınlık statüsü tanınmasıgereken nitelikte gruplar olduğununbelirtilmesidir.

Davalıpartinin görüşleri SPK 81-a hükmü bakımından nasıldeğerlendirilebilir? Partinin programında ve genel başkanınkonuşmalarında, Kürtler veya diğer gruplar “azınlık”, “ulusal azınlık”,“halk”, “ulus” gibi, Mahkemenin ulusal bütünlüğü dışlayıcıolarakgördüğü kavramlar ile nitelendirilmemişlerdir. Benimsenen terimler,“Kürtler”, “etnik gruplar”, “inanç grupları” gibi, Türk ulusunu oluşturan,bir bütünün parçalarınıifade eden kavramlardır. Partinin “azınlık”kavramınıkullanmaktan kaçınması, SPK 81-a yasağınıaşmak içingeliştirilmişbir tutum değildir. Parti programında, Kürtler ile Türklerarasındaki ilişki bir “azınlık-çoğunluk” ilişkisi olarak tanımlanmamış;her iki grubun, kader birliği yapmış, tasada ve kıvançta ortak, ülkeninasli unsurlarıolduklarıbelirtilmiştir. Kürtlere kendi dil ve kültürlerinikoruma ve geliştirme olanaklarının tanınmasıiçin, azınlık statüsüönerilmemektedir.

Partinin yapmak istediği, bu konudaki yasaklayıcıhükümleriyürürlükten kaldırmak, bazıyasalarda yer alan veya uygulamayaegemen olan soy esasına dayalıyaklaşımıvatandaşlık esasınadayanan politikalarla değiştirmektir. Önerilen temel çözüm, etnik-kültürel farklılıklarıbirey hak ve özgürlükleri çerçevesinde hukuksalgüvenceye kavuşturmaktır. Kürtçe eğitim, Kürtçe iletişim gibi haklar,bir azınlık hakkıya da çoğunluğun haklarından farklıbir ayrıcalıkolarak görülmemelidir. Bu haklar, ana dilin serbestçe kullanılmasındatüm yurttaşlara eşit davranılmasını buyuran evrensel normdankaynaklanıyor. Bu norma uygun davranmak ayrıcalık yaratmayacağı

816

gibi, farklıgrupların temel insan haklarından yararlanmasında eşitliğisağlamanın yegane yoludur. Davalıpartinin görüşlerinin, Türkiye’dehukuksal azınlık statüsü tanınmasıgereken gruplar bulunduğunu ilerisürmemesi nedeniyle, SPK 81-a kapsamıiçinde değerlendirilmesimümkün değildir.

6- Türk Dilinden veya Kültüründen Başka Dil ve KültürlerinKorunması, Geliştirilmesi ve YayılmasıYasağı

İddianamede, davalıpartinin, Kürtlerin kültürel haklarına ilişkinyasal düzenlemeler yapılacağı, köy, mezra ve yer isimlerinin Kürtkültürünün parçasıolduğu, dinsel ve kültürel örgütlenme haklarınınönünde engeller bulunduğu, asimilasyonist politikalar izlendiği,uluslararası belgelerdeki hükümlerin Türkiye’de de uygulanmasıgerektiği yönündeki görüşleri nedeniyle, SPK 81 -b hükmünü ihlal ettiğiileri sürülmüştür.

SPK’nın ilgili hükmü, ulus bütünlüğünün bozulmasıamacınayönelik bir aracıtanımlamakta ve yasaklamaktadır. Bu araç, ulusal dilve kültürden başka dil ve kültürleri destekleyerek azınlık yaratmakolarak ifade edilmiştir. Maddede, siyasal partiler, bu aracıkullanarak,“millet bütünlüğünün bozulmasıamacınıgüdemezler” denmekteysede, sözkonusu hüküm amaç-araç bağlantısınıvarsaymış; ayrıcakanıtlanması koşulunu aramamıştır. Böylece, ulus bütünlüğününbozulmasınıamaçlamayan, kendi düşüncesine göre, onu koruyupgüçlendirmek isteyen bir parti, bu görüşüne maddede belirtilen aracıdayanak yaparsa kapatılacaktır. Burada, söz konusu aracın, herzaman bölücü amaçlarla kullanılmayabileceğinin ve bazıülkelerde buaraca ulus bütünlüğünü güçlendirmek için başvurulduğununbelirtilmesinin pozitif bir değeri yoktur. Çünkü, yasakoyucu,sözkonusuaracı, tartışmasız ulus bütünlüğünü bozucu olarak görmüş veyasaklamıştır.

Bu şekilde yorumlandığında, SPK 81-b hükmünün, Anayasadaöngörülen parti kapatma nedenlerinin kapsamıdışına çıktığınıkabuletmek gerekir. Bu hüküm, halen yürürlükte olduğu kabul edilse bile,Anayasaya aykırıdır ve iptal edilmelidir. Anayasa, bölünmezlik ilkesineaykırılık bakımından “amaç” koşulunu aramaktadır. Kullanılan aracınkendi başına bir değeri yoktur. Kapatma nedeni olabilmesi için, ülkeve ulus bütünlüğünü bozucu bir amaç için öngörülmüşolmasıveyazorunlu olarak bu sonucu doğuracak nitelikte olmasıgerekir. Bunedenle, davada Anayasanın 68/4 hükmü doğrudan uygulanacaksa,davalıpartinin, Kürt dili ve kültürünün desteklenmesi yönündeki

817

görüşleri, “amaç-araç” bağlantısıkurularak değerlendirilmelidir. SPK’nınilgili hükmü uygulanacaksa, yine bölünmez bütünlüğe aykırıamacıntespit edilmesi gerekir. Çünkü, bu maddenin, Anayasanın temelilkelerine ve 68/4. maddesine olabildiğince uygun yorumlanması,Anayasanın üstünlüğü esasının ve hukuk devleti ilkesinin bir sonucudur.

Davalıpartinin Programıve Genel Başkan’in konuşmalarıbirbütün olarak değerlendirildiğinde, ulus ve ülke bütünlüğünü bozucu biramacın bulunmadığıgörülmektedir. Ayrıca, özel olarak, Kürt dili vekültürünün korunup geliştirilmesi isteğinin de bölücü bir düşünce ileortaya konmadığı, tam tersine bunun Kürtlerin devlete olan bağlılığınıarttıracağına inandıklarıGenel Başkan tarafından ifade edilmiştir(İddianame, s.34). Bu konu, Ankara 2 Nolu Devlet GüvenlikMahkemesi’nin bir kararında da tespit edilmiştir. Ceza yargısıileAnayasa yargısıfarklıalanlar olmakla birlikte, bir cümle ile söz konusukarara değinmekte yarar var: Mahkeme, davalı partinin GenelBaşkanı’nın, Kürtlerin kültürel haklarının ve bu arada eğitim hakkınıntanınmasıgerektiği görüşünün bölücülük propagandasıolarak kabuledilemeyeceği sonucuna varmıştır.

Bu noktada, Mahkemenin, SPK 81-b hükmünü bugüne dek nasılyorumladığına bakmak gerekir. Mahkemeye göre, SPK’nın “(b)bendinde ise, siyasi partilerin, Türk ulusunca oluşturulan ortak dil vekültürü dışlar biçimde başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek yada yaymak yoluyla ülkede azınlık yaratarak millet bütünlüğününbozulmasıamacınıgüdemeyecekleri belirtilmiştir.”

Yukarıdaki alıntıdan da anlaşılacağıüzere, Mahkeme, sözkonusu yasağın kapsamınıdaraltıcıbir yorum getirmiştir. Buna göre,başka dil ve kültürlerin korunmasıve geliştirilmesinin amaçlanması,ortak dil ve kültürü dışlar biçimde ifade edildiğinde bir kapatma nedeniolacaktır. Ulusal kültür ve dilin korunmasıve güçlendirilmesindenyana olan bir partinin, aynızamanda, ülkedeki başka dil ve kültürlerinkorunmasıve geliştirilmesini amaçlamasıhalinde, bu tutum, SPK 81-bhükmüne aykırılık teşkil etmeyecektir. Belirtmek gerekir ki, bu yorum,SPK hükümleri dikkate alınmaksızın, doğrudan Anayasanın 68/4.maddesine dayanılması durumunda da geçerli olabilecek biryaklaşımdır. Ayrıca, konu ile ilgili uluslararasıbelgelerde, bu yoruma,paralel biçimde, azınlıkların dil ve kültürlerinin korunupgeliştirilmesinin resmi dile zarar vermeyecek ve çoğunluğun haklarınıkısıtlamayacak şekilde yapılabileceği esasıgetirilmiştir.

818

Davalıpartinin, ulusal dil ve kültürden başka dil ve kültürlerindesteklenmesi ile ilgili başlıca görüşlerişöyledir:

- Kürtlerin, kendi çocuklarına Kürtçe adlar takmalarıengellenmeyecektir. Değiştirilen Kürtçe yerleşim birimi isimleri, tekrarorijinal haline kavuşturulacaktır.

- Kürtçe’nin kullanılması, öğrenilmesi ve öğretilmesininönündeki engeller kaldırılacaktır. Her dilde radyo-televizyon yayınıyapılabilecektir.

- Diller ve kültürler üzerindeki yasaklamalar kaldırılacak, bukonuda uluslararasıhukukun standartlarıesas alınacaktır.

- Seçim propagandalarında Türkçe’den başka dilkullanılamayacağına ilişkin yasak kaldırılacaktır.

Burada belirtilen görüşlerin hiçbiri, ulusal dil ve kültürü dışlarbiçimde savunulmamıştır. Kürtlerin yaşadığıbölgelerdeki Kürtçe yerisimleri, aslında ulusal kültürün bir parçasıdır. Ulusal kültür, etnikTürklerin kültürü olmayıp, bütün alt kültürlerin tarih içinde ulaşılmışbirsentezi olduğuna göre, ulusal kültürü zedeleyen davranış, söz konusuisimlerin Türkçeleştirilmesi olmuştur. Aynıesas, bir dönem, çocuklaraKürtçe adlar verilmesinin yasaklanmasıbakımından da geçerlidir.Ulusal kültür, onu zenginleştiren unsurların tahrip edilmesiylekorunamaz, geliştirilemez.

Kürtçe eğitim ve radyo-televizyon yayınına gelince. Türkçe’ninresmi dil olduğunu ve devletin bu dili her vatandaşa öğretme görevibulunduğunu kabul eden bir partinin, bu konudaki görüşlerini, ulusaldil ve kültürü dışlayıcışekilde nitelemek doğru olmaz. Yine, ihtiyaçduyulan yerlerde (Kürtçe’nin yaygın olarak konuşulduğu veya Türkçebilmeyen kişilerin bulunduğu ortamlarda) seçim konuşmalarınınKürtçe yapılmasının bir sakıncasıolacağıdüşünülemez. Partinin, dilve kültür konusunda uluslararası hukukun standartlarınıbenimsediğini söylemesi de, görüşlerini ulusal dil ve kültürüdışlamayacak şekilde oluşturduklarının bir kanıtıdır. Çünkü, uluslararasıhukuk buna olur vermemektedir.

İddianamede belirtildiğinin aksine, davalıparti, Kürtçe’yi, resmi dilyerine genel iletişim ve eğitim dili olarak kullanmayıhiçbir şekildesavunmamıştır. İddianamede de bu iddia varsayılmış; GenelBaşkan’ın hangi sözünden ya da programın neresinden çıkarıldığı

819

belirtilmemiştir. DavalıParti, Kürtçe’nin, resmi dilin yerine geçirilmesiniamaçlamamakta, talep olan yerlerde, resmi dilin yanında, eğitimkurumlarında kullanılmasınıistemektedir. Yine, iletişim dili olarak,Kürtlerin yaşadıkları yerlerde Türkçe’nin yasaklanması, radyotelevizyon yayınlarının yalnızca Kürtçe yapılmasıgibi bir durum sözkonusu değildir. İstenen, Türkçe’nin yanısıra, Kürtçe’nin de her türmedyada kullanılmasına olanak sağlanmasıdır.

İddianame, Kürt dili ve kültürü üzerindeki yasakların kalkmasınıulus bütünlüğüne yönelik bir tehdit olarak görmektedir. Kuşkusuz,ulusun ve ülkenin bütünlüğünün savunulmasıanayasal bir ilke vedevletin dayandığıtemel bir esastır. Ancak, Türkiye’nin, barındırdığıfarklıgrupların dil ve kültürlerine karşı bugüne kadar izlediğipolitikadan her ayrılışıulus bütünlüğüne aykırılık olarak değerlendirmekgerçekçi değildir. Yakın bir zamana kadar, Kürtçe gazete, kitap, dergive müzik kaseti çıkarmak ulus bütünlüğü ile bağdaşmaz kabulediliyordu. Bu alandaki yasağın kalkmasıyla, ulus bütünlüğününbozulduğunu iddia eden olmadığıgibi, hem iddianamede (s.68 ), hemde Anayasa Mahkemesi kararlarında, bu serbestinin tanınmasından,kendi argümanlarının desteklenmesi amacıyla yararlanılmıştır.

İddianamede, davalıpartinin, Kürtçe’nin eğitim ve iletişimalanında serbestçe kullanılmasıgörüşüne karşılık olarak, “yereldüzeyde kalmış, gelişmemiş diller bireylere manevi varlıklarınıgeliştirme olanağısağlayamaz” denmektedir. Bu, kuşkusuz, iki binliyılların eşiğinde, Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden üst düzeyde birkamu görevlisi için oldukça talihsiz bir iddiadır. Yeterince gelişmemişve yaygın olarak konuşuluyor olmasa bile, bir kimsenin, ana dilinikullanmasının onun manevi varlığınıgeliştirmeyeceğini ileri sürmek,kültürlere saygılı, çağdaşve demokrat bir zihniyet ile bağdaşmaz.Ana dilin kullanılmasının, kişinin manevi varlığını geliştiripgeliştirmeyeceğini tespit edecek makam Başsavcılık değildir. Buna herbireyin kendisinin karar vereceği tabiidir. Devlete düşen bir görevvarsa, o da, ana dili Türkçe olmayanlarırencide edecek şekildeonların dilini küçümsemek değil; bireylerin ana dillerini özel vekamusal alanda kullanabilmelerini kolaylaştırmak, en azından engelolmamaktır.

7- Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Genel İdare İçinde Yer Almasınaİlişkin Anayasanın 136. Maddesine Aykırılık

Siyasal Partiler Kanunu’nun, “laik devlet niteliğinin korunması”başlığıaltında sıraladığıkapatma nedenlerinden biri, Diyanet İşleri

820

Başkanlığı’nın genel idare içindeki konumuyla ilgilidir. Bu Kanunun89. maddesine göre, siyasal partilerin, Diyanet İşleri Başkanlığı’nınAnayasada düzenlenen konumuna aykırıamaç gütmeleri bir kapatmanedenidir.

1995 tarihli Anayasa Değişikliği SPK’nın parti kapatmanedenlerini yürürlükten kaldırdığıiçin, bu maddeye dayanılarak davaaçılmasıyerinde değildir. İlgili maddenin, halen yürürlükte olduğukabul edilse bile, açıkça Anayasaya aykırıolmasınedeniyle iptaligerekir. SPK 89, Anayasanın 68/4. maddesinde yer alan laiklikilkesine aykırılık yasağınısomutlaştıran bir hüküm olarak görülemez.Çünkü, Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi açısından zorunlu veyagerekli bir kurum değildir. Bir partinin hem bu kuruma karşıolması, hemde laikliği benimsemesi mümkündür. Öğretide, Türkiye’ye özgükoşulların ürünü olarak ortaya çıkan bu kurumun, genel idare içindeyer almasının, laik devlet düzeni ile bağdaşmadığıkonusunda, gittikçepekişen bir kanıvardır.

Laiklik kavramı, Anayasamızın temel ilkelerinden birisi olmaklabirlikte, içeriği üzerinde kamuoyunun yeterince uzlaşma sağladığısöylenemez. Laiklik, bazen, benzer kavramlar olan “dünyevileşme” ve“laikçilik” ile karıştırılmaktadır. Laiklik, siyasal ve hukuki bir terimdir.Anlamıda yeterince açık olup; siyasal iktidarın meşruluğunun dindenkaynaklanmadığı bir sistemi ifade eder. Bu ilke, dinin devletekarışmasına engel olduğu gibi, devletin de dine karışmasına izin vermez.Dünyevileşme, sosyolojik bir kavramdır ve anlamılaiklikten farklıdır.Dünyevileşme, dinin toplumsal yaşamdaki öneminin azalmasıdemektir.Laikçilik ise, bir felsefi öğreti olarak din karşıtlığıesasına dayanır.

Bu üç kavramdan birincisi, yani hukuki ve siyasal anlamıylalaiklik, demokratik bir rejim için zorunlu koşuldur. Fakat, yeterli koşuldeğildir. Dine dayanmayan laik bir düzen, pekala otoriter ve totaliterolabilir. Laiklik olmadan demokrasi olmaz ama, demokratik olmayanlaik bir düzenin de ahlaki açıdan savunulabilir yönü yoktur. Diğerkavram olan dünyevileşmenin; demokrasi ile böyle yakın bir ilgisibulunmamaktadır. Demokratik rejimler, dinin toplumsal yaşamdakiağırlığının yüksek olduğu, halkıdindar olan toplumlarda da kurulabilir.Kuşkusuz, demokrasi düşüncesinin filizlenmesine olanak tanımayacakderecede karşıt ilkelere dayanan bir dinsel öğretinin toplumsal yaşamaegemen olmasıdurumunda, bu yargıgeçerliliğini yitirecektir. Laikçilik ise,son tahlilde, özgürlük ve eşitlik karşıtıbir tutum sergilemesi nedeniyledemokrasi ile bağdaşmaz. Özellikle, dindar vatandaşların çoğunlukta

821

olduğu toplumlarda, halkın iradesinin reddedilmesi sonucunu doğurur ki,böyle bir rejim demokrasi olarak adlandırılamaz.

Türkiye’deki uygulamaya baktığımızda, bu üç kavramdan ilk ikisiniiçeren bir laiklik anlayışıyla karşılaşırız. Ülkemizin özgün koşullarınedeniyle, Türk Devrimi, dini yalnızca devletin değil, toplumsal yaşamında dışına çıkarmayıhedefledi. Bu anlamda, pek çok yazar, laikliği “din-devlet ayrılığı” olarak değil; çok daha genişbir kapsamıolan “din ve dünyaişleri ayrılığı” olarak tanımlamıştır. Böylece, Türkiye’deki laiklik, siyasal vehukuki boyutunun yanısıra, dünyevileşmeyi de içeren bir anlamkazanmıştır. Fakat, laikliğin, Türkiye’de, hiçbir zaman, laikçilik olarakuygulandığı, din karşıtlığına dönüştüğü söylenemez. Yapılan, dinin siyasalve toplumsal yaşamdan çıkarılıp, vicdanlara bırakılmasıydı. Bu da,İslam’da hiç bulunmayan bir kavramla ifade etmek gerekirse, birreformdu.

Dünyevileşme boyutunu da içermesi nedeniyle, Türkiye’dekilaikliğin Batıdaki laiklikten farklıolduğu doğrudur. Ancak, gözdenkaçırılmaması gereken nokta, Batıda, dünyevileşme olarakadlandırabileceğimiz sürecin, laiklik ilkesinin benimsenmesinden önceyaşandığıve toplumsal yaşamın büyük ölçüde akla ve bilime dayalıolarakörgütlendiğidir. Dinin vicdanlara bırakılması, Batıda, Türkiye’ye göre, çokerken tarihte gerçekleşmiştir. Batıdaki laiklik uygulaması, dinin toplumdakirolünün azaltılmasıfonksiyonunu üstlenmemekle birlikte, Batılıülkelerin,sosyolojik anlamda dünyevileşmiştoplumlara sahip olduklarıaçıktır.

Bu bağlamda iki ayrılaikleşme modelinden söz edilebilir. Birincimodel, Batıda Fransa’da uygulanmıştır. Fransa’da, 1789 Devrimi’ninardından, din ve devlet işleri birbirinden ayrıldı. Dinin devlete karışmasınaizin verilmezken, devlet, dini vesayet altında tutan politikalar izledi.Kilisenin mal varlığına el konuldu (millileştirildi). Din adamlarınaAnayasaya sadakat yemini ettirildi. Eskiden kilise kaynaklarındanyararlanan ve devlet ile bir bağıolmayan din adamları, devletten maaşalangörevli statüsüne sokuldular. Devlet, dini öğretimin içeriğini denetledi.

İkinci model, Batıda, İngilizce ve Almanca konuşulan ülkelerdebenimsendi. Bu ülkelerde, din ve devlet ayrılığı, Fransa’dakinden farklıolarak, çatışmacıtarzda değil; uzlaşmacıbir süreç içinde gerçekleşti.Bu süreç içinde, devlet radikal önlemler almadı. Kilisenin özerkliği kabuledildi. Ortaçağboyunca siyasal otorite ile iktidar mücadelesi veren diniotorite, barışçıbir şekilde kendi alanına çekildi.

822

Fransa, radikal ve çatışmacıyöntemini 1880’lerde terk etmeyebaşladı. Bu yüzyılın başında ise, artık, devlet büyük ölçüde elini dinialandan çekmişti. Bugün için Fransa ile diğer Batılıülkelerin laiklikanlayışı arasında çok önemli farklar kalmamıştır. Laikleşmebakımından izlenen yöntemler farklıolmakla birlikte, ulaşılan noktada,dinin siyasal yaşamdan tamamen geri çekilmesi, toplumsal yaşamdakietkisinin ise azalmasısöz konusudur. Din, bireysel ve vicdani bir tercihişi durumuna gelmiştir.

Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın varlığını buperspektiften değerlendirmek gerekir. Türk Devrimi’nin ilkdönemlerinde, bu kurum esas olarak, dinin vicdanlara bırakılmasıgerektiği anlayışını toplumda yerleştirmeyi amaçlayan bir işlevgörmüştür. Yani, dünyevileşme politikasının araçlarından biriolmuştur. Varlığının da gördüğü işlevle sınırlıolmasıdoğaldır. Nitekim,öğretide de, laiklik ilkesi ile bağdaşmadığıkabul edilen bu kurumun,olağanüstü bir tedbir olduğu ve geçici bir uygulama olmasıgerektiğibelirtilmiştir.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bugünkü konumunun yarattığıciddisorunlar ve laiklik ilkesi ile bağdaşmazlığınıaçıklayan görüşler pek çokçalışmada incelenmiştir. Burada ayrıntıya girmeye gerek yoktur. Bukurumun aynen muhafaza edilmesinden yana olanlar kadar,kaldırılmasınıisteyenler de, güçlü gerekçeler ileri sürmektedirler. Budava bakımından önemli olan, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, laikliğintek modeli olmadığının kabul edilmesi ve bu kurumun kaldırılmasınıistemenin laiklik karşıtlığıolarak nitelendirilmemesidir.

Anayasanın Diyanet İşleri Başkanlığı’nıgüvence altına aldığıaçıktır (m. 136). Fakat, bu düzenleme, Anayasanın 2. ve 68/4.maddesinde öngörülen laiklik ilkesinin zorunlu bir sonucu değildir.Anayasanın 136. maddesi değiştirilerek, bu kurumun varlığına sonverilebilir. Programına bu görüşü koyan bir parti, sırf bu nedenle laiklikilkesine aykırıhareket etmişolmaz. Böyle bir sonuca varabilmek için,laikliğe aykırılığın başka bazıolgularla desteklenmesi veya genelgörüşleri itibarıyla partinin laikliğe karşıolduğunun tespit edilmesigerekir. Bir parti hem laiklikten yana, hem de Diyanet İşleriBaşkanlığı’na karşıolabilir.

Bu noktada, Diyanet İşleri Başkanlığı’nısavunmanın da, tekbaşına, laikliği benimsemek anlamına gelmediğini vurgulamakgerekir. Bu konuda, İslami bir devlet düzeninden yana olan M. ŞevkiEygi’nin sözleri anlamlıdır: “Ben şahsen statükonun muhafazasına

823

taraftarım. Zira, zaman İslam’ın ve Müslümanların lehineişlemektedir...Gün gelecek hak yerini bulacaktır. Sünni İslamlıkta din vedünya ayrımıolmadığına göre, mevcut modelin muhafazasıen akıllıyoludur” şerrin ehvenidir.

Hukuk düzenimiz, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın konumunukorumak için, aykırıgörüşleri parti kapatma nedeni yaparken, bukurumun başkanın şu görüşleri savunmasına olanak tanımaktadır:“Türkiye’de ...dini müessese devlet yapısıiçinde yer alıyor... Laikliktensöz edebilmek için din işlerinin devlet içinde olmamasılazımdır.Diyanet İşleri Başkanlığıgibi bir teşkilata devlet içinde yer verilmemesilazımdır. Din işlerinin cemaate bırakılmasılazımdır.”

Diyanet İşleri Başkanının bu sözleri bir çok yönden önemliolmakla birlikte, kendi kurumunu “dini müessese” olarak tanımlamışolmasıözellikle dikkat çekicidir. Anayasa Mahkemesi, kararlarında,bu kurumu laiklik ilkesi ile uyumlu bulurken, ileri sürdüğügerekçelerden biri de, kurumun “dinsel örgüt” olmadığıydı. Mahkemeninbu tespiti, Kurumun ilk dönemleri için bir ölçüde doğru kabuledilebilirse de, bugün, sürekli artan bütçesi, kadroları, yazılıve görselyayınları, büyük bir ekonomik güç haline gelen vakıfları, “fetva”niteliğinde sayılabilecek açıklamaları ile birlikte ele alındığında,Diyanet İşleri Başkanlığı, bir mezhebi esas alarak dini yayan bir devletkurumu durumundadır. Böyle bir örgütün, kurumun başkanının yaptığıgibi, dini müessese olarak adlandırılmasıyanlış bir tanımlamasayılmaz.

SPK’nın 89. maddesinin, bir başka boyutuyla, kurallarkademelenmesi ilkesi ve Anayasanın üstünlüğü esası ilebağdaşmayan bir yönü de bulunmaktadır. Şöyle ki: Bu hükümuyarınca, partiler Diyanet İşleri Başkanlığı’nın statüsünü tartışamayacak,farklıgörüş üretemeyecektir. Bu yasak, kurumun statüsü ile ilgiliAnayasanın 136. maddesini değiştirilemez madde haline dönüştürüyor.Oysa Anayasanın değiştirilemeyecek maddelerinin neler olduğu 4.maddede belirtilmiştir ve bunlar arasında 136. madde yoktur. SPK 89,Anayasanın bir maddesini fiilen değiştirilemez hale dönüştürerek,Anayasa değişikliğine olanak tanıyan 175. maddeye aykırıbir yasamaddesi durumuna gelmiştir.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın konumuna aykırıtutumlarıkapatmanedeni sayan SPK 89 hükmünün halen yürürlükte olduğu veAnayasaya aykırılığının (geçici 15. madde nedeniyle) ilerisürülemeyeceği kabul edilse bile, bu maddenin mümkün olduğunca

824

Anayasaya uygun şekilde yorumlanmasıgerekmektedir. Bu durumda,söz konusu kurumun kaldırılmasının istenmesinin kapatma nedeniolabilmesi için, bu tutumun laikliğe aykırıamaçla yapıldığının tespitigerekir. Çünkü, Anayasanın 68/4. maddesi, laikliğe aykırılığıkapatmanedeni saymıştır.

Davalı parti, programında laikliği benimsediğini açıkçayazmıştır. Önerdiği devlet düzeninin de laik olduğu kuşku götürmez.Programda, dinin cemaatlere bırakılmasının istenmesi, devletin bualandaki denetiminin bütünüyle kaldırılmasıanlamına gelmez.

Dini faaliyetleri cemaatlerin yürüttüğü Batılıülkelerde, devletin,kamu düzeni mülahazasıyla bu alana girmesi, önleyici veyacezalandırıcıolarak müdahale etmesi kabul edilmiştir. Aksinin olmasıda düşünülemez. O ülkelerde devletin yapmadığı, din işlerinin bizzatyürütülmesi ve din hizmeti verilmesidir.

Bu konuda son bir nokta da, davalıpartinin, Diyanet İşleriBaşkanlığı’nın bugünkü işleyişbiçiminin ciddi sorunlar doğurduğu, bunedenle, yürüttüğü faaliyetlerin esaslı kısmının cemaatleredevredilmesi gerektiğini savunmakla birlikte, kurumun hukuki varlığınınsona erdirileceğini söylememişolmasıdır. İddianamede belirtildiği gibi,partinin görüşleri uygulandığında, kurumun tüm görevlerinin ortadankalkması, dolayısıyla kendisinin de varlığının sona ermesi söz konusudeğildir.

DavalıParti, kurumun hangi görevleri yürütmeye devamedeceğini açıklıkla belirtmemektedir. Ancak, onun bütünüylekaldırılmasından yana olduğunu beyan etmemişolması, dikkate alınmasıgereken bir özelliktir.

İddianamedeki suçlamalara teker, teker verdiğimiz bu cevaplardansonra, önemsediğimiz bazınoktalara değinmek istiyoruz.

Hakimin Rolü

Hukukun yapısında biraz tutuculuk var. Genellikle siyasal vetoplumsal gelişmeleri geriden izler. Statükoyu benimser. Fakat geç de olsagelişmelere ayak uydurur. Bunu doğal karşılamak lazım. Ancak hukuku,hiçbir zaman gericiliği koruyan, gelişimi ve değişimi engelleyen birkonuma düşürmemeye özen göstermek lazım. Bu da gelişmelere hızlıayak uydurmakla mümkün. Özellikle siyasal yaşamla ilgili konularda dahabir dikkatli olunmalıdır. Siyasi partiler ve düşüncelerle ilgili normlar,

825

farklısiyasi anlayışlara göre, farklıyorumlar ve farklısonuçlar doğurabilir.Bunu bir örnekle açalım.

Davamızdaki “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüilkesi”ni ihlal, 3713 sayılıTerörle Mücadele Yasası’nda cezai müeyyideyebağlanmıştır.

Bu ilke tekilci, ırkçıbir yoruma tabi tutulduğunda, Türkiye’deTürklerden başka herhangi bir etnik grubun varlığından söz etmek suçsayılmıştır. Pek çok insan bu nedenle cezalandırılmıştır. Ancak nedensonra, bu haksız uygulamadan kısmen vazgeçilmiştir. Irk ve kültürbirliğinin “ulusal bütünlük” için gerekli olmadığı; çoğulcu bir etnik vekültürel yapıyla da, ulusun bütünlüğünün sağlanabileceği gerçeği farkedilmiştir.

Çağımızın gereği de budur. DGM’lerde daha önce suç kabul edilenpek çok ifade, suç kapsamından çıkmıştır.

Ekte sunduğumuz Ankara 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi E.1995/99, K. 1995/120, 04.12.1995 günlü dosya içeriğinden anlaşılacağıgibi, davalıDKP’nin Programına aldığıve dava konusu edilen bütünkonular mahkemede yargılama konusu olmuştur. Dava beratlasonuçlanmış, Yargıtay’ın onayından geçerek kesinleşmiştir.

Yargıdaki uyum ve bütünlük açısından, özellikle de davalıpartiyleilgisi nedeniyle bu kararın Yüce Mahkemenizce dikkate alınacağınıumarız.

Ayrıca, Yüce Mahkemenizin 1996/3 Esasında kayıtlıDemokratikBarışHareketi ile ilgili kapatma davasında, Türkiye’nin taraf olduğuuluslararasıantlaşmaların dikkate alındığı, çağın gereklerine uymaihtiyacının duyulduğu görülmektedir. Adıgeçen Siyasi Parti’nin kapatmadavasının reddedilmişolduğu da bu gerçeği teyid etmektedir.

Demek ki, aynıyasalarla, demokratik-çağdaşbir yorumla dahaadil bir karara varmak mümkündür. İşte hakimin önemi ve rolü kendisinigöstermektedir. “İyi hakim varsa, kötü yasa yoktur.”

Sayın BaşsavcıVe Atatürkçülük

Totaliter-otoriter-tekilci bir anlayış, İddianameye yansımıştır. SayınBaşsavcı, Atatürk’ün bazıdüşüncelerini kendisine destek yapma ihtiyacıduymaktadır. Elbette, devletin kurucusu olarak Atatürk’ün düşüncelerininönemi büyüktür.

826

Ne var ki, Atatürk’ün düşüncelerini, donmuşkalıplara döküpdoğmatizmaya dönüştürmek, hem Atatürk’ü anlamamak ve hem deAtatürk’e haksızlıktır. Atatürk’ün hangi amaçlarla, hangi şartlarda ve hangidönemde bu görüşleri serdettiğini kavramak lazım gelir.

Atatürk, “Muassır medeniyet seviyesi”ni hedef göstermiştir. Odönemin “Muassır medeniyeti” BatıAvrupa medeniyeti idi. 1920’li -1930’lu yılların Avrupasına otoriter-totaliter-tekilci anlayışlar egemendi.Yorum ve uygulamalarda bu devletler örnek alındı. Bu devletlerin, “Tekmillet, tek devlet, tek ideoloji, tek parti, tek şef anlayışıTürkiyeCumhuriyeti’ne egemen kılındı. “Muassır medeniyet seviyesi” hedefi bunugetiriyordu.

Bugün de, muassır medeniyeti (çağdaşuygarlığı), Avrupa ve Batıalemi temsil ekmektedir. Ancak, 1930’ların otoriter-totaliter-tekilcirejimlerini lanetleyerek ve terk ederek... Bugün benimsenen rejim; insanhak ve özgürlüklerine dayalı, her türlü farklılığa saygılı, adem-imerkeziyetçi, ekonomide liberalist, çoğulcu-özgürlükçü-katılımcıdemokratikrejimdir.

Kuşkusuz, çağdaş uygarlık düzeyini hedef gösteren Atatürk,bugün hayatta olsaydı, tereddüt göstermeden, Batılıalemin değerlerinesahip çıkacaktı. 1930’lara takılıkalmazdı. Aklın yolu budur. Ve Atatürkakılcıydı. Kimse Atatürk adına 1930’ların değerlerini savunmasın.

DeğişenŞartlara Uyum Sağlamak

Şartların değişmesiyle, anlayışlarda da köklü değişikliklerolabileceğini, Fransa örneği ile gözler önüne sermekte yarar var.

Fransa, yönetimde Türkiye’nin genellikle kendisine örnek seçtiğiülkedir. Türkiye’nin tekilci devlet ve toplum modelini benimsediği; Kürtleriasimile etmeyi devletin temel hedefi haline getirdiği yıllarda, 1925yılında dönemin Fransa Milli Eğitim Bakanışöyle diyor: “Fransa’nıntarihsel birliği için Brötonca’nın ortadan kaldırılmasıgerekir.”

AynıFransa, 1951’de ülkedeki yerel dilleri tanıyan yasaçıkartıyor. 1982’de parlamento Korsika için özerklik yasasıçıkartıyor.Bu köklü değişikliklerle ilgili reformların gerekçesini, CumhurbaşkanıFrançois Mitterrand, 1981’de şöyle açıklıyor: “Fransa’nın kurulabilmesiiçin geçmişte güçlü ve merkeziyetçi bir iktidara gereksinmeduyulmuştur. Bugün ise, dağılmamasıiçin, siyasal erkin ağırlıklıolarak yerel yönetimlere bırakılmasızorunlu duruma gelmiştir.”

827

1925’li yıllarda katıbu merkeziyetçiliği savunan Fransa veTürkiye’den; daha sonra köklü bir değişiklikle adem-i merkeziyetçisisteme geçen Fransa, problemsiz bir şekilde ulusal birliğinisağlamlaştırmıştır. Türkiye ise, 1925’teki katımerkeziyetçiliğinde ısrarederek, bir iç savaşla boğuşmaktadır. Bu durum üzerinde ibretledurulmalıdır.

Fransa üniter bir devlettir; ancak adem-i merkeziyetçilikleyönetilmektedir. Üniter devletle, merkeziyetçi devleti özdeş kabuleden, sayın Başsavcıya Fransa örneği en iyi cevaptır.

Azınlık İddiası

Ne DKP’nin Programında, ne de hiçbir yetkilisinin beyanlarındaKürtler azınlık olarak nitelendirilmiştir. Bu iddia, sayın Başsavcının biryakıştırmasıdır.

DKP’nin Bölge Ve Irk Esasına Dayandığıİddiası

DKP, daha Programının ilk cümlesinde Türkiye’nin bütünsorunlarına sahip çıktığınıifade etmiştir. Ayrıca, Türkiye’nin AvrupaBirliği’ne katılmasınıhararetle savunan bir partidir. Bunun ötesinde“dünya devleti”ni, “dünya vatandaşlığını insanlığa hedef olarakgöstermiştir. Bu karakterde olan DKP’nin, ırkçılık ve bölgeciliklesuçlanmasıbüyük bir insafsızlıktır.

DKP Barışın Ve Huzurun Umududur.

DKP, çok kısıtlıimkanlarla kuruldu. Ne bir yayın organına sahip,ne de profesyonel propaganda gücü var. Ama DKP; kuruluşundanitibaren akl-ıselimle hareket eden, halkınıseven, bu ülkeye huzur vebarışın gelmesini özleyen, çağdaşdünya ile tanışık olan bu ülkeninsaygın basın çevresinden yakın ilgi gördü. Barışve huzurun umuduolarak karşılandı. Heyetinizin DKP’yi daha iyi anlamalarına katkısağlardiye, değişik çevrelerden basın mensuplarının DKP ile ilgiliyazılarından bazıkupürleri ekte sunuyoruz. Dileriz bu yazılar dikkatliceokunur.

DKP’den Rahatsız Olanlar

DKP’den memnun olanların yanında, rahatsız olanlar da vardır.Gerek Türk, gerek Kürt çevrelerinden şiddet yanlısışahinler, çatışmaortamından yarar sağlayanlar, DKP’nin demokratik ve barışçı

828

tutumundan rahatsızdırlar. DKP, bu çevrelerin sürekli saldırılarınamaruz kalmıştır. Bunu anlamak mümkün. Ancak, bir hukuk adamıolaraksayın Başsavcı’nın tutumunu anlamak mümkün değil.

DKP aleyhine açılan kapatılma davası, Kürt sorununun ülkebütünlüğü içinde, demokratik ve barışçıyöntemlerle çözülebilir umudunutaşıyanların, umudunu kırmıştır. Bu umut kırıklığı, şiddet yanlısıayrılıkçıların ekmeğine yağsürmektedir. Bu ülkenin insanına yapılabileceken büyük kötülük de budur.

Sonuç Ve Talep

Bu değerlendirmeler, savunma gerekçelerimiz, hukuki ve yasaldayanaklar ve ekte sunduğumuz belgeler ışığında Demokratik KitlePartisi (DKP) hakkında açılmışbulunan Kapatma Davasıhaksız vehukuksal dayanaklardan yoksun olduğu gibi, Anayasa ve Siyasi PartilerYasası’na göre de kapatmayıgerektiren herhangi bir durum damevcut olmadığından, Partimiz hakkında açılmış bulunan davanınreddine karar verilmesini arz ve talep ederiz.”

Ön savunmaya ek olarak, İstanbul Üniversitesi Hukuk FakültesiÖğretim Üyesi Doç. Dr. Oktay Uygun’un dava ile görüşünü belirleyen birraporu, DKP programıve ayrıbir klasör içinde de kimi yorum, yazıvekararlar Anayasa Mahkemesi’ne sunulmuş ve dava dosyasınakonulmuştur.

III- YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI’NIN ESASHAKKINDAKİGÖRÜŞÜ

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 25.9.1997 günlü, SP.91.Muh.1997/521 sayılıesas hakkındaki görüşünde aynen :

“Davalı Parti’nin ön savunmasının incelenmesinde; esashakkındaki savunmaya geçmeden önce, Anayasa kurallarınınyorumlanmasında izlenen metodoloji ile 23.7.1995 tarihli Anayasadeğişikliği karşısında Siyasi Partiler Kanunundaki parti kapatma nedenlerinidüzenleyen hükümlerin durumu hakkında görüş bildirildiği ve bazıisteklerde bulunulduğu anlaşılmaktadır.

Hiç şüphe yok ki, bir hukuk kuralının yorumlanmasında sadece okuralın tümü ya da bir bölümünü ele alarak onunla bir sonuca varmayaçalışmak çok defa yanıltıcıolabilir. Bu sebeple, yorumlanan o kural,

829

içinde yer aldığıhukuki metinde yer alan öteki kurallar ile birlikte vearasındaki ilişki gözönünde bulundurularak manalandırılmalıdır.

Anayasanın dayanak aldığıtemel ilkelerden birinin özgürlükçülükolduğu muhakkaktır. Ancak, Anayasa kurallarının ve özellikle siyasipartilerle ilgili olanların sırf bu ilke açısından değerlendirilipyorumlanmasıhatalısonuçlara götürebilir. Kaldıki, siyasi partilerhakkındaki Anayasa kurallarımutlak bir özgürlük içermemektedir.Devlet hayatındaki olağanüstü rollerine iddianamede işaret ettiğimizsiyasi partilerin Cumhuriyetin ilkelerini tahrip edici bir güç odağıhalinegelmesine seyirci kalınamayacağından, bu halde siyasi partilerinkapatılmasıesasıkabul edilmiştir. O halde, siyasi partilerle ilgiliAnayasa normlarıAnayasanın öteki temel dayanaklarından biri olandevletin güvenliği ile ilgili esaslarıile birlikte düşünülmelidir. Buesasların başında dava ile ilişkili olarak Anayasanın 68. maddesinin 4.fıkrasında belirtilen devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüilkesi gelir.

Anayasanın l. maddesinde, Türk Devletinin bir Cumhuriyet olduğubelirtildikten sonra 2. maddede “Cumhuriyetin nitelikleri” başlığıaltındaTürkiye Cumhuriyetinin toplumun huzuru, milli dayanışma ve adaletanlayışıiçinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı,başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik vesosyal bir hukuk devleti olduğunun ifade edilmesi karşısında Devlet veCumhuriyetin özdeşkavramlar olarak kabul edildiği ve dolayısıyladevletin güvenliğinin Cumhuriyetin ve onu tanımlayan niteliklerinin degüvenliği anlamına geldiği anlaşılmaktadır. Anayasanın 14. maddesiile, Anayasada yer alan hak (ve bu bağlamda siyasi parti kurma vepartiye girme hakları) ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi vemilletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin veCumhuriyetinin varlığınıtehlikeye düşürmek amacıyla kullanılamayacağıgenel bir ilke olarak benimsendiği gibi, siyasi partilerle ilgili özel hükümolan 68. maddenin 4. fıkrasında, siyasi partilerin tüzük veprogramlarının Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne,Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamayacağı, 14. maddeyi teyidentekrarlanmış ve yaptırımı69. maddenin 5. fıkrasında «kapatma»olarak belirlenmiştir.

Anayasa, Başlangıç’ın 4121 sayılıYasadan önceki ve sonrakimetinlerinde, hiçbir düşünce ve mülahazanın Türk varlığının devleti veülkesiyle bölünmezliği esasıkarşısında korunma göremeyeceğinibelirtmek suretiyle kuralların yorumlanmasına ışık tutmaktadır. Şu halde,

830

Anayasanın siyasi partilerle ilgili hükümlerinin bu hukuki çerçeve içindeyorumlanmasıgerekir. İddianamedeki yorum yöntemi de budur.

Ön savunmada ileri sürülen diğer bir görüş, 23.7.1995 tarihindeAnayasanın 68 ve 69. maddelerinde yapılan değişiklik sonucundaSiyasi Partiler Yasasında yer alan kapatma sebeplerinin geçerliliğinikaybettiğidir.

Bu iddiayıincelemek için önce, 68 ve 69. maddelerin kapatmayailişkin bölümlerinin iddianamede uygulanmasıistenen yasa maddeleri ilesınırlıolarak eski ve yeni durumlarınıkarşılaştırmak gerekir.

68. maddenin önceki 4. fıkrası, siyasi partilerin tüzük veprogramlarının, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insanhaklarına, millet egemenliğine, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerineaykırıolmayacağınıbelirlemiş, 4121 sayılıYasa ile yapılan değişiklikte buhususlar aynen muhafaza edilmiştir.

Değişiklikten önceki hukuki varlıklarını sürdüren Anayasahükümlerine göre, siyasi partiler, Anayasa ve kanun hükümleri içerisindefaaliyetlerini sürdürürler (m. 68, f. 3), siyasi partilerin kuruluş veçalışmaları, denetleme ve kapatılmalarıkanunla düzenlenir (m.69/f.son). Bunlardan başka 68. maddenin değişiklikten sonraki 7. fıkrasıyükseköğretim öğrencilerinin parti üyelikleri, 69. maddenin değişik 1. fıkrasısiyasi partilerin parti içi düzenlemeleri ve çalışmalarında uyacaklarıdemokrasi ilkelerinin uygulanması, değişik 3. fıkrası, siyasi partilerin maledinimleri ile gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun tespiti konularındaAnayasa Mahkemesince yapılacak denetime ilişkin yöntemler ile bunaaykırılık halinde uygulanacak yaptırımlar hususlarının kanunladüzenlenmesini emretmektedir. 1961 Anayasasının 57. maddesinde debenzer bir düzenleme bulunmaktaydı. Bu düzenleme tarzıanayasalarınniteliğine tamamen uygundur. Çünkü Anayasalar belli bir konuyudüzenleme amacıyla sadece ilke temelinde genel ve soyut hükümlersevk edebilirler. Her konuyu ayrıntılarıile belirlemek Anayasa tekniği ilebağdaşmaz. Bu düşünceden hareket eden mülga 648 sayılıve halenyürürlükte bulunan 2820 sayılıSiyasi Partiler Yasaları, Anayasanın,siyasi partilerin tüzük ve programlarının aykırıolamayacağınıemrettiğiilkelerine uyulmamasıhallerini yaptırım niteliğinde olmak üzere birerkapatma sebebi olarak ve Anayasal ilkeleri teyiden düzenlemiştir.İddianamede davalıparti hakkında uygulanmasıistenen Siyasi PartilerYasasının 78. maddesinin (a) ve (b) bentleri, 80. maddesi ve 81.maddesinin (a) ve (b) bentleri hükümleri, Anayasanın değişik 68.maddesinin 4. fıkrasında, siyasi partilerin tüzük ve programlarının aykırı

831

olamayacağıkabul edilen ve devletin ve dolayısıyla Cumhuriyetinvarlığınıkorumaya yönelik, Anayasanın Başlangıç’tan itibaren pek çokhükmünde tekrarladığıdevletin ülkesi ve ulusuyla bölünmezliği veulusal devlet ilkelerinin değişik cephelerden ortaya konmuş birerbelirtisidir, onların somutlaştırılmış halleridir. Nitekim, AnayasaMahkemesi de, 10.7.1992 gün, E. 1991/2 (Siyasi Parti Kapatma), K.1992/1 sayılıkararında, “... Siyasi Partiler Yasasının getirdiği yasaklar,Anayasanın 68 ve 69. maddelerinde yer alan kapatılma nedenlerininsomutlaştırılmasıolarak düşünülmelidir. Bu hükümler “milli devlet niteliğininkorunması” ilkesinin yaptırımlarıdır. Çünkü, Anayasanın 69. maddeninson fıkrasında, siyasi partilerin kuruluşve faaliyetleri, denetleme vekapatılmaları yukardaki esaslar dairesinde kanunla düzenlenir”denilmektedir...”şeklindeki görüşüyle sorunu açıklığa kavuşturmuştur.

Aynıhukuki ilişki devletin değiştirilemez temel niteliklerinden olanlaiklik ile Siyasi Partiler Yasasının 89. maddesi arasında da mevcuttur.İddianamede belirtildiği gibi, Diyanet İşleri BaşkanlığıKuruluş veGörevleri Hakkında Kanunun genel gerekçesinde, yasanın hedefaldığı amaçlar arasındaki, bu örgütün görev ve yetkilerininbelirlenmesinde Anayasanın laiklik anlayışına uygunluğun esasalındığının açıklanması, Anayasanın 136. maddesinde genel idareiçinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığının görevlerini yerinegetirirken laiklik ilkesi doğrultusunda hareket etme yükümlülüğünügetirmişolmasıkarşısında, laiklik ilkesi ile genel idare içindeki Diyanetİşleri Başkanlığıarasında sıkıbir ilişki varlığınıkabul etmek gerekir.Nitekim, Yüksek Mahkemeniz de 21.10.1971 gün, E. 1970/53, K.1971/76 sayılıkararında, Diyanet İşleri Başkanlığının Anayasada yeralmasınılaiklik düzen ve esaslarıile açıklamıştır.

Bu durumda, Siyasal Partiler Yasasının 89. maddesiyleöngörülen, Diyanet İşleri Başkanlığının yerinin korunmasına ilişkinyasaklamanın Anayasada yer almadığıve 4121 sayılıyasadan sonrageçerliliğini kaybettiği şeklindeki görüşkabul edilemez.

Şu husus vurgulanmalıdır ki, Anayasanın ve Siyasi PartilerYasasının devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmezliğini siyasi partilerinamaç ve çalışmalarıyönünden güvence altına alan hükümleri varolmasa bile, Anayasanın 11. maddesi uyarınca, Başlangıç kısmıile 2. ve3. maddelerindeki bölünmezlik temel kuralıile bağlıve sınırlıbulunanbütün siyasi partilerin, ülkenin ya da ulusun bir bölümünün, var olanbütünlüğünü bozarak ayrılmasısonucunu doğrudan ya da dolaylıolarak meydana getirme olasılığıbulunan her türlü davranıştan,sözden ve yazıdan kaçınmasıve çalışmalarınıbu bütünlüğü daha da

832

pekiştirecek biçimde yürütmesi gerekir. Siyasi partiler ırk ayrımcılığınıve bunun siyasi ve hukuki sonuçlarını amaç ve erek olarakbenimseyemezler. Tersine davranışları, uluslararası hukukta dabenimsenen, devletin varlığını güçlendirerek sürdürmek,bağımsızlığına ve varlığına yönelik tehlikelere karşıönlemler alıpuygulamak yetkisi çerçevesinde, siyasi partileri de kapsayacakbiçimde, alacağıönlemlerle karşılamasıdevletin doğal hakkı, kamudüzenini koruma yönünden de görevidir.

Bir an için, Siyasi Partiler Yasasının kapatma sebebi olarakbelirtilen maddelerinin yürürlükte bulunmadığıkabul edilse bile,Anayasanın Başlangıç’ı, 2. ve 3. maddeleri ile birlikte yorumlanmasıgereken 68. maddesinin 4. fıkrasıve 69. maddenin 5. fıkrasıuyarıncadavanın görülmesi ve sonuçlandırılmasıyine de mümkündür.

Sonuç olarak; ön savunmadaki usule ilişkin itirazlara karşıbelirttiğimiz bu görüşlere ilaveten, davalıpartinin yerinde görülmeyensavunmalarının reddiyle, iddianamemizde yasal dayanakları vegerekçeleriyle açıklandığıüzere, davalıpartinin programının bazıbölümleri Anayasanın Başlangıç kısmıile 2, 3, 14, 68, 136. maddeleriyoluyla Siyasi Partiler Yasasının 78. maddesinin (a) ve (b) bentlerine,80. maddesi, 81. maddesinin (a) ve (b) bentlerine ve 89. maddesineaykırıolduğundan, Demokratik Kitle Partisinin aynıyasanın 101.maddesinin (a) ve (b) bentleri uyarınca kapatılmasına karar verilmesiarz ve talep olunur” denilmiştir.

IV-DAVALI SİYASİPARTİNİN ESAS HAKKINDAKİSAVUNMASI

Demokratik Kitle Partisi’nin 18.11.1997 günlü esas hakkındakisavunmasında özetle :

Ön savunmalarında, “Anayasa normlarının yorumlanmasındaizlenmesi gereken metodoloji” ve “23.7.1995 tarihli Anayasa değişikliğikarşısında SPY’nın parti kapatma nedenlerini düzenleyenhükümlerinin durumu” üzerinde durduklarını; bu savunmada ise,Anayasa normlarının, içinde yer aldığıAnayasa geleneğinin vücutverdiği “Anayasa Tipi” çerçevesinde ve ışığında yorumlanmasıgerektiğine işaret edecekleri;

Anayasamızın “Batılı liberal-demokratik anayasa geleneğinedahil olduğu” iddiasınıtaşıdığı, bu anayasa tipinin temel karakterinin,“demokratlık”, “özgürlükçülük” ve “hukuk devletine bağlılık” olduğu,

833

Anayasamızın normlarının bu temel ilkelerin ışığında yorumlanmasıgerektiği;

Başsavcı’nın Esas Hakkındaki Görüş’ünde belirttiği “siyasipartilerin Cumhuriyetin ilkelerini tahrip edici bir güç odağıhalinegelmesine seyirci kalınamayacağından, bu halde siyasi partilerinkapatılması esası kabul edilmiştir” görüşünü benimsedikleri;kendilerine göre de siyasi partiler hakkındaki anayasa kurallarınınmutlak bir özgürlüğü içermediği; ancak hangi düşünce ve eyleminCumhuriyetin ilkelerini tahrip edici güç odağıhaline gelip-gelmediğinisaptarken; özgürlükçü, demokratik hukuk anlayışının esas alınmasıgerektiği; toplumsal ve siyasal hayattaki değişimi dikkate almayan, hertürlü değişim ve gelişimi önlemeyi marifet bilen bir anlayışın;Cumhuriyetin artık, demode olmuş, toplumun ihtiyaçlarına cevapveremez duruma gelmişilkelerinin ıslahı, düzeltilmesi, yeni ihtiyaçlaragöre revize edilmesine yönelik, iyi niyetle ve isabetle yapılan her türlüöneri ve isteğin, Cumhuriyetin ilkelerini tahrip edici niteliktedeğerlendirilemeyeceği; halbuki böyle bir anlayışın tüm iddianameyeegemen olduğu, kendilerinin karşıçıktığının da olduğu; Yoksa,“Cumhuriyetin ilkelerini tahrip edici güç odağıhaline gelmeyi, serbestbırakalım” gibi bir görüşü savunmadıkları;

Ön savunmada, “23.7.1995 tarihinde Anayasa’nın 68. ve 69.maddelerinde yapılan değişiklik sonucunda, SPY’da varolan, ancak68/4, maddede belirtilen kapatma nedenlerini aşan, siyasi partikapatma ile ilgili kuralların, uygulanabilme şansının kalmadığı” görüşünüsavundukları; Başsavcının da, RP ile ilgili kapatma davasında, bugörüşe ağırlık verdiği; ancak, bu dava ile ilgili Esas HakkındakiGörüşünde 2820 sayılıSPY’nın, siyasi parti kapatma ile ilgilimaddelerini “Anayasada belirtilen parti kapatma nedenlerininsomutlaştırılmış halleri” olarak değerlendirildiği; bu değerlendirmeninyanlışolduğu;

Söz konusu Anayasa değişikliğinden sonra da, Anayasa’da yeralmayan pek çok siyasi parti kapatma nedeninin, SPY’nda kapatmanedeni olarak yerine koruduğu; kendilerine göre, siyasi parti kapatmanedenlerinin Anayasa’nın 68/4 maddesi ile sınırlıtutulmasıve bumaddede yer almayan kapatma ile ilgili iddiaların, dikkate alınmaması,yargılama konusu yapılmamasıgerektiği;

Davanın özü ve esasının, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmezbütünlüğü ilkesini değiştirmek iddiasına dayandığı; bu konudaki görüşler

834

netlik ve açıklık kazanırsa, davada adil bir karara rahatlıkla varılabileceği,diğer suçlamaların da, kendiliğinden çözüme kavuşacağı;

“Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne”, DKP’ninsaygılıolduğu; bu ilkenin, DKP’nin programına ve yetkililerin söylemlerineegemen olduğu, aksini iddia etmenin DKP’yi anlamamak ve DKP’yehaksızlık etmek olacağı; özgürlükçü, çoğulcu demokrasiyi benimseyen,çağdaşdevlet anlayışınıkavrayan hiçbir insaf sahibinin, DKP’ye böyle birsuçlama getiremeyeceği; ancak, çağımızın anlayışlarıyla tanışmayan,halen tekilci-totaliter devlet anlayışıile hareket edenlerin, DKP’yi, bukonuda suçlama hatasına düşebilecekleri;

“Ülke ve millet bütünlüğü”nün soyut kavramlar olduğu, neAnayasa’da ne diğer yasalarda bu kavramların tanımının yapılmamış,öğelerinin belirtilmemiş olduğu, bu kavramlara mana ve ruhkazandırmanın, somutlaştırmanın, mahkemelerin yorumuna bırakıldığı;

Tekilci-totaliter, anti-demokratik bakış açısından, “ülkebütünlüğü”nün merkezi yönetim modelinde görüldüğü; merkezi yönetimmodeli dışındaki yönetim modellerinin, ülke bütünlüğünü bozucu”sayılacağı, oysa, çoğulcu liberal-demokratik devlet anlayışıaçısından,“ülke bütünlüğü”nden amaçlananın ve koruma altına alınanın, ülkeninfiziksel bütünlüğünün sağlanmasıve ülkenin siyasi sınırlarının güvencealtına alınmasıolduğu;

DKP’nin gerek programında, gerek Genel Başkanın konuşmalarında,bu anlamda “ülke bütünlüğü”ne saygılıolduğunu net ve açık bir şekilde dilegetirdiği; bunun gibi tekilci-totaliter, anti-demokratik bakışaçısından,“millet bütünlüğü”nün, etnik, kültürel yönden birlikte aranacağı, etnik,kültürel, dilsel ve dinsel farklılıkların, “millet bütünlüğü”nü bozucusayılacağı; oysa, çoğulcu-demokratik anlayışta, “millet bütünlüğü”nünvatandaşların beraber yaşama iradesinde aranacağı, eğervatandaşlarda beraber yaşama iradesi varsa, etnik, kültürel, dilsel vedinsel farklılıkların “millet bütünlüğü”nü bozucu sayılmayacağı, aksine, bufarklılıkların, milli zenginlik kabul edilerek saygıgöreceği; ne yazık ki,“bölünmezlik ilkesi”nin gerçek amacının ötesinde temel haklarısınırlamanın genel formülü ve gerekçesi olarak kullanıldığı, AnayasaMahkemesi’nin uygulamalarının da genellikle bu doğrultuda olduğu; kimihukukçuların “hukuk, insan hak ve özgürlükleri önündeki değişikengelleri kaldırmakla yükümlüdür.” dediği; ancak, uygulamanın bununtersi olduğu; şoven Türk milliyetçiliğinin etkisinde kalan pek çokhakimin, hukuku, insan hak ve özgürlüklerinin önüne engel olarakdiktikleri;

835

DKP’nin programında belirtildiği gibi; demokratik çoğulcuanlayışa aykırıolan totaliter, otoriter, şoven-milliyetçi bir anlayışla,Anayasa Mahkemesi’nin siyasi partilere yaklaşımının siyasi partileriçin büyük bir tehdit oluşturduğu, siyasi parti kapatma kararlarıyla,Anayasa Mahkemesi’nin adeta, siyasi partiler mezarlığına dönüştüğü;evrensel hukuk kurallarına, hak ve adalet mefhumuna, insanhaklarına dayalıçoğulcu-demokratik anlayışa ters, demokrat kamuoyuvicdanınırahatsız eden yanlışkararların yarattığısakıncaların farkındaolan bazıhakimlerin ortaya çıkan hatalısonuçları, yürürlükte olanyasaların varlığıyla bağlantılandırmaya çalışarak, “ne yapalım, yasalarböyle emrediyor, bizde yasalarıuyguluyoruz” gibi mazeretler ilerisürdükleri; oysa realitenin böyle olmadığı, elbette, tanımı tamyapılmış, öğeleri açıkça sayılmışsomut yasa kurallarınıolduğu gibiuygulamak hakimin görevi olduğu ve takdir yetkisinin çok sınırlıbulunduğu; tanımıtam yapılmayan, soyut kavramlardan oluşan hukuknormlarının uygulamasında, hakimin yorumu ve takdir hakkının, yasanınkendisinden daha fazla önem taşıdığı, zira hukuk normunu ete- kemiğebüründüren, ona ruh katan ve somutlaştıranın hakimin yorumu olduğu;

Dava ile ilgili “ülke ve millet bütünlüğü normu”nun, soyut birkavram olduğu, hakimin farklıyaklaşımıve farklıyorumunun, bunormun uygulamasında kendilerini farklıkararlara, farklısonuçlaraulaştıracağı; siyasi yaşamın gelişimini engelleyen, demokrasimizi ayıplıkonuma sokan Anayasa Mahkemesi’nin siyasi parti kapatma ile ilgilikararlarının vebalini, salt yürürlükteki yasalarda aramanın yanlışolduğu, bu tür sakıncalıkararların esas kaynağını, hakimlerin “ülke vemillet bütünlüğü normu”na hatalıyaklaşımlarında aramak gerektiği;hatada ısrarın, ne ülkeye ne de kimseye yarar ve onurkazandırmayacağı;

İddianamede, parti programının, “siyasal partiler bölge, ırk...esaslarına dayanamazlar” hükmünü getiren SPK’nun 78/b maddesineaykırıolduğunun belirtildiği; oysa sözkonusu hükmün, 1995 Anayasadeğişikliği ile mülga olduğu; bir an için, ilgili SPK maddesinin halenmülga olmadığıkabul edilse bile, Anayasaya aykırılığınedeniyle iptaledilmesi gerektiği;“ ırk ve bölge esasına dayanmak” suçlamasının,DKP’ye yöneltilemeyeceği; DKP’nin, Türkiye’nin tüm sorunlarına sahipçıktığını, Avrupa Birliği’ne Türkiye’nin tam üye olmasınısavunduğunu;programında ve Genel Başkanın konuşmalarında net bir biçimdeortaya koyduğu; DKP’nin, bir dünya devletini, bir dünyavatandaşlığını, insanlığa hedef gösterdiği, böyle bir anlayışısergileyen DKP’yi ırkçılıkla, bölgecilikle suçlamanın, insafasığmayacağı; İddianamede, partilerinin “Kürt sorununun siyasi

836

çözümünü, programının merkezine oturtmak” belirlemesinin,suçlamanın dayanağınıoluşturduğu; oysa diğer partilerin de, Kürtsorununun çözümüyle meşgul olduğu; örneğin, bugünkü CHP’yedönüşen SHP’nin Temmuz-1990 tarihinde Parti Meclisinin onayıveMerkez Yürütme Kurulu’nun uygulama kararıyla yayımladığı,kamuoyuna ve topluma sunduğu parti görüşünün bulunduğu; “SosyalDemokrat HalkçıParti’nin Doğu ve Güneydoğu Sorunlarına BakışıveÇözüm Önerileri” hakkındaki bu raporda, Türkiye’nin etnik ve kültürelçoğulculuğunun belirtildiği; yine aynı raporda, kültürel haklarınverilmesinin önerildiği; kamuoyuna ve topluma yetkili organlarının onayıile, bir uygulama programıolarak sunulan bu görüşve önerilerindendolayı, gerek SHP ve gerekse CHP hakkında herhangi bir davaaçılmadığı; yine, Hürriyet Gazetesi’nde Başbakan Mesut Yılmaz’ınKürt sorunu ile ilgili olarak; “(...) Sorunun siyasi ve kültürel yönü devar (...) şeklindeki belirlemelerine yer verildiği; hukukta çifte standardave farklımuameleye yer olmadığı, birisi için mubah olanın, başkasıiçinsuç olamayacağı;

Başsavcı’nın iddianamede, merkezi devlet ile üniter devletiözdeşleştiren bir anlayışla, kendilerinin adem-i merkeziyetçi yönetimmodelini savunmalarını, “devletin tekliği ilkesi”ne aykırıbulduğu, buiddianın yanlışlığıve geçersizliği ile ilgili cevaplarıÖn Savunmada dilegetirdikleri, tekrardan kaçınmak için, bu konunun üzerinde yenidendurmayacakları; ancak, merkezi yönetim modelinin Türkiye’ninbugünkü ihtiyaçlarına cevap veremediği görüşünün, toplumda,aydınlar arasında, basında ve siyasi partilerde yaygın bir şekildetaraftar bulmakta ve ciddi bir şekilde tartışılmakta olduğu; son olarak,“işbaşındaki 55. Hükümet’in, idari reform yasa tasarısına ilişkin birrapor hazırladığı ve bu konuda çalışmaların yürütüldüğü”nünkamuoyuna duyurulduğu; bu çalışmalar kapsamında yeni idaridüzenlemede kendi görüşleri doğrultusunda, merkezi yönetimin birçokyetkisinin, mahalli yönetimlere devredileceği ve yerel meclislerin yerelparlamentolar şeklinde faaliyet göstereceğine dair bilgilerin de basındayer aldığı; bu gelişmelerin de, DKP’nin programındaki tesbitlerin ve ilerisürülen çözüm önerilerinin isabeti, haklılığı ve ileriyi görenperspektifleri hakkında fikir vereceği;

Ayrıca, iddianamede yeralan 10 Şubat 1997 tarihli MilliyetGazetesi’ndeki söyleşilerinde, “Mahalli yönetimlere bırakılacakgörevler içinde, adalet dağıtımı”nın da yeraldığı;

Söz konusu belirlemenin, ilgili söyleşide bir yanlışlık sonucu yeralmasıgerektiği; çünkü yönetim modeli ne olursa olsun, adalet

837

dağıtımının merkezi yönetimin yetkileri içinde olduğu ve adaletdağıtımının mahalli yönetimlere bırakılmasının, ne Partilerinin ne dekendisinin görüşünü yansıtmadığı;

Ön savunmada belirttikleri gibi, azınlıkların, hukuksal veyasosyolojik bir realite olarak var olabileceği, azınlığın varlığının, sosyolojikbir olgu olduğu, ne kendilerinin, “var” demeleriyle “var” olacağı, ne de“yok” demeleriyle “yok” olacağı;

Yalnız hiçbir yerde Kürtleri bir “azınlık” olarak nitelendirmediklerive Kürtleri, bu devleti oluşturan toplumun “asli unsuru” olarakgördükleri; Başsavcı’nın bu konudaki iddialarının hiçbir maddidayanağının bulunmadığı;

Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürlerin korunması,geliştirilmesi ve yayılmasıyasağıiddiasıile, her türlü dil ve kültürünyasaklanması, sona erdirilmesi, yani, etnik arındırmanın önerildiği,buna aykırıgörüşlerin, kapatma nedeni sayıldığı; etnik arındırmayı,bugün dünyanın herhangi bir uygar ülkesinde savunmanın mümkünolmadığı, böyle bir rejime, demokrasi denilemeyeceği;

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın genel idare içinde yer almasınailişkin Anayasa’nın 136. maddesine aykırılık iddiasıüzerinde önsavunmada, yeteri kadar durulduğu ve ayrıntılıbir değerlendirmeyapılarak, parti programındaki görüşlerin Anayasa’nın 136.maddesine aykırıolarak yorumlanmasının yanlışlığının belirtildiği;Anayasa’nın güvence altına aldığıilkenin, ‘‘laiklik ilkesi” olduğu,DKP’nin de laikliği benimseyen bir parti olduğu; Diyanet İşleriBaşkanlığı’nın, laiklikle ne derece bağdaştığının ise yaygın bir şekildetartışıldığı; kaldıki, programlarında, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın“genel idare dışına çıkartılmasını” önermedikleri, “Din işlerinincemaatlere bırakılmasının laikliğe daha uygun düşeceğini”savundukları; bu görüşlerinden, iddianamede ileri sürüldüğü gibi,“Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hukuki durumunun sona erdirileceğisonucu”nun da çıkartılamayacağı; bu iddialarda da, isabet bulunmadığı;

DKP’nin kapatılma gibi bir endişesinin bulunmadığı; endişelerinin,Mahkeme’nin yanlış kararlarla, toplumsal ve siyasal gelişmeleriengelleyen, kurulu düzendeki haksızlıklarıkoruyan bir konuma düşmesiolduğu;

Muhtemel bir kapatma kararının, bu ülkede demokratik vebarışçıyöntemlerle hak arama ve sorun çözme yollarının kapalı

838

olduğunu resmen tescil edeceği ve bunun, ülkede şiddet yanlılarınınekmeğine yağ süreceği, bunun da, bu ülkeye ve insanınayapılabilecek en büyük kötülük olduğu ileri sürülmüşve sonuç olarak,haklınedenleri olmayan DKP ile ilgili parti kapatma davasının reddinekarar verilmesi isteminde bulunulmuştur.

Esas hakkında savunmanın eki olarak da, Doç. Dr. OktayUygun’un hukukî görüşlerini yansıtan bir raporu ile, “Sosyal DemokratHalkçıPartinin Doğu ve Güneydoğu Sorunlarına Bakışıve ÇözümÖnerileri” başlıklıraporu Anayasa Mahkemesi’ne sunulmuşve bu ikirapor da dava dosyasına konulmuştur.

V- YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI’NIN SÖZLÜAÇIKLAMASI İLE DAVALI SİYASİPARTİYETKİLİLERİNİN SÖZLÜSAVUNMALARI

10.3.1998 gününde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın sözlüaçıklaması, 24.3.1998 gününde de davalıParti Genel Başkanı’nın sözlüsavunmasıdinlenilmiştir.

a- Sözlü Açıklama

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısısözlü açıklamasında özetle :

“Her kapatma davasında olduğu gibi, bu davada da haklıolarak,yani, savunma hakkının gereği olarak davalıpartinin çağdaşlıktan,milletlerarasısözleşmelerden, insan haklarından falan bahsedeceğini,kendisinin de aslında, demokratik ülkelerden birinde hukukçu olmayıtercih edeceğini, çünkü, o ülkelerde anayasa dışıeğilimi olanpartilerin kolay kolay taban bulamadığını, az gelişmişliğin yarattığısıkıntılar istismar edilemediği için, vatandaşların aşırıuçlara kolaykolay kaymadığını, bir de o ülkelerin kendi düzenlerini korumak içinyaptıklarıyasaların, aldıklarıtedbirlerin şikayet konusu olduğunda bizimgibi çifte standart uygulanmadığını; Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi’nin “bunların o günkü ortamda yapılmasıgerekiyor” diyekararlar ürettiğini;

Doğruyu bulmak için, yalnız Türkiye aleyhine verilmişkararlarıdeğil, Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi’nin ürettiği kararlarıdaincelemek gerektiğini;

Bütün dünya ülkelerinde “vatan hainliği” diye bir kavramınolduğunu ve bunun birinci ölçüsü olarak da, ülke bütünlüğü aleyhine

839

faaliyet göstermenin siyasiler için de, diğer kuruluşlar için de vatanhainliğinin kapsamıiçinde mütalaa edildiğini; kendilerinin her şeydenönce ülke bütünlüğünü korumakla görevli olduklarınıve birtakım dışgüçlere, dışardaki birtakım mahkemelere karar beğendireceğiz diyeuğraşmak yerine, ülke bütünlüğünün tehlikeye girdiği, açık ve yakıntehlike unsurlarının her bakımdan oluştuğu, her gün en az biraskerimizin şehit edildiği, Taksim Meydanı’na PKK bayraklarınınçekilmeye çalışıldığı bir ortamda, Anayasamızın verdiği yasalimkanlarıkullanmamız gerektiğini;

Çifte standart uygulanmamasıgerektiğini; her memleketin kendianayasal düzeni olduğunu; örneğin Fransa’da, Korsika ile ilgili olarakparlamento tarafından 13.5.1991’de kabul edilen ve 14 Mayıs 1991tarihinde Fransa’da resmî gazetede yayınlanan 19-426 sayılıYasanın linci maddesinin, tek ve bölünmez Fransız ulusunun bir bileşkesi olanKorsika halkından söz ettiğini; bu yasanın söz konusu maddesininFransız Anayasa Mahkemesi tarafından Fransız ulusunun tek vebölünmezliği yolundaki anayasa ilkesine aykırıgörülerek iptal edildiğini;demokratik bir toplumda, her özgürlükte olduğu gibi, ifade özgürlüğününde bir sınırıolduğunda kuşku bulunmadığını; Türk hukuk sisteminde busınırlamanın ölçüsünün, açıklanan düşüncenin, suça tahrik ve teşvikunsuru oluşturup oluşturmadığıolduğunu;

Nitekim, bütün gelişmişBatıdemokrasilerinde de, suçu öven,şiddeti teşvik eden ya da haklıgösteren, ülke bütünlüğü ve kamudüzenini tehlikeye atan düşünce açıklamalarının, çeşitli kısıtlamalarabağlıolduğunu;

Örneğin, Kuzey İrlanda’da, 1971-1994 yıllarıarasında, terörolayları ile bağlantılıolarak radyo ve televizyona yayın yasağıkonulduğunu; aynı yasağın, 1988-1994 yılları arasında bütünİngiltere’de uygulandığını; İngiliz basınının ise bu dönemde, örnek birsorumluluk duygusu sergilediğini ve terörle bağlantılıolarak toplumdakarmaşa, galeyan ve heyecan uyandırıcıyayınlar yapmaktan özenlekaçındığını, halen bu ülkede, suçu destekleyen ve devlet otoritesinitahribe yönelik yayınlar yapılmasının yasak olduğunu;

Örneğin, İngiltere’de, televizyonda Nelson Mandela ile yapılanbir görüşmeye yayın yasağıkonulduğunu; bu görüşmede, Mandela’nın“IRA, kendi mukadderatınıbelirlemek üzere kurtuluş mücadelesiyapmaktadır. Onlar yabancıbir devlet olan İngiltere’nin sömürgesindenkurtulmak istemektedirler. Biz sömürgeciliğin her türüne karşıyız. Bunakarşımücadele edenleri destekliyoruz” dediğini;

840

Fransa’da da, Vietnam savaşınıprotesto ederek halkıbusavaşa son vermek amacıyla eylemde bulunmaya çağırmanın veyaanarşist veya bölücü propaganda yapmanın halk arasında heyecan vekarışıklık yaratılarak suç işlenmesine ortam hazırlanmasıbağlamındasuç sayılarak cezalandırıldığını;

belirttikten sonra, Cumhuriyet Başsavcısışu hususlarıbelirtmiştir :

Bu genel açıklamalardan sonra, Türkiye Büyük Millet MeclisiKültür ve Sanat Yayın Kurulu tarafından 1997 Temmuz ayındayayınlanan “MilletlerarasıHukuk Açısından Güneydoğu Sorunu veTerörle Mücadele” adlıkitap, davalıpartinin ileri sürdüğü hususlarınyerinde olmadığınıbelgeleyen ve Türkiye’de yayınlanmıştek kaynakkitap olmak niteliğindedir... bu kitaptan bir bölümü bilgilerinizesunuyorum :

“Ülkemizin Güneydoğu bölgesinde yoğun olarak Kürt kökenlivatandaşlarımız yaşamaktadır. Ancak, sürekli göçlerle bu yoğunlukgiderek azalmıştır. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan ve özellikle1950’li yıllardan sonra, ülkedeki özgürlük ortamından yararlanan buvatandaşlarımızın çoğunluğu, kendi istekleriyle ve hiçbir engellekarşılaşmaksızın, ülkenin daha verimli batıbölgelerine göçerek,oradaki vatandaşlarımızla bütünleşip kaynaşmışlar ve hiçbirayrımcılığa uğramadan, ülkenin ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasihayatına katılarak önemli roller oynamışlardır. Dolayısıyla, bölgedekiterör ve şiddet estiren belirli sayıdaki PKK militanlarının ülkedekibütün Kürt halkıadına bağımsızlık savaşısürdürdüğü iddiası, gerçekveriler karşısında, her türlü dayanaktan yoksun bir propagandadır.

Kaldıki, bölgedeki Kürt kökenli vatandaşlarımızın çoğunluğuPKK’nın baskıve zulmü sonucu ülkenin güvenli bölgelerine göçezorlanmıştır. Bunların başka yerlere değil de, kendi istekleriyle ülkeninbatı bölgelerine sığınmaları, terör örgütü ile özdeşleşmekistemediklerinin ve kimin yanında olduklarının açık bir kanıtıdır.

Terör örgütü, başlangıçta, ülkenin, kendilerinin saydıklarıGüneydoğu Anadolu Bölgesini bölerek, kendi mukadderatlarınıbelirlemek ve bölgede etnik milliyetçiliğe ve Marksist-Leninist dünyagörüşüne dayalıbağımsız bir Kürt devleti kurmak amacıyla ortayaçıkmıştır. Ancak, bunun hiçbir zaman gerçekleştirilemeyeceğianlaşılınca, federasyon veya özerklik gibi taleplerle yetinilmiştir. Ne varki, arka arkaya alınan ağır darbeler sonucu, bu tür iddialıtaleplerde degerileme olmuş, bu kez de azınlık haklarıbağlamında bir takım

841

ekonomik, sosyal ve kültürel haklar sağlanması gibi taleplerlekarşılaşılmıştır.

Türkiye Cumhuriyetinin Kürt kökenli vatandaşlarıyla herhangi birsorunu olmadığıgibi, terör örgütünün onlar adına bu tür taleplerdebulunmaya hiçbir hakkıyoktur. Bu nedenle, incelediğimiz bütünuluslararasıbelgeler de teyit edildiği gibi, egemen bir devletin ülkebütünlüğünü korumasıen doğal görevi ve hakkıolduğu cihetle, bunakastedenlere karşımücadele devam edecektir.

Devlete karşı silaha sarılanlar ve devletle savaş halindeolduklarınıiddia edenlerin, güvenlik güçlerinin kararlıve tavizsiztutumlarıkarşısında şikâyete haklarıyoktur. Cinayet, bombalama,mayın döşeme, adam kaçırma gibi yöntemlerle, başta yaşama hakkıolmak üzere, bütün temel hak ve özgürlükleri inkâr edenlerin, insanhaklarına sığınmak haklarıolamaz. Nitekim, bu husus Avrupa İnsanHaklarıSözleşmesinin 17 nci maddesinde de teyit edilmiştir.

Teröristler, açık bir toplum olan demokrasinin sağladığıimkânlardanda yararlanarak, taleplerini zorla kabul ettirmeye çalışmaktadırlar.Demokratik bir toplumda her türlü marjinal düşünceye yer vardır vebunlar terör ve şiddete dönüşmediği sürece bir dereceye kadaranlayışla karşılanmalıdır. Ancak, yüzyılımızın büyük düşünürü KarlPopper’in söylediği gibi, ‘demokrasi, karşılıklıanlayışve hoşgörününhakim olduğu bir rejimdir. Ne var ki, hoşgörü çelişkili bir kavramdır.Sınırsız hoşgörü (tolerance), hoşgörüyü ortadan kaldırır. Hoşgörü sahibiolmayanlara hoşgörü gösterilmesi, hoşgörülü bir toplumun dayatmacılarakarşısavunmasız bırakılması, hoşgörüyle birlikte, hoşgörülü kişinin dekendisini yok etmesine sebep olur.”

Kitapta bütün inceleme konusu belgeler milletlerarasısözleşmelerde incelendikten sonra deniyor ki, “İnceleme konusu bütünuluslararasıbelgelerden ‘azınlık’ sorununu yeknesak bir çözümekavuşturmanın imkânsızlığıaçıkça ortaya çıkmaktadır. Bu alandaBirleşmişMilletler ve Avrupa Konseyi Sözleşmeleri ile AGİT belgeleri,azınlıkların hukuki statüsü ve sahip olduklarıhaklar bakımından bütündevletlerce kabul edilebilecek nitelikte çözüm önerileri ortayakoyamamıştır. Esasen, bu, mümkün de değildir. Azınlık gruplarınınoluşumu, özellikleri, nüfusu ve işgal ettiği alanlar birbirinden çok farklıolduğu için, tarihî süreçte uygulanan azınlık politikalarıarasındafarklılıklar bulunmasıdoğal karşılanmalıdır.

842

Öte yandan, söz konusu belgelerden, devletlerin ülke bütünlüğünükorumak ve ayrılıkçıakımlarıengellemek bakımından, ülkelerindekiazınlıkların varlığınıtanımakta isteksiz davrandıklarıdikkati çekmektedir.Bu yüzden bütün devletlerce kabul edilebilecek bir azınlık tanımıüzerinde görüşbirliği sağlanamamıştır. Bu gerçeği, AGİT AzınlıklarYüksek Komiseri Max Van Der Stoel dahi, ‘Size kendi azınlık tanımımıveremem; ama, azınlığa mensup birisini görürsem tanıyabilirim’ şeklindekiçarpıcıifadeyle teyit etmiştir. Türkiye, 24 Temmuz 1923 tarihli LozanAntlaşmasından başlayarak, kararlı, tutarlıve gerçekçi bir azınlıkpolitikasıizlemiştir.

Modern Türkiye Cumhuriyetini kuran söz konusu antlaşma,‘Azınlıkların Korunması’ başlığıaltındaki 2. Bölümün 37-45 maddeleriarasında, ülkede yaşayan Müslüman olmayan azınlıkların tabi olacağıhukuki rejimi düzenlemiştir. Bu hükümlerde, tarihî gelişmelere uygunolarak, sadece ülkede ikamet eden, Rum, Musevi ve Ermeniler azınlıkolarak nitelendirilmişve hukuki statüleri güvence altına alınmıştır.

Lozan Antlaşması, eşitlik ilkesinden hareketle, söz konusuazınlıklara karşıher türlü ayrımcılığıyasaklamıştır. Ne var ki, aynıantlaşmayla yükümlülük altına giren Yunanistan, ülkesindeki Türkazınlığa karşıbilinçli bir asimilasyon politikasıuygulamaktadır. 1985’tenberi Türklerin ev ve arazi alıp satmaları, iş kurmaları, okullarınıyenilemeleri yasaklanmış, din ve ifade özgürlükleri kısıtlanmıştır.Ayrıca, Yunanistan, Vatandaşlık Kanunu, etnik Yunan kökenlilerle, diğeretnik kökenden olan Yunan vatandaşları arasında ayırımcılıkyapmaktadır.

Nitekim, BirleşmişMilletler Irk AyırımcılığıKomitesi, Sözleşmenin2 (c) maddesine dayanarak, Yunanistan’ıyasanın değiştirilmesi veuygulamanın da ayırımcılığı engelleyecek şekilde düzenlenmesikonusunda uyarmıştır.

Antlaşmanın 39. maddesinde, azınlıkların eşitlik ilkesiçerçevesinde Türklerin yararlandığıbütün medenî ve siyasî haklardanyararlanacağıbelirtilmiştir. 38. maddede ise, azınlıkların kamu düzenive genel ahlâka aykırıdüşmemek şartıyla, dinî inanç ve mezhepleriningereklerini yerine getirebilecekleri ve millî savunma amacıyla yapılankısıtlamalar dışında ülkede seyahat ve ikamet özgürlüğüne sahipolduklarıöngörülmüştür.

Lozan Barış Antlaşması, azınlıkların statüsünü belirlemede,Müslüman olmayan azınlıklara atıfla, etnik kökeni değil, dinî inanışı

843

esas almıştır. Bu nedenle, Kürt kökenli Müslüman vatandaşlarımızınbu bağlamda azınlık sayılarak, kendilerine, bazıçevrelerce tavsiye vetelkin edildiği şekilde, azınlık haklarıtanınmasımümkün değildir.

Türkiye, bu anlaşmayla kabul ettiği, ‘statüleri uluslararasısözleşmelerle belirlenen gruplarıazınlık sayma’ şeklindeki tezini,daha sonra uluslararası kuruluşlar çerçevesinde konuya ilişkinçalışmalarda da ısrarla savunmuşve tutarlıbir tavır sergilemiştir.

AGİT çerçevesinde ve BirleşmişMilletler çalışmalarında ve sonolarak BirleşmişMilletler Çocuk Haklarıda dahil, sözleşmeye koyduğuçekinceler var. “Çekince, Türkiye Cumhuriyeti” diyor, “Sözleşmenin17, 29 ve 30 uncu maddeleri hükümlerini, Türkiye CumhuriyetiAnayasası ve 24 Temmuz 1923 Tarihli Lozan Antlaşmasıhükümlerine ve ruhuna uygun olarak yorumlama hakkını saklıtutmaktadır.” Bu, çok önemli.

Türkiye Cumhuriyeti üniter bir devlettir. Anayasanın 66.maddesine göre, ‘Türk devletine vatandaşlık bağıile bağlıolan herkesTürktür.’ Anayasalar modern devletlerin toplumsal sözleşmeleriniteliğiyle, yöneten ve yönetilen herkesi birleştiren ve tarafların hak veyükümlülüklerini belirleyen belgelerdir. Dolayısıyla, bireyle devletarasındaki hukuk bağıkuran, anılan hüküm, vatandaşlığıetnik değil,hukuki ve siyasî bir kavram olarak tanımlamıştır.”

Bu nedenle, zaten anayasal bir tanım söz konusu olduğu için birzamanlar ortaya atılan ve içeriğinin ne olduğu anlaşılamayan anayasalvatandaşlık gibi konularda tartışmaya girmenin hiçbir anlamıyoktur.

“Kuşkusuz herkesin bir etnik kökeni vardır. Kimileri geçmişiyle,soyu ve sopu ile övünür, bazılarıda çeşitli nedenlerle bunlarıgizlemeihtiyacınıduyabilir. Bu, kişinin kendi iradesine kalmışbir şeydir. Ancak,dışa vurulmasızorunlu olan tek bir kimlik vardır; o da bireyin vatandaşıolduğu devletin kimliğidir. Kişi özel hayatında, çevresiyle ilişkilerindeLaz, Çerkez, Kürt vesaire olarak tanınabilir. Ancak, resmî temaslardahukuki işlemlerle öne çıkan tek bir kimliktir; o da vatandaşlıktır. Birlikteyaşama arzusu insanlarıbir potada eritmiş ve vatandaş kimliğinibelirlemiştir.

Anayasanın 10. maddesinde, ‘herkesin dil, renk, cinsiyet, siyasîdüşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırımgözetilmeksizin kanun önünde eşit’ olduğu öngörülmüştür. Böylece,eşitlik ilkesi ve ayırımcılık yasağıen üst düzeyde, anayasal normlar

844

olarak güvence altına alınmıştır. Ayrıca, Türk Anayasası, Batıdemokrasilerinin çoğundan daha ileri bir düzeyde, çok genişbir temelhak ve özgürlükler katalogu ihtiva etmektedir. Bunlardanyararlanmada, Kürt kökenli vatandaşlarımız da eşit hak ve fırsatlarasahip olduğu için, ilave olarak diğer bazıhaklar daha tanımak,kendilerini diğer vatandaşlara oranla imtiyazlı bir konumakavuşturacağından bu tür taleplerin itirazlarla karşılanacağından dakuşku yoktur. Ülkede herkes, yeteneğine göre, eğitimde, işbulmada, işhayatında, seyahat ve ikamette eşit hak ve özgürlüklere sahiptir.Kimseye etnik kökeni dolayısıyla günlük yaşamında güçlüklerçıkarılmamakta ve ayırımcılık yapılmamaktadır.

Güneydoğu Anadolu Bölgesi, bin yıllık Türk tarihinde herzaman devletin ayrılmaz bir parçasıolmuşve orada yaşayan halk da,etnik kökeni ne olursa olsun, tarihin hiçbir döneminde azınlıksayılmamıştır. Bir an için azınlık statüsünde olduğu kabul edilse dahi,ülkedeki Kürt kökenli nüfusun uluslararasısözleşmeler ve diğerhukuki belgelere dayanarak, devlete karşıherhangi bir taleptebulunmalarımümkün değildir.

Herşeyden önce belirtilmelidir ki, tarihî, coğrafî, siyasî ve başkanedenlerle, devletlerin farklıazınlık politikalarıizlemeleri, bu alandateamüli devletler hukuku kurallarının oluşumunu ve bunlarınuluslararasısözleşmelerle kodifıye edilmesini engellemiştir.

Ayrıca, AK sözleşmelerinde olduğu gibi, güçlükle ve uzun veyoğun çabalar sonucu hazırlanan sözleşmenin bir kısmıhenüzyürürlüğe dahi girmemiştir. Bu alandaki AGİT belgeleri ise, bireruluslararasısözleşme olmadığından, imzalayan devletler açısındanhukuken bağlayıcıdeğildir. Bunlar, devletler hukukunun, teamülikurallarıkodifıye ettiği ölçüde, siyasî açıdan bağlayıcıolsalar da,uluslararası sözleşmeler gibi bağlayıcılığı ve yaptırımıbulunmamaktadır.

Konuya ilişkin Birleşmiş Milletler sözleşmeleri ise, ‘azınlıkhakları’ üzerine değil, ayırımcılık yasağıve eşitlik ilkesi üzerinekurulmuştur. BirleşmişMilletler Şartının 27. maddesi, dil, din, ırk vebaşka nedenlerle her türlü ayırımcılığıreddederek, herkesin eşit hak veözgürlüklere sahip olduğuna ilişkin temel ilkeyi koymuştur. Konununayrıntıları ise, Birleşmiş Milletler Her Türlü Irk AyırımcılığınınÖnlenmesi Sözleşmesi (1965) ile, BirleşmişMilletler Medeni ve SiyasîHaklar ve Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar başlıklı1966 tarihli 2sözleşmeyle düzenlenmiştir.

845

Bunlardan, Medenî ve Siyasî Haklar Sözleşmesi, Avrupa İnsanHaklarıSözleşmesinin daha genişkapsamlıbir benzeridir; ancak,etkin bir denetim mekanizmasıkurulamadığıiçin, onun kadar etkilideğildir. Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi ise, programniteliğindeki birtakım temel haklar ve özgürlükleri kapsamaktadır.Bunların yerine getirilmesinde âkit devletler açısından mutlak biryükümlülük öngörülmemiştir. Sözleşmenin önsözünde de belirtildiği gibi,âkit devletler bunlarıprogramlarına alacak ve ekonomik ve malîimkânlarıelverdiği ölçüde peyderpey gerçekleştireceklerdir. Zatenbütün devletlerin amacının, halkının mutluluk ve refahınısağlamakolduğu düşünülürse, haklarıdaha belirgin hale getirmek dışında,Sözleşme bir yenilik getirmemiştir.

Anılan sözleşmelerden, Her Türlü Irk Ayırımcılığının ÖnlenmesiSözleşmesi 128, Medenî ve Siyasî Haklar Sözleşmesi 94 ve Ekonomik,Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi de 110 devlet tarafındanonaylanmıştır...

Anılan Sözleşmeler bütünüyle değerlendirildiğinde, bunlarınazınlık haklarıaçısından pratik yararlar sağlamaktan uzak olduğuaçıklıkla ortaya çıkmaktadır.

Önce, kimlerin azınlık sayılacağıdevletlerin takdirine bırakılmıştır.Akit devletin, herhangi bir grubu azınlık olarak kabul etmesi halindedahi, sözleşmeler devlete hitap ettiği ve birey açısından doğrudanhaklar doğurmadığıiçin, bireyin bunlara dayanarak devletten belirlihaklar talep etmesi mümkün değildir.

Ayrıca, sözleşmelerde öngörülen azınlık hakları, kollektif değil,geleneksel bireysel insan haklarıdır. ‘Grup hakları’ veya ‘kollektifhaklar’ kavramı, bireyin kimliğinin birey üstü kollektif yapılar tarafındanbelirlendiği varsayımına dayanmaktadır. Ancak, bu, mutlaka etnik birgrubun bir suje olarak kollektif haklara sahip olduğu anlamına gelmez.Bu nedenle, kültürel kimlik, içerik olarak çok belirsiz bir kavramolduğundan, bazıhaklar sağlayarak, bu tür bir kollektif kimliğigüvence altına almak mümkün değildir. Bunun yerine, kişi özgürlüğü,ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, toplantıve dernek kurmaözgürlüğü gibi bireysel insan haklarıtanınabilir; bu hakların birliktekullanılmasıhiçbir şekilde bunların sujelerinin birey üstü, kollektif biryapıolduğu anlamına gelmemelidir.

Bu bağlamda diğer bir güçlük, kollektif haklar savıkabul edildiğitakdirde azınlık kurumunu kimlerin temsil edeceği konusunda ortaya

846

çıkmaktadır. Aslında bu tür bir temsile ihtiyaç da yoktur; çünkü,incelenen belgelerin tümünde kollektif kimlik değil, bireysel kimlikvurgulanmıştır. Dolayısıyla, kendisini belirli bir azınlığa mensup sayıpsaymamak, bireysel bir tercihtir. Bu konuda karar vermek, bireyin kendihakkıolduğundan, başkalarının yasal temsilci gibi, onun yerinegeçerek grupla birlikte hareket etmeye zorlamaya haklarıyoktur.

Ülkedeki Kürt kökenli vatandaşlarımızın yaptığıgibi, bazılarıgenel nüfusla bütünleşip kaynaşmayıtercih edebilirler; bu, onların endoğal hakkıdır. Bu tür girişimlerin azınlığıtemsil ettiğini iddia eden bazıörgütler veya çoğunluk tarafından engellenmesi, insan haklarınaaykırıdır.

Terörle mücadele sürerken, Güneydoğu sorununun sadecekuvvete dayanan yöntemlerle değil; siyasî, ekonomik, sosyal vekültürel alanlarda alınacak bazıönlemlerle çözülmesi gerektiği ifadeedilmekte ve bu konuda içeriği tam olarak belli olmayan bazıönerileryapılmaktadır.

Birincisi, siyasî çözüm. Bu tür taleplerin içeriği ustalıklagizlenmekle beraber, bunların bölgede ayrıbir devlet kurmaktan,federasyon veya bölgesel özerkliğe kadar uzanan çok genişbiryelpazeyi kapsadığı, çeşitli zamanlarda telaffuz edilmiştir.

Kürt kökenli vatandaşlarımızın çoğunluğu bölgede değil; aynıkültürel değerleri paylaştığıtoplumun tüm kesimleriyle kaynaşarak,bütünleşmişolarak ülkenin geri kalan bölgelerinde yaşadığıiçin, butür etnik milliyetçi yaklaşımların gerçekçi olmadığı, bizzat kendileriaçısından son derece zararlısonuçlar doğuracağıve pratikte deuygulanmasının mümkün olmadığıaçıkça ortadadır. Zaten sınırlısayıdaki bölücü güçler dışında makul düşünme yeteneğine sahip hiçkimse, bu tür iddia ve gerçekdışıtaleplerde bulunamamaktadırlar.

Yukarıda görüldüğü gibi, devletler hukukunda, egemen birdevleti azınlık statüsünde dahi sayılsalar, ülkesindeki bazıgruplaratoprak terkine zorlayan hiçbir kural mevcut değildir; aksine, BirleşmişMilletler şartından başlayarak incelediğimiz bütün belgelerde,devletlerin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün korunması,ısrarla savunulmaktadır. Aynıdüşünceler, özerk yerel yönetimleraçısından da geçerlidir. Henüz yürürlüğe girmemişolan AK. AzınlıklarÇerçeve Sözleşmesinin 15. maddesinde, “millî azınlıklara mensupbireylerin kendilerini ilgilendiren bölgesel kamu faaliyetlerine aktifolarak katılmalarıöngörülmüşolmakla beraber, bundan murat yerel

847

özerklik değil, kişisel katılma hakkıdır. Nitekim bu bağlamda, AGİTKopenhag Bildirisinin 35/2. maddesinde de egemen devletlerin azınlıksorunlarının çözümünde yerel özerklik hakkıtanımak gibi bölgeselçözümlere zorlanamayacağıaçıklıkla belirtilmiştir.

Her alanda, devletin en üst kademelerinde görev alarak bütünTürkiye’nin yönetiminde söz sahibi olan Kürt kökenli yurttaşlarımızınsiyasî çözüm adıaltındaki bu tür gerçek dışıyaklaşımlara itibaretmeyeceğine de kuşku yoktur.

Genel ve yerel yönetimler seçimleri yoluyla siyasî iktidara sahipolarak program ve tüzüklerindeki amaç ve ilkeler doğrultusundafaaliyette bulunmak üzere örgütlenen kuruluşlar olan siyasî partileri,Anayasamız, çoğulcu demokrasinin gereği olarak demokratik siyasîhayatın vazgeçilmez unsuru saymıştır. Karşılaştırmalıhukukta dagözlendiği gibi, daha önceleri olağan derneklere benzetilerek onlarla aynıhukukî düzenlemeye tabi tutulan siyasî partilerin, toplum ve siyasethayatındaki önemli rollerinin yarattığıetki sonucu, zaman içinde anayasalartarafından düzenlenmesine ihtiyaç hissedilmişve böylece siyasi partiler,anayasal güvenceye kavuşturulmuşlardır.

Bu tarihsel gelişimin sonucu olarak, Anayasamızda, “Siyasî Haklarve Ödevler” başlığınıtaşıyan dördüncü bölümünde yer alan 68 ve 69.maddelerinde, parti kurma, partilere girme ve partilerden ayrılma ilesiyasî partilerin uyacaklarıesaslarıdüzenlemişbulunmaktadır. Böylece,Anayasa, siyasî partilere, benzerleri diğer tüzel kişilerden farklıbir anlayışlayaklaşarak, kurulmaları ve çalışmalarında uyacakları esasları;kapatılmalarında izlenecek usulleri benimsemiş, kuruluş, çalışma,denetleme ve kapatılmalarına ilişkin ayrıntıların özel bir yasa iledüzenlenmesini de öngörmüştür. Bu özel yasa, 2820 sayılıSiyasî PartilerYasasıdır.

Sonuçta, Anayasadaki genel esaslar, temel hak ve özgürlüklerleilgili kurallar, özel olarak siyasî partilere ilişkin hükümler ile Siyasî PartilerYasasında öngörülen ilke ve esaslar ile, bu kuralların AnayasaMahkemesince yorumlanmasıve bu konulardaki öğreti, siyasî partilerkonusunda, kendisine özgü bir hukuk alanımeydana getirmiştir; ancak,bu gelişim, kurulmalarıönceden izin alınmasına bağlıbulunmayan siyasîpartilerin çalışmalarında tamamen serbest oldukları anlamınagelmemektedir; yaşanan acıtecrübelerin etkisiyle, İkinci Dünya Savaşısonrasıklasik demokrasilerde meydana gelen ve siyaset bilimcilerincemilitan demokrasi olarak adlandırılan anlayışın benimsenmesi sonucu,ülkemizde de 1961 Anayasasıyla başlayan süreçte, siyasî partilerin

848

kurulma ve çalışma özgürlüğü, Anayasa ve bu alanıdüzenleyen yasalarlasınırlandırılmıştır. Bu anlayışın, İnsan HaklarıEvrensel Bildirgesi, İnsanHaklarıve Ana Hürriyetlerini Korumaya Dair Sözleşme, Kişisel ve SiyasalHaklarla İlgili UluslararasıSözleşme gibi uluslararasıbelgelere de yansıdığıgörülmektedir.

Anayasanın 2. maddesinde belirlenen, hukuk devleti olmanınbir gereği ve sonucu olarak, 68. maddede, siyasî partilerin tüzükprogramları ile eylemlerinin, Anayasaya aykırı olamayacağının veamaçlayamayacaklarıhususlar belirlenmiş, bunlara aykırılık halindesiyasî partilerin Anayasa Mahkemesince kapatılmalarıöngörülmüştür.Bu hususlarda ve özellikle davanın konuları olmak itibarıyla,Anayasanın, devletin ulus ve ülkesiyle bölünmezliği ilkesine ödünvermez biçimde verdiği önemi ve siyasî partiler açısından bu ilkelereuymamanın hukukî sonuçlarınıiddianamede ayrıntılarıyla ve esashakkındaki görüşümüzde de açıklamışbulunuyor ve o açıklamalaragönderme yapmakla yetiniyoruz.

Sözünü ettiğimiz açıklamaların ışığında, davalıDemokratik KitlePartisinin ideolojisini yansıtan ve ülkemizin toplumsal yapısıvekoşullarına ilişkin düşünceleri ifade eden programında belirtilengörüşleri ve genel başkanın, programıaçıklama amacınıgüden çeşitlibeyanları; Anayasanın ve o doğrultudaki Siyasî Partiler Yasasınınbelirli kurallarına aykırıbulunduğunu tekrarlıyoruz.

Bu sözlü açıklama vesilesiyle, siyasî partilerin kuruluşamaç veçalışmalarına ilişkin serbestliğinin mutlak olmadığıve bunun belirlikoşullarda sınırlanabileceğine dair anayasal düzenlemenin,uluslararasıhukuk belgelerine aykırıbir yanının bulunmadığına datemas etmek istiyoruz.

Gerçekten, İnsan HaklarıEvrensel Bildirgesinin 29. maddesinde,“herkes, haklarını kullanmak ve hürriyetlerinden istifade etmekhususunda, ancak-kanun ile sırf başkalarının hak ve hürriyetlerinintanınmasınıve bunlara saygıgösterilmesini sağlamak maksadıyla vedemokratik bir cemiyette ahlak, nizam ve genel refahın muhikicaplarınıkarşılamak için tespit edilmişkayıtlamalara tabidir” denilmiş,30. maddesinde de, “İşbu beyannamenin hiçbir hükmü, içinde ilanolunan hak ve hürriyetlerin bir devlet, zümre veya fert tarafından yokedilmesini güden bir faaliyete girişmeye veya bilfiil bunu işlemeye,herhangi bir hak getirir mahiyette yorumlanamaz” hükmü getirilmiştir.

849

İnsan Haklarınıve Ana Hürriyetleri Koruma Sözleşmesinin 11.maddesinin ikinci fıkrasıda, “bu hakların kullanılması, demokratik birtoplulukta zaruri tedbirler mahiyetinde olarak, millî güvenliğin, ammeemniyetinin, nizamımuhafazanın, suçun önlenmesinin, sağlığın veyaahlakın veya başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunmasıiçin veancak kanunla tahdide tabi tutulur. Bu hakların kullanılmasında idare,silahlıkuvvetler ve ya zabıta mensuplarının muhik tahditler koymasınamani değildir” şeklindeki hükmü ile, sözleşmede yer alan hak vehürriyetlerin, ulusal güvenlik, kamu güvenliği ve düzenin korunmasıvesaire amaçlarıyla sınırlanabileceğini kabul etmiş, 17. maddesindede “bu sözleşme hükümleri; hiçbir devlete topluluğa ve ferde, işbusözleşmede tanınan hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya mezkursözleşmede derpişedildiğinden daha genişölçüde tahditlere tabitutulmasını istihdaf eden bir faaliyete girişmeye veya harekettebulunmaya matuf herhangi bir hak sağlamadığışeklinde tefsiredilemez” kuralınıgetirmiştir.

Anayasa ve Siyasî Partiler Yasasında öngörülen, siyasî partilereilişkin yasaklamalar, sözleşmede yer alan özgürlükleri kaldırıp azaltmaanlamında ve demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırıgörülemez; bunlar; uluslararasıhukukta var olan egemenliği, ulus veülke bütünlüğünü korumaya, ırkçılığa dayalıbölünmeleri önlemeyeyöneliktir.

Yüksek Mahkemenizin son yıllarda vermiş olduğu, siyasi partikapatma kararlarında tutarlıbiçimde aynıyorum tarzının belirlenmişolduğugözlenmektedir.

Bu bağlamda, davalıpartinin programındaki görüşlerin, İnsanHaklarınıve Ana Hürriyetlerini Koruma Sözleşmesinin 11. maddesinin ikincifıkrası ile 17. maddesinde de yer alan hükümlerle bağdaşmadığıgörülmektedir.

Son olarak şunu söylemek istiyorum: Davalıpartinin genel başkanı,tecrübeli bir kişidir; hazırladığıprogram ve tüzüğün ve partisinin amacınıaçıklığa kavuşturmak amacıyla yaptığıkonuşmaların Anayasamızlabağdaşmadığınıbilmemesine imkan yoktur. Şimdiye kadar bölücüpartilerden pek çoğunu Anayasa Mahkemesi kapattı; fakat, bunlarınüyelerinden, hatta yöneticilerinden ve hatta genel başkanlarından,yurt dışında yaşama durumunda olanların hepsi, kendilerinin aslındaPKK ile organik bir bağiçinde olduklarınıaçıkladılar. Açıkça söylüyorum;bir Kürt vatandaşının, PKK’nın izni dışında Güneydoğu AnadoluBölgesinde siyasî faaliyette bulunmasıçok zordur. PKK, Türkiye’de,

850

her yere sızmaya çalıştığıgibi, Büyük Millet Meclisinde de temsilcilerinibulundurmak amacıyla birtakım partiler kurdurmakta ve bu partileridesteklemekte, onun dışındaki Kürt vatandaşlarına bu konuda hayat hakkıbile tanınmamaktadır; ama, bazen de tüzük programıyla açıkçaAnayasaya aykırıolan partileri kurdurtmaktadırlar, geçici bir sürefaaliyetlerine de PKK ve o yönde eylem yapanlar sesiniçıkartmamaktadır. Gaye şudur: “Bunu nasıl olsa Anayasa Mahkemesikapatacak, biz de bunu milletlerarasıplatforma götürelim, Türkiye’yibir daha siyasî bakımdan sıkıntıya sokalım.” Demokratik Kitle Partisininbu amaçlardan hangisine hizmet etmek amacıyla kurulduğunu veyabaşka bir amacıvar mıyok mu; bunun takdirini Mahkemenize bırakıyorum.”

... Açıkladığımız yasa maddeleri; tüzük ve program, genelbaşkanlarının söylemleri nedeniyle, Demokratik Kitle Partisi’nin gerekSiyasî Partiler Yasası’nın anılan hükümleri ve Anayasa hükümleriçerçevesinde temelli kapatılmasına karar verilmesini, iddianamemizçerçevesinde talep ediyoruz.”

b) Sözlü Savunma

DavalıParti Genel Başkanısözlü savunmasının ilgili bölümlerindeşunlarısöylemiştir:

“Bu dava 16 Haziran 1997’de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınınaçtığıiddianame ile başlayan bir dava. İddianamede suçlamalar şöylesıralanıyor:

1. Türk Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne dairhükümlerini değiştirme amacınıgütmek.

2. Bölge ırk esaslarına dayanmak.

3. Türkiye Cumhuriyetinin dayandığı, devletin tekliği ilkesinideğiştirme amacınıgütmek.

4. Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde millî kültür veya ırk veyadil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri sürmek.

5. Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürlerikorumak, geliştirmek veya yaymak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti ülkesiüzerinde azınlıklar yaratarak millet bütünlüğünün bozulmasıamacınıgütmek.

851

6. Diyanet İşleri Başkanlığının genel idare içinde yer almasınailişkin Anayasanın 136 ncımaddesi hükmüne aykırıamaç gütmeknedenleriyle hakkında kapatılma davasıaçılmıştır.

Ön ve son savunmalarımızda usule ve esasa ilişkinsavunmalarımızıdetaylıanlattık. Usule ilişkin savunmalarımızda ikinoktaya dikkatleri çektik; birinci olarak önemsediğimiz nokta, Anayasanormlarının yorumlanmasında izlenmesi gereken metodoloji; çünkü,Anayasa kurallarıhem önemi ve hem etkinliği açısından kendineözgü bir yoruma tabidir ve zatıalilerinizin de malumu olduğu gibi, heranayasa bir anayasa geleneği içinde yer alır. Türkiye anayasalarıdaliberal demokratik BatıAvrupa anayasa gelenekleri içinde yeralmaktadır ve bu iddiayıtaşıyor.

Bu tür anayasa tipinin temel özellikleri, temel nitelikleri,özgürlükçü olmak, liberal olmak, çoğulcu olmak, demokratik ve hukukdevleti niteliğini taşımaktır. Onun için anayasamız da bu gelenek içindeyer aldığıiçin, anayasa normlarıyorumlanırken bu kural dikkatealınmalı, bu kural göz önünde tutulmalı. Bu kuralın gereği,özgürlüklerin esas kısıtlamaların istisna olduğu; elbette hiçbir hakmutlak değil, hiçbir hak tanınırken bunun kötüye kullanılmasınamüsaade edilmez, buna belli haklıgerekçelerle sınırlamalar getirilebilir;ancak, bu sınırlamalar hiçbir zaman tanınan özgürlüğün özünübozucu, zedeleyici nitelikte olmamalı, çünkü, özü zedelediği veya yokettiği takdirde, artık o genel kuralın bir istisnasıolmaktan çıkıyor, esaskuralın yerine geçiyor, yani özgürlükleri tamamen yok ediyor.

Anayasa Mahkemesinin uygulamalarında bu konuya ne dereceriayet edildiği tartışmalıdır. Bizzat Anayasa Mahkemesinin sayınüyelerinin zaman zaman kararlardaki muhalefet şerhlerinde bunarastlıyoruz. Anayasa Mahkemesinin çoğu kez, Batılıörnekleri gözönünde tutarken, kısıtlamalara daha ağırlık vererek, esas tanınan temelhakkıbir kenara itip, kısıtlamalarıdaha ön plana çıkarma gibi biranlayışızaman zaman sergilediğine rastlıyoruz ve bizce bu yanlıştır;bir hak, ancak, tanındıktan sonra onunla ilgili kısıtlamalar tartışılmalıdır.Bir hakkıtanımadan, onunla ilgili kısıtlamalarısavunmak hiçbir zamano hakka saygılıolunduğu anlamına gelmez.

Bu konuda bizim ön ve son savunmalarımızda biraz dahadetaylıbilgi var. Üzerinde daha fazla durmak istemiyorum.

Usule ilişkin diğer bir itirazımız şu idi: Biz, 1995 Anayasadeğişikliğinden sonra siyasî parti kapatma ile ilgili yasakların

852

Anayasanın ancak 68/4 üncü maddesinde belirtilen yasaklarla sınırlıolduğu görüşünü savunuyoruz; çünkü, anayasa koyucunun amacıda buidi; yani son derece önemli olan, siyasî parti kurma hakkınınkısıtlanmasınıyasa koyucuya bırakmak istemediği için, 68/4’te siyasîparti kapatma nedenleri, tadadî ve sınırlıolarak sayılmıştır. Bunundışında, buna aykırıyeni bir sınırlama getirme imkanıve hakkı, yasakoyucuya bırakılmamıştır ve bu kuralın doğrudan doğruya uygulanmasıda Yüce Heyetinizin takdirine bırakılmıştır. Siz, yorumunuzla, bu68/4’te belirtilen maddelere yorumunuzla işlerlik kazandıracak, bunusübuta kavuşturacaksınız.

Sayın Başsavcının iddianamesinde ve son sözlü açıklamasındabelirttiği gibi, Siyasî Partiler Yasasındaki yasaklama nedenleri,68/4’ün somutlaştırılmışkurallarıolarak değerlendirilmemeli; çünkü, oyasadaki parti kapatma yasakları, Anayasa 68/4’te belirtilenden çokdaha kapsamlıve genişkısıtlamalardır.

Mahkemenizin bu konuyu öncelikle ele almasını, 1995 Anayasadeğişikliğinden sonra Siyasî Partiler Yasasındaki parti kapatma ile ilgilikuralların geçersiz olduğunu, mülga olduğunu karar altına almasınıtalep etmiştik. Bu talebimizi tekrarlıyoruz. Eğer, mülga olmadığıkabuledilse bile, en azından Anayasaya aykırılık açısından bu maddelertartışılmalıve Anayasaya aykırılığıkarar altına alınmalıdır. Daha önceAnayasa Mahkemesinin bu imkanıyoktu; çünkü, Siyasî PartilerYasası, malumunuz, Anayasanın geçici 15 inci maddesinin korumasıaltında idi; ancak, 1995 değişikliğinden sonra, 15 inci geçici maddeninkorumasıkalkmıştır ve mahkemeniz, Anayasaya aykırılık iddialarınıelealıp karara bağlamak yetkisine sahiptir. Bunu da usulî bir itiraz olarakileri sürüyoruz. 68/4’te belirtilmeyen, Siyasî Partiler Yasasındakikapatma nedenlerinin Anayasaya aykırı olduğu iddiasını ilerisürüyoruz.

Esasa ilişkin savunmalarımıza gelince;

Usule ilişkin açıklamalarımızda da belirttiğimiz gibi, bu dava,68/4’te belirtilen parti kapatma nedenleriyle sınırlıolarak ele alınmalıveo çerçevede değerlendirilmelidir. Bu çerçevede ele alındığında, sadecedevletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırıamaç gütmeiddiasıbu davanın konusu olmalıve tartışma, dava, bununla sınırlıkalmalı.

Ayrıca, bu normun yorumlanmasında, yani 68/4’ünyorumlanmasında, Türkiye’nin taraf olduğu ve imzaladığıAvrupa

853

İnsan HaklarıSözleşmesinin 11 inci maddesinin de dikkate alınmasıveo açıdan Anayasa normunun yorumlanmasıgerekir. Daha önce desöyledik; diğer haklarda olduğu gibi, örgütlenme hakkıda mutlak birhak değil; bu hak kısıtlanabilir, bunu anlayışla kabul ediyoruz. Özellikledevletin, ülke ve millet bütünlüğünü koruma yani, bölünmezlik ilkesi, herdevlet için doğal bir haktır; devletin, ülke ve millet bütünlüğünükorumak için önlem alması doğaldır. Biz de bunu saygıylakarşılıyoruz. Bu ve diğer başka nedenlerle Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesinin 11 inci maddesinin birinci fıkrasıörgütlenme hakkınıgüvence altına alıyor, ikinci fıkra, örgütlenme hakkına getirilebilecekkısıtlamalarısınırlıolarak sayıyor ve bunun kanunla belirtilmesigereğini vurguluyor. Bu ikinci fıkrada, özellikle belirtilen nedenler; millîgüvenlik, kamu düzeninin korunması, genel ahlaka aykırı,başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması gibi çok sınırlınedenlerdir.

Bu devletin bölünmezlik normuna, ilkesine, yani devletin ülkesive milletiyle bölünmez bütünlüğüne Demokratik Kitle Partisi, en az,kendisini yurtsever olarak kabul eden herkes kadar duyarlıvesaygılıdır. Bu konuda biz hiçbir tartışma yapmıyoruz. Buna aykırıtekbir görüşve beyanımız ne programımızda ve ne de benim, programıaçıklama doğrultusunda yaptığım söyleşilerin hiçbirisinde buna aykırıtek bir görüşileri sürülemez; ancak, ne var ki, bölünmezlik normununyorumlanmasında bizimle veya bizim gibi çağdaşdünyanın gereklerinegöre, çağdaşdemokratik ilkelere göre düşünen çevrelerle, buna aykırıhâlâ tekilci, totaliter, otoriter bir devlet anlayışınıbenimseyen çevrelerarasında bir yorum farkımız var.

Malûmunuz, 20 nci asrın özellikle 1920’li, 30’lu yıllarda dünyadatekilci anlayışıtemsil eden totaliter, otoriter yönetimler hâkimdi; doğudakomünist rejimler, batıda da faşist rejimler. Bunlar, herşeyi teke indiren,belli bir ideolojinin disiplini altına almayıamaçlayan anlayışlardı; tekdevlet, tek millet, tek ideoloji, tek parti, tek şef. Belki bir talihsizlik olarakTürkiye Cumhuriyeti o dönemlere denk gelen bir dönemde yapılandırıldı.Malumunuz, Yüce Atatürk’ün topluma gösterdiği bir hedef vardı;muasır medeniyet seviyesi, yani bugünkü deyimle, çağdaşuygarlıkdüzeyi. O dünyanın muasır medeniyet seviyesini Batılıdevletler,Avrupa devletleri temsil ediyordu ve orada egemen olan devletideolojisi de, demin sözünü ettiğimiz tekilci, otoriter devlet anlayışıidive bu anlayıştan hareket edilerek devlet buna göre dizayn edilmeyeçalışıldı. Bu anlayışta, ülke bütünlüğü merkeziyetçi, otoriter bir devletanlayışında aranır, yani, eğer bir devlet merkezî bir yönetimle otoriterbir disiplin altında yönetiliyorsa, orada ülke bütünlüğü var demektir.

854

Oysa, çağımızda, günümüzde bu anlayış tamamen terk edildi,çağımızda benimsenen anlayışa göre, ülke bütünlüğü denilince, ülkeninfizikî coğrafyasının korunması, siyasî sınırlarının güvence altınaalınmasıdır. Eğer, bu ülkenin fizikî coğrafyasınıve siyasi sınırlarınasaygılıolduğunu ileri sürüyorsanız, buna saygılıiseniz, ülke yönetimiile ilgili yönetim modelleri, merkeziyetçilik dışındaki diğer yönetimlerhiçbir zaman ülke bütünlüğünü bozucu nitelikte sayılmıyor. İşte biz dediyoruz ki, DKP, hemen, daha parti kurulmadan önce yaptığımızaçıklamalarda, partinin kuruluşu anında, programında ve ondan sonraher platformda vurgu yaparak, bu ülkenin siyasî sınırlarına, Misak-ıMillî sınırlarına saygılıyız diyoruz. Bunun dışında, katılımcıbirdemokrasi için daha uygun gördüğümüz, bu ülkenin yapısına dahauygun gördüğümüz ademi merkeziyetçi yönetim modelini, zamanzaman biz buna yerinden yönetim modeli diyerek, merkeziyetçiolmayan bir yönetim modelini öneriyoruz. Sayın Başsavcılık, buönerimizi, ülke bütünlüğünü bozucu bir suçlama olarak huzurunuzagetirmiştir. Buna itibar etmeyeceğinizi tahmin ediyorum.

Yine, millet bütünlüğünde de çok farklıanlayışlar görmekteyiz.Zira, dünya değişiyor; insanlık, insanlaşmaya giden bir süreci yaşıyor,hep kendini yeniliyor, yeniye, iyiye doğru bir gidişvar insanlık tarihinde.

Sözünü ettiğimiz dönemlerde, ulusal bütünlük bir ırk ve kültürbirliğinde aranırdı; yani, eğer bir yerde ırk birliği veya kültür birliği varsaancak ulusal bütünlükten söz edilebiliyordu. Bu ırk ve kültür birliğineaykırıdüşen farklılıklar, ulusal bütünlüğü bozucu nitelikte kabulediliyordu. Oysa, günümüze geldiğimizde şunu görüyoruz: Artık ırk vekültür farklılığı önemini kaybediyor, ulusal devletler öneminikaybediyor, yurttaşlık ön plana çıkıyor ve millet, o devleti oluşturan veo devlete vatandaşlık bağıile bağlıolan toplum olarak ifade ediliyor.Eğer o devletin vatandaşlarıarasında beraber yaşama iradesi varsa,orada ulusal bütünlük var demektir. O toplumda var olan dil, din, etnik,kültür farklılıklarıhiçbir zaman ulusal bütünlüğü bozucu nitelikte kabuledilmiyor. Çağımızın modern anlayışının gereği budur.

Demokratik Kitle Partisi de bu tezi savunuyor; çünkü, diğer tezler,hem toplumun yasasına uymuyor ve hem de sürekli çatışma nedenioluyor ve gerçekleşmesi de mümkün olmuyor; yani, dünyakonjonktürüne denk düşen dönemde bile bütün çabalara rağmen ırk vekültür bütünlüğüne dayalıbir ulusal bütünlüğü sağlamak mümkünolmamıştır ve bundan sonra da mümkün olmasıimkansızdır.

855

Onun için biz diyoruz ki, Anayasa Mahkemesi gibi, yargının enüst kurumu, dünyadaki değişmeleri dikkate almak zorunda. AnayasaMahkemesi temel hak ve özgürlüklerin güvencesi olmalı. AnayasaMahkemesi, toplumsal ve siyasî değişimlerin önünde bir engelolmamalı.

Anayasa Mahkemesinin bundan önceki kararlarında özelliklesiyasî parti kapatma ile ilgili davalarda zaman zaman hatayadüşmesini anlayışla karşılıyoruz; ama, şunu söylemeyi bir görev, birvazife biliyorum: Anayasa Mahkemesi, bence yeniden kendidüşüncelerini test etmeli, bunu çağdaş dünyanın değerlerisüzgecinden geçirmeli, hak ve adaletin egemen olmasıiçin yapılmasıgereken ne ise ona göre davranmalı, eski hatalarda ısrar etmek nekimseye onur kazandırır ne ülkeye yarar getirir.

Bunlar bizim şahsî görüşlerimiz değil; çağdaş dünyanınbenimsediği görüşlerdir. Bu, Türkiye’nin angaje olmak istediği, katılmakistediği, moral değerlerini kendi hukuk ve iç yapısına geçirmek istediğiAvrupa’nın benimsediği kurallar ve ilkelerdir. Biz, öyle kendimizi bazışartlandırmalara kaptırmışız ki, bir bölünmezlik kompleksi bizimbeynimizi esir almış; en ufak bir hak verme, hürriyetleri genişletmeninbizi bölünmeye götüreceği gibi bir komplekse mahkum olmuşuz. Oysa,dünyada şunu görüyoruz; yani, özellikle 1980’li yılların sonundanitibaren şöyle bir gelişim var: Yerellikler, farklılıklar korunarakbütünleşmeye doğru bir gidişvar. Bu belki ilk başta bir paradoks gibide görünebilir, yani bölgesel, diğer bazıfarklılıklar korunarak nasılbütünleşmeye doğru gidilebiliyor; ama, dünyada bunun örnekleri var.Dünyayı yeniden keşfetmeye de gerek yok. Zaman zamanaçıkladığımız gibi, İspanya bunun örneği; İspanya, merkezîyönetimden ademi merkezi bir sisteme geçti, 17 bölgeye ayrıldı.Bunlardan özellikle Katalonya ve Bask bölgeleri, özerk bölgeler; kendidilini, kendi kültürünü kullanabiliyor, özyönetimleri var; ama, bunarağmen İspanya’nın bir parçasıdır. İspanya’nın bütünlüğünübozmuyor ve İspanya da bu haliyle Avrupa Birliğinin bir üyesi. Yani,demek ki bunlar hem çağımızın gereklerine uygun hem toplumsalhuzur ve barışın sağlanmasına da çok etkili olabilecek araçlardır. Budevletin yönetiminde söz ve karar sahibi olan insanların bu konularüzerinde iyice düşünmesi gerekir.

Sayın Başsavcı, bir konuşmamda “federasyon, ülke bütünlüğünübozucu değil” şeklindeki ifademi bir suçlama gerekçesi yapıyor.Esasında, federasyon DKP’nin tartışmasının dışında; çünkü, DKP neprogramında ne de benim açıklamalarımda federasyonu savunmuyor;

856

bizim savunduğumuz yönetim modeli, mahallî yönetim, yani yerindenyönetim dediğimiz mahallî yönetimlerdir; ancak, bir soru üzerine, ben,federasyonun ülke bütünlüğünü bozucu olmadığını ifade ettim.Mahkemenize sunduğumuz Doçent Doktor Oktay Uygun’un görüşraporundaki, bu konuda Türkiye’de belki de en yetkili uzmandır;Federe Devletler isimli bir kitabıolan bir zat. Federe devletler, ülkebütünlüğünü bozucu değil; çünkü, federe devletler, bağımsız devletlerdeğil. Yani, devletin genel tanımı, bir devletin sınırlarıiçinde, yaşayaninsan toplumunun bağımsızlık ve egemenlik temelinde siyasîörgütlenmesi şeklinde tarif edilirse, bağımsız devletin iki temel özelliğivar; bir, içte üst otorite, yani en üst otorite olacak, onu denetleyenbaşka bir otorite olmayacak. Dışa karşıbağımsız olacak, yani dıştanda onu denetleyen bir güç, makam olmayacak. Oysa, federaldevletlerin yapısıbu değil; çünkü, federe devletlerde, federal devletindenetimi -tabiri caizse- neredeyse vesayeti altındadır. Bunlarıfazlaaçıklama gereğini de duymuyorum, zaten biz federal devleti savunan biranlayışa sahip değiliz; ancak, bilgi kabilinden söylüyorum.

Anayasa Mahkemesinin son zamanlarda bir açılım yaparakuluslararasıanlaşmalara gönderme yaptığınıgörüyoruz. Bu, bizimemnun eder. Özellikle Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesinin 11 incimaddesine gönderme yapması, bu maddeyi dikkate alması,örgütlenme hakkıaçısından son derece önemli. Biz, AnayasaMahkemesinin bu son tutumunu takdirle karşılıyoruz.

İnsan Hakları Sözleşmesinin 11 inci maddesinin ikincifıkrasındaki kısıtlayıcınedenleri de yorumlarken, bunlarıçok dar biryoruma tabi tutmak lazım; yani, millî güvenlik, kamu düzeni, genelahlak gibi kavramlarıçok dar bir yoruma tabi tutmak gerekir.

Millî güvenliğin korunmasısebebine dayanmak için ancakörgütlenmenin ülke topraklarınıparçalamaya yönelmesi gerekir. Eğerböyle bir yönelme yoksa o parti için hiçbir zaman millî güvenliği korumagerekçesiyle kapatma kararıverilmemesi gerekir.

Yine, kamu düzeninin korunmasıkuralında da ancak şiddetebaşvuran veya şiddeti öven, şiddet örgütlerine destek olma niteliğinitaşıyan partilerde bu kural, yani kamu düzeni nedeniyle kapatma sözkonusu olabilmelidir. Diğer kapatma nedenlerinde de işin özüne,esprisine uygun olarak mümkün olabildiğince dar bir yorumla bumaddeye yaklaşılması gerekir. Anayasa Mahkemesinin böyle biruygulamaya gideceğini umuyoruz.

857

Biz, ön savunmamızda da değindik, Anayasa Mahkemesi, tarihîolayların tartışılacağıbir platform değil. Onun için biz tarihi tartışmalarıburaya taşımak istemiyoruz; ancak, eğer Başsavcılığın iddianamesindetarihe gönderme yapılarak bazıyanlışdeğerlendirmeler yapılmışsa vebu yanlış değerlendirmeler sonucu bazıtarihi realiteler partimizaleyhine bir kapatma nedeni sayılmışsa, biz buna değinmek ihtiyacınıduyuyoruz.

İddianamede, benim bir televizyon programında yaptığımsöyleşide “Kürdistan” lafınısöylemem bir suçlama nedeni yapılmıştır. ...O söz kullanılırken, Osmanlıdöneminde zikredildiği, yani o dönemleilgili bir konuşmada zikredilmiştir ki, işin gereği de o; çünkü, eğer birtarihî olaydan söz ediyorsanız, o tarihî olayın içinde bulunduğukoşullarıgöz önünde tutmak ve o dönemdeki terminolojiyi kullanmakzorundasınız. Bu, bizim deyimimiz, bizim icadımız değil.

Osmanlı yönetimi, malumunuz, militarist yapısına, baskıcıniteliğine ve şiddete dayalıyönetim biçimine rağmen sınırlarıiçindekihiçbir ülkenin varlığınıve adınıinkâr etmemiştir. Yönetimi altındakihalkların hiçbirisinin dil ve kültürünü yasaklamamıştır. Ülkelerin vehalkların adları, padişah fermanları, Hükümet kararnameleri, her türlüyazışmalarda, belgelerde, kitaplarda, gazete ve dergilerde, haritalardason derece özgürce ve doğal olarak kullanılıyordu. Bu ülkelerden biriside Kürdistan ve o halklardan birisi de Kürtlerdi. Bütün bu tarihîgerçekler bir anda silinip görmemezlikten gelinemez.

Müsaadenizle, bu örnekleri son derece bol bol, Osmanlıbelgelerinde, her yerde görmek mümkün; Kanunî Sultan Süleyman’ınFransız Kralına gönderdiği mektupta, egemenliği altındaki ülkelerdenbahsederken, bunlarısayarken, “Kürdistan hükümdarıyım” demesi,diğer tarihî belgelerde, Osmanlıların bütün haritalarında Kürdistansözüne rastlamanız mümkündür.

Bu vesile ile, müsaadenizle bir belgeden söz etmek istiyorum:Türkçe yazılan ilk ansiklopedi, Kamus’ül Alam. Şemsettin Sami’nin1889/1898 yıllarıarasında yazdığıaltıciltlik bir eser.

...

Kamus’ül Alam’da Kürdistan bağımsız bir madde olarak elealınıyor. Ansiklopedinin beşinci cildinde 3840/3843 sayfalarında yedisütunda yer alıyor ve genişbir biçimde bahsediliyor.

858

Maddeden çok az bir bölümünü alarak bilgilerinize sunmakistiyorum; aynen şöyle diyor: “Kürdistan, BatıAsya’da en büyükbölümü Memaliki Osmaniyede -Osmanlıİmparatorluğunda- ve birbölümü İran’a bağlıbüyük bir ülke olup, orada yaşayan insanlarınçoğunluğunu oluşturan Kürt halkıyla adlandırılmıştır.” Yani, Kamus’ülAlam’da, Şemsettin Sami, Kürdistanıbir ülke olarak tanımlıyor.

Kürdistanın sınırlarınıda şöyle belirtiyor: “Kürdistan’ın sınırlarınıtümüyle belirlemek güçtür; ancak, yaklaşık olarak diyebiliriz ki, KürdistanUrmuyi ve Van Göllerinin (Urmiye, şu anda İran’da bulunan Van Gölübüyüklüğünde ve o yükseklikte olan büyükçe bir göldür) kıyılarından,Kerha ve Diyala Irmaklarının kaynaklarınıve Dicle’nin akışyatağınadek uzayıp kuzeybatıya doğru sınırları, Dicle’nin akış yatağınıizleyerek Fırat’ıoluşturan Karasuyatağına ve oradan kuzeye doğru Arashavzasını, Fırat ve Dicle havzasından ayıran su ayırımıçizgisine kadarulaşır. Böylece, Kürdistan, kuzeydoğu yönünden Azerbaycan; doğudanIrak-ıAcem; güneydoğu Loristan ve Irak-ıArabî; güneybatıyönündenMezopotamya; kuzeybatıyönünden de Anadolu ile sınırlıdır.”

“Anadolu ile sınırlıdır” deyince, o dönemde Anadolu’nun neifade ettiğini de bilmek lazım; çünkü, çoğu kez Anadolu, biraz gerçekcoğrafi sınırlarının ötesinde siyasî anlamda da kullanılmaktadır. Oysa,Anadolu, malumunuz olduğu üzere Yunanca bir deyim olanAnatolia’dan gelmektedir; yani, doğu tarafı, güneşin doğuş tarafıEge’ye göre doğu sayılan yarımada ve bunu birinci asırda -bu benimarz ettiğim bilgiler ansiklopedik bilgilerdir; Meydan LarusAnsiklopedisinden alman bilgilerdir- bu sınırlarıbirinci asırda ünlüfilozof, tarihçi ve coğrafyacıStrabun çiziyor; diyor ki, “Tarsusçayından Amisos, Samsun’a uzanan hattın batısında kalanyarımada.” Bunu bir parantez içinde arz etme ihtiyacınıduydum.

Demek istediğimiz, bu Kürdistan lafınıkullanmak ne ayırımcılık,ne bölücülük anlamınıtaşımaz; sadece, o günün tarihî realitesinirealist bir gözle ifade etmek için kullanılmıştır.

Ayrıca, çok uzağa, çok gerilere de gitmeye gerek yok; bunuOsmanlıdöneminden sonraki dönemde Büyük Millet Meclisinin kuruluşaşamasında, bu devletin kuruluşaşamasında da bu ifadenin sık sık;başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, diğer yetkililer tarafındanda kullanıldığınıgörmekteyiz. Meselaşu örnekleri verebilirim:

24 Nisan 1920’de, aynen şöyle diyor Mustafa Kemal: “Hakikatenİngilizler daha evvel bütün Kürdistan’ı iğfal etmek, Kürt vesair

859

dindaşlarından ayırmak için tasavvur edebildikleri her şeyi oradatatbikle meşgul olurlar.” Yani, Mustafa Kemal bizzat “Kürdistan” tabirinikullanıyor. Bu belgeleri ön savunmamıza ek olarak hepsini YüksekMahkemenize takdim ettik.

Yine Atatürk’ün Kürtlerle ilgili, Millet Meclisinde pek çok ifadesi var;zamanınızıalmamak için bunların üzerinde çok detaylı durmakistemiyorum.

Yine, sunduğumuz belgeler içinde Kürt ve Kürdistan sözlerindenbahseden şöyle ifadeler var; 22 Temmuz 1992 Türkiye Büyük MilletMeclisindeki gizli celsede söylenen ifadeler: “Büyük Millet MeclisiVekiller Heyetinin El Cezire Cephesi Komutanlığına talimatıdır.” Bubelge, belgeler arasında olduğu için okuma gereği yok.

Yine, özellikle Mustafa Kemal’in, devletin kuruluşu aşamasındaKürtlere kendi kendilerini yönetme imkanınısağlamak için mahallîidareleri düşündüğünü ifade eden bir belge. 16/17 Ocak tarihlerindeMustafa Kemal, o dönemin gazetecileriyle İzmit’te bir toplantıyapıyor. Odönemin ünlü gazetecilerinden Ahmet Emin Yalman’ın sorusu üzerineşöyle diyor; zabıtta “Gazi Paşa” olarak geçiyor:”

Türklerle Kürtlerin iç içe geçtiğini, bir sınır çizmenin mümkünolmadığınıbelirttikten sonra, “Binaenaleyh, başlıbaşına bir Kürtlüktasavvur etmekten ise, bizim TeşkilatıEsasiye Kanunu mucibince,zaten, bir nevi mahalli muhtariyetler teşekkül edecektir.” Yani, bizimsözünü ettiğimiz mahalli yönetimler. “O halde, hangi limanın ahalisi Kürtise, onlar, kendi kendilerini muhtar olarak idare edeceklerdir.” Bu, odönemdeki sıfatıyla Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın ifadesi.

Bu Kürt ve Kürtlük sözlerinden alerji duyulmamasıgerektiğinedair biz bunlarıileri sürdük ve sunduk. Çünkü, bazıyanlış tarihîdeğerlendirmeler var. Bunu Başsavcının iddianamesinde degörüyoruz, zaman zaman bu yanlış değerlendirmenin AnayasaMahkemesinin kararlarına da yansıdığına tanık olmaktayız.

İşte, bin yıldan beri kaynaşmış, bütünleşmişKürtleri, Türklerinpotasıiçinde erimişbir varlık olarak gösterme gibi bazıifadelererastlamaktayız. Oysa, realitenin böyle olmadığı, Devletin kuruluşuaşamasında bile Kürtlerle Türklerin ayrı ayrı unsurlar olarakdeğerlendirildiği, ama, bir şeye dikkat edildiği, bunların birbirlerindenayrılmaz kardeşhalklar olduğu, hatta zaman zaman bu ifadeyi de

860

aşan, bunların kardeş iki millet olduğunu ifade eden görüşlererastlamaktayız.

Mesela, bakınız, 25 Aralık 1922 tarihinde Millet Meclisinde yapılanoturumda, o dönemin Başbakanı, yani, Heyeti Vekile Reisi Rauf Orbayaynen şöyle diyor: “İngilizlerin Türkiye’de sakin Türk ve Kürtleri imhaedebilmek için teşebbüsatlarının hepsi, bu iki necip milletin vahdedikarşısında iflas etmiştir.” İki necip milletten bahsediyor.

Yani, bunlara gönderme yaparken demek istediğimiz şu : Yani,bu, Kürtlük lafı, mutlaka bizi bir bölünmeye, bir parçalanmaya götürürendişesinden sıyrılmamız lazım.

Evet, Kürtler elbette kendi varlığına, kendi benliğine sahipçıkmakta ısrarlıgörünüyorlar; ama, hiçbir zaman Türklerden ayrıdüşme, onlardan ayrılma gibi bir amacın peşinde koşmadılar.

Şimdi haklıolarak soracaksınız; “bu şekilde düşünen yok mu?”Bu şekilde düşünen var. Yani, her toplumda ayırımcıdüşünceleri,aşırıfikirleri benimseyen insanlar olabilir; ama, genel tercih bu değilve biz de genel tercihin duygularına, inançlarına göre hareket eden birsiyasî partiyiz.

Yani, Kürtleri, Kürtlerin tabiî ve doğal hak ve özgürlüklerinisavunurken, buna sahip çıkarken, hiçbir zaman Türklerle Kürtleribirbirine düşürmek, bunlarıbirbirinden ayırmak, bunlarıbirbirlerininaleyhine kışkırtıp kullanmak için bir amaç gütmediğimizi samimiyetleifade etmek istiyoruz. Bu anlayış içinde zaten birlik beraberliksağlanmıştır ve bunun, bundan sonra da sağlanabileceği umudunutaşıyoruz; yeter ki, çok büyük hatalar işlemeyelim, bazıhaksızlıklarınsürgit devamına yardımcı olmayalım, bir an önce haksızlıklardüzeltilerek herkesin bu devletin eşit vatandaşlarıolarak sahip olmasıgereken haklardan yararlanabilen bir toplum oluşturalım; devlet,herkesin devleti olsun; devlet, herkese karşıtarafsız, yansız olsun;devlet, yalnız toplumu oluşturan bir kesimin devleti, onun hakkını,hukukunu koruyan, onu herkese tercih eden bir anlayışıbenimsemesin;devleti oluşturan toplumu bir arada tutmanın en sağlam harcıbu olur.Bugüne kadar buna ters, yanlış uygulamalar yapılmıştır, ulusalbütünlüğü esas bozan nedenler onlardır. DKP’nin amacıbu türbölücülüğe ayırımcılığa götürebilecek nedenleri ortadan kaldırıp,gerçekten tarihte geçmişte olduğu gibi bugün de gönüllü birlikteliğedayalıbir sağlam birliği sağlamaktır; bunun dışında DKP’ye izafeedilecek her suçlama bir bühtandır, bir haksızlıktır.

861

Hukukun temel niteliklerinden birisi de objektifliktir, herkese eşituygulamadır. Yani, bir kural, birisi için uygulanabilir, birisi içinuygulanmayacaksa, o toplumda hukuktan, haktan, adaletten söz etmekmümkün değil.

Bize karşıeleştiri nedeni yapılan birçok sözlerimiz, bugünTürkiye’de her türlü çevrede, gerek bilim çevresinde gerek siyasîçevrelerde gerek devlet katında çok rahatlıkla tartışılmaktadır.

Daha önce de sunmuştuk; o günkü adıyla SHP,Sosyaldemokrat HalkçıParti, bugünkü adıyla CHP, 1990 yılında birrapor hazırladı. O raporda da bizim görüşlerimize paralel olarakTürkiye’nin etnik çoğulculuğundan ve kültür çoğulculuğundan ve herkesimin kendi kültürünü koruması, geliştirmesi hakkından sözediliyordu. Bundan dolayıCHP hakkında herhangi bir dava açılmadı.

...

Şimdi, bu konu, Türkiye’nin gündemini öylesine meşgul etmişki,artık, politika yapmak isteyen bu toplumun yönetiminde söz sahibiolan, yetki sahibi olan herkes bu konuyla meşgul olmak, bu konuüzerinde kafa yormak ihtiyacınıduyuyor; yani, bizim programımızınmerkezine aldığınısöylediğimiz Kürt sorununun çözümüyle ilgili.

Bakınız, yine bir belgeden söz ediyorum ki, Türkiye Devletininen üst kurumu olan Büyük Millet Meclisinin oluşturduğu GöçKomisyonu raporunda aynen şöyle diyor... “Etnik duyarlılıklarademokratik çözüm anlayışıve çoğulcu demokrasi ilkeleri çerçevesindeülkemizin bölünmez bütünlüğü ve resmî dilin Türkçe olmasıgibiAnayasamızda laik cumhuriyet için öngörülen tüm yurttaşlarımızıngönülden benimsediği ve tartışılmaz nitelikte olan temel değerlerkapsamında, kültür mozayiğimizin zenginliğini oluşturan tüm etnikinanç ve köken farklılıklarına alt kimlik arayışlarının önündeki yasal,kuramsal ve toplumsal engeller kaldırılmalı. Bu bağlamda, Kürt kimliğitanınmalı, yurttaşlarımızın kendi ana dillerinde, bu arada Kürtçe özeleğitim, özel radyo, özel televizyon, yazılıbasın kurabilmelerinin önüaçılmalı; kendi kültür, gelenek ve folklorlarınıkorumak ve geliştirmekçoğulcu demokrasi koşullarında güvenceye alınmalıdır.”

Görüldüğü gibi, düne kadar tabu sayılan, konuşulmasımümkünolmayan kavramlar, yeni çözümler artık, ister istemez devletin en üstkatında tartışılıyor, konuşuluyor ve bunun üzerinde de kafa yoruluyor.

862

Onun için, bu konuların tartışılmasından, gündeme getirilmesindenkorkmamamız lazım. Özellikle, Anayasa Mahkemesi vereceğikararlarla bu tür siyasi ve sosyal gelişmelerin önünü tıkayan bir engeloluşturmamalı; ...

...

Sayın Başsavcısözlü açıklamalarında bizimle ilgili hiçbir delil,kanıt, hatta delil kırıntısıbile ileri sürmeden imalıbir biçimde bizisuçlama yöntemini seçmiştir. Gerçekten vahim olan bazıkavramlarortaya atmış, işte, vatana ihanet, vatan hainliği, ülke bütünlüğüaleyhine faaliyet, Taksim Meydanında PKK bayraklarının çekilmesigibi vahim bir tablo çiziyor ve bunun için önlem alınmasının gerektiğiniiddia ediyor.

Peki, bu vehimleri, korkulan ortaya salıp tedbir almayıönermenin bu davayla ilgisi ne? Çünkü, bu davada ne ben ne de budavanın yönetiminde görev alan hiçbir arkadaşımız vatan ihaneti diyesuçlanabilecek veyahut ülke bütünlüğünü bozmayıamaçlayabilecekveyahut da PKK veya PKK dışındaki herhangi bir örgütle uzak-yakınhiçbir bağıolmayan, hiçbir yerde imalıdahi bile olsa bu tür şiddetörgütlerini onaylayan hiçbir ifade ve beyanımız yok ve Sayın Başsavcıne iddianamede ne esas hakkındaki görüşünde ne de sözlüsavunmasında bu konuda bize izafe edilebilecek hiçbir söz, belge,delil ortaya koyamıyor; ama, ortaya koymamasına rağmen, böyle birşüphe, kuşku yaratma yoluna sapıyor.

Şimdi, biz söyledik, yani, Demokratik Kitle Partisi olarak bizhiçbir zaman “bırakalım vatan bölünsün; bırakalım şiddet örgütleri terörestirsin” gibi bir ifade kullanmadık ki veya bunu ima edebilecek, busonucu doğurabilecek hiçbir sözümüz, davranışımız olmadıki SayınSavcıbu misalleri mahkemenizin huzuruna getirsin!

Bunu yine burada rahatlıkla söylemek istiyoruz. Eğer, SayınBaşsavcının derdi, davası, ülke ve millet bütünlüğünü korumak ise,şiddeti, terörizmi önlemek ise, çok müsterih olsun, bu konuda DKP en azkendisi kadar duyarlıdır.

...

Sayın Başsavcısözlü açıklamalarında bu davayla hiç ilgisi,alakasıolmayan bir sürü olay anlatıyor ve bu olaylarıanlatırken,Batı’da fikir suçunun mutlak olmadığını, fikir özgürlüğüne -pardon- fikir

863

özgürlüğünün, düşünce özgürlüğünün mutlak olmadığını, düşünceözgürlüğüne sınırlama getirebileceğini kanıtlamak amacıyla bu delillerigüya öne sürüyor. Ama, dikkat ettiğimiz zaman, Sayın Başsavcınınfikir özgürlüğünü kısıtlamaya örnek diye gösterdiği olayların hiçbirisininfikir özgürlüğüyle ilgisi yok.

Fransa’da basın kanununa göre Fransız siyasî sisteminintemellerini sarsmak ve kamu düzenini tahrip etmek maksadıylaeleştiride bulunmak yasaktır. Yasağın amacı, halk arasında heyecanve karışıklık yaratılarak suç işlenmesine elverişli bir ortamyaratılmasınıengellemektir.

Burada da görüldüğü gibi, engellenen, cezalandırılan bir fikirsuçu değil, suça teşvik etmek ve suçun işlenmesine neden olmaeylemidir. Çünkü, dünya değişti; yani, Atatürk’ün dönemindeki dünyaile bugünkü dünyamız çok.

...

Sayın Başsavcının verdiği bu örneklerin, söylediğim gibi, yani,DKP ile bir ilgi ve bağlantısınıkurmak mümkün değil. Zaten, SayınBaşsavcıhiçbir ilgi ve bağda kurmuyor, sadece bunlarıortaya atıyor.

Yine, Sayın Başsavcının referans gösterdiği bir kitap var; TürkiyeBüyük Millet Meclisi Kültür ve Sanat Yayın Kurulu tarafındanyayınlanan, Doçent Doktor Şeref Ünal tarafından hazırlananMilletlerarasıHukuk Açısından Güneydoğu Sorunu ve TerörleMücadele adlıkitap.

Sayın Şeref Ünal, değerli bir hukukçudur; bu kitabıda büyük biremekle hazırlamıştır, ciddî bir araştırmanın sonucu. Ancak, şuhususlar dikkatten kaçmamalıbu kitabıdeğerlendirirken. Sayın Ünal,Adalet BakanlığıAvrupa Topluluğu Koordinasyon Dairesi Başkanıolanbir devlet memurudur.

2.- Kitap, devletin bir resmî organıolan Türkiye Büyük Millet Meclisitarafından belli amaçlar için Şeref Ünal’a hazırlatılmıştır.

3.- Türkiye’deki hukuk sisteminin uluslararasısözleşmelere vehukuk sistemine uygunluğunu kanıtlama amacıve gayreti kitaba egemenolmuştur.

864

Bu nedenle, sözü edilen kitap, tam anlamıyla bilimsel, tarafsızlıkve objektiflik niteliğini taşımamaktadır. Pek çok yerde zorlamayorumlara sapılarak devletin resmî görüşlerinin savunuculuğu yapılmıştır.

Kitapta eleştirilecek pek çok konu var. Ancak, bu tartışma, budavanın konusu değil. Şunu sormakta yarar var; eğer, Türkiye’nin hukuksistemi,kitapta ifade edildiği gibi, gerçekten uluslararası normlarauygunsa, Türkiye neden böylesine uluslar arasıkurumlarda mahkûmolmaktadır? Tek sorumlu, acaba bu iyi, güzel yasalara rağmen bunlarıyanlış, kötü uygulayan hâkimler mi? Şimdi haklıolarak böyle bir soruinsanın aklına geliyor. Hukuk sistemimiz iyi, ama sonuçlara bakıyorsunuz,kötü.

Bir de eğer, bu kitap dikkate alınacaksa, özellikle şöyle birtalebimiz var. Bu kitap, ön savunmamıza ek olarak sunduğumuz SayınDoçent Doktor Oktay Uy gün’un 1 Ağustos 1997 tarihli 40 sayfadanoluşan görüşüyle birlikte değerlendirilmelidir

Sayın Başsavcının gerçekten buraya kadar yaptığıaçıklamalarıilkbaşta okurken anlayamadım, yani, ne gereği var, bunlarıSayın Başsavcıniye anlatıyor? Çünkü, DKP ile, DKP aleyhine açılan davayla ilgisi yok.Acaba, bir dalgınlık sonucu mu Sayın Başsavcıbunu davaya kattıdiyedüşünürken, ancak, açıklamanın sonunda Sayın Başsavcının bunlarıhangiamaçla izah ettiğini ancak insan fark edebiliyor.

Sayın Başsavcı, bu sözlü açıklamalarında şöyle bir yöntemuyguluyor; kapatılmasıgereken bir parti tipi çiziyor; yani, şiddete bulaşan,şiddeti destekleyen, vatan ihaneti içinde olan, devletin ülkesi ve milletiylebölünmez bütünlüğü amacınıtaşıyan, yani, kapatılmayıhak eden bir partitipi çiziyor.

Tabiî, bu meyanda ileri sürdüğü görüşlerin pek çoğu da haklıvedoğru; yani, böylesine bir tipte bir partinin kapatılmasıelbette haklı;ancak, bu çizdiği parti tipiyle Demokratik Kitle Partisi arasında bir bağkurma imkânıyok ve Sayın Başsavcıda açıklamalarında hiçbir bağkurma ihtiyacınıda duymuyor; hiçbir bağkurma ihtiyacınıduymadan“öyleyse bu parti de kapatılmalıdır” diyor. Bunu şöyle ifade edebiliriz;diyelim ki, bir şeytan tipi çiziliyor, bu şeytan her türlü kötülüklereamade, insanlığın selameti için bu mahlûkun ortadan kaldırılmasıgerekir.

865

Ama, hiç ilgisi olmayan masum bir insana da “bu da şeytan,öyle ise, bunun da ortadan kaldırılmasıgerekir.” Sayın Başsavcınınyürüttüğü mantık bu.

Bu, bir hukukçu mantığıdeğil. Yani, hukukçu, birisini mahkûmetmek istediği zaman, onun eylemlerinden dolayıonu yargılamalı;eylemleri ile ortaya çıkan sonuçlar arasındaki bağıkurar. SayınBaşsavcıbu ihtiyacıhiç duymuyor. Dediğimiz gibi, kapatılmasıgerekenkötü bir parti tipi çizdikten sonra hiçbir bağ kurmadan “DKP dekapatılmalı” diyor.

Arz ettiğim gibi, hiçbir bağkurma gereğini duymadan şöyle biriddia ortaya atıyor; “sözünü ettiğimiz açıklamaların ışığında davalıDemokratik Kitle Partisinin ideolojisini yansıtan ve ülkemizin toplumsalyapısıve koşullarına ilişkin düşünceleri ifade eden programındabelirtilen görüşleri ve genel başkanın programıaçıklama amacınıgüden çeşitli beyanlarıAnayasanın ve o doğrultudaki Siyasî PartilerYasasının belirli kurallarına aykırıbulunduğunu tekrarlıyoruz” diyor.

Şimdi, Sayın Başsavcıbu suçlamayıhangi olgu ve kanıtadayandırıyor? Sadece iddianameye gönderme yapıyor. Biz de ön veson savunmalarımızda Sayın Başsavcının iddianamesine gerekli,muknî ve inandırıcısavunmamızıyaptığımız için tekrardan kaçınmak içinbu konu üzerinde durma gereğini duymuyorum.

Şimdi, Sayın Heyetinizin herhalde dikkatinden kaçmamıştır.Demokratik Kitle Partisi davanın başından beri bu davayısağda,solda polemik konusu yapmadan, başka mecralara taşımadan, sonderece ciddî, tutarlı, hukukî zeminde kalarak bu davayıgötürmeyeçalıştı, bu gayretin içinde oldu.

...

Sayın Başsavcıher türlü idrak, izan ve insaf ölçülerini aşarak vebir başsavcıiçin son derece talihsiz sayılabilecek sözler sarfetmiştir.Bizi çok ağır itham altında bulundurmuştur; bizi, PKK’nın izni vemüsaadesiyle kurulan bir parti konumuna düşürmeye çalışmıştır; ama,hiçbir delil de göstermeden.

Şimdi, Sayın Başsavcısözlü açıklamalarının sonunda şöylediyor: “Son olarak şunu söylemek istiyorum. Davalıpartinin genelbaşkanıtecrübeli bir kişidir. Hazırladığıprogram ve tüzüğün vepartisinin amacınıaçıklığa kavuşturmak amacıyla yaptığıkonuşmaların

866

Anayasamızla bağdaşmadığınıbilmemesine imkân yoktur. Şimdiyekadar bölücü partilerden pek çoğunu Anayasa Mahkemesi kapattı;fakat, bunların üyelerinden, hatta, yöneticilerinden ve hatta genelbaşkanlarından yurtdışında yaşama durumunda olanların hepsikendilerinin aslında PKK ile organik bir bağ içinde olduklarınıaçıkladılar... açıkça söylüyorum; bir Kürt vatandaşının PKK’nın iznidışında Güneydoğu Anadolu Bölgesinde siyasî faaliyette bulunmasıçok zordur. PKK, Türkiye’de her yere sızmaya çalıştığıgibi, BüyükMillet Meclisinde de temsilcilerini bulundurmak amacıyla birtakımpartiler kurdurmakta ve bu partileri desteklemekte, onun dışındakiKürt vatandaşlarına...” İfade Sayın Savcınındır, “Kürt vatandaşları”ifadesi; “...Kürt vatandaşlarına bu konuda hayat hakkı biletanımamaktadır; ama, bazen de tüzük ve programıyla açıkçaAnayasaya aykırıolan partileri kurdurtmaktadır. Geçici bir sürefaaliyetlerine de PKK ve o yönde eylem yapanlar sesiniçıkartmamaktadır. Gaye şudur: Bunu nasıl olsa Anayasa Mahkemesikapatacak, biz de bunu milletlerarasıplatforma götürelim. Türkiye’yibir daha siyasî bakımdan sıkıntıya sokalım, Demokratik KitlePartisinin bu amaçlardan hangisine hizmet etmek amacıylakurulduğunu veya başka bir amacıvar mıyok mu, bunun takdirinimahkemenize bırakıyorum.”

Evet, Sayın Başsavcının son sözleri aynen böyle.

Şimdi, hangi açıdan bakılırsa bakılsın, son derece, yakışıksız,haksız ve tutarsız sözler.

Bir kere; Sayın Başsavcı, PKK’yıhakketmediği derecedeyüceltmiştir. Bütün Güneydoğu halkının iradesinin PKK’nın ipoteğialtında olduğu gibi son derece hatalıbir ifade kullanmıştır. Çünkü,PKK’nın da zaten iddiasıbu; “ben o halkıtemsil ediyorum, onunmücadelesini veriyorum...” Ve savcının, bu sözleri bir argüman olarakPKK tarafından çok rahatlıkla bir propaganda malzemesi olarakkullanılabilecek niteliktedir. Bir başsavcıbu hataya düşmemeliydi.

Sayın Başsavcının yine bu ifadesinde, tecrübeli bir kişi olduğumifade ediliyor ve kapatılacağınıbile bile bu partiyi kurdurttuğum suçlamasıvar.

Şimdi, yani, insaf demek lâzım; ben, bir partiyi niye kapatılsın diyekurayım? Bu partiyi kurmak için ben üç yıl emek verdim;kapatılacağınıbile bile ben niye bunca emek sarfederek bir parti

867

kurayım? Yani, bunlar söylenebilecek sözler mi? Hiç olmazsa söylenensözlerin ufak da olsa bir ciddiyeti, bir tutarlılığıolmalı.

Malumunuz, bu parti kurulmadan önce Kürt DemokratikPlatformu kurulmuştu ve bu platformun düzenlediği 10.12.1994 tarihlitoplantıda biz, kurulmasıdüşünülen partinin ilkelerini belirleyen birtoplantıdüzenledik ve o toplantıda kurulmasıdüşünülen partininilkeleri belirlendi ve bu parti, o ilkelerden yola çıktıve o ilkelerde belirlenengörüşler parti programına yansıdı. Hatta, daha yumuşatılarak hukukîzorunluluklara daha fazla uydurularak parti programına yansıtıldı.

Ancak, bu tespit edilen ilkeler kitapçık halinde kamuoyunaduyuruldu. Bununla ilgili Devlet Güvenlik Mahkemesinde dava açıldı.(Ankara 2 nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi, esas 1995/99, karar 1995’in20 sayılıkararı.)

Şimdi, bu davanın önemi şurada; yani, bu davada suçlama konusuolan görüşler hepsi o davada da suçlama konusuydu ve uygulanmakistenen hukuk normu da aynınormdur; yani, devletin, ülkesi ve milletiylebölünmezliği normuydu; ama, devlet güvenlik mahkemesi buradakigörüşlerimizin, açıklamalarımızın siyasî hayatın doğal bir gereğiolduğunu, bölücü bir kasıt taşımadığını ve bu nedenle suçoluşturmadığına karar verdi ve hem de orada bir “Kürt halkı” deyiminikullanmanın suç olamayacağınıda gerekçeye geçirerek beraat kararıverdi. Bu karar, Yargıtay’ın onayından geçti, kesinleşti.

Malumunuz, elbette Yüce Mahkemeniz herhangi bir mahkemeninkararına bağlıdeğil; ama, burada dikkat edilmesi gereken şu: Birkaç yılönce hiç kuşkusuz aynıgörüşleriniz, hatta daha yumuşak, dahamasumane ifadeler bile mahkemelerde bir mahkûmiyet nedeni oluyordu;fakat, hâkimler yaptıklarıhatanın, yaptıklarıuygulamanın çağdaşdemokratik anlayışına, uygar bir topluma, adaletin genel kurallarına uygundüşmediğini fark ettiler ve o eski kararlarından dönüşyaparak adalete,demokratik hukuk devleti kurallarına daha uygun bir karar vermek gereğiniduydular ve bu görüşYargıtay’a da yansıdı.

İşte, bu nedenle, toplumdaki bu tür değişimi, bu tür gelişmeyi herzaman yargıorganlarının dikkate almasıgerekir.

Ben, bunu da şu nedenle söylüyorum; yani, biz, bu partiningörüşlerini bir mahkemede test ettirdikten sonra, bunun suçolamayacağınıkesinleşmişbir kararla bir sonuca vardırdıktan sonra bupartiyi kurduk.

868

Lütfen bakın, arz ediyorum; bu davanın dosyasınıbiz YüceMahkemenize ön savunmamızla birlikte arz ettik, herhalde dikkatliceokunmasıgereken bir karardır; o dosya meyanında, 109 uncu sayfadakibelgede aynen şunu söylüyor; yani, 10.12.1994 tarihli toplantıdasöylediğim söz aynen şu; dosyada 109 uncu sayfada mevcut. “Bizlegal parti kuruyoruz. Legal parti, yasalara uygun parti demektir. Biz,Türkiye’nin yasalarına uymak zorundayız. Bu, yasalarıonayladığımızanlamına gelmez. Bizim zaten amacımız, yasal düzeni toptandeğiştirmek, yasaların çağdaşlaşması, yasaların toplumun ihtiyaçlarınacevap verecek bir biçimde düzenlenmesi zaten başlıca hedefimizdir;ama, biz partiyi kapatmak için kurmuyoruz...” Aynen benim kullandığımlaflar.

Şimdi, Sayın Başsavcıhem benim tecrübeli bir politikacıolduğumuöne sürecek ve hem de partiyi kapatma amacıyla kurduğum gibi sonderece anlamsız bir söz sarfedecektir. Bunu da gerçektenyakıştıramadım.

...

Sayın Başsavcının “açıkça söylüyorum, bir Kürt vatandaşınınPKK’nın izni dışında Güneydoğu Anadolu Bölgesinde siyasî faaliyettebulunmasıçok zordur” ifadesinin çok talihsiz bir ifade olduğunu,PKK’yıyücelttiğini, PKK’nın bunu bir propaganda malzemesi olarakkullanabileceğine işaret etmiştim.

Şimdi, bu laf, yalnız bununla da kalmıyor. Malumunuz, bugünbölgeden Parlamentoda temsil edilen 100’den fazla milletvekili var.Bu, o milletvekillerini de zan altında bırakmaktadır. Çünkü, eğer,PKK’nın izni, müsaadesi olmadan kimse orada oy alamıyorsa,seçilemiyorsa, bu insanlar da, sanki, PKK’nın izni ve müsaadesiyleseçilmişbir konuma düşerler.

Ayrıca, bu, yalnız o milletvekillerini zan altında bırakmakla dakalacak bir laf değil, Parlamento doğrudan doğruya zan altında kalıyor.Biz, bu talihsiz sözün söylenmemesini yürekten dilerdik.

Sayın Başsavcı, bu ifadelerle DKP’nin de PKK’nın, izin vemüsaadesiyle kurulmuşbir parti olduğu imajınıyaratmak istemiştir. Enufak bir delil kırıntısıbile ortaya koymadan, tamamen spekülatif vefaraziyelerden hareketle yapılan böylesine ağır ve haksız bir suçlama,iftiradan öteye geçemez.

869

Bu davadan istenilen sonucu elde edebilmek için SayınBaşsavcının dayanaksız, delilsiz DKP’ye iftira etmeye hakkıyoktur.İddiayı kanıtlama külfeti, iddia sahibine aittir. Hiçbir zamankanıtlanamayacak bu iddianın aksini, yasal zorunluluğumuzolmamasına rağmen DKP’nin ne olduğu, kim olduğunun iyi anlaşılmasıve Yüce Heyetinizi aydınlatmak amacıyla aksi yönden, yani, iddianınaksini ispatlama külfetini de üzerimize alarak belgelerle Heyetinizesunmaya çalışacağım.

Bu, Klasör ... içindeki 10 belgeden ibaret ek delil olaraksunacağımız dosyadır. Türkiye’nin değişik görüşve kanaatte olan,değişik yayın organlarında görev âlân tanınmışseçkin yazarlarının,tarafsız olan bu seçkin yazarların DKP’ye bakışaçısınıve DKP’yi nasıldeğerlendirdiğini izah etmeye çalışacağım:

l inci belge; 3.1.1997 tarihli Sabah Gazetesinde, Genel YayınYönetmeni Güngör Mengi’nin “Sabah Diyor ki” köşesindeki “İki YeniParti” başlıklı değerlendirmesi. Şöyle diyor Sayın Güngör:“Demokratik Kitle Partisi, liberal kimlikli bir parti olmakla beraber, Kürtsorunlarına yoğunlaşacak ancak çözümleri Türkiye’nin ulusalbütünlüğü temelinde arayacaktır. Şerafettin Elçi, bu alandasamimiyetini kanıtlamış bir siyasetçidir ve en büyük zorluğu,bölücülerden görecektir. Çünkü, PKK için DKP, Türkeş’in partisindenbile daha tehlikeli bir hasım olacaktır” denilmektedir.

Belge 2.- 4.1.1997 tarihli Yeni Şafak Gazetesinde, Baran Duranimzalı, “Apo’yu Korkutan Parti” başlıklıhaber, yorum.

Şöyle diyor: “DKP yönetiminin PKK’yımuhatap olarak kabuletmediği bildiriliyor; ‘PKK’nın düşünceleri bizi bağlamaz.’ Elçi, PKK’nınDKP’den memnun olup olamayacağının kendilerini bağlamayacağınıbelirtiyor” değerlendirmesi, yorumlarıyapılıyor.

3 üncü Belge; 4.1.1997 tarihli Yeni Yüzyıl Gazetesindeki AliBayramoğlu’nun “Umuda Merhaba” başlıklıyazısındaki ifadeler.

Sayın Bayramoğlu şöyle diyor: “Ama, dün küçük bir umut ışığıyandı; Ankara’da Demokratik Kitle Partisi kuruluşbildirgesi verdi. Kürtsorununu programının merkezine almakla birlikte, ülkenin bütünsorunlarına sahip çıkan liberal demokratik bir kitle partisi olduğunusöylüyor DKP. Her türlü şiddeti reddettiğini vurguluyor; devletinyeniden yapılandırılmasını, idari sistemin ademi merkezileştirilmesini,kimlik haklarınıve bölgesel kalkınma planlarınıkendisine şiar ediniyor.

870

DKP’nın varlığıumut vericidir; çünkü, bu ülkede YDH’dan bu yanailk kez bir siyasî parti demokrasiyi barış, huzur ve refah üzerinetemellendirmekte, din, inanç, mezhep ve etnik farklılıkların bir aradalığıve hakların çerçevesinde tanımlanmaktadır. Yani, çok kültürlü toplumprojesinin ipuçlarınıvermektedir.

Çünkü, Şerafettin Elçi’nin başkanlığında kurulan DKP’liler,bugüne değin Kürt sorununu ülke bütünlüğü çerçevesinde resmîideolojiye ve PKK’ya uzak durarak çözmek önerilerini dile getirmiş;DEP, HADEP geleneğinin dışındaki kişiler. DKP umarız şu an olduğugibi hep biri asimilasyoncu ve diğeri ayrılıkçıiki kutubun arasındademokratik niteliği ile yer almayısürdürür, Türkiye’nin partisi olmayasoyunur, güven vermeyi temel şiar edinir; Türkiye’nin buna ihtiyacıvar.Umut adına DKP’ye merhaba!” şeklinde bitiriyor sözünü.

Belge 4’te; 6.1.1997 tarihli Sabah Gazetesinde, Mehmet AliBirand’ın “Şerafettin Elçi Son Şans Olabilir” başlıklıyazısındaşöyle diyor:

“Şerafettin Elçi kızmadı-...” Yani, 12 Eylül döneminde banayapılan haksızlıklarıanlattıktan sonra “Şerafettin Elçi kızmadı, kırılmadı,silaha davranmadı. Aksine, son derece ılımlıbir yaklaşımla bizlere Kürtsorununu anlatmaya çalıştı. Ancak, devletin içindeki ve dışındakişahinler, onu yerden yere vurdular, safdışına atabilmek içinkurmadıklarıkomplolar kalmadı. Bütün bu çabalarıen memnuniyetleizleyenlerin başında da PKK geliyordu. Zira, Elçi, PKK için önemli birtehlike idi. Elçi’nin yaklaşımında teröre yer yoktu. PKK kendi yapacağıtemizliği TC Devletinin yapmasından keyif duydu. Şerafettin Elçi,şimdi Demokratik Kitle Partisi adında bir parti kurdu. 69 kurucuüyesiyle birlikte DKP, şimdi iki önemli tehlike ile karşıkarşıya; biri,devletin içindeki ve dışındaki şahinler, diğeri de PKK. Devletin içindekive dışındaki şahinler, PKK’ya dişgeçiremedikçe PKK dışındaki tümılımlıKürt hareketleri vurdular. Kafalarına göre Kürt sorununu ancakbu şekilde yok edebileceklerdi. Kürt konusunda kimin ne düşündüğüne,nasıl bir yaklaşımla ortaya çıktığına bakmadan vurdular.

Şimdi sahneye gelen Şerafettin Elçi hareketini susturmayalım;ılımlı, silaha karşıçıkan Elçi ile arkadaşlarının başlattığıpartinin enönemli yeniliği misakımilli sınırlarının korunmasından yana olması;yani, Türkiye’nin toprak bütünlüğünden yanalar. Marksist yaklaşımdeğil, liberal merkez sağdalar.

PKK’nın rahatsızlığıbundan kaynaklanıyor. Bugüne kadarki tümsiyasi oluşumları kendi kontrolü altında tutan PKK, Elçi ve

871

arkadaşlarına karşısert bir muhalefet yapacaktır. Eğer, devletin içindeve dışındaki eski kafalar da Elçi hareketinin üstüne yürürlerse, sadecePKK’ya yine altın bir olanak sağlamış olacaklardır. DKP’ninsöyleyecekleri doğru olacaktır. DKP, bizim hiç hoşumuza gitmeyensözler söyleyecek, gerçekleri ortaya koyacak, Kürt sorununun nasılçözüleceğini anlatacak, Güneydoğu’daki savaşın devamının devletiniçindeki ve dışındaki bazıgüçler tarafından istendiğini söyleyecek veispat edecek.

Kızmayalım; eğer, Şerafettin Elçi’ye de tahammül edemezsek,o zaman geriye yapılacak bir şey kalmayacaktır. Sadece edebiyatyapmakla, herkesi ülkenin toprak bütünlüğünü yok etmek isteyenhayalî düşman olarak görmekle bir yere varılamayacağınıartıköğrenmemiz gerekmiyor mu?

Şimdi de PKK terörünün ardına saklanıp yine de ayaksürüyoruz; ancak, bu konuda daha fazla direnemeyeceğimizi biliyoruz.Şerafettin Elçi’nin partisi işte bu yönlerden şans olacaktır. Bunu da yoketmeye kalkarsak bir daha kimse cesaretlenmeyecektir, sahatamamen PKK’ya kalacaktır” şeklindeki değerlendirme ve tahlilleri.

Belge 5; 18.1.1997 tarihli Milliyet Gazetesinde GüneriCivaoğlu’nun “İmaj İnşası” başlıklıyazısı; şöyle diyor: “DemokratikKitle Partisini kuran Şerafettin Elçi, PKK’nın dayatmasına demokratikçözüm alternatifi olmak iddiasında. Elçi, silahlıyöntemlere karşı”belirlemeleri yer almaktadır.

Belge 6; 18.1.1997 Sabah Gazetesinde Hasan Cemal’in “İkiNokta” isimli köşesindeki “Diyarbakır’dan Afrika Manzaralarıve YeniSiyasal Oluşumlar” başlıklıyazısı.

Şöyle diyor Sayın Cemal: “Demokratik Kitle Partisi, ‘PKK’yahayır’ PKK’nın hışmınıüzerine çekmişdurumda. PKK’nın televizyonuMED TV’nin yayınlarında korucu partisi, devlet partisi diye sürekli ateşaltında tutuluyor. Ancak, Türkiye’nin toprak bütünlüğü savunuluyor.Yani, bölücülük söz konusu değil, şiddet reddediliyor, PKK’nın partiyegölgesini vurmamasına(?) kesin olarak izin verilmiyor. Demokratik KitlePartisine başarılar diliyorum” yorumu ve değerlendirmesi.

Belge 7; 10.3.1997 tarihli Hürriyet Gazetesinde EnisBerberoğlu’nun “Şahinlerin Nefret Ettiği Politikacı” başlıklıyazı.

872

Sayın Berberoğlu şöyle diyor: “Ocak ayında siyasi yaşamakatılan Demokratik Kitle Partisi BaşkanıŞerafettin Elçi’nin sözleri ilkbakışta yakınma gibi gelsede, aslında, gizli gururu yansıtıyor.‘Şahinler, bizi sevmez; ne Türk şahinleri ne de Kürt şahinleri.’Gazetede sohbet ederken sigarayı4 yıl önce bıraktığınıanlatıyor,Cizre’deki evinde PKK’yınasıl eleştirdiğini hatırlıyorum...” benimsözümü alıyor, “O tarihte beni dinleselerdi ne bu kadar kan dökülürdüne de düşmanlıklar olurdu’ diyor ve devam ediyor; iki seçenek var; ilkisilahlımücadele; ikincisi, Türkiye’nin millî sınırlarına saygılıdemokratikyol; bizim yolumuz ikincisi”şeklinde, yorum ve değerlendirmeler.

Belge 8; 12 Mart 1900 (?) tarihli Ekspres Gazetesinde HasanArtuk’un -Adana’da yayınlanan bir bölge gazetesi- “Dobra” isimliköşesinde “Demokratik Kitle Partisi” başlıklıyazı. Şöyle diyor yazıda:“DKP, bir fırsattır, bir umuttur; bu fırsat ve umudu iyi değerlendirmekgerekir. DKP’nin ön koşul saydığıbarış, tüm beyinlere yerleştirilmeli vebu alanda insanlarımızımotivize eden yayınlar yapılmalıdır. Ülkemizingerçeklerini, insanlarımızın kültürel zenginliklerini göz ardıedemeyiz. Öylebir lüksü sürdürme imkânımız yoktur. Adam Kürtçe mi konuşupokuyacak, ‘buyur kardeşim; yeter ki ulusal birliği bozma, yeter ki, bucumhuriyetin temeline dinamit koyma, dinamit koymaya kalkışma.’DKP’nin genel merkez yöneticileri benimle temas kurarak programlarınıgönderdiler ve barışa dayalısiyasal yapılanmalarının dikkate alınmasınıistediler.

Bizim gibi ulusal birliği savunan, cumhuriyetin temel değerlerineve cumhuriyetin devrimlerine yürekten inanmış ve bu doğrultusuherkesçe malum olan, ırkçılığın her türlüsünü reddeden bir kişi iletemas kurmak ve kendilerini anlatmak isteyen DKP’lilerin samimiyetineinanmak istiyorum.

Barışıve toplumsal uzlaşmayıön koşul sayan, bunu programınakoyarak siyasal kimliğini bu merkeze oturtan DKP’ye, aydınlarımız,yazar ve çizerlerimiz ve de medyamız sahip çıkmalıdır. Kürt kökenliolduğunu iddia eden, öyle inanan insanlarımız bir an önce PKK veonun yandaşıolan siyasal tuzaklardan kurtulmanın çaresine bakmalıve DKP’nin uzattığızeytin dalınıgörmelidirler.

Bir büyük işyapalım, bir büyük işi başaralım; bu işin adıbarıştır,sevgidir,kardeşliği pekiştirmektir. PKK ve yandaşları benimdüşmanımdır, bu ülkenin düşmanıdırlar; bu düşmanlar, şimdi DKP’ye dedüşmandırlar; çünkü, DKP, kavgayıdeğil, barışısavunmaktadır.Barıştan yana olan, kan ve gözyaşıyla bir yere varılamayacağını

873

anlamış olan, bu ülkenin bölünmesinde kimsenin kârlıçıkamayacağının bilincine varan herkes, PKK’nın şiddetine karşıçıkanlar, DKP’ye omuz vermelidirler” yorum ve değerlendirmesi.

Belge 9; 5 Mayıs 1997 tarihli Sabah gazetesinde Mehmet AliBirand’ın “PKK’ya Direnen Kürt Lider Şerafettin Elçi” başlıklıyazısı;“İşte, bu garip ilişkiler yumağında Şerafettin Elçi ortaya çıktı. PKK’yakafa tutan, Öcalan’ın hedefi durumuna gelmesine rağmen hiçumursamadan sorunun ülkenin toprak bütünlüğünü koruyarakçözülmesini isteyen bir lider. Tabiî, PKK tarafından hemen reddedildi.

Ancak, ne gariptir ki, Devlet de Elçi’yi tartaklıyor. Güneydoğu’dakison seçimlerde yerel yetkililer ellerinden geleni artlarına koymadılar.Bazıbölgelerde HADEP’e göz yumarken, Elçi’nin engellenmesi aklabinbir soru işareti getirmişti. Acaba, bölgedeki bazıyöneticilerçözümsüzlüğü mü tercih ediyorlar? Savaşdurumunun devamınımıtahrik ediyorlar? Acaba bölgedeki uyuşturucu ve köy korucularınagiden paralar, kendine göre kurulmuşolan bir düzenin değişmemesiiçin bir çaba mıvar? Bu sorular artık, her yerde soruluyor; mantıkaçısından eğer, böyle bir durum yoksa, neden Elçi gibi insanlar daköstekleniyor?” şeklindeki yorumu.

Belge 10; 18.10.1997 tarihli Yeni Yüzyıl gazetesindeyayınlanan, Profesör Doktor Ahmet Naci Yücekök’ün “DKP’ye DestekPKK’yıZayıflatır” başlıklıyazısı.

Bu sayın profesör Diyarbakır ve o bölgede çok derin birinceleme yaptı; o incelemelerini bir dizi yazıhalinde Yeni Yüzyıl’dayayınladıve orada bizimle ilgili şu tespitleri yapıyor:

“PKK’nın tehditleri sürerken savcılık da DKP’nin kapanmasıiçindava açıyor. Partinin savunmasıkısa; ‘hanginiz kapatacaksanız öncearanızda anlaşın.’ Yörede kurulu bir siyasal parti var. Eski CHP’libakanlardan Şerafettin Elçi’nin DKP’si, Demokratik Kitle Partisi, Kürtsorununu daha insancıl, daha barışçı, daha demokratik olaraksavunmaya çalışan bir siyasal girişim. PKK, bu DKP’ye karşı, kapatılsınistiyor, DKP korucularını(?) tehdit ediyor, baskıyapıyor; çünkü,Demokratik Kitle Partisi Apo’nun ayırımcısavaş“ politikalarına karşı.Kürtlerin böyle bir partiye destek vermeleri, PKK’yıdoğal olarakbüsbütün zayıflatır. PKK’nın DKP’ye yönelik baskıve tehditlerisürerken, Cumhuriyet Başsavcılığı da DKP’nin kapanması içinsoruşturma ve dava açıyor. DKP, tek bir sayfalık savunma ile yetiniyor.

874

Ezcümle şöyle diyor: ‘Hanginiz kapatacaksanız önce aranızda anlaşın.’Şerefettin Elçi, kişiliğiyle yöre halkına da güven veriyor”şeklinde tespit.

Şimdi, Sayın Heyete bu tarafsız basın çevrelerinin değişikçevrelerden yorumlarınısundum. Lütfen, herkes insafla elini vicdanınakoysun; Sayın Başsavcının bize yüklemek istediği, PKK bağlantısıveyahut da PKK icazetli imaj ile burada çizilen tablo arasında en ufak birbağ, bir ilgi kurmak mümkün mü? Bunu, takdirlerinize bırakıyorum.

Bu tarafsız çevrelerin değerlendirmelerini sunduktan sonra şimdide, PKK’nın yayın organlarında veya PKK’nın yörüngesinde yayın yapankuruluşlarda, kurumlarda bize yapılan saldırılarıHeyetinizin dikkatlerinesunmak istiyorum.

Belge 1.- 14 Ocak 1997 tarihli, yurtdışında yayınlanan ÖzgürPolitika Gazetesi; o, malum doğrultuda yayın yapan bir gazete;“Devam” köşesinde yer alan, Abdullah Öcalan’ın MED TV’dekikonuşmasına atıfta bulunan ‘birlik, pratikte yaşam bulsun’ başlıklıDKP’yeyönelik eleştiri yazısının altınıçiziyoruz.

Şöyle deniyor; “Bir Kürt cephesinde, işte Elçi’nin kitle partisi, yineCindoruk’un demokratik kitle partisi nedir? Bu, yeni gelişmelerlebağlantılıdır; belki de bu gelişmelerin düşünülmüş, planlanmış birparçasıdır”şeklindeki belirlemeleri.

Belge 2.- (yani, bu, klasör 1. Dosya 2’nin belge 2’si) 15.1.1997tarihli yine Özgür Politika Gazetesinde, “Ufuktan” isimli köşesinde“600’lük umut” başlıklıDKP’ye yönelik imzasız eleştiri.

Belge 3.- 14 Ocak 1997 tarihinde yine Özgür Politika GazetesindeYaşar Kaya imzalı“Anayasal Yutturmaca” başlıklıDKP’ye yönelik eleştiriyazısı.

b) 16.1.1997 tarihli yurtdışında yayınlanan Özgür Politikagazetesinin “Okuyucuya” köşesinde, “Rehber Acar” imzalı, “ÇözümŞerafettin Elçi mi?” başlıklıDKP Genel BaşkanıŞerafettin Elçi’ye yönelikeleştirileri.

Şöyle diyor saldırıda: “Sen, bir zamanlar Bayındırlık Bakanlığıyaptın. Kendi halkın için ne yaptın? Hangi gün Kürt sorununu dilegetirdin? Şimdi, niye kalkmış, ‘ben Kürt sorununa siyasal yönden çözümgetireceğim’ diyorsun? Madem, senin art niyetin yok, siyasal olarak birşeyler yapmak herkese açıktır, git, yap; Kürdün ve Türkün birleşmeleri

875

sana ibret olsun; ulusal kurtuluşmücadelesi için ne sen...” yani, ulusalkurtuluşmücadelesinden amaçlanan PKK’nın verdiği mücadele, “...Ulusalkurtuluşmücadelesi için ne sen ne de senin gibileri tehlike olamaz. Sinekküçüktür; ama, mide bulandırır; doğrudur; sen de çok mide bulandırırsın.Sen de şu anda bir Abdullah Çatlı’sın; daha senin gibileri çok çıkacak busahnelere; ama, hiçbiri rollerini oynayamayacaklar. Yol yakınkenvazgeç bu sevdadan. PKK Genel BaşkanıHEP’tir(?) bir muhataparıyor o, bizler bir muhatap arıyorken, devlet, kalkıp karşısına kendisini,yani, seni ve senin gibilerini çıkarıyor”şeklinde bize yapılan saldırı.

Belge 4.- 20 Ocak 1997 tarihli yurtdışında yayınlanan Özgür PolitikaGazetesinin, Selim Ferat imzalı, “Son Şans Şerafettin Elçi” başlıklıyazıda şöyle diyor:

“Türk militarizmi şimdi vesikalıiktidardır ve bu militarizmin Kürdenefes aldırmadığıbir dönemde militarist demokrasinin ilk Kürt fidanıElçi’nin partisidir. Elçi, programın seyrinde bir şeye dikkat etti ve ısrarlaüzerine ‘bu devlet, benimde devletimdir’ dedi ve kendisine hayat sigortasırezerve ettiğini hatırlatmak istedi.

Şerafettin Elçi’nin partisi son şans olacaktır... “Bu, başka birifadeden alıntıyapıyor -Birand’ın (?)- “Bunu da yok etmeye kalkarsakkimse cesaretlenmeyecektir, saha tamamen PKK’ya kalacaktır. Bunagöre Şerafettin Elçi icazetlidir. Elçi, çadırınıhiç çekinmeden Kürdistansürgün parlamentosunun yanına açmalıydı. Türk militarizmi başka türlüistiyor, Elçi boyun eğiyor” denilerek DKP ve onun genel başkanınasaldırılıyor.

Belge 5. - Şubat 1997 tarihli Özgür Halk Dergisi, aynıdoğrultudayayın yapan bir dergi; 26-33. sayfalarında çok genişyer alan ŞefikAcarcan isimli “misyonu büyük, çapıküçük bir adam” üst başlığıaltındaŞerafettin Elçi ve düzeni koruma partisi spotuyla verilen 8 sayfadan ibaretyazı.

Yazıda şöyle diyor: “Şerafettin Elçi, iki yıldır çalışmasınısürdürdüğü partisinin resmen kuruluşunu 3 Ocak 1997 günü TC İçişleriBakanlığına verdiği dilekçeyle duyurdu. Adı, Demokratik Kitle Partisi.Sürekli düzen içi kalmaktan yana olan bir işbirlikçi Kürt tipini çizdi.Solcu bir bakandır, patronu ise günümüzün azılıfaşisti KaraoğlanEcevit’tir. Kürt düşmanıbir Kemalist ve hain bir Kürt; bu şekilde eylülekadar birlikte yürürler. Bu tarihsel bir birlikteliktir. Bu birliktelik ihanetçibir Kürdün bütün değerleriyle kendisini efendisine pazarlamasındasomutlaşır. Böylece, Elçi, KDP geleneğinden gelen işbirlikçiliğini bu

876

sefer Ecevit solculuğuna öykünerek pekiştirmeye çalışır. Tıpkı,uşaklığınıyaptığıefendilerinin yaşadığıgibi, hiç beklemediği bir şoklakarşılaştı. Hesapları tutmamıştı, artık, o da burjuva partilerininKürdistan’da tutunamadığım ve birer tabela partisinden öteyegidemediğini görmüşve anlamıştı, onu bizzat yaşamıştı.

Kürdün ihanetçisi iflah olmaz; çünkü, amacıuşaklıkta kusursuzolabilmektir; tek derdi, efendisine kendisini, sadık ve yetenekli bir uşakolarak kabul ettirmektir. Bu açıdan, uşaklıkta en küçük bir yetersizlikve başarısızlık onun için ölümden beterdir. Çünkü, ne kadar kaliteliolsa da son tahlilde bir işbirlikçidir ve kendi soyuna ihanet etmişuğursuz bir mahluktur.

Elçi, işbirliğinin günümüzdeki çarpık eylemi ise, DKP’dir; çarpıklıkparti ismine bile yansımıştır; çünkü, Elçi gibi birinin kuracağıpartininismi, Demokratik Kitle Partisi yerine “düzeni koruma partisi” veya“devletin korucu partisi” olmalıydı; çünkü, öz ne ise, biçim de öyleolmak zorunda. Aksi takdirde, sahte bir biçim, ne kadar şaşaalıolursaolsun, asla gerçek özü gizlemeyecektir; öz, eninde sonunda mutlakakendini biçime de yansıtacaktır.

Karanlık ne kadar koyu olursa olsun, cılız bir mum ışığıyla nasılaydınlanırsa, DKP’nin gerçek özü de onca “demokratik kitle partisiyiz”vesaire söylemlerine rağmen mutlaka yüzüne çektiği perde yırtılacakve UK’yı, yani, ulusal kurtuluşçizgisi tarafından tarihe gömülmüşçirkinişbirlikçi yüzü açığa çıkacaktır.

Bu, eşyanın tabiatından ileri gelmektedir. Tabiî, bununkendiliğinden olmayacağıanlamında belirtmiyoruz. (?) Aksine, koşullarıolgunlaştırmak ve maskeleri altındaki çirkin yüzleri gün ışığına çıkarmaktüm devrimcilerin en asli görevlerindendir.

İhanetçi, korkaktır, efendisini ürkütmek istemez. Elçi’den (?),bunlarıisterken çok korkakça ve ürkekçe davranıyor ve efendisinikızdırmaktan çekinen sadık bir uşak edasıyla.

Elçi, her konuştuğunda sarf ettiği cümlelerde daha da batmaktave asıl niyetini ortaya koymaktadır. ‘DKP mazlumların partisidir. Biz,geleceğin, adil bir devletin sesiyiz.’ Evet, devletin sesi olduğu kuşkugötürmez; ama, mazlumların partisi sözü çok dikkat çekicidir. Onunmazlumlardan kastettiği halkın bunca baskıya rağmen geliştirdiğionurlu direnişin sonucu ekmek kapısıkesilen ve artık, efendilerindendahi yüz görmeyen bir avuç işbirlikçi hain ve uşak takımıdır.

877

Elçi, bununla de yetinmiyor; ihanet ve işbirlikçiliğinin vermişolduğu sözü karanlıkla özgürlük hareketinin yıllardır sarf ettiği emekle,ödediği bedellerle, gösterdiği fedakârlıklarla, insanüstü cesaret vekahramanlıklarla kazanmışolduğu ve devrinin bu aşamasındaki belirligüç kaynağını teşkil eden orta sınıflara da seslenmekten geridurmamaktadır. Bu gerçeği, Elçi görebiliyor ve planlarınıbu eksendegeliştirmeye çalışıyor. Hatta, bu konuda özel savaşa (?) akıl vermektenbile geri durmuyor”

Şimdi, bu tür hakaretiniz ve çirkin saldırılar yazıda aynen uzunuzadıya devam ediyor. Bu dosya sunulacağıiçin gerisi dosyadanokunabilir.

Belge 6.- 17.3.1997 tarihli Demokrasi Gazetesinde Teslim Töreimzalı, “Kürt Sorunu PKK ve Bölge Kontrolü” başlıklı“DKP’ye YönelikEleştiriler” yazıda şöyle deniyor:

“Bu politikayla Kürt sorununu globalizm paralelinde konjonktürelolarak bölge dengeleri arasına yaymak, PKK’yı dışlamak vekurdurulmuş olan DKP’yımuhatap gibi gösterip sonuca varmakplanlanıyor. Bölge konjonktürü de denge unsuru yapay bir Kürtkoordinatı, iç dinamikte ise, Kürt sorunun çözümünde muhatap olarakgörmek ve göstermek için DKP oluşturulmuştur. DKP, kendi başına birolgu değil, bütünlüklü bir planın bir parçasıolarak oluşturulmuştur”şeklindeki görüşleri.

Belge 7.- 5 Nisan 1997 tarihli Özgür Atılım gazetesi ve “Azadî”köşesinde “Elçiye Zeval Olmaz mı?” başlıklıimzasız yazının ve DKP’yeyönelik eleştirileri.

Şöyle diyor: “Şerafettin Elçi, bu isim, Türk siyasal gericiliğininparlamenter siyaset eşrafıarasında tanınmışsimalarından biridir.Lâkin, o, sıradan bir Kürt değil; bölücülük düşmanı, şiddet karşıtı,liberal, özelleştirme savunucusu, ulus devletin çağınıdurdurduğunainanan, hatırısayılır bir devlet tecrübesi edinmişbir Kürttür. Üstelik,Kemalistlerden daha misakî millîci, generallerden daha yayılmacıgörüşve iddialara sahiptir. Türk Devletinin halinin ne olacağıkonusundanerede ise tekellerden ve generallerden daha fazla kafa yoran, sadık veçalışkan bir Kürttür.

Onun da artık bir partisi var; Demokratik Kitle Partisi. Siyasalgeçmişlerinde kişiliklerinin ve savundukları değerlerin çürüyüpküflenmemişhiçbir yanıkalmamışElçi güruhuna bu rağbet niye? Türk

878

faşist egemenleri ve emperyalistlerin yeniden cilalayıp, eline de bir departi tabelasıtutuşturduklarıbu işbirlikçi uşaklarından ne bekliyorlar?!.

En başta, o, sadece Kürtler için değil, Türkler ve Türkiye içinkonuştuğunun üzerine basa basa vurguluyor. Bu planın bir parçasınınHADEP etrafında siyasal tercihlerini kullanan Kürt yığınlarının DKP gibiişbirlikçi Kürt partilerinin dümen suyuna çekmektir. DKP, buemperyalist, faşist ittifaka dayanan planın bir parçasıdır. Kürtyurtseverlerinin mücadele tarihinde, bu Truva Atınıdeğil kalelerininiçine sokmak, kapısına bile yanaştırmaması gerektiğine ilişkinyaşanmış uyarıcıdeneyler vardır. Halk özdeyişinde “elçiye zevalolmaz” derler; ama, bu kez, elçinin kellesi tehlikede. Efendilerineduyurulur...” ve bu şekilde bitiyor.

Belge 8.- 5 Nisan 1997 tarihli yurtdışında yayınlanan ÖzgürPolitika Gazetesinde “Şerafettin” başlıklıyazı:

“Devlet, Kürtlere Nevruzu yasaklarken, bunun için yoğun birçaba sergilerken, sadece kişiliğe ve partisine kutlama için izin verdi.Özel aygıt Şerafettin Elçi’ye izin vermekte bir sakınca görmedi. Onlarda Diyarbakır sokaklarında halka 1200 karanfil dağıtarak, sözüm onaKürtlerin bayramınıkutladılar.

Elçi’nin Nevruzu kutlama biçimiyle devletin resmî kutlamalarıarasında şaşırtıcıbir benzerlik var. Aslında-, Elçi, kendisini devletekanıtlamıştır; devrimci mücadelenin önüne bir bölen ve kontra güçolarak dikilebileceğini her fırsatta dile getiriyor. DKP ve emperyalistgüçlerin de kendisinden beklentileri vardır. Bundan böyle bir destekvermeye çalışacaklardır” şeklindeki yorum ve değerlendirmeler.

Belge 9.- 6 Nisan 1997 tarihli Demokrasi Gazetesinde “OrduYeni Bir Tarz Deniyor” başlığıaltında yayınlanan Abdullah Öcalan’ınDKP’ye yönelik eleştirilerini yansıtan haberde şöyle deniyor: “Öcalan,ulaşan son bilgilere göre Kendennazan Ankara’ya gidecekmiş. Yine,Şerafettin Elçi’yle oldukça ilgileniyorlar. Hatta, HADEP içinden bazılarıylagörüşecektir. Böyle bir durum var; olabilir yani. Bu, biraz NATO içi birçözüme benziyor. Eğer, bununla PKK’nın zayıf düşürülmesiplanlanıyorsa, bu, bizim için eski yöntemlerin aynen devrede olduğunuve buna biraz daha güç verilmek istediğini gösteriyor. Ne yapacağızbuna karşı; tavırlarımızı radikalleştireceğiz.” Bu şekilde birdeğerlendirme.

879

Belge 10.- 6 Nisan 1997 tarihinde yayınlanan DemokrasiGazetesinin “BakışAçısı” köşesinde. M. Can Yüce imzalı, “ŞerafettinElçi ve DKP” başlıklıyazı.

Bu yazıda: “Burada üzerinde durulmasıgereken iki nokta var.Birincisi şu: Devlet, bütün Kürtlere Nevruzu yasaklarken nedenŞerafettin Elçi’ye izin vermekte bir sakınca görmedi? Yoksa, ŞerafetttinElçi’yi kendinden biri olarak mıdeğerlendirdi? Gerçek durumu sahidenöyle mi?

Vurgulamamız gereken ikinci nokta ise şudur: Şerafettin Elçi’ninNevruzu kutlama biçimiyle, Devletin resmî kutlamalarıarasındaşaşırtıcıbir benzerlik var. Nevruz ateşi, mücadeleyi ve isyanıanlatır;oysa, Şerafettin Elçi ve partisi her şeyden önce bu isyan ve mücadeleözünü boşaltmak ve özel savaşiçin kabul edilebilir ölçülere getirmekistediler. Dolayısıyla, Devlet, Şerafettin Elçi’ye izin verirken, kendisiaçısından isabetli davrandığınıanlamışve içten içe sevinmiştir. Budeneyimden bundan böyle de yararlanacaklarıkesindir.

Devlet ve Şerafettin Elçi’nin Nevruza yaklaşımlarının bu tarzdaörtüşmeleri rastlantıve nedensiz değildir. Devlet, Şerafettin Elçi’nin,işbirlikçi Kürt çözümünün yerel ayağıolmaya hazırlandığınıbiliyor;kimi tekel temsilcileri de kendisine olasıbir muhatap olarakdüşünüyor. Bu anlamda, kendisini bir tehlike olarak görmek bir yandakalsın, Kürt hareketini bölen, Kürtlerin bir bölümünü düzene bağlayanbir eğilimin temsilcisi olarak değerlendiriyorlar. Şerafettin Elçi veDKP’nin bir siyasal korucu olmaya soyunduklarınıda biliyorlar. Buanlamda, açıktan açığa ve alttan alta destekliyorlar. Desteklerinin özü,PKK’ya.

İşte, Şerafettin Elçi ve partisi, emperyalist ve Türk egemencephede seslendirilen çözümün Kürt ayağıolmaya hazırlanır, böyle birmisyona soyunuyor. Ortaya çıktığıilk günden bu yana, özellikle,kendisiyle PKK ve HADEP arasındaki kesin farkıanlatıyor; devrimcisavaşa karşıvar olan duruşunun altınıçiziyor. Yani, verdiği mesaj ‘banaher açıdan güvenebilirsiniz’ doğrultusundadır. Özel savaşkalemleri deöyle davranıyorlar; Şerafettin Elçi’ye güveniyorlar, onun şahsındadevrime alternatif bir oluşumun güç verebileceği umudunu taşıyorlar.

Özel savaşta temel eksiğin bir siyasal kontra parti olduğunuçoktandır dillendiriyorlar ve devletin bunun koşullarını yaratmasıgerektiğini anlatıyorlar. Bu misyonun da en iyi, Şerafettin Elçitarafından yerine getirilebileceğini açıkça yazmaktan çekinmiyorlar.

880

Aslında, Şerafettin Elçi, kendisini devlete kanıtlamıştır. Devrimcimücadelenin önünde bir bölen ve kontra bir güç olarak dikilebileceğiniher fırsatta dile getiriyor. Bizim açımızdan Şerafettin Elçi ve partisisiyasal kontra parti niteliğindedir” şeklindeki değerlendirme.

Belge 11.- 1.5.1997 tarihli yurtdışında yayınlanan Özgür PolitikaGazetesinde Nihat Aşut’un “Kürtlere Legal Mücadele” başlıklıyazı.

Yazıda şöyle deniyor: “İşte, bu günlerde TC’nin kısa bir süre öncekurulan DKP, yani, Demokratik Kitle Partisi, Şerafettin Elçi patentli bupartiye göz kırpması ve Kendennezan’ı Ankara’ya çağırmasıdüşündürücüdür. Şerafettin Elçi, Kürtlerin legal çalışmasında fiilîsüreçlerinden gelmiştir ve hatta, eski tas, eski hamama devam etmekistiyorsa; ki, dileğimiz de budur; aksi takdirde, kendisi için başarısızlığıpeşinen kabul etmiştir; sicilinin yakın geçmişte pek parlak olmadığıdahalk tarafından bilinmektedir” şeklinde yazı.

Belge 12.- 27.5.1997 tarihli yurtdışında yayınlanan Özgür PolitikaGazetesinin “Diplomasi” köşesinde, “Elçi, Türkiye’nin Elçisi” başlıklıyazıda.

Şöyle deniyor: “Partisinin programınıtanıtmak amacıyla İsveç’egiden Demokratik Kitle Partisi BaşkanıŞerafettin Elçi, güney Kürdistan’ıişgal eden Türk Devleti ve onun işbirlikçisi KDP’yi savundu. İsveç’tebasına demeç veren Elçi, ‘güney işgalini bir devlet burnunun dibindegerilla üslerine müsaade etmez, Türk Devleti de müsaade etmemektehaklıdır’ diye tabir etti. Bu arada, Elçi’nin taraftarlarınca DKP’ninprogramınıtanıtmak amacıyla önceki gün Stockholm’da organize edilenbir toplantı fiyaskoyla sonuçlandı. Stockholm, ABF salonundagerçekleştirilmesi planlanan toplantıöncesi bir hayli aksamalar yaşanırken,DKP’liler 100 civarında ERNK taraftarınısalona almak istemedi. MEDTV ekibi de engellendi. Elçi’nin aile çevresinden sayılan 70 kişininbulunduğu salonda PKK ve ERNK aleyhtarıbildirilerin dağıtılmasıtansiyonu, daha da yükseltti, Kürdistanlıyurtseverlerden rahatsız olanKDP’liler polise ihbarda bulunup, bunların salona alınmamasınıistedi.Amaçlarına ulaşamayan DKP yandaşlarıbu salonu iptal edip etkinliğebaşka bir salonda devam etmek zorunda kaldı. Bu salona da yurtseverleralınmak istenmedi; içeride bulunan yurtseverlerin bir kısmıda DKP’lilersaldırısına uğradı, karışan ortama polis müdahale ederek bazıyurtseverleri dışarıçıkarttı. Toplantıya uzun bir aradan sonra devam edenElçi’nin konuşması“bırıseri apo-kahrolsun ihanet- bağko... başur...,roşılet... Apo serıkıvalat(?)” gibi sloganlarla kesildi, Türk Devletinin ağzıylakonuşan Elçi, PKK ve ulusal kurtuluşmücadelesine ağır hakaretlerdebulundu.

881

Günde 10 dakika yayın yapmak suretiyle Türkiye’liler tarafındanİsveç devlet radyolarının ikinci kanalıbünyesinde kurulan “Merhaba”isimli Türk ordusu taraftarıradyoya açıklamalarda bulunan Elçi, güneyişgali ve KDP’nin ihanetini şu kelimelerde savundu: “ ‘Bir devlet,burnunun dibinde gerilla üslerine müsaade etmez. Türk Devleti demüsaade etmemekte haklıdır’” denilmektedir.

Özür dilerim, belki zamanınızıişgal ediyorum; ama, yani, DKP’yeyöneltilen Sayın Başsavcının suçlamalarının ne derece haksız olduğunumutlaka gözler önüne sermekte yarar var.

Belge 13.- 30 Mayıs 1997 tarihli yurtdışında yayınlanan ÖzgürPolitika Gazetesinin “Devam” köşesinde “Elçi Planın Parçası” başlıklıAbdullah Öcalan’ın DKP’yıeleştiren açıklamalarınıyansıtan imzasızhaberin altıçizilmiştir.

“İşgal hareketiyle birlikte Avrupa’da birtakım toplantılarındüzenlenmesinin tesadüf olmadığınıbelirten PKK Genel BaşkanıAbdullah Öcalan, Şerafettin Elçi’nin PKK’yıtasfiye planıçerçevesindeöne çıkarıldığınısöyledi. Öcalan, Türk ordusunun PKK gücünü tasfiyeederek Kürt sorununda bir çözüme gitme sinyalini verdiğini kaydederek,Şerafettin Elçi’nin bu güç tarafından öne çıkarıldığınısöyledi” şeklindebelirlemeleri.

Belge 14.- 31 Mayıs 1997 tarihli yurtdışında yayınlanan ÖzgürPolitika Gazetesinin “Misyonu Büyük ÇapıKüçük Bir Adam Elçi ve DKP”

Bu, bir dizi yazı; Şefik Acarcan biraz önceki belgede Özgür HalkDergisinde yayınlanan yazısınıburada da tekrar ediyor. Okumaya gerekyok.

Belge 15.- 31.5.1997 tarihli yurtdışında yayınlanan Özgür PolitikaGazetesinin Naif Akışimzalıve “Sonsbah (?) mahreçli ihanetçiliğiyleövünen zat Şerafettin Elçi” başlıklıDKP BaşkanıElçi ve DKP’ye yönelikeleştirel yorum.

Şöyle diyor: “Ankara’nın ihanet abidesi olmaya hazırlananŞerafettin Elçi işgal hareketini onaylıyor. PKK’nin de ihanetle özdeşolmuş KDP’nin kurallarına saygılıolmasını, ‘çık’ dediğinde oradançıkmasıgerektiğini söylüyor.”

882

Belge 16.- l Haziran 1997, yine Özgür Politika’da, yine sözünüettiğimiz Şefik Acarcan’in Özgür Halk Gazetesinde yayınlanan yazısınıntekrarıniteliğinde; okumaya gerek yok.

Belge 17.- 2.6.1997 tarihli yurtdışında yayınlanan Özgür PolitikaGazetesinin “Platform” köşesinde Necdet Guldan imzalıve “Bir BaşkaMücadele Bir Başka Tavır” başlıklıDKP’ye yönelik eleştiri.

Necdet Guldan, PKK’nin kurduğu Kürdistan sürgündekiparlamentonun bir üyesi.

Şöyle diyor Guldan yazısında: “Şerafettin Elçi adınıduymayanımız var mıveya geçmişte neler yaptığım şimdi hangimisyonu üstlendiğini bilmeyenimiz?..

Şerafettin Elçi sözlü savunmasının bu bölümünden sonra dakimi belgelere ve açıklamalara yer vererekşunlarıbelirtmiştir.

“Yine, bu doğrultuda partimizce parti meclisinin sonuç belgesi,yani, bu, partinin en üst karar organıolan parti meclisinde yine bukonuya değinilerek, şöyle diyor; altınıçizdiğimiz yerlerde: “Partimeclisimiz, partimizin genel başkanının 22.5.1997 tarihinde İsveçbaşkenti Stockholm’da yayın yapan Merhaba Stockholm Radyosundayaptığıbir röportaj sırasında Türk ordusunun kuzey Irak’a girişiyle ilgiliolarak sunulan bir soru üzerine, Türkiye’nin sınırların ötesi silahlıoperasyonlarını onaylaması mümkün olamayacağı yönündekiaçıklamasının partimiz temel görüşü olduğu bir defa daha yineleniyor.Müdahaleyi doğurabilecek gerekçeleri yaratmamaya... Türkiye’ninoraya müdahalesini doğurabileceği gerekçeleri yaratmamaya dikkatedilmediği şeklindeki değerlendirmelerini benimseyip bir kez daha teyitederek, şiddeti yöntem olarak benimseyenlere tabi olmayan...” Partimeclisinin görüşü bu “Şiddeti, yöntem olarak benimseyenlere tabiolmayan,bağımsız ve özgür iradesiyle hareket eden, Kürt sorunununçözümünde demokratik barışçıyöntemi benimseyen, Demokratik KitlePartisini hiçbir gücün yıldıramayacağını, izlediği politikalardan veyürüdüğü yoldan hiçbir saldırının alıkoyamayacağını azim vekararlılıkla ifade etmiş, genel başkanımız Şerafettin Elçi’nin yurtdışıseyahati sırasında İsveç’in Stockholm kentinde partimizin tanıtımıamacıyla düzenlenen 25 tarihindeki toplantıya PKK’lıolduklarınısöyleyen bir grup tarafından saldırıldığınıve bu saldırısırasında partimeclisi üyemiz Lütfü Baksi ile birlikte toplantıya katılanların darpedilerek yaralandığıesefle saptanmış, bu gibi tavır ve davranışlarışiddetle kınayarak protesto ettiğini, partimizin şiddet ve tehditlere asla

883

boyun eğmeyeceğini, doğru bildiği barışçı, demokratik çizgide azim vekararlılıkla yürüyeceğini, halkımızın zaferi işaret ettiğini tam bir siyasiirade ve inançla vurgulamıştır.”

...

Bunca lafıuzatmanın belki de gereği yoktu, gereksiz yere açılanbir dava ile Mahkemeniz meşgul edilmiştir. Siyasî mücadelemiz önemlioranda aksatılarak kanayan bir yaranın sarılmasına aracıolabileceğimize inanan genişbir kesimin umudu kırılmıştır. Bu ülkededemokratik ve barışçıyollarla hak arama yollarının tıkalıolduğu imajıyaratılarak, şiddet yanlıların ekmeğine yağ sürülmüştür. Ancak,Mahkemenizin vereceği isabetli bir kararla bütün bu zararların kısmentelafi edilebileceğine inanıyoruz.

DKP’nin uygar bir dünyada, uygar bir devlette uygulanmasıgereken bir siyasî programla yola çıktığınıhep ileri sürüyoruz. İddialıbirbiçimde söylüyoruz; DKP programı, Türkiye’de en ilerici, çağa enuygun siyasî programdır. İç huzur ve barışı, tam bir demokratik hukukdevletini, vatandaşlarımüreffeh ve devletle barışık, komşu ülkelerleproblemlerini halletmiş, dünyada itibarlıyerini almış, kalkınmışgüçlü birdevleti hedeflemiştir. Programından ve genel başkan olarak benim buprogram açıklama amacınıgüden beyanlarımdan dolayıDKP’yisuçlamak büyük bir haksızlıktır.

Sayın Başkan, burada sözlerimi bitirmeden önce Mahkemenizeyönelik bir maruzatımıarz etmek istiyorum. Öyle zannediyorum ki,Yüksek Mahkemenizde zaman zaman verdiği kararların kamuoyuvicdanında, demokratik çevrelerde olumsuz bir etki bıraktığınınfarkında ve bu nedenle kendi kararlarınısavunma gereğini duymaktadırve şöyle bir gerekçeye sığınıyor: Biz ne yapalım, yasalar böyleemrediyor, bizde yasalarıuyguluyoruz.

Elbette bir mahkeme, tanımıiyi yapılmış, sınırlarıçizilmiş, öğeleriiyi belirlenmişbir kuralıeksiksiz uygulamak zorunda. Böyle bir yasanınuygulanmasında hâkime, mahkemeye izafe edilebilecek hiçbir suç,kusur olmaz; ama, eğer, yasa kurallarısoyut kavramlar ise, bu soyutkavramlarıyorumlarıyla somutlaştırıp uygulamaya geçirme görevimahkemeye verilmişse, bu uygulamadan doğan tüm haksızlıklarınsorumlusu o hâkim ve o mahkemedir.

Zira, özellikle davamızla ilgili Anayasanın 68-4 üncümaddesindeki norm, yani, bölünmezlik normu, devletin ülkesi ve

884

milletiyle bölünmez normu, tamamen soyut bir kavram; çünkü,Anayasa, yasa, bunu tanımlamıyor; yani, ülke bütünlüğü nedir, milletbütünlüğü nedir; bunun tanımıyapılmamış, suç öğeleri belirtilmemiştir.Bunu yorumlamak, buna ruh katmak, bunu ete, kemiğe büründürmek veuygulanabilir bir biçime getirme görevi Yüce Mahkemenize tevdiedilmiştir.

Böyle bir yasanın yorumu yetkisi sizde olduğuna göre buyorumu, tamamen liberal demokratik bir perspektiften yapmakzorunluluğu görevi de Yüce Heyetinize düşüyor.

Bu nedenle, bundan böyle özellikle 1995 tarihli Anayasadeğişikliğinden sonra siyasî parti kapatma davalarında verilebilecek,adaleti kamuoyu vicdanınırahatsız edecek kararların sorumluluğunuyasalara, Anayasaya yükleme şansıartık kalmamıştır, tamamenbütün sorumluluk Mahkemenizdedir. Mahkemeniz, yapacağıolumlu biryorumla, olumlu bir yaklaşımla, gerçek bir demokratik devlete yakışanbir yorumla siyasî partilere yaklaşımınıyeniden düzenleyebilir, bukonuda adil kararlara varabilir.

...

Onun için, böylesine bir kararda, hele soyut bir kavramın yorumutamamen sizin uhdenize tevdi edilmişse, hatta bu konudayasakoyucunun iradesi de engellenmiştir Anayasa değişikliği karşısında.Artık, yasakoyucunun da Anayasaya aykırıhüküm koyma şansıdayoktur. Tamamen bunu soyutlaştırmak, uygulamaya geçirmekMahkemenizin takdiri içindedir.

Sayın Başkan, sayın üyeler; malumunuz, manevi kasıt herolayda önemlidir. Ülkenin ve milletin bölünmesinin davalıparticeistenip istenmediğinin önemi büyüktür. DKP’nin amacı, bölünmeyideğil, bölünmeye götüren nedenleri ortadan kaldırarak serbest iradeyedayalıgönüllü, güçlü bir birlikteliği sağlamaktır. Bunun dışındaDKP’ye isnat edilebilecek her türlü itham haksızlıktır. Ön ve sonsavunmalarımızda huzurda yaptığımız sözlü savunmalarımızdabelirttiğimiz ve Mahkemenizce resen dikkate alınacak nedenlerleYargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca Mahkemenizde DKP aleyhineaçılan kapatma davasının reddine karar verilmesini arz ve talep ederim.”

Şerafettin Elçi sözlü savunmasınıtamamladıktan sonra, kimiAnayasa Mahkemesi üyelerinin, sorularıüzerine deşu yanıtlarıvermiştir.

885

Eğer, açıkladığım gibi, bir devletin vatandaşıolan kişiler, odevletin vatandaşıolma iradesini beraber sürüyorlarsa, yani, o devletinvatandaşıkalma iradesini taşıyorlarsa, orada herhangi bir ayrılmadan,bölünmeden söz etmek mümkün değil; yani konu bu kadar açık ve net.Çünkü, o insanlar kederde, kıvançta, tasada beraber yaşama sevinci veüzüntüyü beraber paylaşma iradesini izhar ediyorlar. Bu, ulusalbütünlüğün en sağlam harcıdır. Benim ifade etmek istediğim buydu.

Şimdi, tabiî, bu ayrılma iradesi son derece tartışmalı; kamuhukukunda tartışmalı, anayasa hukukunda tartışmalı, siyasî çevrelerdetartışmalı. Bunu netleştirmek de mümkün değil. Her ne kadar BirleşmişMilletler Evrensel Beyannamesinde her halkın kendi iradesini tayinetme hakkıvurgulanıyorsa da, son uluslararasıbelgelerde bu ayrılmahakkıgöz ardıediliyor. Yani, istense de bu hak tanınmıyor; bu, ayrıbir konudur; yani, hukuksal olarak bunu çözmek zaten mümkün değil;bu, ancak fiilî bir güç meselesi; yani, eğer, toplumun önemli bir kesimidevletinden rahatsızsa, devletten kopmak istiyorsa, onun gücü varsa,yetiyorsa, onu sağlar ve hiç kimse de “sen niye ayrılıyorsun?”diyemez ona; ama, bu evrensel argümanlarda, anlaşmalarda güvencealtına alınan bir hak değil. Özellikle, AGİT düzeyinde hazırlananbelgelerde ayrılma hakkıbir hak olarak artık kabul edilmiyor.”

...

“Şimdi biz çok net söylüyoruz. Bizim yerinden yönetimmodelimiz veyahut da ademi merkeziyetçi sistem dediğimiz etniktemele dayalıbir model değil; bunu biz sık sık ifade ediyoruz.

Şimdi, İspanya’da da böyle değil. İspanya 17 bölgeye ayrılmıştır;ama, bunlardan 2’sinin ayrıbir özelliği var ve tabiî, bu diğer bölgeselidareler, yerel yönetimler, elbette ki bazıhaklara sahip olacaklar vekendi toplumunun yapısına uygun bazıuygulamalarıyapma hakkınasahiptir.

Ama, Türkiye için önerdiğimiz model, dediğim gibi, bir ırk, biretnik grup veyahut da kültür temeline dayalıdeğil, Türkiye’nin tümüiçin biz istiyoruz. Bütün görüşlerimizde de bunu bu şekilde açıklıyoruz.

Ama, dediğim gibi, şimdi eğer, bir bölge farklıbir özellik arzediyorsa, oranın da meclisi olacak, o meclisin bazıkararlarıalmahakkıolacak. Çünkü, biz; ki, bugün dikkat ederseniz, şimdi, bu, bizimdüşüncelerimizi bugünkü Hükümet de paylaşmak istiyor. Hükümet,yerinden yönetim modelleri üzerinde ciddi çalışmalar yapıyor ve bu da

886

DKP’nin ne kadar öngörülü bir parti olduğunu gösteriyor; çünkü,merkezî yönetim modeli, artık, Türkiye’de ciddi olarak işlemiyor, devlettıkanıyor; bu modelin geçersizliğini hemen hemen savunan kalmadıvebiz bütün Türkiye için istiyoruz.”

...

“Türkiye Cumhuriyeti Devletini oluşturan toplumun, Osmanlınınçok kültürlü, çok etnik, çok dilli mirasından devralındığıbelli. Herinsanın... yani, insan olmanın beraberinde getirdiği doğal haklar var.

Örneğin, BirleşmişMilletler Çocuk HaklarıSözleşmesi var. Osözleşmede her çocuğun ana diliyle eğitim yapma, kendi dilini medyadarahatça kullanma hakkıtanınmıştır, bütün dünya çocuklarına.

Şimdi, bu hak, bütün dünya çocuklarına tanınmışken, nedenTürkiye’de Kürt çocuklarıbu haktan mahrum kalsın? Bu, tabiî, sonderece uzmanlık gerektiren bir konudur. Yani, bir çocuğun ana diliyleeğitim yapmasıyla başka bir dilde eğitim yapmasının çocuğungelişmesinde yaratabileceği etkinlikler, onun gelişmesine, hızlıgelişmesine sağlayabileceği katkılar, tabiî, bunlar dediğim gibi, yani,pedagogların, eğitim bilimcilerinin ilgi alanı, uzmanlık alanı; ancak,böylesine bir haksızlık var.

Şimdi, bugün bu konuda bizim demin size takdim ettiğim BüyükMillet Meclisinin göçle ilgili raporunda da Kürt çocuklarına bu haklarınverilmesi öneriliyor. Bu, sayabileceğimiz haksızlıklardan biri.

Bir de, yerel yönetimler, bugün katılımcıdemokrasi dediğimizanlayışın gereğidir. Çünkü, demokraside zaten temel ilke, halkınyönetime olabildiğince katılabilme imkânının sağlanmasıdır. Bunun daen iyi formülü, yerel yönetimlerdir; çünkü, halk, doğrudan doğruyakendisini ilgilendiren konularda söz ve karar sahibi, hak sahibi oluyor;bizim inancımız bu; bu, demokratik bir anlayıştır. Biz, diyoruz ki, hiçkimse halktan fazla bu halkın yararını, çıkarınıbilemez, koruyamaz;siz, o hakkıhalka verin, halk, en iyi tercihi yapar ve o bölünmeye degötürmez.

Şimdi, Türkiye ne yazık ki, bu bölünme kompleksine kendisiniöyle kaptırdıki, artık, en ufak bir hak verme, hürriyetleri, özgürlüklerigenişlettirme mutlaka sanki bu devleti bölünmeye götürür gibi birkomplekse kendimizi kaptırmışız. Bu, son derece anlamsız, gereksiz.

887

Ben, şuna inanıyorum; evet, belki 20 nci Yüzyılın ilk çeyreğindeveyahut da ilk yarısında her halkın, her farklıgrubun kendi bağımsızdevleti olmasıözlemiydi; ama, bugün bunun anlamsızlığıanlaşılıyor;çünkü, asırlar boyu bağımsız olan devletler, önemli orandabağımsızlıklarından vazgeçip daha genişsiyasî birlikteliklere doğrugidiyorlar. Yani, böyle bir dünyada, her farklıgrubun mutlaka devlettenayrılacağı, mutlaka bağımsız devlet amacınıgüdeceği gibi bir yanlışzehaba kapılmanın gereği yok ve yerel yönetim olduğu zaman da bubölünme hızlanmaz, gelişmez; çünkü, Türkiye’de genellikle, özellikleKürtlerden gelen talepleri engellemek için şöyle bir tez ileri sürülüyor:Evet, şimdi biz bu haklarıversek, ileride bundan daha ötesi, birfederasyon, federasyon da bağımsız bir devlete götürür.

Benim kanımca hiç de böyle bir sonuç doğmaz. Çünkü, insanlardoğal olarak, Ama, şu şartla, devletinden memnun ise, kendini odevlet içinde mutlu hissediyorsa, o devletin bölünmesini insan niyeistesin? Yani, bunun anlamıyok ve dediğim gibi, o aşırımilliyetçiduyguların da zayıfladığıdönemde yaşıyoruz. Belki 50 yıl önce bugeçerli olabilirdi. Yani, insanlar yarar, zarar düşünmeden, madem ki,herkes bağımsız devletini kurdu, biz de kuralım gibi...

Ama, bugün aklıselimle düşünen böyle bir yola sapmaz,mümkün olabildiğince çok genişbir coğrafî alanın imkânlarındanyararlanmak herkesin yararına. Yani, şimdi, bazen Kürtler söylediklerizaman sanki takkıye yapıyor veyahut da aldatıyorlar gibi.

Şimdi, ben ufacık bir bölgenin imkânlarından yararlanmak mıisterim yoksa Türkiye’nin genişalanlarının imkânlarından mı? Eğer,aklım izanım varsa genişalan; ama, haksızlıkların da düzeltilmesiniisterim. Biz bunu ısrarlısöylüyoruz.

Bu devlet, gerçekten Kürtlere karşıhaksız bir tutum içinde; yani,varlığınıreddediyor, inkâr ediyor. Binlerce yılın ürünü olan değerleriniyok etmek istiyor. Asimile etmek istiyor; yani, şimdi asimilasyonun budevletin temel amacıolduğunu bilmeyen var mıiçinizde?

E, asimilasyon, bugün dünyada bir insanlık suçudur; yani, nasılJenosit fiilî olarak bir kitleyi yok etmekse, asimilasyon da manevî olarakbir kitleyi yok etmektir; bu, insanlık suçu sayılıyor. Kültürlerinkorunmasıinsanlığın amacıoluyor; yani, bilerek, hatta ölüme doğrugiden kültürleri korumak bugün devletlerin amacı.

888

Mesela, İngiltere’yi Büyük Britanya’yıörnek verelim; Gallerinkonuştuğu Velç dili, ölüme mahkûm olan bir dil, gittikçe geriliyor; ama,Büyük Britanya Devleti Velç dilini yaşatmak için bütçeye özel ödeneklerkoyuyor.

Yani, bizim istediğimiz, Türkiye’nin böyle şoven değil, aklıyla,mantığıyla insanların daha mutlu olabileceği, daha huzur içindeyaşayabileceği anlayışları benimsemesi; bizim tezimiz, bizimgörüşlerimiz bu.”

VI- ÖN SORUN

DavalıParti savunmalarında, 1995 Anayasa değişikliğindensonra, Siyasî Partiler Yasası’nın 78. ve 81. maddelerinin (a) ve (b)bentleri ile 80. ve 89. maddelerinin yürürlükten kalktıklarını; yürürlükteolduklarının kabulü halinde de Anayasa’nın geçici 15. maddesinin buhükümler üzerindeki etkisi sona erdiğinden, Anayasa’ya aykırılıksavının incelenmesi gerektiği ileri sürülmüştür.

Anayasa’nın 68. ve 69. maddelerinde, siyasî partilerin uyacaklarıesaslar belirlenmiştir. Kapatma nedenlerinin Anayasa’da gösterilmesininamacı, sınırlamanın yasalarla genişletilmesini önlemek ve siyasalpartilere anayasal güvence sağlamaktır. Anayasa’da öngörüldüğü gibi,siyasî partiler demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez öğeleridir. Bunedenle, partilerin serbestçe kurulmalarıve faaliyette bulunmalarıasıldır.

Anayasa’nın geçici 15. maddesinin son fıkrasında, belirli birdönemde çıkarılan yasalar hakkında Anayasa’ya aykırılıklarının iddiaedilememesi yönünden bir zaman ayrımıyapılmamış, fıkrada yer alan“bu dönem” sözcükleri birinci fıkrada açıklanmış, böylece, belirli birdönemde çıkarılan yasalar için Anayasa’ya aykırılık savındabulunulamayacağı öngörülmüştür. Geçici maddeler, uygulamasüreleriyle değil, geçici olarak düzenledikleri hukuksal ilişki vekurumlarla, kendisi ve bağlıolduğu temel metinlerin içerikleri veverdikleri anlam ile değerlendirilmelidir. Geçici maddeler değişikhukuksal düzenlemeler arasında bağlantıkurar, kazanılmışhaklarınsaklıtutulmasınıve uygulamanın genişbir zaman dilimine yayılmasınısağlar. Geçici maddelerle temel hükümlerin farkıbudur. Hukuksaldeğer bakımından ise, geçici maddelerle diğerleri arasında bir farklılıkbulunmamaktadır. Geçici madde, yasama organıtarafından yürürlüktenkaldırılıncaya kadar uygulanmasızorunlu kurallardır. Madde başlığının“geçici” olması, uygulamada geçerliliği yönünden bir farklılık yaratmaz.Bir Anayasa kuralının gözardıedilmesi düşünülemez. Bu nedenle,

889

Anayasa’nın geçici 15. maddesine göre, 12 Eylül 1980’den ilk genelseçimler sonucu toplanacak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ninBaşkanlık Divanıoluşturuluncaya (6 Aralık 1983) kadar geçen süreiçinde çıkarılmış olan yasaların Anayasa’ya aykırılığı ilerisürülemeyeceğinden, bu dönem içinde çıkarılan 22.4.1983 günlü, 2820sayılıSiyasî Partiler Kanunu’nun iptali istenen kurallarının Anayasa’yaaykırılığısavında bulunulamaz.

Güven DİNÇER, LütfıF. TUNCEL ve Fulya KANTARCIOĞLUbu görüşe katılmamışlardır.

VII- ESASIN İNCELENMESİ

Siyasal partilerin kuruluşve çalışmalarının özgürlük içinde olmasıtemel ilkedir. Siyasal partiler, belli siyasal düşünceler çerçevesindebirleşen yurttaşların özgürce kurdukları, katılıp ayrıldıklarıkuruluşlardır. Kamuoyunun oluşumunda önemli etkisi olan siyasalpartiler, yurttaşların istem ve özlemlerinin gerçekleşmesine çalışan vesiyasal katılımlarısomutlaştıran hukuksal yapılardır.

Anayasa’nın 68. maddesinin ikinci fıkrasında, “Siyasî partilerdemokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır” ilkesine yerverildikten sonra, üçüncü fıkrasında da, “Siyasî Partiler önceden izinalmadan kurulurlar ve Anayasa ve kanun hükümleri içindefaaliyetlerini sürdürürler” denilmektedir.

Demokrasinin kurumsal simgesi sayılan siyasal partilerin devletyönetimindeki etkileri ve ulusal istencin gerçekleşmesindeki rollerinedeniyle, Anayasakoyucu, onlarıöteki tüzelkişilerden farklıtutup,kurulmalarından başlayarak çalışmalarında uyacakları ilkeleri,kapatılmalarında izlenecek yöntem ve kuralları özel olarakbelirlemekle kalmamış, Anayasa’nın 69. maddesinin son fıkrasında,çalışmaları ve denetlenmeleri ve kapatılmalarının Anayasa’dabelirlenen ilkeler doğrultusunda yasayla düzenlenmesini öngörmüştür.

2820 sayılıSiyasî Partiler Yasası ile de siyasî partilerinkuruluşları, çalışmaları, denetimleri, kapatılmalarıkonularında, ayrıntılıkurallar getirilmiştir.

Siyasal partilerin demokratik yaşamın vazgeçilmez öğeleriolmaları, toplumun tüm kesimleriyle yoğun ilişki içinde bulunmaları,kamu hizmetleriyle ilgileri onların her türlü etkinlikte bulunabileceklerianlamına gelmez. Siyasal partilerin baskıve engellerden uzak

890

kalmalarını sağlamaya yönelik kurulma ve çalışma özgürlüğü,Anayasa ve bu alanıdüzenleyen yasalarla sınırlıdır. Bu belirleme aynızamanda demokratik hukuk devleti olmanın da gereğidir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Demokratik Kitle Partisi’nin,programının kimi bölümlerinin Anayasa’nın Başlangıç’ıile 2., 3., 14.,68. ve 136. maddelerine ve 2820 sayılıSiyasî Partiler Yasası’nın 78/a-b, 80., 81/a-b ve 89. maddelerine aykırılık oluşturduğunu ileri sürerek,aynıYasa’nın 101. maddesinin (a) ve (b) bentleri gereğincekapatılmasına karar verilmesini istemiştir.

DavalıParti ise, savunmalarında bu iddiaların yerinde olmadığınıve kapatma isteminin reddi gerektiğini belirtmiştir.

“Devletin, ülkesi ve milletiyle bölünmezliği” ilkesi, Anayasa’nınBaşlangıç’ı ile birçok maddesinde özellikle vurgulanmış, TürkMilleti’nin bağımsızlığı ve bütünlüğüyle, ülkenin bölünmezliğinikorumak devletin temel amaç ve görevleri arasında gösterilmiştir(Madde 5). Ülke ve ulus bütünlüğünü korumak için temel hak veözgürlüklerin kısıtlanabileceği kabul edilmiş(Madde 13 ve 14); aynıamaçla basın ve dernek kurma özgürlüklerine özel sınırlamalargetirilmiş(Madde 28, 30, 33); gençlerin bu anlayışdoğrultusundayetişme ve gelişmelerini sağlayıcıönlemler alınmasıdevlete özelgörev olarak verilmiş (Madde 58); bilimsel araştırma ve yayındabulunma yetkisinin Devletin varlığıve bağımsızlığıyla ulusun veülkenin bütünlüğü ve bölünmezliğine karşıkullanılamayacağıbelirtilmiş(Madde 130); kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının bunedenle Devletçe denetimi uygun bulunmuş(Madde 135); birlik vebütünlüğe karşıişlenecek suçlar için özel mahkemelerin kurulmasıöngörülmüş (Madde 143); aynı konu, TBMM üyeleri veCumhurbaşkanıyeminlerinin temel öğelerinden birini oluşturmuş(Madde 81 ve 103) ve siyasî partilerin uyacaklarıesasların başlıcalarıarasında yine “ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlük” ilkesi yer almıştır(Madde 68 ve 69).

Anayasa ve Siyasî Partiler Yasası’na göre, ülke ve ulusbütünlüğü, devletin bölünmezliğinin temel koşuludur. Ülke ve ulusbütünlüğünü bozmaya yönelik faaliyetler sonunda, devletinbölünmezliğinin tehlikeye girmesi söz konusudur.

Anayasa’nın 66. maddesinde, “Türk Devletine vatandaşlık bağıile bağlıolan herkes Türk’tür” ilkesine yer verilmiştir. DavalıParti’ninileri sürdüğü gibi bu ilkeyle bir “Türklük” tanımıyapılmamıştır. Bu

891

ilkeyle evrensel bağlamda vatanıve ulusuyla bir bütün olan TürkiyeCumhuriyeti’nde vatandaşlar arasında eşitlik sağlanması, ulusu kuranherhangi bir etnik gruba ayrıcalık tanınmamasıöngörülmüş, birleştiricive bütünleştirici bir temel oluşturulmuştur. Maddedeki “Türk” sözcüğüırka dayalıbir anlam taşımamakta, etnik köken ne olursa olsun TürkiyeCumhuriyeti vatandaşlarınıifade etmektedir.

Anayasa’nın 42. maddesinin son fıkrasında, Türkçe’den başkahiçbir dilin eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri olarak okutulup öğretilemeyeceği, uluslararasıandlaşmalar saklıtutularak kurala bağlanmıştır. Türkiye’de yasaklanan bir dil olmadığıgibi, özel yaşamda da çeşitli diller kullanılmaktadır.

Dil konusuyla ilgili bir başka düzenleme de Anayasa’nın 14.maddesinin ilk fıkrasındaki “Anayasa’da yer alan hak ve hürriyetlerdenhiçbiri ... dil ... ayrımıyaratmak ... amacıyla kullanılamazlar”ilkesidir.

Anayasa’nın 4. maddesine göre, devletin ülkesi ve milletiylebölünmez bütünlüğü ve dilinin Türkçe olduğuna ilişkin 3. maddehükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi de teklif edilemez. Öteyandan, Anayasa’nın 69. maddesinde de, bu sınırlamalara uymayanve ana hatları ile Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiylebölünmez bütünlüğüne aykırı davranan siyasî partilerin temellikapatılmasıöngörülmektedir.

A- Genel Başkan’ın BeyanlarıYönünden İnceleme

Cumhuriyet Başsavcılığı, Genel Başkanın çeşitli basınorganlarında çıkan kimi beyanları nedeniyle Siyasî PartilerKanunu’nun 101. maddesinin (b) bendi gereğince Demokratik KitlePartisi’nin kapatılmasınıistemiştir.

Parti Savunmasında, Misak-ıMilli sınırlarına saygılıolduklarını,bunun dışında katılımcıbir demokrasi için ülkenin yapısına dahauygun gördükleri yerinden yönetim modelini önerdiklerini, günümüzdeırk, dil, din, etnik ve kültür farklılığının önemini kaybettiğini, bunlarınulusal bütünlüğü bozucu nitelikte kabul edilmediğini, vatandaşlığın önplana çıktığınıbelirterek kapatma isteminin reddi gerektiğini ilerisürmüştür.

Siyasî Partiler Yasası’nın 101. maddesinin (b) bendinde, partibüyük kongresince, merkez karar ve yönetim kurulunca veya bukurulun iki ayrıkurul olarak oluşturulduğu hallerde ilgili kurulca veya

892

Türkiye Büyük Millet Meclisi grup yönetim veya grup genel kurullarıncabu Kanunun dördüncü kısmında yer alan maddeler hükümlerine aykırıkarar alınmasıveya genelge veya bildiriler yayınlanmasıveya kararalınmamış olsa bile bu kurullar tarafından aynıhükümlere aykırıfaaliyette bulunulmasıveya parti genel başkanıveya genel başkanyardımcısı veya genel sekreterinin sözü edilen bu maddelerhükümlerine aykırıolarak sözlü ya da yazılıbeyanda bulunması, partikapatma nedenleri arasında sayılmıştır.

Parti Genel Başkanı’nın basın organlarında çıkan beyanlarında,merkezi idareye ait kimi yetkilerin yerel idarelere devredilerekgüçlendirilmesi ve yaptıklarıkamu hizmetlerinin daha etkin, verimli,uyumlu ve hızlıyürütülebilmesi amacıtaşıyan önerilerde bulunmasıSiyasî Partiler Kanunu’nda belirtilen yasaklar kapsamındagörülmediğinden Yasa’nm 101. maddesinin (b) bendine dayandırılankapatma isteminin reddi gerekir.

Güven DİNÇER, Mustafa BUMİN, Mahir Can ILICAK ve RüştüSÖNMEZ bu düşüncelere katılmamışlardır.

B- Parti ProgramıYönündenİnceleme

1- Siyasî Partiler Yasası’nın 80. Maddesi Yönünden

Cumhuriyet Başsavcılığı, davalıParti’nin programında, TürkiyeCumhuriyeti’nin dayandığıDevletin tekliği ilkesini değiştirme amacıgüttüğünü ileri sürmüştür.

DavalıParti ise savunmalarında, bu görüşlerin yerinde olmadığını,federal sistemi savunmadıklarını, savunduklarısistemin üniter devletmodeli içinde, idari adem-i merkeziyetçilik olduğunu, siyasî partilerinAnayasa’da öngörülen kapatma nedenlerine aykırı olmamakkoşuluyla, Anayasa’da bulunmayan herhangi bir konuyusavunabileceğini ve gündeme getirebileceğini; bugün için, Anayasa’yıdeğiştirmeden de, merkezi yönetimin yerel yönetimlere önemli yetkileraktarabileceğini; aynıbiçimde üyeleri yöre halkıtarafından seçilen ilgenel meclisinin karar alma ve politika üretme sürecindeki etkinliğininartırılabileceğini belirtmiştir.

Siyasi Partiler Yasası’nın 80. maddesinde “Siyasî partiler,Türkiye Cumhuriyetinin dayandığıDevletin tekliği ilkesini değiştirmekamacınıgüdemezler ve bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar”denilmektedir.

893

DavalıParti programının bu konuya ilişkin bölümlerişöyledir:

“Bu karakteri niteliği ve hedefleriyle Demokratik Kitle Partisi,demokratik devleti, sivil toplumu, özgür bireyi, ademi merkezi bir idarisistemi, ülkenin esenliği ve herkesin mutluluğu için yapılandırmamisyonunu üstlenmekte ve de bunu bir görev sayarak hizmete talipolmaktan dolayıonur duymaktadır”.

“Yerel yönetimler, halkın doğrudan yönetime katılmasınınorganlarıhaline getirilecektir.

Çünkü; yerel yönetimler, bugün merkezi devletin vesayetialtındadır. Yetkileri ve kaynaklarıda yetersizdir ve Cumhuriyet’in ilkyıllarında çıkartılan yasalar ile yönetilmektedirler”.

“Bu nedenle, devletin demokratikleştirilmesi; politik, yönetseldemokratik katılımın ve çoğulculuğun sağlanabilmesi; idari hantallığıngiderilmesi, hizmet akışının hızlandırılabilmesi için, öncelikle merkezidevletin, yerel yönetimler üzerindeki vesayeti kaldırılacaktır”.

“Yerel yönetim organlarının demokratik işleyişini engelleyebilecekher türlü merkezi müdahaleye son vermeyi sağlayacak bir yerelyönetim anlayışıegemen kılınacaktır. Toplumun kendisini yönetenleridoğrudan seçebilmesi; yönetimleri ve yönetenleri denetleyebilmesisağlanacaktır. Bunu sağlayabilmek için de, yönetim faaliyetlerine,olabildiğince katılım sağlanmasına olanak veren yasal ve siyasidüzenlemeler yapılacak; iktidarın kullanımıyaygınlaştırılacaktır.

Merkezi idare küçülürken, yerel yönetimler kendi alanlarındadaha çok söz sahibi olacak; il ve ilçe meclisleri yerel parlamentolarstatüsüne kavuşturulacaktır.

Bu anlayışa uygun olarak; valiler, emniyet müdürlükleri vekaymakamların da, belediye başkanlarıgibi seçimle işbaşına gelmelerisağlanacak; eğitim, sağlık, iç güvenlik ve aynızamanda vergi toplama,yerel yönetimlerin yetki alanına bırakılacaktır”.

Programda yer alan bu görüşler yerel yönetimleri daha etkiliduruma getirme amacına yönelik olup Siyasî Partiler Kanunu’nun 80.maddesinde öngörülen Devletin tekliği ilkesine aykırılıkoluşturmamaktadır.

894

Bu nedenlerle, 80. maddeye dayandırılan kapatma isteminin reddigerekir.

2- Siyasî Partiler Yasası’nın 89. Maddesi Yönünden

Başsavcılık, davalıParti’nin programında din işlerinin, ibadetyerlerinin bakımının, din adamlarının yetiştirilmelerinin, atanmalarınınve benzeri işlerin cemaatlere devredilmesinin belirtildiğini bunun,Anayasa’nın 136. ve Siyasî Partiler Yasası’nın 89. maddelerindegenel idare içinde varlığıöngörülen Diyanet İşleri Başkanlığı’nıngörevlerini ortadan kaldıracağını, böylece, genel idare içindekivarlığına son verilmiş olacağını, bu görüşün ise Siyasî PartilerYasası’nın 89. maddesine aykırılık oluşturacağınıileri sürmüştür.

DavalıParti ise savunmalarında, Diyanet İşleri Başkanlığı’nınbugünkü işleyiş biçiminin ciddi sorunlar yarattığını, bu nedenle,yürüttüğü faaliyetlerin önemli bir kısmının cemaatlere devredilmesigerektiğini ileri sürmekle birlikte, kurumun hukuki varlığının sonaerdirileceğini söylemediklerini, program uygulandığında, kurumun tümgörevlerinin ortadan kalkmasının ve varlığının sona ermesinin sözkonusu olmadığınıbelirtmiştir.

Anayasa’nın 136. maddesinde de “Genel idare içinde yer alanDiyanet İşleri Başkanlığı, lâiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasîgörüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma vebütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleriyerine getirir” kuralına yer verilmiştir.

Siyasî Partiler Yasası’nın 89. maddesinde, “Siyasi partiler, lâiklikilkesi doğrultusunda bütün siyasi görüşve düşünüşlerin dışında kalarakve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek özelkanununda gösterilen görevleri yerine getirmek durumunda olanDiyanet İşleri Başkanlığının, genel idare içinde yer almasına ilişkinAnayasanın 136 ncımaddesi hükmüne aykırıamaç güdemezler”denilmiştir.

Bu kurallarla Diyanet İşleri Başkanlığı’nın genel idare içinde yeralmasıve siyasî partilerin bu amaca aykırıfaaliyette bulunamayacaklarıöngörülmüştür.

Yasakoyucu Anayasa’da belirlenen ilkelere aykırıolmamakkoşuluyla, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görevlerini tespit edecektir.Davalı Parti’nin programındaki bu konuya ilişkin görüşler

895

yasakoyucunun takdirinde olan hususlarla ilgilidir. Programda Diyanetİşleri Başkanlığı’nın genel idare içerisindeki yeri korunarak yenidenyapılanmasıamaçlanmaktadır.

Bu nedenlerle, Siyasî Partiler Yasası’nın 89. maddesinedayanan kapatma isteminin reddi gerekir.

3- Siyasî Partiler Yasası’nın 78. Maddesi Yönünden

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, davalıParti’nin programında,tarihi gelişim içerisinde Türklerle Kürtler arasında bir kaynaşmanınmeydana gelmediğinin, Kürtlerin kendi varlıklarınıkoruyarak Türklerleittifak kurmalarışeklinde bir ilişkinin söz konusu olduğunun,Cumhuriyetin ilanıile birlikte resmi ideoloji olarak, Kürtlerin de dahilolduğu çeşitli etnik unsurlardan oluşan ve asimilasyona dayanan birTürk Ulusu yaratılmak istendiğinin, bunun da Kürtlerce kendikimliklerinin ve varlıklarının yok edilmesine yönelik bir politika olarakalgılandığının ve bu politikaya karşıbilinçli bir biçimde isyanhareketlerinin başlatıldığının, bu hareketlerin son bulması içinDevletin asimilasyona son vererek onlara müdahale etmemesigerektiğinin belirtildiğini; programda, Türklerin ve Kürtlerin iki eşit veayrıunsur olarak kabul edildiğini; ülkenin bir bölümünün Kürdistanolarak adlandırıldığını ve Kürtlerin Devlete kendi ülkeleri ilekatıldıklarının açıklandığını, böylece, ırk esasına dayanılarak Türk veKürt uluslarından söz edilmesinin ve Kürtlerin asimilasyona baskıvezulme uğratıldığının savunulmasının, Kürtlerin yaşadığıayrıbölgelerdensöz edilmesinin, Anayasa’nın temel ilkesi olan ulus bütünlüğünü etnikiddialarla bozma amacınıgütmek anlamıtaşıdığınıbu nedenlerle Partiprogramının, Siyasî Partiler Yasası’nın 78. maddesinin (a) ve (b)bentlerine de aykırılık oluşturduğunu ileri sürmüştür.

DavalıParti ise savunmalarında, Cumhuriyet Başsavcılığınındeğerlendirmelerinin yerinde olmadığını, programda yer alangörüşlerle ülkenin bölünüp parçalanmasını amaçlamadıklarını,Kürtlerin bir azınlık olarak nitelendirilmediğini, ırkçılık ve bölgecilikyapmadıklarınıbelirtmiştir.

Siyasî Partiler Yasası’nın 78. maddesinin (a) bendinde; “SiyasîPartiler, Türkiye Devletinin Cumhuriyet olan şeklini; Anayasanınbaşlangıç kısmında ve 2 nci maddesinde belirtilen esaslarını;Anayasanın 3 üncü maddesinde açıklanan Türk Devletinin ülkesi vemilletiyle bölünmez bütünlüğüne, diline, bayrağına, millî marşına vebaşkentine dair hükümlerini; egemenliğin kayıtsız şartsız Türk

896

Milletine ait olduğu ve bunun ancak, Anayasanın koyduğu esaslaragöre yetkili organlarıeliyle kullanılabileceği esasını; Türk Milletine aitolan egemenliğin kullanılmasının belli bir kişiye, zümreye veya sınıfabırakılamayacağı veya hiçbir kimse veya organın, kaynağınıAnayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağıhükmünü;seçimler ve halkoylamalarının serbest, eşit, gizli, genel oy, açık sayımve döküm esaslarına göre, yargıyönetim ve denetimi altındayapılması esasını değiştirmek;Türk Devletinin ve Cumhuriyetinvarlığınıtehlikeye düşürmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, dil,ırk, renk, dini ve mezhep ayrımıyaratmak veya sair herhangi biryoldan bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzeni kurmak;amacınıgüdemezler veya bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar,başkalarınıbu yolda tahrik ve teşvik edemezler.”, b) bendinde de;“Bölge, ırk, belli kişi, aile, zümre veya cemaat, din, mezhep veyatarikat esaslarına dayanamaz veya adlarını kullanamazlar.”denilmektedir.

Anayasa ve Siyasî Partiler Yasası’nda “Türk” sözcüğü etnikkökenine bakılmaksızın, Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıilebağlıolan herkesi ifade etmektedir.

DavalıParti’nin programında “... Devletin hâlâ yetmiş yıllıkpolitikalarında ısrar etmesi, Cumhuriyetten bu yana üstlendiği rolünüsürdürmek için direnmesi ve bu nedenle terörü tırmandırmasıveşiddete başvurması... etnik ve dinsel kökenli çatışmaların boyutlanarakderinlik kazanmasına ... neden olmaktadır”; “Kürt sorununun şiddetedayanarak çözümü ya da bastırılmasıolanaksızdır” denilmektedir.

DavalıParti programındaki bu görüşlerle , ırk ve bölge ayırımınadayanmakta ve vatandaşlık bilinç ve beraberliğini temel alan çağdaşulus kavramınıreddetmektedir. Ülkede yaşayan insanlarıçağdaşbirulusal bütünlük yerine ırk, dil, din ve mezhep ayrılıklarına dayandıranböyle bir anlayışın sonuçta ülke ve ulus bütünlüğü ile birlikteliğe vesürekliliğe dayanan devlet yapısınıbozacağıaçıktır.

Bu nedenlerle, davalıParti’nin programında “Türkler ve Kürtler”biçiminde bir ayırımın yapılmasıve Ulus bütünlüğü içinde, etnik kimliğiolan, baskıaltında bulunan ve asimilasyona bağlıtutulan bir Kürtulusunun bulunduğunun ileri sürülmesi, Siyasî Partiler Yasası’nın 78.maddesinin (a) ve (b) bentlerinde belirtilen, “devletin ülkesi vemilletiyle bölünmez bütünlüğü ve siyasi partilerin ırk esasınadayanamayacaklarıilkelerine aykırılık oluşturmaktadır.

897

4- Siyasî Partiler Yasası’nın 81. Maddesi Yönünden

Cumhuriyet Başsavcılığı, davalı Parti’nin programında,Türkiye’de eşitlik ilkesine aykırıolarak yasal düzenlemelerden doğanciddi sorunlarıolan Kürtlerin ve diğer etnik ve inanç kesimlerininbulunduğu; Parti’nin kültürel kimlik haklarına ilişkin yasal değişiklik vedüzenlemeleri yapacağı, diller ve kültürler üzerinde baskılar yapıldığı,zoraki asimilasyon uygulandığıbelirtilerek bunlara son verileceğinin;parti olarak diğer azınlıklara da belli hakların verilmesini savunarak,ister etnik, ister dini ya da inanç ayrılığıolsun, her birinin kendivarlığını, kendisine ait değerlerini korumasıve geliştirmesinin doğalhaklarıolduğunun ifade edilmesinin; Siyasî Partiler Yasası’nın 81.maddesinin (a) ve (b) bentlerinde yasaklanan, ulusal nitelikte ya dadinî kültür veya mezhep veya ırk ya da dil ayrılığına dayananazınlıklar bulunduğunu ileri sürmek ve Türk dilinden veya kültüründenbaşka dil ve kültürleri korumak ve geliştirmek anlamında olduğunubelirterek Parti’nin kapatılmasınıistemiştir.

DavalıParti savunmalarında, Parti programındaki “Kürtler”,“etnik gruplar”, “inanç grupları” gibi kavramların, Türk Ulusunu oluşturanbir bütünün parçalarınıifade eden kavramlar olduğunu; programdaTürkler ile Kürtler arasındaki ilişkinin bir azınlık-çoğunluk ilişkisi olaraktanımlanmadığını, her iki grubun, kader birliği yapmış, tasada vekıvançta ortak, ülkenin asli unsurlarıolarak belirtildiklerini; Kürtlerekendi dil ve kültürlerini koruma ve geliştirme olanaklarının tanınmasıiçin, azınlık statüsü önerilmediğini; Parti’nin soy esasına dayalıpolitikalarıdeğiştirmek istediğini; Kürt dili ve kültürünün korunupgeliştirilmesi isteğinin, bölücü bir düşünceyle ortaya konulmadığını;ulusal dil ve kültürün dışlanmasının söz konusu olmadığınıbelirtmiştir.

Parti programında bu konuya ilişkin görüşler şöyledir :

“Türkiye’nin temel sorunlarından başta geleni, Kürt sorunudur.”

“Çok uluslu ve çok kültürlü Osmanlıİmparatorluğunun çöken vedağılan yapısıüzerinde ve bugünkü Misak-ıMillî sınırlarıiçerisindekurulan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yapısı, doğal olarak çokkültürlü, çok dilli, çok dinli ve çok mezhepli olmuştur. Ama, bunarağmen tek ulus yaratılmak istenmiştir.”

“Bunun için de, bir resmi milliyetçi ideoloji geliştirilmiş, bu daçarpık bir resmi tarih tezine dayandırılmıştır.”

898

“Kürt sorununun çözümsüzlüğüne neden olan bu resmi ideoloji veona bağlıdevlet politikalarının temel iddiası; Türkiye’deki farklıdil vekültür gruplarının bulunmadığı, herkesin Türk ırkından olduğudur”.

...

“Kürtleri, bu nedenlerle, sıradan bir etnik grup veya dil azınlığıgibigörmek yanlıştır.

Çünkü, Kürtler, Türkler gibi bu ülkenin asli unsurudur. Türkiye’ninbütünlüğü ve siyasi sınırlarıiçinde Türklerle aynıkaderi paylaşarak,tasada ve kıvançta birliği sağlayarak, barışve kardeşlik içinde yaşamakistemektedirler.”

“Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ırk ayrımıve kanbağıtemelindeoluşmuşbir devlet olmamalıdır; herkesin Türk ırkına ait olduğunu iddiaeden resmi ideoloji de terkedilmelidir.”

“Bu nedenle, Kürt sorununu çözebilmek için, Anayasa düzeyindeolduğu gibi, iç hukuk yasal düzeyinde de, eşitlik ilkesine dayanandeğişiklikler ve yeni düzenlemeler yapmak gerekir.

Bu düzenlemeler, Kürtler ve diğer bazıkesimler açısından eşitsizlikyaratan durumlara son vermeyi öngören evrensel hukuk normlarınadayanan, demokratik içerikli düzenlemeler olmalıdır.

Bu nedenle, Demokratik Kitle Partisi, bu konuda, ilkin kültürelkimlik haklarına ilişkin yasal düzeydeki değişiklik ve düzenlemeleriyapacaktır.”

“- Kürt kültürünün ve tarihsel birikimin parçasıolan köy, mezrave yer isimleri, haksız ve gerekçesiz olarak, merkezi-bürokratik, tepedeninmeci kararlarla değiştirilmiştir.

Bu durum, Kürtlerin tarihi kültürel birikimine karşısaygısızlıktır.”

“Saldırganlığı, yayılmacılığı, hak ve hukuk gaspını, talanı,başkalarınıboyunduruk altına almayıhaklıgösteren ve bunu kahramanlıkgibi nitelendiren barbar ve ilkel anlayışlar, eğitimden uzak tutulacaktır.”

“-Diller ve kültürler üzerindeki baskılara, zoraki asimilasyonpolitikalarına son verilecek, bu alanda da uluslararasıhukuk vesözleşme hükümleri yaşama geçirilecektir.”

899

“Bu nedenle, ülkedeki kültür zenginliklerinin, farklıeğilimlerinserbestçe örgütlenmesi, yönetime katılabilmesi, çoğulcu bir ortamınoluşturulması; değişime karşı direnen bu odaklar tarafındanengellenmektedir.”

Siyasî Partiler Yasası’nın “Azınlık yaratılmasının önlenmesi”başlıklı81. maddesinin (a) bendinde, Türkiye Cumhuriyeti ülkesiüzerinde, millî veya dinî kültür veya mezhep veya dil farklılığınadayanan azınlıklar bulunduğunun ileri sürülemeyeceği; (b) bendindede, Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürleri korumak,geliştirmek veya yaymak yoluyla azınlıklar yaratarak millet bütünlüğününbozulması amacının güdülemeyeceği ve bu yolda faaliyettebulunulamayacağıhükme bağlanmıştır.

Parti programında, Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde kültür,ırk veya dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunun ilerisürüldüğü böylece Türk dilinden veya kültüründen başka dil vekültürleri korumak, geliştirmek veya yaymak yoluyla azınlıklaryaratarak ulus bütünlüğünün bozulmasının amaçlandığıanlaşılmaktadır.

Programı, Siyasî Partiler Yasası’nın 81. maddesinin (a) ve (b)bentlerine aykırılık oluşturduğundan Parti’nin kapatılmasına kararverilmesi gerekir.

Ahmet Necdet SEZER, Haşim KILIÇ, Yalçın ACARGÜN, SacitADALI ve Fulya KANTARCIOĞLU bu görüşe katılmamışlardır.

VIII- SONUÇ

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 18.6.1997 günlü,SP.91.Hz.1997/138 sayılıİddianamesi ile programıve Genel BaşkanŞerafettin ELÇİ’nin kimi beyanları, Anayasa’nın Başlangıç’ıile 2., 3.,14., 68., 136. maddelerine ve 2820 sayılıSiyasi Partiler Kanunu’nun78. maddesinin (a), (b) bentlerine, 80., 81. maddesinin (a), (b)bentlerine ve 89. maddesine aykırıgörülerek aynıYasa’nın 101.maddesinin (a) ve (b) bentleri gereğince Demokratik Kitle Partisi’ninkapatılmasıistenilmekle, gereği görüşülüp düşünüldü;

A- DavalıDemokratik Kitle Partisi’nin,

1- Programı, 2820 sayılıSiyasi Partiler Yasası’nın 78.maddesinin (a) ve (b) bentleri ile 81. maddesinin (a) ve (b) bentlerineaykırıolduğundan, aynıYasa’nın 101. maddesinin (a) bendi gereğince

900

KAPATILMASINA, Ahmet Necdet SEZER, Haşim KILIÇ, YalçınACARGÜN, Sacit ADALI ile Fulya KANTARCIOĞLU’nun karşıoylarıveOYÇOKLUĞUYLA,

2- Programının, 2820 sayılıYasa’nın 80. ve 89. maddelerineaykırılığısavıyla kapatılmasıisteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

3- Genel Başkanı’nın kimi beyanlarının, Yasa’nın 101.maddesinin (b) bendine aykırılığı savıyla kapatılması istemininREDDİNE, Güven DİNÇER, Mustafa BUMİN, Mahir Can ILICAK ileRüştü SÖNMEZ’in karşıoylarıve OYÇOKLUĞUYLA,

4- Tüm mallarının 2820 sayılıYasa’nın 107. maddesi gereğinceHazine’ye geçmesine, OYBİRLİĞİYLE,

B- Gereğinin yerine getirilmesi için karar örneğinin, 2820 sayılıYasa’nın 107. maddesine göre Başbakanlığa ve Yargıtay CumhuriyetBaşsavcılığına gönderilmesine, OYBİRLİĞİYLE, 26.2.1999 günündekarar verildi.

BaşkanAhmet Necdet SEZER

BaşkanvekiliGüven DİNÇER

ÜyeHaşim KILIÇ

ÜyeYalçın ACARGÜN

ÜyeMustafa BUMİN

ÜyeSacit ADALI

ÜyeAli HÜNER

ÜyeLütfi F. TUNCEL

ÜyeFulya KANTARCIOĞLU

ÜyeMahir Can ILICAK

ÜyeRüştü SÖNMEZ

901

KARŞIOYGEREKÇESİ

Esas Sayısı: 1997/2KararSayısı: 1999/1

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Demokratik Kitle Partisi’nin Programının,2820 sayılıSiyasî Partiler Yasası’nın 78. maddesinin (a) ve (b) bentleri ile 81.maddesinin (a) ve (b)bentlerineaykırıolduğunu ileri sürmüştür.

SiyasîPartilerYasası’nın,

- 78.maddesinin (a)bendinde;siyasalpartilerin,

Türkiye Devleti’nin Cumhuriyet olan biçimini, Anayasa’nın Başlangıçbölümünde ve 2. maddesinde belirtilen esaslarını, Anayasa’nın 3. maddesinde yerverilen Türk Devleti’nin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğüne, diline, bayrağına,ulusal marşına ve başkentine ilişkin kurallarını, egemenliğin, kayıtsız koşulsuz TürkUlusu’na ilişkin olduğu, ancak Anayasa’nın koyduğu ilkeler çerçevesinde yetkiliorganlarıeliyle kullanılabileceği, kullanılmasının belli bir kişiye, zümreye ya da sınıfabırakılamayacağı, hiçbir kimse ya da organın kaynağınıAnayasa’dan almayan birdevlet yetkisi kullanamayacağıesasını, seçimler ve halkoylamalarının serbest, eşit,gizli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargıyönetim ve denetimialtında yapılmasına ilişkin ilkeyideğiştirmek,

Türk Devleti’nin ve Cumhuriyetin varlığınıtehlikeye düşürmek, temel hak veözgürlükleri yok etmek, dil, ırk, renk, din ve mezhep ayrımıyaratmak ya da diğerherhangibir yoldanbukavramvegörüşleredayananbirdevletdüzenikurmak,

amacınıgüdemeyecekleri, bu amaca yönelik etkinlikte bulunamayacakları,başkalarınıbuyolda tahrik ve teşvik edemeyecekleri,

- 78. maddesinin (b) bendinde, siyasal partilerin, bölge , ırk, belli kişi, aile,zümre, cemaat, din, mezhep ya da tarikat esaslarına dayanamayacaklarıya daadlarınıkullanamayacakları,

- 81. maddesinin (a) bendinde, siyasal partilerin, Türkiye Cumhuriyeti ülkesiüzerinde ulusal ya da dini, kültür,mezhep,ırk ya da dil farklılığınadayananazınlıklarbulunduğunu ileri süremeyecekleri,

- 81. maddesinin (b) bendinde, siyasal partilerin, Türk dilinden ya dakültüründen başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek ya da yaymak yoluyla

902

Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklar yaratarak ulus bütünlüğününbozulmasıamacınıgüdemeyecekleri vebu yoldaetkinliktebulunamayacakları,

belirtilmiştir.

Anayasa’nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasının ilk biçiminde, siyasalpartilerin tüzük ve programlarının, Devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmezbütünlüğüne, insan haklarına, ulus egemenliğine, demokratik ve lâik Cumhuriyetilkelerine aykırıolamayacağıbelirtilmişken; bu fıkrada 23.07.1995 günlü, 4121 sayılıYasa ile yapılan değişiklikte, siyasal partilerin tüzük ve programlarıile eylemlerinin,Devlet’in, bağımsızlığına, ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğüne, insanhaklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, ulus egemenliğine, demokratik ve lâikCumhuriyet ilkelerine aykırıolamayacağı, sınıf ya da zümre diktatörlüğünü ya daherhangi bir tür diktatörlüğü savunmayıve yerleştirmeyi amaçlayamayacağı, suçişlenmesini teşvik edemeyeceği öngörülmüştür.

Siyasal Partiler Yasası’nın 78. ve 81. maddelerinin yukarıda yer verilenkurallarının, Anayasa’nın 1995 yılında değiştirilen 68. maddesinin dördüncüfıkrasındaki yeni düzenleme çerçevesinde değerlendirilmesi, Anayasa’nınüstünlüğü vebağlayıcılığıilkesineuygunolacaktır.

Buna göre, bir siyasal partinin tüzük ve programının, Anayasa ve SiyasîPartiler Yasası’nın siyasal partilerin kapatılma nedenlerine ilişkin kurallarına uygunolupolmadığıincelenirken iki durumunbirbirindenayrılmasıgerekmektedir.

Bir siyasal partinin tüzük ve programında, Anayasa ve SiyasîPartiler Yasasıkurallarına açık aykırılık oluşturan düzenlemeler bulunmasıdurumunda, bunedenin,osiyasalpartininkapatılmasıiçin yeterli olacağıkuşkusuzdur.

Bir siyasal partinin tüzük ve programında yer verilen düzenlemelerin farklıdeğerlendirmelere yol açabilecek içerikte olmasıdurumunda ise, o siyasal partininkapatılmasıiçin tüzük ve programdaki düzenlemeler yeterli görülmemeli, aynızamanda partinineylemlerine bakılarak sonucaulaşılmalıdır.

Tersi tutum, siyasal partilerin varsayımlara dayanarak kapatılmalarısonucunu doğurabilecektir ki, bu sonuç, siyasal partileri, demokratik siyasalyaşamın vazgeçilmez öğeleri kabul eden anayasal güvenceden yoksunbırakamayacağından,hukuk devleti ilkesiylebağdaşmayacaktır.

Anayasa’nın Başlangıç bölümü ile 2., 3., 5., 13., 14., 28. ve 68.maddelerinde yer verilen kurallar, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik, lâik vesosyalbir hukuk devleti olma niteliklerinin yanında ulusal ve üniter bir devlet niteliğinide taşıdığınıgöstermektedir.

903

Bu nedenle, bir siyasal partinin tüzük ve programlarındaki düzenlemeler ileeylemlerinin, Devlet’in üniter yapısınıyansıtan “ülkesi ve ulusuyla bölünmezbütünlüğü”niteliğineaykırıolmamasıgerekmektedir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kapatılması istenilenDemokratik Kitle Partisi’nin programında, ülkedeki etnik ve inanç gruplarının eşitlikilkesi temelinde birarada yaşamalarına ilişkin öneriler getirilmiş, bölünmezbütünlüğüne aykırıaçık bir anlatıma yer verilmemiş, tersine bölünmeden yanaolunmadığıvurgulanmıştır. Bunun yanında, kamuoyuna yapılan açıklamalarda da,“bölünmez bütünlük” ilkesine aykırılık oluşturacağıkonusunda kesin kanıyaulaşmayısağlayacak söylemlerdebulunulmamıştır.

Nitekim, kararda, Genel Başkan’ın kimi söylemleri nedeniyle DemokratikKitlePartisi’ninkapatılmasıistemi reddedilmiştir.

Sonuç olarak, anılan Parti programında, Anayasa ve Siyasî Parti Yasası’na,Parti’nin kapatılmasına neden olacak açık aykırılık bulunmadığıgibi, bu aşamada,Parti’nineylemlerinde “bölünmezbütünlük” ilkesineaykırılık dasaptanamamıştır.

Yukarıda açıklanan gerekçelerle, davanın reddine karar verilmesi gerektiğinidüşünüyor ve çoğunluk görüşünekatılmıyorum.

BaşkanAhmetNecdetSEZER

AZLIKOYU

Esas Sayısı: 1997/2 (SiyasiPartiKapatma)KararSayısı: 1999/1

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığıtarafından açılan davada,Demokratik Kitle Partisi’nin, programıile Genel Başkan’ın yazılıvegörsel basında yer alan kimi beyanlarınedeniyle, 2820 sayılıSiyasîPartiler Kanunu’nun 78. ve 81. maddelerinin (a) ve (b) bentleriyle 80.ve 89. maddelerine aykırıdavrandığıileri sürülerek aynıYasa’nın101. maddesinin (a) ve (b) bentleri uyarınca kapatılmasına kararverilmesi istenilmiş, Anayasa Mahkemesi’nce parti programı, 2820sayılıYasa’nın 78. ve 81. maddelerin (a) ve (b) bentlerine aykırı

904

bulunarak Parti’nin kapatılmasına karar verilmiş, ancak GenelBaşkan’ın beyanlarıkapatma nedeni olarak görülmemiştir.

Parti programının tekrarıveya açıklanmasıniteliğinde olan PartiGenel Başkanıbeyanlarıda, aşağıda açıklanan nedenlerle davalıParti’nin kapatılmasını gerektireceğinden kararın bu bölümünekatılmıyoruz.

DavalıParti Genel Başkanı’nın, 4.1.1997 günlü CumhuriyetGazetesi’nin 5. sayfasında yayınlanan açıklamasında, “Kürtlere kendikimlikleriyle örgütlenebilme hakkının tanınmasılazım”, 4.1.1997 günlüSabah Gazetesi’nde yayınlanan konuşmasında, “Türkiye için enuygun modelin yerel yönetimlere egemenlik verilmesi olduğunusavunuyoruz. Federasyon olabilir, ama şu anda yerel yönetimlerinegemen kılınmasıiyi model ... bu yerel yönetimler genişyetkilerledonatılmalı. Mesela, eğitim, sağlık, adalet, iç güvenlik gibi, yani Devletintemel işlevleri dışındaki bütün yetkiler yerel yönetimlere devredilebilir.”,13.1.1997 günü TGRT kanalında yayımlanan “Yüzyüze” adlıprogramda, “... Kürdistan ne demek? Kürtlerin ülkesi demek...,“2.4.1997 günü, TV’nin “Samanyolu” kanalında yayınlanan“Açıkgörüş” adlıprogramda, “... Türk ve Kürt yönetimiyle ilişkilerindeeğer doğrudan doğruya Kürtlere bir müdahale olmazsa onlarınyönetimine karışılmazsa, Kürtler daima Türklerle iyi geçinme yolunuseçmişlerdir...”, “... yani bir kaynaşma değil, şimdi kendi varlığımkoruyarak ittifak etme var. Orada birlik değil, yani bir ittifak var...”, “...evet asli unsur, bu devleti oluşturan iki asli unsur ...”, “... kürtlerinpozisyonu ayrı. Bu nedenle ayrıkendi coğrafyasıyla katılmıştır...”dediği, yazılıve görsel basında parti programınısavunan benzer içeriklikonuşmalar yaptığıdosyada mevcut belgelerden anlaşılmaktadır.

Anayasa’nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasında, siyasîpartilerin tüzük ve programlarıile eylemlerinin, Devletin bağımsızlığıile ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırıolamayacağıbelirtilmiş; 69. maddede, 68. maddenin dördüncü fıkrasıhükümlerineaykırı eylemlerde bulunan siyasî partilerin temelli kapatılacağıöngörülmüştür.

Öte yandan, 2820 sayılıSiyasî Partiler Kanunu’nun 78.maddesinin (a) bendinde, siyasî partilerin; Türkiye DevletininCumhuriyet olan şeklini, Anayasa’nın Başlangıç Kısmı’nda ve 2.maddesinde belirtilen esaslarını, 3. maddesinde açıklanan TürkDevletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, diline,bayrağına, millî marşına ve başkentine ilişkin hükümlerini değiştirme

905

amacını güdemeyecekleri veya bu amaca yönelik faaliyettebulunamayacaklarını, (b) bendinde, bölge, ırk veya cemaat esaslarınadayanamayacaklarını, aynıYasa’nın 81. maddesinin (a) bendinde,Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde millî veya dini kültür veya mezhep,ırk veya dil farklılığına dayalıbulunduğunu ileri süremeyecekleri, (b)bendinde de, Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürlerikorumak, geliştirmek veya yaymak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti ülkesiüzerinde azınlıklar yaratarak millet bütünlüğünün bozulmasıamacınıgüdemeyecekleri ve bu yolda faaliyette bulunamayacaklarıaçıklanmıştır.

Anayasa’da demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsurlarıolduğu belirtilen siyasî partilerin amacı, Devletin ülkesi ve milletiylebütünlüğünü bozmak değil, aksine bunu pekiştirmek olmalıdır. Irkayrımcılığınısavunmak bir siyasî partinin amacıolamaz. Anayasa’dave 2820 sayılıSiyasî Partiler Kanunu’nda bu tür faaliyette bulunansiyasî partilerin kapatılacağıöngörülmüştür.

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi, Türkiye’de de yerel vekültürel farklılıklar vardır. Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğundan bugünekadar yerel ve kültürel farklılık taşıyan kişilerin kişisel yaşamlarına,düşünce ve inançlarına karışmamış, bu farklılıkların geliştirilipkurumlaştırılmasıyerine, değişik insanların yaşam tarzlarınıhoşgörü ilekarşılayarak bunlarıüst düzeydeki ortak bir ulusal kültürde birleştirmekistemiştir.

DavalıParti programıile Parti Genel Başkanı’nın konuşmalarındadevamlıkültür ve tarih açıklamasıve yorumu yapılarak gerçeklersaptırılıp ülke topraklarıüzerinde insanların birliktelikleri yerineayrılıklarınıamaç edinen öneriler getirilmektedir. Bu tip öneriler, etnik,dinsel veya yerel ayrılıkların geliştirilmesine ve bunların birlikteyaşamıgüçleştirecek biçimde keskinleştirilmesine neden olur vedemokratik düzenin temeli olan birlikte yaşamıyok eder.

Anayasa’da federatif devlet sistemi değil, tekil devlet ilkesibenimsenmiştir. Bu nedenle, siyasî partiler Türkiye’de federal devletsistemi kurulmasını programlarına alamazlar ve bu yapıyısavunamazlar. “Bölünmez bütünlük” ilkesi; egemenliğin ülke ve ulusbütünlüğünden oluşan tek bir devlet yapısıyla bütünleşmesini gerektirir.Ulusal devlet ilkesi, çok uluslu devlet anlayışına olanak vermez.“Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü” kuralı, azınlıkyaratılmamasını, bölgecilik ve ırkçılık yapılmamasınıgerektirir.

906

DavalıParti Genel Başkanı’nın kimi beyanlarında, Türk ulusubütünlüğünden ayrıolarak Kürt ulusu olduğu belirtilmişve bu hususher vesileyle vurgulanmıştır. Türk ve Kürt halklarının KurtuluşSavaşı’nıortaklaşa başardıktan sonra kurulan Cumhuriyette Türk anlayışınınegemen olduğu, Kürt halkının ve onun demokratik hak ve isteklerinininkar edildiği ileri sürülerek Kürt sorununun halkların eşit ve özgüriradesi temelinde demokratik bir çözüme kavuşturulmasıüzerindedurulmuştur. Bu beyanlar, Türkiye Devleti’nin ülkesi ve milletiylebölünmez bütünlüğünü bozucu niteliktedir.

Demokratik Kitle Partisi’nin programında yer alan bu ifadelernedeniyle kapatılmasına karar verilmesine karşın, aynıiçerikli GenelBaşkan beyanlarının kapatma nedeni sayılmamasının haklı veinandırıcınedenleri bulunmamaktadır.

Nitekim, aynışekildeki beyanlar; Demokrasi Partisi için16.6.1994 günlü, Esas: 1993/3 (Siyasî Parti Kapatma), Karar: 1994/2sayılı, Özgürlük ve Demokrasi Partisi için 23.11.1993 günlü, Esas:1993/1 (Siyasî Parti Kapatma), Karar: 1993/2 ve Sosyalist TürkiyePartisi için de 30.11.1993 günlü, Esas: 1993/2 (Siyasî Parti Kapatma),Karar: 1993/3 sayılıAnayasa Mahkemesi kararlarıyla 2820 sayılıSiyasî Partiler Kanunu’nun 78. ve 81. maddelerinin (a) ve (b)bentlerine aykırıbulunarak sözü geçen partilerin kapatılmalarına kararverilmiştir.

Açıklanan nedenlerle, Genel Başkan’ın yazılıve görsel basındayer alan kimi açıklamaları, Anayasa’ya ve 2820 sayılıSiyasî PartilerKanunu’nun 78. ve 81. maddelerinin (a) ve (b) bentlerine aykırıolduğundan, Demokratik Kitle Partisi’nin 101. maddenin (b) fıkrasıgereğince de kapatılmasına karar verilmesi gerekeceği görüşüylekararın bu bölümüne karşıyız.

BaşkanvekiliGüven DİNÇER

ÜyeMustafa BUMİN

ÜyeMahir Can ILICAK

ÜyeRüştü SÖNMEZ

907

KARŞIOY YAZISI

Esas Sayısı: 1997/2KararSayısı: 1999/1

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısıiddianamesinde, DemokratikKitle Partisi’nin programıile Genel Başkanı’nın kimi beyanlarınınAnayasa’nın Başlanıç’ıile 2., 3.,14., 68. ve 136. maddelerine, 2820sayılıSiyasî Partiler Kanunu’nun 78 (a, b) bendlerine 80., 81.maddelerinin (a, b) bendlerine aykırı olduğunu belirterekkapatılmasınıistemiştir.

DavalıParti, Siyasî Partiler Kanunu’nun 78. maddenin (a, b)bendlerinde yazılı“devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü vesiyasî partilerin ırk esasına dayanamayacaklarıilkesine” ve 81.maddesinin (a) ve (b) bendlerinde belirtilen “T.C. ülkesi üzerindekültür, ırk veya dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğununböylece, Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürlerikorumak geliştirmek veya yaymak yoluyla azınlıklar yaratarak ulusbütünlüğünün bozulmasının amaçlanamayacağı” yasağınaprogramının aykırılığınedeniyle temelli kapatılmıştır.

Kapatılma kararında, Siyasî Partiler Kanunu’nun 80.maddesinde belirtilen “Partilerin Türkiye Cumhuriyetinin dayandığıDevletin tekliği ilkesini değiştirmek amacınıgüdemeyecekleri ve buamaca yönelik faaliyette bulunamayacakları” kuralı ile 89.maddesindeki “...Diyanet İşleri Başkanlığının genel idare içinde yeralmasına ilişkin Anayasa’nın 136. maddesi hükmüne aykırıamaçgüdemeyecekleri” kuralına davalı Parti’nin programı aykırıgörülmeyerek kapatılma istemi bu yönden reddedilmiştir.

Öte yandan, Parti Genel Başkanı’nın muhtelif yerlerde yaptığıkonuşma ve beyanlarıda Kanun’da belirtilen parti yasaklarına aykırıgörülmemiştir.

Demokratik Kitle Partisi’nin kapatılmasıkararına iki yöndenkarşıyım.

1- Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesinin 10. ve 11. MaddeleriYönünden

908

Anayasa Mahkemesi verdiği kararlarda Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesini, olayıdoğrudan “çözümleyici norm” olarak değil,gerekçelerdeki görüşlerini “destekleyici norm” olarak kabul etmiştir.Oysa, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Anayasamızın 90.maddesine göre “kanun” niteliğindedir. Anayasa Mahkemesiuygulamada milli yasalarla, uluslararası yasaları karşılaştırmaksuretiyle “önceki kanun-sonraki kanun” ya da “genel kanun-özelkanun” değerlendirmesine tabi tutarak milli yasalara öncelik vermiştir.Sözleşmeyle milli kanunlar arasında uygulanan bu “kriterler” anayasaldüzeye çıkarılarak demokratik toplumlarda varolan hak ve özgürlüklerölçüsüzce sınırlandırılmış birey ve örgütler dar bir alanasıkıştırılmıştır. Terör ve şiddetle bağlantısıolmayan bir siyasî partiyikapatmak, örgütlenme ve ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasıdeğil,onun özünü yok eden ve kullanılamayacak duruma getiren biruygulamadır. Oysa, Anayasa’nın 13. maddesinde hak veözgürlüklerin sınırlandırılması “demokratik toplum düzeniningerekleriyle” sınırlandırılmıştır.

O halde, örgütlenme ve ifade özgürlüğünün sınırlarınıdemokratik ülkelerle birlikte, Türkiye’nin de imzaladığıAvrupa İnsanHaklarıSözleşmesi’nin içinde aramak gerekecektir. Anayasa’nın 13.maddesi demokratik toplum düzeninin sürdüğü ülkelerdekiuygulamalara yollama yapmak suretiyle Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi’ni bünyesine katmış ve içselleştirmiştir. Bu nedenle,ulusal yasalardaki dar ve antidemokratik anlayışlar yerine,Sözleşme’nin ve Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi’nin hak veözgürlük alanlarını genişletici kural ve yorumlarını uygulamakanayasal bir zorunluluk haline gelmiştir.

Türkiye, birçok hak ve özgürlük belgelerine ve bunların işlerliğinisağlayan uluslararasısözleşmelere imza koymuşolmasına karşın, içhukukunu buna uygun olarak değiştirmediğinden dolayıAvrupa İnsanHaklarıMahkemesi’nce sözleşmeyi ihlâlden sürekli mahkum olmaktave ciddi miktarda parasal cezalar ödemektedir. Sürekli ceza ödeyerekbu çıkmazdan kurtulmak mümkün değildir. Sözleşme imzalandığınagöre bunun gereğinin yerine getirilmesi kaçınılmazdır. Ödenenparalar imzalanan sözleşmelerin arkasında durulmayarak rencideedilen ulusal onurun bedeli olamaz. İçinde bulunduğumuz“olağanüstü şartlar” buna uygun değil biçimindeki yakınmalar isesözleşme imzalanmadan önce duyulması gereken sorumluluğuortadan kaldırmaz.

909

Yasama organıuyum yasalarınıçıkararak üzerine düşeniyapmadığına göre, Anayasa Mahkemesi, Anayasa ile uyum içindebulunan özgürlüklere ilişkin UluslararasıSözleşmeleri destek normolarak değil, uygulanmasızorunlu öncelikli norm kabul ederek bunlaraişlerlik kazandırmalıdır.

Milli yasalardaki Anayasa’ya ve Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi’ne aykırıhükümler iptal edilemiyorsa (AY.Geçici 15nedeniyle) mutlaka ihmal edilerek Anayasa’nın 13. maddesiuygulamaya konulmalıve gönderme yapılan sözleşme hükümlerineöncelik verilmelidir. Uluslararasısözleşmeler imzalandıktan sonra neAnayasa ile ne de genel yasalarla değiştirilmesi mümkün olmadığınagöre öncelik ve üstünlük verilmesi kaçınılmazdır.

Kuşkusuz, devletin kendini koruma hakkı tartışılmaz birgerçektir. Demokratik, lâik ve sosyal devlet yapısıile insan hak veözgürlüklerini ortadan kaldırmaya dönük girişimler haklıgörülemez.Ancak, güçlü devletin de “kendini koruma hakkı”nın arkasınasığınarak güçsüz bireyin hak ve özgürlüklerini kullanamayacakşekilde sınırlandırma ya da ortadan kaldırma girişimi de devlet-bireyarasındaki gücün eşitsizliği ve ölçüsüzlüğü karşısında “meşrumüdafaa” zeminine oturtulamaz.

Hak ve özgürlükler konusunda Devlet-birey-örgüt arasındakisınır çatışması, önceden olduğu gibi gelecekte de devam edecektir.Devlet, demokratik toplum düzeni gerçeğine yaklaştığıölçüde buçatışma ancak, en aza inebilecektir.

Çağdaşdünyada insan hak ve özgürlükleri ülkelerin kendi içsorunu olmaktan çıkıp uluslararasıbir boyut kazanmış, Türkiye deçekince koymadan imzaladığısözleşmelerle uluslararasıbu gerçeğikabul etmiştir. Avrupa İnsan HaklarıSözleşme ve ekleri, Avrupa İnsanHaklarıMahkemesi’nin içtihatları, Avrupa Konseyi ParlamenterlerMeclisi ve Bakanlar Komitesinin karar ve yorumları, hak veözgürlüklere ilişkin çağdaşanlamda “Avrupa hukukunu” doğurmuştur.

Bu bağlamda, Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi’nin içtihatlarınabakıldığında ifade ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin Sözleşme’nin 10.ve 11. maddeleri özetle “... ifade özgürlüğü, demokratik toplumun anatemellerinin ve bireylerin kendilerini geliştirebilmelerinin temelkoşullarından birini oluşturduğundan, 10. maddenin ikinci paragrafıyalnız beğeni ile karşılanan, zararsız yahut ilgiye değmez sayılan bilgive düşünceler hakkında değil, devletin veya halkın bir kesimini

910

rahatsız eden ya da sarsan şok eden bilgi ve düşünceler hakkında dageçerlidir. Çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirliliğin gereği olduğundan,bunlarsız demokratik toplum olamaz. Bunun anlamı, bu alandagetirilecek, formalite, koşul, yasak ve cezaların izlenen meşruamaçlarla orantılıolmasıdır” biçiminde açıklanmıştır. Avrupa İnsanHaklarıMahkemesi bu değerlendirmeyi yaparken, ulusal makamlarınözgürlüğe yönelen müdahalelerinin makul, dikkatli, iyi niyetli vedemokratik bir toplumda zorunlu bir önlem olduğuna ya dasınırlandırma dışında başka bir yol kalmadığına bakmaktadır.Demokratik devleti yıkmaya, hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmayayönelik “YAKIN ve MUHAKKAK TEHLİKE” yaratan eylemler özgürlükkapsamında görülmemektedir. Yasaklar düşünceyi açıklamaya değil,şiddete ve teröre olanak sağlayan, yakın ve muhakkak tehlike teşkileden eylemler için öngörülmektedir. Avrupa İnsan HaklarıDivanı,Piermond davasında, yapılan aykırıkonuşmadan sonra herhangi birolayın ya da düzensizliğin meydana gelip gelmediğini araştırmış,gelmediği sonucuna vararak Fransız makamlarının ülkeyegiremeyeceği kararınıverdiği Alman Parlament Piermond’un davasınıSözleşme’nin 10. maddesinin ihlali olarak değerlendirmiştir.Örgütlenme özgürlüğünün düzenlendiği Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi’nin 11. maddesine göre de, örgütün ülke topraklarınıparçalamaya yöneldiği ve bu amaca yönelik eylemlerin bölge barışınıbozma eğilimi gösterdiği veya komşu devletlerin düşmancaamaçlarına hizmet edildiği delillendirilmeli, Parti’nin terörüdesteklediği veya yönettiği, halk arasında kin ve husumet duygularınıkörüklediği ispat edilmeli veya terörle bağlantısıkanıtlanmalıdır.

Anayasa Mahkemesi’nin Parti Program ve Tüzüğündekiaykırılıklardan dolayıkapatmış olduğu Türkiye Birleşik KomünistPartisi Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi’ne başvurmuşve Mahkemekonuyu inceleyerek özetle “...Türk Anayasa Mahkemesi TürkiyeBirleşik Komünist Partisi’nin, program ve tüzüğünde, Türk ve Kürthalkıarasında ayrım yapılarak azınlık yaratma amacının ortayaçıktığını, Türk ve Kürt uluslarıbiçimindeki sözleri nedeniyle Devletinülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ilkesine aykırıdavrandığınıbelirterek temelli kapatmıştır. Ancak, parti programında “Kürt halkı” ve“ulusu” ve “kürt vatandaşları” sözcüklerinin yer almasının azınlıkyaratma amacıyla tanımlanamayacağınıve böyle bir iddiada dabulunulmadığını, “Kürt varlığının” sadece kabul edilmesinden başkabir şey istenmediğini, Kürt halkının Türk halkından ayrılmasıhakkınınverilmesi gibi bir istemlerinin olmadığını, şiddete başvurmadan ülkesorunlarına çözümler önerildiğini, bunların can sıkıcıve hoşa

911

gitmeyen düşünceler olabileceğini ancak katlanılması gerektiği”düşüncesiyle Türkiye’yi sözleşmeyi ihlâlden mahkûm etmiştir.

Mahkeme, kapatılan Sosyalist Parti kararında da aynıgörüşleritekrarlayarak “...Sosyalist Partinin Türk ve Kürt kesimlerini kapsayanbir federal devlet kurulmasıdüşüncesini ve kürt halkının kendikaderini tayin hakkına sahip olduğu yolundaki görüşlerini devletinilkesiyle bölünmez bütünlük ilkesine aykırı” görmemiş, şiddetebaşvurmadığısürece sözleşme hukuku korumasından yararlanmasıgerektiğini ayrıca vurgulamıştır. Mahkeme bu kararı, SosyalistParti’nin dört yıl faaliyette bulunmasına karşın vermiştir.

Belirtilen bu düşünceler karşısında, bir siyasi partinin ifadeözgürlüğünü henüz kullanma aşamasında iken kapatılmasınınmümkün olamayacağı, şiddet içermeyen barışçıl önerilerinindekapatmaya yeter delil olarak kabul edilemeyeceği ortaya çıkmaktadır.

Demokratik Kitle Partisi 3 Ocak 1997 günü kuruluşdilekçesinivermiş ancak, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı18.6.1997 günlüiddianamesi ile Anayasa Mahkemesi’ne kapatma davasıaçmıştır.Görüldüğü gibi, kurulmasından sonra 6 aylık kısa bir faaliyet dönemigeçmesine karşın, hakkında kapatma davasıaçılmıştır. Bu süreçiçerisinde partinin Anayasa ve Siyasî Partiler Kanunu’na aykırıdavrandığınıortaya koyabilecek herhangi bir “eylem” delil olaraksunulmamıştır. Başsavcı, Parti’nin programındaki “aykırıamacı” ispatetmek için parti genel başkanının kimi konuşma ve beyanlarınıdelilolarak sunmuş ancak, Anayasa Mahkemesi kapatma istemini bukonuşmalar yönünden reddetmiştir.

Oysa, Genel Başkanın yaptığıbu konuşma ve eylemlerin partiprogramında açıklanan görüşve düşüncelerden hiçbir farkıyoktur.Buna rağmen partinin programındaki görüşleri yönünden kapatılmışolmasıbir çelişkiden başka bir şey değildir.

Demokratik Kitle Partisi’nin terörle ve şiddetle bir bağlantısınınkurulamadığı, yakın ve kesin bir tehlikeyi harekete geçirecek söz veeylem birliğinin olmadığı, kapatılmalarından ötürü Türkiye’ninmahkûm olduğu Türkiye Birleşik Komünist Partisi ile SosyalistParti’nin program söylem ve eylemleri ile davalıPartinin programıarasında benzerlik bulunmasına karşın, Avrupa Mahkemesi’ninkararının gözardıedildiği, otoriter ve totaliter uygulamalar sonundaortaya çıkan kimi bölgesel sorunlarıdile getirerek ülkenin bölünmezbütünlüğü içinde barışçıl çözümler öneren Partinin kapatılması

912

Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi’nin ve Avrupa Mahkemesi’niniçtihatlarına açık aykırılık oluşturmaktadır.

2- Kapatma Kararının 2820 sayılıSiyasî Partiler Kanunu’nun78. Maddesinin (a) ve (b) Bendleriyle 81. Maddenin (a) ve (b)Bendleri Yönünden İncelenmesi

Anayasa Mahkemesi, Demokratik Kitle Partisi’ni yukarıdabelirtilen maddelere aykırıdavranmaktan temelli kapatmıştır.

Siyasî Partiler Kanunu’nun 78. maddesinin (a) bendinde“Türkiye Devletinin Cumhuriyet olan şeklini; Anayasanın başlangıçkısmında ve 2 nci maddesinde belirtilen esaslarını; Anayasanın 3 ncümaddesinde açıklanan Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmezbütünlüğüne, diline bayrağına, millî marşına ve başkentine dairhükümlerini; egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu vebunun ancak, Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organlarıeliyle kullanılabileceği esasını; Türk Milletine ait olan egemenliğinkullanılmasının belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamayacağıveya hiçbir kimse veya organın, kaynağınıAnayasadan almayan birDevlet yetkisi kullanamayacağı hükmünü; seçimler vehalkoylamalarının serbest, eşit, gizli, genel oy, açık sayım ve dökümesaslarına göre, yargıyönetim ve denetimi altında yapılmasıesasınıdeğiştirmek;

Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığınıtehlikeye düşürmek,temel hak ve hürriyetleri yok etmek, dil, ırk, renk, din ve mezhepayrımıyaratmak veya sair herhangi bir yoldan bu kavram vegörüşlere dayanan bir devlet düzeni kurmak; amacını”güdemeyecekleri, (b) bendinde ise Partiler “Bölge, ırk, belli kişi, aile,zümre veya cemaat, din, mezhep veya tarikat esaslarına dayanamazveya adlarınıkullanamazlar.” denilmektedir.

AynıYasa’nın 81. maddesinin (a) bendinde de siyasî partilerin“Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde millî veya dinî kültür veyamezhep veya ırk veya dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunuileri” süremeyecekleri, (b) bendinde “Türk dilinden veya kültüründenbaşka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek veya yaymak yoluylaTürkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklar yaratarak milletbütünlüğünün bozulmasıamacını” güdemeyecekleri öngörülmektedir.

Bu maddelere dayanılarak bir partinin kapatılmasıiçin ağırlıklıolarak “yasaklanan bir amacın” varlığının tesbit edilmesi

913

gerekmektedir. Amacın saptanabilmesi ancak, parti yetkililerinineylemleri, sözleri ve davranışlarıyla programda belirtilen ifadelerinörtüşerek uyum içinde olmasıyla mümkündür. Hiçbir faaliyet vesöylem delil gösterilmeden sadece programın değerlendirilerek kısabir süre içinde açıklığa kavuşma niteliği bulunmayan “partininamacı”nın tesbiti olanaklıdeğildir.

Kaldı ki, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Parti GenelBaşkanı’nın muhtelif yerlerde yaptığıkonuşma ve beyanatlarıdelilolarak sunmuşancak, Mahkeme bunu kapatmaya yeter görmeyerekbu yönden reddetmiştir. Daha da ileri gidilerek 2820 sayılıYasa’nın80. maddesindeki “Siyasî partiler, Türkiye Cumhuriyetinin dayandığıDevletin tekliği ilkesini değiştirmek amacınıgüdemezler ve bu amacayönelik faaliyette bulunamayacakları” yasağına aykırılıktan dolayıdakapatılması istemi reddedilmiş ancak, Mahkeme her nedense“Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne” aykırıamaçtaşıdığıgerekçesiyle Demokratik Kitle Partisi’ni kapatmıştır. 80.maddenin içeriği ile “Devletin ve milletin bölünmez bütünlüğü” ilkesiarasında örtüşen bir anlayışın gözardıedilerek kapatılma sonucunaulaşılmasında isabet yoktur.

Demokratik Kitle Partisi’nin programında ve Genel Başkanı’nınkonuşmalarında bölgesel sorunlar bağlamında; yöre insanının kimlikve kültürel haklarına ilişkin isim ve adlarıile konuşulan dil hakkındayapılan sınırlamalar eleştirilmiş, öncelikli görülen bu sorunlarınçözümü için karşı projeler geliştirilerek merkezi, idare yerinegüçlendirilmişmahalli idarelerin oluşturulmasıönerilmiştir.

Anayasa’da, Devlet “demokratik, lâik, sosyal bir hukuk devleti”olarak nitelendirildiğine göre ülke sorunlarının siyasal partilertarafından dile getirilmesi, bunlara barışçıl çözümler önerilmesihoşumuza gitmese bile demokratik sabır içinde değerlendirilmesigerekir. Aşırıve marjinal nitelikteki düşüncelere dayalıçözüm önerileritoplumun demokratik refleksi karşısında etkisiz kalmaya mahkûmdur.Olağanüstü koşullar gerekçesiyle “bize göre demokrasi, bize görelâiklik ve hukuk devleti” olamaz. Türkiye “olağanüstü şartlardan”kurulduğundan beri çıkamamış gösterilerek, bu durum hak veözgürlüklere getirilen aşırısınırlamaların haklınedeni sayılmıştır.Çağdaş, demokratik, lâik ve gerçek hukuk devleti hedefine, bölgeselsorunlarıdile getirenlerin “Devletin ve milletin bölünmez bütünlüğünü”bozduğu, dini inanç ve düşüncelere ilişkin sorunlarıbildirenlerin“devletin lâik niteliğini” ortadan kaldırmak istedikleri, milli değerleresahip çıkanların ırkçılıkla itham edildiği, kimi sosyal gruplara ilişkin

914

çözüm önerisi sunanların ise “komünist ve marksist” olduklarısuçlamalarının terk edilerek, bu tür önyargılıtutum ve davranışlardankurtulmakla ulaşılabilir.

Demokratik Kitle Partisi’nin programında ileri sürdüğü görüşleri,çoğulcu, katılımcıdemokratik bir hukuk devletinde yapılabilecekeleştiri ve çözüm önerileri kapsamında gördüğümden, Siyasî PartilerKanunu’nun 78. ve 81. maddelerine dayanılarak verilen kapatmakararına karşıoy kullandım.

ÜyeHaşim KILIÇ

KARŞIOYGEREKÇESİ

Esas Sayısı: 1997/2KararSayısı: 1999/1

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığıtarafından Demokratik KitlePartisi’nin programı ile Genel BaşkanıŞerafettin Elçi’nin kimibeyanlarının Anayasa ve 2820 sayılıSiyasî Partiler Yasası’nın 78.maddesinin (a), (b) bentlerine, 80. maddesine, 81. maddesinin (a), (b)bentlerine ve 89. maddesine aykırıgörülmesi nedeniyle aynıYasa’nın101. maddesinin (a) ve (b) bentleri gereğince kapatılmasıiçin davaaçılmıştır.

DavalıParti tarafından, Siyasî Partiler Yasası’nın CumhuriyetBaşsavcılığı’nın iddianamesinde kapatma isteminin dayanağınıoluşturan kimi kurallarının Anayasa’ya aykırıolduğu ileri sürülmüştür.

Çoğunluk görüşüne göre, 22.4.1983 tarihinde kabul edilen SiyasîPartiler Yasası, 12 Eylül 1980 tarihinden ilk genel seçimler sonucutoplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Başkanlık Divanınıoluşturduğu 6.12.1983 tarihine kadar geçen dönem içindeçıkarıldığından bu Yasa kurallarının, belirtilen tarihten sonradeğiştirilmişolmadıkça Anayasa’nın Geçici 15. maddesinin getirdiğisınırlama nedeniyle Anayasa’ya aykırılığıileri sürülemez.

Demokratik Kitle Partisi’nin kapatılmasına ilişkin davada, SiyasîPartiler Kanunu’nun uygulanmasıgereken 78. maddesinin (a), (b)

915

bentlerinin, 80. maddesinin, 81. maddesinin (a), (b) bentlerinin, 89.maddesinin ve 101. maddesinin (a), (b) bentlerinin daha sonraherhangi bir değişikliğe uğramamasınedeniyle Anayasa’nın Geçici15. maddesi kapsamında olduğu tartışmasız ise de, Yasa’nın bumaddelerinin dayanağınıoluşturan Anayasa’nın 68. ve 69. maddeleri23.7.1995 günlü, 4124 sayılıYasa ile değiştirilmiştir. Geçici 15.madde ile belli dönemde çıkarılan yasaların Anayasa’ya uygunlukdenetimine bağlıtutulmasının, yasaklanmışolmasını1982 Anayasasıçerçevesinde değerlendirmek gerekir. Bu yasağı, Anayasa’nın dahasonra değiştirilen kurallarına aykırılık savlarının incelenmesine olanakvermeyecek biçimde yorumlamak, yasak kapsamındaki kurallara,Anayasa’nın üstünde bir yer vermek anlamına gelir.

Uygulamada, Anayasa’da yapılan değişiklik belli bir konuyusomut olarak düzenliyorsa buna aykırıolan yasa kuralıihmal edilerekAnayasa kuralına göre karar verilmektedir. (Anayasa Mahkemesi’nin16.1.1998 günlü, E: 1997/1 (Siyasî Parti Kapatma), K: 1998/1 sayılıkararı, RG: 22.2.1998 günlü, 23266 sayılı) Anayasa’nın üstünlüğü vebağlayıcılığıilkesinin zorunlu kıldığıbu durumun, hukuka uygunolduğunda duraksanamaz. Ancak bu uygulamanın, örtülü birAnayasa’ya uygunluk denetimi olduğu da açıktır. Çünkü burada, yasakuralıile Anayasa kuralıkarşılaştırılmakta ikisi arasında çelişki olduğusaptanarak üstün hukuk normu uygulanmaktadır. Bu durumda,değişikliğe uğrayan Anayasa kuralına aykırılığısaptanmakla birlikteGeçici 15. madde kapsamında bulunduğu için iptal edilemeyen yasakuralı, uygulanma olanağınıyitirmesine karşın, hukuksal varlığınıkorumaktadır. Bu nedenle, Geçici 15. madde kapsamındaki yasakurallarının, Anayasa’nın sonradan değiştirilen kurallarına aykırılığınınincelenmesi gerekir.

Öte yandan, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınıniddianamesinde Parti’nin programının Siyasî Partiler Kanunu’nun 78.maddesinin (a) ve (b) bentleri ile 81. maddesinin (a) ve (b) bentlerinede aykırıolduğu ileri sürülmüş çoğunluk görüşü de bu yöndeoluşmuştur.

2820 sayılıYasa’nın; 78. maddesinin (a) bendinde; siyasîpartilerin, Anayasa’nın 3. maddesinde açıklanan Türk Devleti’nin ülkesive milletiyle bölünmez bütünlüğüne ilişkin hükmünü değiştirmekamacını güdemeyecekleri veya bu amaca yönelik faaliyettebulunamayacakları, başkalarını bu yolda tahrik ve teşvikedemeyecekleri; (b) bendinde de bölge, ırk esaslarınadayanamayacaklarıveya adlarınıkullanamayacakları; 81. maddesinin

916

(a) bendinde, Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde millî veya dinî kültürveya mezhep veya ırk veya dil farklılığına dayanan azınlıklarbulunduğunu ileri süremeyecekleri; (b) bendinde Türk dilinden veyakültüründen başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek veya yaymakyoluyla Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklar yaratarak milletbütünlüğünün bozulmasıamacınıgüdemeyecekleri ve bu yoldafaaliyette bulunamayacaklarıbelirtilmiştir. Siyasî Partiler Yasası’nın bukurallarının, Anayasa’nın daha sonra değiştirilen 68. maddesinindördüncü fıkrasındaki, siyasî partilerin tüzük ve programlarıileeylemlerinin devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırıolamayacağına ilişkin kural çerçevesinde değerlendirilmesi, buçerçeveyi aşan uygulamalara neden olunmamasıgerekir. Esasenüstün hukuk normu içeren Anayasa kurallarının başka bir yorumbiçimine olanak vermeyeceği de açıktır.

Siyasî partilerin tüzük ve programlarının, Anayasa ve bunakoşut düzenleme içeren Siyasî Partiler Yasası’nın, siyasî partilerinkapatılma nedenlerine ilişkin kurallarına aykırı olup olmadığıincelenirken, iki olasılık söz konusu olabilir. Bunlardan ilki, partinintüzük ve programının açıkça Anayasa ve yasa kurallarına aykırıolması;ikincisi ise böyle bir izlenim edinilmekle birlikte bu konuda yeterliaçıklık bulunmamasıdır. Birinci olasılığın, başka bir araştırmaya gerekolmaksızın kapatma nedeni oluşturacağında duraksanamaz. Ancak,partinin tüzük ve programının açık bir kapatma nedeni oluşturmamaklabirlikte bu yönde farklıdeğerlendirmelere yol açabilecek içerikte olmasıdurumunda, partinin eylemlerine bakarak sonuca ulaşılmasızorunludur. Tersine bir tutum, siyasî partileri, demokratik siyasî hayatınvazgeçilmez unsurlarıkabul eden Anayasa güvencesinden yoksunbırakarak onların, varsayımlara dayanılarak kapatılmalarısonucunudoğurabileceğinden hukukun üstünlüğü esasına dayanan hukuk devletiilkesi ile bağdaşmaz. Yalnız burada şunu belirtmek gerekir ki; birpartinin tüzük ve programındaki gerçek amacınısaptamak içineylemlerine bakılırken, Anayasa’nın 69., Siyasî Partiler Yasası’nın103. maddesinde belirtilen “odak haline gelme” koşulunu aramayagerek yoktur. Çünkü bu ayrıbir kapatma nedenidir. Oysa, kimi zamanpartinin tek bir eylemi de tüzük ve programındaki gerçek amacınıortaya koyabileceğinden, bu bağlamda, kapatma nedeni oluşturabilir.

Anayasa’nın 2. maddesinde, “Türkiye Cumhuriyeti, toplumunhuzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışıiçinde, insan haklarınasaygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temelilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”denilmektedir. Bu maddenin atıfta bulunduğu Anayasa’nın Başlangıç’ı

917

ile 3., 5., 13., 14., 28. ve 68. maddelerinde Türkiye Cumhuriyeti’ninülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünden söz edilmektedir.Anayasa’nın bu düzenleme biçimi, Türkiye Cumhuriyeti’nin 2.maddede belirtildiği gibi demokratik lâik ve sosyal bir hukuk devletiolma niteliklerinin yanısıra millî ve üniter devlet olma niteliklerini detaşıdığınıgöstermektedir. Bu bağlamda, siyasî partilerin, tüzük veprogramlarıile eylemlerinin Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında yeralan ve devletin üniter yapısınıyansıtan ülkesi ve milletiyle bölünmezbütünlüğüne aykırıolamayacağına ilişkin Anayasa ve Siyasî PartilerYasasıhükümleri bir bütünlük oluşturmaktadır.

Davalı Parti’nin programında, ülkedeki etnik ve inançgruplarının eşitlik ilkesi temelinde bir arada yaşamalarına ilişkin önerilergetirilirken, bölünmez bütünlüğe aykırıaçık bir anlatıma yer verilmemiş,tersine bölünmeden yana olunmadığıvurgulanmıştır. Parti genelbaşkanının çeşitli yayın organlarındaki açıklamalarında da, “bölünmezbütünlüğe” aykırılık konusunda kesin kanıya ulaşmayısağlayacak birsöylemde bulunulmamıştır.

Bu durumda, Parti’nin programı ile Genel Başkanı’nınaçıklamalarının Anayasa ve Siyasî Partiler Yasası’na aykırıolmadığısonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın reddine karar verilmesi gerektiğidüşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.

ÜyeYalçın ACARGÜN

ÜyeSacit ADALI

ÜyeFulya KANTARCIOĞLU

KARŞIOY VE DEĞİŞİK OY GEREKÇELERİ

Esas Sayısı: 1997/2KararSayısı: 1999/1

Anayasa Mahkemesi’nin 26.2.1999 günlü, E. 1997/2, K. 1999/1(Siyasî Parti Kapatma) kararıile ilgili olarak karşıoy ve değişik oygerekçelerimiz bulunmaktadır. Bunlar ayrıayrıirdelenecektir :

918

1- KARŞIOY GEREKÇESİ

Demokratik Kitle Partisi’nin, programının Anayasa’nın Başlangıçile 2., 3., 14., 68. ve 136. maddelerine ve 2820 sayılıSiyasî PartilerYasası’nın 78. maddesinin (a), (b) bentlerine, 80. maddesine, 81.maddesinin (a), (b) bentlerine ve 89. maddelerine aykırılığısavıyla,aynıYasa’nın 101. maddesinin (a) ve (b) bentleri uyarıncakapatılması istemiyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca açılandavada :

DavalıParti’nin, 1995 Anayasa değişikliğinden sonra, SiyasîPartiler Yasası’nın 78. ve 81. maddelerinin (a) ve (b) bentleri ile 80. ve89. maddelerinin yürürlükte bulunmadıkları; yürürlükte olduklarıkabuledilse bile, Anayasa’nın Geçici 15. maddesinin bu hükümler üzerindekietkisinin sona erdiğinin kabulü ile, Anayasa’ya aykırılık iddialarınınincelenmesi gerektiği yolundaki savları, Anayasa Mahkemesi’nce kabuledilmemiştir.

Çoğunluğun bu konudaki görüşü özetle; 22.4.1983 günlü ve2820 sayılı Siyasî Partiler Yasası, Anayasa’nın Geçici 15.maddesinde belirtilen dönem içerisinde yani, 12 Eylül 1980 tarihinden,ilk genel seçimler sonucu toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ninBaşkanlık Divanınıoluşturduğu, 6.12.1983 tarihine kadar geçen dönemiçerisinde çıkarılmışolduğundan, belirtilen tarihten sonra değiştirilmişolmadıkça, bu yasa kurallarının Anayasa’nın Geçici 15. maddesininkoruması altında bulunduğu ve Anayasa’ya aykırılığının ilerisürülemeyeceği biçimindedir.

Anayasa’nın Geçici 15. maddesinde, “12 Eylül 1980 tarihinden,ilk genel seçimler sonucu toplanacak Türkiye Büyük Millet MeclisininBaşkanlık Divanınıoluşturuncaya kadar geçecek süre içinde, yasamave yürütme yetkilerini Türk milleti adına kullanan, 2356 sayılıKanunlakurulu Millî Güvenlik Konseyinin, bu Konseyin yönetimi dönemindekurulmuşhükümetleri, 2485 sayılıKurucu Meclis Hakkında Kanunlagörev ifa eden Danışma Meclisinin her türlü karar ve tasarruflarındandolayıhaklarında cezaî, malî veya hukukî sorumluluk iddiasıilerisürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargımerciine başvurulamaz”denilmektedir.

Anayasa Mahkemesi kimi kararlarında, “bu dönem” içerisindeçıkarılan yasalarda ya da yasa maddelerinde herhangibir değişiklikyapılmışise, artık o kuralın Anayasa’nın Geçici 15. maddesinin getirdiği

919

sınırlamaların dışına çıktığı sonucuna varmıştır. (Örnek: AnayasaMahkemesi’nin 12.9.1991 günlü, E: 1991/31, K: 1991/27 sayılıkararı.)

Demokratik Kitle Partisi’yle ilgili davada, 2820 sayılıSiyasî PartilerYasası’nın uygulanmasıgereken, 78. maddesinin (a), (b) bentlerinin, 80.maddesinin, 81. maddesinin (a), (b) bentlerinin, 89. maddesinin ve 101.maddesinin (a), (b) bentlerinin, daha sonra herhangibir değişikliğeuğramamış olmalarınedeniyle, Anayasa’nın Geçici 15. maddesikapsamında olduğu tartışmasızdır. Ancak, 2820 sayılıYasa’nınbelirtilen maddelerinin dayanağınıoluşturan Anayasa’nın 68. ve 69.maddelerinde, 29.7.1995 günlü, 4124 sayılıYasa ile değişiklik yapılmıştır.

Anayasa’nın yasaya göre daha üstün bir hukuk normu olduğu veAnayasa’nın bağlayıcılığıilkesi düşünüldüğünde; yasa ile sonradanyapılan bir değişikliğin Geçici 15. madde kapsamından çıkacağıveAnayasa’ya aykırılığının incelenebileceği kabul edilirken, üstün norm olanAnayasa’da yapılan değişiklik sonunda, o Anayasa kuralının verdiği oluragöre çıkarılan bir Yasa’nın Anayasa’ya aykırılığının incelenemeyeceğiniileri sürmek olanaksızdır.

Anayasa’nın Geçici 15. maddesi ile, belli dönemde çıkarılanyasaların Anayasa’ya uygunluk denetimine bağlı tutulmasınınyasaklanmışolmasını, 1982 Anayasasıçerçevesinde değerlendirmekgerekir. Anayasa’nın genel kuralı, yasaların Anayasa’ya aykırıolamayacağıyolundadır. Anayasa, bu konuya verdiği önemi belirtmekiçin de, yasaların, yasa hükmünde kararnamelerin ve Türkiye BüyükMillet Meclisi İçtüzüğü’nün Anayasa’ya şekil ve esas bakımlarındanuygunluğunun denetlenmesi için Anayasa Mahkemesi’nin kurulmasınıkurala bağlamıştır.

Belirli bir dönemde çıkan yasaların Anayasa’ya aykırılığının ilerisürülememesi yasağını, Anayasa’nın sonradan değiştirilen kurallarınadayandırılan aykırılık savlarının da incelenmesine olanak vermeyecekbiçimde yorumlamak, yasak kapsamındaki kurallara, Anayasa’nınüstünde bir yer vermek anlamına gelir. Bu nedenle, Anayasa’nınherhangi bir maddesinde, Geçici 15. maddede belirtilen dönemden sonrayapılan bir değişiklikte, değişiklik yapılan maddenin oluru ile çıkarılmışolan yasaların, Anayasa’ya aykırılığının da incelenmesi gerekir.Anayasa’nın, o yasanın çıkarılmasına olur veren maddesinde birdeğişiklik yapılmış olmasına karşın, Yasa’da herhangi bir değişiklikyapılmadıkça bunların Geçici 15. maddenin kapsamında kaldığınıdüşünmek, Anayasa’nın bağlayıcılığıilkesi ile de ters düşer.

920

Açıklanan nedenlerle, çoğunluğun bu konudaki görüşünekatılmıyorum.

2- DEĞİŞİK OY GEREKÇESİ

Anayasa’nın 68. maddesinde siyasî partiler, demokratik siyasîhayatın vazgeçilmez unsurlarıolarak belirtilmiştir. Siyasî partiler,önceden izin almadan kurulurlar ve Anayasa ve yasa hükümleriiçerisinde faaliyetlerini sürdürürler.

Siyasî partilerin faaliyetleri, parti içi düzenlemeleri ve çalışmalarıdemokrasi ilkelerine uygun olur. Bu ilkelerin uygulanmasıda yasa iledüzenlenir.

Siyasî partilerin tüzük ve programlarıile eylemleri, devletinbağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insanhaklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine,demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırıolamaz; sınıf ve zümrediktatörlüğünü veya herhangi bir diktatörlüğü savunmayı veyerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez.

Bir siyasî partinin tüzüğü ve programıyukardaki hükümlereaykırıbulunursa, Anayasa Mahkemesi’nce temelli kapatılmasına kararverilir.

Bir siyasî partinin, eylemlerinin yukarda belirtilen hükümlereaykırıbulunarak temelli olarak kapatılmasıiçin, onun bu niteliktekifiillerin işlendiği bir odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesi’ncesaptanmasıgerekir.

Anayasa’nın kimi maddelerinde siyasî partilerin temelli olarakkapatılacağıkurala bağlanmış (örneğin 69. maddenin beşinci vealtıncıfıkralarında olduğu gibi), kimi maddelerinde de (örneğin, 69.maddenin ikinci fıkrasında olduğu gibi), yaptırımların saptanmasıyasakoyucunun takdirine bırakılmıştır.

Ancak 2820 sayılıSiyasî Partiler Yasası’nda, kimi koşullardageçici bir “Kapatma” kabul edilmemiş, Anayasa ve Yasa’ya aykırılığısaptanan her koşulda, partilerin sadece temelli olarak kapatılmasıöngörülmüştür.

Oysa, Anayasakoyucu, Anayasa’da yalnızca “temelli kapatmayı”değil, “kapatma”yı da öngörmüştür. Bu görüşümüzün dayanağı

921

Anayasa’nın 149. maddesinin son fıkrasıdır. Bu fıkrada şöyledenilmektedir :

“Anayasa Mahkemesi Yüce Divan sıfatıyla baktığıdavalardışında kalan işleri dosya üzerinde inceler. Ancak, gerekli gördüğühallerde sözlü açıklamalarınıdinlemek üzere ilgilileri ve konu üzerindebilgisi olanlarıçağırabilir ve siyasî partilerin ‘temelli kapatılması’ ve‘kapatılmasına’ ilişkin davalarda, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısındansonra kapatılmasıistenen siyasî partinin genel başkanlığının veyatayin edeceği bir vekilinin savunmasınıdinler”.

Kuşkusuz geçici ya da süreli “kapatma”nın hangi hallerdeolabileceğinin ve koşullarının neler olacağının, bu gibi durumlarda biryaptırım uygulanıp uygulanmayacağının, yasakoyucu tarafındanbelirlenmesi gerekir.

Anayasa’nın, 69. maddesinin beşinci fıkrasında olduğu gibi, birsiyasî partinin tüzüğü ve programının 68. maddenin dördüncü fıkrasıhükümlerine aykırıbulunmasıhalinde Anayasa Mahkemesi’nce “temellikapatılma”sının öngörülmesi durumunda da, yasakoyucunun, doğrudantemelli kapatma kararıverilmesi yerine, tüzük ve programdaki,Anayasa’ya ya da Siyasî Partiler Yasası’na aykırılıklarıngiderilebilmesi için siyasî partiye öncelikle Anayasa Mahkemesi’nce“ihtar”da bulunulmasıyolunda bir yasal düzenleme yapmasına engelherhangi bir husus bulunmamaktadır.

Böyle bir yasal düzenleme yapılırsa, siyasî partinin tüzük veprogramında Anayasa’ya veya Siyasî Partiler Yasası’na aykırıbirdurum saptandığında öncelikle siyasî partiye ihtarda bulunularakaykırılığın giderilmesi için bir süre verilebilir ve bu süre içinde aykırılıkgiderilmezse siyasî parti kapatılabilir. Anayasa’nın 69. maddesinde birdeğişikliğe gidilmeden de böyle bir düzenlemenin yapılabileceğigörüşündeyim.

Halen bu konuda yasal bir düzenleme yapılmadığıve tüzük veprogramındaki aksaklıkların giderilmesi için siyasî partiye ihtardabulunulması ya da geçici bir süre için kapatılması olanağıbulunmadığıiçin, davalıpartinin temelli olarak kapatılmasına bugerekçelerle katılıyorum.

ÜyeLütfi F. TUNCEL

922

Esas Sayısı : 1999/2 (Siyasî Parti Kapatma)Karar Sayısı : 2001/2Karar Günü : 22.6.2001

DAVACI : Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı

DAVALI : Fazilet Partisi

DAVANIN KONUSU : Fazilet Partisi’nin, Anayasa’nın 2., 24.,68., 69. ve 2820 sayılıSiyasî Partiler Kanunu’nun 78., 86. ve 87.maddeleri uyarınca kapatılmasına karar verilmesi istemidir.

I- DAVA

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 7.5.1999 günlü, SP.95Hz.1999/116 sayılıiddianamesişöyledir:

Anayasamızın 24/son maddesinde:

(Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temeldüzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veyakişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursaolsun dini veya din duygularınıyahut dince kutsal sayılan şeyleriistismar edemez ve kötüye kullanamaz)

2820 sayılıSiyasî Partiler Kanununun 87 nci maddesinde ise:

(Siyasî partiler, Devletin sosyal veya ekonomik, siyasî veyahukukî temel düzenini, kısmen de olsa dini esas ve inançlarauydurmak amacıyla veya siyasi amaçla veya siyasî menfaat temin vetesis eylemek maksadıyla dini veya dini hissiyatıveya dincemukaddes tanınan şeyleri alet ederek her ne suretle olursa olsunpropaganda yapamaz, istismar edemez veya kötüye kullanamazlar)

Hükümlerine yer verilmiştir.

Yukarıda açıkladığım Anayasa ve yasa hükümleri ile,Anayasamızın 2, 68, 69, Siyasî Partiler Kanununun 78 ve 86 ncımaddeleri birlikte değerlendirildiğinde Fazilet Partisinin temellikapatılmasına karar verilmesi gerekmektedir. Şöyle ki:

923

1- Refah Partisinin kapatılmasına ilişkin AnayasaMahkememizin 16.1.1998 gün ve 1 /1 sayılıkararında;

Kamusal kuruluşlarda ve öğretim kurumlarında başörtüsü veonunla birlikte kullanılan belli biçimdeki giysi, bir ayrıcalıktan öteayırım aracıniteliğindedir. Dinsel kaynaklıdüzenlemelerle girişimlerAnayasa karşısında geçerli olamaz ve bu tür eylemler Anayasa’dakilâiklik ilkesine aykırılık oluşturur.

Anayasa’nın 153. maddesinin son fıkrasında, AnayasaMahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargıorganlarını, idaremakamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı, 138. maddesindede, yasama ve yürütme organlarıile idarenin mahkeme kararlarınauymak zorunda oldukları, bu organlarla İdarenin mahkeme kararlarınıhiçbir surette değiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmesinigeciktiremeyeceği öngörülmüştür. Anayasa’nın 68. maddesinindördüncü fıkrasında siyasî partilerin “hukuk devleti ilkesi”ne uymaklayükümlü olduklarıbelirtilmiştir. Anayasa’nın 153. maddesinin sonfıkrasına göre, gerçek ve tüzel kişileri bağlayan Anayasa Mahkemesikararlarısiyasî partileri de bağlar.

Anayasa Mahkemesi’nin 2547 sayılıYükseköğretim Kanunu’naeklenen ek madde 16’nın iptaline ilişkin 7.3.1989 günlü, E: 1989/l, K:1989/12 sayılı kararında, lâik bir devlette hukuk kurallarınınkaynağının dinde değil akılda bulunduğu, kişilerin iç dünyasına ilişkinolmasıgereken dinî inançlara göre yasal düzenleme yapılmasınınAnayasa’nın 2.. 10., 24. ve 174. maddelerine aykırı olduğubelirtilmiştir.

Öte yandan, Danıştay Sekizinci Dairesi’nin 23.2.1984 günlü,207/330; 16.11.1987 günlü, 128/486; 27.6.1988 günlü 178/512 sayılıkararlarıile Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’nun 16.6.1994günlü, 61/327 sayılıkararlarında da, Yüksek Öğretim Kurumlarındabaşörtüsü ve türban takan öğrencilerin Atatürk devrimleri ile lâikCumhuriyet ilkelerine aykırıdavrandıklarıve dine dayalıdevletdüzenini benimsedikleri kabul edilmiştir. Buna karşın, davalıPartiGenel BaşkanıNecmettin ERBAKAN ile kimi parti yetkililerininmahkeme kararlarınıetkisiz hale getirmek için resmi daire veüniversitelerde türban kullanmayıteşvik eden lâiklik ve hukuk devletiilkelerine aykırıkonuşmalar yaptıklarıanlaşılmıştır.

Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’nın lâiklik ve düşünceözgürlüğüne ilişkin kurallarına verdiği anlam ve içerikle İnsan Hakları

924

Avrupa Komisyonu’nun konuya ilişkin değerlendirmelerinde birçokortak nokta bulunmaktadır. Komisyon No:18783/9l, L.B/ Türkiye K.T.günlü, 3.5.1993, No.16278/90, S.K/Türkiye K.T. 3.5.1993 günlükararlarında, yüksek öğrenimini lâik bir üniversitede yapmayıseçenbir öğrencinin bu Üniversitenin düzenlemelerini kabul etmişsayılacağını, üniversitelerce getirilen düzenlemelerin, farklıinanıştakiöğrencilerin birlikteliğini sağlamak amacına yönelik olarak,Öğrencilerin dinsel inançlarınıaçığa vurma özgürlüklerini yer ve biçimbakımından sınırlayabileceğin!, özellikle nüfusun büyük bîrçoğunluğunun belirli bir dine mensup olduğu ülkelerde, bu dinin törenve simgelerinin herhangi bir yer ve biçimde sınırlama olmaksızınsergilenmesinin, sözü geçen dini uygulamayan veya başka bir dinemensup olan öğrenciler üzerinde baskı oluşturabileceğini, lâiküniversitelerin, öğrencilerin kılık ve kıyafetlerine ilişkin kurallarkoyarken, kimi kökten dincilerin yüksek öğretimde kamu düzeninibozmamalarını ve diğerlerinin inançlarına zarar vermemelerinisağlamaya özen gösterebilecekleri açıklanarak L. B. ve Ş. K. isimliöğrencilere, lâik üniversite düzeninin gereklerine uygun biçimdefotoğraf vermedikleri gerekçesiyle okul diplomasıverilmemesi, din vevicdan özgürlüğüne müdahale olarak görülmemişve şikayetin kabuledilemez olduğuna karar verilmiştir.

Parti Genel BaşkanıNecmettin ERBAKAN’ın lâiklik ilkesineilişkin Anayasa ve yasa kurallarıile Anayasa Mahkemesi kararlarınıgözardıederek, resmi daire ve üniversitelerde türban ve başörtüsükullanmayıteşvik eden konuşmalarılâik düzen karşıtlarıiçin bir mesajoluşturmuştur) denilmektedir.

Bu karar, 22.2.1998 gün ve 23266 sayılıResmî Gazetedeyayınlanarak, tüm siyasi partilerimiz ve vatandaşlarımızcaöğrenilmiştir.

Bilindiği gibi, siyasal islamcıların faaliyetlerinin orada «açık veyakın tehlike» oluşturmamasına rağmen Cenevre Kanton Hükümeti.16.10.1996 tarihli kararı ile, Kantonal Eğitim Müdürlüğünün,Müslüman bir bayan öğretmenin, derslere, islam dini geleneğineuyarak, başına türban takıp derslere girmesini yasaklamıştı.

Bu karara yapılan itirazı değerlendiren İsviçre YüksekMahkemesinin 12.11.1997 gün ve 419/1996 sayılıkararında (Karariçin Bakınız Manisa Barosu Dergisi, Nisan 1998, Sayı65):

925

(Her ne kadar, ilgili yönünden, kendi giysileri ile açığa vurulandinsel kimliği büyük bir önem taşımakta ise de, belli koşullarda bu türgiysilerin yasaklanması, «inanç özgürlüğü»nün özüne tecavüzsayılamaz. Çünkü, idari merci tarafından yapılan bu yasaklamada,«önemli derecede kamu yararı»nın varlığı sözkonusudur)denilmektedir.

Hal böyleyken ve hiçbir uluslararasısözleşmede «dinselkimliğini açığa vuran giysilerle öğrenim görme veya kamukuruluşlarında görev yapmanın inanç özgürlüğünün bir parçasıolduğu veya insan haklarından sayıldığına» dair herhangi bir hükümbulunmamasına rağmen, Fazilet Partisi Genel Başkanıdahil, tümyöneticileri, milletvekilleri ve belediye başkanları, adeta kandan başkabirşeyle beslenemeyen vampirler gibi, vatandaşlarımızın bir kısmınındinsel inançlarınıen kolay bu yoldan sömürüp, lâik devlet düzenimizleçatışmaya sokabileceklerinin bilincinde olarak ve AnayasaMahkememizin anılan kararınıhiçe sayarak, meydan meydan, köyköy dolaşıp, tüm televizyonlardaki açık oturum ve söyleşilerekatılarak, «kamu kurumlarında ve üniversitelerde başörtüsü ileçalışma ve öğrenim görmenin vazgeçilmez bir insan hakkıolduğunu,yasaklar getiren mevzuat ve bunlarıuygulayan kamu görevlilerininlâikliğe aykırıdavranışta bulunarak suç işlediklerini» iddia ederek,halkımızın bir bölümünü Devletimize karşıkışkırtmayıalışkanlıkhaline getirmişlerdir.

Bu kışkırtmaların sonucu, «başörtüsüne uzanan eller kırılsın»sloganının atıldığı, bu sloganın yazıldığıpankartların taşındığıtoplantılar ve yasalarımıza aykırıyürüyüşler düzenlenmiş, televizyonekranlarına da yansıyan bu toplantıveya yürüyüşlerde, Fazilet Partisiyöneticisi, milletvekili veya belediye başkanlarından bîr çoğunun hazırbulunduğu, bu slogan ve pankartları işitmeleri ve görmelerinerağmen, başörtüsü yasağının mutlaka kalkmasıgerektiğine ilişkinkonuşmalar yaptıklarıgörülmüştür.

18 Nisan 1999 tarihinde yapılan milletvekili seçimlerinden önce,annesi türbanını çıkartmadığı için bir kamu kuruluşundanuzaklaştırılmak zorunda bırakılmış, kendisi de türbanlıve “hiçbirzaman ve hiçbir yerde türbanınıçıkarmayacağını” herzaman söyleyenMerve Kavakçıadlıhanım, Fazilet Partisi yöneticileri tarafındanseçilebilecek bir yerden önce milletvekili adayıgösterilmiş; baştaRecai Kutan olmak üzere Fazilet Partisinin tüm yöneticileri MerveKavakçı’nın, hem Mecliste türbanlıolarak yemin edebileceğinin, hem

926

de Meclis çalışmalarına türbanlı olarak katılabileceğininpropagandasınıyapmaya başlamışlardır.

Ekte gönderdiğim görüntülü kasetlerle birlikte, Fazilet Partisiİstanbul milletvekili Nazlı Ilıcak’ın, 2.5.1999 tarihinde İnterstarTelevizyonu 19.30 haber bülteni ve 3.5.1999 tarihinde Show TV19.30 haber bülteninde «canlıyayın»a katılarak söylediklerinin birliktedeğerlendirilmesinden, böşörtüsü kavgasının T.B.M.M.netaşınmasının sağlanmasıiçin Merve Kavakçı’nın özel olarak seçildiğive Mecliste yapacağıeylemi tüm Fazilet Partisi Milletvekilleri ve partiyönetcilerinin önceden bildiği anlaşılmaktadır.

Yine bilginize sunduğum görüntülü kasetlerin incelenmesinden,başörtüsü ile yemin etme eylemi yapmak için T.B.M.M.ne, NazlıIlıcak’ın refakatinde gelen Merve Kavakçıiçin yaptıklarıtezahürat veyemin töreninin sonucuna doğru salonda bulunmadığıhalde, MerveKavakçı’nın ismi okununca Fazilet Partisi milletvekillerinin tümününkatıldığıtezahürattan; 3.5.1999 günü Merve Kavakçı’nın T.B.M.M.deyaptığıve başörtüsü eylemini, insafsız ve ancak bir ajan provokatöreyakışacak biçimde, Amerika’da zencilerin insan haklarıiçin yaptığımücadeleye benzettiği basın toplantısına, Fazilet Partisi GrupBaşkanvekili Abdullatif ŞENER’le birlikte, Fazilet Partisinin pekçokmilletvekilinin katılması, eyleminin Fazilet Partisi yöneticileritarafından planlandığını ve teşvik edildiğini açık bir biçimdegöstermektedir.

Olay, tarafsız, içtiği andın anlamınıbilen ve pekçok kamugörevlisinin aksine içtiği anda bağlı kalan CumhurbaşkanımızSüleyman Demirel tarafından, olay gecesi, TRT 1 de yayınlanan«Politikanın Nabzı» programında şu şekilde değerlendirilmiştir.

(T.B.M.M. bu çeşit hadiselere sahne olmamalıydı. Olayıherkesin kınadığınıhissediyorum... Bu münferit hadise aslındabugünün hadisesi değildir. Günlerdir planlanan bir hadisedir... Yani birhadise çıkarılacaktır... Bu aslında provokatörlüktür. Bu tip ajanprovokatörler çok görülmüştür... Gemi azıya alınmıştır... Bu işi bu halegetiren kişi, bunu yapmaya memurdur.... Eğer bunu İslamın şartısayıyorsa, bu bölücülüktür.... İslam da fitne çıkarmak, katildenbeterdir... Açıklıkla söyleyeyim bu bir cereyandır. DemokratikCumhuriyete karşıbir cereyandır. Bu cereyanın sahiplerine, devletdairelerinde. Meclis gibi nizamı75 yıldır uygulanan bir yerde gösteriyapmalarına imkân verilemez) demiştir.

927

Olgun kişiliğiyle tanınan Başbakanımız Bülent Ecevit dahiçileden çıkmış, Meclis Kürsüsünden ve olay anında:

(Türkiye’de hiç kimse hanımların Özel yaşamında giyimine,kuşamına, inançlarıgereği başınıörtmesine karışmıyor. AncakT.B.M.M. hiç kimsenin özel yaşam mekanıdeğildir, burasıdevletin enyüce kurumudur. Burada görev yapanlar, devlerin kurallarına,geleneklerine uymak zorundadırlar. BurasıDevlete meydan okunacakyer değildir) demek zorunda kalmıştır.

Daima ülkemizde özgürlüklerin genişletilmesinden yana tavırkoymuş olan Oktay Ekşi, 2.5.1999 günü Hürriyet Gazetesindeyayınlanan başyazısında, olayıgerçek anlamda değerlendirerek şöyledemiştir:(... Merve Kavakçı ise kendisine Necmettin ERBAKANtarafından verilen, sadece Meclis’i değil, sistemi de birlikte toprillemegörevini Meclis Genel Kurul salonuna, siyasi bir simge haline gelmişolan “başörtüsü” ile girerek yerine getirdiği için mutluydu.

Belli ki adeta bir terör çetesi gibi hazırlanmışlar.

Geride sabotaj planlarınıhazırlayan bir beyin var. YaptığıPKK’nın “kutsal bir görev yapacağına” inandırdığı, sonra belinebomba sarıp belli bir tarihte belli bir yerde o bombayıpatlatarak öbürdünyaya gönderdiği kadın militanlarıkullanmasından farklıdeğil.

Onlar kendilerini havaya uçururken çok çok beşon kişiyi deöldürebiliyorlar. Bu olaydakinin görevi sistemi havaya uçurmak.

Sabotaj planının sahibi belli ki Necmettin ERBAKAN’danbaşkasıdeğil.

NazlıIlıcak’la Merve Kavakçıda sabotaj planının uygulayıcıları.Görev bölümünü böyle yapmışlar.

Ama ERBAKAN’la Ilıcak açısından sorun yok. Çünkü bombaKavakcı’nın beline sarılı.

Dün Meclis’te yaşananların özeti bize kalırsa bu idi.

Pardon... Bir önemli benzerlik daha vardı:

Yaklaşık sekiz yıl önce TBMM’nin yeni bir yasama döneminebaşlayacağıgün aynen Merve gibi, militan bir ruhla oraya gelmişbir

928

Leyla Zana vardı. O da “yemin törenini” kendi “kutsal” inancıyönündekullanmaya kalkmıştı. Ancak onunki “bölmek”ti. Merve ise “yıkmak” içingelmişti.).

T.B.M.M. İçtüzüğünde, «türbanla yemin edilemez» şeklindeyasaklayıcıbir hüküm bulunmaması. Fazilet Partisi yöneticileri ile,Merve Kavakçı’nın eylemine meşruiyet kazandırmaz. Çünkü AnayasaMahkememiz, yüksek öğrenim kurumları, resmî daireler dahil, tümKAMUSAL KURULUŞLARDA, başörtüsü ve onun’a birlikte kullanılanbelli biçimlerdeki giysilerin giyilebilmesi için yapılacak yasaldüzenleme girişimlerinin geçerli olamayacağınıve bu tür eylemlerinAnayasa’daki laiklik ilkesine aykırılık oluşturacağınıaçık bir biçimdebelirtmiştir. Anayasa Mahkemesi kararları, hem yasama, yürütme veyargıorganlarını, idare makamlarınıve hem de gerçek ve tüzel kişileribağlar. T.B.M.M.de hanım milletvekillerine başörtüsüyle yeminetmelerine ve yasama faaliyetlerine katılmasına izin veren T.B.M.M.Başkanı hakkında gereğini yapmak görevli CumhuriyetBaşsavcılarına ait olmakla birlikte; Anayasamızın değişmez ilkeleri veAnayasa Mahkememizin uyum gösteren içtihatlarıkarşısında, resmîdairelerimizde, belediyelerimizde, okullarımızda. Türkiye Büyük MilletMeclisinde, başka bir deyişle tüm kamusal kuruluşlarda, başörtüsüveya türban gibi dinsel kaynaklıgiysilerle eğitim veya görev yapılmasıiçin girişimlerde bulunan veya destek veren siyasi partiler hakkındakapatma davasıaçmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının görevikötüye kullanmak suçunun sanığıolabileceği de gözden uzaktutulmamalıdır.

2- Fazilet Partisi Genel Başkan YardımcısıAbdullah Gül,2.5.1999 tarihinde, Kanal 7’de yayınlanan Hafta Sonu Haberlerinesaat 21.38 de canlıyayına iştirak ederek (RTÜK’den getirttiğimizgörüntülü kaset ektedir) söyle demiştir:

(... Başörtülü birisi Mecliste Anayasa’yıihlâl ediyorsa, Meclisindışında da ihlâl ediyor demektir. O zaman dışardaki bütünbaşörtülüleri topla, otobüstekiler de ihlal ediyor demektir. Uçağa dabindiremezsin. Eğer bu Anayasayıihlal suçu ise ...özel hayatınızdaAnayasa’yıihlal edersiniz, laikliği ihlâl edersiniz, milletvekili oluncalaikliği ihlal edemezsiniz. Bu çok yanlışbir mantık) demiştir.

Adıgeçen Genel Başkan Yardımcısı, Anayasa Mahkemesikararlarına uygun şekilde, Dünya işlerinin laik hukukla, din işlerininde kendi kurallarıyla yürütülmesini kabul etmiyor. Her ikisinin de aynıkurallara tabi olmasınıistiyor. Anayasamızın 24/son ve Siyasî

929

Partiler Kanununun 87 nci maddesine aykırışekilde, dini hissiyatıaletederek, laik devlet düzenimiz aleyhine propaganda yapıyor.

2820 sayılıSiyasi Partiler Kanununun 101 nci maddesininbirinci fıkrasının (b) bendine göre, siyasi partilerin Genel BaşkanYardımcılarının sözlü yada yazılıbeyanlarıpartiyi bağlar ve bubeyanlar 87 nci madde gibi bu Kanunun dördüncü kısmında yer alanhükümlere aykırılık teşkil ediyorsa, yalnız başına parti kapatmanedenidir.

3- Yukarıda açıkladığım eylemlerin Fazilet Partisi’nin lâikliğeaykırıeylemlerin odağıhaline geldiğini kanıtlayacağına inancımız tamolmakla birlikte; Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığının22.3.1999 ve Hz.1998/349, 4.5.1999 gün ve Hz.l998/349 sayılıyazılarına ekli tüm belgeleri de incelemenize sunmayıbir görevsayıyoruz.

Bu belgelerden, Fazilet Partisi Denizli Milletvekili RamazanYenidede’nin 15.5.1998 tarihinde yaptığıbasın açıklamasını, AnkaraDevlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığının «Milli GörüşHakkındaİddianamesi»ni ve dayanağıolan delilleri, Fazilet Partisi HatayMilletvekili Mehmet Sılay’ın, 1998 yılında yayınlanan ve mahkemekararıyla toplatılan «Parlamentodan Haber» başlıklı kitaptayazdıklarının Özellikle gözönünde tutulmasında yarar görüyoruz.

4- Anayasamızın 69 ncu maddesinin yedinci fıkrasıgereğince«Temelli kapatılan bir parti bir başka ad altında kurulamaz.»

Refah Partisi’nin kapatılacağını anlayan yöneticilerinin,kapatma tarihine yakın günlerde ve kendi yakınlarına «Hülle Partisi»olarak adlandırılabilecek şekilde Fazilet Partisini kurdurdukları,ülkemizde sokaktaki çocuklar tarafından dahi bilinmektedir.

Malûm olanın ayrıca isbatıgerekmez ve ayak oyunlarıylayanıltılabilen, bir yargısaygınlık kazanamaz.

Refah Partisinin kapatılmasına ilişkin karar, 22.2.1998 tarihliResmî Gazetede yayınlanmıştır. Türkiye Büyük Millet MeclisiBaşkanlığının 24.3.1999 gün ve 17402/40490 sayılıyazılarına eklilistenin incelenmesi sırasında görüleceği gibi, 123 tanesi 24.2.1999tarihinde olmak üzere, 147 kapatılan Refah Partisi mensubumilletvekili ile, Refah Partili belediye başkanlarının tamamına yakınıFazilet Partisine geçmişlerdir.

930

2820 sayılıSiyasî Partiler Kanununun 95 nci maddesine aykırışekilde, kapatılan Refah Partisi milletvekillerinden Oğuzhan Asiltürk,Abdullah Gül, İsmail Kahraman, Süleyman Arif Emre, Rıza Ulucak,Ömer Vehbi Hatipoğlu, Musa Demirci, Ertan Yülek, TemelKaramollaoğlu, Cevat Ayhan, Necati Çelik, Fehim Adak, BülentArınç. Bahri Zengin, Hasan Aksay, Aydın Menderes, OsmanYumakoğulları, Zeki Ünal, Lütfi Doğan, Hanefi Demirkol ve MehmetAli Şahin, 17.12.1997 tarihinde kurulan Fazilet Partisinin Genelİdare Kurulu ve Disiplin Kurulu üyesi olmuşlardır.

Anayasamızın 69 ncu maddesinin yedinci fıkrasının, başkanedenler olmasa bile parti kapatma nedeni olduğu gözden ıraktutulmamalıdır.

Fazilet Partisi, yanlız Refah Partisinin değil, aslında ülkemizdedini siyasete alet ettiği için kapatılan tüm siyasi partilerin devamıniteliğindedir. Metastas yapan habis bir ur gibi, demokrasimizinsağlıklıişlemesini engelleyen, Anayasal düzenimiz için daima «açıkve yakın tehlike» oluşturmuşbu çeşit partilerin kapatılması, TürkiyeCumhuriyetini sonsuza kadar yaşatabilmenin vazgeçilmez koşuludur.

SONUÇ

Yukarıda açıklanan nedenlerle:

- Anayasamızın, 2, 24/son, 68, 69, 2820 sayılıSiyasî PartilerKanununun 78, 86 ve 87 nci maddeleri gereğince FAZİLETPARTİSİNİN TEMELLİKAPATMASINA,

2- Adıgeçen partinin kapatma nedeni sayılacak politikalarınıbenimsemediğini zaman zaman açıkça ortaya koyan AYDINMENDERES dışındaki tüm Üst düzey yöneticileri ile, milletvekillerinin,Anayasamızın 69 ncu maddesinin sekizinci fıkrası gereğince,«kapatma kararının Resmî Gazetede yayımlanmasından başlayarakbeş yıl süre ile bir başka partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi vedenetçisi olamayacağına» ve ayrıca bunlardan milletvekili olanlarınmilletvekilliklerinin, Anayasamızın 84. maddesinin son fıkrasıhükmügereğince sona erdirilmesine karar verilmesi talep olunur. 7.5.1999

II-İDDİANAME EKİ

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın ek delillerin sunulmasınailişkin 4.6.1999 gün ve SP. 95 Muh.1999/252 sayılıyazısışöyledir:

931

Fazilet Partisi’nin kapatılmasına ilişkin olarak düzenlediğimiz,7.5.1999 gün ve 116 sayılıiddianamemizde, adıgecen Partinin«Yalnız Yüksek Mahkemenizce kapatılan Refah Partisi’nin değil,aslında ülkemizde dini siyasete alet ettiği için kapatılan tüm siyasîpartilerin devamı niteliğinde olduğu» kanaatine vardığımızıvurgulamış, Anayasamızın 69 uncu maddesinin yedinci fıkrasındaki«Temelli kapatılan bir parti bir başka ad altında kurulamaz» hükmü vebu hükmün Anayasamıza konuluşamacıgözönünde tutulduğunda,bu nedenle Fazilet Partisi’nin kapatılmasına karar verilmesi halinde,iddianamemizin «SONUÇ» bölümünün (2) numaralı bendindeaçıklanan kararların da verilmesi gerektiği, aksi takdirde FaziletPartisi’nin kapatılmasıile amaçlanan sonucun sağlanamayacağınıveaynışahısların benzer partileri kurma ve benzer eylemlerdebulunmasınıengellenemeyeceğine içtenlikle inandığımızdan; ayrıcaMERVE KAVAKÇI’nın milletvekili seçtirilip, T.B.M.M.de türbanıylayemin etmesinin Fazilet Partisi üst düzey yöneticileri tarafındanönceden planlandığı, parti politikasıolarak, 2.5.1999 tarihinde eylemedönüştürüldüğü, bu eylemin yapılacağının tüm Fazilet Partisimilletvekillerince bilindiği, olay anında ve olay sonrasısöz konusumilletvekillerince bu eyleme destek de verildiği, bu eylemin de başlıbaşına Fazilet Partisi’nin kapatılmasıve iddianamemizin «SONUÇ»bölümünün (2) numaralıbendinde açıklanan kararların verilmesi içinyeterli delil oluşturacağıkanaatinde olduğumuzdan, «usul ekonomisi»kurallarınıgözönünde tutarak, delillerimizi genellikle bu iki hususahasretmişdik.

Ancak, yüksek Mahkemenizin, soruşturmanın genişletilmesikanaatine varmasınısaygıile karşılıyor, 13.5.1999 gün 106/429 sayılıyazınızla istenen ve bugüne kadar Başsavcılığımın arşivlerine girmiş,konu ile ilgili delilleri, ek delillerimizle birlikte, bilgilerinize arzediyorum.

1- Fazilet Partisi Genel BaşkanıRECAİKUTAN - Bazıkimselerçıkmışlar, hatta bunların içinde rektör unvanıolanlar, profesör unvanıolanlar da var. Diyorlar ki, bu rektörler, bu profesörler «efendim, bizbaşörtülü kızların üniversiteye girmesini, cumhuriyeti korumak içinistiyoruz» diyorlar. Buna olsa olsa kargalar güler, bu iddiaya. Sevgilikardeşlerim bu ne biçim Cumhuriyet anlayışıki milletin inancına,milletin kültürüne, örfüne, adetine düşmanca bir tavır içerisindedir.Sizin bu Cumhuriyet anlayışınıza olsa olsa muz cumhuriyeti derler.(10.Ekim.1998. Kayseri Mitingi, Videobant ve Çözüm Tutanağı.)

932

RECAİKUTAN - Elbette başörtülü bir hanımefendi kardeşimizParlamentoya girmeli. Bileğinin hakkıyla olabiliyorsa bakan da olmalı.Bakanlar Kuruluna girmeli. Millet karar verirse, bizden aday olmamasıiçin bir sebep yok. Bir hanımımız inancıgereği başınıörtüyor,eğitimini yapıyor, siyaset sahnesinde de ülkeye hizmet etmekistiyorsa, elbette önü sonuna kadar açık olmalı(Milliyet Gazetesi, 12Ekim l998).

RECAİKUTAN - Türkiye’de Anayasal bir kuruluşvar. Adına“YÖK” diyorlar. Bunlar diyorlar ki, başörtülü hanım kızlarımız okuldabaşlarınıaçmalı. Anayasa bir başka kuruluşvar. O da Diyanet İşleriBaşkanlığı. O ne diyor? Müslüman hanımlarımız ve kızlarımızbaşlarınıörtmelidirler. Allanın emri olduğu için. Bu kızlarımız neyapacak? YÖK’ün dediğinimi, Diyanet’in dediğini mi dinleyecek? Buşaşkınlıktır (Milli Gazete, 4 Nisan 1999).

RECAİKUTAN - Bunlar başörtüsüne el uzattılar. Bunlar,kimlerin başınıörtmesine izin veriyor? Bir kardeşimiz tarlada otyoluyorsa, ya da zengin birinin evinde hizmetkârlık yapıyorsa sorunyok, örtebilir. Ama bir hanım evladımız «Ben bu ülkenin en iyidoktoru olacağım» derse, başınıörtmesine «razıolmayız, izinvermeyiz» diyorlar. Bu zulümlerin hepsi Allah’ın izniyle Fazilet Partisiiktidarında ortadan kaldırılacaktır, söz veriyorum (Kırıkkale’de11.4.1999 tarihinde yapılan miting.)

RECAİKUTAN - Bu hayat tarzınıMerve hanım benimsemişdurumda, bu şekilde vatandaşın önüne çıkmış, Başörtülü fotoğrafıile YSK’na başvurmuşve uygun görülmüş. Parti olarak telkindebulunmayız. Merve hanıma müdahale etmeyiz. Merve hanımParlamentoya girer, yeminini eder, parlamenter olarak görev yapar.(Sabah Gazetesi, 27 Nisan 1999)

RECAİKUTAN - Rektör kışlana geri dön. Öğretim üyesi misin,cunta bekçisi mi? (Alkışlar).Rektör için “OnbaşıRektör” sıfatınıkullanıyor)

2- Fazilet Partisi Genel İdare Kurulu Üyesi NAZLI ILICAK -Bakın şu şapkayıgörüyorsunuz değil mi? Biz böyle şapkayıbırakıpgidenlerden değiliz, Fazilet Partisi iktidar olunca bu zulüm çözülecek.Bu başörtüsü zulmü çözülecek, bakın nasıl çözülecek. Çünkü FaziletPartisi başörtülü hanımefendileri parlamentoya sokacak. Çünkübaşörtülü milletvekili olacak. Bakalım ne diyecekler milletinseçtiklerine. Çünkü başörtülü bakan olacak bu memlekette... Nerede

933

bir zulüm varsa, o zulmü çekenlerin bir siyasi talebi olur. (Bu sözleraynıMitingde bulunan Recai Kutan’ın huzurunda söylenmektedir)

3- Sivas-Suşehri ilçesi, Karşıyaka Mahallesinde, birkahvehanede, 8.3.I999 tarihinde bir konuşma yapan Fazilet PartisiMeclis Grup Başkanvekili,

ABDULLATİF ŞENER - Peki bunlar niye İmam-hatip okullarınıkapattılar. Kur’an kurslarına gidişi zorlaşırdılar. Üniversitelerdeki,imam-hatip okullarındaki kız öğrencilerle mücadele ediyorlar,başörtüsüyle. Çünkü bunların vatandaşların inançları, değerleri,menfaatleri diye bir telaşları, endişeleri yok.... Hiçbir Avrupaülkesinde, Amerika’da, Asya’sında, nereye giderseniz gidin, rahibeokullarında, rahibe olmak için okuyan öğrencilerin başlarındakiörtüyü çıkarmaya hiçbir siyasî partinin gücü yeter mi? Hiçbir siyasîiktidarın gücü yeter mi? Hiçbir devletin gücü yeter mi? Yetmez.Kimsenin aklına da gelmez oralarda. Bırakın Avrupa ülkelerini.Türkiye’de ruhban okulları var. Türkiye’deki ruhban okullarıöğrencilerinin başındaki örtüyü açmaya, kimsenin cesaret etmesideğil, niyet etmesi bile mümkün değil. Peki ne oluyor da Türkiye’deimam-hatip okuluna giden. İmam-hatip okulu nedir? Dinî bir okul.“Oraya giden kız öğrenci başınıaçacak” diyor. Kim diyor? Valigenelge çıkarıyor. Aslına bakarsanız Bursa’da yaşanan olay birdeney. Orada tutarsa bütün Türkiye’de yaygınlaştıracaklar ve demilletin oyu ile iktidara gelen siyasîler, milletin inançlarına uygun,saygılıdavranışiçinde bulunmasıgerektiğini hiç düşünmüyor, aldırışda etmiyor, onu bir problem olarak da görmüyor.... Bunun hesabınınsorulması lâzım. Üniversitelerde de aynı hadiseler yaşanıyor.Dünyanın hiçbir yerinde görülmez bir hadisedir. Bütün bunlarınçözümünün tek adresi var. Bu adres Fazilet Partisidir. Nedenöyledir? Bakın MERVE KAVAKÇI ismi kazanacak bir yerdedir. Obölgeden inşaallah 10 civarında milletvekili çıkaracağız, dördüncüsıradadır. Bu kardeşiniz Meclise girecektir. Kim bu? Bu arkadaşımız,hanım bacımız, Türkiye’de tip fakültesinden, başörtülüdür diyeatılmış, kaydı silinmiş bir insan. Ama babası üniversitedenarkadaşımızdır, profesördür. Babasıbir ihtisas sebebiyle A.B.D.’negitmiş, 5-6 sene kalmıştır. Kızınıda yanına almış, Amerika’yagötürmüştür. Bu kız, Amerika’da Bilgisayar MühendisliğiFakültesinden başörtüsü ile diplomasini almış, gelmiştir. İşte Türkiyeile Amerika arasındaki fark. Bir yerden başörtüsü ile diploma alıpgeliyor, bir yerde kayıt yapmıyorlar. Kaydınıyapmış öğrenciyiokuldan atıyorlar. Aradaki fark bu, inanıyoruz ki Türkiye’de bütünproblemlerin çözüleceği merci T.B.M.M.’dir ve T.B.M.M.’ne milletin

934

inançlarınıve menfaatlerini taşıma niyetinde olan siyasî kadrolargirdiği takdirde, bütün dertler ve meseleler çözülür. Şöyle birmisyondaki bir İnsanın meclise milletvekili olarak girmesi demek,Mecliste sorunun çözülmesi demek. Mecliste sorunun çözülmesidemek, artık Türkiye’de, bu konuda hiçbir mercide, hiçbir makamda.,hiçbir kurumda böyle bir sorunun tartışılamıyacağıanlamına gelir.

ABDULLATİF ŞENER - Eğer toplumda belli bir yaşama biçiminitercih etmişolan insanların, belli bir düşünce biçimini tercih etmişolan insanların, Anayasada güvence altına alınan fikir ve düşünceözgürlükleri baskı altına alınıyorsa, yaşama biçimleriyle ilgilianlayışlarıbaskıaltına alınıyorsa, eğitim haklarıbaskıaltına alınıyor,engellenmeye çalışılıyorsa, faiz, buna da karşıyız. (T.B.M.M. TutanakDergisi. 3 .11.1998 , 13.Birleşim, s.373).

ABDULLATİF ŞENER - (Kanal 7 televizyonu, 26.5.1998 günüsaat 18 Haber bülteni) SPİKER «Refah Partisinin kapatılmasındansonra ERBAKAN’ın izlediği tutumu değerlendiren ABDULLATİFŞENER, ERBAKAN’ıİnsan HaklarıÖdülü’ne aday gösterdi. Söz alanABDULLATİF ŞENER «Büyük bir basiret göstermiş, toplumdakihuzur, barış, kardeşlik duygularınıgeliştirmiştir, pekiştirmiştir. Ben buaçıdan Refah Partisi Genel BaşkanıNecmettin ERBAKAN’ıİnsanHaklarıÖdülüne lâyık mümtaz bir şahsiyet olarak alıyorum; demiştir.SPİKER «ABDULLATİF ŞENER, son olarak verdiği konserdebaşörtüsü özgürlüğünü savunan sanatçıAhmet Kaya’yıda kutladı»demiştir.

4- Fazilet Partisi Genel Başkan YardımcısıABDULLAH GÜL -Adalet, hukuk, demokrasi, insan hakları, özgürlükler, inanca saygı,eğer bu şeyler ayaklar altına alınmasaydı, bu millet kendi özyurdunda garip, öz vatanında parya muamelesine tabi tutulur muydu?... Hırsızlık yapanlar, boğazlarına kadar yolsuzluk yapanlar, çetelerle,mafyalarla kol kola gezenler, bugün laiklik zırhıiçine bürünüp devletinen itibarlıkoltuklarında otururlarmıydı? Sadece okumak istiyorum,başka birşey istemiyorum, sessizce okula gidenler, polis zoru ile,üniversite kapısından «başörtün var, sakalın var» diye atılır mıydı?

ABDULLAH GÜL - Adalet mülkün temelidir. Her şeyin temeliolan hukuk siyasallaştırılmıştır bugün Türkiye’de. Niçin mi; misalvereyim, siz, bana, hür, demokratik bir ülke gösterin ki, o ülkeninAnayasa Mahkemesinin üyeleri, o ülkenin yüksek yargıorganlarınınüyeleri Genelkurmay Karargâhına gidip brifing alsınlar ve aldıklarıbrifing üzerine de davalar görsünler!... (FP sıralarından “Bravo”

935

sesleri, alkışlar) siz, bana, yine, bir demokratik ülke gösterin ki,milletin milletvekilleri bu kürsüde konuşurken tedirgin olsunlar.Konuşmalarından sorumlu tutulsunlar!... Siz, yine, bana, birdemokratik ülke gösterin ki, o ülkenin en büyük üniversitesininrektörü, başörtüsü ve sakalla uğraşmak için “gerekirse bilime araverin” diyebilsin!....

ABDULLAH GÜL - Sayın Bülent Ecevit, Türkiye’de, sizinBaşbakan yardımcısıolduğunuz dönemde, üniversiteler, bilim veözgürlük yuvasıolmaktan çıktı, baskının ve zulmün en yoğunlaştığı,yoğunlukla yaşandığa yerler oldu. Hiç içiniz sızlamadımıüniversitekapısında coplanan kızlarıgörmekten? Kanun ve hukuka aykırışekilde masum kız çocuklarının anayasa eğitim haklarızorbalıklaellerinden, alınırken, anne ve babalarının gözyaşınıgörürken hiç acıhissetmediniz mi?

....Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; son dönemlerde hükümeteliyle yapılan kışkırtıcılık, bölücülük ve tahrik, hiçbir aklıselimsahibinin izah edemeyeceği noktaya ulaşmıştır. Bununla, Bursa’da birsüredir olup bitenleri kastetmek istiyorum. Bir ülkenin kendi kendisineyapabileceği en büyük kötülük Bursa’da yapılmaktadır. Bir aydan beri,Bursa’daki imam-hatip okullarındaki kız öğrencilerin başörtüsüyleuğraşmak, çocuk yastaki evlatlarımızı, babaları ve ağabeyleriyaşlarındaki polislerle karşıkarşıya getirmek ve onlarısokaklardasürükletmek, sıradan insanlar olan anne ve babalarınıgünlercesokaklara dökmek, sizler için en büyük mahcubiyet olacaktır,insanların, özyurdunda garip, özvatanında parya haline getirildiğiTürkiye’de, Filistin benzeri manzaralarıekranlara getirmek, kiminiktidarıdöneminde olmaktadır?!

...55 nci hükümetteki icraatlardan dolayıödüllendirilerek MilliEğitim Bakanlığından Başbakan Yardımcılığına terfi ettirilen sayınbakana da sesleniyorum şimdi: Söz, birkaç gün önce, 9 Ocak 1999günü, şehit öğretmenlerin eşlerine, annelerine ve babalarınamadalyalar taktınız; ülkenin bütünlüğünü korumak için bu milletinçocuklarına en kötü şartlarda bile eğitim vermek için her türlü tehlikeyigöze alıp bölücü örgüt tarafından şehit edilen öğretmenlerinannelerine, babalarına ve genç hanımlarına madalyalar taktınız.Bütün televizyon ekranlarıve basın bu görüntüleri aziz milletimizeaynen iletti. Şimdi size soruyorum.

Sayın bakan; başörtülü dîye okul kapılarında polis zoruylasürüklediğiniz o kızlara benzeyen başörtülü annelere, başörtülü

936

gencecik mahzun dul hanımlara ve hatta hatta, eşini vatan için şehitveren sizin o “kara çarşaflı” dediğiniz şehit eşine madalyalarıtakarken hiç vicdanınız sızlamadımı! (FP sıralarından “Bravo”sesleri, alkışlar) Oğullarınıbu vatan için şehit veren annelerinkızlarınıüniversite kapısında başörtülü diye sürüklerken, SayınEcevit, hiç başınızıiki elinizin arasına alıp düşünmediniz mi; bu olupbitenler bu ülkede oluyor diye hiç, düşünmediniz mi! Bu ülkede,sadece babalarını, evlatlarını, eşlerini ya da kardeşlerini ölümegönderme karşılığında mıbaşörtüsü yasal hale edecektir!

ABDULLAH GÜL - (1998-1999 öğrenim yılıbaşında, eşiHayrunnisa Gül’ün başörtülü fotoğrafıyla A.Ü. Dil Tarih ve CoğrafyaFakültesine kayıt için getirdiği, noter ve gazetecileri de çağırdığı)Kayıt gerçekleşmeyince “bugün Moskova’da yaşıyor olsaydık, böylebir engelle karşılaşmazdıeşim” demiştin”

5- MİLLETVEKİLİMUSA UZUNKAYA - Sayın Bakan, durupdururken, 1997-1998 öğretim yılının ikinci yarısında uygulanmaküzere, 12.1.1998 tarih ve 98/04 sayılıKılık Kıyafet Genelgesiniokullara göndererek, az önce arkadaşlarımızın işaret ettiği gibi yakınbir geçmişte, sadece Hazreti Muhammed’in doğum günü vesilesiylegirdiği daha önceki yarışmalarda derecelere girmiş gençyavrularımızın, imam-hatipte okuyan kızlarımızın, başıörtülüdür diye,Kayseri’de, Ankara’da ve İstanbul’da yarışmalardan kovulması,uzaklaştırılması, soruyorum Allah aşkına, iç barışıbaltalamaktanbaşka hangi işe yaramıştır?! (FP sıralarından “Bravo” sesleri,alkışlar) Gözü yaşlıbu çocukların aileleriyle, sîze karşı., daha öncevarsa sevgilerini, husumete çevirmediğinizi nasıl söyleyebilirsiniz?!

Gensorunun sonucu ne olursa olsun. Sayın Bakan veHükümetinden veya bundan başka bu Meclisten çıkacak tümhükümetlerden bizim ve halkımızın beklediği şey, çıkar ve menfaatleriiçin, yanlarında olan, yanlışlarında bile, onlarıalkışlayanlara, ülkeyive nimetlerini peşkeşçekmek için, doğrudan halkı, doğrudan Anadolukokan insanimizi kucaklamak; akşam, evine hıçkırıklarla dönen,sadece basınıörttüğü için, ekranlar ve noterler huzurunda ilimyuvasınıkapısından kovulan yavrusunun gözyaşlarıyla her gün birdilimi çalınan ekmeğini katık yapan insanımıza, “Aman Allahım! MillîMücadelenin, Mustafa Kemallerin, Antepli Şahinlerin, Karadenizlimilislerin, Egeli zeybeklerin, Sütçü İmamların ve aziz Cumhuriyetinçocuklarının, yine Cumhuriyet çocuklarından reva görülecekmuamelesi bu muydu?!” dedirtmeyelim... (T.B.M.M. Tutanak Dergisi17.3.1998, Birleşim, s. 52)

937

6- MİLLETVEKİLİMUSA OKÇU (Batman) - Sayın Başkan,sayın milletvekilleri; Batman ve Bingöl’deki son olaylarla ilgili sözalmış bulunuyorum; bu vesileyle Yüce Heyetinizi saygıylaselamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, 55 nci Hükümetin durdurulmasının önemligerçeklerinden biri, Cumhuriyetin temel niteliklerinin tehlikede olmasıbahanesidir. Bu noktadan hareketle, önce, sekiz yıllık kesintisizeğitim uygulamasınıdayattılar. Bu da yetmedi, sanki Cumhuriyetisarsacak tehlike, kızlarımızın, kadınlarımızın başörtüsüne gizlenmiştirveya saklanmıştır.

Bu büyük tehlikeye karşıalınacak tedbir nihayet bulunmuştur.Nedir o tedbir; 16.7.1982’de, Bakanlar Kurulunun, kamu görevlileri içinhazırlanmış olduğu Kılık-kıyafet yönetmeliğini tekrar yürürlüğekoymak oldu. Tam onaltıyıl önce hazırlanmışbir yönetmelik yeniakla geliyor.... Gerçekte ise, bu yönetmeliğin başörtüsüyle, laiklikle,irticayla bir alakasıyoktur. Yönetmeliğin 5 nci maddesinin (a) fıkrasıkadınlarla (b) fıkrasıerkeklerle ilgilidir. Bu yönetmelik - zamanımolmadığıiçin, tamamınıokuyamayacağım- kadınların giyim tarzındanayakkabısına, elbisesine, eteğine, saç durumuna, tırnağına; erkekleriçin de, saç durumundan favorisine, bıyığının şekline, giyeceğipantolona, ayakkabıya kadar bu tip şeylerle ilgilidir.

Bu yönetmelik yürürlüğe girdiği zaman en çok sol gruplarreaksiyon gösterdiler ve hemen hemen hiç tatbik edilemedi. Ancak,bazıçevrelerin tezgâhladığıprovokasyonlar zinciri içerisinde, bu,içinde bulunduğumuz günlerde gündeme getirilmiştir; yani, yürürlüktarihinden onaltıyıl sonra Anadolunun inançlıçocuklarına dayatılıyor.Düşünün, yirmi yıldır, başınıinancıgereği örten bir doktor hanımıveya bir öğretmen hanım., birdenbire başınıaçmaya zorlamamızsonucu neler hissedecektir. Aynıdurumda, başıaçık olan bir hanımı,başınıörtmeye zorlasanız göstereceği tepki nasıl tabiî ise, diğerinintepkisi de doğal karşılanmamalımı?

Sayın milletvekilleri, halk bu oldu bitti zorlamalara karşıdemokratikhakkınıkullanmasın mı; meşru yollardan tepkisini göstermesin mi?Demokrat olduklarını, insan hak ve özgürlüklerinden, inanç ve vicdanözgürlüklerinden yana olduklarınıiddia edenler, bu tip yasaklamalaratenezzül etmezler; aksi takdirde, toplumun demokratik tepkisine hazırolmalıdırlar.

938

Hükümet, eğer bu yönetmeliğin uygulanmasıiçin vilayetleregenelge gönderdiyse, halkın önünü de tıkamamalı; halka tepkisiniortaya koyma hakkıvermelidir. Zaten, Toplantıve Gösteri YürüyüşleriKanununa göre, toplum, bu hakkınıkullanma imkânına sahiptir. Bunarağmen hem halkın önünü keser hem de baskıuygularsanız, toplumuda devleti de sıkıntıya sokacak sosyal patlamaların davetçisiolursunuz.

... Sayın milletvekilleri, Batman ve Bingöl’de, halk, sadeceinancının gereğini yerine getirmiştir, tepkisini ortaya koymuştur;ancak, bu gösteriler izinsiz yapılmıştır, buna da izin vermediği için,gösteri yapanlar kadar, Hükümet de suç işlemiştir. (T.B.M.M. TutanakDergisi, 22.4.1998, 80. Birleşim,

7- MİLLETVEKİLİMEHMET ALİŞAHİN - Peki, yürürlükte, kadınkıyafetiyle ilgili bu düzenleme var mı?

Değerli arkadaşlarım, sekiz yıl önceki Meclis zabıtlarınıinceledim; bu kanun çıkarılırken kim ne söylemişve bu madde ile ilgilikanuna ilave edilirken, hangi amaçla ilave edilmiş? Gerekçesi şu;Üniversitelerde kılık kıyafetle ilgili sorunlarıtoptan çözmek içingelmiş; konuşmalar bunu gösteriyor, gerekçe bunu gösteriyor. Hatta,tasan, Meclise, önce “genel ahlak ve adaba aykırıolmamak kaydıyla”diye gelmiş; bir önergeyle, görüşmeler esnasında, bu “yürürlüktekikanunlara aykırıolmamak kaydıyla” şeklinde değiştirilmiş. Bununüzerine, meclisteki o zamanın muhalefet partisi SHP, yani,Sosyaldemokrat HalkçıParti İzmir Milletvekili Turan Bayazıt grubuadına söz almışve demişki: “yapılacak bazıdeğişiklikler kulağımageldi; genel ahlak, adap sözcükleri çıkarılacakmış ‘yürürlüktekikanunlar’ sözcüğü konacakmış. Bu doğru değildir; çünkü, bugün,Türkiye’de kadının kıyafetini düzenleyen bir yasa yoktur: Atatürk de,kadın kıyafeti için bir yasa çıkarmamıştır. Çıkarmamıştır; isteseydi,onu da Çıkarırdı. ...”

Ancak, siz, bu maddede “kanunlara aykırıolmamak kaydı”ifadesini koyduğunuz takdirde, mevcut olan bu kanun zatenbulunmadığından, kısıtlama getiren, sınırlama getiren hiçbir kanunmevcut olmadığından, bu maddedeki ifade sadece aldatıcıbir anlamtaşıyacaktır.”

Sayın Bayazıt bu değerlendirmeleri doğrudur. Meclis bumuhalefete rağmen, şimdi yürürlükte bulunan düzenlemeyikanunlaştırmıştır. Bu madde yürürlükte kaldığı sürece,

939

üniversitelerde başörtüsü diye bir sorun olamaz. Yönetmelikle,hukukî mütalaalarla kanun hükmünü hiç kimse değiştiremez: bumillet iradesini gasp olur, millet iradesini hiçe savmak olur. (FPsıralarından alkışlar).

Nitekim, Anayasa Mahkemesinin değerlendirmesine de kimsesığınmasın; çünkü, Anayasanın 153 ncü maddesi, AnayasaMahkemesi de bu kurala uymak zorundadır. (T.B.M.M. TutanakDergisi, 4.6.1998, 93.Birieşim, s.20).

8- MİLLETVEKİLİBÜLENT AR1NÇ - Şu anda, 2547 sayılıKanununun ek İ7 nci maddesi, yürürlükle bulunan yasalara uygunolmak koşuluyla kılık ve kıyafetin üniversitelerde serbest olmasınıöngörmektedir. Bu konuda bir yasal düzenleme olmadığıdabilinmektedir. Yürürlükteki yasalar denilince, başta Anayasa gelir.Anayasada ise, kılık ve kıyafeti düzenleyen, ayrıve özel bir hükümyoktur. Burada anlaşılmak istenilen şey, giysinin çağdaşkıyafeteaykırıolmamasıdır; oysa, çağdaşkıyafetin de, ne kanunlarda ne birbaşka yerde açık ve net bir tarifi yoktur, örf âdete göre, düşünce vekültür farklılıklarına göre, insanların...

Bunun meşru ve haklıgörülebilecek yönleri vardır. “Danıştaykararlarıböyle, Anayasa Mahkemesi kararlarıböyle” de denilebilir.Bütün bunların hepsi tartışmalıdır. Bunlar, Türkiye Büyük MilletMeclisinde de - Meclis araştırmasıistemlerimiz var-sırasıgelince, çokgeniş bir biçimde görüşeceğiz; ancak, Türkiye Büyük MilletMeclisinin, şu anda, bu acılıduruma el koymasını, başta SayınBakanımız olmak üzere, Sayın hükümetimizin bu konuda hassasiyetgöstermesini talep ediyorum.

Danıştay ve Anayasa Mahkemesi kararlarının, zaman içerisindedeğişkenlik gösterdiğini de biliyoruz. Burada savunduğumuz vesavunacağımız en öncelikli konu, insan hak ve hürriyetleridir, bireyselhak ve özgürlüklerin kullanılmasıdır. Bu konuda, devlet “niçin başınıörtüyorsun” şeklinde hiç kimseye bir soru yöneltemez. Çağdaşdemokrasilerde bunun yeri yoktur. İnsanların kalbini yarıp bakmakveya asıl maksadın araştırmak devletin görevi değildir. Devlet maddieylemlerle sınırlıdır ve bunların hukuk devleti içinde karşılıklarıvardır.(T.3.M.M. Tutanak Dergisi, 1”..6.1998, 1 01 .Birleşim, s.296).

BÜLENT ARINÇ - KAVAKCI elbette ki siyasal simge olaraktürban takıyor. Peruklu demokrasi olmaz. 75 yılda Meclis’e türbanlımilletvekili gelmediğini söylüyorlar. Ama bundan sonra türbanlı

940

milletvekili girmeyeceği anlamına gelmez. Kavakçıbu konuda ilkolacak

9- MİLLETVEKİLİMUSTAFA KAMALAK - Bir cümleyle hukukbakımından başörtüsü yasağı, tam anlamıyla bir zorbalıktır; hiçbiryasaklayıcıkanun hükmü, hukuk kuralıyoktur.

İkinci nokta; dinî bakımından başörtüsü nedir: Değerliarkadaşlarım, türban yahut başörtüsünün, dinle bir ilgisi yoktur;türban, siyasal bir simgedir deniliyor; belki öyledir; ama diyorum ki, buÜlkede Diyanet İşleri Başkanı, hükümetin bir memurudur, müftüler,vaizler, imamlar devletin bir memurudur. Eğer, başörtüsü, dinî birvecibe değil, siyasî bir simgeyse, Hükümet, lütfen, emretsin, Diyanetİşleri Başkanıdevletin televizyonuna çıksın, vaizler kürsüye çıksın,imamlar hutbede okusun, desinler ki “başörtüsü siyasal bir simgedir”ve bu kavga bitsin. Kısacası, dinî bakımdan başörtüsü yasağı, laiklikilkesinin tam anlamıyla bir ihlalidir... Fikirleri olmadığıiçin dayatmayolunu tercih ediyorlar ve diyoruz ki «ne mümkün zulm İle bidat ileimhayıhürriyet; çalış, muktedir isen, idraki kaldır ademiyetten(T.B.M.M. Tutanak Dergisi, 17.6.1998, 103. Birleşim, s.17).

10- MİLLETVEKİLİFETHULLAH ERBAŞ- 1 1 Ekim 1998 günüyapılan «inanca saygı, düşünceye özgürlük için el ele» eyleminemilyonlarca insanımız katıldı.

...Pazar günü yapılan bu eylem, Türk insanının demokrasiye veinanca saygıya özleminin bir ifadesidir. Türk insanı, daha fazlaözgürlük istiyor, inancına saygıistiyor; ancak, idare edenler, bunugörmezlikten geliyorlar, polisiye tedbirlerle bu istekleri bastırmayaçalışıyorlar; bakıyorlar ama görmüyorlar, işitiyorlar ama anlamıyorlar.

Türk solu, bu olayda sınıfta kalmıştır, hani özgürlükçüdemokrasi çığlıkları atanlar?! Şimdi, antidemokratik anlayışsahiplerinin bile dile getirmeye utandığıcümleleri bu eylem içinkullandılar.

Türk basınıda sınıfta kaldı; manşetler ve olayın çarpıtılması,demokratik eylemleri yapan kişilere göre değerlendirmeler,meslektaşlarına sahip çıkmama bunun örnekleridir.

İdarecilerimiz, pazar günü el ele tutuşmayıçok gördüler vezinciri kırmak için polisleri seferber ettiler. Eylemin sonunda da, baştabasın mensuplarınıgözaltına aldılar. Gecenin bir saatinde evlere

941

baskınlar düzenlendi, karakollara adamlar taşındı; sabah sorgularıyapıldı, savcılıklara götürüldüler; Ahmet Taşgetiren, AbdurrahmanDilipak serbest bırakıldı, Ekrem Kızıltaş ve diğerleri serbestbırakılmayıbekliyorlar. Ben bu gibi olaylarda kabağın birinin başındapatlayacağınıbekliyordum; hep İstanbul’a bakıyordum; heyhat! Bir debaktım kî, 1993 yılında Yüce Meclise vermiş olduğumuz yasateklifinin kanunlaşmasıyla kağıt üzerinde kurulan bir fakülteyi, beşyılda bölgenin en büyük tıp merkezi haline getiren, Yüzüncü YılÜniversitesi Tıp Fakültesinin dekanı, çalışkan, dürüst ve herkestarafından çok sevilen Prof. Dr. Dursun Odabaşı’nın başınapatlamıştır. Fakülteyi, gece gündüz çalışarak, her kesimden Vanlının-zenginiyle fakiriyle- desteğiyle yüzlerce yataklı bir üniversitehastahanesi haline getiren bu demokrasi ve Cumhuriyet aşığıinsan,ulusal bir TV yayınından öğrendiğimize göre, o gün hastane civarındaçocuklarıyla birlikte gezerken, polislerin önüne katıp dağıtmayaçalıştığıbir kalabalıkla karşılaşmasısonunda, yine insanınımüdafaaetmek için, olmayan ve Van’da yapılamayan, yapılması dadüşünülmeyen bu eylemlerin tertipleyicisi gibi gösterilerek YÖKtarafından “meslekten ihraç” talebiyle açığa alınmıştır. (T.B.M.M.Tutanak Dergisi, I4.i0.l998, 7.Birleşim, s.530).

11 - MİLLETVEKİLİNACİTERZİ- Bütün illerimize üniversiteaçılmasını beklerken, bir temennimizi de zikretmedengeçemeyeceğiz, tabii, ilim, irfan yuvasıolan üniversitelerimiz her İl’eaçılmasının, demin de ifade ettiğim gibi, hem ekonomik yönden, hemsosyal yönden hem göçü önleme bakımından hem terörü önlemebakımından büyük faydalarıvardır; ama, bu arzumuzu, bugün,üniversitelerimizin ve YÖK’ün içerisinde bulunmuşolduğu olumsuzdurumu da sergilemekten vazgeçemeyeceğiz. Biz, çağdaş, bilimsel,insan haklarına, hukuka saygılı, ülke ekonomisine katkıda bulunan birüniversite ve üniversite yönetimi istiyoruz, insan haklarına saygıgöstermeyen dayatmacıbirtakım yönetmeliklerle, hukuka saygıgöstermeyen, çağdaş bilimin dışında bulunan ve insanlığa, ülkeinsanına saygıgöstermeyen YÖK’ün ve üniversitelerimizin de bugüniçinde bulunmuşolduğu tavrıkınıyor, protesto ediyor ve en kısazamanda üniversitelerimizin illerimize açılmasınıtemenni ediyor;hepinizi saygıyla selamlıyorum. (T.B.M.M. Tutanak Dergisi, \1A1.1998,19.Birleşim, s.360).

12 - MİLLETVEKİLİ REMZİ ÇETİN - Başta, İstanbulÜniversitesi rektörü olmak üzere, bazıyöneticilerin, milli birlik veberaberliğimizi ve devlet millet bütünleşmesini ciddî şekildezedeleyen bir tutum içine girmesi, son derece vahim bir hatadır.

942

İnatla ve ısrarla başörtüsünü yasaklamaya kalkmalarıve kılık kıyafetemüdahaleci olmayı sürdürmeleri, millî yapımıza, kültürümüze,inancımıza, evrensel insan haklarına, fıtrî insan hasletlerine,tarihimize, medeniyetimize, insan karakterine ve ahlakına, millîhoşgörü anlayışımıza ve bütün dünyada medenî insanların vedevletlerin kabul ettiği bütün değerlere son derece aykırıdır. (T.B.M.M.Tutanak Dergisi, I6.6.I998, 102.Bir:eşim, s.392)

Bu konuşmayıcevaplamak için kürsüye gelen Mîllî EğitimBakanıHİKMET ULUĞBAY’a, Fazilet Partisi Milletvekili RAMAZANYENİDEDE «siz, milletin okuma hakkınıelinden aldınız, milletinokuma hakkınıelinden alanların burada konuşmaya hakkıyoktur»diyerek yerinden müdahale etmiştir.

13- MİLLETVEKİLİMEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU -Hazır, fırsatıgelmişken, çok dikkatimi çeken bir hususu, bizimtoplumumuzu da yakından ilgilendiren bir hususu bilgilerinize arzetmek istiyorum: Biliyorsunuz, Anayasamız, 1982 Kasımında kabuledilmişti. Anayasamız bazıgüzel düzenlemeler getirmişti insanhaklarıkonusunda, özgürlükler konusunda: ama, anayasamızdan biryıl, birbuçuk yıl önce düzenlenmişolan bazıyönetmelikler var ve buyönetmeliklerin bütünü, tamamıAnayasamızın ruhuna aykırıolduğuhalde, hâlâ yürürlükte kalmaya devam ediyor. Mesela, bunlardan birtanesini söyleyeyim ki, millî eğitimle ilgilidir. Bugün, Bursa’da bazıokullarda talebeleri sokağa döken, onların ailelerini sokağa döken,onlara polisin copla işkence yapmasına kadar varan neticeleri getirenve toplumun huzurunu bozan millî eğitimle ilgili bir düzenleme var.İşte, bu düzenleme anayasanın kabulünden önce tanzim edilmiş, birihtilal hükümeti tarafından tanzim edilmiş, askerî bir yönetiminbaskılarını, arzularını, isteklerini üzerinde taşıyan bir yönetmeliktir. Oyönetmelik 17 yıldan bu tarafa uygulanmamış; ama maalesef bugünuygulanmaya başlanmıştır. 18 nci yılda uygulamaya başlanmıştır.

Değerli arkadaşlar düşünebiliyor musunuz, bir toplumunvicdanında makes bulmayan bir yönetmelik uygulanmak suretiyletoplum rahatsız ediliyor. Bunu, içinde bulunduğunuz şu andaiktidarda bulunduğunuz sözlere de ithaf ediyorum... O yönetmeliklerkamu vicdanında makes bulmuyorsa uyulmaz, suça teşvik ediliyorsauyulmaz. (T.B.M.M. Tutanak Dergisi, 29.12.1998, 38.Birleşim,, s.413).

Bu konuşma şu şekilde cevaplandırılmıştır;

943

MİLLİEĞİTİM BAKANI HİKMET ULUĞBAY - (Ankara) -Teşekkürler Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli üyeler; konumuzgeçici bütçe olmasına rağmen, bir değerli milletvekili arkadaşımızbütçeyle ilgisi olmayan bir konuyu Meclisin gündemine getirmiştir,ben, bu gündeme getirilişi biraz üzüntüyle karşıladım.

Üzüldüm diyorum, şunun için üzüldüm: Türkiye Büyük MilletMeclisi, kanun ve hukuk rejiminin sahip çıkılacağı, sürdürüleceği birortamdır. Bu çatının altında, bir değerli milletvekili çıkıyor, Meclistençıkan kanunlar ve onlara dayanılarak oluşmuş bir mevzuata,uygulamasıyapıldığıiçin eleştiri getiriyor ve kurallar rejimi yerine,anarşiyi davet eden, kanuna karşıçıkmayıözendiren bir davranışınsavunuculuğunu yapıyor. Üzüldüğüm nokta bu. (DSP sıralarındanalkışlar) Sokaktaki herhangi bir vatandaşımız yapsa, anlayışlakarşılarım. Yasa koyucu olma işlevini ve yetkisini almışbir değerlimilletvekili, gelecek, hukuk rejiminin savunulmasıgereken, kalesiolan Türkiye Büyük Millet Meclisinde kanundışı davranışlarıözendirecek ve bunlara prim verecek; hatta ve hatta bazıarkadaşlarımız -eğer bas;n doğru yazıyorsa- okula gidip, siyasî partikimliğiyle, kurallara uyulmamasıiçin arka çıkacak. (T.B.M.M. TutanakDergisi, s.414).

14 - Fazilet Partili AltındağBelediye Başkan; Mehmet ZiyaKahraman, 7.5.1999 tarihinde yapılan ve kendisinin başkanlık yaptığıBelediye Meclisi toplantısına, bazı meclis üyelerinin şiddetlimuhalefetine rağmen, Fazilet Partili Belediye Meclisi Üyesi HavvaBektaş’ın başörtülü olarak katılmasına «burasıhalkın meclisi» diyerekizin vermiştir.

15- Fazilet Partisi Tanıtma Başkanlığı, «SULAR TERSİNEAKMAZ» adıyla düzenlediği görüntülü kasette, «Eğitim HakkıEngellendi» başlığıyla verilen bölümde, «özgür düşüncenin kalesiolan üniversitelere kışla düzeni getirildi... Kılık kıyafetleri farklıdiye,okumak isteyen öğrencilerin karşısına polis çıkarıldı, üniversiterektörleri keyfi uygulamalarla görevlerinden alındılar» sözlerininhemen arkasından «başörtüye uzanan eller kirilsin» sloganım atankız öğrenciler görüntüleniyor.

16 -Anadolu Ajansının 4.6.1998 tarihli haber bülteninde«Çapa’da bulunan Tıp Fakültesi Temel Bilimler binasıönündeeylemlerini sürdüren türbanlı öğrencilerin bugünkü gösterisine,İstanbul Büyükşehir Belediye Meclis Grup Başkanvekili Hüseyin

944

Evliyaoğlu ile İstanbul’daki 15 ilçe belediye başkanıda katıldı»denilmektedir

17 - MİLLETVEKİLİCEMİL ÇİÇEK - 9.6.1998 tarihinde FaziletPartisi’ne katılırken yaptığıkonuşmada «Marjinal grupların çıkardığıkavgalar, çıkar çevrelerinin ortaya attığı iddialar, siyasetin vesiyasetçinin gündemini oluşturuyor. Millet ise, sıkışmışvaziyette. Birçıkışyolu arıyor. Ülkeyi yönetenlerden, dürüstlük, açıklık ve mertlikbekliyor. Bunun en acıve açık örneği üniversitelerde yaşanan kılık -kıyafet rahatsızlığıdır. Millet, dini” emirleri ile devletin emirleri veyasaklar, arasında sıkışıp kalmıştır. Şimdi, bu talihsiz millet neyapacaktır? Devleti için dinini “mi, dini için devletini mi karşısınaalacak?>> demiştir.

18- 11 Ekim 1998 günü, tek bir düğmeyle idare edilircesine,pek çok ilimizde saat tam 11’de yasal izin alınmadan türban eylemiyapılmıştır. Ankara’da Fazilet Partisi Milletvekili MEHMET ELKATMIŞgöstericilerle birlikte el ele tutuşarak eyleme destek vermiştir.Çorum’da göstericilere destek verenler arasında Fazilet Partisimilletvekilleri MEHMET AYKAÇ ve ZÜLFİKAR GAZİ’debulunmaktadır. Bu eylemler dolayısıyla Fazilet Partisi Giresun İlBaşkanıKEMAL GEMİCİ’de gözaltına alınmıştır.

19- Cerrahpaşa Tıp Fakültesi önünde başlayıp, 24.6.1998tarihinde Ankara’da sona eren «Türban Yasağını ProtestoYürüyüşü»nde Fazilet Partili Milletvekilleri ABDULLATİF ŞENER,RAMAZAN YENİDEDE, AHMET DOĞAN, HÜSEYİN YILDIRIM,AHMET KIR, FİKRET KARAPEKMEZ ile, Beyoğlu Belediye BaşkanıNUSRET BAYRAKTAR, Bağcılar Belediye Başkanı, FEYZULLAHKIYIKLI hazır bulunmuştur.

20- MİLLETVEKİLİABDULLAH GENCER - Değerli kardeşlerim bugünkuran kurslarında öğrenci yoktur. Yarın hiç olmayacak. Hafızlık artıktarihe karıştı. Şu ana kadar olan, söylüyorum. Biz bin yıldır şereflekuran kaybolmasın diye hafızlık müesseselerini kurmuş veyürütmüşüz. Bundan şeref duymuşuz. Çanakkale’de şehitlerimizin birçoğuna bakınız, hafızlardır, ehli Kur’andır. Bakın harcıkaybettiğinizzaman her şeyi kaybedersiniz Dostlara çok söyledik, yapmayın dedik,etmeyin, yanlışyapıyorsunuz. Bu yanlıştan gelin geri dönelim bu birfazilet işidir, dedik. Ama maalesef herhalde emir çok büyük yerlerdengeldi. O yanlışlarından dönemediler. Ama aziz milletimiz bunugörüyor. Görüyor mu? (Topluluk görüyor diye cevap veriyor) GörüyorAllah’ın izniyle, ondokuz Nisan’da bunun sonuçlarınıda hep beraber

945

göreceğiz. Bir Cumhuriyet Halk Partili dost öyle söylüyor, banasöylüyor, “ellerim kırılsaydı da keşke otuz senedir bu oyuvermeseydim” diyor. Bunlar ivga etti, teşvik etti, diğerleri de oylarıylabizimkilerle beraber bu kanunu çıkardılar diyor. Her yerde bunlarsöyleniyor endişeniz olmasın. Değerli kardeşlerim başka ee, neleryapamadık. Başörtü problemini çözemedik. Ama çalışma yapmadıkmı? Elbette, iki türlü çalışma yaptık. Bir tanesi, gerek teşkilatlarımız,gerek milletvekillerimiz bu problemlerin, olduğu yerlere devamlıgittiler.Oradaki yavrularımızla görüştüler, manevi desteklerde bulundular. Buçok büyük bir hadisedir.

2 1 - MİLLETVEKİLİBEKİR SOBACI - Solcu MilletvekillimizinMecliste pankart açan militanlarıkoruduğu bir ülkede, İstanbul’da,Çapa’da, Cerrappaşa’da doktor olmasına üç ay kalmış kızçocuklarınıokuldan attılar. Onlar iki otobüsle Ankara’ya geldiler,Kızılcahamam’da yollarıkesildi. Ankara’ya sokulmadılar. Gittik, yirmiMilletvekili o kızlarımızıaldık, Kızılay’da basın toplantısıyaptırdık.Meclise getirdik, partileri ziyaret ettirdik. Ama biz kızlarımıza destekolurken, partileri izin vermediği için, milliyetçiliği kimseye bırakmayanmilletvekilleri Kızılcahamam’a gelemediler. İşte biz bunlarıAnkara’dayaşadık. Burada milliyetçi-sağcı. orada kirli tezgahın destekçileri. Yoköyle şey, burasıERBAA.

22- MİLLETVEKİLİRAMAZAN YENİDEDE - Bildiğiniz gibi, 12Haziran Cuma günü önce Partimden istifa ettim. Sonra da istifamıgeri aldım... Mesele sadece benim üniversitede okuyan kızımla ilgilideğildir....Kızım bu sabır testisini taşıyan suyun sadece küçük birdamlasıdır. Bu hareket temelde zulme kargıbir isyandır. Zorbalığakarşıbir isyandır. Çağdışıbaskılara karşıbir isyandır. Bu hareket,hukuku çiğneyenlere, demokrasi adına demokrasiyi katledenlere,Laiklik adına laikliği hançerleyenlere, insan hak ve özgürlüklerininüzerine kin ve salya kusanlara, suyu bulandırıp bulanık suda balıkavlamaya kalkışanlara Atatürkçülük ve çağdaşlık kılıfına bürünerekülkeyi soyanlara, meydanlarda eşitlik naralarıatıp en ilkel kabilelerdebile görülmeyen vahşeti toplumun bir kesimine reva görenlere,medeniyet adına bedeviyet cehaletine düşmüşsözüm ona aydınlarakarşıbir isyandır... Ben dinsizin dinsizliğine, donsuzun donsuzluğunanasıl karışmıyorsam ve karışma hakkına sahip değilsem, bir başkasıdinlinin dinine, donlunun donuna karışma hakkına sahip değildir.Buradaki don elbise - örtü anlamındadır. Birisi çıkar bunlarınbaşörtüleri siyasi bir simgedir derse, bir başkasıkalkar, birileri içinbunların kıyafetleri ahlâksızlık ve fahişelik simgesi diyebilir. Bumantıksız ve o kadar tehlikeli tesbitlerden şiddetle kaçınılmalıdır...

946

Benim bu hareketim, bu ülkede kendilerini imtiyazlıvatandaş,başkalarınıise kul, köle gibi gören ve buna da devleti alet eden biravuç çıkarcıya karşıbir isyandır. Kan emen bu sülükleri milletinsırtından koparmadıkça, bu ülkenin gelişmesi ve ayağa kalkmasımümkün değildir... Hırsız ben Atatürk’çüyüm ve laik’im diyor, soysuzböyle diyor. Çalıştığıkurumda birçok kadınıtaciz eden adam benAtatürkçü ve çağdaşım diyor. Hazine yerlerini işgal edenlerin elindenbu yerleri almaya giden kamu görevlilerin karşısına Atatürkposterleriyle çıkılıyor. Zulüm, baskı, işkence, dayatma, soygun, vurgun,her türlü antidemokratik uygulama hep bu kılıf içinde yürütülüyor... Hiçkimsenin bazıçıkarlar uğruna bu ülkeyi kana bulamaya hakkıyoktur.Bu gemi batarsa hepimiz batarız. Herkes aklınıbaşına almalıdır.Taşların bağlandığı, köpeklerin salıverildiği bir ülkede huzurluyaşamak asla mümkün değildir... Zulm ile abad olanın ahiri berbatolur...burasıTürkiye Yamyamlar ülkesi değil ve bu ülke sahipsiz dedeğil (Fazilet Partisi Denizli Milletvekili RAMAZAN YENİDEDE’nin15.6.1998 tarihinde yaptığıBasın toplantısı. Bu basın toplantısındasöylediklerinin tam metni, 12.5.1999 tarihinde DGM C. SavcısıNuhÇetinkaya tarafından alınan ifadesi, adıgeçen C. Savcısıtarafından«Halkıdin ve mezhep farklılığıgözeterek umumun emniyeti içintehlikeli olacak şekilde kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek»suçundan ve TCK.nun 312/2 nci maddesinin uygulanmasıistemiylesanık RAMAZAN YENİDEDE hakkında düzenlenen 27.5.1999 gün ve1 4 1 / 1 4 3 sayılıiddianamenin onanlıörnekleri 14 numaralızarftadır).

23- Prof. Dr. CAHİT TANYOL (Cumhuriyet Gazetesi, 15.5.1999)MERVE KAVAKÇI’ya T.B.M.M.’de yaptırılan türban eylemini şöyledeğerlendiriyor:

(Yakın tarihimizde iki önemli irtica olayına rastlıyoruz. 31 Martayaklanmasıve Menemen Olayı, Fakat suçun derinliği ve geleceğeuzanan yıkıcılığıbakımından 2 Mayıs 1999 Pazar günü TürkiyeBüyük Millet Meclisi’nde tanık olduğumuz Merve Kavakçıolayınınyanında, gerek DervişVahdeti ve gerekse Kubilay’ışehit eden bir kaçNakşibendi softasının eylemi hiç mi hiç kalır. Hayınlığın böylesini degördük ister 31 Mart olsun, ister Menemen olayı, her ikisi de sokakeylemi niteliğindedir. Oysa Fazilet Partisi’nin önderliğinde TürkiyeBüyük Mîllet Meclisi’nde patlak veren “irtica” devletin beynini hedefalmışbulunuyor. Kapatılan Refah Partisi’nin tıpkıbasımı, ama ondandaha saldırgan, sinsi ve tehlikeli. Bu politika, Cumhuriyetin laiktemellerini yıkmak amacınıgüdüyordu. Son olarak, tehlikeli vekorkunç dış kaynaklıbir gericiliğin taşıyıcılığınıyapan bir kadınıTürkiye Büyük Millet Meclisi’nin içine salanların beslemişoldukları

947

gizli ve kirli niyet anlam bakımından Apo’nun cinayetlerinden dahaağır bir suçtur. Apo’nun ki geçicidir, sadece devleti yorar. FaziletPartisi’nin TBMM’de gerçekleştirmek istediği bu eylem devleti çürütür.Buna kimsenin gücü yetmez.

13.5.1999 gün ve 106/429 sayılıyazınızla istenen delilleri buşekilde bilgilerinize arz ettikten sonra, Fazilet Partisi’nin temellikapatılan Refah Partisi’nin bir başka ad altında kurulmuşdevamıolduğuna ilişkin Ek Delillerimizi aşağıda bilgilerinize arz ediyoruz.

1- a) “ERBAKAN son sözünü söyledi: Meclis’e gidin ve gereğiniyapın, hoca gemileri yaktı. ERBAKAN, Fazilet Partisi’ni bölmepahasına küskünleri desteklemekte kararlı. Kutan’a, ‘seçimlerebensiz girmek içine siniyor mu? diye Çıkışan Hoca, partililerin‘vazgeçelim’ çağrılarınıumursamıyor” manşetiyle çıkan RADİKALGAZETESİ’nin I2 Mart 1999 tarihli nüshası

b) Demokrat Türkiye Partisinin «22 Mart 1999 Pazartesi günüyapılacak güvenoylamasından sonra; yani, 23 Mart 1999 Salıgününden itibaren Genel Kurul’da kanun tasarıve teklifleriningörüşülmesine devam olunması» önerisinin, Fazilet Partili T.B.M.M.Başkanvekili YASİN HATİPOĞLU tarafından, tamamen usule aykırışekilde gündeme alınıp, oylanmasının sağlandığını belgeleyen,21.3.1999 Pazar günü yapılan 60 ncıBirleşime ait T.B.M.M. TutanakDergisi

c) 21.3.1999 tarihli oturumun bitiminden sonra YASİNHATİPOĞLU’nun bu oturumda yaptığıişlemlerin usule ve kurallarauygun olmadığınıitiraf ettiği bazıdeneyimli ve şöhretli politikacıların,Fazilet Partili milletvekillerinin, seçimlerin ertelenmesi ve hükümetindüşürülmesi yolunda yönlendirilmesi için, Fazilet Partisi yöneticileriyerine NECMETTİN ERBAKAN’la ilişki kurduklarıve Fazilet Partisinintemelli kapatılan Refah Partisi Genel Başkanı NECMETTİNERBAKAN’ın emir ve talimatlarına uygun şekilde yönetildiğinibelgeleyen, 21.5.1999 günü saat 20.15’de Necmettin ERBAKAN’ınYasin HATİPOĞLU ile, bir araç telefonu aracılığı ile yaptığıkonuşmanın kaseti ve çözümüne ilişkin tutanak (6 numaralızarftadır.)Bu kaset ismini açıklamak istemeyen bir vatandaşımız tarafındanYargıtay Cumhuriyet BaşsavcısıVural SAVAŞ’a teslim edilmiştir.“Soruşturma ve kovuşturma organları” tarafından elde edilmediği içinCMUK.nun 254. maddesi gereğince Mahkemenize delil olaraksunulmasında ve hükme esas alınmasında mahzur bulunmamaklabirlikte; haberleşmenin gizliliği ihlal edilerek, başka bir deyişle hukuka

948

aykırışekilde elde edildiğinden kasetin çözümü bizzat VURALSAVAŞ tarafından yapılmış olup, konuşma metninden yalnızcaRaportörün, Anayasa Mahkemesi üyeleri ile, davalıparti avukatlarınınbilgilendirilmesinin daha uygun olacağıkanaatindeyiz.

2- «RP FAZİLETE TAŞINIYOR. ERBAKAN talimatıverdi,milletvekilleri akın akın Fazilet Partisine geçti» başlıklı24.2.1998tarihli YENİYÜZYIL Gazetesi ile, başlıklı24.2.1998 tarihli MİLLİYETGAZETESİ, «HOCA YAPACAĞINI YAPTI. FP’li Kavakçı,ERBAKAN’ın talimatıyla Genel Kurul Salonu’na türbanlıgirdi. TAHRİKTUTMADI» başlıklarıyla çıkan 3.5.1999 tarihli RADİKAL Gazetesi

3- Refah Partisi’nin Kapatılmasına ilişkin gerekçeli kararınResmi Gazete’de yayınlandığıgün (22.2.1998), saat 14’de NecmettinERBAKAN’ın Balgat’taki konutuna gelen İstanbul Milletvekili Ali Oğuz“yeni oluşumdaki parti liderliği görevi kime verilirse verilsin en iyişekilde yerine getirilecektir. Bu emanet kime tevdi edilirse bihakkınyapar. Şu an Recai Bey, Tayyip Bey, Bülent bey üzerinde duruluyor.Ama bunlardan hiçbirisine isabet etmez de Hoca sıradan birarkadaşımıza (sen yap) diyebilir” dedi. Ali Oğuz “Yeni kurulacak partikonusunda bir netlik var mı?» şeklindeki soruya «zaten bir tanekurulmuşpartimiz var. Onunla yürürüz» karşılığınıverdi.

4- 3.5.1999 tarihli RADİKAL Gazetesinde, NEŞE DÜZEL ile,temelli kapatılan Refah Partisi’nin Genel Başkan YardımcısıŞevketKAZAN arasında «Pazartesi Konuşmaları» başlığıyla verilen birsöyleşi yayınlandı. Bu söyleşide:

NEŞE DÜZEL - Fazilet’te yeni bir hareketin başladığıve buhareketin eskileri tasfiye etmek istediği söyleniyor. Tasfiyeedilebileceğinizi düşünüyor musunuz? Yoksa sizi tasfiye edebilecekbir güç yok mudur?

ŞEVKET KAZAN - Tasfiye diye bir şey söz konusu değil. Öyleolmasıisleniyor. Bazıyeni gelmiş bizi tam tanımamış insanlarüzerinde birtakım etkiler oluşturulmak istenebilir. Ama onlar da gelipbizi tanıyacaklar. Ben bu camianın abisiyim. Ne bana ne deERBAKAN Hoca’ya dargın, kızgın kimse yok. Hem Tayyip meselesiyeni değil. On yıldan beri söyleniyor. Bu çocuk benim yanımdabüyüdü. Ben 1977’de İstanbul Belediye Başkan adayıyken, duvarlaraafişyapıştıran bir delikanlıydı. Yanımızda gelişti.

949

NEŞE DÜZEL - Bülent ARINÇ başkanlığa aday olacağınısöyledi.

ŞEVKET KAZAN - Bülent Arınç güzel konuşmakla parti lideriolamaz. Başkan olmaya layık olanlar Recai Bey gibi konuşur. GenelBaşkan olacağım demekle kimse genel başkan olamaz. Bu yetenektir.Biz Refah’ta kendimizden sonra lider kadro hazırladık. Her şeyin birzamanıvardır.

NEŞE DÜZEL - Siz ve ERBAKAN bugün yasaklı ikipolitikacısınız. Yeniden siyasete dönmeyi düşünüyor musunuz?

ŞEVKET KAZAN - Siyasetten kopmadık ki, dönelim. Bensiyasetin her bakımdan içindeyim, kanun teklifleri hazırlayıp,“Meclis’te bunlarıkanunlaştırın” diye arkadaşlara gönderiyorum)şeklinde konuşmalar bulunmaktadır

5- Anayasamızın 69 ncu maddesinin sekizinci fıkrasına göre«Bir siyasi partinin temelli kapatılmasına beyan ve faaliyetleriylesebep olan kurucularıdahil üyeleri, Anayasa Mahkemesinin temellikapatmaya ilişkin kesin kararının Resmî Gazete’de gerekçeli olarakyayınlanmasından başlayarak beş yıl süreyle bir başka partininkurucusu, üyesi, yöneticisi ve deneticisi olamazlar»,

Bir siyasi partinin kapatılmasına beyan ve faaliyetleriyle sebepolmamışüyelerinin hepsi başka bir partide görev yapabilirler mi?Buna verilecek cevap «kesinlikle hayır»dır. Zira kanun koyucu temellikapatılan bir partinin başka bir partinin başka bir parti adıaltındadevamınıönlemek için önemli bir tedbir düşünmüştür. 2820 sayılıSiyasi Partiler Kanununun halen yürürlükte olan ve Anayasamızaaykırıbir yönü bulunmayan 95 inci maddesine göre “Temellikapatılan siyasi partilerin kapatılma tarihinde üyeliği devam eden;kurucuları, genel başkanı, merkez karar ve yönetim kurulu ile herkademedeki yönetim ve disiplin kurulu üyeleri ve T.B.M.M. siyasiparti gurubu üyeleri başka bir siyasi partinin kurucusu yöneticisi vedeneticisi olamazlar.”

Yasanın bu açık hükmüne rağmen ve adeta Fazilet PartisininRefah Partisinin devamıolduğunu kanıtlamak istercesine, bir kısmıkurucu da olan Refah Partisinin Merkez Karar ve Yönetim Kuruluüyelerinden Recai Kutan, Abdullah Gül, Rıza Ulucak, Fehim Adak,Musa Demirci, Abdülkadir Aksu, Oğuzhan Asiltürk, İsmail Kahraman,Cevat Ayhan, Necati Çelik, Bülent Arınç, Azmi Ateş, Temel

950

Karamollaoğlu, Süleyman Arif Emre, Bahri Zengin, Fuat Fırat; RefahPartisinden Fazilet Partisine geçen T.B.M.M. Refah Partisi GrubuÜyelerinden İbrahim Ertan Yülek, Mehmet Altınsoy, Ömer VehbiHatiboğlu, Mustafa Kamalak ve Şeref Malkoç Fazilet Partisi MerkezKarar ve Yönetim Kurulu Üyesi, Ali Güneri ise Denetim Kurulu Üyesiolmuşlardır.

6- Merve Kavakçı’nın birkaç konuşmasınındeğerlendirilmesinden dahi, gerçekleştirilmek istenilen hedeflerbakımından Fazilet Partisinin kapatılan Refah Partisi’nin devamıniteliğinde bir parti olduğu, Devlet düzenimizi dini esaslaradayandırmak için gösterilen faaliyetlere uluslararasıdestek saklamakiçin adıgeçen her iki parti yöneticileri tarafından da görevlendirildiği,bilinen bu faaliyetleri nedeniyle, milletvekili adayıolarak özenleseçildiği açıklıkla anlaşılmaktadır.

Şöyle ki:

26 Aralık 1997 tarihinde ABD’nin Chicago kentinde, ABDmerkezli Filistin İslami Birliği (IAP) tarafından düzenlenen konferanstayaptığıkonuşmada:

MERVE KAVAKÇI - AB ülkeleri şunu gayet iyi biliyorlar ki, şimdiislami dirilişin gerçekleştiği Türkiye, AB’nin bir üyesi olamaz. Şu daçok ironiktir ki Türk Halkı, daha doğrusu Türk hükümeti bu gerçeğikabul etmek istemiyor. Çünkü bence biz, Kuran’ın halaanlaşılmasından yoksunuz ve gereksinimlerimiz için Kuran’adönmekten hala yoksunuz. Müslümanlara baktığımız zamankendimizi ya Keşmir, Bosna, Filistin, Çeçenistan, Cezayir veArnavutluk gibi bir savaşbölgesi veya siyasi baskıaltında, Siyonistrejime karşı savaşırken görüyoruz veya kendimizi, Türkiye’degördüğümüz gibi. Ülkemizin sözde Müslüman hükümetine karşımücadele verirken görüyoruz... 2l. yüzyılın eşiğinde, dünyanın hertarafındaki Müslümanlar bir şekilde İslami birliğin bayrağıaltındatoplanmalı, böylece gerektiğinde tek bir merkezi vücut olarak hareketetmemiz sağlanmalı... Biliyoruz ki, yüzyılın sonuna yaklaşırkendüşmanın elindeki silahlarla biz de silahlanmalıyız... Bir avuç Siyonist,iyi organize olmalarıve birleşmeleri sayesinde bütün dünyayıkontrolaltında tutabilmekte. Keşke biz de müslüman olmayanlara karşı,müslüman toplumlar olarak iki ayağımızın üzerinde, bir bayrak altındadurabilsek... Bugünkü Siyonist ideolojinin parçasıolanlar; ki hemiçimizde, hem dışımızdalar büyük baskıyapıyorlar. Ancak inşaallahkalbimizdeki cihat ruhuyla bugün karşılaştığımız sıkıntıları

951

aşacağımıza inanıyorum.... Bizler, tüm islami bilgilere sahip doktorlarolmalıyız, tüm İslami bilgilere sahip mühendisler olmalıyız ki, böylecebizim sözde müslüman dünyamızda veya gayri müslim Dünyada,İslamıtemsil edebilelim. Bu yolla hem kendimizi güçlendirebileceğiz,hem de cihadımızın parçasıolarak konumuzu güçlendirebileceğiz.Dolayısıyla kişisel ve sosyal hayatlarımızdaki her türlü ilerleme, cihatolarak görülebilir. Sosyal yönde cihat, iyi ve aktif bir müslümanörgütün parçası, aktif bir üyesi olarak gerçekleştirilebilir. Ancak şunusöylemeliyim ki bunlar cihadın politik yanı. Ve herkesin cihat yapmasıiçin siyasette olmasıgerekmiyor. Ancak bu alan, benim kendim içincihat yapmak için seçtiğim alan. Ama başka bir kız kardeşim veyaerkek kardeşim, cihat yapabileceği başka bir alanda aktif olabilir.Hizb-i Refah’ın ideolojisi, Türkiye’deki Müslümanlar için cihat yapmakdeğil Bütün Dünyadaki Müslümanlar için cihat yapmak ve bütüninsanlık için cihat yapmak neden? Çünkü eğer tobağo, tirinidad veyaPanama’da bir kız kardeşim islamdan haberdar değilse mesajımıAllah’ın sözünü ona iletmek benim Türkiye’deki sorumluluğumdur.Bizim dava çalışmamızda erkeklerinkine paralel bir şekilde yukarıdaaşağıya hiyerarşik model kurduk. Her şehirde merkezdekiyle aynıyapılanma var. Bir kişi, seçimden sorumlu başka birisi eğitimdenhalkla ilişkilerden mali işlerden. Her şehirde 11 departman var. Ve herşehirde mahallelerde, kasabalarda, cihat yapmak için Hizb-i Refahposizyonlarımevcut. Ve her mahallede sokak ve apartman temsilcilerivar. Dolayısıyla apartman apartman çalışarak Hizb-i Refah kadınlarıinsanlarıdavaya çağırıyor. (IAP’nin seçkin üyeleri , 21. yüzyılagirerken, sonunda şunu söylemek isterim ki, Dünya müslümanlarıolarak amacımız, yüzyıllar önce olduğu gibi, Kur’anda belirtildiği gibiolmalıdır demiştir.

25.5.1999 günü, ATV’de 19 Haber bülteninde yayınlanan, 1996yılında, Kuzey Amerika İslami Birliği Konseyinde yaptığıkonuşmada:

MERVE KAVAKÇI - Artık şunu duyurabilirim ki, yeni REFAHHükümetiyle Türkiye’deki ve Dünyadaki müslümanların islam birliğiadıaltında yek vücut olarak inşallah çok yakında birleşme zamanıgelmiştir.... Refah Partisi’nin iktidara gelmesi otuz yıllık bir çalışmanınürünüdür... 24 Haziranda Türkiye’de 54. Hükümeti kurduk, bu başarısıkıbir çalışmanın ürünüdür, bu da ibadet ve cihat anlamınagelmektedir (salondan tekbir sesleri). Hizb-i Refah Kadınlarkomisyonu olarak. davamızda yukarıdan aşağıhiyerarşik bir sistemkullandık. Erkeklerinki gibi bir karargâhımız var. Onlarla paralelçalışmalar yürüttük. Kuşkusuz daima Başbakanımız NecmettinERBAKAN”ın kumandasıaltında olduk. Kapıkapıev ev propaganda

952

çalışmasında, karargâhta raporlar aldık. Refahıkabul eden islamıdakabul etmiştir. Belirli caddedeki, belirli evde neler olduğunun bizebildirilmesi gerekiyordu. İslama davet edilen o evin Refah’ıkabul edipetmediğini bilmemize imkân vardı. Sonuçta, her ay, küçükbirimlerdeki bilgiler, bir üst birime gitmekte, oradan da karargâhta,yani benim çalıştığım bölümde toplanmaktaydı.... İnsanlar ikiguruptadır, insanlığıda ikiye bölebiliriz. Hizb-i Refahtan olanlar,islamıkabul edenler ve islamıkabul etmeye hazır olanlar.... Geçenay Sudan’daki Refah’lıkadın dostlarımızla birlikteydik. Sudan’dakikardeşlerimiz, bütün Dünya’dan giden 150 kadın örgütüyle birarayageldi (Merve Kavakçı, Kur’andan ayetler okuduğu konuşmasınıtekbirsesleri arasında bitirdikten sonra, sorulara geçildi). “İsrail’le Hükümetinİmzaladığıanlaşma hala geçerli mî? İptal etmediniz mi?” sorusuna

MERVE KAVAKÇI - Dışişleri Bakanlığıkoalisyon ortağıDYPlideri Tansu Çiller’de. Kısıtlıişler yapabiliyoruz. Daha fazlasınıyapamayız. Şu anda REFAH’ın fonksiyonu, Batı, Dünyasının veSüper güçlerin büyük etkisi altındaki Hükümeti frenlemektedir.... İç vedışpolitika açısından Refah Partisi çok dikkatli çalışmaktadır. Buyüzden konuşmamda REFAH’ın, sistemin içindeki legal bir partiolduğunu vurguladım. Onların REFAH’ıTürkiye’deki demokratiksistemin dışına itmelerine fırsat vermeyeceğiz. Ama gelecekteşüphesiz sadece Türkiye’nin değil, bütün Dünyanın müslümanlarıiçinelimizden geleni yaparız ve gelecek seçimde koalisyon kurmakzorunda kalmayacağız ve inşallah İsrail-Türkiye meselesi konusundafarkıgöreceksiniz. Ama tek başımıza iktidara gelmeliyiz. Şimdiİktidarda yalnız değiliz. Sabırla beklemek ve gelecekte pahalıyamal olacak hatalıbir hareket yapmadan, çok dikkatli çalışmakzorundayız. Asselamünaleyküm ve rahmetullah demiştir.

10 Mayıs 1999 tarihli AKİT GAZETESİ’nde, «İBDA» örgütününilanıyayınlandı. Bu ilanda şöyle deniyor (MERVE’LER «DİKDURUN»,1999 kurtuluşyılınız)

Söz konusu ilan Prof. Dr. Nur SERTEL tarafından şöyledeğerlendirilmektedir;

(Kılık-kıyafetin bireysel bir tercih olduğu ve türbanla TürkiyeBüyük Millet Meclisi’ne, üniversitelere girmenin ya da devlet memuruolmanın engellenmesinin demokrasi ile bağdaşmayacağına ilişkinsiyasal İslamcı söylemlerin ne derece inandırıcıolduğu uzunzamandır tartışıla gelmektedir.

953

Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne başıörtülü olarak girmeninbireysel bir tercih olmanın çok ötesinde anlam taşıdığıaçıktır. Amaç,siyasal islamın bayrağıolan türbanıve onun temsil ettiği radikalislamcıgörüşleri Meclis’e taşımak ve ardından da üniversitelerdeki vedevlet memuriyetindeki türban yasaklarınıkaldırmaktır.

Kamuoyunda bu konuda oluşan tepkinin yersiz olmadığı,türbana ve onu Millet Meclisi’ne taşımak isteyenlere sahip çıkankesimlerin niteliği ile giderek daha da açıklığa kavuşmaktadır.

Bunun en somut kanıtlarınıyine islamcımedyanın yayınorganlarında görmek mümkündür.

Federatif yapılıbir İslam devletinin kurulmasıamacıyla faaliyetgösteren ve bu amaç doğrultusunda silahlımücadele yönetiminibenimseyen İBDA-C (İslami Büyükdoğu Akıncılar Cephesi) MerveKavakçı’ya sahip çıkan örgütler arasında yer almaktadır. TürkiyeCumhuriyeti’nin gayri meşru olduğunu iddia ederek devlete karşımücadele eden, PKK dahil tüm terör örgütlerini desteklemekletanınan ve bunlarla ortak mücadele ortamıarayışınısürdüren İBDA-C’nin, bir islamcıgazeteye verdiği ilanla “Merveler dik durun, 1999kurtuluşyılınız” ifadesini kullanması, türbanın basit bir kıyafet tercihiolmanın çok ötesinde anlam taşıdığınıortaya koymaktadır.

Siyasal islamcıyazarların, islam devletine özlemlerini ifadeeden ve şeriatı savunan, İslam devleti ile demokrasininbağdaştırmasının mümkün olamayacağın; açıkça belirtenyazılarında, 28 Şubat sürecinden sonra büyük bir değişim meydanagelmişve tüm İslamcıkesim, demokrasinin amansız savunucusukesilmiştir. Ancak bu demokratikleşme girişiminin ne kadar içtenliktaşıdığı, bunalım (kriz) anlarında ortaya çıkmaktadır.

Biz kadınların kıyafetine karışmıyoruz, isteyen, istediği gibigiyinebilir. İsteyen mini etek giyer, isteyen türban takar” iddialarınıngerçeği yansıtmadığıortadadır.

Bir islamcıgazetenin, ADD toplantısına katılan ve “Atatürkİlkelerinin Bekçisiyiz” pankartı önünde oturan laik cumhuriyetibenimsemişTürk kadınını“Analar ve mamalar” manşeti ile hakaretetmesi, çağdaş Türk kadınının siyasal islamcılarla hangi gözlegörüldüğünü sergilemektedir. Aynıyazıdaki “başörtüsüne karşıçıkankokanalar” söylemi de örtünmeyen kadınlara yönelik kin ve nefretduygularının harekete varan bir örneğidir.

954

Bir başka demokrasi örneğini (!) “Dünkü Cariye Kıyafeti” başlıklıköşe yazısından özleyelim:

“Bu asrın İlk çeyreğine kadar bütün islam dünyasında hürkadınlar, çarşaflarından soyunmamışlardı. Zaten kölelik mefhumu daortadan kalmaya başladığıiçin sokakta örtüye dikkat etmeyen kadınkalmamıştı. Asrın ilk çeyreğinden itibaren bu anlayış değişmeyebaşladı. Cahiliye devrinin köle kadınının kıyafeti müslümanlar içindede revaç bulmaya başladı. Asrın yarısından itibaren cariye kıyafeti yertuttu, son çeyreğinden itibaren her şey zıvanadan çıktı. Değmemankenlere taş çıkartacak kıyafet ve makyajla sokağa çıkanhatunkişiler, kendilerini örtülü sayıyor, dünün cariyelerinden dahafazla tahrikkâr halleriyle sarkıntılık yolunu elleriyle açıyorlar.

Yani uzun lafın kısası, çıkın, sokaklara bir bakın: Cariyekıyafetine bürünmüşkadınlara sarkıntılık yapılıyor mu, yapılmıyormu? El kadar bebeklere bile tecavüz furyası başlamış mı,başlamamışmı?

Allah aşkına, 1400 sene önce ‘cilbab’ emrine bugün, o gündendaha fazla bugün ise kendisini hür kabul eden kadınlar, aynıkıyafetebürünmekte beis görmüyorlar.... Neden hür kadınlar kendilerini köleyapmak istiyorlar? Beşerin hürriyetini muhafaza etmesi gerekendevletler niçin cariyelik yolunu açıyorlar?”

Yukardaki satırlar, çağdaşkıyafet içindeki Türk kadınına hangigözle bakıldığınıve devletin bu konudaki tutumuna yönelik eleştiriyiaçıkça ortaya koymaktadır. Bu yazıdan çıkan sonuca göre iktidargücü ele geçirildiğinde devlet tüm kadınların kıyafetlerini, onlarıcariyelikten uzaklaştıracak biçimde yeniden düzenlemeye adetazorunlu kılınmaktadır Prof. Dr. Nur SERTEL, Türban ve Türk Kadını,Cumhuriyet Gazetesi, 13.5.1999-).

Konu ile yakından ilgisi dolayısıyla, 3.7.1993 tarihinde T.B.M.M.çatısıaltında cereyan eden bir tartışmayıaşağıda bilgilerinizesunuyoruz:

(Necmettin ERBAKAN: Eskiden beri bu hanımefendi (TANSUÇİLLER) CIA’ya rapor veriyormuş, işte, son günlerde gazetelerdeyapılan açıklamalarıgörüyorsunuz. Ne çıktıorta yere? Bir iddia çıktı:Sayın Çiller, 23.4.1973’te Amerikan vatandaşıolmak için müracaatetmiş. Bu müracaatın altında referans olarak ne diyor? Türkiye’ninAmerikalıDostlarıDerneği, Türk-Amerikan İşadamlarıDerneği, İMF

955

Finansal Stratejik Planlama Dairesi, Amerika DışPolitika PrensipleriUluslararasıAraştırma Dairesi, ABD Milli Savunma bilgi verileri, FBIbilgi işlem kayıtları, CIA yabancılar istihbarat Birimi.... Vatandaşlığakabul tarihi yapılan iddiayısöylüyorum. 1.7.1979.

Şimdi buna karşıne buyurulur? (DYP sıralarından “gazetehaberleri” sesleri) ‘Ben müracaat etmedim, onlar teklif etti diyor.Haydaa Amerika kime vatandaşlık teklif eder allahaşkına! (RPsıralarından alkışlar) yani, bu vatandaşlık işleri dışülkelerde nasılcereyan eder bilmez miyiz?

Yılmaz Ovalı(Bursa) :Sana da mıyapıyor?

Necmettin ERBAKAN (Devamla): Herkes bir form doldururmüracaat eder. Hiçbir yönetim ‘gel de benim vatandaşım ol demez.Böyle şey mi olur? Şimdi bakınız, ilk önce, işte ikisinin arasındatercih yaptım ve Türk vatandaşlığınıtercih ettim diyor. Bu vesikalarortaya çıkınca ‘Ben vatandaşolmadım’ diyor.

Bu kadar önemli bir itham, böyle bir cümleyle geçiştirilemez.Böyle şey mi olur? Neden geçiştirilemez? Çünkü, Amerikan vatandaşıolmak için, mutlaka Amerika’da yemin etmek lazım gelir. Amerikanvatandaşıolmak için yapılan yeminde ise Amerika’ya bağlılık şartkonulmuştur. Böyle Amerika’ya bağlılık üzerine yemin eden insan,nasıl Türkiye’nin başbakanıolur? (RP sıralarından alkışlar) onun için,bu ithamın ‘olmadım’ diyerek ve hatta...

Ahmet Sayın (Burdur) : çok ayıp çok ayıp!... (DYP sıralarındangörüntüler)

Necmettin ERBAKAN (Devamla): Bakınız, şüphe uyandıran birşey de şudur...DYP sıralarından gürültüler)

Başkan : Dinleyin arkadaşlar...

Necmettin ERBAKAN (Devamla): Ne var, çifte vatandaşlıkta birmahzur mu var? Tabi, eğer Amerikan menfaatlerini koruyacağına birinsan yemin etmişse, elbette çok büyük mahzuru var. Bundan büyükmahzur mu olur? (RP sıralarından ‘bravo’ sesleri alkışlar...)

Kendisine tavsiye ediyorum; bu da Amerika’dan “Amerikanvatandaşıdeğildir, bizde böyle bir vatandaşyoktur” diye bir kâğıt

956

getirsin. (RP sıralarından alkışlar...) (T.B.M.M. Tutanak Dergisi,3.7.1993 tarihli oturum, 121 nci Birleşim, s.444-445)

Başsavcılığımın elde edebildiği ve yukarıda açıkladığım delilleribilgilerinize saygıile arz ederim.

III- ÖN SAVUNMA

DavalıSiyasî Parti’nin 10.9.1999 günlü ön savunmasışöyledir:

GİRİŞ

DEMOKRASİ, LAİKLİK VE SİYASİPARTİLER

A- DEMOKRASİVE SİYASİPARTİLER

Zaman içinde anlam değişikliklerine uğramış olsa da.demokrasi insanlığın önde gelen sosyal ideallerinden biri olmaözelliğini hiçbir zaman tamamen yitirmemiştir. Çağdaş dünyadademokrasinin değeri konusunda evrensel bir mutabakat vardır. Bugündemokrasi öylesine güçlü bir idealdir ki gerçekte baskıcıolanyönetimler bile -açıkça demokrasi karşıtıolan faşizm hariç onundeğerini hiçbir zaman açıkça inkar edememekte, hatta birçoklarıbuterimin çekiciliğinden yararlanmaya bile çalışmaktadır. DemokrasininTürkiye’de de yaygın kabul gören toplumsal ideallerden biri olduğuşüphesizdir; Türkiye’nin aralıklı da olsa bir asra yaklaşandemokratikleşme çabasıbunun açık bir göstergesidir.

Toplumsal bir ideal olarak demokrasinin özü, yönetimde halkınegemen olmasıdır. Demokrasinin toplumsal varoluşiçin ifade ettiğianlamıdaha da belirginleştirmek gerekirse şöyle denebilir: Demokrasi‘‘kamu siyasetine ilişkin temel sorunlar hakkındaki temel belirleyicikararlarıpozitif veya negatif olarak fiilen bütün halkın aldığıve almayayetkili olduğu bir siyasi sistemdir” (Barry Holden, Understanding LiberalDcmocracy, Londra: Philip Allan, 1988, s. 5). Dolayısıyla, halkın -temsilidemokrasiler bakımından, halkın temsilcilerinin kamu politikalarınınkarar mekanizmasından keyfi olarak uzak tutulduğu ve kamu işlerinin halkönünde tartışılmasının makul olmayan ölçülerde kısıtlandığıbir rejimedemokrasi denemez.

Çağdaş dünyadaki uygulamasıbakımından demokrasi esasitibariyle temsili demokrasidir. Temsili demokrasilerin işleyişindesiyasi partilerin şüphe yok ki vazgeçilmez bir yeri ve önemi vardır.

957

Temsili demokrasilerde toplum içindeki farklıgörüşve çıkarlar, farklısiyaset ve toplum anlayışlarıve ülke sorunlarına farklıçözüm önerileriancak partiler aracılığıyla siyasal sürece yansıtılabilir ve siyasetietkileyebilirler. Siyasi partiler bu anlamda sivil toplumla devletarasında, başka şekilde yeri doldurulamayan aracıkurumlardır ve busıfatla, Anayasa Mahkememizin ifadesiyle, “demokratik düzeninesaslıbir unsurunu teşkil eder’ler (E. 1963/37. K. 1963/54, K.T.11.3.1963. Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, C. l, s. 137).

Çağdaşdemokrasi uygulamasında siyasi partilerin temel işlevi,toplumdaki farklıçıkar ve görüşleri ortak bir program etrafındabirleştirerek siyasal kararlar haline dönüştürmeye çalışmaktır. Partiler,bu amaçla toplumdan kendi programlarıiçin destek talep eder veiktidara gelmeleri halinde gerek kendilerini destekleyen kitleleringerekse genel olarak toplumun taleplerini karşılayacak şekilde faaliyettebulunmayıvaad ederler. Siyasi partiler o kadar önem kazanmışlardırki, bugün onlarsız bir demokrasiyi düşünemeyiz bile. Bu bakımdan,siyasi parti modern siyasetin başlıca örgütlenme ilkesidir. Siyasi partilerdevletle sivil toplum arasındaki, devletin kurumlarıile toplum içindekigruplar ve çıkarlar arasındaki hayati bağdır. “Seçimlerde yarışmaesasına göre faaliyet gösteren anayasal partiler demokrasinin kaleleriolarak tasvir edilirler; aslında bu gibi partilerin varlığıçok kere sağlıklıbirdemokratik sistemin turnusol kağıdıolarak görülürler (Andrew Heywood,Politics, Londra: Macmillan, 1997, s. 229, 233). AnayasaMahkememizin ifadesiyle, “(...) halktan yön alan, halkın devletyönetimine katılmasında ve siyasi iradenin şekil almasında aracılık veyardımcılık edenler (...) siyasi partilerdir. Siyasi partiler halkın demokrasialanında yetişmesi, olgunlaşmasıiçin adeta bir okul gibi hizmet görürler”(E. 1968/26, K. 1968/14. KT. 18.2.1969, Anayasa Mahkemesi KararlarıDergisi, C. 7, s. 241). Başka bir ifadeyle, siyasi partiler halkla devletarasında bir köprüdür; onlar olmasaydıbireyler yalnızlaşır ve devlettarafından görmezlikten gelinirdi. Partiler, en azından, yurttaşlarabüsbütün güçsüz olmadıklarıduygusunu verir, bu inanç da devletinmeşruluğunu sürdürmesine katkıda bulunur (Michael G. Roskin, RobertL. Cord, James A. Medeiros ve Walter S. Jones, Pohtical Science: Anîmroâucnon, Englewood Cliffs/NJ: Prentice Hail, 4. Baskı. 1991, s. 213).

Normal olarak siyasi partilerin hedefi iktidara gelmek olmaklaberaber, muhalefette kalmalarıhalinde de siyasi partiler demokrasininişleyişi bakımından vazgeçilmez kurumlardır. Çünkü, demokratikçoğulculuk çoğunluğa hoşgelmeyen ve “aykırı” sayılan görüşlerin desiyasi sistem içinde temsil edilebilmesini gerektirir. Bunun içindir ki,“iktidar her rejimde, muhalefet ise sadece demokrasilerde meşrudur”

958

denmiştir. Her iki durumda da sahip olduklarıaslırol nedeniyledir ki,siyasi partiler. Anayasamızın ifadesiyle (m. 68/2), “demokratik siyasihayatın vazgeçilmez unsurlarıdır.” Bu nedenle, demokratik meşrulukaçısından iktidar partileri ile muhalefetteki partiler arasında herhangibir fark yoktur; ister iktidarda ister muhalefette olsunlar, siyasi partilerolmadan demokrasi olmaz. Esasen, siyasi partiler için çağdaşanayasal demokrasilerde öngörülen hukuki veya teamüli güvenceleröncelikle muhalefetteki partiler için önemlidir. Çünkü, iktidardaki siyasiçoğunluk kendisinin tek başına “ulusal irade”yi temsil ettiğidüşüncesiyle, kendisinden farklısiyasi görüşleri benimseyen kişi vegrupları, bu arada muhalif partileri baskıaltına almaya çalışabilir.

Bir ülkede her görüşve çıkarıtemsil eden partilerin siyasibakımdan meşru sayılmalarısadece demokratik ilkelerin bir gereğideğildir. Siyasi partilerin varlığının sosyolojik bir anlamıda vardır.Siyasi partiler aslında bir ülkenin toplumsal gerçekliğinin siyasi alanayansımalarından başka bir şey değildir. Bu anlamda yaşayanpartilerin az veya çok sayıda olmasıda önemlidir. Çünkü, partiler,özellikle de hatırısayılır toplumsal tabanıbulunan partiler toplumiçinde dayanağıbulunan çıkar ve görüşleri temsil ederler. İnsanlığınçağdaş tecrübesi göstermiştir ki, toplumsal tabanıbulunan, hatırısayılır ölçüde toplumsal talep ve beklentileri temsil eden siyasipartileri hukuki tedbirlerle fiilen ortadan kaldırmak mümkün değildir.Bunların kimileri, demokrasinin genel sınırlarıiçinde diğerlerine görefarklı görüşleri savunsalar bile onlara karşı hukuki tedbirleruygulamak, temsil ettikleri toplumsal kesimlerin gücü nedeniyle,demokrasinin işleyişini de zora koşmak anlamına gelir. Anayasaldemokrasiler bu tür “muhalif görüşleri meşru demokratik süreçlerekanalize edebildikleri ölçüde başarılısayılmaktadırlar. Çünkü, makulbüyüklükte toplumsal tabanıbulunan partileri demokratik sistemindışına itmek, bu partilerin temsil ettikleri toplumsal duyarlılık, ihtiyaçve beklentilerin demokratik olmayan yollardan ifade edilmeyezorlanmasıanlamına gelir. Toplumsal gerçekliği gözardıederekbaşarılıbir demokrasi kurulamaz. Buna karşılık, zikre değer birtoplumsal tabanı bulunmayan görüş ve çıkarlar, hukuken vesiyaseten öyle irade edilse bile, uzun vadede kalıcıolamazlar. Temsilgücü olmayan veya bu gücünü kaybeden bir parti zorla ayaktatutulamaz.

Siyasi partilerin bu meşru işlevlerini yerine getirebilmeleribakımından bir takım temel sivil özgürlüklerin, bu arada özellikle ifadeözgürlüğünün özel bir önemi vardır. İfade özgürlüğü güvencelerianayasal demokrasilerin kilit taşıdır. Bu özgürlük demokratik bir

959

toplumda “kamusal” tartışmaya serbestçe katılımın temelini oluşturur.“Eğer liberal demokrasiler yurttaşlarının çeşitli çıkar ve inançlarındanbir anlamda ortak amaçlar türetmeye çalışan (...) toplumlar iseler, ozaman onların kamusal tartışmaya katılacak düşünceleri geniştutmayabüyük bir değer atfetmeleri zorunludur.” ihtilafların ve anlaşmazlıklarınbarışçıyoldan makul çözümü demokrasinin temel amaçlarındanolduğuna göre, farklıdüşünce ve önerilerin aleni bir tartışma ortamındaserbestçe ileri sürülebilmesinin bu amaca katkıda bulunacağıaçıktır(Ronald F. Thiemann, Relıgion in Public Life: A Dilemma forDemocracy\ Washington, D.C.: Georgetown University Press. 1996, s.135).

Kamusal tartışmaya katılmanın temelini oluşturan ifadeözgürlüğü şüphesiz bütün kişiler için vazgeçilmez değerde olmaklaberaber, demokrasilerde bu güvenceye en fazla ihtiyacıolanlar siyasipartilerdir. Çünkü, toplumsal sorunlarıserbest bir biçimde tartışamayanbir partinin siyasi sistem içinde etkili olmasıve kendinden beklenenişlevi yerine getirmesi mümkün değildir. Bu en çok da genel kabulgörenlerden farklıgörüşleri temsil eden partiler için geçerlidir; çünküanayasal korumaya asıl ihtiyacıolan onlardır. Bu nedenle, siyasi partilerişeklen vazgeçilmez kurumlar olarak nitelemişolsa da, partiler için ifadeözgürlüğünü yeterince güvence altına almış olmayan bir sisteme“anayasal demokrasi” denemez.

Demokratik teori açısından, siyasi partilerin işlevlerini yerinegetirmelerinin tek meşru sınırıher durumda barışçıyöntemlere bağlıkalmaktır. Başka bir ifadeyle, şiddete başvurmadıkları, kitleleri şiddetkullanmaya ve suça teşvik etmedikleri sürece, siyasi partilerserbestçe faaliyet gösterebilmelidirler. Bu kayıt altında partiler hertürlü toplumsal sorun ve talebi dile getirebilir, ülke sorunlarınabirbirinden farklı çözüm Önerileri sunabilir ve genel olaraközgürlüklerin genişletilmesi için faaliyet gösterebilirler. AnayasaMahkememiz bir kararında, siyasi partilerin “(s)erbestçe faaliyettebulunma”sından kastın, “siyasi partilerin davranışlarıkarşısına birtakım fiili engeller ve müdahaleler çıkartılmamasıolduğu gibi, bunlarınAnayasa ile tanınmış haklarınıkullanmalarının, kanunlarla dahiengellenmemesi” olduğunu belirtmiştir (bkz. E. 1968/15, K. 1968/13,KT. 3.5.1968, Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, C. 6, s. 151). Birdemokraside meşru parti faaliyetleri ise sadece başta anayasa olmaküzere pozitif hukuk kaynaklarında açıkça tanınmış olan haklarınuygulanmasındaki aksaklıklarıeleştirmeyi ve düzeltmeyi vaad etmeyideğil, aynızamanda pozitif hukuk tarafından henüz tanınmışolmayanveya pozitif hukuk bakımından tartışmalıolan hak ve özgürlük

960

taleplerini gündeme getirebilmeyi de kapsar. Aksi halde demokrasiningelişmesi ve evrensel insan hakları doğrultusunda ilerlemekaydedilemez ve partiler mevcut kurumsal yapı ve ilişkilerindeğişmezliğinin koruyucularıhaline gelirler. Bu noktada bir ayrımyapmak zorundayız. Siyasi partiler arasında anayasal demokrasininevrensel normlarıkonusunda elbette bir görüşbirliği (konsensüs)olmalıdır, ancak bu anlamdaki uzlaşma gereğini, ülkede belli bir andayürürlükte olan kurumsal yapının değişmezliğini savunmakla birbirinekarıştırmamak gerekir. Bugün, ülkemizin de üyesi bulunduğu AvrupaKonseyi ülkelerinde, siyasi partiler, sivil toplum örgütleri ve tek tekyurttaşlar yerleşik kurumsal yapıve ilişkileri serbestçe eleştirmekte vesiyasal sistemin insan haklarıve demokrasi doğrultusunda daha daiyileştirilmesini talep etmektedirler. Bu acıdan düşünüldüğünde,Türkiye’deki cari sistemin hukuk devleti, insan haklarıve demokrasiilkeleri doğrultusunda Batılı demokrasilerin halihazırdakistandartlarına ulaşabilmesi bakımından bile daha fazla farklısese,eleştiriye ve değişiklik önerilerine ihtiyacıbulunduğu açıktır.

Siyasi partilerin çağdaş demokrasilerdeki yeri konusundaAvrupa İnsan HaklarıMahkemesi de aynınoktalarımüteadditkararlarında ifade etmiştir. Bilindiği gibi, Türkiye için hukukibağlayıcılığıbulunan İnsan Haklarına ve Temel Özgürlüklere DairAvrupa Sözleşmesi çerçevesinde faaliyet gösteren ve dolayısıylakararlarına mahkemeler dahil olmak üzere devlet yetkisi kullananbütün kamu organ ve makamlarının uymasızorunlu olan AvrupaMahkemesi bu konudaki içtihadını“demokratik bir toplumun gerekleri”kavramıçerçevesinde geliştirmiştir. Mahkeme her şeyden önce,demokrasiyi “Avrupa kamu düzeninin bir özelliği” olarak görmekte vesiyasi partileri de demokrasinin merkezine yerleştirmektedir. Bubağlamda Mahkemenin Türkiye’ye karşıaçılan bir davada verdiğikararda (Sosyalist Parti v. Turkey, 25.5.1998), parti sözcülerininkullandığıifadelerin “Avrupa Konseyi’nin diğer ülkelerinde aktif olanbaşka siyasi gruplarınkilerden pek de farklıolmadıkları”nıtespitetmesi son derece anlamlıdır. Daha açık Bir deyişle, Mahkemeyegöre, Türkiye madem ki bir Avrupa Konseyi üyesi olarak Avrupa İnsanHaklarıSözleşmesi’ne imza atmıştır, o halde Avrupa’nın “demokratikkamu düzeni”nde meşru görülen türden sivil ve siyasal etkinlikleri dedoğal karşılamalıdır.

Bu çerçevede. Sözleşme’ye Ek l No.lu Protokol’ün 3. maddesiçerçevesinde, halkın kanaatlerinin serbestçe ifadesi, bir ülkenin halkıiçindeki farklıkanaat ve görüşleri temsil eden siyasi partilerin katılımıolmadan mümkün değildir. Siyasi partiler bu kanaatler ve görüşler

961

yelpazesini sunmak suretiyle siyasi tartışmaya yeri doldurulamaz birkatkıyaparlar ki “demokrasinin özü” budur (Türkiye Birleşik KomünistPartisi v. Turkey, 30.1.1998). Benzer şekilde Anayasa Mahkememizde siyasi partileri demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıolarak niteleyen anayasa hükmünün arkasında “Anayasa’nın Türkiyeiçin çok partili bir demokrasi düzenini öngördüğünün kanıtıve siyasipartileri böyle bir düzeninin gerektirdiği ölçüde çoğaltma ve geliştirmetalimatı” bulunduğu yorumunu yapmıştır (E. 1968/26, K. 1969/14, KT.18.2.1969, Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, S. 7, s. 240).

Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi, aynıkararında, İnsan HaklarıAvrupa Sözleşmesi’nin örgütlenme özgürlüğüyle ilgili 11. maddesikapsamında gördüğü siyasi partilerin “çoğulculuğun sağlanmasıvedemokrasinin uygun işlemesi bakımından” oynadıklarıasli role atıftabulunarak, siyasi partilerin serbestçe faaliyette bulunma hakkınınSözleşme’nin güvencesi altında olduğunu hatırlatmıştır. Mahkeme yineTürkiye’yle ilgili başka bir kararında (Sosyalist Parti v. Turkey,25.5.1998) bu içtihadınıdaha açık bir şekilde ifade etmiştir. Mahkemeyegöre, “bir siyasi programın devletin cari ilkelerine ve kurumsal yapısınaaykırıgörülmesi onu demokrasinin kurallarıyla bağdaşmaz halegetirmez.(...) (Demokrasinin özü, bizatihi demokrasiye zararvermemek kaydıyla, farklı siyasi programların, hatta devletinhalihazırdaki örgütlenme biçimini sorgulayıcımahiyette olanların bileönerilmesine ve tartışılmasına izin vermektir.”

Parti faaliyetlerine kısıtlama getirmenin şartıolarak zikredilen“bizatihi demokrasiye zarar verme” ölçütünden Mahkeme’nin neanladığına gelince: Anılan Sosyalist Parti kararında AvrupaMahkemesi, ilgili parti başkanının partisinin yasaklanmasına veyöneticilerine siyasi yasak getirilmesine dayanak yapılan sözlerininherhangi bir antidemokratik yönteme başvurulmasınıtavsiye etmediğini,aksine bu sözlerde demokratik kuralların izlenmesinin önerildiğini tespitetmiştir; “Sayın Perinçek’in ifadelerini inceleyen Mahkeme onlardaşiddet kullanmaya, kalkışmaya veya demokratik yöntemlerin herhangibir biçimde reddine ilişkin bir çağrıolarak görülebilecek hiçbir şeybulunmadığınıtespit eder. Aksine, kendisi bir çok kez, önerilen siyasireformun demokratik kurallara uygun olarak, seçim sandığıyoluyla vereferandumla gerçekleştirilmesi ihtiyacınıvurgulamıştır.” Şu halde.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre, bir part ininfaaliyet ler inin demokrasinin kendisine zarar verici olup olmadığı, onunkullandığıve tavsiye ettiği yönteme bakarak belirlenmelidir. Demokrasininusuli kurallarıçerçevesinde faaliyet gösteren bir siyasi parti, programı

962

ve temsilcilerinin söz ve eylemleri itibariyle devlete ne kadar aykırıgelse de, demokratik çoğulculuk gereğince yasaklanmamalıdır.

Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi, ifade özgürlüğünün hemgenel olarak demokrasi bakımından hem de siyasi partiler için ifadeettiği özel önemi birçok kararında vurgulamıştır. Mahkeme’ye göre,“ifade özgürlüğü demokratik bir toplumun aslıtemellerinden birinioluşturur” (bkz., 29.8.1997 tarihli) Vorm v. Austria kararı; aynıyöndebkz. 25.5.1993 tarihli Kokkinakis v. Greece kararı). Mahkemeyukarıda atıfta bulunulan 30.1.1998 tarihli Türkiye Birleşik KomünistPartisi kararında, siyasi partilerin faaliyetlerinin Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi’nin 10. maddesinde güvence altına alınmışolan ifadeözgürlüğünün “kollektif kullanımı” mahiyetinde olduğunu belirtmiştir.Bu karara göre, ifade özgürlüğü bireylerin kendilerinigerçekleştirmelerinin olduğu kadar demokrasinin gelişmesinin detemel şartlarından biri olduğu için “demokratik bir toplumun aslitemellerindendir. “Demokrasinin temel özelliklerinden biri ülkeninsorunlarınışiddete başvurmadan diyalogla çözme imkanısunmasıdır.Demokrasinin başarısıifade özgürlüğünün güvence altında olmasınabağlıdır. Bu bakışaçısından, sadece, halkın bir kısmının durumunukamu önünde alenen tartıştığıve demokratik kurallara uygun olarak(...) halkı siyasi hayata katılmaya çağırdığı için bir partiyiyasaklamanın hiçbir haklılığıyoktur.” Avrupa Mahkemesi yukarıdaanılan Sosyalist Parti v. Turkey kararında da, benzer birmuhakemeyle, bir siyasi partinin sadece ifade özgürlüğünü kullandığıiçin cezalandırılamayacağınıbelirtmiştir.

Ayrıca Mahkeme, çeşitli kararlarında olduğu gibi, bu kararındada ifade özgürlüğü güvencesinin sadece “muvafık (uygun)gördüğümüz veya bizi rahatsız etmeyen yahut kayıtsız kaldığımız‘haberler/bilgiler’ (informations) ve ‘fikirler’ için değil, fakat aynızamanda bizi rahatsız eden, sarsan veya altüst eden ‘haberler/bilgiler’ve ‘fikirler’ için de geçerli” olduğunu tespit etmiştir. Mahkeme çok yenibir kararında (Fressoz and Roirc v. Francc, 21.1.1999), ayrıca, ifadeözgürlüğünün bu şekilde anlaşılmasını‘‘demokrasinin varlık şartıolançoğulculuk, hoşgörü ve geniş fikirliliğin icapları”ndan biri olaraknitelendirmiştir.

Mamafih, Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi ulusal makamlarınSözleşme’nin ilgili maddelerinde zikredilen “meşru amaçlarla siyasiparti faaliyetlerine kısıtlamalar getirilebileceğini kabul etmiyor değildir.Ne var ki, Mahkeme ulusal makamların bunu yaparken Sözleşme’dendoğan yükümlülükleriyle bağdaşır tarzda hareket etmek zorunda

963

olduklarınıbirçok kararında tekrarlamıştır. Bu yükümlülüğe uyulupuyulmadığınıbelirlemek bakımından göz önünde bulundurulmasıgereken husus, kısıtlayıcıtedbirlerin 11. maddenin ikinci fıkrasıçerçevesinde “demokratik bir toplumda zorunlu” olmasıdır. İnsanHaklarıMahkemesinin yerleşik içtihadına göre, zorunluluk kavramıhaklara müdahalenin “zorlayıcı(mübrem) bir sosyal ihtiyaç” karşıolmasıyla ve izlenen meşru amaçla orantılı olmasıyla ilgilidir(Sosyalist Parti kararı; Türkiye Birleşik Komünist Partisi kararı; Wormv. Anstria: 29 8.1997; Mehemi v. Fmnce: 26.9.1997; Laskey, Jaggardand Brown v. United Kingdom. 19.2.1997; încal v. Turkey, 9.6.1998;Fressoz and Roirc v. France, 21.1.1999).

Mahkeme ayrıca siyasi parti faaliyetlerine getirilecekkısıtlamaların “demokratik bir toplumda meşru” sayılabilmeleri içingüdülen temel amacın “hukuk devletine saygıyıtemin etmek” ve“anayasal haklan etkili kılmak” olmasıgerektiğine dikkat çekmiştir. Bukonuda demokratik toplumu savunmanın gerekleriyle Sözleşmeninsisteminde yer alan bireysel hakların uzlaştırılmasıgerekir (TürkiyeBirleşik Komünist Partisi kararı). Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi25.5.1998 tarihli Sosyalist Parti’yle ilgili kararında ise açıkça “Partinintemelli kapatılmazsı(nın)... haklara radikal bir müdahale teşkil ettiği”nive “(b)u kadar katı tedbirler(in) ancak vahim durumlardauygulanabileceğini belirtmiştir. Başka bir ifadeyle, Mahkeme ifadeözgürlüğünün kullanımından dolayıparti kapatılmasını“mübrem birsosyal ihtiyaç”ın sonucu olarak görmemektedir.

B- DEMOKRATİK DEVLETTE LÂİKLİK VE DÎN ÖZGÜRLÜĞÜ

Demokrasinin laiklikle ilişkisi hakkında doktrinde farklıgörüşlerbulunmakla beraber, çağdaşdemokrasi uygulamasına baktığımızda,bunların hepsinin şu veya bu ölçüde “laik” sistemler olduklarıdikkatiçekmektedir. Bununla beraber, laikliğin demokrasiler bakımından ayırtedici bir özellik olduğu da kolayca söylenemez, Çünkü, demokratikolmayan ülkelerin büyük çoğunluğunun aynızamanda laik deolmadıklarıgözlenmekle beraber, demokratik olmayan ülkelerinönemli bir kısmının da laik olduklarıaçıktır. Bu duruma göre empirikbir bakışla, laikliğin demokrasinin en azından yeterli şartıolmadığırahatlıkla söylenebilir. Esasen, laik rejimlerin aynı zamandademokratik de olmasını gerektiren teorik bir zorunluluk dabulunmamaktadır.

Buna karşılık, doğru anlaşılmasıhalinde laiklik demokratikrejimlerin gerekli şartlarından biridir. “Doğru anlaşılması” kaydını

964

düşmemizin nedeni açıktır: Totaliter ve otoriter rejimlerde benimsenipuygulanan şekliyle laiklik demokratik bir siyasal sistemde elbettegeçerli olamaz. Çünkü, totaliter laiklik dini inancın gerek bireyselgerekse toplumsal bütün tezahürlerinin sistematik olarak tahribiniamaçlayan kapsayıcıbir projedir. Böyle bir proje ve politikanın pratiksonucu siyasi otorite tarafından sivil özgürlüklerin bastırılmasıvegenel olarak sivil toplumun denetim altına alınmasıolur ki bu ne insanhaklarıve hukuk devletiyle ne de demokrasi ile bağdaşır.

Totaliter laiklik anlayışının arkasındaki temel düşünce dininkendi başına “kötü”, “zararlı”, “gerici” bir toplumsal güç olduğu vebundan dolayıtoplumsal ve siyasal “ilerleme’nin ancak “dindenözgürleşme”yle mümkün olabileceği düşüncesidir. Bu görüşgenelçizgisi totaliter olmayan bazıBatılıülkeleri de zaman zamanetkilemiştir. Bu nedenle, örneğin 1789 Devriminin radikal din karşıtıfikirlerinin etkisi altındaki Fransa’da yakın dönemlere kadar din-devletilişkileri son derece gerilimli olmuştur. Buna karşılık, din üzerindekisiyasi baskıdan kaçan göçmenlerin kurduğu Amerika BirleşikDevletleri’nde cumhuriyetçilik baştan beri din özgürlüğüne sempatikbakan bir anlayışa dayanmıştır. Başka bir anlatımla, laiklik Fransa’da“dinden özgürlük” şeklinde anlaşılagelmişken, ABD’de bu konudakihakim düşünce “dinin özgürleşmesi” olmuştur (Mustafa Erdoğan,“Sekülerizm, Laiklik ve Din”, Demokrasi, Laiklik ve Resmi ideoloji,Ankara: LDT Yayınları. 1995, s. 183).

Günümüz siyaset teorisinde hakim olan anlayış açısındanbakıldığında ise, laikliğin “pozitivist ilerlemecilik” anlayışıyla veinsanları“dinden özgürleştirmek”le ilgisi yoktur. Her şeyden önce,laiklik, genellikle sanıldığının aksine, bilimin gelişmesinin veya aklimuhakemenin bir sonucu olmaktan çok, sosyal hayatın gerçeklerininbir eseridir (Atilla Yayla, Siyaset Teorisine Giriş, Ankara: SiyasalKitabevi, 1998, s. 94). Öte yandan, gerek “pozitivist” görüşgerekse“dinden özgürleşme” yaklaşımıözgürlükçü ve çoğulcu demokrasianlayışına aykırı bir “insan” anlayışına dayanmaktadır. Çünkübunların her ikisi de dini yönelimi beşeri varoluşun doğal ve meşru birunsuru olarak gören, bu nedenle de onu diğer insani etkinlikalanlarıyla bağdaştırma kaygısıgüden anlayışa tamamen aykırıdır.Bu ise, farklıdünya görüşü ve hayat tarzıanlayışlarınıuzlaştıran birhareket noktası, bir uzlaştırıcıilke olmak şöyle dursun, diğer tartışmalıanlayışlardan sadece biridir, bir felsefi tercihtir.

Öte yandan laikliğin “sekülerleşme dünyevileşme” ile dedoğrudan doğruya bir ilişkisi yoktur. Çünkü laiklik siyasi ve hukuki bir

965

terim iken, “sekülerleşme” sosyolojik bir kavram olup bireysel vekurumsal dinin toplumsal hayattaki öneminin azalmasıdemektir. Birtoplum modernleşme teorisinin öngördüğü ölçüde sekülerleşmişolmadığı, yani dindarlık toplumsal önemini koruduğu halde, siyasetenlaik ve demokratik olabilir. Şu halde, dindarlık ile laiklik ya dademokrasi arasında asli bir bağdaşmazlık yoktur. Bundan dolayı,“sekülerleşme”nin devlet tarafından bir politika haline dönüştürülmesisadece insan haklarına ve demokrasiye zarar vermez, bu aynızamanda laikliğe de aykırıdır (Mustafa Erdoğan, “Sekülerizm, Lakilikve Din”; aynıyönde. bkz. Stephen V. Monsma ve J. ChristopherSoper, The Challcınge of Pluralism: Church and Staîe in FiveDemocracies, Lanham/Md ve Oxford: Rovvman ve LittlefıeldPublishers. 1997, Giriş). Amerika Birleşik Devletleri, Hollanda veAlmanya gibi, dindarlığıçağdaşlık karşıtıolarak görmeyen, dinesaygılırejimlerin aynızamanda başarılıdemokrasiler olmalarıbuçerçevede anlamlıolsa gerektir.

Laikliğin arkasındaki temel düşünce, modern düşünceninkurucularından John Locke’un bundan üç yüzyıl kadar önce farkınavarmışolduğu gibi, felsefi, ahlaki ve dini olarak tartışmalısorunlarhakkında otorite yoluyla bir karar verilemeyeceği, dolayısıyla devletindinler karşısında tarafsız kalmasıgerektiği düşüncesidir. Liberal siyasifelsefenin çağdaş temsilcilerinden Norman Barry’nin ifadesiyle,“ruhani dünya konusundaki hakikatin ispatlanabilir olmamasıkarşısında, devletin herhangi bir dinden yana olmaması” gerekir(Norman Barry, “Piyasa, Ahlak, Din ve Devlet”, Çev. MustafaErdoğan, Liberal Düşünce, n. 4. [Güz 1996], s. 32). Daha açık olarakbelirtmek gerekirse, diğer felsefi kanaatler gibi dini inanç konusu datamamen bireysel tercihlere bağlıolduğundan, siyasi iktidar (devlet)dini inancın hakikati konusunda karar almaya ve yürütmeye yetkilideğildir. Bu konuda neyin doğru olduğuyla ilgili olarak genel biruzlaşma sağlanamayacağıiçin, devletin belli bir inancıdesteklemesifarklıinanç sahiplerine baskıuygulamasıanlamına gelir. Laiklik iştebu anlamda bir özgürlük ilkesidir.

Laikliğin bir özgürlük ilkesi olması, her şeyden önce, onun siyasiiktidarı güçlendirmek ve sivil haklara devlet müdahalesinimeşrulaştırmak için kullanılamayacağıanlamına da gelir. Başka biranlatımla, laiklik bireyleri (temel hak ve özgürlükleri) değil devleti(siyasi iktidarın kullanımını) kısıtlayan bir ilkedir. Yurttaşlar farklıdünya görüşlerine, dini ve ideolojik tercihlere sahip olabilirler;demokratik bir devlette bu tercihlerin hepsi aynıderecede meşrudur.Laik devletin görevi bütün bunlara saygıgöstermek, yurttaşlarışu

966

veya bu dünya görüşünü yahut hayat tarzını benimsemeyezorlamamak ve dini veya seküler görüşler (ve onların sahipleri)arasında hiçbir biçimde bir ayrım yapmamaktır.

Görülüyor ki, demokrasi teorisi bakımından laiklik bütün diğertemel ilkelerden bağımsız, kendi başına tayin edici bir ilke olmayıp,siyasi iktidarın kullanımına ilişkin daha genel bir ilkenin, tarafsızlıkilkesinin sonuçlarından biridir. Devletin tarafsızlık ilkesinin başka birgereği de, dünya görüşü ve ideolojiler bakımından yurttaşlar arasındavar olan farklılık ve çeşitliliğe saygıgöstermektir. Bu nedenledir ki,gerek dinler gerekse ideolojiler bakımından tarafsızlık sadece felsefive ahlaki bir gereklilik de değildir; tarafsızlık ilkesi aynızamanda siviltoplumun çeşitlilik gösteren yapısına devletin saygı göstermekzorunda olmasıile birlikte, farklıdünya görüşleri ve hayat tarzıtercihlerini barışçıbir biçimde bir arada tutmakla ödevli olmasının dabir sonucudur. Bu anlamda gerek genel olarak tarafsızlık ilkesigerekse onun bir türevi olarak laiklik bir toplumsal barış ilkesidir.Demokratik devletin tarafsızlığı bakımından dini veya sekülerinanışlar arasında bir fark yoktur. Devletin seküler değerleri özelolarak desteklemesi de tarafsızlığa ve dolayısıyla laikliğe aykırıdır(Stepnen V. Monsma ve J. Christopher Soper, a. g. c. , s. 10. 203,207, 209).

Laiklik kısaca din ve vicdan özgürlüğünün güvence altındaolduğu bir sistem içinde siyasi meşruluğun dinden kaynaklanmaması,hukuki düzenin doğrudan doğruya dine dayanmamasıve devletinfarklıdinler ve mezhepler karşısında tarafsız olmasıanlamına gelir.Bununla beraber, siyasi meşruluğun ve hukukun temelinin dinolmamasıdinin bireysel ve toplumsal boyutunun laik devlet tarafındantanınmaması anlamına gelmez. Bu sadece, siyasi faaliyetindemokratik süreç ve mekanizmalardan başka kaynaklarabaşvurularak meşrulaştırılamayacağı ve hukuk normlarınınmeşruluğunun herhangi bir dine dayandırılamayacağıveya dinigereklerin sırf dini olduklarıiçin emredici hukuk normu halindegenelleştirilemeyeceği anlamına gelir. Yoksa, laik bir düzende elbetteyurttaşlar kendi dini tercihlerini sivil ve siyasi özgürlükler çerçevesindedışa vurabilir ve bir kısım dini ihtiyaçlarının karşılanmasıyla ilgili siyasitaleplerini dile getirebilirler. Laik bir devletin temel görevi, bütün diğertemel ilkeleri bir yana bırakarak laikliği temel belirleyici politika ilkesiolarak almak değil, tam tersine, laikliği devletin kendi meşruluğununtemelini oluşturan hukuk devleti, insan hakları ve demokrasiesaslarıyla bağdaşır bir tarzda yorumlayıp uygulamaktır. Esasen budeğerler arasında bir hiyerarşi olacaksa bile en üstün değer laiklik

967

değil “anayasal demokrasinin temel direkleri olan insan hakları, hukukdevleti ve demokrasi olmak zorundadır.

Bu çerçevede laikliğin başlıca iki unsuru bulunmaktadır. Birincisi“din ve vicdan özgürlüğünün devlet taralından anayasal ve yasalolarak güvence altına alınmasıdır. İkincisi ise devletin dini ve sekülerinançlar karşısında tarafsız olmasıdır. Laikliğin ilk unsuru olan din vevicdan özgürlüğü gerek İnsan Haklar Evrensel Bildirisi’nde (m. 18)gerek Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi’nde (m. 9) gerekse 1982 T.C.Anayasası’nda (m. 24) açıkça güvence altına alınmıştır. Avrupa İnsanHakları Mahkemesi de çeşitli kararlarında din özgürlüğünün“demokratik bir toplumun temellerinden biri” olduğunu belirtmiştir.Yine Mahkeme’ye göre bu özgürlük “dinini dışa vurma (izhar)”özgürlüğünü de kapsar; esasen söz ve eylemlere yansımayan bir diniinancın varlığından söz edilemez (Kokkinakis v. Greece, 19.4.1993).

Laikliğin ikinci unsuru olan “tarafsızlık’’ ise, en azından, devletinresmi bir dininin veya ideolojisinin olmamasınıgerektirmektedir.Birinci ilke aynı zamanda insan haklarının doğal bir uzantısıolduğundan bu hususta pek fazla tartışma bulunmamakla beraber,“tarafsızlık” ilkesi bakımından en uygun modelin ne olmasıgerektiğikonusunda çağdaş demokrasilerde düşünceler ve uygulamalarfarklıdır. Bu ülkelerin uygulamasına baktığımızda başlıca üç modelin -ve onların çeşitlemelerinin- varlığıdikkati çekmektedir: Ayrılıkçımodel, tanınmış/müesses din modeli ve çoğulcu model (Stephen V.Monsma ve J. Christopher Soper, a.g.e., ss. 10-12).

En yakın örneğini Amerika Birleşik Devletleri”nin oluşturduğu“ayrılıkçımodelde din ile devlet kurumsal olarak birbirindenayrılmıştır. Bu modelde, din ve politika beşeri faaliyetin birbirindenayrılmasıgereken iki farklıalanısayılır. Din kişisel, özel bir meseleolarak görülür ve kişisel tercih ve eylem alanına terkedilir. Ayrıca,devletin dinle ilgili meselelerde tarafsız (neutral) olmasıgerektiğikabul edilir ve bunun da en iyi din ile devletin birbirinden ayrıtutulmasıyla sağlanacağına inanılır. Bu anlayışa uygun olarak, ABDAnayasasında (Birinci Değişiklik/1791) şöyle bir formülbenimsenmiştir: “Kongre bir din kurulmasına veya bir diningereklerinin serbestçe yerine getirilmesini yasaklamaya (...) ilişkinhiçbir kanun çıkaramaz.” Burada, bir dinin tesisini veya resmentanınmasınıyasaklayan ibare din ile devletin kurumsal olarakbirbirinden ayrılmasının temelini oluşturmaktadır. Bu, aynızamanda,devletin tarafsızlığının da temelidir. Hükmün ikinci kısmıise din veibadet özgürlüğünü güvence altına almaktadır. Mamafih, Amerika

968

Birleşik Devletleri’nde, din ve mezhepler arasında ayrım yapmamakkaydıyla, devletin dini okullara -vergi muafiyeti gibi yollarla- maliyardım yapmasılaiklik ilkesine aykırısayılmamaktadır. AmerikaBirleşik Devletleri”nde bütün yüksek okulların %49’u özel kurumlarolup yükseköğretim öğrencilerinin %20’si bu okullarda öğrenimgörmektedir. Bu kurumların %78’i dini okullardır ve hemen hemenhepsi devletten mali yardım almaktadır (Monsma ve Soper. a.g,e., s.36).

Din ile devletin kesin ayrılığının benimsenmişolduğu Fransa’dasiyasi iktidar 19. yüzyıla kadar sürekli olarak kendisini Roma’nınetkisinden kurtarmaya çalıştığı için, din-devlet ilişkileri gerilimliolmuştur. Hatta 1902 ile 1905 arasında Fransa ile Vatikan arasındahukuki ilişkiler kopmuştur. Devletle Kilise’nin ayrılığınıtesis eden1905 tarihli Kanuna göre, “Cumhuriyet vicdan hürriyetini garanti eder,kamu düzeni için ilan edilmişkısıtlamalar çerçevesinde mezheplerintatbik hürriyetini de teminat altına alır. Cumhuriyet hiçbir mezhebi netanır, ne ücretini öder ne de ona paraca destek sağlar” (JacquesRobert, Batıda Din-Devlet İlişkileri: Fransa Örneği, Çev. İzzet Er,İstanbul: İz Yayıncılık, 1998. s. 51). Birinci Dünya SavaşıveAlmanya’yla çatışmanın tahrik ettiği ulusal birlik hareketi gerilimlerinazalmasınıve hem Fransa Kilisesi ile hem de Roma’yla daha azçatışmalıilişkiler kurulmasınımümkün kılmıştır. Mamafih, 1930-1960döneminde, Halk Cephesi’nin Katolikler arasında tutulduğu korkuları,Fransız din adamlarının çoğunun 1940-1944 dönemi Petain rejimineverdiği desteğin solun güvensizlik duygusunu takviye etmesi, ve1950’lerin sonlarına kadar (%90’ıKatolik olan) özel okullar sorunuüstünde devam eden çatışmalar gibi, ilişkileri gerilimli hale getirenbazıolaylar da yaşanmıştır (Yves Meny, Government and Poliücs inWestern Europe, Trans, by Janet Lloyd, New York: Oxford UniversityPress, 1991, s. 25).

Fransa’da devletle dinin ayrı olmasına rağmen, Fransızöğrencilerin % 16’sının devam ettiği Katolik okulları4. Cumhuriyettenbu yana devlet tarafından desteklenmektedir. Beşinci Cumhuriyetlebirlikte, devlet yardımıkarşılığında kilise okullarıüstünde devletdenetimi getiren yeni bir düzenleme yapılmıştır. 1984 yılındaSosyalist hükümet kamu okullarıyla özel okullar arasındastandartların eşitlenmesi karşılığında devletin mali desteğini devamettirmeye ve özel okul öğretmenlerine -yaptıklarıöğretime müdahaleolmaksızın- resmi statü sağlamaya dönük yasal düzenleme yapmagirişiminde bulunduysa da tepkiler sonucunda bundan vazgeçilmiştir(Henry W. Ehrmann ve Martin A. Schain, “Politics in France”, Gabriel

969

A. Almond & G. Bingham Powell, Jr. (der.}. Comparative PoliticsToday: A Worîd Vic>w, New York: HarperCollins Publishers, 5. Baskı,1992, s. 197; Anne Slevens, The Government and Politics of France.Londra: Macmillan, 1992, s. 13).

İkinci model bunun tam tersidir ve belli bir dinin devletçetanınmasına dayanır. Burada din ve devlet, istikrarlıve başarılıbirtoplumun üzerine oturduğu iki ana sütun olarak görülür. “Müessesdin” (established church) modelinde devlet belli bir dine tanınma,uygulanabilme (varlığınısürdürme) olanağıve çok kere mali desteksağlarken, din de devlete bir meşruluk, tanınma ve ulusal birlikduygusu sağlar. Kimi ülkelerde (örneğin, İngiltere) bu ilişki resmi(hukuki) bir durum iken, kimilerinde (örneğin, Almanya) bu ilişkihukuki olmaktan ziyade geleneğe ve belli bir dinin kültürel gücünedayanır. Almanya’da, aksini beyan etmedikçe, herkes gelirinin %10’uoranında kilise vergisi ödemek zorundadır; bu vergi ücretlerdenotomatik olarak kesilir ve kiliseye aktarılır (David P. Conradt. TheGenııan Poliîy, New York & London: Longman. 1989, s. 30).

İtalya da “hakim din”iyle müesses din modeline yakındır.Mamafih, İtalya’daki durum Katolik Kilisesi’nin tarihinden, coğrafiyerinden ve nüfusun %95’inin Katolik Kilisesi’ne mensup olmasındanileri gelmektedir. Hıristiyanlığın merkezi Roma’nın İtalyan Krallığınınmerkezi yapıldığı1870’den 1929’daki Lateran Anlaşması’na kadarKilise ve Katolikler bilinçli olarak liberal İtalyan devletinin dışında -hatta ona karşı- örgütlenmişlerdi. 1947 Anayasasıyapıcılarıbiryandan İtalyan birliğinin kurucularının arzu ettikleri Kilise-devletayrılığıgeleneği ile öbür yandan Mussolini’nin tesis ettiği ve Kilise’ninözerkliğini tanıyıp ona mali destek sağlayan Concordat’tan tevarüsedilen durumu uzlaştırmaya çalışmışlardır, İtalyan Anayasası’nın 7.maddesine göre, “Devlet ve Katolik Kilisesi kendi alanlarındabağımsız ve egemendir” ve ‘ikisi arasındaki ilişkiler LateranAnlaşmasına tabidir.” 1984 yılında Vatikan’la İtalyan yönetimiarasında varılan bir anlaşmayla Concordat güncelleştirildi. Buna göreokullarda din eğitimi artık isteğe bağlıolacak, Kilise’nin devletçefinansmanıhalkın gönüllü katkılarıyla yapılacak ve din hizmetleribüyük ölçüde ortak hukuka tabi olacaktır. Böylece İtalyan devleti ileKatolik Kilisesi arasındaki tarihi bağlar zayıflatılmışolsa da, bugünİtalya’da bütün kamu alanlarında (okullar, idari binalar, mahkemelervb.) haç teşhir edilmeye devam etmektedir (Yves Meny. a. g. e., s.23).

970

Üçüncü, yani “çoğulcu” modelde din beşeri hayatın diğeralanlarından ve bu arada yönetimden ayrıbir etkinlik alanıolarakgörülmekle beraber, onun hayatın bütün alanlarıüstünde etkisiolduğu kabul edilir. Çoğulcu model, devletin toplumun farklıkesimlerinin benimsemiş, olduğu ve özgür bir toplumun farklılıkgösteren ihtiyaçlarını karşılayan dini ve seküler bütün dünyagörüşlerine saygıgöstermesi esasına dayanır. Laiklikle ilgili bu enözgürlükçü anlayış, devletin bu görüşlerden birinin yanında yeralmasına izin vermez; hepsine aynıderecede adaletle davranır, yanihepsinin Özgürlüklerini tanır ve hiçbirini ne kayırır ne de mağdur eder.Nitekim, bu modele en yakın düşen örnek ülke olan Hollanda’dadevlet yardımlarıbakımından dini ve seküler kuruluşlar arasındaayrım yapılmamakta ve bu uygulama Anayasa’nın 1. maddesindederpiş edilen “kanun önünde eşitlik” ilkesinin gereği olarakgörülmektedir. Ayrıca, azınlık dinlerine de aynıkorumanın sağlanmasıyolunda oldukça mesafe alınmıştır. Anayasa’nın 23. maddesine göre,özel eğitim serbest olup, özel ilkokullara kamu okullarıyla aynıstandartlarda mali yardım sağlanır. Keza, özel orta dereceli okullar dadevletten para yardımıalırlar. Zorunlu Eğitim Kanunu’na göre,öğrenciler kendi dinlerinin gereği olan tatil günlerinde okuldanmuaftırlar. Bu arada, azınlık dinlerine eşit muamelenin yerleşmesiamacıyla kurulmuş olan Eşit Muamele Komisyonu 1996 yılındaMüslüman kızların başlarınıörtmelerinin yasaklanamayacağına kararvermiştir (Monsma ve Soper, a.g.e., s. 62-67).

Çağdaşdemokrasilerde halihazırda geçerli olan laiklikle ilgilimodellerin çeşitliliği bize her şeyden önce şunu öğretmektedir:Başarılıçağdaşdemokrasilerde, demokrasi yolundaki herhangi birülkenin örnek almasızorunlu olan evrensel, standart bir din-devletilişkileri modeli söz konusu değildir. Bundan dolayı, bu meseledekigörüş farklılıkları, dini buyrukların herkes için genel geçer yasalarhaline getirilmesini önermedikleri sürece, laiklik karşıtı olaraknitelenemez. Bu nedenle, özellikle siyasi partilerin faaliyet yaptıklarıülkelerde uygulanmakta olan din-devlet ilişkileri modeliyle herbakımdan mutabık olmalarışart değildir. Siyasi partiler de, diğeryurttaşlar ve sivil toplum kuruluşlarıgibi, yürürlükteki laiklik modelinive bunun uygulanma biçimini çeşitli açılardan eleştirebilir ve bukonularda farklıönerilerde bulunabilirler. Demokratik bir toplumdabunun olağan karşılanmasıgerekir. Bundan dolayı, demokratikülkelerdeki mahkemelerin de yürürlükteki mevzuatıbu evrenselgereğe uygun olarak yorumlamalarıbeklenir.

971

Laiklik konusundaki çağdaş demokrasi tecrübesindençıkarabileceğimiz başka bir ders de din ve vicdan özgürlüğününlaikliğin vazgeçilmez şartlarından biri olduğudur. Din özgürlüğü isebelli bir din veya mezhebin resmi bir din haline getirilmemesini ve dinihükümlerin zorunlu hukuki normlara dönüştürülmemesini olduğukadar, devletin bireysel ve kurumsal dini denetim altına almamasınıda gerektirir. Başka bir ifadeyle, laik bir devlette gerek din ve vicdanözgürlüğü gerekse dindarların sivil ve siyasi özgürlükleri güvencealtında olmalı, ayrıca kurumsal din devletten bağımsız, özerk birstatüye sahip bulunmalıdır. Yurttaşların dini inançlarınedeniyle diğersivil ve siyasi haklarıbakımından makul olmayan kısıtlamalara maruzolduklarıyerde artık “demokratik bir laiklik”ten söz edilemez. Aynışekilde, dinin kurumsal olarak devletin denetimi altında olmasıdademokratik bir laiklik anlayışıyla bağdaşmadığıgibi, hiçbir çağdaşdemokraside örneği bulunmamasıanlamında bu “çağdaş” da değildir.

BİRİNCİBÖLÜM

BAZI USUL SORUNLARI

A- SİYASİPARTİKAPATMA DAVALARININ HUKUKİNİTELİĞİ

I- Anayasa Mahkemesi KararlarıAçısından

1. Milli Nizam Partisi Kararı

Türk hukukunda siyasi parti kapatma davalarının ceza davasıolup olmadıklarıbugüne kadar bazıdavalarda tartışma konusuyapılmıştır. Konu ilk önce Milli Nizam Partisi”nin kapatılmasıdavasında tartışılmıştır. Milli Nizam Partisi savunmasında, davanınana çizgileri ile bir ceza davasıolduğunu ileri sürmüştür. Parti,dönemin siyasi partiler kanunu olan 648 sayılıKanun’un 108.maddesindeki, savcının davanın hazırlık ve ilk soruşturma safhalarınıbirlikte yürütmesine izin veren hükmünün ceza davalarında uygulanangenel ilkelere aykırıolduğunu ileri sürmüştür.

Milli Nizam Partisi’nin, siyasi parti kapatma davalarının cezadavasıolduğu yönündeki iddialarınıgündeme getirmesinin bir başkanedeni de davayıaçan Başsavcı’nın “davamızda bir suç ve suçluluksöz konusu olmadığına göre Usul Kanunu’nun savunmaya ilişkinhükümlerinin uygulanmasızorunluluğu yoktur” sözleridir.

Bu sözlere karşıparti,

972

“Yüksek Mahkeme bir ceza mahkemesi, bir yüce divanniteliğindedir. Ortada hukuk mahkemesinde bir dernek feshi değil bircezalandırma istemi vardır. Hukuk mahkemelerinde davalar kişilerinhür iradeleri ve dilekçeleri ile açılır. Savcılarca yaşdüzeltme davalarıaçılmasıbunun istisnasıdır. Görülen dava Ceza Muhakemeleri UsulüKanunu’nu uygulama zorunluluğu dolayısıyla da ceza davasıniteliğindedir.

648 sayılıSiyasi Partiler Kanununun 108. maddesinin siyasipartiler hakkındaki soruşturmaların Ceza Muhakemeleri UsulüKanunu”na göre yapılmasınıkabul etmesine karşılık (...) davaaçılmadan önce savunma hakkının kullanılmasına olanak tanınmamışve (...) Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 132., 136., 171., 183.,185. ve 194. maddeleri asla gözönünde bulundurulmamıştır.”

şeklinde bir savunma yapmıştır (E. 1971/1 SPK, K. 1971/1, KT.20.5.1971, Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi. S. 9, s. 22, 31).

Mahkeme, bu davada siyasi parti kapatma davasının cezadavasıolup olmadığıkonusunda teorik düzeyde açık bir görüşbelirtmemekle birlikte, davalı partinin bu görüşlerini yerindebulmamıştır. Anayasa Mahkemesi ayrıca. dava açıldığıdönemdeyürürlükte olan 648 sayılıSiyasi Partiler Kanunu’nun 108. maddesinin4. fıkrasında yer alan “Dava Anayasa Mahkemesi’nde duruşmalıolarak görülür. Bu konuda Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nunson tahkikatla ilgili hükümleri uygulanır.” şeklindeki kuralını,Anayasa’nın 148. maddesinin 2. fıkrasındaki “Anayasa Mahkemesi,Yüce Divan sıfatıyla baktığıdavalar dışındaki işleri, dosya üzerindeinceler” hükmüne aykırıbularak söz konusu fıkrayıiptal etmiştir (E.1971/27, K. 1971/50, KT. 6.5.1971, Anayasa Mahkemesi KararlarDergisi, S. 9, s. 507). Bu tarihten sonra yapılan ister Anayasa isterkanun olsun hiçbir düzenlemede de siyasi parti kapatma davalarınınduruşmalıolarak yapılacağına ilişkin bir kural yer almamıştır. Bilindiğigibi “duruşmalıdava” ceza davalarının tipik bir özelliğidir ve AnayasaMahkemesi’nin bu iptal kararısiyasi parti kapatma davalarınıcezadavalarından uzaklaştırıcıbir sonuç doğurmuştur.

2. Doğru Yol Partisi Kararı

Anayasa Mahkemesi Doğru Yol Partisi “ne karşıaçılan kapatmadavasında, davanın niteliği ve uygulanacak usul kurallarıçerçevesinde iki ana görüşgeliştirmiştir. Mahkeme’ye göre, siyasiparti kapatma davalarında 2820 sayılıSiyasi Partiler Kanunu’nun

973

dördüncü kısmında düzenlenen yasaklar birer ceza kuralıniteliğindedir. Bu düzenlemelerin ceza kuralıniteliğinde olmalarının ilknedeni dördüncü kısımda düzenlenen yasaklara uymayanlara altıaydan az olmamak üzere hapis cezasıverileceğine ilişkin yine aynıkanunun 117. maddesi hükmüdür, ikinci olarak, bu tür yasakların birerceza kuralı niteliğinde oldukları 1961 Anayasasının yapılmasısırasında açık olarak belirtilmiştir. Üstelik, gerek 2820 sayılıYasa’nın98. gerekse 2949 sayılıYasa’nın 33. maddeleri, siyasi partilerinkapatılmasına ilişkin davaların Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunuhükümleri uygulanmak suretiyle karara bağlanacağınıbelirtmektedir(E. 1984/1. K. 1984/1 SPK. KT. 28.9.1984, Anayasa MahkemesiKararlar Dergisi, S. 20, s. 505).

Öte yandan Anayasa Mahkemesi’ne göre, siyasi parti kapatmadavalarının Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’na göre yürütülmesi,davalıparti için güvence teşkil eden bir takım sonuçlar doğurur.Mahkeme, ceza usul hukukunda yer alan bu güvencelerden elindekidavaya uygulanabilecek birkaçınıda örnek olarak göstermiştir. Buörnekler, üçüncü kişilerin eylemlerinden sorumlu olmamak, kanunsuzsuç ve ceza olmaz ilkesi, cezada genişletici yorum ve kıyasa yerverilmemesi kuralıdır (E. 1984/1 SPK, K. 1984/1. KT. 28.9.1984,Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi. S. 20, ss. 505-506).

3. Refah Partisi Kararı

Bu davada da siyasi parti kapatma davalarının niteliğitartışılmıştır. Anayasa Mahkemesi Refah Partisi Davası’nda siyasipartilerin kapatılmasına ilişkin davaların ceza davasıolmadığınıaçıkbir ifade ile kabul etmiştir. Mahkemeye göre,

“(...) ceza davalarında, ceza yargılamasına özgü usulkurallarının uygulanması doğal olduğuna göre, parti kapatmadavalarında özellikle aynıusulün uygulanacağının belirtilmesinegerek duyulması, bu davaların geleneksel anlamda bir ceza davasıolmadığınıortaya koymaktadır. Bununla birlikte, yasal yaptırımöngördüğü hallerde, konunun temel hak ve özgürlüklerle yakın ilgisinedeniyle yasak eylemlerin ve bunlara uygulanacak yaptırımlarınyasalarla belirlenmesi gibi temel ilkelerin gözönünde bulundurulmasıda Anayasal bir zorunluluktur.

Bu temel özellikleri taşıma gereği yönünden, hukukun diğeralanlarına göre ceza hukukuna daha yakın kabul edilse de siyasipartilerin kapatılmasına ilişkin davalar, bütünüyle ceza hukuku

974

kurallarıiçinde değerlendirilmesine olanak bulunmayan kendine özgüdavalardır. Ayrıca, siyasi partilere yasaklanan eylemlerin niteliği,bunların kapatılmasısonucunu doğurabilmesi için aranan koşullar veuygulanan yaptırım türünün ceza hukukundaki suç ve cezalardanfarklılık göstermesi de bu davaların kendine özgü niteliğini öneçıkarmaktadır.” (E. 1997/1 SPK, K. 1998/1, KT. 16.1.1998, AnayasaMahkemesi Kararlar Dergisi, S. 34, C. 2, ss. 1020-1021.)

II- Anayasa Mahkemesi Kararları Işığında KonununDeğerlendirilmesi

Bu kararlar ışığında ele alındığında. Anayasa Mahkememizinkonuyla ilgili son kararındaki eğilim siyasi parti kapatma davalarınınceza hukuku davalarına benzemekle birlikte teknik anlamda birerceza davasıolmadığışeklindedir. Mahkeme’ye göre, siyasi partilereyasaklanan eylemlerin niteliği, bu eylemlerin kapatma sonucudoğurabilmesi için aranan koşullar ve uygulanan yaptırım türübakımından siyasi parti kapatma davalarıceza davasıdeğildir.Anayasa Mahkememiz siyasi parti kapatma davasını“kendine özgübir dava” olarak nitelendirmektedir.

Öte yandan Mahkeme, siyasi parti kapatma davalarına CezaMuhakemeleri Usulü Kanunu’nun uygulanacağıgörüşündedir. GerekAnayasa’nın 69. maddesinin dördüncü fıkrasında, gerek SiyasiPartiler Kanunu’nun 98. maddesinin üçüncü fıkrasında, gerekseAnayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkındaki Kanun’un33. maddesinde siyasi parti kapatma davalarına Ceza MuhakemeleriUsulü Kanunu’nun uygulanacağına ilişkin bir kural mevcuttur. “Cezausul mevzuatıuygulanıyorsa ortada bir ceza davasıvardır” tezi DoğruYol Partisi Davasında ileri sürülmüşolmakla birlikte, Mahkeme RefahPartisi Davası’nda “ceza usul hukukunun uygulanmasının davayaceza davasıniteliği vermeyeceği, ancak bu durumun kendine özgü birdava tipine işaret ettiği” görüşünü kabul etmiştir.

1. Davanın Niteliği Sorunu

Partimize göre siyasi parti kapatma davalarıceza davasıniteliğindedir. Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesi’nin son içtihadıtemel alındığında Fazilet Partisi davası’nın “ceza usul hukukununkurallarının uygulanacağı kendine özgü bir dava” olaraknitelendirilmesi gerekmektedir. Ancak, ister ceza davasıister “kendineözgü dava” diyelim siyasi parti kapatma davalarına ceza usulhukukunun kurallarının uygulanacağıkesindir. Bu nedenle, davaya

975

ceza usul hukukunun genel ilkelerinin yön vermesi gerekmektedir.Siyasi parti kapatma davalarına Ceza Muhakemeleri UsulüKanunu’nun uygulanacağıhem Anayasa’da, hem Siyasi PartilerKanunu’nda hem de Anayasa Mahkemesinin Kuruluşve GörevleriHakkında Kanun’da yer alan bir kuraldır. Ayrıca bu konuda AnayasaMahkemesi de kuruluşundan bu yana aykırı bir görüş ilerisürmemiştir.

Burada önemli bir sorun Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nunhangi hükümlerinin siyasi parti kapatma davalarında uygulanacağıdır.Kural olarak ceza usul hukukunun temel ilkelerinin hepsi siyasi partikapatma davalarına da uygulanabilir. Şu açıktır ki, CezaMuhakemeleri Usulü Kanunu’nun davanın görülmesine ilişkinhükümleri siyasi parti kapatma davalarının dosya üzerinden görülmesinedeniyle olanaksızdır. Ayrıca, ceza davasına özgü bazıhükümler dedayanak olacak kural niteliğinde değildir. Ancak, uygulanmasısiyasiparti kapatma davalarının niteliği nedeniyle olanaklı olmayanhükümler dışında kalan tüm kurallar siyasi parti kapatma davalarındada doğrudan ya da benzetme yoluyla uygulanabilir.

Aşağıda, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun Fazilet PartisiDavası’na uygulanabilecek önemli bazımadde ve ilkelerine tüketiciolmamak kaydıyla değinecek, bu dava acısından özellik taşıyanCMUK 254. maddesinin ikinci fıkrasınıise yine bu bölümde “C. YasalOlmayan Yollardan Elde Edilen Delillerin Davada KullanılabilirliğiSorunu” başlığıaltında ele alacağız.

2. Davaya Uygulanacak Önemli Usul Kurallarıve İlkeleri

a. Şüpheden sanık yararlanır ilkesi

b. Maddi gerçeğin araştırılmasıilkesi

c. CMUK’un 163. maddesinde yer alan yeterli delil ilkesi

d. Üçüncü kişilerin eylemlerinden sorumlu olmama ilkesi

e. Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesinin genişletici yorum vekıyas yasağısonucu doğuran boyutu

f. Dürüst işlem ilkesi

g. Ölçülülük ilkesi

976

h. CMUK 260. maddede yer alan vakaların sabit ve muhakkakaddedilmesi gerektiğine ilişkin kural

a. Şüpheden Sanık Yararlanırİlkesi

Bu ilkeye göre fiilin sanık tarafından işlendiği tam kesinliğeulaşmadığı takdirde sanık hakkında ceza verilemez. Cezamuhakemeleri usulünün tipik bir özelliği maddi gerçeğin, hiçbirkuşkuya yer bırakmaksızın ortaya çıkarılmasıdır. Bu ilke özelliklesiyasi parti yasaklarının kimler ya da hangi organlar tarafından vehangi içerikle ihlal edildiğinde kesin olarak partiye yüklenebileceğinoktasında önem kazanmaktadır.

b. Maddi Gerçeğin Araştırılmasıİlkesi

Ceza muhakemesinde amaç maddi gerçeğin ortayaçıkarılmasıdır. Maddi gerçeğin araştırılmasında, mantık yolununizlenmesi gerekir. Gerçek, akla uygun ve realist, olayın bütünü ve birparçasını temsil eden kanıtlardan veya kanıtların bütün olarakdeğerlendirilmesinden ortaya çıkarılmalıdır. Varsayımlara veniyet/amaç yakıştırmalarına dayanılarak sonuca ulaşılmamalıdır.

Yargıtay Ceza Genel Kuruluna göre. “(...) yargılama(nın) amacıhiçbir duraksamaya yer vermeden maddi gerçeğin ortayaçıkarılmasıdır. Bu araştırmada, yani gerçeğe ulaşmada mantıkyolunun izlenmesi gerekir. Gerçek, akla uygun ve realist olayınbütünü veya bir parçasınıtemsil eden kanıtlardan veya kanıtlarınbütün olarak değerlendirilmesinden ortaya çıkarılmalıdır. Yoksa birtakım varsayımlara dayanılarak sonuca ulaşılması cezayargılamasının amacına kesinlikle aykırıdır (Y.C.G.K., 19.4.1993. 6-79/108).

c. CMUK’un 163. Maddesinde Yer Alan Yeterli Delil İlkesi

Ceza muhakemesi usulünde şüphe delillere dayanarak ortayakonulmalıdır. Dolayısıyla yeterli bir şüphe, delillerin yeterli olmasınabağlıdır. Aksi halde şüpheden sanık yararlanır kuralıdevreye girer.

d. Üçüncü Kişilerin Eylemlerinden Sorumlu Olmama

Ceza usul hukukunda, kişiler üçüncü kişilerin eylemlerindensorumlu tutulamaz. Siyasi partiye yabancıüçüncü kişiler, siyasipartiye üye olsalar dahi partiyi temsil yetkisi olmayan kişiler, ister

977

gerçek ister tüzel kişi olsun, partinin doğrudan sorumluluğuna nedenolamazlar.

e. Kanunsuz Suç ve Ceza Olmaz İlkesinin Genişletici Yorum veKıyas YasağıSonucunu Doğuran Boyutu

Ceza Muhakemesi Usulü uygulanan bir davada kanundabelirlenen yasak eylemlerin genişletilmesi ya da kıyasen başkakanunların uygulanmasısöz konusu olamaz. Bu kural aynen 2820sayılıSiyasi Partiler Kanunu’nun dördüncü kısmında yer alanyasaklar için de geçerlidir. Bu yasakların sınırlarının belirlenmesinde“kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesi benzetme yoluyla siyasi partikapatma davalarına da uygulanmalıdır.

f. Dürüst İşlemİlkesi

Dürüst işlem ilkesi, ceza muhakemesi işlemlerinin kandırma,yanıltma veya zorlama gibi irade serbestisini engelleyen veyasavunmayıkısıtlayan yollara sapmaksızın, hukuk devleti ilkesineuygun olarak, önceden kanunla öngörülmüş bulunan esaslarçerçevesinde yapılmasıdır.

g. Ölçülülük İlkesi

Ceza yargılamasının önemli bir dayanağınıölçülülük ilkesioluşturur. Ölçülülük ilkesi birey yararı ile kamu yararınındengelenmesi anlamına gelir. Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin birkararında, “bu ilke gözetilmez ve kamu yararıbirey zararına işletilirse,haklar ve değerler örselenir: birey yararıtoplum zararına kayırılırsayargılama kilitlenebilir ve dolayısıyla her iki durumda da hukuki barıştehlikeye düşer” (4. C.D.. 5.10.1994, 7351/7693) görüşüne yerverilmiştir.

h. CMUK 260. Madde Hükmü

Bu hükme göre, mahkemenin bir yargıya, bir kanıya varabilmesiiçin, kanunda belirtilen yasakların ihlal edilmesinin tespiti yanında,sabit ve muhakkak addedilen vakaların mevcudiyeti aranır.

978

B- YASAMA SORUMSUZLUĞUNUN KAPSAMI BAKIMINDANMİLLETVEKİLLERİNİN SÖZLERİ

Anayasamızın 83. maddesinin başlığı “yasamadokunulmazlığı”dır. Madde başlığıbu olmakla birlikte bu maddedehem “yasama sorumsuzluğu” hem de “yasama dokunulmazlığı”kurumları düzenlenmiştir. Yasama sorumsuzluğu maddenin ilkfıkrasında hüküm altına alınmıştır. Bu fıkraya göre, “Türkiye BüyükMillet Meclisi üyeleri, Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden,Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki BaşkanlıkDivanı’nın teklifi üzerine Meclisçe bir başka karar alınmadıkça bunlarıMeclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlututulamazlar.”

Yasama sorumsuzluğundan bahsedilebilmesi için söz konusueylemin “Meclis çalışmaları” sırasında ve oy, söz ve düşünceaçıklamasıyoluyla işlenmiş olmasışarttır. “Meclis çalışmaları”deyimini geniş anlamda yorumlamak gerekir. Bu deyim sadeceyasama ve hükümeti denetleme görevi çerçevesinde yapılan Meclisgenel kurul toplantılarınıdeğil, komisyon toplantılarınıve siyasi partigrup toplantılarınıda kapsar (Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku,Ankara: Yetkin Yayınları, 1995, s. 250). Öte yandan, yasamasorumsuzluğu sadece oy, söz ve düşünceleri kapsar. Anayasadaki budüzenleme, parlamenter fonksiyon ile ilgili şekli bir kayıtlama olup,bunların içeriği ile ilgili değildir. Yani oy, düşünce ve sözlerin içeriği neolursa olsun yasama sorumsuzluğu kapsamındadır.

Yasama sorumsuzluğu kurumunun amacıüzerinde de durmakgerekir. Bu kurum ile parlamento üyelerine bir imtiyaz ya dadokunulmazlık yaratılması amaçlanmamıştır. Anayasamızın 10.maddesi 83. madde ile birlikte düşünüldüğünde bu kurumun amacınınbelli kişiler lehine ayrımcılık yaratmak olmadığıya da maddenin böylebir yoruma tabi tutulamayacağıaçıktır. Bu konuda demokratikülkelerdeki genel eğilim yasama sorumsuzluğu kurumununparlamenter fonksiyona bağlıolarak açıklanmasıdır.

Kurumun ortaya çıktığıİngiltere’de niçin böyle bir düzenlemeyegerek görüldüğünün araştırılmasıda yukarıdaki sonucu desteklerniteliktedir. Bili ofRights kabul edilmeden önce, Avam Kamarasıbaşkanına hakaret eden Eliot, Hollis ve Valentine ingiltere KrallıkMahkemesi tarafından cezalandırılmışlardır. Bu karar İngiliz LordlarKamarası tarafından bozularak “parlamentoda söylenen sözleriniçerikleri ne olursa olsun, parlamento dışı bir organ bunları

979

cezalandıramaz, kontrole tabi tutamaz” denmiştir (Çetin Özek,“Mutlak Yasama Dokunulmazlığı Sınırlanabilir mi’?”, İstanbulÜniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası. C. 31, 1965, ss. 87-88).

Anayasa Mahkememiz de benzer bir görüşe 1986 yılındaverdiği bir kararda yer vermiştir. Bu kararda Yüksek Mahkeme şöyledemiştir:

“Anayasa’nın ‘Yasama dokunulmazlığı’ başlıklı83. maddesi‘yasama sorumsuzluğu’ ile ‘yasama dokunulmazlığı’nı birlikledüzenlemiştir. Milletvekilinin, yasama işleriyle ilgili olarak Meclis’lekullandığıoylar, söylediği sözler, ileri sürdüğü düşünceler nedeniyleyasama organıdışında herhangi bir makam tarafından sorumlututulamamasıanlamına gelen ve 83. maddenin birinci fıkrasında yeralan ‘sorumsuzluk’un amacı, ulusal iradenin tam bir serbestlikleaçıklanmasıyla birlikle görevin tam bağımsızlıkla yerine getirilmesinigüvenceye almasıdır. Yasama organıüyesinin yasama çalışmalarınakatılmasının, bağımsızlığının güvencesi olan ve 83. maddenin ikincive sonraki fıkralarında kurala bağlanan ‘dokunulmazlığın amacıise,siyasal nedenlerle milletvekilini, özellikle, siyasal iktidarın açtırmakisteyeceği kovuşturmalara karşıkorumaktır. Bu kurumlar, yasamaorganıüyelerinin sorumsuz ve cezasız kalmalarıiçin değil, görevleriniher yönden özgür bağımsız endişesiz yerine getirmelerini sağlamakiçin öngörülmüşlerdir” (E. 1986/13. K. 1987/12. KT. 22.5.1987,AMKD, C. 23, s. 252) (a.b.ç.).

Bu kararda da işaret edildiği gibi, yasama sorumsuzluğukurumunun amacı, ulusal iradenin tam bir serbestlikle açıklanmasıvemilletvekilliği görevinin tam bağımsızlıkla yerine getirilmesiningüvenceye alınmasıdır. Ayrıca Mahkeme’ye göre bu kurum yasamaorganı üyelerinin görevlerini özgür, bağımsız, endişesiz yerinegetirmelerini sağlamak için öngörülmüştür.

Yasama sorumsuzluğu kurumunun bir başka niteliği isemutlaklığıdır. Yasama sorumsuzluğu yasama dokunulmazlığındanfarklıolarak nispi değil mutlak bir koruma sağlar. Bu sorumsuzlukhalinden herhangi bir nedenle vazgeçilemez. Yasama sorumsuzluğufiillerin tüm neticelerine yönelik bir sorumsuzluk halidir (Metin Kıratlı,Parlamenter Muafiyetler, Ankara: A.Ü. Siyasal Bilgiler FakültesiYayınları, 1961, s. 67. 69). Mamafih, yasama sorumsuzluğununmutlaklığı bazı hukuk sistemlerinde sınırlandırılmıştır. Örneğin,milletvekilinin yasama organındaki konuşmaları ile hakarettebulunması ve sövmesi bazı sistemlerde sorumsuzluk dışı

980

bırakılmıştır. Bizim hukuk sistemimizde ise bu şekilde bir istisna dahikabul edilmemiş, sorumsuzluk nispileştirilmemiştir. Burada önemlevurgulanmasıgereken bir nokta, yasama sorumsuzluğunun buşekilde sınırlanmasının ancak anayasal bir düzenlemeyle mümkünolabilmesidir. Anayasal organlar için sorumluluk istisnai ve açıkhükümlere dayanmalıdır. Eğer sorumsuzluğun bir istisnasıvarsa bumutlaka anayasada gösterilmelidir.

Bu çerçevede yasama sorumsuzluğu kurumunun ana unsurlarışu şekilde özetlenebilir:

-Yasama sorumsuzluğu yasama fonksiyonunun iyi işlemesi içinkabul edilmişbir kurumdur (Özek, a.g.e., s. 93).

Bir demokraside milletvekillerinin korkusuz ve endişesizfikirlerini açıklayabilmeleri gerekir. Eğer bir milletvekili örneğinpartisinin kapatılacağıendişesi ile TBMM kürsüsünde konuşamıyorsa,salt bu endişenin doğuracağıçekingenlik dahi milli iradenin tam veeksiksiz biçimde oluşmasını engelleyecektir. Milletvekili endişeduymasa dahi, üyesi bulunduğu parti kapatılma korkusuyla kendiüyelerinin düşüncelerini açıklamasınıyasaklayabilecektir. Böyle birolasılık halinde milli iradenin oluşmasının daha ciddi bir tehdit altındaolacağıve milletvekillerinin yasama ve denetleme görevlerini hakkıylayerine getiremeyecekleri açıktır.

Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ve Mahkemesi’ninkararlarında da yasama sorumsuzluğunun yasama fonksiyonu vedemokrasi ile bağına değinilmiştir. Komisyon bir kararında, BirleşikKrallık Parlamentosunda bir hükümet üyesinin bir vatandaşıajanolmakla itham edici konuşmalarına karşı, vatandaşın iç hukuktayasama sorumsuzluğu nedeniyle ulusal mahkemelerin kendidavasına bakmayacaklarını, bunun da Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi’nin 6. maddesinde düzenlenen “adil yargılanma” ilkesineaykırılık oluşturduğu iddiasında bulunmuştur. Komisyon bu iddiayıyerinde bulmamıştır. Komisyon”a göre yasama sorumsuzluğu kişileretanınan bir hak olmayıp, Sözleşme’nin önsözünde yer alan “hakikatendemokratik bir siyasi rejim”i oluşturmanın gereklerinden biridir(Başvuru 7729/76, Philip Humetî Agee v. ıhe United Kingdom,17.12.1976, Komisyon Kararı. D.R. 7, s. 164). Bu nedenle yasamasorumsuzluğu kurumunun koruduğu “demokratik siyasi rejimdir vedemokratik siyasi rejimin işlemesini aksatacak her müdahale yasamasorumsuzluğunun amacına aykırıdır (Jürgen Bröhmer, State Immıınity

981

and thc Violatiou ofHuman Rights, The Hague: Martinus Nijhoff, 1997,s. 169).

Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi de bir kararında ifadehürriyetinin herkes için önemli olduğunu, ancak milletin seçilmiştemsilcileri bakımından özellikle bir önem arz ettiğini belirterek,yasama sorumsuzluğunun temelinde resmi görüş ve tutumlaramuhalif olan anlayışların siyaset sahnesinde ifade edilmesininyattığınıbelirlemiştir (15774/89, Piermont. v. France, MahkemeKararı, 27.4.1995). Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi başka birdavada da (Başvuru 11798/85, Castelh v. Spain, Mahkeme Kararı,23.4.1992) herkes için önemli olan ifade hürriyetinin halkın seçilmiştemsilcileri açısından daha da önemli olduğunu, bu nedenlemuhalefet üyesi parlamenterin ifade hürriyetine yapılan müdahalenindemokratik toplum düzeninin gerekleri ile uyuşmadığınıözelliklevurgulamıştır.

-Yasama sorumsuzluğu objektif bir statünün ifadesidir (Özek,a.g.e., s. 95).

Yasama sorumsuzluğu milletvekilinin sübjektif bir hakkıdeğil,objektif bir statüdür. Dolayısıyla eğer anayasa koyucu bu kurumunkötüye kullanımınıönlemek istiyorsa objektif kurallarla bu sınırlarınbelirlenmesi gerekir. Yorum yoluyla bu objektif statünün sınırlarıgenişletilip daraltılamaz.

-Anayasamız yasama sorumsuzluğunun kısıtlanmasıkonusunda bir usul tespit etmemiştir (Özek. a.g.e., s. 96).

Anayasa, yasama sorumsuzluğunu sınırlamak isteseydi busınırlarıve sınırlamada uyulmasıgereken usulü gösterirdi. Oysa,kurumun çerçevesini belirleyen fiillerin işlendiği yer ve nitelikleribakımından getirilen kısıtlamalar dışında herhangi bir anayasalkısıtlama söz konusu değildir. Bu nedenle yasama sorumsuzluğununkapsamına giren bir konu doğrudan ya da dolaylıolarak yargısaldenetime tabi kılınamaz. Bu fiillerden hareketle milletvekilinde korku,endişe ve çekingenlik oluşturabilecek kararlar alınamaz.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından sunulan delillerarasında yer alan ve TBMM çatısıaltında yapılan konuşmaların, ilerisürülen görüşler ile düşüncelerin yasama sorumsuzluğu kapsamındaolduklarına şüphe yoktur. Bu fiillere dayanarak milletvekilinin aitolduğu partiye sorumluluk yüklemek yasama sorumsuzluğunun

982

“mutlak olma” niteliğini bozar. Yasama sorumsuzluğu kişiye değil,fakat hukuki yollarla işbaşına gelen organa ve bu organın işleviniyerine getirmesini olanaklı kılan tüm birimlere tanınmıştır.Milletvekillerinin bu kurumdan yararlanabilmeleri, içinde bulunduklarıstatü gereğidir. Dolayısıyla, bu objektif statü sadece anayasatarafından sınırlandırılabilir. Sorumsuzluğun objektif statü olmasıyorumla sınırlamalar getirilmesi yolunu da kapar.

Tüm bu nedenlerle ve yukarıda değindiğimiz AnayasaMahkememizin 1986 yılında vermişolduğu karar ışığında, ayrıca bireylem yoksa ve sorumsuzluğun sınırlarıiçinde kalıyorsa söz konusudelillerin Mahkeme tarafından incelenmesi mümkün değildir. Aksi birtutum sorumsuzluk kurumunun amacından sapmasıve tamamenetkisini yitirmesi sonucunu doğuracaktır. Demokratik bir ülkedeyasama organında yapılan konuşmaların mahkeme dosyasınagirmesi dahi o demokrasi hakkında şüphe uyandırmaya yetecektir.Yasama sorumsuzluğunun sınırlanmasına ihtiyaç duyuluyorsa bununmutlaka yasama organı tarafından bir anayasa değişikliği ilegerçekleştirilmesi ve objektif statünün yeniden tanımlanmasıgerekir.

C- HUKUKA AYKIRI OLARAK ELDE EDİLEN DELİLLERİNDAVADA KULLANILABİLİRLİĞİSORUNU

I. Genel Olarak

Çağdaşhukuk sistemlerinde, gerek kişilerin özel hayatlarınayasadışıolarak müdahale edilmesi gerekse bu yoldan elde edilendelillerin davalarda hükme esas alınmasıgenellikle hukuka aykırı-hatta bazıörneklerde suç sayılmaktadır. Örneğin, Amerika BirleşikDevletleri’nde Federal Yüksek Mahkeme 1914 yılındaki Weeks v.United States kararından beri. yasadışıyoldan elde edilen delillerinyargılamalarda kullanılmasınıAnayasa’nın 1791 tarihli DördüncüDeğişikliği’nde güvence altına alınmışolan özel hayatın korunmasıkuralına aykırı saymaktadır (exclusinaryrule). ABD YüksekMahkemesi’nin içtihadına göre, bu “geçersizlik kuralı” (veya Türkçeliteratürdeki adıyla “delil yasağı”) içtihadi yolla tesis edilen anayasalbir ilkedir ve böyle bir güvencenin olmamasıhalinde, yurttaşlar“konutlarına ve mahremiyetlerine (yapılacak) keyfi tecavüzler”e karşıtamamen korumasız kalırlar. Oysa bu tür bir koruma kişi haklarınınvazgeçilmez (asli) bir unsurunu oluşturur. Yüksek Mahkeme 1961yılında verdiği Mapp v. Ohio davasıkararında da bu içtihadınıteyitetmiştir. Gerçi, Yüksek Mahkeme kimi başka kararlarında delilyasağına “kaçınılmaz bulgu” ve “iyi niyet” istisnalarıgetirmişise de,

983

yasadışıyoldan elde edilen delillerin hükme esas alınamayacağıhususu genel bir kural olarak hâlâ varlığınıkorumaktadır (David M.O’Brien. Constituîional Law and Politics, C. 2: Civil Righls and Çivi]Liberties, New York. W. W. Norton ve Company. 2. Baskı, 1995, ss.902-908).

Kaldıki, Ceza Hukuku Profesörü sayın Dr. Feridun Yenisey’indosyada yer alan raporunda da işaret edildiği gibi, Amerikan FederalCeza Kanunu’nda hukuka aykırıolarak elde edilen delillerin “herhangibir muhakemede” delil olarak ileri sürülemeyeceğine ilişkin bir hükümde yer almaktadır. Yani, söz konusu delil yasağıartık sadece içtihadibir ilke veya kural olmayıp yasal bir hükümdür. Hukuka aykırıdelillerindavalarda kullanılmasına yasak getirilmesinin amacı “sanığınAnayasa teminatıaltına alınmışolan haklarını(ı) ihlal” edilmemesidir.Ayrıca, özel kişiler tarafından hukuka aykırıyollardan elde edilmişolan deliller kısmen bu yasağın dışında kalıyorlarsa da, FederalAlmanya’da ağır hukuka aykırılık veya hak ihlalleri durumunda delilyasağıgeçerliliğini korumaktadır.

II- Hukukumuzda Hukuka AykırıOlarak Elde Edilen DelillerinDeğeri

Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun, ceza davalarınauygulanacak usul kurallarınıgösteren bir düzenleme olmakla birlikte,Anayasa ve ilgili yasaların açık hükmü ile Anayasa Mahkemesi”ningörevine giren ve fakat kendine özgü bir dava niteliği taşıyan siyasiparti kapatma davalarına da bu kanun hüküm ve ilkelerinin işinniteliğine uygun olduklarıölçüde uygulanmasıgerekmektedir.

Ceza Usul Hukuku’nun önemli ilkelerinden biri “delilserbestisi”dir. Yani Ceza Usul hukukunda, Medeni Usul Hukuku’ndanfarklıolarak her şey delil olarak kabul edilebilir. Tarafların sunduğudelillerden ne çıkarım yapılacağıise yargıçların takdirine bırakılmışbirkonudur. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 254. maddesininbirinci fıkrasına göre, “Mahkeme irat ve ikame edilen delilleri,duruşmadan ve tahkikatten edineceği kanaate göre takdir eder.”

Ancak bu takdir yetkisi sınırsız değildir. Delil serbestisi vedelillerin yargıçların kanaatine göre takdir edileceği ilkelerinin bellisınırlarıvardır. Bu sınırlardan biri de ancak kanunla izin verilenyöntemlerle toplanmışdelillerin mahkemeye sunulabilmesidir. Başkabir deyişle, kanunla yasaklanmış yöntemlerle toplanan delillerMahkeme tarafından dikkate alınmazlar.

984

Hukukumuzda eskiden beri bazıdelil yasaklarımevcuttur.Örnek olarak, hukuka aykırıolarak yapılan vücudun fiziksel veyaruhsal muayenesi sonucunda elde edilen bulguların delil olaraksunulması(CMUK, md. 66/son, 74), tanıklıktan veya yemindençekinme hakkınıkullanmışbulunanların hukuka aykırıbir şekildetanık olarak dinlenmesi (CMUK, md. 47 vd., 245) verilebilir. Bununlabirlikte, delil yasaklarıkonusunda genel bir hüküm 1992 yılından beriyürürlüktedir.

Bazı delil toplama yöntemlerinin kanunla, açık olarakyasaklanmasıceza yargılamasısistemimize 1992 yılında girmişolmakla birlikte, bu tarihten daha önce de mahkemeler kanuna,ahlaka ve adaba aykırıolarak elde edilen delillerin hakim tarafındandikkate alınmayacağına karar vermişlerdir. Örneğin, AskeriYargıtay’ın 2. Ceza Dairesi 26.4.1973 tarihli bir kararında “... kanuna,ahlaka ve genel adaba aykırısurette toplanan delilleri hakim telakkietmekten kaçınmak zorundadır” görüşüne yer vermiştir.

1992 yılında 3842 sayılıKanun ile Ceza Muhakemeleri UsulüKanunu’nda değişiklik yapılmış ve kanuna iki önemli hükümeklenmiştir. Bunlardan ilki CMUK’nun 135 ve 135/a maddelerinde yeralan sorgulama usulü ve yöntemine ilişkin sınırlamalardır. Biziyakından ilgilendiren diğer değişiklik ise, CMUK 234. maddesininikinci fıkrasında yer alan “soruşturma ve kovuşturma organlarınınhukuka aykırışekilde elde ettikleri deliller hükme esas alınmaz”şeklindeki kuraldır.

Bu hükümle birlikte Ceza Muhakemeleri Kanunu’na delilyasakları ile ilgili genel ve kapsayıcıbir hüküm konulmuştur.Maddenin lafzından açık ve net bir şekilde anlaşılacağıgibi hükmeesas alınmasıyasaklanan deliller “hukuka aykırışekilde elde edilen’delillerdir. Yani, hukuka aykırıolduğu anlaşılan bir delil Mahkemetarafından kullanılmayacak, hükme esas alınmayacaktır. Yargıtay 8.Ceza Dairesi’nin yeni bir kararında (Ek 1) hukuka aykırıelde edilendelillerin değeri belirlenmiştir. Bu kararda 8. Ceza Dairesi, “polisinduyum üzerine (sanığın) haberleşme özgürlüğüne aykırıolarakmahkeme kararına dayanmaksızın özel hayata müdahale biçimindetelefonun dinlenmesi yoluyla elde edilen bilgilerin hükme esasalınmasınıCeza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 254. maddesineaykırıbulmuştur (Yargıtay 8. Ceza Dairesi, E. 1999/9021, K.1999/9538 KT. 9.6.1999).

985

Türk hukukunda “hukuka aykırılık”tan ne kastedildiği ise gerekhukuk uygulamasında gerekse doktrinde üzerinde tartışma olmayanbir konudur. Türk hukuk sisteminde hukuka aykırılık, gerek yazılıpozitif hukuk metinlerine gerekse hukukun evrensel uygulamayakavuşmuşilkelerine aykırılık anlamına gelir.

Hukuka aykırılık en başta milli hukuk sistemimiz içindeyürürlükteki tüm hukuk kurallarına aykırılık anlamına gelir. Bu çerçeveiçinde, anayasaya, usulüne uygun olarak kabul edilmişuluslararasısözleşmelere, kanunlara, kanun hükmünde kararnamelere, tüzüklere,yönetmeliklere, içtihadıbirleştirme kararlarına ve teamül hukukunaaykırıuygulamaların tümü hukuka aykırılık kavramıiçinde yer alır.

Bunun dışında, hukuk sistemimiz, hukukun genel ilkeleri adıverilen ve uygar dünyanın tüm medeni ülkelerinde uygulanan kurallarıda hukuk kuralıolarak kabul etmektedir. Hukukun genel ilkelerininneler olduğu konusunda bir belirsizlik olsa da, hukukun genelilkelerinin hukuki bağlayıcılığıbulunduğu gerek uygulamada gereksedoktrinde tartışmasız olarak kabul edilmektedir. AnayasaMahkememiz de birçok kararında, hukukun genel ilkelerinin varlığınıkabul etmenin hukuk devletinin gereklerinden biri olduğunu ve builkelerin yasakoyucu tarafından dahi yok edilemeyeceğini hükmebağlamıştır (örneğin bkz. E. 1985/31. K. 1986/1, KT. 17.3.1986,Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, S. 22. s. 115). AnayasaMahkemesi’nin bu görüşleri çerçevesinde hukukun genel ilkeleri,yasalardan, hatta Anayasa’nın değiştirilebilir hükümlerinden de üstünbir konuma getirilmiştir. Gerçekten de, bir anayasa hükmünü veyasayıdeğiştirme gücüne sahip yasakoyucu hukukun genel ilkeleriniyok etmeye yönelik bir yasama tasarrufunda bulunamaz.

Özet olarak, Türk hukuk sisteminde “hukuka aykırışekilde” eldeedilen deliller hiçbir şekilde kullanılamaz. Hukuka aykırılıktan kasıt isetüm pozitif hukuk kurallarıile birlikte hukukun kabul edilmişevrenselilkelerine aykırılıktır. Bu anlamıyla “hukuka aykırışekilde elde edilendeliller”, “yasal olmayan yöntemlerle elde edilen deliller” kavramındanyani “yasadışılıktan” da genişbir içeriğe sahiptir.

III- Özel Kişilerce Hukuka AykırıŞekilde Elde Edilen Deliller

Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 254. maddesinin ikincifıkrasıdikkatle okunduğunda, bu fıkrada hukuka aykırıolarak eldeedilen deliller bakımından sadece soruşturma ve kovuşturmaorganlarının zikredildiği görülmektedir. Acaba özel kişiler tarafından

986

elde edilen hukuka aykırıdeliller soruşturma ve kovuşturma organlarıtarafından mahkemeye sunulursa ne olacaktır? Kanunda yasak delilyöntemleri kovuşturma makamları için öngörülmüştür. Ancakanayasal haklara ağır bir müdahale söz konusuysa özel kişilertarafından hukuka aykırıbir şekilde elde edilen delillerin de delilyasaklarıkapsamına girmesi gerekir. Çünkü, delil yasaklarının asılamacıtemel insan hak ve özgürlüklerini korumaktır. Nitekim, FederalAlman Yargıtay’ıbir özel kişinin sanığın sözlerini gizlice banda almasıhalinde bu delilin değerlendirilmeye alınmayacağına karar vermiştir.Federal Almanya’da ayrıca gizlice banda alınan ya da bir kişininhatıra defterinden aktarılan ve hayatın mahrem alanınıilgilendiren birmalumatın değerlendirmeye alınmayacağıkabul edilmektedir (BahriÖztürk, UygulamalıCeza Muhakemesi Hukuku, İzmir; Dokuz EylülÜniversitesi Yayını, 3. b., 1994, s. 395).

Prof. Dr. Feridun Yenisey’in, sayın Yargıtay CumhuriyetBaşsavcısı tarafından hazırlanan “Ceza Muhakemeleri UsulüKanununun Yorumu” adlıkitabına konulmak üzere yazdığıve adıgeçen kitabın ikinci cildinde yer alan görüşleri de farklıdeğildir ve bueser bizzat Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısıtarafından kendi kitabınakonulduğundan ayrıbir anlam taşımaktadır. Yenisey, Alman hukukdoktrinine atıfta bulunarak, birey haklarına ağır müdahaledebulunulduğunda özel kişiler tarafından toplanan delillerinkullanılamayacağıgörüşüne yer vermiştir. Aynıgörüş, sayın Yeniseytarafından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı için hazırlanan veiddianame eklerinde yer alan raporda da tekrarlanmıştır.

Buna aksi bir görüşü savunmak, özel kişilere bireylerin temelhak ve özgürlüklerini ihlal etme imkanıverir ki, bu bir hukukdevletinde kabul edilemez. Daha da önemlisi, bu tür delillerin hükmeesas alınmasıson zamanlarda toplumumuzda örnekleri görülenmafya oluşumlarınıteşvik eder.

IV. Yasin Hatipoğlu ile Necmettin ERBAKAN ArasındaGerçekleştiği İleri Sürülen Görüşmenin Delil Olma Değeri

Yukarıda anlatılan genel esaslar çerçevesinde Hatipoğlu ileERBAKAN arasında gerçekleştiği ileri sürülen telefon konuşmasınınkimliği açıklanmayan bir kişi tarafından hukuka aykırıbir şekilde eldeedilerek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına sunulmasıhalinde, bukayıtların delil olarak kullanılmasıaşağıdaki nedenlerle olanaklıdeğildir:

987

1) Bir soruşturma ya da kovuşturma organıtarafından eldeedilmese de, insan haklarını çiğneyerek elde edilen delillerinmahkemeler tarafından dikkate alınmasıCMUK 254/2 hükmünedeniyle mümkün değildir.

Bu olayda, özel konuşmalarıkaydedilen kişilerin en temelhaklarıihlal edilmiştir. Çünkü Anayasa’nın 20. maddesinde “Özelhayatın gizliliğine dokunulamaz”, 22. maddesinde ise “Haberleşmeningizliliği esastır” kurallarıyer almaktadır. Anayasa’nın sözü geçen 22.maddesi haberleşme gizliliğine müdahale edilmesinin şartlarınıdabelirlemiştir. Buna göre, haberleşmenin gizliliği ilkesine ancak şudurumlarda uyulmayabilir:

a) Kanunun açıkça gösterdiği hallerin varlığı,

b) Usulüne göre verilmişbir hakim kararıya da gecikmesindesakınca olan durumlarda kanunla yetkili kılınan merciin emri.

Söz konusu olayda ise her iki koşula da uyulmamışve sözkonusu kişilerin temel hak ve özgürlükleri ihlal edilmiştir. Buçerçevede ele geçirilen bantların delil olarak kabulü olanaklıdeğildir.Böyle bir ihlal özel kişiler tarafından yapılsa dahi sonuçdeğişmeyecektir. Aksi halde resmi makamların delil toplamak içinyasadışıMafya benzeri oluşumlara dayanmasıyolu açılır ki, telefondinleme skandallarına yabancı olmayan ülkemizde böyle birgelişmenin hukuk devleti açısından doğuracağısakıncalar ortadadır.Bu yol bir kez açılacak olursa, hukuk devletinin temel kurallarındanbiri olan delil yasaklarına ilişkin varlığınıAnayasa’nın 2. maddesindekihukuk devleti ilkesinden alan kanun maddesi tüm etkisini yitirecektir.

2) Usul hukukumuzun ilkelerinden olan “dürüst işlem ilkesi” debu şekilde elde edilmiş bir delilin kullanılmasına olanak vermez.Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi’nin 6. maddesinde düzenlenen adilyargılanma hakkı, kişilerin hukuk devletinin kurallarıçerçevesindeyargılanmalarını öngörür. Bir hukuk devletinde, devletin tümorganlarının işlemleri, mevcut hukuk kuralları çerçevesindegerçekleştirilir. Bu kurala aykırılık, işlemin adil olmasınıve dolayısıylada dürüst işlem ilkesini ihlal edecektir.

3) Böyle bir delilin kabul edilmesi hukukun genel ilkelerine deaykırılık oluşturur.

988

Özel kişilerin başkalarının konuşmalarınıkaydetmesi ve devletorganlarının bu kayıtlara itibar etmeleri kamu güvenliğini de tehditeden bir yöne sahiptir. Usul hukukunun kuralları, soruşturmacıvekovuşturmacıorganlara karşıkamuyu koruyan kurallardır. Bir davadasoruşturma ve kovuşturma organlarının olayıaydınlatmak içinyaptıklarıaraştırmalar ne kadar kamu yararına ise, kamunun aynıfaaliyetlerden zarar görmemesi de eşit derecede kamu yararınadır.Dolayısıyla her iki ihtiyaç arasında makul bir dengenin kurulmasıgerekir. Bu denge hiçbir zaman tam bir matematiksel kesinliktekurulamaz. Ancak eğer temel bir hak ihlal edilmişse dengenin kamualeyhine bozulduğu kesindir.

4) Nihayet, bu şekilde elde edilen bir delil demokratik toplumdüzeninin gerekleri ile de bağdaşmaz. Demokratik toplum düzeniningerekleri Anayasa hukukumuzda bir hak ve özgürlüğünsınırlandırılabilmesinin sınırlarınıbelirlemek amacıyla kullanılan birölçüdür. Anayasamıza göre, hak ve özgürlükler kanunla veAnayasa’da gösterilen nedenlerle sınırlandırılabilir. Ancak busınırlandırma hiçbir zaman demokratik toplum düzeninin gereklerineaykırıolamaz. Bir temel hakkın ihlali pahasına delil elde edilmesi,basit bir hukuka aykırılık değildir. Bu nedenle temel hak veözgürlüklere aykırı bir şekilde delil toplanması bir kanunlagerçekleştirilse dahi, bu kanunun “demokratik toplum düzeniningerekleri” ölçütü karşısında hukuki koruma elde etmesi beklenemez.Kaldıki, söz konusu delilin elde edilişbiçimi bizzat kanun tarafındandelil yasaklarıkapsamına sokulmuştur.

Yukarıdaki tüm nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısıtarafından Anayasa Mahkemesi’ne delil olduğu iddiasıyla sunulan bubant kaydının hükme esas alınmasıhukukun genel ilkelerine,Anayasa’ya ve kanunlara aykırıdır, bundan dolayıda bu davada delilolarak kullanılamaz.

İKİNCİBÖLÜM

FAZİLET PARTİSİ’NİN KAPATILMIŞOLAN REFAH PARTİSİ’NİNDEVAMI OLDUĞUİDDİASI

A-İDDİALAR

I- Anayasal ve Yasal Dayanaklar

989

İddianamede Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, kapatılmışolanRefah Partisi’nin devamıolduğu gerekçesiyle Fazilet Partisi’ninAnayasa’nın 69. maddesinin yedinci fıkrası hükmü gereğincekapatılmasını talep etmektedir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı4.6.1999 tarihli ek dilekçesinde de aynıhükme atıfta bulunmuştur.Bilindiği gibi, söz konusu hüküm, “(t)emelli kapatılan bir partinin başkabir ad altında kurulamayacağı” amirdir.

II-İleri Sürülen Kanıtlar

1) Fazilet Partisi, RP’nin kapatılacağının anlaşılmasıüzerine“hülle partisi” olarak kurulmuştur.

2) RP’li 147 milletvekili ile belediye başkanlarının tamamınayakınıFazilet Partisi’ne katılmıştır.

3) İsmen sayılan RP’li milletvekilleri Fazilet Partisi’nin Genelİdare Kurulu ve Disiplin Kurulu üyesi olmuştur.

4) “Hoca Gemileri Yaktı” başlıklıgazete haberi.

5) Yasin Hatipoğlu’nun “Usule Aykırı” başkanlık işlemi.

6) Necmettin ERBAKAN’la TBMM Başkanvekili YasinHatipoğlu’nun telefon konuşması.

7) “RP Fazilet’e Taşınıyor” başlıklıgazete haberi.

8) İstanbul Milletvekili Ali Oğuz’un açıklaması.

9) Gazeteci Neşe Düzel’in Şevket Kazanla yaptığıkonuşma.

10) Merve Kavakçıolayının Fazilet Partisi’nin “gerçekleştirilmekistenen hedefler bakımından” RP’nin devamıolduğunu gösterdiği.

11) Muhtelif ‘İslamcı” gazete ve yazarların tutum ve yazıları.

12) TBMM’deki “Amerikan Vatandaşlığı” tartışması.

B. İDDİA VE KANITLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

I. KapatılmışBir Partinin “DevamıOlma” Kavramı

990

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının Fazilet Partisi’nin dahaönce temelli kapatılmışolan Refah Partisi’nin “devamı” mahiyetindeolduğuna ilişkin iddiasını dayandırdığıhüküm Anayasa’nın 69.maddesinin yedinci fıkrasıdır. Buna göre, “...kapatılan bir parti başkabir ad altında kurulamaz.” Keza, Siyasi Partiler Kanunu’nun değişik95. maddesi de aynıkuralıtekrarlamışve hemen devamında birsiyasi partinin kapatılmasına söz veya fiilleriyle neden olan üyelerininkapatma kararının yayımlanmasınıizleyen beşyıl içinde bir başkapartinin kurucusu, üyesi, yöneticisi veya denetçisi olamayacaklarınıve bu kişilerin siyasi partiler tarafından aday gösterilemeyeceğinibelirtmiştir. Bu duruma göre, yeni bir partinin, bir partininkapatılmasına neden olan kişileri, kurucu, üye, yönetici ve denetçiyapmasıve/veya bu kişileri toplu olarak seçimlerde aday göstermesihalinde, onun kapatılmışpartinin devamıolduğuna dair bir karineninvar olduğu söylenebilir.

Öte yandan. Anayasanın 69. maddesinin yedinci fıkrasıveSPK’nın 95. maddesi “kapatılan bir parti(nin)... kurulamayacağı”ndansöz ettiklerine göre, demek ki “devam” kavramının belirlenmesindeeski parti ile yenisi arasında sadece benzerliğin bulunmasıyeterligörülmemektedir. Bu hükümlerde iki parti arasında benzerlikten değil,aksine açık bir şekilde, kapatılan bir partinin yeniden kurulmasından,yani yeni parti ile eskisi arasında benzerliği aşan bir yakınlıktan -hattaaynılıktan- söz edilmektedir. Anayasa ve Siyasi Partiler Kanunu,kapatılmışbir partinin çeşitli unsurlarıbakımından devamıolan birpartinin kurulmasınıyasaklamaktadır. Bundan dolayı, yeni bir partininbazıbakımlardan kapatılmışbir partiyle benzerlik göstermesi kendibaşına kapatma gerekçesi olamaz.

Yeni bir partinin kapatılan bir partinin bu anlamda devamıniteliğinde olduğuna hükmedebilmek için ise, her iki partinin kimliğinintüzük ve programları, insan malzemesi (kadroları) ve faaliyetleribakımından birbiriyle büyük ölçüde örtüşmesi gerekir. Daha açık birifadeyle, yeni bir partinin kapatılmışbir partinin devamısayılabilmesiiçin sadece kadrolarının büyük ölçüde çakışmasıyeterli olmayıp, aynızamanda tüzük ve programlarının büyük ölçüde benzerlik göstermesive aynıtürden faaliyetler yapmışolmalarıda gerekir. Bu durumagöre, tüzük ve programıkapatılmışbir partininkinden tamamen farklıolan ve yürüttüğü her çeşit parti faaliyetleri bakımından eskisindenbüyük ölçüde farklılaşan yeni bir partinin, sadece kadrolarındaki kısmibenzerliğe dayanarak eskisinin devamıolduğu söylenemez.

991

Nihayet, devamlılığın tespitinde, yeni partinin kapatılmış birpartinin devamıolduğunu gösterme gayreti içinde olup olmadığıdaönemlidir. Kapatılmış bir partinin devamı olduğu yolundakiyakıştırmalara rağmen, yeni bir parti eskisinin devamıolmadığınıısrarla söylüyorsa, bunun aksine hükmetmek o partinin kendi kimliğinitanımlama hakkına da saygısızlık olur. Siyasi Partiler Kanunu’nun 96.maddesinin ikinci fıkrasındaki “Kurulacak siyasi partiler AnayasaMahkemesi’nce kapatılan siyasi partilerin devamıolduklarınıbeyanedemez ve böyle bir iddiada bulunamazlar” şeklindeki hüküm buçerçevede daha anlamlıhale gelmektedir. Başka bir anlatımla, birpartinin kapatılmışbir partinin devamıolduğunu tespit ederken, onunkendisinin de bu yolda bir iddiada bulunmasıgerekir. Bu nedenle,kapatılmışbir partinin devamıolduğu yolunda bir iddiada bulunmakşöyle dursun, bu tür iddialara ısrarla karşıçıkarak kendisinin yepyenibir parti olduğunu ve hiç bir partinin devamıolmadığınısöyleyen birpartiyi yeni bir parti saymak gerekir.

II- Fazilet Partisi KapatılmışOlan Refah Partisi’nin DevamıDeğildir

1. Fazilet Partisi Refah Partisi’nin Hukuki VarlığıDevam EttiğiSırada Kurulmuştur

Fazilet Partisi’nin, iddia edildiği gibi. Refah Partisi’nin devamıolmasımaddeten imkansızdır. Çünkü, Fazilet Partisi 17 Aralık 1997tarihinde kurulmuştur ki, bu tarihin Refah Partisi’nin AnayasaMahkemesi tarafından kapatıldığı16.1.1998 tarihinden önce olduğuaçıktır. Oysa, bir devamlılıktan söz edebilmek için, iki parti arasındazaman bakımından bir ard arda gelişin varit olmasımantıki birzorunluluktur. Aynıanda hukuken mevcut olan iki partiden birinindiğerinin “devamı” olmasıimkansızdır.

Fazilet Partisi’nin Refah Partisi’nin kapatılacağının anlaşılmasıüzerine “tedbiren” kurulmuşolduğu da söylenemez. Çünkü, hakkındakapatma davasıaçılmışolan Refah Partisi’ni Anayasa Mahkemesininkapatıp kapatmayacağınıhiç kimse önceden bilemezdi. Kaldıki, sözkonusu partinin kimi yöneticilerinin -özellikle de sayın NecmettinERBAKAN’ın- kamuoyunun bilgisi dahilinde olan bazıbeyan veaçıklamaları, kendilerinin partinin kapatılacağına ihtimal bilevermediklerini göstermektedir. Böyle bir beklenti içinde olsalar bile, okadrodan tamamen farklı, Refah Partisi’nden bağımsız bambaşka birekibin bu beklenti doğrultusunda hareket ederek Fazilet Partisi’niönceden kurduğu da düşünülemez. Böyle bir durumun varit olması

992

için Fazilet Partisi’ni kuranların eski Refah Partisi’nin yönetimkadrosunun talimatlarıdoğrultusunda hareket etmiş olduklarınınkanıtlanmasıgerekir. Esasen, Anayasa Mahkememizin kararının kimikişi veya çevrelerce önceden bilindiğini söylemek, hatta bunu imaetmek, hem bir anayasal kurum olarak bu yüksek mahkememize hemde onun sayın üyelerine bühtanda bulunmak olur.

2. Fazilet Partisi Tüzük ve Programıyla Tamamen Yeni BirPartidir

Yukarıda açıklandığıüzere, yeni bir partinin kapatılmış birpartinin devamısayılabilmesi için, her şeyden önce onun program vetüzüğü bakımından kapatılmışparti ile yakın bir benzerlik göstermesive aynısiyaset anlayışınısürdürmesi gerekir. Oysa, Fazilet Partisi’nintüzük ve programıincelendiğinde Fazilet Partisi’nin sadece ismendeğil, temel anlayışve politikalarıbakımından da gerçekten yeni birparti olduğu ve hiçbir kapatılmışpartinin devamıniteliğinde olmadığıgörülecektir.

Programı incelendiğinde görülecektir ki, Fazilet Partisidemokrasi, laiklik, hukuk devleti ve insan haklarıtemeli üstünekurulmuş, iktisadi anlayış bakımından piyasa ekonomisinibenimsemiş bir partidir. Nitekim, Programının Birinci Bölüm’ünde,“Atatürk İlke ve Devrimleri... Demokratik, Laik ve Sosyal HukukDcvleti”nin oluşturduğu genel çerçeve içinde partinin amaçlarışuşekilde belirtilmiştir:

“- Gerçek demokrasiye, en geniş anlamda insan hak veözgürlüklerine, millet iradesinin üstünlüğüne inanmak,

- Düşünce ve ifade, din ve vicdan ile, hür teşebbüsözgürlüklerinin en geniş ve kamil manada kullanımına imkansağlamak,

- Dil, din, mezhep, meşrep ve ırk ayrımıgözetmeksizin ulusalbirlik ve beraberliği temin ederek barışiçinde yaşamak,

(...)

- Sosyal ve ekonomik kalkınmayıgaye edinerek, ulusumuzunferit ve toplum olarak mutluluğunu sağlayıp, çağdaş uygarlıkdüzeyinin üzerine çıkarmak.

993

- Ülkemizde haksızlığı, adaletsizliği, çifte standardı, yolsuzluğu,insanlara zulmü ve baskıyıkaldırarak; dürüst, temiz, adaletli, güvenilirve millete hizmeti esas alan bir devlet yönetimini tesis etmek.”

Bu amaçlarınazarı itibara alındığında, Fazilet Partisi’ninmodern esaslara ve yönelimlere uygun yeni bir siyasi anlayışvekimliği temsil ettiği ortaya çıkmaktadır. Nitekim, Partinin ilkeleri ile ilgiliaçıklamalar da aynıdoğrultudadır. Bu açıklamalar dikkatle gözdengeçirildiğinde Fazilet Partisi’nin başlıca şu ilke ve esaslarıbenimsemişolduğu anlaşılmaktadır:

- ulusal iradenin üstünlüğü ve ulusun demokratik temsilcisiolarak TBMM’nin seçkin yeri,

- siyasi partilerin demokrasi için vazgeçilmezliği,

- demokratik düzenin hukuk ve adalete dayanmasıgereği,

- ulusal iradenin temel özgürlüklerin güvencesi olduğu,

- çağdaşve demokratik dünya ile bütünleşmenin demokrasinintam olarak uygulanmasına bağlıolduğu,

- demokrasinin çeşitli toplum kesimlerinin barışiçinde bir aradayaşamasının zorunlu şartıolduğu

- evrensel ve bölgesel insan haklarıbelgelerinde tanınan temelhakların ve onlarla ilgili hukuki normların bütün yurttaşlar için eksiksizolarak uygulanmasıgereği,

- insan haklarının dil, din, mezhep ve ırk ayrımıgözetilmeksizingüvence altına alınmasının devletin asli görevi olduğu,

- yurttaşların kendi dini inançlarının gereklerini serbestçe yerinegetirebilmeleri ve dine dayalızorlama yapılmamasıanlamındalaikliğin önemi,

- düşünce, söz ve kanaatlerin özgürce açıklanabilmesini vebaşkalarına iletilebilmesinin, tarafsız ve kişilik haklarına saygılıyazılıve görsel basının demokrasi için vazgeçilmezliği,

- teşebbüs hürriyetinin temel insan haklarıiçindeki önemi.

994

Parti programının Üçüncü Bolümü”nde rekabetçi piyasaekonomisine dayalı iktisadi modelin hedef olarak benimsendiğianlaşılmaktadır. Ayrıca, Türk ekonomisinin küresel rekabet içinhazırlanması, refahın artırılmasıve gelir dağılımının düzeltilmesi,devletin mümkün olduğunca ticari ve sınai faaliyetlerin dışınaçıkarılmasıve bu çerçevede özelleştirmenin hızlandırılması, ayrıcaistihdamın artırılmasıve enflasyonla mücadele iktisadi politikanıntemel amaçlarıarasında sayılmaktadır.

Fazilet Partisi’nin devletin mahiyeti, yapısıve görevleri ile ilgiligenel görüşü de çağdaş eğilimlere ve Türkiye’nin gerçeklerinetamamiyle uygundur. Partinin anlayışınca, devletin varlık nedeni halkahizmettir. Devletin bu anlayış çerçevesinde hızlı, verimli,kırtasiyecilikten uzak ve vatandaşa güven esasına dayanır biçimdeçalışması ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi önerilmektedir.Yönetimde “adalet”in sağlanması, bu çerçevede yurttaşözgürlüklerinin dokunulmazlığının sağlanmasıve mahkemelerin hızlıve etkin çalışmasının temini, hukuk devletinin tesisi, her türlü ayrımcımuamelenin kaldırılmasıpartinin hedefleri arasındadır. Ayrıca, içindebulunduğu coğrafi konum ve tarihsel gerçeklerin Türkiye’nin savunmagücünün takviyesini zorunlu kıldığıhususu da parti programınıniçerdiği esaslar arasındadır.

Fazilet Partisi’nin dışpolitika anlayışıda ülkemizde genel kabulgören yaklaşımdan özünde farklıdeğildir. Bu çerçevede, AvrupaBirliği ve Amerika Birleşik Devletleri’yle ilişkilerimizde karşılıklıgüvenve anlayışın tesis edilmesi; Uzakdoğu ülkeleri, islam dünyasıve TürkiCumhuriyetlerle çok yönlü ilişkiler kurulmasıve geliştirilmesi venihayet Türkiye’nin Orta Doğu ve Balkanlarda daha aktif bir dışpolitika izlemesi ve önder rol üstlenmesi savunulmaktadır. Parti’ninhedeflediği dışpolitika anlayışıkısaca aktif, dengeli ve kişilikli olaraközetlenebilir.

Fazilet Partisi ayrıca, kapatılmışolan Refah Partisi’nden farklıolarak, “çok hukukluluk”u değil, hukukun tekliğini esas alır. Parti keza,programından da anlaşıldığı gibi, evrensel-demokratik laiklikanlayışınısavunur. Türkiye’nin dışilişkilerini öncelikle Batıdünyasıekseninde yürütmekten yanadır. Nitekim, Parti Programı’ndaülkemizde “demokrasinin tam ve kamil manada uygulanmasınınyolunun “çağdaş, demokratik dünya ile bütünleşmek”ten geçtiğiözellikle vurgulanmıştır. Bu haliyle Fazilet Partisi Batıdemokrasilerindeki liberal veya liberal-demokrat partilere

995

benzemektedir. Fazilet Partisi’nin bu kimliğiyle Türk siyasal sistemiyelpazesi içinde yerleştirilebileceği en uygun konum ise “merkez”dir.

3. Fazilet Partisi “Hülle Partisi” Değildir

İddianamede Fazilet Partisi’nin kapatılmışolan Refah Partisi’nindevamıolduğunun kanıtlan olarak ileri sürülen iddialardan birincisiFazilet Partisi’nin bir “hülle partisi” olarak kurulmuş olduğudur.Bildiğimiz kadarıyla, böyle bir kavram ne -Anayasa başta olmaküzere- siyasi partiler mevzuatımızda ne de Türk kamu hukukudoktrininde yer almaktadır. En azından Anayasamız ve siyasi partilerhukukumuz bakımından “hülle” kavramıteknik bir terim sayılamaz.Gerek Anayasa gerekse Siyasi Partiler Kanunu “demokratik siyasihayatın vazgeçilmez unsurları” olarak görülen siyasi partileri özel birdüzenlemeye tabi tutmuş ve bu çerçevede siyasi partilerin tabiolacaklarıesaslarıve hangi nedenlerle kapatılacağınıayrıntılıbirbiçimde göstermiştir. Bu nedenle, Cumhuriyet öncesi hukuksisteminden günlük dile miras kalmış olan ve siyasi partilerinyürürlükteki hukuki rejimi açısından uygulanabilirliği olmayan “hülle”kavramına dayanarak bir partinin kapatılmasıistenemez. Esasen,yeni bir partinin, hangi şartlar altında kapatılmışbir partinin devamısayılacağıhususu yukarıda açıklanmışolup, “hülle” kavramınıbuşartlar arasına dahil etmenin hiçbir hukuki imkanıbulunmamaktadır.

Esasen, Anayasa Mahkememiz de bir kararında, bir partininkapatılmışbaşka bir partinin devamıolduğunu belirlemede “imaj” ve“izlenim” gibi hukuki olmayan ve anlamı belirsiz kavramlaradayanılamayacağım belirtmiştir, (bkz. E. 1984/1 K. 1984/1 ve28.9.1984 tarihli DYP kararı, Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi,Sayı20, s. 510). Yüksek Mahkeme, söz konusu kararında siyasipartilerin kapatılma nedenleri açısından kullanılan kavramlarda “bellibir açıklık, belirginlik” bulunmasının gerekli olduğunu belirterek, “üstükapalı, dolaylı, belirgin olmayan durumların da yasak kapsamınaalınması düşünülseydi, bu(nun yasada)... açıkça belirtilecek”olduğuna dikkat çekmiştir. Aynışekilde, “objektif ölçüleri olmayansübjektif değerlendirmelere açık kavramlar”a dayanarak bir partininkapatılmasıistenemez. Mahkemeye göre, kapatma nedenlerini genişyorumlamak kanunun amacına aykırıolduğu gibi, “kanunsuz suçolmaz” ilkesine de aykırıdır. “Hülle” kavramıda aynıtürden bir kavramolup, siyasi partiler hukuku bakımından uygulanabilirliğibulunmamaktadır.

996

4. Refah Partili Milletvekili ve Belediye Başkanlarının FaziletPartisi’ne Geçmesi Sorunu

İddianamede 147 Refah Partili milletvekilinin ve belediyebaşkanlarının tamamına yakınının Fazilet Partisi’ne geçmişolmasıikiparti arasında bir devamlılık ilişkisi olduğunu gösteren kanıtlararasında zikredilmiştir. Her şeyden önce belirtmek gerekir ki, FaziletPartisi’ne geçen eski Refah Partili milletvekillerinin sayısıYargıtayCumhuriyet Başsavcısı’nın iddia ettiği gibi 147 değil 144’tür. Ne var ki,etkinlikleri bakımından sıradan parti mensuplarından farklıolsalar da,gerek milletvekilleri gerekse belediye başkanlarının parti üyesi olmakbakımından milyonlarca benzerlerinden hukuken bir farkıve ayrıcalığıyoktur. Refah Partili 144 milletvekili ile çok sayıda belediyebaşkanının Fazilet Partisi’ne geçmişolmasıolgusu iki parti arasındasadece kadrolar bakımından, o da kısmen, bir benzerlik olduğunugöstermektedir. Bu ise Fazilet Partisi’nin kapatılmış olan RefahPartisi’nin hukuken (Anayasal anlamda) devamı olduğunugöstermeye yetmez. Kaldı ki, Anayasa Mahkemesi kararıylayasaklanmışolmayan parti mensuplarının başka bir partide siyasifaaliyet göstermeleri gayet doğaldır. Aksi halde, bir kısım yurttaşınsiyasi haklarına keyfi olarak kısıtlama getirilmişolduğunu kabul etmekgerekirdi. Söz konusu milletvekilleri ve belediye başkanlarıbaşka birpartiye de geçmişolabilirlerdi, sırf buna bakarak o parti veya partilerinde Refah Partisi’nin devamıolduğuna mıhükmetmek gerekecekti?Nitekim bazıeski Refah Parti’li milletvekilleri de Anavatan Partisi’neve Doğru Yol Partisi’ne geçmiştir.

5. BazıRefah Partili Milletvekillerinin Fazilet Partisinde Yönetimve Denetim Mevkilerinde BulunmalarıSorunu

Anayasanın 69. maddesinin sekizinci fıkrasına göre, herhangibir partinin yöneticisi ve deneticisi olamayacak olanlar sadecepartilerinin kapatılmasına söz ve eylemleriyle sebebiyet vermişolanparti üyeleridir. Bunun dışında, kapatılmışbir partinin mensuplarıiçingenel bir siyaset yasağıbulunmamaktadır. Hakkında siyaset yasağıbulunmayan yurttaşların herhangi bir partide yönetim ve denetimmevkilerinde görev almalarının önünde herhangi bir hukuki engel debulunmamaktadır. Öte yandan, yukarıda açıklanan esaslarçerçevesinde, kapatılmış bir partinin bazımensuplarının yeni birpartinin yetkili organlarında görev almışolmaları, kendi başına, opartiyi eskisinin devamıyapmaz. Kaldıki, Fazilet Partisi içindeki eskiRefah Partililer genel olarak olduğu kadar yönetim ve denetim

997

kurullarında da azınlık durumundadırlar. Bu durumda. Fazilet Partisibu nedenle de Refah Partisi’nin anayasal anlamda devamısayılamaz.

Kaldıki, gerek durumlarıyukarıda (4 nolu) başlıkta tartışılan,gerekse şimdi söz konusu edilen eski Refah Partililer, FaziletPartisi’nin bütün üyeleri içinde küçük bir azınlık teşkil etmektedirler.Fazilet Partisi üyelerinin çoğunluğu ise daha önce herhangi birpartinin üyesi olmayan yurttaşlardan oluşmaktadır.

6. “Hoca Gemileri Yaktı” BaşlıklıGazete Haberi

Kapatılan Refah Partisi Genel BaşkanıNecmettin ERBAKAN’ınFazilet Partililere TBMM’de nasıl davranmalarıgerektiği konusundakimi Fazilet Partililere talimat verdiği yolundaki bu gazete haberiFazilet Partisi’nin kapatılan Refah Partisi’nin devamımahiyetindeolduğunun bir kanıtıolamaz. Bir kere, bu haberin gerçek bir olayıaksettirdiğinin hiçbir kanıtıolmayıp, bir rivayetten ibaret olduğu açıktır.İkinci olarak, Necmettin ERBAKAN’ın kime, hangi parti yetkilisine nesöylediği ve nasıl bir karşılık gördüğünün açık-seçik belli olmadığıbirrivayetten kesin yargısal sonuçlara ulaşılmasımümkün değildir.Üçüncü olarak, daha önceki siyasi hayatlarında yakınlıklarıve mesaiberaberlikleri bulunan kimi Fazilet Partililerin bireysel olarakERBAKAN’la görüşmüş olmalarıihtimali insani ilişkiler açısındanolağan karşılanmasıgereken bir durumdur; bundan kurumsal olarakpartinin kimliğiyle ilgili hukuki sonuçlar çıkarılamaz. Nihayet, haberdeiddia edilen hususlar doğru olsa bile, bu durum Fazilet Partisi’ninSiyasi Partiler Kanunu’nun 95. maddesindeki anlamda RefahPartisi’nin devamıolduğu anlamına gelmez. Maddede belirtilendurumların hiç birisi varit değildir.

7. Yasin Hatipoğlu’nun Meclis Başkanvekili Olarak YaptığıveUsule AykırıOlduğu İddia Edilen İşlem

Meclis Başkanvekili Yasin Hatipoğlu’nun usule aykırıolduğuiddia edilen şekilde bir önergeyi gündeme alma girişimine bakarakFazilet Partisi ile kapatılan Refah Partisi arasında hukuki birdevamlılık ilişkisi kurulamaz. Çünkü, bu işlem “usulsüz” bile olsaFazilet Partisi’nin değil, bireysel olarak Yasin Hatipoğlu’nun birişlemidir; daha doğrusu Hatiboğlu’nun bir “partili” olarak değil,Anayasa’nın 94. maddesi çerçevesinde Meclis Başkanvekili olarakyaptığıbir işlemdir. Kaldıki, Yasin Hatipoğlu’nun söz konusu girişimisonuç vermemiş, işaret edilen önerge gündeme alınmamıştır.

998

8. Necmettin ERBAKAN’la TBMM Başkanvekili Yasin HatipoğluArasında Geçtiği İddia Edilen Telefon Konuşması

Bu konuşmanın delil olabilirliği sorununu usule ilişkin sorunlarbahsinde tartışmış ve Türk pozitif hukuku bakımından bununmümkün olmadığısonucuna varmıştık. Mamafih, bundan dolayı, bukonuşmanın Yüce Mahkememiz tarafından hiç nazarı itibaraalınmayacağınıumuyoruz.

Kaldıki, özel kişiler tarafından elde edilen bu gibi delillerkendisine ulaştığında her kamu makamının yurttaşların temelhaklarına açık bir müdahale teşkil eden bu olay hakkında hemengerekli hukuki işlemi yapmasıgerekir. Aynıyükümlülüğün, bir kamugörevlisi olan sayın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısıaçısından da sözkonusu olduğu şüphesizdir. Sayın Yargıtay CumhuriyetBaşsavcısı’nın kendisine söz konusu bandıgetirenler hakkında enazından suç duyurusunda bulunmasıgerekirken bu ödevini ihmaletmesinin, üstelik bunu Yüce Mahkeme’de kullanılacak bir delil olarakdava dosyasına koymasının uygun bir davranışolmadığıaçıktır.Ayrıca, bu tür davranışların kimi yasadışıgrupların yurttaşların özelhayatlarına keyfi müdahalelerini teşvik edici bir etki yaratacağıdakesindir.

Öte yandan, söz konusu olayın sayın Yargıtay CumhuriyetBaşsavcısı’nın belirttiği şekilde gerçekleştiği de tam bir kesinliklesöylenemez. Varsayım olarak şöyle düşünmek mümkündür: SayınYargıtay Cumhuriyet Başsavcısıaslında ERBAKAN’la Hatipoğluarasındaki konuşmayıkendisi kayda aldırmış, fakat CMUK’nun“yasadışı yoldan elde edilen delillerin mahkemede ilerisürülemeyeceği’ yolundaki kuralınedeniyle, kasetin başkalarıncakendisine getirilmişolduğunu ileri sürmüştür. Bundan dolayı, sayınYargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın. bu iddiasını kanıtlamadığısürece, söz konusu kaseti kendisinin veya memurlarının değil dedışarıdan birtakım özel şahısların elde edip kendisine ulaştırmışolduğu hususu sadece bir iddia olarak kalmaya devam edecektir.Kaset bu nedenle de bu davada delil olarak kullanılamaz.

Kaldıki, bu kaset geçerli bir delil sayılsa bile, NecmettinERBAKAN’la Yasin Hatiboğlu arasındaki konuşmanın içeriğinebakılarak da Fazilet Partisi’nin kapatılmış olan Refah Partisi’ninhukuken devamımahiyetinde olduğu söylenemez. Çünkü, her şeydenönce, konuşmanın yapıldığıtarih itibariyle TBMM Başkanvekili olanYasin Hatipoğlu Fazilet Partili olmakla beraber, TBMM Başkanvekili

999

sıfatıyla hareket ettiği durumlarda Fazilet Partisi’ni temsil edemez.Çünkü, Anayasa ve TBMM İçtüzüğü Başkanlık Divanıüyelerininpartilerinden bağımsız olmalarınıöngörmüştür. Nitekim Anayasa’nın94. maddesinin son fıkrasına göre, ‘Türkiye Büyük Millet Meclisi (...)Başkanvekilleri, üyesi bulunduklarısiyasi partinin veya parti grubununMeclis içinde veya dışındaki faaliyetlerine (...) katılamazlar.”Kapatılmış olan Refah Partisi’nin Genel Başkanı NecmettinERBAKAN’la Yasin Hatipoğlu arasında geçtiği iddia edilen konuşmada parti faaliyetlerinden tamamen bağımsız bir konuyla, TBMM’ninyönetimiyle ilgilidir.

İkinci olarak, konuşmadan anlaşıldığına göre. NecmettinERBAKAN kendi konumuyla ilgili olarak sadece Yasin Hatipoğlu’ndandeğil, bazıbaşka parti mensuplarıve milletvekillerinden de taleplerdebulunmuşve yardım istemiştir. Bunlar arasında Demokrat TürkiyePartisi Genel BaşkanıHüsamettin Cindoruk ve Yalım Erez de vardır.Kaldıki, bu konuşmadan, ortada Necmettin ERBAKAN’la YasinHatipoğlu’nun birlikte planladıkları bir işin varlığı yerine,ERBAKAN’nın tek taraflıolarak Yasin Hatipoğlu’nu yönlendirmeçabasıiçinde olduğu ve Hatipoğlu’nun onun isteklerine direnmeyeçalıştığıda anlaşılmaktadır.

Nihayet, daha genel olarak bu konuşmanın ortak geçmişleri,dostluk ve yakınlıklarıbulunan kişiler arasındaki normal insani ilişkileraçısından da değerlendirilmesi gerekir. Herhalde, hiçbir politikacının,eski partisinin kapatılmasıüzerine eski lideri ile bütün insani ilişkilerinive dostluğunu kesmesi beklenemez. ERBAKAN ve Hatipoğlu gibi 30yıl birlikte siyaset yapmış kişiler arasında özel hayatlarındakiyakınlıklar ve medeni ilişkiler elbette devam edecektir. Bu türden birinsani ilişki kapatılmışbir parti (Refah Partisi) ile yeni bir parti (FaziletPartisi) arasında hukuken devamlılık ilişkisi bulunduğunun bir kanıtıolarak görülemez.

9. “RP Fazilet’e Taşınıyor” BaşlıklıGazete Haberi

Bu haber de, bir gazetenin Fazilet Partisi üzerinde belli biryönde kamuoyu baskısı yaratmak amacıyla kurguladığı vedoğruluğuna dair herhangi bir kanıtın bulunmadığıbir haberdir.Ortada sadece bir iddia bulunmaktadır. Bu nedenle hukuki delil olmadeğeri bulunmamaktadır.

10. İstanbul Milletvekili Ali Oğuz’un Açıklaması

1000

Sayın Ali Oğuz’un açıklamaları tamamen kendi kişiseldeğerlendirmeleri olup Fazilet Partisi’ni bağlamaz. Kaldı ki,sözkonusu beyanat tarihinde Fazilet Partisi’nin üyesi de olmayan birkişinin o partiyle ilgili beyanının hiçbir bağlayıcılığıolamaz. FaziletPartisi kendi siyasi kimliğini ve pozisyonunu üyesi bile olmayankişilerin temennilerine göre belirlemez; parti kimliğini, yukarıdaaçıkladığımız gibi, programıyla ayrıntılıolarak ortaya koymuştur.

11. Gazeteci Neşe Düzel’in Şevket Kazan’la YaptığıKonuşma

Şevket Kazan, Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla Anayasagereğince beşyıl süreyle siyasetten yasaklanmışbir kişidir; tabiatıylapartimizin üyesi de değildir. Bu konuşmada sayın Şevket Kazan’ınyaptığı açıklamalar tamamen kendi temennilerinden ibarettir.Partimizle herhangi bir hukuki ilişkisi bulunmayan bir eski politikacınınyaptığıaçıklamaların Partimizi hiç bir biçimde bağlamayacağıhususuayrıca izahıgerektirmeyecek kadar açıktır. Şevket Kazan’ın, “Bensiyasetin her zaman içindeyim, kanun teklifleri hazırlayıp Meclistebunlarıkanunlaştırırım” şeklindeki ifadesi de, kişisel bir övünmedenibaret olmasıbir yana, bir takım hususların yasalaşmasıhususundagirişimde bulunmak her yurttaşın hakkıdır. Değil eski bir bakan vemilletvekili, herhangi bir yurttaşda tanıdığıparlamenterlerle temaskurmak suretiyle belli bir konuda yasal düzenleme yapılmasıiçingirişimde bulunabilir. Şevket Kazan’ın sözleri de bu çerçevededeğerlendirilmelidir. Yoksa bu sözler onunla Fazilet Partisi arasındaorganik bir ilişkinin var olduğu anlamına gelmez.

12. Merve Kavakçı’nın Konuşmalarının “Gerçekleştirilmekİstenen Hedefler Bakımından” Fazilet Partisi’nin RP’nin DevamıOlduğunu Gösterdiği İddiası

Her şeyden önce, Fazilet Partisi Milletvekili Merve Kavakçı’nınkapatılan Refah Partisi ‘nin de bir üyesi olmasıne anayasal ne deyasal anlamda bu iki parti arasında bir devamlılık ilişkisi olduğunugösterir. Bir partinin hangi hallerde kapatılmışbir partinin devamısayılacağınıyukarıda açıklamıştık, bu olayıo çerçevede düşünmeyehiçbir bakımdan imkan yoktur. Merve KavakçıPartimizin sözcüsüveya yetkili bir organıyahut mercii, makamıda değildir. Bundandolayıonun şu veya bu toplantıda konuştuklarının partimizi bağlamasıda düşünülemez.

13. Akit Gazetesindeki İlan ve Bir Köşe Yazısı

1001

Sayın Cumhuriyet Başsavcısı10 Mayıs 1999 tarihli Akitgazetesinde yer alan “İBDA” adlıbir örgütün ilanıile bir ‘İslamcı”yazarın köşe yazısıüzerine Prof. Dr. Nur Sertel’in bir değerlendirmeyazısınıFazilet Partisi aleyhine kanıtlar arasında zikretmişolmaklaberaber, bunun hangi hukuk mantığı içinde yapıldığıanlaşılamamaktadır. Her halükarda, ne herhangi bir biçimdePartimizle ilişkisi bulunmayan “İslamcı” olarak nitelenen şu veya buadlıörgütün veya bir köşe yazarının açıklamalarıpartimizi bağlar, nede herhangi bir yazarın bunlar hakkındaki yorum vedeğerlendirmesinin bu dava bakımından hukuki bir değeri vardır.Fazilet Partisi’nin kapatılmış olan Refah Partisi’nin devamımahiyetinde olduğu iddiasının kanıtlanmasıbakımından bunlarınhepsi dışısaadet hususlardır; bu davayla ilgisizdir.

14. TBMM’deki “Amerikan Vatandaşlığı” Tartışması

Doğru Yol Partisi Genel Başkanıve eski başbakanlardan SayınTansu Çiller’in “Amerikan vatandaşlığı”nın tartışıldığı ve sayınNecmettin ERBAKAN’ın bu konudaki görüşlerini de içeren 1993 tarihliTBMM Tutanak Dergisi’nin de bu dava bakımından kanıt olma değeribulunmamaktadır. Eski bir partinin genel başkanının (NecmettinERBAKAN’ın) yıllar önce bu konuda ne söylemişolduğunun FaziletPartisi’nin kapatılmasıdavasıyla herhangi bir ilişkisi yoktur. SayınBaşsavcı’nın burada Fazilet Partisi İstanbul Milletvekili MerveKavakçı’nın “Amerikan vatandaşlığı” konusuna telmihte bulunduğuanlaşılmaktadır; ne var ki, bu mesele tamamen hukuki olup yargıyaintikal etmiştir. Kaldıki, halen derdest olan dava Merve Kavakçı’nınaleyhine sonuçlansa bile, bunun Anayasa Mahkememizin önündekibu kapatma davasına herhangi bir etkisi olamaz. Çünkü, bu durum neFazilet Partisi’nin kapatılmışbir partinin “devamı” olup olmamasıyla,hatta ne de yasak eylemlerin “odağı” olup olmamasıyla ilgilidir.

III. Fazilet Partisi’nin Kapatılan Refah Partisi’nin DevamıOlduğuna İlişkin İddianın Genel Bir Değerlendirmesi

Yukarıdaki ayrıntılıaçıklamalardan anlaşılacağıgibi, sayınCumhuriyet Başsavcısının Fazilet Partisi’nin Anayasa Mahkemesi’ncekapatılmışolan Refah Partisi’nin devamımahiyetinde olduğuna ilişkiniddiasıtümüyle dayanaksızdır. Her şeyden önce, gerek Anayasa’nın69. maddesinin yedinci fıkrasıgerekse Siyasi Partiler Kanunu’nundeğişik 95. maddesi, yeni bir partinin kapatılmış olan başka birpartinin devamıolduğunun iki temel işaretini vermiştir ki bunlardanhiçbirisi Fazilet Partisi bakımından söz konusu değildir. Nitekim, ne

1002

Fazilet Partisi yasaklıRefah Partili siyasetçileri “kurucu, üye, yöneticive denetçi” yapmıştır, ne de seçimlerde bu kişileri topluca adaygöstermiştir. Esasen, Fazilet Partisi’nin kapatılan Refah Partisi’nindevamıolmasızaman bakımından da mümkün değildir. Çünkü,Fazilet Partisi’nin kurulduğu 17 Aralık 1997 tarihinde Refah Partisi’ninhukuki varlığıdevam ediyordu. Oysa, bir kuruluşun başka birkuruluşun “devamı” sayılabilmesi için, onun diğerinin hukuki varlığısona erdikten sonra kurulmuşolmasıgerekir.

Öte yandan, Fazilet Partisi gerek tüzük ve programıgereksebugüne kadar ortaya koyduğu siyaset anlayışıbakımından tamamenyeni bir partidir. Kapatılan Refah Partisi ile Fazilet Partisi arasında buunsurlar bakımından devamlılığın bulunduğuna ilişkin zikre değerhiçbir gösterge yoktur. Fazilet Partisi’nin programıliberal demokratikesaslara dayanmakta ve Türkiye’nin muhtelif sorunlarına çağdaşvegerçekçi çözüm önerileri içermektedir. Fazilet Partisi hiç birplatformda kapatılan Refah Partisi’nin program ilkelerinin takipçisiolduğu yolunda açıkça veya imalıolarak herhangi bir beyanda dabulunmamıştır.

Kapatılan Refah Partisi’nin bazıüyelerinin Fazilet Partisi “nekatılmışolmalarıda iki parti arasında iddia edildiği gibi bir devamlılıkilişkisi bulunduğunu göstermez. Çünkü, Siyasi Partiler Kanunu’nundeğişik 95. maddesi hükmü karşısında, devamlılık kavramıaçısındangöz önünde bulundurulmasıgereken sadece yasaklısiyasetçilerinyeni partideki konumudur. Kapatılmış bir partinin AnayasaMahkemesi kararıyla siyasetten yasaklanmamışüyelerinin “yurttaş”sıfatıyla bütün anayasal hakları-bu arada siyasi haklarıda- varlığınıelbette korumaktadır. Dolayısıyla bu kategoride yer alan yurttaşlarınçeşitli partilerde siyasi faaliyet yapmalarına hiçbir engel yoktur. Buduruma göre, kimi eski -yasaklıolmayan Refah Partililerin başkapartiler yanında Fazilet Partisi’nde siyasete devam etmelerini, onunRefah Partisi’nin devamıolduğunun bir kanıtıolarak değerlendirmekAnayasanın hem lafzına hem de ruhuna aykırıdır. Bu yargı, FaziletPartisi’ne geçmişolan kimi Refah Partili milletvekilleri ve belediyebaşkanlarıaçısından da geçerlidir. Anayasa Mahkemesi tarafındankendilerine yasak getirilmiş olmamak kaydıyla, milletvekilleri vebelediye başkanlarıile sıradan parti üyeleri arasında bir fark yoktur.

Sonuç olarak, sayın Cumhuriyet Başsavcısıtarafından ilerisürülen “kanıtlar”ın hiçbiri Fazilet Partisi’nin kapatılan RefahPartisi’nin devamımahiyetinde olduğunu göstermez.

1003

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

FAZİLET PARTİSİ’NİN LAİKLİK KARŞITI EYLEMLERİN ODAĞIHALİNE GELDİĞİİDDİASI

A. İDDİALAR

I. Anayasal ve Yasal Dayanaklar

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı İddianamesinde FaziletPartisi’nin kapatılmasıtalebine gerekçe olarak Partinin laiklik karşıtıeylemlerin odağıhaline geldiğini ileri sürmektedir. İddianamedeAnayasa’nın “laiklik” ilkesini Cumhuriyetin vasıflarıarasında sayan 2.,dini ve dince kutsal sayılan şeyleri istismar yasağıgetiren 24/son,siyasi partilerin tüzük, program ve eylemleri bakımından “laikCumhuriyet” ilkesine aykırıolamayacaklarınıbelirten 68/4., ve nihayetsiyasi partilerin ancak 68/4. maddede belirtilen eylemlerin işlendiği birodak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesi’nce tespit edilmesihalinde kapatılacağınıöngören 69/6. maddesi hükümleri kapatmatalebinin anayasal dayanaklarıolarak zikredilmiştir.

Kapatma talebinin yasal dayanaklarıolarak ise, Siyasi PartilerKanunu’nun siyasi partilerin Anayasa’nın 2. maddesinde yer alanCumhuriyetin vasıflarını (özel olarak laikliği) değiştirme amacıgütmesini yasaklayan 78/a-l., din ve mezhep ayrımıyaratmak vebunlara dayanan bir devlet düzeni kurmak amacıgütmeyi yasaklayan78/a-2. ve cemaat, din, mezhep veya tarikat esaslarına dayanmayasağı getiren 78/b. maddeleri ile aynı kanunun TürkiyeCumhuriyeti’nin laiklik niteliğini değiştirme amacıgütme ve bu amacayönelik faaliyette bulunma yasağıgetiren 86. ve dini ve dince kutsalsayılan şeyleri istismar yasağına yer veren 87. maddelerigösterilmiştir.

II. İleri Sürülen Kanıtlar

Sayın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının iddianamesindeFazilet Partisi’nin laiklik karşıtıeylemlerin odağıhaline geldiğiiddiasının kanıtlarıolarak ileri sürdüğü hususlar şunlardır:

a) Anayasa Mahkemesi kararlarına aykırıolarak ısrarla “türbanyasağı”nın eleştirilmesi ve kaldırılacağının vaad edilmesi,

1004

b) Yurttaşlarıdevlete karşıkışkırtma sadedinde yasadışıtoplantılar ve yürüyüşler tertip edilerek “başörtüsüne uzanan ellerkırılsın” sloganının atıldığı, bu toplantıve yürüyüşlerde partili yönetici,milletvekili ve belediye başkanlarının “birçoğu”nun hazır bulunduğu vepankart ve sloganlarıgörüp işitmelerine rağmen başörtüsü yasağınınmutlaka kalkmasıgerektiğine ilişkin konuşmalar yaptıkları,

c) Başörtülü bir yurttaşın milletvekilliği için aday gösterildiği ve buşekilde görev yapabileceğinin “propaganda”sının yapıldığı; İstanbulmilletvekili NazlıIlıcak’ın çeşitli televizyon konuşmalarında bu yöndetahrikler yaptığı; TBMM’deki and içme günü FP’li milletvekillerininMerve Kavakçı’ya tezahüratta bulundukları, aynımilletvekilinin basıntoplantısına Abdullatif ŞENER dahil FP’li pek çok milletvekilinin katıldığı(bütün bunların Kavakçı’nın “eylemi”nin parti tarafından planlandığınıve teşvik edildiğini gösterdiği),

d) FP Genel Başkan YardımcısıAbdullah Gül’ün Kanal 7’deyayımlanan açıklamasında laikliği (din-devlet işleri ayrılığını) kabuletmediğinin anlaşıldığıve böylece Anayasa m. 24/son fıkra hükmününve SPK m. 87’nin ihlal edildiği; bu beyanın SPK 101/b’ye görepartiyi de bağladığıve tek başına kapatma nedeni oluşturduğu.

e) FP Denizli milletvekili Ramazan Yenidedc’nin 15.5.1998tarihli basın açıklaması,

f) Ankara DGM Başsavcılığı’nın “Milli Görüş Hakkındakiiddianamesi” ve dayandığıdeliller,

g) FP milletvekili Mehmet Sılay’ın 1998 tarihli “ParlamentodanHaber” kitapçığı,

h) Diğer kanıtlar.

B-İDDİA VE KANITLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

I. “Odak’” Kavramının Anlamıve Unsurları

1. Anayasal ve Yasal Durum

Anayasa’nın 69. maddesinin altıncıfıkrası“bir siyasi partinin 68.maddenin dördüncü fıkrasıhükümlerine aykırıeylemlerinden ötürütemelli kapatılmasına, ancak onun bu nitelikteki fiillerin işlendiği birodak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi halinde

1005

karar” verileceğini belirtmişolmakla beraber, bu hükümde bir partininhangi hallerde yasak eylemlerin odağıhaline gelmiş sayılacağıaçıklanmışdeğildir. Mamafih, Siyasi Partiler Kanunu’nun değişik 103.maddesinde odak kavramının tanımına yer verilmiştir. Bu maddeninilgili ikinci fıkrasıaynen şöyledir: “Bir siyasi parti; birinci fıkrada yazılıfiiller o partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlendiği ve bu durum opartinin büyük kongre, merkez karar ve yönetim kurulu veya TürkiyeBüyük Millet Meclisi’ndeki grup genel kurulu veya grup yönetimkurulunca zımnen veya açıkça benimsendiği yahut bu fiiller doğrudandoğruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlendiği takdirde,söz konusu fiillerin odağıhaline gelmişsayılır.”

Görüldüğü gibi, Siyasi Partiler Kanunu’nun yeni 103. maddesiodak olmanın unsurlarınıparti üyelerine ve parti organlarına göre ayrıayrıdüzenlemiştir.

a) Yasak eylemlerin parti üyelerince işlenmesi durumu

Bu halde bir siyasi partinin yasak eylemlerin odağıhaline gelmişsayılmasıiçin iki şartın birlikte gerçekleşmesi gerekir:

(1) Söz konusu eylemlerin parti üyelerince “yoğun bir şekildeişlenmiş” olması,

(2) Bu durumun partinin 103. maddenin ikinci fıkrasındabelirtilen organlarınca zımnen veya açıkça benimsenmişolması.

b) Yasak eylemlerin parti organlarınca işlenmesi durumu

Bu halde bir siyasi partinin yasak eylemlerin odağıhaline gelmişsayılmasıiçin, bu eylemlerin belli parti organlarınca “kararlılık içinde”işlenmişolmasıyeterlidir.

2. Odaklaşma Halinin Alt Kavramları

Yasak fiillerin partide odaklaştığının tespiti sorunu, odaklaşmakavramının analitik bir incelemesi yapılmadan belirlenemez. Başka birifadeyle, gerek hukuki belirlilik ilkesinin gözetilmesi çerçevesindesiyasi hak ve özgürlükleri güvence altına alan, belirsizlikten uzak birhukuki kavrama ulaşılması gerekse de kelimenin anlamınınnetleştirilmesi açısından odaklaşma kavramının unsurlarıortayakonulmalıdır.

1006

a. “Yoğunluk”

Parti üyelerinin yasak fiilleri yoğun bir şekilde işlemişolduklarına hükmedebilmek için bu fiillerin hem nicelik hem nitelikhem de sıklık açısından değerlendirilmesi gerekmektedir. Daha açıkbir deyişle, “yoğunlaşma”dan söz edilebilmesi için, her şeyden öncepartinin farklıüyeleri tarafından değişik zamanlarda çok sayıda aykırıfiilin işlenmişolmasıgereklidir. İkinci olarak, bu fiilerin aynızamandaanayasal bakımdan ağır ihlaller niteliğinde olmasıve sıkça vukubulmasıda gerekir. Bu duruma göre, kimi parti üyelerinin tek tükeylemine bakarak bir partinin anayasal ve yasal anlamda yasakeylemlerin odağıhaline gelmiş olduğu söylenemez. Yoğunlaşmakavramıayrıca, yasak fiillerin muhtelif parti üyeleri tarafından düzenlive sürekli olarak işlenmişolmasınıda gerektirir. Hatta, bu ihlaller partiteşkilatının çoğunluğunca yurt sathında yaygın olarak işlenmelidir.Buna göre, parti üyelerinin ara sıra, meydana gelen ve düzenlilikgöstermeyen, münferit ve arızi eylemlerine dayanılarak o partinin bunitelikteki fiillerin odağıhaline geldiğine karar verilemez.

Nitekim. Refah Partisi’nin kapatılmasına ilişkin 12.1.1998 tarihlikararında (Anayasa Mahkemesi KararlarıDergisi, Sayı34, Cilt 2. s.1019) Anayasa Mahkemesi “... ‘odak olma’ durumunun oluşmasıiçingerekli olan yasak eylemlerdeki nitelik ve nicelik ile bunlarıntekrarındaki kararlılık gibi öğelerin varlığıkonusunda, milletvekillerinin(...) söz ve eylemlerin in tümü değerlendirilmedikçe sağlıklı birsonuca ulaşılama”yacağına dikkat çekmiştir.

b. “Zımnen veya Açıkça Benimseme”

Siyasi Partiler Kanunu’nun ilgili 103. maddesi, parti üyelerininyasak eylemleri yoğun bir şekilde işlemiş olmalarınıtek başınaodaklaşma için yeterli görmemiş; ayrıca bu durumun partinin büyükkongre, merkez karar ve yönetim kurulu veya Türkiye Büyük MilletMeclisi’ndeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca “zımnenveya açıkça” benimsenmişolmasınıda şart koşmuştur. Bu demektirki, birden çok sayıda partilinin yasak eylemleri yoğun bir şekildeişlemişolmalarıonlar hakkında (SPK 102. maddeye göre partidenihraçlarının istenmesi dahil) birtakım müeyyidelerin uygulanmasınıgerektirebilirse de, bu eylemler parti organlarınca benimsenmediklerisürece partinin o eylemlerin odağıhaline geldiğinden söz edilemez.Ayrıca, dikkat edilmesi gereken bir nokta da sadece ismen belirtilenparti organlarının bu eylemleri “benimsemesi” veya onaylamasınınpartiyi ilzam edecek olmasıdır. Yani, partinin bu organlar dışındaki

1007

merci, makam ve kurullarıile varsa yan örgütlerinin tutumu odak olmahali açısından nazara alınmayacaktır.

Anılan parti organları, üyelerinin söz konusu yasak fiillerinionayladığını, tasvip ettiğini, beğendiğini, takdir ettiğini vs. alenen vesözlü olarak ifade etmek suretiyle onları doğrudan doğruyabenimseyebilirler. Ayrıca, Kanun bu gibi eylemlerin “zımnen” debenimsenebileceğini belirtmiştir. Bu durumda, parti üyelerinineylemlerine ilaveten partinin anılan organlarının bir tutum veyadavranışıda söz konusu olmak gerekir. Daha açık bir ifadeyle, partiorganlarıparti üyelerinin yasak eylemlerini onayladığınıaçıkçabelirtmese bile, söz konusu kişilere işledikleri yasak fiillerde öncedenveya sonradan destek vererek, onlarısavunarak da onların tutumunubenimseyebilirler. Fakat bunun için de, her şeyden önce, partininanılan organlarının parti üyelerinin yasak eylemlerinden haberdarolmalarışarttır. Tabiidir ki, bir merciin veya kurulun bilgisi dışındavuku bulan eylemleri ne benimsemesi ne de onaylamasısöz konusuolabilir.

c. “Kararlılık”

Yukarıda belirtildiği gibi, odak kavramıbakımından “kararlılık”şartıözel olarak parti organlarının yasak eylemleri için öngörülmüşyasal bir şarttır. Yani, Kanun’da belirtilen parti organlarının yasakfiilleri kararlılık içinde işlemeleri halinde parti bu eylemlerin odağıhaline gelmişsayılacaktır. Burada da iki husus önemlidir. Birincisi,eylemleri parti tüzel kişiliğini bu hususta bağlayacak olan partiorganlarının, Kanun’da ismen zikredilmişolanlardan ibaret olduğudur,ikinci olarak, bu fiillerin söz konusu parti organlarınca kararlılık içindeişlenmiş olmasıhalinde odak olma halinden söz edilebilecektir.Öyleyse, yoğunlaşma durumundakine benzer şekilde, partiorganlarının, ara sıra meydana gelen, tek tük ve arızi eylemlerinebakarak o partinin yasak eylemlerin odağıhaline geldiğine kararverilemez. Keza, bu fiillerin kararlılık içinde işlenmişsayılabilmesi için,bu ihlallerin nisbeten kısa bir zaman dilimi içinde değil, kamu oyundada bu yönde kanaat hasıl edecek şekilde uzun süre devam etmişolmasıda gerekir.

Kararlılık kelimesi, ayrıca, eylem iradesindeki sarsılmazlığı,tutumundan hiçbir şekilde caymamayıve yılmaz bir ruh halini de ifadeeder. Dolayısıyla, şu veya bu şekilde parti organlarından sadır olanbir aykırıeylemin yarattığıtepki ve eleştirilere rağmen, tutumundaısrar etmek ve aynıyolda yürümekten caymamak odaklaşma

1008

yönünde bir kanıt sayılabilir. Buna karşılık, eleştiri ve tepkilerkarşısında geri çekilen, tevil yoluna sapan, kendini mazur göstermeyeçalışan bir iradenin “kararlı” olduğundan söz edilemez.

II. Fazilet Partisi’ne ve Üyelerine Yöneltilen İsnadın “Odak”KavramıAçısından Değerlendirilmesi

Sayın Cumhuriyet Başsavcısı’nın İddianamesinde FaziletPartisi’nin laiklik karşıtıeylemlerin odağıhaline geldiği iddiasına kanıtolarak ileri sürdüğü bütün hususlar parti üyelerinin eylemleriyle ilgiliolup, parti organlarının doğrudan doğruya işlediği herhangi bir yasakeylem gösterilmemiştir. Ancak, Başsavcı’nın başörtülü biryurttaşımızın parti listelerinden milletvekili seçilmesi ile ilgiligelişmeleri parti tüzel kişiliğini bağlayan olaylar gibi takdim etmişolmasınedeniyle, bu hususun da ayrıolarak gözden geçirilmesiuygun olacaktır. Önce bu ikinci sorundan başlayalım.

1. Başörtüsü Sorunu Karşısında Fazilet Partisi’nin Tutumu

İddianamede, parti listelerinden bir başörtülü milletvekilininseçilmesi ve kimi partililerin Merve Kavakçı’ya manevi destekvermeleri Fazilet Partisi’nin laiklik karşıtıeylemlerin odağıhalinegeldiğinin başlıca kanıtlarıolarak ileri sürülmüştür.

Bu nedenle, önce hem başörtülü yüksek öğrenim öğrencilisininhem de başörtülü milletvekilliğinin anayasallığı sorununu elealmalıyız.

a. Başörtüsü ve Türk Pozitif Hukuku

Bilindiği üzere, kız öğrencilerin yükseköğretim kurumlarındabaşörtülü olarak okumaları yetkililerce bir süredir ya fiilenengellenmekte ya da bu öğrenciler çeşitli disiplin cezalarınaçarptırılmaktadırlar, ilgili makamlar bu tutumlarını, esas itibariyle,Anayasa Mahkemesi’nin biri iptal diğeri red olmak üzere vermişolduğu iki kararında dayandırmaktadırlar. Sayın CumhuriyetBaşsavcısı’nın İddianamesinde de Anayasa Mahkemesi’nin sözkonusu iki kararıFazilet Partisi mensuplarının başörtüsüyle ilgilibeyanlarının laiklik karşıtıeylem olarak nitelenmesinin dayanaklarıarasında gösterilmiştir.

Anayasa Mahkememiz, bu bağlamda atıfta bulunulan ilkkararını7.3,1989 tarihinde vermiştir. Mahkeme bu kararıyla, 2547

1009

sayılıYükseköğretim Kanunu’nun “Dini inanç sebebiyle boyun vesaçların örtü veya türbanla kapatılmasıserbesttir” şeklindeki Ek 16.maddesini laikliğe aykırılık gerekçesiyle iptal etmiştir. Mahkemenin bukonuya ilişkin ikinci kararıise 9.4.1991 tarihli olup. aynıKanun’un“Yürürlükteki kanunlara aykırıolmamak kaydıile, Yükseköğretimkurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir” biçimindeki Ek 17. maddesinekarşıaçılmış olan iptal davasının reddine ilişkindir. Başörtüsüyasağınıbuna dayandıranlar Anayasa Mahkemesi kararının gerekçekısmında yer alan bir yorumunu esas almaktadırlar. Bu yoruma göre,Mahkemenin daha önceki (1989 tarihli) karan çerçevesinde, Ek 17.maddede yer alan “kılık ve kıyafet serbestisi” başörtüsü takmayıkapsamamaktadır. Başka bir ifadeyle, Mahkeme, kararınıngerekçesinde yer alan yorumuyla söz konusu Kanun hükmüne biristisna getirmiştir.

Ne var ki, gerek Mahkeme’nin son zikredilen kararında yer alanyorumun hukuki bağlayıcılığı konusu gerekse genel olarakyükseköğretim kurumlarında başörtülü olarak öğrenimgörülemeyeceği görüşü doktrinde tartışmalıdır. Nitekim, AnayasaProfesörü Mustafa Erdoğan daha önceki çeşitli yazı vekonuşmalarında olduğu gibi, savunmamızın ekinde sunduğumuzbilimsel mütalaasında da halihazırda yürürlükte olan Türk pozitifhukuku bakımından yükseköğretim kurumlarında başörtüsü yasağınınsavunulamayacağıgörüşünü dile getirmiştir. Bunun gibi, AnkaraHukuk Fakültesi’nden Dr. Ali D. Ulusoy da “Türban Sorunu ve Hukuk”başlıklımakalesinde benzer bir sonuca ulaşmıştır. Esasen, AnkaraHukuk Fakültesi hukuka aykırıolduğu gerekçesiyle bu yasağıfiilenuygulamamaktadır.

Profesör Erdoğan, mezkur mütalaasında, özel olarak AnayasaMahkemesi kararlarının hüküm fıkrasıdışında kalan bölümlerinin,özellikle de iptali reddedilmiş bir yasa hükmünün fiilen geçersizkılınmasıetkisini doğuracak bir yorumunun hukuki bağlayıcılığıveuygulanabilirliği bulunmadığınıileri sürmektedir.

Şu halde, eğer bu yaklaşım doğruysa, 2547 sayılıKanun’un Ek17. maddesindeki “kılık ve kıyafet serbestisi”nin yürürlükte olduğusonucuna varmak gerekecektir. Sonuç olarak, bu konudaki hukukihakikat ne olursa olsun, yükseköğretim Öğrencileri bakımındanbaşörtüsü yasağıbilimsel olarak en azından tartışmalıdır. Bundandolayı, hukuka uygunluğu tartışmalıolan bir yasağın eleştirilmesi“laiklik karşıtı” bir eylem olarak değerlendirilemez. Bu. tamamen,insan haklarıçerçevesinde mütalaa edilmesi gereken bir eleştiridir.

1010

Nitekim Kimi Fazilet Partililer konuşmalarında bu noktaya ısrarladikkat çekmişlerdir.

Bu duruma göre, kimi Fazilet Partililerin “başörtüsü yasağı”nıeleştirmelerinden hareketle Anayasal ve yasal açıdan laiklik karşıtıyasak eylemlerde bulunduklarınıiddia etmek yerinde değildir. Esasenbaşörtüsü konusundaki uygulama hukuki olarak tartışmalıolduğunagöre, tartışmalıbir sorun hakkında “demokratik siyasi hayatınvazgeçilmez unsurları” olan siyasi partilerin fikir beyan etmeleriAnayasal laiklik ilkesine aykırılık teşkil etmemek gerekir. Kaldıki,“demokratik bir toplum” içindeki rolleri açısından siyasi partilerintoplumsal sorunlarıve özgürlük taleplerini barışçı yoldan dilegetirmeleri doğaldır. Nitekim, başörtüsü sorunu hakkında görüşbelirten Fazilet Partisi mensuplarıbunu genel olarak insan haklarısavunusu çerçevesinde yapmışve başörtüsünü dini bir gerek olarakdeğil, bir özgürlük ve insan haklarıtalebi olarak ileri sürmüşlerdir. Biryasağın kaldırılmasınıistemek genelde Anayasaya aykırıbir tutumolmadığıgibi, somut olayda başörtüsü yasağına karşıçıkmak da olsaolsa politik tartışmaya bir katkıda bulunmaktır.

Başörtüsüne ilişkin uygulamayıeleştirmek kendi başına laikliğeaykırılık teşkil etmez. Laikliğe aykırılık veya “devletin temel düzeninidin esaslarına dayandırmak” amacının varlığıiçin başka, ilavekanıtların bulunması lazımdır. Böyle bir kanıt ancak, başörtüsüuygulamasınıeleştirenlerin aynızamanda başörtüsü takmanın genelolarak kadınlar için bir zorunluluk haline getirilmesini de talep etmelerihalinde söz konusu olabilirdi. Oysa ne bir tüzel kişilik olarak FaziletPartisi’nin ne de mensuplarının bu türden ne bir talebi ne de vaadiolmuştur. Hatta Fazilet Partisi bütün kadınlara başörtüsü mecburiyetigetirilmesini savunmak şöyle dursun, başörtüsü takmayıtavsiye bileetmemiştir. Bu nedenle, Partimiz İstanbul milletvekili NazlıIlıcak’ınüniversitelerdeki başörtüsü uygulamasınıeleştirmesi de laiklik karşıtıbir eylem olarak görülemez.

Kaldıki, başörtüsü sorunu sadece Fazilet Partililer tarafındangündeme getirilen ve tartışılan bir sorun da değildir. Nitekim DoğruYol Partisi, Anavatan Partisi, Demokratik Sol Parti ve MilliyetçiHareket Partisi gibi başka partiler ve mensuplarıda gerek seçimkampanyalarısırasında, gerek Meclis çalışmalarında, gerekse başkaaleni platformlarda başörtüsü uygulamasınışu veya bu ölçüdeeleştirmişve bu sorunun çözümü için çalışacaklarınıvaad etmişlerdir.Hatta son 57. hükümetin kurulmasıçalışmalarının odağında yer alankonulardan biri de başörtüsü sorunu olmuştur. Ayrıca, sayın

1011

CumhurbaşkanıSüleyman Demirel ve sayın Başbakan Bülent Ecevitde yakın geçmişteki çeşitli konuşma ve beyanlarında hem başörtüsüyasağının insan haklarıve demokrasi ilkelerine aykırıolduğunu hemde bunun büyük bir toplumsal problem hüviyeti kazanmışolduğunubelirtmişlerdir. Nihayet, Fazilet Partisi’nin savunduğu görüşlerle hiçbirilgisi olmayan bazısivil toplum örgütleri de (Sivil Haklar İnisiyatifi gibi)bu uygulamayıdemokrasi ve insan haklarıaçısından eleştirmişlerdir.Bu durum bir yandan başörtüsü konusundaki uygulamanınhukukiliğinin tartışmalıolduğunu. Öbür yandan da bunun genel olarakkamuya ve bu arada bütün partilere malolmuştoplumsal bir sorunhaline geldiğini göstermektedir.

b. Fazilet Partisi Listelerinden Bir Başörtülü MilletvekilininSeçilmesi Parti Organlarınca İşlenmişBir Yasak Fiil Değildir

Başörtülü bir yurttaşın Fazilet Partisi’nden milletvekili seçilmişolmasıda laiklik karşıtıyasak fiil işlendiğinin bir kanıtıdeğildir. MerveKavakçıilgili mevzuata uygun olarak ve Anayasal bir organ olanYüksek Seçim Kurulu’nun yönetim ve denetimindeki bir seçim sürecisonucunda milletvekili seçilmiştir. Merve Kavakçı’nın, Anayasa’nın76. maddesindeki milletvekili seçilme yeterliğine sahip olan veadaylıktan başlayarak bütün aşamalarıbağımsız yargının ve ennihayetinde Yüksek Seçim Kurulu’nun denetimi altında gerçekleşenbir seçim süreci sonunda milletvekili olmasında laiklik karşıtlığıyla ilgilihiçbir yan bulunmamaktadır. Dolayısıyla, burada partiye atfedilebilirne bir yasak fiil ne de bir suç söz konusudur. Usulüne uygun olarakmilletvekili seçilmeyi kendi başına bir yasak fiil olarak nitelemek genelolarak demokrasi ilkelerine olduğu kadar, özel olarak milletvekillerinin“bütün Millet”i temsil ettiğini belirten Anayasa hükmüne de (m. 80)aykırıdır.

Kaldıki, başörtülü bir adayın Fazilet Partisi’nden milletvekiliseçilebilmişolması, bu durum faraza hukuka aykırıolsaydıbile, SiyasiPartiler Kanunu’nun 103. maddesinin ikinci fıkrasıanlamında “partiorganlarının bir eylemi sayılamazdı. Çünkü, yukarıda işaret edildiğigibi, Merve Kavakçı”nın adaylığından başlayarak seçim sürecibağımsız yargının ve Yüksek Seçim Kurulu’nun denetimi altındageçmiş, bu kurullar adıgeçenin adaylığınıonaylamışve sonundausulüne uygun olarak sayın Kavakçımazbatasınıalmıştır. Bu durumagöre, başta anayasa olmak üzere yürürlükteki hukuk düzenininöngördüğü şartlar çerçevesinde gerçekleşmişolan bir hak (seçilmehakkı) kullanımıolayım, listesinden seçildiği partinin yasak (Anayasayave yasalara aykırı) bir işlemi olarak yorumlamaya elbette imkan yoktur.

1012

Nihayet Merve Kavakçı’nın Fazilet Partisi’nden milletvekiliseçilmesi, Türk hukuk düzenine aykırıolsaydıve parti organlarının birişlemi niteliğinde bulunsaydıbile, münferit bir olaydır. Burada,“kararlılık” içinde tekerrür eden bir eylemler silsilesi söz konusudeğildir. Bu nedenle de, bu olaya dayanarak. Fazilet Partisi’nin SiyasiPartiler Kanunu”nün 103. maddesinin ikinci fıkrasıanlamında yasakfiillerin odağıhaline geldiği sonucuna ulaşılamaz.

c. Merve Kavakçı’nın Kimi Fazilet Partililerce “Desteklenmesi”Partiyi Yasak Eylemlerin OdağıYapmaz

İddianamede TBMM’deki resmi and içme gününde partilimilletvekilerinin İstanbul Milletvekili Merve Kavakçı’ya tezahürattabulunduklarından ve adıgeçen milletvekilinin bu konuyla ilgili olarakyaptığıbasın toplantısına “Grup Başkanvekili” Abdullatif ŞENER dahilpek çok Fazilet Partili milletvekilinin katılarak destek verdiğindenbahisle, Anayasa’nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasıanlamındayasak fiil işlendiği ileri sürülmektedir. Ne var ki, bu olayların hiçbirindelaiklik karşıtlığısaikinin varlığından söz edilemez. Bir kere, milletvekiliMerve Kavakçı’nın and içme günü TBMM’ye gelmesi Anayasa’nın 81.maddesinin açık bir buyruğudur. Çünkü, bu maddenin birinci fıkrasımilletvekillerinin göreve başlayabilmeleri için and içmelerini zorunlukılmıştır. Merve Kavakçıda, diğer milletvekilleri gibi, Anayasanın bubuyruğuna uyarak and içmek üzere Meclise gitmiştir; milleti temsilgörevini yerine getirebilmek için başka bir seçeneği de yoktu. Buduruma göre, anayasal bir görevini yerine getirmek üzere hareketeden bir milletvekilinin bu girişimini alkışlamakta bir aykırılık olmadığıgibi, bu o kişiyi anayasal görevini yerine getirmeye teşvik etmekanlamına gelir. Esasen, bu gibi durumlarda çoğu milletvekili sadecekendi partisinden olanlarıdeğil, zaman zaman başka partiden olanlarıda alkışlar. Bu, her şeyden önce, Anayasal görevlerine uygundavranma konusunda milletvekillerine yönelik bir teşviktir. Başka biranlatımla, TBMM’de geçen söz konusu alkışolayının gerçek mahiyeti,başörtüsünü teşvik olmayıp, hukuk dışıbir engelleme olayınagösterilen bir tepki niteliğindedir. Nitekim, milletvekili MerveKavakçı’nın anayasa gereği olarak and içmesi girişimi herkesçebilindiği gibi bir grup milletvekili tarafından alkışlarla ve kürsününetrafında fiili durum yaratarak engellenmek istenince, Fazilet Partililerde bu protestoya karşıalkışla tepki göstermişlerdir. Bundan anayasakarşıtıanlamlar çıkarmak ve milletvekillerine laiklik karşıtlığıgibisaikler izafe etmek ne maddi olgularla ne de hukuk mantığıylabağdaşır.

1013

Öte yandan Merve Kavakçı’nın söz konusu olay üstüne basıntoplantısıdüzenlemesinde ve Fazilet Partili kimi milletvekillerininbasın toplantısında ona eşlik etmelerinde de herhangi biranayasadışılık yoktur. Laikliği ortadan kaldırma amacıyla hiçbirbiçimde ilişkisi olmayan ve sadece seçilmişbir milletvekili olarakAnayasal buyruk gereğince and içmek isteyen Merve Kavakçı’nın, bugörevini yerine getirmesinin Meclis’te zorla engellenmesininAnayasaya aykırıolduğunu düşünmesi ve bunu kamuya duyurmakistemesi olağan bir durumdur; bunda herhangi bir hukuksuzluk veyalaiklik karşıtlığısöz konusu değildir. Dolayısıyla, kimi Fazilet Partilimilletvekillerinin söz konusu basın toplantısında onun yanında yeralmasıda Anayasaya aykırılık teşkil etmez.

Kaldıki burada daha önemli olan nokta, Merve Kavakçı’nınyapacak olduğu andın niteliğidir. Söz konusu basın toplantısındakendisinin de açıkça belirttiği gibi, bu olayda Merve Kavakçı’nın “laikCumhuriyet” üstüne yemin etmesi engellenmiştir. Bundan dolayıda,alkışlıve fiili engellemenin Fazilet Partililerce alkışlarla protestoedilmesi aynızamanda laikliğe de sahip çıkmak anlamınıtaşır.

Nihayet, ne Merve Kavakçı’nın basın toplantısı FaziletPartisi’nin SPK’nın 103/2’de zikredilen parti organlarından birininişlemidir ne de bu toplantıya parti olarak katılma yönünde bir kararalınmışve uygulanmıştır. Bu toplantıya katılan Abdullatif ŞENER iseo tarihte Fazilet Partisi’nin Grup Başkanvekili değildi. Kaldıki, tekbaşına Partinin grup başkanvekilinin tutumunun SPK’nın 103.maddesinin ikinci fıkrasıanlamında “parti organlarının bir eylemi”sayılamayacağıda açıktır.

Sonuç olarak, bütün bu olaylarda ne bir hukuka aykırılık veAnayasa ve SPK anlamında yasak eylem söz konusudur, ne deFazilet Partisi tüzel kişiliği ile bu olayların içindedir. Dolayısıyla,yukarıda tartışılan başörtüsü ile ilgili olayların hiç biri FaziletPartisi’nin laiklik karşıtıeylemlerin odağıhaline geldiği yargısınadayanak teşkil edemez.

d. Başörtüsü Uygulamasına KarşıYapılmışOlan ToplantılardakiKonuşmalar Fazilet Partisi’ni Bağlamaz

İddianamede yasadışı olarak yapıldığı belirtilen başörtüsüuygulamasınıeleştiren toplantıların hiçbirisi Fazilet Partisi’nce tertipedilmişolmadığıgibi, bu toplantılara parti tüzel kişiliği adına herhangibir katılım da varit değildir. Dolayısıyla ne bu tür toplantılarda yapılan

1014

konuşmalar ne de oralarda atılan sloganlar partimizi bağlar. Esasen,iddianamede bu toplantıların Partimiz tarafından organize ve koordineedildiğini gösteren herhangi bir delil de yer almamaktadır. Öteyandan, bu toplantılara tek tük parti mensuplarının katılmışolması,onlarıAnayasanın 69. maddesi anlamında “partinin... eylemleri”haline getirmez. Parti mensuplarıda herhangi bir yurttaşgibi çeşitlisivil etkinliklere münferit olarak katılabilir; böyle bir katılım partiyihukuken bağlamaz. Dolayısıyla, bu türden münferit ve parti tüzelkişiliğine bağlanamayan eylemler nedeniyle parti Anayasaya aykırıeylemlerin odağı haline gelmiş sayılamaz. Nitekim, AnayasaMahkemesi de Doğru Yol Partisi’ne karşıaçılmış olan kapatmadavasında verdiği 22.5.1984 tarihli kararında “(p)arti mensuplarınıneylemleri yasal yollarla partiye mal olmadıkça, bu eylemlerden dolayıparti tüzel kişiliğinin sorumlu tutulması(nın) düşünülemeyeceğini tesbitetmiştir.

Kaldı ki onbinlerce üyesi bulunan bir partinin bütünmensuplarının her türden faaliyetlerini ve çeşitli platformlardayaptıklarıkonuşmalarıdenetim altına alması, hatta kimin nerede neyaptığınıtespit etmesi bile çoğu zaman imkansızdır. Bundan dolayı,parti üyelerinin parti inisiyatifi dışında gerçekleştirilen ve partiylehukuki bir bağlantısıolmayan faaliyetlere katılmalarıdolayısıyla partitüzel kişiliği ilzam edilemez.

2. Parti Üyelerinin Eylemleri

Fazilet Partisi üyelerinin iddianame’de işaret edilen ve laiklikkarşıtıolarak nitelenen eylemleri de gerçekte böyle olmadıklarıgibi,bunlar Fazilet Partisi’nin SPK 103. maddesinin ikinci fıkrasıanlamında yasak eylemlerin odağıhaline geldiğini de göstermez.Çünkü, yasak eylem niteliğinde olmamalarıbir yana, bu münferiteylemlerde ne “yoğun”luk şartıgerçekleşmiş, ne de parti organlarıncaaçıkça veya zımnen benimsendiklerini gösteren bir kanıtbulunmaktadır.

Bu arada işaret edilmesi gereken önemli bir nokta, sayınYargıtay Cumhuriyet Başsavcısının yeni “kanıtlar” sunduğu 4.6.1999tarihli ek dilekçesinde dile getirdiği bir kısım mütalaalarda ifadesinibulan yaklaşımın ürkütücülüğüdür. Ek dilekçenin birinci paragrafında,sayın Başsavcı bütün Fazilet Partili milletvekillerininmilletvekilliklerinin düşürülmesi ve bütün partililere siyasi yasakgetirilmesini talep etmekte ve bu talebini haklıgöstermek üzere de“aksi takdirde Fazilet Partisi’nin kapatılmasıile amaçlanan sonucun

1015

sağlanamayacağıve aynışahısların benzer partileri kurma ve benzereylemlerde bulunmasını(n) engellenemeyeceği” yolunda görüşbelirtmektedir. Bu ifade, sayın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nıngenel olarak şu veya bu nedenle siyasi hayatta bir kere müeyyideyemaruz kalan yurttaşların bütün siyasi haklarının sonsuza dekellerinden alınmasıdüşüncesinde olduğunu göstermektedir. Bu ise budavanın açılmasında hukuki saiklerden çok, demokratik hassasiyetlebağdaşmayan politik kaygıların hakim olduğunun bir kanıtıdır. Kaldıki, böyle olduğu düşünülse dahi, evrensel, özgürlükçü ve çoğulcudemokrasi anlayışıçerçevesinde, yurttaşlar bir kere siyasi hatayapmış olsalar bile, bu onların siyasi haklarının sonsuza kadarellerinden alınmasınıhaklıgöstermez.

İkinci olarak, ek dilekçede ileri sürülen “kanıtlar”ın büyük birbölümü partili milletvekillerinin TBMM çalışmalarısırasında ve“yasama sorumsuzluğu” çerçevesinde yaptıkları konuşmalardanoluşmaktadır. Bu konu Usul Sorunları’na ilişkin Birinci Bölüm’deayrıntılıolarak ele alınmıştır. Mamafih, bazınoktalarıkısaca yenidenvurgulamak uygun olur. Bilindiği gibi, Anayasa’nın 83. maddesininbirinci fıkrası, milletvekillerinin “Mecliste ileri sürdükleridüşüncelerden, (...) bunlarıMeclis dışında tekrarlamak ve açığavurmaktan sorumlu tutulamayacaklarını” öngörmüştür. Bu hükümdeyer alan “sorumlu”luk terimi her ne kadar öncelikle hukuki (medeni vecezai) anlamda anlaşılmak gerekirse de, bunun politik imalarıvedelaletleri de bulunduğu açıktır. Daha açık bir anlatımla,milletvekillerinin parlamento çalışmalarındaki söz ve tutumlarındandolayı kendilerine karşı hukuki ve cezai sorumluluk yolunagidilememesi, onlara sağlanmak istenen himaye açısından yeterlideğildir. Eğer bir milletvekili Anayasanın korumasıaltında olankonuşmalarından dolayı, partisinin kapatılmasıve kendisinin de siyasihaklarından yoksun bırakılmasıtehlikesiyle karşıkarşıya ise, bukoruma ile elde edilmek istenen nihai amaç gerçekleşemez. Çünkü,“yasama sorumsuzluğunun amacı, gerek milletvekillerinin şahıslarınıngerekse partilerinin hiçbir biçimde zarara uğramasıtehdidi sözkonusu olmaksızın, demokratik sürecin tam bir güven içindeişlemesinin sağlanmasıdır. Aksi halde, milletvekillerinin Anayasanın80. maddesindeki “milleti temsil” görevini yapabilmeleri mümkündeğildir. Açıktır ki, anayasal görevlerini yerine getirirken yaptıklarıkonuşmalardan ve bunlarıdışarıda tekrarlamaktan dolayıkendilerineve partilerine siyasi müeyyideler uygulanabilmesi, TBMM üyelerinin“milleti temsil” görevini hakkıyla yapabilmelerini imkansız kılar.

1016

Kaldı ki, milletvekillerinin ve onların tutumları yüzündenpartilerinin bir takım siyasi müeyyidelere maruz kalmaları, normalhalde suç teşkil eden sözlerinden dolayıcezai olarak sorumlututulmalarından bile daha büyük bir sakınca teşkil eder. Tersindenifade etmek gerekirse, cezai sorumluluktan bile muaf tutulmasıöngörülen bir milletvekili ve partisi, siyasi müeyyidelerden evleviyetlemuaf tutulmalıdır. Bu nedenlerle, Fazilet Partili milletvekillerinin suçteşkil etmeleri halinde bile sorumluluktan muaf sayıldıklarıeylemlerinden dolayıpartilerinin kapatılmasınıve kendilerine siyasiyasak getirilmesini istemek yersiz bir taleptir. Kaldıki, ek dilekçedeyer alan konuşmalar, aşağıda ayrıntılıolarak izah edileceği üzere,suç bile değildir.

a. Fazilet Partisi Genel Başkan YardımcısıAbdullah Gül’ünKonuşmaları

Fazilet Partisi Genel Başkan YardımcısıAbdullah Gül’ün atıftabulunulan konuşmasını, İddianamede gösterilmeye çalışıldığıgibilaiklik karşıtıbir tutum olarak değerlendirmek de hukuki dayanaktanyoksundur. Abdullah Gül’ün söz konusu konuşmasının amacınınbaşörtüsü yasağının yaygınlaştırılmasının ortaya çıkaracağıtutarsızlığa ve uygulamadaki çifte standarda dikkat çekmek olduğuaçıktır. Konuşmanın İddianamede aktarılan bölümünden de açıkçaanlaşıldığıgibi, konuşmacıkamu alanının dini esaslara göre tanzimedilmesini savunmamakta, sadece bir yasağın ima ettiği sonuçlarınyurttaşözgürlükleri açısından kaygıverici olduğunu belirtmektedir.Hukukiliği doktrinde tartışmalı olan başörtüsü yasağınındoğurabileceği sonuçların eleştirilmesi ise, yukarıda açıklandığıgibi,laiklik karşıtıbir eylem olarak değerlendirilemez. Kaldıki, bu türeleştiriler evrensel anlayış -bu arada Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi’nin içtihatları- çerçevesinde hem genel olarak ifadeözgürlüğünün hem de demokratik-çoğulcu siyasetin kapsamıiçindedüşünülmek gerekir.

Ek İddianame’de yer verilen, Abdullah Gül’ün Ekim 1998tarihinde düzenlenen Kayseri mitingindeki konuşmasında özetle bazıidari uygulamaların adalet, hukuk, demokrasi, insan haklarıveözgürlükler ile inanca saygıdikkate alınmadan ve laiklik maskesialtında gerçekleştirildiğine ve bazıbürokratların çetelerle ve mafyaylailişkilerini laiklik zırhı altında gizlediklerine dikkat çekilmekte,üniversite öğrencilerinin “başörtüsü” ve “sakal” yüzündenüniversitelere alınmaması uygulamasını eleştirmektedir, idarikararların kimi zaman siyasi ya da kişisel fayda gözetilerek, hatta bazı

1017

durumlarda husumet duyularak alındığıbir gerçektir. İdare hukukundabu şekilde alınmışidari kararların “yetki saptırması” nedeniyle iptaledileceği genel bir kuraldır. Öte yandan birçok ülkede olduğu gibiülkemizde de yolsuzluk olayları görülmektedir. Yolsuzluğakarışanların kendilerini gizleyebilmek için toplumdaki bazıhassasiyetleri kullandığıda bir gerçektir. Örneğin İtalya’da devletkademelerine sızan Mafya’ya karşıyıllarca bir şey yapılamamasında,bu kişilerin “anti-komünist” mücadele örtüsü altına gizlenmeleri önemlibir rol oynamıştır. Demokratik ülkelerde milletvekillerinin en önemlirollerinden biri gördükleri aksaklıklar konusunda yasama organının vekamuoyunun dikkatini çekmektir. Parlamentonun asıl işlevleri yasayapmak ve yürütmeyi denetlemektir. Böyle bir organda görev yapanbir üyenin idarede gözlemlediği bazıeğilimler konusunda uyarıdabulunmasıdoğaldır. Kaldıki, Abdullah Gül söz konusu konuşmasındalaiklik aleyhinde tek bir söz bile söylemişdeğildir. Üstelik, AbdullahGül, üniversite öğrencilerine yönelik kılık kıyafet uygulamalarıbakımından sadece başörtüsüne değil, sakal nedeniyle zorlukyaşayan öğrencilerin durumuna da değinmiştir ki sakal nedeniyleöğrencilerin üniversiteye alınmamasısadece dini inançlarıolan kişileryönünden değil, sakal bırakan her kesimden öğrenci için bir sorundur.Öğrenciler için konulmuşkılık kıyafet kurallarınıeleştirmek ise birmilletvekilinin en doğal hakkıdır.

Kaldı ki üniversite yönetimleri, bazen bizzat mensuplarıtarafından çok daha sert bir şekilde eleştirilmektedir. Örneğin,geçtiğimiz Temmuz ayı içinde İstanbul Üniversitesinde pek çoköğretim üyesi Rektör’e uygulamalarından dolayıkarşıçıkmış, hattaHukuk Fakültesi eski dekanıProf. Dr. Aysel Çelikel üniversitedekigelişmeleri “çağdaşlık adına çağdışıgelişmeler” olarak nitelendiren biraçıklamada bulunmuş, yine aynıüniversitenin öğretim üyelerindenBurhan Şenatalar da, “Hukuku demokrasiyi çiğneyerek, ne özerküniversite kurulur, ne de demokratik bir ülke” diyerek üniversiteyönetimini eleştirmiştir. Sayılarıçoğaltılabilecek tüm bu örnekler,sayın Gül’ün eleştirilerinde yalnız olmadığını, farklı kesimlerinüniversite yönetiminin uygulamalarınıeleştirdiğini ortaya koymaktadır.

Abdullah Gül’ün delil olarak gösterilen ikinci konuşmasındahukukun siyasallaştırma, yargıçların yürütme organının emri altındakiidareden “birifing” aldıklarına, bu durumun yargının bağımsızlığınıgölgelediğine, milletvekillerinin Meclis kürsüsünden konuşmayaçekindiklerine, bu kürsüden yaptıklarıkonuşmalar nedeniyle sorumlututulduklarına değinilmiş, bir rektörün üniversite için “gerekirse bilimeara versin” şeklindeki konuşmasıeleştirilmiştir. Gül bu konuşmasında

1018

yargıorganının bağımsızlığı, yasama organıüyelerinin güvenceleri ileüniversitelerin bilim üreten özerk yapılarına dikkat çekmiş vekendisine göre bu özerklik ve bağımsızlığıolumsuz etkileyen bazıuygulamalarıeleştirmiştir. Abdullah Gül’ün üzerinde durduğu tüm bunoktalar en üst belge olan anayasada da düzenlenmiştir.Anayasamızın 83. maddesinde milletvekillerine yönelik güvenceler,138. maddesinde mahkemelerin bağımsızlığıilkesi, 130. maddesindeise üniversitelerin bilimsel faaliyette bulunan özerk kurumlar olduğudüzenlenmiştir. Sayın Gül’ün bu konuşmasındaki amacıAnayasamızdaki bu düzenlemelere ters düşen uygulamalarıgöstermekten ibarettir, dolayısıyla laiklik karşıtı hiçbir yönübulunmamaktadır.

Anayasamızda yer alan bu temel hükümlerin savunulması,bırakalım milletvekillerini, her Türk vatandaşının sorumluluğudur.Üstelik, Sayın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısıburadaki eleştirilerinmaddi gerçekliği aleyhinde bir iddiada da bulunmamaktadır.

Öte yandan, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay başkanlarıçeşitlinedenlerle yaptıkları konuşmalarda benzer eleştirilere yervermektedir. Anayasa Mahkememizin sayın başkanıAhmet NecdetSezer Anayasa Mahkemesi’nin 37. KuruluşYıldönümü nedeniyleyaptığıAçışKonuşması’nda şu görüşlere yer vermiştir:

“(Türkiye’de) (T)emel hak ve özgürlükler ve özellikle düşünceyiaçıklama özgürlüğü için Anayasa ve yasalarda öngörülen sınırlamave yasakların çoğu, çağdaşdemokrasilerde genellikle kabul görenİlkelerle bağdaşmadığıgibi bu sınırlama ve yasaklar özgürlüklerinevrensel standartlarda kullanılmasınıda engellemektedir.

Türkiye, insan hakları alanında evrensel normlara uyumsağlamak için Anayasa ve yasalarında gerekli değişiklikleri yapmakzorundadır. Düşünceyi açıklama Özgürlüğü ile bağdaşmayan yasakurallarıdeğiştirilmelidir. Anayasa ve yasalar, özgürlüğü engelleyenöğelerden arındırılmalı, özgürlük alanıgenişletilmelidir. Düşünceözgürlüğü alanında, demokratik değerlere yer verilmelidir.”

Sayın Sezer, aslında tümü alıntılanmaya değer bukonuşmasının sonuç kısmında ise, “Yargının öğesi kimi devletorganlarında, mahkeme kararlarına saygının sağlanamadığıveyayitirildiği durumlarda başkalarından saygıbeklenemez. Bu nedenle,yargının saygınlığı, tarafsızlığı, güvenilirliği ve etkinliği ilebağdaşmayan, bunlarıazaltan veya ortadan kaldıran tutum ve

1019

davranışlarıüzüntü ile karşıladığımızıbelirtmek istiyorum.” diyerek,yargıbağımsızlığınıtehdit eden gelişmelerden duyduğu üzüntüyüifade etmiştir.

Yargıtay BaşkanıSami Selçuk 6.8.1999 tarihinde yeni adli yılınaçılışınedeniyle yaptığıkonuşmada, 1982 Anayasası’nın meşruolmadığı, Türkiye’nin sadece “cumhuriyet” değil “demokratik bircumhuriyet” olmasıgerektiği, gerçek anlamda ‘laiklik ilkesi”ninuygulamaya geçirilemediği. devletin yurttaşıile barışık olmadığı,“anayasal” devlet ile “anayasalı” devletin aynıanlama gelmediği.Türkiye’nin demokratik toplumlara layık bir anayasal düzeni kurmakzorunda olduğu, hukukun üstünlüğü ilkesinin hayata geçirilemediğigibi birçok eleştirel görüş sunmuş; başta sayın CumhurbaşkanıSüleyman Demirel olmak üzere salonda bulunan tüm üst düzeydevlet yöneticileri de bu konuşmayıalkışlayarak desteklemiştir. SayınBaşbakan Bülent Ecevit ise vatandaşlarıbu konuşmanın üzerindedüşünmeye çağırmıştır. Adli yılın açılışı nedeniyle yapılan bukonuşma, hukuk çevrelerinde ve kamuoyunda özellikle üslupaçısından bazıeleştiriler almışsa da sayın Selçuk, daha sonrakiaçıklamasında amacının, mevcut düzeni aşağılamak olmayıp tamtersine çağdaş demokratik devletlerdekî standartlar çerçevesindedaha nitelikli bir demokrasiye ulaşmak için destek vermek olduğunubelirtmiştir.

Sayın Gül’ün iddianamede kanıt olarak ileri sürülenkonuşmasında da yukarıdakilere benzer eleştiriler yer almıştır.

Nihayet, sayın Gül’ün bu konuşmasıTBMM çatısıaltındayapıldığından “yasama sorumsuzluğu” kapsamıiçindedir.

Abdullah Gül ile ilgili son delil ise sayın Gül’ün eşiyle birlikteA.Ü. Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesine gitmeleri ve eşinin başörtülüfotoğrafıyla kayıt yaptırmasımümkün olmayınca sarfettiği sözlerdir.Burada Gül gazetecilere, “bugün Moskova’da yaşıyor olsaydık, böylebir engelle karşılaşmazdı eşim” demiştir. Siyasetçiler sık sıkkarşılaştırmalıörnekler verirler, böylece savunduklarıtezleri dahaçarpıcıbir biçimde ortaya koymaya çalışırlar. Bu tür konuşmalarmizahi, alaycı, abartılı, hatta rahatsız edici olabilir, gerçeküstüunsurlar taşıyabilir. Sayın Süleyman Demirel “yollar yürümekleaşınmaz” dediğinde, bundan kendisinin halkın duygu ve düşüncelerinidikkate almadığısonucunu çıkaramıyorsak, sayın Tansu Çiller’in“Türkiye son sosyalist ülkedir” sözlerini, rejimimizin hukuki anlamdasosyalist olduğu şeklinde yorumlanıyorsak, sayın Gül’ün bu

1020

beyanından da demokrasimizin nitelikleri ile ilgili hukuki bir sonuççıkaramayız. Böyle düşünüldüğünde ülkemizde ne bir sanatçı, ne birdüşünür, ne de bir siyasetçi yeterince üretken olabilir. Üslup çeşitliliğive renkliliği, anayasal sınırlar içinde kaldığısürece demokrasininzorunlu bir sonucudur. Aksini düşünmek Anayasa’nın 25.maddesinde düzenlenen düşünce ve kanaat özgürlüğünü aşırıbirsınırlamaya tabi tutmak olur. Burada belirtilmesi gereken bir başkanokta da olayın aktarılışbiçimidir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısınınhazırladığıiddianamede “(Abdullah Gül’ün)... eşi Hayrunnisa Gül’ü ...kayıt için ... getirdiği” ifadesi yer almaktadır. Oysa sayın Gül eşini“götürmemiş” sadece kendisine “refakat” etmiştir.

Son olarak, bütün bu konuşma ve olaylarda Abdullah Gül’üntutumunun herhangi bir parti üyesininkinden farkıyoktur. Bu nedenle,Fazilet Partisi’nin genel başkan yardımcısıolsa da, Abdullah GülSPK’nın 103/2 anlamında bir parti organıdeğildir. Dolayısıylakonuşmasıne kendi başına parti organlarının işlediği bir fiil olarak, nede partinin yasak eylemlere onay verdiğinin bir kanıtı olarakgörülebilir.

b. “Milli GörüşHakkındaki İddianame”

İddianamede Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılığının“Milli GörüşHakkındaki İddianamesi”nin Fazilet Partisi aleyhine birkanıt olarak sunulmasından, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın sözkonusu kuruluşu partinin bir yan kuruluşu gibi düşündüğünügöstermektedir. Ne var ki, bu düşünce gerçeklere büsbütün aykırıdır.Söz konusu iddianame partimize karşıaçılmış olan bu davabakımından hiçbir biçimde kanıt olma değeri taşımamaktadır. Bir kere“Milli Görüş” adlıkuruluşun Fazilet Partisi’yle herhangi bir bağlantısıkesin olarak yoktur; esasen partimizin hiçbir yan kuruluşu dabulunmamaktadır. Bu husus söz konusu İddianame okunduğunda darahatlıkla görülebilir. Çünkü, “Milli Görüşiddianamesi” bahis konusukuruluşun Fazilet Partisi’nin kurulmasından önceki dönemine aittir veorada işaret edilen fiillerin hepsi zaman bakımından partimizebağlanamayacak kadar eski tarihlerde geçmiştir. Dolayısıyla, MilliGörüşTeşkilatının faaliyetleri Fazilet Partisi’ne karşıdelil olarakkullanılamaz.

Öte yandan, birkaç mensubumuzun adıgeçen kuruluşun bazıtoplantılarında konuşma yapmış olması da organik bir ilişkibulunduğunu göstermez. Eğer böyle bir bağlantının var olduğu imaveya iddia ediliyorsa, bunu kanıtlamak o iddianın sahibine düşer.

1021

Ayrıca, “Milli GörüşHakkında İddianame”ye konu olan toplantıvekonuşmalar Fazilet Partisi kurulmadan önce yapılmışolduklarından,bu konuşmalarıyapan kimselerden birkaçının daha sonra partimizekatılmışolması, onların eski tutumlarının partimize mal edilmesinihaklıgöstermez. Kaldıki, “Milli Görüş” İddianamesindeki isnatlarınhepsi halihazırda kanıtlanmasıgereken birer iddia durumundadır,çünkü adıgeçen kişiler hakkında henüz kesinleşmiş bir hükümbulunmamaktadır. Anayasamızın (m. 38/4) ve Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi’nin (m. 6/2) kişiler lehine birer hak olarak tesis ettikleri“masumluk karinesi” elbette DGM’deki sanıklar hakkında dageçerlidir.

c. Fazilet Partisi Eski Milletvekili Ramazan Yenidede’nin BasınAçıklaması

İddianame’de Fazilet Partisi eski milletvekili RamazanYenidede’nin partiden istifasınıgeri almasıüzerine 15 Haziran 1998tarihinde yaptığıbasın açıklamasında sarfettiği sözler de FaziletPartisi’nin “laiklik karşıtı” eylemlerin odağıhaline geldiği iddiasınınkanıtıolarak ileri sürülmüştür. Her şeyden önce, Ramazan Yenidedebu konuşmayıyaptığıtarih itibariyle Parti üyesi değildi, istifa etmişti.Öte yandan, adıgeçen milletvekilinin bu konuşmasıbaşörtüsünüsavunmak meselesinde Fazilet Partisi’ne karşıbir delil olarakkullanılamaz. Çünkü, kendisi bu konuşmasında Fazilet Partisi’nibaşörtüsüne sahip çıkmadığıgerekçesiyle eleştirmektedir.

Kaldıki. Ramazan Yenidede nin iddianame ekinde sunulmuşolan deliller arasında yer alan konuşmasıherhangi bir biçimde “laiklikkarşıtı” olarak da yorumlanamaz. Çünkü, üslubu bakımındanyadırgatıcıolduğu düşünülürse de, bu konuşmada özünde Atatürk’ünkimi kötü niyetli kişilerce istismar edildiğinden yakınılmakta ve ülkedehaksızlıkların ortadan kalkmasıve huzur ortamının tesis edilmesiihtiyacıdile getirilmektedir. Bu görüşlere katılınmasa bile, bu nihayetbir milletvekilinin ülkenin durumu hakkında belli bir anda yaptığıbirdeğerlendirmedir, farklıbir görüştür. Adıgeçen kişi hakkında DGMSavcılığı’nca TCK 312/2 maddesi gereğince soruşturma açılmışolmasıda bu durumu değiştirmez. Çünkü, Anayasa’nın da açıkçabelirttiği gibi (m. 38/4), “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadarkimse suçlu sayılamaz.”

Öte yandan, Ramazan Yenidede söz konusu basınaçıklamasınıFazilet Partisi’nden istifa etmesi nedeniyle yapmıştır.Sayın milletvekili bu konuşmasınıFazilet Partisi’nin politikalarını

1022

tatmin edici bulmadığıiçin yapmıştır. Kendisi herhangi bir milletvekiliolarak tamamen kendi kişisel görüşlerini açıklamışolup, bu konuşmahukuken Fazilet Partisi’ni hiçbir biçimde bağlamaz. Kaldıki FaziletPartisi’nin adıgeçen şahsı18 Nisan 1999 milletvekili seçimlerindeaday bile göstermediği de göz önüne alındığında, onun sözlerininpartiye bağlanmasışöyle dursun, genel gidişatının Parti tarafındanbeğenilmediğini ortaya koymaktadır.

d. Fazilet Partisi Eski Milletvekili Mehmet Sılay’ın“Parlamentodan Haber” Kitapçığı

İddianame’de Fazilet Partisi’nin o tarihteki milletvekillerindenMehmet Sılay’ın kendisinin parlamentodaki faaliyetlerini anlattığı“Parlamentodan Haber” kitapçığıda Fazilet Partisi aleyhine bir delilolarak zikredilmişolmakla beraber, bu kitapçığın hangi bakımlardan“laiklik karşıtı” sayıldığıaçıkça belli edilmemiş, herhangi bir altınabulunulmamıştır. Öte yandan, bu kitapçıkta iddia edildiği şekilde birdurum söz konusu olsaydıbile, bir parti yayınıveya resmi belgesiolmayan, hatta Fazilet Partisi’nin hiçbir biçimde haberi olmadanyayınlanan bu kitapçığın partimizi ilzam eden bir durumu yoktur.Nihayet, söz konusu kitapçıktan dolayısayın Sılay hakkında herhangibir cezai koğuşturma da başlatılmışdeğildir. Halihazırdaki durumitibariyle, ortada sadece hukuki değeri bulunmayan gazete kupürleribulunmaktadır. Kaldıki, Mehmet Sılay da partimiz tarafından sonseçimlerde milletvekili adayıyapılmamıştır.

e. Fazilet Partisi Genel BaşkanıRecai Kutan’ın Konuşmaları

Ek dilekçede yer alan konuşmalardan ilkinde Recai Kutan laiklikkarşıtıherhangi bir beyanda bulunmamıştır. Bu konuşmada sadece“Cumhuriyet” ile “cumhur”un değerleri arasında uyum olmasıgerektiğivarsayımından hareketle, aksine olduğunu düşündüğü uygulamalarıeleştirmektedir. Böyle bir uyum temennisinin laiklik karşıtıhangisomut talepleri içerdiği hakkında herhangi bir veri olmaksızın, soyutolarak sırf böyle bir temennide bulunulmuşolmasılaiklik karşıtıbireylem olarak nitelenemez. Başörtülü bir “hanımefendi”ninparlamentoya girmesi gereği hakkındaki ikinci ve beşinci konuşmadaise dikkati çeken nokta, bunun “milletin karar vermesi” şartınabağlanmışve “millete hizmet” beklentisi içinde ifade edilmişolmasıdır.Böyle bir temenni açıktır ki demokratik bir duyarlılığıyansıtmaktaolup, bunun laiklik karşıtlığıyla herhangi bir ilişkisi yoktur. Esasen,demokratik duyarlılığıyansıtan bir temenni hiçbir biçimde antilaikolarak nitelenemez. Böyle bir düşünce, iki anayasal ilke olan laiklik ile

1023

demokrasinin birbirinin zıddı olduğunu peşinen kabul etmeyigerektirir.

Yükseköğretim Kurulu’nu eleştirdiği üçüncü konuşmasında iseRecai Kutan YÖK uygulamalarıile Diyanet İşleri Başkanlığı’nın birkararıarasındaki çelişkiyi hatırlatarak, bunun kız öğrenciler arasındayarattığışaşkınlığa dikkat çekmektedir. Bu beyan da kendi başınalaikliğe aykırıdeğildir. Bir kere, Diyanet işleri Başkanlığıgenel idareiçinde yer alan bir kurum olarak Türk anayasal sisteminin ve laiklikmodelinin bir unsuru olup, bu kurumun statüsünün değiştirilmesine ilişkinherhangi bir öneride bulunmayıyasal olarak yasaklayacak kadar Türklaikliğinin vazgeçilmez bir parçasıdır. Dolayısıyla bu anayasal gerçeğesaygıiçeren bir konuşma anayasa karşıtıolarak yorumlanamaz. Kaldıki, iki kurum arasında bir bütünlük arayışı, Anayasa nın öngördüğü“İdare’nin bütünlüğü” (m. 123/1) ilkesinin de bir gereğidir. FP GenelBaşkanısayın Recai Kutan’ın zikredilen dördüncü konuşmasındada “zulüm” olarak nitelediği başörtüsü yasağınıkaldıracaklarıvaadi yeralmaktadır ki bu da yukarıda çeşitli defalar vurguladığımız gibi,yurttaşlar için bir zorunluluk getirme isteğinden tamamen farklıolarak, birözgürlük talebidir.

Başka bir husus da, Recai Kutan’ın Ek iddianamede yer alan sonkonuşmasında, bir parlamenter olarak zaten eleştirme hakkına sahipolduğu yürütme ve idarenin bir unsuru olan üniversite idarelerininhukuka aykırıolduğunu düşündüğü uygulamalarınıeleştirdiğidir.Bunda da herhangi bir hukuk dışılık yoktur; yürütmenin üst organıolan ve bütün idari birimlerin hiyerarşik üstü durumundaki bakanlarkurulunu bile anayasal olarak eleştirme yetkisine sahip olan bir milletvekilive parti başkanıherhangi bir üniversite idarecisini evleviyette eleştirebilir.Anayasal bakımdan bunda herhangi bir aykırılık bulunmadığıgibi, budemokrasi ilkesi açısından da normal bir durumdur. Bir demokrasideelbette seçilmişparlamenterler idari makamların uygulamasınıeleştirmehakkına sahiptirler, hatta bu onların milleti temsil görevinin doğal biruzantısıdır.

Nihayet, sayın Recai Kutan Fazilet Partisi’nin genel başkanıolmakla beraber, SPK’nın 103/2 anlamında bir parti organıolmadığından,konuşmasıne kendi başına parti organlarının işlediği bir f i i l olarak, nede partinin yasak eylemlere onay verdiğinin bir kanıtıolarak görülebilir.

f. Abdullatif ŞENER’in Konuşmaları

1024

Abdullatif ŞENER’in yapmış olduğu ve ek iddianamedezikredilen konuşmalar da herhangi bir hukuk dışılık içermemektedir.Şener, ek iddianamede sunulan ilk konuşmasında Türkiye’de tümproblemlerin TBMM’de çözüleceğine, yasama organının ülke içindekisorunların giderileceği en üstün organ olduğuna, bu organın üstündehiçbir organ, kurum ve kuruluşun bulunmadığına dikkat çekmiştir.Demokratik ülkelerde siyasi partilerin en önemli işlevi değişik toplumkesimlerini yasama organında temsil etmeleridir. Farklı toplumkesimleri farklıdüşünce, öneri ve istekleri yasama organına taşırlar.Bu düşüncelere katılmasak, hatta tam tersini düşünsek dahi Meclisçatısıaltında oluşan diyalog ortamına saygıgöstermemiz gerekir. Birülkede sorunların çatışmasız, barışiçinde, başka bireylerin hak veözgürlüklerini ihlal etmeden çözülebilmesinin tek yolu “sorunuolduğuna” inanan herkesin bu organda kendini ifade edebilmesi veyine bu organda toplanan diğer temsilcilerle birlikte ortak bir çözümarayışıiçine girmesidir. Bu nedenle demokratik bir rejimin en büyükgüvencesi çoğulculuktur. Anayasa’nın 6. maddesi egemenliğinkayıtsız şartsız millete ait olduğunu ve milletin egemenliği yetkiliorganlar eliyle kullanacağıhükmünü içerir; 7. madde de ise, yasamayetkisinin TBMM’ye ait olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceğikuralına yer verilmiştir. Bu iki maddenin anlamıTBMM dışında hiçbirmerci, kurum ve kuruluşun yasama faaliyetinde bulunamayacağı,vatandaşları bağlayan temel normların ancak yasama organıtarafından oluşturulabileceğidir. Şener’in söz konusu konuşmasıdabu çerçeve içindedir.

Şener, delil olarak sunulan ikinci konuşmasında ise toplumdakifarklıyaşama biçimlerine sahip tüm bireylerin azami özgürlüktenyararlandırılmasına ve özgürlüklerin kullanılmasıönündeki engellerinkaldırılmasına değinmiştir. Şener’in bu konuşması sadeceçoğulculuğun bir savunusu niteliğindedir. Kaldıki, konuşmada belli birgrubun ya da düşüncenin değil, soyut olarak tüm grup vedüşüncelerin hak ve özgürlükleri savunulmuştur. Demokratikülkelerde bu ve benzeri açıklamalarda bulunan kişiler “özgürlükçü” yada “hoşgörülü” olarak nitelendirilmekte ve bu tür konuşmalargenellikle merkez sağ ve sol partiler ile liberal eğilimli partilerintemsilcileri tarafından yapılmaktadır. Öte yandan, sayın Şener’in bukonuşması TBMM çatısı altında yapıldığından “yasamasorumsuzluğu” sınırlarıiçindedir.

Ek iddianamedeki üçüncü konuşmada ise Şener, kapatılanRefah Partisi Genel BaşkanıNecmettin ERBAKAN’ıinsan haklarıödülü almaya layık bir şahsiyet olarak gördüğünü beyan etmiştir.

1025

Şener konuşmasında, ne suç sayılan bir fiili övmüş, ne de herhangibir hukukdışılığın savunusunu yapmıştır. Konuşmacısadece bir kişihakkında kendi şahsi görüşlerini belirtmiştir. AynıkonuşmadaŞener’in başörtüsü özgürlüğünü savunan sanatçıAhmet Kaya’yıkutlamasıda demokratik ülkelerde örneğini sık gördüğümüz sıradanbeyanlardandır. Niteliği itibariyle bu davranışın, geçtiğimiz yıllardayaptığıbir açıklamadan dolayıtepki çeken Yaşar Kemal’in MesutYılmaz tarafından savunulmasından hiç bir farkıyoktur. O tarihtekimse kamuoyunun hassas olduğu bir konuda Mesut Yılmaz’ınaçıklamalarınıbir parti kapatma nedeni olarak görmemişti. AslındaŞener’in tutumu, benzer örneklerde olduğu gibi, siyasetçilerin bireyhak ve özgürlükler konusunda daha duyarlıbir kesimi oluşturansanatçılara destek vermesi gibi demokratik ve çağdaşbir yaklaşımıiçermektedir.

g. Milletvekili Musa Uzunkaya’nın Konuşması

Sayın Uzunkaya TBMM’de yaptığı konuşmasında özetle,toplumun bir kesiminin imam-hatip okullarında başörtüsü ile ilgiliuygulamalar nedeniyle kendilerini mağdur hissettiklerini; millimücadeleyi gerçekleştirmişbir kuşağın çocuklarının birbirlerine bumağduriyeti yaşatmamalarıgerektiği üzerinde durmuştur. SayınUzunkaya konuşmasında bir grup seçmenin duygularınıTBMMkürsüsünden ifade etmek sorumluluğu ve gereği duymuştur.Milletvekilinin konuşmasında vatandaşların birbirlerini incitecekdavranışlara girmemesi gereği üzerinde durmuş, barışçıve uzlaşmacıbir anlayışla idari bir uygulamayıeleştirmiştir. Bu eleştiri sadece imamhatip okullarındaki öğrencilerin başörtüsü sorununa ilişkin olmayıpbaşörtüsüne ilişkin uygulamalarda idare adına hareket eden kişilerinkonuya yaklaşım biçimlerine yöneliktir. Uzunkaya. bir yandan yasağıbir yandan da bu yasağın uygulanma biçimini eleştirmektedir. Birmilletvekilinin idare adına hareket eden kişilerin yetkilerini nasılkullandıklarını ve bu yetkilerini kullanırken vatandaşa nasıldavrandıklarınıele alan bir konuşma yapmasıdemokratik rejiminsağlıklıişlediğinin önemli bir göstergesidir. Demokratik ülkelerdevatandaşların idare adına hareket edenleri “kamu avukatı” ya dayaygın adıyla “ombudsman”a şikayet edebildikleri bir çağda, birmilletvekilinin idarenin uygulamalarınıeleştirmesi nedeniyle partisininkapatılmasıdemokrasi adına vahim bir gelişme olacaktır. SayınUzunkaya’nın delil olarak sunulan konuşmasıbakımından belirtilmesigereken bir nokta da, milletvekilinin konuşmasının sadece dini eğitimyapan imam-hatip okullarıile sınırlıolmasıdır. İdare hukukundastatülerin özel bir önemi vardır ve örneğin, ortaokul öğrencileri,

1026

üniversite öğrencileri, memurlar gibi farklıgruplar farklıstatüler içindedüzenlenmiştir. Hatta, idare bir statü için öngörülen kurallarıbaşka birstatüye uygularsa bu işlem konu bakımından hukuka aykırıolur.Benzer şekilde bir statü esas alınarak yapılan açıklamalar diğerstatüleri kapsamaz. Bu nedenle anılan konuşmayısadece “dini eğitimyapılan okul öğrencileri” ile sınırlıolarak düşünmek gerekir.

Kaldıki sayın Uzunkaya bu konuşmasınıdönemin Milli EğitimBakam sayın Hikmet Uluğbay hakkında Muhsin Yazıcıoğlu ve 20arkadaşıtarafından verilen gensoru üzerine kendi siyasi parti grubuadına yapmıştır. O gün yapılan konuşmalarda gensoru üzerinekonuşma yapan parti sözcülerinin birçoğu başörtüsü konusunadeğinmişlerdir. Zaten gensoru da başörtüsü nedeniyle oluşanhaksızlıkların önüne geçilmesi amacıyla verilmiştir. Dolayısıyla sayınYargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın mantığıyla hareket edilirse bugensoru için olumlu oy kullanan tüm partiler ve onların milletvekillerisorumludurlar. Bu örnek açıkça göstermektedir ki, yasamadokunulmazlığıkapsamındaki bir konuşmanın sorumluluk nedenisayılmasıyasama fonksiyonunu zedeleyen ve hatta onu işlevsiz kılan,demokratik devlet düzenine ters düşen bir uygulamadır.

Yukarıdaki nedenlerle sayın Uzunkaya’nın TBMM çatısıaltındayaptığıbu konuşma, laiklik karşıtıbir yön içermemekte, yasamaorganında yapılan olağan bir konuşmanın sınırlarınıaşmamaktadır.Üstelik bu konuşma TBMM Genel Kurulu’nda yapıldığından “yasamasorumsuzluğu” kapsamındadır.

h. Fazilet Partisi Eski Milletvekili Musa Okçu’nun Konuşması

Musa Okçu TBMM Genel Kurul’unda yaptığıkonuşmasındaözetle başörtüsü uygulamasına karşıhalkın meşru yollardan tepkisinigösterebileceğini, demokrat olan ve insan haklarına saygıgösterenlerin bu tepkilere yasak koyma yoluna gitmemelerigerektiğini, aksi takdirde toplumun demokratik tepkisiylekarşılaşacaklarını, toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğüçerçevesinde toplumun tepkisini gösterme hakkına sahip olduğunusöylemiştir. Sayın Okçu’nun konuşmasıözü itibariyle vatandaşlarınmeşru yollardan tepki gösterme hakkıyla ilgilidir. Bir demokratikülkede vatandaşların meşru yollardan tepkilerini gösterebileceklerininMeclis kürsüsünden söylenmesi parti kapatma gerekçesi yapılamaz.Aksine bir tutum Anayasa’nın demokratik devlet ilkesinin düzenlendiği2. maddesine, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünüdüzenleyen 26. maddesine ve toplantıve gösteri yürüyüşü hakkını

1027

düzenleyen 34. maddesine aykırılık oluşturur. Üstelik Sayın Okçu bukonuşması ile yürütme organınıuyararak, vatandaşların meşruhaklarınıkullanmalarının engellenmesinin toplumu ve devleti sıkıntıyasokacağını, toplum içinde rahatsızlık yaratacağınıbelirterek, birmilletvekili olarak “toplumsal barış ve huzurun korunması” adınahareket etmiş, kaygılarını TBMM’ne ve yürütme organınıntemsilcilerine aktarmıştır. Böyle bir konuşmanın yasama organınınönemli iki işlevinden biri olan denetleme işlevinden bağımsızdüşünülemeyeceği de ortadadır. Milletvekillerinin ülke sorunlarıile busorunlar hakkında yönetimin uygulamalarınıele alan konuşmalaryapmaları, TBMM kürsüsünden eleştirilerini gündeme getirmeleriparlamenter demokratik sistemin temel özelliklerinden biridir. Kaldıki,sayın Okçu’nun bu konuşmasıTBMM çatısıaltında yapıldığından“yasama sorumsuzluğu” kapsamındadır.

i. Milletvekili Mehmet Ali Şahin ‘in Konuşması

Mehmet Ali Şahin TBMM Genel Kurulu’nda gerçekleştirdiğikonuşmasında özetle Sosyaldemokrat HalkçıParti milletvekili TuranBeyazıt’ın Türk hukuk sisteminde kadın kıyafetiyle ilgili genel birsınırın varolmadığına ait sözlerini içeren TBMM tutanağından alıntılaryapmıştır. Sayın Şahin konuşmasında ayrıca yönetmelikle kanunlarındeğiştirilemeyeceğini ve Anayasa’nın 153. maddesi gereğinceAnayasa Mahkemesinin de kanun koyucu gibi hareket ederek yeni biruygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceğinibelirtmiştir. Öncelikle belirtilmelidir ki, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısıtarafından sunulan Ek iddianamede sayın Şahin’in konuşmasıtamolarak verilmediğinden, sanki Anayasa Mahkemesi’nin milletiradesinin ürünü olan kanunlara hiçbir şekilde müdahaledebulunamayacağıgibi bir anlam çıkmaktadır. Oysa sayın milletvekilininburada anlatmak istediği Anayasa Mahkemesi’nin kanun koyucu gibihareketle yeni bir uygulamaya yol açacak nitelikte kararveremeyeceğine ilişkin Anayasa’nın 153. maddesindeki hükümdür.Sayın milletvekilinin konuşmasının tam metni 20. Dönem TBMMTutanak Dergisi’nin 54. cildinin 98. birleşimindeki kayıtlarda yeralmaktadır. Sayın Şahin bu konuşmasında önceki dönemlerdeki birkonuşmaya atıf yapmışve normatif hukuk teorisinin de öngördüğü ikidüzenlemeye değinmiştir. Bu nedenlerle söz konusu konuşmanıniçeriği dava konusunun tamamen dışındadır. Kaldıki, TBMM çatısıaltında yapılan bir konuşma olduğundan sayın Şahin’in sözleri“yasama sorumsuzluğu” kapsamındadır ve TBMM dışında bir organtarafından kontrol edilemez.

1028

j. Milletvekili Bülent Arınç’ın Konuşması

Sayın Arınç Manisa’da yaptığıkonuşmada Anayasa’da kılıkkıyafeti düzenleyen ayrıbir hüküm olmadığını, çağdaş kıyafetinyasalarda net bir tanımının olmadığını, konuya TBMM tarafından elkonulması gerektiği üzerinde durmuş; hükümetin bu konudahassasiyet göstermesini talep ederek bireysel hak ve hürriyetlerinkullanılmasını savunmanın önemini vurgulamıştır. Arınç ayrıca,çağdaş devletlerde devletin insanların başlarını örtmesiniengelleyemeyeceğini savunmuştur. Arınç bu konuşmasında mevcutyasal çerçevenin yasama organıtarafından gözden geçirilmesi gereğiüzerinde durmuştur. Bir milletvekilinin en doğal hakkıbir konununyasamanın gündemine girmesini savunmak, yine benzer şekildehükümetten taleplerde bulunmaktır. Kaldı ki sayın Arınç tümeleştirisini bireysel hak ve hürriyetler çerçevesinde inşaa etmiştir.Çağdaş devletlerde devletin insanların başını örtmesiniengelleyemeyeceğine yönelik görüşler ise bir tespitten ibarettir.Üstelik, bugün Avrupa ülkelerinin çoğu ile ABD’deki uygulama butespiti doğrular niteliktedir. Kaldıki, tespit niteliğindeki bir konuşmanınyasak fiil sayılmasıancak diktatörlükler ve totaliter yönetimlerde sözkonusu olabilir. Demokrasilerde ifade özgürlüğü ancak başkalarınınhaklarına zarar veren ya da suça azmettirme niteliği taşıyan ifadelerbakımından sınırlandırılabilir. Tespitler yanlışdahi olsalar bu niteliktedeğilseler yasak fiil olarak nitelendirilemezler, siyasi partilerinkapatılmasıda dahil olmak üzere yaptırıma konu edilemezler.

Bülent Arınç’ın “Kavakçıelbetteki siyasal simge olarak türbantakıyor, peruklu demokrasi olmaz” şeklindeki sözleri isedemokrasinin, gizlemeye gerek kalmaksızın bireylerin kendileriniserbestçe ifade ettikleri bir rejim olduğunu vurgulamaya yöneliktir.Demokrasilerde bireyler başkalarının haklarınıengellemediği süreceistedikleri simge ve sembolleri kullanabilirler, insanların bıyıkbiçimlerinden onların siyasi görüşleri hakkında bir sonuca varılmasıne rejime ne de başka insanlara zarar verir. Ancak insanlar bıyıkbiçimlerinden dolayıbaşkalarının herhangi bir hakkınıgaspetmeyebaşladıklarında bir zarar ortaya çıkar. İnsanların kendilerini serbestçeifade edemedikleri rejimlerde kişiler bireyselleşemez, sahtecilik, farklıgörünme yaygınlaşır ve etik değerler tahrip olmaya başlar.Dolayısıyla sayın Arınç’ın bu ifadesinden demokrasinin bireylerinkendileri ile ilgili tasarruflarda serbest bırakıldığıbir rejim olduğunu,aksi durumda rejimin niteliğinden şüphe duyulmasıgerektiğindenbaşka bir anlam çıkarmak mümkün değildir.

1029

k. Milletvekili Mustafa Kamalak’in Konuşması

Sayın Kamalak konuşmasında özetle başörtüsünü yasaklayıcıbir kanun hükmü olmadığından bu konuda yasak getirilemeyeceğini,bu yasağın laiklik ilkesinin tam anlamıyla bir ihlali olduğunusöylemiştir. Sayın milletvekilinin konuşmasının özü hukuk devleti velaik devlet ilkeleri ile ilgilidir ve her iki ilke de Anayasa’nın 2.maddesinde yer almaktadır. Bir hukuk devletinde hak ve özgürlüklerinsınırlandırılmasıkonusunda standart uygulama, sınırlamanın mutlakayasa ile getirilmesidir. Sayın milletvekili konuşmasında sadece bunoktaya dikkat çekmiş, aksi bir uygulamanın hukuka aykırıolacağınıvurgulamıştır. Üstelik sayın Kamalak başörtüsü yasağının laiklikilkesinin bir ihlali olduğunu vurgulayarak, değerlendirmesinde ölçüolarak Cumhuriyetin temel niteliklerinden biri olan laiklik ilkesinikullanmıştır. Konuşmacıbaşörtüsü yasağınıdine aykırıolduğu içindeğil, laiklik ilkesine aykırılığınedeniyle eleştirmektedir. Öte yandan,sayın Kamalak’ın sözleri “yasama sorumsuzluğu” kapsamındadır veTBMM dışında bir organ tarafından kontrol edilemez.

l. Milletvekili Fetullah Erbaş’ın Konuşması

Sayın Erbaşkonuşmasında 11 Ekim 1998 tarihinde düzenlenen“inanca saygı, düşünceye özgürlük için el ele” eylemini yasaklamakisteyen idarenin tutumunu eleştirmiştir. Demokratik ülkelerdemilletvekilleri yasa yapmak, hükümeti kurmak ve millet adına yürütmeorganınıdenetlemek üzere seçilirler. Sayın milletvekilinin bu eleştirisi,yürütme organının denetimine yönelik asli bir yasama faaliyetidir,idarenin birey hak ve özgürlüklerini ihlal ettiğini düşünen birmilletvekilinin bunu meclis kürsüsünden dile getirmesi onun en doğalhakkıdır. Aksi halde yasama organıönemli bir fonksiyonunu yerinegetiremez duruma düşürülür. Öte yandan Sayın Erbaş’ın bu tutumu,onun ya da partisinin bu eylemi düzenlediğinin bir kanıtıolarak da ilerisürülemez çünkü milletvekilleri milletin temsilcisidirler ve toplumunher kesiminin sorunlarına Meclis kürsüsünden serbestçedeğinebilirler.

Son olarak, sayın Erbaş’ın sözleri “yasama sorumsuzluğu”kapsamındadır ve TBMM dışında bir organ tarafından kontroledilemez.

m. Eski Milletvekili Naci Terzi’nin Konuşması

1030

Sayın Terzi TBMM Genel Kurulu’nda yaptığıkonuşmasındaözetle çağdaş, bilimsel, insan haklarına, hukuka saygılıve ülkeekonomisine katkıda bulunan bir üniversite ve üniversite yönetimiistediklerini belirtmekte, aksi tutum ve davranışiçinde olduklarınıilerisürdüğü YÖK ve üniversite yönetimlerinin tavrınıkınamaktadır.Konuşmasından da açıkça anlaşıldığıgibi sayın milletvekili anılankurumlara yönelik eleştirisini temel anayasal ilkeleri esas alarakgeliştirmektedir. Yukarıda da değindiğimiz gibi kurum ve kuruluşlarıninsan haklarına ve hukuk devleti ilkesine saygılıolmasınıistemek vebazıuygulamalarıbu temelde eleştirmek her Türk vatandaşının birgörevidir. Kaldı ki sayın Terzi’nin bu konuşması “yasamasorumsuzluğu” kapsamındadır ve TBMM dışında bir organ tarafındankontrol edilemez.

n. Milletvekili Remzi Çetin’in Konuşması

Sayın milletvekili konuşmasında başörtüsününyasaklanmasının milli değerlere, kültüre, inanca, medeniyetimize,insan karakterine ve bütün dünyada medeni insanların ve devletlerinkabul ettiği değerlere aykırıolduğu üzerinde durmuştur. Sayınmilletvekilinin bu konuşmasındaki amacı sözkonusu yasakuygulamasının gerek milli ve kültürel gerekse evrensel değerlerleuyum içinde olmadığınıgöstermektir. Öte yandan Sayın Çetin’in bukonuşması“yasama sorumsuzluğu” kapsamındadır ve TBMM dışındabir organ tarafından kontrol edilemez.

o. Milletvekili Mehmet Altan Karapaşaoğlu’nun Konuşması

Sayın Karapaşaoğlu konuşmasında özetle Anayasa’nın ruhunaaykırıolduğu halde bazıyönetmeliklerin yürürlükte kalmaya devamettiğini vurgulamıştır. Bir yönetmeliğin kanunlara ve anayasayaaykırılığınedeniyle idari yargıda iptal edilmesi yöntemi Türk hukuksisteminde yıllardır uygulanmaktadır. İdarenin bireysel işlemleri veeylemleri yanında, idarenin düzenleyici işlemleri de anayasaya aykırıolabilir. Anayasamızın 125. maddesi “idarenin her türlü eylem veişlemlerine karşıyargıyolu açıktır” hükmüne yer vermiştir. Buradasadece idarenin bir düzenleyici işleminin anayasaya aykırıolduğunukamu önünde ileri sürme hakkı kullanılmıştır. Kaldıki, sayınKarapaşaoğlu bu konuşmasınıMeclis kürsüsünden yaparak konudanyasama organınıda haberdar etmiştir. Bir yönetmeliğin anayasayaaykırılığıiddiasının kamu yararınıilgilendiren bir boyutu da vardır, bunedenle Meclis kürsüsünden dile getirilmesinde demokratikülkelerdeki uygulamalar bakımından bir anormallik söz konusu

1031

değildir. Nihayet, sayın Karapaşaoğlu’nun bu konuşması“yasamadokunulmazlığı” kapsamındadır ve TBMM dışında bir organtarafından kontrol edilemez.

p. Altındağ Belediye BaşkanıMehmet Ziya Kahraman’ınBelediye Meclisi İşlemi

Sayın Kahraman, Fazilet Partili Belediye Meclisi Üyesi HavvaBektaş’ın Belediye Meclisi çalışmalarına başörtülü olarak katılmasınaizin vermiştir. İdare hukuku statüler hukukudur. Belediye Meclisiüyeleri memur statüsünde değildir ve yürürlükteki düzenlemelerçerçevesinde başörtüleri ile çalışmalara katılmalarınıengelleyici birkural getirilmemiştir. Dolayısıyla, hukuka uygun hareket edenBelediye Başkanının siyasi parti yasaklarınıihlal eden ve sorumlulukdoğuran bir davranışısöz konusu değildir.

r. Fazilet Partisi Tanıtma BaşkanlığıTarafından Hazırlanan“Sular Tersine Akmaz” BaşlıklıKaset

Kasette yer alan görüntüler kılık kıyafetleri nedeniyleüniversiteye alınmayan öğrencilerin okullarıönündeki gösterileri ileilgilidir. Bu gösterilerin görüntüleri objektif olarak aktarıldığıgibi,yapılan gösteriler ne Fazilet Partisi tarafından düzenlenmişne departi teşkilatıbu gösterilere katılmıştır. Kasetin amacıkılık kıyafetyönetmeliği nedeniyle eğitim haklarının engellendiği iddia edilenöğrencilerin sorunlarınıkamuya aktarmaktır. Üstelik, aynıgörüntülerbasın ve televizyon aracılığıile tüm medya kuruluşlarıtarafından dayayınlanmıştır.

s. Milletvekili Cemil Çiçek’in Fazilet Partisi’ne Katılırken YaptığıKonuşma

İddianameye ek dilekçede, laiklik karşıtıeylemlerin bir “kanıtı”olarak milletvekili Cemil Çiçek’in partiye katılırken yaptığıkonuşmanınbir parçası yer almaktadır. Konuşmanın Yargıtay CumhuriyetBaşsavcılığı tarafından delil olarak gösterilen kısmında sayınmilletvekili “Şimdi bu talihsiz millet ne yapacaktır? Devleti için dininimi, dini için devletini mi karşısına alacak?” demiştir. Konuşmada,alıntıyapılan bu parçanın hemen ön kısmında “Bir anayasal kuruluşolan YÖK diyor ki; başınızıaçacaksınız, devletin emri budur. Yine birbaşka Anayasal kuruluşolan, Diyanet İşleri Başkanlığı”nın Din işleriYüksek Kurulu diyor ki, örtünmek Allahın emridir” sözleri yeralmaktadır. Bu iki kısım birlikte ele alındığında sayın milletvekilinin

1032

farklıanayasal organlardan kaynaklanan farklıaçıklamaların yolaçtığıbelirsizlikler üzerinde durduğu kolayca anlaşılabilir. Belirtmekgerekir ki, sayın milletvekilinin işaret ettiği belirsizlik ve “zor tercih”durumu uydurulmuş, hayali bir durum olmayıp, olgusal bir gerçeğedayanmaktadır. Adıgeçen Başkanlığa bağlıDin İşleri YüksekKurulu’nun işaret edilen 3.2.1993 tarihli ve (6) nolu mütalaasındagerçekten de Müslüman kadınlar için örtünmenin dini bir emir olduğubelirtilmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığıda bir anayasal organolduğuna göre (m. 136), Türk anayasa düzeni bakımından onunvarlığının laiklik karşıtıolarak yorumlanamayacağışüphesizdir. Tamaksine, Anayasa’ya göre, Diyanet İşleri Başkanlığı“laiklik ilkesidoğrultusunda” faaliyet gösterir. Bu nedenle Diyanet İşleri BaşkanlığıTürk laiklik modelinin temel taşlarından biridir. Dolayısıyla, Diyanetİşleri Başkanlığı’nın kendi yetkisi dahilinde verdiği bir karara atıftabulunmayılaiklik karşıtısaymak açıkça anayasa karşıtıbir tutumdur.Öte yandan, Diyanet İşleri BaşkanlığıAnayasaya göre genel idareiçinde yer aldığına göre, Anayasa’nın başka bir ilkesi olan “idareninbütünlüğü” (m. 123/1) karşısında, yurttaşların iki İdari kurumunçelişkili kararlarıkarşısında bahsedilen şekilde bir açmaz içinedüşmesi kaçınılmaz görünmektedir. Bu durumda, sayın Çiçek’in varolmayan bir gerilimi veya laiklik karşıtıbir temennisini gündemegetirerek laikliği zedelemeye çalıştığıelbette söylenemez. Tamaksine, sayın Çiçek, bu konuşmasıyla tam da Anayasa’nıngerektirdiği bir arayış içinde olduğunu göstermiştir; yani, idareninbütünlüğü ilkesine uygun bir çözümün bulunmasını temennietmektedir. Kısaca, sayın Cemil Çiçek söz konusu konuşmasında Dinİşleri Yüksek Kurulu’nun bir kararına atıfta bulunmakla din temelli birkurala hukuk düzeninin zoraki normatif geçerlilik kazandırmasınıdeğil, bundan tamamen farklıolarak anayasal organlar arasında yineanayasanın buyurduğu türden bir uyumun sağlanmasılüzumunaişaret etmektedir.

Üstelik sayın Çiçek yine iddianamede yer almayan ve alıntıyapılan cümlelerin sonunda yer alan bölümde “Bir çıkış yolubulunamaz mı?” diyerek sorunun çözümünün akli, cumhuriyetinniteliklerine zarar vermeyen, demokratik yollarla olanaklıolabileceğini, kendisinin hiçbir şekilde sabit fikirli olmadığınıyeterincegöstermiştir. Sayın Çiçek aynı konuşmasında “Türkiye gücünüpotansiyelini ideolojiye feda edemez, etmemelidir de”, “siyaset sloganüretmek değil çözüm üretmektir. Birincisi ne kadar kolay, ucuz,gündelik ve verimsiz ise ikincisi o kadar zor, o kadar meşakkatli vefakat ülke hayrına o kadar verimlidir”, “Siyasi partiler (...) demokrasiiçin, hukuk devleti için, özgürlükler için olmalıdır” şeklindeki görüşlere

1033

de yer vererek cumhuriyetin temel niteliklerine, hukuk devletine vedemokrasiye bağlılığınıher fırsatta vurgulamıştır. Böyle bir konuşma“muhalif unsurlar taşıyabilir, ancak asla “laiklik karşıtı” değildir. Dinideğerlerin savunulmasıile laikliğin temel ilkeleri arasındaki sınırmutlaka çizilmelidir. Aksi takdirde “muhafazakarlık” ile “köktendincilik”,“dindar” ile “köktendinci” ayırdedilemez. Bunun sonucu ise örneğin,DEV-SOL ile CHP ya da DSP’nin bir tutulmasıkadar vahim ve zararvericidir. Oysa herbiri “sol” etiketini kullanan bu anlayışlar arasındabüyük bir uçurum vardır.

Son olarak, sayın Çiçek bu konuşmasınıFazilet Partisi’nin GrupToplantısısırasında yapmıştır. Dolayısıyla. TBMM çatısıaltındayapılan bir konuşma olduğundan yasama sorumsuzluğunun sınırlarıiçindedir.

ş. 11 Ekim 1998 ve 24 Haziran 1998 Tarihli Yürüyüşlere BazıFazilet Partili Milletvekillerinin Katılması

Her şeyden önce, söz konusu eyleme katılma amacıyla FaziletPartisi’nin yetkili organlarıtarafından ne bir karar alınmışne departililerin topluca katılmasısöz konusu olmuştur. Bu husustaherhangi bir fiili bir teşvik de söz konusu değildir. Esasen, bu eylemlertamamiyle Fazilet Partisi’nin dışında oluşmuşve gelişmiştir; partininbu işte herhangi bir şekilde dahi yoktur. Mamafih, bazıpartilimilletvekilleri bu eylemlerin düzenlendiği yerlere gitmişveya başörtülüöğrencilerle görüşmüşolmakla beraber, bu tamamen onların kendikişisel iradeleriyle gerçekleşmişolup, partiyi hiç bir şekilde bağlamaz.Kaldı ki, bu yürüyüşlerden 24 Haziran tarihli olanı başörtülüöğrencilerin TBMM Başkanıyla ve çeşitli partilerle görüşmek üzereİstanbul’dan Ankara’ya yürümelerinden ibaret olup, yürüyüşekatılanlar zamanın sayın Meclis Başkanıve bazıpartilerin yöneticileritarafından kabul edilip yakınmalarıdinlenmiştir. Bu haliyle söz konusuyürüyüşmeşru bir hak arama girişimidir.

t. Eski Milletvekili Abdullah Gencer’in Konuşması

Sayın Gencer, belediye başkan adaylarını tanıtımkonuşmasında özetle başörtüsü meselesinde istedikleri sonucaulaşamadıklarını, ancak bu sorunun hissedildiği yerlere giderekoradaki halka ve öğrencilere manevi destekte bulunduklarınıbeyanetmiştir. Sayın milletvekilinin bu konuşmasındaki tutumu demokratikbir toplum düzeninde olmasıgereken barışçıl ve düzene saygılıörnekbir davranılmıştır. Demokratik toplumlarda farklısiyasi ve sosyal

1034

kesimler arasında görüşfarklılıklarıolmasıdoğaldır. Örneğin ABD’dekürtaj konusunda toplum ikiye bölünmüştür. Kürtajın yasaklanmasıveserbest bırakılmasınısavunan farklıgruplar ortaya çıkmıştır. Sorunfarklıgrupların ve argümanların ortaya çıkmasıdeğil, bu türmücadelelerin barışçıve demokratik bir şekilde yapılmasıdır. Sayınmilletvekilinin konuşması, sözlerinden açıkça anlaşıldığıgibi, insanlarıkavgaya sürükleyen, provakatıf ve anayasal çerçeveyi ihlal eden biriçerikten uzaktır. Sayın milletvekili demokratik yollarlakazanamadıklarıbir mücadele sonucunda, ilgili halk kesimlerinemanevi destek verdiğini beyan etmiştir. Demokrasilerde siyasetçilerinyapmasıgereken de budur.

u. Milletvekili Bekir Sobacı’nın Konuşması

Sayın Sobacı, bir açık hava toplantısında yaptığıkonuşmasındabaşörtüsü yasağınıprotesto eden bir grup üniversite öğrencisininMeclis parti gruplarınıziyaret etmelerini sağladıklarını, kendileriniifade edecek ortam sağlamak üzere bir basın toplantısıdüzenlediklerini söylemiştir. Bu olayda sayın Sobacımeşru yoldanhak arayan bir kısım yurttaşa yardımcıolmaya çalışmışve onlarahaklarınıararken meşru çerçeve içinde kalmalarınıtavsiye etmiştir.Siyasi partilerin toplumda oynadıklarıönemli bir rol de arabuluculukyapmak ve isteklerini yetkili mercilere aktarmak isteyen kişilereyardımcıolmaktır. Siyasi partiler demokratik ülkelerde şiddettenuzaklaşmanın en önemli araçlarından biridir. Bekir Sobacı’da yaptığıkonuşmasında bu nokta üzerinde durmuş, eylemcilere kanundışılığıdeğil, isteklerini meşru yollardan ifade etmenin yollarınıgösterdiklerinive bu şekilde kendilerine yardımcıolduklarını, bu konuda başkapartilerden destek görmediklerini söylemiştir. Böyle bir tutumla siyasiparti yasaklarıarasında olsa olsa ters bir ilişki kurulabilir.

ü. Fazilet Partisi Eski Milletvekili Ramazan Yenidede’ninKonuşması

Sayın Yenidede bir basın toplantısında yaptığı bukonuşmasında Atatürkçülüğün, arazi mafyasından, yüz kızartıcıeylemlerde bulunanlara kadar birçok kişi tarafından paravan yapılmakistendiğine değinerek, tek bir Türkiye olduğunu, tüm vatandaşlarıngeleceğinin de bu ülkeye bağlıolduğunu söylemiştir. RamazanYenidede’nin konuşmasıAtatürk’ü istismar etmek isteyenler ve bukişilerin toplumda yaratabilecekleri olumsuzluklar üzerindedurduğundan siyasi parti yasaklarıile bir ilişkisi yoktur.

1035

III. Fazilet Partisi’nin Yasak Fiillerin OdağıHaline Geldiğineİlişkin İddia ve Delillerin Genel Bir Değerlendirmesi

Sayın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın ileri sürdüğükapatma gerekçelerinden biri Fazilet Partisi’nin laiklik karşıtıfiillerinodağıhaline geldiği iddiasıdır. Anayasa Mahkemesinin kararlarındada vurgulandığıgibi, “Laiklik, din düşmanlığı, dinsizlik ya da dinekarşıoluşdeğil, inanç özgürlüğüne saygıdan kaynaklanan ve dini,kişi özgürlüğünün enginliğine bırakan bir tutum ve davranışbiçimidir”(E.1995/17, K. 1995/16. KT. 21.6.1995, AMKD. S. 31, C. 2. s.546)Bu çerçeve içinde laiklik karşıtıfiil saptanırken, söz konusu fiilin“özgürlükçü demokratik düzen ile bağdaşmayan ve siyaset bilimiliteratürüne girmiş haliyle “köktendinci” nitelikte olup olmadığıbelirlenmek zorundadır. Toplumun demokratik düzeni içindevatandaşların özgürlük alanınıgenişletmeye yönelik girişimler isebırakalım laiklik karşıtlığınıAnayasa Mahkemesi’nin kendi ifadesiylelaik düzenin sağlıklıişlediğinin bir göstergesidir. Yukarıda ayrıntılıolarak değindiğimiz gibi, Fazilet Partisi üyeleri ile milletvekillerininyapmış oldukları konuşmalar birey hak ve Özgürlükleri iletemellendirilmektedir. Konuşmaların hiçbirinde başka bireylerinhaklarına ne bir saldırıne de olumsuz yaklaşım olmadığıgibidemokratik düzen ve çoğulculuk temel değerler olarakbenimsenmektedir. İddianamede yer alan konuşmaları yapanüyelerimiz, vatandaşların din özgürlükleri ile başta kılık ve kıyafetolmak üzere kendi bedenleri üzerindeki haklarınısavunmaktanbaşka bir amaç gütmemişlerdir. Nasıl sol değerleri savunan tümpartiler illegal sol gruplar ile bir tutulmuyorsa, nasıl sağdenildiğindeakla ilk önce aşırımilliyetçi, ırkçıgörüşler gelmiyorsa, dini değerleresaygılımuhafazakar görüşleri savunanlar da “köktendinci” olaraknitelendirilemezler. Kaldıki, üyelerimiz yaptıklarıbu konuşmalardaüniversite öğrencileri için konulan kılık kıyafet düzenlemelerikonusunda toplumun her kesiminin duyduğu rahatsızlıklarıdilegetirmişlerdir.

Öte yandan, gerek laiklikle demokrasi ilişkisine dair GirişBölümünde yer verdiğimiz açıklamalar, gerekse Yargıtay’ımızınsayın BaşkanıDoç. Dr. Sami Selçuk’un 6 Eylül 1999 günü yeni AdliYıl’ın açılışımünasebetiyle yaptığıkonuşmanın içeriği göz önündetutulduğunda, Türkiye’deki cari laiklik uygulamasına yönelik hereleştiriyi “laiklik karşıtlığı” olarak nitelemek son derece yersiz birtutum olur. Üstelik, Fazilet Partililerin laiklik konusundaki beyanlarısayın Başkan”ınkilere nispetle daha yumuşak ve mütevazidir.Nitekim, Yargıtay BaşkanıTürkiye’nin “laiklik” modelini kökten

1036

eleştirmekle, buna karşılık kimi Fazilet Partililer sadece laiklikuygulamasındaki bazıaksaklıklarıeleştirmektedirler.

2820 SayılıYasa’nın 4445 SayılıYasa ile değiştirilen 102.maddesinde siyasi parti kapatma davalarında izlenmesi gereken usulbelirlenmiştir. Yine aynıyasa ile değiştirilen 103. madde de ise birpartinin ne zaman yasak fiillerin odağıhaline geldiği tanımlamıştır.Yeni getirilen bu usul ve tanım çerçevesinde sayın YargıtayCumhuriyet Başsavcısının iddianamesinde yer alan ve partinin odakhaline geldiğini kanıtlamaya yönelik belgelerin yasada belirlenen odakhaline gelme durumunu ispatlamaya yeterli olmadığıaçıktır. 2820sayılıYasa’ya göre, bir partinin, üyelerinin fiillerinden dolayıyasakfiillerin odağıhaline gelebilmesi için yukarıda da zikrettiğimiz gibi şuiki şartın birlikte gerçekleşmesi gerekir. Yasak fiillerin parti üyelerinceyoğun bir şekilde işlenmesi ve yasada gösterilen parti organlarınınaçık ya da zımni olarak bu eylemleri benimsemesi. Tek tek hiçbirmilletvekilinin ya da parti üyesinin sözleri ve eylemleri partinin tüzelkişiliğini bağlayıcıve sorumluluk doğurucu etki yaratmaya yeterlideğildir. Öte yandan, Fazilet Partisi’nin Kanun’un 103. maddesindebelirtilen herhangi bir organıda yasak fiilleri, “kararlılık içinde” olmakşöyle dursun, tekil olarak da işlemişdeğildir.

İkinci olarak, savunmamızın başında yer alan usul sorunlarıileilgili kısımda ve bir önceki başlıkta sık sık belirttiğimiz gibi,milletvekillerinin Meclis çatısıaltında yaptıklarıkonuşmalar “yasamasorumsuzluğu” kapsamındadır ve bu konuşmaların yürütme ya dayargı organları tarafından ister milletvekiline isterse partisinesorumluluk yüklemek amacıyla incelenmeleri olanaksızdır. Kaldıki,bu konuşmalar “yasama sorumsuzluğu” kapsamında yer almasa bile,Anayasamızın 26. ve Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi’nin 10.maddelerindeki düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti düzenlemesibakımından da ele alınmasıgerekir.

Anayasa Mahkememize göre, “Düşünce özgürlüğü, düşünceninaçıklanması ve yayılmasını içerir. Açıklanması ve yayılmasıolanakları tanınmamış olan bir düşünce zihinsel faaliyetlerdenibarettir ve gerçek bir özgürlük değildir” (E. 1979/31, K. 1980/59, KT.27.11.1980, AMKD, S. 18, s. 362) Mahkemenin bir başka kararındada “Özgürlükler ancak, istisnai olarak ve demokratik toplum düzenininsürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde sınırlandırılabilirler. Demokratikhukuk devletinde, güdülen amaç ne olursa olsun, özgürlükkısıtlamalarının bu rejime özgü olmayan yöntemlerle yapılmamasıvebelli bir özgürlüğün kullanılmasını ortadan kaldıracak düzeye

1037

vardırılmaması” gerekir görüşüne yer vermiştir (E. 1987/16, K.1988/8, KT. 19.4.1988, AMKD. S. 24, s. 108). Mahkeme siyasiözgürlüklerle ilgili bir başka kararında ise “Demokratik bir devletinönde gelen özelliği, çoğulculuğu ve katılımcılığı, sürekli ve etkinkılmaktır. Vatandaşların Anayasanın 67. maddesinde belirtilenseçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının demokratik birtoplum düzeninin gerekleriyle bağdaşmayacak bir biçimdesınırlandırılmasıkabul edilemez” (E. 1992/17, K. 1992/30, KT.21.4.1992, AMKD, S. 28, C. 1. s. 380) hükmüne varmıştır.

Anayasa’nın 25. ve 26. maddeleri ile yukarıdaki kararlarışığında, Türk hukuk sistemi içinde, düşüncelerin açıklanmasınınkoruma gördüğü, özgürlüklerin ancak demokratik düzenin sürekliliğiiçin zorunlu olduğu ölçüde sınırlanabileceği, siyasi faaliyetlerindemokratik bir toplum düzeninin gerekleriyle bağdaşmayacak biçimdesınırlandırılamayacağıaçıktır.

Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi’nin yerleşmişiçtihadlarındadüşünceyi yayma hürriyeti “demokratik toplumların gelişmelerinisağlayan dinamiklerinden ve bu toplumların kurucu temellerindenbirisi” olarak nitelendirilmiştir (Handyside Kararı, 7.12.1976). Bunedenle de Mahkeme düşünceyi açıklama özgürlüğü söz konusuolduğunda, çoğulculuk, hoşgörü ve sorunlara çok boyutlu bakmayıtemel alarak bu özgürlüğün mümkün olan en geniş sınırlardakullanılmasına ağırlık vermektedir. Mahkeme, düşünceyi yaymaözgürlüğünün sınırlarınıbelirlerken “dış dünyada gözlemlenebilirgerçeklik” ile “değer yargıları” arasında bir ayrım yapmaktadır. Buayrıma göre, düşünce açıklayan kişilerin görüşleri değer yargılarınadayanıyorsa, sorumluluktan kurtulmak için, bireylerden bu değeryargılarının doğruluklarının ya da bu değer yargılarınıileri sürerken iyiniyetli olduklarının ispatıbeklenemez (Lingens Kararı, 8.7.1986).Başka bir ifadeyle, doğalarıgereği değer yargılarıispat konusuyapılamazlar. Öte yandan değer yargılarının toplumda başkalarıtarafından benimsenmeleri ya da reddedilmelerinin de bir önemiyoktur. Hatta, Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi’nin yerleşmişiçtihatlarına göre, açıklanan fikirler toplumdaki başka bireylererahatsızlık veren, onlarısarsan ve hatta altüst eden bir içeriğe dahisahip olabilirler (Prager ve Oberschlick Kararı, 26.4.1995 ve yukarıdaatıf verdiğimiz diğer kararlar). Sayın Yargıtay CumhuriyetBaşsavcısının İddianamesinde belgelenen konuşmalar değeryargılarıüzerine kurulmuştur. Konuşmalar laiklik karşıtıaçık biriçeriğe sahip olmadıklarıhalde, yorum yoluyla bu değer yargılarınınaslında laiklik karşıtıolduklarıiddiasıyukarıda açıklanan nedenlerle

1038

ileri sürülemez. Demokratik bir toplumda, bireyler kendi değeryargılarının iyiniyetli olup olmadığınıispat zorunda bırakılamazlar.

Nihayet Siyasi Partiler Kanunu’nda yapılan son değişikliktensonra. Anayasanın 68. maddesinin dördüncü fıkrasında işaret edilen“yasak fiiller”in, hukuki niteliği bakımından, failin mahkumiyetinemüncer olacak suç teşkil eden fiiller olarak anlaşılmasıgerekmektedir. Nitekim, Kanun’un 102. maddesine 4445 sayılıKanun’la eklenen fıkraların ilkinde “(p)arti üyeleri 68 inci maddenindördüncü fıkra hükümlerine aykırıfiil ve konuşmalarından dolayıhüküm giyerler ise Cumhuriyet Başsavcılığıbu üyelerin partiden kesinolarak çıkarılmasınıo partiden ister” hükmü yer almaktadır. Bundandolayı, bir parti üyesinin herhangi bir fiilini Anayasa’nın 68.maddesinin dördüncü fıkrası anlamında yasak fiil olaraknitelendirebilmek için, o kişi hakkında bir ceza kovuşturmasıbaşlatılmışve mahkum olmuşolmasıgerekir. Nitekim, Anayasa’nıngenel sistemi içinde, Cumhuriyetin temel niteliklerine aykırıve/veyahakların kötüye kullanılmasımahiyetinde olan eylemlerin cezanormlarıyla da müeyyidelendirilmeleri gerekmektedir. Nitekim, TürkCeza Kanunu’nun bir kısım hükümleri bu niteliktedir, yani Anayasalyasaklarımüeyyidelendiren hükümlerdirler.

Oysa, sayın Cumhuriyet Başsavcısı’nın, partilerininkapatılmasınıgerektirecek şekilde yasak fiil işlediklerini iddia ettiğiFazilet Partisi üyelerinin hiç birisi hakkında mahkumiyet karanbulunmadığı gibi, çoğunun hakkında ceza koğuşturması bilebaşlatılmışdeğildir. Bu duruma göre, bu fiillerin Fazilet Partisi’ninlaiklik karşıtı fiillerin odağı haline geldiği iddiasına dayanakoluşturmalarıda düşünülememek gerekir.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

SONUÇ VE TALEP

Sonuç olarak, sayın Cumhuriyet Başsavcısı’nın “AnayasaMahkemesi tarafından kapatılmış olan Refah Partisi’nin devamıolduğu” ve ‘laiklik karşıtıeylemlerin odağıhaline geldiği” iddialarıylaPartimizin kapatılması, bütün üst düzey yönetici ve milletvekillerinebeş yıl süreyle siyasi yasak getirilmesi ve bütün milletvekillerininmilletvekilliklerinin düşürülmesi talebiyle açtığıişbu davanın,

1039

a) Demokratik siyasal rejimlerde siyasi partilerin, Anayasamız,Anayasa Mahkememiz ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesitarafından da teyit olunan, vazgeçilmez rolüne,

Demokratik bir devlette laiklik ve din özgürlüğü konusundakievrensel esaslara,

Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesine ve Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi’nin yerleşik içtihadına,

“Kanunsuz suç ve ceza olmaz” şeklindeki genel hukuk ilkesine,

Yasadışıyoldan elde edilen bilgilerin yargılamada kanıt olarakkullanılamayacağına ilişkin yasal kuralına,

İfade özgürlüğü ve yasama sorumsuzluğu ile ilgili anayasalesaslara ve evrensel anlayışa aykırıolduğu,

için genel olarak;

b) “Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmış olan RefahPartisi’nin devamıolduğu” iddiasına dayanan kısmının,

Anayasa’nın m. 68/2 ve 69/7., 8. ve Siyasi Partiler Kanunu’nundeğişik m. 95 ve 96/2 hükümleri gereğince ve

Yasadışıyoldan elde edilen bilgilerin yargılamada kanıt olarakkullanılamayacağına ilişkin yasal kurala aykırı olduğu veYargıtay’ımızın yerleşik içtihadınıihlal ettiği için;

c) “Laiklik karşıtıeylemlerin odağıhaline geldiği” iddiasıyla ilgiliolan kısmının ise,

ifade özgürlüğü ve yasama sorumsuzluğu ile ilgili anayasalesaslara, Anayasa mahkememizin içtihatlarına ve evrensel anlayışaters düştüğü için ve

Anayasa’nın m. 68/ 2 ve 69/ 6 ve Siyasi Partiler Kanunu’nundeğişik 103. maddesi hükümleri gereğince;

d) Bütün üst düzey yönetici ve milletvekillerine beşyıl süreylesiyasi yasak getirilmesi ve bütün milletvekillerinin milletvekilliklerinindüşürülmesi talebine ilişkin kısmının,

1040

Anayasa’nın m. 69/8 ve 84/5 hükümleri gereğince ve AnayasaMahkememizin Refah Partisi davasındaki içtihadına uygun olarak

e) Davanın bütün unsurlarıbakımından Yüksek Mahkemetarafından takdir olunacak diğer gerekçelerle reddine;

f) Sözlü savunma yapmak üzere Genel Başkanlığımızıngörevlendireceği bir vekilin dinlenmesine

karar verilmesini

Fazilet Partisi Genel Başkanısıfatıyla arz ve talep ederim.

IV- ESAS HAKKINDAKİGÖRÜŞ

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 6.10.1999 günlü esashakkındaki görüşü şöyledir:

I- Öncelikle dile getirmek istediğim husus : 12.8.1999 tarihindekabul edilen 4445 sayılıYasanın 18 nci maddesiyle 2820 sayılıSiyasîPartiler Kanununun 103 ncü maddesine eklenen ikinci fıkranınAnayasamıza aykırıolduğu ve iptal edilmesi gerektiği yolundakigörüşlerimizdir.

Siyasi Partiler Kanununun 28.3.1986 gün ve 3270 sayılıYasaile değişik 103 ncü maddesi metni, ikinci fıkrası AnayasaMahkememizce iptal edilmeden önce şöyle idi:

(Bir siyasi partinin, bu kanunun 78 ile 88 ve 97. maddelerihükümlerine aykırıfillerin işlendiği bir mihrak haline geldiğinin sübutaermesi halinde, o siyasi parti Anayasa Mahkemesi’nce kapatılır.

Bir siyasi partinin yukarıdaki fıkrada yazılıfiillerin mihrakıhalinegeldiği, 101 inci maddenin (d) bendinin uygulanmasısonucunda bufiillerin o partinin üyelerince kesif bir şekilde işlenmişolduğunun ve bufillerin kesif olarak işlenmesinin o partinin büyük kongre, merkez kararve yönetim kurulu veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genelkurulu yahut bu grubun yönetim kurulunca zımnen veya sarahatenbenimsendiğinin sübuta ermesiyle olur).

Söz konusu maddenin ikinci fıkrasının gönderme yaptığı101nci maddenin (d) bendi, değişiklikten önce şöyle idi:

1041

“d) 1- b bendinde sayılanlar dışında kalan (“b” bendindesayılanlar şöyledir : Parti büyük kongresi, merkez karar ve / veyayönetim kurulu, TBMM gurup yönetim veya genel kurulu) parti organı,mercii veya kurulu tarafından bu kanunun 4 üncü kısmında yer alanmaddeler hükümlerine aykırıfiilin işlenmesi halinde, fiilin işlendiğitarihten başlayarak, iki yılıgeçmemişise, Cumhuriyet Başsavcılığısöz konusu organ merci veya kurulun işten el çektirilmesini yazıile opartiden ister. Parti üyeleri 4 üncü kısımda yer alan maddelerhükümlerine aykırıfiil ve konuşmalardan dolayıhüküm giyerlerise,Cumhuriyet Başsavcılığı bu üyelerin partiden kesin olarakçıkarılmasınıo partiden ister.

Siyasi parti tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde istemyazısında belirtilen hususu yerine getirmediği takdirde, CumhuriyetBaşsavcılığıAnayasa Mahkemesinde o siyasi partinin kapatılmasıhakkında dava açar. Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenmişiddianamenin tebliğinden itibaren otuz gün içinde ilgili siyasi partitarafından söz konusu parti organı, mercii veya kurulunun işten elçektirilmesi ve parti üyesi veya üyelerinin partiden kesin olarakçıkarılmalarıhalinde, o partinin kapatılmasıhakkındaki dava düşer.Aksi takdirde Anayasa Mahkemesi dosya üzerinde inceleme yaparakve gerekli gördüğü hallerde Cumhuriyet Başsavcısının ve siyasi partitemsilcilerinin sözlü açıklamalarınıve konu üzerinde bilgisi olanlarıdadinlemek suretiyle açılmışbulunan davayıkarara bağlar.

Anayasa Mahkemesi, Refah Partisi aleyhine açılan kapatmadavasının görüşülmesi sırasında “davaya bakmakta olan mahkeme”sıfatıyla Siyasal Partiler Kanunu’nun 103/2. maddesinin Anayasa’yaaykırıolduğu kanısına vararak davayıbu aşamada bekletip, adıgeçen maddeyi bu açıdan incelemişve 22.2.1998 tarihli ResmîGazetede yayınlanan 9.1.1998 gün ve 2/1 sayılıkararıyla iptalinekarar vermiştir. Mahkemenin bu konudaki temel gerekçesi şöyledir:TCK.m.163’ün kaldırılmışolması, parti üyelerinin parti yasaklarınaaykırıeylemlerini büyük ölçüde suç konusu olmaktan çıkarmıştır. Budurumda 103/2. maddenin uygulanma olanağıkalmamıştır. Her nekadar SPK.m. 117 partilerin temelli kapatılmasına yol açacakeylemlerle ilgili genel bir yasak öngörmekteyse de AnayasaMahkemesi’ne göre bu madde, ancak bir kapatma davasınınsonuçlanmasından sonra uygulanabilir. Başka bir deyişle SPK.m.117,TCK.m. 163’ün kaldırılmasıyla doğan boşluğu dolduramaz. Budurumda 103/2. maddenin gönderme yaptığıprosedür, Anayasa’nın69. maddesinin 6. fıkrasının uygulanmasını olanaksız halegetirdiğinden, bu madde Anayasa’ya aykırıdır.

1042

Mahkemenizin söz konusu kararı, bilim adamlarımızca dayerinde bir karar olarak nitelendirilmektedir. Şöyle ki:

a- Prof. Dr. Erdoğan TEZİÇ , 1998 yılında beşinci basısıyapılan“ANAYASA HUKUKU” adlıeserinde şöyle diyor (s.324):

(Hemen belirtmek gerekir ki SPK.nun 103. maddesinin 2.fıkrası, siyasi partilerin kapatılmasınıgüçleştiren bir usul hükmüydüama, açıkça da Anayasanın değişik 69. maddesinin 6. fıkrasınaaykırıydı. SPK.nun 103. maddesinin 2. fıkrasının iptalinden sonra,Anayasa Mahkemesi doğrudan Anayasa hükmünü (m.69/6)uygulayarak partinin kapatılmasına karar vermiştir).

b)- Doç. Dr. Fazıl SAĞLAM, 1999 yılında yayınlanan “SiyasiPartiler Hukukunun Güncel Sorunları” adlı eserinde şöyle birdeğerlendirme yapmaktadır:

(Kanaatimizce, Anayasa Mahkememizin kabulünün aksine 117.maddenin siyasal partinin kapatılmasından önce de uygulanabileceğikabul edilse bile, bu görüşAnayasa Mahkemesi’nin vardığısonucuetkilemez. Nitekim Ahmet Necdet SEZER de karşıoy yazısında aynıgörüşü belirtmesine rağmen 103/2. maddenin iptali yönünde oykullanmıştır. Gerçekten SPK.m. 103/2’nin öngördüğü prosedür esasitibariyle TCK.nun 141. 142 ve 163. maddelerine konu olan eylemleresas alınarak düzenlenmiştir. Burada vurgulanmasıgereken nokta,bu eylemlerin suç olmaktan çıkarılmasının aynıeylemlerin partikapatma nedeni olma niteliğinde bir değişiklik yaratmamasıdır. Buaçıdan 141, 142 ve 163. maddelerin kaldırılmasının, bu eylemleri 117.maddenin de kapsamından çıkardığı sonucuna bile varmakmümkündür. Çünkü aksi takdirde yasa koyucu bunlarısuç konusuolmaktan çıkarmak yerine bunların cezalarında indirim yapma yolunagiderdi. Bu bağlamda 141, 142 ve 163’ün kaldırılmasınıSPK.m.117’deki genel yasak açısından lex specialis hükmünde kabuletmenin ceza hukuku ilkelerine daha uygun düşeceği kanısındayız,s.136.

103. maddenin Anayasa Mahkemesi’nce iptali ile ilgili olarakdeyinilmesi gereken bir başka nokta, adıgeçen maddenin iptal kararıile Refah Partisi’nin kapatılmasına ilişkin kararın aynıResmiGazete’de yayımlanmış olmasıdır. Refah Partisi’nin kapatılmasıdavasında davaya bakmakta olan mahkeme sıfatıyla 103/2.maddenin Anayasa’ya aykırılığı kanısına varan AnayasaMahkemesi’nin, bu konuyu karara bağladıktan sonra parti kapatma

1043

davasına devam edip iptal kararının sonucuna göre davayısonuçlandırmasıitiraz davalarının doğasından kaynaklanan normalbir süreçtir. İtiraz davalarının özelliği, bir başka mahkeme görülmekteolan bir dava açısından bekletici sorun teşkil etmesidir. Bu özelliknedeniyle itiraz davasında verilen kararın Resmi Gazete’deyayımlanmasından önce ilgili Mahkemeye yönelik olarak açıklanmasıgerekir. Nitekim 152/3. maddesinde de: “Anayasa Mahkemesi, işinkendisine gelişinden başlamak üzere 5 ay içinde kararınıverir veaçıklar” denilmektedir. Aynıfıkranın 3. cümlesinde de “...karar esashakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse ..” cümlesi yeralmaktadır. “Kararın açıklanması” ve “kararın gelmesi” ibarelerindende anlaşılacağı üzere Anayasa Mahkemesi kararının ResmiGazete’de yayımlanmadan önce ilgili Mahkemenin bilgisineulaştırılmasıgerekmektedir. İtiraz davalarındaki bu farklılık, ilgilimahkemenin itiraz davasının sonucunu beklemesinin ve gördüğüihtilafıbu sonuca göre çözecek olmasının doğal bir sonucudur. Partikapatma davalarında ise, bu mekanizma aynımahkemede cereyanetmekte Anayasa’ya aykırılık itirazıile bu itirazın çözümü aynımahkemede gerçekleşmektedir. Bu nedenle Anayasa’nın öngördüğübilgi akışıda aynıanda gerçekleşmişolmaktadır. s.137).

Doç. Dr. FAZIL SAĞLAM, Yasalaşmasından kısa bir süre önce,Uyum Komisyonunun hazırladığımetni, adıgeçen eserinde şuşekilde eleştirmektedir:

(101. madde yürürlükteki metniyle bir bütündür. Bu bütünlükiçinde oldukça anlamlıbir sıralamanın yapıldığıgöze çarpmaktadır.Bu açıdan bakıldığında 101 .maddenin ilk üç bendinde parti tüzelkişiliğini temsil yoğunluğu ve kamuya yönelik etkisi yüksek olan organmerci ve kişiler bakımından “bir odaklaşma karinesi”nin kurulduğu,diğerlerinde ise “ihtar” ve “benimseme” koşullarının eklendiğisöylenebilir.

İşte PartilerarasıUyum Komisyonu bu bütünlüğü kopararakihtar mekanizmasınıdaha geniş bir kapsamda 102. maddeyeaktarırken, odaklaşma karinesini öngören hükümleri tümüylekaldırmaktadır.

Böyle bir düzenleme sisteme ters düşeceği gibi, sadeleştirilmişbulunan parti kapatma sürecinde karışıklık yaratmasıbakımından dasakıncalıdır. Özellikle 103/2.maddenin Refah Partisi ile ilgili davadaAnayasa Mahkemesi’nce iptal edilmiş olmasıkarşısında, işleviniönemli ölçüde yitirmişbulunan 101 /d maddesi canlandırılırken, 101

1044

a, b ve c bentlerindeki odaklaşma karinelerinin kaldırılması, odakolgusunun değerlendirilmesinde önemli belirsizliklere ve yanlışlıklarayol açabilir. Özellikle bu bentlerin kapsamına giren söz ve beyanlarınnasıl değerlendirilmesi gerektiği sorusunun tartışmalıbir durumageleceğini göz önünde tutmak gerekir...

Öte yandan ihtar prosedürünün parti üyeleri bakımından yinemahkûm olma koşuluna bağlıkılınması, Anayasa Mahkemesi’nin103/2.maddeyi iptal gerekçesiyle de açıkça çelişmektedir. s.179).

c- Anayasa Mahkememizin Siyasî Partiler Kanunun 103 ncümaddesinin ikinci fıkrasını iptal etmeden kısa bir süre önceyayınladığı(1997) «ANAYASA HUKUKUNA GİRİŞ» adlıeserinde, 9Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi DekanıProf. Dr. Zafer GÖRENşöyle bir değerlendirme yapmaktadır (s.285):

(Anayasanın değişik 69. maddesinin VI. fıkrasıSiyasi PartilerKanunu md.103’e göre daha farklıbir kural oluşturduğundan ve“odak” haline gelme özelliğinin belirlenmesini özellikle AnayasaMahkemesinin takdirine bırakmak istediğinden, yasama organıtarafından Siyasi Partiler Yasasının Anayasanın değiştirilenmaddelerine uyumu yapılmasa bile Anayasa Mahkemesi, SiyasiPartiler Yasasımd. 103 kuralınıihmal ederek Anayasanın doğrudanuygulanmasıyoluna gidebilmelidir. Aksi halde Anayasa MahkemesiAmerikan Anayasa Yargısının eski bir geleneğine dayanan ve F.Alman Anayasa Mahkemesinin kullandığı“Anayasaya uygun yorum”tekniğini uygulamalıdır. F. Alman Anayasa Mahkemesi çoğu zamaniptal kararına varmamak için sözü bakımından Anayasaya aykırıbirkuralı Anayasaya uygun yorumla korumuştur. Türk AnayasaMahkemesi de bazıkararlarında bu tekniği uygulamıştır).

d- COŞKUN KIRCA. 12 Ağustos 1999 tarihli SABAHGAZETESİ’nde yazdığı“PusulayıŞaşırmak” başlıklımakalesindeşöyle diyor :

(Siyasi Partiler Kanununun 103 ncü maddesinde yapılandeğişikliğe göre, bir partinin üyeleri, temelli kapatılmayıgerektirenfiilleri yoğun bir şekilde işleseler bile, bu durum partinin genelkongresi, merkez karar ve yönetim kurulu, Meclis grubu genel kuruluve grup yönetim kurulundan biri tarafından benimsenmemişse o partibu yaptırıma çarptırılamayacaktır.

1045

Yani o parti üye tabanında fiilen böyle bir “odak” olsa bilemerkez kurullarıiyi takiyye yapmasınıbecerebiliyorlarsa, parti temellikapatmadan kurtulacaktır! Oysa Alman Anayasasının 21 incimaddesinin 2 nci bendine göre “parti üyelerinin tavrı” o partininkapatılmasıiçin yeterli bir sebep sayılır. Görülüyor ki bu değişiklikAnayasaya aykırıdır ve evrensel bir içtihat uyarınca AnayasaMahkemesi bu değişikliği dikkate almamak durumundadır. Bu metinuygulanırsa pratikte hiçbir bölücü, kökten dinci ve insan haklarıilehukuk devleti kavramlarına dayalıdemokrasiyi inkar eden hiçbir partitemelli kapatılamayacaktır).

Esasen, Anayasa Mahkememizin takdir yetkisini Anayasayaaykırıbir biçimde kısıtlayıp, “bir siyasi partinin Anayasanın dördüncüfıkrasına aykırıeylemlerin odağıhaline geldiği”nin ancak belli delillerlekanıtlanabileceğini kabul etmenin, Anayasamızın parti kapatmayailişkin 68 ve 69 ncu maddelerini uygulanamaz hale getireceği bilinenve Anayasa Mahkememizce de kabul edilen bir gerçektir.

Delillerin serbestçe değerlendirilebilmesi; başka bir deyişle,hangi deliller esas alınarak hüküm kurulabileceğinin davaya bakanmahkemece belirlenmesi gerektiği ilkesi, bütün çağdaş ülkelerde,parti kapatma davalarının olmazsa olmaz ilkesi olarakbenimsenmiştir.

Bir örnek vermek gerekirse :

Federal Almanya Anayasa Mahkemesi Komünist Partisi’ninkapatılmasıyla ilgili 17 Ağustos 1956 tarihli kararında, ilke olarak partikapatma davalarında hangi delillerin esas tutulacağınıbelirlerken :

(Anayasaya aykırımaksatların isbatı için en önemli delil,Anayasanın 21’inci maddesinin 2. fıkrasına göre, partinin gayeleridir.Mezkûr hüküm, önleyici karakterine uygun olarak, bu hususta“önemsiz” uzak gayeler arasında bir tefrik yapmamaktadır.

Önemli olan sadece, bir partinin gayelerine göre, hürdemokratik ananizama zarar vermek veya onu bertaraf etmekmaksadının olup olmadığıdır. Gayelerinden bu maksat halihazırdaispat edilebiliyorsa, onun düşüncelerine göre, bu maksadın başarıyaerişeceği veya erişmesi lazım gelen zamanın hukuki bir önemi yoktur.Kanun vazıının maksadı. Anayasanın devamımüddetince hürdemokratik ananizamızedeleyecek hiçbir partinin inkişafına müsaadeetmemektir.

1046

Bir partinin hedefleri kaideten şunlardan anlaşılır: Programındanve diğer parti makamlarının açıklamalarından, partinin siyasi ideolojisihakkında söz söylemeye yetkili olarak tanınmış muharrirlerinyazılarından, ileri gelen görevlilerinin sözlerinden, partinin içindekullanılan eğitim ve propaganda vasıtalarından ve bunlardan başkaparti tarafından çıkarılan veya onun nüfuzu altında bulunan gazete vemecmualarından bu çıkarılır. Parti organlarının ve taraftarlarınıntutumları, maksadın tespiti hususunda, netice çıkarmaya imkanverebilir.

Bütün gayelerin yazılıolmasıveya herhangi bir surette tespitedilmişbulunmasıanlamında, maksadın yazılıdelillere dayanmasışeklinde, Anayasanın 21 .maddesinin 2. fıkrasında bir hüküm yoktur...Bir partinin Anayasaya aykırımaksatlarının, hiçbir zaman açıkça ilanedilmediği bilinen bir keyfiyettir. Geçen on yılın siyasi tecrübeleri, birpartinin kullandığı siyasi vasıtaların şeklinden, hareketlerinintarzından, onun hakîki maksadınıanlamak ve sahte olanlarıayırtetmek için kafi derecede bilgi vermiştir.) demektedir.

Hal böyleyken, TBMM si, 4445 sayılıYasanın 18 ncimaddesiyle, Siyasi Partiler Kanunun 103 ncü maddesinin ikincifıkrasını, tıpkıTBMM üyelerinin emekli olmalarına ilişkin ve halkın“kıyak emeklilik” olarak nitelendirdiği yasalarda olduğu gibi, AnayasaMahkemesi kararlarınıhiçe sayarak ve Anayasaya eskisinden deaykırıbir biçimde yeniden düzenlemiştir.

Bir hukuk devletinde Parlamentonun, ülkemizde olduğu gibi,kendi varlığına da vücut veren Anayasasınıve Anayasa Mahkemesikararlarınıböylesine hiçe saydığının başka bir Örneğini göstermekmümkün değildir. Bu çeşit yasalar, olsa olsa parlamentoçoğunluğunun “hukuk devleti” ilkesini içine sindiremediğinin deliliolabilir. Anayasamızın 138 nci maddesine göre “Yasama ve yürütmeorganlarıile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadırlar”.Parlamentolara meşruiyet kazandıran sadece seçimle işbaşınagelmişolmalarıdeğildir.

Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği bir yasanın aynısınıveyadaha da Anayasaya aykırıolanlarınıkabul eden veya kuşkuya yerbırakmayacak şekilde kasten Anayasaya aykırıkanun çıkaranParlamentoların hukukî durumunu Prof. Dr. Doğan SOYASLAN “CezaHukuku Özel Hükümler (Cilt 2. s.311 -348)” adlıeserinde ayrıntılarıylaincelemiştir.

1047

Benzer bir durumla sadece İtalyan Anayasa Mahkemesi karşıkarşıya kalmıştır. Adıgeçen mahkemenin takındığıtavrı, 1999/2000Adli Yılınıaçışkonuşmasında, Yargıtay Başkanımız Doç. Dr. SamiSELÇUK şu şekilde açıklamıştır:

(Savaş sonrasında İtalya demokrasiye geçti. Faşizmdöneminden kalan ve valilere doğduğu kentten başka kente gidenlerikent dışına çıkarma yetkisi veren Zorunlu Sürgün YasasınıAnayasaMahkemesi iptal etti. Halkın sevgilisi Başbakan De Gasperi, düzenisağlamak ve suçluluğu önlemek için bu yasaya gerek olduğunu,yeniden çıkaracaklarınıduyurunca Anayasa Mahkemesi BaşkanıProf. Dr. De Nicola bir bildiri yayımladı. Başbakanıeleştirdi vehükümet karara uyuncaya değin Anayasa Mahkemesinin hiçbirdavaya bakmayacağını, Roma’dan ayrılıp Napoli’ye taşınacağınıaçıkladı. Dediğini de yaptı.

Böylelikle belki de yargının tarihinde ilk kez bir sivil itaatsizlikolgusu yaşanıyordu.

Kamuoyunda kıyamet koptu. Grevler başladı. Bunalım çıktı. Ensonunda Başbakan De Gasperi, iptal kararına uyacaklarınıbildirmekve özür dilemek zorunda kaldı. Mahkeme de Roma’ya döndü).

Amerika Yüksek Mahkemesi. 25.6.1997 tarihli kararında.Amerikan Kongresi’nin yasa çıkartma yetkisini tartışmışve YüksekMahkeme’nin iptaline konu olan bir yasanın yenidençıkarılamayacağını, Kongre’nin böyle bir yetkisi olmadığınıkararabağlamıştır.

Devletin, sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzeninidin kurallarına dayandırmak için faaliyet gösteren bir partinin varlığınıkorumasına hiçbir hukuk düzeni izin veremez. Hal böyleyken, SiyasiPartiler Yasasının 103 ncü maddesinin ikinci fıkrasındaki “odak”tanımıyla ilgili hususlar belgelenemedi diye kapatılmayıp, bu partininkanıtlanmışAnayasaya aykırıeylemlerine izin verilecek öyle mi?

Böyle bir hukuk düzeniyle Türkiye Cumhuriyetinin varlığınıkoruyamayacağınıvatandaşlarımız sağduyusuyla zaten biliyor veAnayasamızın özellikle “ülke bütünlüğü” ve “Anayasal düzen”imizinkorunmasına ilişkin hükümlerinin eksiksiz ve tastamamuygulanmasınıistiyor.

1048

Açıkladığım hususları gözönünde tutarak, AnayasaMahkememizin, Siyasi Partiler Kanunun 103 ncü maddesinin değişikikinci fıkrasınıyeniden iptal edeceğine inanıyorum.

2- DAVANIN ESASINA İLİŞKİN GÖRÜŞLERİMİZ :

A- “İnsan haklarına en büyük değerin verildiği bir çağdayaşıyoruz.

Ancak günümüzde, en vahim insan hakkıihlalleri, artık devletlerve devlet görevlileri tarafından değil, terörist örgütler tarafındanyapılmaktadır.

Bu sebepten, Anayasa, yasalar ve çeşitli milletlerarasıantlaşmalarla kabul edilen İnsan Haklarınıhayata geçirmek, ülkebütünlüğünü korumak ve demokratik düzeni ayakta tutmak, ancakterörizmle mücadelede başarıkazanmakla mümkündür.

Büyük hukuk düşünürü ve pek çok teröristin avukatlığınıyapanJacgues VERGES şöyle diyor : “Bir gerilla grubu ile bir devletarasındaki savaşın, ellerde beyaz eldivenler ve İnsan HaklarıBildirisiyle yapılmasınıbeklemek, ne ikiyüzlülük!”

Hannah ARONT’un dediği gibi “Dehşetin mutlak suretle hükümsürdüğü yerde, herşey ve herkes susmaya mahkumdur”. Terörizmitanımlayan masuma karşıhesaplanmışolan saldırıdır. 05.12.1985tarihli INTERNATIONAL HERALD TRİBÜNE gazetesinde yayınlananbir Rand Corporation raporuna göre : Uluslararasıterörist eylemler biryılda %12 ile %15 oranında artarak artık müesseseleşmiştir. 20 nciyüzyılda ADOLF HİTLER de korku ve menfaat ile bütün halklarınteslimiyete yönelebileceğini iddia ediyordu: “Terör, en kuvvetli siyasisilahtır ve ben bazıaptal burjuvalarışok durumuna sokuyor diyeondan mahrum olamam”. Bunu Herman RAUSCINING 1939 da “Hitler Bana Dedi” adlıkitabında zikretmektedir. FÜHRER’le konuşanbir diğer yazar olan Hanstöngel de Hitler’in şu sözlerini ilave ediyor :“Demokrasiler, daima böyle saldırılar karşısında yapılarıbakımındanaciz kalacaklardır; zira savunmak için kendilerinin de otoriter bir rejimkurmalarıgerekmektedir”. (Prof. Dr. Yılmaz ALTUĞ, İ.Ü.K.F.M. 1986-1987, s.47.)

4-5 Ekim 1991 tarihleri arasında Antalya’da düzenlenen veUluslararasıBasın Enstitüsü Direktörü Peter GALLINER, Avrupaİnsan HaklarıDivanıYargıcıThor VILHJAMSON, Avrupa İşkencenin

1049

Önlenmesi Komitesi Üyesi Love KELLBERG, Avrupa ParlamentosuSiyasi İşler Komisyonu Üyesi Maria Loisa CERRETTl, BirleşmişMilletler İnsan HaklarıGenel Sekreter YardımcısıJan MARTENSONgibi şahsiyetlerin de katıldığıbir sempozyumda konuşan BrunaSTEGAGNINI şöyle diyor: “Terörizm trajedisini yaşamayanlar için,alınan önlemleri ve sınırlamalarıeleştirmek çok kolaydır. Ancak, ben,birincil ve en önemli insan hakkıolan yaşamısürdürme hakkınıveyurttaşların güvenliğini korumayı amaçlayan bu önlemleri vesınırlamalarıgetirmenin Türk Devleti’nin görevi olduğuna inanıyorum”.

Anayasamızın konu ile ilgili çeşitli hükümleri birliktedeğerlendirildiğinde şu husus açık bir biçimde anlaşılmaktadır: Devletyani iz “İnsan Hakları” için değil, başka amaçlar için de vardır.Toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı” için de vardır.Toplumun huzurunu sağlamak, ulusal dayanışmayıgerçekleştirmekve adalet anlayışınıegemen kılmak çerçevesinde varolan, bu çerçeveiçinde yer alan devlet, yine de başıboşve keyfi davranmayacak, insanhaklarına “saygılı” olacaktır. İnsana değer verilmesi, insan onurununyine kollanmasıgerekecektir. Ama insan hakları, artık devletin varoluşnedeni olmaktan çıkmıştır. (Prof. Dr. MÜMTAZ SOYSAL, AnayasaYargısıNo:4,100 Soruda Anayasanın Anlamı, S.188-190.)

Kanunlar ideallere değil, ideolojilere hiç değil, sadece vesadece toplumun şartlarına dayanmalıdır- Türkiye’de CezaMahkemesi Hukukunun ilim haline gelmesinde büyük katkısıolanProf. Dr. Nurullah KUNTER’in son dersinde söylediklerindenİ.Ü.H.F.M., 1982, S.797.

Prof. Dr. Bahri ÖZTÜRK, “UygulamalıCeza MuhakemesiHukuku” adlıeserinde (3.Basım, 1994 S.496) şöyle diyor :

(Suçların işlenmesinde başdöndürücü bir şekilde hızla gelişenteknolojiden yararlanılması ve bunun için organizasyonlaroluşturulmasısadece suçların önlenmesini zorlaştırmamakta, aynızamanda işlenen suçların ortaya çıkarılıp kovuşturulmasınıda önemliölçüde zorlaştırmakta, bazıdurumlarda imkansız kılmaktadır.

Bir hukuk devletinin bu gelişmelere seyirci kalmasıbeklenemez.Suçlarla mücadele etmeyen veya edemeyen, onlarıönlemeyeçalışmayan, önleyemediklerini kovuşturmayan veya kovuşturamayandevlete hukuk devleti denemez. Zira, bilindiği gibi, hukuk devleti üçsütun üzerinde kurulur. Bunlardan birincisi insan haklarınıngerçekleştirilmesi, ikincisi adaletin sağlanmasıve nihayet üçüncüsü

1050

de hukukî güvenliğin, barışın, düzenin temin edilmesidir. O haldeinsan haklarıve adaletin yanında ülkesinde düzeni, hukuk güvenliğive barışısağlamak her hukuk devletinin varlık sebebidir. Ne var kisuçlarla mücadele etmeyen veya edemeyen; işlenen suçlarıkovuşturmayan veya kovuşturamayan bir devlet, adaleti ve kamudüzenini, barışısağlayamaz ve böyle bir devlet hukuk devleti olaraknitelenemez).

Bu gerçekten hareketle Avrupa’nın hemen bütün demokratikülkeleri, terör ve anayasalarına aykırıeylemlerinin başlamasıylabirlikte, yasalarında değişiklik yaparak, bu çeşit suçları işleyensanıklar için kısıtlayıcı, özel hükümler getirmişlerdir.

Biraz sonra vereceğim örnekler dikkatlice incelenirse: maruzkaldığıterörün boyutları, rejimine ve ülke bütünlüğüne yönelik somutve süre gelen tehlikeler gözönünde tutulduğunda ve benzer olaylarlakarşılaşan diğer demokratik ülkelerin yasalarıve uygulamalarıylakıyaslandığında, Türkiye Cumhuriyetini yeterince demokratikolmamakla suçlayanların ne derecede büyük bir haksızlık yaptıklarıkesinlikle anlaşılacaktır sanıyorum.

Örneklere geçmeden hemen belirtileyim ki, yirminci yüzyıldayetişmişen önemli bilim adamlarından ve 14.5.1998 günü AtatürkBarış Ödülünü de alan BERNARD LEWİS, Cumhuriyetimizindemokratik yapısını, bazıaydınlarımızdan daha insaflıbir şekildedeğerlendiriyor (Ödülü aldıktan sonra Milliyet Gazetesinde ŞahinALPAY’LA yaptığısöyleşide) şöyle diyor :

(Türkiye’nin demokrasi deneyimi, koşullar ve engeller dikkatealındığında çok başarılı. Fransız Devrimi’nden bu yana 200 yıldanfazla zaman geçti. Bu süre zarfında Fransızlar iki monarşi, ikiimparatorluk, iki diktatörlük ve beşcumhuriyet yaşadılar... BugünAvrupalılar Türkleri yeterince demokrat olmamakla suçluyorlar. AynıAvrupalılar 200 yıl önceki değil, dünkü Hitler’in, Mussolini’nin veLaval’in mirasçıları. Oysa Türkiye’de bir Hitler ya da Mussolini hiçolmadı, olacağınıda sanmıyorum).

a- Almanya’da terörizmin artmasıve bu suçların sanıklarıilemüdafiileri arasındaki temasların sorunlar yaratmasıüzerine, müdafiinve dolayısıyla sanığın haklarına kısıntılar getirilmiştir. Mesela hakiminokunmasına müsaade etmediği yazılar kabul edilmemekte,görüşmenin gizlice bir şey verilmesini önleyecek biçimde yapılmasısağlanmakta, hatta bazıhallerde müdafiin müdafilik görevi yapması

1051

yasaklanmaktadır. Bütün bu kısıntıların demokratik Devletinteröristlere karşıkorunmasıve İnsan HaklarıAvrupa Sözleşmesininbütün muhakeme sisteminde uygulanabilmesi için yapıldığıbelirtilmektedir. (OTTO TRIPFTERER, The Criminal Justince SystemOf The Federal Republic of Germany; Prof. Dr. Nurullah KUNTER,Ceza Muhakemesi Hukuku, 9.Baskı,s.475.)

b- Yine Almanya’da, Alman CMUK.nun 148 nci maddesine1976’da yeni bir fıkra eklenerek, soruşturmanın konusu teröristeylemler için örgüt kurma olduğunda, tutuklu sanığa gönderilen veyabirlikte getirilen yazılıbelge veya diğer eşyanın hâkime gösterilmedensanığa iletilmesine izin verilmeyeceği kuralıgetirilmiştir. (NUR BAŞARCENTEL, Ceza Muhakemesi Hukukunda Müdafi, 1984, S.147.)

c- İngiltere’de “Poliçe and Criminal Evidence Act” 1989 yılındadeğiştirilmişve yakalanan terör suçu sanıklarının polis tarafından yedigüne kadar gözaltında tutulmasıkabul edilmiş, poliste alınan ifadesırasında avukat bulundurma hakkıgibi haklardan terör suçusanıklarının yararlandırılmasıyolu kapatılmıştır. (R.MORGAN, 1992,“Pre - Trial Detantion in England an Vales”” in Dünkel F.and Veggeds.)

d- Alman CMUK.nun 112/11. maddesine göre, bazıağırsuçlarda, teknik anlamda tutuklama nedeni bulunmaksızıntutuklamaya başvurulabileceği öngörülmektedir. Bu maddeye göre,mevsuf ve basit adam öldürme, soykırım, terör örgütü kurma, yaptığıeylemle başkasının yaşamıya da vücut bütünlüğünü tehlikeyedüşürme, patlayıcımadde kullanma suçlarından birini işlemişolmakuvvetli şüphesi altında bulunan kişi, kaçma ve delillere karartmaşüphesi mevcut olmasa da, tutuklanabilir.

Terör örgütü üyeleri ve yardımcıları, suç sayılan faaliyetlerinigizlemeyi alışkanlık haline getirdiklerinden, kural olarak, bu örgütlereüyelik ve örgütü koruma, Alman uygulamasında, delilleri karartmaşüphesine dayanak sayılmaktadır.

1965’de yürürlüğe giren değişiklik yasası ile Almanya’da“tekrarlama tehlikesi” tutuklama nedenleri arasına alınmıştır. Almanhukukunda, bu tutuklama nedeninin muhakemeyi güvenceleme aracıdeğil, toplumu, sanığın başkaca önemli suçlarından korumak içinönleyici tedbir olduğu belirtilmektedir.

1052

Alman CMUK.nun 148/11 inci maddesi ile de, terör örgütükurmakla suçlanan tutuklu sanıkla müdafiinin yazışmalarının, öncehâkim tarafından kontrolüne olanak verilmiştir. (NUR CENTEL, CezaMuhakemesinin Hukukunda Tutuklama ve Yakalama, 1992.S.47,51,64,65,119.)

e- Belçika’da bu tür tehlikeli hükümlüler, tek kişilik hücrelerdeyatırılırlar. Bütün eşyalarıher gün hücrelerinden dışarıya alınır vetekrar yerleştirilir, hücre gece aydınlatılır, hükümlüler gündüzhücrelerinden dışarıya çıkartılırlar. Avluya çıktıklarında da her günhücrelerinde arama yapılır.

Bu hükümlülerin ilk sekiz günlerinde 15 dakika da bir hücrelerigözlenir. Bu kategoriye giren suçluların çalıştırılmaları kabuledilmemiş, ziyaretçileri ile görüşmeleri ve mektuplaşmalarıengellenmiştir, İngiltere’de bu gruba giren tutuklu ve hükümlüler birinfaz kurumunda on beşgünden fazla bırakılmamaktadır.

Burada Avrupa İnsan HaklarıMahkemesinin ilginç bazıkararlarına değinmek istiyorum :

Almanya’da, avukatların suça karışmış olması, yargınınişlemesini engellemesi, sanıklarısuç işlemeye teşvik ederek tutuklubulunduklarıyerlerin güvenliklerinin bozulmasına neden olmasıvenihayet siyasi suçlarda devlet güvenliğinin tehlikeye atılmasıgibihallerde, mahkemeye, avukatı duruşmadan çıkarma yetkisitanınmıştır.

Alman CMUK.nun söz konusu hükümleri çerçevesinde yapılanuygulamalar bir çok davaya konu olmuştur. Örneğin, cezaevindekimüvekkiliyle görüşmek isteyen bir avukata üzerini aratmadığıiçin girişizni verilmemesi üzerine yapılan şikayeti inceleyen, Hamm EyaletYüksek Mahkemesi, Cezaların İnfazı Hakkında Kanunun24.maddesinin, cezaevi yönetimine ziyaretçilerin üst baş aramayetkisi tanıdığına işaretle, avukatların bu konuda bir ayrıcalığa sahipolmadığına karar vermiştir.

Aynışekilde, Avrupa İnsan HaklarıKomisyonu, Alman suçörgütü Baeder-Meinhof (Kızıl Ordu Cephesi) çetesi mensuplarının bukonudaki tüm başvurularınıgeri çevirmiştir. Şikayetler genelde,cezaevi şartlarının kötülüğü, diğer hükümlü ve tutuklulardan tecritedilerek hücreye konulma, işkence ve insanlık dışımuameleye maruzkalma ve yazışma ve haberleşme özgürlüğünün kısıtlanmasıve

1053

avukatlarla görüşmelerinin engellenmesi konuları üzerineyoğunlaşmıştır.

Örgüt mensuplarının Berlinli Avukat Machler’in şikayetiniinceleyen Komisyon, Sözleşmeye herhangi bir aykırılık tesbitetmemiştir. Komisyonun değerlendirmesine göre. özellikle tutuklununuzun süre hücrede tecrit edilerek diğer hükümlü ve tutuklularlatemastan men edilmesi arzu edilen bir durum olmamakla beraber, butür bir önlem kendisinin kaçmasınıönlemek ve cezaevinin düzeninisağlamak açısından zorunlu olabilir. Kaldıki, şikayetçinin ziyaretçileriengellenmemiş ve hücresinde okuma malzemesi ve radyobulundurmasına da izin verilmiştir. Ayrıca, bizzat kendisinin, KızılOrdu grubunun, bu olay dolayısıyla mücadeleye devam edeceğiniaçıklamasıve diğer mahkumlara kaçmasına yardım için çağrıdabulunması, tecrit edilerek hücreye konulmasıiçin makul ve haklıgerekçelerdir.

Keza aynıörgütün üyesi olmakla suçlanan bayan avukatBerberich, Ekim 1970’de tutuklanmışve Haziran 1974’de 12 yıl hapiscezasına çarptırılmıştır. Adıgeçenin aynıgerekçelerle ve özellikletutukluluk süresinin uzunluğu dolayısıyla Komisyona yaptığışikayetreddedilmiştir. Aynışekilde, anılan örgüt mensuplarından BaederMatnz, Meinhof ve Grundman’ın, kendilerinin hücreye konulmaksuretiyle diğerlerinden tecrit edilmeleri, ziyaretçilerinin kısıtlanması,yazışmalarının ve gazete okumalarının engellenmesi dolayısıylaKomisyona yaptıkları başvurular da kabul edilmemiştir. Örgütüyelerinden G.Ensslin, A.Baeder ve J.Raspe’nin 30 Ağustos 1977Münip Stammeheim Cezaevinde esrarengiz bir şekilde intiharetmeleri üzerine Komisyon üyeleri cezaevini ziyaret ederek cezaevikoşullarını yerinde incelemiş ve adı geçenlere işkence veyaaşağılayıcımuamele yapılmadığıve ölümlerinde de bir gayrıtabiilikbulunmadığı sonucuna varmıştır. (Doç. Dr. ŞEREF ÜNAL,MilletlerarasıHukuk Açısından Güneydoğu Sorunu ve TerörleMücadele, 1997, S.64 ve devamı.)

f) Almanya’da 1976 yılında “terör suçu” yaratan CezaKanununun 129/a maddesi kabul edilmiş, usul kanununda değişiklikyapılarak, bu madde ile, sınırlısayıdaki belli suçlarda tutuklamayetkisi genişletilmiştir. 1977 yılında SCHLEYER’in kaçırılmasındansonra, terör sanığıile avukatının temasları, eylem devam ettiği sürecetamamen yasaklanmıştır. 1978 yılında yapılan bir başka değişiklikle,terör suçu kuşkusu mevcut bulunan durumlarda “evde arama yapmakyetkisi” genişletilmiş, terör sanığıile avukatının görüşmesi sırasında

1054

araya “ayırıcıbir cam” konulmasıuygulamasıgetirilmiştir (m. 148/2).1986 yılında terör suçunun cezasıağırlaştırılmış, terör suçuna tahriksuçu yaratılmıştır. (Prof. Dr. Feridun YENİSEY, 13.05.1992 tarihliCumhuriyet Gazetesi.)

g- Yunanistan’da Terörle Mücadele Kanunu basına aşırıkısıtlamalar getirmiştir.

h- Alman CMUK.nun 1975 değişikliği ile, soruşturmanın hiçbiraşamasında, sanık tarafından seçilen avukat sayısının üçügeçmeyeceği kuralıkonulmuştur.

i- Fransa’da, 1970 den beri, CMUK.numuzun 110 uncumaddesinde olduğu gibi tutuklamada üst sınır yoktur.

j- Tüm demokratik ülkelerde, polise verilen yetkiler genişletilmiş:Telefon dinleme, bilgisayarın suç araştırmasında kullanılması, adamizleme, gizli ajan kullanılması, peşine polis takma, belirli durumlardauzaktan teknik aletlerle konutların içinin dinlenilmesi yasalaştırılmıştır.

İstanbul Barosunca düzenlenen ve 3-24 Şubat 1995 tarihleriarasında yapılan “Hukuka AykırıDeliller sempozyumu”nda konuşanProf. Dr. Feridun YENİSEY. bu konuda şu bilgileri veriyor:

(Devlet güvenliğini ilgilendiren veyahut da örgütlü suç dediğimizsuçlarda, genel ceza muhakemesinden farklıbir hüküm gurubu varmı? Evet, var. Dünyanın her ülkesinde, örgütlü suçluluk nedeniyle,toplumda yaşayan fertlerin hakları ve özgürlükleri daha çokkısıtlanıyor. Terör işin içine girince daha sıkıbir kısıtlama olduğunugörüyoruz. Şimdi burada birkaç örnek verelim, Batıkanunlarında yeniuygulanmaya başlayan, Bunlardan birincisi, Trol-a metodu dediğimizmetod. Bilgisayar kullanılıyor sanık yakalamak için, Bilgisayar nasılkullanılıyor? Belli krimojen özellikler tesbit ediliyor ve bu bellikriminojen özellikleri taşıyan kişilerin bilgisayardan taramasıyapılıyor.İki milyonluk bir şehirden özellikleri ortaya koyarak yüz bineindiriyorsunuz, tekrar tarama yapıp elli bine, yirmi bine, on bine,beşyüz, altıyüze iniyor ve o beşyüz, altıyüz kişinin hayatıizlenmeyebaşlıyor. Bunlar potansiyel terör eylemcisi yahut potansiyel örgütlüsuçluluk elemanıolarak kabul edilebiliyor. Tabii kriminojen özellikgösteren davranış taşıyorlarsa. Ve böylece gerçekten birçok suçortaya çıkartılmış. Özellikle de mali suçlarda, ekonomik suçlarda buyapılıyor. Bütün banka trend aksiyonları bilgisayar vasıtasıylataranmaya başlıyor, ençok hareket hangi hesapta var? İsimler

1055

birleştiriliyor, birçok formüller filan var. Onlara göre adamıgözaltınaalıyorlar, Fakat bu yakalayarak değil, hareketleri takip ediliyor,telefonu dinleniyor kapısının önüne sabit bir video kamerasıkonuyorve evinin önü 24 saat kamereya alınıyor, otomobiline bir bikerkonuluyor. Nereye giderse adam izleniyor ve daha sonra da eğer bukişi gerçekten bir şüphe sebebi bulunarak gözaltına alınırsa,yakalanırsa onunla temas eden herkes de şüpheli durumuna giriyor,işte Di PİETRO’nun çalışma sistemi bu:Temiz eller operasyonu buyöntemlerle yapılıyor).

Yine Prof. Dr. Feridun YENİSEY, 7.2.1995 tarihli YeniyüzyılGazetesine yazdığı“MafyayıÖnleme Yasasının Önemi” başlıklımakalesinde, konunun bir başka yönüne ışık tutuyor:

(İtalya’da yeni bir Ceza Muhakemesi Kanunu hazırlandı. Bukanun, halen Amerika’da uygulanmakta olan taraf muhakemesisistemini Avrupa’ya taşıdı.

Ancak yapılan bu değişiklik, bütün iyi niyetlere rağmen başarısağlamadı. Özellikle örgütlü suçluluk alanında büyük oranda artışoldu. Bunun üzerine 1991 yılında çıkarılan bir dizi yasa ile, savcıvepolisin yetkileri genişletildi. Yeni bilimsel metodların, suç iziaraştırılmasında uygulanması kabul edildi. Bilgisayarın suç izibulunmasında kullanılması büyük başarısağladı. Meselâ vergikayıtlarıveya kişisel bilgiler içeren veriler sorgulanarak şüphelilereulaşmak mümkün oldu. Gizli ajan kullanılması, telefonların yanısıraevde yapılan konuşmaların uzaktan teknik aletlerle dinlenmesiyasallaşınca, örgütler ardarda su yüzüne çıkarıldı.

Temiz eller operasyonunun bir tek kişinin başarısıdeğil.Sistemde yapılan değişikliğin bir sonucu olduğu gözden uzaktutulmamalıdır.)

“Gizli dinleme konusunda Avrupa İnsan HaklarıMahkemesininilginç bir kararına değinmek istiyorum :

Olayda ikisi hakim olan 5 hukukçu Komisyona başvurarak,telefonlarının dinlendiği ve yazışmalarının açıldığındanyakınmışlardır. Konuya ilişkin, G-10 tabir edilen Alman mevzuatı, bazışartlar altında ilgililere haber vermeden muhaberatın gizliceizlenmesine imkan sağlamaktadır. Buna karşıyargıyoluna başvuruda mümkün değildir. Şikayetçiler, söz konusu Alman kanununun,Sözleşmenin, özel hayatın gizliliğine ilişkin 8. ve hak arama

1056

özgürlüğüne ilişkin 6. maddelerine aykırıolduğunu iddia etmişlerdir.Mahkemeye göre :

“Polis devletlerinde olduğu gibi, vatandaşların gizlice izlenmesi,ancak demokratik kurumların korunması açısından zaruri olanhallerde hoş görülebilir. Demokratik toplumlar günümüzde, çoksofistike bir casusluk ve terörizm tehlikesi altındadır. Dolayısıyladevlet bu gibi tehlikelere etkin bir şekilde karşıkoyabilmek için gizliizleme ve gözetim yöntemleri uygulayabilmelidir. Bu nedenle bazımevzuatın istisnai durumlarda bu imkanısağlamasıdemokratik birtoplumun gereği olarak, milli güvenlik ve suçluluğun önlenmesibakımından zaruri sayılabilir.” Federal Almanya’da NiedersachenKriminaloji Araştırma Enstütüsü Direktörü Prof. Dr. ChiristianPFEİFFER”in anlattıklarıçok ilginç, şöyle diyor sayın PFElFFER(Hukuk Devletinde Terör ve Örgütlü Suçlarla Mücadele, 1996, s.364ve devamı):

(Bizde eksik olan bir hususu bir örnekle açıklamak istiyorum:New York’daki dostlarımın daveti üzerine uzun bir süre New YorkForce Against Organized Crime’de “Organize Suçlara karşıGüçTeşkilatı” bulundum. Buradaki dostum olan bu teşkilatın lideri, ABD’deorganize suça karşıne şekilde mücadele ettiklerine dair cömert birşekilde bilgilendirdi.

Burada bir şey açıklığa kavuştu: Amerikan polisinin, Almanpolisine karşıönemli bir avantajıvardır; Belirli sınırlar içinde davaikamesi muhtariyeti sistemini uygulayabilir. Bunu size bir örnekleaçıklamak istiyorum: New York’daki bir lokanta sahibi koruma parasıiçin şantaja uğramaktadır. Her hafta belirli bir para meblağınıAmerikan mafyasına ödemek zorunda bırakılmıştır. Almanya’damahkeme salonunda tanık olarak bulunmasıve ailesini tehlikeyeatacağıiçin polise gitmeye cesaret edemez. Hamburg’daki örneğihatırlayacaksınız. ABD’de bunu neden yapabiliyor? Çünkü Amerikanpolis memuru kendisine şunu söyleyecektir: Verdiğiniz bilgileri gizlilikiçinde kullanacağımısize garanti edebilirim. Yasa bana bu olanağıtanımaktadır. Ben sadece bu faili takip etmekle görevliyim. Bunu dabu günden itibaren yapacağım. Sizin bana verdiğiniz bilgilertemelinde bu kişinin tüm gün boyunca gözetlenmesini sağlayacağım.Bu kişinin bir örgüt adına para tahsilatında bulunan bir kişi olmasınınteyid olmasından sonra arabasına bir mikrofon yerleştireceğiz.

Belki de evine de bir mikrofon yerleştireceğiz. Kendisine gizliaraştırmacılar vasıtasıyla yaklaşmayıdeneyeceğiz. Aylar boyunca bu

1057

kişinin her adımını, arkasındaki adamları, talimat verenini ortayaçıkarana kadar takip edeceğiz. Çünkü bu kişi genelde sadece bircephe askeridir. Bir örgüt adına görevi en ön cephede yerine getirmekiçin, parayıtahsil etmek ve şantajlarıifade etmek için faaliyetgösteren bir kişidir. Biz ise arkasındaki adamlarla ilgilenmekteyiz.Yani bilgiyi aldığımız andan itibaren ceza takibatıyürütüyoruz., ancakbilgileri aldığımız, bizi harekete geçiren tanığırahat bırakıyoruz, bukişi mahkeme önünde ifade vermeyecektir. İleride bir ceza davasıikame edilmişolacak, ancak bu dava bilgileri edindiğimiz gündenitibaren elde edilen polis deneyimlerine dayandırılacaktır.

Diğer dikkatimi çeken bir husus da, ABD’deki özel polisinorganize suçlara karşısahip olduğu mükemmel donanım oldu.Sordum : Siyasetçiler tarafından bu husus bu kadar ciddiye mialınıyor, yani en son tekniklere, hızlıarabalara ve muhteşem binalarasahip olmanız. “Hayır” dediler, “biz kendi kendimizi finanse ediyoruz.”

Sordum: Nasıl? Oldukça Amerikalısayılabilecek bir yöntemle,ABD’de ispatlama yükümlülüğünün tersine döndürülmesi esasıbiliniyor, eğer organize suçlar söz konusuysa. Yani bir mafyapatronunu yakalıyorsanız ve bu kişinin bankada 5 milyon doları, birgemisi ve çok sayıda evi varsa, bu serveti yasal paralarla edindiğinionun ispatlaması gerekmektedir. Paranın nereden geldiğinikanıtlayamazsa veya miras olarak intikal etmemişse, paranın tamamıdevlete geçer. Ve para kime gider? Bu kişiyi yakalayan polismakamına. Bu nedenle bu kadar iyi bir donanıma sahipler. Enazından New York eyaletindeki uygulama bu yöndedir. Polisödüllendiriliyor. Araştırmadaki başarılarıiçin (tabii ki aşırıolarak değil,adam milyarder ise, paranın tamamıonlara gitmiyor) ancak mantıklıbir boyutta, devletin ispat yükünün tersine çevrilmesiyle elde ettiğigelirlere ortak oluyorlar.

Bu da şu anda Almanya’da teklif edilmektedir. Tabii ki çokproblemli bir yöntemle. Muhalefette bulunan Sosyal Demokrat Parti,henüz tutukladığımız bir kişinin tüm servetine el konulmasıteklifinigetirdi. Ve bu kişinin de bunun üzerine, soruşturma amaçlıtutukluiken, paranın kendisine ait olup olmadığını, yasal yoldan kazanılıpkazanılmadığını kanıtlayacaktır. Bu benim için biraz ileriyegitmektedir. Tutuklanan bir kişi henüz mahkum edilmemiştir.

İnsan HaklarıKonvansiyonunun 6 ncımaddesindeki suçsuzlukvarsayımı(bana göre) her ilgili kişiyi kesinleşmişbir mahkumiyetalana kadar korumaktadır. Yapabileceğimiz tek şey, bu kişinin tutuklu

1058

olduğu süre içinde servetine el koymamız ve mahkum olmasınıbeklemektir. Ondan sonra olaya el koyabiliriz ve “şimdi bu parayınereden temin ettiğini ispatla bakalım” diyebiliriz. Ancak en erken buaşamada ve daha önce değil.

Amerikalılarla Almanların bu önerilerini tartıştım, dediler ki: “Bunu asla Sosyal demokratlarınızın teklif ettikleri şekilde yapmamanızgerekir, çünkü bu durumda başınıza tazminat davalarıbelasınısararsanız.” Çünkü bir çok durumda, söz konusu kişinin failolmasından emin olmamıza rağmen, istediğimiz kararıalamamaktayız. Bu arada tüm servetine el koyarsak bize karşıdavaaçabilir ve tekrar geri isteyebilir, artıkaybettiği karlarıda isteyebilir. Buda devlet için pahalıya mal olacak bir iştir ve bu nedenle bu kadarhızlıhareket etmememizi tavsiye ettiler).

k- 1970 de “Quebec FLN” terörist örgütünün saldırısıile karşıkarşıya kalan Kanada Başbakanı, kamu düzeninin korunmasınıinsanhaklarının önüne almakta tereddüt etmemiştir. (5 Aralık 1977 tarihliNEWS WEEK Dergisi.)

l- İngiltere’de 1989 tarihli Terörizmi Önleme Kanunu,dahaönceki ayrıbaşlıklı1974, 1976 ve 1984 tarihli kanunların yeni birşeklidir. Kanun, terör örgütleri, sınır dışıetme, terörizme maliyardımda bulunma ve bu konulara ilişkin yakalama, tutuklama veyargılama yetkilerini düzenlemektedir.

Kanunda, İrlanda Cumhuriyet Ordusu (İRA) ve İrlanda MilliKurtuluşOrdusu, terör örgütleri olarak ilan edilmiştir. Ancak İçişleriBakanıparlamentonun onayıile İngiltere ve Kuzey İrlanda’daki terörolaylarıile ilgili başka Örgütleri de bu listeye dahil edebilir. Kanundaterörizm, “siyasi amaçlışiddet kullanmak ve toplumun tümü veya birkısmıüzerinde korku yaratmak” olarak tanımlanmıştır. Kanunda, terörörgütlerine üyelik, örgütleri desteklemek, örgüt adına toplantılardüzenlemek, yardım toplamak ve örgüt üyeliğinin sembolü olangiysileri giymek ceza tehdidi altında yasaklanmıştır.

Kanunun II. Bölümünde İçişleri Bakanlığına, İngiltere ve Kuzeyİrlanda’daki terör olaylarıile ilgisi olduğundan şüphelenilen kişilerinİngiltere’ye girmesini yasaklamak veya ülkede yaşayanlarısınırdışıetmek yetkisi tanınmıştır. Buna göre, İngiltere’de 3 yıldan az bir süreyaşamışolan bir İngiliz vatandaşının Kuzey İrlanda’ya girmesi menedilebilir. Aynışekilde, Kuzey İrlanda’da Ulster şehrinde yerleşik birİngiliz vatandaşının İngiltere’nin diğer bölgelerine girmesi

1059

yasaklanabilir. Bu yasak İngiliz vatandaşı olmayan yabancılarhakkında da geçerlidir. Bunlar genelde, sınırda herhangi bir denetimetabi tutulmayan İrlanda Cumhuriyeti vatandaşlarıolup, İngiltere’yegirmeleri engellenebilir veya girenler sınırdışıedilebilir.

m- Bu bağlamda en tehlikeli hükümler, 1988 tarihli Kuzeyİrlanda Suç Delili kanununda yer almaktadır, buna göre, bir cezadavasında mahkeme, sanığın tutum ve davranışlarından sonuççıkararak kendisini mahkum edebilir. Bu bağlamda, sanığın, polistekisorgusu ve mahkemede yargılanmasısırasında ifade vermektenkaçınması, kimliği ve sahip olduğu eşya konusundaki bilgilerigizlemesi, mahkûmiyetine yeterli bir suç sayılmıştır. (Civil Liberties :Cases and materials, London 1991, s.261.)

n- Alman Ceza Kanunu terörle mücadele açısından zaten etkilihükümler ihtiva etmektedir. Örneğin Kanunun, “Demokratik HukukDevletini Tehlikeye Atma” başlığıaltındaki 84 ve onu izleyenmaddelerinde, anayasaya aykırıörgütlerin veya yerlerine kurulanikame örgütlerin bayrak, flama veya mensuplarının üniformasınıtaşımak ya da slogan veya selam tarzlarını taklit etmek suçsayılmıştır.

o-İspanya’nın 26 Aralık 1984 tarih ve 9/84 SayılıTerör Kanunu,“Silahlı Grupların ve Terörist Unsurların Eylemlerine KarşıAnayasanın 55. maddesinin Geliştirilmesi” gibi çok uzun bir başlıktaşımaktadır.

İspanya Anayasasında, silahlıgruplar ve teröristerle mücadeleamacıyla, kişi özgürlüğü ve özel hayat ve aile hayatının korunmasınailişkin hükümlerin askıya alınabileceği öngörülmüştür. Adından daanlaşılacağı gibi, söz konusu kanun, bu hükümlerin nasıluygulanacağınıbelirlemek amacıyla kabul edilmiştir.

Kanunun 16. maddesinde polise, 1. maddede öngörülensuçlardan birisini işlediği şüphesiyle herhangi bir kişiyi mahkemekararıolmaksızın yakalama ve 72 saat gözaltında bulundurma yetkisitanınmıştır.

Polis, yakalanan kişinin gözaltında bulunduğu sürece herhangibir kimse ile görüşme ve haberleşmesini de yasaklama yetkisinesahiptir.

1060

Aynışekilde, kanunun 16. maddesinde, güvenlik güçlerininkanun kapsamına giren suçların kovuşturulması çerçevesindemahkeme kararıolmadan arama yapabileceği öngörülmüştür.

Kanunun 11. maddesine göre, terör eylemlerine ilişkin suçlarınyargılaması, merkezi olarak Madrit’te, bu amaçla kurulmuşözel yetkilibir mahkemede yapılmaktadır.

İspanya konuya ilişkin mevzuatının Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesiyle çelişebileceği endişesiyle, Komisyon ve Mahkemeninyetkisini kabul ederken aşağıdaki beyanda bulunmuştur:

“İspanya, Hükümeti, Sözleşmenin 15 ve 17. maddelerihükümlerini, Anayasanın 55 ve 116. maddelerinde belirtilenönlemlerin alınmasına imkan verdiği şekilde yorumladığınıbeyaneder.” (Doç. Dr. Şeref ÜNAL, MilletlerarasıHukuk AçısındanGüneydoğu Sorunu ve Terörle Mücadele, S.65.)

p- Terör olgusuyla karşılaşan İngiltere, daha ileri gitmiş“salahiyetli bir mahkeme kararı olmadan kimsenintutuklanamayacağı”, “tutuklanan bir kişiye, tutuklanmasınıicap ettirensebepler ve kendisine vaki isnatların en kısa zamanda ve anladığıbirdille bildirilir” şeklindeki, imzaladığı Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesinin 5 nci maddesi hükümlerini, idari tutuklamalar yaparakve tutuklama nedenlerini sanık ve yakınlarına bildirmeyerek, birçokkez ihlal etmekten çekinmemiştir.

Konu Brannigan ve Mc Bride davasıyla (28.5.1993) Avrupaİnsan HaklarıMahkemesine götürülmüştür. Divan kararışöyledir:

(Divan Kuzey İrlanda ve İngiltere’de terörist şiddetin sonuçlarıve yaygınlığının ulusun varlığınıtehdit eden boyutta olduğunu kabuletmiştir. Alınan Önlemlerin değerlendirilmesine gelince : Divan 1974den itibaren İngiliz Hükümetinin terörizmle mücadele etmek için idariyakalama ve tutuklama yetkisine ihtiyaç duyduğunu görmüştür.Brogan kararıİngiliz Hükümetini bir tercih karşısında bırakmıştı. Yatutuklama kararı aleyhine yargıç önüne çıkarılma usulüuygulanacaktı, yada bu konuya ilişkin askıya alma bildirimindebulunacaktı. İngiliz Hükümeti sonuncuyu seçti.

Denetimin en duyarlı konusu tutuklamanın yargıç kararıolmadan uzatılmasıyetkisiydi. İngiliz Hükümetine göre, tutuklamanedenlerinin şüpheliler ve avukatlarından gizli tutulması terörle

1061

mücadelenin en önemli koşuluydu. Öte yandan tutuklama kararınınyargıca aldırılmasıonu teröristlerin hedefi haline getirecek yadahalkın eleştirisi ile karşıkarşıya bırakacaktı. İngiliz Hükümeti, Kuzeyİrlanda’da sayılarıaz olan yargıçların halkın güvenini kaybetmesiveya hedef olmasınıyargıbağımsızlığına aykırısaymaktaydı. Divan,kendisini Hükümet yerine koyamayacağını, olağanüstü hal gerekleriile, bireysel haklarıbağdaştırmak yada dengede tutmak işininöncelikte iç hukuk otoritelerine düştüğünü belirtmekle yetinmiştir.(Karar için bakınız. Prof. Dr. Tekin AKILLIOĞLU, Terör ve İnsanHakları, İnsan HaklarıMerkezi Dergisi, 1995/Kasım,s.18-28.)

İnsan Hakları Mahkemesinin ülkemize karşı tarafsızdavrandığınıiddia eden hukukçularımıza soruyorum. Daha genişboyutta terör eylemlerine muhatap olan Türkiye’de idari makamlarcatutuklamalar yapılıp, tutuklama nedenleri sanık ve yakınlarınabildirilmeseydi, aleyhimize karar verilmez miydi?

Yine İngiltere, İnsan HaklarıMahkemesince tazminat ödemeyemahkum edilmesine ve bu tazminatıödemesine rağmen “SASKomandolarının, idari makamlardan emir aldığında, adam öldürmekdahil her türlü eylemi yapabileceği ve bu eylemlerinden sorumlututulamayacağına” ilişkin iç hukuk düzenindeki yasa maddelerinikaldırmamıştır. İngiliz hakimleri, iç hukuk düzenindeki İnsan HaklarıSözleşmeleriyle bağdaşmayan bu yasa maddelerine dayanarak SASKomandolarınıberaat ettirmeye devam etmektedirler.

Mc Cann ve diğerleri davasında Komisyon, İRA mensubuolduklarıtespit edilerek takibe alınan 3 Kuzey İrlanda ve aynızamanda İngiliz vatandaşının, İngiliz SAS Komandoları(Özel HavaServisi) tarafından Cebelitarık’ta vurularak öldürülmeleri ve sanıklarınİngiliz Mahkemelerince beraat ettirilmeleri olayınıincelemiştir.

Olay sonrasıölenlerin yakınları, güvenlik güçlerinin yargısızinfaz yaptıklarından yakınmışlardır. Komisyon, güvenlik güçleriningörevlerini yaptıklarına, işaretle, Sözleşmenin yaşama hakkına ilişkin2. maddesinin ihlal edilmediği sonucuna varmışsa da davanın dahasonra intikal ettirildiği Mahkeme Sözleşmenin ihlal edildiğini tespitetmiştir.

Terör suçu sanıklarına, İngiltere güvenlik kuvvetlerince yapılanuygulamalar, çağdaşbir hukukçunun içine sindirebileceği niteliktedeğildir.

1062

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine, Kuzey İrlandaHükümeti’nin, İngiltere aleyhine açtığıve aşağıda içeriğini açıkladığımdavada, bu uygulamalar belgelenmiştir.

İrlanda - İngiltere Davası(19 Ocak 1978)

Kuzey İrlanda’daki olaylar nedeniyle Kuzey İrlanda Hükümeti 9Ağustos 1971 tarihinde yönetime, yargıç kararıaranmasıkoşulunukaldırarak tutuklama, gözaltına alma ve bir yerde zorunlu olarak tutmayetkileri tanıdı. 30 Mart 1972 tarihinde ise İngiltere otoriteleri yerelyönetimlerin yetkilerini devraldı. Resmi açıklamalarda bu önlemlerinaskeri amaçlıgizli bir örgüt olan İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA)mensuplarınıhedef aldığıbelirtildi. Bu arada taç yanlısı(loyalistes)şiddet olayına karıştığından kuşkulanılan kişilere karşı da buönlemlerin uygulandığıgörüldü. 16 Aralık 1971 tarihinde İrlandaHükümeti Birleşik Krallığın, Kuzey İrlanda’da AİHS’nin pek çokkuralını, bu arada işkence ve kötü uygulama yasağınıihlal ettiğiyolunda şikayette bulundu. Komisyon ve Divanın bu konuda verdiğikararlar AİHS açısından kavrama getirtilen bazıönlemli açıklamalarniteliğindedir.

Komisyon, örnek olarak seçtiği olaylarıinceleyerek vardığısonuçlarda, itiraf ve kanıt sağlamak amacıyla sistemli bir biçimde vebir arada yapılan beş kötü uygulamanın AİHS’nin 3.maddesiyleyasaklanan “işkence ve kötü uygulamalar” kapsamına girdiğini kabuletti.

“Beş teknik” deyimiyle adlandırılan bu kötü uygulamalar,sorguya çekilen kişilerin “çözülme”lerini sağlamak amacına yönelik,yön bulma ve duyularınıyitirmelerine yol açan “ileri” tekniklerdenoluşmaktadır. Bu uygulamalar özetle, ilgilinin başına örtü geçirilmesi,şiddetli ve sürekli gürültüye maruz bırakılması, uykudan mahrumedilmesi, yiyecek kısıtlaması, ve dar bir yerde duvara karşıayaktadurmaya zorlamaktır.

Komisyon kararının bu uygulamalarıAİHS’nin 3.maddesikapsamında görmesi olumlu bir yaklaşım olmakla birlikte, bunlardanyanlızca birinin tek başına uygulanmasının işkencenin varlığınıkabuleyeterli sayılmaması, işkence veya kötü uygulama sayılmasıiçintümünün bir arada ve sürekli olarak yapılmasınıaramasıolumsuzdur.Başka bir deyişle işkence kavramının alanınıdaraltmaktadır.

Divanın kararıda bir başka açıdan olumsuz niteliktedir.

1063

Divan, Komisyonun aksine söz konusu uygulamaların “kötümuamele” sayılmalarına karşın, “işkence” kapsamında olmadığınakarar vermiştir. (Prof. Dr. Tekin AKILLIOĞLU, “İşkencenin, İnsanlıkDışı, Aşağılayıcı, Zalimce Davranışların ve Cezaların Önlenmesi”,Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü İnsan HaklarıYıllığı,1988/1989, S.23.)

Temel hak ve özgürlüklerin yasalar ile kısıtlanmasının veyazaman zaman ortadan kaldırılmasının gerekçesini Alman YasalSistemi şu şekilde izah etmektedir:

(Terör ile mücadeleye yönelik yasal düzenlemeler yapılırken,öncelikle bu mücadelenin gerçek ihtiyaçlarıdoğru tespit edilmeyeçalışılmışve bu ihtiyaçlar ve terörle mücadelede hedefe ulaşmayısağlayıcı yasal düzenlemeler getirilmiştir. Bu yapılırken elbettekişilerin bir takım anayasal hak ve özgürlükleri kısıtlanmışveya bazıhallerde tamamıile askıya alınmıştır.

aa. Terörizmin tehlikelerinden toplumu koruma gerekliliği kişiselözgürlüklerin kaybından ve terör şüphelisi olan kişinin haklarındandaha ağır basar.

bb. Konu ile ilgili olarak verdiği bir kararda Alman YüksekMahkemesi; Alman Anayasasının Alman Hükümetini, sadecevatandaşlarıkişisel olarak korumakla değil, aynızamanda Almanulusunu bir bütün olarak korumakta yükümlü tuttuğunu içtihat etmiştir.(Feyiz ERDOĞAN, UluslararasıTerörizm ve Terörizm ile İlgili AlmanCeza Hukuku, Askeri Adalet Dergisi, Ocak/1994 S.41-49.)

“Militan demokrasi” terimiyle nitelendirilebilecek bu yasaldüzenlemeler, demokratik ülkelerin Anayasal ve siyasi partilerle ilgiliyasal düzenlemelerine de yansımıştır. Doktrinde de baskın görüş:“militan demokrasi” anlayışından asla vazgeçilmemesi gerektiğiyolundadır.

Hele bir ülke : 1- Ekonomik kalkınmasınıtamamlayamamışsa,2- Ekonomik kalkınmasınıtamamlamış olsa bile, o ülkede etnikfarklılıklar ve mezhep farklılıktan varsa ve farklılıklar ülkeyi bölmekisteyen iç ve dış mihraklarca kaşınıyorsa, 3- Bir ülkede, teröreylemleri yaygınsa ve süreklilik kazanmışsa (bu durumda askeridarbeler olmasa, iç harp çıkmasa dahi, vatandaşlar sandık başınagittiğinde, Hitler ve Mussoiini örneğinde olduğu gibi, otoriter vebaskıcıbir rejim vaat edenlerin partilerine daha çok oy vermektedirler)

1064

“militan demokrasi” anlayışıbenimsenmeden, sorunların üstesindengelinemez.

Ülkelerinin gerçeklerini ve sorunlarınıbilen, sosyoloji ve siyasitarihin ortaya koyduğu bilimsel gerçekler üzerinde azda olsa düşünmefırsatıbulmuş iyi niyetli aydınların aksini iddia edemeyeceklerikanısındayım.

“Militan demokrasi” anlayışıile ilgili olarak Başsavcılığımca,Refah Partisi ve Demokratik Kitle Partisi ile ilgili olarak düzenleneniddianame, esas hakkında mütalâa ve sözlü açıklamalarda bazıbilgiler verilmeye çalışılmıştı. Tekrarlardan kaçınmak için onlaradeğinmeyeceğim.

Ancak, Doç. Dr. Fazıl SAĞLAM tarafından hazırlanan ve 1999yılıTemmuz ayında yayınlanan “Siyasal Partiler Hukukunun GüncelSorunları” adlı kitapta bu konuda yazılanlar, esas hakkındagörüşümüzün bundan sonraki bölümüne ışık tutar nitelikteolduğundan, o kitaptan bazı bölümleri yazmak zorunluluğuduymaktayım :

(Federal Almanya, siyasal partilere anayasal bir kurum olarakanayasasında ilk kez yer veren ülkelerin başında gelmektedir. Siyasalpartiler hukukunun İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki gelişmesindeönemli bir rol oynayacak olan bu Anayasa’nın 21 .maddesi aynenşöyledir :

“Partiler, halkın siyasal iradesinin oluşumuna katılırlar.Kuruluşlarıserbesttir. İç düzenleri demokratik ilkelere uygun olmakzorundadır. Sahip olduklarımaddi araçların kaynağıve kullanımıhakkında kamusal hesap vermekle yükümlüdürler.

Amaçlan ve mensuplarının davranışlarıyla özgürlükçüdemokratik temel düzeni ihlal etmeye veya ortadan kaldırmaya veyaFederal Alman Cumhuriyetinin varlığınıtehlikeye düşürmeye yönelenpartiler Anayasa’ya aykırıdır. Anayasa’ya aykırılık konusunda FederalAnayasa Mahkemesi karar verir.

Bu çerçeve içinde diğer hususlar federal yasa ile düzenlenir”

Alman Hukuku’nun siyasal partiler alanındaki asıl büyük önemi,değişik ölçülerde de olsa birçok ülkenin yasama sürecini etkilemişolmasıdır. Bu etki, kendisini demokrasi anlayışında da göstermiştir.

1065

Bonn Anayasası’nın 21. maddesinin en önemli özelliği, militandemokrasi anlayışınıyansıtmasıdır. Alman Anayasa Mahkemesi buanlayışı“streitbare Demokratie” (mücadeleci, kavgacıdemokrasi)terimi ile ifade etmektedir.

Almanya’da siyasal partilerin demokrasi için taşıdığıvazgeçilmez önemi hukuk alanında savunan, “partiler devleti”kavramınıortaya atan Gerhard LEIBHOLZ bir makalesinde BonnAnayasası’nın “militan demokrasi” anlayışım benimsemişolmasınışugörüşlerle desteklemektedir:

“Alman Anayasası, 21.maddenin 2. fıkrasıyla VeimarAnayasası’nın yanlış bir özgürlük anlayışıyla kendi zararına yolaçacak biçimde gözden kaçırdığıbir düzenlemeyi getirmiştir. Heranayasa gibi, liberal - demokrat bir anayasanın da düşmanlarına karşıhukukun silahıyla kendisini koruma hakkına sahip olduğunda kuşkuyoktur. Hiçbir anayasadan, hele liberal bir hukuk devleti demokrasisiöngören bir anayasadan, kendisini ortadan kaldıracak koşullarıonaylamasıve böylece intiharınıyasallaştırmasıbeklenemez. Liberaldemokraside de özgürlük, maddesiz, (substanslos) bir relativizmin venihilizmin görmek istediği gibi, hukuksal bağlardan yoksun değildir.Böylesine yanlışanlaşılmışbir özgürlük, önce özgürlüğün kendisini veböylece özgürlükçü demokratik temel düzeni abes bir noktaya vesonunda yok olmaya götürür. Özgürlük, siyasal alanda da keyfilikleözdeşdeğildir. Liberal bir demokraside de özgürlük, kendisine siyasalaçıdan işlerlik kazandıran varoluştemellerine bağlıolmayışart kılar.Bu bağlılığa değişmezlik sağlamak ve buna karşıolanlarıdevletdüşmanıolarak değerlendirmek liberal demokrasinin hakkıdır.”

Büyük hukukçu MANZİNİ’de :

(Her halde açıktır ki, ister totaliter, ister liberal, ister demokratik,isterse sosyalist vs.olsun, her devlet, işlevlerinin ve menfaatlerininbilincindeyse, varlığını, düzenini, faaliyetlerini etkili kılmak vecanlandırmak için, zorunlu olan moral/ahlâki enerji bakımındantehlikeli görünen her şeye karşıkendini korumak görev ve hakkınasahiptir) demiştir.

Yüzyılımızın büyük düşünürü Karl POPER’in söylediği gibi,“demokrasi, karşılıklıanlayış ve hoşgörünün hakim olduğu birrejimdir. Ne var ki “hoşgörü” çelişkili bir kavramdır. Sınırsız hoşgörü(tolerance). hoşgörüyü ortadan kaldırır. Hoşgörü sahibi olmayanlarahoşgörü gösterilmesi, hoşgörülü bir toplumun dayatmacılara karşı

1066

savunmasız bırakılması, hoşgörüsüyle birlikte, hoşgörülü kişininkendisini de yok eder.

Gerek Alman Hukuk Öğretisi ve gerekse Federal AnayasaMahkemesi içtihatları, militan demokrasi anlayışıile özgürlük, özelliklesiyasal düşünce özgürlüğü arasındaki riskli ilişkiyi, oldukça eleştiricibir gözle değerlendirmeye ve hassas bir denge içinde tutmayaçalışmışlardır. Bu konuda HESSE’yi örnek olarak göstermek doğruolur. s.10.

Bilindiği gibi Almanya’da siyasal partilerin yasaklanmasınailişkin hüküm, Federal Anayasa Mahkemesi tarafından iki kezuygulanmıştır. 23 Ekim 1952 tarihinde Sozialistische Reichspartei(SRP) (Sosyalist Devlet Partisi) ve en son 17 Ağustos 1956 tarihindede Kommunistische Partei Deutschland (KPD) (Alman KomünistPartisi)’nin kapatılmasına karar verilmiştir.

Bu tarihten sonra Almanya’da parti yasağıkonusunun gündemegelmemişolmasınıdemokratik düzenin yerleşmesi ve kamu oyu vegenişyığınlarca benimsenmesiyle açıklamak mümkündür. Böyle birortamda düzen dışı(marjinal) parti ya da akımların demokratik düzeniçin somut bir tehlike oluşturmamasıparti yasağına ilişkin Anayasahükmünün harekete geçirilmesine gerek bırakmamıştır. S.11.

Parti yasağısorunu, özellikle ülkemiz bakımından güncelliğinisürekli koruyan bir konudur. Başka ülkeler bakımından güncel önemiarka planda kalsa da bu sorun “demokrasilerde parti yasağıyoktur”şeklinde yüzeysel söylemlerle geçiştirilebilecek bir konu değildir. Birkere parti yasağısorununun “militan demokrasi” anlayışının doğal biryansımasıolduğuna yukarıda değinmiştik. Ancak parti yasağı, militandemokrasi anlayışının öngördüğü ölçüde olmasa bile, klasik özgürlükanlayışının egemen olduğu toplumlarda da varlığınıhissettiren birkonudur. Bu ülkelerde, ya da militan demokrasi anlayışının etkiliolduğu bir çok ülkede parti yasağının güncel bir önemininbulunmamasıbu sorunun, her çeşit hukuk düzeninde şu veya bubiçim ve ölçüde her zaman var olduğu gerçeğini unutturmamalıdır.S.55.

İsrail’de, Parlamentoya ilişkin temel Yasanın 7/a maddesinde1985 yılında yapılan bir değişiklikle seçime katılamayacak olanpartilere ilişkin yeni bir hüküm getirilmiştir:

1067

“Aşağıdaki partiler seçimlere katılamazlar: l) İsrail devletininYahudi halkının devleti olduğunu inkar eden partiler ; 2) İsraildevletinin demokratik karakterini inkar eden partiler ; 3) Irk ayırımınıkışkırtan partiler.”

İtalya’da parti yasağıAnayasa’da dolaylıve sınırlıbir biçimdedüzenlenmiştir. Anayasa’nın geçici XII. maddesi, kapatılmışbulunanFaşist Parti’nin herhangi bir biçim altında yeniden açılmasınıyasaklamaktadır. Bu yasakla ilgili olarak ayrıca bir de 20.06.1952tarih ve 645 sayılıbir uygulama yasasıçıkarılmıştır. Bu yasada“siyasal mücadelenin bir aracıolarak güç kullanmayıyüceltmek, güçkullanma tehdidinde bulunmak veya güç kullanmak, Anayasa’dagüvence altına alman özgürlükleri bastırmak, demokrasiyi vekurumlarını, mukavemet hareketinin değerlerini karalamak, ırkçıpolitikalar geliştirmek veya adıgeçen partiye özgü olan ilke, olay veyöntemleri yüceltmeye yönelik bir etkinlik yürütmek veya Faşistgörünüşte gösteriler yapmak suretiyle faşist partiye özgüantidemokratik amaçların izlenmesi” yasaklanmaktadır.

Fransa’da 1901 tarihli Dernekler Yasası’nın 3.maddesindeöngörülen yasaklar partiler için de geçerlidir. Bu maddeye göre,devletin ülke bütünlüğüne ve cumhuri devlet biçimine zarar vermeyiamaçlayan dernekler batıldır. Bu durumdaki bir derneğin feshine,üyelerinden birinin ya da savcının başvurusu üzerine Mahkemece(Tribünal de grande instance) karar verilir.

Parti yasağıbakımından bir başka önemli yasa 10 Ocak 1936tarihli SavaşGruplarıve Özel Milisler Hakkındaki Yasa’dır. (loi sur lesgrouppes de combat et les milices privees). 1934 yılında radikal sağgruplar tarafından yaratılan huzursuzluklara karşıçıkarılan bu yasa,oldukça sık uygulanmıştır. Uygulama, genelde parlamento dışımuhalefete yönelik olmakla birlikte istisnaen partileri de hedefalabiliyor.

Aşağıda yazılıörgütler bu yasaya dayanılarak kapatılmıştır,lifue daction franscaise (1936), Parti national populaire (1936), Partinatianal breton (1936), Mouvement yor le rriompfe deş libertesdemokratiqfes ‘1954) Parti communiste algerien (1955), Comited’entente por l’Algerienc francaise (1961) Organisation de l’armeesecrete (1961) Service d’action civique (1982) Front de liberationnationalede la Corse (1983) alliance revolutionnaire deşCarabies(1984), FROMONT 1990, s.243.

1068

Bu yasanın 1 inci maddesi şöyledir :

Cumhurbaşkanının Bakanlar Kuruluna danışarak alacağıkararla aşağıdaki dernek ve de facto savaşgruplarıyasaklanabilir:

1. Sokaklarda silahlıgösteri yürüyüşü düzenleyenler;

2. Veya hükümetten izinli savunma hizmetine hazırlama derneğistatüsünde olmaksızın, askeri biçim ve örgüt düzeni dolayısıyla savaşbirlikleri ve özel milis niteliği taşıyanlar,

3. veya ülkenin dokunulmazlığına ve cumhuri devlet biçiminesaldırıamacıtaşıyanlar;

6. Veya ayrım amacıyla bir kişiye ya da kişi grubuna karşı(nesli) menşei, bir halka, ulusa veya dine mensup olmasıveyaolmamasınedeniyle kin gütmeyi veya güç kullanmayıtahrik edenveya böyle bir ayrımıhaklıkılmaya veya teşvik etmeye yönelik görüşya da teoriler yayanlar”

11 Haziran 1979 tarihli İdari Usul Yasası’na göre böyle birkararın gerekçeli olmasıgerekiyor. Kapatma kararlarının yargısaldenetimi Conceil d’Etafda yapılıyor.

Kapatılan siyasi örgütün üyelerinin toplantıve gösteri yürüyüşüyapma hakkıortadan kalkmıyor. Ancak, bunların aynıörgütü yenidenkurmaları, 6 ay ile iki yıl arasıhapis ve 60 ile 18.000 Frank paracezasınıgerektiren bir suç oluşturmaktadır. S.58.

İspanya Anayasasımilitan demokrasi anlayışınıbenimsemişolmasına rağmen, parti yasağına ilişkin bir hüküm içermemektedir.Parti yasağına ilişkin düzenlemeler Partiler Yasası’nın 6. maddesindeyer alıyor. Bu maddeye göre bir partinin yasaklanmasıya dafaaliyetlerinin durdurulmasıMahkeme kararıile ve ancak aşağıdakidurumlarda mümkündür:

- İspanya Ceza Yasası tarafından illegal örgüt olaraktanımlanmışbir durumun ortaya çıkması;

- Partinin örgütü ya da etkinliği ile antidemokratik bir tutum vedavranışiçinde olması. s.58.

1069

Portekiz’de, parti kapatmaya neden olan olgular şöylebelirlenmiştir: Parti amaçlarının samimi olmamasıveya kamu ahlakıveya düzenine ters düşmesi (ulusal bağımsızlık ve PortekizDevleti’nin birliği alanlarındaki Anayasa’da öngörülen engellerinaşılmasıda dahil olmak üzere) parti amaçlarının sistemli olarak vekamu ahlak ve düzenine ters düşecek veya silahlıkuvvetlerindisiplinini bozacak biçimde haksız araçlarla izlenmesi;

faşist ideolojinin benimsenmesi. S.61.

Avusturya’da, “Nasyonal Sosyalist Parti’nin Yasaklanmasınaİlişkin Yasa” Anayasa düzeyinde bir kural olup, Siyasal PartilerYasası’nın 1. paragrafında yine anayasal düzeyde öngörülmüşbulunan siyasal partilerin kuruluş özgürlüğüne getirilmiş birsınırlamadır. Bu yasanın 3/a maddesine göre, kanunen yasaklanmışbulunan bir nasyonal sosyalist örgütü ayakta tutmaya veya yenidenkurmaya yönelik girişimler yasaklanmıştır. Ayrıca aynımadde, bununda ötesinde üyelerinin nasyonal sosyalist anlamda faaliyeti ileAvusturya Cumhuriyeti’nin bağımsızlığınıyok etme veya kamudüzenini ve Cumhuriyetin yeniden inşasınıbozma amacıgüdenbirliklerin kurulmasınıda yasaklamaktadır. S.62.

Ayrıca, yine Avusturya’da, herhangi bir resmî makam, kurulubulunan veya kurulacak olan yasak amaçlıpartinin faaliyetleri ile ilgiliolarak, o partinin tüzel kişiliğini tanımamak hakkına sahiptir. Örneğin,tapu dairesi böyle bir partinin tüzel kişiliğini reddederek parti adınagayrimenkul kaydıyapmayabilmekte, telefon idaresi partiye telefonbağlantısıkurmayabilmekte, seçim kurulu da böyle bir partininseçimlere katılmasınıönleyebilmektedir. Böyle bir engelleme sözkonusu olduğunda, tüzel kişiliği tanınmayan siyasi partinin,aleyhindeki idari kararlara karşı, Anayasa Mahkemesine kadaruzanan bir yasal itiraz hakkıbulunmaktadır.

Tüm bu ülkelerde, partilere ilişkin yasağın uygulanması,hukusal nitelik yanında daha büyük bir ağırlıkla siyasal bir niteliktaşımaktadır. Siyasal partiler, siyasal yaşamın taşıyıcıunsurlarıolduğuna göre, bunlardan birinin devreden çıkarılması, meşru birhukuksal temele dayalıolsa bile, siyasal etkileri daha ağır basansiyasal içerikli bir karardır. Bu nedenle karşılaştırma yapılan ülkelerinçoğunda bu konuda açık bir çekingenlik gözlemlenmektedir. Ancak buülkelerin hiçbirinde parti yasağına ilişkin yürürlükteki kurallarınkaldırılmasıyönünde bir eğilimin de bulunmadığına dikkati çekmekgerekir. Bundan şu sonucu çıkarabiliriz. Ülkeler, özgürlükçü

1070

demokratik düzenin yerleşikliği ve mevcut siyasal partilerin rejimlebarışıklığı ölçüsünde ve özellikle uygulama aşamasında partiyasağından uzak kalma eğilimi gösteriyorlar. Ancak rejime yöneliktehdit ve tehlikelere karşıhukuksal önlemleri hazır bulundurmaktanda geri durmuyorlar. Bu önlemlerin derecesi, ülkelerde klasik ya damilitan demokrasi anlayışının yaygınlığıölçüsünde değişiyor. Ancak,militan demokrasi anlayışının benimsenmediği ileri sürülen ülkelerdedahi, somut bir tehdit ya da tehlikenin söz konusu olduğu dönemlerdebu tür yasakların ortaya çıktığı, tehdit ve tehlike ortadan kalkmışgözükse bile yasağın yürürlükte kaldığı, genel bir gözlem olarakkendini gösteriyor. Yukarıdaki karşılaştırmada bunun somut örneklerisergilenmişbulunmaktadır. Karşılaştırılan ülkelerde yasağa hiç yervermeyen Yunanistan ve Japonya’da dahi somut bir gereksinimin başgöstermesi halinde aynı sürece girileceği kuşkusuzdur. ZatenYunanistan’da yasağa dayanak oluşturacak anayasal bir hükümvarlığıyanında, Japonya’da da dernek özgürlüğü çerçevesindeölçülülük ilkesiyle haklıkılınacak bir sınırlamanın tartışma konusuolmamasıbu yargımızıdoğrulayan hukuksal verilerdir. s.72.

Birçok ülkede siyasal partiler, anayasal düzenlemelerle belirli birsiyasal amaca bağlıkılınmışlardır. Bu amaç, siyasal partilereözgürlükçü demokratik düzene sadakat yükümlüğü getirmektedir.Ayrıca siyasal partilere dernek özgürlüğü güvencesi dışında bir varlıktanımadığınıileri süren ülkelerde dahi, partilerin kazandığıayrıcalıklıstatü, onlara tanınan özgürlüğün böyle bir amaçsal bağdansoyutlanmasına imkan vermemektedir. İşte parti yasağısorununundüğüm noktasınıburada aramak gerekir.

Bundan şu sonuç çıkıyor. Demokrasi anlayışımilitan olsunolmasın, her ülke kendi varlığınıve rejimini tehdit eden siyasal partiya da hareketleri, bu tehdit ya da tehlike somutlaştığıölçüdeyasaklama eğilimine girer. Militan olan ve olmayan demokrasianlayışlarıarasında bu açıdan yalnızca bir söylem farkı, bir derecefarkıbulunmaktadır. Burada demokrasinin temel felsefesi açısındanher iki yaklaşım için de önemli olan, “özgürlüğün temel bir değerolarak korunmasıve yasağın bu temel değere hizmet ettiği ölçüde varolmasıve uygulanmasıdır. Bir ülke, bu hassas dengeyi koruyabildiğiölçüde demokrattır. Bu açıdan bakıldığında bir ülkede salt yasağınvarlığıo ülkenin demokratik niteliğine halel getirmez. Yeter kiyasaklamanın boyutu, özgürlükçü demokratik düzeni ve ülkeninvarlığınıkoruma amacıyla ölçülü bir denge içinde tutulabilsin. Budengenin korunmasında yalnızca devlete ya da kurulu düzeninpartilerine değil, kurulu düzene karşıt partilere de büyük bir

1071

sorumluluk düşmektedir. İnsan haklarıve ona dayalıdemokrasi,evrensel bir değer olduğunu büyük ölçüde kanıtlamıştır. Öyle kimarjinal partiler bile bundan kendi amaçlarıyönünde yararlanmaşansına sahiptir. Yeter ki bu yöndeki mücadeleleri, oyunun temelkurallarıiçinde kalsın, başka bir deyişle demokratik rejimin kendilerinesağladığıhaklar kötüye kullanılmasın. Bu temel koşullara uymalarıkaydıyla marjinal partilerin bile özgürlükçü demokratik bir düzendeyasağa muhatap olmaksızın demokratik yöntemlerle genişbir siyasalalan bulmalarımümkündür. Bu imkanıkullanmak yerine rejimi yıkmaamacıgüden ve bu amaca ulaşmak üzere demokrasinin kendilerinesağladığıhaklarıkötüye kullanan ve gerektiğinde şiddete başvurmahazırlığına yönelen partilerin, kendilerine yönelik bir yasağınvarlığından ve uygulanmasından yakınmaya haklarıyoktur. S.74.

Türkiye’de siyasal partiler hukukunun önündeki en büyük engel,siyasal partiler yelpazesinde demokrasiyi içtenlikle benimsememişpartilerin yaygınlığıdır. Ülkemizde bugün egemen olan siyasalkültürün sağlıklı bir demokrasinin yerleşmesi için yeterinceolgunlaşmış olduğunu söylemek güçtür. “Parti içi demokrasininyokluğu”, “liderler sultası” gibi söylemlerin yaygınlığıdemokrasikültüründeki eksikliğin bir göstergesidir. Partilere egemen olankadroların büyük bir çoğunluğu demokrasiyi bir yaşam biçimi olarakdüşünmemekte, onu kendilerini siyasal iktidara götürmekle işlevinitamamlayacak bir araç olarak görmektedir.

Ama asıl tehlikelisi, rejimle barışık olmayan, Devletin ülkesi veulusuyla bölünmez bütünlüğünü, üniter yapısını, laik düzenini tartışmakonusu yapan kısa ya da uzun vadede bu niteliklerde şu ya da buölçüde değişiklik yapmayı amaçlayan partilerin siyasal partileryelpazesinde küçümsenmeyecek bîr yer tutmasıdır. Bu tür partilerinher somut olayda rejim pazarlığına yönelmesi, Türkiye’de demokratikbir konsensüsün varlığınışüpheye düşürecek boyutlara varmıştır.

Oysa böyle bir konsensüs ancak Cumhuriyet Anayasaları’nınortak mirasıolan temel ilkelerde tam bir birliğin sağlanmasıilemümkündür. Bu ilkeler, ulusal egemenlik ve ulusal bütünlükkavramlarıile birlikte insan haklarına dayalı, Atatürk milliyetçiliğianlamında milli, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olaraközetlenebilir. Çoğulcu demokrasi, ancak böyle bir temel üzerindesağlanacak bir uzlaşma ile yükselip gelişebilir. Demokrasi uzlaşmayadayalıbir denge rejimidir, ama temel ilkelerde görüşbirliği içindeolmayan siyasal aktörlerin günlük politikada uzlaşmaya dayalıçoğulcu bir denge kurmalarımümkün değildir.

1072

Yukarıda parti yasağı konusunda yaptığımız geneldeğerlendirmede de vurguladığımız gibi bu dengenin korunmasındayalnızca devlete ya da kurulu düzenin partilerine değil, kurulu düzenekarşıt partilere de büyük bir sorumluluk düşmektedir. İnsan haklarıveona dayalıdemokrasi, evrensel bir değer olduğunu büyük ölçüdekanıtlamıştır, öyle ki marjinal partiler bile bundan kendi amaçlarıyönünde yararlanma şansına sahiptir. Yeter ki bu yöndekimücadeleleri, oyunun temel kurallarıiçinde kalsın, başka bir deyişledemokratik rejimin kendilerine sağladığıhaklar kötüye kullanılmasın.Bu temel koşullara uymaları kaydıyla marjinal partilerin bileözgürlükçü demokratik bir düzende yasağa muhatap olmaksızındemokratik yöntemlerle genişbir siyasal alan bulmalarımümkündür.Bu imkanıkullanmak yerine rejimi yıkma amacıgüden ve bu amacaulaşmak üzere demokrasinin kendilerine sağladığıhaklarıkötüyekullanan ve gerektiğinde şiddete başvurma hazırlığına yönelenpartilerin, kendilerine yönelik bir yasağın varlığından veuygulanmasından yakınmaya haklarıyoktur. S.148.

Federal Almanya Anayasası’nın 21. maddesinde yer alanhükmü, Türk Anayasası ile karşılaştırmak konunun daha iyianlaşılmasına yardımcıolacaktır. Bilindiği üzere Alman Anayasası’nın21. maddesi “Amaçlarıve mensuplarının davranışlarıyla özgürlükçüdemokratik temel düzeni ihlal etmeye veya ortadan kaldırmaya veyaFederal Alman Cumhuriyetini ve varlığını tehlikeye düşürmeyeyönelen partileri, anayasaya aykırı” olarak nitelemekte ve bu türpartileri kapatma yetkisini Anayasa Mahkemesine vermektedir.Burada henüz somut bir örneği ortaya çıkmadığıiçin üzerinde fazladurulmayan “Fedaral Alman Cumhuriyetinin varlığını tehlikeyedüşürme” hükmüne dikkati çekmek istiyoruz. Bu hüküm, siyasalpartilerin yalnızca özgürlükçü demokratik temel düzeni ihlal etmeyeveya ortadan kaldırmaya yönelen partileri değil, Federal Cumhuriyetinvarlığınıtehlikeye düşürmeye yönelen partileri de yasak kapsamınaalmaktadır. Bu bağlamda devletin federal yapısının AlmanAnayasasının 79/3. maddesi uyarınca anayasanın değişmezhükümlerinden olduğunu da eklemek gerekir. Bu durum, AlmanBirliğinin geleneksel federatif yapısınıüniter bir devlet yapısınadönüştüren nasyonal sosyalist düzene bir tepkinin ifadesidir. Bunedenle Almanya’da federalizm özgürlükçü demokratik düzenin de birgüvencesi olarak görülür.

Görülüyor ki durum Türkiye’dekinin tam tersidir. TürkiyeCumhuriyeti üniter bir devlet olarak kurulmuş, CumhuriyetAnayasalarıüniter bir yapıyıesas almıştır. “Devletin ülkesi ve

1073

milletiyle bölünmez bütünlüğü” ilkesi, “millet egemenliği”, “AtatürkMilliyetçiliğine bağlıdevlet” ilkeleri federatif bir yapıyıolanaksızkılmaktadır.

Ayrıca 1982 Anayasası, 3. maddesinde yer alan : “TürkiyeDevleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür” kuralına değişmezbir nitelik kazandırmış, siyasal partilerin aynıilkeye aykırıtüzük,program ve eylemlerini temelli kapatma nedeni olarak düzenlemiştir.

Şu halde nasıl ki Federal Almanya’da bir siyasal partinindevletin federal yapısınıdeğiştirip üniter bir yapıkurmak amacıylaFederal Cumhuriyetin varlığınıtehlikeye düşürmeye yönelmesi birparti kapatma nedeniyse, Türkiye’de bir siyasal partinin, federal birdevlet kurma amacıyla devletin üniter yapısınıtehlikeye düşürecek bireylem içine girmesi de aynışekilde bir parti kapatma nedenidir.Bunun AİHS’nin 11.maddesiyle bağdaşmaz bir yönününbulunmamasıgerekir. S.161.)

Doç. Dr. Fazıl SAĞLAM’ın yukarıda ayrıntılarıyla açıkladığımgörüşlerine aynen katılıyoruz. Esasen Anayasa Mahkememizinbugüne kadar verdiği parti kapatma kararları, bu görüşlere ve “militandemokrasi” anlayışına tamamen uygundur. Sosyal gerçeklerimize veAnayasamıza uygun bulunduğunda kuşku bulunmayan bu kararlar,Anayasa Mahkememize gerçek bir saygınlık kazandırmıştır.

B- Anayasa Mahkememizi, istikrarlı, Anayasa ve yasalarımızauygun çizgisinden saptırmak için, anayasal düzenimizle hiçbir zamanbarışık olmamış, devletimizin kuruluşfelsefesini benimsememiş, birkısmı Sevr’i hortlatmaya çalışan iç ve dış mihraklarla hoşkarşılanamayacak ilişkiler içinde olduğu bilinen bazıyazarlar vesözde bilim adamları, hâkimlerimize ve savcılarımıza Anayasamızıveyürürlükteki yasalarımızıuygulatmamak için büyük bir gayret içinegirmişlerdir.

Özellikle, Anayasamızın 90 ncımaddesinin son fıkrasındaki“usulüne göre yürürlüğe konmuşmilletlerarasıanlaşmalar kanunhükmündedir. Bunlar hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiasıİleAnayasa Mahkemesine başvurulamaz” hükmü ile, “Avrupa İnsanHaklarıSözleşmesi”ni imzalamamız ve “İnsan HaklarıAvrupaMahkemesi”nin yargıyetkisini kabul etmemiz öne sürülerek, AnayasaMahkememiz ve diğer mahkemelerimiz, Anayasamızıve yasalarımızıuygulayamaz hale getirilmek istenmektedir. Bu görüşlerin, giderekdaha çok hukukçuyu etkilediği de bilinmektedir.

1074

Bu nedenle, bu konu üzerinde ne kadar düşünsek ve tartışsakazdır. Çünkü başka türlü doğruyu bulamayız.

Bu konudaki görüşlerimizi, çeşitli vesilelerle AnayasaMahkemesi üyeleri önünde açıklamak fırsatınıbulduk. Bunlarınhiçbirini tekrarlamadan, son iki yılda açıklanmışyeni bilimsel görüşleribilginize sunmakta yarar görüyorum.

a- Son yılların en iyi araştırmacılarından biri olan Doç. Dr. MetinFEYZİOĞLU, 1998 yılında yayınlanan “Tanıklık ve DürüstMuhakeme” adlıeserinde (s.5-9) şöyle diyor:

(AİHS ve Türkiye tarafından onaylanan ek protokollerinin acabaiç hukuktaki yeri nedir? Bunlar Anayasa hükmü niteliğinde midir,yoksa sıradan kanun hükümleri midir? Bilindiği üzere Anayasanın90/5. maddesine göre”Usulüne göre yürürlüğe konulmuşmilletlerarasıandlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasayaaykırılık iddiasıile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.” Görüldüğügibi Anayasa, usulünce yürürlüğe konulmuş antlaşmaların kanunhükmünde olduklarınıkabul etmiştir. Acaba kanun hükmünde olmakne anlama gelmektedir? Bir normun kanun hükmünde olması,öncelikle, onun normlar hiyerarşisinde kanunlarla aynısırada olmasıdemektir.

Kelsen’ın normlar hiyerarşisi sistemine göre, her normgeçerliliğini, kendinden önceki normdan ve sonuç olarak en tepedekinorm olan temel normdan alır. Milletlerarası antlaşmalar dageçerliliklerini, Anayasadan almaktadır. Peki geçerliliğini Anayasadanalan ve bu nedenle normlar hiyerarşisinde kanunlarla aynısıradabulunan bir milletlerarasıantlaşma, gerçekten sıradan bir kanunlaaynıseviyede midir? Örneğin AİHS’nin her ferde yaşama hakkıtanıyan maddesi ile yine örneğin Bankalar Kanunu’nun bankadenetçilerini düzenleyen maddesine aynıdeğeri vermek mümkünmüdür? Bu soruya, hukuk tekniği açısından ve salt iç hukukçerçevesinde kalmak kaydıyla, olumlu cevap vermekten başka çareyoktur.

Bir milletlerarasıantlaşma hakkında Anayasaya aykırılık iddiasıile Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvurulamıyor olması, onu,kanunların üzerinde bir mevkiye yükseltmez. Bir hukuk normunundiğerinin üzerinde olabilmesi için, alttaki normun, geçerliliğini,üstekinden almasızorunludur. Oysa yukarıda değindiğimiz üzere,usulüne göre onaylanmışmilletlerarasıantlaşmalar, bir iç hukuk kuralı

1075

olarak geçerliliklerini Anayasadan almaktadır. Gerçekten kanunkoyucu, Anayasa’ya aykırı olmamak şartıyla,herhangi birmilletlerarasıantlaşmanın istediği hükmünü, antlaşmayıihlâl etmekpahasına, tek taraflıolarak kaldırabilir veya değiştirebilir.

AYM bir kanunun Anayasaya uygunluğunu denetlerken, AİHS’nitemel ölçü norm olarak alabilecek midir? Buna, yine normativist-pozitivist pencereden bakıp olumlu cevap vermek mümküngörünmemektedir. Çünkü, Anayasa Mahkemesinin görevi, Anayasayauygunluk denetimi yapmaktır. Monist görüşe göre milletlerarasıhukuk, iç hukukun üzerindedir, ama, AYM, milletlerarasıhukuktarafından kurulmamış ve görevlendirilmemiştir. AYM’ni ilk eldenkuran ve görevlendiren Anayasadır. AYM’nin ulaşabildiği temel ölçünormlar, bizzat Anayasa tarafından, Anayasa ile sınırlanmıştır.Devletin milletlerarasıhukukun temel ilkesi olan ahde vefaya aykırıdavranması, Anayasa’ya aykırılık değil, onun üzerinde olan bir hukukkuralına aykırılıktır. AYM, normlar piramidinin Anayasadan yukarıdakibasamaklarına çıkamaz. Anayasaya değil de ondan üst basamaklaraaykırıiç hukuk normlarının yaratılmasının müeyyideleri, milletlerarasıhukuk tarafından düzenlenir ve devletler ile milletlerarasıkuruluşlarcayerine getirilir).

b- Prof. Dr. Erdoğan TEZİÇ, 1998 yılında beşinci basısıyapılan“Anayasa Hukuku” adlıeserinde şöyle demektedir (s.9) :

(Antlaşma ile Anayasanın açıkça çatıştığıdurumlarda, 1982Anayasasına göre, Anayasa Mahkemesi antlaşmayıdeğil, anayasayıuygulamak, sorunun nihai çözümünü ulaslararasıyargıyerlerinebırakmak durumundadır).

c- Prof. Dr. Rona AYBAY. “UluslararasıAntlaşmalar AnayasaÜstü mü?” başlıklı makalesinde (6.5.1998 tarihli CumhuriyetGazetesi) şöyle diyor :

(Kimi hukukçular, onaylanmış antlaşmalarla ilgili olarakanayasaya aykırılık iddiası ileri sürülmesi yolunun anayasaylakapatılmışolduğuna bakarak onaylanmışuluslararasıantlaşmalarınkanunlardan daha üst düzeyde, giderek anayasa düzeyinde olduğunuileri sürüyorlar. Bu görüşantlaşmaların “anayasa üstü” bir düzeydeolduğu sonucuna bile varabiliyor. Oysa anayasaya göre onaylanmışuluslararası antlaşmalar “kanun hükmünde”dir. Anayasanın buhükmünün amacı, Türkiye’nin onayladığı antlaşmaların Türk

1076

yasalarına girmişolduğunu; Türk mahkemelerinde görülmekte olandavalarda Türk yasasıimişgibi uygulanmasıgerektiğini belirtmektir.

Anayasanın, uluslararası antlaşmaların “kanun hükmünde”olduğunu belirten anlatımının hemen ardından, bu antlaşmalarla ilgiliolarak Anayasa Mahkemesi’ne başvurulması yolunu kapatandüzenlemesi, antlaşmaları“kanun üstü” konuma getirmiştir, denebilirmi?

Kanımca, buna olanak yoktur. Türk hukukunda, anayasayaaykırılığıileri sürülerek Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamayacakbaşka “yasalar” da vardır.

Örneğin 12 Eylül döneminde “kanun” adıaltında yapılmışdüzenlemelerin “anayasaya aykırılığıiddia edilemez” (1982 metniGeç.m.15), Kanımca , bu anlatıma bakarak, bu tür kanunların ötekikanunlardan daha üst bir düzeyde olduğu söylenemez. Bu“kanunların, yasama organınca değiştirilmesine ya da yürürlüktenkaldırılmasına bir engel yoktur. Bunun için, nitelikli çoğunluk dagerekmez. Demek ki soruna bu açıdan bakıldığında, uluslararasıantlaşmaların “kanun-üstü” ya da “anayasa eşiti” bir düzeyde olduğusonucuna varılamaz.

Usulüne göre yürürlüğe konulmuşbir uluslararasıantlaşmayıkanun değerinde saymanın doğal sonucu şudur : Antlaşmanınkapsadığıkonulara ilişkin olaylarda, eski kanunlarda antlaşmaylaçelişen hükümler varsa; antlaşma o hükümlerin yerine geçmişolacaktır. Ancak bunun gerekçesi, antlaşmanın daha “üstün” olmasıdeğil, daha yeni tarihli ve kanun gücünde olmasıdır. Konunun birbaşka yönü de şu soruyla ilgilidir. “TBMM’nin onaylanmış biruluslararasıantlaşmayla çelişen bir kanun yapma yetkisi var mıdır?”Konuya Türk hukuku açısından bakıldığında, bu soruya şöyle yanıtverilebilir. Türk Anayasa hukukunun geleneklerine göre, yasamaorganının kanun yapma yetkisi konu bakımından sınırsızdır.Onaylanmış bir antlaşmayla çelişen hükümler içeren bir kanunyapmak da TBMM’nin yetkisi içindedir. Onaylanmışbir antlaşmaylaçelişen hükümler içeren kanun yapılması, uluslararası hukukaçısından “istenilmeyen”, “kabul edilemez” ve giderek devletinuluslararasısorumluluğuna yol açabilecek bir durum olabilir. Amabütün bunlar, yasama organının kendi anayasasından almışolduğukanun yapma iktidarını(gücünü) ortadan kaldıramaz.

1077

Her hukuk kuralıgibi, antlaşmaların da, duruma uygun vegerçekçi sonuçlar verecek biçimde yorumlayıp uygulanmasıgerekir.

Buna olanak bulunmayan durumlarda, yetkili ulusal organlar,uygun düzenlemeler yapabilmelidirler. Türk Boğazlarına ilişkin olarak1936 yılında yapılmışMontrö Sözleşmesi ile ilgili uygulamalar bukonuda canlıbir örnektir. Günün ve gecenin her saatinde, ticaretgemileri için tanınmışserbest geçişhakkı, kötü hava koşullan ya daköprü inşaatıgibi haklınedenlerle kısıtlanabilmektedir. Usa uygun vegerçekçi sınırlar içinde kalan bu uygulamalar, hem İstanbul kentindeyaşayan milyonların hem de geçişyapan gemilerdeki insanların canve mal güvenliği için zorunludur.

Uluslararasıantlaşmalarla ilgili olarak yapılacak benzeri yasaldüzenlemeler, gerçekçi düzeyde kaldığısürece, Türk diplomatlarınındeneyimi ve becerisiyle uluslarasıforumlarda savunulabilir.

Uluslararasıantlaşmaların Türk hukukundaki yerini incelerkengözden kaçırılmamasıgereken önemli bir nokta vardır. TürkiyeCumhuriyeti, bir ulusal kurtuluşsavaşısonunda kurulmuştur. OsmanlıDevleti’ne yabancıgüçlerce yükletilen çeşitli yakışıksız, giderek utançverici antlaşmanın, KurtuluşSavaşı’nın nedenleri arasında önemli biryeri olduğu unutulmamalıdır).

d- Doç. Dr. Fazıl SAĞLAM, yukarıda anılan eserinde, konu ileilgili olarak şöyle demektedir (S.152-154):

(Türk hukuk düzeninde contra constitutionem bir yorumlaAİHS’ne. yasalara veya Anayasa’ya üstün bir yer tanımanın tutarlıbiraçıklamasınıyapmak mümkün değildir. Anayasa’ya göre uluslararasıantlaşmalar, -insan haklarıyla da ilgili olsalar- yasa hükmündedir. Bunedenle Anayasa Mahkemesi’nin hem sonraki yasa ve hem de özelyasa olmasıve hem de Anayasa’nın 68/5 ve 69/1. maddelerininsomutlaşmış bir düzenlemesi olmasınedeniyle Siyasal PartilerKanunu’nun 96/3. maddesini ihmal etmesi mümkün değildir.

Bu konuda öğretide gözlemlenen tedirginlik ve çözümarayışının temelde haklıyanlarıolduğu söylenebilir. Ancak öğretininbir kısmının benimsediği çözümleri sağlamak için AlHS’nin yasalaraya da Anayasa’ya üstünlüğü tezini savunmak hukuk dogmatiğibakımından yanlış olduğu gibi, hukuk politikasıbakımından dazorunlu değildir. Çünkü özellikle AİH Komisyonu’na bireysel başvuruhakkınıve AİH Divanının yargıyetkisini zorunlu olarak tanıyan ülkeler

1078

açısından AİHS’nin, Anayasa dahil olmak üzere iç hukuku dolaylıbirbiçimde etkilemesi kaçınılmaz bir sonuçtur. Ancak bu etkileme,“AİHS’nin iç hukuka olan üstünlüğü”nün bir sonucu olmayıp, biryandan yargıorganlarıarasındaki doğal etkileşimin, öte yandanuluslararasıhukuktan doğan yükümlülüklerin bir ürünüdür.

AİH Komisyonu’na bireysel başvuru hakkının tanınmasıveAİHM’nin yargıyetkisinin kabul edilmesi ve taraf ülkelerin buMahkemenin kararlarına uymayıtaahhüt etmişolmaları(m.50 ve 53),yukarıda açıklanan etkileşimi AİHM’den ulusal yargıyerlerine doğruartıran bir etkendir. Ama bunun ülkemizin iç hukuku açısından“AİHS’nin üstünlüğü” ya da “AİHM kararlarının doğrudan etkisi” ile birilgisi yoktur.

Böyle bir “üstünlük” ya da “doğrudan etki ilişkisi” kurulamaz mı?Elbette kurulabilir. Nitekim bazıülkeler iç hukuklarında buna yönelikadımlar atmışlardır. Örneğin Hollanda ve Avusturya AİHS’neanayasal değer tanıyan ülkelerdir. Bunun gibi Fransa, Yunanistan vePortekiz gibi ülkeler de AİHS’ne yasaların üstünde bir değertanımaktadır. Bazı ülkelerin AİHM kararını bir yargılamanınyenilenmesi (Lüksenburg, İsviçre Apenzell-Ausserhoden kantonu)veya temyiz nedeni (İsviçre) olarak benimsemeleri, AİHM kararlarınıniç hukuk üzerinde doğrudan etkisi yönünde atılan adımlara örnekolarak gösterilebilir. Ancak iç hukukumuzda henüz bu yönde birgelişme yoktur.

AİHS’nin 11.Protokolün yürürlüğe girmesinden sonra geçerliolan şekliyle 46/1. maddesi, taraf devletlere “AİHM son kararlarınauyma yükümlülüğü”nü getirmektedir. Bu madde AİHS’nin eskimetnindeki 53. maddesine tekabül etmektedir. Taraf ülkeler içinöngörülen yükümlülük bakımından eski ve yeni metin arasında birfark yoktur. Bu bağlamda AİHM kararlarının iç hukuk düzeninde tesisedilen bir kamu gücü işlemini doğrudan kaldırma sonucunudoğurmayacağıtartışmasızdır. Bu husus 41. maddenin (eski 50.maddenin) anlamından çıkarılmaktadır. Zira 41. maddede öngörülentazminat, ilgili tarafın iç hukukunun (AİHM tarafından AİHShükümlerine aykırıbulunan) karar veya tedbirin sonuçlarını“ancakkısmen gidermeye elverişli olması” koşuluna bağlıtutulmuştur. Şuhalde öncelikle geçerli olan iç hukuk düzenlemesidir. Bu düzenlemeyetersiz olursa tazminata hükmedilecektir. Buradan da anlaşılıyor ki,AİHM’nin kararlarının kapsamı, sözleşmeye aykırılığın tesbiti ve 41.madde uyarınca bir tazminata hükmedilmesi ile sınırlıdır).

1079

e- Avrupa İnsan HaklarıMahkemesinin kararlarına körü körüneuymanın, başka bir deyişle, Anayasa Mahkememizin ve diğermahkemelerin haklı, millî menfaatlerimize ve Anayasamıza uygunolup olmadığına bakmaksızın sözkonusu mahkemenin içtihatlarınauygun karar üretmesinin sonuçlarıne olur ?

Yıllarca Avrupa İnsan HaklarıMahkemesinde savunmalarımızıhazırlamaya çalışan, Marmara Üniversitesi Hukuk FakültesiUluslararasıHukuk Bölümü Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. AslanGÜNDÜZ, Yeni Türkiye Dergisinde yayınlanan bir makalesinde(Temmuz/Ağustos, 1998, S.1367) şöyle diyor :

(Önemli sonuçlarıolabilecek bir başka karar ise, 25 Mayıs1998’de, İnsan HaklarıMahkemesinin bu defa Sosyalist Partidavasında Anayasamız ve devlet sistemimizle ilgili olarak verdiğikarardır. Bu defa ki karar yenilir yutulur cinsinden olmayan ifadelertaşımaktadır. Türkiye’nin bu kararla ihsas edilen düzeni kabul edipedemeyeceğini bilmiyoruz. Daha doğrusu bu konuda kimin hangikararıalacağınıda bilmiyoruz. Ama şurasıbir gerçektir ki MahkemeAtatürk’le kurulan Cumhuriyet’in temellerini sarsabilecek önerilereyeşil ışık yakmış görünmektedir. Etkili Türk kamuoyunun bunubildiğini sanmıyoruz. Sorun, kamuoyundan sanki saklanmaktadır.Eğer durum böyleyse, bunun kaçınılmaz sonuca hiçbir olumlu biretkisi olmayacaktır.

Mahkemenin kararı, Türkiye’nin tartışılmaz devlet yapısını,üniterliğini, resmi dilini, bayrağını, tartışma konusu yapan, etnik biresasa göre değişmesini isteyen SP.’nin resmi yayınlarını veyetkililerinin konuşmalarını sözleşmeye uygun bulmakta veAnayasamızın ilgili hükümlerini ve Anayasa Mahkemesi’nin bukonudaki kararınıve devletin yapısınıörtülü bir şekilde demokrasiyeve sonuçta AİHS’ne aykırıbulunmaktadır.

Olayların cereyan ettiği mekandan soyut bir şekilde davayıelealan Mahkeme, SP yöneticisinin sözlerinde samimi olmayabileceğinikabul ediyor ama onlarıyalanlayacak somut kanıt olmadığıiçin onlarıdoğru kabul ediyor. Ancak, aynışekilde olaylara Strazburg’dakihakimlerden daha yakın olan milli makamların, bu arada AnayasaMahkemesinin milli birlik için gördüğü tehlikeyi neden doğru olarakkabul etmediği doğrusu kuşkuya yer veriyor. Kanın döküldüğü biryerde bir partinin giderek oradakilere “ey ahali sizin hakkınız aslındayeniyor. Devlet kurma hakkınız var. Ayrılma hakkınız var. Bunlar inkarediliyor... Bu devlet de sizin değildir” gibisinden bir program ve

1080

söylemle ortaya çıkarsa bunun barışa katkısıolmayacaktır. Bu gibi birifade özgürlüğünü sözleşme korumamaktadır ve korumamalıdır.

Strazburg’daki Mahkemenin self-determinasyon konusundakararlar vermeye yetkisi yoktur. Bu davada yaptığıdeğerlendirmedeolaylarıve sonuçlarınıhiç de iyi düşünmediği açıktır. Bu davaTürkiye’nin devlet yapısını tarihinin en kanlı terör olaylarınınyaşandığıbir sırada sorgulayan ve silahla bir yerlere varmaya çalışangruplara cesaret vermeye müsait bir karardır. Bu karar İngiltere’yekarşıverilemezdi. Almanya’ya karşıverilemezdi. Fransa’ya karşıverilemezdi. Ama bize karşıverildi.

Şimdi Türkiye’nin geldiği nokta ilginç bir nokta. Eğer buMahkemenin kararlarına tümüyle uyarsa, sonunda Kemalist devletyapısı dahil olmak üzere Anayasada yazılı olan birçok şeyideğiştirmesi gerekecektir. Bu sessiz sedasız bir şekilde ve Mahkemevasıtasıile İDEOLOJİSİZ BİR ANAYASA benimsemek anlamına gelir.Bu haliyle devlet bir arada tutulabilir mi? Onu bilemiyoruz).

f- Bizim gibi üniter bir devlet olan Fransa yüksekmahkemelerinin benzer konulardaki tutumu, gerçekten birvatanseverlik örneğindir.İki örnek vermek istiyorum:

aa- 1991 yılında Fransa Millet Meclisi, Korsika’yla ilgili bir yasamaddesi kabul etti. Madde aynen şöyle idi : « Fransız Cumhuriyeti,Fransız halkının bir birleşim öğesi niteliğiyle tarihi ve kültürel toplulukoluşturan Korsika halkını, kendi kültürel benliğini muhafaza etmek vekendisine özgü iktisadi ve sosyal çıkarlarınısavunmak haklarınıteminat altına alır. Ada olmak niteliğine bağlıbu haklar, milli birliğesaygı, Anayasanın, Cumhuriyet Kanunlarının ve işbu statünün çizdiğiçerçeve içinde kullanır). Masum görünen bu maddeyi dahi FRANSIZADALET DİVANI, “Cumhuriyet tekdir ve bölünemez” kuralına aykırıbularak iptal etmiştir.

bb- Şu sıralarda Fransa’da ilginç bir tartışma var. Konu “AvrupaBölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı”.

Bu konuda, Avrupa Konseyi’nin üyelerinin 12’si, 5 Kasım1992’de şartı imzaladılar. Aralarından 7’si de bunuparlamentolarından geçirdi.

Ama Fransa’da işler biraz karıştı. Özetleyerek anlatalım. Jospinhükümetinin bölgesel ve azınlık dilleri konusunda hazırladığımetni

1081

CumhurbaşkanıChirac Anayasa Mahkemesi’ne götürdü 20 Mayıs’ta,Yüksek Mahkeme ya da Fransa’daki deyimiyle Anayasa Konseyi 16Haziran’da kararınıaçıkladı. AK Anlaşması, 1958 tarihli FransızAnayasası’na aykırıydı. Chirac bunun üzerine AnayasaMahkemesi’nin reddettiği bir metne yandaşolamayacağınıaçıkladı.

Anayasa değişikliği konusu gündeme gelince de SosyalistParti’nin sol kanadından Jean Pierre Chevenement, “bu anlaşmanınuygulanmasıhalinde Fransa’nın parçalanacağınıileri sürerek” karşıçıktı. (Ali SİRMEN, Onlar Ki Herkese Verirler Talkımı, CumhuriyetGazetesi, 2.7.1999.)

Sosyalist Başbakan Lionel Jospin şimdi, ülke anayasasınıbubelge ile uyumlu hale getirmek için çabalıyor. Ancak karşısındaCumhurbaşkanıJacpues Chirac duruyor. Chirac’ın sözcüsü konu ileilgili olarak önceki gün bir açıklama yaparak, “cumhuriyetimizin temelilkelerini ihlal edeceğinden Cumhurbaşkanıbu anayasa değişikliğinekarşıdır” diye açıklama yaptı.

Fransa’da bu değişikliğe karşı çıkanlar, ülkedeki azınlıkdillerinin Fransızca ile aynıstatü kazanmasınıistemiyorlar. Ülkeninönde gelen Gaulist politikacılarından Charles Pasqua daha netkonuşarak, “bu anayasa değişikliğinin Fransa’nın ulusal bütünlüğünütehlikeye düşüreceğini” söylüyor.

Konu aynızamanda Jospin hükümetinde de görüşayrılıklarınayol açmışbulunuyor. İçişleri BakanıPierre Chevenement, “Fransa’yıBalkanlaştıracağıiçin” bu değişikliğe karşıolduğunu belirtiyor.

Gözlemciler bu değişikliğe karşıolanların Bask, Katalan veyaGaskon gibi dilleri konuşan azınlıklardan çok Alsace’da yaşayan 2milyon nüfuslu Alman azınlıktan çekindiklerini belirtiyorlar. Alsace’ıniki dünya savaşında oynadığırolü bilenler için bu endişe şaşılacak birşey değil.

Azınlık dillerinin sorun yaratığıbir diğer ülke ise AmerikaBirleşik Devletleri. Kaliforniyalıların yüzde 61’i, 2 Haziran 1998tarihinde yapılan bir referandumla, 227 sayılıtasarıyıkabul ederekeyalet içinde eğitimin sadece İngilizce dilinde yapılmasınısağladılar.Üstelik de, federal hükümet adına konuşan Başkan Bili Clinton’unmuhalefetine rağmen. Oysa eğitim, eyalete akın eden milyonlarcaHispanik göçmenin dil sorunu gözetilerek daha önce İspanyol dilindede veriliyordu.

1082

Başta Vali Pete Wilson olmak üzere, bu tasarının geçmesi içinseferber olanlar, yürüttükleri başarılı kampanyalarını, “İngilizcebilmeyen nesiller yetişiyor ve bu yüzden dilimiz, kültürümüz eldengidiyor” argümanıüzerinde kurmuşlardı. (SEMİH İDİZ, Azınlık DillerSorunu, Star Gazetesi 26.6.1999.)

C- Burada çok önemli bir hususa değinmek istiyorum.

Sonradan Dışişleri Bakanlığımızı da yapan bir politikacıyazarımız, terör eylemleri ülkemizde ilk başlığında “GüzelHuzursuzluk” başlıklıbir makale yazmıştı. Sonradan çıkardığıkitabada bu ismi vermişti. Şöyle diyordu bu makalede sayın yazar : “Bir tekbombayla yüz binlerin öldürülebildiği bir uygarlık düzeyinde, şiddeteylemleri denen şeyler olsa olsa çatapat eğlencesi sayılabilir.”

İnsanlık tarihinin muhakkak ki en acımasız terör örgütü olanPKK’nın eylemleri aralıksız sürerken Türk medyasının köşe başlarınıtutmuşyazarlarının, aydınlarımızın önemli bir kısmının terör olgusunayaklaşımıpek farklıdeğil. Sanki görevleri terörü mazur göstermek.

Aslında bunların tüm sorunlarımıza yaklaşımları farklıolmamıştır, hep “Batı” dan, “Bilim”den, “çağdaşlık”tan sözederler.Ancak, bir tek sorunun dahi bilimsel analizini doğru dürüstyapabildikleri görülmemiştir.

Sorunlara daima ütopik ve kolay çözüm yollarıaramak,popülizm, hiçbir zaman gerçekçi olmamak; ekonomik, kültürel, sosyalfarklılıklarıgözönünde tutmaksızın, başka bir deyişle, adeta sosyolojibilimini inkâr ederek, her ülkenin sorunlarına, o günün modasınauygun benzer reçeteler önermek, taklitçiliği bilimsellik sanmak temelözellikleri.

Kısa bir süre öncesine kadar “gerçek demokrasi, marksistdemokrasidir” diyerek Anayasal düzenimize karşısilahlıeylemyapmalarıiçin gençlerimizi kışkırtanlar, dini esaslara dayanan birdevlet düzeni kurabilmek için “Adil Düzen” safsatasınıyaymayaçalışanlar, eli kanlıbölücülerin paralıveya parasız savunuculuğunuüstlenenler el ele vermişler, hep birlikte, her sorunumuza aynıreçeteyi öneriyorlar ve giderek daha etkili oluyorlar.

Özellikle vurguladıklarışunlardır:

1083

Sınırsız düşünce ve örgütlenme özgürlüğü her derde devadır.Bir sağlansa, ülkemizde bölücü eylemler de, irticai faaliyetler de tabanbulamaz, teröristler eylemlerinden vazgeçerler. Çoğunluğun herkararına boyun eğmek demokrasinin gereğidir. Zaten Atatürk bugünyaşasaydı, 1930’larda olduğu gibi bunların üzerine gitmezdi.Müstemleke idarelerinden daha fazla Avrupa’nın sesine kulakverelim. Onlar bizim demokratikleşmemizi, çağdaşlaşmamızıbizdençok istiyorlar. Globalleşen Dünyaya ancak böyle ayak uydurulur...

Halkımızın çağdaş ve dinamik kesimi ile, sayılarıgiderekazalmakta da olsa gerçek aydınlarımız, “bölücü eylemler”in ve “irtica”tehlikesinin sağlığında olduğundan kat be kat arttığıbugününTürkiye’sinde yaşasaydı, Atatürk’ün neler yapacağınıçok iyi biliyorlar.Ona ve eserine yeterince sahip çıkamamanın utancınıyaşıyorlar.

Aslında “Düşünce suç olmaktan çıkarılmalıdır” sloganının ardıardına ve koro halinde tekrarlanmasıyla istenen, irtica ve süreklilikkazanan bölücü eylemler “açık ve somut tehlike” oluşturmaya devamederken, her gün en az bir erimiz şehit edilirken, “ülke bütünlüğünühedef alan yazılarıve sözlü propaganda”nın, “Halkıırk, din, mezhepveya bölge farklılığıgözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik”inserbest bırakılmasıdır.

Acaba, iddia edildiği gibi, çağdaşdemokrasilerde düşünceyiaçıklama hürriyeti sınırsız mı? Dünya tarihinde, teröristlere veyandaşlarına propaganda ve örgütlenme özgürlüğü tanıyarak terörüönleyebilmişülke var mı? Her iki soruya da verilebilecek doğru cevap: “Kesinlikle hayır”dır.

Birkaç örnek üzerinde düşünmek dahi, düşüncelerimizinhaklılığınıortaya koyacaktır sanıyorum.

Eski tarihlere gidersek, örnek çok. Hitler ve Mussolini, İtalya veAlmanya’da demokratik ortam, düşünceyi açıklama ve örgütlenmehürriyeti olmadığıiçin değil, onların yaptırdıklarıpropagandalar veterör eylemleri önlenemediği için iktidar olup, Avrupa’yıkanabulamışlardır. Akıllıinsanlar ve iyi yönetilen devletler başkalarınınhatalarından, akılsız insanlar ve kötü yönetilen devletler kendihatalarından ders alırlar. Bizim aydınlarımız ne başkalarının, nedekendi hatalarından ders almasınıbiliyorlar. Faturasınıda genellikte iyiniyetli Türk gençlerine ödettiriyorlar.

1084

Pek çok ülkenin komünizm trajedisini yaşamasının nedenlerinide hepimiz biliyoruz. Bunların detayına girmeyeceğim. Vereceğimörnekler 90’lıyıllardan ve en demokratik ülkelere ilişkin olacak.

Bilindiği gibi, düşünce özgürlüğü ile bağdaşmayan hallerinbaşında “sansür” uygulamalarıgelir.

Kuzey İrlanda’da 1971-1994 yıllarıarasında, terör olaylarıilebağlantılıolarak radyo ve televizyona yayın yasağıkonulmuştur. Aynıyasak, 1988-1994 yıllarıarasında bütün İngiltere’de uygulanmıştır.

İngiliz basınıise bu dönemde, örnek bir sorumluluk duygususergilemişve terörle bağlantılıolarak toplumda karmaşa, galeyan veheyecan uyandırıcıyayınlar yapmaktan özenle kaçınmıştır. Halen buülkede, suçu destekleyen ve devlet otoritesini tahribe yönelik yayınlaryapılmasıyasaktır.

Örneğin, İngiltere’de televizyonda Nelson Mandela ile yapılanbir görüşmeye yayın yasağıkonulmuştur. Bu görüşmede, Mandela şusözleri söylemiştir :”IRA, kendi mukadderatınıbelirlemek üzerekurtuluşmücadelesi yapmaktadır. Onlar yabancıbir devlet olanİngiltere’nin sömürgesinden kurtulmak istemektedirler. Bizsömürgeciliğin her türüne karşıyız. Buna karşımücadele edenleridestekliyoruz.”

İngiltere’de, son yıllara gelinceye kadar uygulanan «yayınyasağı»nın kapsamının anlaşılabilmesi için, Avrupa İnsan HaklarıMahkemesine, İngiltere aleyhine açılan bir davaya değineceğim :

BETTY PURCEL VE ARKADAŞLARI DAVASI (NO;89/15404) :

(Bayan Betty Purcel ve 16 arkadaşıTV veya radyo gazetecisiolup Ulusal Gazeteciler Birliği ve Sınai Meslek Hizmetleri TeknikBirliği adlıiki sendika üyesidirler.

Şikayetçiler 1960 tarihli Radyo İdaresi Kanunu’nun 31.maddesinde yapılan değişiklikle ifade özgürlüğü hakkınınkısıtlandığınıöne sürmektedir.

Buna göre, Bakan emriyle suç övücü yada Devlet otoritesinizayıflatıcıbulunan yayınların yasaklanmasıöngörülmektedir.

1085

Yayın yasağı 12 ay yürürlükte kalabilmekte ve İrlandaParlamentosu kararıyla uzatılabilmektedir.

1989 tarihli Bakan kararıite yasaklanan yayın konularışöyle idi:

IRA, Sinn Fein, Repuhiican Sinn Fein, Ulster DefenceAssociation, Irish National Liberation Army (INLA) adlıörgütlere ilişkinher türlü yayın yasaktır.

Kuzey İrlanda’da yürürlükte bulunan 1978 tarihli kanun uyarıncayasaklanan her türlü örgüt hakkındaki yayınlar da yasaktır.

Bir siyasi partiye ayrılmışolup da Sinn Fein veya RepublicanSinn Fein adlıörgütler hesabına veya onlarca gerçekleştirilen veyaonlarıdestekleyen, teşvik eden öven yayınlar da yasaktır.

Sinn Fein ve Republican Sinn Fein’i temsil eden veya o iddiadabulunan kişilerin bulunduğu her türlü yayın yasaktır.

Komisyona adıgeçenlerin ifade hürriyeti ve bilgilendirme hakkıadına yaptıklarıbaşvurular, sınırlamaların demokratik bir toplumdaterörle mücadele için zorunlu tedbir niteliği ortaya konulduğugerekçesiyle Komisyon tarafından dayanaktan yoksun bulunmuştur.(Prof. Dr. Tekin AKILLIOĞLU, Terör ve İnsan Hakları, İnsan HaklarıMerkezi Dergisi, 1995/Kasım, s.18-28).

Terörle ilgili yayın yasağının beşinci yılında (1993) sürentartışmalara cevap veren Kültür BakanıPETER BROKE, “terörörgütleriyle onların taraftarlarının hâlâ silahlımücadeleyi ve adamöldürmeyi meşru siyasî araç olarak gördüğü bir ortamda, söz konusuyayın yasağını kaldırmayı düşünemeyeceklerini; MuhafazakarHükümet olarak, teröristlerin ve yandaşlarının, demokrasiye saygılıinsanlarla aynı yayın haklarından yararlanmaması ilkesininkamuoyunda hâlâ esaslıdestek gördüğüne inandıklarını” belirtmiştir.(Entellektüel Bakış, Terör/Medya ve Sansür İngiltere’de NeDurumda?, Sabah Gazetesi, 21.10.1993.)

Bu yaklaşım demokratik bulunmayarak eleştirilebilir. Jery Robin“Do it” adlıeserinde “Bir renkli televizyon aleti olmadan ihtilalciolmazsınız, o bir tabanca kadar elzemdir” diyor. Berlin polisşeflerinden Klaus Türner “terörizm, kitle medyasının, gazetelerin,radyo ve televizyonun suikastlere verdiği aleniyet olmadan tasavvuredilemez. Medya ile teröristler arasında zımni bir ittifak var gibidir.

1086

Teröristler kitle medyasına yeni okuyucu ve dinleyici kitlesikazandıran ilginç bir malzeme sağlamaktadırlar. Buna karşıkitlemedyasıda kamuoyunun teröristleri ciddiye almasıiçin ihtiyaçlarıolanaleniyeti sağlamaktadır” diyor. Avrupa Konseyinin kabul ettiği 852numaralı tavsiye kararının 10 ncu paragrafında teröristlerineylemlerini anlatan medyalar halkın enformasyon hakkı ileeylemlerine haketmedikleri bir aleniyet sağlayarak teröristlereyardımdan kaçınma gereği arasında adil bir denge kurmak için bir otokontrol kurmak mecburiyetini gözözüne almalıdırlar” diyor. KanadaCeza Yasası’nın 281 nci maddesi, Federal Almanya Ceza Yasasının131 nci maddesi, İspanya’da Tedhişçiliğe KarşıKararname’nin 4. ve19 ncu maddeleri, şiddet hareketlerini yüceltici, tedhişgruplarınıtahrikedici ve devlet düzenini yıkıcıhareketlerin yayımlanmasınıbelirlikurallara bağlamıştır. Ülkemde ise maalesef televizyon kanallarındançoğu bu kuralların hiç birine uymuyor. Nerede ise PKK lideri AbdullahÖCALAN’ın günlük emirlerini yayınlayacaklar, bu gidişe durdiyebilecek maalesef bir otorite de yok. Avrupa ‘da yasalar böyle iken,uygulamalar böyle iken, sık sık Türkiye’ye imzaladığımilletlerarasısözleşmeler uymuyor diye baskı yapılmaya çalışılıyor. Busözleşmeleri bir tek Türkiye mi imzaladı? Bu tür sözleşmeleringereğini en çok yerine getiren ülke biziz, en çok da biz eleştiriliyoruz.

1989 tarihli “İNGİLTERE TERÖRLE MÜCADELE KANUNU”ndadüşünceyi açıklama ve eylem özgürlüğü bakımından, bizim “TerörleMücadele Kanunu”muza göre çok daha kısıtlayıcıve daha ağırcezalar içeren hükümler bulunmaktadır.

Söz konusu Kanunun bazı maddelerini bilgilerinize arzediyorum :

1989 TARİHLİ

İNGİLTERE TERÖRLE MÜCADELE KANUNU(İLGİLİHÜKÜMLER)

TEMEL SUÇLAR

BÖLÜM 1

KISIM 2:

Her kim 3 veya daha fazla kişiden müteşekkil ve ...’yidesteklemek için düzenlediğini bildiği bir toplantıya

1087

a) Üye olarak katılır veya katıldığınıaçıklar,

b) Tahrik eder veya destek sağlar,

c) Düzenler yardım eder veya ilan ederse 10 YİL HAPİSCEZASI verilir.

KISIM 3:

Her kim halkın toplu bulunduğu yerlerde kendisininüyesi/destekleyicisi olduğunu belli edecek şekilde,

a) Elbise vb. bir şey giyer ya da,

b) Müzik çalmak pankart taşımak vb. faaliyetlerde bulunursaASGARİ6 AY HAPİS CEZASI verilir.

BÖLÜM II

KISIM 8:

1) Her kim adına tahdit konulduktan hemen sonra ya da adınatahdit konulmasınıicap ettirecek yeterli kanıt hasıl olduğu andatahdide uymaz ise, yeri değiştirilir.

2) Her Kim Büyük Britanya, İngiltere ve Kuzey İrlanda’yalimandan tahditli olduğunu bildiği veya şüphelendiği bir şahsısokarsaya da yardımcıolursa,

5 YIL HAPİS CEZASI verilir.

BÖLÜM III

KISIM 9:

Her kim terörizm ilgili faaliyetlerde kullanılmak üzere;

1) a- Para veya diğer mallardan toplamaya çalışır,

b- Para veya diğer mallarıkabul eder,

2) Para veya diğer mallarıile yardımda bulunursa 14 YILHAPİS CEZASI verilir.

1088

KISIM 10:

Her kim yasaklanmışbir faaliyet (Kuzey İrlanda’da yasaklanmışfaaliyetler dahil) için;

1) a- Yardım toplar, toplanmasına çalışır,

b- Bağışta bulunur, borç verir ve bunların elde edilmesineimkan sağlarsa,

c- Para ve diğer malların tedarik edilmesi faaliyetlerinekatılırsa, 14 YIL HAPİS CEZASI verilir.

KISIM 11:

Her kim terörist faaliyetler için toplanan gelirlerin muhafazasıvekontrolü için yapılan düzenlemelere katılırsa (s.9 ve 10’dan hasıl olanyardımlar ve terörist bağışların içindeki terörizm faaliyetlerinden eldeedilen gelirler) 14 YIL HAPİS CEZASI verilir.

BÖLÜM IV

KISIM 18:

Maddi yardımıolabileceğini bilen veya inanan bilgiye sahip herşahıs:

a) Terörist faaliyette bulunan bir şahsın yakalanmasını,kovuşturmasınıveya mahkumiyetinin emniyetini, geçerli bir mazeretiolmaksızın bu bilgileri polise vermeyen kişi hakkında 5 YIL HAPİSCEZASI verilir.

Şimdi ben “bizim Terörle Mücadele Kanunumuzu yürürlüktenkaldıralım, yerine İngiltere Terörle Mücadele Kanununu aynenyasalaştırıp, mevzuatımıza dahil edelim” desem, yasalarımızıbeğenmeyen sözde çağdaşhukukçularımızdan bir teki dahi “evet,razıyım” diyebilir mi?

ALMAN CEZA KANUNU’ndan bazı hükümlere buradadeğinmekte yarar bulunmaktadır :

1089

MADDE 84- (Anayasaya aykırıolduğuna hükmedilmişbulunanbir partinin devam ettirilmesi) Her kim bu kanunun yer itibariyleuygulanırlık alanıiçinde kalan

1) Anayasa Mahkemesi tarafından, Anayasaya aykırılığınahükmedilmişolan bir partinin veya,

2) Anayasa Mahkemesi tarafından yasaklanmışbir partininyerini alan bir organizasyon olduğu tesbit edilmişbulunan bir partininorganizasyona ilişkin birliğini bu kanunun uygulanırlık alanıiçindedevam ettirirse, üç aydan beşseneye kadar hürriyeti bağlayıcıcezaile cezalandırılır. Bu suça teşebbüs cezalandırılmıştır.

MADDE 85/2- Anayasal düzene veya Devletlerin uzlaşmalarınaaykırıdüşüncelere yöneldiği için kesin bir kararla yasaklanmışbulunan bir birliğe veya böyle bir yasak birliğin yerine kaim olanorganizasyon olduğu kesin bir kararla tespit edilmişolan bir birliğidevam ettirirse, beşseneye kadar hürriyeti bağlayıcıceza veya paracezasıyla cezalandırılır. Bu suça teşebbüs cezalandırılmıştır.

MADDE 86/4 Eski nasyonal sosyalist örgütün devam ettirilmesigayretlerine yönelik muhtevaya sahip propaganda araçlarınıbukanunun uygulanma alanıiçinde dağıtır veya dağıtmak üzere bualanda imal eder, bulundurur veya bu alana ithal ederse, üç seneyekadar hürriyeti bağlayıcıceza veya para cezasıyla cezalandırılır.

MADDE 86 a- (Anayasaya aykırıörgütlerin tanıtım işaretlerininkullanılması):

Her kim

1. 86 ncımaddenin 1 nci fıkrasının 1, 2 ve 4 ncü bentlerindetanımlanmış bulunan parti ve birliklerin tanıtım işaretlerini dağıtır(verbreiten) veya bir toplantıda aleni olarak (öffentlich) veya kendisitarafından dağıtılan (verbreiten) yazılarda kullanırsa veya,

2. Bu tür işaretleri tasvir eden veya ihtiva eden eşyalarıbirnumaralıbentte tanımlanmışşekilde ve türde imal eder, bulundururveya bu kanunun yer itibariyle uygulanma alanıiçine ithal ederse üçseneye kadar hürriyeti bağlayıcı ceza veya para cezası ilecezalandırılır.

1090

MADDE 90 b- (Anayasa kuruluşlarınıAnayasaya karşıdüşmanlık amacıyla tahkir etme suçu): Her kim aleni bir şekilde birtoplantıda veya yazıyaymak suretiyle yasa yapma yetkisine sahip birorganı, veya federal devletin veya bir eyaletin hükümetini veyaanayasa mahkemesini bu sıfatlarıdolayısıyla üyelerinden birini,devletin itibarınıtehlikeye düşürecek bir şekilde tahkir eder ve buşekilde Almanya Federal Cumhuriyetinin varlığına veya anayasaltemel ilkelerine karşıkasten harekete geçerse, üç aydan beşseneyekadar hürriyeti bağlayıcıceza ile cezalandırılır.

Fransa Basın Kanununa göre Fransız siyasi sisteminintemellerini sarsmak ve kamu düzenini tahrip etmek maksadıylaeleştiride bulunmak yasaktır. Bu yasağın amacı, halk arasındaheyecan ve karışıklık yaratılarak suç işlenmesine elverişli bir ortamyaratılmasınıengellemektir. Bu şekilde, doğrudan teşvik suretiyle birsuç işlenmesine neden olan kişi, suç ortağıolarak cezalandırılır.Teşvik sonucunda suç işlenmemişolsa bile, bu da bazıdurumlardacezayımuciptir. Örneğin, Vietnam savaşınıprotesto ederek halkıbusavaşa son vermek amacıyla eylemde bulunmaya çağırmak veyaanarşist veya bölücü propaganda yapmak bu bağlamda suç sayılarakcezalandırılmıştır.

Almanya’da hür demokratik temel düzeni yıkmaya yönelikeleştiriler, Ceza Kanununun 90 uncu Maddesinde 3 yıla kadar hapiscezasıyla cezalandırılmıştır. Örneğin, Kızıl Ordu Çetesi teröristlerinindevlet tarafından sistematik olarak öldürüldüğü iddiası- 1996 yılındabu iddiada bulunulmuş- bu hüküm çerçevesinde cezalandırılmıştır.

Avrupa İnsan HaklarıMahkemesinin, KOSlEK PAVASI’ndaverdiği karar çok ilginçtir:

Fizik öğretmeni olan davacıve şikayetçi KOSİEK, Aşırısağkanat Alman Demokratik Partisi üyesi olarak 4 yıl eyaletparlamentosunda milletvekilliği yapmışve Federal Parlamento üyeliğiiçin de adaylığınıkoymuştur. Adıgeçen, yayınladığı2 kitapta siyasidüşüncelerini açıklamıştır. Kendisinin parlamento üyeliği, 8 yıl sonradüşünce ve eylemlerinin anayasaya sadakatini şüpheye düşürdüğügerekçesiyle sona erdirilmiştir. Adı geçenin şikayeti, aynıgerekçelerle, Komisyon ve Divan kararlarıyla reddedilmiştir.

1999 yılında, Fransa’da sağcıbir partinin Başkanıolan LEPEN’in dokunulmazlığı, Avrupa Parlamentosunda 20 ye karşı420

1091

oyla alınan bir kararla “İkinci Dünya Harbinde gaz odalarıbirayrıntıdır” dediği için kaldırılmıştır.

Alman Anayasasıçok dikkat çekici bir hüküm ihtiva etmektedir.Anayasanın 18.maddesinde, aralarında ifade özgürlüğünün debulunduğu bazıtemel hak ve özgürlüklerin başka maksatlarla kötüyekullanılması halinde, bunların Anayasa Mahkemesi kararıylakaybettirilebileceği öngörülmüştür. Alman Anayasa Mahkemesinegöre, diğerleri meyanında, başkalarının hayat ve kişilikleriniserbestçe geliştirme hakkına tecavüz, ifade özgürlüğü, basınözgürlüğü, toplantıve gösteri hakkının kaybettirilmesi için yeterli birnedendir.

İspanyol vatandaşı Miguel Castells, Bask Bölgesininbağımsızlığınısavunan Herri Batasuna’nm Partisi adlısiyasal grubunlistesinden seçilmişbir senatördür. Castells’in “İnsafsız Masuniyet”adlımakalesi, haftalık bir derginin 4.11.1979 tarihli sayısındayayınlanır. Castells bu makalesinde, faili meçhul kalmışbazısiyasîcinayetleri anlattıktan sonra “İktidarda bulunan sağkanat, bu çoksayıda suçun faillerini bulmak ve cezalandırmak için, polisiyle,mahkemeleriyle ve cezaevleriyle hertürlü araca sahip; amaendişelenmeyin, sağ iktidar kendini arayıp, bulamaz” demiştir.Söyledikleri bundan ibaret.

İspanyol makamlarıbu yazısınedeniyle Castells hakkında“hükümeti tahkir etmek”ten dava açmış, Senato 27 Mayıs 1981’de oyçokluğuyla Castalls’ın dokunulmazlığınıkaldırmış, Castells öncetutuklanmış, daha sonra kefaletle salıverilmiş, İspanya YüksekMahkemesinin Ceza Dairesi 31 Kasım 1982’de Castells’i İspanyolCeza Kanununun 162 maddesine göre, hükümeti tahkir etmektensuçlu bularak 1 yıl hapis cezasına mahkûm etmiş; Castells’ıniddialarınıisbat talebi de, İspanya Anayasa Mahkemesinin 10.4.1985tarihli kararıyla reddedilmiştir.

Gerçi dava daha sonra Avrupa İnsan HaklarıMahkemesininönüne gelmiş ve Mahkeme 23.4.1992 tarihli kararında, İspanyaDevletinin sözleşmenin ifade özgürlüğünü düzenleyen 10. maddesiniihlâl ettiği sonucuna varmışsa da; terör eylemlerinin devamıkarşısında, İspanya Yüksek Mahkemesi, düşünce özgürlüğüne dahaçok kısıtlama getirdiği kabul edilebilecek kararlar vermektençekinmemiştir.

Çarpıcıbir örnek vermek gerekirse :

1092

1997 yılında, İspanya BaşsavcısıHerri Batasuna’nın Partisininkapatılmasıiçin dava açmıştır. 30.10.1997 tarihli oturumda, savcıJOSE MARİA LUZON konuyla ilgili raporunu mahkemeye sunmuştur.Raporunda, adıgeçen Parti yöneticilerini “ikiyüzlü” olarak nitelendirensavcı, Parti sözcülerinin kendilerine tahsis edilen seçim propagandasıkuşağında, ayrılıkçıterör örgütü ETA’yı“Demokratik bir örgüt” olaraknitelendirmesini ve bu örgütün barışönerisini duyurmasınıdelil olarakgöstermiş, bu delillerin Herri Batasuna’nm Partisi Başkanlık Divanıüyelerinin silahlıçete ile işbirliği suçunu işlediklerinin yeterli kanıtıolduğunu ileri sürmüştür.

Sonuçta, sadece bu delille Herri Batasuna’nın Partisikapatılmamıştır ama. Başkanlık Divanıüyesi olan 23 kişi yedişerbuçuk yıl hapse mahkûm olmuşlardır.

Amerika’da, “Kör İmam” lakabıyla anılan kişi, vaazlarının NewYork Ticaret Merkezine bomba atan teröristleri etkilendiğininanlaşıldığıgerekçesiyle müebbet hapse mahkûm olmuştur. Halen bucezasınıçekmektedir.

Esasen Amerika, pek çok konuda ilkleri gündeme getiren ülke,Mesela teröristleri destekleyen bir devleti cezalandırmak için ilk sınırötesi harekatıAmerika yaptı. Berlin’de Subay Kulübü bombalanmıştı.Ona misilleme olarak uçaklarıgitti. Libya’da Başkanlık Sarayınıbombaladı. Eleştirmek için söylemiyorum. Terörizme karşıilk ciddisınır ötesi hareketi yaptığıiçin söylüyorum. Bölücülüğün acılarınıilkyaşayan ülkelerden biri Amerika. Bu yüzden bir iç savaşgeçirdi. Yüzbinlerce evladınıkaybetti, ama sonuçta ülke bütünlüğü sağlandı.Bununla ilgili çok ilginç bir olayınakletmek istiyorum. Litvanya’nınbağımsızlık hakkınısavunan New York Times yazarıWilliam Safihabir Sovyet diplomatışöyle demiş, “Siz Litvanya’nın ayrılma hakkınıdestekliyorsunuz ama, aynı zamanda 1861’de Amerika içsavaşlarında ayrılıkçıGüney eyaletlerini dize getiren ve birliğikoruyan Abraham Lincoln’ü de savunuyorsunuz. Bu çelişki değil mi?”Safir, 15.03.1990 tarihli The New York Times Gazetesindekiyazısında bu suçlamaya şu karşılığıverdiğini anlatıyor : “1861’deayrılmak isteyen Güney eyaletleri arasında sadece Teksas. tarihindebağımsız bir Cumhuriyet olmuştu. Ayrıca tüm Güney eyaletleri birliğekendi rızalarıyla katılmışlardı. Oysa üç Baltık Cumhuriyeti Estonya,Letonya, Lİtvanya kendi iradeleri dışında Monotof-Ribentrof paktısonucu Sovyetler Birliği tarafından zorla birliğe dahil olunmuşlardır”.Hemen şunu söyleyeyim. Belki Teksas, tarihinde bağımsız devletolmuş, ama Kürtler hiç bir zaman bağımsız devlet olmamışlardır.

1093

1000 yıldır Türklerle iç içe yaşıyorlar, hatta dışdüşmana karşıbirliktebağımsızlık savaşıvermişlerdir. Söz Amerika’dan açılmışken birAmerikan hakiminden bahsetmeden geçemeyeceğim. Demin, sözünüettiğim 1993 yılında New York Ticaret Merkezinin bombalanmasıolayının sanıklarıcezalandırıldılar. Bu eylemi yapan 4 terörist, 240’aryıl hapse mahkum oldu. Cezalarıaçıklayan hakim Kevin Dufycezaların 60’ar yılının eyleme verilen ceza, geri kalan 180 yılınınbombalama sırasında ölenlerin beklenen yaşam süresini yansıttığınıbelirterek “ sizi böylece ömür boyu hapse mahkum etmişoluyorum”demiştir.

İtalya’da olup bitenleri Prof. Dr. Altay GÜNDÜZ şöyle anlatıyor(3.1.1998 tarihli Cumhuriyet Gazetesi) :

(İtalya’daki akıl almaz yolsuzluklar 1992 yılında Milanoluyargıçların Temiz Eller operasyonunu başlatmalarına neden oldu,yaklaşık 1500 işadamı, bürokrat ve politikacıtutuklandı. Aralarında250 milletvekilinin bulunduğu üç bin İtalyan hakkında soruşturmaaçıldı, on sanık intihar etti. Hıristiyan Demokrat Parti’nin SicilyaMafyası’yla ilişkisi olduğunu kanıtlayan belgeler bulundu. Yedi kezbaşbakanlık yapmışHıristiyan Demokrat Giulio Adreotti, mafya türüyapılanmayıörgütlemek ve cinayete teşvik suçundan yargılandı.Yargıçlar, bu dev yolsuzluğun kökünü kurutmak için 60 bin kişininyargılanması gerektiğini bildirdiler... İtalya’da işlerin yolundagitmediğini gören Mafya, önce Doğu Avrupa’da ve sonra kapitalistRusya’da yatırım yapmaya başladı. 1989 yılında Mafya’nın DoğuAvrupa’ya akıttığıkara paranın 100 ile 200 milyar ABD Dolarıolduğutahmin edilmektedir.

Gölgede kal: 1950’li yıllarda hemen hemen tüm NATOülkelerinde, paramiliter karakterde, genelde Stay Behind “Geridedur/Gölgede kal” terimiyle adlandırılan birimler oluşturuldu. Bunlarınresmi görevi, Doğu Bloku’nun Batı’yıişgal etmesi halinde düşmancephesinin arkasına sızmak ve kimi özel görevleri yerine getirmekti:Düşman topraklarındaki stratejik öneme sahip hedeflerin yokedilmesi, önemli iletişim ve lojistik hatlarının sabote edilmesi,düşmanın hükümet dairelerine ve karar organlarına sızılması... Örgütulusal gizli servislere ya da ilgili NATO karargahlarına bağlıçalışıyordu. Parlamentonun ve kısmen hükümet denetiminindışındaydı. Kimi hükümet başkanlarına örgütün varlığıbildirilmemişti.Örgüt, ülkelere göre değişik adlar alıyordu : İtalya’da Gladyo,Yunanistan’da Kızıl Koç Postu ve Türkiye’de Özel Harp Dairesi gibi.Ne var ki kimi örgütler zaman içerisinde resmi görevlerinin sınırlarını

1094

aştılar. Örnekse, gazetecilerin 1990/91 yıllarında yaptıklarıaraştırmalar, Gladyo mensuplarının yurt içinde de faaliyettebulunduğunu, muhalefet politikacılarını izlediğini, kara listelerhazırladığını, solcuların üst düzeylerde görev almamasıiçin çeşitlimanipülasyonlara başvurduğunu gösterdi. Stay Behind örgütlerininkimi ülkelerde büyük skandallara yol açmışolmasının nedeni bu türyurtiçi faaliyetleridir.

Nitekim, Venedikli sorgu yargıcıFelice Casson, ilgili dosyalarüzerindeki “devlet sırrı” örtüsünün aralanmasından sonra bulgularınışöyle değerlendirmişti. “Gladyo adlıbu gizli yapılanma, yasanınkriminal silahlıörgütlenmeyle ilgili koyduğu cezai hükümlerin tümşartlarınıhaizdir.”

Gladyo mensuplarıyalnızca askeri haber alma servislerindenseçilenlerle sınırlıdeğildi. İtalya’da açıklanan mensup listesine göreGladyo, bir bölümü Mafya klanlarına bağlıişadamlarını, yöneticileri,mimarlarıve borsa uzmanlarınıda yapısına almıştı. Devamlıçalışanmemur sayısının az olmasına karşılık 5000 kişilik bir Gladyatör kitlesiolduğu tahmin ediliyordu.

Doğu’nun Batı’yıişgal edemeyeceği anlaşıldıktan sonra daGladyo faaliyetlerine devam etmişti. Başbakan Andreotti, 1990yılında yaptığıbir konuşmada örgütü lağvetmeyi unuttuklarını(!?)söyledi. Ve bir genelgeyle bu yapılanmanın ortadan kaldırıldığınıbildirdi. Ancak bu bildirime karşın 1992 ve 1993 yıllarında, ipuçlarıGladyo mensuplarınıişaret eden çok sayıda kanlısuikast oldu).

Tüm bu hususlardan bahseden yok. Vatandaşlarımızın doğrubilgilendirilmemesi için herkes elinden geleni yapıyor. Çağdaş(?)hukukçularımız sadece, Avrupa İnsan HaklarıMahkemesinin çeşitlikararlarına yansıyan şu “genel ilke” yi tekrarlamakla yetinmektedirler:

(İfade özgürlüğü, demokratik bir toplumun vazgeçilmez esasınıve toplumun gelişimi ve her bireyin kendini gerçekleştirmesinin temelkoşulunu oluşturmaktadır. Bu 2.fıkraya uygun olarak, yalnızcaonaylanan,zararsız olduğu kabul edilen ya da nasıl olursa olsunfarketmeyen “bilgi” ya da “düşünceler” için değil, hoşa gitmeyen,sarsıcıya da rahatsız edici olanlar için de geçerlidir. Bunlar“demokratik toplum’un onlarsız olamayacağı çoğulculuğun,hoşgörünün ve açık fikirliliğin gereğidir. 10. maddede açıklandığıgibibu özgürlük, her halde dar yorumlanmamasıve herhangi bir

1095

sınırlama gereksiniminin ikna edici bir biçimde ortaya koyulmasıgereken istisnalara tabidir).

Bu genel ilkeyi elindeki davaya uygularken, Avrupa İnsanHaklarıMahkemesi, bizim çağdaş (?) hukukçularımızdan farklısonuçlara varabilmektedir.

Mesela Mehdi ZANA’nın açtığıdavada da (25.11.1977 desonuçlanmıştır), biraz önce açıkladığım “genel ilke” aynentekrarlanmış, ancak TCK.nun 312 nci maddesinin Avrupa İnsanHaklarıSözleşmesinin “ifade özgürlüğü”ne ilişkin 10 ncu maddesiniihlal etmediği sonucuna vardığıgibi; söz konusu “genel ilke”yi eldekidavaya şu şekilde uygulamıştır:

(..... 52. Bay Zana mahkumiyetinin ve cezasının tamamenhaksız olduğunu ileri sürmüştür. 1960’lardan beri Kürt davasının aktifbir savunucusu olarak her zaman için şiddete karşıolduğunusöylemiştir. Bay Zana Hükümetin, PKK’nın silahlımücadelesinidesteklediğini ileri sürmekle sözlerini yanlışyorumlamışolduğunusavunmuştur. Aslında gazetecilere ulusal kurtuluş hareketinidesteklediğini, ancak şiddete karşıolduğunu söylemişve kadın veçocukların katledilmesini kınamıştır. Her halde, PKK üyesi değildir veşiddete başvurmayan eylemi savunan “Özgürlük Yolu” örgütüne üyeolmaktan hapis cezasıalmıştır.

53. Öte yandan Hükümet, başvurucunun mahkumiyetinin vecezasının 10. maddenin 2.fıkrasına göre tamamen haklıolduğunuileri sürmüştür. Hükümet, PKK’nın Güneydoğuda kanlısaldırılarınısürdürdüğü bir sırada başvurucunun söylediklerinin ciddiyetinivurgulamıştır. Sunuşlarında, toprak bütünlüğünü tehdit eden bir terörortamıyla karşıkarşıya kalan bir Devletin, böyle bir durumun yalnızcabireylere yönelik olmasına göre daha genişbir takdir yetkisine sahipolmasıgerektiğini belirtmişlerdir.

54. Komisyon, Hükümetin görüşlerinin büyük çoğunluğunubenimsemiş ve 10. maddenin ihlal edilmediği düşüncesini beyanetmiştir.

55. Divan, yukarıda 51.paragrafta ortaya koyulan ilkelerinterörizme karşımücadelede ulusal güvenlik ve kamu güvenliğininsürdürülmesi için alınan önlemler açısından da geçerli olduğunudüşünmektedir. Bu bağlamda Divan, her olayın Özel koşullarınıveDevletin takdir yetkisini özenle göz önünde tutarak, bireylerin ifade

1096

özgürlüğüne ilişkin temel haklarıyla demokratik bir toplumun meşruhakkıolan kendini terörist örgütlerin eylemlerine karşıkorumakarasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığınıaraştırmalıdır.

56. Sonuç olarak Divan eldeki davada, Bay Zana’nınmahkumiyetinin ve cezasının “zorlayıcıbir toplumsal gereksinim’”eyanıt verip vermediğini ve bunların “izlenen meşru amaçlarla orantılı”olup olmadığınıdeğerlendirmelidir. Bu amaçta Divan, başvurucununsözlerinin içeriğini o dönemde Türkiye’nin Güneydoğu bölgesindehüküm süren durumun ışığında çözümlemenin önemli olduğugörüşündedir.

57. Divan başvurucunun açıklamasını, kendisinin de esasolarak reddetmediği, 30 Ağustos 1987’de günlük ulusal gazeteCumhuriyet”te yayınlandığıbiçimiyle temel alacaktır. Açıklama ikicümleden oluşmaktadır. Birinci cümlede başvurucu, “katliamlardanyana” olmadığını söylerken “PKK ulusal kurtuluş hareketi”nidesteklediğini belirtmektedir. İkinci cümlede şunu söylemektedir:“herkes hata yapar, PKK, kadın ve çocuklarıyanlışlıkla öldürüyor.”

58. Bu sözcükler çeşitli biçimlerde yorumlanabilir ancak, herhalde, bunlar çelişkili ve anlamıbelirsizdir. Bunlar çelişkilidir çünküaynızamanda hem amaçlarına ulaşmak için şiddet kullanan birterörist örgüt olan PKK’yıdesteklemek, hem de kendisinin katliamlarakarşıolduğunu açıklamak zor görünmektedir. Bunların anlamıbelirsizdir çünkü Bay Zana kadın ve çocukların katledilmesini uygunbulmazken aynı zamanda bunu herkesin yapabileceği bir“hata”olarak tanımlamaktadır.

59. Bununla birlikte, bu açıklamaya tek başına bakılmamalıdır.Bu açıklamanın başvurucunun da farkında olmasıgereken, olayınsomut koşullarıiçinde özel bir anlamıvardır. Divanın daha öncebelirttiği gibi bu röportaj, o tarihte gerginliğin dorukta olduğuTürkiye’nin Güneydoğu bölgesinde PKK’nın sivillere yönelik kanlısaldırılarıyla aynızamana denk düşmüştür.

60. Bu koşullar altında büyük bir ulusal günlük gazetedeyayınlanan röportajda, Güneydoğunun en önemli kenti olanDiyarbakır’ın eski belediye başkanının -”ulusal kurtuluş hareketi”olarak tanımladığı- PKK’ya verdiği desteğin, bu bölgedeki patlamayahazır havayıdaha da ağırlaştıracağıdüşünülebilir.

1097

61. Bu nedenle Divan, başvurucuya verilen cezanın “zorlayıcıbir toplumsal gereksinime” yanıt verdiğinin kabul edilmesinin uygunolduğunu ve ulusal makamların ileri sürdüğü nedenlerin “uygun veyeterli” olduğunu düşünmektedir.

62. Bütün bu etkenleri ve böyle bir havada ulusal makamlarınsahip olduğu takdir yetkisinin sınırlarınıgöz önünde tutarak Divan,incelenen müdahalenin izlenen meşru amaçlarla orantılıolduğunudüşünmektedir.

Sonuç olarak. Sözleşmenin 10. maddesi ihlâl edilmemiştir).

Bu çeşit kararlar verilmese, başka bir deyişle “düşünceyi suçolmaktan çıkarıyoruz” bahanesiyle Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi“militan demokrasi” anlayışından tamamen vazgeçse ne olur?Hukukçulardan çok sözettik. İsterseniz büyük bir edebiyat ustasının,SOLJENİTSİN’ in dediklerine kulak verelim:

(Demokrasiler tarihin uçsuz bucaksız nehirlerinde kaybolmuşadalardır. Su daima yükselir, tarihin en basit kanunlarıdemokratiktoplumlara karşıdır. Dünyanın kaderi hiç bir zaman böylesine insanabağlıkalmamıştır. Ben öyle sanıyorum ki insanoğlu için ilk kaideyalanıkabul etmemesidir. Gerçeği söylemek demek, özgürlüğeyeniden hayat kazandırmak demektir. Modaya, menfaatlere vebaskılara aldırmadan gerçeği söylemek, bildiğini söylemek, doğruolmak ve onu durmadan tekrarlamak. Batının geleceğini düşünüyorve korkuyoruz. Çünkü 70 yıl önce yaşadıklarımızıburada dagörüyorum. Çocuklarının düşüncelerine boyun eğen büyükler, değişikfakat değersiz düşünceler içinde eriyip giden genç kuşaklar. Modadışında kalmaktan korkan profesörler, devrimci aşırıuçlara duyulansempati, mahkumiyet hükmü giymişçesine susan çoğunluk, zayıfhükümetler, kendilerini koruyacak mekanizmaları felç olmuştoplumlar. Bütün bunların sonucunun ne olduğu bizler tarafındanbiliniyor).

Alman şairi Heine «şeytanın en iyi dostları, şeytanın varlığınainanmayan liberal aydınlardır» demişti. Bu çeşit aydınlardüşüncelerini tutarlıgöstermek için, bulunduklarıülkede rejime veülke bütünlüğüne yönelik tehlikeler olduğunu, boyutlarıne olursaolsun asla kabul etmezler veya bu tehlikelerin ancak ve ancakdüşünce hürriyetine (tahrik ve propaganda dahili sinirgetirilmemesiyle aşılabileceğini iddia ederler. Ülkemizde de “irtica vebölücülük tehlikesi olduğunu” söyleyen, hatta bunca kan dökücü

1098

eylemine rağmen P.P.K.yıaçıkça kınayan bir liberal aydın bugünekadar görülmedi. düşünce hayatımıza renk kattıklarıdoğrudur. ancakcehenneme giden yola en güzel taşlarıda onlar döşüyorlar. Aslındahiçbir zaman demokrat olmamış ve olamıyacak olan “siyasalislamcılar” ve “bölücüler”ce baştacıedilmeleri bu nedenledir.

D- Davalı Parti Genel Başkanı, 10.9.1999 tarihli “önsavunma”sında, Yasin Hatipoğlu ile Necmettin ERBAKAN arasındakitelefon konuşmasının, hukuka aykırışekilde ve gizli dinleme ilekasete alındığını, bu şekilde elde edilen delilin CMUK.nun 254/1 ncimaddesi gereğince hükme esas alınamayacağınıiddia etmektedir.

Her şeyden önce şu hususu vurgulayayım, hukuka aykırışekilde elde edilen tüm delillerin hükme esas alınmasınıyasaklayanhiçbir hukuk düzeni mevcut değildir.

Bir İçtihadıBirleştirme Kararına ilişkin olarak Yargıtayımızagönderdiği, 21.9.1988 tarihli görüşbildirme yazısında Prof. Dr. EralpÖZGEN şöyle diyor :

(CMUK.NUN GEREKÇESİNDE DE AÇIKLANAN TEMELPRENSİPLERİ:

- Herşeyin delil olabileceği,

- Herkesin delil ileri sürülebileceği,

- Yargıcın re’sen delil araştırabileceği. hatta zorunlu olarakaraştırmasıgerektiği,

- İspat külfetinin mevcut olmadığı,

- Delilleri değerlendirmede yargıcıbağlayıcıdelil sözkonusuolmayıp, yargıcın tüm delilleri serbestçe değerlendireceği-vicdanikanaat sistemi-dir.

Herhangi bir ceza mahkemesinde bu ilkelerin birinden dahivazgeçme, o mahkemede “ceza muhakemesinin temel felsefe veyapısına” aykırıdavranmak anlamınıtaşır).

Prof. Dr. Öztekin TOSUN (Türk Suç Muhakemesi Hukuku,2.Bası. Cilt 1) Dünyadaki ve bizdeki uygulamalarışu şeklideözetlemişti:

1099

(Muhakeme kurallarına aykırıolarak ele geçirilmiş delillerinkullanılabileceği görüşü, oldukça eskidir. Bu görüşe göre, göreviniverine getirmeyen memur bu yüzden cezalandırılır veya disiplincezasına çarptırılır; fakat ele geçirdiği delil muhakemedegörmemezliğe gelinemez. Latince, “Male captum, bene retentum”yani delil “kötü alınmışsada iyi kullanılır” denmiştir(CORDERO).Böylece, kolluk memuru arama kurallarınıihlal ederek bir eve giripsuç aletini alsa, kolluk memuru bu yüzden görevini kötüyekullanmaktan cezalandırabilecek, fakat suç aleti hakim tarafındangözönünde tutulacaktır. Bunun gibi, bir kimse eve girip bir suç deliliniçalsa bu çalınmış eşya mahkemede bu yüzden delil olmaktançıkmayacaktır. Hukuka aykırısorgu sonucu elde edilen açıklamalardelil olarak kullanılamazken, onlar dışında kalan delillerin hukukaaykırıolarak elde edilmelerinde kullanılabilmesini bu görüşyanlılarışöyle açıklamaktadırlar : Sorguda kurallara uyulmamasıçoğunluklagerçeğe aykırıaçıklamalara götürmektedir, korkulan budur. Halbuki,bir kolluk memurunun hakim kararıolmadan evde arama yapmasındaçoğunlukla hakim kararıolduğu zaman yaptığıaramada bulabileceğidelillerden başkasıbulunmuştur denilemez(SCAPA).

Eğer hakim tarafından verilebilecek bir kararla veya başkakoşullara uyularak hukuka uygun bir biçimde elde edilebildiğindenmuhakemede kullanılabilecekse o delilin hukuka aykırıbiçimde eldeedilmesi, muhakemede kullanılmasınıengellemez. S.566.

Delilin elde edilmesinin suç olduğu bir gerçek olabilir; fakatmantık bundan delilin kullanılmasının yasak olduğu gerçeğiniçıkarmaz. Bu iki veri birbirinden tamamen ayrıdır.

İngiliz hukukunda bu görüş yerleşmiştir: fakat istisnadurumlarda İngiliz hukukunda da hakim delilin hukuka aykırıeldeedilmişolmasınedeni ile onu reddedebilmektedir. Bu tek istisna,“kabulü sanığa karşıbüyük bir adilik (Slealta) teşkil edeceğidüşünülmesi” durumudur. Ancak böyle önemli bir durumdadır ki,İngiliz hukuku hukuka aykırı olarak ele geçirilmiş delillerinmuhakemede kullanılmamasına razı olmuştur. (CORDERO,SCAPORONE .)

Bizce hukuka aykırı olarak elde edilmiş delillerin suçmuhakemesinde hakim tarafından görmemezliğe gelinmesi kabuledilemez. Ceza hakiminin maddi gerçeği aramasıgereği bunugerektirir. Doğal olarak, eğer hakime açıkça bu delilleri kullanmasıyasaklanmış ise, o zaman bu konu düşünülmüş taşınılmış ve

1100

kanunlaştırılmış olduğu için yapacak pek bir şey kalmaz. Bunundışında kural hakimin önüne getirilmişdelilleri incelemeye yetkiliolduğudur; delillerin hukuka aykırıelde etmek suç ise, her suç gibibununda faili onun yaptırımına katlanmalıdır.

Amerikan mahkemelerinin tutumu abartılmamalıdır; Çünkü bumuhakemelerin verdiği kararlar sadece konut dokunulmazlığınıihlalsuçunu ve özel hayatın gizliliğini ihlal suçunu işleyerek kolluğun delilelde ettiği durumlarda bu delillerin mahkemede kullanılmayacağıbiçimindedir. Demek ki sadece iki suç sözkonusu ise böyle bir istisnakabul edilmektedir. Ayrıca, önemli bir kararda federal suçlarda böyleolduğu, federe devletlerin kanunlarına aykırılıklarda ise mahallimahkemelerin bu delilleri reddetmelerinin şart olmadığıbelirtilmiştir.Almanya’da ise, böyle bir hükmün sadece sanığın ikrarıbakımındankabul edildiği, bunun ise böyle bir hükmü kabul etmemişülkelerde deböyle olduğu görülmektedir. Öğreti alanında ise, hukuka aykırıbiçimde elde edilmişdelillerin mahkemelerde kullanılabileceği sadeceelde edenlerin sorumluluğu yönüne gidileceğini kabul edenler olduğugibi, daha az yazarın bu delillerin kullanılamayacağıfikrinde olduğugörülmektedir(CORDERO).

Kanımızca, kanun koyucu hukuka aykırıbiçimde elde edilmişhangi delillerin mahkemede kullanılamayacağını istisna olarakgöstermeli, tehlikeli bir yolu açmamalıdır.

Özetlemek gerekirse hakimin muhakemede kullanamayacağıdelilleri iki büyük gurupta toplamak mümkün olur: mutlak yasaklıdeliller ve nisbi, göreli yasaklıdeliller.

Mutlak yasaklıdelilleri hakim hiç kullanamaz; bunlar tanıklıkyapmaktan çekinme hakkıolanların açıklamalarıveya tanıklık yasağıkabul edilmişlerin (devlet sırrı gibi) açıklamalarıdır. Bunlardanhakimin hiçbir zaman faydalanamayacağıkabul edilmelidir.

Nisbi, göreli yasaklıdeliller ise, hukuka aykırılığın sadece eldeedilmesi işlemine veya biçimine bağlı olduğu durumlardasözkonusudur. Bunlarıhakim kullanır; fakat elde eden hakkındasorumluluk söz konusu olur. Eğer bunların hakim tarafındankullanılmaması uygun bulunuyorsa, kanunkoyucu bunu açıkçabelirtmelidir; açıkça yasaklamadığı durumlarda bu delillerkullanılmalıdır. (s.272).

1101

Prof. Dr. Öztekin TOSUN’un yukarıda yazılıaçıklamalarına,3842 sayılıyasa ile Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunumuzdadeğişiklik yapılmadan önce tüm Mahkemelerimizin uygulamalarıbudoğrultuda olduğu için değindik. Mesela Anayasa Mahkememizİsmail ÖZDAĞLAR hakkında açılan davada, gizli dinleme ile eldeedilen bir bandıhükme esas almıştır, bant çözümünü de kararınaaynen yazmıştı.

3842 SayılıYasa ile Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunumuzdadeğişiklik yapılınca, Yargıtay Cumhuriyet BaşsavcısıVural SAVAŞ,Yargıtay Üyesi Sadık MOLLAMAHMUTOĞLU ile birlikte, 1995 yılındayazdıkları“Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun Yorumu” adlıeserin “ÖNSÖZ”ünde, şöyle bir değerlendirme yapmışlardı:

(Devletin en temel görevlerinden biri, insanların bir aradayaşamalarıiçin gerekli olan ortamıhazırlamaktır.

Hüküm verilirken, yaşanmışolan gerçek olayın öğrenilmesiönem kazanır. Buna “maddi gerçek” denir. Maddi gerçeğinöğrenilmesi toplumun menfaatinedir. Bununla birlikte, maddi gerçeğinöğrenilmesi için yapılacak araştırmalar, toplumda yaşayan fertlerinhak ve özgürlüklerini çeşitli açılardan kısıtlayan birer müdahaleniteliğindedir. İşte burada iki önemli değer arasında denge kurulmasıgerekmektedir: Maddi gerçek ortaya çıkarılırken, haklar orantılıbirşekilde kısıtlanmalıdır.

Ceza muhakemesi yaşayan bir varlık gibidir ve ait olduğutoplumdaki değer yargılarınıyansıtır. Ceza muhakemesinin gayesi,insanlık tarihi içinde üç aşamadan geçmiştir. 1-Suçlununcezalandırılması, 2-Sanığın korunması, 3-Maddi gerçeğinaraştırılması. Bugünkü gaye “insan haklarına saygılıbir şekildemaddi gerçeğin araştırılmasıdır. (Prof. Dr. Feridun YENİSEY, HazırlıkSoruşturmasıve Polis, 3. Bası, 1993 s.29, 30.)

Bir hukuk devletinde, ceza takibine yetkili makamların, bir cezamuhakemesi işlemi yaparken devleti veya ferdi “kayırması” kabuledilemez. Çünkü “ferdin kayrılmasıanarşiye, devletin kayrılmasıdabaskıcıbir yönetime yol açar” (Prof. Dr. Bahri ÖZTÜRK, UygulamalıCeza Muhakemesi Hukuku, 3. Bası, 1994.S.78.)

1.12.1992 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren3842 sayılıyasa ile CMUK.muzda önemli değişiklikler yapılmıştır.

1102

Bazılarına göre “Bu değişiklikleri hazırlatan ve ısrarlıbir takipleT.B.M.M.de yasalaşmasını sağlayanların heykeli dikilmelidir...T.B.M.M. Avrupa’dan ileri bir yasa yapmıştır”, Prof. Dr. ZekiHAFIZOĞULLARI’na göre, “genel bir değerlendirme yapılırsa,değişikliklerin kanun koyucunun bilgisizliğinin şaheseri olduğusöylenebilir”, Prof. Dr. Bahri ÖZTÜRK’e göre “Bu haliyle CMUK.,değil organize suçlulukla mücadele, adi suçlulukla mücadeleye dahielverişli değildir”, Prof. Dr. Kayıhan İÇEL ve Prof Dr. FeridunYENİSEY’e göre ise “Trafiğin sağdan aktığıbir ülkede bir kişininsoldan akan trafiğe göre araç kullanmasınasıl olumlu sonuçdoğurmazsa, kıta Avrupası hukuk sisteminin içerisine Anglo-Amerikan sistemine ait bazı öğelerin yerleştirilmesi, yasadeğişikliğinden beklenen olumlu sonuçlarıbelli ölçüde engellemetehlikesini taşımaktadır”.

Kitabımızda 143, 144 ve özellikle 254 üncü madde altındakiaçıklamalarıokumak bu görüşlerden hangisinin haklıolduğunuanlamanıza yeterli fikir verecektir sanıyoruz.

Belki de, yapılmasıgereken tek şey, büyük yasaların bir sistemoluşturduğu gerçeğinden hareketle, gerçekten demokratik bir Avrupaülkesi CMUK.nun, ilgili polis mevzuatıyla birlikte aynen iktibasedilmesidir.

Böylece bir taşla iki kuşvurabiliriz; hem daha gerçekçi bir yasayapmış ve hem de içende ve dışında yasalarımızın demokratikolmadığınıiddia ederek ülkemizi kötülemeyi alışkanlık haline getirensözde insan haklarısavunucularına karşı“ bizim CMUK.muz,mesela, modern İtalya veya Almanya CMUK.nun aynısıdır” diyebilmeolanağına kavuşmuşolacağız).

Hemen şunu ifade edeyim: “gerçekten demokratik bir Avrupaülkesinin CMUK.nun, ilgili polis mevzuatıyla birlikte aynen iktibasedilmesine razıyım” diyen bir çağdaş(?) hukukçuya bugüne kadarrastlamadık.

3842 sayılıYasa ile, CMUK.muzun 254 ncü maddesine“soruşturma ve kovuşturma organlarının hukuka aykırışekilde eldeettikleri deliller hükme esas alınamaz” şeklinde bir ikinci fıkra eklendi.

Dikkat edilecek olursa, yasa koyucunun “hükme esasalınamaz” dediği deliller, “soruşturma ve kovuşturma organlarınınhukuka aykırışekilde elde ettikleri deliller” dir. Yasa koyucu çağdaş

1103

bütün ülkelerin aksine, hukuka aykırışekilde elde edilen bütündelillerin hükme esas alınmamasıamacınıgütseydi, “hukuka aykırışekilde elde edilen deliller hükme esas alınamaz” demekle yetinirdi.

3842 sayın Yasa ile yapılan değişiklikten sonra, “yasak deliller”konusunu derinliğine inceleme fırsatıbulmuşbilim adamlarımızıngörüşleri aşağıda ayrıntılarıyla açıklanmıştır.

Prof. Dr. Feridun YENİSEY şöyle diyor :

Amerikan yüksek mahkemesinin verdiği karara göre, sadeceanayasayıihlal eden bir hukuka aykırılık, delilin kullanılmamasına yolaçar. Anayasadaki kurallarıihlal etmeyen, başka kuralları, başkahukuk normlarını ihlal eden aykırılıklar, delilin dosyadançıkarılmasına sebep olmaz. o halde 254. maddedeki bu düzenlemeyibizim de şöyle anlamamız gerekiyor: Anayasal haklarıihlal eden birşekilde elde edilen deliller kullanılmaz. yoksa, her türlü hukukaaykırılık değil,

Alman anayasa mahkemesinin kabul ettiği sistem, sanık haklarıteorisi-recht streit teori-diye isimlendiriliyor. Bu teoriye göre, hersomut olayda sanığın ihlal edilen menfaatleriyle, toplumun suçla ihlaledilen menfaatleri karşılaştırılmalı, delilin dosyadan çıkarılıpçıkarılmamasına ondan sonra karar verilmelidir. Eğer araştırmametodu bizatihi suç ise, bu delil kesinlikle kullanılmamalıdır.

Mesela Türkiye’nin Hamburg Konsolosluğu telefonlarınıdinleyen Alman Anayasayı Koruma Teşkilatı, Hapishanedehükümlülerle görüşen bir kişinin konsolosluğa düzenli olarak siyasihükümlülerle ilgili bilgi verdiğini tespit ederek, bu kişi hakkındacasusluktan dava açılmıştır. Dava sırasında diplomatikdokunulmazlığıbulunan konsolosluğun telefonlarının dinlenmesininhukuka aykırıolduğu ve bunlardan elde edilen bilgilerin delil olarakkullanılamayacağı ileri sürülmüşse de mahkeme diplomasidokunulmazlığıayrıcalığının konsolosluk görevlilerini koruduğunu,konsolosluğa bilgi veren kişi bakımından ise bir koruma getirmediğinikabul ederek delilin kullanılabileceğine karar vermiştir.

Çağdaşceza muhakemesinin gayesi, maddi gerçeğin hukukkurallarıçerçevesinde yapılan araştırmalarla ortaya çıkarılmasıdır.Başka bir ifade ile maddi gerçeği araştırma ve ortaya çıkartmakonusunda Devletin sahip bulunduğu yetkiler sınırsız değildir.

1104

‘Hakikat her ne pahasına olursa olsun, araştırılır’ diye bir kural yoktur.Ceza Muhakemesinde delil elde etme belli kurallara bağlıdır.

Bu nedenle, kanun koyucu bazıolayların ispat edilmesini hiçkabul etmemiş, bunlarıönceden yasaklamıştır. Buna delil elde etmeyasağıadıverilir. Bazıdelillerin ise, elde edilmesi konusundakikurallar ihlal edildiğinde, bu deliller hukuka aykırıdelil niteliğini alırlar.Hukuka aykırıdelillerin duruşmada hüküm verirken kullanılmasıiseayrıbir sorundur.

Kanunumuzun 254 üncü maddesinin 2 nci fıkrasındaki delilyasağında ise, mutlak bir yasak söz konusu olmayıp hakimin takdiryetkisini kullanalabileceği bir düzenleme yer almaktadır.Kanaatimizce burada hakim takdir yetkisini kullanırken sanığınanayasal haklarının yapılan işlem ile ihlal edilip edilmediğinebakılmalıve anayasal hak ihlal edilmişolduğunu saptadığında dasanığın işlediği suçun topluma vermiş olduğu zarar ile, deliltoplanırken devlet güçlerininin sanığa ait anayasal hakkıihlal etmişolmalarından doğan toplumsal zararı karşılaştırmalıdır. Sanığıntopluma verdiği zarar daha büyük ise ve 135a maddede olduğu gibiaçıkça yasaklamışbir delil de sözkonusu değil ise, hukuka aykırınitelik taşıyan delili, hakim hüküm verirken kullanabilmelidir. (HukukaAykırıDeliller, İstanbul Barosu Yayını, 1995, s.138).

Prof. Dr. Bahri ÖZTÜRK, şöyle diyor :

(Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 254. maddesineeklenen 2. fıkra hükmüne göre hukuka aykırıbir delile bağlıolarakele geçirilen ve hukuki olarak geçerli olabilecek diğer tüm delillerin degeçersiz sayılmak suretiyle sanığın beraatine karar verilmesigerektiği şeklinde düşünceler bulunmaktadır. Bence mahkemelerinhukuka aykırıolduğu ileri sürülen delillerin hukuka uygun olupolmadığınısomut olarak ayrıayrıdeğerlendirmeleri, sanık haklarıkadar mağdur haklarının ve toplum hukukunu da gözönündetutularak maddi adaletin gerçekleşmesine karar vermeleri gerekir (adıgeçen eser, s.350).

Özel kişilerin hukuka aykırıyollardan delil elde etmeleri,örneğin bir belgeyi çalmalarıve bunu yetkili makamlara vermeleridurumunda bu deliller, kural olarak değerlendirilebilecektir. Çünkü,kanunlarımızda yer alan, özellikle yasak delil metodlarıözel kişilerdeğil, kovuşturma makamları için öngörülmüştür. “Kovuşturmamakamlarına yasak olanın özel kişilere evleviyetle yasak olacağı”

1105

gerekçesi ile bunun aksini ileri sürmek, Kamu Hukukunun en temelprensiplerine aykırıolur. Zira, Kamu Hukukunda idare bakımındanyetki istisna, yetkisizlik kuraldır. Oysa vatandaşlar için, eğer ölçümüzhürriyetçi demokratik bir sistem ise, yasak edilmeyen serbesttir.Yasak koymak, Ceza Hukuku bakımından suç ihdas etmek demekolduğundan, Ceza Hukukunun cihanşümul ilkelerinden birisi olan;köklerini siyasi liberalizm, demokrasi, kuvvetler ayrılığı, genelönleme, kusursuz suç ve ceza olmaz prensibinde bulan ve suçlarınve cezaların ancak kanunla konulabileceğini öngören kanunilik ilkesidebunu gerektirir. Demek oluyor ki, hürriyetçi demokrasilerdevatandaşhürdür, kanunla yasaklanmayan her türlü davranışonuniçin serbesttir. Ancak, insan haklarına yapılan ağır müdahalelerbunun istisnasınıteşkil eder. Özel kişinin sanığa işkence ederek ikrarelde etmesinde durum budur. Böyle hallerde işkencenin kimtarafından yapıldığının önemi yoktur.

Özel kişi (Ö), büyük bir kamu bankasının en üst yetkilisi olan(B) den çaldığıve içinde (B) nin, kamu bankasıile işyapan veyabundan kredi alanlardan haksız olarak aldığıileri sürülen paralarınhesabıyla bazıüst düzey kamu görevlilerine yine haksız olarakaktardığıparaların hesabına ilişkin notların yer aldığınot defterinigazeteci (G) ye verse; (G) de bunu programında kullandıktan sonraC. Savcılığına teslim etse, acaba bu suretle kovuşturma makamlarınaintikal eden ve içinde bazırakamlarla sembollerin yer aldığınotdefteri ceza muhakemesinde kullanılabilir mi?

Hemen kaydedelim ki, kovuşturma makamlarıbakımındanburada delil elde etmek söz konusu değildir. CMUK. m. 254/2 degeçen soruşturma ve kovuşturma organlarının hukuka aykırışekildeelde ettikleri deliller hükme esas alınamaz denilirken geçen eldeetmek ibaresinden maksat, soruşturma ve kovuşturma organlarınınaktif olarak delil toplamalarıdır; oysa yukarıdaki olayda söz konusuorganlar pasiftir. Kendilerinin dışında hukuka aykırısurette eldeedilmişbulunan bir delilin kendilerine sadece teslimi söz konusudur.Kaldıki, özel kişi not defterini bu şekilde elde etmemişolsa idi, belkide kovuşturma makamlarıhukuka uygun yollardan aynıdelileulaşabileceklerdi. Hukuka uygun yollardan yetkili makamlarca eldeedilmesi imkan dahilinde bulunan bir delilin, özel kişilerin hatalarıyüzünden yetkili makamlarca kullanılmasının yasaklanmasıkabuledilemez. Bütün bu gerekçelerle, bu suretle yetkili makamlara teslimedilen delillerin sırf bu açıdan CMUK. m.254/2 sebebiyle cezamuhakemesinde kullanılamayacağını ileri sürebilmek mümkün

1106

değildir (Prof. Dr. Bahri ÖZTÜRK, UygulamalıCeza MuhakemesiHukuku, 1999, s. 558 ve devamı).

Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda yer alan ve konusubakımından yasaklanan deliller, Devletin kovuşturma organlarınısınırlayan hükümlerdir. Bu nedenle, özel kişiler tarafından elde edilendelillerin hükümde kullanılması, genellikle kabul edilmektedir (Prof.Dr. Feridun YENİSEY, Hukuka AykırıDeliller, S.159).

Özel hayat, hayatın gizli alanından farklıolarak nisbi birkorumaya mazhardır. Bunun konumuz açısından anlamışudur; Şayetözel hayat ihlal edilerek bir delil elde edilmişse, bakarım. Bu delilinceza muhakemesinde kullanılmasıGEREKLİise, başka bir ifade ile,hüküm kurulabilmesi için mutlaka kullanılmasıgerekiyorsa KAMUYARARI açısından bir değerlendirme yaparım. Kamu yararıvarsakullanır, yoksa kullanmam. Bilindiği gibi, kamu yararının bulunupbulunmadığınıtespit ederken keyfi bir değerlendirme yapılmamakta;iki kriterden yararlanılmaktadır. Bunlar da HAKKIN NİTELİKSELÜSTÜNLÜĞÜ ile SAYISAL ÜSTÜNLÜK kriterleridir. Gerçekten,örneğin kavşaktaki trafik lambasısizin gideceğiniz istikamet için yeşilyansa dahi, sizin yolu kesen yoldan gelen bir ambulansa yolvermenizin sebebi, ambulansın içindeki hasta veya yaralının hakkınınyani YAŞAMA HAKKININ sizin idrak edeceğiniz haktan (yolukullanmaktan) niteliksel olarak üstün olmasıdır. Öte yandan bir şahsaait bir tarlanın yol veya okul yapmak amacıyla kamulaştırılmasındada, okulu veya yolu kullanacak olanlar tarlayıkullanan bir kişiyenazaran sayısal üstünlüğe sahiptir; bu nedenle, hukuk devleti ilkesiesaslarına uygun olarak yapılan böyle bir kamulaştırmada kamuyararıvardır denir (Prof. Dr. Bahri ÖZTÜRK, adıgeçen eser, s.560).

Seydi KAYMAZ “Uygulamada ve Teoride CezaMuhakemesinde Hukuka AykırıDeliller (1997)” adlıeserinde, şuhususlarıvurguluyor:

(Delil yasaklarının amacızabıtayıdisiplin altına almak olarakkabul edilirse, zabıtanın tekrar hukuka aykırı yöntemlerebaşvurmasının önüne geçmek amacıyla hukuka aykırışekilde eldeettiği tüm deliller yargılamada değerlendirilemeyecektir. Ancak, delilyasaklarının amacı, insan haklarınıkorumak olarak kabul edilirse,hukuka aykırışekilde elde edilen deliller sırf bu nedenle peşinendeğerlendirme dışıtutulamayacaktır. Bu açıdan delil yasaklarınınamacının tespiti büyük önem taşımaktadır.

1107

Kıta Avrupasıhukuk sistemine göre delil yasaklarının göreviinsan haklarıile temel hak ve hürriyetleri korumaktır. Bu bakımdanzabıta tarafından hukuka aykırışekilde elde edilen deliller bunitelikleri dolayısıyla peşinen değerlendirme dışıtutulamayacaktır.

3842 sayılıyasa ile CMUK 254. maddeye eklenen 2. fıkradayer alan “Soruşturma ve kovuşturma organlarının hukuka aykırışekilde elde ettikleri deliller hükme esasa alınamaz” şeklindeki hükümde bu amaca hizmet edecek şekilde yorumlanmalıdır. Buna göre,işkence ve benzeri yasak sorgu yöntemleri uygulanarak elde edilendeliller veyahut temel hak ve hürriyetlerin ihlal edilmesi suretiyle eldeedilen deliller yargılamada kullanılamayacaktır. Bununla birlikte,önemli bir hak ihlaline neden olmayan basit hukuka aykırılıkhallerinde zabıtanın elde ettiği deliller yargılamada kullanılabilecek,değerlendirme dışıtutulmayacaktır.

Gerçekten, önemli bir hak ihlaline neden olmayan hukukaaykırılıklar nedeniyle elde edilen delillerin değerlendirme dışıtutulması, haksız beraat kararlarının verilmesine ve yargılamanınkilitlenmesine neden olacaktır. Delil yasaklarına böyle bir fonksiyonunyüklenmesi hukuk devleti ilkesi ile de bağdaşmamaktadır. Çünkühukuk devleti, kısaca, insan haklarınıgerçekleştiren, güvenliğisağlayan, adil devlet olarak tanımlanmaktadır. Hak ihlaline nedenolamayan kurallara aykırılıklar nedeniyle, elde edilen delillerindeğerlendirilmemesi halinde, hukuk devletinin “hukuki güvenlik” ve“adalet” ilkeleri çiğnenmiş olacaktır. Sonuç olarak, hukuk devletiilkesinin gerçekleşmesi ve hukuki barış, ancak delil yasaklarına,insan hak ve hürriyetlerini koruma görevinin verilmesi halindemümkün olabilecektir.

Hayatın gizli alanı ile ilgili elde edilen delillerin de cezayargılamasında değerlendirilmemesi lazımdır. Hayatın gizli alanı;hayatın sadece bireyi ilgilendiren ve ondan başkasının bilemeyeceğikısmıolarak tanımlanmışve hayatın gizli alanının mutlak olarakkorunduğu, bu nedenle, hayatın gizli alanı ile ilgili delillerinyargılamada delil olarak değerlendirilemeyeceği ileri sürülmüştür.Buna göre, örneğin, suç teşkil etmemek şartıyla kişinin cinsel yaşamıyalnızca kendisini ilgilendirdiğinden, yargılamada bu hususlarla ilgiliolarak kişiye herhangi bir soru sorulamayacak, keza bu husustaherhangi bir araştırma yapılamayacaktır. Aynışekilde kişinin dinidüşüncesi ile, belli bir konuda ne gibi bir düşünceye sahip olduğu dabireyin yaşamının gizli alanına ait olduğundan bu hususlar yargılamakonusu olamayacak, delil olarak değerlendirilemeyecektir.

1108

Özel hayat ise, herkesin değil, yalnızca insanın yakınlarıtarafından bilinen yahut bilinebilen hayat olarak tanımlanmıştır.Hayatın gizli alanından farklıolarak özel hayatın nisbi bir korumayamazhar olduğu, özel hayat ile ilgili olarak elde edilen delillerindeğerlendirilip, değerlendirilmemesinin Anayasa ve yasalarçerçevesinde kamu yararı ve oranlılık ilkesi nazara alınarakbelirlenmesi gerektiği belirtilmektedir.

Doktrinde genel eğilim, CMUK.nda yer alan delillerintoplanmasıile ilgili kuralların devletin soruşturma ve kovuşturmaorganlarınısınırlayan kurallar olduğu, bu nedenle özel şahıslartarafından hukuka aykırışekilde elde edilen delillerin kural olarakdeğerlendirilebileceği şeklindedir.

Gerçekten CMUK..254/2. maddesinde yer alan “soruşturma vekovuşturma organlarının hukuka aykırışekilde elde ettikleri delillerhükme esas alınamaz.” şeklindeki hüküm yalnızca kamugörevlilerine, soruşturma ve kovuşturma organlarına hitap ederşekilde kaleme alınmıştır. Burada şu soru akla gelmektedir: Acabayasa koyucu özel şahısların hukuka aykırışekilde elde ettikleri delilleriçin bilinçli olarak mıbir değerlendirme yasağıkoymamıştır, yoksa buihtimal düşünülmediği için mi bu yönde bir hüküm yasayakonmamıştır? Hemen belirtelim ki bu sorunun cevabı, yani özelşahısların hukuka aykırışekilde delil elde etmesi konusunun yasadaaçık şekilde düzenlenmemesinin nedeni yasadan ve yasanıngerekçesinden anlaşılmamaktadır. Devlet görevlileri dışındakikişilerin delil elde etmeleri ve bu arada hukuka aykırışekilde delilelde etmeleri ihtimali düşünülmediğinden yasaya bu hususta birhüküm konulmamışolabileceği gibi, özel şahısların hukuka aykırışekilde elde ettikleri delillerin bilinçli olarak değerlendirme yasağıdışında tutulmak istenmişolmasıda mümkündür. Ancak bu sonihtimalin kabulü halinde bile eğer özel şahıslar tarafından delil eldeetmek için uygulanan yöntemler, kişinin temel hak ve hürriyetleriniihlal edici nitelikte ise, örneğin kişilere işkence yapılmak suretiyle delilelde edilmişise, elde edilen deliller yine yargılamada kullanılamaz.Doktrindeki görüşler de bu merkezdedir.

CMUK.ndaki mevcut hükümlere göre hukuka aykırıdelillerinhazırlık aşamasında hukuka aykırıolduğuna karar vermek mümkündeğildir. Son soruşturma aşamasında mahkemeye bu konuda tali birdava açılmasıda olanaksızdır, çünkü hukukumuzda tali davaaçılabilecek haller kanunda belirtilmiştir, -Hakimin reddi ve yeritibariyle yetkisizlik davasıgibi- bunlar arasında delil yasaklarıdavası

1109

gibi bir dava öngörülmemiştir. Tarafların talebi üzerine veya resenmahkemenin bîr ara kararıile delilin hukuka aykırıolduğuna kararverme olanağıda yoktur. Delilleri serbestçe değerlendirme yetkisinesahip olan ve vicdani kanaatine göre hüküm vermek durumunda olanmahkeme, elbette ki bazıdelilleri hükmüne esas almayabilir. Ancakmevcut hukuk sistemimiz içerisinde, henüz daha yargılama devamederken, mahkemenin ara kararıile de olsa bir delilin hukuka aykırıolduğuna karar vermesinin mümkün olmadığıgörüşündeyiz (SeydiKAYMAZ, AdıGeçen Eser, s.249 ve devamı).

Prof. Dr. Timur DEMİRBAŞ, “Sanığın Hazırlık Soruşturmasındaİfadesinin Alınması (1996)” adlıeserinde, konuyu şu şekildedeğerlendirmektedir:

(Bizim de katıldığımız hakim görüşise, özel şahıslar tarafındanelde edilen hukuka aykırıdelillerin değerlendiri lmesini esaslıolarakkabul eder. Somut olaydaki değerlendirmeye göre, işkence gibi özelgöze batan insanlık onuruna karşıihlaller altında kazanılmışdelillerbir istisnadır. Yani, üçüncü kişilerin aşırıinsan hakkıihlali ile hukukaaykırıbir şekilde elde ettikleri deliller değerlendirme yasağınısonuçlar. (KLEİNKNECEHT, NJW 1996.)

Özel kişilerin hukuka aykırışekilde delil elde etmeleri ve bunuyetkili makama vermeleri durumunda, bu deliller kural olarakkullanabilecektir. Bu bakımdan üçüncü kişi tarafından gizlicekaydedilen bandın kovuşturma organlarına verilmesi durumundaveya sanığın anılarının üçüncü kişi tarafından ceza kovuşturmaorganına verilmesinde, bunlar değerlendirilebilirler (KARLSRUHERKOMMENTAR, HAHN). Çünkü, kanunlarımızda, yasak delilmetodları, özel kişilere karşıdeğil, kovuşturma makamlarına karşıöngörülmüştür. Buna rağmen, “kovuşturma makamlarına yasakolanın özel kişilere karşıda öncelikle yasak olacağı” gerekçesiylebunun aksini ileri sürmek, “ kamu hukukunda idare bakımındanyetkinin istisna, yetkisizliğin kural olması” ilkesine aykırıdır.Demokratik rejimlerde vatandaş özgür olduğundan, kanunlayasaklanmayan her türlü davranış bunun için serbesttir. Burada,kovuşturma makamlarıtarafından delil elde etmek söz konusuolmadığından, CMUK.m.154/2 nin uygulanmasımümkün değildir.CMUK.m.254/2 de ki “soruşturma ve kovuşturma organlarının hukukaaykırışekilde elde ettikleri deliller hükme esas alınamaz” hükmündeyer alan “elde etmek” ibaresinden maksat, soruşturma ve kovuşturmaorganlarının aktif olarak delil toplamalarıdır. Buna karşılık özelkişilerin delil toplamalarında, yukarıda sayılan organların konumu

1110

pasiftir, yani özel kişiler tarafından hukuka aykırışekilde elde edilmişbir delilin, sadece kendilerine teslimi söz konusudur. Kaldıki, örneğinözel kişi önemli bilgilerin bulunduğu ve çalmak suretiyle ele geçirdiğinot defterini bu şekilde elde etmemiş olsa idi bile, belki dekovuşturma makamları hukuka uygun yollarla aynı delileulaşabileceklerdi. Bu bakımdan, yetkili makamlara teslim edilendelilerin CMUK.m. 254/2.nedeniyle ceza muhakemesindekullanılamayacağınıileri sürmek mümkün değildir).

Ön savunmada sözü edilen Yargıtay 8. C. D.nin 9.6.1999 günve 9021/9538 sayılıkararısoruşturma organlarının gizli dinleme ileelde ettiği bir delile ilişkindir ve konumuzla bir ilgisi bulunmamaktadır.

Sabahattin ÖNKİBAR, “Telekulak’ın Perde Arkası” başlıklıyazısında (Türkiye Gazetesi, 9.6.1999) şu bilgileri veriyor :

(Bakın size, bize dün intikal eden dinleme olaylarısonucundadevletin önüne geçtiği eylem ya da suikastlardan bir demetsunacağız.

1) 1995 Mart ayında Çiller, Menzir ve Kozakçıoğlu’na suikast.

2) 7-11, 96’da Kenan Evren ve Doğan Güreş’e suikast.

3) Yıldırım Aktuna, Jeti Kamhi, Abdulkadir Aksu, Şevket CanÖzbay, Turgut Altınok, Şerafettin Elçi ve Ayvaz Gökdemir’e suikast.

4) Söylemez Çetesine ulaşılmasıve çökertilmesi.

5) Adana Orduevine bomba atılmasıeylemi.

6) Nusret Demiral ve Cem Boyner”e yönelik suikast hedefleri.

7) Alanya plajına halkın bulunduğu saatlerde bomba atılmasıhedefi.

8) İstanbul Aksaray Metro İstasyonu ve çarşılara sabotajhedefleri.

9) 15-7, 96’da İstanbul Valiliği’ne bomba atma hedefi.

10- Antalya’daki turistik tesislerin bombalanmasıve Elmalı’dakiZiraat Bankasısoygununun faillerinin yakalanması.

1111

11) Ankara Polis Akademisi ve askeri tesislere yönelik olarakmaket uçakla bomba atma hedefi.

12) Hizbullah’ın 30 olayının aydınlatılması.

13) 1996 Martında Uzan ve Karamehmet ailelerine ait villalarasuikast hedefi.

14) Petlas Fabrikası’na sabotaj eylemi.

15) Yahudi vatandaşlara ait işyerlerine sabotaj hedefi.

16) İstanbul’da CHP, DYP ve MHP binalarının önündekiaraçlarda bulunan zaman ayarlıbombaların patlatılması.

17) Batman’da Mehmet Sincar’ın öldürülme olayı.

18) Tunceli’deki muhtelif eylemler.

Liste daha bunun gibi onlarca olayla uzayıp gidiyor.

Bütün bunlar Devletin telefon izlemesi ile önlenmiştir. Şimdi halbu iken devlet telefon dinlememeli diyebilir misiniz ?).

Başsavcılığımca talep edilmesi üzerine, telefonla yapılangörüşmelerin gizlice dinlenmesinin hukuki sonuçlarıhakkında, Prof.Dr. Feridun YENİSEY. 11.6.1999 tarihli Bilirkişi Raporunudüzenlemiştir. Tamamınıdaha önce mahkemenize gönderdiğim buBilirkişi Raporunda şöyle denilmektedir:

(Önleme Dinlemesi: Haberleşmenin dinlenmesi, suç öncesiönleme dinlemesi ve suç sonrasında yapılan adli dinleme olmaküzere ikiye ayrılır.

Önleme dinlemesi gerek Amerikan hukukunda ve gerekseAlman hukukunda hakim kararıolmadan yapılabilen ve bütüntelefonlarıkapsayabilen genel bir dinlemedir.

Amerika Birleşik Devletlerinde haberleşmenin dinlenmesi ileilgili düzenlemeler yapılırken (Title III: section 2511/3), Başkana,Devletin birlik ve bütünlüğünü, cebir ve diğer hukuka aykırıyöntemlerle bozmaya yönelik yakın ve filhal mevcut bir tehlike

1112

mevcut bulunan hallerde, hakim kararıolmadan telefonlarıdinletmekyetkisi verilmiştir.

Bu doğrultuda olmak üzere, Kongre 1978 yılında “ForeignIntelligence Survellience Act” (FISA) adlıyasayıyürürlüğe koymuştur.Bu yasa hükümlerine göre Başkan, Başsavcıaracılığıile, yabancıdevletlerden gelebilecek tehlikeleri sezebilmek amacıyla, bir seneyekadar süre ile telefonlarıdinletebilir. (KAMİSAR, LAFAVE.)

Önleme dinlemesi Alman Hukukunda da kabul edilmiştir. AlmanAnayasasının 10. maddesine ilişkin olarak çıkartılan (G 10) Kanunu1968 yılında yürürlüğe girmiştir. 1.12.1994 tarihinde yürürlüğe girenSuçlulukla Mücadele Kanunu (Verbrechensbekampfungsgezetz) “G10” Kanununun 12. maddesini değiştirmiştir. Yapılan değişiklik, hakimkararı olmadan gerçekleştirilen telefon dinlemelerinin alanınıgenişletmek ve bu şekilde elde edilen bilgilerin istisnai hallerde delilolarak kullanılmasına yasal zemin hazırlamak amacına hizmetetmiştir. Demokratik hukuk devletini tehdit eden bir tehlike mevcutbulunduğu hallerde, bazı devlet organlarına(Verfassungsschııtzbehörden des Bundes und der Lander, das Amtfür den Militarischen Abschirmdienst und derBundesnachrichtendienst) telefonlarıdinleme ve bunlarıkaydetmeyetkisi ile, mektup ve posta gizliliği ile korunan gönderileri incelemeyetkisi verilmiştir.

Almanya Federal Cumhuriyetine karşısilahlıbir saldırıveyaterör eylemleri yapılması tehlikesi, çok miktarda uyuşturucumaddenin Almanya’ya ithal edilmesi tehlikesi ve yurt dışında işlenenparalarda sahtecilik suçlarıile, kara paranın aklanmasısuçlarındandoğan tehlikeleri, “geç kalmadan” tesbit etmek ve bu tür tehlikelerekarşıDevletin tedbir alabilmesini sağlamak amacıile, hakim kararıolmadan ve geniş kapsamlıbir şekilde telefon dinleme yetkisitanınmıştır (CLAUS ARNDT),

...Hukuka aykırıdeliller teorisi çerçevesinde yabancısistemlerin“hukuka aykırılıktan” anladıkları, sanığın Anayasa ile teminat altınaalınmışolan haklarından birinin bir “devlet organı” tarafından yapılmışolan bir işlemle ihlal edilmesidir.

Hukuka aykırıdeliller teorisi, “devletin ajanlarıtarafından”yapılan hukuka aykırılıklardan doğan devlet sorumluluğuna dayananbir teoridir. Gerek Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi ve gerekseAmerikan Anayasası, hukuka aykırıdelilleri sadece devlet memuru

1113

olan kişilerin yaptıklarıve Anayasadaki sanık haklarınıihlal edenaykırılıklarda gündeme getirmektedirler. Diğer bir ifade ile hukukaaykırılık yaparak bilgi toplayan ve daha sonra bunu devlete sunanözel şahıslar bakımından hukuka aykırı delil teorisi tesirinigöstermemektedir.

Radyo dalgalarıile bağlantıkuran araç telefonlarında da aynıfrekansa giren herkesin konuşmayımanyetik ortamda kolaycazaptetmesi mümkün olduğu için, genel kullanıma açık radyo dalgalarıyayarak yapılan haberleşme, Amerika’da, hukuka uygunluk halleriarasında zikredilmiştir. Bu anlamda olmak üzere Federal CezaKanununun 2510 ncu maddesinde tanımlar verilirken, herkesinkolayca alabileceği tarzdaki iletişim, hukuka uygunluk halleri arasındagösterilmiştir (“readily accessible to the general public”means, withrespect to a radio communication...”). Hukuka uygunluk hallerinigösteren 18 USC 2511/2 (g) de, bu hali düzenlemektedir.

Cep telefonlarıayrıbir sistem ile çalıştığıiçin, bu kurala tabideğildir.

Ancak FM radyo alıcıları tarafından dahi alınabilen araçtelefonlarıbakımından, elde edilen konuşma kayıtlarıhakkındaistisna söz konusudur (Prof. Dr. Feridun YENİSEY’in, 11.6.1999tarihli Bilirkişi Raporu).

Açıklanan hususlar birlikte değerlendirildiğinde, NecmettinERBAKAN ile Yasin Hatiboğlu arasında bir araç telefonuyla yapılanve bir özel şahıs tarafından banda kaydedilen konuşmanın hükmeesas alınması değil, alınmamasının yasaya aykırı olacağıkanaatindeyiz.

Anayasa Mahkememiz “Hukuka aykırışekilde elde edilendeliller hiçbir şekilde hükme esas alınamaz”şeklinde bir karar verirse,bunun doğuracağıkorkunç sonuçlarıbir örnek olayla açıklığakavuşturmak istiyorum :

Önce Leyla ZANA ve arkadaşlarına İlişkin, Ankara 1 NoluDevlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 8.12.1994 tarihinde verilen vekamuoyunda “DEP Kararı” diye anılan kararın gerekçesinden112,113 ve 114 ncü sahifeleri aşağıya aynen alıyorum :

(Sanık Leyla ZANA’nın 20 Ekim 1991 seçim kampanyasındakikonuşmaları, TBMM’nde yeminini eda ettikten sonra Kürtçe slogan

1114

atması, Alman Bavyera ve SAT. Televizyonlarında yaptığıröportajlar,Suruç ilçesinde Belediye Başkanıseçimi münasebetiyle kadınlardanoluşan topluluğa yaptığıkonuşma, Kopenhag’da düzenlediği basıntoplantısındaki açıklamaları, Sanık Leyla ZANA’nın Milletvekilidokunulmazlığıkorumasında yaptığısiyasi çalışmalarıdır. Siyasiçalışmalarından Leyla ZANA’nın PKK ile aynıparalelde faaliyetgösterdiği anlaşılır. PKK.nın amacıDevletin bir kısım topraklarıüzerinde Marksist-Leninist esaslara dayalımüstakil bir Kürt Devletikurmaktır. Leyla ZANA’nın 1991 seçim kampanyasından itibarenyaptığıkonuşmalar, basına verdiği demeçler incelendiğinde LeylaZANA’nın da aynıkasıtla siyasi çalışma yaptığıgörülür. Bunlar LeylaZANA’nın açıktan yaptığıçalışmalardır. Dosyada Leyla ZANA’nınPKK örgütü içinde illegal faaliyet gösterdiğini açıklayan deliller demevcuttur.

Bucak ailesi Siverek ve Hilvan’a yayılmış, kalabalık ve köklüailedir. Başlangıçtan itibaren Bucak ailesi PKK.ya karşıçıkmış,PKK.yla silahlıçatışmaya girmiştir. PKK örgütünün Bucak ailesininhakim olduğu Siverek ve Hilvan’a giremediği, Bucak ailesinin PKK’yakarşıçıkmasısebebiyle aileden 140 kişinin PKK militanlarıtarafındanöldürüldüğü, Bucak ailesi büyüğü Serhat Edip BUCAK’ın 20 Ekim1991 seçimlerinde Milletvekili seçilmesinden sonra SHP’denMilletvekili seçilen Zübeyir AYDAR, Leyla ZANA, Sedat YURTTAŞiletanıştığı, bu tanışmadan sonra 1992 yılıBahar aylarından bir akşamZübeyir AYDAR’ın önceden haber vererek Sedat Edip BUCAK’ıevinde ziyaret ettiği, ziyaret sırasında Zübeyir AYDAR :

- PKK’nın Bucak ailesine 12 Eylül 1980 öncesi yanlışlaryaptığınısöyledikten sonra “Ben PKK adına Bucak ailesinden özürdiliyorum. Siverek ve Hilvan’da PKK’nın faaliyet göstermesine karşıgelmeyin. Biz Bucak Ailesine ve mensuplarına hiç bir zararvermeyeceğiz. Siverek ve Hilvan’da kamu kurum ve kuruluşları,askeri ve polis tesisleri ve insanlarıbizim hedefimiz olacak. Sizezarar vermeyeceğiz. PKK’ya müsade edin” dediği, Sedat EdipBUCAK’ın:

- Biz PKK’ya müsade edemeyiz. PKK, Siverek ve Hilvan’agirmesin” demesi üzerine, Zübeyir AYDAR’ın:

- “PKK, Kürdistan’da her karış toprağa girmek zorundadır.Hilvan ve Siverek de Kürdistan’dır. Buralara da girmek zorundadır”dedikten sonra evden ayrıldığı, 1992 yılısonbaharında Leyla ZANA,Zübeyir AYDAR ve Ali YİĞİT’in, Sedat Edip BUCAK’ıOran’daki

1115

Milletvekili Lojmanlarının içerisinde bulunan Meclis Lokantasınaakşam yemeğine davet ettikleri, akşam yemeğinde Zübeyir AYDAR,Ali YİĞİT ve Sanık Leyla ZANA’da başka o tarihlerde HEP GenelSekreteri olan Ahmet KARATAŞ’ında bulunduğu, AhmetKARATAŞ’ın Sedat Edip BUCAK’a :

- PKK’nın Hilvan ve Siverek’de Devlet aleyhtarı faaliyetyürütmesine ses çıkarmamasını, karşıçıkmamasını, örgütün Bucakailesine zarar vermeyeceğini söylediği, Sedat Edip BUCAK’ın Hilvanve Siverek Bölgesinde Bucak ailesinin bulunduğunu, örgütün fikir vegörüşlerini benimsemediklerini, örgüte karşıçıkacaklarınısöylemesiüzerine sanık Leyla ZANA’nın:

- “Bir hemşehrinle görüş, daha iyi olur”, diyerek söze karıştığı,Leyla ZANA’nın ısrarla bir hemşerinle görüşdemesi üzerine SedatEdip BUCAK’in:

- “Benim hemşerim kim ? “ diye sorduğu, sanık LeylaZANA’nında ;

- “ Benim Genel Sekreterim sayın Abdullah ÖCALAN, seninhemşehrin. Telefon numarasınıverelim. Abdullah ÖCALAN’la görüş.PKK’nın Hilvan ve Siverek’e girip girmemesi konusunda daha rahatanlaşırsınız” cevabını verdiği, Sedat Edip BUCAK’ın AbdullahÖCALAN’la görüşmeyi kabul etmediği;

8 Nisan 1993 günü sanık Leyla ZANA’nın yanında AbdülcebbarGEZİCİolduğu halde Sedat Edip BUCAK’ıevinde ziyaret ettiği,Abdülcebbar GEZİCİ’yi, Sedat Edip BUCAK’a Abdülcebbar YILDIZadıyla tanıttığı, Abdülcebbar GEZİCİ’nin Kürtlerle Kürdistan üzerinebir girişkonuşmasıyaptıktan sonra Sedat Edip BUCAK’a:

- “PKK’nın Siverek’e gireceğini, Bucak ailesine zararvermeyeceğini, buna karşılık Bucak ailesinin devlete yardım etmesihalinde cezalandırılacağını, Bucak ailesinin PKK’ya karşı tavıralmamasıgerektiğini, Bucak ailesinin gerillaya örgüte yani PKK’yazarar vermesi halinde Bucak ailesi mensuplarının dacezalandırılacağını” söylediği, Sedat Edip BUCAK’ın:

-” Seni buraya gönderen kim?” sorusunu AbdülcebbarGEZİCİ’nin:

1116

- “Ben Kürdistan Halkının isteği doğrultusunda geldim” dediği,Sedat Edip BUCAK’ın;

- “Bu cevap yeterli değil” demesi üzerine, AbdülcebbarGEZİCİ’nin;

- “Sayın Genel Sekreter Abdullah ÖCALAN benî burayagönderdi. Leyla hanımla da yanına geldik.” cevabınıverdiği, SedatEdip BUCAK’ın ;

- “Siverek ve Hilvan’a girmeyin “ demesine karşılık AbdülcebbarGEZİCİ’nin:

- “Biz Siverek ve Hilvan’da size zarar vermeyeceğiz. Askere,Polise, Kamu Kurumlarına yönelik Devletle mücadelemiz var. Devleteeylem yapacağız” dediği. Sedat Edip BUCAK’ın ;

- “Hilvan ve Siverek’de havaya sıkılacak bir kurşunu dahi bizeBucak ailesine sıkılmış addederiz. Halka sıkılmış addederiz.Müsaade edemeyiz.” diye karşı çıkması üzerine AbdülcebbarGEZİCİ’nin Sedat Edip BUCAK’a;

- “Senin bu teklifin çok anlamsız. Biz Kürdistan’da her karıştoprağa girmek zorundayız. Gireceğiz.” dediği, bu sözler üzerineSedat Edip BUCAK’ın sinirlendiği, ayağa kalktığıve AbdülcebbarGEZİCİ’ye hitaben;

-” Siverek’de, Hilvan’da, oraya gidin, girin, “ diye bağırdığı,bunun üzerine sanık Leyla ZANA’nın araya girerek;

- “Sedat çok çabuk sinirleniyorsun, bunu konuşarak çözeriz,anlaşalım. Eğer sen Abdullah ÖCALAN’la görüşürsen daha iyi olur.Ama sen ben aramam dersen, senin vereceğin telefona ve saategöre Abdullah ÖCALAN seni arar.” dediği, Sedat Edip Bucak’ın;Abdullah ÖCALAN’ın da kendisini aramasını kabul etmediğianlaşılmaktadır).

Yukarıda içeriği yazılısuç konusu konuşmalar, “gizli dinleme”ile, başka bir ifade ile “hukuka aykırışekilde” elde edilmiştir.

Şimdi Anayasa Mahkememiz “Hukuka aykırışekilde elde edilenhiçbir şekilde hükme esas alınamaz”şeklinde bir karar verirse:

1117

1- Yargıtayımız, bu şekilde elde edilen delillere dayanarakverilen kararlarıonadığından, iki yüksek mahkememiz arasında, çokönemli bir konuda uygulama farklılığıortaya çıkacaktır.

2- Devlet güvenliğimizle ilgili böylesine vahim suçlar işleyenpek çok sanık, delil yetersizliğinden cezalandırılmayacaktır.

3- Böyle bir delili hükme esas almayacak yeryüzünde hiçbirhukuk düzeni mevcut olmadığından ve hiçbir zaman daolmayacağından; Anayasa Mahkememiz daima “sanığın haklarını”,“kamu güvenliği”ne üstün tutan “ilk” ve “tek” mahkeme olarakanılacaktır.

Takdir yüce heyetinizindir.

F- Son günlerde “yeni bir Anayasa” ve “yeni bir laiklik anlayışı”tartışmalarıyoğunluk kazanmıştır.

Başsavcılığım, Anayasamızıeleştirmek değil, uygulamaklagörevli olduğundan resmi bir belge olan “esas hakkında görüş”ümüzübildirirken, bu tartışmalara ilişkin şahsi görüşümü yazmayıuygungörmüyorum.

Anayasamızın 24/son maddesinde “Kimse, Devletin sosyal,ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa dinkurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuzsağlama amacıyla her ne surette olursa olsun, dini veya dinduygularınıyahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez veyakötüye kullanamaz.”

Anayasamızın açıkça yasakladığıeylemlere kayıtsız kalırsak,başka bir deyişle hukukçular olarak görevimizi yapmaz, Anayasamızıuygulamaktan vazgeçersek ne olur ? Hemen söyleyelim ki kamudüzenimiz bozulur. En azından bir karmaşa ortamına sürükleniriz.

Türkiye Cumhuriyeti, bunca düşmanına karşın bugüne kadarayakta kalabilmişse ve ulusumuzun çeşitli din ve mezheplerdenoluşan fertleri uyum içinde bir arada yaşayabilmişse, bunu;Cumhuriyetimizi kuran, gerçekçi vatansever insanlarımızın, sonrakiyönetici ve hukukçularımızın, tarihimizi, sosyal ve kültüreldurumumuzu, dinimizin özelliklerini de gözönünde tutarak hayatageçirdikleri laiklik anlayışına borçluyuz.

1118

Bugüne kadar ki tüm Anayasa Mahkemesi kararlarına dayansıyan bu laiklik anlayışını, Refah Partisinin kapatılmasıdavasınailişkin olarak düzenlediğimiz iddianame, esas hakkında görüş vesözlü açıklamamızda ayrıntılarıyla dile getirmiştik. Bu belgelerelinizde mevcut olduğundan, “aynen tekrarladığımızı” söylemekleyetiniyoruz.

Burada sadece, o belgelerde değinme olanağınıbulamadığımız, bizi daha gerçekçi yapacağına ve görüşufkumuzudaha da genişleteceğine inandığım bir söyleşiye, bir makaleye, bir“fıkıh yazarı”nın vurguladığıhususlara, son yıllarda Avrupa veAmerika’da laiklikle ilgili olarak verilen bazıkararlara ve uygulamalaradeğinmekle yetineceğim:

a- Gazeteci Sedat ERGİN, ilahiyat Profesörü Ethem RUHİFIĞLALI ile yaptığı söyleşiyi, 12.9.1999 tarihli HÜRRİYETGazetesinde söyle anlatıyor :

(Muğla Üniversitesi Rektörü Prof. FIĞLALI Türkiye veİslamiyet’e ilişkin farklılıklarıdikkate almayanlarıeleştiriyor:

“İslamiyet’te üç temel unsur vardır. Bunlar Kuran-ıKerim’de üçayrıgrupta toplayabileceğimiz inanç, ibadet ve muamelat dediğimizhüküm ayetleridir. Bunlardan inanç ve ibadet evrensel olarak birdeğişmezlik vasfıtaşırlar. Bu ilkeler İslamiyet’in ilk gününden itibarengeçerlidir, yarın da geçerli olacaktır.”

Prof. Fığlalı, üçüncü gurupta bulunan ve sayısını228 olarakverdiği hüküm ayetlerindeki farklılığa şöyle dikkat çekiyor:

“Bu ayetlerin çoğu bugün pozitif hukukun alanına girmektedir.Bunlar içinde ceza hukuku, miras hukuku, borçlar hukuku, devletlerhukukunu alakadar eden ayetler vardır. Bunların her biri İslam tarihiiçinde içtihadi ve yoruma dayalıayetler olmuştur. İçinde yaşanılanşartlara göre ve kamu yararı düşünülerek yenidenbiçimlendirilebilirler.”

Prof. Fığlalı’ya göre, buradaki en önemli sorun, İslamiyet’in ilkdönemlerinden itibaren bu ayetlerin de değiştirilemezliğine ilişkinyaygın bir karşıgörüşün varlığından kaynaklanıyor. Prof. Fığlalı,“Oysa değiştirilemezliğin ileri sürülmesi Kuran’ın mantığına vemesajına da aykırıdır” diye ekliyor ve şöyle devam ediyor:

1119

“Türkiye’deki grupların her biri çoğunlukla ahkam ayetlerinin deaynen uygulanmasınıistemektedirler. Bu isteklerini Kuran’ın ‘Allah’ınindirdiği ile hükmetmeyenler kafirdirler’ ayetine dayandırıyorlar. Buayeti esas almak suretiyle Kuran-ıKerim’deki her ayetin, hercümlenin, her hükmün mutlaka, bir değişikliğe uğratılmaksızınuygulanmasınıistemektedirler. Oysa laikliğin temel kuralıhukukundin kurallarına göre değil, insan aklına göre düzenlenmesidir. Çelişkiburadadır.”

Prof. Fığlalı, bir adım daha ileri gidiyor:

“Bu grupların çoğunluğu, kendi doğrularınıortaya koymayıbircihat gibi değerlendirip, kendi doğrularıdışındaki görüşlere hayathakkıtanımama eğilimindedir. Bu anlayıştan hareketle başkalarınınhaklarını kısıtlamayı, cihadın yani dinin bir gereği olarakgörmektedirler”diyor).

b- Değerli yazar Gündüz AKTAN, 17.7.1999 tarihli RADİKALGazetesindeki makalesinde:

(Sorun sanılandan büyük. Tarihte dine ilişkin sorunlar hepbüyük olmuşve bazen şiddetli çatışmaların da yer aldığıuzun tarihsüreçlerinde, o da kısmen, çözümlenebilmiş.

Türkiye çözmediği sorunlarıyla birlikte yaşayan bir ülke. Sorunçözmeyi sistem değişikliklerinin otomatik sonuçlarına bırakıyor.Demokrasi tüm şartlarıyla gelirse, insan haklarına saygıgösterilirseve ‘çağdaş’ çok kültürlülük benimsenirse, sorunların kendiliğindençözümleneceği sanılıyor. Bu yaklaşım bir tür sorumluluktan kaçmakdemek. Tersine, din sorununun halli, demokrasi ve insan haklarınınyerleşmesi açısından çok daha etkili olabilir.

Dev bir göçmen ülkesi olan Amerika bir yana bırakılırsa, derintoplumsal bölünme yaratan bir farklılaşmayı, çok kültürlülükçerçevesine sığdırabilen herhangi bir Batıülkesi yok. BatıAvrupatehlikeli bir ırkçılığa yol açmadan sayıca küçük yabancıgruplarıdahibünyesinde barındırmaktan aciz.

Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesinin 9. maddesi, din ve inançözgürlüğünün ‘ortaya konması’ (manifest) ile ilgili. Bir ülkede iki farklıtoplum kesimi oluşturacak şekilde din ve inançların ‘yaşanması’naimkan vermiyor. Kaldıki din ve inanç özgürlüğü adına, örneğin, kadın

1120

haklarının daraltılmasınıdemokrasi gereği olarak sunmak mümkündeğil) demektedir.

c- AKİT GAZETESİ, Fıkıh (İslam hukuku) yazarıolduğuiddiasıyla yazılar yazan Yusuf KERİMOĞLU. 1.4.1998 günü şöyleyazıyor:

(Isparta’dan Songül Akman/Mektubunuzda: “Ben IspartaMeslek Yüksek Okulu öğrencisiyim. Lise olarak İmam-Hatipçıkışlıyım. Biz İmam-Hatip okulunda iken hocalarımıza; Darü’l İslamve Darü’l Harp konusunu sorar, hepsinden farklıcevaplar alırdık!Hocalarımızın suallerden memnun olmadıklarınıhisseder ve muğlakcevaplar kalbimizi mutmain etmezdi. Şimdi Isparta’da “Türkiye’ninDarü’l İslam değil, Darü’i Harp olduğunu söyleyen bir grup Müslümanvardır. Bu konuya bir açıklık getirir misiniz? İkinci sualim masonluk ileilgilidir. Masonluk nasıl bir itikadısistemdir?” diyorsunuz.

CEVAP: İçinde yaşadığımız toplumda “Vatan” ve “Vatandaşlık”tabirlerini herkes bilir. Namaz kılan kimseler “Vatan-i Asli, Vatan-ıİkamet ve Vatan-ıSefer mefhumlarına yabancıdeğildirler. Ancak“Dar” mefhumunu unutmuşlardır. Halbuki bu mefhum, İslami siyasetve mücadele fıkhı açısından oldukça önemli bir kavramdır.Şemsu’leimme (İmamların güneşi) Serahsi, meseleyi açık olarakortaya koymuşve “Dar mefhumu; idare ve hakimiyete göre mahiyetkazanır. Müslümanların hakimiyeti altında olan ve İslam ahkamınıntatbik edildiği beldelere Darü’l İslam denilir” tarifini yapmıştır. Yinefakih İmam-ıKuhistani: “Darü’l İslam; mü’minlerin emirinin sultası(iktidarı) altında olan ve İslam ahkamının tatbik edildiği beldedir.Darü’l Harp ise; kafirlerin reisinin idaresi altında olan ve küfürahkamının icra (tatbik) edildiği yerdir” diyerek, iktidarın önemiüzerinde durmuştur. İmam-ıKasani, “Bir dar’ın (ülkenin) İslam’a veyaküfre nisbet edilmesinden maksad; bizzat İslam ve küfrün kendisideğildir. Maksat emniyet ve korkudur. Eğer bir beldede emniyet vehakimiyet Müslümanlara, korku da aynışekilde kafirlere ait ise orası,“Darü’l İslam’dır. Ancak emniyet ve hakimiyet kafirlere, korku daMüslümanlara ait ise orasıDarü’l Harptir. Zira ahkamın tatbiki,emniyet ve korku ile ilgilidir” şeklinde izah etmiştir. Hanefi fükahası,bu tarifler üzerinde kesinlikle ittifak etmiştir. Tek bir ihtilaf dahigösterilemez. “Dar” mefhumunun nüfus oranlarıile bir ilgisi yoktur.Nitekim Molla Husrev: “İçerisinde küfür ahkamının tatbik edildiğiDarü’l Harb olan bir belde, İslam ahkamının tatbik edilmesi ile birlikteDarü’l İslam’a dönüşür. Her ne kadar o beldede mukim olan kafirler,orada ikamete devam etseler de, o belde Darü’l İslam’a bitişik olmasa

1121

da durum aynıdır” hükmünü beyan etmiştir. Fukaha arasında “Darü’lİslam olan bir belde, hangi şartlarda Darü’l Harb’e dönüşür” sualinecevap verirken, farklıiçtihadlar gündeme girmiştir. İmam-ıAzam EbuHanife (ra)’ya göre üç şartın tahakkuk etmesi gerekir. İmameynkavline göre ise: “Darü’l İslam olan bir belde, küfür ahkamının icraedilmesi ile birlikte, Darü’l Harb haline gelir. Kıyas budur”. TürkiyeCumhuriyeti’nin siyasi rejimi; laikliği esas almışve İslam şeriatınıreddetmiştir. Müslümanların, cemaat haline gelmelerine dahimüsaade edilmemiştir. Ukubat, muamelat ve sair hükümlerin tatbikide yasaklanmıştır. Meselenin özü budur).

Laik eğitim veren okullarda tek tip insan yetiştiği görülmemiştirama, dini eğitim veren okullar için aynışeyi söylemek mümkün değil.Türkiye Cumhuriyeti Eğitim Birliği (Tevhidi Tedrisat) Kanununuuygulamaktan hiçbir zaman vazgeçmemelidir.

d- 7.1.1999 tarihli Milliyet Gazetesi şöyle bir havadise yer verdi:

(FRANSA’nın batısında yer alan Normandiya bölgesindekiFlers kentindeki bir lisenin öğretmenleri, Esmanur adındaki bir Türköğrencinin sınıfa türbanla gelmesini protesto etmek için yarın grevegidiyor.

800 öğrencinin okuduğu Jean Monnet kolejinde görev yapan 70öğretmenin büyük bölümü, önceki gün bir oylama yaptılar. Oylamasonucu, Fransız eğitim yasalarına ve laikliğe karşı olduğugerekçesiyle Türk öğrencinin türbanla okula gelmesini protesto içingrev kararıalındı. Kısa süre önce bu okula kayıt yaptıran 12yaşındaki Türk öğrenci Esmanur’un, Eylül ayında, kentteki diğer 2liseden de öğretmenlerin protestoları üzerine uzaklaştırıldığıbelirtildi).

e- Türkiye Barolar Birliği Dergisi (1997/3-4) ve Manisa BarosuDergisinde yayınlanan İsviçre Yüksek Mahkemesinin 12.11.1997sayılıkararının içeriği aşağıda yazılıolduğu şekildedir:

(İsviçre Yüksek Mahkemesi (Federal Mahkeme), “Devletindinsel tarafsızlığına (laikliğine) ve dinsel barışıkoruma işlevine“öncelik” tanıyarak, bir Müslüman bayan öğretmenin, sınıfta, başına“Türban” takarak girmesini yasaklayan, idari makam kararınıonayladı. Federal Mahkeme, bu kararıalırken, tarafların yararlarınıtüm yönleri ile karşılaştırarak, dava konusu olayda, inançözgürlüğünün ihlal olunduğu savınıreddetti.

1122

Cenevre Kanton Hükümeti, 16 Ekim 1996 tarihli kararıile,Kantonal Eğitim Müdürlüğünün, Müslüman bir bayan öğretmenin,derslere, İslam dini geleneğine uyarak, başına türban takıp girmesiniyasaklamıştı, Bu karar üzerine, bayan öğretmen, Lozan’daki YüksekMahkeme’ye (Federal Mahkeme) başvurarak, karara itiraz etmişti.Bayan öğretmen, verdiği temyiz dilekçesinde “bol elbise” (ferace)giymesinin ve başına “türban” takmasının, dinsel simge olmadığını,tersine, Batı Ülkelerindeki çağdaş giysilere uygun düştüğünüsavlamıştı. Buna karşılık, Yüksek Mahkeme ise, bayan öğretmeninestetik bir nedenle değil, aksine, dinsel zorunluluk olduğuna inandığıiçin böyle giyinerek, bu tür giysinin “kuvvetli bir dinsel simge” (unsymbole religieux fort) oluşturduğuna karar verdi.

Oy Birliği ile Alınan Karar

İsviçre Yüksek Mahkemesi II. Kamu Hukuku Dairesi’ninkararında kişilerin “din ve vicdan özgürlüğü”nün, İsviçre FederalAnayasası’nın 49. maddesi ve “Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesinin9 uncu maddesi ile güvence altına alınmışolduğunu açıklamıştır. Herne kadar, ilgili yönünden, kendi giysileri ile açığa vurulan dinselkimliği büyük bir önem taşımakta ise de, belli koşullarda bu türgiysilerin yasaklanması, “inanç özgürlüğü”nün özüne tecavüzsayılamaz. Çünkü, idari merci tarafından yapılan bu yasaklamada,“önemli derecede kamu yararı”nın varlığısöz konusudur. YüksekMahkeme, dava konusu olayda, bütün bu olasılıkların gerçekleştiğikanısına varmış ve bayan öğretmenin itirazını oybirliği ilereddetmiştir.

Yüksek Mahkeme kararına göre, “Kanton EğitimMüdürlüğü”nün, kişilerin inanç özgürlüklerine müdahalesi, dinselyönden yansız (nötr) bir öğrenim yapılmasınıgüvence altına almaamacına yönelik olduğundan, onaylanır bir davranıştır. Bu davranış,aynızamanda, “Devlet ve Kilise Ayrılığı”nı(Laiklik) açıkça hükmebağlayan Kanton Anayasası’na uygunluğun da gereğidir. Bütün buaçıklamalar, öğretim personeline getirilen “dinsel simgeli giysilerlederslere girme yasağı”nın, İsviçre Federal Anayasasıile doğrudan birilişkisi bulunmadığısavınıhavada bırakmaktadır. Kaldıki, FederalAnayasa dahi, resmi okullarda dinsel yönden yansız (nötr) biröğrenim yapılmasınıemretmektedir. (Anay. Mad. 27-3). Son olarak.Yüksek Mahkeme, idari merciin, Müslüman bayan öğretmenin,derslere İslami giysilerle (bol elbise/ferace ve türban) girmesininyasaklanmasında, “önemli derecede kamu yararı bulunduğu”yolundaki görüşünü de onaylamıştır. Zira bu konuda, sadece

1123

çocukların ve ana-babalarının dinsel etkilemelere karşıkorunmasıdeğil, fakat aynızamanda giderek daha da frajil (kırılgan) hale gelmeeğilimi gösteren “dinsel barış”ın korunmasıda söz konusudur.

Tarafların yararlarıinceden inceye karşılaştırıldı.

Yüksek Mahkeme, karar aşamasında, tarafların karşılıklıyararlarını inceden inceye karşılaştırmıştır. Bu karşılaştırmayıyaparken, bayan öğretmenin, dinsel inançlarının gereğini yerinegetirememe veyahutta işinden olma gibi ağır bir seçenekle karşıkarşıya geldiğini de göz önünde tutmuştur. Ancak, öğretmenin, okulotoritesini temsil etmekle yükümlü bir görevli olarak, dinsel açıdanyansız (nötr) öğrenim sağlanmasına aktif katkıda bulunmazorunluluğu ağır basmıştır, öğretmen, çeşitli dinsel inançlıçocuklarıninançlarına saygılıolmak ve de kendi dinsel görüşünü sergilemektenkaçınmak zorundadır.

Bu arada Yüksek Mahkeme daha önce aldığıbir başka kararada atıfta bulunmuştur. Buna göre, sınıflarda, Hz. İsa’nın çarmıhagerilisini simgeleyen heykelciliğin (Kruzifix) bulundurulmasının dinselyansızlıkla (nötralite) bağdaşmadığınıkararlaştırmıştır (Kar. No.116/a 252). Buradan, örnekleme ile, öğretmenin, sınıfa, dinselgiysilerle girmesinin, onaylanmayacağıvurgulanmıştır. Öte yandan,öğretmenin bu davranışının Federal Anayasada güvence altınaalınan “kadın-erkek eşitliği”ne aykırıolduğuna deyinilmiştir).

e- Amerika’dan bir örnek:

Daha çok Minesota eyaletinde yasayan bir özel tarikatınmensuplarının dini inancıparlak renkleri yasaklamaktadır. O yüzdençoğu çiftçilikle uğraşan tarikat mensuplarımat renkli giysileri, gri,siyah gibi elbiseleri tercih etmektedir. Eyalet Motorlu Araçlar Kanunu,traktör gibi, biçerdöver gibi özel amaçlıaraçların trafikte dolaşırkenparlak kavuniçi renkli bir özel işaret taşımaları gerektiğiniemretmektedir. Tarikat mensuplarıbu işareti traktörlerine takmayıreddederler. Konu Yüksek Mahkeme’ye kadar gelir. Mahkeme‘kamusal alanda dinsel özgürlüklerin sınırsız olmadığına, aksinesınırlanabileceğine’ karar verir (İsmet BERKAN, Kamusal AlandaDinsel Özgürlükler, Radikal Gazetesi, 2.5.1998).

f- Şu sıralar Amerika’da ilgiyle izlenen laiklik davalarındanbirkaç örnek vermek istiyorum. İlk örnek, Republic adlıbir Missourikasabasından. Bu kasabanın kent armasının üzerinde bulunan balık

1124

resminin kaldırılmasıiçin dava açılmış. Çünkü bu balığın Romaİmparatorluğu zamanında yaşamışilk Hıristiyanlarca kullanıldığıönesürülmüş. Böyle bir simgenin kullanılması, anayasanın din ile devletişlerinin kesin olarak ayrılmasınıemreden maddesini ihlal ediyormuş.Kısacası, Amerika’da kent armalarına kilise, havra, cami, haç, ay yada başka bir dinsel sembolün konmasılaikliğe aykırısayılıyor.

Daha ötesi de var. İndiana’nın Elkhart kentinde de, kamuya aitbir parkın ortasındaki Hazreti Musa’nın 10 Emri anıtının kaldırılmasıistenmiş. Wisconsin’de ise bir parka konmuşolan Hazreti İsa heykelidava konusu olmuş. Kent yönetimi parkın girişine ‘Burada Hazretiİsa’nın heykelinin olmasıHıristiyanlığısavunduğumuz anlamınagelmiyor1 diye bir levha koymuşama, dava devam ediyor. Dikkatedilsin: Buralarda karşıçıkılan Hazreti Musa’nın emirleri ya daHazreti İsa’nın kendisi değil, bu dinsel sembollerin kamuya aityerlerde bulunması(HALUK ŞAHİN, Amerika Laikliğin neresinde?,Radikal Gazetesi, 4.7.1998).

g- Oregon kararı, Amerikan yerlilerinin dinsel törenlerinde,“peyote” kaktüsünün uyuşturucu özünün kullanılışına ilişkindi. Yerliibadetindeki bu uygulama, eyaletin “narkotik” yasalarına aykırıbulununca Yüksek Mahkeme’ye başvuran davacılar, dinselkısıtlamalarıyeni ve daha esnek bir koşula bağlayan, şu karar ilekarşılaştılar:

“Bir eyaletin yasaları, özgürlükleri sınırlasa bile, dinsel inancıdeğil, dinsel uygulamalarıilgilendirdiği sürece Anayasa’nın birincimaddesi’nin ihlaline yol açmaz.” Böylece “dinsel uygulama - dinselinanç”ayrımıkıstas oldu.

Oregon kararınıemsal alan ilk adımı, Mesleki Güvenlik veSağlık İdaresi (OSHA) attı. Dinleri gereği türban takan Sihler,1975’ten itibaren inşaat vb. yerlerde baret giyme mecburiyetindenmuaftılar; OSHA Kasım 1990’da bu muafiyeti kaldırdı.

Aynı gerekçe ile, izleyen yıllarda Yahudilere otopsiuygulanmaması, cezaevlerindeki Müslümanlar’a domuz etiyedirilmemesi, Amişdinindekilerin üniforma giymemesi gibi taleplerde reddedildi.

“Uygulama - İnanç” ayrımına karşıyasal mücadele kongre deiki yıl sürdü. 1993’te geçen Dinsel Özgürlüklerin Restorasyonu

1125

Yasası (RFRA). Anayasa’nın Birinci Maddesi’ne dayanarak,eyaletlerin dinsel haklarıkısıtlama yetkisini ortadan kaldırdı.

-Haziran 1997’deki Yüksek Mahkeme kararı ise bu kez.RFRA’yıiptal etti. Gerekçe. Anayasa’daki dinsel özgürlük tanımınınyorumunu Kongre’nin değil, ancak bağımsız yargının yapabileceğiydi.

Karara Texas’taki bir olay yol açtı. Boerne kentinde kiliseyaptırmak isteyen San Antonio Katolik Başpiskoposu, eyaletyetkililerinin söz konusu araziyi “tarihi koruma alanı” göstererek,inşaat izni vermemesine karşıçıktı. Ancak Mahkeme, “dinseluygulamayı yasanın üstünde tutan” RFRA’nın, “anayasa dışı”olduğuna karar verdi; Yüksek Mahkeme de bunu teyid etti (YaseminÇONGAR, Dinsel Haklar ve Devlet, Milliyet Gazetesi, 20.4.1998).

SONUÇ: İddianamemiz, 4.6.1999 tarihli yazımızlaMahkemenize sunduğumuz ek deliller, esas hakkında görüşümüzbirlikte değerlendirilerek:

1- 12.8.1999 tarihinde kabul edilen 4445 sayılıYasanın 18 ncimaddesiyle 2820 sayılı Siyasî Partiler Kanununun 103 ncümaddesine eklenen ikinci fıkranın Anayasamıza aykırıolduğundanİPTALİNE,

2- FAZİLET PARTİSİNİN TEMELLİKAPATILMASINA,

Karar verilmesi gerektiği görüşünde olduğumuzu bilgilerinizearz ederim.

V- SON SAVUNMA

DavalıParti’nin yazılıolarak verdiği 12.11.1999 günlü sonsavunmasışöyledir:

A- GENEL OLARAK

Son Savunmamıza başlarken, sayın Yargıtay CumhuriyetBaşsavcısı’nın “Esas Hakkında Görüş”ü ile ilgili bazıgözlemlerimiziifade etmek isteriz. “Esas Hakkında Görüş” birkaç özelliğiyle dikkatçekmektedir. Bunlardan birincisi, sayın Başsavcı’nın genel olarakhukuk meselelerine ve özel olarak da bu davaya bakışına hakim olanyaklaşımının niteliğiyle ilgilidir. Maalesef belirtmeliyiz ki, bu yaklaşıminsan haklarına dayanan demokratik hukuk devleti anlayışıyla pek

1126

bağdaşır görünmemektedir. O kadar ki, bu “Görüş”, hakkaniyet veadalet güdülerinin yönlendirdiği bir hukuk adamının değil de,neredeyse, ana ilgisi “düzen ve disiplin” olan herhangi bir kamugörevlisinin kaleminden çıkmışolduğu izlenimi doğurmaktadır. Budurum, kanaatimizce, “Esas Hakkında Görüş”ün bu davayla ilgisibakımından hukuki değerini azaltmaktadır. Esasen, aşağıdaaçıklayacağımız üzere, “Esas Hakkında Görüş”te bu davanınkonusuyla doğrudan doğruya ilgili olan hukuki sorun hakkında hemenhemen hiç bir argüman yer almamaktadır.

“Esas Hakkında Görüş”ün ikinci özelliği, sayın Başsavcı’nın budavayıgörevi gereği yürüttüğü kamusal bir mesele olmaktan çıkarıpkişiselleştirmiş ve adeta kendisinin şahsi bir meselesi halinedönüştürmüşolmasıdır. Bu nedenle, sayın BaşsavcıFazilet Partisihakkında kimi zaman açık kimi zaman imalıolarak insaf ölçülerinesığmayan iddialarda bulunmaktadır. Bu durumun, işbu kapatmadavasının medya önünde gösterişli bir biçimde açıklanmasından,“Esas Hakkında Görüş”ün kitap haline getirilip dağıtılmasına ve bu“Görüş”te hakim olan üsluba kadar birçok emaresi var. Bu da, sayınBaşsavcı’nın partimize karşıyönelttiği iddiaların hukuki güvenilirliğiniazaltan başka bir noktadır.

Bu nedenlerle olmalıki, “Esas Hakkında Görüş”te, sayınBaşsavcı’ iddianamede daha önce ileri sürmüş olduğu ve ÖnSavunmamızda hepsini ayrıntılıolarak karşıladığımız iddialarınıispatlamaya veya desteklemeye yönelik kanıt ve argümanlara hemenhemen hiç yer vermemiştir. Buna karşılık, sayın Başsavcıbu davanınkonusuyla doğrudan doğruya ilgili olmayan kimi görüşleri uzunuzadıya aktarmakla yetinmiş ve kendi görüşlerine katılmayanlarhakkında hoşolmayan sıfatlarısert bir üslupla kullanmayıtercihetmiş, bu arada partimizi haksız yere zan altında bırakacak mahiyetteimalıaçıklamalarda bulunmaktan da çekinmemiştir. Ayrıca, “EsasHakkında Görüş”te yer verilen kimi teorik bilgiler eksik ve yanıltıcıdır.

İşbu Son Savunmamızda, sayın Başsavcının dile getirdiğihususlar tek tek ele alıp incelediğimizde partimiz hakkındaki gerçekdurum daha iyi anlaşılacak ve meselenin hukuki yönü aydınlığakavuşacaktır.

B- ANAYASA’YA AYKIRILIK İTİRAZI

Sayın Cumhuriyet Başsavcısı, “Esas Hakkında Görüş”ünde,Siyasi Partiler Kanunu’nun 103. maddesinin ikinci fıkrasınıyeniden

1127

düzenleyen 12.8.1999 tarih ve 4445 sayılıKanun’un 18. maddesininAnayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkememiztarafından iptal edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Sayın Başsavcı’yagöre, TBMM yaptığıbu yeni düzenlemeyle Anayasa Mahkemesi’nin9.1.1998 gün ve 2/1 sayılıiptal kararınıetkisizleştirmeye yönelmiştir.Bu görüşün dayandığımuhakeme tarzışöyle özetlenebilir: AnayasaMahkememiz söz konusu kararıyla, Siyasi Partiler Kanunu’nun,üyelerinin işledikleri yasak fiillerin “mihrak”ıhaline gelmeleri nedeniylekapatılmaları için, siyasi partilerin bu tür eylemlerin mihrakıolduklarının 101. maddenin (d) bendinde gösterilen usule görebelirleneceğini öngören 103. maddesinin ikinci fıkrasınıiptal etmiştir,iptal gerekçesi, Türk Ceza Kanunu’nun 163. maddesinin kaldırılmasıparti üyelerinin parti yasaklarına aykırıfiillerini suç olmaktan çıkardığıiçin, 103. maddenin ikinci fıkrasında gönderme yapılan ve artıkuygulanma olanağıkalmayan usulün Anayasa’nın 69. maddesinin 6.fıkrasının da uygulanmasınıolanaksız hale getirdiği, bu nedenle deAnayasaya aykırı olduğu düşüncesidir. Oysa, Siyasi PartilerKanunu’nun 103. maddesine 4445 sayılıKanunla eklenen ikinci fıkra,Anayasaya aykırıolan eski durumu iade etmektedir.

Kanaatimizce, sayın Başsavcı’nın Siyasi Partiler Kanunu’nun103. maddesinin yeni ikinci fıkrasının Anayasaya aykırıolduğu iddiasıbütünüyle dayanaksızdır. Çünkü, bu hükmün iptal edilen hükümleherhangi bir benzerliği bulunmamaktadır. Tam tersine bu yenidüzenleme hem Anayasanın 69. maddesinin altıncı fıkrasınıuygulanabilir hale getiren bir nitelik taşımaktadır, hem de AnayasaMahkememizin Refah Partisi davasındaki “odak” kavramıyla ilgiliiçtihadına uygundur. Yeni düzenleme eskisinden tamamen farklıolup,Anayasa’nın 69. maddesinin altıncıfıkrasının Öngördüğü “odak”kavramınıdiğer düzenlemelerden bağımsız olarak uygulanabilir birtanıma kavuşturmaktadır. Yeni 103/2 bu haliyle Anayasa’nın 69.maddesinin altıncıfıkrasının öngördüğü düzenlemeyi yapmakta,böylelikle Anayasal bir buyruğu yerine getirmektedir. Budüzenlemenin Anayasa Mahkememizin işaret edilen iptal kararınıngerekçesiyle çelişkili olduğu da söylenemez.

Nitekim, Anayasa’nın 69. maddesinin altıncı fıkrası yasakoyucuyu ilgilendiren başlıca iki uyruk içermektedir. (1) PartilerAnayasada (ve Siyasi Partiler Kanunu’nda) belirtilen yasak fiillerin“odağı” haline gelince kapatılırlar. (2) Bir partinin bu türden eylemlerinodağıhaline geldiği Anayasa Mahkemesi’nce tespit edilir. Bu durumagöre, yasa koyucunun söz konusu Anayasa hükmüne ilişkin olarakyapacağıbir düzenlemenin bu hükme aykırıolmasıiçin ( l ) “Odak”

1128

olmayıkapatma nedeni olmaktan çıkaran bir düzenleme yapmasıve/veya (2) Anayasa Mahkemesi’nin, bir siyasi partinin yasakeylemlerin odağıhaline geldiğini “tespit” yetkisini kaldırmasıgerekir.Bu iki nokta dışında kalan hususlarda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nindüzenleme serbestisine sahip olduğunda demokratik teori ve hukuktekniği bakımından şüphe yoktur. Dahası, odak kavramının yargısalolarak uygulanabilirliğini sağlamak üzere düzenleme yapmasıTBMM’nin anayasal bir ödevidir.

Bu çerçevede Anayasa’nın zikretmekle yetindiği “odak”kavramının ne anlama geldiğini ve hangi unsurlardan oluştuğunuyasayla düzenlemeye TBMM hem yetkili hem de ödevlidir. Bunedenle, TBMM 4445 sayılıKanun’un 18. maddesini koymakla açıkbir anayasal buyruğu yerine getirmişolmaktadır. Mamafih, TBMM’ninbu konudaki düzenleme yetkisinin elbette bir sınırı vardır.Kanaatimizce, bu sınır, “odak” kavramını kelimenin semantikanlamına uygun olarak tanımlamak olarak özetlenebilir. Daha açık biranlatımla, yasa koyucu “odak” kavramını sadece isim olarakmuhafaza edip, içeriğini tümüyle boşaltmaya ve kavramla mantıkenilgisi bulunmayan unsurlara dayalıbir tanım yapmaya yetkili değildir.Oysa, anayasaya aykırı olduğu iddia edilen Siyasi PartilerKanunu’nun 103. maddesinin yeni 2. fıkrasıhükmüne baktığımızda,bunun belirtilen açıdan son derece makul bir düzenleme getirmişolduğu ve “odak” kavramının tanımıve unsurlarıbakımından işaretedilen sınırların kesinlikle aşılmadığıgörülmektedir.

Öte yandan, bu düzenleme Anayasa Mahkememizin içtihadınada uygundur. Nitekim, yüksek Mahkeme, 16.1.1998 gün ve E.1997/1ve K. 1998/1 sayılıkararında, ‘“odak olma’ durumunun oluşmasıiçingerekli olan yasak eylemlerdeki nitelik ve nicelik ile bunlarıntekrarındaki kararlılık gibi öğelerin varlığı“nıgerekli görmüştür(AMKD, Sayı34, C. 2, s. 1019. vurgu bizim). Bu tanım, özünde, 4445sayılıKanun’un 18. maddesiyle getirilen düzenlemeyle uyumludur. Buhususta TBMM’nin Anayasa Mahkemesi’nin belirttiğinden farklıolarakyaptığı, özüne sadık kalarak bu tanımıayrıntılandırmaktan ibarettir.Konuya bu açıdan bakıldığında, TBMM yaptığıyeni düzenlemeyle,sayın Başsavcı’nın iddia ettiğinin tersine, Anayasa Mahkememizinkararınıetkisizleştirmeye çalışmamış, aksine onun gereğini yerinegetirmişolduğu kolaylıkla görülebilir.

İkinci olarak, Siyasi Partiler Kanunu’nda yapılan bu değişikliğin,Anayasa Mahkememizin Anayasa’nın 69. maddesinin altıncıfıkrasında belirtilen “tespit” yetkisine bir müdahale teşkil ettiği de

1129

söylenemez. Çünkü, Anayasa’nın 69. maddesinin altıncıfıkrasındaki“tespit etme” ibaresi kural koyma anlamında değildir; bununlakastedilen, yürürlükteki normlar çerçevesinde kanıtlarıdeğerlendirmeve iddia edilen durumun maddi olarak gerçekleşmişolup olmadığınıbelirlemedir. Anayasa Mahkemesi’nin bu konudaki takdir yetkisinin,yasal bir normun bulunmamasıveya iptal edilmesi halinde (RefahPartisi davasında olduğu gibi) doğrudan doğruya Anayasayıuygulamasıile, yasal düzenlemenin varlığıhalinde farklıolacağıtabiidir. Bu konuda yasal düzenleme yapılmış olmasıAnayasaMahkememizin takdir yetkisine müdahale ile ilgili olmayıp, kuvvetlerayrılığının doğal bir sonucudur. Esasen, TBMM bu konuyu ilk defadüzenliyor da değildir; bu konuda yeni bir düzenleme yapılmasınınnedeni, daha önceki hükmün Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmişolmasıdır. Bu iptal kararıTBMM’ne konuyu yeniden düzenlemesorumluluğunu yüklemiştir.

Hukuki durum bu merkezde iken, sayın Başsavcı’nınAnayasaya aykırılık itirazında bulunmasının, hukuki görüşve içtihatfarklılığından başka bir nedeni olmalıdır. Kanatimizce, bu neden,sayın Başsavcı’nın kişiliğiyle ilgilidir. Bu konuda sayın Başsavcıyı-veonun kimi referanslarını- rahatsız eden nokta, satır aralardankolaylıkla anlaşılacağıgibi, “odak” kavramına açık bir tanım getirilmişolmasıdolayısıyla, bu nedene dayalıparti kapatmanın zorlaşmışolduğuna ilişkin düşüncesidir. Sayın Başsavcı’nın gönlünün, kendigörüşünce “uygunsuz”, “zararlı”, “tehlikeli” olan partilerin kolaycakapatılmasından yana olduğu gerek dava açan iddianamesindengerekse “Esas Hakkında Görüş’ünden zaten anlaşılmaktadır. Ne varki, bu anlayışın siyasi partileri demokratik siyasi hayatın vazgeçilmezunsurlarıolarak gören düşünceyle uyuşmadığıaşikardır.

Sayın Başsavcının bu konudaki yaklaşımıAnayasa’nın ruhuylada bağdaşmazlık içindedir. Çünkü, bir siyasi partinin parti yasaklarınaaykırı fiillerden dolayı kapatılmasını zorlaştıran, Siyasi PartilerKanunu’ndan önce, Anayasa’nın kendisidir. Anayasa’nın kapatılmayı“odak olma” şartına bağlamışolmasıbunun en belirgin kanıtıdır.Çünkü, “odaklaşma” zaten gerçekleşmesi zor olan bir durumdur. Buterimin anayasa koyucununun bilinçli bir seçimi olduğuanlaşılmaktadır. Aksi halde Anayasa “ilgili olma”, “bulaşma”,“karışma”, “sempati besleme”, “yakınlık duyma”, “destek verme” gibiibareler kullanırdı. Bu demektir ki, Anayasanın kendisi bir siyasipartinin kapatılmasıiçin onun yasak fiillerle herhangi bir bağlantısınıveya böyle bir izlenimi yeterli görmemekte, onun bu fiillerin “odağıhaline gelmesi”ni şart koşmaktadır. “Odak” kelimesinin “haline gelme”

1130

ibaresiyle bir arada bulunmasıda anlamlıdır. Bu anlatım biçimi, yasakfiillerle arızi bir ilişki veya bağlantıdurumundan farklıolarak, kararlılıkgösteren bir sürecin göz önünde bulundurulduğunu göstermektedir.Yani, olaylar o şekilde akıp gidecektir ki, bu akışbir bütün olaraknazara alındığında bir yoğunlaşmayı, merkez oluşturmayı,odaklaşmayıteşhis edebilelim. Kanun’un yeni 103/2 hükmü, bubakımdan da isabetli bir düzenleme getirmiştir.

Öte yandan, 2820 Sayılısiyasi Partiler Kanunu’nda yapılandeğişiklikler TBMM’de oluşan güçlü bir uzlaşma ile gerçekleştirilmiştir.Mecliste temsil edilen tüm siyasi partiler bu değişiklikleribenimsemiştir. Aslında 103. maddede yapılan değişiklik iki yıllık birgeçmişe sahiptir. TBMM 1995 Anayasa Değişikliği’nden sonra SiyasiPartiler Kanunu’nunun yeni anayasal çerçeveye uyum sağlamasıamacıyla, 1997 yılında bu kanun üzerinde çalışmıştı. 31.7.1997 tarihliPartiler ArasıUyum Komisyonu’nda, DSP Zonguldak milletvekilisayın Prof. Dr. Mümtaz Soysal, 1995 Anayasa Değişikliği’nden sonraodak kavramının yasada tanımlanmasıgerektiği üzerinde durarak şukonuşmayıyapmıştı:

“... (B)en şöyle bir şey öneriyorum. 69 uncu maddenin buodaktan söz eden altıncıfıkrayıbaşlangıç olarak alıp, yani onu tekrarederek “bir siyasi partinin 68 inci maddenin dördüncü fıkrasıhükümlerine aykırıeylemlerinden ötürü kapatılmasına; ancak, bunitelikteki fiillerin o partinin üyelerince” ondan sonra tanıma geçelim,“yoğun bir şekilde işlenmişolduğunun ve bu fiillerin yoğun olarakişlenmesinin o partinin merkez karar ve yönetim kurulu veya TürkiyeBüyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu yahut bu grubun yönetimkurulunca zımnen veya sarahaten benimsendiğinin sübuta ermesiylebu partinin söz konusu nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak halinegeldiğinin Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi halinde kararverilir.”

Uyum Komisyonu’nda ittifak sağlanamamasıüzerine, TBMM,20. Dönemde 2/932 sıra sayısıyla işlem gören “Siyasi PartilerKanununda Değişiklik Yapılmasına ilişkin Kanun Teklifi’nin 18.maddesine, sayın Soysal’ın bu önerisi eklenmemiştir. Daha sonra buteklif sonuçlandırılamamışve hükümsüz kalmıştır.

Aynıteklif, 30.7.1999 tarihinde Doğru Yol Partisi AmasyaMilletvekili Ahmet İyimaya tarafından İçtüzük’ün 77/1. hükmüçerçevesinde yemden TBMM’ye sunulmuştur, (böylece teklif bir kezdaha Meclis gündemine girmiştir. Bu kez 18. madde üzerinde, iki yıl

1131

önce sayın Soysal’ın geliştirdiği öneri doğrultusunda Mecliste bulunantüm partiler uzlaşmışlardır (EK-2). Üzerinde uzlaşılan bu metin sayınSoysal’ın hazırladığı öneriyle esas itibariyle aynıdır. AnayasaKomisyonu Başkanlığına sunulan bu uzlaşımetni aynen şöyledir:

“Bir siyasi parti, birinci fıkrada yazılıfiiller o partinin üyelerinceyoğun bir şekilde işlendiği ve bu durum o partinin büyük kongre,merkez karar ve yönetim kurulu veya Türkiye Büyük MilletMeclisi’ndeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnenveya açıkça benimsendiği yahut bu fiiller doğrudan doğruya anılanparti organlarınca kararlılık içinde işlendiği takdirde söz konusufiillerin odağıhaline gelmişsayılır.”

Bu metin, Anayasa Komisyonunda aynen benimsenmiş veMeclis Genel Kurulu’na sunulmuştur. Anayasa Komisyonu E. 2/258,K. 9 nolu raporunda, önerge ile, belirsiz bir hukuk kavramıolanodağın semantik yapısına uygun olarak “kararlılık” ve “yoğunluk”kriterlerinin getirildiğini vurgulamıştır. Teklif, Meclis Genel Kurulutarafından aynen kabul edilerek yasalaşmıştır.

Görüldüğü gibi, Siyasi Partiler Kanunu’nun 103. maddesindedeğişiklik yapan 4445 SayılıYasa’nın 18. maddesi hükmü, AnayasaMahkemesinin 9.1.1998 gün ve E. 1998/2, K. 1998/1 sayılıkararından çok daha önce sayın Mümtaz Soysal tarafından önerihaline getirilmiş, 20. Dönem boyunca yasalaşamayan bu teklif, 1999yılında sayın Ahmet İyimaya tarafından yeniden canlandırılmışve bukez yasa olarak kabul edilmiştir.

C- İDDİALARIN KARŞILANMASI

1. Terörizmin Önlenmesi ve İnsan Hakları

Sayın Cumhuriyet Başsavcısının “Esas Hakkında Görüş”ü,yukarıda işaret ettiğimiz gibi, büyük kısmıitibariyle bu davanın“esası”yla ilgili değildir. Bu ilgisiz kısımlardan birini de terörünönlenmesiyle ilgili olarak çeşitli demokratik ülkelerdeki durumuaçıklayan bölümler oluşturmaktadır. Bu kesimde sayın Başsavcınınileri sürdüğü temel argümanlardan biri, günümüzde insan haklarıihlallerinin “devletler ve devlet görevlileri tarafından değil, teröristörgütler tarafından yapılmakta” olduğu, bundan dolayıda terörizmiönlemek için insan haklarının daha fazla kısıtlanmasının kaçınılmazolduğu görüşüdür. Sayın Başsavcıaynıakıl yürütme biçimini “mafya”ile mücadele bakımından da ileri sürmüştür. “Esas Hakkında

1132

Görüş”ün 14-32. sayfalarıtamamen bu temel iddiayıkanıtlamaküzere serdedilmişakıl yürütmeler ve çeşitli ülkelerden devşirilmişörneklerle doludur. Bu kesimde dile getirilen düşünceler ve işaretedilen yabancıülkelere ilişkin yasal düzenlemeler hakkında fikiryürütmek mümkün olmakla beraber, bu dava bakımından FaziletPartisi olarak bizim bunlara cevap vermemizi gerektiren bir durumyoktur.

Çünkü, açıkça bellidir ki, bu davanın terörizmle veya mafyaylamücadele meselesiyle uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. YüksekMahkemenin önündeki dava, Türkiye’de “demokratik siyasi hayatınvazgeçilmez unsurlarından biri olan Fazilet Partisi’nin, kapatılmasınıgerektirecek şekilde, ilgili Anayasal ve yasal normlarıihlal edipetmediği hakkındadır. Keza, terörizmle ve mafyayla mücadeleyeilişkin kısıtlayıcıtedbirlerin analoji yoluyla partimize -ve tabii hiç birmeşru partiye- uygulanmasıda düşünülemez. Esasen, meşru olarakkurulmuşve barışçıbir biçimde faaliyet gösteren bir siyasi partininhukuki akıbeti konusunun “terörizmle mücadele” meselesiyle birliktedüşünülmesi bir demokraside akıl alacak iş değildir. SayınBaşsavcı’nın bu yaklaşımı, Ön Savunmamızda da işaret ettiğimizüzere, kendisinin “demokratik siyaset”ten pek hazzetmediğinin tipikbir göstergesidir. Ama her halükarda, Fazilet Partisi’nin kapatılmasıveya kapatılmamasımeselesinin bu tartışmanın tamamen dışındaolduğu şüphesizdir.

2. Militan Demokrasi ve Siyasi Partiler

Sayın Başsavcı’nın bu davanın konusuyla doğrudan doğruyailgili olmayan başka bir argümanı, demokrasilerin “militan” karakterdeolmalarının zorunluluğu düşüncesidir. Bu görüşün doğal bir sonucu,siyasi parti kapatma müessesesinin varlığının meşru görülmesidir. Buçerçevede, “Esas Hakkında Görüş”te, çeşitli Batılıülkelerden örneklergetirilerek, “düzen dışı”, “marjinal”, “rejimi yıkma amacıgüden”,“Cumhuriyetin varlığınıtehlikeye düşürmeye yönelen” siyasi partilerinkapatılmasının zorunlu olduğu uzun uzadıya açıklanmıştır.

Bu iddialarla ilgili olarak başlıca iki noktaya dikkat çekmekisteriz. Birinci olarak, partimize karşıaçılmışolan bu davanın konusu,yukarıda işaret ettiğimiz üzere, partimizin kapatılmasınıgerektirecekbir durumun var olup olmadığının ilgili Anayasal ve yasal kurallarmuvacehesinde değerlendirilmesidir. Başka bir ifadeyle, bu davanınkonusu demokratik sistemlerde parti kapatma müessesesinin uygunve gerekli olup olmadığısorunu değildir. Esasen, Türk pozitif hukuku,

1133

şu veya bu nedenle, parti kapatma müessesesine zaten yer vermiştir.Bundan dolayı, bizim veya sayın Başsavcı’nın bu konudakigörüşünün şu veya bu yönde olmasının bu dava bakımından önemiyoktur. Anayasa Mahkememiz dava konusu uyuşmazlığı, bu hukukidurumu veri alarak ve fakat ilgili pozitif normlarıhukukun genelilkelerini ve demokrasinin evrensel gereklerini gözeten bir anlayışlayorumlayarak çözecektir. Bundan dolayı, parti kapatmamüessesesine zaten yer veren Türk anayasal sistemi bakımındandemokrasimizin “militan” olup olmamasımeselesinin tartışılmasınınbu davaya doğrudan bir katkısıolmayacaktır.

Söz konusu tartışma bu davayı ancak dolaylı olarakilgilendirebilir. Bu ilgi şu şekilde kurulabilir: Bir yandan “demokratiktoplum düzeni”ne atıfta bulunan ve siyasi partileri demokratik siyasihayatın vazgeçilmez unsurları(aktörleri) olarak niteleyen, ama öteyandan da “siyasi parti kapatma” kurumuna yer veren bir anayasalsistemde, kapatmaya yetkili mahkemenin, ilgili uluslararası, anayasalve yasal normlarınasıl yorumlayacağıhususu önem arzetmektedir.Biz, Ön Savunmamızın Girişkısmında açıkladığımız gerekçelerle:,yetkili yargıorganının (Türkiye’de Anayasa Mahkemesi’nin) siyasipartilerin kapatılmasıyla ilgili normlarımümkün olduğunca daryorumlanmasının ve “mübrem”, zorlayıcıciddi nedenler olmadıkçaParti kapatmaya karar vermekten kaçınmasının doğru olacağıkanaatindeyiz.

Fakat, yeri gelmişken işaret etmeliyiz ki, uygar ve çağdaşülkelerin “anayasal demokrasi” (bu konuda bkz. Mustafa Erdoğan,Anayasal Demokrasi (Ankara: Siyasal Kitabevi, 3. b.) yolunda kararlıbir şekilde ilerlediği bir sırada “militan demokrasi” gibi Soğuk Savaşsonrasıdünyada artık anlam ve değerini büyük ölçüde yitirmişolanbir anlayışı, demokrasi kavrayışının odak noktasına yerleştirmektekianakronizma gözlerden kaçacak gibi değildir. Sayın Başsavcı’nınbütün “Görüş” boyunca “anayasal demokrasi” ile ilgili literatüre hiçatıfta bulunmamış olmasıve gündeme getirdiği istisnasız bütünkonularda kısıtlayıcıve zecri tedbirleri savunmasıda ayrıca dikkatçekilmesi gereken bir noktadır. Bu konu son zamanlardakamuoyunda ve medyada da dile getirilmektedir.

İkinci olarak, sayın Başsavcı’nın “militan demokrasiyisavunduğu bölümde (ss. 32-44), görüşünü haklılaştırmak Jizereişaret .ettiği kimi durumlar veya kullandığıkimi kavramlar, FaziletPartisi hakkında menfi ve karanlık bir imaj oluşturmaya yöneliktir. Buakıl yürütme çerçevesinde ‘düzen dışı”, “marjinal”, “rejimi yıkma

1134

amacıgüden”, ve “Cumhuriyetin varlığının tehlikeye düşürmeyeyönelen” gibi ibareler kullanılmak suretiyle, Fazilet Partisi’nin de bumahiyette bir parti olduğu için kapatılmasının istendiği imaedilmektedir. Sayın Başsavcıbu kesimde Fazilet Partisi’nin adınıaçıkça zikretmemekle beraber, bu görüşleri partimizin kapatılmasıgerektiğini ispatlama sadedinde dile getirdiği açıktır. SayınBaşsavcı’nın bu suretle muhataplarının adeta bilinç altınıetkilemedüşüncesinden hareket ettiği ve böylece Fazilet Partisi hakkındaolumsuz bir izlenim oluşturmayıhedeflediği anlaşılmaktadır. Ne yarki, bu tutumun insafla bağdaştığıçok şüphelidir.

Bir kere, Ön Savunma’mızda Fazilet Partisi’nin programıhakkında verilen bilgiler ve Parti’nin siyasi meselelerde aldığısomuttutumlar göz önüne alındığında, onu “düzen dışı” veya “marjinal” birparti olarak tanımlamak kesinlikle yanlıştır. Eğer “düzen”denkastedilen “anayasal düzen” ise -ki öyle olduğunu varsaymakdurumundayız- bunun genel çerçevesini “insan haklarına saygılı,demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti” ilkelerinin oluşturduğundakuşku yoktur. Oysa, Fazilet Partisi programıve politik tutumuitibariyle bu çerçevenin tam da içindedir. Parti olarak Anayasamızıntemel ilkelerine aykırıbir tutumumuz olmadığıgibi, tam tersinebugüne kadar bu ilkelerin ısrarlısavunucusu olageldik. Bu nedenle,Fazilet Partisi, “düzen dışı” veya “marjinal” bir parti olmak şöyledursun, anayasal düzenin dayandığıesaslarıbenimsemişolan vesiyasi eksenin merkezinde yer alan meşru bir siyasal partidir. Kaldıki, partimizin Tüzük ve Programı, görevi gereği sayın Başsavcı’nınincelemesinden geçmişolduğuna göre, partimiz Anayasal düzeninesaslarına aykırıamaçlar güden bir parti olsaydı, kendisi bunu dahaönceden de bilebilecek ve dolayısıyla gerekli yasal işlemleribaşlatabilecek durumdaydı.

Fazilet Partisi’nin “rejimi yıkma amacı güden” veya“Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmeye yönelen” bir partiolduğunu ima etmek de insafa sığmaz. Bu, partimize yöneltilmişapaçık bir bühtandır. Fazilet Partisi’nin değil böyle bir parti olması, bunitelikteki teşekküllerle hiç bir şekilde duygusal bir yakınlığıbileyoktur. Fazilet Partisi çoğulcu-demokratik rejimin ve AnayasaylatanımlanmışTürkiye Cumhuriyetinin inançlıbir savunucusudur. Öteyandan, “marjinal” sıfatı toplumda genel olarak hakim olandeğerlerden uzak olma ve toplumun desteğine mazhar olamamışlıkdurumunu da ima etmektedir ki Fazilet Partisi’nin bu anlamda da“marjinal” bir parti olmadığıaçıktır. Aksine, Fazilet Partisi girdiği ilkgenel seçimden üçüncü büyük parti olarak çıkmak suretiyle ciddi

1135

boyutlarda bir toplumsal desteğe sahip olduğunu göstermiştir.

3. UluslararasıAntlaşmaların İç Hukuktaki Etkisi ve İnsanHakları

Sayın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı “Esas HakkındakiGörüş”ünde, Anayasa Mahkemesi’nin normlar piramidindeAnayasadan yukarıdaki basamaklara, çıkamayacağını ve buçerçevede Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi’ni ölçü norm... olarakalamayacağını, aksi bir tutumun normatif anlayışlabağdaşmayacağını iddia etmektedir. Sayın Başsavcı, ayrıca,ülkemizin özellikle Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi’nin kurduğukoruma mekanizmasına dahil olmak suretiyle üstlenmiş olduğuyükümlülüklerden ulusal makamlarımızın tek taraflıolarak sarfınazaredebileceklerini kanıtlamak üzere, Anayasamıza göre uluslararasıantlaşmaların alelade kanunlarla aynıhukuki değere sahip olduklarıtezini gündeme getirmektedir.

Uluslararasıantlaşmaların iç hukuka etkisi konusundaki hukukiyaklaşımların farklıolmasında bir sakınca bulunmamakla beraber,sayın Başsavcının bu meseleyi ortaya koyuştarzında da garip olanbir nokta vardır. Kendisi bunu bir teknik hukuk sorunu olarak değil de,bir ulusal onur, hatta bağımsızlık meselesi olarak göstermeyeçalışmakta ve bu hususta kendisiyle aynı hukuki görüşüpaylaşmayanları “Anayasamızı ve yürürlükteki yasalarımızıuygulatmamak için” gayret sarfeden aymazlar olarak, hattaneredeyse “hainler” olarak takdim etmektedir. Nitekim, Fransızyüksek mahkemelerinin tutumu hakkında kullandığı“vatanseverlikörneği” ifadesi (s. 52) bu ruh halinin açık bir göstergesidir. Demek ki,sayın Başsavcıya göre, bir hukuk devletinde_mahkemelerin göreviteknik bir iş(hukuku uygulamak) olmayıp, “vatanseverlik” ölçümüyapmaktır. “Adalet dağıtma’’, “haklıya, hakkınıverme”, “haklıilehaksızıayırma” işinin bir hukuk adamıtarafından “vatanseverlik-vatansevmezlik” ikiliği çerçevesinde mütalaa edilmesi son dereceyadırgatıcıdır. Kaldıki, bu gibi meselelerde sözde “vatanseverlik”kaygısıyla hareket edenlerin tuttukları yolun fiili sonucununvatanlarına zarar vermek olmasıihtimal dışıda değildir.

Önemli bir nokta da, teknik hukuk sorunlarına “vatanseverlik-vatansevmezlik” ikiliği açısından bakan bir kişinin “tarafsız” adaletehizmet eden bir hukuk adamınasıl olabileceği sorusudur.

Meselenin teknik yönüne gelince: Kanımızca sayın

1136

Başsavcı’nın uluslararasıantlaşmaların iç hukuktaki etkisine ilişkinolarak ileri sürdüğü iddialar hem normatif hukuk teorisine, hem Türkmahkemelerinin içtihatlarına, hem de Avrupa Konseyi’ne üye olandevletlerin anlayışve uygulamalarına ters düşmektedir. Bir kere,normatif hukuk teorisi, ulusal hukukun üstünde yer alan hukuk kuralve ilkelerinin yargıç tarafından dikkate alınıp uygulanmasına kapalıdeğildir. Bu çerçevede, devletleri bağlayan ve sorumluluk doğuranyazılıuluslararasısözleşmelerin ötesinde, yazılıolmayan ama uygartoplumlarda kabul edilen hukukun genel ilkeleri de yargıca yolgösterici niteliktedir. Anayasa Mahkememize göre de,“Kanunlarımızın, Anayasa’nın açık hükümlerinden önce hukukun,bilinen ve bütün uygar memleketlerde kabul edilen, prensiplerineuygun olmasışarttır.” (E. 1963/166, K. 1964/76, KT. 22.12.1964,AMKD S. 2, s. 291).

Anayasa Mahkememiz başka bir kararında,

“Hukuk devletinin temel unsuru, bütün devlet faaliyetlerininhukuk kurallarına uygun olmasıdır. Hukuk devleti, insan haklarınasaygıgösteren ve bu haklarıkoruyucu, adil bir düzen kuran ve bunudevam ettirmeye kendini zorunlu sayan ve bütün faaliyetlerindehukuka ve Anayasaya uyan bir devlet olmak gerekir. HukukDevletinde kanun koyucu organ da dahil olmak üzere, Devletin bütünorganlarıüstünde hukukun mutlak bir hakimiyeti haiz olması, kanunkoyucunun yasama faaliyetlerinde kendisini her zaman Anayasa vehukukun üstün kurallarıile bağlıtutmasılazımdır. Zira kanunun daüstünde kanun koyucunun bozamayacağıtemel hukuk prensipleri veAnayasa vardır ve kanun koyucu bunlardan uzaklaştığıtakdirdemeşru olmayan bir tasarrufta bulunmuş olur. (AnayasaMahkemesi’nin E. 1963/124. K. 1963/243 sayılıkararı, AMKD, S. l, s.422).

Görüşüne yer vererek, devletin bütün organlarının Anayasa’nınyanında tüm uygar ülkelerce kabul edilmişve yasakoyucunun dahibozamayacağıhukukun üstün kurallarına uygun faaliyette bulunmasıgereğini vurgulamıştır. Mahkeme ayrıca hukukun genel ilkelerineuygun davranmanın hukuk devletinin bir özelliği olduğuna da işaretetmiştir.

Bir başka Anayasa Mahkemesi kararında ise bu görüşşöyleifade edilmiştir:

“Anayasa ilkeleri etki ve değer bakımından eşit olup, hangi

1137

nedenle olursa olsun birinin ötekisine üstün tutulmasımümkünolmadığından, bunların bir arada birbirine getirdiği sınırlamalariçerisinde ve hukukun genel kurallarıda gözönünde bulundurulmaksuretiyle uygulanmalarızorunludur.”

Anayasa Mahkememiz hukukun genel ilkelerine uyulmamasınıhukuk devleti niteliğine ters düşen bir uygulama olarak görmektedir.Mahkeme bir kararında bunu açıkça ifade etmiştir:

(...) yasaların, Anayasa’ya kaynaklık eden, hukukun bilinen vebütün uygar ülkelerde uygulanan ilkelerine de uygun olmasıgerektiği,yasa koyucunun, yasama çalışmalarında, kendisini her an Anayasave hukukun üstün kurallarıile bağlıtutmasızorunlu bulunduğu haldebu ilkelere uyulmamasıda, hukuk devleti niteliğine ters düşmektedir. (E. 1979/38, K. 1980/11, KT. 29.1.1980, AMKD, S. 18, s. 98).

Özet olarak, Türk Anayasa Mahkemesi hukukun genelilkelerinin, Anayasal normların yorumlanmasında esas alınmasıgereken, hukuk devleti anlayışının vazgeçilmez bir parçasınıoluşturan temel ilkeler olduğu görüşündedir. Bu ilkelere uyulmamasıhukuk devleti niteliğiyle bağdaşmaz.

Hukukun genel ilkelerinin yanında uluslararasıantlaşmalar dahukukun bağlayıcı kaynakları arasındadır. Nitekim AnayasaMahkememiz de İnsan Haklan Evrensel Beyannamesi ve İnsanHaklan Avrupa Sözleşmesi gibi bildiri ve sözleşmelerin normatifiçeriğinin buyurucu ve imzalayan devletleri bağlayıcıolduğunubelirtmiştir. (E. 1979/38, K. 1980/11, KT. 29.1.1980, AMKD, S. 18, s.98).

Bu çerçevede, uluslararası antlaşmaların Anayasamızaçısından hukuki değeri ve etkisi sorununa bakarsak: Her şeydenönce, Anayasamıza göre (m. 90/son) usulüne uygun olarak yürürlüğekonmuşuluslararasıantlaşmalar “kanun hükmünde” olup bunlarakarşıanayasaya aykırılık iddiasında bulunulamaz. Bu antlaşmaların“kanun hükmünde” olmaları, anayasaya aykırılıklarının iddiaedilemeyeceğinden ayrıolarak düşünüldüğünde, iki anlama gelebilir.Birincisi, bu antlaşmaların Türk yasalarıyla aynıhukuki etkiye sahipolmaları, yani Türk yasalarıimişgibi mahkemelerimiz tarafındandoğrudan doğruya uygulanabilmeleridir. Başka bir anlatımla,uluslararasıantlaşmalar Türk hukuk düzeninde doğrudan etkiliişlemlerdir. Bunların mahkemeler tarafından uygulanabilmeleri içinayrıca iç hukuk düzenlemeleri yapmaya, uygulama yasaları

1138

çıkarmaya ihtiyaç yoktur, ikinci olarak, “kanun hükmünde” ibaresi,antlaşmaların hiyerarşik olarak kanunlarla eşit konumda bulunmaları,bağlayıcılık derecesi bakımından onlarla eşit olmalarıanlamınagelebilir.

Bununla beraber, uluslararasıantlaşmalara karşıAnayasa’yaaykırıolduklarının iddia edilemeyeceğinin de öngörülmüş olmasıkarşısında, kanunla uluslararasıantlaşmanın eşit hukuki değeresahip olduğuna ilişkin bu ilk yargının gözden geçirilmesigerekmektedir. Daha açık bir ifadeyle, uluslararasıantlaşmaların içhukuktaki etkisi bakımından, bunların “kanun hükmünde” olmalarıile“Anayasaya aykırı” olduklarının iddia edilememesini birliktedeğerlendirerek bir sonuca varmak gerekir. Kanaatimizce, böyle birdeğerlendirmenin sonucunda ulaşılması gereken genel yargı,kanunlarla çatışmalarıdurumunda uluslararasıantlaşmaların öncelikliolarak uygulanacak olmalarıdır. Yani, uluslararasıantlaşmalarlakanunlar arasında çatışma olmasıdurumunda, Anayasa sorunun“özel kanun-genel kanun”, “önceki kanun-sonraki kanun” ilişkisiçerçevesinde çözülemeyeceğini buyurmaktadır. Aksine bir yorumyapılması halinde, Anayasa’nın uluslararası antlaşmaların“Anayasaya aykırılığının ileri sürülemeyeceği” yolunda bir kayıtgetirmişolmasının hiç bir hukuki değeri kalmaz.

Ama öte yandan, Anayasamızda uluslararasıantlaşmalaragöndermede bulunan başka kurallar da vardır. Bu kurallarageçmeden önce kısaca Anayasa’nın temel hak ve hürriyetleridüzenleyen kısmının genel gerekçesine bakmamız faydalıolacaktır.1982 Anayasası’nın Temel Hak ve Özgürlükler başlıklıikinci kısmınıngenel gerekçesinde İnsan HaklarıEvrensel Bildirisi ve Avrupa İnsanHaklarıSözleşmesi’ne yer verilmiştir. Bu genel gerekçenin ilkparagrafıaynen şöyledir:

“1. ‘İnsan haklarıve temel hürriyetler’in düzenlendiği bu bölümhükümlerinde, insan haklarıdoktrininin günümüzdeki gelişmesi vedurumu, geçirmiş bulunduğumuz kötü deneyimlerden çıkarılansonuçlar; insan haklarıkonusunda Türkiye’nin imzalayıp onaylamışbulunduğu ve bu sıfatla milli hukukumuza dahil sayılan uluslararasıandlaşma ve sözleşmeler, özellikle 1948 BirleşmişMilletler İnsanHaklarıEvrensel Beyannamesi ve 1950 İnsan Haklarının ve TemelHürriyetlerin Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi gözönündetutulmuştur.”

Anayasa koyucu Anayasa’nın temel hak ve hürriyetler kısmının

1139

genel gerekçesinde bu kısmın, söz konusu iki uluslararasısözleşmegözönünde bulundurularak düzenlendiğim belirtmek suretiyle, ilgilisözleşmelere anayasal değer yüklemiştir. Bir başka deyişle, ilgilisözleşmeler, bizzat anayasa tarafından referans norm olarakkullanılmışlardır. Bu durumda, 1982 Anayasası’nın referansıhalinegetirilen hukuk metinlerinin, diğer yasalarla birlikte ele alınarak aynıanayasanın altında bir normatif hiyerarşide ele alınmasıhukukmantığına aykırıdır. Çünkü, bir hukuk kuralıaynıanda hem referansya da ölçü norm niteliğine hem de alt norm niteliğine sahip olamaz.

Bu gerekçe dışında Anayasamızın uluslararasıhukuka yollamayapan başka hükümleri de vardır. Nitekim, 1982 Anayasası’nın 15.,16., 42. ve 92. maddeleri de uluslararasıhukuka atıfta bulunmaktadır.Bu maddeler çerçevesinde uluslararası antlaşmaların anayasaldeğerde olduklarıdoktrinde kabul edilmektedir. (Tekin Akıllıoğlu,“Uluslararasıİnsan HaklarıKurallarının İç Hukuktaki Yeri ve Değeri”,İnsan HaklarıMerkezi Dergisi, Cilt l, Sayı2-3, s. 41)

Anayasamızın 15. maddesine göre,

“Savaş, seferberlik, sıkıyönetim, veya olağanüstü hallerde,milletlerarasıhukuktan doğan yükümlülükler ihlal edilmemek kaydıyla,durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasıkısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasadaöngörülen güvencelere aykırıtedbirler alınabilir.”

1982 Anayasasısavaş, seferberlik, sıkıyönetim ve olağanüstühallerde dahi milletlerarasıhukuktan doğan yükümlülüklerin ihlaliniengellemektedir. Bu olağanüstü durumlar dışında kalan normaldönemlerde ve hakların kullanımının) durdurulmasından daha hafif biretkiye sahip hakların sınırlandırılması söz konusu olduğunda,milletlerarasıyükümlülüklerin ihlal edilmesinin evleviyetle mümkünolmadığı açıktır. Uluslararası yükümlükler içine nelerin girdiğiAnayasa Mahkemesi tarafından belirlenmiştir. Mahkeme’ye göre,“milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler içine önceliklemilletlerarasıhukukun genel ilkeleri, sonra da Devletin taraf olduğusözleşmelerden doğan yükümlülükler girer.” (E. 1991/1, AMKD, S. 27,C. l, s. 65, 96-98) Kısaca, Türk hukuk sisteminde temel hak veözgürlükler bakımından milletlerarası yükümlülüklerin ihlaledilemeyeceği bizzat Anayasa tarafından öngörülmüştür. Dolayısıyla1982 Anayasası’nın 90. maddesini 15. madde ile birlikte ele almakgerekir. Anayasanın 15. maddesi 90. madde karşısında özel birhüküm içermektedir.

1140

Anayasa hukukçusu Fazıl Sağlam’ın Temel Hak veÖzgürlüklerin Sınırlanmasıve Özü (Ankara: AÜSBF yayını, 1981) adlıeserinde normlar arasında özel-genel ilişkisinin ne zaman doğacağıLarenz’in genel hukuk öğretisi temelinde ele alınmıştır: “iki hukuknormu arasında özel-genel ilişkisinin doğabilmesi için, özel normunuygulama alanının genel norm tarafından kapsanması, başka birdeyişle özel normun düzenlediği bütün hallerin, aynızamanda genelnormun düzenlediği haller arasında yer almasıgerekir. Özel normunvakıalar bütünü genel normun tüm özelliklerini kendinde topladıktanbaşka, en az bir ek özelliğe daha sahip ise, bu iki norm arasında özel-genel ilişkisi kurulmuştur.”

Bu iki koşul bakımından Anayasa’nın 15. ve 90. maddeleri özel-genel ilişkisi içindedir. Nitekim, 15. maddenin., birinci fıkrasındaki“milletlerarasıyükümlülüklerin ihlalini” yasaklayan kural milletlerarasıantlaşmalar ile ilgili genel kuralıkoyan 90. maddenin sınırlarıiçindekalan bir alanla ilgili düzenlemede bulunmaktadır. Bu nedenle 15.madenin düzenlediği bütün haller 90. maddenin kapsamındadır. Öteyandan, 15. madde bir ek özelliğe daha sahiptir: temel hak vehürriyetlerle ilgili uluslararasıantlaşmalardan doğan yükümlülüklerinihlalini önleyen ve bunu bir iç hukuk normu olarak düzenleyenAnayasa kuralı.

Bu ek özelliğin iki anlamıvardır. Bir kere, 15. madde kapsamınagiren uluslararasıantlaşma hükümleri, normlar hiyerarşisi bakımındankanunların üzerindedirler, ikinci olarak, bu kapsamda düşünebilecekuluslararasıantlaşma normlarının ihlali salt bir uluslararasıhukuksorunu olarak ele alınamaz. Yani, milletlerarasıyükümlüklerin ihlaledilmesini önlemek için gerek yasa koyucu organ gerekse yargıorganları söz konusu antlaşmaları doğrudan gözönündebulundurmak. Yasaları ilgili antlaşma hükümlerine göredeğerlendirmek ve yorumlamak zorundadırlar. Anayasa’nın 15.maddesiyle 90. maddesi arasındaki bu ilişki, Türk Anayasasisteminde uluslararasınormlarla iç hukuk düzenlemeleri arasında ikifarklıçatışma kuralına yer verildiğine işaret eder. Bunlardan ilki, 90.maddede düzenlenen “yazılıçatışma kuralı”dır. Anayasa’nın 15.maddesi söz konusu olduğunda ise bir “yazısız çatışma kuralındanbahsetmek mümkündür. Anayasa’nın 15. maddesinin lafzı, maddekapsamına, giren uluslararasıantlaşmaların statüsüne ilişkin açık birifade içermemekle birlikte, maddenin içeriğinden bu kapsamdadüşünülebilecek uluslararasıdüzenleme hükümlerinin kanunlardanüstün bir konuma sahip olduklarıanlamıçıkmaktadır. Normatif teoridekanunlardan üstün hukuk metinleri anayasalar ve anayasa üstü

1141

metinlerdir. Anayasa’nın 15. maddesindeki düzenlemeden sadeceinsan haklarına ilişkin antlaşmaların kanun üstü konumda olduklarısonucu çıkılabileceğinden bu metinlerin anayasal üstü konumdaolmalarıbizim hukuk sistemimiz açısından olanaksızdır. Bu durumdatek alternatif söz konusu düzenlemelerin anayasal normlara eşit birstatüleri olduğudur.

Anayasa hukuku profesörü Bakır Çağlar’a göre de Anayasa’nın15. madde kuralından “milletlerarasıhukuka açıklık prensibi”niçıkartmamız mümkündür. Bu görüş açısından, Anayasa’nın 15.maddesi yazısız bir çatışma normu içermektedir: Temel hak veözgürlüklerin sınırlandırılması uluslararası antlaşmalara aykırıolamaz. (Bakır Çağlar, “Anayasa Yargısının Güncelliği: ‘YargıçlarZamanı’”, Anayasa Yargısı, S. 15, 1998, s. 51).

Özet olarak, Anayasanın 15. maddesi ile 90. maddesi arasındalex specialis derogat legi generali, yani özel normun yerini almasıvetek başına uygulanması genel ilkesi geçerlidir. Bu açıdanbakıldığında, Türk hukuk sisteminde antlaşmaların genel statüsü, bukesimin başında belirttiğiniz anlamda olmak kaydıyla, kanunlar ileeşit olmakla birlikte, 15. maddenin kapsamına giren uluslararasıantlaşmalar açıkça kanun üstü bir statüye sahiptir. Hukuksistemimizde kanun üstü düzenleme ise anayasadır. Bu hiyerarşikyapıkarşısında 15. maddede zikredilen milletlerarasıyükümlülüklerigetiren uluslararasıantlaşmaların da anayasal norm niteliğindeolduğu sonucuna varmak zorunludur.

Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesinin anayasal norm niteliğindeolmasının bir başka normatif nedeni ise Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi ile ulusal mahkemeler özellikle de Anayasa mahkemeleriarasındaki ilişkinin doğasından kaynaklanmaktadır. Avrupa İnsanHaklarıMahkemesi, Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi’ni yorumlayan,iç hukukta verilen nihai kararların Sözleşmeye uygun olupolmadıklarına hükmeden, kararlarının hukuka aykırılıklarınıtespiteden ve gerekli gördüğünde tazminata hükmeden bir yargıorganıdır.Bireyler bu organa iç hukuk sistemindeki başvuru yollarınıtükettiktensonra başvurabilirler. Başvuru yollarının tüketilmesi demek, iç hukuksisteminde bir kesin hüküm verilmesi anlamına gelir ki, bu çoğunluklamahkeme kararıile mümkün olur. Bu durumda, diğer mahkemelergibi Anayasa Mahkemesi’nin vermişolduğu kararlar nedeniyle deAvrupa İnsan HaklarıMahkemesi’ne gidilmesi mümkündür.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin kanun hükmünde

1142

olmadığının bir diğer gerekçesi de bu noktada ortaya çıkmaktadır.Aksini kabul edecek olursak, Sözleşme, klasik işlevi bakımındanAnayasa Mahkemesi’nin kararlarında esas alınmasıgereken birhukuki işlem olmayacaktır. Anayasa Mahkemesi’nin klasik işleviyasaların Anayasaya aykırılığının denetimi olduğuna göre, Mahkemebu denetimde sadece anayasal normlara başvurabilir. Hiçbirmahkeme kararı, veren mahkemenin uygulamak durumundabulunmadığınormlar esas alınarak hukuka aykırıbulunamaz. Başkabir deyişle, niteliği ne olursa olsun, mahkemenin uluslararasıbirsözleşme çerçevesinde isabetli karar verip vermediğim belirleyenhukuki inceleme, ancak söz konusu sözleşme o mahkemenin kendisitarafından uygulanan bir hukuk metni ise mümkündür. Aksinidüşünmek şu iki sonuçtan birini kabul etmek demektir. İncelemeyapan mahkeme meşru değildir ya da hukuki olmayan salt siyasî birgüçle karar vermekte, meşruiyetin kolonyal bağgibi siyasî bir nedenedayandırmamaktadır. Gerçekten kolonyal sistemlerde sömürgecidevlet tüm sömürgelerine kendi hukukunu siyasi yoldan zorla kabulettirir. Sömürgelerin yarıbağımsız bir yargısistemleri olabilir, amasömürgeci devlet sisteme her zaman müdahale edebilir.

Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi ile; Türk yargı, anlarımınilişkisi bakımından yukarıda zikredilen her iki sonuç da kabuledilemez olduğundan, Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi’nin kanununökesinde bir hiyerarşik güce sahip olduğunu ve AnayasaMahkemesi’nin verdiği kararlarda Anayasa’nın yanında bu sözleşmehükümlerine de dayanmasıgerektiği sonucuna varmamız gerekir.Ancak bu şartla, Anayasa Mahkemesi’nin karalarının sözleşmeyeaykırıolduğuna karar verilebilmesi meşru bir temel kazanabilir.

Ancak, nihai bir görüşe ulaşabilmek için tüm bu teorikmülahazaların ötesine geçmek ve Türk Anayasası’nın bağlayıcıyorumunu yapma yetkisine sahip tek organ olan AnayasaMahkemesi’nin konuyu nasıl ele aldığına bakmak gerekir. Kesin olanbir şey vardır: Anayasa Mahkememiz kararlarında uluslararasısözleşmeleri “ölçü norm” olarak ele almaktadır. Nitekim Mahkeme,örneğin kadınlarla erkekler arasında eşitliği bozduğu gerekçesiylekocanın zinasınıdüzenleyen Türk Ceza Kanunu’nun 441. maddesiniiptal ederken Anayasa’nın 10. maddesini “Kadınlara KarşıHer TürlüAyrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi” ile birlikte ele almıştır. AnayasaMahkemesi bu kararında çağdaşhukuk anlayışındaki gelişmelerinhukuk düzenlerinin yeniden gözden geçirilmesini gerektirdiğidüşüncesinden hareketle uluslararasıantlaşma hükümlerinin ‘ölçünorm’ niteliğine sahip olduğuna işaret etmiştir. Mahkeme’ye göre,

1143

“Anayasa’ya uygunluk denetiminde dayanılmamakla birliktedeğerlendirmede gözetilen uluslararasıbelgelerin, cinsiyete dayalıayırım ya da eşitsizliği reddeden bu hükümleri ile Anayasa’nın ‘Kanunönünde eşitlik’ başlıklı10. maddesi arasında özde bir farklılıkbulunmamaktadır. (...) Uluslararasımetinlerde temel bir ilke olarakyerini koruyan ‘eşitliğin zaman içinde insana verilen değerinartmasına bağlıolarak hak ve özgürlükler listesinin genişlemesiylesoyuttan somuta indirgenerek birçok alanda düzenlemelerinkaynağınıoluşturduğu görülmektedir. Çağdaş hukuk anlayışındagörülen bu gelişmeler ulusların hukuk düzenlerinin yeniden gözdengeçirilmesini, saptanan aykırılıkların giderilmesini gerektirmektedir.”(E. 1996/15, K. 1996/34, KG. 23.9.1996, AMKD, S. 32, C. 2, s. 807).

Anayasa Mahkemesi, zina nedeniyle çocuğun babalığınahükmedilemeyeceğini öngören yasa kuralınıiptal ettiği kararında iseanayasaya aykırılık değerlendirmesini doğrudan uluslararasısözleşmeyi esas alarak yapmıştır:

“İtiraz konusu kural, çocuğun kişiliğine bağlıtemel haklarınaengel oluşturarak Anayasa’ya ve bu konudaki uluslararasıgüvencelere aykırı düşmüştür.” (E. 1990/15, K. 1991/5, KG.28.2.1991, AMKD, S. 27, C.l, s.178).

Öte yandan, uluslararasıantlaşmalar, onlarıimzalayan devletibir tüzel kişilik olarak bağlar; devletin bütün anayasal organlarına buantlaşmalarla üstlenilen taahhütlerine uygun davranma yükümlülüğügetirir. Bu nedenle, yasama organının bu taahhütlere aykırıyasaldüzenleme yapmamasıen azından politik bir gerekliliktir. Uluslararasıantlaşmaların anayasaya aykırıolduğunun ileri sürülememesinin asılanlamıburada kendisini gösterir. Daha açık bir ifadeyle, devletin birtüzel kişilik olarak, uluslararasıhukukun bir öznesi olarak yaptığıbirişlemi, onun bir organının (burada, Anayasa Mahkemesi’nin) geçersizkılmasıtutarsızlık olurdu. Bu devletin uluslararasıönünde verdiğisözlerin ve üstlendiği taahhütlerin güvenilmez olmasıanlamına gelir.Eğer devlet bu taahhütlerden kesin olarak caymak dolambaçlıyolarabaşvurmasıgerekmez; antlaşmadan çekildiğini açıkça beyan eder vebu işleminin siyasi sonuçlarına katlanır.

Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi sui generis yapısınedeniylehem iç hukukta hem de uluslararası hukukta etki yaratır.Sözleşmeden doğan yükümlülüklerin ihlal edilmemesi anayasal biremir olduğu gibi, aynıihlal uluslararasıhukuk bakımından dasonuçlar doğurur. Bu sonuçların en ciddisi ise ihlalde bulunan

1144

devletin Avrupa Konsey ‘inden çıkarılmasıdır. Avrupa Konseyi’nin bumüeyyide konusunda müsamahakar olmadığını söylemekmümkündür. Örneğin taahhütlerini yerine getirmeyen Ukrayna böylebir müeyyide ile yüz yüzedir. Kaldıki, 1969 Viyana AndlaşmalarHukuku Sözleşmesi’nin 27. maddesine göre, uluslararasısözleşmelerin tarafları, kendi iç hukuklarını ileri sürerek birsözleşmeyi yerine getirmekten kaçınamazlar. Diğer bir deyişle, biruluslararasısözleşmeyi iç hukuk nedeniyle uygulamak ilgili ülkeyiuluslar arasıhukuk sorumluluğundan kurtarmaz

Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi’nin niteliği konusunda diğeryüksek mahkemelerimizin kararlarıda bu görüşü teyit etmektedir.Örneğin Danıştay 5. Dairesi 22.5.1991 tarih ve E. 86/1723 K. 91/933sayılıkararında şöyle demektedir:

“Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi’ni onaylamakla TürkiyeCumhuriyeti Devletinin, bu sözleşmede yazılıhak ve özgürlüklerikendi vatandaşlarına da tanımak ve iç hukukunda sözleşmehükümleri doğrultusunda gerekli düzenlemeleri yapmak konusundasözleşmeye taraf diğer devletlere karşıuluslararasıbir yükümlülükaltına girdiğine kuşku yoktur. Nitekim Sözleşmenin 1. maddesinde‘Yüksek Akid taraflar kendi kaza haklarına tabi her ferde işbusözleşmenin birinci bölümünde tarif edilen hak ve hürriyetleri tanırlar.’şeklinde kesin ve bağlayıcıbir kurala yer verilmekte; 57. maddesindede ‘Her Yüksek Akid Taraf kendi dahili mevzuatının, işbusözleşmenin bütün hükümlerinin fiilen tatbikini ne surette temin ettiğihususunda Avrupa Konseyi Genel Sekreterinin talebi üzerine izahatverecektir.’ denilmek suretiyle taraf devletlerin iç hukuklarında gereklidüzenlemeleri yapmak yükümlülüğü altında bulunduklarına işaretedilmektedir. 15 Ocak 1989 tarihli Viyana Belgesiyle de, Viyanatoplantısına katılan Devletler, iç hukuklarının, eylemlerini vepolitikalarını taraf olduklarıuluslararası anlaşmalar ve AvrupaGüvenlik ve İşbirliği Konferansıbelgelerindeki kararlarla uyumlu halesokma taahhüdünde bulunmuşlardır. Doktrinde de belirtildiği üzerebunun anlamı, bundan böyle, insan haklarıve temel hürriyetleri ileilgili hiçbir şeyin sadece bir iç hukuk sorunu olarakgörülemeyeceğidir”. (Danıştay Dergisi, C. 22, Sayı84-85, 1992, ss.321-28)

4. İfade Özgürlüğü ve Terörist Örgütlenme

“Esas Hakkında Görüş”ün terörizmin önlenebilmesi için ifadeözgürlüğünün niçin kısıtlanması“gerektiği”nin açıklanmasına ayrılan

1145

bölümü de (ss. 54-73) bu davanın konusuyla hiç bir biçimde ilgilideğildir. Bundan dolayı, bu bölümde ileri sürülen görüşve tezlerecevap vermemizi gerektirecek bir durum yoktur. Açıktır ki, demokratiksiyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıolan siyasi partileri “teröristörgütler”le bir arada düşünmek hiç de makul ve kabul edilebilir birdüşünce değildir. Bu bakımdan, bu dava çerçevesinde bir siyasipartinin, kapatılmasını gerektirecek şekilde Anayasal ve yasalesaslara aykırı hareket edip etmediğinin hukuki olarak tespitimeselesi, terörizme karşıalınmasıgereken tedbirler çerçevesindemütalaa edilemez. Dolayısıyla, bu bölümde geliştirilen muhakemetarzının ve ileri sürülen “kanıtlar”ın Anayasa Mahkememiz tarafındanbu davada nazarıitibara alınmasınıbeklemiyoruz.

Bununla beraber, “Esas Hakkında Görüş”ün bu bölümünehakim olan bakışaçısı, sayın Başsavcı’nın daha önce işaret ettiğimizbilinen üslubunun başka bir göstergesi olmak bakımından kısacaüzerinde durulmaya değer. Belirtmek zorundayız ki, sayınBaşsavcı’nın sözkonusu üslup ve muhakeme tarzıne tartıştığıkonunun ciddiyetiyle ne de bu davanın hukuki manasıyla bağdaşırgörünmektedir. Sayın Başsavcıburada da meselenin hukuki-teknikyönünü tartışmaktan çok, bu davanın konusuyla tamamen ilgisizbiçimde, tutumlarınıbeğenmediği liberal-demokrat aydınlarıkınamave onları neredeyse vatan haini ilan etme çabası içindegörünmektedir. Nedense, sayın Başsavcımütemadiyen hep deözgürlükçü aydınlarıve perspektifleri beğenmiyor, hatta lanetliyor!...Keşke bir hukuk devletinde terörizmi, insan haklarına saygıyımuhafaza ederek çözme meselesi “yanlış” görüş sahiplerinilanetlenebilecek kadar basit olsaydı!...

Bundan belki de daha önemli olan başka bir nokta, sayınBaşsavcı’nın, insan haklarına saygının geliştirilmesi vedemokratikleşmenin artırılması yönündeki görüş ve talepleriülkemizde anayasal demokrasinin tesisi ihtiyacınıkarşılamaya dönükciddi bir arayışın ifadesi olmak yerine, aydınlar arasında bir“moda”nın yaygınlaşması(s. 55) olarak görmesidir. Doğrusu, buhayret verici bir durumdur. Bir hukuk adamının insan hakları, hukukdevleti ve demokrasi gibi Anayasamızın da temel değerlerinioluşturan toplumsal idealleri ve evrensel ilkeleri toplum hayatındakigelip-geçici “moda”lar çerçevesinde değerlendirmesinden dahayadırgatıcıbir şeyi tasavvur etmek bile neredeyse imkansızdır. Birkısım hukuk adamlarına böyle bir yaklaşımın hakim olduğu bir yerde“hukuk” nasıl yurttaşların güvencesi olarak işleyebilirki?...

1146

5. Hukuka AykırıŞekilde Elde Edilen Delillerin Değeri

“Esas Hakkında Görüş”te, Fazilet Partisi’nin kapatılmışolanRefah Partisi’nin devamıolduğu iddiasıçerçevesinde daha önce dilegetirilmiş olan bir iddia tekrarlanarak, hukuka aykırıolarak eldeedilmişolan ve Necmettin ERBAKAN’la Yasin Hatipoğlu arasındageçtiği belirtilen bir telefon konuşmasına ait bant kaydınınyargılamada delil olarak kullanılması gerektiği görüşü yenidengündeme getirilmektedir. Ne var ki, insan hakları, hukukun genelilkeleri ve ilgili pozitif hukuk normlarıaçısından bu görüşün yanlışolduğunu ve kabulü halinde hukuk politikasıbakımından da vahimsakıncalar yaratma ihtimali bulunduğunu Ön Savunmamızdaaçıklamıştık. Oradaki görüşlerimizi aynen tekrar ediyoruz.

Bununla beraber, Sayın Başsavcı’nın bu konudaki iddiasıylailgili olarak bir iki noktaya daha işaret etmekte yarar görüyoruz, ilkiyine üslupla ilgilidir. Sayın Başsavcı kendisinin bu konudakiyaklaşımının doğruluğundan o kadar emindir ki, AnayasaMahkememizin bile bu konuda başka türlü bir yorumubenimseyemeyeceğini ve kendisi gibi düşünmeye mahkum olduğunuçok garip bir tarzda dile getirmektedir. Ona göre, “Böyle bir delilihükme esas almayacak yeryüzünde hiçbir hukuk düzeni mevcutolmadığından ve hiçbir zaman da olamayacağından; (aksine kararvermesi halinde) Anayasa Mahkememiz daima ‘sanığın hakları’nı‘kamu güvenliği’ne üstün tutan ‘ilk’ ve ‘tek’ mahkeme olarakanılacaktır.” Her ne kadar izleyen cümlede “Takdir yüceheyetinizindir” denmekteyse de, bu ifadenin yüksek mahkemenintakdir yetkisini inkar eden bir düşünceyi yansıttığı, hatta yücemahkemeye adeta gözdağıverdiği bile söylenebilir. Sayın BaşsavcıAnayasa Mahkememize, “böyle bir yorumda bulunmaya cesaretedemezsiniz” der gibidir.

Sayın Başsavcı’nın ifade tarzına ilişkin bu notu düştükten sonra,bu cümlede üzerinde durulmasıgereken başka noktalara da işaretetmeliyiz. Bir kere, sayın Başsavcı’nın ileri sürdüğü türden bir hukukdüzeni yeryüzünde fiilen var olmasa bile, bunun ebediyyen böylekalacağınıiddia etmek hukuken savunulabilir bir görüşdeğildir. Bunusöylemek, kanaatimizce, daha ziyade psikolojik bir taktik olup YüksekMahkemeyi etki altına almak amacına yöneliktir. Öyle ya, ebediyyeninsanoğlunun gündemine girmeyecek kadar “tuhaf, “akıl dışı” vedolayısıyla “olağandışı” bir yaklaşımıbenimsemeye kim cesaretedebilir?...

1147

İkinci olarak, iktibas ettiğimiz cümlede yer alan, sanığınhaklarıyla kamu güvenliğini her durumda birbirinin karşıtıolarak görenyaklaşım da son derece sakıncalıolup bir hukuk devletinde kabuledilebilir değildir. Çünkü, bu, hukuk devletinden ziyade polis devletianlayışına yakın düşen bir görüştür. Oysa, polis devletindentamamen farklıolarak, bir hukuk devletinde kamu makamlarınınkişilere yönelik işlemlerinde hareket noktası“düzen” ve “güvenlik”olmayıp, insan haklarıdır. Bu, hukuk devletinde “kamu düzeni” ve“kamu güvenliği” gibi toplumsal değerlerin hiç nazara alınmayacağıanlamına gelmez. Bunun anlamı, daha ziyade, demokratik bir hukukdevletinde bu toplumsal değerlerin kişilerin insan ve yurttaşolarakhaklarından bağımsız olarak tanımlanamayacağıdır. Esasen, kamugüvenliği ile kişi hakları arasında prensip olarak genel birbağdaşmazlık söz konusu değildir; bir demokratik hukuk devletindekamu güvenliğinin özünü insan haklarına saygıtemeli üstüne kurulutoplumsal barışın korunmasıoluşturur. Bu çerçevede kamu düzeni debu haklarıbirbirleriyle uyumlu bir biçimde bir arada tutabilmedurumundan başka bir şey değildir. Böyle bir anlayış, kamu düzeni vekamu güvenliği ile insan haklarının kategorik olarak birbirinin zıddıolduğunu değil, fakat bunlar arasında zaman zaman çatışmaçıkmasının sadece muhtemel olduğunu söyler.

Bu çerçevede, insan haklarının bir parçasınıoluşturduğundaşüphe bulunmayan “sanığın hakları”nıkamu güvenliği karşısındaikinci plana atmayıgenel bir kural olarak önermek bir hukukdevletinde kesinlikle kabul edilebilir bir yaklaşım değildir. Çünkü,sanığın sözgelişi “savunma hakkı” veya “masumluk karinesi” hiç birdurumda kamu güvenliğine zarar vermeyeceği gibi; tam tersine,ancak bu gibi temel haklar güvence altında olduğu zaman “kamu”güven içinde olabilir ve toplumda “düzenli bir barış” tesis edilebilir.Ayrıca, kamu yararımasum bir kişinin hiç bir biçimde mahkumedilmemesini gerektirir. Bir hukuk devletinde bu evrensel ilkeye“kamu düzeni” gerekçesiyle bile olsa istisna getirilemez.

Kaldıki, yasadışıyoldan elde edilen bir “delil”in somut içeriği -yani, maddi hakikati doğru olarak yansıtmasıdurumu- da her zamanşüphelidir. Çünkü, hukuka aykırıyoldan elde edilen bir delilin “imaledilmiş” ve içeriği bakımından çarpıtılmışveya belli bir surette tertipedilmişolmasıihtimali vardır. Esasen, bu tür yollara başvurulmasınınnedeni, çok kere, şu veya bu düşünceyle siyasi, medeni veya cezaimüeyyideye uğratılmasına zaten karar verilmişolan kişi veya kişilerehukuk devleti kurallarıçerçevesinde kalınarak kusur veya suçyüklenememesidir. Bu nedenle hukuk dışıyoldan delil elde etme

1148

çabasıhemen hemen her zaman ağır insan haklarıihlalleri biçimindegerçekleşir.

Ayrıca, hukuka aykırıyoldan elde edilen delillerin yargısalkarara esas alınabileceğinin kabulü, kamu makamlarının kendilerinihukukla bağlısaymama ve yurttaşların temel haklarına istediklerizaman keyfi olarak müdahale edebilmeleri için genel bir ruhsatvermek anlamına gelir. Bunun ciddi bir sakıncasıda, toplumun, kamugörevlilerinin tanınmışmeşru sınırlar içinde faaliyet yaptığına olangüveninin sarsılmasına yol açacak olmasıdır. Hukuka aykırılığın özelkişilerce yapılmışolmasıda ortaya çıkacak sakınca bakımındanbundan farklıdeğildir. Çünkü, böyle bir durumun yaygınlaşması,toplum hayatını, kişilerin karşılıklıolarak birbirlerinin haklarına saygıgösterdiği düzenli bir barış rejimi olmaktan çıkarır ve kaba güçilişkilerini belirleyici hale getirir. Daha açık bir deyişle, özel kişi vegrupların yasadışıyollardan kişiler hakkında bilgi toplamaları, buyoldan elde edilen bilgileri hukuki delil olarak kullanmak suretiylemeşrulaştırılması, mafya benzeri örgütlenmelere davetiye çıkarılmasıanlamına gelir. Bu aynızamanda, devletin kolluk ve adalet sistemininetkinlik ve güvenilirliği bakımından da onarılmasıson derece zortahribatlara yol açabilir.

Esasen, Sayın Başsavcı’nın “Esas Hakkında Görüş”te dikkatçektiği iki nokta var ki, bunlar özel kişilerce bile olsa yasadışıyoldanelde edilen delilin yargılamada kullanılamayacağının dolaylıbireritirafıdır. “Esas Hakkında Görüş”ün 86. sayfasında şöyle denmektedir:“Devlet görevlileri dışındaki kişilerin delil elde etmeleri ve bu aradahukuka aykırışekilde delil elde etmeleri ihtimali düşünülmediğindenyasaya bu hususta bir hüküm konulmamış olabileceği...” (vurgubizim). Bu demektir ki, yasakoyucunun öngörmediği bir ihtimali -kiöngörülmemişolan ihtimal de hukuk dışıbir durumla ilgilidir- sayınBaşsavcıkendi iddiasının hukuki bir dayanağıolarak kullanmaktadır.Oysa, yasakoyucunun böyle bir ihtimali öngörmemiş olmasındanyasadışıbir davranış için bir “ruhsat” çıkarılamaz. Bu olsa olsa,yasakoyucunun böyle bir durumun insan haklarına dayanan bir hukukdevletinde caiz görülemeyeceğini bir ön kabul olarak benimsemesinebağlanabilir. Bu noktada, “kişiler için yasaklanmamışolan her şeyserbesttir” ilkesi de geçerli değildir. Çünkü, başka bir temel ilke ile -hakların doğal/objektif sınırının başkalarının temel haklarına zararvermemek olduğu ilkesiyle- çatıştığıdurumda, bu genel ruhsat ilkesigeçerli değildir.

İkinci nokta şudur: Sayın Başsavcı’nın kendisi yine aynı

1149

sayfada, özel kişilerce hukuka aykırışekilde elde edilen delillerinyasakoyucu tarafından bilinçli olarak delil yasağıdışında tutulmuşolduğunun “kabulü halinde bile eğer özel şahıslar tarafından delil eldeetmek için uygulanan yöntemler, kişinin temel hak ve hürriyetleriniihlal edici nitelikte ise, ... elde edilen deliller yine yargılamadakullanılamaz.” olduğunu belirtmektedir. Bu davayla ilgili olarak da,sayın ERBAKAN ile sayın Hatipoğlu arasındaki konuşmanın özelkişilerce dinlenmesi açıkça temel haklara bir tecavüz teşkiletmektedir. Bundan dolayıda, hükme esas alınamaz.

Son olarak, sayın Başsavcı’nın Ön Savunma’mızda ilerisürdüğümüz çok önemli bir iddiayı cevapsız bırakmış olmasınedeniyle, orada işaret ettiğimiz bir hususun üzerinde yenidendurmayıgerekli görüyoruz. Hatırlanacağıgibi, sayın Başsavcısözkonusu konuşmaya ilişkin bant kaydınıkendisine özel şahıslarıngetirdiğini iddia etmişti. Buna karşılık, durumun gerçekten de böyle miolduğu, yoksa sayın Başsavcı’nın bir iddiasından mıibaret kaldığıbirsoru işareti olarak kalmıştı. Çünkü dava dosyasında söz konusu seskayıtlarının kimden, nasıl, nerede ve ne zaman elde edildiğine ilişkinhiçbir belge mevcut değildi. Buradan hareketle sayın Başsavcı’nıniddiasınıispatlayacak inandırıcıkanıtlar göstermediği sürece buiddianın doğruluğunun şüpheli olduğunu belirtmiştik.

Başka bir anlatımla, söz konusu bant kaydının Başsavcılıktarafından doğrudan doğruya yasadışıdinleme yoluyla elde edilmişolmadığına ilişkin hiç bir objektif bilgi bulunmamaktadır. Yani, durumsadece Başsavcıaçısından, kendisinin iddia ettiği gibidir; gerçekteöyle olduğunu kendisi dışında hiç kimse bilebilecek durumda değildir.Başsavcıdışındaki herkes ve her makam açısından (tabiatıyla bunaAnayasa Mahkememiz de dahildir) bu olayla ilgili olan yalın gerçekşudur: Sayın Başsavcıyasadışıyoldan elde edildiğini itiraf ettiği birdelili yüksek mahkememize geçerli bir delilmiş gibi sunmuştur.Yasadışıyoldan elde edildiği hususunda tartışma bulunmayan bu“delil”in özel şahıslar tarafından elde edilmişolduğunu hiç birimizbilmiyoruz, bu sadece Başsavcı’nın bir iddiasıdır. Sonuç olarak, sayınbaşsavcısöz konusu bant kaydınıkendisine özel kişilerin ulaştırdığınıkanıtlamadığına göre, bu bandın doğrudan doğruya kendisitarafından yasadışıyolla elde edilmişolduğunu kabul etmekten başkaçıkar yol yoktur. Söz konusu bant kaydı, bu nedenle de işbu kapatmadavasında delil olarak kullanılamaz.

6. Laiklik ve Kılık Kıyafet Özgürlüğü

1150

“Esas Hakkında Görüş”ün son bölümü (ss. 96-105) Anayasalbir ilke olarak “laiklik” hakkındaki açıklamalara ayrılmıştır. Bubölümdeki iddialarıtek tek gözden geçirelim.

a) Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı’nın Görüşleri

Sayın BaşsavcıProf. Dr. Fığlalı’nın İslam laiklik ilişkisihakkındaki görüşünü gazeteci Sedat Ergin’den naklen kaydetmiştir.Adıgeçen gazetecinin aktardığıkadarıyla, Prof. Dr. Fığlalı’ya göre,Kur’an’ın “hüküm ayetleri”nin mahiyetleri icabıiçtihadi ve yorumadayalıolmalarına rağmen, Türkiye’de kimi gruplar bu ayetlerindeğiştirilemezliğini iddia etmekte ve aynen uygulanmalarınıistemektedirler. Bu ise “hukukun din kurallarına göre değil, insanaklına göre düzenlenmesini öngören laiklik ilkesine aykırıdır.

Her şeyden önce, belirtmek gerekir ki, eğer burada dilegetirilen görüşten hareketle Fazilet Partisi’nin laiklik-karşıtıbir partiolduğu sonucuna varılmak isteniyorsa, bu tamamiyle dayanaksız birakıl yürütme biçimidir. Çünkü, ön savunmamızda da açıkladığımızüzere, Fazilet Partisi’nin Tüzük ve Programında ifadesini bulan siyasîkimliği herhangi bir şüphe ve tereddüde yer bırakmayacak şekildeonun laiklikten yana bir parti olduğunu açıkça göstermektedir. FaziletPartisi “hukukun din kurallarına göre... düzenlenmesini savunan birparti değildir.

Öte yandan, laiklik herhangi bir dinin mahiyetinden hareketletanımlanacak bir ilke olmayıp, devletin tutumunu belirleyen birprensiptir. Laiklik bireylerin tutumunun değil, sosyo-politik sistemin birniteliğidir. Bu nedenle laiklik, devletin temel haklara bu konudakiAnayasal ilkelere ve Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi’nin ve Avrupaİnsan Hakları Divanı’nın öngördükleri esaslara aykırı olarakmüdahale etmesini haklıgösteren bir ilke olarak anlaşılamaz. Laiklik,esas itibariyle, devleti sınırlayan, dolayısıyla da devletin nasıl hareketetmeyeceğini gösteren bir ilkedir. Daha açık bir ifadeyle, laik devletbelli bir dini veya seküler görüşü yurttaşlarına empoze edemeyeceğigibi, din ve vicdan özgürlüğünün kullanımınıda güvence altına almakzorundadır. Laikliğin bu iki yönü de devletin kişilerin sivil ve siyasalhaklarına müdahale etmesini değil, etmemesini gerektirir. Bu açıdan,laik bir devletin yurttaşlarıdinin mahiyeti hakkında şu veya bugörüşte olabilir ve sırf birer görüş ve kanaat şeklinde olmalarıdurumunda bunlar anayasal koruma altındadırlar. Laikliğe aykırıolan, toplumda din konusunda farklıgörüşlerin bulunmasıdeğil,devlet yetkisi kullananların belli bir dini görüşü yasal ve idari kural

1151

veya uygulamalar şeklinde cebir yoluyla yurttaşlara dayatmalarıdır.Özetle, herhangi bir dinin hükümlerinin devlet kuralı halinegetirilmemesi gerekir.

Nihayet, bir dinin mü’minlerinin kendi dinlerini şöyle veya böyleanlamalarıda laik devletin sorunu değildir. Esasen, bir dinin “doğru”yorumunun ne olduğu siyaseten belirlenebilecek bir husus değildir.Yurttaşlar kendi dinlerini” yanlış” da yorumlamışolsalar, kanunlarınaçıkça tanımladığısuç teşkil eden fiilleri işlemedikleri sürece buhusus devleti ilgilendirmez. Bundan dolayı, bireysel din yorumlarıveya anlayışlarınedeniyle laiklik ilkesinden hareketle yurttaşlarıntemel haklarıkısıtlanamaz.

b) Gündüz Âktan’ın Yazısı

Gündüz Aktan’ın “Esas Hakkında Görüş”te aktarılan gazeteyazısıda bu dava bakımından bilimsel veya hukuki bir kanıt teşkiletmemekle beraber, bu yazının içeriği bakımından da sayınBaşsavcı’nın iddialarınıdestekleyici bir yönü bulunmamaktadır. Birkere, çok kültürlü bir toplumsal yapıyıbaşarılıbir biçimde sürdürensistemlerin dünya üzerinde istisnai olduğuna ilişkindir. Bu görüşünAnayasa Mahkememizin önündeki davayla doğrudan doğruya birilişkisi bulunmamaktadır, ikinci olarak, dini inançlara dayalıhayat tarzıtercihinin toplumu ikiye bölmesi durumunun Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi’nin 9. maddesinin öngördüğü koruma çerçevesindemütalaa edilemeyeceği dile getirilmektedir. Kanaatimizce buradaortaya konduğu şekliyle “toplumsal bölünmüşlük”ün laiklikle ilişkisiyoktur. Açıktır ki, burada söz konusu olan, siyasal iktidarın veyaegemenliğin bölünmesi olmayıp, toplumsal farklılaşma veya çeşitlilikşeklinde kendini gösteren sosyolojik bir durumdur. Dolayısıyla böylebir toplumsal gerçeğin hukuku ve laiklik ilkesini ilgilendirmesibeklenemez. Esasen, hukuk düzeni toplumun kendiliğindençeşitliliğini tanımak ve onun gereklerine saygı göstermekdurumundadır. Hayat tarzıtercihi konusundaki toplumsal farklılaşma,devlet gücü kullanılarak yaratılmadığıve inançların barışçıbir biçimdeve serbestçe ifadesinin doğal bir sonucu olarak ortaya çıktığısürece,bunun laikliğe aykırıolduğu söylenemez. Böylesi bir toplumsalfarklılaşmanın devleti doğrudan doğruya ilgilendirmesi, ancak bununtoplumsal barışıbozacak somut eylemlere yol açmasıhalinde sözkonusu olabilir. Bu çerçevede, din ve inanç özgürlüğü adına söz gelişikadın haklarının daraltılmasıyolundaki sivil bir talep de, çağdaşanlayışa -ve partimizin görüşlerine- ne kadar aykırıgörünse de, kendibaşına laikliğe aykırıdeğildir. Laikliğe ve tabii insan haklarına aykırı

1152

olan, bu talebin bir devlet uygulamasına dönüşmesi ve hukuk yoluyladayatılmasıdır. Sayın Başsavcı’nın anlamasıgereken, devletin birniteliği olarak laikliğin, “yanlış” veya “aykırı” fikirlerin kimi kişi veyagruplarca açıklanmasına değil, bu gibi görüşlerin zorunlu hukukkurallarıhaline dönüştürülmesine engel olduğudur.

Kaldıki, Fazilet Partisi ne toplumu din temelli olarak ikiyebölmekten yanadır ne de kadın haklarının dini gerekçelerlekısıtlanmasınısavunmaktadır. Esasen, Fazilet Partisi kendisini belirlibir dine referansla tanımlayan veya öyle tanımlanabilecek bir parti dedeğildir. Fazilet Partisi toplumsal barışın idamesini ve insan haklarınıngenişletilmesini talep eden bir partidir. Fazilet Partisi’nin bütün diğertemel haklarla birlikte savunduğu “din ve inanç özgürlüğü”nüngüvence altında olmasıise hem insan haklarına saygının hem delaikliğin bir gereği olduğu kadar toplumsal barışın sağlanmasının daön şartlarındandır.

c) Akit Gazetesi YazarıYusuf Kerimoğlu’nun Görüşleri

“Esas Hakkında Görüş”te “Dar-ül islam” ve Dar-ül Harb”terimlerinin anlamına ilişkin olarak Akit Gazetesinin bir yazarınıngörüşlerine yer verilmiştir. Ne var ki, bu görüşler Partimizle hiç birbiçimde ilgili olmayıp, bunların dini, ahlaki ve hukuki sorumluluğununsadece yazarına ait olduğunda şüphe yoktur. Üyemiz bile olmayan birgazete yazarının görüşlerinin Partimizi hiç bir şekilde ilzametmeyeceği izahtan varestedir. Bundan ayrıolarak, Fazilet Partisiolarak, biz söz konusu yazarın, Dar-ül İslam-Dar’ül Harb terimleriaçısından Türkiye’nin durumu hakkındaki değerlendirmelerine dekatılmıyoruz.

Öte yandan, Tüzük ve Programında açıklanmışolan görüşleribakımından Partimizin “dinci” bir parti olarak nitelenemeyeceği açıktır.Aynca, Fazilet Partisi’ni hukuken bağlayacak şekilde hareket etmeyeyetkili olan hiç bir organ veya makamdan da bu yönde bir beyan sadırolmamıştır. Esasen, Fazilet Partisi bu tür dini meseleler konusundabir yorum ve değerlendirme yapabilecek konumda da değildir. Çünkü,dini sorunlar hakkında “doğru” görüşün ne olduğunu belirlemekherhangi bir siyasi partinin, bu arada Fazilet Partisi’nin göreviolmadığıgibi, bu konular hakkında hüküm vermeğe siyasi partilerinyetkisi de yoktur. Bu çerçevede Fazilet Partisi dini yorum makamıveya dini bir kurum olmayıp, bir siyasi partidir. Bu sıfatla FaziletPartisi kimi yurttaşlarımızın dini sorularına cevap vermekle meşgulolan bir fetva makamıdeğildir; onun ilgilendiği, ülkenin çeşitli sosyal,

1153

iktisadi, iç ve dış politikayla ilgili sorunlarının politik olaraktartışılmasına katkıyapmak ve bu sorunlar hakkında çözüm önerilerigeliştirip bunlarıkamunun bilgisine sunmaktır.

d) Fransa’daki Uygulamayla İlgili Bir Gazete Haberi

Milliyet gazetesinden aktarılan haberde Fransa’nın birşehrindeki lise öğretmenlerinin bir Türk-Müslüman öğrencinin okulatürbanlıolarak gelmesini protesto etmek üzere greve gittikleribildirilmektedir. Ne var ki, bu tekil olay ne genel olarak laikliğinanlamının aydınlatılmasınısağlayabilir ne de Fransa’daki geneluygulama hakkında doğru bir fikir verebilir. Olayın bütün boyutlarınıgöstermeyen ve hukuki bir bakışaçısınıyansıtmayan bir gazetehaberine dayanarak laiklik kavramıhakkında genel-geçer bir hükmeulaşmanın mümkün ve doğru olmayacağıaşikardır. Şüphe yok ki,Fransa’da laikliğin nasıl anlaşılıp uygulandığıancak konuyu genelolarak ele alan ve yargıiçtihatlarınıda bütünlüğü içinde göz önündebulunduran bir yaklaşımla tespit edilebilir. Bu çerçevede, daha önceÖn Savunma’mızın ekinde sunduğumuz Dr. Ali Ulusoy’un “TürbanSorunu ve Hukuk” başlıklıve şimdi sunacağımız “Fransız ve TürkLaikliğinin Karşılaştırılması” başlıklımakaleleri bu tür bir geneldeğerlendirmeyi yansıtmaları bakımından son dereceaydınlatıcıdırlar.

Dr. Ulusoy’un adıgeçen makaleleri, Fransa’da laiklik anlayışveuygulamasının nasıl geliştiğini açık-seçik bir biçimde göstermektedir.Bunlardan -ve ilgili diğer literatürden- anlaşıldığına göre, Fransa’dalaiklik anlayışıgitgide yumuşayarak daha özgürlükçü bir nitelikkazanmakta ve uygulama da bu yönde seyretmektedir. Bu çerçevedelaiklik, toplumu kutuplaştırıcıbir dogma olarak anlaşılır olmaktançıkmışve somut toplumsal ihtiyaçlarıgözeten ve sorunlara rasyonelçözümler getirmeye elverişli bir biçimde algılanır hale gelmiştir. Dr.Ulusoy’un işaret ettiği gibi, “(L)aikliğin anayasal bir ilke olarakbenimsendiği Fransa’da bile bu ilkenin din ve vicdan özgürlüğünüsınırlama işlevi terkedilmiştir.” Fransız yargısıda artık bir dini inancaaidiyeti sembolize eden bir işaretin taşınmasının somut durumdakamu hizmetini aksatmamasıve kamu düzenini bozmamasıkaydıyla,kendi başına laikliğe aykırıolmadığına hükmetmektedir. Örneğin,Conseil d’Etat 27 Kasım 1989 tarihli kararlarında okullarında türbantakmanın laikliğe aykırıolmadığına hükmetmişve inanç özgürlüğününöğrencilerin dini sembolleri okul içinde teşhir edebilmelerini dekapsadığı sonucuna ulaşmıştır. Conseil d’Etat sonraki bütündavalarda bu içtihadınıkorumuştur (Ulusoy, A., “Fransız ve Türk

1154

Laikliğinin Karşılaştırılması”, Liberal Düşünce, n. 14, Bahar 1999, ss.98-101; aynıyönde Ulusoy, A., “Türban Sorunu ve Laiklik”, TürkiyeGünlüğü, n. 56, Yaz 1999, ss. 17-20).

e) İsviçre Federal Mahkemesi’nin Kararı

Sayın Başsavcı’nın özet olarak aktardığı12.11.1997 tarihliİsviçre Yüksek Mahkemesi’nin başörtülü bir öğretmenle ilgili kararınagelince: Her şeyden önce şu hususu belirtmek gerekir ki, bu kararınFazilet Partisi’ne karşıaçılmışolan kapatma davasıyla doğrudandoğruya bir ilgisi yoktur. Çünkü, Fazilet Partisi ve/veya Faziletpartililer öğretmenlerin başörtülü olarak görev yapmalarıgerektiğinisavunmuş değildir. Esasen kimi Fazilet Partililerin başörtüsümeselesiyle ilgili olarak zaman zaman yapmışolduklarıyorum vedeğerlendirmelerin tümü kamu görevlileriyle değil, fakat “kamuhizmetinden yararlanan” konumunda olan yükseköğrenimöğrencileriyle ilgili olduğunu daha önce Ön Savunmamızda da uzunuzadıya açıklamıştık.

Kaldıki, üniversitelerdeki başörtüsü yasağınıdile getirenler hiçbir zaman başörtüsü takılmasının bütün kadın yurttaşlar için zorunluhale getirilmesini değil, aksine bu konudaki yasağın kaldırmasınıveisteyen öğrencinin başörtüsü takmasına izin verilmesini insanhaklarına saygılıdevlet bir gereği, olduğunu belirtmişlerdir. KimiFazilet Partili milletvekillerinin dosyada bulunan konuşmalarındasavunduklarıgörüş, üniversite öğrencilerinin başörtü takmalarınıteşvik değil, kılık-kıyafet özgürlüğü bağlamında isteyenin başıaçık,isteyenin başörtülü okula gidebilmesini savunmaktan ibarettir.Dolayısıyla, bu tutum insan haklarıyla ilgili bir yorum ve içtihatfarklılığına ilişkin olduğundan, bu görüşü savunmayıbırakalımtemsilcilerini, yurttaşlar bakımından dahi laiklik karşıtıbir tutum olarakdeğerlendirmeye imkan yoktur. Gerek doktrinde gerekse yargıiçtihatlarında ihtilaf konusu olan bir mesele hakkında şu veya bugörüşten yana olmanın kendi başına laikliğe aykırı amaçgüdüldüğünün bir kanıtı olamayacağı açıktır. Esasen, hukukimeselelerde çoğu zaman içtihat ve yorum farklılıklarıvar olduğundan,“yanlış” bile olsa bir hukuki görüşü savunmanın hukuk düzenine karşıçıkmak olarak değerlendirilmeyeceği hukuk tekniğinin evrenselgereklerinden biridir. Aksi halde mahkemelerin varlığına bile gerekolmaz ve hukuk uygulamasınımekanik bir sisteme bağlamak yeterliolurdu. Bunun gibi, suç teşkil etmeyen farklı görüşlerisavunamasalardı, siyasi partiler de gereksiz kuruluşlar olurdu.

1155

Öte yandan, söz konusu mahkeme kararının Türk hukukubakımından bağlayıcıbir değeri de bulunmamaktadır. Çünkü, İsviçreFederal Mahkemesi ne Türk mahkemelerinin bir üst denetimorganıdır ne de Türkiye’nin kararlarına uymayı uluslararasıantlaşmalarla taahhüt ettiği bir uluslarüstü mahkemedir. Ayrıca,İsviçre Federal Mahkemesi’nin kararlarının, kamu hukukuuygulamamız bakımından değil, bilinen nedenlerle, olsa olsa Türkmedeni hukuku bakımından yol gösterici değeri olabilir. Malumdur ki,İsviçre kamu hukuku kavram ve kurumlarıTürk kamu hukukugeleneğinin arkasında yatan referanslar arasında yer almamaktadır.

Dini semboller meselesine gelince: Genellikle, bir şeyi “sembol”olarak nitelendirmek, onu yaygın görünümden ve genel kültüreltercihlerden ayırmak anlamınıda taşır. Bu bakımdan, Müslümankültürün baskın olduğu bir ülkede olağan olan bir giyim veya işaretmesela Katolik kültür çevresinde farklılığıyla dikkat çeker ve buyüzden de o toplum tarafından “sembol” olarak yaftalanır. Bunakarşılık, söz gelişi Yahudi takkesi giyen bir kişi de Müslüman kültürortamında göze batar, herkes bu başlığın onu giyen kişinin farklılığınısembolize ettiğini düşünür. Başörtüsü meselesi de böyledir.Kadınlarda başörtüsü Türkiye’de yaygın bir görüntü olduğundantoplum tarafından olağan karşılanır ve birileri onun bir “sembol”olduğu fikrini yaygınlaştırmaya çalışmadığısürece, kimsenin aklınabaşörtüsünün bir sembol olduğu gelmez. Ama, sözgelişi İsviçre’deMüslüman kadının başörtüsü genel kültürden bir farklılığıtemsil ettiğiiçin ona bir “sembol” gözüyle bakılır.

Gerçi, denebilir ki, İsviçre Federal Mahkemesi başka birkararında çarmıha gerilmişİsa’yıtasvir eden heykelciğini (crucifix) dedini bir sembol saymıştır. Kanaatimizce, bu durum da sembolmeselesine ilişkin olarak burada dile getirmeye çalıştığımız temeldüşünceyi geçersiz kılmaz. Çünkü, başörtüsü ile böyle bir tasvirarasında son derece önemli bir fark vardır. Başörtüsü, onu giymeyiseçen kişi bakımından, kıyafetinin olağan bir parçasıdır ve onunkişiliğinden ayrılamaz. Buna karşılık, harici bir obje olan dini birheykelciğin durumu bundan tamamen farklıdır. Belli bir dine ilişkin birmitosu temsil eden heykelciğin sınıfta bulundurulması, insanınkişiliğinin doğal bir uzantısıolarak değil, ancak okul veya eğitimidaresinin bir eylemi sonucunda gerçekleşebilecek bir durumdur. Bunedenle, böyle bir heykelciği sınıfa koyan kamu idaresi elbette dinitarafsızlığıihlal etmişolur. Bu açıdan bakıldığında, başörtüsü böylebir heykelciğe değil, Hıristiyanların üstlerinde taşıdıklarıhaçlara veyadini, ideolojik rozetlere yahut günlük hayatın akışıiçinde insanların

1156

sürekli olarak karşılaştıklar diğer sembollere benzetilebilir. Bildiğimizkadarıyla, uygar ülkelerin hiç birinde bu türden takıveya rozetleremüdahale edildiği vaki değildir; esasen böyle bir şeye tevessüledilirse, bu o ülkelerde ilgililerin kişilik haklarına bir tecavüz olarakdeğerlendirilir.

Nitekim, Federal Alman Anayasa Mahkemesi de çarmıhagerilmişİsa heykelinin kamu okullarında teşhir edilmesiyle ilgili birkararında buna benzer bir muhakeme tarzıgeliştirmiştir. AnayasaMahkemesi 1995 tarihli bu kararında (Donald P. Kommers, TheConstituîional Jurisprudence ofthe Federal Republic of Germany,Durham and London: Duke University Press, 1997, ss. 472-82) kamuokullarında İsa heykeli ve haç bulundurulmasınıAnayasa’nın -devletindin ve inançlar karşısında tarafsız kalmasınıöngören- 4. maddesineaykırıbulmakla beraber, bu gibi semboller ile kişilerin günlükhayatlarında karşılaştıklarıdini semboller arasında bir ayrım yapmışve şöyle demiştir: “Zorunlu eğitim çerçevesinde sınıflarda haçbulundurulması, onu görmekten kaçınmak mümkün olmadığıiçin,devletin ‘haç altında öğrenim’e zorlamasıanlamına gelmektedir. Bu,bir sınıfta haç teşhiri ile insanların günlük hayatlarında sıkçakarşılaştıklarısemboller arasındaki canalıcıfarkıoluşturmaktadır. Buikinciler herhangi bir devlet faaliyetinin sonucu değil, toplum içindeçeşitli dini inançların ve dini toplulukların varlığının bir sonucundanibarettir... Sokaklarda yürüyen, toplu ulaşım araçlarınıkullanan,binalara giren insanlar dini semboller ve ifadelerle kendi kontrolleridışında karşılaşmaktadırlar. Aksine bunlar gelip-geçicidirler, hattaöyle olmasalar bile, devletin müeyyidelerle desteklenen tercihininsonucu değildirler...”

f) Amerika’da Laiklik ve Din Özgürlüğü

Sayın Başsavcı laikliğe ilişkin özgürlükçü olmayan kendiyorumunun doğruluğuna Amerika birleşik Devletleri’nden de örneklergetirmek üzere bazıgazete yazılarına başvurmuştur. Ne var ki,laiklikle din özgürlüğü ilişkisinin Amerika’daki durumu hakkında,birkaç olayıyarım yamalak anlatan gazete yazılarına dayanılarakhüküm verilemeyeceği şüphesizdir. Bu nedenle, söz konusu ülkedelaikliğin kamu otoriteleri ve bu arada Federal Yüksek Mahkemetarafından nasıl yorumlandığıkonusunu daha kapsayıcıbir şekildeele almak gerekmektedir. (David M. O’Brien, Consüiuiional Law andPolitics, New York: W.W. Norton and Company, 1995, ss. 644-786;David P. Barnum, The Supreme Court and American Democracy,New York: St. Martin’s Press,1993, Chapters 5, 8; J. A. Barron and

1157

C. T. Dienes, Consîiîutional Law (St. Paul, MN: West Publishing Co:1995), ss. 432-70).

Bilindiği gibi, Amerika Birleşik Devletleri Anayasası’nın 1791tarihli Birinci Tadil’i laiklikle ilgili olarak şu hükmü ihtiva etmektedir:“Kongre bir dinin tanınmasına ilişkin veya dinin serbestçe icrasınıyasaklayan hiç bir yasa yapamaz...” Bu hüküm laikliğin iki temelunsurunu özlü bir biçimde tanımlamaktadır; bir yandan devletinherhangi bir dini benimsemesini veya resmileştirmesini yasaklarken,öbür yandan dini özgürlüklerin kullanılmasını güvence altınaalmaktadır. Birinci husus literatürde “din ile devletin ayrılması”(separation of church and state) olarak anılmaktadır. Bu nedenle, ÖnSavunma’mızda da açıklamışolduğumuz gibi, Amerikan laikliğinin“ayrılık”çımodelin tipik örneğini oluşturduğu yaygın olarak kabuledilmektedir.

(l) Din ile Devletin Ayrılması

“Din ile devletin ayrılığı” ilkesinin birinci gereği devletin çeşitlidin ve mezhepler açısında tarafsız olmasıdır. Ne var ki, “tarafsızlık”ınanlamıkonusunda ilgili literatürde tam bir görüşbirliği yoktur. Bukonudaki görüşleri üçe ayırarak inceleyebiliriz.

Kesin tarafsızlık: Kimilerine göre, tarafsızlık “kayıtsızlık”anlamına gelmektedir; yani, devlet dini meselelere hiç bir biçimdekarışmamalı, dinlere ve dini gruplara ne müzahir (yardımcı, destek)olmalıne de onlara engel çıkarmalıdır. Federal Yüksek Mahkeme’nin1948 tarihli McCollum v. Board of Educaîion davasındaki kamuokullarındaki öğrencilerin boşsaatlerinde kampus içinde dini eğitimalmasınılaikliğe aykırıbulan karan buna bir örnektir. Mahkemeyegöre, dini eğitim veren öğretmenlerin ücreti kamu parasıylakarşılanmamakla beraber, kamu okullarının sınıflarının dini eğitimdekullanılmasılaiklik ilkesine aykırıydı. Yüksek Mahkeme 1961 tarihliToracso v. Waîkins kararında da kişilerin kamu görevinebaşlayabilmek için “Tanrı’nın varlığına inanç”larınıifade eden biryemin etmelerini şart koşan Maryland eyaletinin bir yasasınıanayasanın laiklik ilkesine aykırı bulmuştur. Federal YüksekMahkeme’nin önüne 1963 yılında karara bağladığı, kamu okullarındadua okunmasına ilişkin davada da (School District ofAbingîonTovvnship v. Schempp) laikliği kesin tarafsızlık anlamındayorumlamıştır. Davanın konusu, okulların her günkü açılışındaİncil’den en az on ayet okunmasını, aksine davranan öğretmeningörevine son verilmesini, fakat duaya katılmayan öğrencilere

1158

herhangi bir müeyyide uygulanmamasınıöngören Pennsylvaniaeyaletinin bir yasasının Anayasaya uygunluğu sorunu idi. Yasayagöre, herhangi bir öğrenci “ailesinin veya velisinin yazılıtalebiüzerine” duaya katılmayabilirdi. Yüksek Mahkemeye göre, dinin veyaİncilin incelenmesi “laik bir eğitim programının içinde objektif olarakyer almasıdurumunda” laikliğe aykırıolmamakla beraber, bu olaydasözkonusu olan uygulamalar zorunlu olduğu için, bu durum “devletindine yardım etmesini de engel çıkarmasınıda yasaklayan kesintarafsızlığa” aykırıdır. Yüksek Mahkeme bu yöndeki içtihadınızamanzaman yenilemiştir (Örnek olarak, Wallace v. Jaffree (1985); Lee v.Weisman (1992)).

Kesin ayrılık: Buna karşılık. Yüksek Mahkeme’nin kimi kararlarıaçısından laiklik, devletin tarafsız ve yasalarılaik amaçlıolmasınıöngörmekle beraber, devletin dine bazı kolaylıklar ve dolaylıyardımlar sağlamasına da engel değildir. Nitekim, Yüksek Mahkeme1947 tarihli Everson v. Board ofEducalion ofEwing Townshipkararında bu görüşü benimsemişti. Bu davada Mahkeme, dini olanlarıda dahil olmak üzere, özel okullara öğrencilerin otobüsle taşınmamasraflarının eyalet tarafından ailelere ödenmesine ilişkin NewJersey programınılaikliğe aykırıbulmamıştır. Mahkemeye göre,Birinci Tadil’in amacı“Kiliseyle Devlet arasında bir ayırma duvarı”inşa etmek olmakla beraber, “kesin ayrılık” ilkesi bir eyaletin dinekarşı“hayırhah tarafsızlığınıengelemez. Bundan kırk yıl sonra verdiğiCorporation ofPresiding Bishops v. Amos kararında da (1987) YüksekMahkeme aynıyorumu benimseyerek, Mormonlara ait işyerlerindesadece dindar işçilerin çalıştırılmasına izin vermenin laikliğe aykırıolmadığına karar vermiştir.

Dine Sempatik Laiklik: Nihayet dine sempatik olan üçüncü birgörüş, belirli bir dini onaylamaksızın, devletin din özgürlüğünü çeşitlibiçimlerde destekleyici faaliyetler yapmasına cevaz vermektedir. Sözgelişi devletin dini cemaatlere -özellikle eğitim faaliyetleri bakımından-yardımcıolması, onlara birtakım kolaylıklar sağlaması(sübvansiyon,vergi indirimi vb. yollarla) laikliğe aykırısayılmamaktadır. Esasen,bugün ABD’nin birçok eyaletinde bu türden yardım programlarıuygulanmakta ve dine genel olarak sempatik yaklaşılmaktadır.Yüksek Mahkeme de özellikle son yıllarda laikliğe ilişkin bu anlayışıdestekleyen bazıkararlar vermiştir.

Nitekim, Mahkeme 1981 tarihli Widmar v. Vinceni kararında,Missouri eyaletinin üniversite kampüsünün ve binalarının, “dini ibadetamaçlarıyla” kullanılmasınıyasaklayan bir yasasınıAnayasaya aykırı

1159

bulmuştur. Yasa dindar öğrencilerin bir eyalet üniversitesininimkanlarını kullanmalarını engelleyici şekilde uygulanıyordu.Mahkeme bu kararında “(ü)niversite öğrencilerinin... daha gençöğrencilere nispetle daha az etki altında kalabildiklerine veüniversitenin politikasının dine karşıtarafsızlık politikasıolduğunutakdir edebilecek durumda olduklarına dikkat çekmişti. Mahkeme’ninbu içtihadıKongre üyelerini bu ilkeyi ilk ve orta dereceli okullarateşmil etmek konusunda cesaretlendirmişve Kongre 1984 yılında EşitYararlanma Kanunu’nu çıkarmıştır. Bu Kanun, öğrenci etkinlikgruplarının okul bölgesindeki toplantılarına ilişkin olarak, “bu gibitoplantılarda dini, siyasi, felsefi veya başka içerikli konuşmalar”yapılması nedeniyle kamu okullarının ayrım yapmalarınıyasaklıyordu. Bu Kanunun anayasaya aykırılığıiddiasınıYüksekMahkeme 1990 yılında (Board of Educaiion of the Wesl$ideCommunity Schools v. Mergens} reddetmiştir. Bu davada okulyönetimi bir İncil Klübü’nün okul alanıiçinde toplantıyapmasınıyasaklamıştı. Mahkemeye göre, okul yönetimi bu davranışıyla,laikliğe uygun olan Eşit Yararlanma Kanunu’nu ihlal etmişti. Her nekadar öğrencilerin dini toplantılarıokul arazisi içinde ve okulunhimayesi altında yapılacak idiyse de, ne Kanun’un birincil etkisi diniteşvik etmekti, ne de bu faaliyetlere izin vermekle devletle dinbirbiriyle aşırıbiçimde içice geçirmişoluyordu. Yüksek Mahkeme buiçtihadınıdaha sonra da korudu ve 1993 yılında verdiği yeni birkararda (Lamb’s Chapel v. Center Moriches Union Free SchoolDisîrict) bir bölge (district) eğitim idaresinin, bir dini grubun derssaatlerinin sona ermesinden sonra yapacağıtoplantılar için okulunimkanlarınıkullanmasınıreddeden kararının Anayasayıihlal ettiğisonucuna varmıştır.

(2) Dinin Gereklerinin Serbestçe Yerine Getirilmesi

Öte yandan, laikliğin ikinci ayağınıoluşturan dini özgürlüklerinhukuk tarafından güvence altına alınmasıkonusunda Amerika BirleşikDevletleri’nde genel ve yaygın bir şikayet söz konusu değildir. Bukonuda zaman zaman ortaya çıkan sorunlardan biri kamukurumlarında ve/veya kamu hizmetlerinin yerine getirilmesi sırasındadini sembollere izin verilip verilmeyeceğiyle, diğeri ise kişilerin diniinançlarınedeniyle genel kamusal düzenlemelerden ne derece muaftutulacaklarıyla ilgilidir. Bu husustaki Yüksek Mahkeme içtihadına gözatmadan önce, ABD Başkanının 1997 yılında kamu kurumlarında diniifadenin serbestleştirilmesini sağlamaya dönük bir kararnameçıkarmışolduğunu (bkz. Liberal Düşünce, n. 12, Güz 98, ss. 64-74)hatırlatalım.

1160

Amerikan Yüksek Mahkemesinin bu konularla ilgili ilk önemlikaran 1925 tarihli olup, Pierce v. Society ofSisîers davasındaverilmiştir. Yüksek Mahkeme bu kararıyla, ebeveynlere çocuklarınınsekizinci sınıfıtamamlayıncaya kadar kamu okullarına göndermemecburiyeti getiren Oregon eyaletinin bir yasasını, ailelerinçocuklarının eğitim ve öğretimini belirleme özgürlüğüne makulolmayan bir müdahale teşkil ettiği ve dini okullarımülkiyet ve girişimözgürlüğünden yoksun bıraktığı gerekçesiyle anayasaya aykırıbulmuştur. Mahkeme bundan çok sonra (1972’de) verdiği Wisconsinv. Yoder kararında da aynı içtihadınıtekrarlayarak, Amishlerinçocuklarının sekizinci sınıftan sonra zorunlu okul eğitiminden muaftutulabileceğine hükmetmiştir. Mahkemeye göre: Öğrencilere temelbecerileri kazandırmak için zorunlu sekiz yıl eğitim yeterli olduğuhalde, Amishlerin inancına göre, lise öğretimi kendi değerlerine aykırıtutumlar geliştirmeye yöneliktir ve bu arada çocuklarıTanrı’danuzaklaştırıcıetkiye sahiptir. Eyaletin zorunlu genel eğitimdeki çıkarı(“kamu yararı) hiç bir zaman bütün diğer çıkarların bir yanabırakılmasınıgerektirecek kadar önemli ve mutlak değildir.

Yüksek Mahkeme’nin din özgürlüğünün korunmasından yanaolan en radikal kararıYahova Şahitleri’nin bayrak selamlamayıreddetmesini onaylayan 1943 tarihli kararıdır. Mahkeme bu kararındainsan haklarıyla ilgili bazıgenel ilkeleri hatırlatmaktadır: “Bir HaklarYasası’nın asıl amacı, belirli konuları siyasi tartışmaların inişçıkışlarından kurtararak onlarıçoğunlukların ve memurların elininuzanamayacağı bir yere koymak ve mahkemeler tarafındanuygulanacak hukuk ilkeleri olarak tesis etmektir. Bir kişinin hayat,hürriyet ve mülkiyet hakkı, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, ibadetve toplanma özgürlüğü haklarıve diğer temel haklar oylamaya konuolamaz; bunlar hiçbir seçimin sonucuna bağlıdeğildir.” Karar devamediyor: “Bizim anayasal takım yıldızımızda eğer herhangi bir sabityıldız varsa o da hiçbir yüksek veya küçük memurun politikada,milliyetçilikte, dinde veya başka kanaat meselelerinde neyin Ortodoksolacağınıtesbit edemeyeceği ve yurttaşlarıbu konulardaki inancınısözle veya yazıyla açıklamaya zorlayamayacağıdır.” Mahkeme 1963yılında karara bağladığıSherbert v. Verner davasında Cumartesigünü çalışmayıreddeden Adventist tarikatının bir üyesine o gün içinücret ödenmemesini öngören bir Güney Karolina Yasasını, eyaletlerinamaçlarını, din özgürlüğüne müdahale etmektense daha başka vedaha yumuşak araçlarla gerçekleştirmeleri gerektiği gerekçesiyleanayasaya aykırıbulmuştur. Yüksek Mahkeme daha sonra yineYahova şahitleriyle ilgili olarak verdiği bir kararda (Wooley v.Maynard, 1977), “Özgür Yaşa Yahut Öl” şeklindeki eyalet mottosunun

1161

yolcu otomobillerinin plakalarına yazılmasınıgerektiren bir NewHampshire Yasasını, Yahova şahitlerinin bunun kendi ahlaki, dini vesiyasi inançlarınırencide ettiği yolundaki itirazımünasebetiyle,Anayasaya aykırıbuldu. Mahkemeye göre, hiçbir birey, kendi özelmülkünde teşhir etmek suretiyle, bir ideolojik mesajın yayılmasınakatılmaya zorlanamaz.

Yüksek Mahkeme, hayvan kurban etmeyle ilgili biruyuşmazlıkta da, din ve ibadet özgürlüğünün korunmasınıkamuyararına üstün tutmuştur. Mahkeme 1993 tarihli bu kararında (Churchof Lukumi Babalu Aye v. City ofHialeah), genel olarak hayvanboğazlamayıdeğil de sadece dini amaçlarla hayvan kurban etmeyiyasaklayan Hialeah şehri düzenlemesinin görünüşteki “vahşetiönleme ve kamu sağlığınıkoruma” amacının tarafsız olmadığını,aksine belli bir dini hedef aldığınıtespit etmiş ve söz konusudüzenlemenin din ve ibadet özgürlüğünü ihlal ettiği gerekçesiyle sözkonusu düzenlemeyi oybirliğiyle anayasaya aykırıbulmuştur.

Buna karşılık Yüksek Mahkeme zaman zaman da bireylerin diniinançları nedeniyle genel kamusal düzenlemelerden muaftutulamayacağına karar vermiştir. Mahkeme bu istikametteki birkararınıGoldman v. Weinberger (1986) davasında vermiştir. Bukararında Yüksek Mahkeme Hava Kuvvetlerinin Ortodoks Yahudisubayların yarmülke giymelerini yasaklamasını onaylamıştır.(Mamafih, ertesi yıl Kongre, görevlerine mani olmamasıve sadeolması(göze batıcıolmaması) şartıyla, askerlerin karargahlarda dinielbise giyebilmelerine izin veren bir yasa çıkarmıştır.) YüksekMahkeme’nin 1988 yılında verdiği, Kızılderili kabileleri tarafındanöteden beri dini amaçlarla kullanılan ulusal orman alanlarında kamuotoritelerince yol inşa edilmesini din özgürlüğüne bir müdahale teşkiletmediğine ilişkin kararıda (Lyng v, Northwest Indian CemeteryProtecîive Association) aynıyöndedir. Mahkeme 1990 tarihli başka birdavada (Minnesota v. Hershberger) Amishleri karayollarıgüvenlikyasalarından muaf tutan bir eyalet yüksek mahkemesi kararınıbozmuştur. Mahkeme nihayet 1990 tarihli bir kararında da(EmploymenîDivision, Department ofHuman Resources ofOregon v.Smith) Anayasanın ibadet özgürlüğüne ilişkin hükmünün, AmerikanYerlileri Kilisesi tarafından törensel amaçlarla peyote (peyotekaktüsünden üretilen, sarhoşluk verici bir uyuşturucu) kullanılmasınınuyuşturucu kullanımını yasaklayan ceza hükümlerinden muaftutulamayacağına ve bu kilisenin mensuplarının “peyote” kullandıklarıiçin görevlerinden uzaklaştırılmalarında anayasaya aykırılıkbulunmadığına hükmetmiştir.

1162

(3) Değerlendirme

Görüldüğü gibi, Amerikan Yüksek Mahkemesi, genel tutumuitibariyle, bir yandan devletin dini inançlar karşısında tarafsızlığınıkorumasınıve dinle devletin içi içe geçmesini önlemeye, öbür yandanda dini inancın gereklerinin serbestçe yerine getirilmesini güvencealtına almaya çalışmaktadır. Mamafih, Mahkeme’nin içtihadı, devletintarafsızlığının, dini inançlar arasında ayrım yapmamak kaydıyla, kimidini kurumlara devlet yardımıveya çeşitli şekillerde devlet desteğisağlanmasına engel olmadığıyönündedir. Özellikle son dönemde(Başyargıç Burger [1969-1986] ve Rehnquist [l986-] dönemlerinde)Mahkeme din ile devlet arasında ayrılıktan çok uyumlu bir beraberlikolmasıgerektiği anlayışına geçmiştir. Bunun pratik anlamı, kesintarafsızlığın sempatik veya olumlu tarafsızlığa kaymasıdemektir. Öteyandan, dine devlet yardımıyapılmasıdevletin düzenlemelerinde laikamaçlar (eğitimi desteklemek gibi) gütmesine de engel değildir.Başka bir ifadeyle, Yüksek Mahkeme’nin kimi kararlarında şartkoştuğu gibi, kamusal düzenlemelerin ilk (doğrudan) amacıdinidesteklemek olmadığıhalde, bu türden yardımlar yapılabilir. Ayrıca,devlet faaliyetinin belli bir dini inancın dayatılmasımahiyetinde deolmamasıgerekir.

Yüksek Mahkeme’nin bu genel tutumu din özgürlüğünün kamualanında ifadesini bulması bakımından da prensip olarakdeğişmemektedir. Bunun tek istisnası, yukarıda zikredilen kararörneklerinden de kolaylıkla anlaşılabileceği gibi, somut durumlarda,din özgürlüğünün kamu alanında serbestçe ifadesine ağır basan birkamu yararının varlığında şüphe bulunmamasıdurumudur. Örneğin,dini inançlarınedeniyle karayollarıgüvenliğine ilişkin kurallardanmuafiyet talep edenlerin bu özgürlüklerinin korunmasındaki çıkar ilebu talepte bulunanlar da dahil olmak üzere bütün bir toplumunkarayollarında güvenlik içinde seyahat etmek konusundaki yararıçatıştığında ikincisini tercih etmek gerektiği gayet açıktır.

D- DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Ön Savunma’mızda sayın Başsavcı’nın hazırladığıiddianameve ekinde delil olarak sunulan tüm belgelere karşıcevaplarımızısunmuştuk. Bu savunmamızda ise iddianamede yer alan ve almayantüm belgeler hakkında genel bir değerlendirme yapacağız.

1. Fazilet Partisi’nin Laiklik KarşıtıFaaliyetlerde Bulunduğuİddialarına İlişkin Gazete Haberleri

1163

Sayın Başsavcıiddianamesinde Fazilet Partililerin, partininkapatılmasınıgerektiren eylemlerde bulunduklarınıileri sürmektedir.Ancak bu konuya ilişkin olarak ne ilk iddianamesinde ne de dahasonradan sunduğu ek iddianamede yer vermediği oldukça hacimlimiktarda gazete haberini ayrı bir klasör halinde AnayasaMahkemesi’ne sunmuştur, iddianame ve ekinde hiç değinilmeyenhususlara ilişkin belgelerin yüksek heyetinize sunulmuşolmasınınötesinde, bu haberlerin delil olma değerleri üzerinde kısacadurulmalıdır.

Burada belirtilmesi gereken ilk nokta, sayın Başsavcı’nın gazetehaberlerine aksi ispatlanıncaya kadar belge niteliği taşıyan birer noterişlemi gibi değer vermesidir. Ön Savunmamızda da belirttiğimiz gibi,ceza yargılamasıusulünde herşey delil olabilir ve bu çerçevedegazete haberlerinin de delil olma değeri vardır. Ancak bu haberlerinkendi başına ne tür bir değere sahip olduklarınıaraştırmak,doğruluklarınıteyit etmek, hukuki bir boyutlarıvarsa gazete haberiiçinde yer alan iddiaların kovuşturma ve yargıorganlarına intikal edipetmediklerini takip etmek, maddi olaylara ilişkin iseler o maddiolayların gerçek olup olmadıklarına bakmak dava taraflarının öncelikligörevidir. Bu bağlamda sayın Başsavcı’nın bu haberleri dosyayakoymakla yetindiğini, haberden kalkarak bir araştırma yapmaya gerekduymadığınısöylemek yanlışolmayacaktır. Bu konuyu birkaç örnekleaçıklayalım:

31 Mart 1999 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde yer alan FP’liGüngören Belediyesi’nde çalışan müdürlerin sakallarının bilgisayarhilesi ile gizlendiğine ilişkin haber partimizin kapatılmasıdavasıylailgisi olmadığıgibi, maddi olarak bu olayın gerçekliği araştırılmadan‘magazin’ niteliğindeki bir haberi bu savunmanın sunulmasıylayetinilmesi de yadırgatıcıdır.

Bu savunmanın başka bir yerinde de zikrettiğimiz gibi, birgünlük gazetemizde yayınlanan Sayın Recai Kutan’a ilişkin birhabere ‘Biz Emanetçiyiz’ başlığı konulmuştur. Oysa haberiniçeriğinden böyle bir sözün söylenmediği ortaya çıkmaktadır. BuradaBaşsavcının yapması gereken gerçekten bu sözlerin söylenipsöylenmediğini tespit etmek ya da bu haberi dosyaya hiçkoymamaktır.

Ülkemizde Özellikle seçim öncesi dönemlerde gazetelerin kendisavunduklarıgörüşlere sahip partilere destek amacıyla diğer görüşleritemsil eden partiler hakkında negatif haberler yaptıklarıbilinen bir

1164

gerçektir. Üstelik söz konusu tarafgir yaklaşımlar sadece FaziletPartisi için değil, tüm partiler için bir sorun olmaktadır. Aslında birdemokratik sistemde bu normaldir, gazetelerin tarafsız olmazorunluluğu yoktur.

Bu nedenle iddia makamının, dosyalarda onlarca benzeri olanbu bilgi ve belgeleri bir süzgeçten geçirmesi, sistematik hale getirmesive doğruluklarınıaraştırması, habere konu olan olayıhukuki açıdandeğerlendirmesi gerekirdi. Doğruluğu dahi şüpheli magazin niteliklihaberlerin “tek başlarına” belge olarak sunulmasının ve özellikle deülkemizdeki en yüksek yargıorganının baktığıbir davada bununyapılmasının yargılamanın ciddiliği ile ne kadar bağdaştığınıyüksekheyetinizin takdirlerine bırakıyoruz.

2. Hukuka AykırıOlarak Elde Edilen Necmettin ERBAKAN ileYasin Hatipoğlu Arasındaki Konuşmaya Ait Ses Kayıtlarının DelilOlarak KullanılmasıDurumunda Oluşabilecek Sorumluluk

Bu konu gerek Ön Savunma’nın gerekse işbu SonSavunma’nın çeşitli kısımlarında ele alınmıştır. Burada sadece sözkonusu delilin kullanılabilmesi sorunu Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi çerçevesinde gözden geçirilecektir.

Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi’nin Özel Yaşam ve AileYaşamına SaygıHakkıbaşlıklı8. maddesi aynen şöyledir:

“1. Herkes özel ve aile yaşamına, konutuna, haberleşmesinemüdahaleden korunma hakkına sahiptir.

2. Bu hakların kullanılmasına ulusal güvenlik, kamu güvenliği,ülkenin ekonomik refahı, suçun ya da düzensizliğin önlenmesi, genelsağlık ve genel ahlakın korunması, başkalarının hak veözgürlüklerinin korunmasıamacıyla, hukuka uygun olarak yapılan vedemokratik bir toplumda gerekli bulunan müdahalelerin dışında, kamumakamlarıtarafından hiçbir müdahale yapılamaz.”

Bu hüküm karşısında, özel kişilerin hukuka uygun olmayanyöntemlerle elde ettikleri ses kayıtlarının kullanılmasıdurumunda,devletin Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi’nin 8. maddesindenkaynaklanan pozitif yükümlülüğüne aykırı davranılmış olur.Sözleşme’nin 8. maddesi ile taraf devletlerin üstlendikleri pozitifyükümlülükler, bireylerin özel yaşamlarınıkorumak ve bireylerin özelyaşamına ancak hukuka uygun yöntemlerle müdahale edilmesini

1165

sağlamaktır. Burada özellikle belirtilmesi gereken bir nokta, bukayıtların hukuka aykırıelde edildiklerinin bizzat sayın Başsavcıtarafından kabul edilmesi, bu hususta bir tereddüdünbulunmamasıdır.

Bu sorumluluğun doğacağının bilinmesine karşın, partimizinkapatılmasına yetecek bir kanıt niteliğinde olmayan söz konusu seskayıtlarının Başsavcılık tarafından delil olarak kabul ettirilmeyeçalışılmasısırf hukuki nedenlerle açıklanabilecek bir durum değildir.

3. İstihbarat Raporu Niteliğindeki Dökümanların Delil OlarakSunulması

Sayın Başsavcının yüksek heyetinize sunduğu dosyalarda,devletin hangi kurum ya da kuruluşundan alındığıbelli olmayan veistihbari nitelikte bilgileri içeren, bazılarının üstünde “GİZLİ” kaşesi yeralan bir dizi döküman yer almaktadır. Bu dokümanların sayınBaşsavcıtarafından delil adıaltında sunulmasıdahi kendi başına birskandaldır. Çünkü, demokratik bir hukuk devleti olan TürkiyeCumhuriyeti’nin mahkemelerinden “jurnal” niteliğindeki budokümanlara dayanarak karar vermesi beklenmektedir. Üstelik, bubelgeler içinde DYP Bursa il BaşkanıMehmet Gazioğlu ve YDPGenel BaşkanıHasan Celal Güzel hakkındaki “raporlar” da yeralmaktadır. Benzerlerini sadece totaliter ülkelerde görebileceğimiz vebireylerin ve olayların “fişlenmesi” olarak nitelendirilebilecek bubelgelerin geçerli delil niteliğine sahip olmamalarıbir yana, bunlarınhiçbir resmi kuruluşa ait olmamasıda konunun ne kadar vahimolduğunu göstermektedir.

4. BazıMilletvekillerinin Gündem DışıKonuşmalarının DelilOlarak Sunulması

Sayın Başsavcıtarafından kimi milletvekillerinin Meclis GenelKurulu’nda yaptıkları gündem dışı konuşmalar delil olaraksunulmuştur. Bu ve önceki savunmamızda bu konuşmaların delilolma değerleri ve içeriklerinin iddia edilen hususlarıiçerip içermediğitartışılmıştı. Burada sadece bu konuşmaların diğer partilerinmilletvekilleri tarafından yapılan konuşmalardan bir farklılıkgöstermediklerini ve bireysel hak ve özgürlükleri savunmaya yönelikolduklarınıvurgulamakla yetiniyoruz.

Bir başka yerde de zikrettiğimiz gibi, Fazilet Partisimilletvekillerinin içinde kılık-kıyafet nedeniyle eğitim haklarını

1166

kullanamayan üniversite öğrencileri ve bu yüzden toplumda yaşanansıkıntılar konularına yer verilen konuşmaları, toplam gündem dışıkonuşmaların %10’u oranındadır. Bunun dışında kalan konuşmalariktisadi sorunlar başta olmak üzere Türkiye’nin başka gündemkonularıyla ilişkilidir. Fazilet Partisi milletvekillerinin gündem dışıkonuşmalarına ilişkin ayrıntılıbir döküm ektedir.

5. Partimizin Kurulmasından Önce YayınlanmışBazıGazeteHaberlerinin Delil Olarak Sunulması

Sayın Başsavcının yüksek heyetinize sunduğu dosyalarıniçinde partimizin kuruluştarihinden önce yayınlanmışbazıgazetehaberlerine de yer verilmiştir. Partimiz bir tüzel kişilik olarak ancakkuruluştarihinden sonraki eylem ve faaliyetlerinden dolayısorumlututulabilir. Ekte örneklerini sunduğumuz bu belgelerin partimizin hiçde haketmediği bir genel izlenim yaratma amacına yönelik olarakdosyaya konulduğu ortadadır.

6. Genel Bir Bakış

Her iki savunmamızda da delillere ilişkin değerlendirmelerekapsamlıbir yer verdik. Bu değerlendirme sonucunda ulaştığımızsonuç, delil olarak sunulan tüm belgelerin Fazilet Partisi’nin Anayasave 2820 sayılı Yasa’da düzenlenmiş olan parti yasaklarınauymadığına ilişkin maddi gerçekliği ortaya çıkarmak yerine, partimizhakkında genel bir izlenim ya da imaj doğurmaya yönelik olduğudur.

Anayasa ve yasada yer alan yasaklarıihlal etmek ancak buyasakların çiğnendiğinin kanıtlanmasıile olanaklıdır. Dolayısıyla iddiamakamı, bu yöndeki kanıtlarıhiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekildeortaya koymalıdır. O halde, partimizin kapatılmasına kararverilebilmesi için genel izlenimlerin değil, yasakların ihlal edildiğineilişkin tartışma kabul etmez somut delillerin varlığıgerekir. Aksi halde,yasanın partilerin kapatılması için öngördüğü nedenleringenişletilmesi, yasak eylem ve faaliyetlerin tipikliğinin kaybolmasıtehlikesi ortaya çıkar ki böyle bir gelişme siyasi hak ve özgürlüklerinAnayasa’nın ve yasa koyucunun amaçladığından fazla ve temel insanhaklarıdüzenlemelerine aykırıbir şekilde sınırlanmasıanlamına gelir.

Hangi kuruma ait olduğu bilinmeyen istihbarat raporları, hukukaaykırıyollardan elde edilen ses kayıtları, indi kanaatler, doğruluklarıteyit edilmemişgazete haberleri, parti üyesi dahi olmayan kişilerinbeyanları, partimizin kuruluş tarihinden önceki dönemlere ait

1167

dokümanlar, Fazilet Partisi ile hiçbir bağıolmayan kurum, kuruluş,yayın organıve kişilerce yapılan açıklamalar ile dolu olan delildosyasıhakkında son sözü söyleyecek olan yüksek heyetinizin tümbu yönleri dikkate alacağına ve Anayasa Mahkememizin birey hak veözgürlüklerinin teminatıolan bir yüksek mahkeme sıfatıyla gerekentüm özeni göstererek bir inceleme yapacağına dair en küçük birşüphemiz yoktur.

E- FAZİLET PARTİSİHİÇBİR PARTİNİN DEVAMI DEĞİLDİR

1. Konunun Son Savunma Bakımından Önemi

Sayın Başsavcı’nın sunduğu Esas Hakkındaki Görüş’te hukukaaykırıyollardan elde edilen ses kayıtlarıkonusu ağırlıklıbir şekildeyeniden ele alınmıştır. Aslında hukuka aykırıyollardan ele geçirilenbu ses kayıtlarıFazilet Partisi Davasıbakımından bu kadar merkezibir öneme sahip değildir ve bu kayıtlar hukuka uygun bir şekilde elegeçirilseydi dahi partimizin bir başka partinin devamıolduğunuispatlamaktan çok uzaktır. Ancak sayın Başsavcı’nın varlığıiddiaedilen bu delil üzerinde aşırıbir vurguda bulunmasıbaşka bir siyasipartinin devamıolma gerekçesiyle partilerin kapatılmasıkonusunadaha ayrıntılıbir bakışızorunlu kılmaktadır. Çünkü hukuka aykırıbirşekilde ele geçirilen bir konuşma bandına dayanılarak ileri sürüleniddialar partimizin kapatılan başka bir siyasi partinin devamıolduğunu kanıtlamaya yöneliktir.

2. Türk Hukukunda ve Anayasa Mahkemesi Kararlarında “BirSiyasi Partinin DevamıOlma” Kavramı1982 Anayasası’nın 69.maddesinin yedinci fıkrasında Temelli kapatılan bir parti bir başka adaltında kurulamaz” hükmü yer almaktadır. 2820 SayılıSiyasi PartilerKanunu’nun 96. maddesinin ikinci fıkrasında ise kurulacak siyasîpartilerin Anayasa Mahkemesince kapatılan siyasî partilerin devamıolduklarını veya beyan edemeyecekleri ve böyle bir iddiadabulunamayacaklarıkuralıbulunmaktadır.

Bu düzenlemeler bakımından asıl önem taşıyan nokta birpartinin ne zaman Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan partinindevamıolduğunu “beyan” ve “iddia ettiğinin” tespiti sorunudur. 2820sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 24.4.1983tarihinden bugüne kadar Anayasa Mahkememiz tarafından bu hükmedayanılarak bir siyasi parti kapatılmamıştır. Dolayısıyla bu konudaoluşmuşbir Anayasa Mahkemesi içtihadıda söz konusu değildir.

1168

Bununla birlikte Anayasa Mahkememiz çok benzer bir konudaemsal teşkil edebilecek üç önemli karar vermiştir. Bilindiği gibi SiyasiPartiler Kanunu’nun 96. maddesinin 19.6.1992 tarihinde değişiklikgeçirmeden önceki halinde Anayasa Mahkemesi kararıdışındakinedenlerle kapatılan siyasi partilerin devamıolma beyan ve iddialarınıda siyasî parti yasaklarıarasında olan bir hüküm vardı. Bu hüküm ilebugün yürürlükte olan ikinci fıkra hükmü arasındaki temel farklılıkdüzenlemelerin kapsamına ilişkindi. Gerçekten, ilk düzenlemedesadece “kapatılan siyasi partiler” ibaresi yer almasına karşın halenyürürlükte olan düzenlemede “Anayasa Mahkemesince temellikapatılan” sözcükleri bulunmaktadır. Bir başka deyişle, ilk düzenlemehem Anayasa Mahkemesi kararı hem de başka organlarcakapatılmayıkapsama alırken yeni düzenleme sadece AnayasaMahkemesi kararlarıile kapatılmayıesas alarak kapatılan partikavramının anlamınıkapsam bakımından daraltmıştır. Buna karşın“devamıolma” ile “devamıolduğunu beyan etme ve iddiada bulunma”unsurlarıbakımından her iki düzenleme arasında bir farklılık yoktur.

Bu nedenle, Anayasa Mahkemesi’nin bir yargıkararıolmaksızınkapatılan siyasi partilerin devamıolduklarıiddiasıyla kapatılmasıistenilen partiler hakkında verdiği kararlarda yer alan görüşlerindenyararlanılabilir. Bu görüşler özellikle’’devam” ve “devamıolduğunubeyan etme ve iddiada bulunma” unsurlarının Mahkemece nasılyorumlandıklarının tespiti bakımından önemlidir.

Anayasa Mahkememizin bu çerçevede yararlanacağımızkararları28.9.1984 tarihli Doğru Yol Partisi Kararı, 16.7.1991 tarihliTürkiye Birleşik Komünist Partisi Kararı ve 24.9.1991 tarihliCumhuriyet Halk Partisi Kararı’dır. Bu üç karar gözönünealındığında, “devam” ve “devamıolduğunu beyan ve iddia etme”unsurlarıbakımından Anayasa Mahkememizin oluşturduğu görüşlerşu şekilde özetlenebilir:

(i) Genel ideolojik benzerlikler, ortak duyarlılıklar tarihsel mirasısahiplenme benzer noktalarıbir başka yorum ve bakış aaçısıylavurgulama, önceki birikim ve deneyimlerden yararlanma ilgili partininAnayasa Mahkemesince kapatılan bir siyasi partinin devamıolduğunun tesbitinde yeterli değildir. Anayasa Mahkememiz TürkiyeBirleşik Komünist Partisi Kararında bu konu hakkında açık vedoyurucu bir yorum geliştirmiştir. Mahkemeye göre,”Ülkemizdeki birkısım Marksist hareketlerin daha önce çoğulcu, çok partili ve seçimedayanan demokratik devlet düşüncesine sahip olmamaları, hattaStalinist yorumlarıbenimseyerek Sovyetler Birliği’nde bir dönemdeki

1169

katıdiktatörlüğü ve insanlık dışıuygulamalarıeleştirmemeleri veSovyetler Birliği’nin komşu ülkelere askeri müdahalelerinidesteklemeleri, bunların düşünce ve eylem boyutunda birbirleri ileilişkilerini ve tarihin akışından doğal halefıyetle ilgili sosyal ve tarihselgerçeği değiştirmez. Davalısiyasi partinin daha önce düşünce,siyasal eylem ve hukuksal örgütlenme bağlamında varlık gösterençeşitli siyasi hareketlerin kültürel mirasına talip olmasıya da böyle birsavda bulunmasıson derece doğal ve demokratiktir.

Bundan davalıpartinin kapatılan bir partinin devamıolduğunubeyan ettiği anlamınıçıkarma olanağıyoktur. ...(M)arksist hareketinfarklıörgütlenmelerine, siyasal kültürüne ve partilerine ve bunlarınkültürel mirasına sahip çıkılması, kapatılan bir siyasi partinin devamıolmak değil, Marksist örgütlenmenin birikim ve deneyimindenyararlanıp yeni bir parti oluşturmaktır.” (E. 1990/1 (SPK), K. 1991/1,KG. 16.7.1991, AMKD, S. 27, C. 2, s. 968).

(ii) Tutum, davranışve jestler beyan ve iddia kavramlarınınkapsamının dışında kalırlar. Anayasa Mahkemesi Doğru Yol Partisikararında bu konuya şöyle yer vermiştir.

“...’(B)eyan’ ve ‘iddia” kavramları... sözle ya da yazıileyapıla(bilirler). Başka bir deyişle, tutum, davranış ya da jestlekapatılan bir siyasi partinin devamıolduğunun beyan ya da iddiaedilmesine olanak yoktur. Bu bakımdan, kapatılan bir siyasi partiliderinin ziyaret edilmesi, birlikte resim çektirilmesi, bir toplantıda hazırbulunulmasıgibi eylemler ‘beyan’ ve ‘iddia’ kavramlarıiçine girmezler.Bu tür davranışlar belki ‘izlenim’ kavramıiçinde değerlendirilebilir.Ancak bu gibi davranışlardan hangilerinin yasaklandığı96. maddeninilk fıkrasında sayılmıştır.” (E. 1984/1 (SPK), K. 1984/1, KG.28.9.1984, AMKD, S. 20, s. 511)

(iii) Aşikarlık beyan ve iddia kavramlarının bir diğer özelliğidir:

“Beyan ve iddia üçüncü kişilerin bilgilerine ya dayararlanmalarına sunulmadıkça, yasak eylem oluşmaz.” (E. 1984/1(SPK), K. 1984/1, KG. 28.9.1984, AMKD, S. 20, s. 511)

(iv) Beyan ve iddiaların içeriği Anayasa Mahkemesi tarafındanciddi, inandırıcı, etkileyici bulunmalı, beyan ve iddialar arızi kalmamalıbelli bir yoğunluğa ulaşmalıdır: “Anayasa Mahkemesi (bu konudakiincelemesini), beyan ve iddiaların içeriğine, ciddiyetine,inandırıcılığına, etkileyiciliğine, yoğunluğuna göre değerlendirecektir.”

1170

(E. 1984/1 (SPK), K. 1984/1, KG. 28.9.1984, AMKD, S. 20, s. 511-512; E. 1990/2 (SPK), K. 1991/2, KG. 24.9.1991, AMKD, S. 28, C. 2,s. 691).

(v) Kapatılan bir siyasi partinin devamıolmaya ilişkin beyan veiddiaların siyasi partinin yetkili organlarıveya siyasi partiyi temsileden kişilere yüklenebilmesi gerekir.

“... Maddeye aykırıdavranıştan söz edebilmek için yasakeylemin siyasi partinin yetkili organlarınca veya siyasi partiyi sözleriya da yazılarıyla ilzam eden kişilerce işlenmiş olmasıgerekir.Bunların kimler olduğu 101. maddenin (b) bendinde belirtilmiştir.Başka bir anlatımla, madde fail olarak siyasi partileri öngördüğünegöre, temsil yetkisi bulunmayan kişilerin eylemleri nedeniyle partininsorumlu tutulmasıdüşünülemez.” (E. 1990/2 (SPK), K. 1991/2, KG.24.9.1991, AMKD, S. 28, C. 2, s. 690).

Bu kararın verildiği tarihte yürürlükte olan 2820 sayılıKanun’un101. maddesinin (b) bendindeki hüküm, bazıküçük değişikliklerlebugün yürürlükte olan kanunun 102. maddesinde yer almaktadır. Buhüküm ve Anayasa Mahkemesi’nin yaklaşımıçerçevesinde, beyanve iddiada bulunma suretiyle bir siyasi partinin yasak fiili işlemesineneden olabilecek kişi ve organlar şunlardır:

- Parti büyük kongresi,

- merkez karar ve yönetim kurulu (veya bu kurulun iki ayrıkurulolarak oluşturulduğu haller),

- TBMM grup yönetim kurulu,

- TBMM grup genel kurulu,

- parti genel başkanıdışında kalan parti organı, mercii veyakurulu.

(vi) Sadece imaj yaratmak kapatılmışbir siyasi partinin devamısayılmak için yeterli değildir. Kapatılmışbir siyasi partinin devamıizlenimi doğurmak ise sadece 2820 SayılıKanun’un 96. maddesininbirinci fıkrasında tanımlandığışekliyle yasak kapsamındadır. Bukonuya Ön Savunmamızda Doğru Yol Partisi Kararı’ndan yaptığımızbir alıntıyla yer vermiştik. Anayasa Mahkememiz Cumhuriyet HalkPartisi Kararı’nda da aynıkonuyu ele almıştır:

1171

“... ‘izlenim’, ‘imaj’, ‘ima’ gibi sözcükler nesnel ölçüleri olmayanöznel değerlendirmelere açık kavramlardır. Bu yola girildiğinde,kapatılan bir partinin simgesi olmuşbir renk, bir slogan; parti isimleriya da amblemlerindeki küçük bir benzerlik, kapatılan bir partinintüzük ve programındaki bazımaddelere paralel hükümlerin yenikurulmuşolan partinin tüzük ve programına alınması, kapatılan partiyöneticileri ile yakınlık gibi hususlar madde kapsamına girebilecektir.(E. 1990/2 (SPK), K. 1991/2, KG. 24.9.1991, AMKD, S. 28. C. 2, s.690).

Anayasa Mahkemesi, tüm izlenim yaratıcıfiillerin ise sadece 96.maddenin birinci fıkrasında yer verilenlerle sınırlıolduğuna kararvermiştir:

“... Bu tür davranışlar belki ‘izlenim’ kavramı içindedeğerlendirilebilir. Ancak bu gibi davranışlardan hangilerininyasaklandığı96. maddenin ilk fıkrasında sayılmıştır.” (E.1984/1(SPK), K. 1984/1, KG. 28.9,1984, AMKD, S. 20, s. 511).

2820 sayılıKanun’un birinci fıkrasında düzenlenen ve izlenimyaratma sayıldığıhalde yasak kapsamına giren bu fiiller şunlardır:

- kapatılmışsiyasî partilerin isimlerini kullanmak,

- amblemlerini kullanmak,

- rumuzlarınıkullanması

- rozetlerini kullanmak,

- benzeri işretlerini kullanmak.

Anayasa Mahkememizin sözkonusu kavramların anlamlarınıyukarıdaki kıstaslar çevresinde sınırlandırmışolmasıbirey hak veözgürlüklerine saygılıolmanın, hukuk devleti ve demokratik devlet,ilkelerinin doğal bir sonucudur.

Şüphesiz Anayasa’mızın 68. ve 69. maddelerinde düzenlenensiyasî hak ve özgürlükler, örgütlenme ve siyasî parti kurma hakkıbakımından bu daraltıcıyorumlar gereklidir.

Öte yandan, Türk hukuk sisteminde siyasi partileri kapatmanedenleri dört ana başlık altında toplanmıştır: Siyasi partinin tüzük veprogramının Anayasanın ve ilgili yasanın hükümlerine aykırıolması

1172

Anayasa ve yasayla yasaklanmışbirtakım faaliyetlerin odağıhalinegelmesi, kapatılmışbir siyasi partinin devamıolduğunu beyan veiddia etmesi ve nihayet yurt dışından yardım alması. Bunlardanikincisi anayasal kurumlarıkorumak amacıyla siyasi özgürlükleresınırlar getirilmesi üçüncüsü ise getirilen bu sınırlara uymayanPartilerin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasından sonratekrar aynıpartiye varlık kazandırılmasınıve dolayısıyla mahkemekararlarının etkisiz hale getirilmesinin önüne geçilmesi amacıyladüzenlenmiştir. Başka bir deyişle, “odaklaşma” nedeni doğrudansiyasi hak ve özgürlükleri sınırlandırmaya yönelik iken “devamıolma”nedeni kendi başına bir sınırlandırma değil, hukuki sınırlandırmalarınetkisini ortadan kaldırmaya yönelik girişimleri önlemeyi hedefler. Bunedenle kapatılmışolan bir siyasi partinin devamıolma nedeniyle birsiyasi partinin kapatılmasısiyasi hak ve özgürlükler ile diğer birey hakve özgürlüklerine, anayasa ve yasalarda sayılmayan yeni sınırlamalargetirmeyecek biçimde ve mahkeme kararlarına uyulmasınısağlamamünhasır amacına uygun olarak gerçekleştirilmelidir.

Örneğin, Anayasa Mahkemesi’nin izlenim, imaj gibi kavramlarıkapatılan bir partinin devamısayılmasıiçin yeterli görmemesi hemsiyasi partiler hem de bireyler için çok önemlidir. Eğer imaj yeterligörülseydi, bu, siyasi partilerin hareket alanlarının kendi işlevleriniaksatacak derecede aşırıbir şekilde daralmasına neden olabilecekti.Daha önce kapatılan bir parti dolayısıyla yasaklıhale gelenler de,aynen totaliter devletlerde olduğu gibi, kimsenin kendilerineyaklaşmaya cesaret edemediği, kendilerinden uzak durulmasıgereken bireyler olacaklardı. Oysa, kapatılan bir partinin devamıiddiasıve beyanınedeniyle parti kapatılmasıbu tür bir durumuöngörmeyen ve amacı yukarıda açıklandığı gibi mahkemekararlarının etkisiz kılınmasınıönlemek olan bir yaptırımdır. Bunedenle Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda daha öncedengeliştirdiği daraltıcıyorum yerindedir ve bir hukuk devleti içingereklidir.

Konuya Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi açısındanbaktığımızda Anayasa Mahkemesi’nin tutumu daha iyi anlaşılabilir.Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi’nin 11. maddesinde toplanma veörgütlenme özgürlükleri düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre,“Herkes, barışçıl amaçla toplanma özgürlüğü ile, kendi çıkarlarınıkorumak için sendika kurma ve sendikalara girme hakkınıdakapsayan örgütlenme özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu haklarınkullanılmasına, ulusal güvenlik, kamu güvenliği, suçun vedüzensizliğin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması,

1173

başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunmasıamaçlarının dışında,hukukun öngörmediği ve demokratik bir toplumda gerekli bulunmayanhiç bir sınırlama koyulamaz. Bu madde, silahlıkuvvetler, polis teşkilatıve kamu idaresi mensuplarıtarafından bu hakların kullanılmasınahukuka uygun sınırlamalar koyulmasınıengellemez.”

Bu maddede yeralan örgütlenme kapsamıiçine siyasi partilerinde girdiği Avrupa İnsan HaklarıKomisyonu tarafından şüpheye yerbırakmayacak şekilde kabul edilmiştir. (Bu konudaki ilk karar için bkz.Başvuru 250/57, Alman Komünist Partisi Kararı, Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi Yıllığı, C. I, 1955-1957, s. 222). Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi de aynıgörüştedir. (Sigurdur Kararı, 30.6.1993, A. 264, s.14; Vogt Kararı, 26. Eylül.1995, A. 323, s.31).

Komisyon örgütlenme özgürlüğünü şöyle tanımlamaktadır:“Örgütlenme özgürlüğü, vatandaşların çeşitli amaçlarıgerçekleştirmek amacıyla devlet müdahalesi olmaksızın örgütlerekatılma kapasitesine sahip olmalarıdır” (Başvuru 6094/73, D ve RKararı, 1978, s. 5).

Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi’nin 11. maddesi devletlerenegatif sorumluluklar kadar pozitif sorumluluklar da yüklemektedir.Yani Sözleşmeye taraf devletler sadece vatandaşların örgütlenmehaklarına müdahale etmemekle kalmayacak, ama aynızamandavatandaşların çıkarlarını koruyabilmeleri için gerekli ortamı dayaratacaklardır. Bu pozitif sorumluluk, iç hukuk düzenlerinin kişilerinamaçlarına erişmesine yardımcıolmalarıyla değil ortak amaçlarınıgerçekleştirmek isteyen bireylerin kurduklarıörgütlere varlıklarınısürdürebilecekleri yeterli bir alanıyaratmalarıyla sağlanabilir. Bupozitif sorumluluk örgütlenme özgürlüğünü kağıt üzerinde kalmaktankurtarır.

Bu yükümlülük çerçevesinde Türkiye’deki devlet organlarıdabireylerin örgütlenme özgürlüğünü kullanabilecekleri yeterli bir alanıyaratacaklardır. Anayasa Mahkemesi bu organlardan biridir ve SiyasiParti Kapatma davalarıbakımdan Anayasayıve yasalarıyorumlarkenbu pozitif sorumluluğu da gözönünde bulundurmalıdır. AnayasaMahkemesi’nin yukarıdaki kararları bu noktanın gözetildiğinigöstermektedir. Benzer şekilde yasama organıda bu konudasorumluluk sahibidir. 2820 sayılıSiyasi Partiler Kanunu’nun 95.maddesinde yer yeni kurulan partide kapatılmışparti mensuplarınınçoğunluğu oluşturamayacağına ilişkin kural, siyasi madde metnindençıkarılmıştır. Bu hükmün çıkarılması TBMM’nin Sözleşme’den

1174

kaynaklanan pozitif yükümlülükleri gözettiğini ortaya koymaktadır.

3. Anayasa Mahkemesi Tarafından Kapatılan Bir Siyasi PartininDevamıOlmanın Tespiti Sorunu

Yukarıda da değinildiği gibi, Anayasa Mahkemesi bugünekadar kendisi tarafından kapatılmış bir partinin devamıolduğugerekçesi ile bir başka parti hakkında karar vermemiştir. Bununlabirlikte, devamdan ne anlaşılmasıgerektiği ve “beyan etme”, “iddiadabulunma” kavramlarının anlamları, beyan ve iddiada bulunanlarınkimler olabileceği konularında Anayasa Mahkemesi içtihatgeliştirmiştir.

Bu nedenle, yapılmasıgereken şey bu içtihat temelindeAnayasa Mahkemesi tarafından kapatılmışolma ek unsurunu da gözönünde bulundurmaktır. O halde siyasi parti Anayasa Mahkemesi’ninbir çok kararıyIa kapatılmışise, kapatılan parti hakkında Mahkeme’ninoluşturduğu somut gerekçelere bakmak ve bu somut gerekçelerinaynışekilde kapatılmasıistenen parti açısından da gerçekleşipgerçekleşlemediğini kontrol etmek gerekmektedir. Sonuç olarak, birsiyasi partinin Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılmışbaşka birsiyasî partinin devamıolduğunu beyan etmesi ve bu yolda iddiadabulunmasınedeniyle kapatılabilmesi için, 2820 sayılıKanun’dagösterilen yetkili organ ve makamlar tarafından; kamuoyunun bilgisineulaşabilecek kadar aşikar ve bir siyasî gereğin ya da genel birideolojik çerçevenin yahut siyasî mirasın savunusunu aşan bir şekildekapatılmışbir siyasî partinin devamıolduğuna ilişkin yazılıya dasözlü beyan ve iddialar ileri sürmesi ve bu beyan ve iddialarınAnayasa Mahkemesi tarafından ciddi, inandırıcıve etkili bulunmasıbu fiillerin şüpheye yer bırakmayacak kadar yoğunlaşmış olmasıgerekir. Anayasa Mahkemesi yapacağı bu değerlendirmedeyukarıdaki ölçütlere ek olarak kapatılmış siyasi parti hakkındakikararın somut gerekçelerinden de yararlanabilir.

4. Fazilet Partisi DavasıBakımından “KapatılmışBir SiyasiPartinin DevamıOlma” Durumu

a) Fazilet Partisi’nin Siyasi Söylemi Bakımından

Fazilet Partisi diğer tüm siyasi partiler gibi Cumhuriyetimizin ilkyıllardan beri varolan siyasi bir geleneğin günümüz şartlarına göreyeniden yorumlanmışbir versiyonudur. Bu bakımdan partimiz SerbestFırka, Terakkiperver Fırka, Demokrat Parti, Adalet Partisi, Milli Nizam

1175

Partisi, Milli Selamet Partisi, Anavatan Partisi, Doğru Yol Partisi veRefah Partisi tarafından oluşturulmuş siyasi mirası, bu partilerehizmet eden kişileri, bu partiler tarafından ortaya konulan genelideolojik yaklaşımlarışu ya da bu ölçüde bünyesinde barındıranmuhafazakar bir merkez sağpartidir.

Partimizin bu siyasi mirasa sahip olmasıhukuki değil sosyolojikbir konudur ve ülkemizde siyasete sahip olmayan bir parti de yoktur.Bu mirasın içinde kapatılmış partilerin bulunmasıda ülkemizdeyadırgatıcıbir durum değildir. Çünkü Cumhuriyet tarihinin en köklüpartisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin ismini alan bir parti dahibugün yürürlükte olmayan ve hiç bir zaman yürürlükte olmasınıistemediğimiz bir yasa yüzünden kapatılmıştır. Nitekim bu sosyolojikdurum Anayasa Mahkemesi’nin bir kararıyla da tespit edilmiştir:

“...(Siyasi partiler toplumun siyasi yaşamında yalnız hukuksaldeğil, aynızamanda sosyolojik bir gerçeğin yapısıdır. İmparatorlukdöneminin 1908 yılından sonraki çalkantılı yaşamında siyasigruplaşmaların ve toplulukların Cumhuriyet dönemindeki siyasiyapılaşmaya etkileri açıktır. Cumhuriyet dönemindeki yasal ve yasalolmayan örgütlerin arkasında bulunan siyasal görüşler ve gruplaretkinliklerini ve varlıklarını bugüne kadar değişik adlarlasürdürmüşlerdir. Cumhuriyet dönemine ilişkin bu siyasal gelişiminakışı, Cumhuriyet Halk Partisi, Serbest Fırka ve Terakkiperver Fırkaile başlamış ve çeşitli siyasal kesintilere karşın bugüne kadargelmiştir” (E. 1990/1 (SPK), K. 1991/1, KG. 16.7.1991, AMKD, S. 27,C. 2, s. 968).

Anayasa Mahkemesi aynı kararında yukarıda alıntısınıverdiğimiz gibi geçmişte faaliyet gösteren siyasi partilerin kültürelmirasına sahip olmayıson derece demokratik ve doğal bulmaktadır.Bununla birlikte Fazilet Partisi yukarıda sözü edilen gelenek içinde yeralan hiçbir partiyle özdeşve o partinin devamıdeğildir. TürkiyeCumhuriyeti tarihi özellikle merkez sağmuhafazakar partilerin çokçeşitli renklere sahip olduklarınıgöstermektedir. Bu partiler bazendaha liberal bazen daha devletçi, bazen sosyal politikalara bazen deiktisadi politikalara önem veren partiler olmuşlardır. Çağın koşulları,demokrasinin algılanıştarzı, ulusal ve uluslararasıboyuttaki iktisadive sosyal, kültürel sorunlar bu değişimlere neden olmuştur. Partileringeçmişten çıkardıklarıdersler, edindikleri deneyim, hatta kimi zamanacısonuçlar doğuran politikalar da bu değişimde etkili olmuştur.

Fazilet Partisi de benzer deneyimleri yaşayan kişilerce

1176

kurulmuşbir parti olarak tüm sayılan bu partilerden farklıbir siyasiprogram kabul etmiştir. Partimizin iktisadi politika bakımından dahaliberal, siyasi konularda daha özgürlükçü ve birey hak veözgürlüklerine daha fazla vurgu ...yapan,. muhafazakar değerleriyenilikçilik ekseninde yorumlayan, uluslararası ilişkilerdebütünleşmeyi ve Avrupa Birliği’ne dahil olmayısavunan bir genelçizgiye sahiptir.

Kısacası, üyeleri, duyarlılıkları, siyasi ideolojisi bakımındanortak bir mirastan beslenen Fazilet Partisi, çağın gereklerine uygunyeni bir parti kurma çabasıiçinde, liberal ve muhafazakar değerlerinbir sentezini kurmaya çalışan, toplumumuzun kültürel kimliğinikoruyarak dünya ile bütünleşmenin yollarınıaraştıran, bireyin veinsan haklarının çağımızdaki önemini kavramışyenilikçi bir partidir.Bu nedenle, partimizin genel ve ortak bir siyasi mirasın sınırlarınıaşacak kadar kapatılmış bir başka bir partiyle özdeşleştirilmesiolanaklıdeğildir.

b) Fazilet Partisi’nin Yetkili Organ ve Makamlarının TutumlarıBakımından

Yukarıdaki genel açıklamalarda değinildiği gibi bir partininbaşka bir siyasi partinin devamıolduğu gerekçesiyle kapatılabilmesiiçin o partinin yetkili organ ve makamlarının kamuoyunun bilgisinesunulacak biçimde aşikar beyan ve iddialarda bulunmasıgerekmektedir.

Bu konuda sayın Başsavcıtarafından delil olarak sunulaniddianame ve ek iddianamedeki belgelerden hiçbiri Fazilet Partisi’ninbir yetkili organının veya makamının beyan ve iddiada bulunduğunukanıtlayamamaktadır. Bu iddialara Ön Savunmamızda değindiğimiziçin burada sadece dosyada bulunan ama iddianamede zikredilmemişiki gazete haberi üzerinde duracağız

3.4.1999 tarihli Radikal gazetesinde Fazilet Partisi GenelBaşkanıRecai Kutan’ın “Biz Emanetçiyiz” dediği iddia edilmektedir.“Biz Emanetçiyiz haberin başlığıyapılmakla birlikte sayın Kutan’ınhaber içinde yer alan konuşmasında bu sözcükleri kullanmadığıgörülmektedir. Zaten daha haberin başında “Kutan ‘emanetçiolduğunu ima etti” denilmek suretiyle yazının başlığıile çelişkili birifade kullanılmıştır. Acaba sayın Kutan’ın bu konuşmasında “ima”varmıydısorusuna da olumlu yanıt vermek olanaklıdeğildir. SayınKutan’ın konuşmasıaynen şöyledir: “ Hoca’nın 30-40 yıllık siyasi

1177

hayatında o kadar çok önemli hadiseler cereyan etti ki, hiçbirindesarsılmadı. Öyle bir ruh hali var ki, bu inancından gelen birşeydir.Hoca’yıyıkmak kesin olarak mümkün değildir.” Bu sözlerden “Bizemanetçiyiz” sonucuna “ima” olarak dahi ulaşmak olanaklıdeğildir.Daha Önce değindiğimiz gibi demokratik bir hukuk devletinde bireylerkime saygıduyacaklarına kendileri karar verir ve bireylerin özneldeğerlendirilmeleri sansür edilemez. Aksi durumda totaliterdevletlerde olduğu gibi belli kişilerin adlarının anılmasınıdahiyasaklamak gerekir. Sayın Necmettin ERBAKAN AnayasaMahkemesi kararıile siyasetten yasaklanmışbir eski parti lideridir. Budurum, ona saygıduyanların bu duygularınıaçıklamalarına engeloluşturmaz. Sayın Kutan’ın “ima” da dahi bulunmadığı birkonuşmasından “Biz emanetçiyiz” sonucu çıkaran bu gazete haberikonunun hukuki bakımdan incelenmesi sırasında ne kadar dikkatliolmamız gerektiğini ortaya koyan güzel bir örnektir.

İddianamede yer almamakla birlikte dosyada bulunan bir başkahaber ise sayın LütfıEsengün’ün “Sadece tabelamız değişecek.Adımız başka bir ad, amblemimiz başka bir amblem olacak”sözleridir. Ancak bu sözlerin, bir yetkili organ veya makamtarafından söylenmesini bir yana bırakalım, somut bir parti tüzelkişisiadına sarfedildiği dahi ileri sürülemez. Haberin içeriğinde FaziletPartisi’nin adıdahi geçmemektedir. Refah Partisi’nin kapatıldığıgünyapılan bu açıklamada sayın Esengün ileriye yönelik konuşmaktadır,“bunu önümüzdeki günlerde planlayacağız”, “kurulacak yeni parti”sözleri sayın Esengün’ün henüz Fazilet Partisi’ne katılma kararıdahivermediğini göstermektedir.

Hukuka aykırıbir şekilde elde edilen ve sayın NecmettinERBAKAN ile sayın Yasin Hatipoğlu arasında gerçekleşen konuşmaise bu ölçütler çerçevesinde, hukuka aykırıolmasının ötesinde,kapatılan bir partinin devamıolmayıkanıtlayıcıiçerikte de değildir:Bir kere bu konuşma iki kişi arasında cereyan eden özel birkonuşmadır. Beyan ve iddia üçüncü kişilerin bilgilerine ya dayararlanmalarına sunulmadıkça, yasak eylem oluşmaz. Zaten budelilin hukuka aykırıbir şekilde elde edilmesine neden olan şey özelbir konuşmanın yasal olmayan bir şekilde kaydedilmişolmasıdır.Yani aşikarlık unsuru yoktur. Partiyi temsile yetkili bir organ ya damakamın beyan ve iddialarından bahsetmek de olanaklıdeğildir.Yasin Hatipoğlu konuşmanın cereyan ettiği tarihte Meclis Başkanısıfatına sahiptir. Konuşmanın iki tarafıda partinin ne yetkili bir organıne de makamıdır.

1178

c) Beyan ve İddiaların Yoğunluk KazanmasıBakımından

Anayasa Mahkemesi içtihatlarında bir siyasi partinin kapatılmışbir başka partinin devamıolmasınedeniyle kapatılabilmesi için beyanve iddiaların arızi nitelikte olmaması, yoğunluk kazanmasıgerektiğide vurgulanmaktadır. Sayın Başsavcının “devamıolma” başlığıaltında toplanabilecek iddialarının hiçbirinde partinin yetkili organ vemakamlarının beyan ve iddiada bulunmadıklarının yanında bu başlıkaltında ileri sürülen delillerin birkaç gazete haberi ile sınırlıolduğuortadadır. Belki de bu nedenle sayın Başsavcıhukuka aykırıeldeedilmişbir ses bandının delil olarak kabul edilmesinde bu kadar ısraretmektedir. Ancak, bu bandın, hukuka aykırıelde edilmişolmasıbiryana bırakılacak olursa, Anayasa Mahkemesi içtihatlarıçerçevesindehiçbir anlamıyoktur.

d) Refah Partisi’nin Kapatılma Gerekçeleri Bakımından

Fazilet Partisi genel olarak vatandaşların ve kendiseçmenlerinin hak ve özgürlüklerinin korunmasına önem veren birpartidir. Bu hak ve özgürlüklerin içinde din ve vicdan özgürlüğü de yeralmaktadır. Bu nedenle partimiz mensupları, partimizin yetkili organve makamlarıdin özgürlüğüne ilişkin beyanlarda bulunmaktadır ve bugayet normal, demokratik bir tutumdur. Sayın Başsavcıtarafındaniddianame ve ekinde delil olarak gösterilen partimiz milletvekillerineait başörtüsü ile ilgili konuşmalar sadece toplumda yaşanansıkıntıların Meclise yansıtılmasıamacıyla yapılmıştır.

İddianameden sanki Fazilet Partisi milletvekillerinin başörtüsüdışında hiçbir konuşma yapmadıklarıgibi bir izlenim edinilmektedir ki,gerçek böyle değildir. Fazilet Partisi kurulduktan sonra TBMM çatısıaltında toplam 320 adet gündem dışıkonuşma yapılmıştır. Bukonuşmaların 80 tanesi, yani %25’i Fazilet Partisi milletvekillerineaittir. Bu 80 konuşmanın 12’si, yani %15’i sayın Başsavcıtarafındanyüksek heyetinize delil olarak sunulmuştur. Sunulan bukonuşmalardan ise sadece 8 tanesi din özgürlüğü ve başörtüsü ileilişkilidir. Yani Fazilet Partisi adına yapılan toplam konuşma miktarının%10’u başörtüsü ile ilgilidir. Kaldıki, bu konuşmalardan hiçbiri saltkonuya değinmek maksadıyla yapılmamıştır. Bu sekiz konuşmadanher birinde milletvekilleri kürsüye kendi illerinde ortaya çıkan bir sorunnedeniyle çıkmışlardır. Bu sekiz konuşmanın bir başka ortak özelliğiise, dini görüşbildirmek, din adına yargıda bulunmak vs, nedenledeğil, sadece din ve vicdan özgürlüğü sınırları içinde kalaraktoplumun bir kesiminin sorunlarınıdile getirmek amacıyla yapılmış

1179

olmalarıdır. Mecliste temsil edilen diğer partilerin temsilcileri debenzer ve hatta üslubu daha sert konuşmalar yapmaktadırlar. Aslındademokratik bir sistemde toplumda tartışılan konuların ağırlığıilesiyasetçilerin gündemi paralellik arz eder. Ülkemizde son zamanlardakılık-kıyafet özgürlüğü bir çok siyasi parti tarafından gündemegetirilmektedir. Siyasetin gündeminde olan bu konu hakkında diğersiyasi parti üyelerinin ne tür konuşmalar yaptıklarınıaraştıran birçalışmamız atıfta bulunduğu gazete haberleri ile birlikte ektesunulmuştur. Ayrıca bu savunma yüksek heyetinize sunulmadanÖnce yine aynıkonuda TBMM’de yapılan son konuşmayıda ektesunuyoruz. Bu ekler “onlarda yapıyor bizim suçumuz ne?” türündenbasit bir mantıkla hazırlanmamıştır. Kılık-kıyafet özgürlüğübakımından başörtüsü konusunun güncel, birçok siyasi parti ve partiüyeleri tarafından ele alınan, gündelik bir konu olduğunu ortayakoymada yardımcıolduğu için bu ekleri savunmamıza dahil ettik.

Vatandaşların dini hak ve özgürlükleriyle ilgili olanlar hariçolmak üzere Fazilet Partisi dinle, ilgili hiçbir açıklama ve beyandabulunmamıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nde dini konularla hangiotoritelerin ilgilendiği bellidir. Fazilet Partisi dinlerin içeriği ile ilgili tümsorunlarısiyasî partilerin faaliyet alanıdışında kaldığıgörüşündedir.Bu çerçeve dışında kalan laiklik karşıtıfaaliyetler partimiz tarafındanasla gerçekleştirilmemiştir. Fazilet Partisi laiklik ilkesi bakımından BatıDemokrasilerinde yerleşmişuygulamalardan yanadır. Eleştirilerimizlaiklik ilkesine değil, onun uygulanmasında ortaya çıkan sorunlarayöneliktir. Partimizin en büyük dileği bu sorunların bir an önceçözülerek, kendimize ait tüm bireylerin tatmin olduklarıve birey hakve özgürlüklerini sonuna kadar gözeten bir temelde ülkemizin tümdünyaya örnek olmasıdır. Fazilet Partisi bugüne kadar elde olduklarıdelillerin edilmiştüm kazanımlara da sahip çıkmakta, bu hususta kimiyazar ve düşünürlerin kötümser yaklaşımlarınıda paylaşmamaktadır.

F- GENEL DEĞERLENDİRME

Fazilet Partisi’ne karşıaçılmışolan işbu kapatma davasındakapatma nedeni olarak ileri sürülmüş olan iki temel iddia vardır.Birincisi, Fazilet Partisi’nin laikliğe aykırıfiillerin “odağıhaline geldiği”iddiasıdır. Bu hususla ilgili olarak sayın Başsavcı, esas itibariyle,partimizin bazımensuplarının veya partimiz üyesi olmayan kimimilletvekili veya eski milletvekillerinin söz ve beyanlarından oluşan“kanıtlar” göstermişve ayrıca Anayasamızın laiklik ilkesinin anlamıüstüne birtakım yorum ve değerlendirmeler yapmıştır. Gösterilen“kanıtların büyük kısmıÖn Savunmamızda bir kısmıda işbu Son

1180

Savunma’mızda tek tek ele alınarak bunların neden kapatmaiddiasına temel oluşturamayacaklarıuzun uzadıya açıklanmıştır.

Özetlemek gerekirse, “kanıt” olarak gösterilen beyanlarınPartimizin halihazırdaki üyelerine ait olanlarının hiç biri laiklik karşıtıolarak nitelenemeyecekleri gibi, bunların önemli bir kısmıda yasamasorumsuzluğu çerçevesinde ifade edilmişgörüşlerdir. Ayrıca, SiyasiPartiler Kanunu’nun 103. maddesinin 4445 sayılıKanun’un 18.maddesiyle değişik ikinci fıkrasıçerçevesinde, laiklik karşıtıolduklarıiddia edilen bütün bu beyanlardan hareketle Fazilet Partisi’nin butürden eylemlerin odağıhaline gelmişolduğu da söylenemez. Çünkü,ne söz konusu eylemlerin parti üyelerince “yoğun bir şekilde”işlenmeleri söz konusudur ne de kanunda belirtilen parti organlarınınbunlarızımnen veya açıkça benimsediğini gösteren kanıtlar vardır.Öte yandan, söz konusu fiiller “parti organları”nın fiilleri de değildir kibunların “kararlılık içinde işlenmiş” olmalarıda söz konusu olsun.Bütün bunlardan dolayı, Fazilet Partisi’nin laikliğe aykırı, fiillerin odağıhaline geldiği gerekçesiyle kapatılmasıtalebi, hukuki dayanaktanyoksundur.

Fazilet Partisi’nin kapatılmasıtalebinin dayandırıldığıikinci iddiaise, onun kapatılmışolan Refah Partisi’nin devamıolduğu şeklindedir.Ön Savunmamızda, Anayasamızın 69. maddesinin yedinci fıkrasıveSiyasi Partiler Kanunu’nun 4445 sayılıKanunla değişik 95. maddesiçerçevesinde, kapatılmışbir partinin devamıolmanın ne anlamageldiğini analiz etmiş ve Fazilet Parti’sinin bu anlamda RefahPartisi’nin devamımahiyetinde bir parti olmadığınıayrıntılarıylaaçıklamıştık. Pozitif hukukumuz açısından bakıldığında, SiyasiPartiler Kanunu’nun 95. ve 96. maddelerinde bir partinin hangihallerde kapatılmışbir partinin devamısayılabileceğine ilişkin olarakderpişedilen unsurların hiç birisinin Fazilet Partisi bakımından sözkonusu olmadığıortaya çıkmıştır. Bu meyanda, Fazilet Partisi’nintüzük ve programıile kuruluşundan bu yana izlediği politik çizgibakımından, kapatılmış olan Refah Partisi’nden tamamen farklı,yepyeni bir parti olduğunu da göstermiştik. Fazilet Partisi keza, ÖnSavunmamızda da açıklamışolduğumuz gibi, Türkiye’nin gelecektekiyerini de çağdaşBatıdünyasıiçinde düşünmekte ve politikasınıda oyönde şekillendirmektedir. Nitekim, Fazilet Partisi yönetimi dışdünyaya ilişkin olarak öncelikle Avrupa ülkeleri ve Amerika BirleşikDevletleri ile temas kurmaya öncelik vermiştir.

Hukuki durum bu olmakla beraber, sayın Başsavcıkimi FaziletPartililerin kapatılmış olan Refah Partisi ile bir bağlantının var

1181

olduğunu düşündürecek bazıbeyanlarına ve/veya ilişkilerine atıftabulunarak iki parti arasında bir devamlılık ilişkisi bulunduğunu ilerisürmektedir. Kanaatimizce, bu noktada iki şeyi birbirindenayırmalıyız. Bir siyasi partinin pozitif hukuk bakımından kapatılmışbirpartinin devamıolmasıyla, onun sosyolojik bakımdan kapatılmışolaneski bir partinin tabanına da hitap ediyor olmasıbirbirinden tamamenfarklıdurumlardır. Bu çerçevede, Fazilet Partisi’nin bir “kitle partisiolarak toplumun çeşitli kesimlerinin desteğini almaya çalışmasıgayetdoğaldır. Bu kesimler arasında, kapatılmışolan Refah Partisi’nin birkısım tabanının yer almasından da yanlışolan bir şey yoktur. Çünkü,toplumda temeli bulunan “Fikir” ve “çıkar”ların kendilerini bir biçimdeifade etmeleri sosyolojik bakımdan engellenebileceği gibi, demokratikbir toplumda siyasi partilerin çıkar ve talepleri temsil etmek içinbirbirleriyle yarışmalarıda doğal bir durumdur.

Nitekim, ülkemizde sadece Fazilet Partisi için değil kimi başkapartiler bakımından da bu tür sosyolojik sürekliliklerin söz konusuolduğu açıktır. Söz gelişi, Doğru Yol Partisi’nin, hukuki anlamdadeğilse de siyaset geleneği bakımından kapatılmış olan AdaletPartisi’nin bir uzantısıolduğu sosyolojik bir gerçektir. Kaldıki,kapatılmış olan Refah Partisi’nin tabanına hitap etmeye çalışansadece Fazilet Partisi de değildir. Sosyolojik temeli bulunan siyasigelenek ve yönelimlerin meşru siyasi partilerde kendilerine bir yerbulabilmeleri toplumsal barışın idamesi bakımından da son derecehayatidir. Avrupa İnsan HaklarıDivanı’nın, Avrupa Sözleşmesiçerçevesinde “Avrupa kamu düzeni”nin özünü oluşturduğunu tespitettiği “demokratik toplum” anlayışıbakımından da başka türlüdüşünmeye imkan yoktur. Böyle bir anlayış çerçevesinde, siyasigeleneklerin sosyolojik anlamda devamlılığının parti kapatma nedeniolarak görülemeyeceği de açıktır.

Bu sorunla ilgili olarak işaret edilmesi gereken başka bir noktada kimi Fazilet Partililerin bazıeski Refah Partililerle insani ve medeniilişkilerini sürdürüyor olmalarının bu dava bakımından ifade ettiğianlamdır. Bu hususta hemen belirtmeliyiz ki, kapatılmışolan RefahPartisinin kimi önde gelen şahsiyetleriyle yapılmışolsalar bile, bu türilişkiler iki parti arasında hukuki anlamda bir devamlılık ilişkisiolduğunu göstermez. Pek tabiidir ki, uzun yıllar arkadaşlık ve dostluketmiş, birlikte siyaset yapmışinsanlardan, on yıllara varan bu türdeninsani ilişkilerini kesmeleri beklenemez. Siyasetçilerin güvendikleribaşka kişilerin akıl ve tecrübesinden yararlanmak istemeleri, zamanzaman onlara danışmalarıda olağan bir durumdur. Bu kişilerinarasında siyasi bakımdan yasaklıolan eski politikacılar da olabilir.

1182

Böyle bir ilişkinin varlığıhukuki bir yargıya esas oluşturamaz. Kaldıki,siyasi partilerin toplumdan sağlayacağısiyasi desteği azamileştirmekarayışıiçinde olmalarıdoğaldır.

Nihayet, Fazilet Partisi hakkında açılmışolan işbu kapatmadavasında, sayın Başsavcı’nın onun kapatılmışolan Refah Partisi’nindevamıolduğu yolundaki iddiasında da garip olan bir yön vardır.Şöyle ki: Sayın Başsavcıiki parti arasında bir devamlılık ilişkisibulunduğu yolundaki iddiasının en önemli maddi “kanıt’ıolarak,kapatılan Refah Partisi’ne mensup 147 milletvekili ile belediyebaşkanlarının tamamına yakınının 24.2.1998 tarihinde ve izleyengünlerde Fazilet Partisi’ne geçmişolmalarınıve yine Refah Partisimilletvekillerinden iddianamede adları belirtilenlerin 17.12.1997tarihinde Fazilet Partisi’nin Genel İdare Kurulu ve Disiplin Kuruluüyesi olmalarınıgöstermiştir. Öte yandan Fazilet Partisi hakkındaaçılan işbu kapatma davasının tarihi ise 7.5.1999’dur. Bu durumagöre, eğer eski Refah Partili milletvekillerinin büyükçe bir bölümününFazilet Partisi’ne katılmasıve bunlardan bazılarının partinin yönetimve denetim kurullarında görev almalarısayın Başsavcıtarafındaniddia edildiği gibi Siyasi Partiler Kanunu’nun 95. maddesine aykırıidiyse, Fazilet Partisi hakkında kapatma davasıaçmak için neden biryıldan fazla bir süre beklemiştir? Sayın Başsavcı’nın anayasal veyasal konumu bu duruma muttali olduğu andan itibaren göreviningereğini yerine getirerek dava açmasınızorunlu kılmaz mı?...

Bize göre sayın Başsavcı’nın böyle davranmasında iki ihtimalsöz konusudur: Birinci ihtimal, sayın Başsavcı’nın kendisine Anayasave yasayla verilmişolan görevini “kamu yararı” anlayışına uygunolarak kullanmak gibi bir duyarlılıkla davranmamış, aksine keyfi birbiçimde hareket etmiş, belki de dava açmak için “uygun” birkonjonktür beklemişolmasıdır, ikinci ihtimal, sayın Başsavcı’nın işbukapatma davasınıaçarken kendi vicdani kanaatine ve takdirine göreolmaktan çok, mahiyetleri bizce meçhul olan kimi harici etkiler altındahareket etmişolmasıdır. Bu ihtimallerden hangisi doğru olursa olsun,her halükarda sayın Başsavcı’nın hukuka uygun davranmadığıaçıktır.Ayrıca bu durum, işbu davanın açılmasının kamu yararına hizmetetmek amacıyla fazlaca bir ilişkisi bulunmadığını ve hukukiciddiyetinin kuşkulu olduğunu da göstermektedir.

Ön Savunmamızda, iddianamede yer alan, Fazilet Partisi’ningerek “laiklik karşıtıfiillerin odağıhaline geldiği” gerekse “kapatılmışolan Refah Partisi’nin devamıolduğu” yolundaki iddialarla ilgili olarakileri sürülmüşolan bütün “kanıtlar”ıayrıntılıolarak cevaplandırmışve

1183

bunların hiç birisinin partimizin kapatılması için haklınedenleroluşturamayacağınıgöstermiştik. Sayın Başsavcı“Esas HakkındaGörüş”ünde bunların hiç birisine değinmediği gibi, yeni bir kanıt dagetirmişdeğildir. Aksine, “Esas Hakkında Görüş”, çok büyük ölçüde,bu davanın konusuyla doğrudan doğruya ilgili olmayan açıklamalarladoldurulmuşve Siyasi Partiler Kanunu’nun değişik 103/2. maddesihakkında anayasaya aykırılık itirazına yer verilmiştir, işbu SonSavunma’mızda iddiaların da hukuki dayanaktan yoksun olduklarınıgöstermişbulunuyoruz.

Nihayet, sayın Başsavcı’mn iddianamesinde Fazilet Partisi’ninAydın Menderes dışındaki bütün üst düzey yönetici vemilletvekillerinin beş yıl süreyle siyasetten yasaklanmaları vemilletvekillerinin bu sıfatlarının düşürülmesi yolundaki talebi de hiç birhukuki temele dayanmayan bir istektir. Çünkü, yüksek heyetinizcemalum olduğu üzere Anayasa’nın ilgili 69. maddesinin sekizincifıkrasının açık hükmü karşısında Anayasa Mahkemesi’nin bir siyasipartinin kapatılmasına karar vermesi halinde siyasi yasak getirmemüeyyidesini uygulayacağı kişiler “siyasi partinin temellikapatılmasına beyan ve faaliyetleriyle sebep olan kuruculara dahilüyeleri”nden ibarettir. Siyasi Partiler Kanunu’nun 95. maddesiaçısından da hukuki durum aynıdır. Yani, kapatılan bir partinin üyeleribakımından genel bir yasak getirilmesi ne Anayasamız ne de SiyasîPartiler Kanunu öngörmüştür. Oysa sayın Başsavcı’nıniddianamesinde bile Fazilet Partisi’nin kapatılması için söz veeylemleri gerekçe gösterilen parti mensuplarısınırlısayıdadır. Başkabir ifadeyle, sayın Başsavcının kendi iddiasına göre bile FaziletPartisi’nin bütün üyeleri kapatmaya neden olacak mahiyette söz veeylemlerde bulunmuşdeğildir. Şu halde, baştan beri açıkladığımızgerekçelerle, partimizin kapatılmasınıgerektirecek hiç bir nedenbulunmadığıaçık olmakla beraber, farzımuhal böyle bir durum vakiolsa bile partimizin bütün üyelerine siyasî yasak getirilmesini talepetmek anti-Anayasal bir tutumdur.

Aynısı, sayın Başsavcı’nın partimizin üyesi olan milletvekillerininmilletvekilliklerinin düşürülmesi talebi bakımından da geçerlidir.Çünkü, Anayasamızın 84. maddesinin son fıkrasına göre,milletvekillikleri düşürülecek olanlar, sadece, “partinin temellikapatılmasına beyan ve eylemleriyle sebep olduğu AnayasaMahkemesinin temelli kapatmaya ilişkin, kesin, kararıyla belirtilen”milletvekilleridir. Bu nedenle, sayın Başsavcı’nın bu husustaki talebide hukuki dayanaktan tümüyle yoksundur.

1184

G- SONUÇ VE TALEP

Sonuç olarak, Fazilet Partisi’nin “Anayasa Mahkemesitarafından kapatılmışolan Refah Partisi’nin devamıolduğu” ve “laiklikkarşıtıeylemlerin odağıhaline geldiği” nedenleriyle kapatılması,bütün üst düzey yönetici ve milletvekillerine beşyıl süreyle yasakgetirilmesi ve bütün milletvekillerinin milletvekilliklerinin düşürülmesitalebiyle açılan ve Anayasamızın siyasi partilerle ilgili hükümleri,hukukun evrensel ilkeleri, Avrupa insan HaklarıSözleşmesi ve buçerçevede görev yapan Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi’niniçtihatlarıve 2820 sayılıSiyasi Partiler Kanunu, Ceza MuhakemeleriUsulü Kanunu ve diğer ilgili kanunlar hükümleri karşısında hukukitemelden yoksun olan işbu davanın, reddine karar verilmesini FaziletPartisi Genel Başkanısıfatıyla arz ve talep ederim.”

VI- SÖZLÜ AÇIKLAMA

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın 18.1.2000 tarihli sözlüaçıklamasışöyledir:

“BAŞKAN - 14.12.1999 gününde verilen karar gereğince,Başkan Ahmet Necdet Sezer, Başkanvekili Haşim Kılıç; üyeler,Samia Akbulut, Yalçın Acargün, Mustafa Bumin, Sacit Adalı, AliHüner, Mustafa Yakupoğlu, Fulya Kantarcıoğlu, Mahir Can Ilıcak veRüştü Sönmez’den oluşan Anayasa Mahkemesi, 18.1.2000 günü saat10.00’da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının sözlü açıklamalarınıdinlemek üzere toplandı.

Raportör Mehmet Turhan ile evvelce yeminleri yaptırılanstenograflar; Alaaddin Ayten ve Cengiz Tanrıverdi hazır. SayınYargıtay Cumhuriyet BaşsavcısıVural Savaş’ın sözlü açıklamalarınındinlenilmesine başlandı.

Sayın Savaş, buyurun.

Yargıtay Cumhuriyet BaşsavcısıVural Savaş - AnayasaMahkememizin Değerli Başkan ve üyeleri; sözlü açıklamamabaşlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Mahkemeniz, Refah Partisi aleyhine açılan kapatma davasınıngörüşülmesi sırasında “davaya bakmakta olan mahkeme” sıfatıylaSiyasî Partiler Kanununun 103/2 nci maddesinin Anayasaya aykırıolduğu kanısına vararak, davayıbu aşamada bekletip, söz konusu

1185

maddeyi bu açıdan incelemişve 22.2.1998 tarihli Resmî Gazetedeyayınlanan 9.1.1998 gün ve 2/1 sayılıkararıyla iptaline kararvermiştir.

7.5.1999 tarihli iddianamemizle Fazilet Partisinin kapatılmasıiçin dava açmamızdan sonra kabul edilen 4445 sayılıYasanın 18 incimaddesiyle 2820 sayılıSiyasî Partiler Kanununun 103 üncümaddesinin ikinci fıkrasıyeniden düzenlenmiştir.

6.10.1999 tarihli “Esas Hakkındaki Görüşümüz”de ayrıntılarıylaaçıkladığımız nedenlerle, bu düzenleme de Anayasamıza aykırıdır.Mahkemenizce, söz konusu maddenin ikinci fıkrasının öncelikleincelenerek, yeniden iptal edileceğine inanıyoruz.

A- Anayasamızın 24/son maddesinde; “Kimse, devletin sosyal,ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini, kısmen de olsa, dinkurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkarlar için yahutnüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dinî ve dinduygularınıyahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez vekötüye kullanamaz” 2820 sayılıSiyasî Partiler Kanununun 87 ncimaddesinde ise; “Siyasî partiler, devletin sosyal veya ekonomik,siyasî veya hukukî temel düzenini, kısmen de olsa dinî esas veinançlara uydurmak amacıyla veya siyasî amaçla veya siyasî menfaattemin ve tesis eylemek maksadıyla dini veya dinî hissiyatıveya dincemukaddes sayılan şeyleri alet ederek her ne suretle olursa olsunpropaganda yapamaz, istismar edemez veya kötüye kullanamazlar”hükümlerine yer verilmiştir.

Refah Partisinin kapatılmasına ilişkin Anayasa Mahkememizin16.1.1998 gün ve 1/1 sayılıkararında; “Kamusal kuruluşlarda veöğretim kurumlarında başörtüsü ve onunla birlikte kullanılan bellibiçimdeki giysi, bir ayrıcalıktan öte ayrım aracıniteliğindedir. Dinselkaynaklıdüzenlemelerle girişimler Anayasa karşısında geçerli olamazve bu tür eylemler Anayasadaki laiklik ilkesine aykırılık oluşturur.”

Anayasanın 153 üncü maddesinin son fıkrasında, AnayasaMahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargıorganlarını, idaremakamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı, 138 incimaddesinde de, yasama ve yürütme organlarıile idarenin mahkemekararlarına uymak zorunda oldukları, bu organlarla idarenin mahkemekararlarını hiçbir surette değiştiremeyeceği ve bunların yerinegetirilmesini geciktirmeyeceği öngörülmüştür. Anayasanın 68 incimaddesinin dördüncü fıkrasında siyasî partilerin hukuk devleti ilkesine

1186

uymakla yükümlü oldukları belirtilmiştir. Anayasanın 153 üncümaddesinin son fıkrasına göre, gerçek ve tüzel kişileri bağlayanAnayasa Mahkemesi kararlarısiyasî partileri de bağlar.

Anayasa Mahkemesinin 2547 sayılıYükseköğretim Kanununaeklenen ek madde 16’nın iptaline ilişkin 7.3.1989 günlü ve 1/12 sayılıkararında, laik bir devlette hukuk kurallarının kaynağının dinde değilakılda bulunduğu, kişilerin iç dünyasına ilişkin olmasıgereken dinîinançlara göre yasal düzenleme yapılmasının Anayasanın 2, 10, 24ve 174 üncü maddelerine aykırıolduğu belirtilmiştir.

Öte yandan, Danıştay Sekizinci Dairesinin 23.2.1984 günlü207/330; 16.11.1987 günlü 128/486; 27.6.1988 günlü 178/512 sayılıkararlarıyla ve Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulunun16.6.1994 günlü 61/327 sayılıkararlarında da, Yüksek ÖğretimKurumlarında başörtüsü ve türban takan öğrencilerin Atatürkdevrimciliğiyle laik Cumhuriyet ilkelerine aykırıdavrandıklarıve dinedayalıdevlet düzenini benimsedikleri kabul edilmiştir. Buna karşın,davalıParti Genel BaşkanıNecmettin Erbakan ile kimi partiyetkililerinin mahkeme kararlarınıetkisiz hale getirmek için resmîdaire ve üniversitelerde türban kullanmayıteşvik eden laiklik ve hukukdevleti ilkelerine aykırıkonuşmalar yaptıklarıanlaşılmıştır.

Anayasa Mahkemesinin Anayasanın laiklik ve düşünceözgürlüğüne ilişkin kurallarına verdiği anlam ve içerikle İnsan HaklarıAvrupa Komisyonunun konuya ilişkin değerlendirmelerinde birçokortak nokta bulunmaktadır. Komisyon 18783/91; 5.3.1993’e,16278/90; Türkiye K. t. 3.5.1993 sayılıkararlarında yüksek öğreniminilaik bir üniversitede yapmayıseçen bir öğrencinin bu üniversitenindüzenlemelerini kabul etmiş sayılacağını, üniversitelerce getirilendüzenlemelerin, farklıinanışdaki öğrencilerin birlikteliğini sağlamakamacına yönelik olarak, öğrencilerin dinsel inançlarınıaçığa vurmaözgürlüklerini yer ve biçim bakımından sınırlayabileceklerini, özelliklenüfusun büyük bir çoğunluğunun belirli bir dine mensup olduğuülkelerde, bu dinin tören ve simgelerinin herhangi bir yer ve biçimdesınırlama olmaksızın sergilenmesinin, sözü geçen dini uygulamayanveya başka bir dine mensup öğrenciler üzerinde baskıoluşturabileceğini, laik üniversitelerin, öğrencilerin kılık vekıyafetlerine ilişkin kurallar koyarken, kimi kökten dincilerin yükseköğretimde kamu düzenini bozmamalarınıve diğerlerinin inançlarınazarar vermemelerini sağlamaya özen gösterebileceklerini açıklayarakL.B ve Ş.K isimli öğrencilere, laik üniversite düzeninin gereklerineuygun biçimde fotoğraf vermedikleri gerekçesiyle okul diploması

1187

verilmemesi, din ve vicdan özgürlüğüne müdahale olarak görülmemişve şikâyetin kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.

Parti genel başkanıNecmettin Erbakan’ın laiklik ilkesine ilişkinAnayasa ve yasa kurallarıile Anayasa Mahkemesi kararlarınıgözardıederek, resmî daire ve üniversitelerde türban ve başörtüsü kullanmayıteşvik eden konuşmaları, laik düzen karşıtları için bir mesajoluşturmuştur” denilmektedir.

Bu karar, 22.2.1998 gün ve 23266 sayılıResmî Gazetedeyayınlanarak, tüm siyasî partilerimiz ve vatandaşlarımızcaöğrenilmiştir.

Bilindiği gibi, siyasal İslamcıların faaliyetlerinin o ülkede açık veyakın tehlike oluşturmamasına rağmen Cenevre Kanton Hükümeti,16.10.1996 tarihli kararı ile, Kantonal Eğitim Müdürlüğünün,Müslüman bir bayan öğretmenin, derslere, İslam Dini geleneklerineuyarak, başına türban takıp derslere girmesini yasaklamıştı.

Bu karara yapılan itirazı değerlendiren İsviçre YüksekMahkemesinin 12.11.1997 gün ve 419/1996 sayılıkararında - bukarar Manisa Barosu Dergisinin Nisan 1998 sayısında yayınlanmıştır-şöyle deniyor: “Her ne kadar, ilgili yönünden, kendi giysileriyle açığavurulan dinsel kimliği büyük bir önem taşımakta ise de, bellikoşullarda bu tür giysilerin yasaklanma; inanç özgürlüğünün özünetecavüz sayılmaz. Çünkü, idarî merci tarafından yapılan buyasaklamada, önemli derecede kamu yararının varlığısöz konusudur”denilmektedir.

Hal böyle iken ve hiçbir uluslararasısözleşmede dinsel kimliğiniaçığa vuran giysilerle öğrenim görme veya kamu kuruluşlarında görevyapmanın inanç özgürlüğünün bir parçasıolduğu veya insanhaklarından sayıldığına dair herhangi bir hüküm bulunmamasınarağmen, Fazilet Partisi Genel Başkanı dahil, tüm yöneticileri,milletvekilleri ve belediye başkanları, vatandaşlarınızın bir kısmınındinsel inançlarınıen kolay bu yoldan sömürüp, laik devlet düzenimizleçatışmaya sokabileceklerinin bilincinde olarak ve AnayasaMahkememizin anılan kararınıhiçe sayarak, meydan meydan, köyköy dolaşıp, tüm televizyonlardaki açık oturum ve söyleşilere katılarakkamu kurumlarında ve üniversitelerde başörtüsüyle çalışma veöğrenim görmenin vazgeçilmez bir insan hakkıolduğunu yasaklargetiren mevzuat ve bunlarıuygulayan kamu görevlilerinin laikliğeaykırıdavranışta bulunarak suç işlediklerini iddia ederek, halkımızın

1188

bir bölümünü devletimize karşı kışkırtmayı alışkınlık halinegetirmişlerdir.

Bu kışkırtmaların sonucu, “başörtüsüne uzanan eller kırılsın”sloganının atıldığı, bu sloganın yazıldığıpankartların taşındığıtoplantılar ve yasalarımıza aykırıyürüyüşler düzenlenmiş, televizyonekranlarına da yansıyan bu toplantıve yürüyüşlerde, Fazilet Partisiyöneticisi, milletvekili veya belediye başkanlarından birçoğunun hazırbulunduğu, bu sloganve pankartlarıişitmeleri ve görmelerine rağmen,başörtüsü yasağının mutlaka kalkmasıgerektiğine ilişkin konuşmalaryaptıklarıgörülmüştür.

18 Nisan 1999 tarihinde yapılan milletvekili seçimlerinden önce,annesi türbanını çıkartmadığı için bir kamu kuruluşundanuzaklaştırılmak zorunda bırakılmış, kendisi de türbanlıve hiçbirzaman ve hiçbir yerde türbanınıçıkarmayacağınıher zaman söyleyenMerve Kavakçıadlıhanım, Fazilet Partisi yöneticileri tarafındanseçilebilecek bir yerden önce milletvekili adayıgösterilmiş; başta,Recai Kutan olmak üzere, Fazilet Partisinin tüm yöneticileri, MerveKavakçı’nın özel olarak seçildiği ve Mecliste yapacağıeylemi tümFazilet Partisi milletvekilleri ve parti yöneticilerinin önceden bildiğianlaşılmaktadır.

Yine, bilginize sunduğum görüntülü kasetlerin incelenmesinden,başörtüsüyle yemin etme eylemi yapmak için Türkiye Büyük MilletMeclisine NazlıIlıcak’ın refaketinde gelen Merve Kavakçıiçin yapılantezahürat ve yemin töreninin sonuna doğru salonda bulunmadığıhalde, Merve Kavakçı’nın ismi okununca, Fazilet Partisimilletvekillerinin tümünün katıldığıtezahürattan; 3.5.1999 günü MerveKavakçı’nın Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaptığıve başörtüsüeylemini, insafsız ve ancak bir ajan provakatöre yakışacak biçimde,Amerika’da zencilerin insan haklarıiçin yaptığımücadeleye benzettiğibasın toplantısına, Fazilet Partisi Grup Başkanvekili AbdullatifŞener’le birlikte, Fazilet Partisinin pek çok milletvekilinin katılması,eyleminin Fazilet Partisi yöneticileri tarafından planlandığınıve teşvikedildiğini açık bir biçimde göstermektedir.

Olay, tarafsız, içtiği andın anlamınıbilen ve pek çok kamugörevlisinin aksine, içtiği anda bağlı kalan CumhurbaşkanımızSüleyman Demirel tarafından, olay gecesi, TRT l’de yayınlanan“Politikanın Nabzı” programda şu şekilde değerlendirilmiştir:

1189

“Türkiye Büyük Millet Meclisi bu çeşit hadiselere sahneolmamalıydı. Olayıherkesin kınadığınıhissediyorum. Bu münferithadise, aslında, bugünün hadisesi değildir, günlerdir planlanan birhadisedir; yani, bir hadise çıkarılacaktır. Bu, aslında provakatörlüktür.Bu tip ajan provakatörler çok görülmüştür. Gemi azıya alınmıştır. Buişi bu hale getiren kişi, bunu yapmaya memurdur. Eğer, bunu İslamınşartısayıyorsa bu, bölücülüktür. İslamda fitne çıkarmak, katildenbeterdir. Açıkça söylüyorum; bu, bir cereyandır; demokratikCumhuriyete karşıbir cereyandır. Bu cereyanın sahiplerine, devletdairelerinde, Meclis gibi, nizamı75 yıldır uygulanan bir yerde gösteriyapmalarına imkân verilemez” demiştir.

Olgun kişiliğiyle tanınan Başbakanımız Bülent Ecevit dahiçileden çıkmış, Meclis kürsüsünden ve olay anında “Türkiye’de hiçkimse hanımların özel yaşamında giyimine, kuşamına, inançlarıgereği başınıörtmesine karışmıyor; ancak, Türkiye Büyük MilletMeclisi hiç kimsenin özel yaşam mekânıdeğildir. Burasıdevletin enyüce kurumudur. Burada görev yapanlar, devletin kurallarına,geleneklerine uymak zorundadırlar. Burasıdevlete meydan okunacakyer değildir” demek zorunda kalmıştır.

İddianamemizin düzenlenmesinden sonra, Mahkemenizsoruşturmanın genişletilmesi kararına varmış, 13.5.1999 gün ve106/429 sayılıyazınızla Başsavcılığımdan, iddianamemize dayanakyaptığımız tüm delilleri istemiştir.

4.6.1999 tarihli yazımızla, Başsavcılığımızın arşivine girmiş,Fazilet Partisi üst düzey yöneticilerinin başörtüsü konusunda yaptığıeylemler ve yaptıklarıkonuşmalar 13 sahifede özetlenerek görüntülükasetler, Türkiye Büyük Millet Meclisi Tutanak Dergileriyle birliktemahkemenize gönderilmişdi.

Bu belgelerin incelenmesinden açıkça anlaşılacağıgibi, FaziletPartisi yöneticilerinin yaptığıve yaptırdığıbaşörtüsü eylemleri RefahPartisi yöneticilerin yaptığıeylemlerden çok daha fazladır.

Fazilet Partisi Genel BaşkanıRecai Kutan, üniversitelerimizdekibaşörtüsü yasağınıbahane ederek Türkiye Cumhuriyetini “muzcumhuriyet” olarak nitelendirmekten çekinmemiştir.

Türban konusunu, partilerinin kapatılmasınıgöze alarak daimîolarak gündemde tutmaya çalışmalarının gerçek nedeni nedir?

1190

Profesör Doktor Cahit Tanyol, 1999 yılında yayınlanan “NedenTürban” adlıkitabında, Başsavcılığımın görüşlerine uygun şekildekonuya açıklık getirdiğinden, söz konusu kitaptan birkaç bölümüaynen okumak istiyorum:

(İmam hatip okullarının amacıdin adamıyetiştirmektir; fakat,bu okullar fırsatlardan yararlanarak eski medreselerin hortlatılmasınazemin hazırlamıştır. Refah Partisinin yer almış olduğu koalisyondöneminde meslek okullarına üniversiteye girme hakkıtanındı. RefahPartisinin bu kanunu çıkarmaktaki amacı, imam hatip çıkışlılarındevletin köşe başlarını tutmasınısağlamaktı. Bütün çabalarınarağmen yalnız Harbiyeye giremediler; biraz mırıldandılar, pabuçpahalıgeldi. Öğrenim hakkıdediler. Devletin diğer örgütlerine sızmaksuretiyle subaşlarına kendi adamlarınıyerleştirdiler. Bir de görüldü ki,mülkî idare başta olmak üzere, devlet mekanizmasının bütün köşebaşlarıimam hatip kökenlilerle doldurulmuş. Millî Eğitim Bakanlığı,Talim Terbiye Kurulu onların eline geçmiş. Üniversitelerin her dalındamolla kılıklıöğretim üyelerinin sayısıçoğalmış. Liselerde felsefe vesosyoloji dersleri itelenerek kapıönünde atılmış, onların yerine bütünsınıflara zorunlu din dersi konulmuştur. Her üniversitede bir ilahiyatfakültesi, her ilde bir İslam enstitüsü, sayısıyüz binleri bulan kız veerkek imam hatip okullarıve öğrencileri ve bir o kadar Kur’an kursları,bütçesi ve kadrolarıalabildiğine şişkin bir Diyanet İşleri Başkanlığı,sayısımilyonların çok üstünde cami ve mescit yapma seferberliği...Bütün bunlar tabanda bir siyasî sömürü ağının dayanakları. Şu andaTürkiye, bir irtica ve din sömürüsüne teslim olmuşdurumda. Şu andaTürkiye’de her gün Menemen olaylarına taşçıkartacak irtica suçlarıişlenmektedir. Her gün üniversitelerin önü, camilerin çevresi poliskordonu altında. Yapılan gösterilerin amacı devleti çürütmek,kanunlarıişlemez hale getirmek. Türban gibi anlamsız bir olayın, ikidebir insan haklarımaskesi altında Türkiye Büyük Millet Meclisini,Anayasa Mahkemesini, üniversiteleri işgal etmesi ülkede anarşik birortam yaratmaktan öte bir yarar sağlayamaz.

Gazetelere yansımışşu olay üzerinde ibretle, dikkatle durmakve düşünmek gerek; devletin kimler tarafından işlenmez halegetirildiğinin somut örneğidir, aktarıyorum:

“Fazilet Partisi Genel Başkan YardımcısıAbdullah Gül’ün eşi 18yıl sonra yeniden üniversiteye dönmek için üniversite sınavına girdi;Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Arap Dili Edebiyatıbölümününsınavınıkazandı. Başıaçık fotoğraf vermediği için kayıt yaptıramadı.Gül, eşinin üniversiteye kaydını yaptırmak için refakatinde

1191

avukatlarınıve bir de Ankara 16 ncıNoter Başkâtibini fakülteyegetiriyor. Abdullah Gül’ün eşi bayan Gül, evraklarınıkayıt görevlisineveriyor; fakat, kayıt görevlisi ‘başıaçık vesikalık fotoğraf vermekzorundasınız, yoksa kaydınızıyapamayız’ diyor. Araya beraberindegetirdikleri avukat ve noter başkatibi giriyorsa da, onların tanıklığıdaişe yaramıyor ve Gül hanımın kaydıyapılmıyor. Bu zulüm (!)karşısında Abdullah Gül:” Türkiye’de 18 yıl önce olağanüstü bir durumvardı; eşim o yıllarda da üniversitede başörtüsü sıkıntısıolduğu içinaynı nedenle üniversiteye kaydını yaptıramamıştı. Üç çocukbüyüttükten sonra girdiği üniversite sınavınıkazandığıhalde fakülteyeyine kaydınıyaptıramıyor. Görünen o ki, Türkiye’de 18 yıldır değişenbir şey yok. Bugün Moskova’da yaşıyor olsaydık, eşim böyle birengelle karşılaşmazdı”diyor.

Üstelik, bu büyük Müslümancının beyanatının da yalanolduğunu gazeteler yazdı. Bu zat, ikinci Refah Partisinin Başkanvekilive birinci Refah Partisi iktidarıdöneminde de bakanlık koltuğunu işgaletmiş. Beyninde en ufak bir devlet bilinci, en ufak kanunlara saygıbulunmuşolsaydı, üniversitedeki basit bir kayıt görevlisinin uyarısıkarşısında utançtan yerlere geçmesi gerekirdi. ‘18 yıldır değişen birşey yok’ dernek, o şaibeli sayılan iktidarlarına rağmen devletiçürütememişlerdir ve 18 yıl içinde bu zatın kafasında da en ufak birgelişme olmamış. Eğer, bu olay kendi iktidarlarıdöneminde geçmişolsaydı, bu zihniyetteki adamlar görevlinin karşısına, kollukkuvvetleriyle değil, magandaları“Öl de ölelim, vur de vuralım!”narasınıatan fedaileriyle çıkardı.

Bu Abdullah Gül bir istisna değil. Belli zihniyetdeki bir siyasipartinin prototipidir. Aslında, bunların onayladığıve savunduğu butürbanlılar taifesinin ve yandaşlarının amacı, ne din özgürlüğü ne deinsan haklarıdır. Bunların amacı, laik devleti tutan bütün payandalarıyıkmak, inanç maskesi altında insanların din duygusunu sömürerekdevleti ele geçirmektir. Abdullah Gül ve takımıbugün bizi yaygın-birirtica tehlikesiyle yüz yüze getiren bir zihniyeti temsil etmektedirler.

İrticanın tipik ve somut kanıtıolan bu türban olayı, ülkeyi bir içayaklanmaya doğru itmektedir. Amacına ulaşıncaya kadar bu türbanolayıüniversitelerde sürüp gidecektir. Bunun iki utanç verici yanıvardır; biri, ülkenin sosyal, ekonomik ve siyasal bir yığın derdi varken,bütün devlet kurumlarının, başta Parlamento olmak üzere, bu zorlamasorun üzerinde durmalarıdır. İkincisi, önemsizliğine rağmen önemlihale getirilen bu olay, gerici çevreler tarafından din ve namus

1192

duygularını kışkırtma aracı olarak kolayca kullanılabiliyor.Yönetmeliğe rağmen üniversitenin direnme gücünü yıpratabiliyorlar.

Nitekim, Başbakan bunun işaretini verdi bile. Yalnız,Başbakanın bu tutumunun ne kadar tehlikeli olduğunu, olayıntürbanla kapanamayacağını, bunun arkasından çarşaf, çarşafınarkasından Arap alfabesinin, ardından, irtica şehitleri, onunarkasından Menemen yobazlarının aklanması, çorap söküğü gibibirbirini izleyecektir.

Ben, bir fantazi sergilemiyorum. Görünen köy klavuz istemez.

Başta eski ve yeni genelkurmay başkanlarıolmak üzere, benimbu kuşkum, bir çok yazarlar tarafından tekrarlanmıştır. GenelkurmayBaşkanıOrgeneral Karadayı, emekli olmadan önce giderayak buirtica tehlikesine şöyle parmak basıyor:

“28 Şubat 1997’de Millî Güvenlik Kurulunun tavsiye kararıylayeni bir süreç başlatıldı. Bu çerçevede başlatılan iktidar değişikliği ile,Önce, 8 yıllık kesintisiz eğitim uygulamaya konuldu. BaşbakanlıkTakip ve Koordinasyon Kurulu teşkil edildi. Bu konunun çözümü içinyeni mevzuat çıkarılmasında güçlükler yaşandı. Diğer yandan hâlâtasfiye edilmemiş irtica kadrolarımevzuatın dahi uygulanmasındayetersiz kaldı. İrtica ile mücadele kapsamında 13 adet yasa tasarısı14 Ocak 1998 ve onu izleyen tarihlerde hükümet tarafından TürkiyeBüyük Millet Meclisine sevk edildiği halde bugüne kadar hiçbir yasatasarısıkanunlaşmadı. Birtakım çevrelerin irtica ile mücadeleyitartışmaya açmasıdikkat çekicidir. İrtica kesimini cesaretlendiren bubeyanlar, irticanın 28 Şubat öncesine göre daha örgütlenmesine veörgütsel faaliyette bulunmasına zemin hazırlıyor.”

Bu satırlarıyazdığım sırada İzmir Üniversitesinde türbantartışmasıyüzünden bir genç bıçaklanıyor. Daha geçenlerde, bir okulöğretmeni, kıyafet yönetmeliğine aykırıbir kılıkla sınıfa girdiği içinokulda öğrenci velileri arasında bir tartışma ve dövüşme çıkıyor. Bugidişle okulların kapılarıda sokağa teslim edilecek.

Diğer taraftan da imam hatip okullarının orta kısmıkapatıldıdiye siyasî partiler ve irtica çevreleri tarafından kışkırtılan kalabalıklar,aylardan beri yumruklarına Allahu Ekber’i siper ederek kanunuprotesto ediyorlar.

1193

İrticanın kaynakları, yuvalandıklarıyerler belli; neden din vevicdan özgürlüğü başörtüsünün içine yerleştirilerek, üniversitelerinkapısına engizisyon mahkemeleri yaftasıyapıştırılıyor? Bursa’da kızimam hatip okullarına başörtüsüyle girmek isteyen öğrencilere görevigereği engel oldu diye vali protesto ediliyor. Halk kitleleri devlete,kanunlara karşıkışkırtılıyor. Bu eylem, başta, sabık Refah Partisiolmak üzere, bütün gerici basın ve siyasî partiler tarafından destekgördüğü halde kimsenin kılıkıpırdamıyor. Cuma namazlarının,Ramazan aylarının ve bayramlarının türban eylemi için uygun birortam olarak seçilmesindeki amaç belli olduğu halde Diyanet İşleriBaşkanlığıbu başörtüsü sömürüsüne karşıneden olumlu veyaolumsuz bir tavır almıyor da Sağlık Bakanlığınıilgilendiren alanlardafetva veriyor? Onun bu tutumunu “sukut ikrardan gelir” diye miyorumlamak gerek? Görevi ve işlevi halkın inanç ve ibadetleriylesınırlıolmasıgereken bu kuruma, her yıl, milyarlarıaşan bir bütçeayrılmaktadır. Her an yön değiştirmeye ve ülkeyi bir iç savaşın eşiğinegetirmeye yatkın olan bu anlamsız türban olayıkarşısında Diyanetİşleri Başkanlığıtavrınıbelli etmezse büyük bir vebal ve günah altındakalmış olur. Gazetelerin yazdığına göre, Diyanet, türbancılarınsafında imiş. Öyle ise, büyük tehlikedeyiz. Belli ki, irtica, ucuz vetehlikeli bir araç olarak kendisine başörtüsünü almışbulunmaktadır.Başörtüsü yüzünden üniversite rektörü yuhalanıyor. Öğretim ve eğitimkurumlarıürkütülüyor, siyasi partiler için bu, ucuz bir oy deposu olarakdüşünülüyor. Bunlar iktidara geldikleri takdirde üniversitelerden türbanyasağınıkaldıracaklarınıpropaganda etmeleri, gün meselesidir. Bizdiyoruz ki, türbanısavunmak, şeriatısavunmaktan daha ağır birsuçtur; çünkü, biri, tartışmaya açık, bir kanunun çiğnenmesidir,içeriğinde çağın ihtiyaçlarınıgideremeyen bir hak ve adalet kavramıbulunmaktadır. Diğeri, giyim kuşam gibi bireysel özgürlüğe yasakkoyan bir devlet terörü olarak propaganda edilmekte ve bu terörünaynızamanda Kur’an’ın emirlerini mümine yasaklamakta olduğu ilerisürülmektedir. Din sömürücüleri bu noktada iffet ve namuskavramlarınıeklemek suretiyle toplumu kışkırtmaya çalışmaktadırlar.Olaylar şimdiden okul sınırlarınıaşmış ve toplumsal bir direnişedönüştürülmüştür. Türk tarihinin hiçbir döneminde ne irtica böylesinegüçlenmiş ve ne de devlete kafa tutacak bir duruma gelmiştir.Günümüzdeki irtica, Atatürk devrimlerinin sınırlarınıaşarak, Türkmilletinin geleneksel inançlarınıtahrip etmekte ve devleti bu zamanakadar hiç olmadığıbir tehlikeli ortama itmektedir.)

Profesör Doktor Cahit Tanyol’un, ayrıntılarıyla açıklamayaçalıştığım görüşleri, fikirlerini köşebaşlarınıtutmuşbazıgazete veyazarlarını okuyarak veya televizyonlardaki güdümlü tartışma

1194

programlarınıizleyerek yapan aydınlarımıza abartılıolarak görülebilir;ancak, bir tek belge üzerinde düşünmek dahi böşörtüsü eylemlerininFazilet Partisi yöneticileri tarafından ne amaçla ve planlışekildetezgâhlandığını ve Cahit Tanyol’un ne kadar haklı olduğunugöstermeye yeterlidir sanıyorum.

Görüntülü kasetini daha önce Mahkemenize sunduğum, Sivas -Suşehri İlçesi, Karşıyaka Mahallesinde, bir kahvehanede, 8.3.1999tarihinde yaptığıbir konuşmada, Fazilet Partisi Grup BaşkanvekiliAbdullatif Şener şöyle diyor:

(Peki, bunlar niye imam-hatip okullalarınıkapattılar, Kur’ankurslarına gidişi zorlaştırdılar, üniversitelerdeki, imam-hatipokullarındaki kız öğrencilere müdahale ediyorlar; çünkü, bunların,vatandaşların inançları, değerleri, menfaatleri diye bir telaşları,endişeleri yok. Hiçbir Avrupa ülkesinde, Amerikasında, Asyasında,nereye giderseniz gidin, rahibe okullarında, rahibe olmak için okuyanöğrencilerin başlarındaki örtüyü çıkarmaya hiçbir siyasi partinin gücüyeter mi? Hiçbir siyasî iktidarın gücü yeter mi? Hiçbir devletin gücüyeter mi? Yetmez; kimsenin aklına da gelmez oralarda. BırakınAvrupa ülkelerini, Türkiye’de ruhban okullarıvar. Türkiye’deki ruhbanokullarıöğrencilerinin başlarında örtüyü açmaya, kimsenin cesaretetmesi değil, niyet etmesi bile mümkün değil. Peki, ne oluyor da,Türkiye’de imam-hatip okuluna giden... imam-hatip okulu nedir; dinîbir okul. “Oraya giden kız öğrenci başınıaçacak” diyor. Kim diyor;vali, genelge çıkarıyor.

Aslına bakarsanız, Bursa’da yaşanan olay bir deney; oradatutarsa, bütün Türkiye’de yaygınlaştıracaklar ve de milletin oyu ileiktidara gelen siyasiler, milletin inançlarına uygun, saygılıdavranışiçinde bulunmasıgerektiğini hiç düşünmüyorlar, aldırışda etmiyor,onu bir problem olarak da görmüyorlar... Bunun hesabının sorulmasılazım. Üniversitelerde de aynıhadiseler yaşanıyor. Dünyanın hiçbiryerinde görülmez bir hadisedir. Bütün bunların çözümünün tek adresivar; bu adres. Fazilet Partisidir. Neden öyledir?

Bakın, Merve Kavakçıismi, kazanacak bir yerdedir; o bölgedeninşallah, 10 civarında milletvekili çıkaracağız, dördüncü sıradadır. Bukardeşimiz Meclise girecektir. Kim bu arkadaşımız, hanım bacımız;Türkiye’de tıp fakültesinden, “başörtülüdür” diye atılmışkaydısilinmişbir insan. Ama, babasıüniversiteden arkadaşımızdır, profesördür.Babasıbir ihtisas sebebiyle Amerika Birleşik Devletlerine gitmiş, 5-6sene kalmıştır. Kızınıda yanına almış, Amerika’ya götürmüştür. Bu

1195

kız, Amerika’da bilgisayar mühendisliği fakültesinden başörtüsü ilediplomasınıalmış, gelmiştir. İşte, Türkiye ile Amerika arasındaki fark!Bir yerden başörötüsü ile diploma alıp geliyor, bir yerde kayıtyaptıramıyor; kaydınıyapmışöğrenciyi okuldan atıyorlar; aradaki farkbu.

İnanıyoruz ki, Türkiye’de bütün problemlerin çözüleceği merciTürkiye Büyük Millet Meclisidir ve Türkiye Büyük Millet Meclisinemilletin inançlarınıve menfaatlerini taşıma niyetinde olan siyasîkadrolar girdiği takdirde, bütün dertler ve meseleler çözülür. Böyle birmisyondaki bir insanın Meclise milletvekili olarak girmesi demek,artık, Türkiye’de bu konuda hiçbir mercide, hiçbir makamda, hiçbirkurumda böyle bir sorunun tartışılmayacağıanlamına gelir). Bunu,Abdullatif Şener söylüyor.

Mahkemeniz başörtüsü meselesini bugüne kadar doğrudeğerlendirmiş, bu konuyu istismar konusu yapan bir partiyikapatmıştır. Fazilet Partisi bu konuyu daha genişboyutlarda istismarkonusu yapmış ve âdeta, Mahkemeniz kararlarına meydanokurcasına istismar konusu yapmaya devam etmektedir. Bu konuda,propaganda kervanına daha çok bilim adamı, hukukçu ve köşeyazarınıkatmayıbaşarmışlardır. Öylesine güçlenmişlerdir ki, buakıma karşıçıkmak cesaret işi haline gelmiştir. Havlu atmanıngerekçesini bulmak çok kolay “biz, artık, Atatürkçü ve laiklikanlayışından yana değil, daha çağdaşbir laiklik anlayışından yanayız.Bu eylemler, düşünce ve inanç özgürlüğünün bir parçasıdır. Jakobentutumlarla Avrupa Birliğinin kapısından içeri giremeyiz. Yeni bin yıldaçağdaşgörüntü vermenin tek yolu, irtica yanlılarına ve bölücülere hertürlü örgütlenme, propaganda ve eylem özgürlüğünü tanımaktır.Gerçi, Anayasamız ve bazıyasalarımız kısıtlamalar getiriyor; ancak,ben, kendimi o kurallara bağlıkılamam, bağlıolduğum tek şey, kendianlayışıma göre yorumladığım evrensel hukuk normlarıdır”der,sorumluluklarımızdan kolaylıkla sıyrılabiliriz ve epeyce de alkıştoplarız.

Ben, şahsen, yüksek mahkemelerimizin, aslında,çağdaşlaşmamız için tek yol olan geleneksel çizgisinden sapmasınınbinbir emekle kurulan Türkiye Cumhuriyetinin sonunu getireceğineinanıyorum.

B- Anayasamızın 69 uncu maddesinin yedinci fıkrasına veSiyasî Partiler Kanununun 95 inci maddesine göre “kapatılan siyasîparti, bir başka ad altında kurulamaz”.

1196

Bir siyasî partinin, kapatılan bir siyasî partinin başka bir adaltında kurulan yeni bir şekli olup olmadığı, hangi delillerlebelirlenecektir?

Fazilet Partisinin kapatılmasıistemini içeren iddianamemizde“malûm olanın ayrıca isbatıgerekmez “demiş, epeyce de eleştirialmışdık.

Halbuki, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 238 incimaddesinin ikinci fıkrasına göre “maruf ve meşhur olan veya ikrarolunan hususlar münazaalısayılmaz.”

Usul hakkında kıyas yapılabilir. Şekli hakikatle yetinen hukukusulünde dahi bu ilke geçerli olduğuna göre, maddî gerçeğin arandığıceza usulünde ve parti kapatma davalarında bu ilke daha çokgeçerlidir.

Daha önce defalarca vurguladığımız gibi, anayasal düzenlerinikoruma kararlılığında olan Alman Anayasa Mahkemesi, malum olanınisbatıkonusunda delil serbestliğini çok genişölçülerde kabul etmiş.Komünist Partinin kapatılmasıdavasına ilişkin kararın gerekçesinde -ki, bu gerekçe İnsan HaklarıMahkemesince de haklıbulunmuştur-şöyle deniyor:

Batı’nın liberal demokrasilerinin Alman Anayasasının 21 incimaddesinin ikinci fıkrasına tekabül eden bir parti yasağınıkabuletmemeleri bir tesadüf değildir. Bu, 1919 tarihli Alman DevletiAnayasasıve o zamanki eyalet anayasalarıiçin de yabancıbirmüessese idi. Anayasada olduğu gibi, partileri daha henüz teminataltına almamış ve onları sarahaten ve hakukenmüesseseleştirememişanayasa sistemlerinde, vatandaşların tahditsizolarak siyasî partilere iltihak etmeleri serbest bırakılmışve hatta bu,1947 tarihli İtalyan Anayasasında olduğu gibi, sarih olarak teminataltına alınmışve yürürlükte olan devlet nizamına bir partinin prensipitibariyle aykırıtutumu bile bilinerek göze alınmıştır. Devlete zararvermenin en aşırıhallerinde mes’ul şahıslara karşıceza hukukununmüeyyideleri hazır bulundurulmaktadır. Hür demokratik bir devlette eniyi garantinin, vatandaşların zihniyetlerinde bulunduğu iyimser görüşü,bunun sebebi olabilir. Serbest seçim hakkıbulunduğundan, devletindüşman partilere karşıkorunması, seçmenlerin oylarınıvermemelerişeklinde ifadesini bulabilir ve bulmalıdır.”

Bu, eski görüşleri anlatıyor burada.

1197

“Böylece onlar, sisteme uygun bir şekilde devletin siyasîiradesinin teşekkülüne iştirakten uzaklaştırılacaklardır.

...Liberel anayasalar 20 nci Asrın başlarına kadar, hür devletnizamının esaslarıyla mücadele eden siyasî partileri hemen hemenhiç hesap etmemişlerdir. Bunlara göre, bütün partilere karşı, mutlakbir müsamaha ve tarafsızlık tutumu uygundu. Bu nevi partiler için,insanın değerlerini müdafaa eden ve teminat altına almakla mükellefolan, hür demokrasiye karşı, bitaraf bir tutum takınmak bugün içinartık mümkün değildir ve onlar için yani, şimdi ortaya çıkan “hürriyetindüşmanlarına kayıtsız şartsız hürriyet” verilmesi ile ilgili problemiçözmek için, hangi hukukî vasıtanın tesis edileceği bir anayasapolitikasıproblemi olmaktadır.

Weimar Anayasasıbir hal tarzından sarfınazar etmiş, politikbitaraflığınımuhafaza etmişti ve bu sebepten, bu totaliter partilerin enmütecavizi tarafından yok edilmişti.

Bu nevi siyasî istikametlerin ilerde yeniden devlet üzerindenüfuz kazanabilmesine karşı tesirli hukukî teminatların tesisi,Anayasayıyapanların düşüncelerine hakim olmuştur. Şayet, Anayasabu suretle bir taraftan siyasî partilere karşı prensip itibariylemüsamahayıhâlâ isteyen ananevi hür demokrasi istikametini takipetseydi bile, sadece bitaraf kalma yüzünden kendi değer sisteminitesis ve korumaktan sarfınazar edecek kadar ileriye gidemezdi.

Almanya’da Anayasaya aykırımaksatların isbatıiçin en önemlidelil, Anayasanın 21 nci maddesinin ikinci fıkrasına göre, partiningayeleridir. Söz konusu hüküm önleyici karakterlerine uygun olarak,bu hususta, önemsiz, uzak gayeler arasında bir ayırımyapmamaktadır.

Önemli olan sadece, bir partinin gayelerine göre, hürdemokratik ana nizama zarar vermek veya onu bertaraf etmekmaksadının olup olmadığıdır.

Gayelerinden bu maksat halihazırda isbat edilebiliyorsa, onundüşüncesine göre bu maksadın başarıya erişeceği veya erişmesilazım gelen zamanın hukukî bir önemi yoktur. Kanun vazıınınmaksadı, Anayasanın devamımüddetince, hür demokratik ananizamızedeleyecek hiçbir partinin inkişafına müsaade etmemektir.

Bir partinin hedefleri kaideten şunlardan anlaşılır:

1198

Programından ve diğer parti makamlarının açıklamalarından,partinin siyasî ideolojisi hakkında söz söylemeye yetkili olaraktanınmış muharrirlerin yazılarından, ileri gelen görevlilerinsözlerinden, partinin içinde kullanılan eğitim ve propagandavasıtalarından ve bunlardan başka parti tarafından çıkarılan veyaonun nüfuzu altında bulunan gazete ve dergilerden bu çıkarılır. Partiorganlarının ve taraftarlarının -yalnız üyelerinin değil- tutumları,maksadın tesbiti hususunda, netice çıkarmaya imkân verebilir.

Bütün gayelerin yazılıolmasıveya herhangi bir suretle tespitedilmişbulunmasıanlamında, maksadın yazılıdelillere dayanmasışeklinde Anayasanın 21 inci maddesinin ikinci fıkrasında bir hükümyoktur. Bir partinin Anayasaya aykırımaksatlarının, hiçbir zamanaçıkça ilan edilmediği bilinen bir keyfiyettir. Geçen on yılın siyasitecrübeleri, bir siyasî partinin kullandığısiyasî vasıtaların şeklinden,hareketlerinin tarzından, onun hukukî maksadınıanlamak ve sahteolanlarıayırt etmek için kâfi derecede bilgi vermiştir.)

Yani, Alman Anayasa Mahkemesi, ancak bu çerçevededeğerlendirme yapılırsa sonuç alınabilir diyor.

Bu genel açıklamalardan sonra Fazilet Partisinin RefahPartisinin devamı niteliğinde bir parti olup olmadığınındeğerlendirilmesini yapabiliriz:

1- Sokaktaki çocuktan, en olgun ve deneyimli kişilere kadarhalkımızın tamamına yakınında, Fazilet Partisinin, Refah Partisinindevamınısağlamak için muvazaalıbir şekilde kurdurulmuşbir partiolduğu kanaati vardır. Hâlâ anlayamayan varsa, sokaktaki ilkrastladığıkişiye sorup öğrenebilir.

2- Saygınlığıolan ve objektif yayın ilkelerini benimsemiştümbasın ve yayın organlarında aynıkanaati vurgulayan manşetler yeralmıştır. Birkaç örnek vermek gerekirse;

“Refah Partisi Fazilet’e taşınıyor. Erbakan talimatıverdi,milletvekilleri akın akın Fazilet’e geçti” başlıklı24.2.1998 tarihli YeniYüzyıl Gazetesiyle, “Fazilet’e akın. Erbakan işareti verdi, eskiRefahlılar yeni partiye koştu” başlıklı24.2.1998 tarihli MilliyetGazetesi, “Hoca yapacağınıyaptı. Fazilet Partili Kavakçı, Erbakan’ıntalimatıyla Genel Kurul Salonuna türbanlıgirdi. Tahrik tutmadı”başlıklarıyla çıkan 3.5.1999 tarihli Radikal Gazetesi (söz konusugazeteler 7 numaralızarfta bulunmaktadır)

1199

Refah Partisinin kapatılmasına ilişkin gerekçeli kararın ResmîGazetede yayınlandığıgün 22.2.1998 günü, saat 14.00’te NecmettinErbakan’ın, Balgat’taki konutuna gelen İstanbul Milletvekili Ali Oğuz“yeni oluşumdaki parti liderliği görevi kime verilirse verilsin en iyişekilde yerine getirilecektir. Bu emanet kime tevdi edilirse bihakkınyapar. Şu anda Recai Bey, Tayyip Bey, Bülent Bey üzerindeduruluyor. Ama, bunlardan hiçbirine isabet etmez de Hoca, sıradanbir arkadaşımıza ‘sen yap’ diyebilir” dedi. Gazetede... Pardon, busöylediklerim, Anadolu AjansıBülteninden, bütün gazetelere verilmiş.“Hoca, sıradan bir arkadaşımıza ‘sen yap’ diyebilir dedi. Ali Oğuz‘yeni kurulacak parti konusunda bir netlik var mı? ‘ şeklindeki soruya‘zaten bir tane kurulmuşpartimiz var, onunla yürürüz’ dedi” diyor.3.5.1999 tarihli Radikal Gazetesinde Neşe Düzel ile, temelli kapatılanRefah Partisinin Genel Başkan YardımcısıŞevket Kazan arasında“Pazartesi Konuşmaları” başlığıyla verilen bir söyleşi yayınlandı. Busöyleşide:

“NEŞE DÜZEL - Fazilet’te yeni bir hareketin başladığıve buhareketin eskileri tasfiye etmek istediği söyleniyor. Tasfiyeedilebileceğinizi düşünüyor musunuz? Yoksa sizi tasfiye edebilecekbir güç yok mu?

ŞEVKET KAZAN - Tasfiye diye bir şey söz konusu değil; öyleolmasıisteniyor. Bazıyeni gelmiş, bizi tam tanımamış insanlarüzerinde birtakım etkiler oluşturulmak istenebilir; ama, onlar da gelipbizi tanıyacaklar. Ben, bu camianın abisiyim. Ne bana ne de ErbakanHoca’ya dargın, kızgın kimse yok. Hem Tayyip meselesi yeni değil;on yıldan beri söyleniyor. Bu çocuk benim yanımda büyüdü. Ben,1977’de İstanbul Belediye Başkanıadayıiken, bu, duvarlara afişyapıştıran bir delikanlıydı; yanımızda gelişti.

NEŞE DÜZEL - Bülent Arınç başkanlığa aday olacağınısöyledi.

ŞEVKET KAZAN - Bülent Arınç güzel konuşmakla parti lideriolamaz. Başkan olmaya layık olan, Recai Bey gibi konuşur. Genelbaşkan olacağım demekle kimse genel başkan olamaz. Bu,yetenektir. Biz, Refah’ta, kendimizden sonra lider kadro hazırladık.Her şeyin bir zamanıvardır.

NEŞE DÜZEL- Siz ve Erbakan bugün yasaklıiki politikacısınız.Yeniden siyasete dönmeyi düşünüyor musunuz?

1200

ŞEVKET KAZAN - Siyasetten kopmadık ki, dönelim. Ben,siyasetin her bakımdan içindeyim, kanun teklifleri hazırlayıp ‘Meclistebunlarıkanunlaştırın’ diye arkadaşlarıma gönderiyorum” şeklindekonuşmalar bulunmaktadır. (Bu gazete de 7 numaralızarfın içindedir)

3- Kapatılan Refah Partisinin eski milletvekilleri, kapatılmatarihinden çok kısa bir süre sonra ve toplu halde Fazilet Partisinegeçmişlerdir.

4- Anayasamızın 69 uncu maddesinin sekizinci fıkrasına göre“Bir siyasî partinin temelli kapatılmasına beyan ve faaliyetleriylesebep olan kurucularıdahil üyeleri. Anayasa Mahkemesinin temellikapatmaya ilişkin kesin kararının Resmî Gazetede gerekçeli olarakyayınlanmasından başlayarak beş yıl süreyle bir başka partininkurucusu, üyesi, yöneticisi ve denetçisi olamazlar.”

Bir siyasî partinin kapatılmasına beyan ve faaliyetleriyle sebepolmamışüyelerinin hepsi bir başka partide görev yapabilirler mi?Buna Fazilet Partisinin kapatılmasıistemiyle dava açtığımız tarihteverilecek cevap kesinlikle “hayır” dır.

Zira, değişiklikten önce kanun koyucu, temelli kapatılan birpartinin başka bir parti adıaltında devamınıönlemek için önemli birtedbir düşünmüştür. 2820 sayılı Siyasî Partiler Kanununundeğişiklikten önceki ve Anayasamıza aykırıbir yönü bulunmayan 95inci maddesine göre “temelli kapatılan siyasî partilerin kapatılmatarihinde üyeliği devam eden...” dikkat edin “ kapatılma tarihindeüyeliği devam eden kurucuları, genel başkanı, merkez karar veyönetim kurulu ile her kademedeki yönetim ve disiplin kurulu üyelerive Türkiye Büyük Millet Meclisi siyasî parti grubu üyeleri...” yani,bütün milletvekilleri “... başka bir siyasî partinin kurucusu, yöneticisive denetçisi olamazlar.” Parti kapatma davasıaçtığım tarihte buhüküm yürürlükte.

Yasanın bu açık hükmüne rağmen ve âdeta Fazilet PartisininRefah Partisinin devamıolduğunu kanıtlamak istercesine, bir kısmıkurucu da olan Refah Partisinin Merkez Karar ve Yönetim Kuruluüyelerinden Recai Kutan, Abdullah Gül, Rıza Ulucak, Fehim Adak,Musa Demirci, Abdülkadir Aksu, Oğuzhan Asiltürk, İsmail Kahraman,Cevat Ayhan, Necati Çelik, Bülent Arınç, Azmi Ateş, TemelKaramollaoğlu, Süleyman Arif Emre, Bahri Zengin, Fuat Fırat, RefahPartisinden Fazilet Partisine geçen Türkiye Büyük Millet Meclisi RefahPartisi Grubu üyelerinden İbrahim Ertan Yülek, Mehmet Altınsoy,

1201

Ömer Vehbi Hatipoğlu, Mustafa Kamalak ve Şeref Malkoç yasayaaykırıolarak Fazilet Partisi Merkez Karar Yönetim Kurulu Üyesi, AliGüneri ise, Denetim Kurulu Üyesi olmuşlardır. (Bu husustaki belgeler9 numaralızarftadır)

Her ne kadar Siyasî Partiler Kanununun 95 inci maddesi, davaaçmamızdan sonra “Bir siyasî partinin kapatılmasına söz veeylemleriyle neden olan kurucularıdahil, Anayasa Mahkemesininkapatmaya ilişkin kesin kararının Resmî Gazetede gerekçeli olarakyayınlanmasından başlayarak beş yıl süreyle bir başka partininkurucusu, üyesi ve denetçisi olamaz” şeklinde değiştirilmişse de; budeğişiklik de eskiden milletvekili dahil, işte, yönetici, merkez karar...olamazken, ki, buradaki hükme rağmen oldular, şimdi sadecekapatılmaya neden olanlarla sınırlandı... Refah Partisinin MerkezKarar ve Yönetim Kurulu Üyelerinin hemen hepsinin, Fazilet PartisininMerkez Karar ve Yönetim Kurulu üyesi olmalarının. Fazilet PartisininRefah Partisinin devamı niteliğinde bir parti olduğu izleniminiyaratmak için yapıldığıherkes tarafından bilinmektedir.

5- a) “ Erbakan son sözünü söyledi -bu, Radikal Gazetesinin 13Mart 1999 tarihli nüshası, 6 numaralızarftadır- ‘Meclise gidin vegereğini yapın’ Hoca Gemileri Yaktı. Erbakan, Fazilet Partisini bölmepahasına küskünleri desteklemekte kararlı; Kutan’a ‘seçimlere bensizgirmek içine siniyor mu ?’ diye çıkışan Hoca, partililerin ‘vazgeçelim’çağlılarınıumursamıyor” manşetiyle çıkan...

Buna paralel olarak Demokrat Türkiye Partisinin “22 Mart 1999Pazartesi günü yapılacak güven oylamasından sonra, yani, 23 Mart1999 Salıgününden itibaren Genel Kurulda kanun tasarı vetekliflerinin görüşülmesine devam olunması” önerisinin, Fazilet PartiliTürkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekili Yasin Hatipoğlu tarafından,tamamen usule aykırışekilde gündeme alınıp oylanmasınınsağlandığınıbelgeleyen, 21.3.1999 tarihinde yapılan 60 ncıBirleşimeait Türkiye Büyük Millet Meclisi tutanak dergisi, dosyadabulunmaktadır

Nitekim, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri Ahmet İyimaya,Nejat Arseven ve 151 milletvekilinin başvurusu üzerine Mahkemeniz,26.3.1999 gün ve 14/6 sayıile, söz konusu önergenin doğrudangündeme alınmasıyla ilgili 21.3.1999 günlü, yani, Yasin Hatipoğlu’nunusulsüz olarak yönettiği Genel Kurul kararının Anayasaya aykırıolduğuna ve iptaline karar vermiştir.

1202

Genel Kurul toplantısından sonra, araç telefonuyla yaptığıkonuşmada Yasin Hatipoğlu. Necmettin Erbakan’a “Şu yaptığımızişlerin hiçbiri, ne usule uygun ne kitaba uygun; ama, yaptık; birnoktaya götürdük, bundan sonra arkadaşlar gayret edecekler,indirecekler aşağıya” demiş, güven oylamasının da usule aykırıbirşekilde yapılmasınıisteyen Necmettin Erbakan, Yasin Hatipoğlu’na“Başladığın işi tamamlarsan madalyayıtam alırsın, yarıda bırakıpgidersen madalya yarım olur”demiştir.

Tüm bu delillerden, Fazilet Partisinin, kapatılan Refah Partisininbaşka bir adla kurulmuşdevamıniteliğinde bir parti olduğu açıklıklaanlaşılmaktadır.

c) Başsavcılığımın da, Mahkemenizin de karşılaştığıen büyükgüçlük, Anayasa Hukuku, Ceza Muhakemeleri Usulü Hukuku veSiyasî Partiler Hukuku sahalarında uzman kişilerin, özellikle:

1- Demokrasilerde siyasî parti kapatılamaz,

2- Çağımız özgürlükler çağıdır; düşünce, ülkemizde suçsayılıyor,

3- Hukuka aykırışekilde elde edilen deliller, hiçbir zamanhükme esas alınamaz şeklinde görüşleri mütemadiyen ileri sürerek veAnayasamızın 90 ncımaddesine yanlışanlamlar yükleyerek, bizuygulamacılarıyanıltmaya çalışmalarıve giderek de daha çok taraftarkazanmalarıdır.

Bu gidişle, anayasal düzenimizi hukuk yoluyla savunmamız,suçlarla yasal yollardan mücadele edebilmemiz olanaksız halegelecek.

Uzmanlarımız niçin bu haldedir?

8.3.1992 tarihli New York Times Gazetesinde de yayınlanan,1994 yılında Harp Akademileri Yayınlarıarasında çıkan “Bugünün veGeleceğin Güç Merkezleri ve Genelgeleri ile Türkiye’ye Etkileri” adlıkitapta yer alan 1963 yılında Başbakanken yaptığıbir konuşmadaİsmet İnönü şu gerçekleri dile getiriyor:

“Daha bağımsız ve kişilik sahibi dış politika izlenmesiniistiyorsunuz. Herkes aynışeyden söz ediyor. Nasıl yapacağım benbunu? Karar vereceğim ve işi teknisyenlere havale edeceğim. Onlar

1203

ayrıntılı çalışmalar yapacaklar’ ve öneriler hazırlayacaklar.Yapabilirler mi bunu? Hepsinin çevresinde ‘uzman’ denen yabancılardolu. İğfal etmeye çalışıyorlar. Başaramazlarsa işi sürüncemedebırakmaya çalışıyorlar. O da olmazsa karşıtedbir alıyorlar. Bir görevveriyorum, sonucu bana gelmeden Washington’un haberi oluyor.Sonucu memurdan önce sefirden öğreniyorum. Bağımsızlıksavaşından sonra Lozan’da esas mücadele bu uzmanlar konusundaoldu. Yoksa sınırlar zaten fiilî durum idi. Tazminat işini iki devletarasında çözerdik. Bütün mücadele, idaremize yapılmak istenenmüdahale yüzünden çıktı. Bir tek uzman vermek için büyük ödünlerdebulunmaya hazırdılar. Dayattık. Biz, onların neden ısrar ettiklerinibiliyorduk. Onlar bizim neden inatla reddettiğimizi biliyorlardı. Böyledirbu işler, peygamber edasıyla size dünyalarıvaadederler. İmzayıattınız mıertesi gün gelmişlerdir. Personeli gelmiştir, teçhizatıgelmiştir, -üsleri gelmiştir. Ondan sonra sökebilirsen sök, gitmezler.Ancak bu sorunun üzerine vakit geçirmeden gitmek gerek. Yoksa nebağımsız dışpolitika, ne bağımsız içpolitika güdemezsiniz, havandasu döversiniz. Fakat, sanmayınız ki, bu kolay bir iştir. Denediğinizdebaşınıza neler geleceği de bilinmez.”

1999 yılında yayınlanan, kısa bir sürede tükendiği içingenişletilmişikinci baskısıyapılan. Metin Aydoğan tarafından yazılan“Bitmeyen Oyun” adlıeserde yer alan belgeye göre. Amerikan yardımteşkilatından Richard Podol, Washington’a gönderdiği raporda“Türkiye’de önemli mevkilerde Amerikan eğitimi görmemişbir Türk’ünbulunduğu bakanlık ya da iktisadî devlet kuruluşu hemen hemenkalmamıştır. Müsteşarlık ve genel müdürlük mevkilerinden de dahayüksek görevlere kısa zamanda geçmeleri beklenmektedir. AmerikanYardım Teşkilatı, bütün çabalarınıbu guruba yönetmelidir.” diyor.

Bizleri yanıltmaya çalışan hukukçu uzmanların bir kısmısadecedış güdümlü değildir; içlerinde çıkar amaçlı suç örgütlerininavukatlığınıüstlenmemişveya irticaî faaliyette bulunan veya bölücüörgütlerden ve partilerden “bilirkişi ücreti veya danışmanlık ücreti” adıaltında astronomik ücret almamışpek az kişi kalmıştır. Bu örgütlerindış destekli parasal güçleri astronomik boyuttadır ve şimdi Türkbasınını tamamen kendi güdümlerine almaya çalışmaktadırlar.Amaçlarına bilerek ve bilmeyerek hizmet eden kişiler desteklenecek,başta Türk ordusu ve adliyemiz olmak üzere kamu düzenimizi ve ülkebütünlüğümüzü korumaya çalışan kişi ve kurumlar yıpratılacaklardır.

Bir kısmını Fazilet Partisi hakkında hazırladığım “EsasHakkında Görüşde” de açıklığa kavuşturmaya çalıştığım gibi;

1204

1.- Devlet nizamına aykırıbir partinin tutumunun bilinerek gözealınması; devletin düşman partilere karşıkorunmasının, seçmenlerinoylarınıvermemesi şeklinde ifadesini bulmasıgerektiği görüşü, birazönce açıkladığım gibi eski bir görüştür.

Demokratik ülkelerde, anayasa dışıeğilimi olan veya bölücülükyapan siyasî partilere ilişkin kısıtlayıcıhükümler ve örgütlü suçlarlamücadele edebilmek için kişisel özgürlüklerin kısıtlanması, son elli yıliçinde her geçen yıl biraz daha artarak devam etmektedir. Hukukdevletlerinde, yasalar mutlaka uygulanır. Batılı hukukçular içinsöylenen, işte o yasalar varda uygulanamıyor, uygulanmıyor sözü,kesinlikle geçerli değildir. Orada yasa varsa, değiştirilinceye kadarmutlaka uygulanır.

Demokratik ülkelerde partiler anayasal düzenlerine aykırıeylemler yapmadıkları, mahkeme kararlarına saygılıdavrandıklarıiçinkapatılmıyorlar, yoksa yasalar müsait.

Bunun aksi bir tek şekilde kanıtlanabilir. Refah Partisi gibisöylemleri olan veya HADEP gibi eylemleri olan bir parti, gerçek birdemokratik ülkede ortaya çıkar ve kapatılmaz veya İngiltere veFransa’da olduğu gibi kapatılmıştan beter hale sokulmaz. O zamanbiz de, doğrularısöylemeyi alışkanlık haline getirmişbir kişi olarak“demokrasilerde siyasî parti kapatılmaz veya böyle partilere karşıyasal tedbirler alınmaz” deriz.

Burada denebilir ki, Türkiye Birleşik Komünist Partisi ileSosyalist Partinin kapatılmasını, Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi,sözleşmeye aykırıbuldu. Gerçekten, hiçbir eylem olmadığıhalde,Anayasamız ve Siyasî Partiler Kanunumuz böyle emrettiğimiz içinTürkiye Birleşik Komünist Partisi kapatılmıştı.

12.8.1999 tarihinde kabul edilen 4445 sayılıYasa ile SiyasîPartiler Kanununun 104 üncü maddesinin birinci fıkrasıdeğiştirilmiş,tüzük ve programlarınedeniyle partilerin kapatılmasızorlaştırılmıştır.Ancak, sözkonusu fıkranın atıfta bulunduğu Siyasî PartilerKanununun değişik 101/a maddesi gereğince -bu değişikliktensonraki metin- yine de “Bir siyasî partinin tüzük ve programının,devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğün,insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğin,demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırıolması, sınıf ve zümrediktatörlüğünü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlaması, suçişlenmesini teşvik etmesi halinde -yani, sadece tüzük ve programda

1205

bunların bulunması- Anayasa Mahkememiz, o parti hakkındakapatma kararıvermek zorundadır. Bu yılın yaz aylarında yapılandeğişiklikte de, bu hüküm korunuyor.

Anayasamızın 90 ıncımaddesinden ne anlaşılmasıgerektiği veİnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığıkonusundaki görüşlerimizi, Fazilet Partisine ilişkin esas hakkındakigörüşümüzü bildirirken açıklamıştık. Burada tekrarlamayacağım;ancak, 12.1.2000 günü, Ankara Barosunun düzenlediği HukukKurultayında, Prof. Dr. Ergun Özbudun’un da -ki, onun görüşlerinedeğinmemiştim- benzer görüşleri yinelediğini söylemekle yetineceğim;yani, benim 90 ıncımadde konusunda söylediklerimi Ergun Özbudunbu toplantıda aşağıyukarıaynen söyledi.

Yeri gelmişken soruyoruz: İnsan HaklarıAvrupa Mahkemesininilkelerine uymuyor diye 1999 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisininkabul ettiği bir yasayıuygulamayacak mıyız? Elbette uygulayacağız.Bizi bağlayan İnsan HaklarıAvrupa Mahkemesi Kararlarındakigerekçeler değil, Anayasamız veya yasalarımızdır.

İnsan HaklarıAvrupa Mahkemesinin, Sosyalist Parti hakkındaverdiği karar sözleşmeye uygun değildir. Bu mahkemenin işleyişini enyakından bilen ve yıllarca mahkemede savunmalarımızıhazırlamışolan Prof. Dr. Aslan Gündüz, Yeni Türkiye Dergisinin Temmuz-Ağustos sayısında yayınlanan makalesinde, bu konuda, şöyle diyor:

“Önemli sonuçlarıolabilecek bir başka karar ise, 25 Mayıs1998’de İnsan HaklarıMahkemesinin bu defa Sosyalist Partidavasında, Anayasamız ve devlet sistemimizle ilgili olarak verdiğikarardır. Bu defaki karar yenilir yutulur cinsinden olmayan ifadelertaşımaktadır. Türkiye’nin bu kararla ihdas edilen düzeni kabul edipetmeyeceğini bilmiyoruz. Daha doğrusu, bu konuda kimin hangi kararıalacağınıda bilmiyoruz; ama, şurasıbir gerçektir ki, mahkeme,Atatürk ile kurulan cumhuriyetin temellerini sarsabilecek önerilereyeşil ışık yakmış görünmektedir. Etkili Türk kamuoyunun bunubildiğini sanmıyoruz. Sorun, kamuoyundan sanki gizli tutulmaktadır.Eğer durum böyleyse, bunun kaçınılmaz sonuca hiçbir olumlu etkisiolmayacaktır.

Mahkemenin kararı, Türkiye’nin tartışılmaz devlet yapısını,üniterliğini, resmî dilini, bayrağınıtartışma konusu yapan, etnik biresasa göre değişmesini isteyen Sosyalist Partinin resrnî yayınlarınıve yetkililerin konuşmalarını sözleşmeye uygun bulmakta ve

1206

Anayasamızın ilgili hükümlerini ve Anayasa Mahkemesinin bukonudaki kararınıve devletin yapısınıörtülü bir şekilde demokrasiyeve sonuçta Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesine aykırıbulmaktadır.

Olayların cereyan ettiği mekandan soyut bir şekilde davayıelealan mahkeme, Sosyalist Partisi yöneticisinin sözlerinde samimiolmayabileceğini kabul ediyor; ama, onlarıyalanlayacak somut kanıtolmadığıiçin, onlarıdoğru kabul ediyor. Ancak, aynışekilde olaylaraStrazburg’daki hâkimlerden daha yakın olan millî makamların, buarada Anayasa Mahkemesinin millî birlik için öngördüğü tehlikeyineden doğru olarak kabul etmediği doğrusu kuşkuya yer veriyor.Kanın döküldüğü yerde bir partinin, giderek oradakilere ‘ey ahali, sizinhakkınız var, aslında hakkınız yeniliyor, devlet kurma hakkınız var,ayrılma hakkınız var, bunlar inkâr ediliyor... Bu devlet sizin değildir”gibisinden bir program ve söylemle ortaya çıkarsa, bunun barışakatkısı olmayacaktır. Bu gibi bir ifade özgürlüğünü sözleşmekorumamaktadır ve korumamalıdır.

Strazburg’daki mahkemenin self-determinasyon konusundakararlar vermeye yetkisi yoktur. Bu davada yaptığıdeğerlendirmedeolaylarıve sonuçlarınıhiç de iyi düşünmediği açıktır. Bu dava,Türkiye’nin devlet yapısını, tarihin en kanlıterör olaylarının yaşandığıbir sırada sorgulayan ve silahla bir bir yere varmaya çalışan gruplaracesaret vermeye müsait bir karardır. Bu karar. İngiltere’ye karşıverilemezdi, Almanya’ya karşıda verilemezdi, Fransa’ya karşıdaverilemezdi; ama, bize karşıverildi.

Şimdi Türkiye’nin geldiği ilginç bir nokta var. Eğer bumahkemenin kararlarına tümüyle uyulursa, sonunda Kemalist devletyapısı dahil olmak üzere Anayasada yazılı olan birçok şeyindeğiştirilmesi gerekecektir. Bu, sessiz sedasız bir şekilde vemahkeme vasıtasıyla ideolojisiz bir anayasayıbenimsemek anlamınagelir. Bu haliyle devlet bir arada tutulabilir mi? Onu bilemiyoruz diyorbu değerli ve bizi yıllarca Avrupa İnsan HaklarıMahkemesindesavunmaya çalışmışprofesörümüz.

2.- Ülkemizde düşünce değil “Türkiye Cumhuriyeti Devletininülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayıhedef alan yazılıve sözlü propaganda ile toplantıve gösteri yürüyüşü yapmak ile“halkı, sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığıgözeterek kin vedüşmanlığa açıkça tahrik etmek” yasaklanmıştır.

1207

Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer’in, 18.4.1998 tarihinde MilliyetGazetesinde Nilgün Cerrahoğlu ile yaptığısöyleşide belirttiği gibi “buçeşit yasaklar hemen bütün demokratik ülkelerin yasalarında vardır.Zaten böyle yasaklar olmasa millet birbirinin boğazına saldırır.” Bunusöyleyen Dönmezer.

İnsan HaklarıAvrupa Mahkemesi dahi, TCK’nun 312 ncimaddesini sözleşmeye aylan bulmamıştır. Bunu açıkça, büyük heyetolarak, verdiği bir karara yazmıştır.

Bu çeşit maddeler, açık, somut ve yakın tehlike şartlarınınoluştuğu ülkelerde daha fazla uygulanır. Ülkemizde bu çeşit yasalarıihlâlden daha çok mahkumiyet kararıveriliyorsa, irtica ve bölücüeylemlerin hiçbir demokratik ülkede olmadığı kadar artmışolmasından dolayıdır. Tehlike arttıdiye yasaların uygulanmasındanvazgeçilemez, aksine o yasalar acımasızca ve aynen uygulanmalıdır,yoksa tehlikeyi bertaraf edemeyiz.

Ne çeşit propaganda ve tahriklerin açık, somut ve yakın tehlikeoluşturacağınıher ülkenin hâkimi daha iyi takdir eder.

İnsan HaklarıAvrupa Mahkemesini oluşturan hâkimlerin, bizimbazıuygulamalarımızıdoğru değerlendirememeleri doğaldır. Nitekimbiz de, onların bazıuygulamalarınıanlayamıyoruz. Mesela düşüncehürriyetine getirilebilecek en büyük kısıtlama olan ve İngiltere’ninyıllarca yaptığısansür uygulamalarını, yine İngiltere’nin sözleşmeyiihlâl ederek, hâkim kararıolmadan tutuklama yapmasıve tutuklularatutuklama nedenlerinin bildirilmemesinin İnsan HaklarıAvrupaMahkemesince toleransla karşılanmasınıbiz anlayamıyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti, maruz kaldığıtehlikelere oranla, en azyasal kısıtlamalara başvurmuş, en demokratik davranabilmişve insanhaklarınıihlal etme bakımından sicili en temiz ülkedir.

Ülkemizde en vahim insan hakkıihlallerine, devlet görevlilerideğil. BirleşmişMilletler kararlarına aykırıolarak dünyanın gelmişgeçmişen kanlıterör Örgütü olan PKK’ya destek veren ve çoğuAvrupa Birliğine üye olan devletler sebep oluyor.

Türkiye Cumhuriyeti, yasalarıçağdışıolduğu için değil, sözdeinsan haklarısavunucularısayesinde alınmasıgereken yasal ve idarîtedbirleri alamadığı, mevcut yasalarınıda uygulayamaz hale getirildiğiiçin hukuk devleti olmaktan çıkmıştır. Terör örgütleri, binlerce okulda

1208

eğitim yaptırmıyor, milyonlarca çocuğumuzu yıllarca öğrenimhakkından yoksun bırakabiliyor. Benim devlet görevlilerim cezaevikoğuşlarına bile giremiyor. Terör örgütleriyle organik bağlantısıolduğu belirlenen siyasî partiler dahi faaliyetten alıkonamıyor.Devletimizin, devlet güvenliğini ilgilendiren konularda bile, yasalyollardan bilgi toplamasıolanaklıhale getirilemiyor. Ülkenin belliyörelerinde cangüvenliği, korkusuzca yaşama, seyahat ve yatırımyapma özgürlüğü yok edilmiş, çıkar amaçlısuç örgütleri her yıl birönceki yıla göre daha etkin hale geliyor. Mahkemelerimizde, tümdemokratik ülkelerin mahkemelerinde sanıkların cezalandırılabilmesiiçin rahatlıkla kullanılabilen delillerin bir kısmıkullanılamıyor. Ülkembir suçlular cenneti haline getirilmiş, masumu korumanın, sanığıkorumak kadar önemli bir insan hakkıolduğunu düşünen yok.Yasalarımıza en saygılı olması gereken bazı barolarımızdakiyasalarımızı açıkça ihlal etmekten çekinmiyorlar. Mesela terörörgütüne üye olmak ve yataklık yapmak suçlarından, TCK’nun 168 ve169 uncu maddelerinin uygulanması suretiyle devlet güvenlikmahkemelerince mahkum olan avukatların, yasalarımıza aykırıbirşekilde avukatlık yapmalarına “biz devlet güvenlik mahkemelerininkararlarını tanımıyoruz” diyerek izin veriyorlar. Siyasî partiler,mahkeme kararlarına uymayacaklarınıaçıkça ilan edebiliyorlar. Böylebir devlete hukuk devleti denebilir mi? Böyle bir ülkede hukukunüstünlüğünden söz edilebilir mi? Gerçek insan haklarının hayatageçirilmesi için atılan her adımın, insan hakkıihlali olarak ilan edildiğibaşka ülke dünyada yok.

3.- Hukuka aykırı şekilde elde edilen delillerinmahkemelerimizde kullanılıp kullanılamayacağına ilişkin olarak bazıhukukçularımızca ileri sürülen görüşlerin hiçbiri, çağdaş ülkelerinuygulamalarıyla bağdaşmıyor. Şöyle ki;

a- Bu konuda bilim adamlarının görüşlerini ve çağdaşülkelerinuygulamalarınıkitap haline getirdiğim “Fazilet Partisi Hakkında EsasHakkında Görüş”ün 73-96 ıncı sayfalan arasında ayrıntılarıylaaçıkladığım için burada tekrarlamayacağım.

b- Ancak, aksi görüşte olanlar, özel şahıslarca, hırsızlıksuretiyle bile olsun, hukuka aykırışekilde elde edilmişdelillerin hükmeesas alınamayacağına ilişkin, İnsan HaklarıAvrupa Mahkemesi dahil,çağdaşve demokratik ülke mahkemelerinden verilmişbir tek örnekkarar dahi gösteremezler. Ben de bu konuda iddialıyım. Desinler ki,herhangi bir hukuka aykırıdelili, bir özel şahıs, hatta hırsızlık suretiylegetirdi, Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi bunu kabul etmiyor veya

1209

dünyanın herhangi bir çağdaş ülkesindeki mahkeme bunu kabuletmiyor. Veremezler, ben çok iddialısöylüyorum, versinler görelim.

Ben burada, görüşlerimi doğrulayan pekçok karara, söz konusukitapçıkta değindiğim için, orada değinmediğim telefon dinlemeyleilgili çok önemli karara burada değineceğim.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Schenk davasında,kendisinden karısını öldürmesini isteyen kocasının telefonkonuşmasınıgizlice banda kaydeden katilin verdiği bandın delil olarakkullanılmasını“mahkemenin bütünüyle dürüst bir şekilde yargılamayapmasışartıyla hukuka aykırıbir şekilde yapılan bant kaydınınsözleşmeye uygun olduğu” gerekçesiyle kabul etmiştir.

c- Dünyanın hiçbir yerinde savcılar, ama özel şahıslarla, amadevlet görevlilerince getirilsin, bir delil, hukuka aykırışekilde eldeedildi diye o delili dosyadan çıkarmak, başka bir deyişle davayıgörenmahkemenin bilgisine sunmamak hakkına sahip değildir. Savcınınböyle bir eylemi suç oluşturur. Böyle bir delilin dosyadan çıkarılmasıiçin dava açma hakkıbir tek Amerika’da kabul edilmiştir. Ona dagörevli hâkim karar verir, savcıdeğil. Bizim hukukumuzda böyle birdava hakkıyoktur. Hiçbir mahkeme, herhangi bir delilin dosyadançıkarılmasına karar veremez, o delili de incelemek zorundadır. Ancak,bir halde, o da soruşturma ve kovuşturma organlarınca hukuka aykırışekilde elde edildiği kanaatine varırsa, sadece hükme esas alamaz -yasa böyle diyor- yani mesela mahkumiyet kararında bu delile dedayandığınıvurgulayamaz. O kadar; yani, mahkemenize verilmişyetki bundan ibarettir.

d- CMUK’nun 254 üncü maddesindeki “soruşturma vekovuşturma organlarının hukuka aykırışekilde elde ettikleri delillerhükme esas alınamaz” hükmünü de, doğru ve yasanın amacınauygun bir şekilde yorumlamak gerekir. Yasa koyucu, bu hükmüyle,Anayasal düzenimize kastedenler, caniler, çıkar amaçlısuç örgütümensupları kolaylıkla cezalandırılmaktan kurtulsun diye kabuletmemiştir. Dikkat edilirse, kanuna aykırılıktan söz edilmiyor, hukukaaykırılık vurgulanıyor. Kanun ve hukuk kelimeleri her zaman aynıanlama gelmez. Mesela Hitlerden bahsederken, Hitlerin kurduğudevlet için -kanun devletiydi, ama-hukuk devleti değildi diye söz edilir.Burada hukuk kelimesi, hak kelimesinin çoğulu olarak kullanılmıştır.Herhangi bir insan hakkıihlaline yol açmayan kanuna aykırılıklar,hükme esas alınmamasında gerekçe olarak gösterilemez.

1210

Değerli yazar Türker Alkan, 16.1.2000 tarihli RadikalGazetesine yazdığı“Amerika’da Din Neden Güçlüdür” makalesinde,Amerika’da kiliseler, pekçok diğer toplumdaki kiliselerden farklıolarakherhangi bir politik akımla işbirliğine girmekten kaçınmışlardır.Yıllardır “Amerika’daki kadar laiklik, Amerikan türü laiklik” deyipduruyor bazıları. Amerikan Anayasasıve yüksek mahkemesinin çeşitlikararlarıyla oluşan ayırım duvarını görmezden gelerek, devletokullarında İncil okunmasının, dua etmesinin hatta dua niyetinde birdakikalık sessiz duruşun bile anayasa mahkemesi tarafındanyasaklandığı Amerika’daki laiklik uygulamasını yumuşak, dinderslerinin anayasa ile zorunlu kılındığı, devletin din adamıyetiştirdiğiTürkiye’deki uygulamayıise, nedense sert buluyorlar ve laikliği dinekarşıbir komplo olarak görüyorlar. Oysa dinî, en etkin biçimdeegemen olacağı, bireysel vicdana yönlendiren laiklik, hiç de başarılıolamadığı, olmadığıdevlet yönetiminden dini ayırmakla, hem dinehem de devlete büyük bir iyilikte bulunmaktadır. Dine asıl kötülüğüedenler, din kurumunu devlet işlerine sokarak yıpratanlar, dinî siyasîihtiraslarına ve çıkarlarına alet edenlerdir. Amerikan örneğinin desergilendiği gibi, din ve devlet işlerinin ayrılması, ancak diningüçlenmesi ve etkin olmasısonucunu doğurabilir. Bir de bizdekiduruma bakın: Erbakan’dan Adnan Hocaya, İBDA-C’ye kadar uzanandine dayalısiyaset girişimleri sonucunda din güçlendi mi? Yoksazayıfladımı; ne dersiniz?

Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer’in, 24.1.2000 tarihinde AnkaraBarosunca düzenlenen Hukuk Kurultayı2000’e sunduğu 27 sayfalıkbildiriyi, sözlü açıklamama ek olarak bilginize sunuyorum. Bu zarfıniçerisindedir. Üye adedince ve karşıtarafa da tebliğedilecek kadargetirdim, ek olarak sunduğum için, burada okuyup, vaktinizialmayacağım.

Burada, çok istismar edilen bir konuyu daha açıklığakavuşturarak sözlerime son vereceğim. Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesine ek l nolu protokolün 2 nci maddesinde şu hükme yerverilmiştir: “Kimse, tahsil etmek hakkından mahrum edilemez. Devlet,eğitim, öğretim sahasında deruhte edeceği vazifelerin ifasındaebebeynin bu eğitim ve öğretime kendi dini ve felsefi akidelerine göretemin etmek hakkına riayet edecektir.” Bu sözleşmede yer almış. Bumaddede yanlış yorumlanarak, sekiz yıllık eğitim ve imam hatipokullarının sayısına devletimizce yapılan müdahalelerin Avupa İnsanHaklarıSözleşmesinin ek l nolu protokolünün andığım 2 ncimaddesine aykırıolduğu söylenmektedir.

1211

Avrupa İnsan HaklarıMahkemesinde yıllarca hâkimlik yapanProf. Dr. Feyyaz Gölcüklü ve Komisyon Üyesi Prof. Dr. A. ŞerefGözübüyük tarafından yazılan ve 1998’de ikinci baskısıyapılanAvrupa İnsan HaklarıSözleşmesi ve Uygulaması”adlıeserde bumadde şöyle açıklanmaktadır;

“Ders programlarının yapımıve düzeni ilke olarak devletin takdiryetkisi içindedir. Aksi halde kurumlaşmışbir öğretim düzeni kurmakimkânsız olacaktır. Buna karşılık 2 nci madde, devletin eğitim, öğretimalanında üstlendiği görevi yerine getirirken, programlarda yer alanbilgilerin dağıtımının objektif, eleştirisel ve çoğulcu olmasına özengöstermesini gerektirir. Başka bir deyişle, bu hüküm, ana, babanındinî ve felsefî inançlarına aykırınitelikte belli bir fikri aşılama ve amacıgütmesini yasaklamaktadır. İşte, aşılmamasıgereken sınır budur.Amaç, okullardaki ders programlarında ana, babanın inançözgürlüğünü korumak ona saygılıolmaktır.

Devletin, mevcut eğitim düzeni içinde bu inançlara saygılıolmasıyeterlidir. Devletin, ana, babanın inançlarıyönünde eğitimsağlama zorunluluğu yoktur. Devletler, devlet okullarındaki eğitim veöğretimin içerik ve düzeni konusunda genişbir takdir yetkisine sahipbulunmakla beraber, ana-babanın dinî ve felsefî inançlarınıincitecektelkinlerde bulunup, fikirler aşılamaktan kaçınacaklardır. Bu arada bukonu da, Avrupa İnsan HaklarıMahkemesinin 9.3.1977 ve 7.12.1982tarihli kararlarına değiniyor.

Açık ve yakın tehlike şartları oluşmuşsa, tüm Batıdemokrasilerinde düşünce hürriyetine bile sınır getirilebilir. Ülkemizdebölücülük ve irtica, açık ve yakın tehlike olmaktan çıkmış, yaşanantehlike halini almıştır. Yaşanan tehlike, meşru müdafaa hakkıveren;yani, mutlaka bertaraf edilmesi gereken tehlikedir ve şu anda TürkiyeCumhuriyeti, irtica ve bölücülüğe karşımeşru müdafaa halindedir.Üzerimize düşeni yapmazsak, Türkiye Cumhuriyetinde sonunbaşlangıcıiçin zemin yaratırız ve bu zemin, maalesef, oluşmaya dabaşlamıştır.

Sonuç:

Anayasa Mahkemesi, Anayasamızın bekçisi olmak üzerekurulmuşbir kurumdur. Türkiye Cumhuriyeti, karşılaştığıekonomikzorluklara, halkımızın önemli bir kesiminin kültürel seviyesinindüşüklüğüne, dış destekli bölücü ve irticaî akımların giderekgüçlenmesine, her devirde rastlanan aydın ihanetlerine, iç ve dış

1212

kışkırtmalara rağmen ayakta kalabilmişse; mahkemelerimizin, TürkOrdusunun ve halkımızın önemli bir kesiminin, Cumhuriyetimizintemel ilkelerine, temel felsefesinden, Anayasamızın temel ilkelerindenve özellikle Atatürk milliyetçiliğine bağlılaiklik anlayışından hiçbirzaman ödün vermemeleri sayesindedir.

Cumhuriyetimizin ne kadar iç ve dışdüşmanıvarsa, el birliği ilecumhuriyetimizi yasal yollardan savunmasız bırakmaya çalışıyorlar.

İrtica ve bölücülük tehlikesinin bu boyutlarda olmadığızamanlarda dahi meslektaşlarıarasında çağdaş, bilgili, uzağıgörenkişiler olarak bilinen tüm Anayasa Mahkemesi üyeleri, görevlerinicesaretle yapmış, amaçlarıülkemizi bölmek ve Anayasamıza aykırıbir düzen kurmak isteyen partileri, kopabilecek yaygaraya aldırmadankapatmaktan çekinmemişlerdir.

Türk demokrasinin yaşayabilmesi, Anayasa dışıeğilimleri olanpartilerin, Anayasa ve yasalarımıza aykırı eylemlerininönlenebilmesine bağlıdır.

Fazilet Partisi, açıkladığım eylemleriyle, AnayasaMahkememizin kararlarına ve Anayasamızın yasaklayıcıhükümlerineadeta meydan okuyor. Ancak, unuttuklarıbirşey var, Cumhuriyetimizisavunmakla görevli kurumlarımızıyozlaştırmak, onların zannettiğikadar kolay değil. Tüm bu nedenlerle ve Anayasamızın 2, 24/son, 68,69, 84, Siyasî Partiler Kanununun 78, 86 ve 87 nci maddelerigereğince Fazilet Partisinin temelli kapatılmasına karar verilmesigörüşünde olduğumuzu bilgilerinize arz ederim.

Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ederim.

BAŞKAN - Yargıtay Cumhuriyet BaşsavcısıVural Savaş’ın,Fazilet Partisinin kapatılmasına ilişkin sözlü açıklamasıdinlendi,konuşma banda alındı, ayrıca stenograflarca tutanakla saptandı.

Sözlü açıklama toplantısısona erdi.

Teşekkür ederiz efendim.”

VII- SÖZLÜ SAVUNMA

DavalıParti’nin 25.1.2000 tarihli sözlü savunmasışöyledir :

1213

“ANAYASA MAHKEMESİ

SÖZLÜ SAVUNMA TUTANAĞI

BAŞKAN - Hoşgeldiniz, buyurun efendim.

14.12.1999 günlü karar gereğince Başkan Ahmet NecdetSezer, Başkanvekili Haşim Kılıç; üyeler, Yalçın Acargün, MustafaBumin, Sacit Adalı, Ali Hüner, Fulya Kantarcıoğlu, Mahir Can Ilıcak,Rüştü Sönmez, Ertuğrul Ersoy ve Tülay Tuğcu’dan oluşan AnayasaMahkemesi, 25.1.2000 günü, saat 10.00’da, özel salonda toplandı.Raportör, Mehmet Turhan ile evvelce yeminleri yaptırılanstenograflar, Alaaddin Ayten, Cengiz Tanrıverdi hazır. DavalıFaziletPartisi adına sözlü savunmada bulunacak Ankara Milletvekili CemilÇiçek ile kendisine yardımcıolarak İstanbul Milletvekili Mehmet AliŞahin hazır. Sözlü savunma için davalıparti temsilcisi Cemil Çiçek’esöz verildi.

Sayın Çiçek, buyurun efendim.

CEMİL ÇİÇEK - Anayasa Mahkememizin Sayın Başkanı, sayınüyeleri; Yargıtay Cumhuriyet BaşsavcısıSayın Vural Savaş, FaziletPartisinin, laiklik karşıtıeylemlerin odağıolduğu ve kapatılan birpartinin de devamıolduğu gerekçesiyle Yüksek Mahkemeye davaaçmıştır ve talebinde, üst düzey yöneticilerle beraber, parti genelbaşkanının, yöneticilerin, milletvekillerinin, milletvekilliklerinindüşürülmesi, partinin kapatılmasıtalebiyle açılan bu davada, davalıparti adına sözlü savunma yapmak üzere huzurunuzdayım. Hepinizisaygıyla selamlıyorum.

Davalıparti genel başkanının bu sözlü savunmayıbendenizinyapmasıhususundaki görevlendirme yazısıdosyaya ibraz edilmiştir.

En başta, savunma sadedinde daha evvel Yüksek Mahkemeyesunduğumuz 10.9.1999 ve 12.11.1999 tarihli ön savunmamızdaki veson savunmamızdaki görüşleri aynen tekrar ediyoruz. Her ikisavunmada da teferruatlıbir şekilde Sayın Başsavcının iddia ettiğihususlarla ilgili olarak ayrıntılıaçıklamalarda bulunduk. Bu iddiaların,neden doğru olmadığını, neden hukukî olmadığını, hatta, bir kısımiddiaların partimizle ilgisinin bulunmadığını, velhasıl, böyle bir davanınaçılmasına yeterli ve geçerli hukukî nedenlerin bulunmadığınıoradaayrıntılıbir şekilde ifade etmeye çalıştık.

1214

Sözlü savunmamızda bu kadar teferruata girmeden ve fazlacada kıymetli vakitlerinizi işgal etmeden bazıhususlara temas edeceğizve sözlerimin başında, bana, bizlere ve bizim konumumuzda olanlaraönemli sorumlulukların düştüğünün idraki içinde ve böyle birduyarlılıkla temenni ederim ki, bu dava, Yüksek Mahkemeye açılmışen son kapatma davasıolsun. Anayasamızda ve yasalarımızdakapatmayla ilgili hükümler bulunmuşolsa bile, yine temennim odur ki,bunların uygulanmasına ihtiyaç kalmasın. Herhalde arzu edilen de,bize yakışan da bu olsa gerektir.

Çünkü, hep ifade edildiği üzere, yeni bir yüzyıla, hatta yeni birmilenyuma girdik. Sosyologların, siyaset bilimcilerin, futurologların,gelecekle ilgili analiz yapanların ortak yarışı, bu yeni çağ, demokrasi,insan haklarıve özgürlükler çağıdır. Bu anlamda, tarih, makasdeğiştiriyor, dünya ile beraber biz de önemli bir kavşak noktasındabulunuyoruz.

Ya yeni çağın gerçeklerini doğru okuyup, doğru anlayıp, doğruyorumlayıp gereğini yapacağız, demokrasi, insan hakları veözgürlükler noktasında daha ileri adımlar atacağız, içinde yer almayıbir tarih perspektifi ve bir modernleşme ideali olarak benimsediğimizBatıdünyasıyla, Batıligiyle beraber olacağız ya da modern çağın,gelişmenin ve değişimin dışında kalarak, büyük bedeller ödemepahasına uygarlık yarışından kopacağız.

Şüphesiz, yeni çağın gereklerinin ve gerçeklerinin okunupanlaşılmasında demokrasilerde siyasî partilerin önemli rolü vardır.Onların rol ve fonksiyonlarının iyi belirlenmesi gerekmektedir.

Siyasî partilerin bu önemi ta bidayetten beri gerek YüksekMahkeme tarafından gerekse Anayasamızda bir ilke olarak, birprensip olarak anlaşılmışolmalıki, siyasî partiler, demokratik siyasîhayatın vazgeçilmez unsurlarıolarak kabul edilmiştir.

Şüphesiz, bu sözde, çağdaşanayasa ve siyaset teorisinin temelaksiyonlarından biri ifadesini bulmaktadır. Bu, aynı zamanda,demokratik teorinin evrensel normlarından birini dile getirmektir.Çağımızın evrensel, siyasî modeli olan anayasal demokrasi, ancak,siyasî partiler marifetiyle tatbik kabiliyetine erişmektedir.

Siyasî partiler, görevleri gereği, bireylerin siyasete katılmalarım,örgütlenmelerini ve siyasî eğitim almalarınısağlayan kurumlardır.

1215

Cumhuriyetimizin de temel niteliklerinden biri olan demokratikdevletin iki evrensel şartıvardır. Bir tanesi, genel seçimler; bir taneside çok partili siyasî hayat.

Dolayısıyla, bir devletin demokratik sayılabilmesi için bu ikiunsurun birlikte bulunmasıgerekir. Özellikle, temsili demokrasilerde,toplum içindeki farklıgörüşlerin, çıkarların, çıkar gruplarının çözümyollarının siyasete yansıması, ancak, siyasî partiler aracılığıylamümkün olabilir.

Siyasî partiler, bu anlamda, sivil toplumla devlet arasında yenibir başka türlü organizasyonla bir başka türlü kurumlaşmayladoldurulamayacak aracıkurumlardır, köprü görevi gören kurumlardır.

Birçok Avrupa ülkesinde ve onların anayasalarında belki bizdekikadar siyasî partilerle ilgili açık hüküm bulunmamasına rağmen,siyasî partilerin önemi orada da açıktır. Bu önemin gereği olarak,siyasî partilerin temel işlevi, toplumdaki farklıçıkar ve görüşleri birprogram etrafında birleştirerek siyasî kararlar haline dönüştürmeyeçalışmaktır. Bunun için halktan destek ister, halkla bütünleşir, onunlauzlaşarak, anlaşarak toplumsal sorunlara çözüm üretir. Bu bakımdan,siyasî partiler, demokrasilerde, modern siyasî örgütlenme modelidir.

Normal olarak siyasî partilerin hedefi, her partinin hedefi, iktidarolmaktır; ama, muhalefette kalmalarıhalinde dahi, siyasî partiler,demokrasinin işleyişi bakımından vazgeçilmez kurumlardır; çünkü,demokratik çoğulculuk, çoğunluğa hoşgelmeyen ve aykırısayılangörüşlerin de siyasî sistem içinde temsil edilebilmelerini gerektirir.Bunun içindir ki, iktidar, her rejimde var ve meşru; ama, muhalefet,sadece demokrasilerde vardır ve orada meşrudur ve bundan dolayıdırki, çağdaşdemokrasilerde siyasî partiler için öngörülen, ister hukukîister teamülî teminatlar, iktidar partilerinden çok muhalefet partiler içinönem arz etmektedir. Aksi halde, iktidar sahipleri, muhalefeti, onuntemsil ettiği kesimleri baskıaltına alabilir, o zaman da siyaseteyansımayan fikirler, onlarıbenimseyenler, iktidar dışındaki çıkargruplarısistemden dışlanmışolur. Bu da, toplumsal barışıtehlikeyesokar, sistemin meşruluğunu zayıflatan bir nokta olur. Sistemeyabancılaşan toplumsal grupların kendi aralarında sistem karşıtı,rejim karşıtımuhalefeti besleyecek bir dayanışma içine girmelerineyol açar. Radikalizmden fundamentalizme kadar değişik renk vetondaki -Sayın Başsavcının tabiriyle- habis urlar bir toplumda böyleteşekkül eder. Uygar tartışma, yerini kavgaya; uzlaşma, yerinibölünmeye, çatışmaya bırakır.

1216

Anayasa Mahkememiz de bir kararında, siyasî partilerindavranışları karşısına birtakım fiilî engeller ve müdahalelerçıkarılmaması, bunların anayasayla tanınmış haklarınınkullanılmalarının engellenmemesi gerektiğini vurgulamış ve siyasîpartilerin bu manadaki rolünü belirtmiştir.

Bunun içindir ki, siyasî partiler, bir taraftan demokratik hayattabir örgütlenme modeli olduğu kadar, ifade özgürlüğünün de kollektifkullanımıdır. İfade özgürlüğü ve bu özgürlüğe sağlanan güvenceler deanayasal demokrasilerin kilit taşıdır.

Şüphesiz, bir demokraside, meşru parti faaliyeti, yalnızca pozitifhukuk tarafından tanınan hakların kullanılmasındaki aksaklıklarıdeğil,henüz pozitif hukuk tarafından tanınmamışya da tartışmalıhak veözgürlük taleplerini de gündeme getirmeyi kapsar.

İfade Özgürlüğü, bütün fertler için vazgeçilmez değerde birinsan hakkıolmakla beraber, demokrasilerde bu Özgürlüğe en fazlaihtiyaç duyan da hiç şüphesiz siyasî partilerdir, siyasî partileriçerisinde de muhalefet partileridir.

Çünkü, muhalefet partilerinin, yasama görevi yanında, önemligörevlerinden bir tanesi de, denetimdir; toplumdaki aksaklıkları,uygulama yanlışlıklarını, Özgürlük taleplerini bir ölçüde meşruplatformlara yansıtmak gibi bir önemli görevi vardır. Çünkü, toplumsalsorunlarıserbestçe tartışamayan bir partinin sağlayacağıtoplumsalbir fayda da olamaz.

Bu nedenle, siyasî partileri şeklen demokratik siyasî hayatınvazgeçilmez unsurlarıolarak nitelemişolsak bile, eğer, yeterinceifade özgürlüğü yoksa, o sisteme anayasal demokrasi denemez,çağdaşdemokrasi denemez.

Siyasî partilerle ilgili kabul etmemiz gereken bir başka hususdaha var, onu ifade etmek istiyorum. O da, partilerin, aslında, birülkenin toplumsal gerçekliğini yansıtan bir ayna rolünü görmüşolmalarıdır, böyle bir role sahip olmalarıdır. Kısacası, siyasî partiler,sosyolojik gerçekliktir. Bu gerçekliği gözardıederek, başarılıbirdemokrasi kurulamaz. Belki de bu, yani, sosyolojik bir gerçeklik oluşu,siyasî partileri değerlendirirken, onlarla ilgili ister yargıhükmü verelimistersek kıymet hükmü verelim, yeteri kadar üzerinde durmadığımız,ya da zaman zaman gözardıettiğimiz bir noktadır. Eğer, partiler,sosyolojik toplumsal gerçekliği yansıtan aynalar ise, aynayı

1217

kaldırmak, gerçeği kaldırmak anlamına gelmiyor. O gerçek, bir başkaşekilde kendisini orta yere koyuyor.

O nedenle, bugüne kadar çoğu zaman partilerin hep varlığıproblem kabul edilerek çözüm arayışlarına gidildi, kapatma da buçarelerden birisi olarak düşünüldü. Sonra, yeniden açılmalar, yenidenkapanmalar siyasî hayatımızda önemli gündem maddesi oldu, olmayada devam ediyor.

Hemen burada bir parantez açmak istiyorum. Şu andasavunmasını yapmak durumunda olduğum Fazilet Partisi de,Türkiye’nin sosyolojik bir gerçeğidir. Son seçimler dikkate alındığında,yerel yönetim seçimlerinde yüzde 23, genel seçimde de yüzde 15 oyasahip bir gerçekliktir ve toplumda da önemli bir rol üstlenmiştir.

Şimdi, Fazilet Partisinin olmamasıdurumundaki analizleriyaparak bu sosyolojik gerçekliği değerlendirmekte fayda var. Bunuben zaman zaman sadece bir siyaset adamıolarak değil, bu ülkeniniyiliğini herkes gibi isteyen bir insan olarak partilerin toplumdaki burolünü ve şüphesiz Fazilet Partisinin de rolünü, zaman zaman birçokakademik toplantılarda münakaşa, münazara etmişizdir.

Türkiye’de, esas itibariyle bu analizler, yeteri kadar yapılmıyor.Eğer, siyaseti Türkiye için yapıyorsak, Önceliğimiz Türkiye ise vepartiler de Türkiye’nin ileriye gitmesi noktasında demokratik araçlarise, şüphesiz, partilerin bu maksadın temininde ne ölçüde araçolduğunu iyi değerlendirmemiz gerekecektir. Zannediyorum, uzuncabir süreden beri, belki de bu coğrafyada yaşayan bütün milletlerin,bütün toplumların en öncelikli konusu, ülkenin, millî birliği vebütünlüğüdür. Birlik ve bütünlük, bizim bütün siyasetkonuşmalarımızda, bütün devlet büyüklerimizin mesajlarında, bilgekişilerin bütün tavsiyelerinde ve telkinlerinde en önemli Öncelik ve birtoplumsal ihtiyaç olarak, bir millî ihtiyaç olarak gözüküyor.

Şu an öyle zannediyorum ki, Fazilet Partisi, şu son yaşanançirkin olaylar, vahşet olaylar da iyi hesaba katıldığında, toplumdaki busosyolojik gerçeklik, siyasete normal kanallardan yansımadığıtakdirde birtakım sıkıntılar da beraberinde geliyor. Bu manada,partilerin oy tabanlarının çok ciddî ölçüde analiz edilmesi lazımdır. Buyüzde 15 ve bu yüzde 23 ne anlama geliyor, nerelerden, hangikesimlerden rey almıştır; o analizler yapılabilir ve bu analizlerinsonucu olarak bu kesimlerin siyasete yansımalarınoktasında birtakımsıkıntılar çıkmış olmasıhalinde, belki, en fazla önem verdiğimiz

1218

konularla ilgili problemleri uzunca süre yaşamak gibi bir durumla karşıkarşıya kalıyoruz.

Fazilet Partisinin oy tabanıbu manada analiz edildiğinde;toplumun en geri kalmış yörelerinin reyleridir, büyük şehirlerinvaroşlarında, gecekondu semtlerinde yaşayan ve millî gelirden en azpayıalan kesimlerin oy verdiği bir partidir; yani, Türkiye’nin içinikarıştırmak isteyenler açısından, Türkiye’de ileriye dönük hesaplarıbulunanlar açısından en fazla manipüle edebilecekleri, bir manada,kesimlerin reyini almışolduğu bir partidir.

O halde, bir başka yönüyle, Fazilet Partisinin oylarınıdeğerlendirdiğimizde, özellikle, yoğunlukla oy aldığıbölgelerde, şu anson yaşanan olaylardan; kastettiğim, bu terör olaylarınıkastetmiyorum, ama, siyasetimize de yansıyan başkaca olaylardanyola çıktığımızda, önümüzdeki dönemde Türkiye için en önemlimeselenin mikro milliyetçilik, etnik kökene dayalıbir milliyetçilikkapışmasının, çatışmasının Türkiye’nin gündemine gelebileceği gibibir endişe var bende.

İşte, Fazilet Partisi, bu manada, Türkiye’nin birliğine vebütünlüğüne en fazla katkısağlayan, belki bunun farkındadır veyadeğildir, ama, böyle bir görev ifa ediyor; görüşlerinde birçok yanlışlıkvar, birçok eksiklik var... -aşağıda yeri geldiğinde bahsedeceğim-ama, kendisi bilsin ya da bilmesin, Türkiye’nin birlik ve bütünlüğü,eğer, bir acil ihtiyaçsa, bir öncelikli ihtiyaçsa, Fazilet Partisinin bunoktada önemli bir görev ifa ettiğini burada belirtmek isterim.

O sebeple, her partinin aldığıoy kesimleri iyi incelenmeli, opartinin yokluğunda, bunun siyasete yansımalarıve bu kesimlerinsisteme nasıl adapte edileceği üzerinde iyi durulmasıgerekir.

Eğer, partiler, sosyolojik toplumsal gerçekliği ifade ediyorsa,bugüne kadar kapatma yoluyla tedbir almadığımız hemen hemenhiçbir kesim kalmamıştır. Cumhuriyet Halk Partisinden, DemokratPartiden, Adalet Partisinden büyük kitle partilerini, yarıideolojik yarıkitlesel partilere varıncaya kadar bugüne kadar ister olağan dönemdeister olağanüstü dönemde ister yargıyoluyla ister başka türlü yollarlabunların hepsi kapatılmıştır. Bu manada denilebilir ki, Türkiye, siyasîpartiler açısından bir mezarlığa dönmüştür. Her kapanma ya dakapatma, yine sosyolojik anlamda, toplumsal örselemeye sebebiyetvermiştir. Siyasî kırılganlık toplumda artmıştır. Zannediyorum ki,siyaset dokusu bu kadar örselenmişbir başka demokratik toplum

1219

yoktur. Bunun getirdiği bir maliyet analizinin de yapılmasıgerekir.Bunu, bir savunma ya da bir itham ya da iddia anlamındasöylemiyorum, kanaatimce siyaset bilimi açısından bir tespit olarakifade ediyorum.

Toplumdaki çeşitlilik unsurlarını, kurumsal ve siyasal hayattantasfiye etmek, böyle bir çaba içinde olmak, demokrasi için bir tuzaktır,biz böyle düşünüyoruz; çünkü, bu yol, demokrasiyi kendi temelöncüllerinden uzaklaştırır ve tam karşıtıolan istemediğimiz rejimlerinya da sakat anlayışların kucağına iter. O sebeple, günümüzündemokrasi anlayışında çoğulculuk ve çeşitlilik esastır. Politik ya dakonjonktürel saiklerle toplumsal gerçekliği reddetmenin pratikte birfaydasıyoktur.

Ayrıca, toplumun belli bir kesimi tarafından yanlış görülendüşünceler veya politik teklifler, değişim süreci içerisinde, hem öyleasırlar filan geçmeden, kısa sürede politik uygulanabilir seçeneklerhaline de dönüşebilirler. Hem insanlık tarihinde hem Türkiyesiyasetinde bunun çok örnekleri görülmüştür.

Ben, kendi öğrencilik yıllarımı hatırlıyorum; her şeyindevletleştirilmesini politik sistem olarak önerenler, bugün, rahatlıklaher şeyin özelleştirilmesini savunabilmektedir. Yine, her şeyinmillileştirilmesini -benimki gibi- siyasî Amentünün ilk şartıkabuledenler, bugün “aman yabancısermaye Türkiyemize gelsin” diyebüyük bir çaba içerisine girmişbulunuyor. Üniversitede okuduğumuzyıllarda, belki, içinde yetiştiğimiz çevre bizleri şu veya bu şekildememleket meselesine ilgi duymamız noktasında fikr-i müdir olarakgörev yapanlar, o zamanlar için belli sloganlarıTürkiye için birerhayatî çözüm yolu olarak gösteriyorlardı ve herkes, içindeyaşadığımız toplumun, karşılaştığımız çok yönlü problemlerinnoktasında bir kısım insanlarımız o günkü dünya konjonktüründen deistifadeyle, devletçiliği savunuyorlardı, Türkiye’de her şey devletleşsinisteniyordu. Biz de buna karşılık belli bir kesim olarak, her şeyinmillileştirilmesinin Türkiye için bir çıkışyolu olacağınıdüşünüyorduk.Ama, şimdi, 2000 Türkiyesine geldiğimizde, devletleştirmeyiisteyenler de bir “U” dönüşü yapıp -doğrusu budur- gelmişlerdir,Türkiye’de özelleştirme Türkiye’nin öncelikli bir ekonomik tedbiriolarak, bir devlet politikasıolarak, hem sağiktidarlar hem sol partilertarafından da konuşulan bir konu haline gelmiştir.

Millileştirme konusu belki bizim hamaset duygularımıza hitapeden bir konuydu. Ben, kendi hayatımda çok heyecan duyduğum

1220

günler, zamanlar yaşadım; ama, en çok heyecan duyduğum an,ATAŞ Rafinerisine bir partinin, bir iktidarın el koymuşolmasıydı.Çünkü, benim o zamanki duygularıma uygun düşüyordu; ama, şimdigeldiğimiz noktada acaba her şeyi millileştirmek politikasıne ölçüdeTürkiye gerçeğine uyuyor, dünya gerçeğine uyuyor?!.

Dolayısıyla, dünün devletleştirmecileri ve millileştirmecileri,bugün ülke meselesinde bir noktaya gelebilmişlerdir.

Hepimizin kendi hayatımızda, dün nelerin yasak olduğunu,bugün ise o yasakların ne kadar anlamsız olduğunu gördük, yaşadık,geliyoruz.

Yine, şu kısa hayatımızıiçerisinde, bu neviden çok zamangeçmeden, öyle, yarım asır, bir asır, çeyrek asır geçmeden,fikirlerimizde çok köklü değişikliklerin olduğunu gördük. Mesela, kendihayatımızda, bir zamanlar Nazım Hikmet’e kimler karşıidi, şimdikimler şiirini okumak durumundadır?!. Belki, doğru olan, bugünküdür.

Dolayısıyla, burada söylemek istediğim şey şu: Eğer, birtoplumda dengeler yerli yerine oturmadıysa, toplumda sağlıklıbirsosyal yapı, bir ekonomik yapı, bir istikrarlısiyasî hayat söz konusuolmadığıtakdirde, bu neviden dönüşler, bu neviden, o taraftan butarafa, bu taraftan o tarafa kıymet hükümlerinde çok ciddî değişikliklerolmaktadır.

Şimdi, belki çok daha çarpıcıbir misal; bugün ülkemizin, ikiyasaklısiyasî lider tarafından yönetilir olması, üzerinde durupdüşünülmeye değer bir husus olarak görüyorum. Daha dündenebilecek kısa bir süre evveline kadar bu iki sayın siyasetadamımızın, değil Cumhurbaşkanı, Başbakan olması, mer’i yasaklarkarşısında muhtar bile olmalarımümkün değildi; ama, şimdi acaba,Cumhurbaşkanlığınıbir dönem daha yapsa nasıl oluru tartışıyoruz,gerekirse Anayasa değişikliği yapalımıtartışıyoruz.

Dünün yasaklıları, bugün siyasî alternatif ve çözüm olarakkarşımıza çıkıyor. Belki, siyasetimizde uzunca süreunutamayacağımız bir bilen kavramı, bu yasaklar döneminin, siyasetemüdahaleler döneminin terminolojisidir.

Bir yasaklısiyaset adamıiçin “bir daha Başbakan olur mu?”denildiğinde, “beni güldürmeyin” cevabının nasıl gelişen çok yönlüdeğişimler ve dinamikler karşısında ters yüz olduğunu hep beraber

1221

görüyoruz. Ama, yasaklıolanlar şimdi, siyasetin oyun kurucularıvesorun çözücüleri olarak karşımızda.

Aynışey Avrupa Birliği için de geçerlidir. Kimler Avrupa Birliğinekarşıidi toplumumuzda, şimdi “aman Avrupa birliğine girelim” diyenve bunu yüksek sesle söyleyenler kimler?!. Öyle ise, yarınınmuhtemel doğrularınıbugün yasak ya da düşman etmek, değişimindeğişmez dinamiğine ters düşmektedir.

Onun için, Sayın Başkan, sayın üyeler; demokratik toplumlardasiyasetin bir işleyiş tarzıvar. Vatandaş partilerin politikalarınıdeğerlendirir ve seçim dönemlerinde bu politikalara karşıkenditepkilerini ortaya koyar. Böylece, birçok yanlışve eksik, bu süreçiçinde kendiliğinden ortadan kalkar. Yanlışında ısrar eden siyasîpartiler, kendi varlıklarınıve geleceklerini de tehlikeye sokar. Siyasîkarşılığıpartilere karşıcebrî tedbirler, ancak, çok zarurî ve mübremdurumlarda uygulamaya sokulabilecek, sık kullanılmamasıgerekenyöntemlerdir.

Partilere hatalarınıen kalıcı, en etkin bir biçimde gösterenseçmenlerdir ve seçimlerdir. Siyasetin bu doğal akışına, zamanzaman sebebi ne olursa olsun, yapılan müdahaleler, müdahaleedilmesi, her defasında aynısorunların yeniden yaşanmasına sebepolmaktadır. Partileri kapatılan seçmenler önceki dönemdeki partiicraatları, özellikle de, partinin yanlışlarıüzerinde düşünmek yerine,dayanışmayıve kusurlarınıgörmemeyi tercih etmekte, onlardan dersçıkarılamamaktadır.

Özellikle, bizimki gibi, hamasi meselelere, vefa duygusu gibi,sadakat duygusu gibi bir kısım kavramlara önem veren toplumlarda,böyle dönemlerde hatayıgörmek yerine, vefa duygusuyla birçokgerçeğin anlaşılması zorlaşmaktadır. Böylece, siyasî partilerinseçmenleri ve teşkilatlarını eğitme gibi bir fayda bu şekildeönlenmektedir ve inanarak, çok inanarak arz edeceğim bir husustur;yine siyasetin tabiî seyrine sık sık müdahale yapılmasıkazibmağdurların türemesine imkân vermekte ve bunların siyasî ömrünüuzatmaktadır, işin doğrusunu yapmayı da zorlaştırmaktadır.Siyasette, eğer, bugün gerekli kan değişimi bir türlü normal yollardangerçekleşemiyorsa, bir ölçüde bu kazib mağdurlar sebebiyledir. Bugerçeğin en acışekilde yaşandığıülke de Türkiye’dir.

O sebeple, siyaset, kendi yanlışlarınıtemizleyecek bir mecradaseyretmelidir. Esasen. Türk seçmeni 18 Nisan seçimlerinde bana

1222

göre, hepimize önemli dersler vermiştir. Gerekli dersi çıkarmayanlarbir sonraki seçimde oyundışıkalabilecek bir kritik eşiğe gelmişlerdir.Bunların başında da Fazilet Partisi gelmektedir. Diğer partilerkonumuz olmadığı için konuyu Fazilet Partisi açısındandeğerlendirdiğimizde, iki seçimin bir arada yapılmışolması, FaziletPartisini ciddî şekilde düşündürecek, düşündürmek bir tarafa, aklınıbaşına toplamasıgereken bir tabloyu ortaya koymuştur.

Aynıanda iki seçimin bir arada yapılmışolması, özellikle budeğerlendirmeyi yapmak bakımından Önemli veriler ortayakoymuştur. Her iki seçimde oy kullanan vatandaş, yerel seçimlerdeFazilet Partisini diğer partilere nazaran daha tercihe şayan bulmuş,hizmetlerinden bir ölçüde daha memnun olmuş, ya da kendisine dahayakın bilmişve ortalama yüzde 23 rey vermiştir.

Ama, aynıvatandaş, genel seçimler için tercih yaparken,aradan iki sene geçmiş olmasına rağmen, Fazilet Partisini aynıölçüde inandırıcıbulmamıştır. İster siyasî ehliyetine, liyakatına,önceliklerine isterse sorun çözme kabiliyetine ve başkaca özelliklerineancak yüzde 15 destek verebilmiştir.

Kaldıki, bu yüzde 15 desteğin içerisinde, çok inanarak verilenreyler olabileceği gibi, bir kısmıda, başka partilerin adaylarından yada başka türlü politikalardan memnun olmadıklarıiçin bu partiye reyveren protesto oylarının da miktarınıhesaba kattığımızda, FaziletPartisinin yerel seçime nazaran genel seçimde arasındaki fark yüzde8’dir. Hatta, bazıbölgelerde bu yüzde 30’a varmıştır belediyeseçimiyle il genel meclisi seçimiyle genel seçimdeki oy farkıaynıanda.

Bunun anlamıaçıktır; yani, Fazilet Partisi, seçmenin itirazınakulak tıkar, mesajınıiyi okumazsa, gideceği istasyon bellidir. FaziletPartisi girdiği ilk seçimde seçmenden bir sarıkart görmüştür; ikincisi,oyun dışıkalmaktır.

Yalnız, bir şeyi kabul etmemiz gerekiyor. Sosyal ve siyasalgerçekliği kavramak, bir matematik gerçeği kavramaya nazaran dahafazla zaman alıcıdır ve fakat, sonuçlarıitibariyle, daha kalıcıdır.Demokratik sistemin ve neticede hukukun, hukuku uygulayanların bugerçeğin kavranmasınoktasında bir demokratik sabrı, toleransıvekolaylığıgöstermesi icap eder. Siyasî istikrar, örselenmemişbir siyasîve sosyal doku, ihtiyaç duyulan kan değişimi ve hücre yenilenmesi,

1223

bu demokratik sabrın gösterilmesine bağlıdır; aksi uygulamalar,beklenen sonuçlarımaalesef, vermemektedir.

Demokratik bir toplum için geçerli olan, çoğulculuk, hoşgörü,açık görüşlülük bunu gerektirmektedir.

Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi de verdiği birçok kararında,en son ÖZDEP’le ilgili kararda, çoğulculuk olmadan demokrasiolamayacağını, sözleşmenin 10 uncu maddesinde dile getirilen ifadeözgülüğünün, yalnız uygun gördüğümüz, bizi rahatsız etmeyen yahutkayıtsız kaldığımız bilgiler ve fikirler için değil, fakat, aynızamandabizi rahatsız eden, sarsan, altüst eden bilgiler ve fikirler için de geçerliolmasıgerektiğini belirtmiştir.

Yine. bu mahkemeye göre “bir partinin siyasî projesinin, TürkDevletinin carî ilkeleri ve yapısıyla bağdaşmaz görülmesi, onundemokratik kurallarıihlâl ettiği anlamına gelmez, Demokrasinin Özü,bizatihi, demokrasiyi tahrip etmemek kaydıyla, devletin halihazırdakiörgütlenme tarzınısorgulamaya davet edenler dahil olmak üzere,farklı siyasî projelerin ifade edilmesine ve tartışılmasına izinvermektir” diyor.

Burada tabiî, demokrasiye zarar verme kavramıönemlidir vesosyalist parti kararında da Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi“herhangi bir antidemokratik yönteme başvurma tavsiye edilmediği,şiddet kullanmaya kalkışma veya demokratik yöntemlerin herhangi birbiçimde reddine ilişkin bir çağrıolmadığıtakdirde demokrasiye zararverme olarak kabul edilemez” demektedir.

O sebeple, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ifadeözgürlüğünün kullanımından dolayıparti kapatılmasınımübrem birsosyal ihtiyacın sonucu olarak görmemektedir.

Yine, Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu, siyasî düşünce vesiyasî Örgütlenme de dahil olmak üzere, örgütlenme özgürlüğünün,Avrupa İnsan Hakları Koruma Sözleşmesinin teminatı altındaolduğundan bahisle, aşağıdaki kararlarıalmıştır:

Bu kararların l inci maddesinde “Devletler, herkesin siyasîpartiler içinde özgürce örgütlenme hakkınıtanımalıdır. Bu hak. siyasîdüşünceleri açıklama, kamu otoritesinin müdahalesi olmadan vesınırlar göz önünde tutulmaksızın bilgi alma ve bilgi verme özelliklerinide kapsamaktadır.

1224

2 - Siyasî parti çalışmalarıyoluyla gerçekleşen yukarıdabahsedilen evrensel insan haklarıuygulamalarına getirilen herhangibir kısıtlama, ister olağan isterse olağanüstü hallerde olsun, Avrupaİnsan HaklarıSözleşmesi ve diğer uluslararasıanlaşmaların bukonuyla ilgili hükümlerine uygun olmalıdır.

3 - Siyasî partilerin yasaklanmasıya da kapatılmasıancak, bupartilerin güç kullanımınıteşvik etmesi ya da anayasa tarafındangüvence altına alınan hak ve özgürlükleri kaldırmak ve demokratikanayasal düzeni yıkmak amacıyla siyasî bir araç olarak güçkullanılmasıgibi durumlarda haklıgörülebilir. Bir siyasî partinin,anayasayıbarışçıyollarla değiştirmek istemesi, bu partiyi kapatmakya da yasaklamak için tek başına yeterli bir neden değildir.

Siyasî, sosyal ve parti içlerinde yetki verilmemişüyelerin, kişiseltutum ve davranışlarından tümüyle bir siyasî parti sorumlu tutulamaz.

Siyasî partilerin kapatılmasıözellikle, uzun vadeli bir tedbirolarak en son çözüm olarak kullanılmalıdır. Bağımsız yargıorganlarından siyasî partiyi kapatmasınıistemeden önce, hükümetlerve devletin diğer organları, ülkenin içinde bulunduğu durumu tartmalı,söz konusu partinin özgür ve demokratik siyasî düzen ve bireylerinhak ve özgürlükleri için gerçekten bir tehlike oluşturup oluşturmadığınıdeğerlendirmeli ve eğer, durum gerçekten böyle ise, bu tehlikeyi dahaaz radikal çözümlerle engelleme ihtimallerini göz önündebulundurmalıdır.”

Bir başka madde; “Siyasî partinin yasaklanmasısonucunugetiren hukukî tedbirler, anayasaya aykırılığın bir yargısal bulgusuolmalı; nadiren, olağanüstü hallerde uygulandığıkanaatini oluşturmalıve suça uygun ceza prensibiyle verilmişolmalıdır. Böyle bir tedbir ise,bir partinin üyelerinin değil, kendisinin anayasaya aykırıaraçlarkullanarak ya da kullanmaya hazırlanarak siyasî hedeflerinigerçekleştirmeye çalıştığınoktasında yeterli delillere dayanmalıdır.

Son madde; “Siyasî partilerin kapatılmasıaçıklık ve adil yargıgibi prensipleri garanti altına alan bir hukukî prosedür çerçevesindeAnayasa Mahkemesi veya uygun bir diğer yargıorganıtarafındanverilmelidir.

Şüphesiz, Türkiye, Avrupa Konseyinin üyesidir ve Avrupa İnsanHaklarıSözleşmesine de imza koymuş bir ülkedir. Bu kararlargöstermektedir ki, artık, demokrasinin dünyada bize göresi, bize

1225

özgüsü yok, evrensel normlarıve değerleri vardır. Herhalde Türkiyegibi bir ülkeye düşen de bu kararları dikkate almaktır diyedüşünüyoruz.

Sayın Başkan, sayın üyeler; buraya kadar arz ettiğim noktadanTürkiye’ye bir baktığımızda, Türkiye’nin bugün bulunduğu noktaya birbaktığımızda, bazıdeğerlendirmeleri yapmamız lazım. Şu an YüksekMahkeme olarak ve biz de savunma konumunda insan olarakyaptığımız iş, sıradan bir işdeğil, sıradan bir yargılama da değil, birözel hukuk ihtilafınıburada çözmüyoruz, çözecek değiliz ya da şahsîsebeplerden kaynaklanan ve sonucu da yalnız taraflarıilgilendirecekolan bir davayıda burada görmüyoruz. Neticede, hukuk uygulanarak,ümit ediyoruz adalete ulaşacağız; ama, hukuku, siyaseteuygulayacağız; siyasetle ilgili bir davayıburada konuşuyoruz. Bundandolayıdır ki, bu davada verilecek karar, sadece hüküm fıkrasıyla değil,yorumlarıyla yeni yüzyılda önemli bir mihenk taşıolacaktır. AvrupaBirliğine aday olmuş olan ülkemizde, en başta, Anayasadüzenlemeleri ve yasal düzenlemeler olmak üzere, yapılacak bütündüzenlemelerin ana istikametini bu davada verilecek kararbelirleyecektir.

Kopenhag kriterleri olarak anılan belge, demokrasi, insanhakları, hukuk alanında, birliğe üye ülkelerin standartlarınınyakalanmasınıüyelik için birinci şart olarak görmektedir. Bu maddeninyorumu, öyle anlaşılıyor ki, bu dava vesilesiyle en evvel YüksekMahkeme tarafından yapılacaktır. Yapılacak her türlü yasaldüzenlemelere, idarî tasarruflara kaynak olacak ölçü bir kararolacaktır. Bazıkararların alınmasında cesaret verici olacak ya da tamtersi, bazıyapılamayanlarında mazereti olacaktır. Yani, önümüzdekiadaylık sürecinde, hem Yüksek Mahkemenin ismi hem de bu davavesilesiyle vereceği karar, çoğu zaman zikredilmişolacaktır.

Kısacası, bu davanın, davalıparti Fazilet Partisini aşan birboyutu var, o da, temel hak ve özgürlüklerle ilgili boyutu. O sebeple,konuya yalnız, Türkiye ölçeğinden değil. Avrupa ölçeğinden bakmakgibi bir durumla karşıkarşıyayız.

Doğrusu, bir siyaset adamıolarak da, beni. davanın bu yönü.partimle olan yönünden daha fazla ilgilendiriyor. Çünkü, biz, hepimiz,çocuklarımız bu ülkede yaşıyoruz; istiyoruz ki, yeni yüzyıla yenigündemlerle girelim. Çeyrek asırdır, yarım asırdır tartışıp konuşup birtürlü neticelendiremediğimiz ve hiç de faydasını görmediğimizgündemlerle zaman kaybetmeyelim. Yani, uzun lafın kısası, bu dava

1226

sonucunda verilecek karar, Türkiye’nin fikir, siyaset, hukuk, hak veözgürlükler ve demokrasi açısından yeni bir altyapısınıoluşturacaktır.

Neden yeni bir altyapıoluşturacak; birincisi, bizler bu ülkenininsanları160 yıllık bir modernleşme çabasınısürdürüp geliyoruz;yani, Tanzimattan beri 1839. Bu 160 yılın, nerede ise yarısıtebalıkdönemidir, 76 yıllık dönemi ise vatandaşlık dönemidir. Bu iki statü,çok farklıdır ve çok da anlamlıdır. Tebalık, devletin verdiğiyle yetinen,istemeyen, isteyemeyen, istemenin hak ve özgürlüklerinin nerede isehiç mesabesinde olduğu, edilgen, pasif bir hukukî ve siyasî statüdür.

Vatandaşlık ise, verilenle yetinmeyen, talep eden, tenkit eden,protesto eden, itiraz eden, yargılayan aktif bir aidiyeti ifade eden birstatüdür. Onun içindir ki, iyi ki vatandaşız. Bize bu statüyükazandıranlara da şükran borçluyuz. Şimdi insanlarımız davatandaşlığın sağladığı hak ve özgürlükleri kullanmak istiyor;kullanıyor da; yetmediği noktalarda da teba gibi değil, vatandaşolaraktalepte bulunuyor, tenkitte bulunuyor. Ölçü olarak da, Ortadoğuülkelerini değil, hatta canibi dikkattir, kendi tarihini de değil, içinde yeralmayıbir devlet politikasıhaline getirdiğimiz Batıuygulamalarınıesas alıyor.

Şimdi “bunlarıniye istiyorsunuz” diyemeyiz, “Niye Batı’yıörnekalıyorsunuz” diyemeyiz; çünkü, talep edenler, bugünü yaşıyorlar,dünün hak ve özgürlükleri yetmiyor.

Bir değerli hukukçumuzun belirttiği gibi; “Türkiye’de temel hakve özgürlükler ve özellikle de düşünceyi açıklama özgürlüğü içinanayasa ve yasalarda öngörülen sınırlama ve yasakların çoğu,çağdaşdemokrasilerde genellikle kabul gören ilkelerle bağdaşmadığıgibi, bu sınırlama ve yasaklar, özgürlüklerin evrensel standartlardakullanılmasınıda engellemektedir.

Türkiye, insan haklarıalanında evrensel normlara uyumsağlamak için Anayasa ve yasalarında gerekli değişiklikleri yapmakzorundadır. Düşünceyi açıklama özgürlüğüyle bağdaşmayan yasakurallarıdeğiştirilmelidir, özgürlük alanıgenişletilmelidir, demokratikdeğerlere yer verilmelidir.”

Eğer, bizler, hukuku yapanlar ve hukuku uygulayanlar olarakher özgürlük talebini rejim yıkma teşebbüsü olarak algılayacaksak,laiklik karşıtısöz ve beyanlar olarak değerlendireceksek, o zaman şuan sahip olduklarımızın bir kısmınıhakketmemişiz demektir.

1227

Zira, şu an, sahip olduklarımız, dünün benzeri hak ve özgürlüktalepleriydi ya da dünün yasaklarıydı; bir şekilde gerçekleşti ve bizşimdi bunlarıkullanıyoruz; bence, bu davanın temeli zayıf, hareketnoktasıişte bu sebepten yanlış. Yeter ki, bu hak ve özgürlük talebi,barışçıl yollardan olsun, cebir ve şiddet içermesin, hukuk yolundangiderek hukukun içinde kalarak dile getirilen talepler olsun.

İkinci arz edeceğim husus; demokrasi bir anlamda toleranstır,çoğulculuktur; hatta, çok farklızıt fikirlerin, çıkarların ve bunlarıntaraflarının, taraftarlarının bir arada yaşamasına imkân veren birsiyasî iklimdir. Hukuk da bunun çerçevesini ortaya koyar.

Bu sebeple, demokratik toplumlar, alıngan toplumlar değildir.Hava bulutludan “vay bana niye planıdedin?” e giden, paslanmışmantık zinciri yoktur; bir halk deyişiyle, “leblebiden nem kapmak” dayoktur.

Zira, zanlar, şüpheler ve vehimlere yer olmaz demokratik birtoplumda. Karşılıklısaygıya, diyaloga, sabıra, birbirini anlamaya veuygar ilişkilere dayalıbir toplum vardır.

Olaya öyle bakmaz isek, her konuşmadan, her talepten, hertenkitten rejime yönelik bir tehdit algılamasıyapabiliriz; ama, bu, nekadar gerçekçi olur ya da ne kadar doğru olur? Doğruluğundan vegerçekliğinden yeterince emin olmadan yaptığımız işler vemüdahaleler sebebiyle neleri kaybettiğimiz, ne onulmaz yaralaraçtığımız Türkiye tarihinde acıörneklerle ortadadır. Dolayısıyla, bunuen çok bizim toplumumuz anlayabilir. O halde, birbirimizegüvenmemiz ve bir demokratik sabrıgöstermemiz gerekecektir.

Bana göre ve bize göre, cumhuriyet, doğru bir tercihtir;demokratik laik cumhuriyet, hepimiz için bir iftihar vesilesidir; laikcumhuriyet, demokratik cumhuriyet, bu milletin başardığı birmodernleşme projesidir ve millet, bunu tutmuştur, benimsemiştir.Aradan 76 yıl geçtikten sonra, sanki, dün dikilmiş bir fidan gibi,mahallenin birkaç yaramaz çocuğunun itelemesiyle söküleceğini,devrileceğini söylemek, 76 yıllık zamana haksızlık olur, milletehaksızlık olur, rejime de haksızlık olur; çünkü, 76 yılda bir fidanıyetiştiremeyen kabiliyetsiz bir millet oluruz. Kimsenin bunu, değildemeye, ima etmeye bile, dokuz defa düşünerek karar vermesigerekir.

1228

Şüphesiz, her toplumda her fikrin, düşüncenin, inancınradikalleri var, ipe sapa gelmezleri de vardır. Bizim toplumumuzdavar, bizim partilerimizde de var. Siyasî partiler, bir anlamda bunlarınenterne edildiği, çoğunluğun içinde bu çirkinliğin kaybedildiğidemokratik platformlardır. O sebeple, birkaç beyandan, birkaç kişininçirkin görüntüsünden yola çıkarak siyasete müdahale doğru sonuçlarvermemiştir. Devletimize, cumhuriyetimize ve birbirimize güvenmemizgerektiğini düşünüyoruz.

Şimdi, işin açıkçası, açılan bu davadan sonra şahsen bir siyasetadamıolarak konuşmakta zorlanıyorum, ben şahsen zorlanıyorum.Neden; acaba neyi söylersem Sayın Başsavcıdava konusu yapacakya da bu konuşmayıalıp Yüksek Mahkemenin önüne delil olarakgetirecek diye. Değil öyle dikenli sözleri, ekonomik gerçekleri bileyutkunarak şahsen söylemeye başladım.

Mesela, desem ki “bu ülkenin ekonomisini faiz perişan etmiştir;devlet bütçesinin üçte l’i faize gidiyor ya da vergilerin tamamıfaizegidiyor” dediğimde, pekâlâ istenirse buradan, faizsiz bir ekonomikdüzen istediğim anlamıçıkarılabilir. Müslüman kimliğimle de bunusöylüyorsam, buradan rahatlıkla şeriat düzeni istediğime kadar işgötürülebilir. Hele hele, partiyi temsil eden bir kişi olarak bunusöylersem, o takdirde, partiyle ilgili bir dava konusu söz konusuolabilir.

Halbuki, benim bu söylediğim, dinden ve dini yaklaşımlardan,dinin haramlarından yola çıkarak yapılan bir değerlendirme değildir;ekonomimizin bir gerçeğidir, maalesef, devletimizin bir gerçeğidir,başta hükümetimizin olmak üzere, herkesin kabul ettiği ve çözmekiçin de çaba sarf ettiğimiz bir gerçektir.

Bunun gibi pek çok misal vermek mümkün. Mesela “BugünTürkiye’de devlet yapımız çağın gerisinde kalmıştır. Her zamansöylüyorum, burada da bir defa daha ifade ediyorum; devlete kırgınbir milletle, toplumu tehlike gören bir sistemle, vatandaşıhiçe sayanbir bürokrasiyle, insanıdışlayan bir cumhuriyetle Türkiye’yi yeni çağataşıyamayız. Hak ve Özgürlüklerin genişletilmesi, devleti tehdit edenbir tehlike olarak değil, devleti daha güçlü kılacak bir temel unsurolarak görmeli ve bu yönde adımlar atmalıyız. Bunun için, bize göreönümüzdeki sorun, özgürlük sorunudur, demokrasi sorunudur.Türkiye’de 76 yıldır cumhuriyet vardır; ama. kabul edelim ki, cumhur,kâğıt üzerinde kalmıştır. Cumhuriyet vardır, cumhur yoktur” desem,bunu Sayın Başsavcımutlaka delil olarak önümüze getirirdi ve

1229

dosyaya koyardı. Ben de, hem kendimin hem de partimin başınıbelaya sokardım. Fazilet Partisi için cumhuriyetin değil niteliğine,bizatihi kendine karşıbir beyan olarak değerlendirilebilecek busözleri, bir başka parti söylediğinde, çok çağdaş, çok entel ifadelerolarak algılandıve bunun üzerine yorumlar yapıldı.

Bu arz etmeye çalıştığım konuşma, bugünkü hükümetsorumluluğunu taşıyan bir siyasî parti değerli genel başkanınDiyarbakır konuşmasından bir alıntıdır.

Şimdi, acaba bu ikilem niye? Konuşan kişiye göre muameleniye? Bu farklıuygulamalar niye?..

Biraz evvel de arz ettim; 1839’dan beri bizler devlet eliyle birmodernleşme çabasına girdik; Helsinki Zirvesiyle bu çabamız çokşükür belli bir noktaya geldi. Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı,Meşrutiyet Hareketleri, Cumhuriyet ve bugün.

Devletin başlattığıancak bugün milletin benimsediği tepedenbaşlayıp tabanda makes bulan ve kendimize mahsus bir adaptasyonkabiliyetiyle başardığımız bize özgü bir modernleşme.

İşte, çok partili hayat, bu modernleşmenin siyasî hayatayansımasıdır. 160 yıl içerisinde bu modernleşmenin siyasîtezahürlerinde zaman zaman sıkıntılar oldu, başarısızlıklar oldu veTürkiye bunlardan da yeteri kadar tecrübe kazandı.

Şimdi, modernleşme, bir toplumun en zor gerçekleştirdiği çokyönlü bir değişim. Onun için, modernleşme süreçlerini yaşayan bütüntoplumlarda, bu süreçler, çok sancılıve sıkıntılıgeçmiştir. Busıkıntının en çok yaşandığıalan da hiç şüphesiz siyaset alanıdır.Çünkü, modernleşmenin tabiatında sosyolojik anlamda bir çatışmavardır, bir gerilim vardır; bir nebze gerginlik demektir. Gelenekle yenideğerlerin çatışması, eskiyle yeninin itişip kakışması. Bu gerginliktabiî olarak kaçınılmaz olarak da bazısuçlamalarıberaberindegetirmiştir. Ama, geriye dönüp baktığımızda, bu suçlamalar ne kadargerçekti, suçlamaların konusu olan tavsifler atfedildikleri insan ya da otoplum kesimleri bakımından gerçekten varit miydi? Bunu zamangösteriyor; ama, tarihî bir vakıa ki, bunların çok önemli bir kısmıdoğrudeğil, tarih doğrulamadı.

İşte, siyasî modernleşmemizde, bu manada bir tecrübe dönemiolan îkinci Meşrutiyet Döneminde partiler kuruldu; geleneği temsil

1230

edenler oldu, yeniliği dillendirenler oldu. Bu ilk denemede, siyasîsancılar yaşandı, gerilimler yaşandı. Önemli iki parti var; Hürriyet veİtilaf Partisi, daha gelenekçi; İttihat ve Terakki Partisi belli kıstaslaragöre daha yenilikçi.

Şimdi, o dönemde Hürriyet ve İtilafçılar, İttihatçılarıdinsizlikle,imansızlıkla suçladılar; İttihatçılar da, İtilafçılarımillet gerçeğini inkâretmekle suçladı. İçlerinde belki bu iki nitelemeye uygun düşüneninsanlar da vardı; ama. kategorik olarak, ne İttihatçıların hepsiimansızdı, din düşmanıydıne de İtilafçıların tamam: millet gerçeğininmünkirleriydi. Bu suçlamalar yapıldı; ama, bu kavganın çokçayaşandığıBalkanlar, bugün ne İttihatçılara kaldıne de İtilafçılara.

O sebeple, Türkiye’deki bu modernleşme ve siyasî partilerüzerine bir araştırma yapan değerli bilim adamımız Profesör ŞerifMardin, Türk modernleşmesiyle ilgili olarak yaptığıinceleme vedeğerlendirmesinde -İngilizce makale, Opposition and Control inTurkey- “Modern Türk siyasetinin tarihi, incelenen muhalefethareketlerinin tamamının, aynıithamla suçlandıklarınıgösterir. Bumakalenin kaleme alındığıgünlerde, dünyada eşine az rastlanır birşekilde Türk gazetelerinin manşetleri, siyasetçilerin şeytanî tertiplerleTürk Milletini bölmeye çalıştıklarınıduyurarak bu davranışkalıbına,yani, suçlama kalıbına katkıda bulunuyorlardı.

Diğer yandan, 50 yıl kadar önce İttihat- Terakki, aynısuçlamaları rakiplerine karşı yöneltmişti. Cumhuriyet devrindeTerakkiperver Fırka, vatana ihanete giden eylemlerin hamisi olmaklasuçlandığında, iddianame benzer şekilde tanzim edilmişti. Atatürk’ünisteğiyle kurulan Serbest Fırka benzeri saldırıların hedefi kılınınca,siyasî hayattan silinmişti” diyor ve ekliyor “Türk siyasî kültüründe,muhalefet kavramında son derece düşman bir öğenin var olduğusonucunu çıkarabiliriz. Sonuçta, Türkiye’de muhalefetin sürekliboğazının sıkılmasının yol açtığıen önemli kayıp, sosyal ve iktisadîyaratıcılığın engellenmesi olmuştur” diyor bu makalesinde.

Yine, bugün, hükümet ortağıbir partimizin değerli başkanı, bireski Başbakan “Sait Halim Paşa’dan İdris Küçük Ömer’e kadar kimiaydınlarımızın işaret ettiği gibi, Türkiye’nin bin yıllık geleneğindemuhalefete yer yoktur. Demokrasilerde devletin bir parçasıolarakkabul edilen muhalefete, Türkiye’de tarihsel olarak yeterli hayat hakkıtanınmamıştır.

1231

Türkiye’de otoriter devletçi zihniyet, oy mekanizmasından,siyasî rekabetten ve muhalefetten daima korkmuştur; siyasete yönelikbu korkunun temelinde de, aslında, vatandaşkorkusu, millet korkusuyatmaktadır” demektedir.

1950’den bu tarafa da ilk tecrübeden intikal eden suçlama veitham geleneği, halen sürüyor. Her 15 yılda bir, 20 yılda bir neredeise, özü değişmeyen, ama, ambalajıgününşartlarına göre değişen birsuçlama ve ayırma, bölme devam ediyor. Her dönem yeni düşmanöğeler buluyoruz.

1950 öncesi cumhuriyet hükümetlerinde İçişleri BakanlığıyapanMehmet Emin Erişirgil, Mehmet Akif’le ilgili kitabınıyazmaya kararverdiğinde -bu arz edeceğim husus, Sayın Yılmaz Karakoyunlu’nunson çıkardığıkitaptan alıntıdır-başından geçen bir olayıanlatıyor. Buolay, Türk toplumundaki kolay suçlama alışkanlığının örneğidir.Vapurda karşılaştığıbir kişi Erişirgil’in, Safahatıokuduğunu görünce,sorar “Beyefendi, nereden hatırınıza geldi bu softa ?” Erişirgil bu soruüzerine, neler düşündüğünü anlatır ve kendi döneminde yaşlılar içinher mekteplinin adızüppe -affedersiniz- gençlere göre de, heryaşlının adısofta olarak anılır.

Dinsizlik, milliyetsizlikten, ilerici-gerici kavramlarıyla yaptığımızmünakaşalara mücadelelere kadar, Türkiye, bu noktada epey tecrübekazanmıştır. Arkasından sağcı- solcu suçlamaları, Türkiye’yi,Rusya’ya satacaklarla, Amerika’ya peşkeş çekecekler ithamları,propagandaları. Belki bunlar, soğuk savaşdöneminin konjonktürüneuygun düşüyordu. Sovyetlerin dağılmasıyla bu çatışma ortadan kalktı,Şimdi, laik olan-olmayan çatışması...

Bu kadar laf etmemin sebebi, bu davanın, bu suçlamageleneğinin bir ürünü olmasıdır; onu arz etmek için söyledim.

Karşılıklısuçlayan ve suçlanan kesimlerin de, aslında istisnalarıhariç, Türkiye için düşündüğünü kabul ederek suçlamak, birbirimizesırt dönmek yerine, birbirimizi anlayabilseydik, Türkiye biraz dahafarklıolurdu. Türkiye’yi kavram terörüne, maalesef, kurban ediyoruz.Amerika, Türk halkına güveniyor. Avrupa güveniyor; ama, bu ülkeninaydınlarıve siyasetçileri Türk halkına güvenmiyor.

Halbuki, bugün aydınlar ve siyasî elitler arasındaki kavga,birbirine sırt çevirmişlik, birbirini anlamamazlık, bazımürettep mahallî

1232

olaylara rağmen halkımız arasında yok. Bir modernleşme çizgisibaşarıyla devam ediyor.

Bakınız, bir süreden beri başörtüsünün hukuktaki yerini laiklikle,özgürlükle ilişkisini tartışıyoruz, tartışa duralım, bugün dışarıda başıaçık olanla kapalıolan okulda, parkta yan yana; anne kapalı, kızınbaşıaçık, sokakta kol kola; televizyonların eğlence programlarımızabaktığımızda yaşlısıyla genciyle, sakallısıyla sakalsızıyla, başıaçıkolanıyla kapalısıyla birlikte aynısanatçıyıdinliyorlar ve tempotutuyorlar.

Şimdi, belki dikkatlerden kaçan bir başka husus daha var, o daşurasıdır: Bugün popüler müziğin en son örneklerini, en evvel,cemaat radyolarında dinleyebilirsiniz. Kadın elini sıkmaktan imtinaedenler, ya da haremlik selamlık oturmayılüzumlu görenler, bunutelkin edenler, tavsiye edenler, bugün beşyıldızlıotellerde sazlısözlüdüğün yapabiliyorlar; birçok film stüdyolarının sahipleri bunlar; en çokyerli film üretenler de bunlar.

Daha bir süre evveline gelinceye kadar, hoparlörle ezanokunmasının dinen caiz olmadığınısöyleyenler ve bugün en popülertelevizyon kanalının sahibi ve yayıncıları.

Faiz haramdan, faizle çalışan banka kurmaya ve bankareklamlarına kadar her dinî grup Türkiye’deki, kendi içinde ciddî birdeğişim geçiriyor.

Çok yakından takip ettiğim için bir şey arz etmek isterim. Daha7 sene evveline kadar acaba dinî televizyonlar da ya da bu mahreçliyayın yapan televizyonlarda kadın spiker olur mu olmaz mının uzunsüre münakaşasıyapılmıştır. Bunun caiz olmadığınıuzunca süresavunmuşlardır. Ama, sonradan Türkiye’deki değişim, dünyadakideğişim “olur; ama, önce görüntüsüz haber okusun, perde gerisindenokusun” denilmiştir. Bu televizyonlar bir süre sonra, perde gerisinden,bayan sesinden haber vermeye başlamışlardır. Sonra “görüntülü olurama...” bakılmıştır, bu istenen maksat hasıl olmamış, gerekli ilgiyigörmemiş, bunlar demiştir ki, “görüntülü olur ama, başörtülü olmasılazım.”

Başörtülü okunduğu dönemler de olmuştur; ama, 2000 yılınageldiğimizde, bakınız, o kanallar devam ediyor, o radyolar devamediyor, hem hanımlardan spiker olur, başörtülü de olur başörtüsüz de

1233

olur noktasına gelmişlerdir; ama, bütün bu değişimler olurkenTürkiye’de kavga dövüşolmamıştır.

Dolayısıyla, ama, aynıtelevizyonlar, aynıradyolarda zamanzaman bir özgürlük talebi olarak, başörtülü insana karşıda zamanzaman yayınlar yapılmıştır.

Bütün bunlarıarz etmemin sebebi, dünyadaki değişime paralelkendi içinde de bir ciddî değişim yaşıyor, kabuk değiştiriyor. Bütün budeğişimlerin hepsi de siyasî partilere yansıyor. Bizim toplumumuzkendi kültürünün inancının, geleneğinin değişmezleriyle evrenseldeğerleri hayatın değişkenleriyle inanılmaz bir sentezle, bir başarıylagerçekleştirmişoluyor.

Şüphesiz, bütün bunlarısöyleyen ben, biz, Türkiye’nin sorunsuzolduğunu söylemek anlamına gelmiyor. Her ailede sorunlar olabilir vede vardır; ama, her anlaşmazlığımahkemede çözmeye kalkarsanız,aile birliği kalmaz, aileyi devam ettirmek de mümkün olmaz.

Demokratik toplum da aslında bir genişailedir, bir demokratikailedir. Her sorunu mahkemede çözmek yerine, sabırla, hoşgörü,saygıve açık gönüllülükle çözmek, sorunu daha kalıcıçözmektir.Toplumun sorun çözme yeteneğini geliştirmek, olaylar karşısındahisle, heyecanla, hamasetle değil, akılla, sağduyuyla, soğukkanlılıklaolaylarıve sorunlarıalgılama imkânıgetirecektir, birlikte yaşamayıdakolaylaştıracaktır.

Esasen, bir ülkenin her sorununu hukukla çözmek de mümkündeğildir. Çünkü, her sorunun kendi içinde dinamikleri, tayin edicifaktörleri vardır. Eğitimle çözülebilecek bir konuyu, ancak, eğitimeönem vererek ve öncelik vererek eğitim yetersizliğini ortadankaldırarak çözebiliriz. Ekonominin sorunları, ekonominin kurallarındanve önceliklerinden yola çıkılarak çözülebilir. İçi içe geçmişsosyalolayları, sosyolojik verilerden hareketle anlamamız kolay olabilir.Şüphesiz, siyasî sorunlarıda, siyasetin kendi iç dinamikleri dahakalıcıçözer. Aksine yapılan değerlendirme ve uygulamalar, idareninve siyasetin yükünün yargıya devredilmesine yol açar, siyasetinesnek oyun kurallarıyerine, yargının sert kaideleriyle sorunlaramüdahale edilmişolur.

Bu arz ettiğim husus, Anayasa Mahkememizin görüşünün birparçasıdava vesilesiyle.

1234

Bu türlü sorunun, her türlü sorunun çözümünü hukuka vehukukçuya ve hukuk kurumlarına havale etmek, onlara aşırıbir yükyüklemektir; bu, hukuku ve hukuk kurumlarınıaşındırır. Her iş, kendiortamıiçinde ve kendi kurallarına göre çözülmeli, gerekli demokratiksabır gösterilmeli, yargıson aşamada müdahale etmelidir. Esasen,kuvvetler ayrılığıda bunu gerektirir.

O nedenle, parti kapatma konusunu, bu çerçevede istisnaîolarak düşünmek gerekecektir. Parti kapatmak için acil bir toplumsalihtiyaç söz konusu olmalıdır.

Şüphesiz, bir siyaset adamıolarak ben de biliyorum ki, bizimsiyasetimizde ve siyaset kurumlarımızda, en başta da siyasîpartilerimizde, çok ciddî yanlışlıklar var, çarpıklıklar var, olmamasıgereken şeyler var; ama, siyaseti de, içinde yaşanan toplumunkültüründen, şartlarından soyutlayarak yapamayız. Dolaylısıyla,karşılaştığımız birçok siyasî sorunun ya da toplumsal sorunun,siyasetçiler, bazen failidir bazen de mefulüdür.

O sebeple, siyasetin sorunlarının çözümünde, öncelik siyasetinkurallarına verilmelidir.

Nitekim, Türk seçmeni, büyük bir basiretle bu işin ince ayarınıyapıyor. 1987’den beri her seçimde birinci olan partiyi değiştiriyor,siyasette taşların yerli yerine oturmasıiçin üzerine düşeni yapıyor.Herhalde, hukuku yapanlara ve uygulayanlara da en evvel bu sürecinişlemesini kolaylaştırmak düşer diye düşünüyoruz.

Sayın Başkanım, sayın üyeler; şimdi davayla ilgili iddialarageçmeden evvel, üzerinde durmak istediğim bir konu var. O da, SayınBaşsavcının hem iddianamesinde hem esas hakkındaki görüşündehem de sözlü açıklamalarında kullandığı üslupla alakalıdır.Dolayısıyla, bu üslup üzerinde birkaç şey arz etmek istiyorum.

Şüphesiz, gerek iddianame gerekse esas hakkındaki görüş, herikisi de birer hukukî metindir. Yaptığımız işde bir hukukî işdir.Kullanılan üslubun da normalde hukukî olmasıgerekir; tariflerin,tavsiflerin, teşbihlerin, mukayeselerin, takbihlerin bile hukukunkavramlarıarasından bulunup kullanılması, seçilip kullanılmasıicapeder.

Çok şükür, Türkçemiz, hukuk lisanıolarak fevkalade zengin birkelime hazinesine ve stokuna sahiptir. İnsanların meramınıifadede,

1235

özellikle de, hukukî anlamda ifadede, herhangi bir kelime ve dilyetmezliği söz konusu değil.

Ancak, üzülerek belirteyim ki, Sayın Başsavcı-kendisi değerlibir hukuk adamıdır, bir hukukçudur, şahsen de saygıduyarım- budavada tanzim ettiği iki hukukî metindeki hukukî bir üslup yerine,böyle bir üslup kullanmamış, bir bildiri üslubunu tercih etmiştir.

Öğrencilik yıllarımda ve daha sonra da çok örgüt bildirisiokudum, Türkiye öyle dönemleri de yaşadı; habis urla başlayan,aymazlar, şeytanın dostlarıve vatan hainleriyle sona eren fevkaladeistiskal edici bir üsluptur. Nitekim, Sayın Başsavcının görüşleriniiktibas ettiği köşe yazarlarının bile bu üslubu yadırgadıklarınıifadeetmeliyim.

Şüphesiz, hukuk ilmi. hem usuldür, hem üsluptur; çünkü, hukuk,bir zerafettir ve insanın ilmidir ve insan da saygıdeğerdir. Suçüstüyakalanan bir kişiye dahi hüküm kesinleşinceye kadar “sanık” diyoruz.Herhalde, bunun bir anlamıolmasılazım gelir.

Sayın Başsavcının bunlarıbilmediğini ben şahsen düşünemem;ama, öyle anlaşılıyor ki, Sayın Başsavcı, bu davaya hukukî açıdanbakmıyor. Bu davayıgörevi gereği yürüttüğü kamusal bir meseleolmaktan çıkarıyor, bir şahsî meselesi, bir prestij meselesi halinegetiriyor. Bu dava üzerinden kendisi gibi düşünmeyenlere ağırithamlarda bulunuyor. Dolayısıyla, hem davalıyıhem de toplumunbelli bir kesimini hasım gören bir yaklaşım sergiliyor.

Bu davanın dışında cereyan eden bazıtartışmalara -ki, kendileritaraf değildir, bu davada o tartışmaların bir tarafıdeğildir- bu davadanistifadeyle cevap veriyor, nerede ise onlarıve bizi, terörle işbirliğiyapan insanlar olarak görüyor. Liberal aydınlar Sayın Başsavcınınboy hedefi. Halbuki, bu dava, liberal aydınların davasıdeğil, böyle birdava yok, terörle mücadeleyle de alâkasıyok.

Maalesef, Sayın Başsavcı bu agrasif üslubunu sözlüaçıklamalarında da sürdürüyor, kendisi gibi düşünmeyenlere “sözdebilim adamı, sözde hukukçu, sözde köşe yazarı”gibi nitelemelerdebulunuyor.

Sayın Başsavcıbir şey daha yapıyor -yeri geldiğinde arzedeceğim- şayet, kendi talebi doğrultusunda Yüksek Mahkeme kararvermezse, olumsuz anlamda diğer yeryüzünde ilk olmakla suçluyor.

1236

Sayın Başsavcıyine sözlü açıklamalarında, öncekilerinden biradım daha ileri giderek işi ileriye götürüyor; anayasal kurumlarıdasuçluyor, töhmet altında bırakıyor.

Mesela, diyor ki: “Diyanet İşleri Başkanlığı başörtüsüsömürüsüne karşıneden olumlu veya olumsuz bir tavır almıyor da,Sağlık Bakanlığınıilgilendiren alanlarda fetva veriyor? Onun bututumunu, sükut ikrardan gelir diye mi yorumlamak gerekir?Gazetelerin yazdığına göre, Diyanet, türbancıların safındaymış.”

Şimdi, evvela Sayın BaşsavcıDiyanet İşleri BaşkanlığınıSağlıkBakanlığının işine müdahale etmekle suçluyor ama, kendisi defarkında olmadan Diyanetin işine karışmış oluyor. Ben böyle biryetkisinin olduğunu zannetmiyorum.

İkincisi, Diyanet İşleri Başkanlığı Anayasanın 136 ncımaddesine göre bir anayasal kuruluştur, görevleri bellidir. Ona bağlıolarak, 633 sayılıDiyanet İşleri BaşkanlığıTeşkilat ve GörevleriHakkındaki Kanun bellidir. Bu mevzuata göre, Diyanet İşleriBaşkanlığının görevi, İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esaslarıve bunlarla ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmakve ibadet yerlerini yönetmek olarak belirlemiştir.

Tabiî, Diyanet, bu görevini yaparken, İslam ne diyorsa, İslamınorjinal kaynaklarıne diyorsa onu söylemek, onun dediklerini esasalmak mecburiyetindedir; çünkü, hem Anayasa hem yasa böyle birgörev veriyor.

Nitekim, öyle de yapmış. Dosyada ibraz ettiğimiz Din İşleriYüksek Kurulunun kararıyla İslam Dini ne söylüyorsa onun kararınıDin İşleri Yüksek Kurulu olarak vermişve kamuoyuna da açıklamış.Tabiî, uyup uymamak kişinin kendi tercihidir: ama, “dinin emri budur”demiştir.

Şimdi, dinin emri buysa; yasa, Anayasa böyle diyorsa, SayınBaşsavcının hatırına, dinde olmayan bir şeyi mi söylemesigerekecekti Diyanet işleri Başkanlığı?

Doğrusu, bendeniz de bir hukuk adamıolarak, sıkıyönetimbildirilerinde bile böyle değerlendirmelere ben rastlamadım.

Mesele hukukî olmaktan çıkıp bir prestij ve şahsî mesele halinegelince, bunun bu davaya etkileri var. Ne var; en azından delillerin

1237

toplanmasına tesir ediyor. Delilleri ya eksik topluyor, delil olaraksunduğu konuşmaların içinden cımbızla çeker gibi bir tek cümleyiçekiyor, bütünlüğünü nazara alıp ona göre bir delil ortaya koymasıgerekirken, yarım saatlik, 15 dakikalık, 20 dakikalık bir konuşmanıniçerisinden evvelini ve sonrasını çıkarıp içinden bir cümleyiçektiğinizde, diyor ki, “işte, bunlar budur” demeye getiriyor.

Şimdi, bu noktada müsaadeniz olursa bir-iki şey arz etmekisteyeceğim. Bir tanesi değerli arkadaşımız Mehmet Ali Şahin Beyinbir konuşmasıdır, dosyada delil olarak koyuyor. Meclis kürsüsündeyaptığıkonuşmada, başka konular meyanında, başörtüsü konusunada bilvesile temas ederken, daha evvel bu konu üzerinde Mecliskürsüsünden konuşma yapmış olan SHP İzmir Milletvekili TuranBayazıt’ın bir konuşmasından alıntıyapıyor. O da tutanaklardan, bukonuşma da tutanaktan.

Diyor ki, Sayın Bayazıt “Yapılacak bazıdeğişiklikler kulağımageldi...” Bu, başörtüsü veya benzeri bir düzenleme o tarihlerde olacakherhalde “Genel ahlâk, âdap sözcükleri çıkarılacakmış, yürürlüktekikanunlar sözlüğe konacakmış...” Yüksek Mahkemenin en sonkararına mesnet teşkil eden yasama faaliyeti, onunla ilgili “Bu, doğrudeğildir; çünkü, bugün Türkiye’de, kadın kıyafetini düzenleyen biryasa yoktur. Atatürk de, kadın kıyafetinden bir yasa çıkarmamıştır;isteseydi onu da çıkarırdı.” Bu, Sayın Bayazıt’ın sözü.

Şimdi, Sayın Mehmet Ali Şahin bu konuşmayıalıyor, diyor ki,bizim bu manada yasaklayıcıbir hüküm söz konusu değil ve iptalkararından sonra yapılan yahut ret kararından sonra yapılan birkonuşma da olduğu için, diyor ki, Anayasanın 153 üncü maddesinihatırlatarak “Anayasa Mahkemesinin kanun koyucu gibi hareketederek yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesisedemeyeceğine amirdir 153 üncü madde; Anayasa Mahkemesi de bukurala uymak zorundadır.” Söylediği, Anayasanın 153 üncümaddesini okumaktan ibaret.

Şimdi, bu konuşma alınıyor, sanki, Mehmet Ali Şahin AnayasaMahkemesi kararlarınıtanımıyor, böyle bir karara itibar etmiyor, bunasaygıduymak istemiyor gibi bir üslup içerisinde, bu konuşma, delilolarak Yüksek Mahkemeye sunuluyor.

Şimdi, ikinci konuşma; ben burada olduğum için eğer, soru varitolursa, cevaplayabilmek bakımından, müsaadeniz olursa kendimleilgili kısmından cevap vermek isteyeceğim.

1238

Partiye katılıştöreninde Mecliste yapılan bir konuşma, oradanbir olgunun tespiti var, bir kıymet hükmü yok. Ben “doğrudur, yanlıştır”demiyorum, sadece toplumda olan bir olguyu Meclis grup genelkurulundaki kürsüden dile getirmeye çalışıyorum. Ama, bukonuşmanın bir evveli var bir de sonrasıvar, onunla beraber mütalaaedildiğinde, eğer, laikliğe aykırıbir tek cümle bulunabilirse, ben herşeyi kabullenmeye hazırım; ama, bu, böyle değil de, bizimki gibiinsanların çoluğunu çocuğunu bir gün “bunun babasılaikliğe karşıadamdı” dedirtmeye de kimsenin hakkıolmamasılazım gelir; bu da,çok önemli bir hadisedir.

Bakınız, benim o konuşmada söylediğim şey gayet açık. “Birkaçaydan beri Türkiye’de çok yönlü siyasî ve sosyal bir depremyaşanmaktadır. Art arda gelen sarsıntılar toplumu temelindensarsmakta, insanlarımız dalganın birinin olumsuz tesirlerini bertarafetmeden öncekinden daha şiddetlisiyle karşıkarşıya kalmaktadır.Sosyolojik bir tespitle, Türk toplumu, giderek sosyal çözülmetehlikesiyle karşıkarşıyadır. 65 milyonluk büyük bir ülkede ekonomik,sosyal ve kültürel farklılığın boyutlarızorlanarak Türkiye bir macerayasürüklenmektedir. Bu ülkede 1980 öncesi bir sağ-sol kavgasıyaşandı, 5 binden fazla insanımız hayatınıkaybetti, gencecikyaşlarda 70 bine yakın insanın ömrünü cezaevlerinde çürüttük.Onların acısı hâlâ yüreğimizi yakarken, o yaralar henüzsarılmamışken, şimdi bir etnik kavga başlatıldı.”

Bu, dışa dönük bir konuşma değil, parti grubunda yapılan birkonuşmadır.

“Dolayısıyla, o yangın pek çok insanın kanıve canıpahasınasürdürülürken mezhep farklılıklarına dayalı bir başka senaryoTürkiye’nin gündemine getirilmekte gecikmedi.” Gazi olaylarıvar,benzeri olaylar var.

“Şimdi, en tehlikelisi, toplumun ufkunu karartıyor, bir kâbus gibiüzerimize çöküyor; laik-dindar çatışması. Sanki, başıörtülü, laik, başıaçık da Müslüman olamazmışgibi bir mantık sergilenmeye çalışılıyor.

Evet, ülkemiz bir maceraya sürüklenmektedir. Aklıselim,sağduyu, basiret gibi insanî ve islamî hasletlerden her geçen günbiraz daha uzaklaşıyoruz. Marjinal grupların çıkardığıkavgalar, çıkarçevrelerin ortaya attığıiddialar, siyasetin ve siyasetçinin gündeminioluşturuyor. Doğru yönde, doğru yerde saf oluşturmak yerine, ikiyanlıştan birisinin arkasına yığınak yapılıyor. Millet ise, sıkışmışbir

1239

vaziyette, bir çıkışyolu arıyor, bir ümit ışığının yanmasınıbekliyor;ülkeyi yönetenlerden ya da bu işe talip olanlardan dürüstlük, açıklıkve mertlik bekliyor. Bunun en açık örneği, üniversitelerde yaşanankılık- kıyafet rahatsızlığıdır. Millet, dinin emirleriyle devletin emirleri veyasaklarıarasında sıkışıp kalmıştır. Bir anayasal kuruluşolan YÖKdiyor ki. 131 inci maddeye göre anayasal kuruluş ‘başınızıaçacaksınız, devletin emri budur’ tamam, yine bir başka anayasalkuruluşolan Diyanet İşleri Başkanlığıda diyor ki, ‘dinin emri budur,örtünmeniz gerekir.’

Şimdi, bu talihsiz millet ne yapacak; devleti için dinini mi, diniiçin devletini mi karşısına alacak? Bu ülkede bir konuyu, sorun halegetirmeden çözemeyecek miyiz? Bu işin bir çıkışyolu bulunamaz mı?Demokratik bir ülkede bizi endişeye sevk eden bunca sıkıntınedenyaşanıyor? Ülke, neden 10-15 yıllık aralarla bir kaosa sürükleniyor?

Okuyarak, dinleyerek kabul ederseniz, düşünerek vardığımkanaat odur ki, Türkiye belli şartların yerine getirilmesi kaydıyla doğrubir tercih yapmış, Batıya yönelmiştir. Uzunca bir zamandan beriBatıyla çok yönlü bir işbirliğine girmiştir, pek çok kavramıve kurumuBatı’dan getirmiş, onu örnek almıştır; ama, ne yazık ki, dikkatlerdenkaçan ve özellikle kaçırılan bir konu vardır. Türkiye’nin Batı’dan enevvel örnek alacağıalan, siyaset alanıydı. Siyaseten Batı’yıörnekalabilseydik, emin olun bugünkü olumsuzluklara sürüklenmezdik. İşiniçine en başta kendimi koyarak ve samimiyetle ifade etmek isterim ki,dün yaşananlar ve bugün yaşanacak olanlar da dikkate alınarak,genel hatlarıyla, Batı’da siyaset, ahlaktır, fazilettir; bizde ise, rezalettir.Batı’da siyaset, vatanseverliktir; maalesef, bizde çıkarcılıktır,bencilliktir. Kamuoyu en azından öyle algılıyor Batı’da siyasî kadrolarmüelliftir, üreticidir, telifcidir; bizde ise, bu kadrolar tevilcidir, tefsircidir,yolsuzluğa ve hırsızlığa varan çirkinliği örtmek için vardır siyasîkadrolar.

Birinci görevi Türk istiklâl ve cumhuriyetini korumak olanmilletvekilleri, sanki, görevi bu değil, liderlerinin ayaküstü kırdığıpotları, verdiği saçma sapan demeçleri tevil etmek, tefsir etmek, kırıpdöktüklerini toplamaktır. Dün Mecliste yaşandığıüzere pisliklerinitemizlemektir. Aile efradının haksız servet edinmesine ‘amanpartimize zarar gelmesin’ diye kurşun askerlik yapmaktır,göğüslerimizi siper etmektir.

Batı’da siyaset yapanlar, siyasî liderleri fikirleriyle gündemdedir;bizde ise, figürleriyle, gömleğiyle, kravatıyla, eşarbıyla, fotoroman

1240

artistleri gibi rol kesmeleriyle... Orada toplum, bir fikir ve düşüncetoplumudur; bizde ise bu sebepten bizim toplumumuz bir magazintoplumudur. Orada siyaset yapanlar proje adamıdır; Refahiktidarından sonra şimdi daha iyi anlaşılıyor ki, bizde ise, sloganadamı.

Batı’da demokratik siyasî sistem başarıya, kazanmaya dayanır,onu teşvik eder, ona prim verir, başaran kalır, kazanan kalır,kaybeden başkaca hiçbir şartın tahakkukunu beklemeden gider,kalırken ülkesine hizmet eder, partisine ve demokrasiye katkısağlar,giderken de Öyle; bizde, başaran da kalır, başaramayan da kalır,kaybeden daha çok kalır. Onun için, ne ülke kazanır ne demokrasi nede parti.

Demokrasi adına çok güzel sözleri, Batılılardan evvel veBatılılardan çok biz söyledik, güzel söz söyledik, güzel örneklerioluşturamadık. Saygıyla ifade etmeliyim ki, istisnasıSayın Erdalİnönü’dür. Uzaklara gitmeye gerek yok, yeri geldiğindeküçümsediğimiz Yunanlıpolitikacılar kadar bile olamadık.

Bakınız. Honeker gitti. Güstav Husak gitti. Jivkov gitti.Çavuşesku gitti. Teatcher gitti; kalan, Suriye’de Hafız Esad, Irak’taSaddam Hüseyin ve bir de bizimkiler. Onlar Suriye’de, Irak’ta diktatör,bizimkiler de partilerinde; tomurcuklarıaçtırmıyorlar, ne çile çekeninine de çile çekmeyenini. Kendilerini kendilerinden izinsiz sevmehakkınız bile yok; mümkün olsa, izinsiz rüya görmeniz bile mümkündeğil.

Batıda siyaset yapanlar, hem hukuken vatandaşhem siyasetenvatandaştır: bizde genellikle bu mesleği icra edenler hukukenvatandaştır, ama, siyaseten unvanlı ve imkânlı kölelerdir.Milletvekilliği de, dokunulmazlığıolan bir köleliktir.”

Yapılan konuşma burası. Şimdi bunun neresinde laikliğe aykırıbir tek cümle var? Neresinde bir kıymet hükmü var siyasetin dışında?

Ben, inanıyorum ki, bu konuşmalar, grupta daha sıkçayapılabilseydi, belki, bu ve benzeri davalar mahkeme önünegelmezdi.

Şimdi, Sayın Başsavcının yaptığıbir başka şey daha var; delilolarak koyuyor. Şimdi, bir parti, bundan evvelki hükümette Millî EğitimBakanlığıyapan Sayın Uluğbay’la ilgili bir gensoru önergesi vermiş.

1241

Gensoru önergesinin özü, daha çok üniversitelerdeki başörtününuygulaması; konu bu, büyük ölçüde.

E, tabiatıyla her parti bu konuya temas ediyor. Evvelaönergenin mahiyeti bu, önergenin üzerinde konuşanlar bu meselelerikonuşuyorlar, tabiatıyla, Fazilet Partisi adına çıkan da, konu buolduğu için bu konuyla ilgili konuşma yapıyor.

Şimdi, Sayın Başsavcı, önergeyi veren partiyi atlıyor, onunbeyanlarınıgörmemezlikten geliyor, ondan sonra konuşan diğerpartilerin konuşmalarınıgörmemezlikten geliyor. Bizim arkadaşımızın,Musa Uzukaya’nın, dosyada delil olarak gösterilen, bir eleştirelyaklaşımıifade eden konuşmasınıalıyor, getiriyor, laiklik karşıtıbirbeyan olarak Meclis kürsüsünden yapılan bir konuşmayı, buradahuzurunuza getirmeye çalışıyor.

Arzu edilirse bu metinleri okurum; ama, vaktinizi almakistemiyorum.

Onun için, Sayın Başsavcı, daha başta davayıaçarken iddiaettiği hususlarla ilgili olsun olmasın, tüm üst düzey yöneticilerin; dava7 Mayısta açıldı. Meclis 2 Mayısta, demek ki. beşgün var arada;Meclise ilk defa gelmişyemin metninin dışında hiçbir beyanıyok. Ometin anayasal metin, hiçbir konuşmasıyok, hiçbir yazısıyok, hiçbirfikri yok, ama, tüm partili milletvekillerinin siyasetten yasaklanmasınıve milletvekilliklerinin düşürülmesini istiyor. Kategorik olarak toptancıbir yaklaşımla bir manada cezalandırılmasını.

Onun için, Sayın Başkan, sayın üyeler; Sayın Başsavcıdavayıçarpıtıyor. Uzun uzun terörle mücadeleden bahsediyor. Bununönemini vurguluyor. Terörle mücadele ile parti kapatmayıyan yanagetirerek buradan bir netice elde etmeye çalışıyor; sanki, FaziletPartisi terör eylemlerinin odağıhaline gelmişde ondan dolayıdavaaçılmışgibi.

Yine, Sayın Başsavcı, bu davayı kendi kamusal görevalanından çıkardığıve bir prestij meselesi olarak gördüğü için teknikbir hukukî sorunu uluslararasısözleşmelerin ve mahkeme kararlarınıniç hukukla ilgisini, münasebetini bir teknik hukukî sorun olmaktançıkarıyor, bir millî haysiyet ve bağımsızlık meselesi olarak ortayakoyuyor ve bunu böyle anlamaya çalışıyor. Bu iki kavramla bumeseleyi izah etmeye çalışıyor.

1242

Yine, Türkiye’de insan haklarının geliştirilmesini,demokrasimizin standardının yükseltilmesi yönündeki talepleri,aydınlar arasındaki gelip geçici bir modanın yaygınlaşmasıolaraktakdim ediyor.

Sayın Başsavcı, görevi gereği maddî gerçekliği ispat etmekyerine genel bir izlenim doğurmaya çalışıyor.

Delil olarak sunduklarının delil olma niteliğini araştırmıyor, nebulursa getiriyor; gazete haberlerini, noter tasdikli resmî belge gibimütalâa ederek önünüze koymaya çalışıyor.

Bu getirdikleri gazete haberlerinin önemli bir kısmı, sondönemlerle alâkalıdır; ama, son dönemlerde bu haberlerin nasılyazıldığıyla ilgili gazetelerde de itiraflar başlamıştır. “Bunların yüzde90’ıyalandır” diye bu haberleri yazan, yazım kadrosunda bulunanlarınbugün gazetelerde mülakatlarıvar ve yine, iddia edip yargıya intikaleden hususların akıbetini sormuyor. “Bu davayla ilgili olarak şunlarolmuştur bunlar olmuştur” diyor: ama, acaba o davanın sonucundamahkeme ne karar vermiş, savcılık ne karar vermiş; bunlarıaraştırmadan bütün yükü mahkemenin üzerine yıkmaya çalışıyor.

Sonra, bir başka şey daha; bu dava, hem kurumsal olarakpartiyle ilgili hem de parti üyeleriyle ilgili olduğu için ve parti üyelerininbeyanlarının partiyle irtibatınıtemin etmek, tesis etmek bakımındandelil olarak sunduğu kişilerin partiyle ilgisini, görevini ve temsildurumunu sormuyor, bunlarıaraştırıp önünüze getirip koymuyor.

Sonra, bir başka şey daha; birçok sözle belgeyi ekte sunuyor;ama, bunların çok büyük bir ekseriyetini ne iddianamesinde kullanıyorne esas hakkındaki görüşünde kullanıyor ne de sözlü savunmasındakullanıyor.

E, şimdi, bu dava için kullanmayacaksanız, bu kadar evrakıniyegetiriyorsunuz? Bunların okunması, incelenmesi tabiatıyla bir zamankaybına sebep olacağına göre, mahkemelerin bu kadar vakti deolmayacağına göre, mademki delil değil, mademki istifadeetmiyorsunuz, mademki kullanmayacaksınız, o takdirde bunlarınedengetirip dosyanın içine koymaya çalışıyorsunuz?

Şimdi, tabiî, sıkıntışuradan kaynaklanıyor; Sayın Başsavcıönce davayıaçtı, sonra delil toplamaya kalkıştı. İşte, sıkıntıburada.Halbuki, normal olanı, önce delilleri toplayıp, sonra, dava açılacak mı

1243

açılmayacak mı, açılacaksa ne tür dava açılacak ona karar vermesigerekirdi.

Nitekim, Yüksek Mahkemenin de bu noktada aldığıkarar, bizimbu yorumumuzu doğruluyor. Kategorik olarak “bunlar, şunlaristemiştir” diyor; bir alay insanın siyasetten yasaklanmasını,milletvekilliklerinin düşürülmesini istiyor; ama, sizin ara kararınızdansonra delil toplamaya kalkışınca, bula bula 500 kişi, l 000 kişisuçlanıyor, gele gele 17 tane konuşma çıkıveriyor.

Eğer, bu 17 kişi suçlu ise geri kalanınıniye dahil ediyorsunuz’?Bu, 17 kişiden ibaretse, diğer insanları, demin de arz ettim, kendimdahil, niye bu kadar insanın geçmişini, geleceğini, çoluğunu çocuğunulaiklik karşıtıeylemlere bulaşmışinsanlar olarak bunların aile sicilineböyle bir not düşülmesine imkân veriyorsunuz?

Sözlü açıklamasında açıkça gördük ki, Sayın Başsavcıhepiddia ediyor, itham ediyor; delil getirmiyor. Gelecekle ilgili tahminleriniherkesin paylaşıp, ona göre hüküm tesis edilmesini istiyor; tahminlerüzerine hüküm tesisi...

Sonra, netice alabilmesi için hangi usul hükümler uygulanmasıgerekirse ona atıf yapıyor. Bu, bir parti kapatma davası; bu partikapatma davasında ceza usul hukuku hükümlerinin son tahkikatlailgili bölümü uygulanacak? Ama. Sayın Başsavcı, sözlüaçıklamasında Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun hükümlerininuygulanmasınıistiyor ve bunun uygulanmasında bir beis görmüyor.

Şimdi, bunların hepsi olabilir; neticede Yüksek Mahkemebunlarıtakdir edecektir, bir karar verecektir; ama, bakın, bu davavesilesiyle hukuka, Türkiye’de demokrasinin gelişmesine ve hukukdüzenine vaki bir durum var, hukuk düzenine karşıdikkatle üzerindedurmamız gereken bir husus var. Sayın Başsavcı, hukukusiyasallaştırılıyor; belki en tehlikelisi budur. Çünkü, neticede, enindesonunda insanların sıfatıne olursa olsun, görevi ne olursa olsun,eninde sonunda, ister birbirimizle ister devletle, devletin kurumlarıylabir ihtilafımız olduğunda başvuracağımız, sığınacağımız mercihukuktur.

E, hukuku siyasallaştırırsanız. hatta, bir adım daha ileri götürürde medyatikleştirirseniz, o zaman bu ülkede hukuk çok ciddî yara alır.O zaman mahkemeler -bir değerli hukukçumuzun ifadesiyle-

1244

mahkemeleri, kanıtlanamayan, yasal dayanağıolmayan istemlerinaracıhaline getirmişoluruz.

O halde, Sayın Başsavcıbu davada, maalesef, bunların hepsinisafha safha ortaya koymuştur.

Basın toplantıları... Bir hukuk adamının, bir parti başkanıgibidoğrusu basın toplantısıyapmalarınıfevkalade yadırgıyorum. Esashakkındaki görüşü var, lütfen, tetkik buyurdunuz, buyuracaksınız; budava, Fazilet Partisiyle ilgili bir dava, bizzarur binnetice sadece bir tekyerde, sonuçta talep kısmında Fazilet Partisi geçiyor. 105 sayfanıniçerisinde başka bir yerinde Fazilet Partisi ismi geçmiyor.

Onun için, Sayın Başsavcıispat külfetini ihtiyar etmiyor, ithametmenin kolaycılığınıtercih ediyor. İşte, böyle bir davayla karşıkarşıyayız.

Sayın Başkan, sayın üyeler; bu hususta arz etmek istediğim birbölüm daha var. Bu dava, ön şartlarının yerine getirilmedenaçıldığıyla ilgili bir iddiamızdır. Aslında, şuraya kadar yaptığımızizahatlardan, Venedik Komisyonu raporları, Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi, Anayasamız açısından parti kapatma istisnaî bir halolarak düşünülmüştür. Mecbur kalınmadıkça, mübrem bir ihtiyaçolmadıkça, sosyal bir ihtiyaç olmadıkça parti kapatılmasınıdoğrusubizim Anayasamız da bizim hukuk sistemimiz de istisnaî bir hal olarakgörmüştür. Onun içindir ki, yasak eylemlerden dolayı partikapatılmasınıancak üç sebebe indirgemiştir. Bunu çoğaltmak, yorumyoluyla başka türlü çoğaltmak mümkün değil. O halde, demek ki,bizim siyasî sistemimizde de partiler önemlidir, önemi var.

Şimdi, partilerin de yeri geliyor milyonlara varan üyeleri oluyor.Bu parti üyelikleri de bir askerî disiplin içerisinde kontroledilemediğinden, kimin, nerede, ne beyanda bulunacağıbilinemediğinden; geçtiğimiz süreçler, yaşadığımız olaylarabaktığımızda, pekâla partilerin de provoke edilebileceği ihtimali gözönünde bulundurulduğunda, hukuk sistemimizde herhalde partikapatma en son nokta olduğuna göre ve siyasî sistemimiz de partilersütunlarıüzerine inşa edildiğine göre, sütunu yıkmadan evvel, belkibu neviden siyasete yabancı, siyaseti yozlaştıran, hukukla kavgasıolan bir kısım insanların partilere zarar vermemesini teminen,bunların partilerden ayıklanmasını, partilerden temizlenmesini belkibir ara kademe olarak düşünmek gerekiyor idi. Bu mülahazayla, 102nci madde düşünülmüştür; biz, öyle yorumluyoruz.

1245

Bu 102 nci madde, şüphesiz, Sayın Başsavcıbu iddia ettiğikişileri kategorik olarak “bunların hepsi bu familyadandır, budüşüncenin ürünleridir” diye toptan şey yapmak yerine, kimlerinbeyanlarını, kimlerin düşüncelerini, sözlerini, eylemlerini zararlıbuluyorsa siyasî sistem açısından yasalarımız, Anayasamız,anayasal düzenimiz açısından, pekâla bunların, partidenuzaklaştırılmasını, partiden ayıklanmasını isteyebilirdi. Bu şartlaryerine getirilmedi. Dolayısıyla, bu şartlar yerine getirilmişolsaydıbelkibu davaya ihtiyaç kalmayacaktıdiye düşünüyoruz. En evvel bunoktada bir karar verilmesi gerekebilir.

İkinci olarak, bu davayla ilgili fazlaca vaktinizi almayacağım;çünkü, bu konuyla ilgili ayrıntılıolarak düşüncelerimizi, kanaatlerimiziön savunmamızda ifade ettik. Bu, davaların hukukî niteliğidir.Biliyorum, Yüksek Mahkeme, nevi şahsına münhasır bir dava olarakgörüyor; ama, biz, ceza davasıolduğu noktasındaki kanaatimiziburada bir defa daha ifade ediyoruz.

Ancak, velevki ceza davasıolmasa bile, şüphesiz, ceza usulhukuku hükümlerinin uygulanacağı, yasa emridir. Biz de bu davadadeliller tartışılırken, karar verilirken “şüpheden sanık yararlanır”ilkesinin maddî gerçeğinin araştırılması, yeterli delil ilkesi, üçüncükişilerin eylemlerinden sorumlu olamama, “kanunsuz suç ve cezaolmaz” kuralının genişletici ve kıyas yasağıdoğuran boyutu, dürüstişlem ilkesi, ölçülülük ve Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 260ıncımaddesindeki vakıaların sabit ve muhakkak addedilmesi olarakifade edeceğim hükümlerinin uygulanacağınıdüşünüyoruz.

Sayın Başkan, sayın üyeler; Sayın Başsavcının esashakkındaki görüşünde, Öncelikle vurguladığı, şüphesiz, Mahkemeninde Öncelikle karar vereceği, bizim de bu nedenle öncelikle durmamızgereken bir konu var; Anayasaya aykırılık iddiasıdır. Siyasî PartilerKanununun 103 üncü maddesindeki vaki değişiklik nedeniyle yapılanyasanın Anayasaya aykırıolduğu iddiası.

Hemen ifade etmem gerekir ki, bu son yapılan 103 üncümaddedeki değişiklik, Anayasa Mahkememizin iptal ettiği 103’e 2’ylealakasıyok, bir benzerliği yok. Tam tersine, bu düzenleme, bize göre,hem Anayasanın 69 uncu maddesinin altıncıfıkrasınıuygulanabilir birhale getiriyor hem de Yüksek Mahkemenin odak olmayla ilgiliiçtihadına da uygun bir düzenleme.

1246

Dolayısıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi, hem Anayasanınöngördüğü hem de Yüksek Mahkemenin uygun gördüğü birdüzenlemeyi yapmıştır. Yani, bize göre, bir anayasaya aykırılık değil,bir anayasal buyruğun yerine getirilmesi söz konusudur.

Şimdi, Anayasanın 69 uncu maddesinin altıncıfıkrası, ikibuyruğu, iki konuyu içermektedir. Bunlardan bir tanesi, partiler,Anayasada ve Siyasî Partiler Kanununda zikredilen yasak fiillerinodağıhaline geldiğinde kapatılır. İkincisi, bu türlü eylemlerin odağıhaline gelip gelmediğine kim karar verecek; Anayasa Mahkemesi,Dolayısıyla, odak haline gelme yetkisinin Anayasa Mahkemesineverildiğini ifade ediyor.

Şimdi, bir yasal düzenlemenin Anayasaya aykırılığınınkonuştuğumuz konu bakımından söz edebilmek için birincisi, odakolmayıparti kapatma sebebi olmaktan çıkarmasılazım; ikincisi, odakolup olmadığının tespit yetkisinin Anayasa Mahkemesinin elindenalınmasılazım. Bu yetki ondan alınıp bir başka yere verilmesi lazım.

Şimdi, bu iki nokta dışında kalan hususlarda, Türkiye BüyükMillet Meclisinin, yasama meclislerinin düzenleme serbestisi vardırdiye düşünüyoruz. Çünkü, bu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin de biranayasal görevidir. Çünkü, odak olmaktan ne anlaşılacak, bununkriteri ne olacak, bunu Meclisin ortaya koymasılazım, kriterleriniortaya koymasılazım. Yüksek Mahkemenin de iddia edilen konulardave ortaya konulan deliller muvacehesinde acaba ilgili parti gerçektenbu kriterler açısından odak olma noktasında, yoğunluğunda olmuşmudur olmamışmıdır; ona karar vermesi gerekir.

Dolayısıyla, Mahkemenin yetkisine dokunmadan odak olmayıda parti kapatma sebebi olmaktan çıkarmayan bir yasal düzenlemebize göre Anayasaya aykırıdeğildir.

Kaldıki. Anayasa Mahkememizin bir içtihadına da uygunolduğunu düşünüyoruz; 97’ye l esas ve 98’e l karar sayılıkararında,odak olma durumunun oluşmasıiçin eylemlerin nitelik, nicelik vekararlılık unsurlarının varlığınıgerekli görmüştür.

Neticede, Meclisin yapmışolduğu bu düzenleme, bu nitelik,nicelik ve kararlılık unsurlarınıayrıntılıbir şekilde tespit etmektenibarettir.

1247

Şimdi, Anayasanın 69 uncu maddesinin altıncı fıkrasındaMahkemeye verilen yetki, tespit etme yetkisidir. Tespit etmek,belirlemektir; yani, kural koyma anlamında değildir. Şayetuygulanabilir bir yasa olmasaydıbu konuda, o takdirde, belki bununkriterlerini Yüksek Mahkeme belirleyebilirdi.

Kaldıki, Meclis bu düzenlemeyi ilk defa yapıyor da değildir.Meclisin böyle bir düzenleme yapmasının sebebi, eskisinin iptaledilmiş olmasıdır. Demek ki, eskiyi Türkiye Büyük Millet Meclisidüzenledi, Yüksek Mahkemenin içtihadından da yola çıkarak, kendiüzerine düşen sorumluluğu yerine getirdi ve böylece, odakkavramından ne anlaşılması lazım, bir davada onun unsurlarınelerdir, bunun kriterleri Türkiye Büyük Millet Meclisi koydu.

Kaldıki, yine Anayasanın 69 uncu maddesinin son fıkrasınagöre, zaten, bu neviden hususların kanunla düzenleneceği de yine bumaddede belirtilmiştir.

Dolayısıyla, kanunî bir görevini, Anayasanın bu noktadakiemrini yerine getiriyor böyle bir kanunî düzenlemeyle.

Şimdi, bu Anayasaya aykırılık konusunda arz edeceğim ikincihusus, Siyasî Partiler Kanununun değişik 103 üncü maddesininAnayasaya aykırılığı iddiası, hem Anayasamızın temel hak vehürriyetlerle ilgili düzenlemesinin mantığına hem de Avrupa İnsanHaklarıSözleşmesinin genel sistemine, sistematiğine ters. Çünkü, bukanunda yapılan değişikliğin siyasî partilerin kapatılmasınızorlaştırdığıvarsayımına dayanmaktadır. Yani, Sayın Başsavcı, belki,böyle bir talepte bulunmasının sebebi de, “parti kapatmayızorlaştırır”diyor o düşünceden hareketle

Oysa, temel haklarla ilgili yasal düzenlemelerin Anayasayauygunluğu sorunu, söz konusu yasal düzenlemenin kimi temel haklarıAnayasanın öngördüğünden daha fazla sınırlanmasıhalinde ortayaçıkar. Eğer, bir sınırlama söz konusu olsaydıhak ve hürriyetleri, ozaman ortaya çıkardı, yoksa, anayasal bir hakkıgüçlendiren veyakapsamını genişleten bir yasal düzenlemenin Anayasayaaykırılığından söz edilemez.

Bu duruma göre. Sayın Başsavcının Anayasaya aykırılıkiddiasında bulunduğu kanun hükmü, kendisinin var saydığıgibi, siyasîpartilerin kapatılmasınıgerçekten zorlaştırıyor ise, yurttaşların siyasîhaklarını, vatandaşların siyasî haklarını güçlendiriyor demek.

1248

Anayasa, bu konuda özel, kısıtlayıcıbir formül içermediğine göre,siyasî haklarıgüçlendiren söz konusu yasa değişikliğinin Anayasayaaykırılığıiddiasıtemelsizdir.

Hukukî durumun bu kadar açık ve anlaşılır olmasına rağmen,Sayın Başsavcının Anayasaya aykırılık iddiasında bulunmasınınsebebi, odak kavramına açıklık getirmekle parti kapatmanın zorlaşmışolduğuna dair düşüncesidir. Kendileri istemektedirler ki, partilerkolayca kapatılabilsin ve yine kendileri, siyaset hukukumuz açısındandemokrasinin mihenk taşıolsun, siyasî partilerin sicil amiri olsun.

Halbuki, Sayın Başsavcının bu konudaki yaklaşımı, bizatihiAnayasanın kendi prensipleriyle kendi anlayışına aykırıdır. Çünkü,parti kapatmayızorlaştıran Siyasî Partiler Kanunundan evvel bizatihiAnayasanın kendisidir. İşin odak olma şartına bağlanmasıda esasenbunu gösteriyor. Çünkü, odak kelimesinin seçilmiş olmasıbaşlıbaşına bir anlam ifade ediyor. Yasak” fiillerle arızî bir ilişki veyabağlantıdan farklıolarak, kararlılık gösteren bir sürecin göz önündebulundurulmasıgerekir.

Kaldıki, 1995 Anayasa değişikliğinde bu konu Mecliste demüzakere edilmiştir. Yüksek Mahkemenin de müteaddit defalarbelirttiği gibi, bu maddelerin yorumunda Meclis müzakerelerinin veMeclis tutanaklarının özel bir önemi var.

Bu madde, siyasî partilerle ilgili Anayasa maddesi Meclistegörüşülürken, Anayasa Komisyonu Sözcüsü Sayın Coşkun Kırca bukonuda şöyle bir açıklama yapıyor Mecliste; “Bu madde ayrıca çokönemli bazıhususlarıbelirtiyor. Partilerin temelli kapatılmasıikişekilde olur; ya partinin programıveya tüzüğü kapatılma sebepleriniihtiva eder, yani, Anayasanın değişmez maddelerinden doğan ilkelereaykırıdır veyahut partinin eylemleri bu ilkelere aykırıdır.

Şimdi, burada, bir tüzel kişinin eylemlerinin bazıgerçek kişilertarafından yapılmasıve hangi hallerde gerçek kişinin eylemlerininparti tüzel kişiliğine atfedileceği meselesi ortaya çıkar. Bu, her tüzelkişinin mesuliyeti konusunda ortaya çıkan bir durumdur. Burada buaçıdan hukuk bakımından Alman tatbikatından esinlenen çok önemlibir kayıt getirilmiştir. Bugünkü Anayasada, ‘üyelerinin, kurucularının,idarecilerinin eylemlerinden ötürü kapatılıyor’ diyor ama, heridarecinin her kurucunun eylemi böyle bir kapatmaya sebebiyetverecek olursa, bu; demokratik ilkelerle bağdaştırılabilecek bir durumolmaz. Alman tatbikatında odak kavramıgetirilmiştir. Yani, bu tarz,

1249

Anayasamızın değişmez ilkelerinden doğan kayıtlara aykırıeylemler,partinin üyeleri ve idarecileri tarafından işlenmiş ise, AnayasaMahkemesinin bakması gereken husus, sadece bu eylemlerinişlendiğini tespit etmekten ibaret kalmayacak, aynızamanda, buyoldan, o partinin, bazıeylemlerin işlendiği bir odak haline geldiğiniAnayasa Mahkemesi tespit etmekle mükellef tutulacaktır. Bu da,siyasî partilerimiz açısından son derece önemli bir teminattır.”23.6.1995 Meclis Genel Kurulunda yaptığıbir konuşmadır.

Dolayısıyla, zaten Anayasamız bu manada parti kapatmayızorlaştırmış ve odak kavramınıbilerek, isteyerek ve mukayeselihukuktan seçerek getirip koymuştur.

Şimdi, bu davada gözden kaçırılmamasıgereken bir başkahusus var. Şimdi, bu Siyasî Partiler Kanunundaki son değişiklik, 12Ağustos tarihli değişiklik, bu düzenleme, hem bu davanınaçılmasından hem de Yüksek Mahkemenin demin zikrettiğimkararından evvel Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündeminde olan birkonudur. Yani, bire bir bu düzenlemenin Fazilet Partisi davasıyla daalâkasıyoktur.

Konunun gündeme geldiği tarih, 31.7.1997. İptal kararının,Yüksek Mahkemenin kararının tarihi 9.1.1998; davanın açıldığıtarihise, 7.5.1999’dur. Dolayısıyla, bu düzenleme, yasalaşmışolan, 21 inciDönemde yasalaşmışolan 103 üncü maddenin yeni hali, TürkiyeBüyük Millet Meclisinin gündemine 1995 Anayasa değişikliğineparalel olarak yasaların Anayasaya uyumu konusunda gündemegelmiş ve PartilerarasıUyum Komisyonu, gündemine 31.7.1997tarihinde almıştır ve bu teklifi, yasalaşan teklifi, gündeme getiren deDemokratik Sol Parti Milletvekili Sayın Mümtaz Soysal’dır, teklif edenodur.

20 nci Dönemde bu teklif yasalaşamamış, 21 nci Dönemekalmış, yani bu döneme. Bu dönemde de bu teklifi yenileyen DoğruYol Partili bir sayın üyedir.

Dolayısıyla, bu davayla doğrudan bir alakasıyoktur; ancak,Sayın Başsavcının bir endişesi var. Çünkü, bu madde iptal edilmedenortaya koyduğu iddiaların gerçekleşme imkânıvoktur. Bunların önemlibir kısmıhavada kalmışolacaktır.

Sayın Başkan, sayın üyeler; üzerinde durmak istediğimiz birkonu -Sayın Başsavcıdurduğu için de duruyoruz, yoksa bizim

1250

bakımımızdan bu meselenin çözülmüş olduğu kanaatindeyiz-sözleşmelerin iç hukuka tesiri konusudur. Bu, iddianamesinde yoktur,esas hakkındaki görüşünde böyle bir tartışmayıaçmıştır.

Bunun sebebini de biz şöyle izah ediyoruz. Çünkü, normalşartlarda, biraz evvel de arz ettim, delillerin toplanıp gerçekten böylebir davayıaçmayıgerektirecek bir durum var mıyok mu, onu tezekküredip ondan sonra davayıaçmasıgerekir idi; ama, dava açmatarihindeki atmosferin tesiriyle, etkisiyle, alelacele bu davayıaçtı.Keşke bir üç-beşgün daha bir demokratik sabrıgösterebilseydi,sizlerin bu kadar vaktini almazdık, böyle bir dava da sizin önünüzegelmezdi. Çünkü, bu davanın açılmasınımümkün kılan o atmosfer,üç-beşgün içerisinde siyasetin kendi iç dinamikleri ve metotlarıylazaten bir şekilde çözülmüşolacaktı.

Dava açmayıgerekli kılacak ya da parti kapatmayızorunlumübrem kılacak deliller var mıyok mu, bunu yeterince araştırmadı,önce davayıaçtısonra delil toplamaya başladıve dolayısıyla, FaziletPartili olmak kaydıyla herkesin, bu davanın olumsuz sonuçlarındanetkilenmesini istedi.

İşte, bu dava, belki de, bu nevinin, bu türün ilk örneğidir. Öncedava sonra delil...

Nitekim, Yüksek Mahkeme, 12.5.1999 günü verdiği arakararıyla, bu karar, önemli iddialar karşısında davalıparti genelbaşkanı, yöneticileri ve milletvekilleri ve belediye başkanlarından kim,nerede, ne zaman ve ne tür eylemde ya da söylemde bulunduysabunların kanıtlarınıistedi; fakat, delil olarak bir şey orta yereçıkamayınca, bu defa, akademik tartışmalara ya da davayla alakasıolmayan tartışmalara işi getirdi. Dolayısıyla, uluslararasısözleşmelerin iç hukuka tesirinin bu davada münakaşa konusuedilmesinin sebebi budur. Teferruat içerisinde esasıgözden uzaktutmaktır.

Aslında, Abdullah Öcalan’la ilgili devletimizin aldığıkarardansonra bu konunun tartışılacak bence bir yanıda kalmamıştır.

Ama, Sayın Başsavcıülkemizde, özellikle, İnsan HaklarıSözleşmesini imzalayıp kabul etmesi ve bununla ilgili yükümlülüklerinaltına girmiş bir devletin bir hükümeti tek taraflı olarak buyükümlülüklerinden vazgeçebileceğini burada ifade etmeye çalışıyor

1251

ve bunu bir ulusal onurla izah etmeye çalışıyor ve bu sözleşmelerin,ölçü, norm olamayacağınıifade ediyor.

Şimdi, bunun sebebi açık. Açtığıdava Sayın Başsavcının, enbaşta, insan HaklarıSözleşmesine aykırı. Türkiye’nin de bütündünyanın gözü önünde yüklendiği yükümlülüklere de ters düşüyor.

Şimdi, Türkiye, bu anlaşmalarızorla imzalamadı; gitti, kendisibizatihi imzaladı. Hatta, birinin imzalanmasında ben bir hükümet üyesiolarak... Paris Şartıolarak bilinen bu şartın altına imza koyanlar birkişiyle temsil edilir ya başbakan veya cumhurbaşkanıdüzeyinde; ogünkü tartışmalar hatırlandığında “Türkiye için bir prestij meselesidir”diye hem Cumhurbaşkanıhem Başbakan gitti, imzaladı.

Yani, Türkiye’nin önem verdiği, devlet olarak önem verdiği birbelgelerdir bunlar. İnsan HaklarıSözleşmesi, Paris Şartı, HelsinkiNihaî Senedi ve şimdi, Avrupa Birliğine girişsürecindeki bir ülkeninbunlarıhesap etmeden, ne getirip ne götüreceğini hesap etmedenimzaladığınısöylemek fevkalade yanlışolur. Türkiye, bu anlaşmalarıimzalarken bu sözleşmeleri imzalarken kendi özel şartlarıicabıbeğenmediği, yerine getiremeyeceği hususlar varsa onlara da rezervkoydu. Nitekim, idamla ilgili husus da böyle biridir.

Dolayısıyla, rezerv koymadığı, “ben bunlarıuygulayacağım”dediği bir anlaşmayı, bir sözleşmeyi, bir uluslararası belgeyiTürkiye’nin tek taraflıolarak “ben bunlarıuygulayamıyorum” diyemez,bunu bir millî onur, bir millî haysiyet meselesi olarak telakki edemez.

Kaldı ki, bu sözleşmelerde dile getirilen hususlar, zatenTürkiye’nin -biraz evvel uzun uzun anlatmaya çalıştım- 160 yıllıközlemi, modernleşme sürecinin geldiği noktalar bunlar ve Atatürk’ünbize hedef olarak gösterdiği çağdaşdünyanın ilkeleri; uymayacaksakniye imzaladık?

Şimdi, bu taahhütlerimizi yerine getirmemişolmamız halinde,bu, Türkiye’nin imajına da, hayatî çıkarlarına da, ekonomisine,turizmine, dışpolitikasına varıncaya kadar zarar vereceği açıktır.

Bugün, 26 Temmuz 1999 tarihi itibariyle İnsan HaklarıMahkemesinde 3.880 davayla, rekor Türkiye’dedir. Bir süre sonradevlet bütçesinin önemli bir kısmı, bu aykırılıklar sebebiyle tazminatödemelerine gidecektir. Eğer, biz, Avrupa Birliğine gireceksek -ki, bu,Türkiye’nin artık, bir devlet politikasıdır- Kopenhag kriterleri başta

1252

olmak üzere, tüm ölçülere uymaya mecburuz; velevki, münferit olarakbir kısım maddeler bir kısım taahhütlerimiz içimize sinmese bile.

Onun için, Sayın Başsavcının ileri sürdüğü gibi, ulusal onurmeselesi değil bu, bu sözleşme hükümlerine uymanın vatanseverliklede bir ilgisi yok, hele hele kendi terminolojisiyle aksini savunmak daaymazlık ya da hainlik değil, bize göre bu konu, tümüyle bir teknikhukuk sorunudur, teknik bir konudur.

Bir hukuk devletinde mahkemelerin görevi de hukukuuygulamaktır, hukuku uygulayarak adaleti tevzi etmektir,vatanseverlik ölçümü yapmak mahkemelerin görevi değildir.

Kaldıki, bu vatanseverlik konusu da zamanla değişen birkavramdır. Başta da ifade etmeye çalıştım; bir zamanlar AvrupaBirliğine girmek vatan hainliğiydi, şimdi Avrupa Birliğine girmekvatanseverlik oldu; dün başka bir fikri savunmak vatanseverlikdi,bugün aksini savunmak... Şu üç-beşay içerisinde bile insanlarınfikirleri, düşünceleri yaşadığımız konjonktürde değişiveriyor.

Meselenin teknik yönüne gelince; uluslararasıanlaşmaları, içhukukta sıradan bir kanun mesabesinde görmek hem Türkmahkemelerinin içtihatlarına hem de içinde yer almak için çabasarfettiğimiz Batıdünyasının, Avrupa Konseyi üyesi devletlerininanlayışına ters.

Anayasa Mahkememiz 1963 yılında verdiği bir kararda“kanunlarımızın, Anayasanın açık hükümlerinden önce hukukunbilinen ve bütün uygar memleketlerde kabul edilen prensiplerineuygun olmasışarttır” diyor. Bir başka kararında “kanunun da üstünde,kanun koyucunun bozamayacağı, temel hukuk prensipleri veAnayasa vardır ve kanun koyucu bunlardan uzaklaştığıtakdirdemeşru olmayan bir tasarrufta bulunmuşolur” görüşüne yer vererek,devletin bütün organlarının Anayasanın yanında tüm uygar ülkelercekabul edilmişhukukun üstün kurallarına göre faaliyette bulunmasıgerektiğini vurguluyor. Yüksek Mahkeme ayrıca, hukukun genelilkelerine uygun davranmanın, hukuk devletinin bir özelliği olduğunuda işaret ediyor.

Özet olarak, Türk Anayasa Mahkemesi, hukukun genelilkelerinin Anayasa normlarının yorumlanmasında esas alınmasıgereken temel ilkeler olduğu görüşünde. Bu ilkelere uyulmamasınıdahukuk devleti niteliğiyle bağdaşmaz olarak belirtmektedir.

1253

Hukukun genel ilkeleri yanında uluslararasıanlaşmalar da,hukukun bağlayıcıkaynaklan arasındadır. Yine, Yüksek Mahkeme,İnsan HaklarıEvrensel Beyannamesi ve İnsan HaklarıAvrupaSözleşmesi gibi bildiri ve sözleşmelerin içeriği, buyurucu veimzalayan devletleri bağlayıcıolduğunu belirtmiştir 1980 yılındaverdiği bir kararla.

O nedenle, uluslararasıanlaşmalar, hem bu içtihatlar hem deAnayasanın 90 ıncımaddesi gereği, Türk hukukunda doğrudan etkiliişlemlerdir. Yani, bunların iç hukukumuzda uygulanabilmesibakımından ayrıca bir yasama tasarrufuna gerek yoktur.

Zaten, bunların Anayasaya aykırılığının iddia edilememişolmasının sebebi de bundan dolayıdır. Aksi halde, 90 ıncımaddedekibu hükmün bir anlamıkalmaz.

Öte yandan, bizatihi Anayasamızın kendisi, temel hak veÖzgürlüklerin genel gerekçesinde mezkûr bildiri ve sözleşmeye yervermiştir. Bu iki belge dikkate alınmadan özgürlükler ve temel haklarlailgili düzenleme ve yorum yapılamaz. Anayasa koyucusu, söz konusuiki belge anayasal değer yüklemiştir, onlarıreferans, norm olarakzikretmiştir.

Özellikle, Anayasamızın 13 üncü maddesi, müzakere ettiğimizkonu bakımından, bir özellik arz ediyor. Bu madde, temel hak vehürriyetlerin hangi hallerde sınırlanacağınıdüzenleyen bir maddedir.Ancak, bu sınırlamaların da bir sınırıvar, o da ikinci fıkradazikredilmiştir. Temel hak ve hürriyetlerle ilgili genel ve özelsınırlamalar, demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırıolamazve öngördükleri amaç dışında kullanılamaz. Bu da, zaten, Avrupaİnsan HaklarıSözleşmesinin metnidir.

Dolayısıyla, Anayasanın 13 üncü maddesine bu fıkrayıithaletmek suretiyle, bizim Anayasamız, bu neviden sözleşmehükümlerine anayasal değerde bir hüküm izafe etmiştir.

Ayrıca, mevcut Anayasamızın 15, 16, 42 ve 92 nci maddeleri deuluslararasıhukuka atıfta bulunmuştur. Doktrinde de bu anlaşmalarınanayasal değerde olduklarıkabul edilmektedir. Mezkûr 15 incimaddede, savaş, seferberlik, sıkıyönetim ve olağanüstü hallerde dahiuluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerinin ihlâlini doğrubulmamıştır.

1254

Bu yükümlülüklerin içine neler girdiyse, yine AnayasaMahkememizin 1991’de verdiği bir karara göre “önceliklemilletlerarasıhukukun genel ilkeleri, sonra da devletin taraf olduğusözleşmelerden doğan yükümlülükler” olarak kabul edilmiştir.

Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi ile millî mahkemelerinözellikle de Anayasa Mahkemeleri arasındaki ilişki de, konuyu dahada hassas ve önemli bir hale getirmiş, bunun sonucu olarak daAvrupa İnsan HaklarıSözleşmesi, kanunun da ötesinde ele alınmasıgereken ölçüm, norm olarak Yüksek Mahkemece kabul edilmiştir.

Uluslararasıanlaşmalar onu imzalayan devletleri tüzelkişilikolarak bağlar. Devletin tüm organlarının bu anlaşmalarda, busözleşmelerdeki yükümlülükleri yerine getirmek gibi bir mükellefiyetivardır. Yargıorganlarıda, bu arada Anayasa Mahkemesi de, devletindışında bir organ olmadığına göre, bu yükümlülükler herkes için, herkurum için geçerlidir. Aksine davranışve uygulamalar mümzi devletiçin çok yönlü sıkıntılar çıkarır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin niteliği konusundaDanıştayımızın da 1991’de verdiği -5. Daire Kararıdır- kararda,“Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesini onaylamakla Türkiye CumhuriyetiDevletinin, bu sözleşmede yazılı hak ve özgürlüklerini kendivatandaşlarına da tanımak ve iç hukukunda sözleşme hükümleridoğrultusunda gerekli düzenlemeleri yapmak yükümlülüğü altınagirdiğine kuşku yoktur” denilmiştir.

Sayın Başsavcısözlü açıklamasında, değerli hukukçu, değerlihocam Prof. Sayın Sulhi Dönmezer’e ait bir tebliğsundu. O tebliğinbaşlangıcında, kendileri de ifade ediyorlar ki, “Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesinin özel bir önemi vardır. Zira, bu sözleşmenin devletlerbakımından kendilerine uyulmasınızorlayıcıyaptırımımevcuttur. Sözkonusu sözleşme hükümlerinin böylece, Anayasa hükümlerini aşanönem taşıdığınıve uygulamada da bu suretle telakki edilmesigerektiğini açıklamalıyız” denilmektedir. Dolayısıyla bütün bunlar,Sayın Başsavcının iddialarıhilafına mahkeme kararlarıdır, doktrindekibeyanlardır ve bizim de kanaatimiz bu yöndedir; uluslararasısözleşmeler iç hukukta doğrudan etkili hükümlerdir.

Sayın Başkan, sayın üyeler; yine bu dava vesilesiyle üzerindedurmamız gereken bir konu var.

BAŞKAN - Savunmanız daha ne kadar sürebilir?

1255

CEMİL ÇİÇEK - Sorularınız olur mu. olmaz mıbilemiyorum,belki birbuçuk-iki saat kadar daha sürebilir.

BAŞKAN - O zaman ara verelim ve öğleden sonra saat 14.00’tedevam edelim.

CEMİL ÇİÇEK - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Saat 14.00’te toplanmak üzere çalışmalara araveriyoruz.

İKİNCİOTURUM

BAŞKAN - Saat 14.00’te sözlü savunma toplantısına devamedildi.

Buyurun Sayın Çiçek.

CEMİL ÇİÇEK - Sayın Başkan, sayın üyeler; konuşmamın bubölümünde bu dava vesilesiyle gündeme gelen ve önemli olduğunainandığımız bir konuyu huzurlarınızda arz etmek istiyorum. O da,hukuka aykırıdelillerin davaya etkisi ya da kararda kullanılıpkullanılamayacağıkonusudur.

Aslında, böyle konuya burada cevap vermemizin hukuka aykırıbir şekilde elde edildiği Sayın Başsavcının kendisinin dahi kabul ettiğibir konuda duyduğumuz endişeden değildir; bundan sonra alışılıp dayol edilmemesidir, böyle bir geleneğin hukuk düzeninizdeaçılmamasıyla ilgili olarak bu konu üzerinde duruyoruz; çünkü, bukonu fevkalade önemli. Özellikle mafya türü illegal örgütlenmelerindalbudak saldığıve devlet hayatımızda, siyasî hayatımızda derinyaralar açtığıbir dönemde, bu konunun bir şekilde vuzuha kavuşmasılazım. Çünkü, bir süreden beri gerek televizyonlardaki tartışmaprogramlarında, gerekse bir kısım değerli zevatın konuşmalarında“müsamaha, himaye, işbirliği” gibi kavramlar sık sık geçiyor.Dolayısıyla, burada verilebilecek bir karar, belki bundan sonrakideğerlendirmeler açısından da ışık tutacaktır. Çünkü, şayet hukukaaykırıbir şekilde elde edilen deliller, kararlarda kullanılacak olacaksa,bizim kanaatimiz odur ki, gerek soruşturma makamlarının gereksekamu adına görev yapan birkısım zevatın, bir kısım keyfiuygulamalarına, kanunsuz birtakım çabalarına, gayretlerine kapıaralanmışolacaktır ya da bir hukuki bariyer teşkil edecektir.

1256

Şimdi, dersek ki “elde edilen delil hukuka aykırı; ama, neyapalım, işimize yarıyor” demek, bize göre, hukuku kanunsuzluğa aletetmek olur. Belki bir dönem için iktisatta geçerli olan merkantilistanlayışıhukuka ithal etmiş oluruz. Soruşturma makamlarınıbirikilemin içine iter, zahmeti ihtiyar edip delil toplama yerine, tabircaizse, delil toplama işini özelleştirmişoluruz. Kamu makamlarınınkendilerini hukuka bağlısaymama, keyfi uygulama yapmalarına daruhsat vermişoluruz. Eminim, bu da, pek çok kişiyi kanunsuz işyapmaya sevk eder. Bu sebepten dolayıçağdaşhukuk sistemlerindeyasadışı yollardan elde edilen delillerin, özellikle özel hayatamüdahale anlamındaki birkısım çabaların ve bu yoldan elde edilendelillerin kararlarda kullanılamayacağı, bunun hukuka aykırıbir işolduğu kabul edilmiş, birçok ülkede de yasa hükmü haline gelmiştir.Çünkü, bunun amacı, böyle bir yasağın amacı, kişilerin ve neticedesanığın, Anayasa ile teminat altına alınmış olan haklarının ihlaledilmemesidir.

Şimdi, Sayın Başsavcı, bu konuda hukukun ihlâl edilmişolmasını önemsemiyor, elde edilen delilden işe yarayıpyaramayacağına göre bir netice çıkarmaya çalışıyor, hatta bununla dayetinmiyor, başta da ifade ettim “böyle bir delili hükme esasalmayacak yeryüzünde hiçbir hukuk düzeni mevcut olmadığından,hiçbir zaman da olmayacağından aksine karar verilmesi halindeAnayasa Mahkememiz, daima sanığın haklarınıkamu güvenliğineüstün tutan ilk ve tek mahkeme olarak anılacaktır” diye bana göre çokda nazik olmayan bir üslûp içerisine konuyu gündeme getiriyor. Gerçisonuçta “takdir Yüce Heyetinizindir” diyor; ama, neticede her şeykırılıp dökülmüşoluyor.

Şimdi, Sayın Başsavcının böyle bir konudaki bir başka yanlışıya da kabulü de şudur: Sanığın haklarıyla kamu güvenliğinin birbirinekarşıt, birbirine zıt, sanki hukukçuların, karar verenlerin ya onu ya onuseçmek gibi, tercih etmek gibi bir mecburiyetle karşıkarşıya olduğunusöylemesidir, böyle bir tercih noktasına hukuku itmesidir. Bu, sonderece yanlışve tehlikelidir; çünkü, bu, daha çok hukuk devletindenziyade polis devletine yakın düşen bir görüştür bize göre. Çünkü, birhukuk devletinde, kamu makamlarının maksadı, kişiye yönelikişlemlerin hareket noktasıinsan haklarıdır. Kamu güvenliğinin özündede insan haklarıvar; yani, kamu güvenliğine önem veriyorsak, özündeinsan haklarınıkorumak istiyoruz demektir. Mesela, sanığın nedensavunma hakkıya da masumluk karinesi kamu güvenliği ile tersdüşmüşolsun? Neden karar verenler, sanığın hakkımı, masumlukkarinesi mi, yoksa kamu güvenliği mi diye bir ikilemin içerisine girmiş

1257

olsun ve bu kamu güvenliğini tehdit etmişolsun. Kaldıki, yasadışıyollardan delil elde etmeye kalkıştığımızda, bu delillerin imal edilmişolmasımümkündür, muhtevasının çarpıtılmışolmasımümkündür,müretteb deliller olmasımümkündür. Bunun kamu güvenliği açısındanmahzurunun daha az olduğunu kimse söyleyemez. O sebeple, SayınBaşsavcının kanaati hilafına. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunun254 üncü maddesinde soruşturma makamlarının zikredilip, üçüncükişilerin zikredilmemiş olması, kanun koyucunun bu hususudüşünmediğinden değil, bu hususa cevaz vermediğindendir. evleviyetkuralıgereğidir. O sebeple, meseleyi böyle anlamak daha doğru olurdiye düşünüyoruz.

Şimdi, bu dosyada kanunsuz bir şekilde elde edilen bir delilinolduğu kesin. Bizim bu açıklamayıyapmamız, bu delilden bir endişeduyduğumuzdan değildir kendi kanaatimize göre, üstelik bu delilinaleyhimize olduğunu da söylemek mümkün değil. Ben, sadece bunu,önümüzdeki dönemde meydana gelebilecek birkısım muhtemelgelişmeler açısından fevkalade sakıncalıbir yol olarak gördüğümüziçin ifade etmeye çalışıyoruz. Kaldıki, hukuk dışıyoldan elde edilendelillerin kararlarda kullanılamayacağı, bize mahsus, bana mahsus birgörüşde değil. Nitekim Askerî Yargıtay 2. Ceza Dairesi verdiği birkararda -karar numaralarını sık sık zikretmiyoruz, yazılısavunmalarımızda olduğu için- “kanuna, ahlâka ve genel adaba aykırısurette toplanan delilleri, hâkim, telakki etmekten kaçınmakzorundadır” diyor, böyle bir görüşe yer veriyor. Ceza MuhakemeleriUsulü Kanundaki yapılan 1992 değişikliklerini de, esas itibariyle de buyönde yorumlamak gerekir.

Şimdi, hukuka aykırılıktan kasıt nedir? Bize göre, hem yazılıpozitif hukuk metinlerine hem de hukukun evrensel uygulamayakavuşmuş ilkelerine aykırılık olarak anlıyoruz. Federal AlmanYargıtayının da bu yönde verilmişkararlarıvar. Sayın Başsavcı, bukonuyla ilgili olarak Prof. Feridun Yenisey’in mütalâasına başvuruyor.Orada da ifade edildiği gibi, eğer hukuk dışıyollardan elde edilendelil, kişi haklarına ağır bir müdahale teşkil ediyorsa, bunun delilolarak kullanılamayacağıgörüşüne yer veriyor. Şimdi,Sayın Başsavcıile bizim mutabık olmadığımız husus şuradadır: Başsavcıbir tedbirekarşıolmakla, o tedbiri usulüne uygun almak arasındaki farkıbilerekgözardıediyor. Şimdi bu davada, bir telefon dinlenilmesi bir tedbirolarak düşünülmüşolabilir, biz buna karşıdeğiliz; devlet, tabiatıylakendisini koruyabilmek, suç örgütlerini orta yere çıkarabilmek veyabaşkaca sebeplerle telefon dinlemeyi bir tedbir olarak düşünmüşolabilir; ama, bununla ilgili hangi usulü takip ederek böyle bir tedbire

1258

başvurabileceği de belirtilmiştir. Dolayısıyla, bizim karşıolduğumuz,usulüne uygun gerekli şartlarıhazırlandıktan sonra böyle bir tedbirebaşvurulmuşolmasıgerektiğidir. Bizim karşıolduğumuz birincisidir,ikincisi noktasında bir itirazımız yok. Bizim davamız bakımından arzetmek istersek, bu davada hem hukuksuzluk hem de kanunsuzlukyapılmıştır. Ne gecikmesinde sakınca vardır, ne yetkili makamlardanizin alınmıştır, ne karar alınmıştır; bir hayali üçüncü kişi tarafındanelde edilen bir delil şeklinde dosyaya takdim edilmiştir.

Şimdi, Sayın Başsavcının bu hukuk dışıyoldan elde ettiğimkendisinin de kabul ettiği delil, Sayın ERBAKAN ile Sayın YasinHatipoğlu arasındaki konuşmaya ilişkin bant kaydıdır ve bunu bir özelşahsın kendisine getirdiğini ifade ediyor. Acaba, gerçekten bir üçüncüşahıs mıgetirmiştir ya da bu iddia ne kadar inandırıcıdır? Çünkü,dosyada söz konusu kaydın kim tarafından, nasıl, ne zaman, neredetemin edildiği, elde edildiği ve nasıl geldiği belirtilmiyor. Şimdi, belkide bu Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 254 üncü maddesinekarşıbir hiledir. Çünkü, herkes iddiasınıispatla mükellef. Şayet birüçüncü kişi getirdiyse, bunun dosyada, hiçolmazsa bir şekildedelillendirilmiş olmasıgerekir, aksi halde biz, bu türlü usûl dışıyollardan, hukuk dışıyollardan bu bant kaydının, bizzat SayınBaşsavcıtarafından alındığınıkabul etmek gibi bir durumla karşıkarşıyayız. Kaldıki, şimdi iddia edildiği gibi, eğer bu hukuk dışıyoldan, hukuka aykırıbir şekilde elde edilen delili bir üçüncü şahısgetirdiyse, belliki bir kanunsuzluk yapmıştır ve kendi delili ile SayınBaşsavcılık makamına kadar gelmiştir. Şimdi, bir kamu görevlisi,kendi bilgisi dahilinde bir kanunsuzluğa, bir usulsüzlüğe muttaliolduğu zaman, bunu ilgili makama bildirmek mecburiyetindedir. Birüçüncü kişi gelip, kanunsuz yollardan bir bant kaydınıaldığınıiddiaediyor ve gidip kendisine veriyorsa, normal şartlarda onunla ilgili birtakibatın yapılmasılazım, bunun bir yere bildirilmesi lazım, bir işleminyapılmasıbakımından. Şu ana gelinceye kadar, bu bantıgetirenüçüncü kişiyle ilgili, biz şahsen araştırdık, herhangi bir işlem yapılmışdeğildir; yani, bu manada da Sayın Başsavcı, en azından göreviniihmal etmiştir.

Mezkûr bant kaydına gelince: Peşinen ifade edeyim ki, bu,Anayasamızın 20 ve 22 ncımaddesinde yer alan hakların ihlâlianlamındadır; hem özel hayatın gizliliğine dokunulmuştur hem dehaberleşmenin gizliliği ihlâl edilmiştir.

Bu gizliliğe hangi hallerde uyulmayacağıbellidir. Kanununaçıkça gösterdiği hallerde usulüne göre verilmişhâkim kararıya da

1259

gecikmesinde sakınca bulunan durumlarda kanunla yetkili kılınanmerciin emriyle. Şimdi, bu iki husus da, bu bantın elde edilmesindeispatlanmadan ortaya konulmadığına göre, hem özel hayatın gizliliğihem de haberleşmenin gizliliğini ihlalinin kabulü gerekmektedir.Olayımızda bu şartların hiçbirine riayet edilmediği gibi, dürüst işlemilkesi de, bize göre ihlâl edilmişdemektir.

Bantın içeriğine gelince: Bu, başta da arz etmeye çalıştım,Sayın Yasin Hatipoğlu ile -o tarih itibariyle Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanvekilidir- Sayın ERBAKAN arasındaki bir konuşmadır.Anayasamızın 94 üncü maddesinin son fıkrasına göre, Türkiye BüyükMillet Meclisi Başkanvekillerinin, o makama geldikleri andan itibarenpartiyle ilişkileri asgari düzeye inmişdemektir. Dolayısıyla, partiyitemsil imkânısöz konusu değildir; yaptığıişlem ya bireysel işlemdirya da Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekili sıfatıyla yaptığıbirişlemdir. Kaldıki, yine o bant ve o bant vesilesiyle kamuoyunagazetelerde yansıyan haberlere göre, Sayın ERBAKAN, kendikonumuyla ilgili olarak -siyasete dönme arzusuyla veya başkasebeple- tek taraflıbir çabanın içine girmiş, aradığıyalnız YasinHatipoğlu değil, mesela DTP Genel BaşkanıSayın HüsamettinCindoruk’u ve Sayın Yalım Erez’i de o günlerde aradığıgazetelerdeçıkan haberler arasındadır. Yani, arayan tek taraflı olarakERBAKAN’dır, sonuçta bu arama da bir fayda vermemiştir. Kaldıki,bantın muhtevasına baktığımızda da, Sayın Hatipoğlu, ERBAKAN’ınisteğini yerine getirmemiştir.

Anayasa Mahkememizin 971/41 esas, 71/67 karar sayılıbirkararında, başkaca inandırıcıve pekiştirici kanıt bulunmadıkça,yalnızca bu neviden bantların delil olarak kullanılmayacağınıdaayrıca ifade etmiştir. Bu konuyla ilgili maruzatımız da budur.

Sayın Başkanım, sayın üyeler; şimdi, bu dava dolayısıyla,maalesef, doğrudan işin esasına girmede bir zorluğumuz var. Çünkü,biraz evvel de arz etmeye çalıştım, evvela dava açıldı; dava açıldıdelil yok. Siz, lütfedip bir ara kararıverdiniz 12 Mayıs’ta, ondan sonraSayın Başsavcıdelil toplamaya gitti. Bula bula, biraz sonra temasedeceğim, belli konuşmaları, bir kaset -demin söylediğim- bir başkakaset ve konuyla alâkasıolmayan, daha doğrusu partiyle uzaktanyakından alâkasıolmayan bir dava dosyasınıve bazıdeğerli ilimadamlarının veya bazıgazetelerdeki köşe yazarlarının görüşlerinigetirdi. Şimdi, bununla netice hasıl olamayacağıanlaşılıyor ki, bu 105sayfalık -esas itibariyle önemli olan o gözüküyor, ona epey zamanayırdığı, gayret gösterdiği anlaşılıyor- metnin önemli bir kısmıterörle

1260

mücadeleye ayrılmışvaziyette. Bu dava bir terör davasıdeğil. Terördavasıysa; yani, teröre bulaşmışinsanların bir arada toplandığıbirpartiyse ya da Fazilet Partisi üyeler, terör eylemleri sebebiyle, terörünodak olduğu bir parti konumuna geldiyse, bunun delillerinin burayakonulması lazım gelir. Belki konjonktür, içinde yaşadığımız bugelişmeler, belki bu meselenin tartışılmasına imkân veriyor; ama.Fazilet Partisi ile ilgili birçok şey söylenebilir; ama, terörle bir alakasıyok. Yani, bu dava terörle mücadele davasıdeğil; kaldıki, YüksekMahkeme de devlet güvenlik mahkemesi değil; yani, biz, neyi buradatartışıyoruz? Ama, 105 sayfalık iddianamenin 50-60 sayfasıterörleilgili kısma ayrılınca, ister istemez bu konuda da bazışeyleri söylememecburiyeti hasıl oluyor. O sebeple, bir bölümü, bu 105 sayfalık esashakkındaki görüşün terörle mücadeleye ayrılmış, ondan sonraki birbölümü var. militan demokrasi ile ilgili bir konu. Demek ki. bu esashakkındaki görüsün dörtte üçü bu dava ile ilgisi yok. Belki, Batıülkelerinde terörle nasıl mücadele ediliyor, orada alınan kararlar ne.tedbirler ne; belki bir kaynak kitap olabilir. Doğrusu, bir yasaldüzenleme söz konusu olduğunda, bir terörle mücadele ile ilgili birpanelde, bir konferansta bundan istifade etmek şüphesiz mümkündür,güzel bir çabadır. Ama, ifade etmeye çalıştım, bizim davamız terörlemücadele davasıolmadığına göre, davanın önemli bir kısmınıesashakkındaki görüşün buna ayrılmış olmasını, doğrusu bir şekildeyadırgadığımıifade etmek istiyorum.

Şüphesiz, iddianamede belirtildiği gibi, mahkememizin görevi,yapmak istediği işortaya konulan delillerle, gerçekten Fazilet Partisibir partinin devamımıdır, değil midir ona karar verecek; bir desıralanan eylemlerin odağıhaline gelmişmidir, gelmemişmidir bunakarar vermişolacak. Yoksa, terörle Fazilet Partisi arasında bir ilgikurmak, doğrusu bize göre bir başka niyetin ifadesi olabilir.

Kaldıki, bugün, terörün savunulacak bir yanıda yoktur.Terörden bunca sıkıntı, bunca zahmet çekmişolan, bunca zarargörmüş olan bir ülkenin insanlarıolarak, terörü tasvip etmek demümkün değildir bilvesile ifade edeyim. Bunun ne dini olur, ne partisiolur, ne ideolojisi olur, ne de bu işi yapanların insanlıkla alakasıvardır. Öyleyse, Fazilet Partisi, terör eylemlerinin odaklaştığıbir partimidir? Öyleyse bunun delilleri nerede? Eğer delilleri yoksa, böyleayaküstü bu meseleleri getirip, burada konuşmak ve dava konusuyapmak, doğrusu bizim yadırgadığımız bir iştir: çünkü, dava açmayı,fevkalade ciddî bir işolarak görüyorum. Kesin delil yoksa, yeterli delilyoksa, sıradan bir alacak verecek davasında bile, bunlar olmadan birdava açmak mümkün olmadığıgibi, delile göre davanın nevi tayin

1261

edileceği için, önce delili toplayıp, sonra davayıaçma gerekecektir.Hele hele bu açtığımız dava, bir siyasî partinin kapatılmasıgibi, baştaarz etmeye çalıştığım ister Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi, isterVenedik Komisyonu Kararı, ister mahkemelerimizin bugüne kadarvermiş olduğu kararlar, içtihatlar muvacehesinde ve Anayasamızaçısından en son açılabilecek, en son düşünülebilecek bir tedbirse, otakdirde biraz daha titiz, biraz daha delilleri arizamik incelemegerekecek idi.

Şimdi, bir şeyi iddianameye yazıyorsak, bunun arkasınıgetirmişolmamız gerekir. Şunu diyemeyiz: Savunma makamıolarak tabiatıyla,bizim delil toplamada ya da delile ulaşmada iddia makamına nazaranbir imkânsızlığımız vardır. Çünkü, kamu adına görev yapan, üstelik budeğerli bir görev ifa eden zat ise; yani, Yargıtay CumhuriyetBaşsavcısıolarak iddianamesine yazdığıher hususla ilgili devletin hertürlü biriminden, kuruluşundan istediği delili elde etme imkânıvar.Şimdi, büyük iddia ile orta yere çıkıp, delil koyamayıp, ancakiddianamenizin yarısından fazlasını terörle ilgili bir meseleyeayırdığınız takdirde anlaşılıyor ki, burada Fazilet Partisi ile ilgili birimaj yaratılmak isteniyor ya da Sayın Başsavcı, konjonktürden ve songünlerde ortaya çıkarılan insanlık dışı vahşetin atmosferindenfaydalanarak bir sonuç elde etmeye çalışıyor.

Sözlü savunmasında, yeni birtakım kavramlar ilave ediyor:“ülkede bölücülük ve irtica açık ve yakın tehlike olmaktan çıkmış,yaşanan tehlike haline gelmiştir” diyor. Dolayısıyla, TürkiyeCumhuriyeti meşru müdafaa halindedir ve bunun da yolu partikapatmaktan geçiyor demeye getiriyor.

Şimdi, evvela bu kavram, açık ve yakın tehlike midir, açık vemevcut tehlike midir: bu ikisi birbirinden farklıdır. Çünkü, bir tehlikemevcut değil de, yakın tehlike ise, o zaman muhtemel birtakımgelişmeleri önceden öngöreceksiniz, muhtemel gelişmelere göretemel hak ve hürriyetleri kısıtlayacaksınız demektir. Ya o muhtemeltehlike gerçekleşmezse. Dolayısıyla, bu kavram açık ve mevcuttehlikedir. Açık ve mevcut tehlike söz konusu olduğu takdirde nelerinyapılacağı da Anayasamızda zaten ayrı müesseseler olarakbelirtilmiştir.

İkincisi, bu kriter; yani, açık ve yakın tehlike veya yaşanantehlike kavramı, bizim devamlıatıfta bulunduğumuz ve iç hukukta dadikkate alınacağınıumduğumuz, onu öyle ifade etmeye çalıştım, bu,Avrupa İnsan HaklarıMahkemesinin kriterleri değildir: bu, daha çok

1262

Amerikanvari bir meseleye bakış tarzıdır. Avrupa İnsan HaklarıMahkemesinin ve başta okuduğum Venedik Komisyonunun vesairkararlarında burada cebir ve şiddet esastır. Bir partininkapatılabilmesi için, o parti, üyeleriyle veya organlarıyla cebir veşiddeti teşvik ediyorsa, buna bulaşmışsa, bunu yöntem halinegetirmişse, cebir ve şiddet, o Avrupa İnsan HaklarıMahkemesininkriteridir. Kaldıki, burada bir meşru müdafaa halinden bahsedilir.Tabiatıyla, Ceza Hukukumuz açısından da meşru müdafaa hali birhukuka uygunluk sebebidir. Ama, meşru müdafaa hali. SayınBaşsavcının kullandığıtarzda, değerlendirmeye çalıştığıtarzda birmeşru müdafaadan bahsedilebilmek için, bizatihi kuvvetinkullanılmasıgerekir, silahlıeylemlere kalkışılmasıgerekir, terörün birsiyasî araç olarak kullanılmasıgerekir. Şimdi, bunlarıbu dosyayakoyduğunuza göre, şimdi, Fazilet Partili üyelerin ya da dosyaya delilolarak isimlerini zikrettiği üyelerin birisinin cebir ve şiddeti çağrıştıranbir beyanıvar mıya da delil olarak koyduğu kişilerin karıştığıbirsilahlıeylem var mı?.. Silahlıeylemleri teşvik eden, cebir ve şiddetiteşvik eden partinin yetkili organlarının bir kararıvar mı? Yani, budava ile Fazilet Partisinin ilgisi nedir? Neresinden bakarsanız bakın,doğrusu, ben bir irtibatınıkuramadım. Onun için, delil olarak getirilende -biraz sonra az edeceğim- netice itibariyle Meclis kürsüsünden birkaç tane yapılan konuşmadır ve onların dışarıda yansımasındanibarettir.

Şimdi, Sayın Başsavcının, yine bu dosyada, esas hakkındakigörüşte, muhtemelen 15-20 sayfalık ayrıbir bölümü var. O ayrıbölümde, demokrasilerin neden militan karakterde olmasıgerektiğiyleilgili bir tartışma açıyor ve burada da, yine Sayın Başsavcı, düzendışı, marjinal ya da rejimi yıkma amacıgüden siyasî partilerinkapatılmasının zorunlu olduğu sonucuna varıyor. Şimdi, bu dava,nasıl terörle mücadele ile alâkalıbir dava değilse, demokrasilerimizinmilitan karakterde olup olmamasıyla ilgili bir dava da değildir; yani,parti kapatmak doğru mudur, yanlış mıdır, biz bunu buradatartışmıyoruz. Belki, akademik bir toplantıda bunun münakaşasınıyapabiliriz, kapatılır, kapatılmaz; ama. bizim hukukumuz da,Anayasamız da, yasalarımız da parti kapatmayıbir müessese olarakkabul ettiğine göre, bunu tartışmanın, bizim açımızdan faydasıyoktur.Belki, tartışılması gerekecek şey. Anayasamızdaki ve y asalarmuzdaki parti kapatma ile ilgili hükümlerin, içinden geçtiğimizdemokratikleşme süreci, içinde yer almaya çalıştığımız Batılıdeğerler, evrensel değerler karşısında bu parti kapatmayla ilgilinormların, kuralların genişveya dar yorumlanmasıyla ilgili belki birmüzakere yapılabilir. Yoksa, parti kapatılır mı, kapatılmaz mı,

1263

demokrasilerde bu uygun mudur, değil midir; bu, şu an bizimkonumuzun dışında kalıyor. Bizim kanaatimiz ki, bizim hukukumuzda,Anayasamızda, yasalarımızda parti kapatmayla ilgili maddeler vardır,hükümler vardır. Bizim demokratik sistemimiz, böyle bir kapatmamüessesesini kabul etmiştir; ancak, bu normların dar yorumlanmasılazım geldiği, mü brem ve zorlayıcınedenler olmadıkça partikapatmanın uygun olmayacağıyönündedir. Esasen günümüzündünyasında da. çok mecbur kalınmadıkça parti kapatmanın doğruolmayacağıifade edilmektedir.

Şimdi, bu kadar hem terör hem de militan demokrasi ile ilgiliesas hakkındaki görüşte neden uzun uzun münakaşa yapıldıve yerverildi. Eğer yanılmıyorsak, bunun sebebi. Fazilet Partisi hakkındamenfî bir imaj oluşturmak istemektedir Sayın Başsavcı. FaziletPartisini düzen dışı, marjinal, rejimi yıkmak isteyen bir siyasî partiolarak tavsif etmektedir; ancak, bu. bize göre kesinlikle doğru değildir.Şunu açık olarak ifade ederim: Yani, Fazilet Partisinin yanlışlarıvardır, eksiklikleri vardır, sütten çıkmışakkaşık da değildir: şahsen bupartinin bir milletvekili olarak benim de hoşuma gitmeyen yanlarıvardır; keşke şunlarışunları yapmasaydık dediklerimiz vardır;önceliklerine itirazımız vardır, sorun çözme metoduna itirazlarımızolabilir; ama, bütün bunlar olabilir de, bunlar siyasetin eksiklikleridir;her partinin kendisine göre artısıvardır, eksisi vardır; ama, FaziletPartisi kesinlikle rejim karşıtı, marjinal ya da Türkiye’de rejimi yıkmayaçalışan bir parti olarak tavsif edilemez. O sebeple, bu yönde zatenpartiler ve Fazilet Partisi de. kendi içerisinde bir özeleştiriyapmaktadır.

Birinci özeleştiri, zaten giriş bölümünde yaptım; yani, bizimadımıza millet yaptı“siz belediye başkanlığınıiyi yapıyorsunuz; ama,ülkenin genel yönetimi söz konusu olduğunda, sizin, meselelerikavrayış tarzınıza, reflekslerinize, sorun çözme yönteminize,önceliklerinize itirazım var” dedi, bize bir ikazda bulundu. FaziletPartisi bunu anlarsa anlar, anlamazsa oyunun dışında kalır. Bu,birinci eksikliğidir.

İkincisi, bugün, gerçekten Türkiye’de siyasî partilerle ilgili, siyasîkurumlarla ilgili zaman zaman pek çok kamuoyu araştırmalarıyapılıyor, özellikle güvenilirlik açısından, maalesef, geldiğimiz nokta,partilerimiz açısından son derece üzücü bir manzaradır. Neden;çünkü, bizim demokratik siyasî hayatımız partiler üzerine inşaedilmiştir; yani, demokrasimiz partinin sütunlarıüzerine oturuyor. Busütunlara vatandaşın itibarı kalmadıysa, vatandaşın güveni

1264

kalmadıysa, oturup, ciddî bir özeleştiri yapmamız gerektiği ortadadırve kurumların itibar grafiği açısından, güvenirlik açısından en altsıralarda yer aldığıdoğrudur, hatta biz, ben kendim grupta veyabaşka tarafta yaptığımız değerlendirme de sudur: Ülkeninsorunlarının çözülmesinde, bu karanlık tablonun ortadan kalkmasındasiyasî partiler bir nevi ampuller gibidir. Ama, 18 Nisan seçimsonuçlarına baktığınızda, yüzde 12’lik, 13’lük, 15’lik, azamisi 20’likbirer ampul gibidir; yani, tabir caizse kümes ampulleriyle biz zifirikaranlığı aydınlatmaya çalışıyoruz. Şu an siyasetin arkasında,maalesef, halk yoktur. Böyle olunca, zaten her parti, kendi içinde ciddîbir özeleştiri yapmaya mecburdur ve şu an siyaset de zaten Meclisduvarları arkasına sıvınıp kalmıştır. Yani, toplumun değişikkesimleriyle siyasetin irtibatıbüyük ölçüde kesilmiştir. Bir siyasetçininya da bir siyaset kurumunun ya da bir ülkede siyasetin başınagelebilecek en büyük felaket, en büyük sıkıntı, arkasında halkınolmamasıdır. Tabiatıyla, bu genel değerlendirme içerisinde, buolumsuzluklar içerisinde Fazilet Partisinin de kendine düşen bir kusurpayıvardır, bir eksikliği vardır, bir yanlışlığıvardır.

Başta ifade etmeye çalıştım; işte bir demokratik sabır, tabircaizse, bir iç hesaplaşma, içeride bu işlerin tartışılmasıiçin makul birsürenin gerçekleşmesi, bu sosyal ve siyasal gerçekliğinkavranabilmesi noktasında bir demokratik sabrın gösterilmesigerekmektedir. Onun için, Fazilet Partisinin tüzelkişiliğiyle ilgili,politikalarıyla ilgili birtakım eksiklikleri, yanlışlıklarıolabilir. Ama, kabuledelim ki. içinden geçtiğimiz süreç, siyasetin bir kısım dinamiklerini dedeğiştirmiştir, bir kısım kurallarını da değiştirmiştir, meseleyeyaklaşımlarınıdeğiştirmiştir. Neden; çünkü, siyasetin itibarıartık dibevurmuştur, buradan daha gideceği bir yeri kalmamıştır.

Dikkat buyurulduysa, belli bir süreden beri bir iktidar-muhalefetdiyalogu başlamıştır. Meclis, eskisine nazaran daha iyiçalışabilmektedir. Gerçi, kaliteli kanun yapıyor muyuz, yapmıyormuyuz; yani, kanunların çok sayıda çıkmış olması tek başınayetmiyor, çıkan kanunların da kaliteli kanunlar olmasıgerektiği deşüphesiz ortadadır. Ama, netice itibariyle, bir evvelki döneme, birevvelki döneme nazaran Meclisin, bu manada bir çabanın, birgayretin içerisinde olduğu ortada.

Yine, belki bu dibe vurmuşluğun, toplum nazarında giderekgüven kaybetmişliğin bir tabiî sonucu olarak ya da kavgaya dayalısiyaseti Türk Toplumunun tasvip etmemişolmasından kaynaklanarakgeldiğimiz noktada bir eski dönemlere, daha evvelki dönemlere; ama,

1265

kesinlikle 1980 önceki dönemlere hiç benzemeyen tarzda bir iktidar-muhalefet diyalogu başlamıştır. Artık, eskisi gibi vatandaşırahatsızeden manzaralar Mecliste çok sıkça yaşanılmamaktadır. Gerçi,bugünkü hükümetin büyük bir çoğunluğunun muhalefetin desteğineihtiyacıolmamasına rağmen, özellikle Anayasa değişikliklerinde,Gümrük Kanunu gibi 250 maddeden ibarettir ki, eğer İçtüzüktekiengelleme imkânlarınıgündeme getirip koysanız, o kanunun birsenede çıkmasımümkün değildir; ama, bir işbirliği içerisinde, böylebir kanun bir günde çıkarılabilmiştir. Şimdi, arkadan gelecek kanunlarvar. Belki, bunlar, Türkiye’de, işte eski muhalefet ve iktidaranlayışının, eski siyaset anlayışının ve bunun kalıplarınındeğişebileceği noktasında bize ümit veriyor, bir imkân veriyor veşüphesiz, herkese görev düştüğü gibi, sorumluluk düştüğü gibi, bumanada Fazilet Partisine de önemli bir görev düştüğü kanaatinitaşıyoruz.

Kaldıki, öte yandan Sayın Başsavcının, bu iddianamesindekullandığı, esas hakkında görüşte de ifade edilen bu “marjinal”kelimesidir. Şimdi, “marjinal” kelimesi, toplumda genel olarak hakimolan değerden uzak olma, toplumun desteğine mazhar olamamakanlamına gelir, kavram olarak ifade ettiği şey budur.

Halbuki 18 Nisan yerel ve genel seçim sonuçlarınıdikkatealdığımızda, her halde üçüncü parti olmuşbir partiyi, bu manadamarjinal bir parti kabul etmek ya da genel seçimde yüzde 15, yerelseçimde yüzde 23 olmuşolan bir partinin seçmen tabanınıda hesabakattığınızda, toplumun neredeyse her dört kişisinden birisini demarjinal eğilimli bir seçmen olarak, seçmen kitlesi olarak tavsif etmek,bence Türkiye gerçeklerine de çok fazlaca uyduğu kanaatinitaşımıyoruz.

Sayın Başkanım, sabrınıza teşekkür ediyorum sayın üyeler.Şimdi, esas iddia noktasına geliyoruz. Şimdi, bu davanın iki temelsebebi var. Bir tanesi, laiklik karşın eylemlerin odağıhaline gelmişolması, ikincisi de devam keyfiyetidir.

Şimdi, birinci iddia bakımından her halde üzerinde durmamızgereken konu laiklik ve odak kavramıdır; yani, birinci iddianın iki taneayağıvar: laiklik ve odak. Bu iki kavram üzerine odaklaşmışoluyorbirinci iddia. Şüphesiz, bu laiklik konusuyla ilgili olarak biz, birincisavunmamızda, ön savunmamızda ne anladığımızı, dünyada laikliğinnasıl anlaşıldığı, derişik ülkelere göre bunların tatbikatıyla ilgili birazteorik, biraz akademik bazıizahlarda bulunmaya çalışmış idik.

1266

Dolayısıyla, burada tekrar o teorik konulara girip, vaktinizi çok fazlaalmak istemiyorum. Ancak, bu laiklik konusuyla ilgili kısaca birkaç şeyifade etmem gerekecek

Şimdi, demokrasinin laiklikle ilişkisi hakkında farklıgörüşlerbulmuşolmakla beraber, çağdaşdemokrasi uygulamasında bunlarabaktığımızda, bu demokrasilerin önemli bir kısmılaik sistemlerdir;ancak, demokratik olmayan ülkelerin birkısmıda laiktir, laik olmayanantidemokratik ülkeler de vardır. Bu tespitten hareketle dünyadakiuygulamalara bakarak laiklik, demokrasinin yeterli şartıdeğildir; ama,gerekli şartıdır. Ancak, laikliğin doğru anlaşılmışolmasılazım gelir.Totaliter rejimlerde uygulanan şekliyle, anlaşılan şekliyle oradakidemokratik laiklik anlayışıyla demokratik bir siyasal sistemdeki laiklikanlayışıarasında fark var. Çünkü, totaliter laiklik anlayışıiçerisindedinin, kötü, zararlı, gerici bir toplumsal güç olarak kabulü vardır. Onuniçin de siyasal sistem, siyasal ilerleme dinden özgürleşme olarakanlaşılmıştır. Bu dinden özgürlük anlamındaki, tarzındaki laiklikanlayışıdaha çok Fransız tipi bir anlayışa tekabül ediyor. Dininözgürleşmesi anlamındaki laiklik anlayışı da, Amerika BirleşikDevletlerinde daha çok uygulama alanıbulan bir anlayıştır. Ama,laikliğin arkasındaki temel düşünce devletin, dinler karşısında prensipitibariyle tarafsız kalmasıgerektiği düşüncesidir. Dinî inanç ve felsefîkanaatler bireysel tercihlere bağlıdır. Bu nedenle devlet, dinî veyafelsefî inancın hakikati konusunda karar almaya, o uygulamaya yetkilideğildir. Laiklik, bu anlamda bir özgürlük ilkesidir bize göre. Bununiçindir ki, laiklik, bireyleri ve onun temel hak ve özgürlüklerini değil;devleti ve onun güç kullanımınısınırlayan bir ilkedir. Laik devletingörevi, bütün inançlara saygıgöstermek, dinî veya sekliler görüşlerarasında bunları benimseyen kişiler arasında hiçbir ayırımyapmamaktır. Bu tespitten yola çıkarak laiklik, tarafsızlık ilkesininsonuçlarından biridir. Bunun tabiî sonucu olarak da laiklik, toplumsalbir barışilkesidir. Şimdi, bu ilkelerin ışığında laiklik nedir? derseniz.Bize göre, din ve vicdan özgürlüğünün teminat altında olduğu birsistemde, siyasî meşruluğun dinden kaynaklanmaması.

İkincisi, hukukî düzenin doğrudan doğruya dine dayanmaması:devletin, dinler ve felsefî kanaatler karşısında tarafsız olmasıdır. Biz,laikliği böyle anlıyoruz. Bununla beraber, siyasî meşruluğun dinedayanmamış olması, din olmaması, dinin bireysel ve toplumsalboyutunun laik devlet tarafından tanınmamasıanlamına gelmiyor.Diğer yandan, elbette, laik bir düzende kişilerin de, dinî ihtiyaçlarınınkarşılanmasıkonusunda tabiatıyla devletten talepleri olabilir, bunları

1267

dile getirebilirler; bunlarısiyasetçilerden, ülkeyi yönetenlerden talepedebilirler.

Bu çerçevede bize göre laikliğin iki ayağıvardır. Birincisi, din vevicdan özgürlüğü, ikincisi devletin dinî ve seküler inançlar karşısındatarafsızlığıdır.

Birincisi açısından bugün bir tartışma yok; farklılıklar daha çoktartışma,devletin tarafsızlığı üzerine yoğunlaşmaktadır bütündünyada. Bu tartışmalara ve uygulamadaki farklılığa baktığımızda,bugün yeryüzünde evrensel, standart bir din-devlet ilişkileri modeliyoktur; yani. her ülke, kendisine göre din-devlet ilişkisiyle ilgili birmodel geliştirmiştir. Onun için herhangi bir ülkede, o ülkedeki laiklikuygulamalarınıeleştirmek, farklıyorum ve önerilerde bulunmakmümkündür. Bu, laiklik karşıtıolmak anlamına gelmiyor. Çünkü, bizimülkemizde de. netice itibariyle birkısım tartışmalar var. Ama, kesinolan bir şey var; o da. din ve vicdan özgürlüğü, demokratik, laiklikanlayışının vazgeçilmez bir şartıdır. Böyle olduğu ve Batıda böylekabul edildiği için laiklik anlayışında ve uygulamalarında giderek statikbir yorum yerine, ülkenin ihtiyaçlarına, gelişen şartlara göre dahadinamik bir yorum hakim olmakta, din ve devlet arasında bir uyumluberaberlikten ve bunun zaruretinden söz edilmektedir. Kesin ayrılıkyerine, hayırhah, tarafsızlık diyebileceğimiz bir anlayışayönenilmektedir.

Sayın Başsavcının iddia ettiği laiklik aleyhtarıeylemlerin odağıhaline gelmişolmakla ilgili birinci bölümde laiklikle ilgili görüşümüzüburada ifade etmeye çalıştım. Şimdi, ikincisi, bu odak olmakonusudur; bu davanın temel ayaklarından bir tanesi bu.

Şimdi, bu odak kavramından ne anlıyoruz, ne anlaşılmasılazımgelir. Anayasanın 69 uncu maddesinin altıncıfıkrası“Bir siyasîpartinin 68 inci maddesinin dördüncü fıkrasıhükümlerine aykırıeylemlerinden ötürü temelli kapatılmasına, ancak, onun bu niteliktekifiillerinin işlendiği bir odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesincetespit edilmesi halinde karar verileceği” belirtilmiş; fakat, Anayasadabunun ilkeleri, bunun kriterleri ortaya konulmamıştır. Arna, bunakarşılık, Siyasî Partiler Kanunumuzun 103 üncü maddesi bu hususuaçıklığa kavuşturmuşve bazıkriterler koymuştur.

Şimdi, burada; bir, parti üyeleri bakımından odak olma; ikincisi,parti organlarıbakımından odak olma diye bir ikili tasnif yapmamızgerekecektir.

1268

Şimdi, üyeler açısından baktığımızda, yasak eylemlerin, partiüyelerince işlenmişolmasıdurumunda birinci şart, bu eylemlerinyoğun bir şekilde işlenmişolmasıgerekir; yoğunluk şartı, 103 üncümaddenin ikinci fıkrası.

İkincisi, bu eylemlerin, yoğun bir şekilde üyeler tarafındanişlenen bu eylemlerin, 103 üncü maddenin ikinci fıkrasında sayılanorganlarca zımnen veya açıkça benimsenmişolması; yani, bu ikişartın birlikte gerçekleşmesi gerekir.

Yasak eylemlerin parti organlarınca işlenmesi durumunda ise,bu eylemlerin belli parti organlarınca kararlılık içinde işlenmesigerekmektedir. Dolayısıyla, 103 üncü maddenin ikinci fıkrası, odaklailgili olarak “yoğunluk, benimseme ve kararlılık” diye üç tane kavrammaddeye yazmıştır. Bu üç kavrama yüklenecek anlam ya da bu üçkavramın yorumlanması, davanın sonucunu, birinci iddia bakımındanbelirleyecektir.

Şimdi, önce yoğunluk üzerinde durmamız gerektiğinde,yoğunluk kanaatine varabilmek için bu fiillerin, Yüksek MahkemeninRefah Partisiyle ilgili verdiği kararda da belirttiği gibi. nicelik, nitelik vesıklık açısından değerlendirilmesi gerekir. Hal böyle olunca, farklıüyeler tarafından değişik zamanlarda çok sayıda yasak fiillerinişlenmişolmasıicap eder. Kimi parti üyelerinin, tek tuk eylemlerininyoğunluk şartınıgerçekleştirmeyeceğini düşünüyoruz.

Yine, bu ağır ihlâl niteliğindeki fiillerin muhtelif parti üyeleritarafından düzenli ve sürekli olarak işlenmişolmasıicap eder. Düzenliolmayan, münferit, arizî eylemler, partinin odak haline geldiğikanaatine götüremez. Kaldıki, yüzbinlerce üyesi olan partilerde, herzaman, bir vesileyle ifade ettim, radikal unsurlar olabilir, suç işlemearzusu içerisinde olan insanlar olabilir ya da birkısım ajanprovakatörler de, binlerce, yüzbinlerce parti üyeleri arasına sızabilir,özellikle Türkiye gibi dengelerin fevkalade hassas olduğu ve çokyönlü dışpolitikanın bir kavşak noktasıhaline geldiği bir ülkede,şüphesiz bu neviden müretteb birtakım olaylarla da partilerinkarşılaşmasımümkündür. Onun için sürekli ve düzenli olması, bubakımdan önem arz ediyor.

Ayrıca, bu eylemlerin ilgili parti organlarıki, bu 103 üncümaddede sayılmışolan organlardır. Bunlar büyük kongre, merkezkarar ve yönetim kurulu, Türkiye Büyük Millet Meclisi grubu, GenelKurulu veya grup yönetim kuruludur. Bu organlar tahdidi olarak

1269

sayılmıştır, bunlara yenileri bu düzenleme karşısında ilave etmek demümkün değildir. İşte üyeler tarafından yoğun bir şekilde işlenmişolan, sıklıkla işlenmiş olan yasak fiillerin, partinin bu zikredilenorganlarıtarafından da açık veya zımni bir şekilde benimsenmişolmasıicap eder. Tabiatıyla, partinin bu yasak eylemlerden de birşekilde haberdar olmasıgerekir.

Üzerinde duracağımız ikinci konu. bu kararlılık konusudurorganlar açısından. Çünkü, odak kavramıbakımından kararlılık şartıbizatihi parti organlarıiçin öngörülmüşbir şarttır. Burada da iki husus,bize göre önem arz ediyor. Parti tüzelkişiliğini bağlayacak organlar,yalnız zikredilen organlardır. Mesela, il idare heyetlerinin, ilçe idareheyetlerinin, şimdi son düzenlemeye göre. gençlik kollarının, kadınkollarının eylemleri bu kapsam içerisinde mütalâa edilemeyecekdemektir.

İkincisi de, eylemlerin kararlılık içinde işlenmişolmasıgerekir.Parti organlarının arasıra meydana gelen arizî eylemler veya kısazaman dilimi içinde işlenmişolan uzun süreli temadi eden nitelikteolmayan eylemleri kararlılık şartınıoluşturmaz. Çünkü, kararlılık, aynızamanda sarsılmaz bir irade tutarlılığıdır.

Şimdi, bu kriterler açısından ileri sürülen iddia ve deliller,gerçekten Fazilet Partisini laiklik karşıtıeylemlerin odağıolarak kabuletmemizi mümkün kılıyor mu? Hemen belirteyim ki, Sayın Başsavcı,davada delil olarak ileri sürdüğü bütün hususlar, parti üyelerinineylemleriyle ilgilidir, parti organlarıyla ilgili ortaya bir delil, bize görekoymuşdeğildir.

Üyelerin yasak eylem olarak iddia ettiği hususların neredeysetamamına yakınıda başörtüsü tartışmalarıyla alakalıdır. Dolayısıyla,birinci iddia, nasıl laiklik ve odak kavramıüzerine odaklaşıyorsa, bubirinci iddianın odaklaştığıtartışma da başörtüsü konusudur. Şimdi,burada birkaç hususa dikkatlerinizi arz etmek istiyorum.

Başörtüsü konusu, bizatihi Fazilet Partisinin çıkardığı, toplumungündemine getirdiği, toplumun önüne koyduğu bir konu değil. Çünkü,Fazilet Partisinin kuruluş tarihi 17 Aralık 1997, neticede iki yıllıktüzelkişiliği olan, siyasette bu şekliyle iki yıllık bir geçmişi olan birparti. Ama, yazılan yazılara, kararlara, münakaşalara baktığınızda, butartışmanın en az 15-16 yıllık, daha geriye götürürseniz bir çeyrekasırlık bir boyutu var. Nitekim 2000 yılında devlet büyüklerine teslimedilmek üzere birkısım mektuplar, 1984’te, 1985’te verilmiş.

1270

Bunlardan bir tanesi de Sayın Meclis Başkanına gönderildi. Açıldığızaman, içinde, 1984 yılında yazılan bu mektubun içeriğinin başörtüsükonusuyla alakalıolduğu orta yere çıktı. Dolayısıyla, başörtüsükonusu, birebir Fazilet Partisiyle irtibatlıbir konu değil; onun gündemegetirdiği, şüphesiz üzerinde konuştuğu bir konudur -onu arzedeceğim- ama, münhasıran Fazilet Partisinin gündeme getirdiği birkonu değil, hukuki yönü olan, sosyolojik yönü olan, siyasî yönü olan,pek çok yönü olan bir konudur.

İkincisi, başörtüsü konusu, sadece Fazilet Partililer tarafındandile getirilen, yalnız onlar tarafından konuşulan bir konu değil; SayınBaşsavcının, esas hakkındaki iddiasında ve sonraki görüşlerinde,görüşlerine atıfta bulunduğu, demeçlerini veya beyanlarınıdelil olarakkullandığıkim varsa, bugün Türkiye’de, bir parti gösterilemez kibaşörtüsü konusunu konuşmuşolmasın, öyle ya da böyle, bana, birköşe yazarıgösteremezsiniz ki, başörtüsü konusunda öyle ya daböyle bir yazıyazmışolmasın, dolayısıyla toplumun gündeminde olanherkesin konuştuğu bir konuyu Fazilet Partisi de, kendisi bir şekildekonuşmaya çalışıyor. Sayın Başsavcı, kendisi delil olarak bazıdeğerlizevatın görüşlerini delil olarak sunduğu için, müsaade ederseniz, bende, hem aynı zevatın konuşmalarından hem de başka türlükonuşmalardan birkaç hususu arz edeceğim.

Cumhurbaşkanımız Sayın Demirel, bir konuşmasında diyor ki -bunlarıdosyanın ekinde verdik- “dindar insanın kaynağıdevletiyönetenler değildir. Onun kendisine rehber aldığıyer başkadır,mütedeyyin insan, Kuran’ıKerim ne demişse, hadisi şerif ne demişse,sünneti seniye ne demişse onu yapacaktır. Biz. isteyen taksın,istemeyen takmasın diyoruz; serbestliği istiyoruz. Biz, yasaklarakarşıyız, genel ahlak ve güvenliği koruyan yasaklar hariç, diğeryasaklara karşıyız. Biz, liberaliz diyoruz; liberal ekonomiyi savunanlar,liberal demokrasiyi de savunurlar. Avrupa’da böyle bir kanun yok, -başörtüsüyle ilgili söylüyor- orada isteyen takıyor, istemeyentakmıyor; takan takmayana, takmayan da takana karışmasın diyoruz.Herkes birbirine hoşgörü göstersin diyoruz. Türbana karşıolmayınca,hadiseye böyle bakınca, tabiî ki, oyumuz da bu istikamette olur.”Verdiği oyla ilgili, o kanunun oylamasıyla ilgili bir konuyu, böylece dilegetirmişoluyor.

Şimdi, Sayın Başbakanımızın beyanınıbu noktada delil olarakgösteriyor. Sayın Başbakanımız bir konuşmasında şöyle diyor:

1271

“Benim düşünceme göre, dünyadaki uygulamalara göre ilk veortaöğretim çağındaki çocuklara belli bir kıyafet mecburiyeti veyayasaklamaları getirilebilir. Bu, antidemokratik olmaz; amayükseköğretim cağına gelmiş kinişlere, gençlere, ahlak kurallarıdışında kıyafet mecburiyeti veya sınırlama getirilemez; isteyen Örter,isteyen örtmez. Bazıkimseler diyor ki, başörtüsüne karşıdeğiliz; amaideolojik nedenle başların örtülmesine karşıyız. Ben, bu görüşekatılmıyorum. Demokrasi varsa, ideolojik nedenler bile söz konusuolabilir, yasaklar kalkarsa, üniversitedeki genç kızların veya dineğitimi gören genç kızlarımızın başlarınıörtme ve kendilerini mecburhissetmemeleri için vereceğim demokratik mücadeleyi daha gönülrahatlığıile verebilirim. Yasaklıkişilere karşımücadele vermek, benimdemokrasi anlayışıma sığmaz.

Tarikatçılığın yasaklanmasına da karşıyım. Tarikat, adıüzerinde yol demektir, yol arayışıdemektir. Vicdan ve düşünceözgürlüğü bulunan bir toplumda, herkes kendi yolunu arayabilmelidir.Bu durum, dinin çağdışıkalmasınıönler. Ben tarikatçıolmam; ama,din konusunda herkesin kendi arayışınıserbestçe yapabilmesindenyanayım.”

Sayın İsmail Cem’in bir konuşmasıvar. “Laiklik, inananların,farklı inananların, inanmayanların kendi değişik tercihlerinin,inanışlarının, inançlarınıuygulayabilmelerinin ortak güvencesidir. Birörnek verilirse, türban kullanmak isteyenin bunu özgürceyapabilmesinin de, kullanmak istemeyenin, kullanmamaÖzgürlüğünün de ortak güvencesidir.”

Yine bir başka konuşmasında “Örneğin hangi gerekçeyle olursaolsun, öğrenci kızlara başörtüsünü yasaklamayı, yasaya uymayanlarıcezalandırmayı, siz, Avupa Konseyine anlatamazsınız.”

Milliyetçi Hareket Partisi Sayın Genel BaşkanıSayın Bahçeli’ningörüşleri, merkez karar yönetim kurulu toplantısıöncesinde biraçıklama yaparak;

Üniversitede yaşanan başörötiisü meselesine de dikkat çekenBahçeli, öğrencilerin başlarınıaçmaya zorlanarak okuma haklarınınortadan kaldırmanın, ne laiklikle, ne de demokratik devlet anlayışıylabir ilgisi olmadığını” söyledi.

Bir başka konuşmasında “Üniversitelerimizdeki başörtüsüdramına son verilmesi, hem insan haklarıhem de ülke huzuru

1272

acısından bu Yük önem taşımaktadır. MHP, başörtüsünüyasaklayarak irtica ile mücadele edilemeyeceğini düşünmektedir.”

Kahramanmaraş’taki bir mitingte Sayın Bahçeli “Türkiye’desiyasî partilerin iktidarda farklı, muhalefette farklıkonuşmalarınıeleştirdi. Başörtüsünü siyasî bir simge olarak gösterip, İslam dininesaldırıldığının altınıçizen Bahçeli, dün ne kadar Marksist, ateist vekomünist varsa, bugün laiklik kisvesi altında İslam’a saldırıyorlar. Butür tutum ve davranışlar devlet-millet zıtlaşmasına götürür” diyeuyardı.

Bir başka konuşmasında “özellikle bazıüniversite yöneticileriylemevcut hükümetin duyarsız tavırlarınıanlayamıyoruz. Bu çevrelerinkabul etmek istemedikleri şey, soruna dikkat çekmenin, duruma bir anönce son vermenin istismarcılıkla bir ilgisi olmadığıdır. Anlaşılmaz birşekilde sorunu derinleştirerek, kronikleşmesi arzu edilmektedir.”

Ordu meydanında yaptığı konuşmada “başörtülü kızkardeşlerim, bacılarım üniversitelerde okumalıdır. Bunlarısokağadökerek perişan etmeye kimsenin hakkıyoktur. Başörtüsü meselesinikörükleyeceksin. Meclise gelince utanacaksın, bunu kabullenmekmümkün değildir. Başörtüsüyle ilgili olarak din istismarıkadar laikliğide istismar edenler bu sorunun çözümüne ulaşamazlar.”

Bayburt’ta yaptığıkonuşmada “Müslüman olmasısebebiyle deinançlarıdoğrultusunda hareket eder...” Müslüman olmasısebebiylede kız çocuklarımız için. “...genç kızlarımız, hanımlarımız, başörtüsütakabilirler. Bu hareketler, vicdan hürriyeti ve insan haklarıkapsamındadır.”

Erzurum İstasyon Meydanında yaptığı konuşma: Coşkulukalabalığa seslenen Bahçeli “Yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede,başörtüsü yasağının da ateş ile oynamak anlamına geldiğinivurguladı. MHP’nin başörtüsü konusunda bir tavrının olmadığıyönündeki iddialara da sert çıkan Bahçeli, başörtüsü konusundakiaçıklamalarımızıSağır Sultan duydu, sen mi duymadın? dedi veşöyledevam etti; “Yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede, başörtüsü sorunuyaşanmamalıdır. Başörtüsüne yasak getirmek ateşle oynamak gibidir.Başörtüsüne itiraz olmaz. Müslümanlar incitilmemelidir.”

MHP’li Devlet BakanıŞuayip Üşenmez- Bunların bir kısmı,hükümetin kurulmasından sonraki konuşmalardır- üniversitelerdeuygulanan ve sosyal bir yara olarak tanımladığıtürban yasağının,

1273

uzun vadede çözülebileceğini söyledi. “Birisi kapanıyorsa, onakapanmayacaksın diye zorlamaya gerek yoktur.”

ElazığMilletvekili MHP’li Sayın Mustafa Gül, 11 Nisan 1999tarihinde yaptığıbir toplantıda “Rabbimin izniyle, MHP’ye mensupmilletvekilleri tarafından bu işçözülecektir. Aksi takdirde, başörtüsümeselesi de bitmez, imam hatip meselesi de bitmez, bunuçözeceğiz.”

Şimdiki Tarım BakanıSayın Hüsnü Yusuf Gökalp, CumhuriyetÜniversitesinde okuyan bir grup başörtülü öğrenciyi kabulünde şukonuşmayıyaptı:

“Kanun ve yönetmelikleri hiçe sayarak, ben sizi içeri almıyorumkeyfiyetinde olamazlar. Böyle bir hakka kimsenin sahibi yoktur.Bugün, başıörtülüleri almayan öğretim üyesi ve idareciler, yarınkahverengi ceketlileri almazlar, birisi de gelir, kahverengiye karşıbirallerjisi olur, keyfi tutum olmaz ve MHP mensuplarıolarak MHP’denaday adayıolan bir milletvekili, aday adayıolarak ve bir üniversiteprofesörü olarak, üniversitenin daha yeni ayrılmışbir dekanıolarak bututumu kınadığımıbasın aracılığıyla tüm sevgili hemşerilerimeduyurmak istiyorum.”

Sayın Bahçeli “Türkiye Büyük Millet Meclisinde başörtüsüçağdaşkıyafete aykırıdeğildir diye bir maddenin eklenmesidir” diyor.“MHP 19 Nisan’da iktidara geldiği gün, o Mecliste çoğunluğu aldığıgün ilk vereceği tekliflerden birisi inanıyorum ki bu tekliftir” diyor.

MHP Trabzon Milletvekili adayıMuhammet Öztürk “namusolarak bildiğimiz başörtünüze el atıldı. Bu, Türk Milleti için birzulümdür, bir vebaldir. CenabıHak, bu milleti bu zulden MHPiktidarıyla kurtaracaktır; şafak yakındır.”

Sayın Mesut Yılmaz’ın, bir gazeteci olarak GüneriCivalıoğlu’nun hazırlayıp sunduğu Durum Programında “başörtüsükonusunda yetki üniversite yönetimlerine aittir. Katıuygulamalarakarşıyım. İstismarıönleyecek tedbirler alınabilir; çağdışıkıyafetyasaklanabilir; ama, başörtüsü, çağdışıkıyafet olarak yorumlanamaz;bu, kadınlarımızın yarısına hakaret olur.”

1992 tarihli yönetmeliği göstermişler.”Ben, ANAP’ın 1990tarihinde çıkardığıkanunu hatırlattım, inancından dolayıbaşınıörtenlere müdahale edilmemelidir. Başbakan Yılmaz, üniversitedeki

1274

başörtüsü yasağının yanlışolduğunu savundu. YÖK BaşkanıKemalGürüz’ü telefonla arayarak, yanlışyaptıklarınısöylediğini açıklayanYılmaz, başörtüsünün sunî gündem olduğunu belirtti ve konuşmasınısöyle sürdürdü: Yasağa gerekçe olarak Konsey yönetimi dönemindeçıkarılan 1982 tarihli yönetmeliği gösterdiler. Ben, ANAP’ın 1990tarihinde çıkardığıkanun olduğunu, buna göre kılık ye kıyafetlerinhemşire okullarıdışında serbest olduğunu söyledim. Türbanısiyasîemellerine alet etmek isteyenler olabilir, bunların belirlenmesi gerekir.İnancından dolayıbaşınıörtenlere müdahale edilmemelidir. Devrimkanunlarında böyle bir örtü yasağıyoktur.”

Yine bir başka konuşmasında “Yani, kız imam hatip okullarında,öğrencilerin, isterlerse türban takıp, istemezlerse takmayacaklarınıifade etti. Zorlamayalım, zaman içinde çözülür” diyor. “Rize’de bütünkızların başıkapalıdır. Kız, 17-18 yaşına gelince başınıörterler.Bunun irticacıolduğu anlamına gelmez; bu, bir örf, âdet haline gelmiş.Başörtüsünü zorla açınca tepki oluyor.

“Din âlimlerine sordum, türban takılsa da olur, takılmasa da.Atatürk’ün çıkardığıKılık Kıyafet Yasasında da, sarık, cübbe ve şalvaryasaklanırken, başörtüsüne dair bir kayıt konulmamış. O dönemde,kimse başınıaçmaya zorlanmamış. Üniversitede zaten, 1982’den buyana da uygulanmamış” diyor.

Ve yine “biz, üniversitelerdeki uygulamalarla mutabık değiliz...”Bu beyanlarıbaşbakan olarak veriyor, arz ettiğim konuşmalarınönemli birkısmıBaşbakan olduğu döneme ait. “... iki dere arasındakalıyoruz. Millî Güvenlik Kurulunda da, hükümette de, YÖK’le yapılangörüşmelerde de uygulamanın yanlışlığısöylendi, kamuoyuna dasöyleyeceğim; başörtüsünün irtica ile bir ilişkisi yok. Bazılarıise,kendilerini, âdeta laik cumhuriyetin tek savunucusu gibi görmekte,yasak şeklinde çok bağnaz bir uygulama yapmaktadır. Türban takanherkes irticacıdeğil, üniversitedeki olaylar, rektörün, tamamen yanlışanlamasından kaynaklandı” diyor.

ANAP Genel Başkan YardımcısıMehmet Keçeciler, parti ilbinasında “Türkiye’de hep başıörtülüler de, başıaçıklar da bir aradabarış içinde yaşamaktadırlar. Başörtülü öğrencilerin dersleregirmelerine izin verilmelidir. Kimsenin başınızorla açtırmak, ne dekapattırmak doğru olmaz. Yükseköğretim kurumlarındaki kılık kıyafettartışmalarınıyersiz bulduğunu anlatan Keçeciler, üniversitelerdederslere türbanla girilmesi konusunda hiçbir yasak engelbulunmamaktadır. Din ve vicdan özgürlüğünün kısıtlanmamasıiçin

1275

elimizden geleni yaptık. Hükümet olduğumuz dönemlerde türbanlailgili bir genelge çıkarılmamıştır” diyor.

Sayın Tansu Çiller’in... Özür dilerim, sizleri sıkıyorum; ama,neticede bu işi bir yere bağlamak durumundayım, o sebeple, sıkıcıbirkonu olduğunu da biliyorum. DYP Genel BaşkanıTansu Çiller“iktidara geldiklerinde başörtülü öğrencilerin üniversite kapısındandönmeyeceğini belirterek, başörtüsü yasağıçağdışı, bir anne olarakbu yasaktan biivlik üzüntü duyuyorum. Ben. bunu bireyin hakkınıkorumak için savunuyorum. İran’da olsam, zorla kapatanlara karşıdirenirdim. Başörtüsü yasağınıçağdışıbuluyorum, demokrasiyeyakışmıyor. Bana, nasıl zorla türban taktıramaz, başımıörttüremezlerse, ben de, kimsenin başınızorla açtıramam” dedi.Türbanla uğraşmanın abesle iştigal olduğunu ifade eden Çiller“kafasının üzerindeki değil, içindekiler önemli olan” dedi.

Simav’da vatandaşlara seslenirken “Ezanın sesini kıstılar,yetmedi; milletin okullarınıkapattılar yetmedi, eğer camiye gidersenhesap sorarız dediler, şimdi de evladımın başörtüsüyle uğraşıp,okullara sokmuyorlar. Benim için, örten de, örtmeyen de evladım,hepsi birinci sınıf vatandaş” diye konuştu.

“Demokrasi, başörtünüzdür, namusunuzdur, sahip çıkın diyenÇiller, seçimde, irticacıdiye üzerine gidilenlerin, zulüm yapanlardanhesap soracağınıda” söyledi.

“Bu seçim, ezilenlerin seçimi olacak. Bu seçim, evladını,başörtülü diye üniversiteye yollamayanların seçimi olacak. Zulümedenlere karşıhesap soranların seçimi olacak. Bu seçim, inançlılar,irticacıdiye üzerine gidilenlere, zulüm yapanlara karşıhesapsormanın seçimi olacak.”

Amerika’daki Harvard Üniversitesinde dün başlayan DünyaKadın Liderleri Konseyi Birinci Yıllık Zirvede konuşan Çiller “türbantakmanın üniversiteli kızların doğal hakkıolduğunu” söyledi. “Bukonuyla vakit kaybetmememiz gerekir. Ben üniversitede hocayken,kız öğrenciler, derslere istedikleri gibi girebiliyorlardı; mini etekle degelen oldu, kot pantolonla da gelen oldu, başörtülüsü de; elimdengeldiğince bu konuyu savundum. Bırakınız, insanlarımız, evlatlarımız,mini etekle gidecekse mini etekle gitsin, blucinle girecekse blucinlegirsin, başınıörtecekse başınıörtsün. Ben üniversitede hocalıkyaptım, talebelerimin hepsini bu şekilde aldım. Bırakın bunları,ülkenin bunların ötesinde uğraşacak meseleleri var.”

1276

Diğer parti liderlerinin veya adaylarının da görüşleri var; bukadar yeteceğini zannediyorum.

Şimdi, buradan konuyu getirmek istediğim nokta şurasıSayınBaşkanım, sayın üyeler: Şimdi, bu, belliki uzunca bir zamandan beritoplumun gündeminde. Tabiî, toplumun gündeminde olan bir konu,zaruri olarak, bittabiî, siyasetin de gündeminde olur. Şimdi. FaziletPartili üyelerin, Sayın Başsavcının delil olarak getirdiği topu topu 17konuşma, bunun 12’si Meclis kürsüsünden yapılan, bunun 5’i de, birölçüde dışarıda, tekrarından ibaret olan konuşma. Aktüel bir konuya,eleştirel bir yaklaşımla temas etmekten ve fikrini beyan etmektenibarettir. Bu konuşmalar tetkik edildiğinde görülecektir ki, ne muhtevaitibariyle, ne de konuşmanın sınırlarıitibariyle, ne de konuşmanınsınırlarıitibariyle şurada konuşulanlardan bir tek noktada ayrıldığınokta gösterilemez. Bir süredir kız öğrencilerin, yükseköğrenimkurumlarında başörtülü okumalarıya fiilen yasaklanmakta ya da buöğrenciler disiplin cezalarına çarptırılmaktadırlar; maddî vaka budur.

Şimdi, bu konuyla ilgili olarak, tabiî, Türkiye’de fevkalade farklıuygulamalar var. Şimdi, bu konu evvela doktrinde ihtilaflı. Bu davavesilesiyle alınmışmütalâalar değil; ama, iki değerli hukukçununmütalaasını. Türkiye’de türban, başörtüsü, din ve vicdan özgürlüğü,dışarıdaki uygulamaları, mukayeseli hukuktan örneklerle Türkiye’dekiuygulamalarıyla ilgili bir mütalâayı, iki tane mütalâa var burada.Doktrinde ihtilaflıolan bir konu, uygulamada ihtilaflıolan bir konu,yargıaçısından zaman zaman haklıgörüşlerin, beyanların ya dadeğerlendirmelerin olduğu bir konu ve siyasî açıdan da çok farklıbirkonu. Şimdi, siyasî açıdan olan kısmınıarz etmeye çalıştım.

Uygulamada acaba durum ne? Uygulamalara baktığımızda,halen bugün, değişik üniversitelerde, büyükşehirlerin üniversiteleriyletaşra üniversiteleri arasında, hatta Ankara’daki üniversitelerin bellifakülteleri arasında halen farklıuygulamalar var. Ben, hem kendiçocuklarımdan dolayıbunu biliyorum hem de zaten vatandaşla olanmünasebetlerimizden dolayıbiliyoruz. 1991 yılından beri bir yeniyasal düzenleme gelmedi; ama, buna rağmen uygulama farklılığıüniversiteden üniversiteye farklılık gösteriyor, devletin organlarıarasında da bu uygulamalar farklı; yani, YÖK’ün, bu yasaktananladığıfarklıbir durum. Bakanlığın anladığıfarklıbir durum. Şimdi,Yüksek Mahkemenin, önce iptal, sonra red kararından sonra bumesele, hukuken çözülemedi bana göre -biraz sonra arz etmeyeçalışacağım- mesele orta yerde kaldı. Keşke, o ek 17 nci madde iptaledilseydi. Bakınız, geriye dönüp, bir muhasebe yapmamız

1277

gerektiğinde, emin olun, 17 nci madde iptal edilseydi, böylesine birhukuki karmaşa en azından yaşanmazdı. Çünkü, hukukta işi, dörtdörtlük oturtduğumuz zaman, siyasetteki çarpıklık eninde sonundahukuktan hıza, mesafe alarak düzeltilebilirdi. Ama, hukukta işortayere kalınca, tabir caizse, bu mesele cami kapısında bırakılmışolunca, herkes o red kararının değişik yorumundan hareketle yayasaklar koydu veya kendisine oradan bir cevaz çıkardı; kimisi,“yasaklıyor” dedi, kimisi “yasaklamıyor” dedi.

Neden bu böyle?.. Bakınız, o ek 17 nci maddeyle ilgili, benşahsen, bu kararı, bu dava vesilesiyle bir defa daha okudum. Şimdi,kararı, çoğunluğun görüşünü yukarıdan okuduğumda, bir mantıkzinciri içerisinde insan öyle bir noktaya geliyor ki. bu kanunun iptaledilmesi gerekir. Çünkü, bunca gerekçe, iptal sonucuna götürür.Halbuki biz, iptal sonucuna girmemişiz, reddetmişiz. Şimdi,reddedilince ne oldu: yorumdan yasak konulmaya kalkışıldıve şimdihukuki bir ihtilaf çıktı. Mahkeme kararlarının bağlayıcıolan kısmı,lazım icra olan kısmıhüküm fıkrasımıdır, yoksa gerekçesi midir?Eğer, şimdi gerekçeden yola çıkarak, mahkeme kararlarından temelhak ve özgürlükler kısıtlanmaya kalkışılacaksa, diyelim ki, bir karardabirden fazla gerekçe varsa, siz, hangi birini uygulamayakoyacaksınız? O sebeple, ben, o kararda bile ki, neticede birdir; öncebir karar çıkarılmış, ek 16 ncımadde, 16 ncımadde, dine referansyaptığıiçin, netice itibariyle iptal edilmiş. Sonradan, bir üyemizingörüşüne göre, bu ek 17 nci madde ile ilgili olarak, mademki ek 16 ncımadde ile ilgili bir iptal kararıverilmiş. Yasama Organı, o iptalingereklerini yerine getirmiş, dolayısıyla itiraz edilen noktalarıdüzeltmek suretiyle bugün bu hale getirmiştir. Dolayısıyla, bugün “ek17 nci maddenin Anayasaya aykırılığıyoktur” demiş. Çoğunluk,anlatmış, anlatmış, anlatmış, tam bir noktayıiptal diyecek, orayagelince reddetmiş. Bir ihtilaf nereden çıkıyor şimdi? Bir ihtilaf,mahkeme huzuruna geldiğinde ya kabul edilir ya reddedilir. Şimdi,reddediyor gibi gözüküp, kabul vermek veya kabul ediyor gibigözüküp, reddetmek, işte belki, bugün, toplumun uzunca bir süredenberi yaşadığıkargaşayıorta yere çıkarıyor. Nitekim o ek 17 ncimadde ile ilgili olarak da, üç değerli üye demiştir ki “bu kanunun iptaledilmesi gerekir. İptal edilmelidir. Siz, şayet iptal etmezseniz, kılıkkıyafet serbesttir anlamına gelir. Bu, başörtüsünü de kapsar” Şimdi,ister, iyi niyetle bu mahkeme kararına bakalım, ister öbür türlüsü.Şimdi, yasaklamak isteyen yorumdan gidiyor, kendisine ruhsatbulmak isteyen iptal edilmemişolmasından, kılık kıyafetin serbestolduğundan hareketle gidiyor. Bir demokratik ülkede ihtilaf olduğundabunun çözüleceği yer hukuktur, hukuk da bu noktada net olması

1278

gerekir. Emin olun, çok samimi olarak söylüyorum. O 17 nci maddeiptal edilmişolsa idi, bugün, iyi niyetle bu meseleye yaklaşanlarla kötüniyetlileri ayırdetmek kolay olacaktı. Hakikaten inancından dolayımıbu işöyledir, yoksa istismar için mi yapılıyor, bunu ayırdetmek kolayolacaktı. Devletin bir kısım organlarıyasak uygularken, bir kısımorganları“bu işserbesttir” demeyecekti. İşte bu cümleden hareketlebakınız, iptal kararı1991, reddedilmesi kararı, ek 17. Demek ki, ihtilafıçözmemiş, ortada bırakmış, uygulama farklı, nitekim o kararda da vargerekçesinde; 10 üniversite farklıuyguluyor. 19 üniversite farklıuyguluyor. Şimdi, diyelim ki, yolun altındaki bir üniversitede.Ankara’da 6-7 üniversite olduğuna göre, yan yana iki üniversite,Hacettepe’de uygulamasıfarklıdır. Bilkent Üniversitesindeki uygulamafarklıdır. Şimdi, birinde ceza alıp okuldan atılıyor Öğrenci. Öbürtarafta hiçbir sıkıntımeydana gelmiyor ve bundan dolayıda kişilermağdur edilmiyor. Neden; çünkü, hukukî belirsizlik devam ediyor.

5.4.1993, Millî Eğitim BakanıSayın Köksal Toptan, 93/330 sayıile Meclisteki bütçe müzakereleri sırasında, 22 Aralık 1992’de bubaşörtüsü konusu kendisine, malumaliniz. Bakanlara bütçemüzakereleri sırasında sözlü sorular soruluyor, bir kısmına oradasözlü cevap veriyor “bir kısmına yazılıcevap vereceğim” diyor. Bukonu kendisine sorulmuş. Deniliyor ki “münferit de olsa, bazıüniversite ve fakültelerde kız öğrencilere yönelik başörtüsü tatbikatıve baskısıdevam etmektedir. Bu konuyla ilgili kesin çözüm için birçalışma var mıdır?” Millî Eğitim Bakanına soruluyor, hükümet birölçüde, eğitim hayatımızdan sorumlu bakanlık. Şimdi, Sayın Bakanın,tarih numarasınıverdiğim cevabında “2547 sayılıYükseköğretimKanununun ek madde 17’ye göre yürürlükteki kanunlara aykırıolmamak kaydıyla Yükseköğretim Kanunlarında kılık kıyafetserbesttir. Bununla ilgili ayrıca bir çalışmaya da gerek yoktur” diyor.Şimdi, ne anlayacağız biz bundan?.. Kılık kıyafet serbest, ayrıca birçalışma yapmaya da gerek yok ve Sayın Bakanlık, Sayın Bakan, otarih itibariyle “böyle bir mesele, bir problem yoktur” diyor, birdüzenlemeye de gerek yok, serbesttir.

Şimdi, bir başka şey. 28.10.1999/1048 sayılı AdaletBakanlığından. Yine, bütçe müzakereleri sırasında, kendisine, bubaşörtüsü konusu yine soruluyor. “Yazılıcevap vereceğini” ifadeediyor ve şimdi arz edeceğim yazılıcevabıveriyor. “Bilindiği üzere,2547 sayılıYükseköğretim Kanununun ek 17 nci maddesinde yeralan yürürlükteki kanunlara aykırıolmamak kaydıyla, yükseköğretimkurumlarında kılık kıyafet serbesttir hükmü halen yürürlükte olup, buhükmün iptali için açılan dava sonunda Anayasa Mahkemesince

1279

verilen 91/36 esas ve 91/8 sayılıkararda söz konusu maddehükmüne yorum getirilmiştir. Anayasa Mahkemesi kararları,Anayasanın 153 üncü maddesinde belirtildiği üzere, yasama, yürütmeve yargıorganlarıyla idare makamlarınıgerçek ve tüzelkişileribağlamaktadır.

Bilgilerinize arz ederim.”

Ben, şimdi bu yazıdan ne anlayacağını? Yani, yasak yoktur yada vardır. Şimdi, herkes, bu yazıya göre, Bakanlık adına, Bakanolarak kendisi bir cevap verdiğine göre, ben, işlemimi neye göreyapacağım? Ortada bir belirsizlik var. İşte bu belirsizlik, Türkiye’deuzunca bir süreden beri başörtüsü konusunu, maalesef, içindençıkılmaz bir hale getirmiştir.

Şüphesiz, bu sıkıntıdan, bu sorundan siyasî nema çıkarmakisteyenler de olabilir. Bu işe çok iyi niyetli yaklaşanlar da olabilir.Bunun bin kantarıyok ki, tartalım, bu, iyi niyetle toplumsal sorunugündeme getiriyor diyelim, onunla ilgili mülahazat hanemize başka birnot düşelim ya da bu istismar ediyor diyelim. Şimdi, bu kadar siyasîparti konuşmuş, bu kadar lider konuşmuş, bu kadar yöneticikonuşmuş, Bakanlık sorumluluğunu taşıyan kişilerin verdiklericevaplar ortada, şimdi, bu işin içerisinden nasıl çıkacağız. Onun için,müsaade ederseniz, Fazilet Partililerin konuşmalarıyla ilgili şeyegelmezden evvel birkaç soruyu arz edeceğim.

Şimdi. 1991’den sonra uzunca bir süre üniversitelerimizinçoğunda böyle bir sorun yok, bir kısmında var, hepsinde yok ve arzediyorum, halen şu an Ankara’da bile bazıüniversitelerde faklıuygulamalar var. Şimdi, yasal bir düzenleme de gelmediğine göre, ek17 nci maddeden sonra yeni bir yasal düzenleme gelmediğine göre.şimdi, bu kadar rektör, bu kadar dekan, bu kadar yüksekokul müdürü,yani bu kadar ilim adamı, cumhuriyet Türkiye’sinde yetişmiş,cumhuriyet terbiyesiyle yetişmiş, cumhuriyet kültürü almışbu kadarinsanın hepsi laiklik karşıtımıki, farklıuygulamalar orta yerekoydular?

İkincisi, eğer bunlar laiklik karşıtıbir eylem içerisinde iseler,bunların hiçbirisini -bir ihbar anlamında söylemiyorum- ama,geldiğimiz nokta, meseleyi objektif ortaya koymayıgerektiriyor; yani.niye işlem yapılmadı, onlara yapılmıyor, bize niye yapılıyor?..Neticede vaka budur. Şimdi, eğer bu kadar rektör, bu kadar dekan, bukadar yüksekokul öğrencisi ve halen bu sorumluluğu taşıyan insanlar,

1280

bu yasaklarıuygulamıyorlar da, laiklik karşıtıbirkısım işlere gözyumuyorlarsa, bunlarla ilgili tahkikat nerede? Bir hukuk devletindeortada bir suç varsa, bir yasak ihlâli varsa, kişiye göre muameleyapılmaması, bir işlem yapılmasılazım gelir.

Şimdi, bir başka soru: Başörtüsüyle ilgili düzenleme, ister ek 16ncımadde olarak, ister ek 17 nci madde olarak bir parti tarafından, birpartinin iktidarıtarafından, açıkçasıbenim de kurucusu olduğum otarih itibariyle, gündeme getirildi. Şimdi, böylesine laiklik aleyhtarıbirtakım gelişmelere, eğer doğruysa, imkân verecek bir kanunuçıkararıparti için bu niye yasak eylem olmuyor da, bu çıkarılankanuna göre ya da onun yorumuyla ilgili olarak hak talep eden birparti ya da onun sözleri laiklik karşıtıbir eylem olarak anlaşılıyor?

Şimdi, bir başka soru: Başörtüsü konusunda toplumun bütünkesimleri, bütün partiler, sivil toplum örgütleri, köşe yazarları, bilimadamları, aydınlar ittifak halinde görüşbirliği içerisinde de, tek aykırıdüşünen, tek farklıdüşünen Fazilet Partililer mi? Şimdi, aynıkonuyu,başka siyaset adamları, başka partilerin mensupları, Fazilet Partiliüyelerden içerik olarak da, üslup olarak da çok ileri boyutta konuşurolduğu halde -ki. bunlarıarz etmeye çalıştım- neden onlarla ilgili birişlem yapılmıyor da, Fazilet Partisi için ayrıcalıklıbir uygulamayagidiliyor? Anayasadaki eşitlik ilkesi nerede kaldı?

Şimdi, “gerçek şudur ki; -Yüksek Mahkemenin kararından birgörüşolarak arz edercesine bu metin- Türkiye’de her hata işleyen kişive kuruluşa yaptırım uygulanmamakta. Onlar da, yargıönünegetirilirse davasına bakılır” denilmektedir. “Şikâyet vukuunda veyasavcıtarafından resen dava açılmasıhalinde, mesele yargıönünegelmektedir; yani, çıkarılan kanunlar herkes için geçerli olmamaktadır.Beklenmekte, istenmeyen kişi ve kuruluşgeldiğinde elek sıkıştırılıp,mesele yargıdarboğazında çözülmektedir.” Şimdi, okuduğum buifadeler, Yüksek Mahkemenin görüşünün bir parçası. Anlaşılan o ki,sıkıştırılan elek, bu defa da Fazilet Partisine rastladı, şimdi, yargıdarboğazından biz geçiyoruz. Tekrar edeyim ki, başörtüsü sorunu,Fazilet Partililer tarafından gündeme getirilen bir sorun değildir.Uygulama, hukuki olarak da, fiilen de her yerde aynen uygulanmadığıiçin, tartışmalıolduğu için, tartışmalıbir konuda partilerin fikir beyanetmeleri, neden laiklik karşıtıbir eylem olarak mütalaa edilsin? Kaldıki, siyasî partilerin demokratik bir toplum içerisindeki rolleri gereği,zaten toplumdaki talepleri, beklentileri meşru kanallar içerisindensiyasete yansıtacak ki, bu taleplerin arkasında beklentisi olanlar

1281

illegal yollara sapmasınlar, meşru yollardan sisteme adapteolabilsinler. Zaten, partilerin varlık sebebi de budur.

Sayın Başkanım, sayın üyeler; şimdi, farzedelim ki, isterbaşörtüsü konusu veya bir başka yasak konusu, en ileri ihtimalle, enazami ihtimalle bir şey yasak. Şimdi, bir şeyin yasak olmasıbaşka,yasağın, yasal yollarla kaldırılmasınıtalep etmek başka bir hadisedir.İşte, Sayın Başsavcıile bir noktada anlaşamadığımız konulardan birtanesi bu. Evet, diyelim ki, en azami ihtimalle -ihtilaflıolduğu belli, arzetmeye çalıştım- bu mesele yasak, başörtüsü konusu yasak. Şimdi,bu yasağı, ben, yasal yollardan giderek, hukukun dışına çıkmadan,cebir ve şiddeti teşvik etmeden, devletin meşru nizamınızorlamadan,barışiçerisinde ve usulüne uygun olarak bu yönde bir hak ve özgürlüktalebinde bulunabiliyorsam, bunun neresinde demokrasiye aykırıbirtutum var? Bu türlü bir siyaset anlayışının neresi antidemokratik,neresi laikliğe karşıbir durum. Kaldıki, bugün hepimiz kabul ediyoruzki, anayasalarımızda da, yasalarımızda da, belki o gün için öyledüzenlenmesi doğru idi, böyle düzenlenmesi lüzumlu idi, hiç, geriyedönük bir tartışmanın da bir anlamıyok; ama, Türkiye, bütündünyadaki gelişmelere paralel olarak şu on yılda, on beş yıldaöylesine değişmeler oldu ki, artık, o konulan yasakların bugün biranlamıkalmadı. Bir anayasal devlet düşünün, anayasasıolan devletdüşünün ki, ekinde halen 15 tane geçici madde var ve bunlarınönemli bir kısmının da uygulama imkânıkalmamış, biz halen bunubile kaldırabilmiş değiliz, hatta geçici 15 inci madde sebebiyleyüzlerce kanun Anayasaya aykırılığını sürdürüyor. Şimdi,Anayasamız da bile, bu manada ciddî ölçüde yasaklar var ve buyasakların kaldırılmasıgerekiyor. Birkısım günümüzün şartlarınauygun olmayan düzenlemeler var ve bu düzenlemelerin yapılmasılazım geldiğine dışarısıda hep bizden talep ediyor. Nitekim bugeçtiğimiz yasama döneminde, üç anayasa değişikliğini yapmakdurumunda kaldık, bilmecbur kaldık. Bir madde var ki, bir terör olayıile alâkalıidi. Avrupa istedi, devlet güvenlik mahkemelerine birhaftada apar topar ve çok da hoşbir durum olmadı. Keşke, buneviden düzenlemeleri, birileri bizden istemeden yapabilseydik,böylesine bir siyasî geleneğimiz olabilseydi; yani, her yerde itilipkakılmak ya da yakasına yapışılan bir ülke olmanın da hoşolmadığınıburada ifade etmek istiyorum. Bir haftada, apar topar Anayasadeğişikliği yapmak durumunda kaldık. Çünkü, o madde, bugün kararabağlanmışolan, öğlen haberlerinde dinledim, Avrupa Konseyi de, odava ile ilgili yargılamada bir usulsüzlük bulmamıştır. Dolayısıyla,hepimiz adına, memnuniyet verici bir durumdur ki, Türk yargısı,böylesine asrın davasında yüzakıyla çıkabilmiştir. Neden?.. Çünkü,

1282

bu devlet güvenlik mahkemelerindeki maddeyi değiştirdik. Şimdi,arkasından bir değişiklik daha yaptık, tahkimle ilgili. Neden? Çünkü,Anayasanın... ifade edilen odur; doğrudur, yanlıştır, ama ifade edilenodur. Denildi ki “eğer bu değişiklik yapılmazsa, Türkiye enerjidarboğazıyla karşıkarşıya kalacak. Türkiye kararılığa gömülecek.”Yapalım enerji yatırımını, yabancısermaye gelsin. “Anayasa 125mani oluyor” denildi. Demek ki, şu an Türkiye’de mevcutAnayasamızda ve yasalarımızda birçok yasak var günümüzünşartlarına uymayan. Belki, 1982’de bunlar lüzumlu idi, bunlar önemliidi; ama, bugün değil. Ama. şimdi bu yasakları, birileri, başta arzettim, usulüne uygun tarzda, kanun, nizam dışına çıkmadan talepediyorsa, bunda yasalara aykırılık, sistem dışılık, rejim dışılık,marjinallik, yani bu neviden nitelendirmelerle ne alâkasıvar?

Bugün, Anayasamıza göre, memurlarımızın, toplusözleşmeyapma imkânlarıyok; ama. memur sendikalarıvar. Şimdi, busendikalar veya bu sendikalarla işbirliği içerisinde olan birkısımpartiler diyorlarsa ki, gidip, validen izin alarak, Tandoğan Meydanındamiting yapmak kaydıyla, izin alarak veya izin alarak, imza toplayarakveya meşru platformlarda veya Meclis kürsüsünden “artık,günümüzde memurlara da grevli toplusözleşme hakkıverilmesi lazım,bu yasak kalkmalıdır” deniliyorsa, bunun neresinde yanlışlık var?Siyasî partilerin yapacağıişne? Kaldıki, biz, muhalefet partisiyiz.Neticede, bizim görevimiz, iktidarın birkısım eksiklikleri varsa onlarısöylemektir, toplumda birkısım beklentiler varsa, bunlarıiktidarınçözmesi noktasında meşru platformlara taşımaktır. Bakın, bugün,Anayasamıza göre, Kürtçe televizyon yayınıyapmak yasak; ama,Sayın Dışişleri Bakanıdiyor ki “artık, insanlar kendi dillerinde detelevizyon yayınıyapabilmelidir.” Şimdi, birileri söyleyince bu çokentel bir yaklaşım, çok çağdaşbir yaklaşım, birileri söyleyince bu,niye laiklik karşıtıbir eylem olarak ifade edilsin? Eleştiri, CezaKanunumuzda, eğer bir suç teşvik ediliyorsa, tahrik ediliyorsa bununlailgili hükümler var; 311 inci madde var, 312 nci madde var. Bumaddelerin yorumuyla ilgili hususlarda eleştiri, hiçbir zaman teşvikanlamına gelmiyor.

Peki, burada, Fazilet Partililer, bütün bu konuşulanlardan farklıolarak şunu söylemişolsa idi: Deseydi ki, kadınların başınıörtmesigerekir, bütün kadınların ve bunu dine referans yaparak eleştirselerdi,şüphesiz, o zaman farklıbir anlam olurdu. Bu yönde de iddiaediyorum ki, hiçbir Fazilet Partili üyenin tek bir cümlesi bile yoktur.Başörtüsü takmayıbile tavsiye etmemiştir; çünkü, bu nevidenyasaklar sadece başörtüsü olarak gündeme gelmedi.

1283

Hatırlayacaksınız, bazıüniversitelerimizde bir kısım gençlerimizinküpe takmasıolarak geldi veya sakalıolarak da geldi, zaman zamanbu neviden protesto gösterilerde, özellikle İstanbul’da, basınımızayansıdı, televizyonlara yansıdı; yani, burada bir başörtüsü meseleside değil hadise, bir kılık kıyafet özgürlüğü meselesi olarak gündemegeldi. Onun için, Yüksek Mahkeme, Refah Partisinin kapatılmasıylailgili kararında diyor ki “dinsel kaynaklıdüzenlemelerle girişimlerAnayasa karşısında geçerli olamaz ve bu tür eylemler, Anayasadakilaiklik ilkesine aykırılık oluşturur.” Şimdi, delil olarak sunulan bu 17konuşmanın, hiçbirisinde ne din kaynaklıbir düzenleme istenmekte,ne de tüm kadınların tamamınıkapsayan, hele hele gözardıedilenhusus bir başka, hele hele kamu kuruluşlarında çalışanların hepsininbaşınıörtmesiyle ilgili bir tek iddia yoktur, bir tek talep yoktur. Kaldıki-bir talep anlamında söylemiyorum; ama, bir tespit anlamında yinesöyleyeceğim- Müslüman kadınların tümünün başörtüsü takmasınıbildirmek, sadece bildirmek, hukuka aykırılık teşkil ediyorsa, o zamanAnayasadaki 136 ncımaddeyi ve o kurumu yeni baştan gözdengeçirmek gerekecektir; yani, Diyanet İşleri Başkanlığınıkastediyorum.Çünkü, Diyanet İşleri Başkanlığı, 93 tarihli kararında böyle biraçıklamada bulundu. Dedi ki “Müslüman kadınlar başınıörtmekdurumundadır.” Yine bir ihbar, yine bir şey anlamında söylemiyorum.Bugün Türkiye’deki 85 bin din görevlisi, 65 bin camide, dinin bu emrinisöylemeye devam ediyor. Eğer bunu bildirmek, bir yerde bildirmek,halka bildirmek, üçüncü kişilere bildirmek laiklik karşıtıbir eylemanlamına geliyorsa, devlet bütçesinden “bu laflarısöyleyin” diye 200trilyonun üzerinde para veriyoruz demektir. O zaman yeni baştanDiyanet İşleri Başkanlığının, bunu bir aydın olarak söylüyorum, birpartici olarak söylemiyorum, sadece karşılaştığımız toplumdaki ikilem,karşılaştığımız sıkıntılar olarak ifade etmeye çalışıyorum, şimdi neolacak durum. Onun için, Savın Başsavcı, delil olarak ortaya koyduğudelillerin bir dökümünü yaptığımızda 17 tane konuşma, bir tane kitap,çeşitli televizyon kanallarından derlenmiş Türkiye’nin sosyalproblemlerinin dramatize edildiği bilvesile zannediyorum 30 saniyeliküniversite problemleri çerçevesinde bir görüntü ki, bunlar muhteliftelevizyon kanallarından derlenmiş bir bant kaydı, bir kısmıisepartiyle hiç alakasıolmayan değerli ilim adamlarımızın, mesela SayınRuhi Fığlalı’nın görüşü. Aslında, Sayın Ruhi Fığlalı’nın görüşününmuhatabıfilan siyasî partiler değil; Fazilet Partisi hiç değil; çünkü, o,neticede, bir akademik forum getiriyor, bir akademik tartışmabaşlatıyor. Dinin hükümleri, Kur’andaki mühkem ayetler, müteşabiayetler, bunların uygulanabilirliği yorumlarla ilgili bir şey getiriyor.Bunun doğruluğu, yanlışlığıisabeti bizim işimiz değil: biz, ne Diyanetişleri Başkanıyız, ne Çankaya müftüsüyüz. Bunun muhatabı, eğer bir

1284

yanlışlık varsa, bir tartışma yapılacak yeri varsa Diyanet İşleriBaşkanlığıile İlahiyat Fakülteleridir: biz değiliz. Şimdi, bu davaya niyekonuldu, bunu ben anlamam mümkün değil. Onun için. bu getirilenkonuşmalardan bir kısmıile ilgili zaten mahkemeler beraat kararıverdi. Mesela Sayın Ramazan Yenide’de, Devlet GüvenlikMahkemesinde dava açılmış, 99/91 ve 177 karar sayısıyla budavadan beraat etmiş. Kitap olarak konuldu. Gerçekten merak ettim.Bu Mehmet Sılay’ın kitabıbu dosyada hangi mülahaza ile bulunuyor?Şimdi, bir şey getirip, koyuyorsunuz, hiç olmazsa dava ile irtibatınıkurmanız lazım; şu cümlesi, şu paragrafıveya şuradaki konuşmadiye. Mehmet Sılay’ın Parlamentoda yaptığıbirkısım konuşmalarıvar,kendi seçmenine “bak, Mecliste bu çalışmalarıyaptım” anlamındabilgilendirmek için yazılmışbir kitap, derlenmişbir kitap, yazılma dadeğil. Şimdi, bununla ilgili herhangi bir soruşturma yok, bir davaaçılmamış, kendisi şu an milletvekili değil, zaten 18 Nisanseçimlerinde de partimizden aday da gösterilmemiş, dolayısıyla budosyada delil olarak gözüküyor.

Millî görüşhakkındaki bir iddianame var dosyada. Şimdi, millîgörüşhakkındaki iddianame, partinin kuruluştarihi 17 Aralık 1997. Buiddianamede serdedilen velevki suç ise -ki, halen devam ediyor-Fazilet Partisi diye bir parti, tüzelkişilik olarak siyasî hayatımızda yok,devlet hayatımızda yok ki. Yani, bu neye benziyor; doğmamışbirçocuğun, daha doğmadan belli suçlarla suçlanmasıanlamına geliyor.Millî görüşle partinin ne organik bağıvar, ne hukuki bağıvar, ne de oeylemlerle Fazilet Partisinin birebir ilişkisi var; tüzelkişilik olarakkurulusundan çok önceye ait olan birkısım hadiselerdir, olaylardır vehalen bu da davam ediyor. Yine, dosyada delil olarak gösterilenBülent Arınç’ın bir konuşmasıdır, başörtüsünün simge olduğuna dair.Sayın Bülent Arınç, olay gazetede çıktıktan sonra, hemen Ankara 13.Sulh Ceza Mahkemesine, o anlama gelecek bir beyanının olmadığıtarzında bir tekzib yazısıgöndermiştir. Dolayısıyla, o görüşü de, zateno şekliyle benimsememiştir.

Fazilet Partisi olarak, tüzelkişilik olarak ise, Sayın Başsavcının,bu başörtüsüyle ilgili Türkiye’nin muhtelif yerlerinde meydana gelenhiçbir olayın, ne hukuken, ne de gayrihukuki yoldan tertipçisi değildir;yani, parti olarak bizim, bu neviden olaylarla organ olarak herhangi birilişiğimiz de olmamıştır. Kaldı ki, zaten bu başörtüsüyle ilgilitoplantılar, bir kısım sivil örgütler tarafından tertiplendi ve bunlar da,siyasetçilerin kendi işlerine karışmalarını, doğrusu da istemediler.

Şimdi, konuşmalara gelince, bu ayıklayarak gidiyorum.

1285

BAŞKAN - Sayın Çiçek, daha ne kadar konuşacaksınız?Yoruldunuz, daha uzun konuşacaksanız, 10 dakika ara vereyim, dahauygun olur.

CEMİL ÇİÇEK - Peki. Çok teşekkür ederim, sağolun.

BAŞKAN - Çalışmalara 10 dakika ara veriyoruz.

ÜÇÜNCÜ OTURUM

BAŞKAN - Buyurun Sayın Çiçek.

CEMİL ÇİÇEK - Sayın Başkanım, sayın üyeler; başörtüsükonusuyla ilgili devam ediyoruz.

Sayın Başsavcının delil olarak getirdiği konuşmalar var. Bukonuşmalara teker teker girmek niyetinde değilim; çünkü, bunlarlailgili olarak yazılısavunmamızda her bir konuşmayla ilgili açıklamalarvar. Şimdi, bu, 12 konuşmadır, geri kalan 5 tanesi de, içerdekikonuşmaların, Meclisteki çalışmaların dışarıya yansıtılmasındanibarettir. Bu konuşmaların müşterek noktasını, onu arz etmekistiyorum.

Bunlardan bir tanesi, bu konuşmaların Meclis çalışmalarısırasında yapılmış ya da bunların tekrarından ibaret olmasıdır.Dolayısıyla, yasama sorumsuzluğu kapsamında olan konuşmalardır.

İkincisi, bu konuşmaların ortak özelliği, özgürlük alanınıngenişletilmesiyle ilgili olmasıdır. Mevcut uygulamaları eleştirenkonuşmalardır, temel hak ve özgürlüklerin savunulmasıyla ilgilidir.

Üçüncüsü, bu konuşmalarda, başkalarının haklarına ne birsaldırı, ne bir suça teşvik, ne de olumsuz bir yaklaşım var. Bukonuşmalarda, demokratik düzen ve çoğulculuk temel olarak, temeldeğer olarak benimsenmiştir.

Dördüncüsü, bu konuşmalar, herkesin konuştuğu konularlailgilidir; çünkü, toplumda sorun varsa, o sorunla ilgili herkes konuşur,tabiî olarak da siyaset yapan insanlar da konuşur. Bu konuşmalar,Anayasanın 26. Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesinin 10 uncumaddesinde düzenlenmişbulunan düşünceyi açıklama ve Yaymahürriyetinin sınırlarıiçinde yapılmışkonuşmalardır.

1286

Bütün bunlardan daha önemlisi, bu konuşmaların hiçbirisi, dinireferans alan, başörtüsü meselesini din yönünden değerlendirenkonuşmalar değildir. Her kadının ya da kamuda görev yapanlarınbaşınıörtmesi gerektiğini iddia eden konuşmalar da değildir; kılıkkıyafet özgürlüğünü savunan konuşmalardır.

Yedincisi, bu konuşmalar, sadece başörtüsüyle ilgili olmayıp,ülke sorunlarıkonuşulurken, bilvesile dile getirilen konuşmalardır;yani, münhasıran ne Meclis kürsüsünde veya bir başka yerde, birisiçıkıp, başörtüsü şöyle olmalıdır diye değil, bunların bir kısmı, yöreseltalepler. Meclis kürsüsünde gündem dışıkonuşulurken, bilvesilekonuşulmuştur ya da ülke meseleleri konuşulurken değişik yönleriylebu konu gündeme getirilmiştir. Konuşmaların ortak yönleri bunlar.

Şimdi, yalnız, bir şeyi önemle vurgulamak isterim. Bunlarınönemli bir kısmının yasama sorumsuzluğu kapsamı içerisindeolduğunu ifade ettim. Bu yasama sorumsuzluğu ile ilgili muhteremmahkemenin, şüphesiz bir farklıyorumu olabilir, farklıbir kabulüolabilir. Yalnız, bütün bu konuşmaları, bu savunmayıyaparken buyasama sorumsuzluğu kavramın arkasına da sığınıyor değiliz. Velevki böyle bir yasama sorumsuzluğu olmasa, velev ki bu konuşmalarısuç saymasımuhtemel olan 163 üncü madde kaldırılmışolmasa;yani, böyle bir şeyin arkasına da sığınarak bu savunmayıyapmıyorum, bu ikisi de olmasa, acaba bu konuşmalar, bir hukukçugözüyle incelendiğinde, gerçekten, laiklik aleyhtarıkonuşmalar mıdır?

Burada laikliğin unsurlarıüzerinde kısaca durmak lazım. Bukonuda da yine benim de hocam- Prof. Çetin Özek’in “Devlet ile Din”adlıyazısında, bu neviden konuşmalarda laiklik karşıtıbir beyanolabilmesi için, bir eylem olabilmesi için, aranan dört şart var.

Bunlardan bir tanesi “eleştirinin nedeninin dinsel değerleredayandırılması, mevcut sistemin dinsel değerler açısındandeğerlendirilmesi ve yerilmesi gerekir. Bu açıdan, dinî gruplarınmevcut temel düzenleri eleştirmeleri suç değildir” diyor, birinci şartolarak.

İkincisi “temel düzenin dinsel ölçülere göre eleştirilmesi bile suçsayılmasıiçin yeterli değildir -cümleler kendisine aittir- Eleştirilendüzenle ilgili önerilerin de dinsel nitelikli olmasıgerekir.”

1287

Üçüncüsü “dinsel inancın dünyevî düzenle ilgili sistemdenilmesine yetecek kuralların, o dinin iman bütünü içinde yer almasıgerekir.”

Dördüncü şart “bu konuşmaların laikliğe aykırı olarakyapılmasıdır. Bundan kasıt ise, önerilen dinsel kural ve düzenin devletyapısıiçinde emredici nitelik taşımasının istenilmesidir.”

Şimdi, şüphesiz, Sayın Başsavcı, sözlü açıklamasında veyabasına yaptığıaçıklamalarda da. bu din istismarımeselesi üzerindeduruyor. Gerçekten, bu ülkede din istismarıbitmelidir. Dinin kötüyekullanılmasıda bitmelidir: çünkü, Anayasa 24 son, bu iki önemlikonuya atıf yapıyor. Din istismarı, dinin ve dince kutsal sayılanşeylerin kötüye kullanılması. Her türlü istismar bitmelidir de, yalnız birşey daha bitmeli. Bu istismarın da istismarıbitmelidir. Bu işin de birkriteri konulmalı; yani, bu kavramlara açıklık getirilmediği takdirde, buülkede, kararılıkta göz kırpıyoruz; yani. ne olursa din ve vicdanözgürlüğünün sınırıiçinde kalacak, bunun kapsamıne olacak, neyapılırsa din istismarıolmuşolacak, insanlar neyi, nasıl yaparsa veyayapmazsa bu istismar olacak ya olmayacak; bunlar ortaya konulmalıki, yıllardır süren bu kördöğüşde bitsin, siyahla beyaz bir ayırdedilirbir hale gelsin. Çünkü, bir Hint atasözünde söylendiği gibi “her türlüzehirden kurtulunup, suçlamanın zehirinden kurtulunamaz”deniliyor.Dolayısıyla, şimdi, din istismarıdediğimiz şey... İnşallah, bu davavesilesiyle biraz daha, aynen başörtüsü konusunda olduğu gibivuzuha kavuşur, bundan sonra herkes, kendisi, toplumda faaliyetlerinidüzenlerken, işlerini görürken, siyasetini yaparken bu bilinen kriterleregöre siyasetini yapmak durumunda kalır. Aksi halde, din istismarıdediğiniz şey, bir siyasî suçlama aracıolarak kullanılmaya çalışılıyor.Halbuki biz burada, netice itibariyle bir hukuki işyapıyoruz.

Şimdi, bu 17 konuşmanın, neresinde dinî bir yaklaşım var -onutekrar arz ediyorum- neresinde dinsel nitelik var ve neresinde devletyapısıiçinde emredici kural olsun, isteği var. Eğer böyle bir şey varsa,işte bu dört şart açısından laiklik aleyhtarıbir beyan olur, laiklikaleyhtarıbir eylem olur ve Fazilet Partili üyeler bunu yapıyorsa,organlarıda, evet, bunlarıtakabbül ediyorsa, o takdirde bunu demekmümkündür. Aksi halde, herkesin yaptığıcinsten bir konuşmayapılıyorsa, bir eleştirel yaklaşım getiriliyorsa, o takdirde bunlarılaiklikaleyhtarıbeyan veya eylem olarak değerlendirmek fevkalade yanlış.

Yalnız, yeri gelmişken bu yasama sorumsuzluğu kavramınasığınmadığımızıifade ettim; ama, belki bu vesileyle, bu yasama

1288

sorumsuzluğu kapsamınıbir defa daha arz etmemiz gerekecek.Çünkü, bu yasama sorumsuzluğu görevle ilgili bir konudur, görevetanınan bir ayrıcalıktır, Cemil Çiçek’e tanınmışbir ayrıcalık olarakgözükmüyor. Milletvekili sıfatıyla millet iradesini, kayıtsız şartsıztemsil edebilmem, her türlü endişeden azade olarak bu görevimiyapabilmem hususunda bize göre tanınmışolan görevle ilgili birhusus olarak görüyoruz. Nitekim Anayasa Mahkememiz de birkararında “temsil görevinin her yönden özgür, bağımsız, endişesizyerine getirilmesini sağlamak için öngörülmüştür” diyor 1987’deki birkararında.

Şimdi, bizim siyaset hukukumuz partiler üzerine inşa edilmişti,öne çıkan partilerdir, milletvekilinin kendisi değil, birey öne çıkmıyor,maalesef. “Demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsurumilletvekilleridir” demiyor “siyasî partilerimizdir” diyor. Şimdi, birsorumsuzluk ki, milletvekiline kolaylık getiriyor, kendi görevinin ifasınoktasında bir imkân sağlıyor da, partisini sıkıntıya sokuyorsa, osorumsuzluğun da aslında bize göre çok fazla bir anlamıkalmıyor.Çünkü, benim şahsımıkoruyor, partim riske sokuluyorsa, ben, zatenbu görevimi yeteri kadar yerine getiremem; çünkü, millet iradesinin birölçüde siyasete yansımasıpartiler aracılığıyla oluyor. Araç ortadankalktıktan sonra, benim, zaten görev yapabilme imkânım da ortadankalkıyor. Şimdi, Meclis çalışmalarısırasında yapılan bir konuşmadanveya verdiğim bir tekliften dolayıeğer mensubu olduğum parti, habugün kapatılıyor, ha yarın kapatılıyor endişesini taşıyorsam, ozaman yapacağım iki şey var; ya suya sabuna dokunmayan, vaziyetikurtaran, günü kurtaran yuvarlak birtakım laflarla, kalorisi olmayanbirtakım çalışmalarla, diğer birtakım çalışmalarla ben bu işleriyapacağım, o takdirde de köklü çözüm getirilecek bir ortamdayaşadığımıza göre, böyle bir tehdit altında milletvekilinin görevyapmasımümkün değil.

Bunun bir başka sıkıntısı daha var. Eğer, benimkonuşmalarımdan, beyanlarımdan dolayıparti kapatılma durumuolacaksa, millet iradesi 24 saat 365 gün Yargıtay Başsavcısınınnezaretinde olacaktır; yani, biz, o zaman emniyeti umumiye nezaretialtındaki bir eski hükümlü durumunda olacağız. Bugün, bunukonuştum, ertesi gün; çünkü. Meclisteki konuşmalar da delil olarakburaya getirilebildiğine göre, velev ki suç olmasa bile, o takdirde biz,bu görevimizi yeteri kadar yerine getirme imkânınıbulamayacağız; bizve partimiz tehdit altında olacağız. Kaldıki, eğer zaten fikirlerinisöyleme noktasında partiyi kapattıracak bir konuşma yapabileceği, birçalışma yapabileceği düşünüyorsa, parti, zaten sizin hal ve

1289

hareketlerinizi tümüyle de sınırlandıracaktır, size konuşma imkânıvermeyecek, dolayısıyla kaliteli bir siyaset yapabilme imkânıdaortadan kaldırılacaktır. Onun için bizim Anayasamızda 10 uncumadde “egemenlik milletindir” demiyor “kayıtsız şartsız milletindir”deniliyor. Bu egemenliğin Meclise yansıması, milletvekilleriaracılığıyla olacaksa, şimdi, birtakım kayıt ve şartlar bu manadakonuluyor demektir.

İkincisi, kendisi için sorumluluk doğurmayan konuşmalar, partisiiçin sorumluluk doğuruyorsa, kendisi de bundan etkileniyor demektir.Şimdi, bir konuşma yapıyorum Meclis kürsüsünde, yasamasorumsuzluğu kapsamına giriyor, her türlü cezaî müeyyidelerdenkurtulmuş oluyorum, herhangi bir dava açılamıyor, takibatyapılamıyor; ama, benim o konuşmalarımdan dolayıparti kapatmanoktasına geliyorsa, ben, şimdi, parti kapatmanın sonuçlarındanetkileniyorum; yani, dolaylıyoldan. Neden; şimdi, bu davada dagörüleceği üzere, parti kapatıldığıtakdirde, benim milletvekilliğimdüşmüşoluyor. Bu, bir manada cezalandırmadır. Beşyıl siyasettende yasaklanıyorum. Hal böyle olunca, o zaman yasamasorumsuzluğu ne anlama geliyor? Beni, cezaî sorumluluktankurtarmışoluyor; ama, siyasî sorumluluk cezaî sorumluluktan, belkiçok daha ağır neticeler doğuruyor.

Kaldıki, bakınız, bir başka sıkıntıdaha çıkıyor, eğer görevleilgili, demokratik rejimle ilgili bir teminat olarak anlamaz da, kişiyeözgü bir sorumsuzluk olarak bunu anladığımız takdirde, bağımsızmilletvekili ile partili milletvekili arasında bir fark meydana getiriyor.Şimdi, kendim burada olduğum için arz ediyorum. Size, Öğledenevvel arz ettiğim konuşmayıpartili olarak yaptım, burada delil olarakgeldi; bu da... bağımsız olarak o konuşmayıyapmış olsaydım,herhangi bir hukuki sonucu yoktu bunun, herhangi bir müeyyidesi deyoktu; ama, partili olmak, bu manada bir ölçüde cezalandırılmışoluyor. Halbuki demokratik toplum, bir ölçüde Örgütlü toplumdur; yani,örgütlü toplum, bir manada demokrasinin gelişmesine, kökleşmesineyardımcı oluyor, demokrasi bu kanallardan kökleşiyor. Şimdi,bağımsız olarak bir işi yaptığınızda herhangi bir müeyyidesi yok,partili olarak bir işi yaptığınızda, buna ister siyasî, ister cezaî birmüeyyide tereddüb ediyorsa, o zaman partili olmak cezalandırılıyordemektir. O zaman da, hem eşitlik ilkesine aykırıdır hem dedemokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsuru dediğimiz partili olmakcezalandırılıyor demektir. Halbuki tam tersi olmasılazım; partiliolmanın teşvik edilmesi gerekir. Kaldıki, bugünkü Meclis İçtüzüğü vesiyaset hukukumuz açısından da münferit bir milletvekilinin, Mecliste

1290

yapabileceği çok fazla bir şey de yoktur; yani, zar zor, hatırınızgeçiyorsa, nazınız geçiyorsa bir gündemdışıkonuşmayıalabilirseniz5 dakikalık alabilirsiniz, onun dışında ne teklifinizin, parti kanalıolmadığıtakdirde gündeme gelmesi imkânıvar, ne de bir başka türlütoplumsal isteği Meclis kürsüsünden getirme imkânınız yok. Meclisİçtüzüğü buna mani, partiler hukukumuzda bununla ilgili birçok engelvar.

Şimdi, bir başka şey daha var. Tabiî, demokrasimizle ilgili,özellikle siyasî hayatımızla ilgili ciddî sıkıntılar var; bu doğrudur,özellikle siyasette başka türlü değerlendirmeye müsait gelişmeler var.Şimdi, şöyle bir muvazaalıbir duruma girilirse -çünkü siyaset aslındaciddî bir iş- ben bir konuşma yapacağım, sistemi eleştiren birkonuşma yapacağım; ama, bir partiliyim. Şimdi, ben. bu konuşmayıpartili olarak yaparsam, hem kendi başıma iş açıyorum hem departimin başına işaçmışoluyorum. Yani, kendimle ilgili ne? Cezaîvesaire bir sorumluluk yok; ama, işte, mensup olduğum partikapatılırsa milletvekilliğim düşüyor, yasaklar geliyor. Şimdi, o zamanşöyle bir muvazaa Türkiye’nin gündemine getirilmişolmaz mı: Buneviden konuşmaları, ayrılacağım, bağımsız olarak yapacağım birmüeyyidesi yok; çünkü, partimi bağlamıyor, makul bir süre sonratekrar partiye döneceğim veya birkısım partiler, bu neviden eleştirelyaklaşımları yapacak, üç beş milletvekilini ayırdı, bu şekildedeğerlendirilmesi mümkün olan konuşmalarıo üç kişiye yaptırdı, dörtkişiye yaptırdı, sonra seçim zamanıda geldi, onlarıaldı, tekrarpartisine kaydetmiş oldu. Şimdi, demokraside bu nevidenmuvazaalara yer verilmişolur. O sebeple biz düşünüyoruz ki, buyasama sorumsuzluğu, esas itibariyle görevle alakalıbir konudur,cezaî sorumluluktan bile muaf tutulmasıöngörülen bir milletvekili veonun partisinin siyasî müeyyidelerden evleviyetle muaf tutulmasıgerektiğini düşünüyoruz.

Şimdi, bu bölümü kapatırken, son bir hususu daha açıklamakistiyorum. Sayın Başsavcı, yukarıda bilvesile arz ettiğim, nasıl birşeyin, bir fiilin yasak olmasıyla o yasağın hukuki ve demokratikyollardan, barışçıyöntemlerle kaldırılmasınıtalep etmesini, bu ikisiarasındaki farkıbilerek görmezlikten geliyorsa, bir şeyi daha bilerekgörmezlikten geliyor. O da şudur: Bir şeyin değiştirilemez olmasıbaşkadır, eleştirilemez olması başkadır. Anayasamızın 2 ncimaddesinde, cumhuriyetimizin nitelikleri belli; demokratik, laik, sosyalbir hukuk devletidir. Bunlar, cumhuriyetimizin değişmez,değiştirilemez, değişikliği bile teklif edilemez nitelikleridir. Bu nitelikler,bana göre doğru niteliklerdir. Anayasada yazılmasa bile, bunlar,

1291

netice itibariyle çağdaş devletin özellikleridir. Bunda, büyük halkçoğunluğunun ittifakıvar, partilerimizin ittifakıvar.

Şimdi, sıkıntı, bunların değiştirilemezliği ile ilgili değil; buniteliklerin hayata uygulamaya yansımalarıile ilgili ciddî eleştiriler var.Bu dört nitelikle ilgili hemen hepimiz, her gün değişik vesilelerleeleştirileri görüyoruz. Mesela, karşılaştığımız olaylar karşısındayaşanan, hepimizi üzen sıkıntılar, gelişmeler karşısında birkısımkanunsuzlukların, yolsuzlukların ucunun belli bir yere kadar ulaşmışolmasıihtimali karşısında zaman zaman diyoruz ki, böyle hukukdevleti olmaz ya da hukuk devletinde bunlar olmaz veyamilletvekillerinin, parti liderinin iki dudağının arasında tespit edilmesi,listelerin böyle düzenlenmişolmasıkarşısında veya buna benzerbirtakım uygulamalar karşısında, pekala diyoruz ki, böyle demokrasiolmaz veya asgari ücret 80 milyon olarak açıklandığında birçoksendika, birçok siyasetçi diyor ki “böyle sosyal devlet olmaz 80milyona” veya hastanelerde yaşanan sıkıntılar, eğitimde yaşanansıkıntılar sebebiyle devletin bu niteliğinin hayata yansımalarıyla ilgilibirkısım tenkitler geliyor. Neticede, laiklik de, devletimizin birniteliğidir. Şimdi, sıkıntı, bu niteliklerden kaynaklanmıyor, buniteliklerin hayata intikali, uygulamalarıyla ilgili gerçekten sıkıntılarıvar, eleştiriler bu sıkıntılarla alakalıdır. Onun için biz diyoruz ki, birşeyin değiştirilemez olması başka, eleştirilemez olmasıbaşka.Yapılan eleştirilerdir, uygulamalarla alakalıdır. Neden? Çünkü, buuygulamaların bir kısmı, bizatihi bu kavramların özüne uymuyor,birkısmıda, biz. bu kavramların önemli bir kısmınıBatıdan aldığımıziçin, Batıkaynaklıolduğu için, referans ülkelerdeki tatbikatlarınauymuyor. Böyle olunca da, tabiatıyla, bilim dünyasında da. siyasetdünyasında da, medyamızda da bu niteliklere yönelik zaman zamaneleştiriler var. Şimdi, onun için Sayın Başsavcı, bir manâda diyor ki,bu değiştirilemez nitelikler, aynızamanda eleştirilemez niteliktirdemeye getiriyor ya da herkes eleştirir; ama, Fazilet Partililereleştiremez anlamına gelen bir yaklaşım orta yere koymaya çalışıyor.Bakınız, bu. özellikle laiklik konusuyla alâkalıolduğu için. SayınYargıtay Başkanımızın, değil böyle uygulamaya yönelik, bizatihiDiyanet İşleri Başkanlığının, devlet aygıtı, devlet organlarıiçerisindeolmuşolmasıkarşısında, Türkiye’deki laiklik modeline temelden itirazıvar. Bu konuşmalar herkesin önünde yapıldı. Şimdi, geçtiğimiz hafta,Ankara’daki hukuk kurultayında Prof. Zeki Hafızoğulları’nın sunduğubir tebliğ var. Sayın Hafızoğullarıorada diyor ki “esasen bizimAnayasamızda yer alan laiklik sözünün gereksiz bir fazlalıktan başkabir şey olmadığıkanaatindeyiz. Gerçekten, açıklık getirmek içinAnayasaya konulmuşolan bu fazlalık, kafalarıkarıştırmış, hukuki bir

1292

kavram olan laikliğin tanımı, kapsamıve sınırlan tartışması, belki debu yüzden hep hukuk düzeninin dışında kalınarak yapılmıştır.Öznelden bir türlü nesnele geçilemediğinden, bu, bugünküçözümsüzlüklerin de kaynağıolmuştur. O halde, laiklik, ancak hukukdüzenimizin içinde kalınarak tanımlanabilir. Kapsamıve sınırlarıtartışılmalıdır. Halkın, kimsenin öznel bilgisine ihtiyacıyoktur”diyor. Buda bir yaklaşım tarzı; yani, bu beyana göre, Anayasamızdaki, her nekadar “değiştirilemez” ifadesi bulunmasına rağmen, bir akademigörüşü olarak, buna gerek yoktur bunu buradan çıkaralımanlamındadır. Çünkü, hukuk devleti kavramıiçerisinde zaten laiklik devardır demeye getiriyor. Belli ki, ister model olarak, ister Anayasametnindeki yazılıştarzıolarak, birkısmıitibariyle uygulamaya yönelikolarak bu manâda birkısım değerlendirmeler var, eleştiriler var. Onuniçin biz diyoruz ki, eğer bu manada bize atfen bir beyan varsa -ki,ben, onu şu ana kadar konuşmalardan görmedik- neticede bireleştirel yaklaşımın değiştirilemez niteliği ortadan kaldırmaya yönelikçok aşırı, çok mübalâğalıbir yorumla belli bir yere getirip,bağlanmasından ibarettir. Onun için biz, Sayın Başsavcının ortayakoyduğu deliller açısından Fazilet Partisinin, laiklik karşıtıeylemlerinodağıhaline gelebilecek doğru dürüst bir kanıt getiremediğini, bir delilortaya koyamadığınıifade etmek istiyoruz.

Şimdi, bu konuda kısaca üzerinde durulmasıgereken bir konuvar. O da, tabiatıyla, bu davanın, belki de bir ölçüde gündemegelmesine sebep olan Merve Kavakçıolayıdır. Samimi kanaatimodur, belki birkaç günlük bir demokratik sabır, bit meseleyi sizinönünüze getirmeyebilirdi. Şimdi, evvela şunu arz etmek isterim:Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü, Genel Kurula kıyafetle ilgili birdüzenlemesi var. Maalesef, nasıl kıyafet konusunda o kararla ilgili biraçıklama yaptık, orada bir belirsizlik varsa, İçtüzük noktasında daböyle bir belirsizlik var; yani, orada, kadın milletvekillerinin, bayanmilletvekillerinin Genel Kurula girişiyle ilgili, erkeklerde olduğu kadarbir net düzenleme yok. Belki buna ihtiyaç da olmamışolabilir; çünkü,halen kadın-erkek eşitliği kitabî anlamda varsa da. sosyal ve siyasîhayatımızda, uygulamalarımızda henüz bunun yeterince eşit olmadığıortadadır. O sebeple de, İçtüzükte o zaman böyle bir düzenlemeerkeklerle ilgili olduğu kadar bir ayrıntılı açıklama oradakonulmamıştır. Dolayısıyla, böyle bir belirsizlik orta yerde, yaniaçıkça, kişinin başörtüsüyle Genel Kurula girmesini engelleyen açıkbir hüküm yok. Belki, yorumla belli bir yere kadar getirebilirsiniz; ama,o yorum ne kadar sağlıklıolur, ne kadar maksadıifade eder. Şimdi,işte Meclis çalışmalarısırasında, geçtiğimiz hafta, ondan evvelki haftabu konuya bir açıklık getirilmesi istendi. İstendi ki, bundan sonra

1293

bayan milletvekilleri, Genel Kurula girerken başıaçık olarak girsin.Şimdi, bu düzenleme neyi gösteriyor? Bu düzenleme dahi olayın vukubulduğu tarihte bu işte bir boşluk olduğunu, en azından yasaklayıcıbirhükmün olmadığınıgösteriyor. Eğer böyle bir hüküm olsa idi ve bunarağmen böyle bir zorlama söz konusu olmuşolsa idi, o zaman durumfarklıolurdu, meseleyi biraz daha farklıanlama imkânımız olabilirdi.

Kaldıki, bakınız, şimdi, Fazilet Partisinin şöyle bir alışkanlığıyok: Yani, bir şey kanunen açık, seçik yasak da, onu zorlayan, onuaşan bir tutum içerisinde bugüne kadar olmadı. Nitekim erkeklerleilgili İçtüzükteki düzenlemeye baktığımızda, belki dünyanın birçokparlamentosunda da çok farklıuygulamalar var; yani, bizim oradakidüzenlememize göre, erkekler ceketli olacak, kravatlıolacak. Pekalakendi kendimize bir mantık yürüterek diyebiliriz ki, ağustos sıcağındaniye ceketli girelim canım, kravatlıgirelim; ama, ceketimiz olmasındenilebilir veya başka türlü değerlendirmeler olabilir. Ama, bakınız,bugüne kadar hiç kimse, kendi mantığına göre, kendi haklıolabileceğigerekçelere sığınarak erkeklerle ilgili bugüne kadar bir problemçıkmamıştır. Şimdi, bir düzenleme yapılıyor. Bu düzenlemede, oradaaçıkça, ifade edilirse -ki, Meclis öyle kabul eder de. Genel Kurulabayan milletvekilleri şu kıyafetle girecektir denilirse. Fazilet Partililer,zaten buna uyar. Uymamasıiçin bir sebep de yoktur ya da herkes bustatüyü bilerek, isteyerek siyasete girmiş olur; o statüyü öylecekabullenmişolur. Şu an, halen bugün yürürlükte olan şeye göre açık,net böyle bir şey söz konusu değil.

İkincisi, şimdi, olayın olduğu günü -şöyle bir hatırlayabildiğimizkadarıyla-alfabetik sıraya göre milletvekillerinin yemin merasimi icraediliyor, bu alfabetik sıra sonuna kadar götürülüyor; eğer ilkyoklamada yoksa tekrar isim okunuyor, olmadığıtakdirde bir başkaoturumda yemin ediyor. Şimdi, olayın meydana geldiği an Hakkâri ileHatay listelerindeki milletvekillerinin yemin merasimi sırasında GenelKurul Salonuna girer girmez bir fiilî durum meydana geliyor. Şimdi,eğer Meclis Başkanı, oturumu yöneten Başkan, yemin merasimi içinMerve Kavakçı’yıçağırdığında, deseydi ki “başınıaç, ondan sonrayemin et, aksi halde ben sana yemin yaptırmam.” Buna rağmenMerve Kavakçı, Meclis Başkanlığının bu tasarrufuna karşı, GenelKurulu yöneten Sayın Başkanın bu tasarrufuna karşı“ben, illa böyleyapacağım, böyle olmazsa şöyle olur” tarzında bir direnme, bir fiilîdurum, ondan sonraki günlerde de inadınısürdürür, bu neviden yasakolduğu iddia edilen fiillerini tekrarında bir çaba içerisinde olabilseydi,belki yine bir farklıanlam imkânıolabilirdi, farklıdeğerlendirme imkânıolabilirdi. Yapılan iş, daha İstanbul listesine gelmeden Meclis

1294

içerisinde bir fiilî durum meydana gelmiş, ondan sonra da çıkmış, ogünden beri de Meclise uğramışdeğil. Kaldıki, ertesi gün yaptığıbasın açıklamasında “ben gelebilseydim, yemin yapabilseydim laikcumhuriyet üzerine yemin edecektim” Çünkü, üzerinde durulmasıgereken konulardan da biri budur.

Meclis Başkanının böyle bir tasarrufu karşısında yapılabilecekiş neydi? Meclis Başkanlığımeseleyi böyle anlamış veya MeclisGenel Kurulu böyle anlamışsa yapılacak iş, bir hukuk devletiiçerisinde, hukukun içinde kalarak kendi hakkınıve hukukunuaramasıidi ya da bir eleştirel yaklaşımın içine bu uygulamanınyanlışlığınıortaya koymasıydı. Netice itibariyle olan da budur zaten.Ondan sonra ne Meclis Genel Kuruluna gelip “ben yemini bu halimleedeceğim”diye bir çaba olmuştur, ne ondan sonra Meclis çatısıaltında herhangi bir başka türlü eylem söz konusu olmuştur.

Kaldıki, bunun partiyle olan ilgisine gelince: Tabiî, bir ölçüdepartiyi de ilgilendiren yanıvar. Fazilet Partisinin hiçbir organı“başörtülü olarak gideceksin, yemin yapacaksın” diye bir kararıyok.Öyle olmuşolsa idi, bir parti kararıolsaydı, iki tane daha bayanmilletvekili var. O kararıda o şekilde, onların kabullenip, yemin etmişolmasıgerekirdi. Bu parti kararına uymasıgerekirdi, uymuyorsadisiplin işlemleri veya... Demek ki, ortada bir parti kararıyok; neticedebireysel bir tercih var, bireysel bir tasarruf var, bireysel bir eylem var.O sebeple, Merve Kavakçıile ilgili mesele tamamıyla bir partimeselesi değil, bize göre bireysel bir tercihtir.

Yanlışolabilir, yanlışdeğerlendirilebilir; ama, netice itibariyle ogünün şartlarında olmuşve neticede bitmişhukuk yolundan kendinegöre bir hak arayışıiçerisindedir. Ama, içtüzük, önümüzdeki günlerdebu konuyu netleştirdiği takdirde, eğer Fazilet Partili üyeler, bayanmilletvekilleri, İçtüzüğün bu hükmüne rağmen “ben, illa da başörtülügeleceğim, burada yemin edeceğim. Ben bu İçtüzük hükmünütanımıyorum, bu yasa hükmünü tanımıyorum” derse, işte yasakeylem, laiklik aleyhtarıbir eylem o zaman olmuş olurdu diyedüşünüyoruz.

Sayın Başkanım, sayın üyeler; son konuya gelmişoluyorum.Son konu, bir partinin devamıolmakla ilgili Sayın Başsavcınıniddiasıdır. Şimdi, Anayasamızın 69 uncu maddesinin yedincifıkrasında “temelli kapatılan bir parti, bir başka ad altında kurulamaz”denilmektedir.

1295

Yine, Siyasî Partiler Kanununun 96/2 nci fıkrasında da“Kurulacak siyasî partilerin Anayasa Mahkemesince kapatılan birpartinin devamıolduklarınıbeyan edemeyecekleri ve böyle bir iddiadabulunamayacakları” kuralıbulunmaktadır.

Şimdi, temel soru, bu iddia bakımından şudur: Bir parti, nezaman kapatılan bir partinin devamıolmuşsayılır ya da ne yapar yada söylerse devam keyfiyeti gerçekleşmiş olur? AnayasaMahkememizin, Doğru Yol Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, BirleşikKomünist Partisi ile ilgili kararlarından hareketle bazıkıstaslar ortayakonulmaktadır. Şimdi, bunlardan bir tanesi “genel ideolojikbenzerlikler, ortak duyarlılıklar, tarihsel mirasısahiplenme, benzernoktalarıbir başka yorum ve bakışaçısıyla vurgulama, önceki birikimve deneyimlerden yararlanma, ilgili partinin kapatılan siyasî partinindevamıolduğunun tespitinde yeterli değildir” deniliyor. Demek ki,devam kavramının belirlenmesinde eski parti ile yenisi arasındasadece benzerliğin bulunmasıyeterli görülmemiştir; eskisiyle yenisiarasında benzerliği aşan bir yakınlık, hatta aynılık gerekir diyedüşünürüz. Yeni partinin, bazıbakımlardan kapatılmışbir partiyebenzerlik göstermesi, tek başına kapatma gerekçesi olamaz.

Şimdi, her iki partinin kimliğinin, tüzük ve programları, kadrolarıve faaliyetleri bakımından bu manada birbiriyle örtüşmesi gerekir.Sadece kadrolarındaki bir kısmıbenzerlikten yola çıkarak devamkeyfiyeti gerçekleşmişolmaz. Bu duruma göre, tüzük ve programlanfarklı, konulara yaklaşımlarıfarklı, yürüttüğü parti faaliyetleri vesöylemleri farklıolan yeni partinin sadece kadrolarındaki benzerliktenyola çıkarak bir kapatma kararıverilemez. Nitekim, Yüksek Mahkeme,Türkiye Birleşik Komünist Partisi ile ilgili 1991 yılında verdiğikararında “davalısiyasî partinin daha önce düşünce, siyasal eylem vehukuksal örgütlenme bağlamında varlık gösteren çeşitli siyasîhareketlerin kültürel mirasına talip olmasıya da böyle bir savdabulunması doğaldır ve demokratiktir. Bundan davalı partinin,kapatılan bir partinin devamıolduğunu beyan ettiği anlamınıçıkarmaolanağıyoktur. Marksist hareketin farklıörgütlenmelerine, siyasalkültürüne ve partilerine ve bunların kültürel mirasına sahip çıkılmasıkapatılan bir siyasî partinin devamı olmak değil, Marksistörgütlenmenin birikim ve deneyiminden yararlanıp, yeni bir partioluşturmaktır” diyor.

İkinci ölçü, kriter Tutum, davranışve jestler, beyan ve iddiakavramının kapsamıdışında kalır. Yine, Anayasa Mahkememiz,1984’te Doğru Yol Partisi ile ilgili verdiği kararında “beyan ve iddia

1296

kavramlarısözle ya da yazıyla yapılabilir. Başka bir deyişle, tutum,davranışya da jestle kapatılan bir siyasî partinin devamıolduğununbeyan ya da iddia edilmesine olanak yoktur. Bu bakımdan, kapatılanbir siyasî parti liderinin ziyaret edilmesi, birlikte resim çektirilmesi, birtoplantıda hazır bulunmasıgibi eylemler, beyan ve iddia kavramıiçinegirmezler. Bu tür davranışlar, belki izlenim kavramı içindedeğerlendirilebilir. Yeni parti, tutum, davranış ve jest bir yana,kapatılmışbir partinin devamıolunduğu yolunda beyanda bulunmakşöyle dursun, bu tür iddialara karşıısrarla karşıçıkıyorsa ve bunuaçıkça ifade ediyorsa, yeni bir parti olduğunu her vesileylesöylüyorsa, bu yeni bir partidir; kapatılanın devamıdeğildir. Nitekimhem bu partinin kurucu Genel Başkanıİsmail Alptekin’in hem deşimdiki Genel BaşkanıSayın Recai Kutan’ın, basına intikal edenmuhtelif vesilelerle çok sayıda beyanıvardır ki “biz yeni bir partiyiz.Bizim, ilinti kurulmaya çalışılanşu veya bu partiyle bir ilgimiz yok.”

Üçüncü kriter, aşikârlık. Şimdi, beyan ve iddia kavramının birdiğer özelliğidir aşikârlık. Yine, Anayasa Mahkememizin kararınagöre, 1984’te “beyan ve iddia, üçüncü kişilerin bilgilerine ya dayararlanmalarına sunulmadıkça yasak eylem oluşmaz”

Dördüncüsü, beyan ve iddianın içeriği Anayasa Mahkemesitarafından ciddî, inandırıcı, etkileyici bulunmalı, beyan ve iddialar arizîkalmamalı, belli bir yoğunluğa oluşmalıdır.

Beşincisi de, kapatılan bir siyasî partinin devamıolmaya ilişkinbeyan ve iddiaların yeni siyasî partinin yetkili organlarıveya siyasîpartiyi temsil eden kişilere yüklenilmesi gerekir.

Yine, Yüksek Mahkemenin 1991’de verdiği bir kararında, bumaddeye aykırıdavranıştan söz edebilmek için, yasak eylemin, siyasîpartinin yetkili organlarınca veya siyasî partiyi sözleri ya da yazılarıylailzam eden kişilerce işlenmişolmasıgerekir. Başka bir anlatımla,madde, fail olarak siyasî partileri öngördüğüne göre, temsil yetkisibulunmayan kişilerin eylemleri nedeniyle partinin sorumlu tutulmasıdüşünülemez. Şimdi, bu organların kimler olduğu da, Siyasî PartilerKanununun 102 nci maddesinde sayılmıştır. Sadece imaj yaratmak,kapatılmışbir siyasî partinin devamısayılmak için yeterli değildir.

İşte, Anayasa Mahkememiz de “izlenim, imaj, ima gibisözcükler, nesnel ölçüleri olmayan öznel değerlendirmelere açıkkavramlardır. Aksi kabul edildiğinde, pek çok şeyi madde kapsamınaalmak gerekecektir” demiştir.

1297

Şimdi, izlenim yaratıcıfiiller neler? Onlar da 96 ncımaddeninbirinci fıkrasında var. Kapatılmışsiyasî partilerin isimlerini kullanmak,amblemlerini kullanmak, rumuzlarınıkullanmak, rozetlerini kullanmak,benzeri işaretlerini kullanmaktır. Bu kriterler, bir partinin, kapatılan birpartinin devamı olup olmadığını tespit bakımından fevkaladeönemlidir ve bu kriterlerin genişletilmesi, çoğaltılması, toplanma veörgütlenme özgürlüklerine zarar verir ve bize göre de bu, Avrupaİnsan HaklarıSözleşmesinin 11 inci maddesine aykırıdır.

Şimdi, Sayın Başsavcının, bu devam keyfiyetiyle ilgili olarakdosyaya ibraz ettiği delillere baktığımızda;

1.- Fazilet Partisi, bir partinin, diğer bir partinin devamıolabilmesi için tarihlerin arka arkaya gelmesi lazım. Fazilet Partisi,Refah Partisi hukuken varken kurulmuşbir partidir; 17 Aralık 1997’dir,Refah Partisinin kapatılması1998’in ilk ayındadır.

2.- Fazilet Partisi tüzük ve programıyla yeni bir partidir. İkipartinin öncelikleri farklıdır, söylemleri farklıdır, konulara siyasîyaklaşımları farklıdır, politik tavırları birbirleriyle mukayeseedilemeyecek kadar farklıdır. Çünkü, biz bununla ilgili dosyaya yeterikadar bilgi koymaya çalıştık; ama, hiç olmazsa bir partinin dünyagörüşünü, siyasî yaklaşımınıanlayabilmek için, birkaç konudakigörüşü bile bu partinin diğerlerinden veya iddia edilen partiden farkınıorta yere koyar. Bunların başında Avrupa Birliği ile ilgili yaklaşımıgelir. Refah Partisi, tümüyle Avrupa Birliği fikrine karşıdır. AvrupaBirliğine karşıoluşunu da Türkiye’de en yüksek derecede, en yüksekseviyede seslendirmeye çalışmıştır. Bir Hıristiyan Kulübü olarakAvrupa Birliğini değerlendirmiştir “onlar ortak, biz pazar olacağız”demiştir. Kendi nitelemesine, kendi terminolojisine göre Avrupa Birliğiile ilgili çok ciddî eleştiriler getirmiştir. Halbuki Fazilet Partisi, hemtüzüğünde, programında hem seçim beyannamesinde hem demuhtelif konuşmalarında Avrupa Birliği içerisinde yer almayıbirinciöncelikli mesele olarak kabul edilmiştir.

İkincisi, Fazilet Partisi ile Refah Partisi arasındaki mesele;çünkü, siyasî partilerin en evvel el atacaklarıalan, düzenlemeyapacakları, tasarrufta bulunacaklarıalan ekonomik alandır. RefahPartisi ne kadar devletçiyse, Fazilet Partisi o kadar serbest piyasadanyanadır; çünkü, bunu çok açık olarak söylemiştir. Özellikle RefahPartisine mal edilen adil düzenle ilgili kitap veya belge tetkikedildiğinde, ekonomik düzenin büyük ölçüde devlet tarafından vakıfsistemine göre, her üretilen mal için, her hizmet alanıiçin bir vakıf

1298

kurulmasısuretiyle ekonomik hayatın tanzimine gidilmiştir. HalbukiFazilet Partisi, belki bütün partiler gibi, doğru olanıda budur, serbestpiyasadan yana olduğunu ifade etmiştir. Tabiatıyla, bunun tabiîsonucu olarak Refah Partisi ne kadar devletçiyse, şimdi Fazilet Partisio kadar da özelleştirmecidir. Çünkü, hem devletçi olacaksınız, hemözelleştirmeci olacaksınız, bu mümkün değildir. Kaldıki, biz FaziletPartisi olarak özelleştirmeyi bir ekonomik öncelik olarak da görüyoruz.Refah Partisinden çok farklıolarak. Kaldıki, Refah Partisi ile ilgilikendi camiasının bile yaptığıeleştirilerde -bunların birkısmızamanzaman basına intikal etti- her ne kadar İslam ile bir irtibatıkuruluyorolsa dahi, bunun tarihi bir gerçeklik olmadığını, yaşanabilecek birproje olamadığını, bilimsel bir gerçek olmadığını, metodolojisininbulunmadığınıbirçok değerli bilim adamı, 60 sayfalık bir rapor halindeorta yere koymuşlardır. Şimdi, onunla Fazilet Partisi arasındameseleye bakışta çok ciddî farklılıklar var. Çünkü, biz, özelleştirmeyisadece bir ekonomik mesele olarak da görmüyoruz. Bunu, hemTÜSİAD’da yaptığımız toplantıda -B tahsis bu konuyla alakalı- hemde Meclis platformlarında her defasında ifade ettik. Bugün, siyasettekirlenmenin önlenmesinin yollarından bir tanesi özelleştirmedir.Devletin elinde bu kadar imkân olduğu sürece partileri rant aracıolarak çıkarmaktan kurtaramayız; il, ilçe başkanlarınıAnkara’da, şuihalenin, bu nemanın peşinde koşmaktan kurtaramayız. Bu da, hemsiyaseti kirlendiriyor hem de toplumsal ahlâk açısından çok farklıbirtakım sıkıntılarıgetiriyor diye belki başkaca da gerekçelerle RefahPartisinden çok farklıolarak biz özelleştirmeden yanayız.

Kaldıki, dış tercihlerimiz açısından Refah Partisinin kendiistikameti farklıdır, Fazilet Partisinin öncelik verdiği dışpolitika çokdaha farklıdır. Şu an en öncelikli mesele Avrupa Birliğinisavunduğunuza göre Batıile dir. Bu, şüphesiz, dışpolitikada çeşitlilik,dışpolitikada böyle bir coğrafyada tek ata oynamak gibi bir yanlışlığıtabiatıyla getiremez; ama, bir temel tercih söz konusu olduğunda, Batıdünyasıiçerisinde yer almayıdışpolitikada Fazilet Partisi bunu açıkolarak ifade etmiştir. Kaldıki, konu laliklikle de alâkasıolacağıiçin -başta da ifade ettim- Sayın Genel Başkanın, Hasan Cemal ile yaptığıbir konuşmada da, bir mülakatta da var. Şimdi, orada da ifade ediliyorki “Siz iktidar olduğunuzda yasal düzenlemeleri yaparken neyi esasalacaksınız? Yasalar hangi prensiplere göre çıkacak?” diye soruyor.“Dine uygun mu olacak?”

“Hayır, yasama faaliyetlerinde akıl ve bilim geçerli olacak; laikdevletin gereği de budur” diyor. Dolayısıyla, bu manada sistemeadapte olmuş, sistem içerisinde bir partidir.

1299

Diğerlerinden farkınedir? derseniz. Belki, geleneksel değerleribiraz daha önce çıkararı, becerebilirse, siyasî kabiliyeti, siyasîyeteneği, demokrasi içerisinde bunu temsiline imkân verebilirse,tümüyle kendi siyasî kabiliyetiyle alâkalıdır, belki Avrupa’dakiHıristiyan demokrat partilere benzeyen bir demokratik parti,demokrasiyi benimsemiş, sisteme adapte olmuş bir partidurumundadır. Onun için, birçok noktada iddia edilen parti ile temeldeayrılıklarıvardır.

Bir başka farklılığıdaha var. Fazilet Partisi bir kitle partisidir.Öbürü biraz daha doktirinel, biraz daha ideolojik yaklaşımlarısergileyen bir parti.

Yine Sayın Başsavcının ifade ettiği gibi, bir hülle kavramıçıktı.Bu tabir hukuki bir tabir değil, evvela onu ifade edeyim. Çünkü, bu,siyasî söylemlerimizde daha çok itham ve istiskal için kullanılan birtabirdir ve cumhuriyet öncesi özel hukukta kullanılan bir kavramdır,oradan bize miras kalmıştır. Siyasette kullandığımız bir tabir değil;yani, hülle kavramına dayanarak onun meçhuliyeti arkasında birpartiye kapatma kararıverilemez. Onun için de Yüksek Mahkeme,1984 tarihli bir kararında “hukuku olmayan, anlamıbelirsiz kavramlaradayanılamayacağını” ifade etmiştir. Kaldıki. bu kavram da zatenobjektif bir kavram değil, sübjektif değerlendirmelere bir ölçüde imkânveriyor.

Beşincisi, Fazilet Partisinin hiçbir organı, bu partiyi temsileyetkili hiçbir üyesi, delil olarak ortaya konulan kapatılan bir partinindevamıolduğunu söylemiştir. Halbuki kanunda “beyan ve iddia”kavramlarıgeçmektedir. Bu ortaya konulan delillerin hiçbirisinde böylebir beyan yok. Dolayısıyla, böyle tek bir beyan olmadığına göre neyedayanılarak, bunun en önemli kriteri açıkça, üçüncü kişilerin duyacağıtarzda böyle bir beyanda bulunmaktır. Çünkü, bunun bir getirisi varsiyaseten. Kapatılan bir partinin, şüphesiz bir siyasî nemasıvardır,ortaya koyduğu bir kısım getiriler vardır, bir tabanıvardır. Siz, onuaçıkça söyleyeceksiniz ki, o seçmenler “bak, bu bunun devamıymış”diyecek ve ona göre de, eğer böyle yapılıyorsa, böyle bir aldanmavarsa,, böyle bir illüzyon varsa, seçimlere gittiğinde buna bakarakkarar verecek. Şimdi, değil böyle bir imada bulunmak, genel başkanı,müteaddit defalar, seçime giderken ki, siyasetçinin en zayıf anı, belkibirçok meseleyi, affedersiniz, amiyane tabirle istismar ettiği an seçimdönemleridir. Seçim dönemlerinde bile, eğer bir başka partinintabanının reyini alabilmek noktasında “ben bunun devamıyım”demiyorsa, göz kırparak da bu işanlatılamayacağına göre, üçüncü

1300

kişilere ilan edilmediğine göre, bu yönde tek bir beyan da olmadığınagöre, o zaman neye dayanarak, “bu, bunun devamıdır” diyeceğiz?

Şimdi, Sayın Başsavcının delil olarak belki de dayandığıenönemli konu, Refah Partisinin birkısım milletvekillerinin ve bir kısımbelediye başkanlarının Fazilet Partisine geçmişdurumudur. Bunu birkapatma sebebi olarak görüyor, Fazilet Partisine geçmiş olması.Şimdi, eğer bu, başlıbaşına bir kapatma sebebi ise, şimdi, o zamansormazlar mı; bu milletvekillerinin Fazilet Partisine geçişiyle davatarihi arasında l sene 2 ay 13 gün var. Şimdi, o zaman, 1 sene 2 ay13 gün böyle bir eyleme, böyle bir geçişe, böyle bir yasağın ihlalineniye müsaade edildi o zaman diye sorma gerekmez mi, eğer bugeçiş, tek başına bir kapatma sebebiyse, bir önem arz ediyorsa, birdelil olarak kullanılacaksa. Kaldıki, Refah Partisi kapatılmış,Kapatılırken siyasetten yasaklanmalarıgerekenler de siyasettenyasaklanmış, geri kalanlarıyla ilgili bir siyasî yasak var mı? Yani,şimdi, bundan sonra boşta kalan milletvekilleri, ne yapacak da oyasağın kapsamıdışında kalacak? Hangi nispette, ne nispette,nereye kayarsa o partinin devamıolacak ya da olmayacak? Veya bu144... “147” diyor, 147 milletvekili yok, onların birkısmıbağımsızkalmışo tarih itibariyle. Şimdi, diyelim ki, Fazilet Partisine değil de,80’i, 90’ımevcut partilerden birine toplu halde gitmişolsa idi, eğerçoğunluğa bakarak böyle bir karar vereceksek, o zaman o parti,Refah Partisinin devamımıolmuşolacak?

Şimdi, siyasî hayatla ilgili olarak, insanların temel hak veözgürlükleriyle ilgili olarak Anayasa yasak koymuyor, yasalar yasakkoymuyor, partiyi kapatan Yüksek Mahkeme bir yasak koymuyorsa,hukukun temel kuralıdır, bir şey yasak değilse yapılmasıserbesttir.Şimdi, niye yasak olmuşolsun? Bunu ortaya koyacak olan bir hükümvar mı? Yani, bunu neye dayanarak böyle bir şey yapacaktı? Buinsanlar ne yapacaktıda, siyasî hayatlarına devam etmişolacaktı?

Zannediyorum Sayın Başsavcının, bu Siyasî PartilerKanununun 95 inci maddesiyle ilgili bir yanlışdeğerlendirmesi var. 95inci maddenin eski halini nazara alarak böyle bir değerlendirmeyapıyor. Eski hali ortadan kalktı; yani, 95 inci maddenin eski halinedayanarak böyle bir değerlendirme bugün için geçerli değil;hiçolmazsa sözlü savunmasında bu değişikliği dikkate alarak, çünkü,eski değişikliğin de, bu neviden geçişler üye çoğunluğudur, bunlar buneviden geçişleri yasaklıyordu ve böyle bir geçişin sonucu olarak birpartinin devamı olduğu gibi bir sonuç çıkıyordu. Şimdi, 95değişikliğiyle bunların hepsi düzenlenmiştir ve birkısım eski partinin

1301

üyelerinin, bu partide veya bir başka partide görev almasını, siyasetyapmasınıyasaklayan bir hüküm bulunmamaktadır.

Kaldıki, şöyle bir şey daha var: Bir parti dediğiniz şey, bir tekorgandan da teşekkül etmiyor. Yani, bir parti dediğiniz zaman, ilçeteşkilatlarıvar, il teşkilatlarıvar, merkez karar organlarıvar, Meclisgrubu var; bunların tamamıbir araya geldiği zaman bir partiyimeydana getirmiş oluyor. Şimdi, bütün partilerin üye kayıtlarıBaşsavcılığın bilgisayarındadır, Başsavcılığa veriliyor. Bu üyekayıtlarınıinceleyip, şu iddiada bulunabilirdi: Diyebilirdi ki, RefahPartisinin üyeleri bunlar, Fazilet Partisinin üyeleri bunlar; bunlarburaya toplu halde geçmişlerdir. Milletvekilleri dışında, bugün, partininbütün organlarında Refah Partisinden geçen üyelerin sayısı, bazıilçelerimizde hiç yoktur, bazıilçelerimizde yüzde 10-15’tir; ama, hiçbiryerde yüzde 20-30’u geçmez; yani, çoğunluk, ya yepyeni siyasetekatılmışüyelerdendir veya şu veya bu sebeple bir başka partidesiyaset yapamamış, onun için gelmiş, Fazilet Partisinde siyasetyapıyor durumdadır. Yani, kendi imkânlarıyla ispat edeceği birkonuyu, böyle kapalıbir tarzda Yüksek Mahkemenin huzurunagetiriyor, Anayasanın, yasaların ve Yüksek Mahkemeninyasaklamadığıbir fiilî yapmış olanları, buradan buraya geçişi,neredeyse birbuçuk sene sonra, ilk defa tespit ediyormuşgibi önemlibir delil olarak Yüksek Mahkemenin huzuruna getiriyor. Onun içinortaya konulan, ileri sürülen hiçbir delil, bize göre bu maksatlakullanılabilir değildir. Kaldıki, birkısmıda delil değildir, birkısmının dapartiyle alâkasıyok. Bizim dışımızda, filanca gazetede yazıyazanadamın bir beyanınıgetiriyor bize, bu dosyada delil olarak kullanıyor.Bir ilim adamının, bir dinî tartışmasınıgetiriyor, üniversite rektörünün,Fazilet Partisiyle irtibatlı, sanki bizim bir üyemiz, bizim partimizinorganlarında görev yapan birisi de, oradan yola çıkarak burayagetirmiş gibi bir delil mantığıiçerisinde bunlarıortaya koymayaçalışıyor.

Sonra, bir partinin, kapatılan bir partinin devamıolabilmesi için,o siyaset yapmalarıyasaklanmışolanların yeni partide kurucu olması,üye olması, yönetici ve denetici olmasıgerekir veya aday gösterilmişolmasıgerekir. İrtibatıkurulmaya çalışılan partinin yasaklıüyeleribellidir. Bunların hiçbirisi, ne bir partiden aday olmuştur, ne kurucuüyedir, ne de denetici üyedir, ne de aday yapılmıştır. Dolayısıyla,Fazilet Partisini, kapatılan bir partinin devamıolduğunu, bu manadahukuken kabul etmek mümkün değildir.

1302

Yalnız, iki şeyi birbirinden ayırmamız gerekiyor. Şimdi, bir siyasîpartinin, pozitif hukuk bakımından kapatılmış bir partinin devamıolmasıyla onun sosyolojik bakımdan kapatılmışolan eski bir partinintabanına hitap ediyor olmasıbirbirinden farklıdır. Bu çerçevede birkitle partisi olan Fazilet Partisinin, toplumun çeşitli kesimlerinin,tabiatıyla bu arada kapatılan Refah Partisinin tabanına da hitapetmesi doğaldır. Çünkü, 5-6 milyon oy almışbir kitleyi, bir Türkseçmenini, gözardıederek Türkiye’de siyaset yapılamaz. Yalnız,Sayın Başsavcının görmek istemediği husus şu: Refah Partisinin butabanına yalnız Fazilet Partisi hitap ediyor değilki, nitekim FaziletPartisinin aldığıoy yüzde 15. Eğer Refah Partisi ile bir irtibatkuruluyorsa, aldığıoy yüzde 21. En azından yüzde 6 rey, bir başkapartiler tarafından alınmıştır; Refah Partisinin birkısım seçmeni, şuveya bu sebeple, sebebi ne olursa olsun kendi rızasıyla, kendiiradesiyle götürüp başka partilere rey vermiştir. Dolayısıyla, yalnızFazilet Partisi açısından söz konusu olmayan bir şeyi, getirip, FaziletPartisinin aleyhine delil olarak kullanılamaz. Mesela, Doğru YolPartisi, hukuki anlamda değilse de, siyaset geleneği ve sosyolojiksüreklilik açısından Adalet Partisinin bir uzantısıdır. Nitekim geçmişte,SODEP veya HalkçıParti veya SHP olarak, siyasî hayatımızdatüzelkişilik kazanmışolanlarda, bir sosyolojik süreklilik anlamında,seçmen kitlesi ve tabanıanlamında Cumhuriyet Halk Partisinin, bumanada sosyolojik bir uzantısıolarak görülebilir. Onun için, meseleyesosyolojik açıdan baktığımızda, mesele biraz daha tavazzuh etmişoluyor. Ve her partinin, her fırsattan, her ilişkiden yararlanarak,toplumdan sağlayacağısiyasî desteği azamileştirmek arayışıiçindedeğerlendirmek doğaldır. Doğru ya da yanlış, Türkiye’deki siyasetinbir geleneği de budur. Onun için biz, devam noktasında SayınBaşsavcının ileri sürdüğü görüşlerin ve ortaya koyduğu delillerin,maksadın temini bakımından yeterli ve uygun olmadığıkanaatindeyiz.

Ben, sözlü maruzatımıbitiriyorum. Dikkatleriniz için, sabrınıziçin çok teşekkür ediyorum, saygılarımısunuyorum. Ortaya konulandeliller açısından, koymaya çalıştığımız mantık açısından, Avrupaİnsan Hakları Sözleşmesi. Venedik Komisyonları kararları,Anayasamız ve mevcut deliller açısından, her iki iddia bakımından dabir partinin kapatılmasına yetecek bir delilin, bir gerçekliğin varitolmadığıkanaatini taşıyoruz. Eski talebimiz gibi, davanın reddinisaygıyla arz ediyorum.

Teşekkür ederim.

1303

BAŞKAN - Davalıparti temsilcisi Sayın Cemil Çiçek’in sözlüsavunmasıdinlendi, ayrıca banda alındıve stenograflarca tutanaklasaptandı.

Sorusu olan var mıarkadaşlar?..

Belge verecektiniz galiba, bir şeyler...

CEMİL ÇİÇEK - Siz talep ederseniz Sayın Başkanım, ben.burada zikrettiğim kararları, hep rakam telaffuz ederek tırmalayıcıolmamak için, bu kararların hemen hepsi tarih ve numaralarıyla önsavunmamızda ve son savunmamızda var.

BAŞKAN - Konuşmanız sırasında vereceğinizi söylediniz de,onun için sordum, yoksa...

CEMİL ÇİÇEK - Böyle bir şey, belki zuhulen olmuştur,verebileceğim herhangi bir husus yok; ama, talep edilirse... Ama,yazılımetni; çünkü, çıkıntılarıvar, yarın olmazsa size, yeteri kadarçoğaltılmışolarak Yüksek Mahkemeye takdim edebiliriz, eğer arzuedilirse.

BAŞKAN - Peki, onu alırız.

CEMİL ÇİÇEK - Hay hay.

BAŞKAN - Sözlü savunma toplantısısona erdi.

Teşekkür ederim Sayın Çiçek.

CEMİL ÇİÇEK - Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.

VIII- EK İDDİANAME

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 5.2.2001 gün veHz.1999/116 sayılıEk İddianamesi şöyledir:

Başsavcılığımızın 7.5.1999 gün ve SP.95 Hz.1999/116 sayılıiddianamesi ile Fazilet Partisinin Anayasanın 2, 24/son, 68, 69, 2820sayılıSiyasi Partiler Kanununun 78, 86, 87. maddeleri uyarıncatemelli kapatılmasına karar verilmesi istenmişve 12.12.2000 günlüyazımızla elde edilen ek kanıtlar değerlendirilmek üzere sunulmuştu.

1304

Bu kanıtların «iddianame tarihinden sonraki olaylarıiçerdiği»gerekçesi ile inceleme ve değerlendirme dışıbırakıldığıYüksekMahkemenizin Başkanvekili tarafından 1.2.2001 tarihindekamuoyunun bilgisine açıklanmışbulunmaktadır.

Her ne kadar Siyasi Partiler Kanununun 98 nci maddesi siyasipartilerin kapatılmasıdavalarının Anayasa Mahkemesince CezaMuhakemeleri Usulü Kanunu uygulanmak suretiyle dosya üzerindeinceleme yapılarak karara bağlanacağıhükmünü içermekte ise de, buhüküm davaların kendine özgü niteliğini ortadan kaldırmamaktadır.Başka bir deyimle bu davalar ceza davasıolarak kabul edilemez.Siyasi partilerin siyasal süreç içerisinde kesintisiz siyasi faaliyettebulunmalarıolgusu, dava ekonomisi ve davanın niteliği itibariyle kararverilinceye kadar sunulan kanıtların inceleme ve değerlendirmeyealınmasında yarar bulunduğu görüşümüzü muhafaza etmekleberaber mahkemenizin kesin sonuç doğuran kararıkarşısında ekiddianame ile dava açılmasızorunluluğu doğmuştur.

Sunulan ve halen mahkemenizde bulunan Fazilet Partisinin1.Olağan Kongresine ait video kaset çözümleri ve uygunluk gösteren15.5.2000 günlü Hükümet Komiseri raporundan kongre öncesi veesnasında katılımcılarca sık sık «Mücahit ERBAKAN - ERBAKANnerede biz oradayız - Mücahit ERBAKAN, işte komutan, İşte asker»sloganları ile Anayasa Mahkemesince temelli kapatılan RefahPartisinin siyaset yasaklıGenel BaşkanıNecmettin ERBAKAN lehinetezahüratta bulunulduğu, kongre salonunda kurulan dev ekranda dauzun süre «Mücahit ERBAKAN» şeklinde açık yazı geçildiğianlaşılmaktadır.

Anayasanın, 4121 sayılıKanunun 7 nci maddesi ile değişik 69ncu maddesinin 6 ncıfıkrasına göre “Bir siyasi partinin 68 ncimaddenin 4 ncü fıkrasıhükümlerine aykırıeylemlerinden ötürü temellikapatılmasına, ancak onun bu nitelikteki fiillerin işlendiği odak halinegeldiğinin Anayasa Mahkemesince tesbit edilmesi halinde kararverilir”

2820 sayılıSiyasi Partiler Kanununun değişik 103 ncümaddesinde ise “Bir siyasi partinin, bu Kanununun 78 ilâ 88 ve 97 ncimaddeleri hükümlerine aykırı fiillerin işlendiği bir mihrak halinegeldiğinin sübuta ermesi halinde o siyasi parti AnayasaMahkemesince kapatılır” hükmü yer almaktadır.

1305

Siyasi Partiler Kanununun 78 ila 88 ve 97 nci maddeleriAnayasanın 68 nci maddesinin 4 ncü fıkrasında yer alan temelilkelere uygun hükümleri içermektedir.

Bu itibarla Anayasa Mahkemesinin 16.1.1998 gün ve 1997/1sayılıkararında yer alan “Refah Partisinin Kapatılmasına” ilişkinhükmün; gerek niteliği ve içeriği, gerekse dayandığıAnayasal veyasal gerekçeler bağlamında “temelli kapatma” olduğu açıktır. Ziraadıgeçen partinin Anayasanın 68 nci maddesinin 4 ncü fıkrasındabelirtilen Lâik Cumhuriyet ilkesine aykırıeylemlerin işlendiği odakhaline geldiği sabit görüldüğü için kapatma kararıverilmiştir. SiyasiPartiler Kanununun 103 ncü maddesinde yer alan”kapatma” tabiri bunedenle Anayasanın 69/6 ncımaddesinde yer alan “temelli kapatma”ile eşanlamdadır.

Anayasanın 69 ncu maddesinin 7 nci fıkrasında ise “Temellikapatılan bir parti bir başka ad altında kurulamaz” hükmü yeralmaktadır. Bu hüküm kesin ve buyurucu nitelikte olup, kurulmasıhalinde o partinin de temelli kapatılmasınıgerektirdiğinde kuşkuyoktur.

Kaldıki, Anayasanın 153 ncü maddesinin son fıkrasıuyarıncaAnayasa Mahkemesi kararlarıyasama, yürütme ve yargıorganlarını,idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar. Bu bağlayıcıhükmeaykırılığın, değişik bir deyimle temelli kapatılan bir partinin bir başkaad altında kurulduğu vakıası’nın, yine Anayasa Mahkemesitarafından tesbit edilmesi halinde, bağlayıcılığın yeniden ve doğrudansağlanmasıve bu partinin de temelli kapatılmasına karar verilmesisuretiyle, Anayasal düzenin korunmasıgereklidir.

Bu nedenlerle söz konusu edilen ve ek iddianamedüzenlenmesine dayanak olan kanıtlarında incelenipdeğerlendirilmesi suretiyle Fazilet Partisinin, Anayasa Mahkemesikararıyla temelli kapatılan Refah Partisinin başka bir adla kurulmuşdevamıniteliğinde olduğu kanısına varıldığında temelli kapatılmasınakarar verilmesi zorunlu bulunmaktadır.

Sonuç : Yukarıda belirtilen ve açıklanan nedenlerle Anayasanın69/7 nci maddesi uyarınca Fazilet Partisinin temelli kapatılmasına, veişbu davayla sınırlıolarak Fazilet Partisi kurucularının aynımaddenin8 nci fıkrasıuyarınca “Anayasa Mahkemesinin temelli kapatmayailişkin kesin kararının Resmi Gazete’de gerekçeli olarakyayınlanmasından başlayarak 5 yıl süreyle bir başka partinin

1306

kurucusu, üyesi, yöneticisi ve deneticisi olamayacağına” ve “KurucuMilletvekilleri İsmail Alptekin ve Mehmet Özyol’un Anayasanın 84/sonmaddesi uyarınca milletvekillerinin sona ermesine” karar verilmesitalep olunur. 5.02.2001

IX- ÖN SAVUNMA (2)

DavalıParti’nin 12.3.2001 günlü ön savunmasışöyledir :

A) Başsavcılık Mülga Hükümlere Dayanmıştır

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının söz konusu yazısının 1.sayfasında aynen şu ifadeler yer almaktadır:

“2820 sayılıSiyasi Partiler Kanununun değişik 103 üncümaddesinde ise ‘Bir siyasi partinin, bu Kanunun 78 ila 88 ve 97 ncimaddeleri hükümlerine aykırı fiillerin işlendiği bir mihrak halinegeldiğinin sübuta ermesi halinde o siyasi parti AnayasaMahkemesince kapatılır’ hükmü yer almaktadır. “

Kanaatimizce, Ek iddianame’nin temelini teşkil etmesinerağmen bu ifade, mülga olduğu fark edilmeden, zühulen yazılmıştır.Zira, 2820 sayılıSiyasi Partiler Kanunu’nun 103. maddesinde böylebir hüküm yer almamaktadır. Çünkü “bu hüküm” 12.8.1999 ve 4445sayılıKanun’un 18. maddesiyle değiştirilerek mülga kılınmıştır.

Bir cümle ile Sayın Başsavcılık, yazısının 2. sayfasında

“... Siyasi Partiler Kanunu’nun 104. maddesinin uygulanmasıgerektiğine ilişkin gerekçeler ve talep açıkladığımız nedenlerle geçerlideğildir.” derken bir mülga hükme dayanmıştır.

B) Başsavcılık YanlışTemellere Dayanmıştır:

Sayın Başsavcılık “Fazilet Partisi’nin ... temelli kapatılan RefahPartisi’nin başka bir adla kurulmuşdevamıniteliğinde” derken, SiyasiPartiler Kanunu’nun 103. maddesinin mülga 1. fıkrasının yanısıra,

- Anayasa’nın 69. maddesinin 6. fıkrasıile,

- Siyasi Partiler Kanunu’nun 78 ila 88. ve 97. maddelerine,

dayanmaktadır.

1307

Hiçbir tartışmaya meydan vermeyecek kadar açıktır ki bumaddeler bir partinin suç odağı haline gelmesini düzenleyenmaddelerdir, “Temelli kapatılan bir partinin başka bir ad ile kurulmuşsayılmasınıdüzenleyen maddeler” değildir.

Daha açık bir ifadeyle bir partinin beyan ve eylemleri;

- Anayasa’nın 69. maddesinin 6. fıkrasıile,

- Siyasi Partiler Kanunu’nun 78 ilâ 88 ve 97. maddelerine,aykırıolursa o parti hakkında “Temelli kapatılan bir partinin bir başkaad altında kurulduğu iddiası” ile değil, “suç odağı” haline geldiğiiddiasıile, eğer şartlarıvarsa, “ihtar” yapılmadan, Siyasi PartilerKanunu’nun 101. maddesi uyarınca “Temelli kapatma davası” açılır.

C) “Devam” İddiasının Dinlenebilmesi İçin Kapatma DavasıAçılmadan Önce İhtar Mekanizmasının ÇalıştırılmışOlmasıŞarttır:

Bilindiği gibi Anayasa’mızın 69. maddesinin son fıkrasısiyasipartilerin,

- Kuruluşlarının ve

- Kapatılmalarının,

Kanunla düzenleneceğini belirtmektedir.

Anayasa’nın sözünü ettiği kanun, 2820 sayılıSiyasi PartilerKanunu’dur.

Siyasi Partiler Kanunu, siyasi partilerin hangi sebeplerdendolayınasıl kapatılacağınıayrıntılıolarak düzenlemiştir.

Siyasi Partiler Kanunu’nun, (12.8.1999 tarih ve 4445 sayılıKanun’un 19. maddesiyle değişik) 104. maddesi aynen şöyledir:

“Madde 104- Bir siyasi partinin bu Kanunun 101 inci maddesidışında kalan emredici hükümleriyle diğer kanunların siyasi partilerleilgili emredici hükümlerine aykırılık halinde bulunmasısebebiyle oparti aleyhine Anayasa Mahkemesi’ne, Cumhuriyet Başsavcılığı’ncare’sen yazıile başvurulur.

1308

Anayasa Mahkemesi, söz konusu hükümlere aykırılık görürsebu aykırılığın giderilmesi için ilgili siyasi parti hakkında ihtar kararıverir.. Bu karar, o siyasi parti genel başkanlığına yazılıolarak bildirilir.Bu yazının tebliği tarihinden itibaren altı ay içinde aykırılıkgiderilmediği takdirde,

Cumhuriyet BaşsavcısıAnayasa Mahkemesi’ne bu siyasipartinin kapatılmasıiçin re’sen dava açar.”

2820 sayılıSiyasi Partiler Kanunu’nun 104. maddesi,

- “101 inci maddenin dışında kalan” emredici hükümleriyle

- Diğer kanunların siyasi partilerle ilgili emredici hükümlerineaykırılık halinde”

İfadelerini kullandığına göre, herşeyden önce devam iddiasının101. maddenin kapsamına girip girmediğini tespit etmek gerekir.

Eğer “devam” durumu, 101. maddenin kapsamına giriyorsa,ilgili parti hakkında “ihtar mekanizması”nıçalıştırmadan “temellikapatılan bir partinin devamıolduğu iddiasıile” kapatma davasıaçılabilecektir.

Eğer “devam” durumu 101. maddenin kapsamına girmiyorsa ozaman, bu kavramın;

- Siyasi Partiler Kanunu’nun 101. maddesinin dışında kalanemredici hükümlerine veya.

- Diğer kanunların siyasi partilerle ilgili emredici hükümlerineaykırıolup olmadığına bakmak gerekir.

Siyasi Partiler Kanunu’nun, (12.8.1999 tarih ve 4445 sayılıKanun’un 16. maddesiyle değişik) 101. maddesi aynen şöyledir:

“Madde 101- Anayasa Mahkemesi’nce bir siyasi parti hakkındakapatma kararı:

a) Bir siyasi partinin tüzük ve programının Devletinbağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insanhaklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine,demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırıolması, sınıf veya

1309

zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayıveyerleştirmeyi amaçlaması, suç işlenmesini teşvik etmesi,

b) Bir siyasi partinin, Anayasa’nın 68. maddesinin dördüncüfıkrasına aykırıeylemlerin işlendiği odak haline geldiğinin AnayasaMahkemesi’nce tespiti,

c) Bir siyasi partinin, yabancı devletlerden, uluslararasıkuruluşlardan ve Türk uyrukluğunda olmayan gerçek ve tüzelkişilerden maddi yardım alması,

hallerinde verilir.

Açıktır ki 101 inci maddede;

- “Devam” diye bir kavram yer almadığıgibi

- “Temelli kapatılan bir parti bir başka ad altında kurulamaz”;diye bir hüküm de yoktur.

Bu durumda, konuya, “temelli kapatılan bir partinin bir başka adaltında kurulduğu” iddiasıaçısından bakılacak olunursa görülür ki:

1) “Temelli kapatılan bir parti bir başka ad altında kurulamaz”diyen “emredici hüküm”, 2820 sayılıSiyasi Partiler Kanunu’nun 101.maddesinde değil, başka maddesinde (m.95’de ve Anayasa’da) yeralmıştır.

2) Şu halde bu hükme aykırılık halinde 2820 sayılıSiyasiPartiler Kanunu’nun 104 üncü maddesindeki ihtar mekanizmasınınişletilmesi gerekir.

3) İhtar mekanizmasının, bir parti hakkında AnayasaMahkemesi’nce temelli kapatılan bir partinin devamıolduğu iddiasıilekapatma davasıaçılmadan önce işletilmişolmasışarttır.

Nitekim:

1) Anadolu Ajansı’nın 13.02.2001 tarihli bir haberine göre,Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Siyasi Partiler Kanunu’nun 96.maddesinin emredici hükümlerine aykırıdavrandığıgayet açık vekesin olan Komünist Parti’ye ihtar vermesi için AnayasaMahkemesi’ne başvurmuştur.

1310

2) Keza, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Siyasi PartilerKanunu’nun 96. maddesine aykırıdavrandığıkesin bulunan SultanPartisi’ne ihtar verilmesi için Anayasa Mahkemesi’ne müracaatetmiştir (Ersin BAL, 01.03.2001 tarihli Sabah Gazetesi).

Aslında hukuken takip edilmesi gereken yol da budur. Çünküihlal edilen hükümler, Siyasi Partiler Kanunu’nun 101. maddesidışında kalan “emredici hükümler”dir.

Özet olarak:

Siyasi Partiler Kanunu’nun 101. maddesi dışında kalan vesiyasi partileri ilgilendiren herhangi bir kanunun emredici hükmüneaykırıdavrandığıiddiasıile bir parti hakkında kapatma veya temellikapatma davasıaçılabilmesi için, dava açılmadan önce 104.maddedeki ihtar mekanizmasının çalıştırılmışolmasışarttır.

Aksi halde, yani 104. maddedeki ihtar mekanizmasıişletilmeden, bir parti hakkında Anayasa Mahkemesi tarafındantemelli kapatılan bir partinin devamıolduğu iddiasıile açılan dava,hukuken, mesmu olamaz; böyle bir iddia dinlenemez; “Hukuk Devleti”olmanın asgari şartıböyle bir davanın reddini gerektirir.

II- “TEMELLİKAPATMA” VE “KAPATMA” KAVRAMLARIEŞANLAMLI KAVRAMLAR DEĞİLDİR.

Ek iddianame’nin 2. sayfasında, kanaatimizce zühûlen, aynenşu ifadeler yer almıştır:

“2820 sayılıSiyasi Partiler Kanununun değişik 103’ncümaddesinde ise ‘Bir siyasi partinin, bu Kanununun 78 ila 88 ve 97 ncimaddeleri hükümlerine aykırıfiillerin işlendiği bir mihrak halinegeldiğinin sübuta ermesi halinde o siyasi parti AnayasaMahkemesince kapatılır’ hükmü yer almaktadır.”

Ek iddianamenin yine aynı(2.) sayfasında, aynen şu ifadeler deyer almıştır:

“Siyasi Partiler Kanununun 103 ncü maddesinde yer alan“kapatma” tabiri bu nedenle Anayasanın 69/6 ncımaddesinde yeralan “temelli kapatma’’’ile eşanlamdadır.”

1311

Kanaatimizce bu ifade de, tıpkıdiğer birçok ifade gibi, Ekiddianamede yine zühûlen yer almıştır.

Aksi halde;

- ya Anayasa’nın abesle iştigal ettiğini,

- veya Anayasa Mahkemesi’nin Refah Partisi hakkında “temellikapatma” kararıvereceği yerde “zühûlen” kapatma kararıverdiğini,kabul etmek gerekecektir.

Oysa bu son iki ihtimali kabul etmek mümkün değildir. Çünkühem Anayasa hem de Anayasa Mahkemesi’nin söz konusu [T.16.1.1998, E. 1997/1 (SPK), K. 1998/1] kararıçok açıktır.

A) Anayasa Çok Açıktır:

Anayasa’mız, 1995 değişikliği ile siyasi partiler için, hiçbirihtilafa meydan vermeyecek şekilde, açık ve kesin olarak “iki türkapatma” öngörmüştür. (Any. M. 149/4) Bunlardan biri,

- “Temelli kapatma” diğeri ise

- “Kapatma”dır.

“Temelli kapatma” ile “kapatma” arasındaki fark da;

1) Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Komisyonu AltKomisyonu’nun 25 Nisan 1995 tarihli raporunun 10 ve 11.sayfalarında;

2) Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Komisyonu’nun5.6.1995 tarih ve 17 sayılıRaporunun 33. sayfasında,

3) Anayasa’nın 69/7. maddesinde,

4) 2820 sayılıSiyasi Partiler Kanunu’nun 95/1. maddesinde;belirtilmiştir:

“Temelli kapatılan bir parti bir başka ad altında kurulamaz.”

Buna karşılık;

1312

Komisyonların raporlarına;

- TBMM Genel Kurulu tutanaklarına,

- Anayasa’nın 69/7. maddesinin mefhumu muhalifine,

- Siyasi Partiler Kanunu’nun 96/1. maddesinin mefhumumuhalifine, göre kapatılan partiler” için böyle bir engel yoktur:

Kısaca:

“Temelli kapatma” ve “kapatma” kavramlarıAnayasamıza göre,“eşanlamlı” değil, farklıkavramlardır. Farklıkavramlar olduklarıiçindirki Anayasakoyucu, 1995 yılında bu kavramlarıAnayasa’nın 149.maddesinin dördüncü fıkrasına gayet bilinçli olarak dahil etmiştir:

“Anayasa Mahkemesi ... siyasi partilerin temelli kapatılmasıveya kapatılmasına ilişkin davalarda Yargıtay CumhuriyetBaşsavcısından sonra kapatılması istenen siyasi partinin genelbaşkanlığının veya tayin edeceği bir vekilin savunmasınıdinler.”

B) Anayasa Mahkemesi’nin Kararıda Çok Açıktır:

Ek iddianamenin 2. sayfasında “Refah Partisi’ninkapatılmasına” ilişkin hükmün, “temelli kapatma” olduğu ilerisürülmekte, Fazilet Partisi’nin de, “temelli kapatılan” Refah Partisi’ninyerine başka bir adla kurulduğu iddia edilerek “temelli kapatılması”istenilmektedir.

Bu talep ve iddiaların hiçbiri hukuka uygun değildir. Çünkü:

1) Fazilet Partisi, yukarıda da belirtildiği gibi Refah Partisi’nindevamıdeğildir.

- Kuruluştarihi itibariyle değildir.

- Tüzüğü ile değildir.

- Programıile değildir.

- Yönetimi ile değildir.

- Felsefesi ve mantalitesi ile değildir.

1313

Örneğin:

Refah Partisi, Avrupa Birliği’ne karşıçıkarken Fazilet PartisiAvrupa İnsan HaklarıSözleşmesi’nin Anayasa’ya dahil edilmesiningerekliliğini savunur.

2) Refah Partisi’nin “temelli kapatılmasına” değil,“kapatılmasına” karar verilmiştir.

Anayasa Mahkemesi’nin [T. 16.01.1998, E. 1997/1 (SPK), K.1998/1] kararıgayet açıktır:

“Refah Partisi’nin kapatılmasına karar verilmiştir.”

Kanaatimizce, zühul, Anayasa Mahkemesi’nin kararında değil,Ek İddianame’dedir.

Kısaca, Fazilet Partisi hakkında ileri sürülen “temelli kapatılan”bir partinin devamıolduğu iddiasıbu bakımdan da geçerli değildir.

III- PARTİ KAPATMA DAVALARI CEZA DAVASINİTELİĞİNDEDİR:

Ek iddianame nin 2. sayfasında, kanaatimizce yine zühûlen,“Her ne kadar Siyasi Partiler Kanununun 98 inci maddesi siyasipartilerin kapatılmasıdavalarının Anayasa Mahkemesince CezaMuhakemeleri Usulü Kanunu uygulanmak suretiyle dosya üzerindeinceleme yapılarak karara bağlanacağıhükmünü içermekte ise de”denildikten sonra, aynen şöyle devam edilmektedir:

“Bu hüküm davaların kendine özgü niteliğini ortadankaldırmamaktadır. Başka bir deyimle bu davalar ceza davasıolarakkabul edilemez.”

Bu ifadelerden anlaşılacağıüzere Ek iddianame, AnayasaMahkemesinden, kendisini parti kapatma davalarında CezaMuhakemeleri Usulü Kanunu ile bağlısaymamasınıtalep etmektedir.Çünkü Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’na göre hareket edilirse,hem;

- Ortada hiçbir delil bulunmadığından dolayıve hem de

1314

- Sonraki olaylar önceki iddia bakımından delil sayılamayacağıiçin, Parti’yi kapatmak mümkün olmayacaktır.

Halbuki 10.11.1983 tarih ve 2949 sayılı AnayasaMahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un,(3.7.1997 tarih ve 4280 sayılıKanunla değişik) 33. maddesi gayetaçıktır.

“Siyasi partilerin kapatılması davaları” başlığını taşıyansözkonusu (33.) maddeye göre:

“Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından açılan siyasipartilerin kapatılmasına ilişkin davalar, Ceza Muhakemeleri usulüKanunu hükümleri uygulanmak suretiyle dosya üzerinde incelenir vekarara bağlanır.”

Ayrıca, Anayasa’nın 138/1. maddesine göre;

“Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar, Anayasa’ya, kanuna vehukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.”

Bu durumda şu sorunun açık ve kesin olarak cevaplandırılmasıgerekmektedir:

Hem Anayasa’nın 138/1. maddesi hem de 2949 sayılıKanun’un33/1. maddesi yürürlükte iken parti kapatma davalarında CezaMuhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanmayacak ise hangihükümler uygulanacaktır?

Öte yandan parti kapatma davalarının ceza davasıolarak kabuledilemeyeceğine dair görüşün hiçbir “bilimsel” ve “hukuksal”dayanağıyoktur.

Çünkü hem bilimsel açıdan hem de hukuksal açıdan partikapatma davalarıceza davasıniteliğindedir.

A) Parti Kapatma Davalarının Bilimsel Açıdan Niteliği:

Doktrin, parti kapatma davalarının “ceza davasıniteliğinde”olduğu konusunda tam bir ittifak halindedir..

Nitekim:

1315

1) Siyasi partiler hukuku ile yoğun bir biçimde ilgilenen bir bilimadamı, Doç. Dr. Fazıl Sağlam, parti kapatma davalarıkonusundaaynen şöyle demektedir:

“Bir benzetme yapmak gerekirse, partinin temelli kapatılmasıişlemini, kişiler için verilen idam cezasına koşut bir biçimdedeğerlendirmek gerekir. Nasıl ki idam cezası, aslında yaşam hakkınınözüne dokunan bir yaptırımsa ve ancak Anayasa’da yaşam hakkınınbir istisnasıolarak öngörüldüğü oranda geçerli olabiliyorsa, siyasalpartilerin temelli kapatılmasıda aynıözelliği göstermektedir.” (Doç.Dr. Fazıl SAĞLAM, Siyasal Partiler Hukukunun Güncel Sorunları,Beta Yayınları, Hukuk Dizisi:362, 1999, İstanbul, s. 104)

2) Sayın Sağlam, bu benzetmeyi (parti kapatma-idambenzetmesini) ilk defa Cem EROĞUL’dan duyduğunu belirterekSayın EROĞUL’un da aynışekilde düşündüğünü vurgulamışoluyor.(Sağlam, ibit, 239 no.lu dipnot).

3) Beşkişilik bilim jürisinin oybirliği ile kabul ettiği “mastır”tezinde Arzu DURMUŞ, aynen şöyle demektedir:

“Bir yanda iddia, öte yanda yargının olduğu yerde savunmanınolması kaçınılmaz olduğuna göre, bu davalar birer “cezadavası”dır.”(Arzu DURMUŞ, Siyasi Partilerin Kapatılmasıve YüceDivan Kararlarını Yeniden Tartışmak (Anayasa MahkemesiKararlarına KarşıOlağanüstü Kanun Yolları), (Beta Yayınları, HukukDizisi: 429, 2001, İstanbul, s. 53)

Sayın DURMUŞaynen şöyle devam etmektedir:

“. . . Anayasa Mahkemesi; ceza yargıcısıfatıyla hareket ettiği(Yüce Divan ve) siyasi partilerin kapatılmasıdavalarında, 2949 sayılıKanun yetersiz kalacağından, bütün ceza davalarında uygulanmasızorunlu olan Ceza YargılamasıUsulü Hakkında Kanunu uygulamakdurumundadır.

Sonuç olarak, siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin AnayasaMahkemesi’nde görülen siyasi partilerin kapatılmasıdavalarındayargılama sonucunda verilen karar da tüm hüküm ve sonuçlarıyla“ceza karar(lar)ı”dır. Örgütlenme ve ifade özgürlüğünün siyasi partilereliyle kullanılmasına doğrudan müdahale sebebiyle “cezai/siyasi”;kapatılma, siyasetten yasaklılık gibi “cezai” ve kapatılan siyasipartinin mallarına hazinece el konulması, hazine yardımının

1316

kesilmesi gibi “cezai/mali” sonuçları açısından cezai niteliğitartışmaya ver vermeyecek ölçüde açıktır.”(Durmuş, ibit, s.54).

4) Şu ifadeler de Anayasa Mahkemesi emekli üyelerinden Doç.Dr. Yılmaz ALİEFENDİOĞLU’na aittir:

“Anayasa Mahkemesi’nin siyasi partilerin kapatılmasına vemilletvekillerinin üyeliklerinin düşmesine ilişkin kararları“ceza kararı”niteliğindedir. Çünkü, bu davalarda duruşma yapılmasıdışında,CMUK uygulanmaktadır ve karar sonucu itibariyle, cezai bir yaptırımöngörmektedir.

Anayasa Mahkemesi’nin 29.03.1983 günlü, Esas 1982/2, Karar1983/3 sayılımüteferrik kararında da belirtildiği gibi, bir yaptırımınTCK’nun 11. maddesinde sayılmamış, bu yasada tanımıyapılmamış,sair nitelik ve nicelikleriyle belirlenmemiş olması, onun cezaolmadığının kanıtısayılamaz. Nitekim, 11. maddede sayılmamışolmasına karşın, TCK’nun 36. maddesinin ilk fıkrasındaki müsadere,43. maddesindeki hüküm ilamının ilanı... emniyet-i umumiye nezaretialtında bulundurma, hep cezai nitelikte görülmüştür.

Ayrıca vergi ve disiplin cezalarıTCK’da yer almamışolmasınarağmen cezai yaptırım öngörürler ve bu tür kararlar cezai niteliktedir.(Doç. Dr. Yılmaz ALİEFENDİOĞLU, Anayasa Yargısıve TürkAnayasa Mahkemesi, Yetkin Yayınları, 1996, Ankara, s. 232).

B) PARTİ KAPATMA DAVALARININ HUKUKİ AÇIDANNİTELİĞİ

Parti kapatma davalarının hukuki açıdan niteliğini, biri;

- Kanunlara göre, diğeri de,

- Anayasa Mahkemesi kararlarına göre, olmak üzere ikibakımdan incelemek uygun olacaktır.

a) Kanunlara Göre Parti Kapatma Davalarının Niteliği:

aa) Anayasa’ya Göre Parti Kapatma Davalarının Niteliği:

1) Anayasa’mızın 69/6. maddesine göre:

1317

“Bir siyasi partinin 68 inci maddenin dördüncü fıkrasıhükümlerine aykırıeylemlerinden ötürü temelli kapatılması, ancak,onun bu nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline geldiğinin AnayasaMahkemesince tespit edilmesi halinde karar verilir.”

2) Anayasa’nın 69. maddesinin gönderme yaptığı68. maddenin4. fıkrasıhükümleri ise aynen şöyledir:

“Siyasi partilerin tüzük ve programlarıile eylemleri Devletinbağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insanhaklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine,demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırıolamaz: sınıf veyazümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayıveyerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez.”

Görüldüğü gibi Anayasa’mızın 68. maddesinin 4. fıkrası,kanunlarımıza göre en ağır suç konularınıkapsamaktadır.

Daha açık bir ifade ile Anayasa’nın 68. maddesinin 4.fıkrasındaki yasaklarıihlal eden bir gerçek kişinin cezasıTürk CezaKanunu’na göre -kural olarak-”idam”dır.

Nitekim Adli Yargının başı, Yargıtay BaşkanıSayın Doç. Dr.Sami Selçuk’a göre de “bir partiyi kapatmak, onu idama mahkumetmektir.” (“FP İdam Mahkumu”, 20.02.2001 tarihli Star Gazetesi,Yargıtay BaşkanıDoç. Dr. Sami Selçuk’un Yasemin Güneri ileröportajı).

Gerçek kişiler bakımından “idam” ne ise siyasi partilerbakımından da “temelli kapatma” odur. Çünkü her iki halde de “kişilik”sona ermektedir.

Kısaca;

Bir gerçek kişinin “kişiliğini” sona erdiren davanın niteliğini neise bir siyasi partinin “kişiliğini” sona erdiren kapatma davasının daniteliği odur.

bb) Siyasi Partiler Kanunu’na Göre Parti Kapatma DavalarınınNiteliği:

1318

2820 sayılı Siyasi Partiler Kanununun siyasi partilerinkapatılmaları için öngördüğü sebepleri üç grupta toplamakmümkündür. Bunlar;

- Anayasadaki yasaklara aykırılık halinde partilerin kapatılması,

- Cumhuriyet Başsavcılığının isteklerine uyulmamasıhalindesiyasi partilerin kapatılması,

- Diğer sebeplerle siyasi partilerin kapatılması.

1) Anayasa’daki Yasaklara Aykırılık Halinde PartilerinKapatılması:

Anayasa’ya aykırılık sebebiyle siyasi partilerin kapatılması,Siyasi Partiler Kanunu’nun 101. maddesinde üç bent halindedüzenlenmiştir.

Anılan (101.) maddedeki yasaklar, Anayasa’nın 69.maddesinde yer alan yasaklardır ki bu yasakların ihlali, gerçek kişilerbakımından en ağır suç teşkil etmekte, siyasi partiler için ise temellikapatmayıgerektirmektedir.

Siyasi Partiler Kanunu’nun 101. maddesi uyarınca açılacak olanparti kapatma davalarının niteliği ile Anayasa’nın 69. maddesine göreaçılacak olan parti kapatma davalarının niteliği aynıdır. Çünkü her ikimaddedeki sebepler aynıdır. Dolayısıyla davaların niteliği de aynıdır.

2) Cumhuriyet Başsavcılığı’nın İsteklerine UyulmamaSebebiyle Açılan Parti Kapatma Davalarının Niteliği:

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın isteklerine uymayansiyasi partiler hakkında kapatma davasının açılmasıbazışartlarabağlanmıştır.

Bu şartlar 2820 sayılıSiyasi Partiler Kanunu’nun (12.18.1999tarih ve 4445 sayılıKanun’un 17. maddesiyle değişik) 102.maddesinde ayrıntılıolarak belirtilmiştir.

Söz konusu (102.) madde aynen şöyledir:

“Siyasi partilerin denetimi ve faaliyetlerinin takibi hususlarındaCumhuriyet Başsavcılığı’nın stediği bilgi ve belgeleri, belli edilen süre

1319

veya belli edilmemesi halinde makul süre içinde vermeyen siyasipartiye Cumhuriyet Başsavcılığıtarafından ikinci bir yazıtebliğolunur.Bu yazıda, belirtilen süre içinde cevap verilmediği ve istek yerinegetirilmediği takdirde o siyasi partinin kapatılması için davaaçılabileceği de belirtilir. Bu tebliği de bildirilecek süre içinde yine istekyerine getirilmez veya cevap verilmezse Cumhuriyet Başsavcılığıosiyasi partinin kapatılmasıiçin Anayasa Mahkemesi’nde resen davaaçabilir.

Parti büyük kongresi, merkez karar ve yönetim kurulu veya bukurulun iki ayrıkurul olarak kurulduğu haller, Türkiye Büyük MilletMeclisi grup yönetim kurulu, Türkiye Büyük Millet Meclisi grup genelkurulu, parti genel başkanıdışında kalan parti organı, mercii veyakurulu tarafından Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrasındayr alan hükümlere aykırıfiilin işenmesi halinde, fiilin işlendiği tarihtenbaşlayarak iki yıl geçmemişise Cumhuriyet Başsavcılığısöz konusuorgan, mercii veya kurulun isten el çektirilmesini yazıile o partidenister. Parti üyeleri 68 inci maddenin dördüncü fıkra hükümlerine aykırıfiil ve konuşmalarından dolayıhüküm giyerler ise Cumhuriyet.Başsavcılığıbu üyelerin partiden kesin olarak çıkarılmasınıo partidenister.

Siyasi parti, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde istemyazısında belirtilen hususu yerine getirmediği takdirde, CumhuriyetBaşsavcılığıAnayasa Mahkemesinde o siyasi partinin kapatılmasıhakkında dava açar. Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenmişiddianamenin tebliğinden itibaren otuz gün içinde ilgili siyasi partitarafından söz konusu parti organı, mercii veya kurulun işen elçektirilmesi ve parti üyesi veya üyelerin partiden kesin olarakçıkarılmalarıhalinde o partinin kapatılmasıhakkındaki dava düşer.Aksi takdirde Anayasa Mahkemesi, dosya üzerinde incelemeyaparak, Cumhuriyet Başsavcısının ve siyasi parti temsilcilerininsözlü açıklamalarınıgerekli gördüğü hallerde diğer ilgilileri ve konuüzerinde bilgisi olanlarıda dinlemek suretiyle açılmışbulunan davayıkarara bağlar.” (SPK. m. 102)

Görüldüğü gibi Siyasi Partiler Kanunu’nun 102. maddesi esasitibariyle Anayasa’nın 68. maddesinin 4. fıkrasındaki hükümlerüzerinde yoğunlaşmıştır.

Anılan (102.) maddeye göre bir partinin bazıorgan veyaüyeleri, Anayasa’nın 68. maddesinin 4. fıkrasıhükümlerine aykırı

1320

davranırsa o parti hakkında kapatma davasıaçılır. Ancak davaaçmanın bir takım önşartlarıvardır.

Biz bu şartlardan sadece bir tanesini, konumuza ışık tutacakolan bir şartıbelirtmekle yetineceğiz. O da “hüküm giyme şartı”dır.

Siyasi Partiler Kanunu’nun 102. maddesinin 2. fıkrasının soncümlesine göre:

“Parti üyeleri 68 inci maddenin dördüncü fıkra hükümlerineaykırıfiil ve konuşmalarından dolayıhüküm giyerler ise CumhuriyetBaşsavcılığıbu üyelerin partiden kesin olarak çıkarılmasınıo partidenister.”

Siyasi Partiler Kanunu’nun bu hükmü şu beşgerçeği açık vekesin olarak ortaya koymaktadır:

1) Anayasa’nın 68. maddesinin 4. fıkrasına aykırıdavranışlar“suç”tur.

2) Bazıüyelerinin Anayasa’nın 68. maddesinin 4. fıkrasınaaykırıdavrandıklarıiddiasıile bir parti hakkında kapatma davasıaçılabilmesi için ilgili üyelerin bir ceza mahkemesinde yargılanıphüküm giymeleri gerekir.

3) Hüküm giyen bu üyelerin Yargıtay CumhuriyetBaşsavcılığı’nca partiden kesin olarak çıkarılmasının o partiden yazılıolarak istenmesi şarttır.

4) İlgili parti, hüküm giymiş üyelerini, Yargıtay CumhuriyetBaşsavcılığı’nın yazılıtalebinden itibaren otuz gün içinde kesin olarakihraç ederse o parti hakkında kapatma davasıaçılamıyacaktır.

5) Kesin hüküm giymiş üyelerini, Yargıtay CumhuriyetBaşsavcılığı’nın yazılıistemine rağmen ihraç etmediği için hakkındakapatma davasıaçılan parti, iddianamenin tebliğtarihinden itibarenotuz gün içinde söz konusu üyelerini kesin olarak ihraç edersekapatma davasıdüşer.

Görüldüğü gibi Siyasi Partiler Kanunu, bir parti hakkında,üyelerinin Anayasa’nın 68. maddesinin 4. fıkrasına aykırıeylemlerinden dolayıkapatma davasıaçılabilmesi için her şeydenönce o üyelerin “hüküm giymeleri” şarttır.

1321

Siyasi Partiler Kanunu’nun açık hükmü karşısında kesin olarakdiyebiliriz ki;

- Ceza mahkemelerince verilmişhükümlere dayanılarak açılanve

- Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’na göre yargılanıpsonuçlandırılmasıgereken,

Parti kapatma davalarıceza davasıniteliğindedir.

cc) Dernekler Kanunu’na Göre Parti Kapatma DavalarınınNiteliği:

Bilindiği gibi örgütlenmede temel birim “dernek”, temelKanun’da “Dernekler Kanunu”dur.

Nitekim:

1) Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi (m.11) “dernek kurmahakkını” güvence altına almış, “siyasi partiler” kavramınıda “dernek”kavramının kapsamına dahil etmiştir.

2) Türkiye’de siyasi partiler, 1965 tarihine (648 sayılıSiyasiPartiler Kanunu çıkarılıncaya) kadar Dernekler Kanunu çerçevesindekurulup çalışmışlardır.

3) Bugün de 2820 sayılıSiyasi Partiler Kanunu ile 2908 sayılıDernekler Kanunu arasında sıkıbir ilişki vardır.

Nitekim Siyasi Partiler Kanunu’nun;

-29/1. maddesine göre:

“... Dernekler Kanununun bu Kanuna aykırıolmayan hükümleri,siyasi partilerin her kademedeki kongreleri için de uygulanır.”

-121/1. maddesine göre:

“Türk Kanunu Medenisi ile Dernekler Kanununun ve derneklerhakkında uygulanan diğer kanunların bu Kanuna aykırıolmayanhükümleri, siyasi partiler hakkında da uygulanır.”

1322

4) Tıpkısiyasi partiler gibi dernekler de ülke genelindeörgütlenebilir.

5) Tabi olduklarıyargıkollarıfarklıolsa da, tıpkısiyasi partilergibi dernekler de ancak mahkeme kararıyla temelli kapatılabilir.

Dernekler Kanunu’nun 52/1. maddesi aynen şöyledir:

“Bu Kanunda ve diğer kanunlarda öngörülen hallerde dernekler,ancak mahkeme kararıyla temelli olarak kapatılabilirler.”

6) Yine tıpkısiyasi partiler gibi dernekler de “suç odağı-suçkaynağı” haline gelebilir.”

Nitekim 06.10.1983 tarih ve 2908 sayılıDernekler Kanunu’nun,“Suç kaynağıhaline gelen derneklerin kapatılması” başlığınıtaşıyan53. maddesi aynen şöyledir:

“Suç kaynağıhaline gelen derneklerin kapatılmasıMadde 53-Dernekler:

1. Ülkenin başka başka yerlerinde olsa bile,

a) Dernek yöneticileri tarafından veya dernek yöneticileri iledernek üyelerinin iştiraki ile, siyasi veya ideolojik amaçla suç işlenmişolduğunun,

b) Dernek üyesi tarafından işlenen siyasi veya ideolojik amaçlısuçların dernek yöneticilerinin azmettirmesi, teşviki, zorlaması,yardımıveya kolaylık sağlamasısuretiyle işlendiğinin,

2. Derneğin suç sayılan eylemlerin kaynağıhaline geldiğinin,Kesinleşen mahkeme kararıile belirlenmesi halinde dernek bir ildefaaliyet gösteren derneklerden ise ilgili valiliğin veya Cumhuriyetsavcılığının, birden çok ilde faaliyet gösteren derneklerden ise İçişleriBakanlığının veya dernek merkezinin bulunduğu il valiliğinin veyaCumhuriyet Savcılığının istemi üzerine mahkemece temelli olarakkapatılır.”

Görüldüğü gibi Siyasi Partiler Kanunu’nun da temelini teşkileden Dernekler Kanunu’nun 53. maddesi;

- “suç kaynağından,

1323

- “suç”tan,

- “suçlar”dan,

- “kesinleşen mahkeme kararı”ndan,

- “Cumhuriyet Savcılığından,

- “temelli” kapatmadan, bahsetmektedir.

Hiç şüphe yoktur ki Dernekler Kanunu’nun 53. maddesindegeçen,

- “Kesinleşen mahkeme kararı”,

- “Suç” ve “suçlu”nun.

- Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’na göre yargılandığı,

- Bir ceza davasısonunda,

- Bir ceza mahkemesinden verilen bir karardır.

Kısaca, Dernekler Kanunu’nun 53. maddesinden açıkçaanlaşılacağıgibi; dernek kapatma davalarıceza davasıniteliğindedir.

Dernek kapatma davalarıceza davasıniteliğinde olduğuna göreparti kapatma davalarının evleviyetle ceza davasıniteliğinde olmasıgerekir.

Zira kanaatimizce -hiç kimse, “demokratik siyasi hayatınvazgeçilmez unsurları” olan siyasi partilerin, “demokratik bir ülkede”,sıradan bir dernek kadar dahi hukuki güvenceye sahip olmadığınısöyleyemez.

Başka bir deyişle basit bir derneğin bile, “suç kaynağıhalinegeldiği” iddiası ile temelli kapatılabilmesi için üyelerinin cezamahkemelerinde yargılanıp “hüküm giyme şartı” aranırken “siyasiparti temelli kapatma davalarında” böyle bir şartın aranmayacağınıiddia etmek, akılla, mantıkla ve hukuki gerçeklerle bağdaşamaz.

Çünkü:

1324

Bir şeyin önemi arttıkça, onun için öngörülen güvenlikönlemlerinin artırılmasıda hem hukukun hem de en basit aklıngereğidir.

Bu bağlamda, demokratik bir toplum için, siyasi partilerinderneklere nispetle çok daha önemli olduğu hiçbir duraksamayameydan vermeyecek kadar açıktır.

Nitekim:

Anayasa Mahkemesi bir kararında aynen şöyle demiştir:

“... Anayasakoyucunun “Demokratik siyasi hayatın vazgeçilmezunsurları” olarak nitelediği siyasi partileri bir dernek ya da benzerikuruluşsaymayıp onların çok ilerisinde ve üstünde değerlendirdiğianlaşılmaktadır,”(T:6.7.1989. E.1988/39, K.1989/29, AMKD, S.26,S.23)

dd) 2949 sayılıKanuna göre Parti Kapatma Davalarının Niteliği:

2949 sayılıAnayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve YargılamaUsulleri Hakkında Kanun’un 33. maddesi, gayet iyi bilindiği veyukarıda da temas edildiği üzere parti kapatma davalarının CezaMuhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre sonuçlandırılacağınıaçıkça hükme bağlamıştır.

Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre kararabağlanan bir davanın en azından “ceza davasıniteliğinde” olduğunukabul etmek aklın ve hukukun bir gereğidir.

b) Anayasa Mahkemesi Kararlarına Göre Parti KapatmaDavalarının Niteliği:

Anayasa Mahkemesi, kurulduğu tarihten bu yana, Refah Partisidavasıdışındaki bütün kararlarında istikrarlıbir şekilde parti kapatmadavalarını“ceza davasıniteliğinde” görmüştür.

Nitekim:

1) Yüksek Mahkeme Doğru Yol Partisi hakkında “devam”iddiasıile açılan kapatma davasında aynen şöyle demiştir:

1325

“... bu haliyle uygulanmasıistenilen maddeler birer ceza kuralıniteliğindedir. 101. maddede öngörülen siyasi partinin kapatılmasınailişkin yaptırım Türk Ceza Kanunu’nun 11. maddesiyle belirlenenklasik cezalar arasında yer almaması, failin tüzel kişi olmasındankaynaklanmaktadır. Öte yandan 2820 sayılı Yasanın 117.maddesinde .... dördüncü kısımda yazılıyasak eylemleri işleyenlerinaltıaydan az olmamak üzere hapis cezasıile cezalandırılacaklarıdabelirtilmiştir. Siyasi partilerin kapatılmalarısonucunu doğuran bu türyasakların birer ceza kuralıniteliğinde oldukları, 1961 Anayasası’nınyapılmasında açıkça belirtilmiştir.”

“Kaldıki, hem 2820 sayılıYasa’nın 98. ve hem de 10/11/1983günlü 2949 sayılı Yasanın 33. maddeleri, siyasi partilerinkapatılmasına ilişkin davaların, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunuhükümleri uygulanmak suretiyle .... karara bağlanacağını,belirtmektedir.

Uygulanmasıistenen maddelerin ceza kuralıniteliğinde oluşlarıve davanın Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’na göre yürütülmesi,davalıparti için güvence teşkil eden birtakım sonuçlar doğurur. ...bunlar arasında, üçüncü kişilerin eylemlerinden sorumlu olmamak,kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi ve bunun sonucu olarak cezadagenişletici yorum ve kıyasa yer verilmemesi kuralı, eldeki davanedeniyle pratik sonuçlar doğuracak niteliktedir. Aynıbiçimde cezausulünün, gerçeği araması..... şüphe halinde sanık lehine hareketetmek gereği gibi ilkeler, görülmekte olan bu davada da gözönündebulundurulacak ilkelerdendir.” [Any.Mah.Kararı, T.28.9.1984, E.1984/1 (SPK), K. 1934/1, AMKD, S.20, ss. 504-507]

2) Yüksek Mahkeme, Muhafazakâr Parti hakkında açılankapatma davasında da aynenşöyle demiştir:

“Kanun’un 8., 14., geçici 4. ve geçici 5. maddelerinedayanılarak, kıyas yoluyla bir ceza niteliğinde olan kapatmamüeyyidesinin uygulanmasına olanak da görülmemiştir.”

[Any.Mah.Kararı, T.03.11.1983, E.1983/4 (SPK), K. 1984/4,AMKD, S.20, s.417]

3) Anayasa Mahkemesi, 1964 yılında tüzelkişilerincezalandırabileceği konusunda “parti kapatma cezasını” örnek olarakzikretmiştir:

1326

“... tüzel kişilerin de yapılarına uygun bir ceza sorumluluğualtında bulundurulmalarında zorunluk olduğunu kabul etmek gerekir.Nitekim Anayasa’nın 57. maddesi ... siyasi partilerin AnayasaMahkemesi kararıile temelli kapatılacağınıkabul etmiştir. Buradaki(kapatma) hükmü ile dava konusu 1567 sayılıKanunun değişik 3.maddesindeki (Ticaret ve mesleki faaliyetten men cezası) arasındahukuki nitelik bakımından bir ayrılık bulunmamaktadır[Any.Mah.Kararı, T.16.6.1964, E. 1963/101, K.1964/49; AMKD, S.2,ss. 190-191]

IV- “EK İDDİANAME” HUKUKEN BİR “EK İDDİANAME”DEĞİLDİR:

Bilindiği gibi bir iddianame’nin “ek iddianame” sayılabilmesi içinen azından “bir ek yaptırım talebi” içermesi gerekir. Halbuki05.02.2001 tarihli “Ek iddianame” hiçbir “ek yaptırım talebi”içermemektedir.

Gerçekten Ek İddianame’nin içerdiği üç talebin üçü de,07.05.1999 tarihli iddianamede mevcuttur. Şöyle ki:

1) Ek İddianame ile Fazilet Partisi’nin temelli kapatılmasıtalepedilmektedir.

07.05.1999 tarihli iddianamenin “sonuç” kısmının 1. bendi deaynıtalebi içermektedir. Yani Ek İddianeme’nin bu talebi “yeni birtalep” değildir.

2) 05.02.2001 tarihli Ek iddianame ile Fazilet Partisi kurucularıiçin Anayasa’nın 69. maddesinin 8. fıkrasıuyarınca “AnayasaMahkemesi’nin temelli kapatmaya ilişkin kesin kararının ResmiGazete’de gerekçeli olarak yayınlanmasından başlayarak 5 yılsüreyle bir başka partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve deneticisiolamayacağına” karar verilmesi talep edilmektedir.

Halbuki aynıtalep, 7.5.1999 tarihli iddianamede daha fazlasıylayer almaktadır. Çünkü 7.5.1999 tarihli iddianame, söz konusu beşyıllık yasakları, Fazilet Partisi’nin -Aydın Menderes dışındaki- “tüm üstdüzey yöneticileri” için talep etmiştir.

Hiç kuşkusuz ki Fazilet Partisi’nin “tüm üst düzey yöneticileri”,“kurucuları” da kapsamaktadır. Çünkü “bütün, parçayıda kapsar.”

1327

Şu halde Ek iddianame’nin bu talebi de “yeni bir talep” değildir

3) 05.02.2001 tarihli “Ek iddianame” ile Fazilet Partisikurucularından iki milletvekilinin, milletvekilleri İsmail Alptekin veMehmet Özyol’un Anayasa’nın 84/son maddesi uyarıncamilletvekilliklerinin sona ermesine karar verilmesi talep edilmektedir.

Bu talep de yeni değildir. Çünkü aynıtalep 7.5.1999 tarihliiddianamede çok daha genişolarak yer almaktadır. Zira 7.5.1999tarihli iddianame ile Fazilet Partisi’nin -Aydın Menderes dışındaki-bütün milletvekillerinin milletvekilliklerinin düşürülmesi talepedilmektedir.

Bilindiği gibi “bütünün içinde parça da vardır.”

Görüldüğü gibi Ek iddianame, hiçbir “yeni talep”taşımamaktadır.

Kısaca, hiçbir yeni talep içermeyen 05.02.2001 tarihli “Ekiddianame”nin yeni bir iddianame olarak kabul edilmesi -hukuken-mümkün değildir.

Burada şunu da belirtelim ki “Ek İddianame”nin “sonuç”bölümünde yer alan “... işbu davayla sınırlıolarak...” ifadesi ile neyinamaçlandığı anlaşılamamıştır. Bu sebeple, söz konusu ifade,tarafımızdan, bizzarur, “meskut” geçilmiştir.

Bir cümleyle özetlemek gerekirse denilebilir ki; Ek iddianame,mevcut davanın delilden yoksun olarak açıldığının zımnen kabul veikrarımahiyetindedir.

V- EKİDDİANAME YENİBİR DELİL DE İÇERMEMEKTEDİR.

Söz konusu iddianamenin 1. sayfasından anlaşıldığına göre buEk İddianame’nin dayandığı deliller, Başsavcılık tarafından12.12.2000 tarihli yazıile Anayasa Mahkemesi’ne sunulan ancakAnayasa Mahkemesi’nce 01.02.2001 günü delil olarak kabuledilemeyeceğine karar verilen “ek kanıtlar”dır.

Anayasa Mahkemesi’nin reddettiği “deliller”, Ek İddianame’nin1. sayfasının son satırında da belirtildiği gibi “mahkemenizin kesinsonuç doğuran kararıkarşısında ek iddianame ile” yeniden YüksekMahkeme’ye sunulması, “hukuka karşıhile”nin tipik bir örneğidir.

1328

Kısaca, 05.02.2001 tarihli Ek iddianame, hukuka karşıbirhiledir. Anayasa Mahkemesi’nin, ek kanıtlar konusundaki kararını“hükümsüz” kılmayıamaçlamaktadır.

Halbuki;

1) Anayasa’nın 153. maddesinin son fıkrasına göre;

“Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemenyayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idaremakamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar”

2) Anayasa’nın 138. maddesinin son fıkrasına göre;

“Yasama ve yürütme organlarıile idare mahkeme kararlarınauymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarıhiçbirsuretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”

Bir cümle ile, 05.02.2001 tarihli Ek iddianame, hukuken geçerlihiçbir delile dayanmamaktadır.

VI- EK İDDİANAME, “MÜLGA HÜKÜMLEREDAYANMAKTADIR.

Ek İddianame, esas itibariyle 2820 sayılıSiyasi PartilerKanunu’nun 103. maddesinin mülga 1. fıkrasına dayandırılmıştır.

Nitekim:

1) Ek İddianame’nin 2. sayfasının 3. paragrafında aynen şuifadeler yer almıştır. “2820 sayılıSiyasi Partiler Kanununun değişik103 ncü maddesinde ise ‘Bir siyasi partinin, bu Kanununun 78 ila 88ve 97 nci maddeleri hükümlerine aykırıfiillerin işlendiği bir mihrakhaline geldiğinin sübuta ermesi halinde o siyasi parti AnayasaMahkemesi’nce kapatılır’ hükmü yer almaktadır.”

Halbuki Siyasi Partiler Kanunu’nun 103. maddesinin 1. fıkrası,1999 yılında, 12.08.1999 tarihli ve 4445 sayılıKanun’un 18.maddesiyle değişerek şu şekli almıştır:

“Bir siyasi partinin Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncüfıkrasıhükmüne aykırıeylemlerin odak halini oluşturup oluşturmadığıhususu Anayasa Mahkemesince belirlenir.”

1329

2) Yine Ek İddianame’nin 2. sayfasının 3. paragrafında;

“Her ne kadar Siyasi Partiler Kanununun 98 inci maddesi siyasipartilerin kapatılmasıdavalarının Anayasa Mahkemesince CezaMuhakemeleri Usulü Kanunu uygulanmak suretiyle dosya üzerindeinceleme yapılarak karara bağlanacağıhükmünü içermekte isede.”İfadeleri yer almaktadır.

Kanaatimizce bu ifadeler, tıpkı2820 sayılıSiyasi PartilerKanunu’nun 103. maddesinin 1. fıkrasıyla ilgili ifadeler gibi, Ekiddianameye zühulen girmiştir. Çünkü zikredilen hüküm, SiyasiPartiler Kanunu’nun 98. maddesinden 12.08.1999 tarih ve 4445sayılıKanun’un 15. maddesiyle çıkarılmıştır.

VII- EK İDDİANAME, HUKUKİİSTİKRAR VE HUKUKİGÜVENCE PRENSİPLERİNE AYKIRIDIR.

Türkiye Cumhuriyeti bir Hukuk Devletidir (Any. m.2). HukukDevleti;

- Yeni bir yasal düzenleme yapılmadıkça veya

- Ulusalüstü bir gelişme olmadıkça, yerleşik uygulamalarındanvazgeçemez. Aksi halde;

- ne hukuki istikrardan,

- ne hukuki güvenceden,

- ve ne de Hukuk Devleti’nden, bahsetmek mümkün olur.

Bütün bu sebeplerden dolayıdır ki Anayasa’mızın 153.maddesine göre “Devlete güven ilkesi”nin bir gereği olarak AnayasaMahkemesi’nin iptal kararlarıgeriye yürümez. (Anay. Mah. Kararı, T.12.12.1989, E. 1989/11, K. 1989/48, AMKD, S.25, s.435-437)

Parti kapatma davaları bakımından, ülkemizdeki yerleşikuygulama, dava açıldıktan sonra meydana gelen olaylarındeğerlemeye alınamayacağı, delil sayılamıyacağı yolundadır.Yerleşik uygulama budur.

Başka bir deyişle bir parti hakkında kapatma davasıaçıldıktansonra ortaya çıkan deliller, ek iddianamelerle değil, normal ispat aracı

1330

olarak sunulmuştur. Hukuken olmasıgereken de budur. Çünkü ortayabir takım yeni deliller çıksa da “iddia ve talep değişmemekte, hep aynıkalmaktadır. Sonradan ortaya çıkan kanıtlar da, geçerli olduğunispette, mevcut iddiayıispata yönelmektedir.

Yaptığımız araştırmaya göre Türkiye ve dünya uygulamasındabu durumun hiçbir istisnasıyoktur.

Nitekim;

1) Halkın Emek Partisi hakkında (03.07.1992 tarihinde) açılankapatma davasında uygulama böyle olmuştur:

“Bu kanıtların bir bölümü bu davanın açılmasından (3.7.1992)sonraki günlerde gerçekleştiği ileri sürülen olaylara ilişkindir. Bunlarındavada kanıt olarak değerlendirilmesi öncelikle 2820 sayılıYasa’nın98. ve 2949 sayılıYasa’nın 33. ve CMUK’un 257. maddelerikarşısında olanaksızdır” (Any.Mah.Kararı, T.14.7.1993, E. 1992/1(SPK), K. 1993/1; AMKD, S.29, C.1, ss.1176/1177)

2) Refah Partisi hakkında (21.05.1997 tarihinde) açılankapatma davasında da uygulama aynıolmuş: Dava açıldıktan sonraelde edilen deliller ek iddianamelerle değil de normal yollarlaAnayasa Mahkemesi’ne ulaştırılmış, Anayasa Mahkemesi de bukanıtlardan, dava tarihinden önceki döneme ait olanlarıdeğerlemeyealmış, dava tarihinden (21.05.1997) sonraki döneme ait olanları(örneğin Oğuzhan Asiltürk’ün, hakkında Ankara Devlet GüvenlikMahkemesi Başsavcılığıtarafından 27.10.1997 gün ve 309/5 sayılıfezleke düzenlenen 19.7.1997 tarihinde yaptığıkonuşmayı) isedeğerlemeye almamıştır (Any.Mah.kararı, T.16.01.1998, E.1997/1(SPK), K. 1998/1, 22.02.1998 tarih ve 23266 sayılıResmi Gazete,s.279)

3) Anayasa Mahkemesi, aynıuygulamayı, “sonraki olaylarınönceki bir iddianın ispatında delil olarak kullanılamayacağına dairtemel hukuk ilkesi”ni Fazilet Partisi kapatma davasında da(01.02.2001 tarihli ara kararıile) sürdürmüştür.

Şimdi ise, 05.02.2001 tarihli “Ek İddianame” ile AnayasaMahkemesi’nin hem dünyadaki tatbikata hem de Ceza MuhakemeleriUsulü Kanunu’na uygun olan yerleşik uygulamasından vazgeçilmesitalep edilmektedir.

1331

Böyle bir talebin (Ek iddianamenin) “hukukta istikrar ilkesi”neters düşeceği, keyfi uygulamalara yol açacağı, dolayısıyla “Devletegüven duygusunu” sarsacağıgayet açıktır.

VIII- EKRANA “MÜCAHİT ERBAKAN” YAZILDI VEYA“ERBAKAN ALKIŞLANDI” DİYE BİR PARTİ’YİKAPATMAK HUKUKAUYGUN DÜŞMEZ.

Tarihen sabittir ki Yüce Türk Milleti hassastır, kadirşinastır, hakve hukuka karşıduyarlıdır. “Mazlum” olarak gördüğü insanların hepyanında olmuştur.

Bu sebepledir ki;

1) Aradan 40 yıl geçmesine rağmen merhum Menderes hiçunutulmamıştır.

2) Darbelerle uzaklaştırılan Sayın Demirel, oylarla, “milli irade”ile geri getirilmiş; başbakan ve cumhurbaşkanıyapılmıştır.

3) Bir zamanlar partisi kapatılan, milletvekilliği düşürülen,kendisi tutuklanıp cezaevine konulan, “bildirilerde” -tüm nezaketkurallarıçiğnenerek- ismi “Bay Ecevit” diye anons edilen SayınEcevit’i, bu Yüce Millet, Başbakan yapmıştır.

4) Sayın ERBAKAN da vatandaşlar tarafından aynıduygularlaalkışlanmıştır.

Sayın ERBAKAN’ın Fazilet Partisi Büyük Kongresi’ndealkışlanmış olmasıbu Parti’nin, Anayasa Mahkemesi’nce temellikapatılan bir partinin bir başka ad altında kurulmuşolduğu anlamınagelmez.

Çünkü:

1) Her şeyden önce Fazilet Partisi, Refah Partisi’ninkapatılmasından önce kurulmuştur.

Bilindiği gibi Refah Partisi 16.01.1998 tarihinde kapatılmış,Fazilet Partisi ise 17.12.1997 tarihinde kurulmuştur.

16.01.1998 tarihinde kapatılan bir partinin 17.12.1997 tarihindebir başka ad altında kurulmuşolmasımümkün müdür?

1332

2) Sonra Refah Partisi “temelli” kapatılmamış, “kapatılmış”tır.(Any.Mah.kararı, T. 16.01.1998, E. 1997/1 (SPK), K. 1998/1,22.02.1998 tarih ve 23266 sayılıResmi Gazete, s.280)

Bilindiği gibi Anayasa’mıza göre temelli kapatılan bir parti birbaşka ad altında kurulamaz, kapatılan partiler için böyle bir yasakyoktur.

3) “Temelli kapatılan bir partinin başka bir ad altındakurulduğuna dair iddia” o partinin kuruluş aşamasında, en geçkuruluşunu takip eden “makul bir süre içinde” ileri sürülmesi gerekenbir iddiadır.

Çünkü Anayasa’nın 69/7 maddesiyle SPK’nun 95. maddesinde“Temelli kapatılan bir parti bir başka ad altında kurulamaz” diyenhüküm, bir partinin ancak ve ancak kuruluş aşamasında ihlaledebileceği bir hükümdür. TıpkıSiyasi Partiler Kanunu’nun 96/III.maddesindeki hükümler gibi:

“Komünist, anarşist, faşist, teokratik, nasyonal sosyalist, din, dil,ırk, mezhep ve bölge adlarıyla veya aynıanlama gelen adlarla dasiyasi partiler kurulamaz veya parti adında bu kelimeler kullanılamaz.”(SPK. m.96/lll)

Nitekim Türkiye Birleşik Komünist Partisi 04.06.1990 tarihindekurulmuşve isminde komünist kelimesine yer verdiğinden yani SiyasiPartiler Kanunu’nun 96. maddesine aykırıdavrandığından dolayıhakkında hemen on gün içinde, 14.6.1990 tarihinde kapatma davasıaçılmıştır.

Aynıuygulamanın, aynıKanun’un (SPK’nun) 95. maddesinin;

“Kapatılan siyasi parti bir başka ad altında kurulamaz” diyenhükmü için de yapılmalıydı.

Kısaca;

- Kuruluş belgeleri Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığıncadefalarca incelenmiş,

- Devletin radyo ve televizyonlarından seçim propagandalarıyapmış,

1333

- Genel, mahalli ve ara seçimlere katılmış,

- 500 civarında belediye başkanlığınıkazanmış,

- 111 milletvekilliği kazanmış,

- Hazineden defalarca trilyonlarıaşan “Devlet yardımı” almış,Bir parti hakkında, kuruluşundan 3,5 yıl sonra “temelli kapatılan birpartinin devamıolduğu iddiasıile Ek iddianame düzenlemek”, takdirelbette Yüksek Mahkeme’nindir ama, hukuka ve gerçeklere uygundüşmez; keyfilikten başka bir anlam ifade etmez.

4) Kapatılmış bir partinin devamıolduğu iddiası, hem deTürkiye’yi daha demokratik yapıya kavuşturmak amacıyla yapılan1995 Anayasa değişikliğinden öce, üstelik 12 Eylül Rejimi’nin hükümsürdüğü bir dönemde 1984 yılında, çok daha güçlü delillerle DoğruYol Partisi için de ileri sürülmüştür.

Doğru Yol Partisi’nin kapatılmasınıisteyen 6.4.1984 tarihliiddianamenin bir bölümü özet olarak şöyledir:

“DOĞRU YOL PARTİSİ’NİN KURULUŞU:

İstanbul’da Hüsamettin CİNDORUK, Ankara’da da MehmetGÖLHAN, kapatılmışAdalet Partisi mensuplarına dayanan bir siyasiparti kurma girişimlerinde bulunmuşlar. Son derece yoğun birpropagandayı içeren faaliyetleri sonunda Ali Fethi ESENER’inbaşkanlığında Büyük Türkiye Partisi 20/5/1983 tarihinde kurulmuştur.

Hüsamettin CİNDORUK ve Mehmet GÖLHAN’ın Merkez Kararve Yönetim Kurulunda görev aldıklarıbu partiye 21/5/1983 tarihindede başta İhsan Sabri ÇAĞLAYANGİL olmak üzere çoğunluğunu 2533sayılıKanunla kapatılan Adalet Partisi’nde bakanlık yapmışkimselerile bu partinin eski senatör ve milletvekilleri düzenlenen gösterişlitörenlerle katılmışlardır.

Bilahare bu tür katılmalar yoğun bir şekilde devam etmiştir.

Genel Başkanlarınca basına ana sloganlarının, (Büyük TürkiyePartisi, Büyük Türkiye içindir.) şeklinde açıklanan bu siyasi parti MilliGüvenlik Konseyi’nin 31/5/1983 gün ve 79 sayılıKararıyla (BüyükTürkiye Partisi’nin bazıkurucularının, parti kurma faaliyetlerininserbest bırakıldığı tarihten bu yana sürdürdükleri tutum ve

1334

davranışlarıile ..... feshedilmişbir siyasi partinin varlık ve felsefesinindevam ettirilmesi ...... apaçık ortaya çıktığı, ayrıca Anayasanın geçici4 üncü maddesiyle siyasi kısıtlamaya tabi kılınan kişilerin de , .... partikurma faaliyetlerine bizzat katıldıkları..... tespit edildiği...)gerekçesiyle temelli olarak kapatılmıştır.

Büyük Türkiye Partisi’nin kapatılmasından sonra bu kez23/6/1983 tarihinde Ahmet Nusret TUNA ve arkadaşlarıtarafındandavalıDOĞRU YOL PARTİSİkurulmuştur.

DOĞRU YOL PARTİSİ’NİN GELİŞTİRİLMESİNDE İZLENENYÖNTEM:

(2820 sayılıKanun’un 96/2 nci maddesine aykırıeylemler):

a) Büyük Türkiye Partisi’nin kurucularıyla kapatılmışAdaletPartisi’nin ileri gelenleri, milletvekilleri ve senatörleri kamuoyuoluşturulmasıamacıyla düzenlenen, gösterişli törenlerle Doğru YolPartisi’ne katılmışlardır.

b) 25/3/1984 tarihinde yapılan Mahalli İdareler SeçimindeHüsamettin CİNDORUK İstanbul’dan, Mehmet GÖLHAN Ankara’danHayri YORGANCIOĞLU’da İzmir’den Büyük Şehir Belediye Başkanıadayıolarak Doğru Yol Partisi listesinde yer almışlardır.

c) Çeşitli toplantılarda, ...... Doğru Yol Partisi’nin AdaletPartisiyle Büyük Türkiye Partisi’nin devamı olduğu imajınınyaratılmasına ....... özen gösterilmiştir.

aa) Doğru Yol Partisi Başkanlığınca hazırlanan, kapatılmışBüyük Türkiye Partisi Basın Müşaviri iken bu partinin kapatılmasındansonra kurulan Doğru Yol Partisi’nin kurucu üyesi ve basın sözcüsüolan Mehmet MUHSİNOĞLU imzasıyla TRT’ye gönderilen radyo vetelevizyonun seçim haberleri arasında yayınlanan Doğru Yol PartisiGenel Sekreteri Refik SUNOL’a ait demeçde; (Doğru Yol demokrattır.Adaletçidir, büyük Türkiyecidir.) sözcükleri slogan olarakkullanılmıştır. Bu sözcüklerin Doğru Yol Partisi’nin Demokrat Parti ileonun devamıniteliğinde olan kapatılmışAdalet Partisi ve BüyükTürkiye Partisi’nin varlık ve felsefesini yansıttığıve bu partilerindevamıolduğu imajınıvermek amacıyla kullanıldığıbir gerçektir.

Güneş Gazetesi’nin 18/3/1984 tarihli nüshasının 7 ncisayfasında bir düğün vesilesiyle çekilmişCelal Bayar, Süleyman

1335

Demirel ile Esat Yıldırım Avcı’yıbirlikte gösteren fotoğrafın altyazısında (Yılın düğününde oluşan siyasi tablo anlamlıydı, üç nesil biraradaydı. Celal Bey’den Süleyman Bey’e, ondan da Yıldırım AvcıBey’e intikal eden mühür üç nesli bağlıyordu.) denilmişve böylecedavalıParti tarafından yaratılmak istenen imajın başında da etkiliolduğu ve tuttuğu gözlenmiştir.

bb) Doğru Yol Partisi Genel BaşkanıYıldırım Avcı’nın (DoğruYol Partisi Menderes meşalesini söndürmemek için kurulmuştur)sözleri de kronolojik açıdan devir ve teslimi ortaya koyduğu gibiGenel Başkan Esat Yıldırım Avcıve partinin sözcüleri tarafındandevamlıolarak tekrarlanan (Bizi biliyorsunuz, bizi tanıyorsunuz.)sözleri de davalısiyasi partinin Adalet Partisi’nin devamıolduğuimajınıvermeye yöneliktir.

Nitekim davalıDoğru Yol Partisi Genel BaşkanıYıldırım Avcı15/2/1984 tarihinde televizyondaki konuşmasında,...... Bizi ve ...kadrolarımızıbiliyor ve tanıyorsunuz) demiştir.

Yapılan ve buna benzer konuşmaların, ..... kamuoyunda neanlamda kabul edildiğine Tercüman Gazetesi’nde neşredilen NazlıILICAK’m (Avcı:... Bizi biliyorsunuz... Bizi tanıyorsunuz...) makalesiönemli bir delil teşkil etmektedir.

Bu makalede, Yıldırım Avcı’nın kullandığıdeyim ve sözcükleretkisini bulmuş, ..... Doğru Yol Partisi’nin kapatılmışAdalet Partisi’nindevamıolduğu açıkça .... vurgulanmıştır.

cc) Doğru Yol Partisi’nin Demokrat Parti ile kapatılmışAdaletPartisi’nin ve Büyük Türkiye Partisi’nin isimlerini esas alarakkullandığı, Genel Başkan, Genel Başkan Yardımcılarıve GenelSekreterleri tarafından tekrarlanan (Doğru Yol Demokrattır,Adaletçidir, Büyük Türkiyecidir.) sözleri 25/3/1984 tarihinde yapılanMahalli İdareler Seçimlerinde İsparta, Samsun ve Erzurum’dadüzenlenen mitinglerin adlandırılmasında da kullanılmış...... Davalısiyasi partinin genel merkezince ...gazetelere verilen .... ilânlarda yeralan (dün vardık, bugün de varız, yarın da olacağız) sözcükleriylesöylenilmek istenilenin ne olduğu gene aynıilanda kullanılan (DoğruYol Partisi başarısımilletçe görülmüş, beğenilmişkadrolarıtemsileder.) cümlesiyle açıklanmıştır. Bu sözcüklerin 23/6/1983 tarihindekurulan, 6 Kasım seçimlerine katılmamış, herhangi bir sorumlulukalmamış, icraat yapmamış olan Doğru Yol Partisi’nin kapatılmış

1336

Adalet Partisi’nin devamıolduğunu vurgulamaya yönelik bulunduğuaçıktır.

Yıldırım Avcı’nın 25/3/1984 Mahalli İdareler SeçimPropagandasısırasında Tire İlçesinde bir lokalde yaptığıkonuşmasırasında halka sorduğu (Gülü solduracak mısınız?) (Bacayıtüttürecek misiniz?) (Adresi biliyor musunuz?) sorularıüzerine olumlucevap alınca (öyleyse benim söyleyeceğim yok) sözleri de aynıimajın verilmesinden ibarettir.

Yıldırım Avcı’nın (Ülkede ne varsa bizim kadrolarımızıneseridir, tüten fabrika bacasından, akan çeşmeye kadar her şeydebizim arkadaşlarımızın el emeği, göz nuru vardır.) sözleri ve mitingiçin gittiği İsparta’da (maziye bak ne diyeceğimi anlarsın.)pankartlarıyla karşılanmasıüzerine onun (şehre Demirel Bulvarıvlagiriyoruz. Antalya’ya Menderes Bulvarıvla devam ederiz) şeklîndegörüşve düşüncesini açıklamasıamacınıgöstermektedir.

Doğru Yol Partisi’nin kapatılan Adalet Partisi’nin devamıolduğu...... miting meydanlarındaki toplulukların (muhteşem Süleyman),(İslamköyden esen yeller Doğru Yola Selam söyler), (Doğru Yol İslamKöyün ruhunu taşır.) pankart ve sloganlarıyla dile getirilerek, halktopluluklarında da karşılığınıbulmuştur.

Genel Başkan Esat Yıldırım Avcı, Denizli’nin Çal İlçesindeyaptığıbir kapalısalon toplantısında.... (Biz anamızın karnından,milletin bağrından ve atın böğründen çıkarak geldik.) sözlerinikullanmıştır. Kapatılmış Adalet Partisinin amblemi gözönündebulundurulduğu takdirde bu sözlerden neyin amaçlandığıaçık olarakgözlenmektedir.

dd) Doğru Yol Partisi’nin 25/3/1984 Mahalli İdareler Seçimlerinedeniyle propaganda gezilerinde kullandığıotobüse (SÜVARİ) adıverilmiştir.

Seçim gezisi sırasında uğranılan yerlerde karşılayıcıların birkısmının (Kırata binerek) gösteri yapmaları, Doğru Yol Partisi’ninAdalet Partisi’nin devamı olduğu yolunda halk yığınlarınınyönlendirilmesine yönelik propagandanın etkisinin bir kanıtıolarakgösterilebilir.

d) Adalet Partisi’nin üst düzey yöneticiliklerinde bulunmuş,Büyük Türkiye Partisi’ne ve bilahare Doğru Yol Partisi’ne katılmış

1337

kişilerde Doğru Yol Partisi’nin kapatılmışAdalet Partisinin ve BüyükTürkiye Partisinin devamıolduğunu göstermeye yönelik faaliyetlerdebulunmuşlar, onların bu doğrultudaki beyan ve eylemleri Doğru YolPartisi ve yöneticileri tarafından engellenmemiş bilhassa destekgörmüştür. Örneğin;

1) İsparta mitingindeki (Selam Doğru Yol Partili süvariler,milliyetçi Türkiye geliyor, Adaletçi süvari, İsparta şahlanıyor)şeklindeki sunuştan sonra İhsan Sabri ÇAĞLAYANGİL yaptığıkonuşmasının bir yerinde (Mühür bizde demek, mühür kimdeyseSüleyman odur demekse, burasıİsparta Süleyman’ın kim olduğunusiz Özal’dan daha iyi bilirsiniz...) demişolması,

2) Doğru Yol Partisi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayıHüsamettin CİNDORUK’un (Başkanımız Keçeli Üsküdar toplantısındaDoğru Yol Partisi Adalet Partisinin devamıdır demişgaliba Keçelisürçü lisan eylemişçünkü devamıdeğil ta kendisidir) şeklindekibeyanıve Doğru Yol Partisi İstanbul İl BaşkanıYaşar Keçeli’ninÜsküdar’da 11/2/1984 günü yapılan parti toplantısında Demokrat,Adalet ve Büyük Türkiye Partisinin felsefesi ve adlarıve kuruluştarihindeki sıralamaya uygun olarak gerçekleştirdiği (...ancak bir fikrindevamıyız, bu fikrin başlangıç noktası1946’nın şafağı1961’in fecri ve1983’ün Doğru Yolu’dur...) (Doğru Yol Partisi’nin temel felsefeleridemokrat olmak, adaletçi olmak ve büyük Türkiyeci olmaktır)şeklindeki sözleri.

3) Doğru Yol Partisi Genel Sekreteri Refik SUNOL’un AnkaraMaltepe Gölbaşı Sinemasında yapılan toplantıda (Doğru YolPartisi’nin 1946’dan bu güne gelen fikirlerin partisi olduğuna) ilişkinaçıklaması.

4) Doğru Yol Partisi Elmadağİlçesi BaşkanıAhmet YILDIZ(Yılmaz)’ın 4/2/984 günü GölbaşıSinemasında yapılan toplantıda(Kapatılan Büyük Türkiye Partisi’nin devamıolan Doğru Yol Partisinitemsilen konuşuyorum) dedikten sonra (1946’da başladık, 1960’dabitti, 1962’de başladık 1971’de bitti. Büyük Türkiye Partisi’yle DoğruYol Partisi’nde yine başlıyoruz) şeklindeki açıklaması.

5) Kapatılan Adalet Partisi Genel BaşkanıSüleyman Demirel’inkardeşi Şevket Demirel’in Antalya mitingindeki (Doğru Yol Partisi’ninbizim yolumuzda olduğunu söylüyorum, 6 Kasım’da bütün kapılarkilitlenmiş, sizler bir odaya konulmuşvaziyette oy kullandınız. BenDemirel yoktum. Şimdi varım. Ben Doğru Yol Partisi’nin bizim

1338

yolumuz olduğunu söylüyorum. Geçmiştekilere iyi bakarsanız nedemek istediğimi iyi anlarsınız) şeklindeki konuşması.

6) Doğru Yol Partisi Karacabey İlçe Yönetim Kurulunun17/8/1983 günü halka açık olarak yaptığıtoplantıda Doğru YolPartisi’nin kapatılmış Adalet Partisinin devamı olduğunun ilçeYönetim Kurulu Başkanıve üyeleri tarafından açıklanması.

Doğru Yol Partisi’nin kapatılmışAdalet Partisi ve Büyük TürkiyePartisi’nin devamıolduğu yolunda parti yöneticilerinin iddia, beyan veuğraşılarının parti kuruluşlarıve mahalli teşkilatta bulunan kimselertarafından benimsenerek parti faaliyeti olarak yürütüldüğünükanıtlamaktadır. Bu uğraşıve faaliyetin vatandaşindindeki etkisineNazilli’den Ali Erkut tarafından gönderilen, gazetelerden kesilmişDoğru Yol Partisi’ne ait haber kupürlerinin fotokopileri örnek olarakgösterilebilir.

Davalı siyasî partice bu konuda yürütülen faaliyet sınırtanımayan boyutlara ulaşmıştır. Yapılan törende çekilen fotoğraflaverilen “Süleyman Demirel ile Nazmiye Demirel Doğru Yol’a kayıtyaptırdı” bu tür eylemlerden biridir.

2820 SAYILI KANUNUN 97 NCİMADDESİNE AYKIRI EYLEM:Doğru Yol Partisi Genel BaşkanıYıldırım Avcı’nın propaganda gezisisırasında 21/3/1984 günü çeşitli yerlerde yaptığı(Demokrasi tarihininbeyaz sayfalarında iki seçim birer kara leke olarak kalacaktır.Bunlardan birisi 1946 seçimleri, diğeri ise bu iktidarıdoğuran seçimkurulunun yarattığı6 Kasım 1983 seçimleridir. Hata beşer icabıdır.Tashihi fayda verecektir. Bu hata millet tarafından seçimlerde tashihedilecektir) şeklindeki konuşmasınıManisa Cumhuriyet Alanında21/3/1984 tarihinde düzenlenen açık hava toplantısında datekrarladığısaptanmış ve hakkında Ege Ordu ve SıkıyönetimKomutanlığıAskeri Savcılığının 23/3/1984 gün 1984/14164-135-56sayılıiddianamesiyle dava açılmıştır.

SONUÇ

Doğru Yol Partisi Genel Merkezince düzenlenen ve parti GenelBaşkanlığınca 25/3/1984 Mahalli İdareler Seçimleri dolayısıyla çeşitligazetelere propaganda amacıyla verilen ve her biri bir bildiri niteliğinitaşıyan tam sayfa ilanlar, bu Siyasi Partinin Genel Başkanı, GenelSekreteri ve diğer yetkililerince çeşitli yerlerde yapılan, yukarıdadeğinilen beyanları, faaliyetleri ve genelde DavalıSiyasi Partinin

1339

Genel Merkezi ile tüm teşkilatının faaliyeti, sözcü ve üyelerinin Particebenimsenen beyan ve eylemleri 2820 sayılı Siyasi PartilerKanununun 96/2 ve 97 nci maddelerine aykırıbulunduğundan, aynıKanunun 101/b maddesi nazara alınarak davalıDoğru Yol Partisi’ninkapatılmasına karar verilmesi arz ve talep olunur.” (AMKD, S.20,ss.452-459)

Hemen belirtelim ki bu talep ve iddiaların tamamıAnayasaMahkemesi tarafından oybirliği ile reddedilmiştir. (Any.Mah.Kararı.T.28.9.1984, E. 1984/1 (SPK), K. 1984/1; AMKD, S.20, s.543)

IX- EĞER FAZİLET PARTİSİKONGRESİNDE YAPILANTEZAHÜRAT VE ATILAN SLOGANLAR SUÇ TEŞKİL EDİYORİDİYSE İLK ÖNCE ASIL SUÇLULARIN CEZALANDIRILMALARIGEREKİRDİ

Bilindiği gibi Ek iddianame Fazilet Partisi’nin 1. OlağanKongresi’nde yapılan tezahürat ve atılan sloganlar sebebiyledüzenlenmiştir.

Eğer bu tezahürat ve sloganlar, bir siyasi partinin temellikapatılmasınıgerektirecek kadar Anayasa hükümlerini ve kamudüzenini ihlal etmiş ise, Devletin, derhal harekete geçerek sözkonusu tezahüratıyapanlarla sloganlarıatanlar hakkında cezadavasıaçmasıgerekirdi.

Oysa,

- Ne tezahürat yapanlar için

- Ne slogan atanlar için

- Ne Kongre salonundaki ekran sorumlusu için

- Ve ne de Kongre Tertip Heyeti için herhangi bir kovuşturmadahi yapılmamıştır.

Halbuki, eğer bir yerde bir “yasak” ihlal edilmiş, bir “suç”işlenmiş ise Devlet’in ilk görevi derhal asli failleri, gerçek suçlularıyakalamaktır.

Konuyu, biri Türkiye’den diğeri de Avrupa’dan olmak üzere ikiörnekle açıklamak uygun olacaktır.

1340

Şöyle ki:

1) Türkiye’de, 1996 yılında HADEP Kongresi’nde, şu meşhur“Bayrak olayı”nın yaşandığıKongre’de yapılan tezahürat ve atılansloganlar sebebiyle önce asıl failler cezalandırılmış sonra Partihakkında dava açılmıştır.

2) Çok daha ciddi bir olay İspanya’da “Yüksek Mahkeme’nin üçyargıçlıCeza Dairesi kararıyla gündeme geldi ve yargıçlar HerriBatasuna (Halk Birliği) yöneticileri ile, silahlıBask Örgütü ETAarasında bağlantı kurdu; ayrılıkçıBask siyasi örgütü kollejiyalyönetimin 23 yöneticisini yedi yıl hapis ve 500.000 pezetas ödemeyemahkum etti.

Özerk Bask Parlamentosunda 18, Ulusal Parlamentoda 2temsilcisi olan Herri Batasuna Partisi kapatılmadı.” (Prof. Dr. BakırÇAĞLAR ve Doç. Dr. Naz ÇAVUŞOĞLU, “Parti KapatmaDavalarında Mermer-Mozaik İkilemi”, Anayasa Yargısı, Sayı; 16,s.173, Ankara-1999)

Bütün bunlara karşı;

- Fazilet Partisi Kongresi’nde yapılan tezahüratlarla atılansloganların suç teşkil etmediği

- Bu yüzden failler hakkında cezai takibata geçilmediği,söylenebilir.

Doğrudur: Ortada yasak yok, suç yok, suçlu yok: Kovuşturmayok. O halde Parti hakkında niçin dava açılabiliyor?

Burada “evrensel üç hukuk kural hatırlatmak isteriz:

1) “Fail için suç olmayan fiil, başkalarıiçin suç olamaz”

2) “Suçluluğu mahkeme kararıyla sübut buluncaya kadar hiçkimse suçlu sayılamaz” (Any.m.15/son, m.38/IV, AİHS, m.6/2)

3) “Hak ve hürriyetler asıl, yasaklar istisnaidir.”

Bu sebepledir ki Anayasa’mızın:

1341

-13. maddesi temel hak ve hürriyetlerin hangi hallerde nasılkısıtlanabileceğini,

- 15. maddesi de temel hak ve hürriyetlerin hangi hallerde venasıl durdurulabileceğini düzenlemiştir. Bu durumda Prof. Dr. NevzatTOROSLU’nun dediği gibi:

“Yasaklanmayan her davranışıhukuken meşru saymak gerekir.“(Nevzat Toroslu, Ceza Hukuku, SavaşYayınları1994, Ankara, s. 28)

Kaldıki Anayasa Mahkemesi, bütün parti yasaklarının “suç”teşkil ettiğini, başka bir ifadeyle 2820 sayılı Siyasi PartilerKanunu’nda “suç teşkil etmeyen yasak bulunmadığını”, 1987 yılında“oybirliği” ile tespit ederek hüküm altına almıştır. (Any. Mah. Kararı,T.22.5.1987, E.1986/13, K.1987/12, AMKD, Sayı: 23, ss.252-255)

Hukukun gereği de, Anayasa’ya uygun olan da budur.

Çünkü, yine hukukun temel bir kuralına göre;

“Ne ki yasak değil, serbesttir.” Yani yasak olmayan herşeyserbesttir.

BatıDünyası, günümüzden tam 212 yıl önce bu temel kuralışuşekilde formüle edip tüm insanlığa duyurmuştur:

“Hürriyet başkasına zarar vermiyen her şeyi yapabilmektenibaret olup her şahsın tabii haklarınıkullanmasıdiğer cemiyetazasının ayni haklardan istifadelerini, temin eyliyen hudutlarlasınırlanmıştır. Bu hudutlar yalnız kanun tarafından tayin olunabilir.”

[İNSAN VE YURTTAŞHAKLARI BEYANNAMESİ, m.4, (Paris,26 Ağustos 1789)]

Kaldıki:

1) Kongrede herhangi bir kimse lehinde veya aleyhindetezahürat yapılması, bir partinin temel politikasıyla ilgili olamayacağıgibi bu gibi haller her parti kongresinde sık sık görülebilen ahvaliadiye’dendir.

2) Kongre salonunda 1195 delegeye karşılık, çeşitli partileremensup veya partisiz 30.000 civarında seyirci de vardı. Seyircilerin

1342

de katıldığıbir kongrede bir takım söz veya hareketler yapıldıdiyebunlar üzerine müspet veya menfi hükümler bina edilmesi, ciddi vehukuki bir yaklaşım sayılamaz.

3) Bu tür tezahürat veya sloganlar birer emrivaki şeklinde,aniden Kongre başkanlık divanının da bilgisi ve kontrolü dışındaortaya çıkar.

4) Buna rağmen parti yetkilileri duruma derhal müdahale etmiş,söz konusu tezahürat ve sloganların tekrarlanmasınıönlemişlerdir.

5) Bir parti büyük kongresini, ancak o kongrenin gündeminedahil edilen ve kongrede müzakere edilerek resmen karar altınaalınan hususlar ilzam edebilir. Beklenmedik çıkışlar dolayısıyla birpartinin kapatılması cihetine gidilecek olursa, sabotajlar,provokasyonlar yapılmasısonucunda bu haller bizi partilerin siyasihayatına hiç yoktan son verilmesi gibi yanlışbir sonuca götürür. Zirahemen her kongrede istenmeyen kişi ve gruplar tarafından sıra dışıhareketler yapılabilir. Bu tür olaylar parti tüzel kişiliğinin kararıgibideğerlendirmeye tabi tutulursa, demokratik siyasi hayatınvazgeçilmez unsurlarısayılan siyasi partilerin hayatıve devamıistikrarınıkaybeder.

6) Kaldıki Yüksek Mahkemenizin yerleşik içtihatlarına ve emsalkararlarına göre dava açıldıktan sonra meydana gelen olaylar ve buolaylarla ilgili bantlar o davada kesinlikle delil olarak kabul edilemez.

Her türlü tahkikat aşamasından geçerek, karar safhasına kadargelmişbulunan bir davada, delil sayılmayan bantlara veya belgeleredayanılarak, Ek iddianame taktiğine iltifat edilecek olursa, bu türdavaların hemen hepsinde Mahkemenin uyguladığıprosedür silbaştan alt üst edilerek geçersiz kılınabilir. Bu suretle davalar fuzuliolarak uzatılmışolur.

7) Prof. Dr. Mustafa ERDOĞAN’ın da belirttiği gibi Ekiddianame

“..bu davada öne sürülmüşolan iddianın hakikatini şüpheli halegetirir. Aynıkonudaki yeni iddiaların yargıtarafından sınanmasıiçinderdest davanın sonuçlanmasınıbeklemek gerekir. Aksine hareketetmek ‘dava’ tekniğinin hukuktaki anlamınıkemirmeye, davaların,‘hukuka uygunluğu şüpheli bir durumu kesin karara bağlama’ işleviniesnetmeye ve hukuka uygunluk sorununun uzun süre askıda

1343

kalmasına yol açmak suretiyle hukuki istikrarsızlığa neden olur. Buyol bir kere benimsenince, arkasından zincirleme davaların sökünetmemesi için bir neden yoktur. Yani Yargıtay Başsavcılığıaynımantıkla, Fazilet Partisi hakkında her ay yeni bir dava açılabilir veAnayasa Mahkemesi de ilkini kabul ettiğine göre, zincirleme davalarıkendisiyle tutarlıkalarak reddedemez. Bu durumun, ‘demokratiksiyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarından sayılan bir parti için nasıl birbelirsizlik, hatta güvensizlik yaratacağınıtahmin etmek zor olmasagerektir” [Mustafa ERDOĞAN, FP ve “Devam” Sorunu, 14.2.2001tarihli Radikal Gazetesi]

8) Anayasa Mahkemesi, Ek İddianame ile delil diye sunulankonularıdaha önce incelemiş, Davaya müessir görmediği için retetmiştir.

Her ne kadar ret gerekçesi, Dava tarihinden sonra elde edilenbelgelerin tetkike alınmayacağıhususuna teallük etmekte ise deYüksek Mahkemenin esasa müessir görmediği bir konuyu, sadeceusul noktasından ret etmişolması, delil yapılmak istenilen konularınesas bakımından kabule şayan olduğu anlamına gelmez. Bil’akisesastan da önemsiz iddialar olduğu manasınıtazammun eder.

9) Böyle olduğu için, C. Başsavcılığının sırf Kongre ile ilgiliönemsiz, geçersiz, neticeye müessir olmayan hususlarıille deYüksek Mahkemenin tetkikine sunmak maksadıyla, ek iddianametaktiğine başvurması, Yüksek Mahkemenin kanunlara dayalıolanprensip kararıveya içtihadına karşıbir nevi hukuk hilesi sayılmasıvetetkike alınmamasıgerekir.

SONUÇ : Fazilet Partisi hakkında ek olarak tanzim edilen,ancak gerek yukarıda arzettiğimiz sebeplerden dolayı, gereksehemen ilk bakışta anlaşılacağıüzere;

1) Hem “mülga hükümlere” hem “yanlıştemellere” dayanan.

2) Hem Anayasa’ya hem hukukun temel kurallarına aykırıolan,

3) Hem dava ekonomisine hem de dava tekniğine ters düşen,

4) “Hiçbir yeni delil” ve “hiçbir yeni talep” içermeyen,

5) Herhangi bir hukuki dayanağıbulunmayan,

1344

6) Anayasa Mahkemesi’nin, “ek delillerin reddi” konusundaki01.02.2001 tarihli kararınıhükümsüz kılmayıamaçlayan, bu özelliğiile;

7) Anayasa yargısında belki de Türk Hukuk Tarihinde hukukudolanmanın “ilk tipik örneği”ni teşkil eden 05.02.2001 tarihli Ekiddianame ile acılan dava hakkında, önceki savunmalarımız dadikkate alınarak -tıpkıkendisi gibi hukuki dayanaktan yoksun bulunan07.05.1999 tarihli dava ile birlikte- red kararıverilmesini YüksekMahkeme’nin takdirlerine arz ederim. Saygılarımla. 12.03.2001

X- ESAS HAKKINDA GÖRÜŞ

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 23.3.2001 günlü EsasHakkındaki Görüşü şöyledir:

Esas hakkındaki görüşümüzü açıklamaya başlarken öncelikledavalısiyasi parti sayın Genel Başkanının 12.03.2001 tarihli önsavunmasında yer alan ve 22.01.2001 günlü Anayasa MahkemesiBaşkanlığına gönderilen yazı ile 5.2.2001 tarihli ek iddianamehakkında ileri sürülen haksız tarizleri yanıtlamak zorunlu görülmüştür.

Şöyleki;

Ön savunmaya göre;

5.2.2001 tarihli iddianame;

A- Mülga hükümlere ve yanlıştemellere dayandırılmıştır.

B- Anayasa Yargısında - belki de Türk Hukuk Tarihinde-hukukudolanmanın ilk tipik örneğini teşkil etmektedir.

Aşağıda açıklayacağımız nedenlerle, ileri sürülen bu tarizlerözellikle yapılan, yanlışanlama ve algılamanın doğal sonucudur.

A- 5.02.2001 günlü Ek İddianame’de, Anayasanın 69 uncumaddesinin 7 nci fıkrasında yer alan “Temelli kapatılan bir parti birbaşka ad altında kurulamaz” buyurucu hükmüne dayanılmıştır.

İddiamızın temeli, davalıpartinin Anayasa Mahkemesincekapatılan Refah Partisi’nin bir başka ad altında kurulmasıolduğuna

1345

göre; Refah Partisinin kapatılmasına ilişkin Anayasa Mahkemesikararının öncelikle irdelenmesi zorunludur.

Anayasa Mahkemesi’nin 16.1.1998 gün ve E.1997/1 (SiyasiParti Kapatma) ve K.1998/1 sayılıkararının sonuç bölümündeaynen;

“Laik Cumhuriyet ilkesine aykırı eylemleri nedeniyleAnayasa’nın 68 ve 69 . maddeleri ile 2820 sayılıSiyasi PartilerYasası’nın 101.maddesinin (b) bendi ve 103 üncü maddesinin birincifıkrasıgereğince Refah Partisinin kapatılmasına....” denilmektedir.

Kararda dayanılan ve karar tarihinde yürürlükte bulunan28.3.1986 gün ve 3270 sayılıKanunun 18 nci maddesiyle değişik 103ncü maddenin birinci fıkrası,

“Bir siyasi partinin, bu Kanununun 78 ilâ 88 ve 97 nci maddelerihükümlerine aykırıfiillerin işlendiği bir mihrak haline geldiğininsübuta ermesi halinde o siyasi parti Anayasa Mahkemesincekapatılır” hükmünü taşımaktaydı.

Diğer taraftan, Yüksek Mahkeme anılan kararında RefahPartisi’nin “Laik Cumhuriyet ilkesine aykırıeylemleri” ni tespit edereköncelikle Anayasanın üstünlüğünü ve buyuruculuğunu gözeterek23.7.1995 gün ve 4421 sayılıKanunun 6 ve 7 nci maddeleri iledeğişik 68 ve 69 ncu maddelerine dayanmıştır.

69 uncu maddenin 6 nci fıkrasında,

“Bir siyasi partinin 68 nci maddenin dördüncü fıkrasıhükümlerine aykırıeylemlerinden ötürü temelli kapatılmasına, ancak,onun bu nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline geldiğininAnayasa Mahkemesince tespit edilmesi halinde karar verilir.”

68 nci maddenin 4 ncü fıkrasında ise;

“Siyasi partilerin tüzük ve programlarıile eylemleri, Devletinbağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insanhaklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine,demokratik ve lâik cumhuriyet ilkelerine aykırıolamaz; .....” hükümleriyer almaktadır.

1346

Ve Refah Partisi lâik cumhuriyet ilkelerine aykırıeylemleri sabitgörüldüğü için kapatılmıştır.

Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin anılan kararında yeralan“Refah Partisi’nin kapatılmasına”ilişkin hükmün, gerek niteliği veiçeriği, gerekse dayandığıAnayasal ve yasal gerekçeler ve Anayasahükümlerinin üstünlüğü ve buyuruculuğu bağlamında “temellikapatma” olduğunda kuşku yoktur. Siyasi Partiler Kanununun karartarihinde yürürlükte bulunan 103 ncü maddesinde yer alan “kapatma”tabiri bu bağlamda Anayasanın 69/6 ncımaddesinde yer alan“temelli kapatma” ile eşanlamdadır

İşte bu belirleme sonucu, gerek 22.01.2001 günlü yazımızda vegerekse 5.02.2001 günlü ek iddianamemizde Siyasi PartilerKanununun karar tarihinde yürürlükte bulunan 103 ncü maddesizühulen değil, bilerek ve Anayasanın 69 ncü maddesinin 7 ncifıkrasının açılan davalarda neden uygulanmasıgerektiğini irdelemekiçin açıklanarak vurgulanmıştır.

B- DavalıParti savunmalarında, Anayasa ve Siyasi PartilerYasası’nda düzenlenen siyasi partilerin kapatılmasına ilişkindavaların, ceza davasıniteliğinde olduğunu, bu nedenle davada cezahukuku ilkelerinin uygulanmasıgerektiğini ileri sürmüştür.

“Anayasa’nın “Siyasi partilerin uyacaklarıesaslar”ıbelirleyen69. maddesinin dördüncü fıkrasında, “Siyasi partilerinkapatılması,Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın açacağı davaüzerine Anayasa Mahkemesi’nce kesin olarak karara bağlanır”denilmiş, hangi hallerde siyasi partilerin kapatılmasına kararverilebileceği de diğer fıkralarda ayrıntılıolarak düzenlenmiştir.Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri HakkındaKanun’un, 4480 sayılıYasa ile değiştirilen 33. maddesinde ise“Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısıtarafından açılan siyasi partilerinkapatılmasına ilişkin davalar, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunuhükümleri uygulanmak suretiyle dosya üzerinde incelenir ve kararabağlanır” kuralına yer verilmiştir.

Bu düzenleme biçimi, yasakoyucunun siyasi partilerin yasayaaykırıeylemlerinin kapatılma yaptırımına bağlanmasınıCeza hukukuilkelerine daha yakın bulduğunu göstermektedir. Ancak, cezadavalarında, ceza yargılamasına özgü usul kurallarının uygulanmasıdoğal olduğuna göre, parti kapatma davalarında özellikle aynıusulünuygulanacağının belirtilmesine gerek duyulması, bu davaların

1347

geleneksel anlamda bir ceza davasıolmadığınıortaya koymaktadır.Bununla birlikte, yasaların yaptırım öngördüğü hallerde, konununtemel hak ve özgürlüklerle yakın ilgisi nedeniyle yasak eylemlerin vebunlara uygulanacak yaptırımların yasalarla belirlenmesi gibi temelilkelerin gözönünde bulundurulmasıda Anayasal bir zorunluluktur.

Bu temel özellikleri taşıma gereği yönünden, hukukun diğeralanlarına göre ceza hukukuna daha yakın kabul edilse de, siyasipartilerin kapatılmasına ilişkin davalar, bütünüyle ceza hukukukuralları içinde değerlendirilmesine olanak bulunmayan kendineözgü davalardır. Ayrıca, siyasi partilere yasaklanan eylemlerinniteliği, bunların kapatılma sonucunu doğurabilmesi için aranankoşullar ve uygulanan yaptırım türünün ceza hukukundaki suç vecezalardan farklılık göstermesi de bu davaların kendine özgüniteliğini öne çıkarmaktadır.”

“Anayasa Mahkemesinin’16.1.1998 gün Esas:1997/1 (SiyasiParti Kapatma) K. 1998/1 - Sahife:251 - 252)

Fazilet Partisi’nin 14.05.2000 gününde yapılan 1 nci OlağanKongresine ait video kasetler ile 15.05.2000 günlü Hükümet Komiseriraporu ek delil olarak 12.12.2000 günlü yazımızla AnayasaMahkemesine sunulmuş, Yüksek Mahkemenin 1.2.2001 günlü arakararıyla “2949 sayılıAnayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve YargılamaUsulleri hakkında Kanunun 33. maddesinin göndermede bulunduğuCeza Muhakemeleri Usulü Kanununun 150 ve 257 nci maddelerinegöre, davanın açıldığı tarihten sonraki olayları içeren videokasetlerinin kanıt olarak değerlendirilmesine yer olmadığına veistemin reddine” karar verilmiştir.

Yüksek Anayasa Mahkemesi’nin “Siyasi Partilerin Kapatılması”davalarının ceza davasıniteliği taşımadığına ilişkin, alıntıyaptığımızkararındaki gerekçelere aynen katılmakla birlikte ek olarak siyasipartilerin siyasal süreç içerisinde kesintisiz siyasi faaliyette bulunmasıolgusu, dava ekonomisi ve davanın niteliği itibarıyla karar verilinceyekadar sunulan kanıtların inceleme ve değerlendirmeye alınmasındayarar bulunduğuna ilişkin görüşümüzü koruduğumuzu ekiddianamede belirtmiştik.

Ayrıca ceza davalarının, başka bir deyişle ceza Hukukununkendine özgü teselsül, içtima, tekerrür, zaman aşımı, takdiri vekanuni azaltıcıveya indirici nedenler, cezayıkaldıran yasal nedenlerv.s. gibi kurumlarına kapatma davalarının yabancıolduğunu ve

1348

özellikle CMUK.nun 150 ve 257 nci maddelerinin salt cezadavalarında uygulanabileceğini bu düşüncelerimize eklemek mümkünolmakla beraber Yüksek Mahkemenin 1.2.2001 tarihli kesin sonuçdoğuran ara kararıkarşısında bu düşüncelerin pratikte bu davayönünden bir yararıbulunmamaktadır.

Siyasi Partiler, Anayasanın 68/2 maddesi uyarınca demokratiksiyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Ancak Siyasi PartilerinAnayasadaki kimi özgürlükleri araç olarak kullanarak demokratik hakve özgürlükleri ve bütünüyle demokrasiyi ortadan kaldırmalarıolasılığına karşıve dünyadaki çeşitli örnekleri de gözetilerek aynımaddenin 4 ncü fıkrasında siyasi partilerin uymalarıgerekli esaslarbelirlenmiştir. Siyasi Partiler Kanununun Dördüncü Kısmında da“Siyasi Partilerle İlgili Yasaklar” üst başlığıaltında “Demokratik devletdüzeninin korunması” “Milli Devlet Niteliğinin Korunması” “Atatürk İlkeve İnkılaplarının ve Lâik Devlet Niteliğinin Korunması” ve “ÇeşitliYasaklar” alt başlıkları ile siyâsi partilerin siyasi faaliyetleridüzenlenmektedir. Bu kurallar lâik, demokratik Cumhuriyetin hukukikoruma silahlarıdır. Ve hiçbir Demokraside; Demokrasiyi yok etmeözgürlüğü yoktur.

Demokrasinin uzlaşma, anlaşma ve hoşgörü rejimi olduğu, milliiradenin siyasi partiler vasıtası”-ile oluşacağıne kadar doğruysa,demokratik kuralların dışına çıkan, özellikle demokrasinin olmazsaolmaz koşulu olan lâiklik ilkesini yok etmeye çalışan Siyasi PartilerinDemokratik rejim için en büyük tehlike olduğu gerçeği de bir başkadoğrudur. Bu tehlikenin önlenmesi için yapılmasıgereken yineAnayasa ve Yasa’da gösterilen hukuki yolların kullanılmasıdır. Hiçkimseye veya kuruluşa Lâik, demokratik Cumhuriyeti yok etmeözgürlüğü tanınmamıştır.

Bu nedenle, Yüksek Mahkemenin ibraz edilen kasetleri veraporu davanın açıldığıtarihten sonraki olaylarıiçerdiği gerekçesi ileCMUK.nun 150 ve 257 nci maddesine dayanarak kanıt olarakdeğerlendirilmesi istemini reddinden, başka bir deyimle “partikapatma” davalarınıceza davasıolarak kabulünden sonra, bu kabuleuygun biçimde ceza davalarında uygulamasıher zaman görülen,dava tarihinden sonraki eylemler için izlenmesi gerekli tek yol olan ekiddianame düzenleyerek dava açma zorunlu olmuştur. Parti kapatmadavalarının yukarıda açıkladığımız özellikleri itibarıyla elde edilen tümdelillerin irdelenip değerlendirilmesini sağlamak görevimizdir.

1349

Bir siyasi partinin uzun süre kapatma davasının tehdidi altındakalmasının sakıncalarının bilincinde olmakla birlikte böyle önemli birdavanın eksik kanıtla sonuçlandırılmasının Anayasal düzeninkorunması yönünden daha büyük sakınca yaratacağınainanmaktayız. Bu itibarla ek iddianame’miz “hukuk hilesi, hukukudolanmanın tipik örneği” değil, hukukun ve görevimizin gereğidir.

ESAS HAKKINDAKİGÖRÜŞÜMÜZ,

Açıklayacağımız görüşYüksek Mahkemenin 7.02.2001 günEsas 2001/1 (Siyasi Parti Kapatma) Karar:2001/1 sayılıkararıilebirleştirilen 1999/2 esas sayılıdosyada yer alan “Fazilet Partisi’ninAnayasanın 69/7 maddesi uyarınca temelli kapatılması” na ilişkindava hakkındaki görüşümüzü de içermektedir.

l- REFAH PARTİSİANAYASA MAHKEMESİTARAFINDANTEMELLİKAPATILMIŞTIR.

Yukarıda açıkladığımız üzere Refah Partisi “Lâik Cumhuriyetilkesine aykırıeylemleri” nedeniyle Anayasanın 69 ncu maddesinin 6ncıfıkrasıgöndermesi ile 68 nci maddesinin 4 ncü fıkrasıve 2820sayılıSiyasi Partiler Kanununun karar tarihinde yürürlükte bulunan101/b ve 103/1 maddeleri uyarınca kapatılmıştır. AnayasaMahkemesinin 16.1.1998 gün ve 1997/1- 1998/1 sayılıkararında yeralan “refah partisinin kapatılmasına” ibaresi “temelli kapatma” ile eşanlamlıdır. Dayanılan Anayasa maddelerinde gösterilen ve sabitgörülen laik Cumhuriyet ilkesine aykırıeylemlerin yaptırımı“temellikapatma” dır. Anayasanın üstünlüğü ve buyuruculuğu ilkesikarşısında refah partisinin “temelli kapatıldığı” hukuken tartışılmaz birgerçektir.

II- TEMELLİKAPATILAN BİR PARTİNİN BİR BAŞKA ADALTINDA KURULMASININ YAPTIRIMI O PARTİNİN DE TEMELLİKAPATILMASIDIR.

Anayasa’nın 69 ncu maddesinin 7 nci fıkrasıuyarınca “Temellikapatılan bir parti, bir başka ad altında kurulamaz”.

Anayasanın temelli kapatmayıdüzenleyen 69 ncu maddesinin 6ncıfıkrası, 68 nci maddenin 4 ncu fıkrasına gönderme yapmakta vebu fıkrada siyasi partilerin eylemlerinin Devletin bağımsızlığına, ülkesive milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk

1350

devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik cumhuriyetilkelerine, aykırıolamayacağınıöngörülmektedir.

Bu esasların Devletin; Demokratik Lâik Cumhuriyetin yaşamakoşullarıolduğunda kuşku yoktur. Anayasa koyucu bu koşullarıtehlikeye düşüren siyasi partilerin temelli kapatılacağınıhükmebağlıyarak bu tür partilere yaşam hakkıtanımamıştır.

Lâik Cumhuriyet ilkesine aykırıeylemleri nedeniyle Anayasahükümleri gereğince temelli kapatılan bir partinin başka bir ad altındakurulmasına, aynı Anayasanın göz yumarak kurma eyleminiyaptırımsız bıraktığınıkabul etmek olanaklıdeğildir. Zira, Anayasaabesle iştigal etmez.

Anayasa yargısında, Anayasa hükmünün somut olaydadoğrudan uygulanması mümkün olduğu takdirde sorun buuygulamayla çözülmelidir.

“Kurulamaz” buyurucu hükmünün somut olayda uygulamaolanağıvardır ve kurulursa ne olur sorusunun tek yanıtı“temellikapatılır” olacaktır.

Kaldıki, Anayasanın 153/son maddesi uyarınca, AnayasaMahkemesi Kararlarıyasama, yürütme ve yargıorganlarını, idaremakamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar. Bu bağlayıcıhükmeaykırılığın, değişik bir deyimle temelli kapatılan bir partinin bir başkaad altında kurulduğu olgusunun, yine Anayasa Mahkemesi tarafındantespit edilmesi halinde bağlayıcılığın yeniden ve doğrudansağlanmasıve bu partinin de temelli kapatılmasına karar verilmesisuretiyle bozulan Anayasal Düzenin bu parti kurulmadan öncekihaline getirilmesi zorunludur.

III- FAZİLET PARTİSİ, ANAYASA MAHKEMESİNCE TEMELLİKAPATILAN REFAH PARTİSİ’NİN BİR BAŞKA AD ALTINDAÖRGÜTLENMESİ, BİR BAŞKA DEYİMLE DEVAMIDIR.

Temelli kapatılan bir partinin bir başka ad altında kurulduğunusaptamak için incelenip irdelenmesi gereken hususlar şunlardır;

A- KURULUŞVE ÖRGÜTLENME

Fazilet Partisi 17.12.1997 tarihinde, Refah Partisine yakınlığıylabilinen ve kısa adıHu-Der olan Hukuki Araştırmalar Derneği yönetim

1351

kurulu üyesi Avukat Muzaffer Önder’in kuruluşdilekçesini İçişleriBakanlığına vermesiyle kurulmuş ve basında “Refah Partisi’neAlternatif” yorumuyla, adıgeçen partinin kapatılma olasılığına karşıbir süredir devam eden yeni parti çalışmalarınınsonuçlandırıldığından ve Parti Genel Başkanlığına da adıgeçenpartinin Genel BaşkanıNecmettin ERBAKAN’ın avukatıve MSP’ninkapatılmasına ilişkin davada da bu partinin avukatlığınıyapan İsmailAlptekin’in getirileceği haberleri verilmişve bu haberler adıgeçen’inGenel Başkanlığa getirilmesiyle doğrulanmıştır.

Refah Partisi’nin 16.1.1998 tarihinde temelli kapatılmasındansonra 23.2.1998 tarihinde 57 milletvekili Fazilet Partisi’ne girmiş,24.2.1998 günü katılan 59 milletvekili ile sayıları116’ya, 27.2.1998tarihinde 133’e ulaşmıştır.

Katılmalara, kapatılan Refah Partili tüm Büyükşehir il ve ilçeBelediye Başkanlarıeklenmiştir.

Temelli kapatılan Refah Partisi’nin Merkez Karar ve YönetimÜyeleri, Grup Başkan Vekilleri, Fazilet Partisinde aynıgörevleregetirilmiş, bu partinin devamıolunduğu yolunda kamuoyuna gereklimesajın verilmesine dikkat gösterilmiştir.

Refah Partisi’nin kapatılması için açılan davanın sonaşamasında kapatılma olasılığına karşıönlem olarak adeta “yedek”bir parti kurdurulmuş, temelli kapatmanın 16.1.1998 tarihindegerçekleşmesinden sonra TBMM Üyeleri, Belediye Başkanları,örgütlerin tüm yöneticileri bu partiye katılarak ve yeni yönetimde yeralarak devam olgusu sağlanmıştır.

Bu suretle Anayasa’nın 69/7 maddesindeki “Temelli kapatılanbir parti, bir başka ad altında kurulamaz” hükmü ön savunmadagörüldüğü gibi “takdim-tehir” yolu ile aşılmak istenmiştir.

Hukuka karşı hilenin, hukuku dolanmanın AnayasaYargısındaki tipik örneği bu olgudur.

B- FİKİR, SÖYLEM VE EYLEM BİRLİĞİ

Anayasa Mahkemesinin Refah Partisinin temelli kapatılmasınailişkin kararında aynen :

1352

“İddianamede, Refah Partisi Genel Başkanı NecmettinERBAKAN’ın ve partinin tüm yöneticilerinin, kendilerine oy getirdiğiinancıyla hemen her konuşmalarında, okullarda ve hatta devletdairelerinde başörtüsü ile öğrenim görme ve çalışmanın anayasal birhak olduğunu ısrarla iddia ederek halkıkışkırttıkları, eylemlerdüzenledikleri ve hatta Necmettin ERBAKAN’ın “iktidar olduklarındarektörlerin selam duracağını” 14.12.1995 günlü seçim konuşmasındasöylediği ileri sürülmüştür.

Cumhuriyet Başsavcısısonradan gönderdiği belgelerde deNecmettin ERBAKAN’ın 10.10.1993 günü Parti’nin 4. Olağan GenelKurulu’nda; “...biz dört yıldır hükümetteyken o günün meşhur zulümkanununun 163. maddesi hiçbir memleket evladı hakkındauygulanmadı. Bizim zamanımızda başörtüsü diye bir zulüm sözkonusu değil...” dediğini, 1996 yılıEkim ayında Amasya’da halkahitaben yaptığıkonuşmada da, “...size bir müjde daha veriyorum.Başörtüsü zulmü kalkıyor. Artık okullarda başörtüsü diye bir sorunkalmayacak...” diye seslendiğini; ayrıca, Refah Partisi üyesi olanbelediye başkanlarıve milletvekillerinin de pek çok konuşmalarında,başörtüsünün serbest bırakılmasınısavunduklarınıbelirtmiştir.

DavalıParti savunmalarında, üniversitelerde türban yasağınakarşıeylem düzenlenmediğini ve yukarıda belirtilen konuşmalarınyapılmadığını söylememiş, aksine bu konudaki uygulamalarıeleştirmenin lâikliğe aykırıolamayacağınıaçıklamıştır.

Lâik eğitimde dinsel inançlara göre herhangi bir ayırımgözetilemez. Anayasa’nın “Eğitim ve öğrenim hakkıve ödevi”başörtüsü 42. maddesinin üçüncü fıkrasında, Eğitim ve öğretim,Atatürk ilkeleri ve inkilaplarıdoğrultusunda, çağdaşbilim” ‘”eğitimesaslarına göre Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Buesaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz” dördüncüfıkrasında da, “Eğitim ve öğretim” hürriyeti Anayasa’ya sadakatborcunu ortadan kaldırmaz” denilerek ‘Anayasa’nın başlangıcındakiilkelere bağlılık vurgulanmıştır.

Yükseköğretim kurumlarında, bilimsel yöntemlerle yetişerekbirlikte çalışmalar yapan gençlerin, kardeşlikleri, arkadaşlıklarıvedayanışmalarıyarınlarıiçin önemli iken onlarıdinsel gereklerleayırıma bağlıtutarak kimin hangi inançtan olduğunu gösterecekbiçimdeki başörtüsü ile dinsel inanç ve görüşleri nedeniyleçatışmalara sevkedebilecek ortamın yaratılmasında ülkelerin geleceğibakımından yarar bulunmamaktadır.

1353

Dinsel nedenlere dayanılarak başörtüsü ve türbanla boyun vesaçların örtülmesine resmî daire ve üniversitelerde serbestliktanınması, bir tür yönlendirme ve bir anlamda zorlamadır. Kişileri şuyada bu yönde giyinip başınıörtmeye zorlamak, ayrıve hatta aynıdinden olanlar arasında bile ayrılıklar yaratacaktır. Bu durumun dalâiklik ilkesine aykırıdüşeceği kuşkusuzdur.

Kamusal kuruluşlarda ve öğretim kurumlarında başörtüsü veonunla birlikte kullanılan belli biçimdeki giysi, bir ayrıcalıktan öteayırım aracıniteliğindedir. Dinsel kaynaklıdüzenlemelerle girişimlerAnayasa karşısında geçerli olamaz ve bu tür eylemler Anayasa’dakilâiklik ilkesine aykırılık oluşturur.

Anayasa’nın 153. maddesinin son fıkrasında, AnayasaMahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargıorganlarını, idare,makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlayacağı, 138. maddesindede, yasama ve yürütme organlarıile idarenin mahkeme kararlarınauymak zorunda oldukları, bu organlarla idarenin mahkeme kararlarınıhiçbir surette değiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmesinigeciktiremeyeceği öngörülmüştür. Anayasa’nın 68. maddesinindördüncü fıkrasında siyasî partilerin “hukuk devleti ilkesi”ne uymaklayükümlü olduklarıbelirtilmiştir. Anayasanın 153. maddesinin sonfıkrasına göre, gerçek ve tüzelkişileri bağlayan Anayasa Mahkemesikararlarısiyasî partileri de bağlar.

Anayasa Mahkemesi’nin 2547 sayılıYükseköğretim Kanunu’naeklenen Ek Madde 16’nın iptaline ilişkin 7.3.1989 günlü, E.1989/1,K.1989/12 sayılıkararında, lâik bir devlette hukuk kurallarınınkaynağının dinde değil akılda bulunduğu, kişilerin iç dünyasına ilişkinolmasıgereken dinî inançlara göre yasal düzenleme yapılmasınınAnayasa’nın 2., 10., 24. ve 174. maddelerine aykırıolduğubelirtilmiştir. Öte yandan, Danıştay Sekizinci Dairesi’nin 23.2.1984günlü, 207/330; 16.11.1987 günlü 128/486; 27.6.1988 günlü, 178/512sayılıkararlarıile Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’nun16.6.1994 günlü, 61/327 sayılıkararlarında da, Yüksek ÖğretimKurumlarında başörtüsü ve türban takan öğrencilerin Atatürkdevrimleri ile lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırıdavrandıklarıve dinedayalıdevlet düzenini benimsedikleri kabul edilmiştir. Buna karşın,davalıParti Genel BaşkanıNecmettin ERBAKAN ile kimi partiyetkililerinin mahkeme kararlarınıetkisiz hale getirmek için resmidaire ve üniversitelerde türban kullanmayıteşvik eden lâiklik ve hukukdevleti ilkelerine aykırıkonuşmalar yaptıklarıanlaşılmıştır.

1354

Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’nın lâiklik ve düşünceözgürlüğüne ilişkin kurallarına verdiği anlam ve içerikle İnsan HaklarıAvrupa Komisyonu’nun konuya ilişkin değerlendirmelerinde birçokortak nokta bulunmaktadır. Komisyon No:18783/91, L.B/ Türkiye K.t.günlü, 3.5.1993, No.16278/90, S.K/Türkiye K.t. 3.5.1993 günlükararlarında, yüksek öğrenimini lâik bir üniversitede yapmayıseçenbir öğrencinin bu üniversitenin düzenlemelerini kabul etmişsayılacağını, üniversitelerce getirilen düzenlemelerin, farklıinanıştakiöğrencilerin birlikteliğini sağlamak amacına yönelik olarak,öğrencilerin dinsel inançlarınıaçığa vurma özgürlüklerini yer ve biçimbakımından sınırlayabileceğini, özellikle nüfusun büyük birçoğunluğunun belirli bir dine mensup olduğu ülkelerde, bu dinin törenve simgelerinin herhangi bir yer ve biçimde sınırlama olmaksızınsergilenmesinin, sözü geçen dinî uygulamayan veya başka bir dinemensup olan öğrenciler üzerinde baskıoluşturabileceğini, lâiküniversitelerin, öğrencilerin kılık ve kıyafetlerine ilişkin kurallarkoyarken, kimi kökten dincilerin yüksek öğretimde kamu düzeninibozmamalarını ve diğerlerinin inançlarına zarar vermemelerinisağlamaya özen gösterebilecekleri açıklanarak L.B. ve Ş.K. isimliöğrencilere, lâik üniversite düzeninin gereklerine uygun biçimdefotoğraf vermedikleri gerekçesiyle okul diplomasıverilmemesi, din vevicdan özgürlüğüne müdahale olarak görülmemişve şikayetin kabuledilemez olduğuna karar verilmiştir.

Parti Genel BaşkanıNecmettin ERBAKAN’ın lâiklik ilkesineilişkin Anayasa ve yasa kurallarıile Anayasa Mahkemesi kararlarınıgözardıederek, resmi daire ve üniversitelerde türban ve başörtüsükullanmayıteşvik eden konuşmaları, lâik düzen karşıtlarıiçin birmesaj oluşturmuştur. Nitekim, ülkenin çeşitli yerlerindekiüniversitelerde ve cami önlerinde kamu düzeninin bozulmasına yolaçan birçok eylem yapılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Parti Genel Başkanı’nın budavranışlarının lâiklik ilkesine aykırıolduğu sonucuna varılmıştır.“(Anayasa Mahkemesinin 16.1.1998 gün ve E.1997/1, K. 1998/1sayılıkararıShf.260-263)”

Alıntıyapılan Anayasa Mahkemesi kararında Lâik Cumhuriyetilkesine aykırısöylem ve eylemlerin açıklamalarıyapılmış, nitelikleribelirtilmiş, “aykırılık” boyutu vurgulanmıştır.

Aynıkonuda Fazilet Partisi Genel Başkanı, Meclis GrupBaşkanvekili, Milletvekilleri, Belediye Başkanlarının konuşmalarını

1355

içeren belgeler 4.6.1999 günlü yazımız ekinde Yüksek MahkemeBaşkanlığına sunulmuştu. 2.5.1999 tarihinde TBMM degerçekleştirilen eylem, soruşturma ve kovuşturma organlarıtarafından elde edilmediği için kanıt olarak kullanılmasında ve hükmeesas alınmasında engel bulunmayan 31.5.1999 günlü kaset içeriği,10.10.1998 günlü eylem ve Fazilet Partisinin 14.5.2000 günündeyapılan 1. Olağan Kongresine ilişkin video kaset çözümleri ve15.5.2000 günlü hükümet komiseri raporu bir bütün olarakdeğerlendirildiğinde her iki parti arasındaki fikir, söylem ve eylembirliği açık bir biçimde görülmektedir.

IV- ANAYASANIN 69/7 MADDESİ UYARINCA DAVAAÇILABİLMESİİÇİN 2820 SAYILI SİYASİPARTİLER KANUNUNUN104. MADDESİNDEKİ “İHTAR” YOLUNUN İŞLETİLMESİGEREKMEZ.

Anayasanın 69/6. maddesinin göndermesiyle 68/4 ve SiyasiPartiler Kanununun karar tarihinde yürürlükte bulunan 103/1maddeleri uyarınca Lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırıeylemlerinedeniyle temelli kapatılan bir partinin bir başka ad altında kurulmasıhalinde SPK’nun 104 ncü maddesinin uygulanmasıdavanın niteliğiitibarıyla olanaklıdeğildir. SPK’nun 104 ncü maddesi “Aykırılıklarıngiderilmesi” olanağınıve ihtara muhatap partinin yasal konumagelmesini sağlayan bir hukuk yoludur.

Lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırıeylemleri nedeniyle “temellikapatılan” bir partinin bir başka ad altında kurulmasıhalinde isebozulan Anayasal düzen, ancak o partinin kapatılmasıyla düzeltilebilirve bunun içinde doğrudan kapatma davasıaçmak gereklidir.

Kaldıki, davalısiyasi parti genel başkanının bu konuya ilişkintalebi Yüksek Mahkemenin 30.1.2001 gün ve 1999/2 sayılıkararıylareddedilmiştir.

V- ANAYASA MAHKEMESİNİN DOĞRU YOL PARTİSİİLEİLGİLİ 28.9.1984 GÜN 1984/1-1 SAYILI KARARININİNCELENMESİNDEN İŞBU DAVA İLE İLGİVE BENZERLİĞİNİNBULUNMADIĞI ANLAŞILMAKTADIR.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 6.4.1984 gün ve SP.81984/42 Hz. sayılıiddianamesiyle Doğru Yol Partisinin;

1356

1- Kapatılmışbulunan Adalet Partisi ile Büyük Türkiye Partisinindevamıolduğunu beyan etmek ve böyle bir iddiada bulunmaksuretiyle 2820 sayılıSiyasi Partiler Kanununun o tarihte yürürlüktebulunan 96/1. maddesine,

2- Milli Güvenlik Konseyinin 26.7.1983 gün ve 99 sayılıkararınakarşıtutum, beyan ve davranışiçinde bulunmak suretiyle SPK.nınyine o tarihte yürürlükte bulunan 97 nci maddesine aykırıdavrandığıiddiasıyla açılan kapatma davası, birinci maddedeki eylemler sübutaermediğinden, ikinci maddedeki eylemler ise Yüksek Seçim Kurulunayönelik olduğundan Anayasa Mahkemesince reddedilmiştir.

Görülmektedir ki ne konusu, ne de uygulanmasıistenenAnayasa ve yasa maddeleri yönünden iki dava arasında ilgi vebenzerlik bulunmamaktadır.

VI- YAPTIRIM

Anayasanın 69/7 maddesine aykırıolarak temelli kapatılan birpartinin bir başka ad altında kurulmasıhalinde o partinin de TemelliKapatılmasıgerektiği II. bende belirtilmişti.

Yasaklanan eylem “Kurma” olduğuna göre AnayasaMahkemesince temelli kapatılan Refah Partisini, Fazilet Partisi adıaltında kuran kurucular hakkında Anayasanın 69/8. maddesinin ve bukuruculardan milletvekili olan İsmail Alptekin ve Mehmet Özyolhakkında ayrıca Anayasanın 84/son maddesinin uygulanmasıgerekmektedir.

İşbu talebimiz, 5.02.2001 tarihli ek iddianamede devurguladığımız gibi 7.5.1999 günlü iddianame ile açılan ve YüksekMahkemenizin 1999/2 esas sayısında kayıtlı, birleştirilen ana davadayer alan aynıkonudaki davayıda kapsamaktadır.

SONUÇ :

Yukarıda Açıklanan nedenlerle;

I- Fazilet Partisi’nin, Anayasa Mahkemesince, Lâik Cumhuriyetilkelerine aykırıeylemleri nedeniyle Temelli kapatılan Refah Partisiyerine bir başka ad altında yeniden kurulduğu anlaşılıp sabitolduğundan, Anayasa’nın 69/7 maddesi uyarınca temellikapatılmasına,

1357

II- Fazilet Partisi kurucularının Anayasanın 69/8. maddesiuyarınca Anayasa Mahkemesinin temelli kapatmaya ilişkin kesinkararının Resmi Gazetede gerekçeli olarak yayınlanmasındanbaşlayarak 5 yıl süreyle bir başka partinin kurucusu, üyesi, yöneticisive deneticisi olamayacağına,

III- Kuruculardan milletvekili olan İsmail ALPTEKİN ve MehmetÖZYOL’un Anayasanın 84/son maddesi uyarınca milletvekilliklerininsona ermesine,

Karar verilmesi gerektiği görüşünde olduğumuzu bilgilerinizesaygılarımla sunarım. 23.3.2001

XI- SON SAVUNMA

DavalıParti’nin 24.4.2001 günlü son savunmasışöyledir:

ÖN SORUNLAR BAKIMINDAN AÇIKLAMALAR

l- “Devam” İddiasının Dinlenebilmesi İçin Kapatma DavasıAçılmadan Önce Spk M.104’deki İhtar Mekanizmasının ÇalıştırılmışOlmasıGerekir:

Gerçi Anayasa Mahkemesi, bu talebimizi Yargıtay CumhuriyetBaşsavcılığı’nın 22.01.2001 günlü, SP. 95 Muh. 2000/586 sayılıgörüşü okunduktan sonra, 30.01.2001 tarihinde oyçokluğu ilereddetmiştir.

Yüksek Mahkeme’nin red gerekçesini bilemiyoruz. Ancak üçhusus, hiçbir duraksamaya meydan vermeyecek kadar açıktır: Şöyleki:

a) Açık olan birinci husus; Sayın Başsavcılığı’nın 22.01.2001günlü ve SP. 95 Muh. 2000/586 sayılı görüşünün, ÖnSavunma’mızda ayrıntılıolarak belirtildiği gibi, “mülga hükümlere veyanlıştemellere dayandığı” hususudur.

Ön savunmamızdaki açıklamalarımıza ilaveten belirtelim ki“Esas Hakkında Görüş”ün 11. sayfasında yer alan şu ifade;

<Laik Cumhuriyet ilkelerine aykırıeylemleri nedeniyle “temellikapatılan” bir partinin bir başka ad altında kurulmasıhalinde isebozulan Anayasal düzen, ancak o partinin kapatılmasıyla düzeltilebilir

1358

ve bunun içinde doğrudan kapatma davasıaçmak gereklidir.>cümlesi, hukuka uygun düşmemektedir.

Çünkü:

1) Siyasi haklar, insanın temel haklarındandır.

Nitekim, Anayasa’mızın “Temel Haklar ve Ödevler” başlığınıtaşıyan “İkinci Kısmı”nın “Dördüncü Bölüm”ü “Siyasî Haklar veÖdevler”e ayrılmıştır (m. 66-74) Bu (4.) bölümde yer alan 68.maddenin hemen ilk cümlesine göre:

“Vatandaşlar,.... usulüne göre partilere girme .... hakkınasahiptir.”

Anayasa’nın “özel güvencesi” altında olan “bir partiye üye olmahakkı”, ancak ve ancak,

- Ya Anayasa’nın çok daha özel bir hükmü ile,

- Veya Anayasa’nın sözü ve ruhuna uygun olarak kanunla;kısıtlanabilir.

Başka bir deyişle, Anayasa’nın özel güvencesi altında bulunanbir temel hak, “yorum yolu” ile ortadan kaldırılamaz, böyle bir hakkınkullanılmasıyine yorum yoluyla “parti kapatma sebebi” sayılamaz.

2) “Anayasal düzenin bozulduğu” ve bunun için “doğrudankapatma davası açmak gerektiği” iddiası, hukuki dayanaktanyoksundur.

Zira;

Herşeyden önce Fazilet Partisi, hiçbir partinin devamıdeğildir.İkinci olarak, eğer bugün Türkiye’de Anayasal düzen bozulmuşise,bunun sebebi, Fazilet Partisi’nin kurulmuşolmasıdeğil, “susturulmuş”olmasıdır.

Üçüncü olarak, “Esas Hakkında Görüş”ün 7. sayfasında, RefahPartisi’nin kapatılmasıyla bağımsız kalan bir kısım milletvekili vebelediye başkanlarının 1998 yılının Şubat ayında Fazilet Partisi’nekatıldıkları, bu katılmalarla “devam olgusunun sağlandığı” iddiaedilmektedir.

1359

Hiçbir yasağıbulunmayan bu vatandaşların, temel haklar içindeyer alan siyasi haklarınıkullanırken kapısında ve -tabi olduğuAnayasası’nda- hiçbir yasak işareti bulunmayan bir partiye girmeleri,iddia edildiği gibi Anayasal düzeni bozuyorsa, ilgili partiyi uyarmak,örneğin, “şu kişileri üye kaydederek, şu kanunun şu hükümlerineaykırıdavrandın, böylece Anayasal düzeni bozdun. Eğer bu üyeleriihraç etmezsen, hakkında kapatma davasıaçılacaktır” demek“Demokratik Hukuk Devleti” için bir görevdir. Hem hukukun temelprensipleri, hem de Siyasi Partiler Kanunu’nun 104. maddesi, bunuemretmektedir.

Bilindiği üzere ve “Esas Hakkında Görüş”ün 11. sayfasında, IV.Nolu başlığın birinci paragrafının ikinci cümlesinde belirtildiği gibi:

“SPK’nun 104 ncü maddesi “Aykırılıkların giderilmesi” olanağınıve ihtara muhatap partinin yasal konuma gelmesini sağlayan birhukuk yoludur.”

b) Açık olan ikinci husus, hukukun temel prensiplerine göre hermahkemenin, taraflardan biri için “usulî müktesep hak teşkil etmeyenara kararları”nıher zaman kaldırabileceği hususudur.

c) Açık olan üçüncü husus ise, Siyasi Partiler Kanunu’nun 101.ve 104. maddelerinin çok açık olduğu hususudur.

Bilindiği gibi Anayasa’mızın 69. maddesinin son fıkrasısiyasipartilerin,

- Kuruluşlarının ve

- Kapatılmalarının,

kanunla düzenleneceğini belirtmektedir.

Anayasa’nın sözünü ettiği kanun, 2820 sayılıSiyasi PartilerKanunu’dur.

Siyasi Partiler Kanunu, siyasi partilerin hangi sebeplerdendolayınasıl kapatılacağınıayrıntılıolarak düzenlemiştir.

Siyasi Partiler Kanunu’nun, (12.8.1999 tarih ve 4445 sayılıKanun’un 19. maddesiyle değişik) 104. maddesi aynen şöyledir:

1360

“Madde 104- Bir siyasi partinin bu Kanunun 101 inci maddesidışında kalan emredici hükümleriyle diğer kanunların siyasi partilerleilgili emredici hükümlerine aykırılık halinde bulunmasısebebiyle oparti aleyhine Anayasa Mahkemesi’ne, Cumhuriyet Başsavcılığı’ncare’sen yazıile başvurulur.

Anayasa Mahkemesi, söz konusu hükümlere aykırılık görürsebu aykırılığın giderilmesi için ilgili siyasi parti hakkında ihtar kararıverir. Bu karar, o siyasi parti genel başkanlığına yazılıolarak bildirilir.Bu yazının tebliği tarihinden itibaren altı ay içinde aykırılıkgiderilmediği takdirde, Cumhuriyet Başsavcısı AnayasaMahkemesi’ne bu siyasi partinin kapatılmasıiçin re’sen dava açar.”

2820 sayılıSiyasi Partiler Kanunu’nun 104. maddesi,

- “101 inci maddenin dışında kalan” emredici hükümleriyle

- diğer kanunların siyasi partilerle ilgili emredici hükümlerineaykırılık halinde” ifadelerini kullandığına göre, her şeyden öncedevam iddiasının 101. maddenin kapsamına girip girmediğini tespitetmek gerekir.

Eğer “devam” durumu, 101. maddenin kapsamına giriyorsa,ilgili parti hakkında “ihtar mekanizmasınıçalıştırmadan “temellikapatılan bir partinin devamıolduğu iddiasıile” kapatma davasıaçılabilecektir.

Eğer “devam” durumu 101. maddenin kapsamına girmiyorsa ozaman, bu kavramın;

- Siyasi Partiler Kanunu’nun 101. maddesinin dışında kalanemredici hükümlerine veya,

- diğer kanunların siyasi partilerle ilgili emredici hükümlerine.aykırıolup olmadığına bakmak gerekir.

Siyasi Partiler Kanunu’nun, (12.8.1999 tarih ve 4445 sayılıKanun’un 16. maddesiyle değişik) 101. maddesi aynen şöyledir:

“Madde 101- Anayasa Mahkemesi’nce bir siyasi parti hakkındakapatma kararı:

1361

a) Bir siyasi partinin tüzük ve programının Devletinbağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insanhaklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine,demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırıolması, sınıf veyazümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayıveyerleştirmeyi amaçlaması, suç işlenmesini teşvik etmesi,

b) Bir siyasi partinin, Anayasa’nın 68. maddesinin dördüncüfıkrasına aykırıeylemlerin işlendiği odak haline geldiğinin AnayasaMahkemesi’nce tespiti,

c) Bir siyasi partinin, yabancı devletlerden, uluslararasıkuruluşlardan ve Türk uyrukluğunda olmayan gerçek ve tüzelkişilerden maddi yardım alması, hallerinde verilir.

Açıktır ki 101 inci maddede;

- “Devam” diye bir kavram yer almadığıgibi

- “Temelli kapatılan bir parti bir başka ad altında kurulamaz”;diye bir hüküm de yoktur.

Bu durumda, konuya, “temelli kapatılan bir partinin bir başka adaltında kurulduğu” iddiasıaçısından bakılacak olunursa görülür ki:

1) “Temelli kapatılan bir parti bir başka ad altında kurulamaz”diyen “emredici hüküm”, 2820 sayılıSiyasi Partiler Kanunu’nun 101.maddesinde değil, başka maddesinde (m.95’de ve Anayasa’da) yeralmıştır.

2) Şu halde bu hükme aykırılık halinde 2820 sayılıSiyasiPartiler Kanunu’nun 104 üncü maddesindeki ihtar mekanizmasınınişletilmesi gerekir.

3) İhtar mekanizmasının, bir parti hakkında AnayasaMahkemesi’nce temelli kapatılan bir partinin devamıolduğu iddiasıilekapatma davasıaçılmadan önce isletilmişolmasışarttır.

Nitekim:

1) Anadolu Ajansı’nın 13.02.2001 tarihli bir haberine göre,Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Siyasi Partiler Kanunu’nun 96.maddesinin emredici hükümlerine aykırıdavrandığıgayet açık ve

1362

kesin olan Komünist Parti’ye, Siyasi Partiler Kanunu’nun yine 104.maddesine göre ihtar vermesi için Anayasa Mahkemesi’nebaşvurmuştur.

2) Keza, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Siyasi PartilerKanunu’nun 96. maddesine aykırıdavrandığıkesin bulunan SultanPartisi’ne, Siyasi Partiler Kanunu’nun yine 104. maddesine göre ihtarverilmesi için Anayasa Mahkemesi’ne müracaat etmiştir (Ersin BAL,01.03.2001 tarihli Sabah Gazetesi).

3) Yine Sayın Başsavcılık, yazılıikazına rağmen, Sayın HasanCelal GÜZEL’in üyelik kaydınısilmeyen Yeniden DoğuşPartisi’ne,SPK’nun 104. maddesine göre ihtarda bulunmasıiçin AnayasaMahkemesine başvurmuştur.

Aslında hukuken takip edilmesi gereken yol da budur. Çünküihlal edilen hükümler, Siyasi Partiler Kanunu’nun 101. maddesidışında kalan “emredici hükümler”dir.

Özet olarak:

Siyasi Partiler Kanunu’nun 101. maddesi dışında kalan vesiyasi partileri ilgilendiren herhangi bir kanunun emredici hükmüneaykırıdavrandığıiddiasıile bir parti hakkında kapatma veya temellikapatma davasıaçılabilmesi için, dava açılmadan önce Siyasi PartilerKanunu’nun 104. maddesindeki ihtar mekanizmasının çalıştırılmışolmasışarttır.

Aksi halde, yani 104. maddedeki ihtar mekanizmasıişletilmeden, bir parti hakkında Anayasa Mahkemesi tarafındantemelli kapatılan bir partinin devamıolduğu iddiasıile açılan dava,hukuken, mesmu olamaz; böyle bir iddia dinlenemez; “Hukuk Devleti”olmanın asgari şartıböyle bir davanın reddini gerektirir.

II- PARTİ KAPATMA DAVALARI CEZA DAVASINİTELİĞİNDEDİR:

Ek iddianame’nin 2. sayfasında,

“Her ne kadar Siyasi Partiler Kanununun 98 inci maddesi siyasipartilerin kapatılmasıdavalarının Anayasa Mahkemesince CezaMuhakemeleri Usulü Kanunu uygulanmak suretiyle dosya üzerinde

1363

inceleme yapılarak karara bağlanacağıhükmünü içermekte ise de”denildikten sonra, aynen şöyle devam edilmektedir:

“Bu hüküm davaların kendine özgü niteliğini ortadankaldırmamaktadır. Başka bir deyimle bu davalar ceza davasıolarakkabul edilemez.”

Aynıiddia, “Esas Hakkında Görüş”te de ileri sürülmektedir.

Hem “Ek iddianame”den hem de “Esas Hakkında Görüş”tenanlaşılacağı üzere, Anayasa Mahkemesi’nden, kendisini partikapatma davalarında Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile bağlısaymamasıtalep edilmektedir. Çünkü Ceza Muhakemeleri UsulüKanunu’na göre hareket edilirse, hem;

- Ortada hiçbir delil bulunmadığından dolayıve hem de

- Sonraki olaylar önceki iddia bakımından delil sayılamayacağıiçin, Parti’yi kapatmak mümkün olmayacaktır.

Halbuki 10.11.1983 tarih ve 2949 sayılı AnayasaMahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un,(3.7.1997 tarih ve 4280 sayılıKanunla değişik) 33. maddesi gayetaçıktır.

“Siyasi partilerin kapatılmasıdavaları” başlığınıtaşıyan sözkonusu (33.) maddeye göre:

“Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından açılan siyasipartilerin kapatılmasına ilişkin davalar, Ceza Muhakemeleri usulüKanunu hükümleri uygulanmak suretiyle dosya üzerinde incelenir vekarara bağlanır.”

Ayrıca, Anayasa’nın 138/1. maddesine göre;

“Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar, Anayasa’ya, kanuna vehukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.”

Bu durumda şu sorunun açık ve kesin olarak cevaplandırılmasıgerekmektedir:

Hem Anayasa’nın 138/1. maddesi hem de 2949 sayılıKanun’un33/1. maddesi yürürlükte iken parti kapatma davalarında Ceza

1364

Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanmayacak ise hangihükümler uygulanacaktır?

Öte yandan parti kapatma davalarının ceza davasıolarak kabuledilemeyeceğine dair görüşün hiçbir “bilimsel” ve “hukuksal”dayanağıyoktur.

Çünkü hem bilimsel açıdan hem de hukuksal açıdan partikapatma davalarıceza davasıniteliğindedir.

A) PARTİKAPATMA DAVALARININ BİLİMSEL AÇIDANNİTELİĞİ:

Doktrin, parti kapatma davalarının “ceza davasıniteliğinde”olduğu konusunda tam bir ittifak halindedir.

Nitekim:

1) Siyasi partiler hukuku ile yoğun bir biçimde ilgilenen bir bilimadamı, Doç. Dr. Fazıl Sağlam, parti kapatma davalarıkonusundaaynen şöyle demektedir:

“.... bir partinin temelli kapatılmasıolgusunu kişiler için verilenidam cezasına koşut bir biçimde değerlendirme doğru olur.” (Doç.Dr. Fazıl SAĞLAM, “Anayasa Hukukumuz Açısından SiyasalPartilerin Güncel Sorunları”, Anayasa Yargısı, Sayı: 14, s.370,Ankara, 1997).

Sayın SAĞLAM, bu görüşünü 1999 yılında yazdığıkitabında davurgulamıştır:

“Bir benzetme yapmak gerekirse, partinin temelli kapatılmasıişlemini, kişiler için verilen idam cezasına koşut bir biçimdedeğerlendirmek gerekir. Nasıl ki idam cezası, aslında yaşam hakkınınözüne dokunan bir yaptırımsa ve ancak Anayasa’da yaşam hakkınınbir istisnasıolarak öngörüldüğü oranda geçerli olabiliyorsa, siyasalpartilerin temelli kapatılmasıda aynıözelliği göstermektedir.” (Doç.Dr. Fazıl SAĞLAM, Siyasal Partiler Hukukunun Güncel Sorunları,Beta Yayınları, Hukuk Dizisi : 362,1999, İstanbul, s. 104)

2) Sayın Sağlam, bu benzetmeyi (parti kapatma-idambenzetmesini) ilk defa Cem EROĞUL’dan duyduğunu belirterek

1365

Sayın EROĞUL’un da aynışekilde düşündüğünü vurgulamışoluyor.(Sağlam, ibit, 239 no.lu dipnot).

3) Beşkişilik bilim jürisinin oybirliği ile kabul ettiği “mastır”tezinde Arzu DURMUŞ, aynen şöyle demektedir:

“Bir yanda iddia, öte yanda yargının olduğu yerde savunmanınolmasıkaçınılmaz olduğuna göre, bu davalar birer “ceza davası”dır.”Arzu DURMUŞ, Siyasi Partilerin Kapatılması ve Yüce DîvanKararlarınıYeniden Tartışmak (Anayasa Mahkemesi KararlarınaKarşıOlağanüstü Kanun Yolları), Beta Yayınları, Hukuk Dizisi: 429,2001, İstanbul, s.53

Sayın DURMUŞaynen şöyle devam etmektedir:

“... Anayasa Mahkemesi; ceza yargıcısıfatıyla hareket ettiği(Yüce Divan ve) siyasi partilerin kapatılmasıdavalarında, 2949 sayılıkanun yetersiz kalacağından, bütün ceza davalarında uygulanmasızorunlu olan Ceza YargılamasıUsulü Hakkında Kanunu uygulamakdurumundadır.

Sonuç olarak, siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin AnayasaMahkemesi’nde görülen siyasi partilerin kapatılmasıdavalarındayargılama sonucunda verilen karar da tüm hüküm ve sonuçlarıyla“ceza karar(lar)ı”dır. Örgütlenme ve ifade özgürlüğünün siyasi partilereliyle kullanılmasına doğrudan müdahale sebebiyle “cezai/siyasi”;kapatılma, siyasetten yasaklılık gibi “cezai” ve kapatılan siyasipartinin mallarına hazinece el konulması, hazine yardımının kesilmesigibi “cezai/mali” sonuçlarıaçısından cezai niteliği tartışmaya yervermeyecek ölçüde açıktır.” (Durmuş, ibit, s.54).

4) Şu ifadeler de Anayasa Mahkemesi (emekli) üyelerindenDoç. Dr. Yılmaz ALİEFENDİOĞLU’na aittir:

“Anayasa Mahkemesi’nin siyasi partilerin kapatılmasına vemilletvekillerinin üyeliklerinin düşmesine ilişkin kararları“ceza kararı”niteliğindedir. Çünkü, bu davalarda duruşma yapılmasıdışında,CMUK uygulanmaktadır ve karar sonucu itibariyle, cezai bir yaptırımöngörmektedir.

Anayasa Mahkemesi’nin 29.03.1983 günlü, Esas 1982/2, Karar1983/3 sayılımüteferrik kararında da belirtildiği gibi, bir yaptırımınTCK’nun 11. maddesinde sayılmamış, bu yasada tanımıyapılmamış,

1366

sair nitelik ve nicelikleriyle belirlenmemiş olması, onun cezaolmadığının kanıtısayılamaz. Nitekim, 11. maddede sayılmamışolmasına karşın, TCK’nun 36. maddesinin ilk fıkrasındaki müsadere,43. maddesindeki hüküm ilamının ilanı... emniyet-i umumiye nezaretialtında bulundurma, hep cezai nitelikte görülmüştür.

Ayrıca vergi ve disiplin cezalarıTCK’da yer almamışolmasınarağmen cezai yaptırım öngörürler ve bu tür kararlar cezai niteliktedir.(Doç. Dr. Yılmaz ALİEFENDİOĞLU, Anayasa Yargısıve TürkAnayasa Mahkemesi, Yetkin Yayınları, 1996, Ankara, s.232).

B) PARTİ KAPATMA DAVALARININ HUKUKÎ AÇIDANNİTELİĞİ

Parti kapatma davalarının hukuki açıdan niteliğini, biri;

- Kanunlara göre, diğeri de,

- Anayasa Mahkemesi kararlarına göre, olmak üzere ikibakımdan incelemek uygun olacaktır.

a) Kanunlara Göre Parti Kapatma Davalarının Niteliği:

aa) Anayasa’ya Göre Parti Kapatma Davalarının Niteliği:

1) Anayasa’mızın 69/6. maddesine göre:

“Bir siyasi partinin 68 inci maddenin dördüncü fıkrasıhükümlerine aykırıeylemlerinden ötürü temelli kapatılması, ancak,onun bu nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline geldiğinin AnayasaMahkemesince tespit edilmesi halinde karar verilir.”

2) Anayasa’nın 69. maddesinin gönderme yaptığı68. maddenin4. fıkrasıhükümleri ise aynen şöyledir:

“Siyasi partilerin tüzük ve programlarıile eylemleri Devletinbağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne insanhaklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine,demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırıolamaz; sınıf veyazümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayıveyerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez.”

1367

Görüldüğü gibi Anayasa’mızın 68. maddesinin 4. fıkrası,kanunlarımıza göre en ağır suç konularınıkapsamaktadır.

Nitekim 2820 sayılıSiyasi Partiler Kanunu’nun (12.8.1999 tarihve 4445 sayılıKanun’un 17. maddesiyle değişik) 102. maddesininikinci fıkrasının ikinci cümlesi de, Anayasa’nın 68/4. maddesindekiyasakları ihlalin suç teşkil ettiğini hiçbir duraksamaya meydanvermeyecek şekilde ortaya koymaktadır:

“Parti üyeleri 68’inci maddenin dördüncü fıkra hükümlerineaykırıfiil ve konuşmalarından dolayıhüküm giyerler ise CumhuriyetBaşsavcılığıbu üyelerin partiden kesin olarak çıkarılmasınıo partidenister” (SPK. M. 102/11)

Daha açık bir ifade ile Anayasa’nın 68. maddesinin 4.fıkrasındaki yasaklarıihlal eden bir gerçek kişinin cezasıTürk CezaKanunu’na göre -kural olarak- “idam”dır.

Nitekim Adli Yargının başı, Yargıtay BaşkanıSayın Doç. Dr.Sami Selçuk’a göre de “bir partiyi kapatmak, onu idama mahkumetmektir.” (“FP İdam Mahkumu”, 20.02.2001 tarihli Star Gazetesi,Yargıtay BaşkanıDoç. Dr. Sami Selçuk’un Yasemin Güneri ileröportajı).

Gerçek kişiler bakımından “idam” ne ise siyasi partilerbakımından da “temelli kapatma” odur. Çünkü her iki halde de “kişilik”sona ermektedir.

3) Anayasa’nın 149. maddesinin 4. fıkrasına 1995 yılında özelolarak eklenen hükme göre;

Anayasa Mahkemesi “siyasi partilerin temelli kapatılmasıveyakapatılmasına ilişkin davalarda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısındansonra kapatılmasıistenen siyasi partinin genel başkanlığının veyatayin edeceği bir vekilin savunmasınıdinler.”

Yani Anayasa’mıza göre siyasi partilerin temelli kapatılmasıveya kapatılmasına ilişkin davalarda “son söz” -aynen cezahukukunda olduğu gibi- “savunmanın”dır.

Kısaca;

1368

Bir gerçek kişinin “kişiliğini” sona erdiren davanın niteliği ne isebir siyasi partinin “kişiliğini” sona erdiren kapatma davasının daniteliği odur.

bb) Siyasi Partiler Kanunu’na Göre Parti Kapatma DavalarınınNiteliği:

2820 sayılı Siyasi Partiler Kanununun siyasi partilerinkapatılmaları için öngördüğü sebepleri üç grupta toplamakmümkündür. Bunlar;

- Anayasadaki yasaklara aykırılık halinde partilerin kapatılması,

- Cumhuriyet Başsavcılığının isteklerine uyulmamasıhalindesiyasi partilerin kapatılması,

- Diğer sebeplerle siyasi partilerin kapatılması.

1) Anayasa’daki Yasaklara Aykırılık Halinde PartilerinKapatılması:

Anayasa’ya aykırılık sebebiyle siyasi partilerin kapatılması,Siyasi Partiler Kanunu’nun 101. maddesinde üç bent halindedüzenlenmiştir.

Anılan (101.) maddedeki yasaklar, Anayasa’nın 69.maddesinde yer alan yasaklardır ki bu yasakların ihlali, bilhassaeylemler bakımından, gerçek kişiler için en ağır suç teşkil etmekte,siyasi partiler için ise temelli kapatmayıgerektirmektedir.

Siyasi Partiler Kanunu’nun 101. maddesi uyarınca açılacakolan parti kapatma davalarının niteliği ile Anayasa’nın 69. maddesinegöre açılacak olan parti kapatma davalarının niteliği aynıdır. Çünküher iki maddedeki sebepler aynıdır. Dolayısıyla davaların niteliği deaynıdır.

2) Cumhuriyet Başsavcılığı’nın İsteklerine Uyulmama SebebiyleAçılan Parti Kapatma Davalarının Niteliği:

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın isteklerine uymayan siyasipartiler hakkında kapatma davasının açılması bazı şartlarabağlanmıştır.

1369

Bu şartlar 2820 sayılıSiyasi Partiler Kanunu’nun (12.8.1999tarih ve 4445 sayılıKanun’un 17. maddesiyle değişik) 102.maddesinde ayrıntılıolarak belirtilmiştir.

Söz konusu (102.) madde aynen şöyledir:

“Siyasi partilerin denetimi ve faaliyetlerinin takibi hususlarındaCumhuriyet Başsavcılığı’nın istediği bileti ve belgeleri, belli edilensüre veya belli edilmemesi halinde makul süre içinde vermeyen siyasîpartiye Cumhuriyet Başsavcılığıtarafından ikinci bir yazıtebliğolunur.Bu yazıda, belirtilen süre içinde cevap verilmediği ve istek yerinegetirilmediği takdirde o siyasi partinin kapatılması için davaaçılabileceği de belirtilir. Bu tebliği de bildirilecek süre içinde yine istekyerine getirilmez veya cevap verilmezse Cumhuriyet Başsavcılığıosiyasi partinin kapatılmasıiçin Anayasa Mahkemesi’nde resen davaaçabilir.

Parti büyük kongresi, merkez karar ve yönetim kurulu veya bukurulun iki ayrıkurul olarak kurulduğu haller, Türkiye Büyük MilletMeclisi grup yönetim kurulu, Türkiye Büyük Millet Meclisi grup genelkurulu, parti genel başkanıdışında kalan parti organı, mercii veyakurulu tarafından Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrasındayer alan hükümlere aykırıfiilin işlenmesi halinde, fiilin işlendiğitarihten başlayarak iki yıl geçmemişise Cumhuriyet Başsavcılığısözkonusu organ, mercii veya kurulun işten el çektirilmesini yazıile opartiden ister. Parti üyeleri 68 inci maddenin dördüncü fıkrahükümlerine aykırıfiil ve konuşmalarından dolayıhüküm giyerler iseCumhuriyet Başsavcılığı bu üyelerin partiden kesin olarakçıkarılmasınıo partiden ister.

Siyasî parti, tebliğ tarihînden itibaren otuz gün içinde istemyazısında belirtilen hususu yerine getirmediği takdirde, CumhuriyetBaşsavcılığıAnayasa Mahkemesinde o siyasi partinin kapatılmasıhakkında dava açar. Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenmişiddianamenin tebliğinden itibaren otuz gün içinde ilgili siyasi partitarafından söz konusu parti organı, mercii veya kurulun isten elçektirilmesi ve parti üyesi veya üyelerin partiden kesin olarakçıkarılmalarıhalinde o partinin kapatılmasıhakkındaki dava düşer.Aksi takdirde Anayasa Mahkemesi, dosya üzerinde incelemeyaparak, Cumhuriyet Başsavcısının ve siyasi parti temsilcilerininsözlü açıklamalarınıgerekli gördüğü hallerde diğer ilgilileri ve konuüzerinde bilgisi olanlarıda dinlemek suretiyle açılmışbulunan davayıkarara bağlar.” (SPK. m. 102)

1370

Görüldüğü gibi Siyasi Partiler Kanunu’nun 102. maddesi esasitibariyle Anayasa’nın 68. maddesinin 4. fıkrasındaki hükümlerüzerinde yoğunlaşmıştır.

Anılan (102.) maddeye göre bir partinin bazıorgan veya üyeleri,Anayasa’nın 68. maddesinin 4. fıkrasıhükümlerine aykırıdavranırsao parti hakkında kapatma davasıaçılır. Ancak dava açmanın birtakımönşartlarıvardır.

Biz bu şartlardan sadece bir tanesini, konumuza ışık tutacakolan bir şartıbelirtmekle yetineceğiz. O da “hüküm giyme şartı’dır.

Siyasi Partiler Kanunu’nun 102. maddesinin 2. fıkrasının soncümlesine göre:

“Parti üyeleri 68 inci maddenin dördüncü fıkra hükümlerineaykırıfiil ve konuşmalarından dolayıhüküm giyerler ise CumhuriyetBaşsavcılığıbu üyelerin partiden kesin olarak çıkarılmasınıo partidenister.” Siyasi Partiler Kanunu’nun bu hükmü, şu beşgerçeği açık vekesin olarak ortaya koymaktadır:

ı) Anayasa’nın 68. maddesinin 4. fıkrasına aykırıdavranışlar“suç”tur.

ıı) Bazıüyelerinin Anayasa’nın 68. maddesinin 4. fıkrasınaaykırıdavrandıklarıiddiasıile bir parti hakkında kapatma davasıaçılabilmesi için ilgili üyelerin bir ceza mahkemesinde yargılanıphüküm giymeleri gerekir.

ııı) Hüküm giyen bu üyelerin Yargıtay CumhuriyetBaşsavcılığınca partiden kesin olarak çıkarılmasının o partiden yazılıolarak istenmesi şarttır.

ıv) İlgili parti, hüküm giymişüyelerini, Yargıtay CumhuriyetBaşsavcılığı’nın yazılıtalebinden itibaren otuz gün içinde kesin olarakihraç ederse o parti hakkında kapatma davasıaçılamıyacaktır.

v) Kesin hüküm giymiş üyelerini, Yargıtay CumhuriyetBaşsavcılığı’nın yazılıistemine rağmen ihraç etmediği için hakkındakapatma davasıaçılan parti, iddianamenin tebliğtarihinden itibarenotuz gün içinde söz konusu üyelerini kesin olarak ihraç edersekapatma davasıdüşer.

1371

Görüldüğü gibi Siyasi Partiler Kanunu’na göre, bîr partihakkında, üyelerinin Anayasa’nın 68. maddesinin 4. fıkrasına aykırıeylemlerinden dolayıkapatma davasıaçılabilmesi için her şeydenönce o üyelerin “hüküm giymeleri” şarttır.

3) Diğer Sebeplerle Siyasi Partilerin Kapatılması:

Bunların bir kısmı, “12 Eylül Dönemi”nden kalma, Anayasaldayanağıbulunmayan “parti kapatma sebepleri”dir. Bu sebepleredayanılarak kapatma davasıaçılabilmesi için ilgili partiye YargıtayCumhuriyet Başsavcılığınca yazılı olarak uyarı veya tebligatyapılmasıgerekmektedir. (Aralıksız iki dönem Türkiye Büyük MilletMeclisi genel seçimlerine girmeme sebebiyle siyasi partilerinkapatılmasıgibi, SPK m. 105)

İkinci bir grup yasağıise, Siyasi Partiler Kanunu’nun 104.maddesinde belirtilen haller oluşturmaktadır.

Özetle:

Siyasi Partiler Kanunu’nun açık hükümleri karşısında kesinolarak diyebiliriz ki;

- Ceza mahkemelerince verilmişhükümlere dayanılarak açılanve

- Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’na göre yargılanıpsonuçlandırılmasıgereken,

Parti kapatma davalarıceza davasıniteliğindedir.

Siyasi Partiler Kanunu’nun 99. maddesine göre “SiyasiPartilerle İlgili Yasaklarıİnceleme Kurulu”nun Yargıtay Ceza DaireleriBaşkanlarından oluşmasıdahi,

- Siyasi parti yasaklarının suç,

- Siyasi parti kapatma davalarının ise ceza davasıniteliğindeolduğunu göstermek için yeterlidir.

cc) Dernekler Kanunu’na Göre Parti Kapatma DavalarınınNiteliği:

1372

Bilindiği gibi örgütlenmede temel birim “dernek”, temel Kanunda “Dernekler Kanunu”dur.

Nitekim:

1) Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi (m.11) “dernek kurmahakkını” güvence altına almış, “siyasi partiler” kavramınıda “dernek”kavramının kapsamına dahil etmiştir.

2) Türkiye’de siyasi partiler, 1965 tarihine (648 sayılıSiyasiPartiler Kanunu çıkarılıncaya) kadar Dernekler Kanunu çerçevesindekurulup çalışmışlardır.

3) Bugün de 2820 sayılıSiyasi Partiler Kanunu ile 2908 sayılıDernekler Kanunu arasında sıkıbir ilişki vardır.

Nitekim Siyasi Partiler Kanunu’nun;

-29/1. maddesine göre:

“...Dernekler Kanununun bu Kanuna aykırıolmayan hükümleri,siyasi partilerin her kademedeki kongreleri için de uygulanır.”

-121/1. maddesine göre:

“Türk Kanunu Medenisi ile Demekler Kanununun ve derneklerhakkında uygulanan diğer kanunların bu Kanuna aykırıolmayanhükümleri, siyasi partiler hakkında da uygulanır.”

4) Tıpkısiyasi partiler gibi dernekler de ülke genelindeörgütlenebilir.

5) Tabi olduklarıyargıkollarıfarklıolsa da, tıpkısiyasi partilergibi dernekler de ancak mahkeme kararıyla temelli kapatılabilir.

Dernekler Kanunu’nun 52/1. maddesi aynen şöyledir:

“Bu Kanunda ve diğer kanunlarda öngörülen hallerdedernekler, ancak mahkeme kararıyla temelli olarak kapatılabilirler.”

6) Yine tıpkısiyasi partiler gibi dernekler de “suç odağı-suçkaynağı” haline gelebilir. Ve ancak “suç kaynağı” haline gelirse“temelli olarak kapatılabilirler”.

1373

Nitekim 06.10.1983 tarih ve 2908 sayılıDernekler Kanunu’nun,“Suç kaynağıhaline gelen derneklerin kapatılması” başlığınıtaşıyan53. maddesi aynen şöyledir:

“Suç kaynağıhaline gelen derneklerin kapatılması

Madde 53- Dernekler:

1. Ülkenin başka başka yerlerinde olsa bile,

a) Dernek yöneticileri tarafından veya dernek yöneticileri iledernek üyelerinin iştiraki ile, siyasi veya ideolojik amaçla suç işlenmişolduğunun,

b) Dernek üyesi tarafından işlenen siyasi veya ideolojik amaçlısuçların dernek yöneticilerinin azmettirmesi, teşviki, zorlaması,yardımıveya kolaylık sağlamasısuretiyle işlendiğinin,

2. Derneğin suç sayılan eylemlerin kaynağıhaline geldiğininkesinleşen mahkeme kararıile belirlenmesi halinde dernek bir ildefaaliyet gösteren derneklerden ise ilgili valiliğin veya Cumhuriyetsavcılığının, birden çok ilde faaliyet gösteren derneklerden ise İçişleriBakanlığının veya dernek merkezinin bulunduğu il valiliğinin veyaCumhuriyet Savcılığının istemi üzerine mahkemece temelli olarakkapatılır.”

Görüldüğü gibi Siyasi Partiler Kanunu’nun da temelini teşkileden Dernekler Kanunu’nun 53. maddesi;

- “suç kaynağı”ndan,

- “suç”tan,

- “suçlar”dan,

- “kesinleşen mahkeme kararı”ndan,

- “Cumhuriyet Savcılığından,

- “temelli” kapatmadan, bahsetmektedir.

Hiç şüphe yoktur ki Dernekler Kanunu’nun 53. maddesindegeçen,

1374

- “Kesinleşen mahkeme kararı”,

- “Suç” ve “suçlu”nun.

- Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’na göre yargılandığı,

- Bir ceza davasısonunda,

- Bir ceza mahkemesinden verilen bir karardır.

Kısaca, Dernekler Kanunu’nun 53. maddesinden açıkçaanlaşılacağıgibi; dernek kapatma davalarıceza davasıniteliğindedir.Anayasa’mızın 33. maddesinin 4. fıkrasıda derneklerin ancak suçişlemeleri halinde mahkeme kararıyla kapatılabileceğini açıkça hükümaltına alınmışbulunmaktadır.

Dernek kapatma davalarıceza davasıniteliğinde olduğuna göreparti kapatma davalarının evleviyetle ceza davasıniteliğinde olmasıgerekir.

Zira kanaatimizce -hiç kimse, “demokratik siyasi hayatınvazgeçilmez unsurları” olan siyasi partilerin, “demokratik bir ülkede”,sıradan bir dernek kadar dahi hukuki güvenceye sahip olmadığınısöyleyemez.

Başka bir deyişle basit bir derneğin bile, “suç kaynağıhalinegeldiği” iddiası ile temelli kapatılabilmesi için üyelerinin cezamahkemelerinde yargılanıp “hüküm giyme şartı” aranırken “siyasiparti temelli kapatma davalarında” böyle bir şartın aranmayacağınıiddia etmek, akılla, mantıkla ve hukuki gerçeklerle bağdaşamaz.

Çünkü:

Bir şeyin önemi arttıkça, onun için öngörülen güvenlikönlemlerinin artırılmasıda hem hukukun hem de en basit aklıngereğidir.

Bu bağlamda, demokratik bir toplum için, siyasi partilerinderneklere nispetle çok daha önemli olduğu hiçbir duraksamayameydan vermeyecek kadar açıktır.

Nitekim:

1375

Anayasa Mahkemesi bir kararında aynen şöyle demiştir:

“.....Anayasakoyucunun “Demokratik siyasi hayatın vazgeçilmezunsurları” olarak nitelediği siyasi partileri bir dernek ya da benzerikuruluşsaymayıp onların çok ilerisinde ve üstünde değerlendirdiğianlaşılmaktadır. “(T:6.7.1989. E.1988/39, K.1989/29, AMKD, S.26,s.23)

dd) 2949 sayılıKanuna göre Parti Kapatma Davalarının Niteliği:

2949 sayılıAnayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve YargılamaUsulleri Hakkında Kanun’un 33. maddesi -gayet iyi bilindiği veyukarıda da temas edildiği üzere- parti kapatma davalarının CezaMuhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre sonuçlandırılacağınıaçıkça hükme bağlamıştır.

Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre kararabağlanan bir davanın en azından “ceza davasıniteliğinde” olduğunukabul etmek aklın ve hukukun bir gereğidir.

ee) Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’na Göre Parti KapatmaDavalarının Niteliği:

Malumlarıolduğu üzere;

1) Parti kapatma davalarıkamu adına Yargıtay CumhuriyetBaşsavcısıtarafından Anayasa Mahkemesi’nde açılır.

2) Parti kapatma davalarıbir “iddianame” ile açılır.

3) Parti kapatma davalarıCeza Muhakemeleri Usulü KanunuHükümlerine göre açılır ve sonuçlandırılır.

Buna göre;

“Parti kapatma davalarıceza davasıniteliğinde değildir” diyeniddia sahibinin şu sorularıcevaplandırmasıgerekmektedir:

1) En ilkel kabileler de dahil olmak üzere yer yüzünde “suçteşkil etmeyen bir fiil için”, Cumhuriyet Başsavcısıtarafından kamudavasıaçılan bir ülke var mıdır?

Fazilet Partisi olarak biz tespit edemedik.

1376

2) Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’muza göre “suç teşkiletmeyen fiiller için” iddianame düzenlemek; kamu davasıaçmak -hukuken- mümkün müdür?

Fazilet Partisi olarak bize göre, suç teşkil etmeyen hiçbir fiil için,“Ceza” muhakemeleri Usulü Kanunu’na dayanarak herhangi birCumhuriyet Savcısı’nın iddianame düzenleyerek kamu davasıaçması-hukuken- mümkün değildir.

Çünkü:

1) Kanun’umuzun adı, hatta adının ilk kelimesi bile bu hukukigerçeği ortaya koymak için yeterlidir: “Ceza Muhakemeleri UsulüKanunu”.

Ceza Muhakemesinden bahsedebilmek için, ortada “suç”olduğu “iddia edilen” bir “fiil”in bulunmasıgerekir. Zira CezaMuhakemeleri Usulü Kanunu’nun 148/11. maddesine göreCumhuriyet Savcısıancak “ceza takibini gerektirecek hususlarda” -oda yeterli delil varsa- kamu davasıaçabilir. Aksi halde abesle iştigaletmişolur. Çünkü:

“Tahkikat ve hüküm, yalnız iddianamede beyan olunan suça ...hasredilir.”

2) “Hükmün mevzuu ve suçu takdirde mahkemenin yetkisi”başlığınıtaşıyan 257. maddenin 1. fıkrasına göre;

“Hükmün mevzuu ... iddianamede gösterilen fiilden ibarettir.”

3) Ceza Muhakemesi hukukundaki “fiil” kavramı, failin hayatolaylarının bütünü içinden, “cezalandırılabilir olan kısmını” ayıran ...olaylar bütünüdür. (Vural SAVAŞ ve Sadık MOLLAMAHMUTOĞLU,Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun Yorumu, C.1, s.1307-1308,Seçkin Yayınevi, Ankara, 1995).

b) Anayasa Mahkemesi Kararlarına Göre Parti KapatmaDavalarının Niteliği:

Anayasa Mahkemesi, kurulduğu tarihten bu yana, Refah Partisidavasıdışındaki bütün kararlarında istikrarlıbir şekilde parti kapatmadavalarını“ceza davasıniteliğinde” görmüştür.

1377

Nitekim:

1) Yüksek Mahkeme Doğru Yol Partisi hakkında “devam”iddiasıile açılan kapatma davasında aynen şöyle demiştir:

“... bu haliyle uygulanmasıistenilen maddeler birer ceza kuralıniteliğindedir. 101. maddede öngörülen siyasi partinin kapatılmasınailişkin yaptırım Türk Ceza Kanunu’nun 11. maddesiyle belirlenenklasik cezalar arasında yer almaması, failin tüzel kişi olmasındankaynaklanmaktadır. Öte yandan 2820 sayılı Yasanın 117.maddesinde .... dördüncü kısımda yazılıyasak eylemleri işleyenlerinaltıaydan az olmamak üzere hapis cezasıile cezalandırılacaklarıdabelirtilmiştir. Siyasi partilerin kapatılmalarısonucunu doğuran bu türyasakların birer ceza kuralıniteliğinde oldukları, 1961 Anayasası’nınyapılmasında açıkça belirtilmiştir.”

“Kaldıki, hem 2820 sayılıYasa’nın 98. ve hem de 10/11/1983günlü 2949 sayılı Yasanın 33. maddeleri, siyasi partilerinkapatılmasına ilişkin davaların, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunuhükümleri uygulanmak suretiyle .... karara bağlanacağını,belirtmektedir.

Uygulanmasıistenen maddelerin ceza kuralıniteliğinde oluşlarıve davanın Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’na göre yürütülmesi,davalıparti için güvence teşkil eden birtakım sonuçlar doğurur....bunlar arasında, üçüncü kişilerin eylemlerinden sorumlu olmamak,kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi ve bunun sonucu olarak cezadagenişletici yorum ve kıyasa yer verilmemesi kuralı, eldeki davanedeniyle pratik sonuçlar doğuracak niteliktedir. Aynıbiçimde cezausulünün, gerçeği araması..... şüphe halinde sanık lehine hareketetmek gereği gibi ilkeler, görülmekte olan bu davada da gözönündebulundurulacak ilkelerdendir.”(Any. Mah. Kararı, T.28.9.1984, E.1984/1 (SPK), K. 1984/1, AMKD, S.20, ss. 504-507)

2) Yüksek Mahkeme, Muhafazakâr Parti hakkında açılankapatma davasında da aynen şöyle demiştir:

“Kanun’un 8., 14., geçici 4. ve geçici 5. maddelerinedayanılarak, kıyas yoluyla bir ceza niteliğinde olan kapatmamüeyyidesinin uygulanmasına olanak dagörülmemiştir.”(Any.Mah.Kararı, T.03.11.1983, E.1983/4 (SPK), K.1984/4, AMKD, S.20, s.417)

1378

3) Anayasa Mahkemesi, 1964 yılında tüzelkişilerincezalandırabileceği konusunda “parti kapatma cezasını” örnek olarakzikretmiştir:

“... tüzel kişilerin de yapılarına uygun bir ceza sorumluluğualtında bulundurulmalarında zorunluk olduğunu kabul etmek gerekir.Nitekim Anayasa’nın 57. maddesi ... siyasi partilerin AnayasaMahkemesi kararıile temelli kapatılacağınıkabul etmiştir. Buradaki(kapatma) hükmü ile dava konusu 1567 sayılıkanunun değişik 3.maddesindeki (Ticaret ve mesleki faaliyetten men cezası) arasındahukuki nitelik bakımından bir ayrılık bulunmamaktadır.(Any. Mah.Kararı, T.16.6.1964, E. 1963/101, K.1964/49; AMKD, S.2, ss. 190-191)

Burada şu hususu da önemle belirtelim ki parti kapatmadavalarınıceza davasıniteliğinde gören tek mahkeme, AnayasaMahkemesi değildir.

Nitekim “normal dönemde” “Adli Yargı” tarafından kapatılan tekparti olan Millet Partisi 27.01.1954 tarihinde Ankara 4. Asliye CezaMahkemesi’nce kapatılmışve aynıdavada Parti üst düzey yöneticisidokuz kişiye de birer gün hapis cezasıverilmiş, ancak hapis cezalarıertelenmiştir (Ercan HAYTOĞLU, “Geçmişte Kapatılan Bir Parti veDüşündürdükleri”, Yeni Türkiye, C. 23-24, Cumhuriyet Özel Sayısı-2,ss.1010-1011, Ankara, 1998).

Kısaca;

Günümüzden 57 yıl önce, sıradan bir dernek gibi DerneklerKanunu’na tabi iken ceza hukukunun savunma ilke ve araçlarındanistifade eden siyasi partilerin,

- Demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıolarak kabuledildikten;

- Anayasal güvenceye kavuştuktan;

- Önemlerinden dolayıDernekler Kanunu’ndan ayrıözel birkanunla düzenlendikten,

- Yine önemlerinden dolayıhaklarında kapatılma davasıaçmayetkisi diğer bütün kişi ve kurumlardan alınarak sadece ve bizzatYargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’na verildikten,

1379

- Tam bir güvenceye kavuşmalarıiçin kapatılma yetki ve göreviile mali denetimleri münhasıran Anayasa Mahkemesi’ne verildikten,sonra,

“parti kapatma davalarıceza davasıniteliğinde değil” diyerek,“savunma araçları bakımından” 1950’lerin de gerisine itilmesianlamına gelir ki böyle bir durum

- hem siyasi partilere verilen önemle bağdaşmaz

- hem de (mevcut) hukuki duruma uygun düşmez.

Sonuç olarak;

Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göredüzenlenmişbir iddianame ile bizzat Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısıtarafından açılıp Anayasa Mahkemesi tarafından yine CezaMuhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre sonuçlandırılan partikapatma davaları, hiç kuşkusuz, “ceza davasıniteliğinde”dir.

2949 sayılıAnayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve YargılamaUsulleri Hakkında Kanun’un 33. maddesinin,

“Siyasi partilerin kapatılmalarına ilişkin davalar CezaMuhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle ...karara bağlanır.”

demesinin sebebi;

- Parti kapatma davalarınıceza davasıniteliğinde görmediği içindeğil, tam aksine “öyle” gördüğü için,

- Herhangi bir duraksamaya meydan vermemek için,

- Parti kapatma davalarında kesinlikle Ceza MuhakemeleriUsulü Kanunu’nun uygulanmasıgerektiğini vurgulamak için,

- Ceza ve yargılama yönünden de siyasi partileri güvenceyekavuşturmak içindir.

III- “TEMELLİKAPATMA” VE “KAPATMA” KAVRAMLARIEŞANLAMLI KAVRAMLAR DEĞİLDİR.

1380

Ek iddianame’nin 2. sayfasında, aynen şu ifadeler yer almıştı:

“2820 sayılı Siyasi Partiler Kanununun değişik 103’ncümaddesinde ise ‘Bir siyasi partinin, bu Kanunun 78 ilâ 88 ve 97 ncimaddeleri hükümlerine aykırı fiillerin işlendiği bir mihrak halinegeldiğinin sübuta ermesi halinde o siyasi parti AnayasaMahkemesince kapatılır’ hükmü yer almaktadır.”

Ek iddianamenin yine aynı(2.) sayfasında, aynen şu ifadeler deyer almıştı:

“Siyasi Partiler Kanununun 103 ncü maddesinde yer alan“kapatma” tabiri bu nedenle Anayasanın 69/6 ncımaddesinde yeralan “temelli kapatma “ ile eşanlamdadır.”

12.3.2001 tarihli Ön Savunma’mızda biz, bu ifadelerin Ekiddianame’de zühûlen yer almışolabileceğini belirtmiştik.

Sayın Başsavcılık ise, Esas Hakkında Görüşü’nde (s.3), buifadelerin Ek İddianame’de “zühûlen değil, bilerek” kullanıldığınıvurgulamıştır.

Eğer Ek İddianame ile Esas Hakkında Görüş’teki bu iddianındoğruluğu,

- yani “temelli kapatma” kavramıile “kapatma” kavramının aynıanlama geldiği,

- Refah Partisi hakkında verilen “kapatma” kararının aslında“temelli kapatma” olduğu, kabul edilecek olursa, o zaman ortayabirbirinden vahim iki ihtimal çıkmaktadır.

- Bunlardan biri, Anayasa’nın “... siyasi partilerin temellikapatılmasına veya kapatılmasına...” diyerek abesle iştigal etmişolma ihtimali,

- diğeri ise Anayasa Mahkemesi’nin Refah Partisi hakkında“temelli kapatma” kararıvereceği yerde “zühûlen” kapatma kararıvermişolma ihtimalidir.

Ön savunma’mızda da belirttiğimiz gibi bu iki ihtimaldenherhangi birini “doğru” kabul etmek mümkün değildir. Çünkü hem

1381

Anayasa hem de Anayasa Mahkemesi’nin söz konusu (T.16.1.1998,E. 1997/1 (SPK), K. 1998/1) kararıçok açıktır.

A) Anayasa Çok Açıktır:

Anayasa’mız, 1995 değişikliği ile siyasi partiler için, hiçbirihtilafa meydan vermeyecek şekilde, açık ve kesin olarak “iki türkapatma” öngörmüştür (Any. m. 149/4).

Bunlardan biri,

- “Temelli kapatma” diğeri ise

- “Kapatma”dır.

“Temelli kapatma” ile “kapatma” arasındaki fark da;

1) Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Komisyonu AltKomisyonu’nun 25 Nisan 1995 tarihli raporunun 10 ve 11.sayfalarında;

2) Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Komisyonu’nun05.6.1995 tarih ve 17 sayılıRaporunun 33. sayfasında,

3) Anayasa’nın 69/7. maddesinde,

4) 2820 sayılıSiyasi Partiler Kanunu’nun 96/1. maddesinde;belirtilmiştir:

“Temelli kapatılan bir parti bir başka ad altında kurulamaz.”

Buna karşılık;

- Komisyonların raporlarına,

- TBMM Genel Kurulu tutanaklarına,

- Anayasa’nın 69/7. maddesinin mefhumu muhalifine,

- Siyasi Partiler Kanunu’nun 96/1. maddesinin mefhumumuhalifine, göre “kapatılan partiler” için böyle bir engel yoktur:

Kısaca:

1382

“Temelli kapatma” ve “kapatma” kavramlarıAnayasamıza göre,“eşanlamlı” değil, farklıkavramlardır. Farklıkavramlar olduklarıiçindirki Anayasakoyucu, 1995 yılında bu kavramlarıAnayasa’nın 149.maddesinin dördüncü fıkrasına gayet bilinçli olarak eklemiştir:

Anayasa Mahkemesi “... siyasi partilerin temelli kapatılmasıveya kapatılmasına ilişkin davalarda Yargıtay CumhuriyetBaşsavcısından sonra kapatılması istenen siyasi partinin genelbaşkanlığının veya tayin edeceği bir vekilin savunmasınıdinler.”

B) Anayasa Mahkemesi’nin Kararıda Çok Açıktır:

Anayasa Mahkemesi’nin, Refah Partisi hakkındaki (T.16.01.1998, E. 1997/1 (SPK), K. 1998/1) kararıgayet açıktır:

“Refah Partisi’nin kapatılmasına karar verilmiştir.”

IV- TEMELLİKAPATILAN BİR PARTİNİN “DEVAMI” OLDUĞUİDDİA EDİLEN BAŞKA BİR PARTİİÇİN SIRF BU SEBEPLETEMELLİKAPATMA YAPTIRIMI UYGULANMASI HUKUKA UYGUNDÜŞMEZ.

Hemen belirtelim ki;

1) Refah Partisi’nin “temelli” kapatılmadığınıbiliyoruz.

2) Fazilet Partisi’nin -temelli veya basit olarak kapatılan- hiçbirpartinin “devamı” olmadığınıda gayet iyi biliyoruz.

Ancak “Ek İddianame” de ve “Esas Hakkında Görüş”te, temellikapatılan bir partinin “devamı” olduğu iddia edilen bir parti için de“temelli kapatma” müeyyidesinin uygulanmasıgerektiği iddia edildiğiiçin konunun hukuki mahiyetini ortaya koyma durumu hasıl olmuştur.

Anayasa’mıza göre “devam” iddiasıiçin “temelli kapatma”yaptırımının uygulanmasımümkün değildir.

Çünkü:

1) Anayasa’mız, temelli kapatmayıgerektiren halleri, tek teksaymıştır.

1383

Anayasa’mıza göre bir parti üç halde “temelli” olarak kapatılır.Bu haller;

- Tüzük ve programının Anayasa’nın 68. maddesinin dördüncüfıkrasıhükümlerine aykırıolması,

- Anayasa’nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasıhükümlerineaykırıeylemlerin işlendiği bir odak haline gelmesi ve

- Yabancılardan maddi yardım alması,

halleridir.

2) Anayasa’mızın 69. maddesinin son fıkrasına göre, temellikapatmayıgerektiren bu üç hali,

- Kanunla veya

- İçtihat yoluyla, genişletmek mümkün değildir.

Zira Anayasa, 69. maddesinde “siyasi partilerin kapatılmalarıkanunla düzenlenir” derken “yukarıdaki esaslar çerçevesinde”ifadesini kullanmıştır. Anılan hükme göre,

“Siyasi partilerin ... kapatılmaları ... yukarıdaki esaslarçerçevesinde kanunla düzenlenir.”

Bu açık, kesin ve buyurucu hükme rağmen “yorum” yoluylatemelli kapatma sebebi ihdas etmek Anayasa’ya aykırıdüşer.

Doç. Dr. Fazıl SAĞLAM’ın ifadesiyle:

“1995 Anayasa değişikliklerinden sonra siyasal partilerin temellikapatılmasına yol açacak yasaklar ve yasaklara ilişkin temel normlar,Anayasa’da tüketici bir biçimde (numerus clausus) ilkesine uygunolarak düzenlenmiştir. Bu düzenlemeden sonra artık parti yasaklarınıyasayla genişletmek bunlara yenilerini eklemek mümkün değildir.Yasalar ancak Anayasa’daki bu sistemi somutlaştırıcıve temel hakve özgürlükler sistemi açısından güvence artırıcıdüzenlemeleryapabilir.”(Doç. Dr. Fazıl SAĞLAM, “Anayasa Hukukumuz AçısındanSiyasal Parti Kurumunun Güncel Sorunları”, Anayasa Yargısı, S. 14,s.368, Ankara, 1997)

1384

3) Çünkü “bir partinin temelli kapatılmasıolgusunu kişiler içinverilen idam cezasına koşut bir biçimde değerlendirmek doğru olur.Nasıl idam cezasıaslında yaşam hakkının özüne dokunan biryaptırım ise ve ancak Anayasa da yaşam hakkının bir istisnasıolaraköngörüldüğü oranda geçerli olabiliyorsa, siyasal partilerin temellikapatılmasıda aynıözelliği göstermektedir. Bir partinin temellikapatılmasıaslında siyasal partiler için Anayasa’da öngörülen temelhak güvencesinin ve kurumsal güvencenin özüne dokunur. Bunedenle temelli kapatma nedenleri de ancak Anayasa’daöngörüldüğü kapsamda geçerli olabilir. Dolayısıyla siyasal partileriçin Anayasa’da öngörülen temelli kapatma nedenlerinin Anayasa’nın13. maddesinde yer alan genel sınırlama nedenleriyle genişletilmesimümkün değildir. “(Sağlam, a.g.m, s.370)

“Aksi takdirde Anayasanın parti tüzel kişiliği için öngördüğükurumsal güvencenin bir anlamıkalmaz. “(Sağlam, a.g.m. 369)

4) Anayasa’nın 69. maddesinin 7. fıkrası, yani

“Temelli kapatılan bir parti bir başka ad altında kurulamaz.”diyen hüküm, bir “önleyici norm’dur, “bastırıcınorm” değildir.

Doç. Dr. Fazıl SAĞLAM’ın ifadesiyle;

Anayasa’mız “iki parti yasağı” için “temelli kapatma yaptırımıöngörmemiş”tir.

Kendileri için “temelli kapatma” yaptırımıöngörülmeyen iki partiyasağından biri,

- Siyasi partilerin ticari faaliyette bulunma yasağı, diğeri ise

- Temelli kapatılan bir partinin başka bir ad altındakurulamıyacağıyasağıdır. (Doç. Dr. Fazıl SAĞLAM, Siyasi PartilerHukukunun Güncel Sorunları, Beta Yayınları, Ankara, 1999, ss. 106-107).

“69/7. maddeye aykırılık nedeniyle bir partinin temellikapatılabilmesi, ancak daha öncekinin kapatılmasına neden olankoşulların varlığınısürdürmesi, yani başka bir deyişle yeni kurulanpartinin tüzük, program ve eylemlerinin de 68/4. madde de öngörülenyasaklara aykırıolmasıhalinde söz konusu olabilir.”(SAĞLAM, a.g.e.,s.107)

1385

5) 1995 yılında Anayasa değişikliği yapılırken Anayasa AltKomisyonu Raporu’nda aynen şu ifadeler yer almıştır:

“Alt Komisyon, siyasi partilerin yeni kaleme aldığı68. maddedeyer alan ilkelere uymasıgerektiğini metne açıklıkla koymak suretiyle,partilerin temelli kapatılmasını sadece bu ilkelere uyulmamasışıkkında öngörmüşve diğer şıklarda öngörmemiştir.”(TBMM AnayasaKomisyonu Alt Komisyonu’nun 25.4.1995 tarihli Raporu, ss. 10-11).

6) “Devam” noktasında, genç bir bilim adamımız, Sayın Dr.Hakyemez, beşkişilik bilim jürisi tarafından “oybirliği” ile kabul edilendoktora tezinde aynen şöyle demektedir:

“Anayasa’daki bir başka yasak da temelli kapatılan bir partininbaşka bir adla yeniden kurulmasınıengellemeyi amaçlamaktadır(madde: 69/7). Bu yasağın da kapatma diye bir yaptırımının sözkonusu olmamasıgerektiği belirtilmektedir. Çünkü Anayasa Koyucuisteseydi bunu da “temelli kapatılır” biçiminde belirtilen kategoriiçerisine sokabilirdi. .... Kanaatimizce, bir siyasal partinin kapatılmasıdurumunda, bunun devamıniteliğindeki yeni bir partinin program,tüzük ve faaliyetlerinde, Anayasa Mahkemesi’nce, Anayasa’da yeralan kapatma nedenlerine aykırılık tespit edilmeden, bu yeni partininsırf kapatılan bir partinin devamıolduğu için kapatılmamasıgerekir.Belki de bu sayede yeni kurulan siyasal parti siyasal alandaöngörülen kuralları benimseyebilir ve demokratik sistem içineçekilebilir.” (Dr. Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Militan Demokrasi Anlayışıve 1982 Anayasası, Seçkin Yayını, Ankara, 2000, s. 221).

Özet olarak;

- Temelli kapatılmayıgerektirecek hiçbir fiili bulunmadığıhaldesırf temelli kapatılan bir partinin devamıolduğu iddiasıile bir partiyitemelli kapatmak,

- Hiçbir suçu olmadığıhalde sırf babasıidam edildiği için -yüksek adaleti sağlamak maksadıyla- çocuğu da idam etmek gibidir.

Daha vahimi de bunların, Esas Hakkında Görüş’ün 6. ve 7.sayfalarında talep edildiği gibi, “bozulan Anayasal düzeni” öncekihaline getirmek amacıyla yapılmışolmasıdır.

1386

Fazilet Partisi’ni kapatmak ise bunlardan da vahim bir şeydir.Çünkü Fazilet Partisi, ne idam edilen bir babanın çocuğu, ne de“temelli kapatılan bir partinin devamı”dır.

Fazilet Partisi, Türkiye’de,

- Hukuk’un

- İnsan haklarının,

- Demokrasinin,

en samimi savunucusudur. Çünkü bu değerlerin ne kadarönemli olduğunu ancak, iki seneden beri, “Demokrasi’nin Kılıcı”altında Millet’in hakkınısavunmaya çalışan Fazilet Partisi (ve O’nunmensupları) bilebilir.

İkinci Bölüm

ESAS BAKIMINDAN AÇIKLAMALAR

Bu kısımda Ek iddianame ve Esas Hakkında Görüş, hukukiaçıdan tahlil edilecektir. Şöyle ki:

l- EKİDDİANAME, HUKUKEN BİR EK İDDİANAME DEĞİLDİR:

Yüksek malumları olduğu üzere, bir iddianamenin “ekiddianame” sayılabilmesi için, görülmekte olan bir dava ileyargılanmakta olan bir sanığın mevcudiyetinden başka, üç şartındaha bulunmasıgerekir. Bu üç şart;

1) Fiil Unsuru: Ek iddianameden söz edebilmek için herşeydenönce ortada “suç teşkil eden bir fîil”in bulunmasıgerekir. Zira suçteşkil etmeyen fiiller için gerek “ilk” gerekse “ek” iddianamedüzenlenemez. Çünkü Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 150/1.maddesine göre;

“Tahkikat ve hüküm, yalnız iddianamede beyan olunan suça...hasredilir”.

Kanun’un bu açık hükmüne rağmen, Ek İddianame’nin içindesuç teşkil eden hiçbir fiil yoktur.

1387

2) Delil Unsuru: Parti kapatma davalarında uygulanacağıözelolarak belirtilen Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 148.maddesinin 2. fıkrasına göre kamu davasının açılabilmesi için ortadayeterli delilin bulunmasışarttır.

Kanun, bu şartı, “ceza takibini gerektirecek hususlarda yeterlidelil mevcut ise ...” diyerek ifade etmiştir.

Usul’un bu açık hükmüne rağmen, Ek iddianame’nin “delil” diyedayandığı tek şey, Anayasa Mahkemesi’nin “delil olarak kabuletmediği kasetler”dir.

3) Talep Unsuru: Bir “ek iddianame”den bahsedebilmek için buiddianamenin, asıl iddianamedekine ilaveten bir “ek talep”tebulunmasıgerekir.

Halbuki Ek iddianame’de hiçbir “ek talep” yoktur. Tam aksine,asıl iddianamedeki talepler Ek iddianame ile daraltılmıştır.

Malumlarıolduğu üzere talebi daraltmak hatta bütünüyleortadan kaldırmak için bir ek iddianame düzenlemeye gerek yoktur.

Kısaca, Ek iddianame,

- Suç teşkil eden hiçbir fiile dayanmadığı,

- Delilden yoksun olduğu ve

- Ek talep içermediği, için hukuken ek iddianame sayılamaz.

II- EK İDDİANAME HUKUKA AYKIRIDIR

05.02.2001 tarihli Ek iddianame’nin hukuka aykırılığı;

- Anayasa’ya aykırılık ve

- Hukukun genel prensiplerine aykırılık;

olmak üzere iki bakımdan somutlaşmıştır.

A) EK İDDİANAME’NİN ANAYASA’YA AYKIRILIK DURUMU:

1388

Sayın Başsavcılık, Ek iddianamenin dayanağınıteşkil eden herşeyi, “ek delil” diye 12.12.2000 günü Anayasa Mahkemesi’nesunmuştur. Ancak Yüksek Mahkeme, kendisine “ek delil” diyesunulan şeylerin “delil” olamıyacağına 01.02.2001 tarihinde kararvermiştir.

Bilindiği üzere;

1) Anayasa’nın 153. maddesinin son fıkrasına göre;

“Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemenyayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idaremakamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar”

Anayasa’nın bu buyurucu hükmüne rağmen Ek iddianame,Anayasa Mahkemesi’nin 01.02.2001 tarihli ara kararınıhükümsüzkılmayıamaçladığıiçin açıkça Anayasa’ya aykırıdır.

2) Anayasa’nın 138. maddesinin son fıkrasına göre;

“Yasama ve yürütme organlarıile idare, mahkeme kararlarınauymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarıhiçbirsuretle değiştiremez ve bunların yerine Getirilmesini geciktiremez.”

Yine Anayasa’nın bu buyurucu hükmüne rağmen Ekiddianame, Anayasa Mahkemesi’nin 01.02.2001 tarihli ara kararınıdeğiştirmeyi amaçladığıiçin Anayasa’ya açıkça aykırıdır.

Anayasa’nın kesin olarak yasakladığıbir durumu değişik biryoldan aşmaya çalışmak bir hukuk hilesidir. Anayasa’ya karşıbirhiledir, hukuku dolanmanın tipik bir örneğidir. Çünkü Ek iddianame ile“ek delil” diye Anayasa Mahkemesi’ne sunulan belgelerin tamamı,Anayasa Mahkemesi’nin daha önce “ek delil” olarak kabul etmediği,reddettiği belgelerdir.

Başka bir deyişle, Ek iddianame’nin aşmaya çalıştığıkarar,Anayasa Mahkemesi’nin 01.02.2001 tarihli “red kararı”dır. Ekiddianame, işte bu red kararını“hükümsüz” kılmayıamaçlamaktadır.

Eğer Anayasa Mahkemesi, Sayın Başsavcılığın, sonradan “ekdelil” diye sunduğu argümanlarıkabul etse idi, bugün ortaya böyle bir“ek iddianame” çıkmayacaktı.

1389

Anayasa Mahkemesi’nin reddettiği belgeler, Ek iddianameyoluyla yeniden Anayasa Mahkemesi’nin önüne koymak bir hukukhilesi değilse nedir?

B) EK İDDİANAME’NİN, HUKUKUN GENEL PRENSİPLERİNEAYKIRILIK DURUMU:

a) Ek iddianame “yargılamada istikrar ilkesi”ne aykırıdır:

Anayasa Mahkemesi’ne, kurulduğu tarihten bu yana yani kırkyıllık süre içinde, yaklaşık kırk tane siyasi parti kapatma davasıaçılmıştır. Ancak bunların hiçbiri ek iddianamelerle “takviye”edilmemiştir. Dava açıldıktan sonra elde edilen belgelerle, cereyaneden olaylar Başsavcılık tarafından usulüne uygun şekilde AnayasaMahkemesi’ne intikal ettirilmiş, Anayasa Mahkemesi de davatarihinden önceye ait belge ve olaylarıdelil olarak kabul etmiş, davatarihinden sonraya ait belge ve olaylarıise parti kapatmada delilolarak kabul etmemiştir. Bu uygulama hem Başsavcılık bakımındanhem de Anayasa Mahkemesi yönünden istikrarlıbir hal almıştır.

Nitekim;

1) Halkın Emek Partisi hakkında (03.07.1992 tarihinde) açılankapatma davasında uygulama böyle olmuştur:

“Bu kanıtların bir bölümü bu davanın açılmasından (3.7.1992)sonraki günlerde gerçekleştiği ileri sürülen olaylara ilişkindir. Bunlarındavada kanıt olarak değerlendirilmesi öncelikle 2820 sayılıYasa’nın98. ve 2949 sayılıYasa’nın 33. ve CMUK’un 257. maddelerikarşısında olanaksızdır” (Any. Mah. Kararı, T.14.7.1993, E. 1992/1(SPK), K. 1993/1; AMKD, S.29, C.1, ss.1176/1177)

2) Refah Partisi hakkında (21.05.1997 tarihinde) açılankapatma davasında da uygulama aynıolmuş: Dava açıldıktan sonraelde edilen deliller ek iddianamelerle değil de normal yollarla AnayasaMahkemesi’ne ulaştırılmış, Anayasa Mahkemesi de bu kanıtlardan,dava tarihinden önceki döneme ait olanlarıdeğerlemeye almış, davatarihinden (21.05.1997) sonraki döneme ait olanları(örneğin OğuzhanAsiltürk’ün, hakkında Ankara Devlet Güvenlik MahkemesiBaşsavcılığı tarafından 27.10.1997 gün ve 309/5 sayılıfezlekedüzenlenen 19.7.1997 tarihinde yaptığıkonuşmayı) ise değerlemeyealmamıştır (Any. Mah. kararı, T.16.01.1998, E.1997/1 (SPK),K.1998/1, 22.02.1998 tarih ve 23266 sayılıResmi Gazete, s.279)

1390

3) Anayasa Mahkemesi, aynıuygulamayı, “sonraki olaylarınönceki bir iddianın ispatında delil olarak kullanılamayacağına dairtemel hukuk ilkesi”ni Fazilet Partisi kapatma davasında da(01.02.2001 tarihli ara kararıile) sürdürmüştür.

Şimdi ise, 05.02.2001 tarihli “Ek İddianame” ile AnayasaMahkemesi’nin hem dünyadaki tatbikata hem de Ceza MuhakemeleriUsulü Kanunu’na uygun olan yerleşik uygulamasından vazgeçilmesitalep edilmektedir.

Böyle bir talebin (Ek iddianamenin)

- “Hukukta istikrar ilkesi”ne ters düşeceği,

- Keyfi uygulamalara yol açacağı,

- Dolayısıyla “Devlete güven duygusunu” sarsacağıgayetaçıktır.

b) Ek iddianame “usulî müktesep hak ilkesi”ne aykırıdır:

Usulî müktesep hak ilkesi, mahkemenin taraflardan biri lehinehüküm vermesi sonucunu doğurabilecek bir durumdur.

Usulî müktesep hak ilkesi Yargıtay İçtihatlarıile benimsenmişve geliştirilmiştir. Bu ilke, özlü bir biçimde 09.05.1960 tarih ve 21/9sayılıİçtihadıBirleştirme Umumi Heyeti Kararıile açıklanmıştır.

1960’tan bu yana, yani 40 yılıaşkın bir süredir “usulî müktesephak ilkesi” bütün yargı kollarında, istikrarlı bir biçimdeuygulanmaktadır. Öyle ki, misalen, Yargıtay’ın herhangi bir dairesi,“sonradan, ilk bozma kararıile benimsemişolduğu esaslara, (usulîmüktesep hakka) aykırıbir şekilde bozma kararıveremez. Aksihalde, usul hükümleri ile hedeflenen istikrar zedelenir ve mahkemekararlarına karşıgenel güven sarsılır” (YCGK, 07.12.1992, 3-321/333).

Ayrıca ve önemle belirtelim ki “usulî müktesep hak kurumu,usul hukukunun dayandığıana ilkelerdendir ve kamu düzeni ileilgilidir” (YCGK, aynıkarar).

1391

Kısaca, Sayın Başsavcılığın “ek delil” diye ileri sürdüğübelgeleri Anayasa Mahkemesi’nin 01.02.2001 tarihinde reddetmesiile Fazilet Partisi için usulî müktesep hak doğmuştur.

Eğer Ek İddianame kabul edilecek olursa;

- Anayasa Mahkemesi’nin 01.02.2001 tarihli kararı-dolaylıbirşekilde- hükümsüz kılınmış,

- Fazilet Partisi lehine doğan usulî müktesep hak iptal edilmiş;

- Usul hukukunun dayandığıbîr temel ilke, kamu düzeniyle ilgilibir ilke, usuli müktesep hak ilkesi çiğnenmiş; olacaktır. Böyle biruygulamanın ise “hukuka aykırı” olacağıgayet açıktır.

III- REFAH PARTİSİANAYASA MAHKEMESİTARAFINDAN“KAPATILMIŞ”TIR:

05.02.2001 tarihli Ek İddianame’de Refah Partisi’nin AnayasaMahkemesi tarafından “temelli” kapatıldığıiddia edilmiş, aynıiddia“Esas Hakkında Görüş”te de vurgulanmıştır.

Halbuki Anayasa Mahkemesi’nin, Refah Partisihakkındaki(T.16.01.1998, E.1997/1 (SPK), K. 1998/1) kararıgayetaçıktır:

“Refah Partisi’nin kapatılmasına karar verilmiştir.”

Kanaatimizce, Anayasa Mahkemesi’nin kararında herhangi biryanlışlık yoktur.

Aslında bu gerçeği Sayın Başsavcılık da kabul bilmektedir.Ancak Sayın Başsavcılık “kapatma” kelimesinin “yorum” yoluyla“temelli kapatma” sayılmasınıtalep etmektedir. Oysa;

1) Mahkeme kararlarının hüküm fıkrasıhiçbir makam tarafındandeğiştirilemez.

2) Mahkeme kararlarının tavzihine ancak yine o mahkeme kararverebilir. Başka mercilerin tavzihte bulunma yetkisi yoktur.

3) Başka mercilerin görevi, kararların hüküm fıkrasınıinfazdanibarettir.

1392

Anayasa Mahkemesi’nin “temelli kapatma” yerine “kapatma”kararıvermesini, Esas Hakkında Görüşte olduğu gibi biraz muğlakbiraz da çekingen ifadelerle, Siyasi Partiler Kanunu’nun “o zamanyürürlükte bulunan hükümleri” ile gerekçelendirmek mümkün değildir.

Çünkü:

Anayasa’nın 149. maddesinin 4. fıkrası, bugün olduğu gibi ogün de yürürlükteydi.

Bilindiği gibi 4. fıkranın ikinci cümlesi, Anayasa’nın 149.maddesine 1995 yılında bilinçli olarak eklenmişbir “özel hüküm”dür.

Malumlarıolduğu üzere “özel” hükümlerin “genel” hükümleregöre önceliği vardır.

Bu “özel hüküm” aynızamanda bir Anayasa hükmü olduğu içinSiyasi Partiler Kanunu’na göre “mutlak” bir öncelik ve üstünlüğesahiptir (Any. m.11 ve m.l77/e).

Bu “açık” ve “kesin” gerçekler karşısında, yani;

1) Anayasa’ya özel olarak eklenmiş bulunan bir hüküm“kapatma” ve “temelli kapatma” kavramlarınıbirbirinden kesin olarakayırmışken,

2) Hem Anayasa değişiklik teklifi, hem Anayasa KomisyonuRaporu, hem Anayasa Alt Komisyonu Raporu, hem TBMM GenelKurulu tutanaklarıve hem de bizzat Anayasa’nın kendisi “temellikapatma” ile “kapatma” arasındaki yaptırım farkınıbelirtmişken,“kapatma kararı”na, “yorum” yoluyla “temelli kapatma kararı”nınmüeyyidelerini uygulamak, Anayasa’ya uygun düşmez.

“Zira Anayasa abesle iştigal etmez.”

IV- FAZİLET PARTİSİ, ANAYASA MAHKEMESİ’NCE TEMELLİKAPATILAN BİR PARTİNİN BİR BAŞKA AD ALTINDAÖRGÜTLENMESİ, BİR BAŞKA DEYİMLE DEVAMI DEĞİLDİR:

Fazilet Partisi’nin, Anayasa Mahkemesi’nce temelli kapatılanRefah Partisi’nin devamıolduğu iddiası, Esas Hakkında Görüş’ün 7ilâ 11. sayfalarında iki kısımda ispatlanmaya çalışılmıştır. Bu ikikısımdan biri,

1393

- Kuruluşve Örgütlenme, diğeri ise

- Fikir, Söylem ve Eylem Birliği

başlıklarınıtaşımaktadır.

Bu iki başlık altında, “delil” diye ileri sürülen argümanların hiçbiri-hukuken- delil olarak kabul edilemez. Şöyle ki:

A- FAZİLET PARTİSİ KURULUŞ ve ÖRGÜTLENMEBAKIMINDAN REFAH PARTİSİNİN DE DEVAMI DEĞİLDİR:

Sayın Başsavcılığın “Esas Hakkında Görüş”ü (s.7); FaziletPartisi’nin “kuruluş ve örgütlenme” bakımından, Refah Partisi’nin“devamı” olduğunu şu üç olguya dayandırmaktadır:

1) “Fazilet Partisi 17.12.1997 tarihinde, Refah Partisineyakınlığıyla bilinen ve kısa adıHu-Der olan Hukuki AraştırmalarDerneği yönetim kurulu üyesi Avukat Muzaffer Önder’in kuruluşdilekçesini İçişleri Bakanlığına vermesiyle kurulmuş”tur.

2) Fazilet Partisi Genel Başkanlığına da, Refah Partisinin GenelBaşkanıNecmettin ERBAKAN’ın avukatıve MSP’nin kapatılmasınailişkin davada bu partinin avukatlığını yapan İsmail Alptekingetirilmiştir.

3) “Refah Partisi’nin 16.1.1998 tarihinde temellikapatılmasından sonra 23.2.1998 tarihinde 57 milletvekili FaziletPartisi’ne girmiş, 24.2.1998 günü katılan 59 milletvekili ile sayıları116’ya, 27.2.1998 tarihinde 133’e ulaşmıştır.

Katılmalara, kapatılan Refah Partili tüm Büyükşehir il ve ilçebelediye başkanlarıeklenmiştir.”

Böylece Fazilet Partisi, Anayasa Mahkemesi’nce temellikapatılan Refah Partisi’nin devamı olmuş, “DEVAM olgusu”tamamlanmıştır (s.7).

Bu iddialar hukuki açıdan değerlendirilecek olunursa görülür ki:

1) Fazilet Partisi’nin kuruluşbelgelerinin İçişleri Bakanlığı’naHukuki Araştırmalar Derneği yönetim kurulu üyesi Avukat Muzaffer

1394

Önder tarafından verilmişolması-hukuki olarak- Parti’nin tüzelkişilikkazanmasından başka bir anlam ifade etmez.

Bununla beraber kaydedelim ki;

i. Refah Partisi ile Hukuki Araştırmalar Derneği arasında biryakınlık olup olmadığınıbilmiyoruz. Olsa bile bu yakınlık, FaziletPartisi’nin kapatılmasıiçin -hukuken- bir gerekçe olamaz,

ii. İkinci olarak, bildiğimiz kadarıyla Avukat Muzaffer Önder’inparti kurmasınıengelleyen hukuki bir norm bulunmadığıgibi gerekkendisi ve gerekse Hukuki Araştırmalar Derneği hakkında bu zamanakadar herhangi bir cezai takibat başlatılmışbile değildir.

2) Sayın Av. İsmail Alptekin’in Fazilet Partisi GenelBaşkanlığına seçilmişolmasıda bu Parti’nin temelli kapatılmasıiçin -hukuki bakımdan- bir gerekçe olamaz.

Çünkü:

i) Sayın Alptekin’in, “12 Eylül Dönemi”nde Sayın ERBAKAN’ıveMilli Selamet Partisi’ni savunmuşolması, kendisinin de “suçlu” olduğuanlamına gelmez.

ii) Gerek Milli Hukukumuz da gerekse UluslararasıHukuktasuçun, sanıktan avukata da sirayet edeceğine dair bir kural yoktur.

iii) Suç, Sayın ERBAKAN ve Milli Selamet Partisi’nden SayınAv. Alptekin’e sirayet etmiş olsa bile -20 yıllık süre içinde-zamanaşımına uğramıştır.

iv) Kaldıki “12 Eylül Dönemi”nde yargılanıp beraat eden:

- Tek parti Milli Selamet Partisi

- Tek Genel Başkan da Sayın ERBAKAN’dır.

3) 16.01.1998’de Refah Partisi’nin kapatılmasıyla bağımsızkalan bir kısım milletvekilleri ile bazıbelediye başkanlarının FaziletPartisi’ne katılmışolmalarıda bu Parti’nin kapatılmasıiçin -hukuken-bir gerekçe olamaz.

Çünkü:

1395

i) Bilindiği gibi siyasi hak, temel haklardandır.

ii) Hiçbir yasağıbulunmayan kimselerin, Anayasa’nın teminataltına aldığıbir temel haklarınıkullanırken, girilmesi yasak olmayanbir partiye yönelmişolmalarıo partinin kapatılmasıiçin -hukuken- birgerekçe olabilir mi?

-Eğer bağımsız kalan milletvekilleriyle belediye başkanlarıvehiçbir siyasi yasağıbulunmayan diğer kimseler, hep beraber, örneğinAnavatan Partisi’ne, Demokratik Sol Parti’ye veya Cumhuriyet HalkPartisi’ne girmişolsalardıbu partileri de mi kapatmak gerekecekti?

Kaldıki:

i) Refah Partisi’nin kapatılması ile bağımsız kalanmilletvekilleri’nin tamamıFazilet Partisi’ne geçmişdeğildir:

Başka bir deyişle, bağımsız kalan milletvekillerinin bir kısmıDoğru Yol Partisi’ne, bir kısmıda Anavatan Partisi’ne geçmiştir.

ii) Refah Partisi’nin 80 il ve 900 civarındaki ilçe başkanındanhemen hemen hiçbiri Fazilet Partisi’nde il veya ilçe başkanlığındagöreve getirilmemiştir.

iii) Buna karşılık Refah Partisi’yle hiçbir ilgisi bulunmayan bazıkimseler Fazilet Partisi’nin her kademesinde görev almışlardır.

Kısaca:

Fazilet Partisi’nin, kuruluşve teşkilatlanma bakımından RefahPartisi’nin “devamı” olduğunu gösteren, dolayısıyla Fazilet Partisi’ninkapatılmasınıgerektiren hiçbir -hukuki- delil yoktur.

Ayrıca ilave edelim ki;

i) Fazilet Partisi, Refah Partisi kapatılmadan önce, 17 Aralık1997’de kurulmuş, buna karşılık Refah Partisi 16.01.1998 tarihindekapatılmıştır.

17 Aralık 1997 tarihinde kurulan bir partinin, bu tarihten dahasonra 16.01.1998 günü kapatılan bir partinin “bir başka ad altındakurulmuşdevamı” olduğunu iddia etmek, hem gerçeklere, hem fiiliduruma hem de hukuka ve Anayasa’ya uygun düşmez.

1396

ii) “Esas Hakkında Görüş”ün 7. sayfasındaki bir iddiaya göre;1998 yılının şubat ayında “DEVAM olgusu sağlanmıştır.”

1998 yılının Şubat ayında,

- Tüm Devlet yetkililerinin gözleri önünde, bu arada,

- Sayın Başsavcılığın bilgisi ve incelemesi dahilinde

- Kanunlar çerçevesinde, cereyan eden olayların dört yıl sonra,Anayasa’ya aykırı olduğunu iddia ederek bir partinin temellikapatılmasınıtalep etmek, kanaatimizce,

- hem görev, yetki ve sorumluluk anlayışına

- ve hem de hukuka ve Anayasa’ya uygun düşmez.

B) FAZİLET PARTİSİ “KAPATILAN” REFAH PARTİSİNİN“FİKİR EYLEM VE SÖYLEM” BAKIMINDAN DEVAMI DEĞİLDİR:

“Esas Hakkında Görüş”ün tam üç sayfasında, 8., 9. ve 10.sayfalarında Anayasa Mahkemesi (T. 16.01.1998, E. 1997/1 (SPK),K. 1998/1) kararından alıntılarla Refah Partisi’nin kapatılmagerekçeleri anlatılmış, sonunda da, hiçbir somut olaya dayanılmadan,bir tek cümle ile Refah Partisi ile Fazilet Partisi arasında “fikir, söylemve eylem birliği” olduğu iddia edilmiştir.

Hemen belirtelim ki;

1) Refah Partisi, Anayasa Mahkemesi’nce, temelli kapatılan birpartinin bir başka ad altında kurulmuşdevamıolduğu gerekçesinedayanılarak değil, “fikir, söylem ve eylemleri” sebebiyle kapatılmıştır.

2) Eğer Refah Partisi’nin kapatılmasınıgerektiren “fikir, söylemve eylemler” bakımından iki parti arasında “birlik” varsa,

hukuk, bu ikinci partinin de, “fikir, söylem ve eylemleri”sebebiyle kapatılmasınıgerektirir, “devam” sebebiyle değil.

Oysa;

- Gerek 07.05.1999 tarihli İddianame’de,

1397

- Gerek 05.02.2001 tarihli Ek İddianame’de,

- Ve gerekse 23.3.2001 tarihli Esas Hakkında Görüşte,

bir partinin temelli kapatılmasınıdeğil, bir üyenin bile ihracınıgerektirecek bir tek delil yoktur.

Bilindiği gibi, üyelerinin,

- fikir,

- beyan ve

- eylemleri,

sebebiyle bir parti hakkında kapatma davasıaçılabilmesi için,2820 sayılıSiyasi Partiler Kanunu’nun (12.8.1999 tarih ve 4445 sayılıKanunun 17. maddesiyle değişik) 102. maddesinin ikinci fıkrasınınson cümlesine göre;

Söz konusu parti üyelerinin Anayasa’nın 68. maddesinindördüncü fıkra hükümlerine aykırıfiil ve konuşmalarından dolayıhüküm giymişolmaları;

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının bu üyelerin partiden kesinolarak çıkarılmalarınıyazıyla istemesi;

Siyasi partinin de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının istemyazısının tebliğtarihinden itibaren otuz gün içinde sözkonusu üyeleriüyelikten çıkarmamışbulunması; şarttır.

Siyasi Partiler Kanunu’nun 102. maddesinin son iki fıkrasınınkonumuzla ilgili hükümleri aynen şöyledir:

“Parti üyeleri 68 inci maddenin dördüncü fıkra hükümlerineaykırıfiil ve konuşmalarından dolayıhüküm giyerler ise CumhuriyetBaşsavcılığıbu üyelerin partiden kesin olarak çıkarılmasınıo partidenister.

Siyasi parti, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde istemyazısında belirtilen hususu yerine getirmediği takdirde CumhuriyetBaşsavcılığıAnayasa Mahkemesinde o siyasi partinin kapatılmasıhakkında dava açar. Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenmiş

1398

iddianamenin tebliğinden itibaren otuz gün içinde ilgili siyasi partitarafından söz konusu .... parti üyesi veya üyelerin partiden kesinolarak çıkarılmalarıhalinde o partinin kapatılmasıhakkındaki davadüşer”

Kısaca, kapatılan Refah Partisi ile Fazilet Partisi arasında “fikir,söylem ve eylem” bakımından -hukuken- hiçbir benzerlik yoktur.

Nitekim:

“İddianameler”de ve “Esas Hakkında Görüşler”de adıgeçenüyelerden hiçbirinin suçluluğunun sübut bulmamışolmasıiki partiarasında hiçbir benzerliğin bulunmadığının en güçlü hukuki delilidir.

Sonra

- Fazilet Partisi kuruluş tarihi itibariyle Refah Partisi’ndenfarklıdır,

- Yine Fazilet Partisi, tüzüğü, programı, yönetimi, felsefesi,mantalitesi ve Avrupa’ya bakışaçısıile Refah Partisi’nden farklıdır.

Nitekim:

Refah Partisi, Avrupa Birliği’ne karşıçıkarken Fazilet Partisi,Anayasa yapımında uluslararasıtemel hukuk kurallarının, somutolarak da Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi’nin esas alınmasınıtalepetmektedir. Çünkü Fazilet Partisi, Türkiye’de,

- Demokrasinin,

- Hukuk Devletinin ve

- İnsan haklarının, ne kadar önemli olduğunu, bu değerleriuluslararasıstandartlara kavuşturmadan,

- İktisadi kalkınmanın ve

- Sosyal adaletin sağlanamayacağını, -hem de tecrübelerle- çokiyi bilmektedir.

1399

Kısaca, kapatılan Refah Partisi ile Fazilet Partisi arasında “fikirsöylem ve eylem birliği” olduğu iddiasıgerçeklere ve hukuka uygundeğildir.

Hatta Fazilet Partisi’nin kendi içinde dahi “fikir, söylem ve eylembirliği” olduğundan bahsetmek pek mümkün gözükmemektedir.

Nitekim kuruculardan olup da milletvekilliklerinin düşürülmesitalep edilen iki sayın üyenin, kurucu Genel Başkan İsmail Alptekin ileMehmet Özyol’un 14.5.2000 tarihli Büyük Kongre’de rakip listelerdeyer almışbulunmalarıbu durum için çok önemli bir delil (en azındanbir gösterge, bir karine)dir.

V- ANAYASA MAHKEMESİ’NİN DOĞRU YOL PARTİSİİLEİLGİLİ28.9.1984 GÜN VE 1984/1-1 SAYILI KARARI, İŞBU DAVAİÇİN ÇOK ÖNEMLİBİR “EMSAL KARAR”DIR:

Doğru Yol Partisi davasında olduğu gibi Fazilet Partisidavasında da şüphesiz ki “tespit”, “takdir” ve “karar” AnayasaMahkemesi’ne aittir.

İki dava arasındaki ortak nokta, her iki davanın “devam” iddiasıile açılmışolmasıdır.

İki dava arasındaki “farklıhususlar” ise bütünüyle FaziletPartisi’nin lehine olan hususlardır.

Şöyle ki;

1) Doğru Yol Partisi hakkındaki isnatlar Fazilet Partisihakkındaki isnatlara nispetle mukayese edilemiyecek kadar “geniş”,“yaygın”, “yoğun” ve “ciddi”dir.

Aslında Fazilet Partisi hakkında ileri sürülen iddiaların hiçbirhukuki dayanağıyoktur. Bu gerçeklerin açık ve kesin olarak tespitiiçin sadece, aynımakam tarafından hazırlanan iki iddianameninkarşılaştırılmasıkafidir.

2) Anayasa Mahkemesi’nin Doğru Yol Partisi hakkındaki28.9.1984 gün ve 1984/1-1 sayılı) kararından sonra Anayasa’dasiyasi partiler lehine çok önemli değişiklikler yapılmıştır.

1400

Bu değişikliklerden biri de “özel ve münhasır” olarak “devam”hakkındadır:

Bilindiği gibi Doğru Yol Partisi hakkında “daha önce kapatılmışbulunan partilerin devamıolduğu iddiasıile” açılan kapatma davasıgörülürken, Anayasa’nın 69. maddesinin yürürlükte olan;

“Temelli kapatılan siyasi partilerin kurucularıile her kademedekiyöneticileri; yeni bir siyasi partinin kurucusu, yöneticisi ve denetçisiolamayacaklarıgibi, kapatılmışbir siyasi partinin mensuplarının üyeçoğunluğunu teşkil edeceği yeni bir siyasi parti de kurulamaz.”

hükmü, 23.7.1995 tarih ve 4121 sayılıKanunla yürürlüktenkaldırılmıştır. Hiç şüphe yoktur ki bu düzenleme, yeni kurulan partileriçin lehte bir düzenlemedir.

Yüksek malumlarıolduğu üzere temel hukuk kurallarına göre:“Lehe yapılan düzenlemelerden, aleyhe sonuçlar çıkarılamaz.”

Başka bir ifadeyle:

Devam bakımından 1995 yılında siyasi partiler için lehe yapılandüzenlemeler aleyhe yapılmışgibi Fazilet Partisi suçlanamaz.

Kaldıki söz konusu mülga hükümler yürürlükte olsaydıdahiFazilet Partisi “kapatılmışbir partinin yerine kurulmuşolmak” ilesuçlanamazdı. Çünkü mülga hükümler, isnat için, “üye çoğunluğu”şartınıaramaktaydı.

3) Anayasa Mahkemesi’nin Doğru Yol Partisi’yle ilgili (28.9.1984gün ve 1984/1-1 sayılı) kararından sonra, siyasi partiler lehine olmaküzere, Siyasi Partiler Kanunu’nda çok önemli değişiklikler yapılmıştır.

Bu değişikliklerin tamamı“Anayasa’ya uyum” çerçevesindeTürkiye’yi Avrupa Birliği’ne hazırlamak, Türkiye’de demokratikaçılımlarısağlamak amacıyla yapılan “esaslıdeğişikliklerdir.

Kuşkusuz, söz konusu değişikliklerin bütünü siyasi partilerinlehine ve onlar için çok önemli değişikliklerdir.

TıpkıAnayasa’da yapılan değişiklikler gibi Siyasi PartilerKanunu’nda yapılan değişikliklerin de tamamıçok önemli olmaklaberaber bunlardan üçü siyasi partiler için hayati öneme sahiptir.

1401

Hayati öneme sahip olan bu üç değişiklikten;

- ikisi “devam’la ilgili,

- diğeri ise üyelerin Anayasa’nın 68/4. maddesindeki yasaklarıihlal etmeleri yüzünden parti hakkında kapatma davasıaçılabilmesiyle ilgilidir.

“Devam” ile ilgili düzenlemeler ilki, Siyasi Partiler Kanunu’nun(Doğru Yol Partisi hakkında karar verilirken yürürlükte bulunan) 95.maddesindeki;

“Temelli kapatılan siyasi partilerin kapatılma tarihinde üyeliğidevam eden; kurucuları, genel başkanı, merkez karar ve yönetimkurulu ile her kademedeki yönetim ve disiplin kurulu üyeleri veTürkiye Büyük Mîllet Meclisi siyasi parti grubu üyeleri başka bir siyasipartinin kurucusu, yöneticisi ve denetçisi olamazlar. Bunlardanfiilleriyle siyasi partinin kapatılmasına neden olanlar on yıl süreylebaşka bir siyasi partiye alınmazlar ve”

“Kapatılmışbir siyasi partinin mensuplarının üye çoğunluğunuteşkil edeceği yeni bir siyasi parti de kurulamaz.” diyen hükümlerin,12.8.1999 tarih ve 4445 sayılıKanun (m.9) ile mülga kılınması,

İkincisi ise, “devam” iddiasının dinlenebilmesi için, 104.maddede yapılan “köklü değişiklik” ile kapatma davasıaçılmadanönce ilgili parti için “ihtar mekanizmasının çalıştırılmış olmasışartı”nın getirilmişbulunmasıdır.

“Üyelerin, Anayasa’nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasındakiyasaklarıihlal etmeleri yüzünden bir parti hakkında kapatma davasıaçılabilmesi” ile ilgili düzenlemeye gelince;

Siyasi Partiler Kanunu’nun 102. maddesinde yapılan yine bir“köklü değişiklik” ile “hüküm giyme şartı” getirilmiştir.

Daha açık bir deyişle;

Bir parti hakkında üyelerinin “fikir”, “beyan” ve “eylemlerinden”dolayıkapatma davasıaçılabilmesi için;

1402

- Söz konusu “üyelerin” Anayasa’nın 68. maddesinin dördüncüfıkrasıhükümlerine aykırıfiil ve konuşmalarından dolayıhükümgiymişolmaları;

- Cumhuriyet Başsavcılığının bu üyelerin kesin olarak partidençıkarılmasınıo partiden yazıile istemesi,

- İlgili partinin ise hüküm giymiş üyelerini, CumhuriyetBaşsavcılığının yazısının tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içindekesin olarak ihraç etmemişbulunması; şarttır.

Bu hükümler karşısında, gayet açıktır ki işbu dava hem “odakolma” bakımından hem de “devam” yönünden şartlarıgerçekleşmeden açılmıştır. Bu yüzden davanın reddi gerekir.

VI- “YAPTIRIM” TALEBİ HUKUKİ DAYANAKTANYOKSUNDUR.

“Esas Hakkında Görüş”ün 11. sayfasında;

- Anayasa Mahkemesi’nce Temelli Kapatılan Refah Partisi’ninFazilet Partisi adıaltında kurulduğu, bu münasebetle,

- Kurucular hakkında Anayasa’nın 69/8. maddesinin,

- Bu kurucu üyelerden milletvekili olan Sayın İsmail Alptekin ileSayın Mehmet Özyol hakkında ayrıca Anayasa’nın 84/sonmaddesinin uygulanmasının gerektiği iddia edilmiştir.

“Yaptırım” başlığıaltında yer alan bu üç iddiadan hiçbirininhukuka uyarlığıyoktur.

Çünkü:

1) 17 Aralık 1997 tarihinde kurulan Fazilet Partisi’nin, 16 Ocak1998’de kapatılan Refah Partisi’nin “yerine” kurulduğunu iddia etmekfiili ve hukuki duruma uygun düşmez.

2) Anayasa Mahkemesi’nin (T.16.01.1998, E.1997/1 (SPK),K.1998/1) kararına göre Refah Partisi “kapatılmış”tır

1403

Anayasa Mahkemesi’nin “kapatma” kararını, “temelli kapatma”olarak değiştirmeye veya “tavzih” etmeye hiçbir makamın yetkisiyoktur: Anayasa Mahkemesi kararlarıherkes için bağlayıcıdır.

3) “Anayasa Mahkemesi’nce temelli kapatılan bir partinin birbaşka ad altında kurulduğu” yani “devam olduğu” iddiasıancak birpartinin “kuruluş aşamasında” veya “makul bir süre içinde” ilerisürülebilir.

Nitekim Türkiye Birleşik Komünist Partisi hakkında, kuruluşunutakip eden 10. gün kapatma davasıaçılmıştı.

Aksi halde, yani “devam olma” iddiasıher zaman için ilerisürülebilirse, o zaman Devlete, hukuk değil, “keyfilik” hakim olur.“Devam olma” iddiasıda, siyasi partilere karşısürekli bir “tehdit vebaskı” aracıhaline gelir.

Böyle bir uygulama ise “siyasi partilere verilen önem’lebağdaşmayacağıgibi “hukuka ve Devlete güven” ilkelerine aykırıdüşer.

Bu sebepledir ki kamu hukukunun yerleşik kurallarına göreidare, tesis ettiği bir işlemi, ancak bu işleme karşı“dava açma süresi”dolmadan, (en genç 60 gün içinde) geri alabilir.

Yine bu sebepledir ki 2820 sayılıSiyasi Partiler Kanunu’nun 8.maddesinin son fıkrası, bir siyasi partinin kuruluş bildiri vebelgelerinin, İçişleri Bakanlığıtarafından üç gün içinde CumhuriyetBaşsavcılığına gönderilmesini emretmektedir.

Burada bir parti, kuruluşundan uzunca bir süre sonra, AnayasaMahkemesi’nce temelli kapatılan bir partinin “fikir, söylem veeylemlerini” tekrarlayacak olursa ne yapılacaktır? sorusu aklagelebilir.

Gayet tabiidir ki o parti, “devam” sebebiyle değil, şartlarıvarsa“fikir, söylem ve eylemleri” (odaklaşma) sebebiyle temellikapatılacaktır.

İşbu davada “odaklaşma”nın da, “devam olma”nın da hiçbirşartıgerçekleşmemiştir. Bu yüzden davanın (bunun doğal sonucuolarak da “yaptırım” başlığıaltındaki taleplerin) reddi gerekir.

1404

4) Anayasa’nın 69/8 ve 84/5. maddeleri, ancak ve ancak,“beyan ve eylemleriyle” partisinin temelli kapatılmasına sebep olanüye(ler) hakkında uygulanabilir. Halbuki gerek milletvekilliklerinindüşürülmesi istenilen Sayın ALPTEKİN ve Sayın ÖZYOL’un gereksesiyasi yasaklıkılınmalarıtalep edilen kurucu üyelerin Anayasa’nınteminatıaltındaki bir hakkı, siyasi parti kurma temel hakkını(Any. M.68/1) kullanmaktan başka bir eylemleri yoktur.

Şunu da belirtelim ki;

- Anayasa’nın (69/6, 8.), (84/2,5.), (76.), (15/son), (38/4.)maddeleri ile

- Hukuk Devleti ilkesi,

- Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi’nin 6/2. maddesi ve

- Siyasi Partiler Kanunu’nun 102/2. maddesi,

birlikte incelendiği zaman çok açık ve kesin olarak görülür ki;

i- Her şeyden önce Anayasa’nın 69/8. ve 84/5. maddelerindebelirtilen “beyan ve eylemlerin” Anayasa’nın 68/4. maddesindeki“yasak” beyan ve eylemlerden olmasıgerekir.

ii- İkinci olarak, Siyasi Partiler Kanunu’nun 102/2. maddesininaçık hükmüne göre bu beyan ve eylemlerin suç olduğunun “kesinhükümle” sübut bulmasışarttır.

Bu şartlardan hiçbiri gerçekleşmeden açılan davanın (bu arada“yaptırım” başlığıaltındaki taleplerin) reddi gerekir.

Sonuç: Gerek 7.5.1999 tarihli İddianame ile gerekse 5.2.2001tarihli Ek iddianame ile Fazilet Partisi hakkında açılan temelli kapatmadavasının -yukarıda arzettiğimiz sebeplerden dolayı- hem “devam”,hem de “odaklaşma” bakımından reddi gerekir.

A) DAVANIN “DEVAM” BAKIMINDAN REDDİGEREKİR:

Çünkü:

1) Fazilet Partisi; tüzük ve programıile, fikir, beyan, eylem vefelsefesiyle hiçbir partinin “devamı” değildir.

1405

2) Anayasa’da “temelli kapatma sebepleri” tek tek, “tahdidi” birşekilde, (numerus clausus olarak) sayılmıştır. Bu sebepleri “yorum”yoluyla genişletmek mümkün değildir.

Zira;

Anayasal statüler ancak ve ancak Anayasa ile veyaAnayasa’nın verdiği özel yetkiye dayanılarak -ve Anayasal çerçevedahilinde- “kanunla” değiştirilebilir.

3) Kaldıki bir partiyi sırf, kapatılan bir partinin devamıolduğugerekçesiyle temelli kapatmak hukuka uygun düşmez. Doktrin bunoktada tam ittifak halindedir. Zira:

Temelli kapatılmayıgerektirecek hiçbir fiili bulunmadığıhaldesırf kapatılan bir partinin devamıolduğu iddiasıile bir partiyi temellikapatmak hiçbir suçu olmadığıhalde sırf babasıidam edildiği içinçocuğu da idam etmek gibidir.

Fazilet Partisi’ni kapatmak ise bunlardan daha da vahimdir.Çünkü Fazilet Partisi, ne idam edilen bir babanın çocuğu, ne de“temelli kapatılan bir partinin devamı”dır.

B) DAVANIN “ODAKLAŞMA” BAKIMINDAN REDDİGEREKİR

Çünkü:

1) Ortada, Fazilet Partisi’nin, Anayasa’nın 68/4. maddesindekiyasakların -ki hepsi suçtur- işlendiği bir odak haline geldiğini gösterenhiçbir “parti faaliyeti” yoktur.

2) 12.8.1999 tarih ve 4445 sayılıKanun’un (m. 19) yürürlüğegirmesiyle Fazilet Partisi için bir “müktesep hak” doğmuştur. AnayasaMahkemesi’nin, Siyasi Partiler Kanunu’nun (4445 sayılıKanun’un 19.maddesiyle yeniden düzenlenen) 103/2. maddesini iptal etmişolmasıFazilet Partisi bakımından doğan müktesep hakkıortadan kaldırmaz.Zira;

Devletin çıkardığıbir kanunun, taraflarından biri Devlet olan birdavada, “Devlet yetkisi” kullanılarak iptal edilip iptal kararının dageçmişe yürütülerek “durumun Devlet lehine çevrilmesi” hukukauygun düşmez.

1406

Böyle bir uygulama hem “hukuk Devleti i lkesine”, hem “Devletegüven ilkesine” hem de Türk Ceza Kanunu’nun 2/1. maddesine aykırıdüşer.

3) Ortada, Fazilet Partisi’nin Anayasa’nın 68/4. maddesindekiyasak eylemlerin işlendiği “bir odak haline geldiğini” gösteren “partifaaliyetleri” olmadığıgibi “üye faaliyetleri” de yoktur.

Bilindiği gibi:

i) Parti kapatma davalarında üye faaliyetlerinin delilsayılabilmesi için, Siyasi Partiler Kanunu’nun 102/2. maddesinin açıkhükmüne göre bu faaliyetlerin, Anayasa’nın 68/4. maddesikapsamına girmesi ve “hüküm giymiş” olmasışartlarıvardır.

ii) Mutlak sorumsuzluk (Anayasa m.83/1) kapsamındakikonuşmalar Parti kapatma davalarında delil olarak kullanılamaz. Aksihalde Anayasa “dolanılmış” olur.

iii) Üyelere isnat edilen fiillerin tamamıradyo veya televizyondayayınlanan konuşmalardan ibarettir.

11.11.1993 tarih ve 2954 sayılıTürkiye Radyo ve TelevizyonKanunu’nun 28/6. maddesine göre;

“Bu madde kapsamına giren suçlardan ... dolayıyayınınyapıldığıtarihten başlayarak altmışgün içinde açılmayan davalardinlenmez.” Dava açıldığızaman altmışgünlük süre çoktan geçmiştir.

iv) Üyelerin bütün konuşmaları, suç ve delil teşkil etse bile,21.12.2000 tarih ve 4616 sayılıKanun’un 2. maddesi sebebiyle“erteleme”ye tabidir.

Üyelerin “erteleme” kapsamındaki beyanlarısebebiyle öncepartilerinin temelli kapatılması, sonra da dönüp partilerinin temellikapatılmasına sebep oldukları gerekçesiyle milletvekilliklerinindüşürülmesi ve beş yıl siyasi yasaklıkılınmalarıhukuka uygundüşmez. Çünkü böyle bir uygulama hukuku dolanma sayılır.

Kaldıki Sayın Başsavcı’nın iddia ve taleplerinin gerek Avrupaİnsan Hakları Sözleşmesi gerekse Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi’nin yerleşik kararlarıkarşısında hiçbir geçerliliği yoktur.

1407

Neticeten, şartlarıoluşmadan açılan davanın (hem devambakımından hem de odak olma yönünden) reddini arzederim.Saygılarımla. 24.04.2001

XII- SÖZLÜ AÇIKLAMA

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 8.5.2001 günlü sözlüaçıklamasışöyledir:

Başkan - 8 Mayıs 2001 Salı; Saat: 10.00. Fazilet Partisininkapatılmasıistemiyle ilgili açılan davada Anayasanın 149 uncumaddesinin son fıkrasıve 2949 sayılıAnayasa MahkemesininKuruluşve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 33 üncü maddesigereğince Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının dinlenmesine kararverilmekte; Başkan Mustafa Bumin, Başkanvekili Haşim KILIÇ,üyeler, Samia AKBULUT, Sacit ADALI, Ali HÜNER, FulyaKANTARCIOĞLU, Mahir Can ILICAK, Rüştü SÖNMEZ, ErtuğrulERSOY, Tülay TUĞCU ve Ahmet AKYALÇIN’dan oluşan kurul yerinialdı.

Raportör Mehmet Turhan yerinde,.

Ses teknisyeni Kadir Karagülmez ile daha önce yeminleriyaptırılan stenograflar Cengiz Tanrıverdi ve Alaaddin Ayten hazır.

Sayın Başsavcı, ses düzeni itibariyle konuşmalar bandaalındığından açıklamaların kürsüden yapılmasıgerekmektedir.

Buyurun, Sayın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı SabihKanadoğlu.

Yargıtay Cumhuriyet BaşsavcısıSabih Kanadoğlu - SayınBaşkan, şahsınızda Yüksek Mahkemenizi saygıyla selamlayaraksözlerime başlıyorum.

Anayasa’nın 149 uncu maddesi uyarınca yapacağımkonuşmanın Yüksek Mahkemenizin 7.2.2001 ve 1/1 sayılıkararıylabirleştirilen 1999’a 2 sayılıdosyada yer alan Fazilet Partisi’ninAnayasa’nın 69 uncu maddesinin yedinci fıkrası uyarıncakapatılmasına ilişkin davayıda kapsadığınıbelirterek sözlerimebaşlıyorum.

1408

Konuşmamda esas, temel noktalara değinerek yetineceğim vebu temel noktalarıaçıklamaya çalışacağım.

Bu temel noktalardan ilki, Refah Partisinin laik cumhuriyetilkelerine aykırı davranıştan Mahkemeniz tarafından temellikapatıldığına ilişkindir. Bu konu, hukuken tartışılmaz bir biçimdeaçıkça ortaya konmasına rağmen, savunmanın da bu esasa dayalıolmasınedeniyle bu konuda bir açıklama yapmayızorunlu sayıyorum.Yüksek Mahkemenizin 16.1. 1998 gün ve 97’ye l esas ve 98’e l sayılıkararının “sonuç” bölümünde aynen: “Laik cumhuriyet ilkesine aykırıeylemleri nedeniyle Anayasanın 68 ve 69 uncu maddeleri ile 2820sayılıSiyasî Partiler Yasasının 101 inci maddesinin (b) bendi ve 103üncü maddesinin birinci fıkrası gereğince Refah Partisininkapatılmasına karar vermiştir. Burada kullanılan “kapatılma” tabirinin,temelli kapatmayla eş anlamlı olduğunu açıklamak zaruretidoğmaktadır. Çünkü, kararda dayanılan ve karar tarihinde yürürlüktebulunan 28.3.1986 gün ve 3270 sayılıKanunun 18 inci maddesiyledeğişik 103 üncü maddenin birinci fıkrası“bir siyasî partinin bukanunun 78 ila 88 ve 97 nci maddeleri hükümlerine aykırıfiillerinişlendiği bir mihrak haline geldiğinin sübuta ermesi halinde o siyasîparti Anayasa Mahkemesince kapatılır” hükmünü taşımakta.

Diğer taraftan, Yüksek Mahkemeniz, anılan kararında, RefahPartisinin laik cumhuriyet ilkesine aykırıeylemlerini tespit ederek,öncelikle, Anayasanın üstünlüğünü ve buyuruculuğunu gözeterek,23.7.1995 gün ve 4421 sayılıKanunun 6 ve 7 nci maddeleriyledeğişik 68 ve 69 uncu maddelerine dayanmıştır. 69 uncu maddeninaltıncıfıkrasında, bir siyasî partinin 68 inci maddenin dördüncü fıkrasıhükümlerine aykırıeylemlerinden ötürü temelli kapatılmasına, ancak,onun bu nitelikteki fiillerin işlendiğinin bir odak haline geldiğininAnayasa Mahkemesince tespit edilmesi halinde karar verilir. 68 incimaddenin dördüncü fıkrasında ise, siyasî partilerin tüzük veprogramlarıyla eylemlerinin laik cumhuriyet ilkelerine aykırıolamayacağıhükümleri yer almaktadır ve Yüksek Mahkemenizinkararında vurgulandığıüzere, Refah Partisinin laik cumhuriyetilkelerine aykırıeylemleri sabit görüldüğü için kapatılmıştır.

Bu nedenle, Anayasa Mahkemesinin anılan kararında yer alanRefah Partisinin kapatılmasına ilişkin hükmün, gerek niteliği ve içeriği,gerekse dayandığıanayasal ve yasal gerekçeler ve Anayasahükümlerinin üstünlüğü ve buyuruculuğu bağlamında temelli kapatmaolduğunda kuşku yoktur. Siyasî Partiler Kanununun karar tarihindeyürürlükte bulunan 103 üncü maddesinde yer alan kapatma tabiri, bu

1409

bağlamda, Anayasanın 69 uncu maddesinin altıncıfıkrasında yer alantemelli kapatmayla eşanlamdadır.

Bu nedenle, davalı partinin, Refah Partisinin temellikapatılmadığına ve sadece, kapatıldığına ilişkin savunmasınınhukuken geçerliliği bulunmamaktadır.

İkinci dayanacağım temel nokta; temelli kapatılan bir partinin birbaşka ad altında kurulmasının yaptırımının olmadığı yolundakisavunmanın geçersizliğine ilişkindir. Temelli kapatılan bir partinin birbaşka ad altında kurulmasının yaptırımı, o partinin de temellikapatılmasıdır. Anayasanın 69 uncu maddesinin yedinci fıkrasıuyarınca temelli kapatılan bir parti, bir başka ad altında kurulamaz.Anayasanın temelli kapatmayıdüzenleyen 69 uncu maddesinin altıncıfıkrası, 68 inci maddenin dördüncü fıkrasına gönderme yapmakta vebu fıkrada, siyasî partilerin eylemlerinin laik cumhuriyet ilkelerineaykırı olamayacağı öngörülmektedir. Bu esasların, devletin vedemokratik laik cumhuriyetin yaşama koşullarıolduğunda kuşkuyoktur. Anayasa koyucu, bu koşulları tehlikeye düşüren siyasîpartilerin temelli kapatılacağınıhükme bağlayarak, bu tür partilereyaşam hakkıvermemiştir. Laik cumhuriyet ilkesine aykırıeylemlerinedeniyle Anayasa hükümleri gereğince temelli kapatılan bir partininbaşka bir ad altında kurulmasına aynıAnayasanın göz yumarakkurma eylemini yaptırımsız bıraktığınıkabul etmek olanaklıdeğildir.Zira, Anayasa abesle iştigal etmez.

Anayasa yargısında Anayasa hükmünün somut olaydadoğrudan uygulanması mümkün olduğu takdirde, sorun, buuygulamayla çözülmelidir. “Kurulamaz” buyurucu hükmünün, somutolayda uygulama olanağıvardır ve “kurulursa ne olur?” sorusunun tekyanıtı“temelli kapatılır” olacaktır.

Kaldıki, Anayasanın 153 üncü maddesinin son fıkrasıuyarınca,Anayasa Mahkemesi kararlarıyasama, yürütme ve yargıorganlarını,idare makamlarınıgerçek ve tüzel kişileri bağlar. Bu bağlayıcıhükmeaykırılığın değişik bir deyimle temelli kapatılan bir partinin bir başkaad altında kurulduğu olgusunun yine Anayasa Mahkemesi tarafındantespit edilmesi halinde bağlayıcılığın yeniden ve doğrudansağlanmasıve bu partinin de temelli kapatılmasına karar verilmesisuretiyle, bozulan anayasal düzenin bu parti kurulmadan öncekihaline getirilmesi zorunludur. Aksi halde, laik cumhuriyet ilkelerineaykırıdavranışta bulunduğu Yüksek Mahkemeniz tarafından tespitedilen bir siyasî partinin ve bu nedenle temelli kapatılan bir siyasî

1410

partinin, bir başka ad altında kurulmasına göz yumacağınıkabuletmek ve bu devletin devamlılığıve demokrasinin “olmazsa olmaz”koşulu laiklik ilkesinin ortadan kaldırılmasınıbir devamlılık eylemiiçerisinde bozmaya çalışan bir siyasî partinin faaliyetine YüksekMahkemenizce göz yumulacağınıkabul etmek gerekir ki, bununkabulüne ne hukuken ne vicdanen ne mantıken imkânbulunmamaktadır.

Üçüncü tespitimiz; Fazilet Partisinin Anayasa Mahkemesincetemelli kapatılan Refah Partisinin bir başka ad altında örgütlenmesi vebir başka deyimle, devamı olduğunun belirlenmesidir. Temellikapatılan bir partinin bir başka ad altında kurulduğunu saptamak içiniki nokta üzerinde önemle durmak gerekmektedir. Bunlardan birincisi,o, sonradan kurulan partinin kuruluşve örgütlenme şekil ve biçimi;diğeri, fikir, söylem ve eylem birliği olup olmadığının belirlenmesiolacaktır.

Fazilet Partisinin kuruluşve örgütlenmesine göz attığımızda; bupartinin, 17.12.1997 tarihinde, Refah Partisine yakınlığıyla bilinen vekısa adıHUDER olan Hukukî Araştırmalar Derneği Yönetim KuruluÜyesi Avukat Muzaffer Önder’in kuruluş dilekçesini İçişleriBakanlığı’na vermesiyle kurulduğunu ve basında, Refah Partisinealternatif yorumuyla adıgeçen partinin kapatılma olasılığına karşıbirsüredir devam eden yeni parti çalışmalarının sonuçlandırıldığınıveparti genel başkanlığına da adıgeçen partinin genel başkanıNecmettin ERBAKAN’ın avukatı ve Millî Selâmet Partisininkapatılmasına ilişkin davada da bu partinin avukatlığınıyapan İsmailAlptekin’in getirileceği haberlerini görmekteyiz. Bu haberler, adıgeçenin, genel başkanlığa getirilmesiyle doğrulanmıştır.

Refah Partisinin 16.1.1998 tarihinde Yüksek Mahkemeniztarafından temelli kapatılmasından sonra, 23.2.1998 tarihinde 57milletvekili Fazilet Partisine girmiş, 24.2.1998 günü katılan 59milletvekili sayıları116’ya ve 27.2.1998 tarihinde 133’e ulaşmıştır.Katılmalara, kapatılan Refah Partili tüm büyükşehir il ve ilçe belediyebaşkanlarıeklenmiştir. Temelli kapatılan Refah Partisinin MerkezKarar ve Yönetim Kurulu üyeleri, grup başkanvekilleri, FaziletPartisinde aynıgörevlere getirilmiş, bu partinin devamıolduğuyolunda kamuoyuna gerekli mesajın verilmesine özen gösterilmiştir.

Refah Partisinin kapatılmasıiçin açılan davanın son kararaşamasında, kapatılma olasılığına karşıönlem olarak, âdeta, yedekbir parti kurdurulmuş, temelli kapatmanın 16.1.1998 tarihinde

1411

gerçekleşmesinden sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri,belediye başkanları, örgütlerin tüm yöneticileri bu partiye katılarak veyeni yönetimde yer alarak devamıolmuştur sağlanmıştır.

Bu suretle, Anayasanın 69 uncu maddesinin yedinci fıkrasındayer alan “temelli kapatılan bir parti bir başka ad altında kurulamaz”hükmü, ön savunmada Fazilet Partisinin ileri sürdüğü gibi, takdim,tehir yoluyla aşılmak istenmiştir. Bu, hukuka karşıyapılan hilenin vekendi deyimleriyle, hukuku dolanmanın Anayasa yargısındaki tipikörneğidir.

Bir partinin, temelli kapatılan bir partinin bir başka ad altındaörgütlendiğini kanıtlamak için kabul edilecek ve araştırılacak ikinci birtespit, iki parti arasındaki fikir, söylem ve eylem birliğidir. YüksekMahkemenizin Refah Partisinin temelli kapatılmasına ilişkinkararında, aynen “Refah Partisi Genel Başkanı NecmettinERBAKAN’ın ve partinin tüm yöneticilerinin kendilerine oy getirdiğiinancıyla hemen her konuşmalarında okullarda ve hatta devletdairelerinde başörtüsüyle öğrenim görme ve çalışmanın anayasal hakolduğunu ısrarla iddia ederek halkı kışkırttıkları, eylemlerdüzenledikleri ve hatta, Necmettin ERBAKAN’ın iktidar olduklarındarektörlerin başörtüsüne selam duracağını14.12.1995 günü seçimkonuşmasında söylediği” ileri sürülmüştür.

Sonradan gönderilen belgelerde de bu konuşmaların tekraredildiği anlaşılmıştır. Laik eğitimde dinsel inançlara göre herhangi birayırım gözetilemez. Anayasa’nın “Eğitim ve öğrenim hakkıve ödevi”başlıklı42 nci maddesinin üçüncü fıkrasında “Eğitim ve öğretim,Atatürk ilkeleri ve inkılâplarıdoğrultusunda, çağdaşbilim ve eğitimesaslarına göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Buesaslara aykırıeğitim ve öğretim yerleri açılamaz.” Dördüncüfıkrasında da”Eğitim ve öğretim hürriyeti, Anayasaya sadakat borcunuortadan kaldırmaz”denilerek Anayasanın başlangıcındaki ilkelerebağlılık vurgulanmıştır.

“Yüksek öğretim kurumlarında bilimsel yöntemlerle yetişerekbirlikte çalışmalar yapan gençlerin, kardeşlikleri, arkadaşlıklarıvedayanışmalarıyarınlarıiçin önemli iken, onlarıdinsel gereklerleayırıma bağlıtutarak, kimin hangi inançtan olduğunu gösterecekbiçimdeki başörtüsüyle dinsel inanç ve görüşleri nedeniyle,çatışmalara sevk edebilecek ortamın yaratılmasında ülkenin geleceğibakımından yarar bulunmamaktadır; dinsel nedenlere dayanılarakbaşörtüsü ve türbanla boyun ve saçların örtülmesine ve resmî daire

1412

ve üniversitelerde serbestlik tanınması, bu tür yönlendirme ve biranlamda zorlamadır.; kişileri şu ya da bu yönde giyinip başınıörtmeyezorlamak, ayrıve hatta, aynıdinden olanlar arasında bile ayrılıklaryaratacaktır; bu durumun da,laiklik ilkesine aykırı düşeceğikuşkusuzdur” denmişve Anayasa Mahkemesinin, Anayasanın laiklikve düşünce özgürlüğüne ilişkin kurallarına verdiği anlam ve içerikleİnsan Hakları Avrupa Komisyonunun konuya ilişkindeğerlendirmelerinde birçok orta nokta bulunduğu vurgulanmışveparti genel başkanıNecmettin ERBAKAN’ın laiklik ilkesine ilişkinAnayasa ve yasa kurumlarıyla,Anayasa Mahkemesi kararlarınıgözardıederek resmî daire ve üniversitelerde türban ve başörtüsükullanmayıteşvik eden konuşmaları, laik düzen karşıtlarıiçin birmesaj oluşturmuştur”denmişve nitekim, ülkenin çeşitli yerlerindekiüniversitelerde ve cami önlerinde kamu düzeninin bozulmasına yolaçan birçok eylemin yapıldığıda ayrıca vurgulanmıştır ve YüksekMahkemeniz bu açıkladığınedenlerle parti genel başkanının budavranışlarının laiklik ilkesine aykırıolduğu sonucuna varmıştır.

Bu alıntıyapılan Anayasa Mahkemenizin kararında, laikcumhuriyet ilkesine aykırısöylem ve eylemlerin açıklamalarıyapılmış,nitelikleri belirtilmiş, aykırılık boyutu açıklanmıştır.

Aynıkonuda Fazilet Partisi Genel Başkanı, Meclis GrupBaşkanvekili, milletvekilleri, belediye başkanlarının konuşmalarınıiçeren belgeler, 4.6.1999 günlü yazımız ekinde Yüksek MahkemenizBaşkanlığına sunulmuşidi. 2.5.1999 tarihinde Türkiye Büyük MilletMeclisinde gerçekleştirilen eylem, soruşturma ve kovuşturmaorganlarıtarafından elde edilmediği için kanıt olarak kullanılmasındave hükme esas alınmasında kesinlikle engel bulunmayan 31.5.1999günlü kaset içeriği, 10.10.1999 günü eylem ve Fazilet Partisinin ekiddianameyle açtığımız davada Yüksek Mahkemenizindeğerlendirmesine sunulan 14.5.2000 gününde yapılan birinci olağankongresine ilişkin video ve kaset çözümleri, 15.5.2000 günlü hükümetkomiseri raporu bir bütün olarak değerlendirildiğinde, her iki partiarasında fikir, söylem ve eylem birliği bulunduğu açık bir biçimdeortaya çıkmaktadır. Dördüncü tespitimiz yaptırımla ilgilidir.Açıkladığım nedenlerle, Anayasanın 69 uncu maddesinin yedincifıkrasında, Yüksek Mahkemeniz tarafından temelli kapatılan birpartinin başka bir ad altında kurulamayacağıbuyurucu hükmünerağmen, Fazilet Partisinin âdeta, kapatma davasının sona ermeaşamasında bir yedek parti olarak kurulduğu ve gerek teşkilatlanmasıgerek kuruluşşekil ve biçimi gerekse iki parti arasındaki fikir, söylemve eylem birliği nedeniyle, temelli kapatılan Refah Partisinin başka bir

1413

ad altında örgütlenmişbiçimi ve başka bir deyimle, devamıolduğundakuşku bulunmamaktadır. Bunun yaptırımı, açıkladığım gibi, YüksekMahkemenizin, doğrudan uygulanmasımümkün 69 uncu maddeninyedinci fıkrasınıuygulamasından ibarettir. Bu uygulandığıanda,temelli kapatılan bir partinin bir başka ad altında kurulmasıönlenecekve laik cumhuriyet korunacaktır. Bu nedenle, Fazilet Partisinin,Yüksek Mahkemeniz tarafından temelli kapatılan Refah Partisinin birbaşka ad altında kurulmuşbir örgüt olduğu inancıyla, Anayasanın 69uncu maddesinin yedinci bendi gereğince temelli kapatılmasına kararverilmesini talep ediyorum.

Yasaklanan eylem kurumu olduğuna göre, bu partininkurucularının kapsamı içerisine girmesi ve yaptırımın sadecekuruculara uygulanmasıgerekmektedir. Nitekim, odak olma halindede, bu odak olmaya eylemleriyle sebebiyet veren kişiler hakkındaAnayasanın 69 uncu maddesinin sekizinci fıkrasıve milletvekiliolanlarıhakkında da 84 üncü maddenin son fıkrasıuygulanmaktadır.Bu odak olma eylemine iştirak etmeyenler, bu tür eylemi bulunmayanüyelerin veya milletvekillerinin bu yasaklardan, bu yaptırımlardan biretkilenmemesi gerçeği karşısında, bu davanın özelliği nedeniyle,aykırıeylem kurma olduğu cihetle, kuranların bu yasaklardan nasibinialmasıdüşüncesindeyiz. Bu nedenle, ilk iddianamede ileri sürülentalebimizi bu şekilde değiştirip düzeltiyoruz.

Bu nedenlerle, Fazilet Partisinin kurucuları hakkındaAnayasanın 69 uncu maddesinin sekizinci fıkrasının ve bukuruculardan milletvekili olan İsmail Alptekin ve Mehmet Özyolhakkında da 84 üncü maddenin son fıkrasının uygulanmasınıtalepetmekteyim.

Bu iddia ve taleplerimi tekrarla, laik cumhuriyeti koruyacağınızaolan inancımıkesinlikle belirtir, hepinize saygılar sunarım.

Başkan - Teşekkür ederiz Sayın Başsavcı.

Yargıtay Cumhuriyet BaşsavcısıSabih Kanadoğlu’nun sözlüaçıklamaları dinlendi. Yapılan açıklama banda alındı. Ayrıca,stenograflar tarafından da saptandı.

Teşekkür ederiz Sayın Başsavcı. Sabih Kanadoğlu.

1414

XIII- SÖZLÜ SAVUNMA

DavalıParti’nin 15.5.2001 günlü sözlü savunmasışöyledir:

BAŞKAN - 15 Mayıs 2001 Salı; Saat: 14.20. Fazilet Partisininkapatılması istemiyle açılan davada Anayasanın 149 uncumaddesinin son fıkrasıve 2949 sayılıAnayasa MahkemesininKuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 33 üncü maddesigereğince parti savunmasının dinlenilmesine karar verilmekle;Başkan Mustafa Bumin, Başkanvekili Haşim Kılıç; üyeler, SamiaAkbulut, Yalçın Acargün, Sacit Adalı, Fulya Kantarcıoğlu, Mahir CanIlıcak, Rüştü Sönmez, Ertuğrul Ersoy, Tülay Tuğcu ve AhmetAkyalçın’dan oluşan kurul yerini aldı.

Raportör Mehmet Turhan yerinde,.

Ses teknisyeni Kadir Karagülmez ile daha önce yeminleriyaptırılan stenograflar Cengiz Tanrıverdi ve Alaaddin Ayten hazır.

Sözlü savunma için yetkili kılınan Fazilet PartisiKahramanmaraşMilletvekili Mustafa Kamalak, Trabzon MilletvekiliŞeref Malkoç ile İstanbul Milletvekili M. Ali Şahin yerlerine alındılar.

Sayın Mustafa Kamalak, ses düzeni itibariyle konuşmalarbanda alındığından açıklamaların kürsüden yapılmasıgerekmektedir.

Buyurun, KahramanmaraşMilletvekili Sayın Mustafa Kamalak.

KAHRAMANMARAŞ MİLLETVEKİLİMUSTAFA KAMALAK-Sayın Başkan, sayın üyeler; konuşmama başlarken hepinizi hürmetleselamlıyorum.

Savunmamız, anlatımda kolaylık sağlamak amacıyla iki bölümhalinde takdim edilecektir. İlk önce, ön sorunlar üzerinde partimizingörüşünü arz edeceğim; ikinci bölümde de, esasla ilgilisavunmalarımızıtakdim edeceğim efendim.

Ön sorunlar bakımından bize göre, daha doğrusu, SiyasîPartiler Kanununa göre, devam iddiasının dinlenebilmesi için 104üncü maddedeki ihtar mekanizmasının çalıştırılmasıgerekirdi vegerekiyor da. Gerçi, bu konudaki başvurumuzu Yüksek Mahkememizdaha önce reddetmiştir. Ret gerekçesinin mahiyetini bilemiyorum;ancak, hem Anayasa hem Siyasî Partiler Kanunu gayet açıktır.

1415

Ayrıca, belirtmem gerekir ki, Yüksek Mahkememizin o kararıalmasında Sayın Başsavcılığın mütalaasının mutlaka etkisi olmuşturdiye düşünüyorum.; fakat, Sayın Başsavcılığımızın mütalaasıyanlıştemellere, mülga hükümlere dayanmaktadır. Zira, Sayın Başsavcılıkmütalaasında, Refah Partisinin temelli kapatıldığınıbelirttikten sonra2820 sayılıSiyasî Partiler Kanununun değişik 100 üncü maddesindeise “bir siyasî partinin bu kanunun 78 ila 88 ve 97 nci maddelerihükümlerine aykırıfiillerin işlendiği bir mihrak haline geldiğinin sübutaermesi halinde o siyasî parti Anayasa Mahkemesince temelli kapatılırhükmü yer almaktadır’ diyor.

Sayın Başkan, değerli üyeler; bu hüküm, 1999 yılında SiyasîPartiler Kanunundan çıkarılmıştır; yani, bu hüküm, bu kararın alındığıtarihte, daha doğrusu, Sayın Başsavcının yazısını YüksekMahkememize takdim ettiği zaman yürürlükte değildi. Bu konuda,ısrarcıolmamızın bir sebebi de, Sayın Başkanın ve bazısayınüyelerin de “evet, 104 üncü maddedeki ihtar mekanizmasıçalıştırılmalıdır” görüşüne katılmışolmasıdır.

Üçüncü bir gerekçemiz; ben, inanıyorum ki, hukukî gerçeğinyanısıra, maddî gerçeği de ortaya koyabilirsek, diğer sayın üyeler deCeza Muhakemelerinin esas prensibine, maddî gerçeği bulmailkesine uygun olarak azınlık görüşüne katılacaktır diye düşünüyorum.

Dördüncü olarak, eğer, ara kararlarıtaraflardan biri için usulîiktisadî hak doğurmamış ise, mahkemeler her zaman için o arakararınıkaldırabilir. Burada da öyle olmasıgerektiğini düşündüğümüziçin ihtar mekanizmasının çalıştırılmışolmasını, dava açılmadan önceçalıştırılmış olmasını, aksi halde, böylesine ihtar mekanizmasıçalıştırılmadan açılan davanın dinlenemeyeceği kanaatindeyiz.

Beşinci bir husus, açık olan beşinci husus da; Siyasî PartilerKanununun 101 ve 104 üncü maddelerinin gayet açık olduğuhususudur.

Sayın Başkan, değerli üyeler; malumları olduğu üzere,Anayasamızın 69 uncu maddesinin son fıkrasına göre, partilerinkapatılmalarıkanunla düzenlenir. Bu kanun, hiç şüphe yok ki, 2820sayılıSiyasî Partiler Kanunudur. Siyasî Partiler Kanununun 104 üncümaddesi, aynen şöyle demektedir: “101 inci madde dışında kalan bukanunun amir hükümlerine veya diğer kanunların siyasî partileriilgilendiren amir hükümlerine aykırılık halinde Yargıtay CumhuriyetBaşsavcısıAnayasa Mahkemesine o partiye ihtar vermesi, durumunu

1416

düzeltmesi için ihtar vermesini yazılıolarak talep eder”diyor. Budurumda, 101 inci maddeye bakmak lazım. “101’in dışındakalan”diyor.

Siyasî Partiler Kanununun 101 inci maddesinde üç hususdüzenlenmiştir. Bunlar;

1- Bir partinin tüzük ve programının Anayasanın 68 incimaddesinin dördüncü fıkrasına aykırıolmasıdurumu,

2- Partinin Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncüfıkrasındaki yasak eylemlerin işlendiği bir odak haline gelmişbulunması,

Üçüncü bir durum ise, 101’de düzenlenen, ilgili siyasî partinindışalemden, yabancılardan maddî destek almışbulunması.

Şu halde, daha açık bir ifadeyle, Siyasî Partiler Kanununun 104üncü maddesi, bu üç halin dışında, Siyasî Partiler Kanununun diğeramir hükümlerini veya Siyasî Partiler Kanununun dışında kalıp dasiyasî partileri ilgilendiren emredici hükümlere aykırılık halinde opartiye Anayasa Mahkemesi tarafından ihtar verilir diyor. Kendisinede, altıaylık süre tanınır. Eğer, bu altıaylık süre içerisinde, ilgili parti,Anayasa Mahkemesinin ihtar kararına uymazsa, Yargıtay CumhuriyetBaşsavcısıo zaman, o parti için Anayasa Mahkemesinde dava açardiyor.

Şimdi bakıyoruz, bu dava devam olma iddiasıyla, temellikapatılan bir partinin bir başka ad altında kurulmuşolmasıiddiasıylaaçılmıştır. 101’de “devam sebebiyle bir parti kapatılır”diye bir hükümyoktur.

Şu halde, devamıdüzenleyen hüküm 101’in dışındadır. Nerede;evet, Siyasî Partiler Kanununun 101 inci maddesinin dışında, 96 ncımaddesindedir. Başka nerede var; yine, Siyasî Partiler Kanununun101 inci maddesinin dışında Anayasanın 69 uncu maddesinde var.Şu halde, ihtar mekanizmasının mutlaka çalıştırılmışolmasıgerekirdi.

Kaldıki, bizim o dilekçemizden sonra basından izleyebildiğimizkadarıyla Sayın Başsavcılık komünist partisine ihtar verilmesi içinYüksek Mahkemenize başvurmuştur. İhtar verilip verilmediğini, talebinkarşılanıp karşılanmadığınıbilemiyorum; ama, komünist partiye ihtar

1417

verilmesi için, 104 üncü maddeye göre ihtar verilmesi içinbaşvurulduğunu basından öğrenmişbulunuyoruz.

Yine, keza, Sayın Başsavcılığımızın Sultan Partisine ihtarverilmesi için Yüksek Mahkemenize başvurduğunu yine basındanöğrendik. Aynışekilde, mahkûm olduğu için Siyasî Partiler Kanununagöre, bir siyasî partiye üye olmasıyasaklıbulunan Sayın Hasan CelâlGüzel Beyefendiyi, kaybettiği için ve savcılığın ihtarına rağmen,ikazına rağmen üyeliğini silmediği için Yeniden DoğuşPartisine ihtarverilmesi için Yüksek Mahkemenize başvurmuştur.

Kısacası, ön sorunlar bakımından dava açılmadan önce ihtarmekanizmasının işletilmişolmasıgerektiğine inanıyoruz. Bu hususunYüksek Mahkememiz tarafından bir daha değerlendirilmesini arz vetalep ediyoruz.

İkinci olarak, ön sorun diye huzurunuza getirdiğimiz husus partikapatma davalarının niteliğiyle ilgilidir. Sayın Başkan, değerli üyeler;parti kapatma davalarının niteliği, hem demokrasimiz bakımındanhem hukuk sistemimiz açısından hem de siyasî partilerin geleceğiyönünden son derece önemlidir. Sayın Başsavcılık, gerek ekiddianamesinde gerek esas hakkındaki görüşünde gerekse sözlüaçıklamalarında, parti kapatma davalarının ceza davasıniteliğindeolmadığınıbelirtmişlerdir. Bu görüşün, bu iddianın, kanaatimizce, nehukukî temeli vardır ne de bilimsel temeli. Zira, parti kapatmadavalarının niteliği konusunda bu davaların ceza davasıniteliğindeolduğu hususunda doktrinde tam bir ittifak vardır. Aslında, SayınBaşsavcımız “bu davalar ceza davasıniteliğinde değildir” derken,kanaatimce şunu söylemek istiyor: Eğer davayı, ceza davasıniteliğinde görürseniz, bu partiyi kapatmanız mümkün değildir; çünkü,o zaman objektif delil esasıgeçerli olacaktır. Oysa, bizim elimizdepartinin kapatılmasınıgerektirecek objektif bir delil yoktur. Bumünasebetle, siz de, davayı, ceza davasıniteliğinde görmeyin; yani,davayı suijenerist bir dava olarak ele alın, o zaman CezaMuhakemeleri Usulü Kanununun bağlayıcıhükümlerinden uzak birşekilde, isteme uygun olarak partiyi kapatın demek istiyor.

Sayın Başkan, değerli üyeler; takdir elbette Yüce Heyetinizindir;vereceğiniz kararıda saygıyla karşılarız. Burada bir hukukî gerçeği,maddî gerçeği ortaya koymak amacıyla bu hususlarıaçıklıyorum.Biraz önce arz ettiğim gibi, bilim, doktrin, parti kapatma davalarının,ceza davasıniteliğinde olduğu hususunda tam bir ittifak halindedir.Bilimsel açıdan parti kapatma davalarının ceza davasıniteliğinde

1418

olduğu noktasında tereddüde düşen hiçbir bilim adamınarastlamadım. Peki, şöyle diyelim: Ceza davasıniteliğinde değilse,nasıl bir dava, aksinden hareket edelim, daha ziyade “bir tespit davasıyahut bir tedbir davası” deniliyor, “parti kapatma davaları, bir tedbirdavasıniteliğindedir” deniliyor.

Sayın Başkan, değerli üyeler; Anayasamız gayet açıktır.Anayasanın 69 uncu maddesinin altıncıfıkrasında, odak olma halinintespiti tanımlanırken, onun, bu nitelikteki fiillerin işlendiği -işleyebileceği demiyor, işlendiği, geçmişzamanıkullanıyor- bir odakhaline geldiğinin - geleceğinin demiyor- tedbir, geleceğe yönelikolarak alınır. Halbuki buradaki tespitler, hep geçmişle ilgili, geldiğininAnayasa Mahkemesince tespit edilmesi halinde... Bakın, burada üç fiilvar, üçü de geçmişe yöneliktir. Tekraren arz ediyorum: Tedbirgeleceği yönelik olarak düşünülebilir ve şu halde işlenmiş,sonuçlanmış, bütün etkilerini meydana getirmiş fiiller için tedbiralınamaz. Şu halde, parti kapatma davalarıbir tedbir davasıdeğildir.

Peki, bilim ne diyor? Yüksek Mahkememizin, sayın üyelerimizinyakından tanıdığıbir bilim adamıolan Fazıl Sağlam Bey, aynen şöyledemektedir: “Bir partinin temelli kapatılmasıolgusunu, kişiler içinverilen idam cezasına koşut bir biçimde değerlendirme doğru olur.”(Doç. Dr. Fazıl Sağlam, Anayasa Hukukumuz Açısından SiyasalPartilerin Güncel Sorunları, Anayasa Yargısısayı14, sayfa 370.)

Sayın Sağlam, bu görüşünü 1999 yılında yazdığıkitabında davurgulamıştır. Bir benzetme yapmak gerekirse, partinin temellikapatılmasıişlemini kişiler için verilen idam cezasına koşut birbiçimde değerlendirmek gerekir. Nasıl ki, idam cezası, aslında yaşamhakkının özüne dokunan bir yaptırmısa ve ancak Anayasada yaşamhakkının bir istisnasıolarak görüldüğü oranda geçerli olabiliyorsa,siyasal partilerin temelli kapatılmasıda aynıözelliği göstermektedir.(Doç. Dr. Fazıl Sağlam, Siyasî Partiler Hukukunun Güncel Sorunları,Beta Yayınları, hukuk dizisi, 362, İstanbul, sayfa 104.)

Sayın Sağlam, bu benzetmeyi, yani, parti kapatma, idambenzetmesini, ilk defa Cem Eroğlu’ndan duyduğunu belirterek, SayınEroğlu’nun da aynışekilde düşündüğünü vurgulamışolmaktadır.

Üçüncü olarak, 5 kişilik bir bilim jürisinin oybirliğiyle kabul ettiğimastır tezinde, Sayın Arzu Durmuşaynen şöyle demektedir: “Biryanda iddia, öte yanda yargının olduğu yerde savunmanın olmasıkaçınılmaz olduğuna göre, bu davalar birer ceza davasıdır” (Arzu

1419

Durmuş, Siyasî Partilerin Kapatılmasıve Yüce Divan KararlarınıYeniden Tartışmak, Anayasa Mahkemesi Kararlarına KarşıOlağanüstü Kanun Yolları, Beta Yayınları, Hukuk Dizisi 229, 2001İstanbul,sayfa 53.)

Sayın Durmuş aynen şöyle devam ediyor:” AnayasaMahkemesi, ceza yargıcısıfatıyla hareket ettiği Yüce Divan ve siyasîpartilerin kapatılmasıdavalarında 2949 sayılıKanunun yetersizkalacağından bütün ceza davalarında uygulanmasızorunlu olan CezaYargılamasıUsulü Hakkında Kanunu uygulamak durumundadır.Sonuç olarak, siyasî partilerin kapatılmasına ilişkin AnayasaMahkemesinde görülen siyasî partilerin kapatılmasıdavalarındayargılama sonucunda verilen karar da, tüm hüküm ve sonuçlarıylaceza kararlarıdır. Örgütlenme ve ifade özgürlüğünün siyasî partilereliyle kullanılmasına doğrudan müdahale sebebiyle cezaî, siyasîkapatma, siyaseten yasaklılık gibi cezaî ve kapatılan siyasî partininmallarına Hazinece el konulması, Hazine yardımının kesilmesi gibicezaî, malî sonuçları açısından cezaî niteliği tartışmaya yervermeyecek ölçüde açıktır.

Sayın Başkan, değerli üyeler; şu ifadeler de YüksekMahkememizin emekli üyelerinden Sayın Doç. Dr. YılmazAliefendioğlu’na aittir. “Anayasa Mahkemesinin, siyasî partilerinkapatılmasına ve milletvekillerinin üyeliklerinin düşmesine ilişkinkararlarıceza kararıniteliğindedir. Çünkü, bu davlarda duruşmayapılmasıdışında Ceza Muhakemeleri Kanunu uygulanmaktadır vekarar, sonucu itibariyle cezaî bir yaptırım öngörmektedir. AnayasaMahkemesinin 1983 günlü, 1982 esas, 1983/3 karar sayılımüteferrikkararında da belirtildiği gibi, bir yaptırımın, Türk Ceza Kanununun 11inci maddesinde sayılmamış, bu yasada tanımıyapılmamış, sairnitelik ve nicelikleriyle belirlenmemişolması, onun ceza olmadığınınkanıtısayılamaz. Nitekim, 11 inci maddede sayılmamış olmasınakarşın, Türk Ceza Kanununun 36 ncımaddesinin ilk fıkrasındakimüsadere, 43 üncü maddesindeki hüküm ilamının ilanı, emniyetiumumiye nezareti altında bulundurma, hep cezaî niteliktegörülmüştür. Ayrıca, vergi ve disiplin cezaları, Türk Ceza Kanunundayer almamışolmasına rağmen, cezaî yaptırım öngörürler ve bu türkararlar cezaî niteliktedir.”(Doç. Dr. Yılmaz Aliefendioğlu, AnayasaYargısıve Türk Anayasa Mahkemesi, Yetkin Yayınları1996 Ankara,sayfa 232.)

Sayın Başkan, değerli üyeler; daha önce de belirttiğim gibi,bilim dünyası; yani, doktrin, bu davaların niteliği konusunda, bu

1420

davaların niteliğinin cezaî olduğu hususunda kati suretteduraksamamaktadır. Peki, bu davaların hukukî niteliği nedir?

Sayın Başkan, değerli üyeler; parti kapatma davalarının cezaîniteliğini ortaya koyabilmek için iki başlık açmayıuygun buldum.

1.- Kanunlara göre parti kapatma davalarının niteliği nedir,

2.- Anayasa Mahkemesi kararlarına göre parti kapatmadavalarının niteliği nedir.

Kanunlara göre parti kapatma davalarının niteliğini ortayakoyarken ilgili kanunlara baktık; Anayasamıza başvurduk, CezaMuhakemeleri Usulü Kanununa, Türk Ceza Kanununa, DerneklerKanununa ve Anayasa Mahkememizin kuruluşkanunlarına yöneldik.Bunlardan çıkardığımız şaşmaz sonuç, kesin sonuç, parti kapatmadavalarının ceza davasıniteliğinde olduğudur.

Sayın Başkanım, değerli üyeler; Anayasamızın 69 uncumaddesinin altıncıfıkrasına göre, bir siyasî partinin 68 inci maddenindördüncü fıkrasıhükümlerine aykırıeylemlerinden ötürü temellikapatılması, ancak onun bu nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak halinegeldiğinin Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi halinde kararverilir. Peki, Anayasamızın gönderme yaptığı68 inci maddesinindördüncü fıkrasıne diyor; izninizle oraya bir bakalım.

“Siyasî partilerin tüzük ve programlarıyla eylemleri, devletinbağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insanhaklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine,demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırıolamaz; sınıf veyazümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayıveyerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez.”

Sayın Başkanım, değerli üyeler; partinin kapatılabilmesi için bufiillerin işlendiğinin, sübut bulduğunun tespit edilmesi gerekiyor. Bufiillerin, takdir edersiniz ki, hepsi suç teşkil eden fiillerdir, hatta şunudiyebiliriz: Sistemimizdeki, hukuk sistemimizdeki en ağır cezalarAnayasanın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrasındaki hükümlerinihlali için öngörülmüştür. Mesela Türk Ceza Kanununun 125 incimaddesi, 146 ncı maddesi, hep buradaki yasak eylemlerinmüeyyidesini somutlaştırmaktadır. Şu halde, kanunların, en ağıryaptırımıöngördüğü fiillere dayalıolarak kapatılmasına karar verilenbir partinin kapatılma davası, nasıl olur da cezaî nitelikte olmaz. Peki,

1421

bu dava, cezaî nitelikte değilse; yani, bu fiillerin işlenmesi sebebiylekapatılan bir parti, kapatılmasına karar verilen bir parti “suçlu değilse”kim suçludur?!. Efendim, partilerin kapatılmasıiçin suç işlenmişolmasışart değildir iddiasının hiçbir hukukî dayanağıyoktur, olamazda.

Sayın Başkanım, değerli üyeler; bu sebepledir ki, Siyasî PartilerKanunu kendi içinde de Ceza Kanunundan ayrıolarak bu maddeyegönderme yapmıştır. 102 nci madde, Anayasanın 68 inci maddesinindördüncü fıkrasındaki yasakların suç olduğunu açık bir biçimdehüküm altına almıştır. Genelde gözlerden kaçıyor o. Siyasî PartilerKanununun 102 nci maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesi şöylediyor: “Parti üyeleri, 68 inci maddenin dördüncü fıkra hükümlerineaykırıfiil ve konuşmalarından dolayıhüküm giyerlerse, CumhuriyetBaşsavcılığı, bu üyelerin partiden kesin olarak çıkarılmasınıopartiden ister.”

Sayın Başkan, değerli üyeler; bir üyenin partiden çıkarılabilmesiiçin hüküm giyme şartınıarayan hukuk sistemi, Siyasî PartilerKanunu. Milletvekilliğinin düşürülmesine, siyasî yasaklı halegetirilmesine, partinin kapatılmasına karar verirken bir fiilin suç olupolmadığına bakmaz mı, bunu ihmal etmişolabilir mi; hayır. 102 ncimaddenin, biraz önce okuduğum fıkrasıson derece açıktır.

Ayrıca, şu an huzurunuza gelmeme imkân sağlayanAnayasamızın 149 uncu maddesinin dördüncü fıkrası“YargıtayCumhuriyet Başsavcısından sonra ilgili partinin de sözlü savunmasıdinlenir” buyuruyor. Bakın, son söz savunmanındır. Son sözüsavunmaya veren hukuk sistemi, partinin kapatılmasıiçin “demokratiksiyasî hayatın vazgeçilmez unsuru” diye nitelendirdiği siyasî partilerinkapatılmasını, suç dahi teşkil etmeyecek fiillere bağlamışolabilir mi?!

Sayın Başkanım, değerli üyeler; kısacası, bize göre, Anayasabakımından siyasî parti kapatma davalarının cezaî nitelikte olduğutartışılmayacak kadar açıktır.

Peki, Siyasî Partiler Kanununa göre parti kapatma davalarınınniteliği nedir. Siyasî Partiler Kanunundaki yasakları, kendisistematiğine göre üç grupta toplamak mümkündür, daha doğrusuparti kapatmayıgerektiren fiilleri üç grupta toplamıştır. Siyasî PartilerKanunumuz. Bunlar;

1- Anayasadaki yasaklara aykırılık halinde partilerin kapatılması

1422

2- Cumhuriyet Başsavcılığının isteklerine uyulmamasıhalindesiyasî partilerin kapatılması, diğer sebeplerle siyasî partilerinkapatılması.

Siyasî Partiler Kanunumuz, Anayasadaki yasaklara aykırılıkhalinde siyasî partilerin kapatılmasıdurumunu 101 inci maddesindedüzenlemiştir. Biraz önce arz ettiğim gibi, orada üç hal sözkonusudur. O üç hal, Anayasadaki yasaklara tekabül ettiği için,burada tekrar etmek istemiyorum.

İkinci grup, Cumhuriyet Başsavcılığının isteklerine uyulmamasebebiyle açılan parti kapatma davalarıniteliği, oraya bakalım.Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının isteklerine uymayan siyasîpartiler hakkında kapatma davasının açılması bazı şartlarabağlanmıştır. Siyasî Partiler Kanunumuz, bu şartlarıayrıntılıbirbiçimde 102 nci maddesinde belirtmiştir. Ancak, numaralandırmadığıiçin ve madde de uzun olduğu için bazıhususlar dikkatlerden,maalesef, kaçabilmektedir.

İkinci fıkra şöyle diyor: “Parti büyük kongresi, merkez karar veyönetim kurulu veya bu kurulun iki ayrıkurul olarak kurulduğu haller,Türkiye Büyük Millet Meclisi grup yönetim kurulu, Türkiye Büyük MilletMeclisi grup genel kurulu, parti genel başkanıdışında kalan partiorganı, merciî veya kurul tarafından Anayasanın 68 inci maddesinindördüncü fıkrasında yer alan hükümlere aykırıfiilin işlenmesi halinde,fiilin işlendiği tarihten başlayarak iki yılıgeçmemişse, CumhuriyetBaşsavcılığı, söz konusu organ, mercii veya kurulun işten elçektirilmesini yazıyla o partiden ister.” Yani, suçu işleyen bir partiorganıysa ve suçun işlendiği, fiilin işlendiği tarihten itibaren de iki yılıgeçmemişse, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, o organın feshi içinyazılıolarak ilgili partiye ihtarda bulunur diyor, yazılıolarak o organınfeshini talep eder. Peki, organ değil, yasak fiilî işleyen, suçu işleyenbir parti üyeyiyse ne olacak9 Sözgelimi, o fiilî işleyen MustafaKamalak ise ne olacak?.. Kanun onu da düzenlemiştir. Parti üyeleri,68 inci maddenin dördüncü fıkra hükümlerine aykırı fiil vekonuşmalarından dolayıhüküm giyerlerse, Cumhuriyet Başsavcılığı,bu üyelerin partiden kesin olarak çıkarılmasınıo partiden ister. Siyasîparti, tebliğtarihinden itibaren 30 gün içinde istem yazısında belirtilenhususu yerine getirmediği takdirde, Cumhuriyet Başsavcılığı,Anayasa Mahkemesinde, o siyasî partinin kapatılmasıhakkında davaaçar. Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenmiş iddianamenintebliğinden itibaren 30 gün içinde ilgili siyasî parti tarafından sözkonusu parti organı, mercii veya kurulun işten el çektirilmesi ve parti

1423

üyesi veya üyelerin partiden kesin olarak çıkarılmalarıhalinde, opartinin kapatılmasıhakkındaki dava düşer.

Sayın Başkan, değerli üyeler; bu davada sübut bulmuşhiçbir fiilyoktur. Partiye de, şu organınılağvet, feshet biçiminde herhangi biryazıyazılmışdeğildir. Şu halde, bu davanın hukukî temeli yoktur.Sadece ek iddianameyle açılan ikinci davanın değil, aslında anadavanın da hukukî temeli yoktur; çünkü, o dava açılırken de, buişlemlerden hiçbirisi yapılmamıştır.

Sayın Başkan, sayın üyeler; biraz önce arz ettiğim gibi, siyasîpartiler bakımından dava için aranan şartların hiçbirisigerçekleşmemiştir. O münasebetle, davanın, mutlak surette reddiningerekeceği kanaatindeyiz, hukukî kanaatimiz budur.

Şundan emin olmanızıistirham ederim ki, huzurunuzda yüzdeyüz emin olmadığım bir konuyu tek kelimeyle olsa dahi telaffuzetmeme kararındayım. Huzurunuza getirdiğim her bir sözcükdoğruluğuna yüzde yüz inandığım sözcüklerdir.

Şu halde, Siyasî Partiler Kanununun 102 nci maddesine göredavanın açılabilmesi için her şeyden önce yasak bir fiilin işlenmişolmasılazımdır. Bu yasak fiilin, Anayasanın 68 inci maddesinindördüncü fıkrasında yer alan bir yasak fiil olmasılazımdır. Bu yasakfiilin işlendiğinin tabiî mahkemesince yargılanıp hüküm altına alınmışolmasılazımdır.

Dördüncü olarak, hüküm giyen üyenin partiden ihracıiçin, sayınbaşsavcı tarafından, yazılıolarak ilgili partiden talep edilmesilazımdır.

Beşinci olarak da, ilgili partinin bu yazılıtalebe rağmen, 30 güniçerisinde o fiili işleyen organıfeshetmediği gibi, hüküm giymişüyesinide ihraç etmemişbulunmasılazımdır.

Bu şartlardan hiçbirisi, ne ana davada ne de bu ekiddianameyle açılmışbulunan davada gerçekleşmişdeğildir.

Siyasî Partiler Kanununda yer alan üçüncü kapatma sebepleri,diğer sebeplerle partilerin kapatılmasısebepleridir. Bunların bir kısmıanayasal dayanağıkalmamış bulunan, aslında hiçbir zamandaanayasal dayanağı olmayan yasaklardır. Mesela, bir partininkurulduğu tarihten itibaren iki dönem milletvekilliği seçimlerine

1424

katılmamışbulunmasıüst üste. Bu, bir kapatma sebebidir. SiyasîPartiler Kanununa göre; ancak, Anayasamızda bu yasağın, bukapatma sebebinin bir temelinin olduğunu sanmıyorum. Anayasayaaykırıdüşmüş, Anayasada temeli bulunmayan, dayanağıbulunmayanbir hükümdür. Kanaatimce, bu yasak, sadece Anayasaya değil,hukukun evrensel ilkelerine de aykırıdır. Zira, hiç kimse bir hakkınıkullanmadıdiye bir müeyyideye tabi tutulamaz.

Malumunuz seçme, seçilme hakkı, temel bir haktır. Partilerin dehedefi neticede, seçim yoluyla iktidara gelmektir. Bir parti seçimegirmemiş ise, o hakkınıkullanmamışdemektir. Bu, konumuz dışıolduğu için daha fazla üzerinde durmak istemiyorum.

İkinci bir grup yasak ise diğer sebeplerle ilgili olarak, SiyasîPartiler Kanununun 104 üncü maddesindeki ihtar mekanizmasınınçalıştırılmasınıgerektiren sebeplerdir. Biraz önce arz ettiğim için onunda üzerinde durmak istemiyorum.

Peki, Dernekler Kanununa göre parti kapatma davalarınınniteliği nedir?

Sayın Başkan, değerli üyeler; biliyorsunuz teşkilatlanmada anakanun Dernekler Kanunudur. Teşkilatlanmada esas birim dederneklerdir. Nitekim, Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi, siyasîpartileri dernekler kavramı içerisinde mütalaa etmektedir. Omünasebetle, hem teşkilatlanmada, örgütlenmede ana kanun olduğuiçin hem de bir bakıma siyasî partilerin anasısayıldığıiçin DerneklerKanununa da bakmak ihtiyacınıduyduk.

Kaldıki, derneklerle Siyasî Partiler Kanununda, ayrıca, SiyasîPartiler Kanunuyla Dernekler Kanununda gönderme yoluyla sıkıbirilişki de vardır. Nitekim, 122 nci maddede “bu kanunda hükümbulunmayan hallerde, Dernekler Kanununun hükümleriuygulanır”denilmektedir.

Ayrıca, dernekler de tıpkı, partiler gibi serbest kuruluşilkesinetabidir. Tıpkı, siyasî partiler gibi, ülke genelinde örgütlenir ve tıpkı,ancak ve ancak, siyasî partiler gibi mahkeme kararıyla temelli olarakkapatılabilir ve dernekler de, ancak ve ancak, suç kaynağıhalinegeldiği zaman temelli olarak kapatılabilir. O münasebetle, DerneklerKanununa bakma ihtiyacınıduyduk.

1425

Sayın Başkanım, değerli üyeler; Siyasî Partiler Kanununun 103üncü maddesine tekabül eden hüküm, Dernekler Kanunundakimadde, 53 üncü maddedir. Siyasî Partiler Kanunundaki 103 üncümadde, daha önce, suç mihrakıhaline gelen veyahut mihrak halinegelen siyasî partilerin kapatılmasıbaşlığınıtaşıyordu; şimdi ise, odakhaline gelen partilerin kapatılmasıbaşlığınıtaşımakta.

Dernekler Kanununun 53 üncü maddesi ise, suç kaynağıhalinegelen derneklerin kapatılmasıbaşlığınıtaşımaktadır. Suç kaynağıhaline gelen derneklerin kapatılması;

1- Ülkenin başka başka yerlerinde olsa bile,

a.- Dernek yöneticileri tarafından veya dernek yöneticileri iledernek üyelerinin iştirakiyle siyasî veya ideolojik amaçla suç işlenmişolduğunun ve dernek üyesi tarafından işlenen siyasî veya ideolojikamaçlısuçların dernek yöneticilerinin azmettirmesi, teşviki, zorlaması,yardımıveya kolaylık sağlamasısuretiyle işlendiğinin,

2- Derneğin suç sayılan eylemlerin kaynağıhaline geldiğininkesinleşen mahkeme kararıyla belirlenmesi halinde, dernek, bir ildefaaliyet gösteren derneklerden ise, ilgili valiliğin veya cumhuriyetsavcılığının; birden çok ilde faaliyet gösteren derneklerden ise, İçişleriBakanlığının veya dernek merkezinin bulunduğu il valiliğinin veyacumhuriyet savcılığının istemi üzerine mahkemece temelli olarakkapatılır.

Görüldüğü gibi, Siyasî Partiler Kanununun da temelini teşkileden Dernekler Kanununun 53 üncü maddesi, suç kaynağından,suçtan, suçlardan, kesinleşen mahkeme kararından, cumhuriyetsavcılığından ve temelli kapatmadan bahsediyor.

Hiç şüphe yoktur ki, Dernekler Kanununun 53 üncü maddesindegeçen kesinleşen mahkeme kararı, suç ve suçlunun CezaMuhakemeleri Usulü Kanununa göre yargılandığıbir ceza davasısonunda bir ceza mahkemesinden verilen bir karardır.

Kısaca, Dernekler Kanununun 53 üncü maddesinden açıkçaanlaşılacağı gibi, dernek kapatma davaları dahi ceza davasıniteliğindedir.

1426

Anayasamızın 33 üncü maddesinin dördüncü fıkrası daderneklerin, ancak, suç işlemeleri halinde mahkeme kararıylakapatılabileceğini açıkça hüküm altına almıştır.

Dernek kapatma davalarıceza davasıniteliğinde olduğunagöre, parti kapatma davalarının evleviyyetle haydi haydi ceza davasıniteliğinde olmasıgerekir. Zira, hiç kimse demokratik siyasî hayatınvazgeçilmez unsurlarıolan siyasî partilerin, demokratik bir ülkedesıradan bir dernek kadar hukukî güvenceye sahip olmadığınısöyleyemez; çünkü, bir şeyin önemi arttıkça, onun için öngörülengüvenlik önlemlerinin artırılmasıda hem hukukun hem de en basitaklın gereğidir.

Nitekim, Anayasa Mahkemesi, bir kararında aynen şöyledemiştir: Anayasa koyucunun demokratik siyasî hayatın vazgeçilmezunsurlarıolarak nitelediği siyasî partileri, bir dernek ya da benzeri birkuruluşsaymayıp, onların çok ilerisinde ve üstünde değerlendirdiğianlaşılmaktadır. (Anayasa Mahkemesi Kararı, Tarih: 6.7.1989,. Esas1988/39,. Karar 1989/29)

Sayın Başkan, sayın üyeler; bu davayıgörürken uygulanmasıgereken 2949 sayılıKanunun 33 üncü maddesinin açık hükmünegöre de, parti kapatma davalarında Ceza Muhakemeleri UsulüKanunu uygulanacağıgayet kesin ve açık olarak belirtilmiştir. CezaMuhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre, karara bağlanan birdavanın, en azından ceza davasıniteliğinde olduğunu kabul etmekherhalde hukukî bir gerçekliktir.

Peki, Türk Ceza Kanununa göre acaba parti kapatmadavalarının niteliği nedir?

Sayın Başkan, değerli üyeler; elbette Türk Ceza Kanunu, partikapatmayla ilgili doğrudan bir hüküm vazetmişdeğildir; ancak, partikapatma kararının oraya yansımalarınıgörüyoruz. Bir parti hakkındakapatma kararıverildiği zaman, en azından, partinin kapatılmasınasebep olduğu tespit edilen üyelere beşyıl siyasî yasak getirilmekte;milletvekillerinin milletvekilliği düşürülmekte ve beşyıl bir partininkurucusu, üyesi, deneticisi, yöneticisi olamamaktadır. Türk CezaKanununun 20 nci maddesinin birinci fıkrasıaynen şöyle diyor :”Hidematıammeden memnuiyet cezasımüebbet veya muvakkattır.”

Yani, kamu hizmetlerinden yasaklanma ya sürekli veya geçiciolabilir.

1427

Bir parti kapatılacak, teşkilatıdağıtılacak, üyelerine, en azındanpartinin kapatılmasına sebep olduğu ifade edilen üyelerine beşyılsiyasî yasak gelecek,, milletvekili seçilemeyecek,. belediye başkanıolamayacak, belediye meclis üyesi olamayacak, bir parti listesindenaday dahi gösterilemeyecek; sonra da “bu dava ceza davasıniteliğinde değildir” diyeceğiz.!Kanaatimce, böyle bir iddia, böyle birsöylem...

BAŞKAN - Sayın Kamalak, anlatacaklarınız uzunsa 5 dakikasonra ara vereceğim.

KAHRAMANMARAŞ MİLLETVEKİLİMUSTAFA KAMALAK -Sayın

Başkanım epey tutar daha...

BAŞKAN - Onun için 5 dakika daha konuşup toparlayın, bir aravereceğim, devam edeceğiz.

KAHRAMANMARAŞ MİLLETVEKİLİMUSTAFA KAMALAK -Peki efendim. Peki, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre partikapatma davaları niteliği nedir; bu davanın görülmesinde,yürütülmesinde Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu uygulandığınagöre, oradaki nitelikler acaba ne olabilir?..

Sayın Başkanım, değerli üyeler; malumlarıolduğu üzere, partikapatma davasınımünhasıran Cumhuriyet Başsavcısıaçmaktadır.Parti kapatma davasıbir iddianameyle açılmaktadır. Parti kapatmadavası Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göreaçılmaktadır. Buna göre “parti kapatma davaları ceza davasıniteliğinde değildir” diyen iddia sahibinin, şu sorularıcevaplandırmasılazım :

1- En ilkel kabilelerde dahi suç teşkil etmeyen bir fiil içiniddianame düzenlemek mümkün mü? Bunun dünyada örneği varmıdır?

2- Suç teşkil etmeyen fiiller için bizim, Ceza MuhakemeleriUsulü Kanunumuza göre iddianame düzenlemek mümkün müdür?Doğrusu ben araştırdım, ne dünya literatüründe ne de kendimevzuatımızda suç teşkil etmeyen fiiller için iddianameyle bir davaaçıldığına rastlamadım. Bu, mümkün de değil; çünkü;

1428

1- Kanunumuzun adı, hatta, adının ilk kelimesi bile, bu hukukîgerçeği ortaya koymak için yeterlidir. Çünkü, Ceza MuhakemeleriUsulü Kanunu,. Ceza Muhakemeleri... Ceza muhakemesindenbahsedebilmek için, malumlarıolduğu üzere, ortada suç teşkil eden,en azından suç teşkil ettiği iddia edilen bir fiilin bulunmasıgerekir.Zira, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 148 inci maddesininikinci fıkrasına göre, cumhuriyet savcısı, ancak, ceza takibinigerektirecek -tekraren arz ediyorum öneminden dolayı- cumhuriyetsavcısıancak ceza takibini gerektirecek hususlarda -o da yeterli delilvarsa- kamu davasıaçabilir. Parti kapatma davasıbir kamu davasıdır.Aksi halde, abesle iştigal edilmişolur.

Nitekim, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunumuzun 150 incimaddesinin birinci fıkrasına göre, tahkikat ve hüküm, yalnıziddianamede beyan olunan suça -altınıçizerek söylüyorum- suçahasredilir; şu, bu fiile değil; tahkikat ve hüküm, yalnız iddianamedebeyan olunan suça hasredilir.

2- Hüküm mevzuu ve suçu takdirde, suçu takdirde mahkemeninyetkisi başlığınıtaşıyan 257 nci maddenin birinci fıkrasına göre,hükmün mevzuu, iddianamede gösterilen fiilden ibarettir.

3- Ceza Muhakemesi hukukundaki fiil kavramı, failin hayatolaylarının bütünü içinden -tırnak içinde arz ediyorum efendim-“cezalandırılabilir olan kısmınıayıran olaylar bütünüdür.” (Vural Savaşve Sadık Mollamahmutoğlu, Ceza Muhakemeleri Usulü KanunununYorumu, Cilt 1. Sayfa 1307 ve 1308 Seçkin YayınlarıAnkara 1995)

Ne yönden bakarsak bakalım, hangi kanuna başvurursakvuralım, parti kapatma davalarının niteliği ceza davasıniteliğindedir.

BAŞKAN - Sayın Kamalak, konuşmalarınızın devam edeceğinisöylediniz, 15 dakika ara veriyorum, ihtiyaçlar olabilir; 15 dakika sonragörüşmek üzere.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Sayın Kamalak, çalışmalara ara vermiştik.Kaldığımız yerden devam edebilirsiniz. Buyurun.

KAHRAMANMARAŞ MİLLETVEKİLİMUSTAFA KAMALAK -Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Zatıâlinizi ve Yüce Heyetinizitekrar hürmetle selamlıyorum. Parti kapatma davalarının niteliği

1429

üzerinde duruyorduk, kanunlara göre parti kapatma davalarının cezaînitelikte olduğunu arz etmeye çalıştım. Peki, Anayasa Mahkemesikararlarına göre kapatma davalarının niteliği. Anayasa Mahkememiz,kurulduğu tarihten bu yana Refah Partisi davasıdışındaki bütün partikapatma kararlarında, istikrarlı bir biçimde, bu davaların cezaniteliğinde olduğunu vurgulamıştır. Ancak, Refah davasında buyoldan ayrılınmıştır. Anayasa Komisyonunda konuyu dile getirdim.Türkiye’nin en yüksek mahkemesi, bir noktada, Meclisin yaptığıkanunları, haklıolarak değiştiren, hukuka uygun hale getiren birmahkememizin, yuvarlak, kırk yıllık uygulamasında demokrasiden birsapma mıoldu ki, Türkiye’de bu zamana kadar ki kararlarıyla RefahPartisi hakkındaki kararıarasında bir farklılık oldu diye, doğrusukatılan parti adına değil, hukuk adına, demokrasi adına ve bilhassaevrensel hukuk sistemi adına üzüntümü ifade ettim. O üzüntümü,emin olun, kat kat artıran bir cümle kullandıbir arkadaşımız, şu ankiMillî Eğitim Bakanımız, tutanaklardan izlenebilir “canım, bu zamanakadar yanlışkarar vermişlerdi.”

Sayın Başkanım, değerli üyeler; ben, iki dönem milletvekiliyim.Öbür partim kapatıldı, elbette üzüldüm; ama, bu müesseseler,Anayasa Mahkemesi, emin olun, sizlerden, her birinizden bana çokdaha lazımdır. Niye; belli zaten, belli, bakın... Mecliste, karşımızda birblok var, orada engelleyemiyoruz, Yüksek Mahkememizin kapısınıçalışıyoruz, buraya geliyoruz. Bu Yüce Mahkemeye, adaletin timsaliolan bu Kuruluşa, şu veya bu şekilde en ufak bir söz gelmemelidir.Gerçekten merak ediyorum, Sayın Bakanımızın -şu an bakandır- kırkyıldan bu yana verdiği kararlar mıyanlıştı, yoksa Refah davasında birsapma mıoldu?

Örnek 1: Doğru Yol Partisi davası. Devam iddiasıyla açılan budavada, Yüksek Mahkememiz, bana göre çok haklıve isabetli olarakşöyle diyor: “Bu haliyle uygulanmasıistenilen maddeler birer cezakuralıniteliğindedir. 101 inci maddede öngörülen siyasî partininkapatılmasına ilişkin yaptırım, Türk Ceza Kanununun 11 incimaddesiyle belirlenen klasik cezalar arasında yer almaması, failintüzel kişi olmasından kaynaklanmaktadır. Öte yandan, 2820 sayılıYasanın 17 nci maddesinin dördüncü kısmında yazılıyasak eylemleriişleyenlerin 6 aydan az olmamak üzere hapis cezasıylacezalandırılacaklarıda belirtilmiştir. Siyasî partilerin kapatılmalarısonucunu doğuran bu tür yasakların birer ceza kuralıniteliğindeoldukları1961 Anayasasının yapılmasında açıkça belirtilmiştir. Kaldıki, hem 2820 sayılıYasanın 98 inci ve hem de 10.11.1983 günlü 2949sayılıYasanın 33 üncü maddeleri, siyasî partilerin kapatılmasına

1430

ilişkin davaların, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleriuygulanmak suretiyle karara bağlanacağını belirtmektedir.Uygulanmasıistenen maddelerin ceza kuralıniteliğinde oluşlarıvedavanın Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre yürütülmesi,davalıparti için güvence teşkil eden birtakım sonuçlar doğurur. Bunlararasında üçüncü kişilerin eylemlerinden sorumlu olmamak, kanunsuzsuç ve ceza olmaz ilkesi ve bunun sonucu olarak cezada genişleticiyorum ve kıyasa yer verilmemesi kuralı, eldeki dava sebebiyle pratiksonuçlar doğuracaktır. Aynıbiçimde ceza usulünün gerçeği araması,şüphe halinde sanık lehine hareket etmek gereği gibi ilkeler,görülmekte olan bu davada da göz önünde bulundurulacak ilkelerdir.(Anayasa Mahkemesi kararı28.9.18984 esas, 1984/1,karar 1984/1.)

İkinci olarak, Yüksek Mahkememiz, Muhafazakâr Partihakkında açılan kapatma davasında da aynen şöyle demiştir:“Kanunun 8 inci, 14 üncü, geçici 4 üncü ve geçici 5 inci maddelerinedayanılarak kıyas yoluyla bir ceza niteliğinde olan kapatmamüeyyidesinin uygulanmasına olanak da görülmemiştir.” YüksekMahkeme, 1964 yılında tüzel kişilerin cezalandırabileceği konusundaparti kapatma cezasını, altınıçizerek söylüyorum, örnek olarakgöstermiştir. Yüksek Mahkeme şöyle diyor: “Tüzel kişilerin deyapılarına uygun bir ceza sorumluluğu altında bulundurulmalarındazorunluluk olduğunu kabul etmek gerekir. Nitekim Anayasanın 57 ncimaddesi, siyasî partilerin Anayasa Mahkemesi kararıyla temellikapatılacağınıkabul etmiştir. Buradaki kapatma hükmü ile davakonusu 1567 sayılıKanun değişik 3 üncü maddesindeki ticaret vemeslekî faaliyetten men cezasıarasında hukukî nitelik bakımından birayrılık bulunmamaktadır.” (Anayasa Mahkemesi kararı tarih16.6.1964, esas 1963/101, karar 1964/49)

Burada şu hususu da önemle belirtmek gerekiyor ki; partidavalarınıceza davasıniteliğinde gören tek mahkeme YüksekMahkememiz Anayasa Mahkemesi değildir. Nitekim, normaldönemde adlî yargıtarafından kapatılan tek parti olan Millet Partisi,1954 tarihinde Ankara Dördüncü Asliye Ceza Mahkemesi tarafındankapatılmıştır; yani, bundan aşağıyukarıdemek ki 57 yıl önce dahi,parti kapatma davasıceza davasıolarak ele alınmışve dava AnkaraDördüncü Asliye Ceza Mahkemesinde görülmüştür. O tarihten buyana, gerek dünyada gerekse ülkemizde, demokrasi yolunda,sanıyorum büyük mesafeler alındı. Bu mesafe içerisinde siyasîpartilerin,güvence yönünden, herhalde gerilediğini söylemek, bununtabiî olduğunu ifade etmek, hukukun gereği budur demek,kanaatimizce hukuka uygun düşmez ve gerçeklere de uygun düşmez.

1431

Nitekim, 1995 yılında, siyasî alandaki değişikliklerin temel amacı,siyasî partileri rahatlatmak, Türkiye’yi Avrupa’ya hazır bir halegetirmekti. 1995 yılındaki değişikliğin siyasî felsefesinin temelindeyatan düşünce bu idi. O, öyle oldu; ama, ondan önce olağanüstüdönemlerde; yani, demokrasinin askıya alındığı dönemlerde,demokrasinin daha istikrarlı, siyasî partilerin de hukuken dahagüvenceli olduğunu söylemek, herhalde hukukî gerçeklere uygundüşmez. Anayasa Mahkemesi kararlarının biri hariç, diğerlerindeYüksek Mahkeme, sürekli olarak, istikrarlıbir biçimde parti kapatmadavalarının ceza davasıniteliğinde olduğunu vurgulamıştır. Sonkararıyla, maalesef, siyasî partiler, derneklerden çok, ama çok dahagüvencesiz duruma düşmüştür. Çünkü, 12 Eylül rejimi dönemindeçıkarılan 2908 sayılıDernekler Kanununun, biraz önce arz ettiğim 53üncü maddesine göre, o derneğin kapatılabilmesi için mutlaka, amamutlaka en azından bir üyesinin mahkûm olması, suçluluğunun tabimahkemesince tespit edilmesi şarttır. Yüksek Yargıtayımız, birderneğin kapatılabilmesi için bir mahkûmiyeti de yeterlisaymamaktadır. Nitekim, 1997/9378 esas, 1997/11856, tarih5.11.1997 tarihli kararında Yüksek Mahkeme, Yargıtay İkinci HukukDairesi, derneklerin kapatılmasıyla ilgili olarak şu kararıvermiştir özetolarak: Bir derneğin kapatılabilmesi için, Dernekler Kanununun 53/2nci maddesi uyarınca, o derneğin suç sayılan eylemlerin kaynağıhaline geldiğinin kesinleşen mahkeme kararıyla saptanmasıgerektir.Eylemler sözcüğü, çoğunluğu ifade ettiğinden, bir kez bu nitelikteolayların gerçekleşmesi, derneğin kapatılmasıiçin yeterli değildir.

Sayın Başkanım, değerli üyeler; şu açılmışbulunan davada, şuan huzurunuza getirilmişbulunan davada, bir üye için kesinleşmişmahkeme kararışöyle dursun, açılmışbir dava bile yok. Bu davadamisalen, benim milletvekilliğimin düşürülmesi isteniyor. Hakkımdaaçılmışbir dava yoktur. Şu dava ile ilgili -Meclisten sorabilirsiniz-hakkımda düzenlenmiş bir fezleke bile yoktur; ama, partiminkapatılması, milletvekilliğimin düşürülmesi istenilmektedir. Takdir,elbette sizlerindir.

Şu soru gelebilir akla: Peki, ne oldu da Yüksek Mahkeme,Refah davasında yaklaşık kırk yıllık içtihadından döndü, vazgeçti,yeni yola koyuldu. Sayın Başkanım, değerli üyeler; ben, busavunmayı hazırlarken bir karara ulaşmak istedim, dışarıdabulamadım, kütüphaneleri araştırdım, bulamadım, neticede dilekçeyleYüksek Mahkememize başvurdum. Haklı olarak, YüksekMahkememiz, bana şu cevabıverdi: “Mahkememizin Yüce Divansıfatıyla 29.3.1983 gün, esas 1982/2, karar 1983/3, Yüce Divan,

1432

değişik işsayılıkararından bir örneğinin tarafınıza verilmesi talepedilmekte ise de, hukuken bunun uygun olmayacağı” belirtilmiştir.Teşekkür ederim. Peki, izninizle, ben yahut Sayın Başsavcı,raportörün raporunu istemiş olsa idi alabilir miydi, YüksekMahkememiz verir miydi oraya? Elbette hayır. Ama, bir programda,sayın emekli başsavcımız Vural SavaşBey, Sayın Cumhurbaşkanınıtenkit ederken şöyle diyor: “Sayın Cumhurbaşkanımız AnayasaMahkemesi Başkanıolduktan sonra, Yusuf Öztürk adlıçok değerli birraportörü, Anayasa Mahkemesinden derhal uzaklaştırmak oldu -aradaki kısımlarıatlayarak okuyorum- O raporu ben de gördüm.Tecrübeli bir hukukçu olarak gerçekten hazırlanmış en güzelraporlardan biri.”

Sayın Başkan, değerli üyeler; eğer bu rapor, bu mahkemenindışına çıkacak idiyse, sanıyorum, ilk etapta savunma tarafınaverilmeliydi. Şunu demek istiyorum: Kanaatim odur ki; bağışlayınlütfen, doğru bildiğimi, inandığımı, Türkiye’nin en YüksekMahkemesinin huzurunda söyleyemezsem, sanıyorum hiçbir yerdesöylemem mümkün değildir.

BAŞKAN - Sayın Kamalak, sözünüzü kesmiyoruz, devam edinlütfen, dava ile ilgili olan kısımlarıanlatabilirsiniz.

KAHRAMANMARAŞ MİLLETVEKİLİ MUSTAFA KAMALAK(Devamla) - Tabiî. Yüksek Mahkemenin son kararını, yanlışraporavererek verdiği kanaatindeyim. O raporun, ben, raportörü tanımam,hiç görmedim; ama, televizyon kanallarından öğreniyoruz ki, asılitibariyle mahkemenin kapısından dışarı çıkacaksa, savunmayaverilmesi gereken rapor davacının elinde ve önceki kararlardan farklıbir karar çıkıyor ortaya. Kanaatimce, Sayın Sezer’in, o raportörümüzüburadan uzaklaştırmasının temel sebebi de, bu konuşmadan sonra,kanaatim odur...

BAŞKAN - Sayın Kamalak, kişisel ilişkilere lütfen girmeyin, budavayla o işin ilişkisi yok. Siz, sadece davanızla ilgili olan kısımlarıanlatın, lütfen KAHRAMANMARAŞ MİLLETVEKİLİ MUSTAFAKAMALAK-

Teşekkür ederim Sayın Başkanım; ama, bu dava, o kararadayandırıldığıiçin, izninizle o kadarcık temas ediyorum, o konuyukesiyorum efendim.

BAŞKAN - Lütfen.

1433

KAHRAMANMARAŞ MİLLETVEKİLİ MUSTAFA KAMALAK(Devamla) - Kısacası, bir bütün olarak aldığımızda, aradaki bir istisnadışında Anayasa Mahkemesi kararlarına göre de parti kapatmadavalarıceza davasıniteliğindedir. Gerek ek iddianamede gerek esashakkındaki görüşte gerekse sözlü açıklamada Sayın Başsavcımız,temelli kapatma ve kapatma kavramlarının eşanlamlıolduğunuvurgulamıştır.

Sayın Başkanım, değerli üyeler; eğer Sayın Başsavcının iddiaettiği gibi, temelli kapatma ve kapatma kavramları eşanlamlıkavramlar ise, ortaya birbirinden vahim iki durum çıkmaktadır:

Bir, Anayasa abesle iştigal ediyor demektir; çünkü, Anayasa,149 uncu maddesinin son fıkrasında, temelli ve temelli kapatmakavramlarınıayırmıştır. Bu, uzun bir maddeyle zühulen gelmiştir,buraya girmiştir dememiz mümkün değil; çünkü, söz konusumaddenin o cümlesi özel olarak getirilmiştir, maddeye başka eklemeyapılmamıştır; ön maddede ekleme yok, takip eden maddede eklemeyoktur. Bu iki kavram, Anayasa koyucu tarafından özel olarak itinayla,dikkatle, ihtimamla birbirinden ayrılmış ve oraya getirilmiştir. Budurumda, Anayasanın abesle iştigal ettiğini, bu ifadelerin Anayasayazühulen girdiğini kabul etmemiz mümkün değildir.

İkinci bir ihtimal, bu davayıdayandırmış bulunduğu Refahdavasıkararıolabilir. O ihtimalde şudur: Her ne kadar Anayasa,temelli kapatma ve kapatma kavramlarınıayırmışsa da, YüksekMahkeme, nitelendirmeye girmiyorum, temelli kapatma yerinekapatma kararıvermiştir. Çünkü, Refah Partisinin kapatılmasınakarardaki ifade budur. Şunu diyoruz: Kapatma ve temelli kapatma birön sorun olarak karşımızda durmakta. Elbette takdir, YüksekMahkemenindir.

Biz, Anayasaya göre, bu kavramların farklıkavramlar olduğukanaatindeyiz. Nitekim, bu kavramların farklıolduğu Anayasa altkomisyonu raporunda, Anayasa Komisyonu raporunda, Meclistutanaklarında ve bizzat da zaten Anayasanın kendisinde farklıanlamlarda kullanılmıştır. Nitekim, Anayasa alt komisyonu raporunda-sayfa 10- aynen şöyle denilmektedir: “Parti, esasen AnayasaMahkemesince temelli olarak veya basit olarak kapatılacaktır.” Teklif,Anayasanın aynımaddesinin, aynıfıkrasında, Anayasanın 14 üncümaddesindeki esaslara uyma yükümünü de kaldırmıştır. Altkomisyon, siyasî partilerin yeni kaleme aldığı68 inci maddede yeralan ilkelere uymasıgerektiğini metne, açıklıkla koymak suretiyle,

1434

partilerin temelli kapatılmasını, sadece bu ilkelere uyulmamasışıkkında öngörmüş, diğer şıklarda öngörmemiştir. Benzeri ifadeler,hem Anayasa Komisyonunda hem de Genel Kurul tutanaklarında yeralmaktadır.

Diğer bir ön sorunumuz, temelli kapatılan bir partinin devamıolduğu iddiasıyla başka bir partinin, sırf bu sebeple temelli olarakkapatılmasının hukuka uygun düşmeyeceği kanaatindeyim. Şunugayet net ve açık olarak ifade ediyorum: Fazilet Partisi, temelli veyabasit olarak kapatılan hiçbir partinin devamı değildir;organizasyonuyla değildir, söylemiyle değildir, eylemiyle değildir;ancak, bu hususlar, hem asıl iddianamede hem ek iddianamede hemde sözlü açıklamalarda vurgulandığıiçin, konunun üzerine eğilmeihtiyacıhasıl olmuştur. Doktrin bu alanda hemfikirdir; yani, doktrinegöre Anayasada temelli olarak kapatmayıgerektiren haller dışındakiherhangi bir sebebe dayanarak bir partinin temelli olarak kapatılmasımümkün değildir. Nitekim, Anayasamızın 69 uncu maddesinin sonfıkrasına göre, siyasî partilerin kapatılmaları, yukarıdaki esaslarçerçevesinde kanunla düzenlenir. Anayasa, yukarıdaki esaslarda üçtemelli kapatma sebebi öngörmüştür:

Bu sebeplerden birisi, gayet iyi bilindiği üzere, tüzük veprogramın Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrasına aykırıolması, odaklaşma ve dışâlemden yardım alınmasıdır. Bu konuda,daha önce ismini zikrettiğim Sayın Prof. Fazıl Sağlam şöyle demekte:“1995 Anayasa değişikliğinden sonra siyasal partilerin temellikapatılmasına yol açacak yasaklar ve yasaklara ilişkin temel normlar,Anayasada tüketici bir biçimde nümeruz, klozüz ilkesine uygun olarakdüzenlenmiştir. Bu düzenlemeden sonra artık, parti yasaklarınıyasayla genişletmek, bunlara yenilerini eklemek mümkün değildir.Yasalar, ancak Anayasadaki bu sistemi somutlaştırıcıve temel hak veözgürlükler sistemi açısından güvence artırıcıdüzenlemeler yapabilir”(Doç. Dr. Fazıl Sağlam, Anayasa Hukukumuz Açısından Siyasal PartiKurumunun Güncel Sorunları, Anayasa Yargısı, sayı14, sayfa 368)

“Çünkü, bir partinin temelli kapatılmasıolgusunu, kişiler içinverilen idam cezasına koşut bir biçimde değerlendirmek doğru olur.Nasıl idam cezasıaslında, yaşam hakkının özüne dokunan biryaptırım ise ve ancak Anayasada yaşam hakkının bir istisnasıolaraköngörüldüğü oranda geçerli olabiliyorsa, siyasal partilerin temellikapatılmasıda aynıözelliği göstermektedir. Bir partinin temellikapatılması, aslında siyasal partiler için Anayasada öngörülen temelhak güvencesinin ve kurumsal güvencenin özüne dokunur. Bu

1435

nedenle, temelli kapatma nedenleri de, ancak, Anayasadaöngörüldüğü kapsamda geçerli olabilir. Dolayısıyla, siyasal partileriçin Anayasada öngörülen temelli kapatma nedenlerinin, Anayasanın13 üncü maddesinde yer alan genel sınırlama nedenleriylegenişletilmesi mümkün değildir. Aksi takdirde, Anayasanın, parti tüzelkişiliği için öngördüğü kurumsal güvencenin bir anlamıkalmaz.” (Adıgeçen makale sayfa 369)

4.- Anayasanın 69 uncu maddesinin yedinci fıkrası; yani “temellikapatılan bir partiyi, bir başka ad altında kurulamaz” diyen hükmü, birönleyici normdur, bastırıcınorm değildir. Sayın Sağlam’in ifadesiyle“Anayasamız, iki parti yasağı için temelli kapatma yaptırımıöngörmemiştir. Kendileri için temelli kapatma yaptırımıöngörülmeyeniki parti yasağından biri, siyasî partilerin ticarî faaliyette bulunmayasağı, diğeri ise temelli kapatılan bir partinin başka bir ad altındakurulamayacağıyasağıdır.” (Doç. Dr. Fazıl Sağlam, Siyasî PartilerHukukunun Güncel Sorunları, Beta Yayınlarısayfa 106, 107)

“69 uncu maddenin yedinci fıkrasına aykırılık nedeniyle birpartinin temelli kapatılabilmesi, ancak daha öncekinin kapatılmasınaneden olan koşulların varlığınısürdürmesi; yani, başka bir deyişle,yeni kurulan partinin, tüzük, program ve eylemlerinin de 68/4 üncümaddede öngörülen yasaklara aykırıolmasıhalinde söz konusuolabilir.” (Sağlam, sayfa 107)

5.- 1995 yılında Anayasa değişikliği yapılırken Anayasa altkomisyonu raporunda aynen yukarıda belirttiğimiz gibi, tahdidi birbiçimde temelli kapatma sebepleri sıralanmıştır. Altıncıolarak, devamnoktasında genç bir bilim adamımız Sayın Dr. Hakyemez, 5 kişilikbilim jürisi tarafından oybirliğiyle kabul edilen doktora tezinde aynenşöyle demektedir: “Anayasadaki bir başka yasak da, temelli kapatılanbir partinin başka bir adla yeniden kurulmasını engellemeyiamaçlamaktadır. Bu yasağın da, kapatma diye bir yaptırımının sözkonusu olmamasıgerektiği belirtilmektedir. Çünkü, Anayasa koyucu,isteseydi, bunu da temelli kapatılır biçiminde belirten kategori içerisinesokabilirdi. Kanaatimizce, bir siyasî partinin kapatılmasıdurumundabunun devamıniteliğindeki yeni bir partinin program, tüzük vefaaliyetlerinde Anayasa Mahkemesince, Anayasada yer alan kapatmanedenlerine aykırılık tespit edilmeden bu yeni partinin, sırf kapatılanbir partinin devamıolduğu için kapatılmamasıgerekir. Belki de, busayede, yeni kurulan siyasal parti, siyasal alanda öngörülen kurallarıbenimseyebilir ve demokratik sistem içine çekilebilir.” (Dr. Yusuf Şevki

1436

Hakyemez, Militan Demokrasi Anlayışıve 1982 Anayasası, SeçkinYayınları, yayın tarihi 2000, sayfa 221)

Özet olarak, temelli kapatmayı gerektirecek hiçbir fiilîbulunmadığıhalde, sırf kapatılan bir partinin devamıolduğu iddiasıylabir partiyi kapatmak, hiçbir suçu olmadığıhalde, sırf, babasıidamedildiği için çocuğu da idam etmek gibidir. Daha vahimi, bunlarınbozulan Anayasal düzeniyeniden tesis etmek veya yüksek adaletisağlamak amacıyla yapılmışolmasıdır. Fazilet Partisini kapatmak ise,kanaatimizce bunlardan da vahim bir şeydir; çünkü, Fazilet Partisi, neidam edilen bir babanın çocuğu ne de temelli kapatılan bir partinindevamıdır. Fazilet Partisi, Türkiye’de hukukun, insan haklarının,demokrasinin en samimi savunucusudur. Meclise bir bakalım: Şu anbunu, sanıyorum, başkalarına dokundurma filan biçiminde anlamakmümkün değildir. Biz, Türkiye’nin en demokrat, insan haklarına ensaygılı, demokrasiye, hukukun temel ilkelerine yürekten inanmışbirpartiyiz. Zaten, başka türlü davranmamız da mümkün değildir. Biz,gücümüzü demokrasiden, halktan alıyoruz, hukuktan alıyoruz.Demokrasinin, hukukun ne demek olduğunu, emin olun Türkiye’de eniyi biz biliriz. Çünkü, tam iki yıldan bu yana demokrasinin kılıcıaltındademokrasi mücadelesi veren, hukuk mücadelesi veren tek parti biziz.Böylesine hukuk mücadelesi veren, böylesine insan haklarınainanmışbir parti, niçin demokrasiye karşıolsun, niçin insan haklarınakarşıçıksın, niçin toplumu birbirine düşürsün; bu mümkün değildir.

Sayın Başkanım, savunmamızın ikinci bölümünü esashakkındaki düşüncelerimiz, görüşlerimiz oluşturmaktadır, onlarıarzediyorum: Malumlarıolduğu üzere, ilk iddianame 1999 yılındahazırlanmıştı. Aradan iki yılıaşkın, hatta üç yılıaşkın neredeyse, oiddianamenin üzerinden yaklaşık iki bir süre aştıktan sonra bir ekiddianameyle karşılaştık. Kanaatimce, ek iddianame, hukuken bir ekiddianame değildir; yani, hukukî açıdan, nitelikleri bakımından ekiddianameyi geçerli bir iddianame olarak kabul etmek mümkündeğildir. Çünkü, bir iddianamenin ek iddianame olabilmesi için,öncekilere ilaveten, asıl iddianamedeki hususlara ilaveten üç şartıdaha bünyesinde taşımasılazımdır. Bunlar;

1- Fiil unsuru,

2.- Delil unsuru,

3.- Talep unsuru.

1437

Ek iddianameye bakıyoruz, fiil olarak ne sunuyor, neyizikrediyor. Yüksek Mahkemeye daha önce delil diye sunulup da,Yüksek Mahkemenin delil kabul etmediği kasetleri, dokümanlarısunuyor. Ortada yeni bir nesne yok; yani, yeni bir fiil yok. Peki, delilolarak neyi sunuyor; ortada delil de yok. Biraz önce arz ettim, CezaMuhakemeleri Usulü Kanununa göre, kamu davası, ortada ancakyeterli delil varsa açılabilir. Nitekim, Ceza Muhakemeleri UsulüKanunumuzun 148 inci maddesinin ikinci fıkrasıgayet açıktır ve şöylediyor: Kanun, bu şartı“ceza takibini gerektirecek hususlarda yeterlidelil mevcut ise” diyerek ifade etmektedir. Delil olarak ekiddianameyle sunulan şeylerde, biraz önce arz ettiğim gibi, yeni fiillerebağlı olarak daha önce yüksek mahkemeye sunulmuş olankasetlerdir. Peki, yeni talep olarak ne var; yeni talep de yok. Deniliyorki “Fazilet Partisinin kurucularına 5 yıl süreyle siyasî yasak getirilsin,iki milletvekilinin de milletvekilliği düşürülsün.” Bu talepler yeni değilki! Daha önceki 7 Mayıs tarihli asıl iddianamede bütünmilletvekillerinin milletvekilliğinin düşürülmesi, bütün belediyebaşkanlarının başkanlıklarının düşürülmesi, Fazilet Partisinin bütünüst düzey yöneticilerine siyasî yasak getirilmesi talep ediliyordu. Ekiddianameyle, bu kadar milletvekillerinden sadece ikisininmilletvekilliğinin düşürülmesi talep edilmekte; yani, yeni talep yok. Obüyük talebin bir cüzî talep edilmiştir. Malumlarıolduğu üzere,bütünün içerisinde parça vardır. Dolayısıyla, burada yeni bir talepyoktur. Bu münasebetle, üç unsurdan hiçbirini taşımadığıiçin, ekiddianamenin hukuken ek iddianame olarak kanaatimizce kabulümümkün değildir.

İkinci olarak, ek iddianame, kanaatimizce hukuka da aykırıdır.Ek iddianame neyi ihtiva ediyor; Yüksek Mahkememizin daha önceara kararıyla delil saymadığıhususlarıbaşka bir yoldan, yine YüksekMahkemenin huzuruna getiriyor. Daha açık ve kesin ifadesiyle, eğerYüksek Mahkeme, Başsavcılığın 10.2.2000 tarihinde sunmuşolduğukasetleri, dokümanlarıek delil olarak kabul etmişolsa idi, böyle bir ekiddianameyle karşılaşmayacaktık; yani, ek iddianame, YüksekMahkemenin reddettiği kasetlere, dokümanlara dayanmaktadır. SayınBaşkanım, değerli üyeler; hepiniz gayet iyi bilirsiniz, hukukta, hukukudolanma diye bir kavram vardır; ek iddianame onu yapmaktadır.Yüksek Mahkemenin buradan reddettiği, bu masadan reddettiğikasetleri, dokümanları, bu masada tekrar Yüksek Mahkemenin önünegetirmektedir; yani, özü itibariyle ek iddianame, Yüksek Mahkemenin lAralık 2000 tarihinde vermiş olduğu ret kararınıetkisiz kılmayıamaçlamaktadır. Halbuki Anayasamızın 153 üncü maddesine göreAnayasa Mahkemesi kararları herkes için bağlayıcıdır. Ek

1438

iddianameyle, bu bağlayıcılıktan kurtulunmaya çalışıldığınıgörüyoruz.Bu yönüyle Anayasaya aykırıdır. Öbür taraftan, Anayasanın 138 incimaddesinin son fıkrasına göre, hiç kimse, yasama, yürütme, yargıdahil, yargıkararlarınıdeğiştiremez, uygulanmasınıgeciktiremez. Ekiddianame, Yüksek Mahkemenin, o ret kararınıdeğiştirerek, tekrarYüksek Mahkemenin önüne getirmektedir; yani, l Şubatta verilen retkararını değiştirmeyi amaçlamaktadır. Bu yönüyle de hukukaaykırıdır.

Öbür taraftan, Fazilet Partisi hiçbir partinin devamıdeğildir.Gerek esas hakkındaki görüşte gerekse sözlü açıklamalarında SayınBaşsavcımız, Fazilet Partisini, iki bakımdan Refah Partisinin devamıolduğunu iddia etmektedir. Bunlar;

1.- Örgütlenme bakımından,

2.- Fikir, söylem ve eylemleri bakımından.

Bu iki iddiadan hiçbirini hukuken kabul etmek mümkün değildir.

Sayın Başsavcımız, bu iddialarına delil olarak, örgütlenmebakımından delil olarak Fazilet Partisinin kuruluş belgesini RefahPartisine yakınlığıyla bilinen bir dernek üyesinin HUDER Yönetimkurulu üyesinin Avukat Muzaffer Önder Beyin İçişleri Bakanlığınagötürdüğünü delil olarak göstermekte.

İkinci bir delili, 12 Eylül döneminde; yani, bundan yirmi küsur yılönce Millî Selamet Partisini ve Sayın ERBAKAN’ısavunan biravukatın, Fazilet Partisine Genel Başkan seçilmiş olmasınıgöstermekte.

Üçüncü olarak da, Refah Partisinin kapatılmasıyla serbest kalanmilletvekillerinin yoğun bir biçimde Fazilet Partisine katıldığını,bunları, yine bu katılımlarıyoğun bir biçimde belediye başkanlarınınizlediğini ifade etmektedir. Bu noktada üç delili var, daha doğrusu delildiye ileri sürdüğü üç husus vardır.

Sayın Başkan, değerli üyeler; bir avukatın, Fazilet Partisininkuruluşbelgelerini İçişleri Bakanlığına götürmüşolması, o partinintüzel kişilik kazanmaktan başka ne anlam ifade eder. Refah PartisiyleHUDER arasında bir ilişki olup olmadığınıbilmiyorum, olsa bile, siyasîyasağı bulunmayan, siyasetle iştigal Anayasanın öngördüğü,düzenlediği, güvence altına aldığıtemel haklardan biri olan bu hakkını

1439

kullanırken, bunu parti kurma biçiminde dile getiren yahut eylemedönüştüren bir avukatın, Fazilet Partisinin kuruluşbelgesini İçişleriBakanlığına teslim etmesi, bu partinin daha önce kapatılmışolan birpartinin devamıolduğu anlamına mıgelir. Öbür taraftan, yirmi yılönce, bir sanığın avukatlığınıyapmışolmak, bu avukatın da suçluolduğu manasına mıgelir?

Sayın Başkanım, değerli üyeler; gayet iyi bilirsiniz ki, gerekbizim hukukumuzda gerekse evrensel hukukta suçun avukata dasirayet edeceğine dair bir kural yoktur. Sirayet etmişolsa bile, bizimCeza Kanunumuza göre en uzun zamanaşımıyirmi yıldır. Aradan şukadar zaman geçmiş, sirayet etmez ya; yani, sanığın suçu avukatasirayet etmez ya, ettiğini kabul edelim, yirmi yıl içerisinde, takdiredersiniz ki, zamanaşımına uğramıştır. Kaldıki, 12 Eylül rejimidöneminde yargılanıp, beraat eden tek parti Millî Selamet Partisidir,tek genel başkan da Sayın ERBAKAN’dır. Buraya gelirken inceledimdosyaları. Beraat etmişbir kimsenin avukatlığınıyapmışolmak, birkimsenin partisi için kapatma sebebi olabilir mi?

Üçüncü gerekçe, teşkilatlanma bakımından Refah Partisininkapatılmasıyla serbest kalan milletvekilleri, yoğun bir biçimde FaziletPartisine geçmiştir; üçüncü delil budur.

Sayın Başkan, değerli üyeler; Anayasamız, kimlerin siyasetyapamayacağını tek tek belirtmiştir. Şöyle diyelim: SayınERBAKAN’ın avukatlığınıyapan kişi yahut ona yakın bulunanlar birparti kurmuşdeğil de, doğrudan doğruya... Mesela önümüzdeki seneSayın ERBAKAN’ın yasaklılığısona eriyor. ERBAKAN ve yanındakiyasaklıarkadaşlarıparti kursa hayır mıdiyeceğiz. Neye göre; yani,yirmi yıl önce avukatlık yapmış bir arkadaşınıfalan bir tarafabırakıyorum, önümüzdeki sene parti kurma yasağıkalkıyor SayınERBAKAN’ın. Parti kurduğu takdirde, hem de kendisi gibi siyasetendiğer yasaklıbulunan arkadaşlarıyla beraber parti kurduğu takdirde,bu, temelli kapatılan partinin devamıdır diyerek, doğrudan temellikapatması için, bu Anayasamıza göre temelli kapatma davasıaçabilecek miyiz? Bana göre, bu mümkün değil.

Biraz daha beri doğru çekelim. Sayın ERBAKAN ve arkadaşları,şu an kurulu bir partiye geçse, yasaklılar, diyelim ANAP’a geçse,CHP’ye geçse, DSP’ye geçse, MHP’ye geçse, bu yasaklıinsanlarıniye aldınız diye ihtar mekanizmasınıçalıştırmadan, bu partiler içindoğrudan, bizim sistemimize göre, Anayasamıza göre, Siyasî PartilerKanununa göre temelli kapatma davasıaçmak mümkün mü? Elbette

1440

değil. Bakın, biraz önce basından aldığım bilgileri, malumu olan sizDeğerli Başkanıma ve üyelerimize arz ettim. Hasan Celal Güzel için,Yeniden DoğuşPartisi için ihtar mekanizmasının verilmesini talepetmiştir Sayın Başsavcılık. Şu halde, büyük ihtimalle... Halbuki HasanCelal Güzel Beyin durumu siyasî açıdan Sayın ERBAKAN’ındurumuna nispetle çok daha ağırdır; çünkü, Sayın ERBAKAN’ın vearkadaşlarının bağımsız olarak milletvekili seçilme imkânlarıvardır,bu alanda yasal bir engel yoktur. Halbuki Hasan Celal Beyin mahkûmolmasısebebiyle seçilme engeli var, aday olamama durumu sözkonusu; ama, buna rağmen, Başsavcılığın uyarısına rağmen,Yeniden DoğuşPartisi “Hayır, Hasan Celal Beyin üyelik kaydınısilmiyorum” dedi; ama, dava açmadı. Yüksek Mahkemeye, basındanöğrendiğimize göre, başvurdu “l04’e göre ihtar veriniz” dedi.Milletvekilliğine adaylığıdahi söz konusu olamayacak kişiler içindoğrudan temelli parti kapatma davasıaçılamazken, hiçbir yasağıbulunmayan milletvekillerinin, belediye başkanlarının, kapısında“girilmez” diye bir levha bulunmayan, hatta ve hatta Anayasanıngüvencesi, teminatıaltında bulunan bir partiye girmişolmak, nasıloluyor da temelli kapatma için bir sebep olabiliyor. Gerçektensoruyorum kendi kendime, Refah Partisi kapatıldı, ben serbestkaldım. Benim Fazilet Partisine gitmemi engelleyen hangi hukuknormu vardıki, oraya gitmemden dolayışu an benim partiminkapatılmasıtalep ediliyor. Benim oraya gidişim serbest olur; ama,oraya girişyasak olabilir. Ben, Fazilet Partisine girişin yasak olduğunadair herhangi bir levhaya, herhangi bir ibareye, herhangi bir kuralarastlamadım. Şu halde, bu iddianın da hukukta bir değerininolmamasıgerekir diye düşünüyorum. Bu, hukuk devletini de bir tarafabırakalım, kanaatimce, kanun devleti olmanın bile asgari şartıdır.Hepiniz, gayet eminim ki çok iyi bilirsiniz, hukukta, hak asıl, yasaklaristisnaidir. Neyin yasak olduğu da kanunla belirtilir. Şu haldehukuktaki temel ilke şudur: Ne ki yasak değil, serbesttir. Temel haklarkonusunda da bu yasağın ya doğrudan doğruya Anayasanın çokdaha özel bir kuralıile konulmasıveya Anayasanın 13 üncümaddesinde ifade edildiği gibi hukuk devletinin, demokrasinin,Anayasanın ruhuna uygun olarak, onun izniyle, onun amaçladığıbiçimde kanunla konulmasıgerekir.

Sayın Başkanım, değerli üyeler; biz, tam iki yıldır, doğrusukekeme olduk. Anamuhalefet partisiyiz; ama, söylediğimiz her şey,bizden ziyade millete mal oluyor; işte ülkenin hali. Eğer bu iddianame,ek iddianame, bir iddianame olarak hukuken kabul görecek olursa,siyasî partiler için, her gün, şu veya bu sebeple yeni bir iddianamedüzenlemek mümkündür. Bu, hukuk devletine uygun düşmez diye

1441

düşünüyorum ve öbür taraftan da keyfiliğe yol açar Halbuki hukukdevletinde keyfilik değil, evrensel hukuk kurallarıgeçerlidir, öyleolmak durumundadır. Tekraren arz ediyorum, teşkilatlanma,örgütlenme bakımından ileri sürülen delillerin hiçbir hukukî dayanağıyoktur.

Peki, fikir, eylem ve söylem bakımından acaba, Fazilet Partisi,Refahın devamımıdır? Sayın Başkanım, değerli üyeler; esashakkında görüşün önemli bir kısmı, Anayasa Mahkemesi kararındanalıntılar yapmak suretiyle Refah Partisinin kapatılma gerekçelerineayrılmıştır. Sonunda da, tek bir cümleyle “Fazilet Partisi AnayasaMahkemesi tarafından 16 Ocak 1998 tarihinde kapatılan RefahPartisinin devamıdır, bu yüzden onun da kapatılmasıgerekir”demektedir. Niçin diye sorduğumuzda “çünkü -metinden anladığımızkadarıyla- Fazilet Partisinin söylem ve eylemleri, kapatılan RefahPartisinin söylem ve eylemleriyle bütünlük arz etmektedir” ikincigerekçe budur.

Sayın Başkan, değerli üyeler; her parti arasında birtakımsöylem benzerlikleri olabilir; ama, benzerlik ayniyet ifade etmez.Sayın Başsavcının bu noktada dile getirdiği tek şey, türbanmeselesidir. Türban meselesini dile getiren sadece biz miyiz? BugünTürkiye’de türban meselesiyle ilgilenmeyen hiçbir insanımız var mı?

Merhum Özal zamanında türban konusunda üst üste kanunlarçıkarılmadımı?!. Bir partimiz “türban meselesini biz hallederiz,oylarınızıbize verin”diyerek Anadolu’da oy patlamasıyapmadımı?!.Bizim dediğimiz türban konusunda,”bu probleme bir çözüm bulunsun”dediğimiz budur. Yoksa, hiç kimsenin kılığı, kıyafeti, başınıaçması,örtmesi bizi kati surette ilgilendirmez.

Sayın Başkanım, değerli üyeler; “ben” diyen konuşmanın çokağır olduğunu, sevimsiz olduğunu biliyorum. Ben, buraya üniversitekürsüsünden geldim, dekanlıktan geldim; icraatım ortada; ben oradanayrıldıktan sonra da tüm icraatım mercek altına yatırıldı. Bu konudalaikliği ihlâl vesaire şeklinde hiç, ama, hiçbir isnatta bulunamadılar.

Değerli yazarlarımızdan Oktay Ekşi sütununa taşıdı, “SayınKamalak falan yerde dekanlık yapmış, bir saniyesini boşgeçirmemiş”dedi. Aradım, “şikayetin nedir Sayın Ekşi?”dedim, “Hocam, ben deşikayet etmedim ki” dedi. Şu an, benim milletvekilliğimin düşürülmesiisteniyor.

1442

Şunu diyorum; Sayın Başkan, değerli üyeler; üniversitede iken,milletvekili olmadığım için dokunulmazlığım yoktu; ama, sözhürriyetim vardı. Doğru bildiğimi doğru şekilde ifade etmeyeçalışıyorum. Milletvekili oldum, dokunulmazlık kazandım; ama, sözhürriyetimi kaybettim. Niye; çünkü, hakkımda hiçbir fezleke olmadığıhalde partimin kapatılmasıisteniyor. Nereden; Meclis kürsüsündensöylediğim sözden dolayı. Türkiye Büyük Millet Meclisinde söylediğimbir sözden dolayı. Orada söylenen söz, ana hatlarıyla şudur:“Bugünkü Türk hukukunda başörtüsünü yasaklayan bir kuralyoktur”dedim. Bu kapatma sebebi ise, kabul; ama, bu söz de bana aitdeğildir.

Sayın Başkan, değerli üyeler; bu karar, sizin kararınız. Şucümle de, bir önceki değerli başkanımızın kendi ifadesi; “dava konusukural yüksek öğretim kurumlarında kılık, kıyafeti tümüyle serbestbırakmaktadır. Bu serbesti, dinî inanç gereği giyilebilecek her türlügiysiyi ve bu arada türban veya başörtüsünü de serbest bırakmayıkapsamaktadır.”

Benim, Meclis kürsüsünden okuduğum cümle budur. Altındakiimza “Üye Selçuk Tüzün, Üye Ahmet N. Sezer, Üye Güven Dinçer.”Bu cümleyi söyleyen değerli başkanımız, şu an Cumhurbaşkanı.Benim söylediğim cümle de onun cümlesidir ve bunu da Mecliskürsüsünden söyledim.

Sayın Başkan, değerli üyeler; vekilleri susturulan bir millet hürdeğildir. Kürsü masuniyeti, mutlak sorumsuzluk bunun içingetirilmiştir; ama, ben, mutlak masuniyet içerisinde söylediğim sözdendolayısanık durumundayım. Sistemin temellerini yıkmaya yönelmişbir durumdayım, bununla itham ediliyorum. Takdir elbette sizlerin.

Öbür taraftan, Sayın Başkanım, o cümleyi de birilerini suçlamakiçin, insanlarımızıtahrik için söylemedim; doğru bildiğimi söyledim.Bakın, şu madde yürürlüktedir; yürürlükteki kanunlara aykırıolmamakkaydıyla....

Değerli Başkanım, sayın üyeler; Fazilet Partisinin söylemi,hiçbir partinin söylemiyle benzerlik arz etmemektedir, hiçbiriyle.Fazilet Partisinin söyleminin en ziyade benzerlik arz ettiği söylem,Yüksek Mahkememizin Anayasa Mahkemesinin söylemleridir. Bunundışında, yani, diğer partilerle, hele hele kapatılmışolan bir partininsöylemiyle benzerlik arz eden iki cümle bulamazlar, iki cümle!Anayasa Mahkememizin söylemiyle Fazilet Partisinin söylemi

1443

arasında ise, tam bir paralellik vardır, tam bir paralellik. Eğer, busöylemler suç ise, parti kapatma sebebi ise, takdir YüceHeyetinizindir.

Sayın Başkanım, zatıaliniz şöyle diyorsunuz; “uluslararasıhukuk kurallarının iç hukukumuzdaki yeri çatıştığıtakdirde ne olacak:”Bu, hukukumuzda açık bir biçimde belirtilsin istiyorsunuz. Şu da,Fazilet Partisinin Türk kamuoyuna, ilgili kuruluşlara sunduğu Anayasadeğişiklik metnidir. Bakın, Fazilet Partisi, sizin bu söyleminizi, 11Kasım 1999 tarihinde net biçimde ifade etmiştir. Diyor ki:” Uluslararasıanlaşmalarla, iç hukuk normu çatıştığızaman uluslararasıanlaşmalaresas alınır.”

Sayın Başkanım, Yüksek Mahkememizin başkanısıfatıylayapmışolduğunuz bu konuşmada “bütün idarî işlemlere karşıyargıyolu açılmalıdır”diyorsunuz. Biz, 125 inci maddede iki yıl önce aynışeyi vurgulamışız. Siz “Cumhurbaşkanının yapmışolduğu işlemlerekarşı, yargıyolu açılmalı” diyorsunuz; Fazilet Partisi de bunu diyor;105 inci maddenin değiştirilmesini öneriyor. Anayasa MahkememizHâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu işlemlerine karşıyargıyolununaçılmasınıtalep ediyor. Fazilet Partisi de değişiklik teklifinde, 159uncu maddenin değiştirilmesini Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulukararlarına karşıyargıyolunun açılmasınıtalep ediyor.

Sayın Başkanım, siz, yedek üyelerinin yedekliğinin kaldırılması,asıl üyeyle niteliklerinden farklıolmadığınıbelirtiyorsunuz; biz de aynışeyi söylüyoruz, belirtmişiz. Bizim, siz öyle söylediğiniz için bugün deduruşmamız bulunduğundan dolayıkopya etmişolmamız mümkündeğil; çünkü, bizim söyleyiştarihimiz çok daha eski.

Sayın Başkanım, siz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemekararlarının iç hukukta yargılamanın yenilenmesi sebebi sayılmasınıhaklıolarak talep ediyorsunuz; ben, tam iki yıl önce Refah Partisiadına Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda ve Hukuk UsulüMuhakemeleri Kanununda aynıyönde değişiklik teklifi vermiştim ben.Velhasıl, sizin konuşma metninizdeki tüm taleplerle Fazilet Partisinintalepleri arasında bir örtüşme, bir paralellik vardır. Herhaldebunlardan dolayıFazilet Partisinin temelli kapatılan bir partininsöylem, eylem ve fikir yönünden devamıolduğunu iddia etmekmümkün değildir.

1444

Öbür taraftan ek iddianamede “mücahit ERBAKAN, yazıldı”veya “ERBAKAN alkışlandı” bu yazıve alkışlar da Fazilet PartisininRefahın devamıolduğunu gösterir “diyor Sayın Başsavcımız.

Değerli Başkanım, değerli üyeler; hepimiz gayet iyi biliyoruz ki,Yüce Türk Milleti hassastır, hamiyetperverdir, hele bir kimsenin haklı-haksız mağdur edildiğine inanıyorsa, ona karşıdaha büyük sempatiduymaktadır.

Nitekim, aradan 40 küsur yıl geçtiği halde, bu millet, merhumMenderes’i unutmamıştır. Darbelerle uzaklaştırılan Sayın Demirel’isandıkta hür iradesiyle tercih etmiş, getirip Başbakan,Cumhurbaşkanıyapmıştır. Bir zaman bildirilerde isminden “BayEcevit’diye bahsedilen Sayın Ecevit’i bu millet getirip Başbakanyapmıştır ve Fazilet Partisi kongresinde de Sayın ERBAKAN’ıalkışlamıştır.

Şair öyle diyor; “Her şeyin bir sınırıvar; ama, sevgiye sınırçizilmiyor.” Yani, eski bir Başbakan, eski bir genel başkan, bu milletinyetiştirdiği bir vatan evladı, Türk vatandaşı, bir kongrede alkışlandıdiye o parti temelli kapatılan bir partinin devamımısayılır hukuken ?

Eğer, bu, hukuken devam sayılacaksa, size, çok daha önemlibir olayıanlatayım. 12 Şubat, Kahramanmaraş’ın kurtuluşgünüdür.Kahramanmaraş’ta kurtuluş günü daha bir anlamlıolur, yedidenyetmişe herkes katılır ona; “Çete Bayramı”denir ona. Elverdiğincegenel başkanlar katılır, Cumhurbaşkanıkatılır, Başbakan katılır; ama,her halükârda şehrin valisi, belediye başkanıve garnizon komutanıkatılır ona.

Bu sene oradaydım 12 Şubatta. Katılamayan liderler, devletbüyükleri, telgrafla kutladılar Kahramanmaraş’ın Çete Bayramını.Çeşitli üyelerden telgraflar geldi; imza “ERBAKAN” olunca.Kahramanmaraş yer yerinden oynadı. Eğer, ERBAKAN’ınalkışlanmasıbir suç teşkil ediyorsa, yahut yoğun bir biçimdealkışlandıdiye, şimdi KahramanmaraşRefah Partisinin devamımıoldu?

Sayın Başkanım, öbür taraftan, şunu da arz edeyim. Eğer,ekranda “mücahit ERBAKAN”yazılıolmasıyahut o ismi geçmişbulunmasıveya kutlama telgrafıüzerine ERBAKAN’ın alkışlanmışolması suç ise, yasak ise, hukuk devletine yakışan, kamugörevlilerine yakışan bu suçluları tespit etmektir. Zira, salon

1445

sorumlusu belli, monitör görevlisi belli, salonu düzenleyenler belli,bunların hepsi de ortada, hükümetin zabıtlarında var, emniyetemüracaat etmiş, oradan forma istemiş, güven istemişvesaire vesaire,bütün bu görevliler belli, ama, bunlara yönelen yok. Niye; çünkü, suçyok ortada.

Peki, Sayın Başkanım, değerli üyeler; yapan için suç olmayanbir eylem, üçüncü kişiler için suç olabilir mi? Hukukun hangi ilkesindevar bu Şu halde “ERBAKAN alkışlandı” yahut “ekrandan onun ismigeçtirildi” diye bir partiyi, daha önce kapatılmışbulunan bir partinindevamısaymak kanaatimce hukuka uygun düşmez.

Kaldıki, Yüksek Mahkememiz de çok daha ciddî iddialarlaaçılmış bulunan bir davayı, Doğru Yol Partisi hakkında açılmışbulunan bir davayıbundan tam 17 yıl önce, hem de oybirliğiylereddetmiştir.

Şu halde, Doğru Yol Partisi kararıbu davada çok önemli hukukîbir belge, çok önemli emsal bir karardır.

Yaptırımla ilgili taleplerin de kanaatimce hukuken kabul etmekmümkün değildir Sayın Savcımızın. Çünkü, daha önce de arz ettiğimgibi, yaptırım talebi içerisinde yeni bir talep yoktur. Sadece dahaönceki genel talep, çok, ama, çok küçültülmüştür, sözlüsavunmasında da bunu net biçimde ortaya koymuştur. Burada yasakolan fiil, kurma olduğuna göre, kurucuların müeyyideye tabi tutulması,kuruculardan iki milletvekilinin de milletvekilliğinin düşürülmesini talepediyor, “önceki iddianameyi bu şekilde düzeltiyorum” diyor SayınBaşsavcımız.

Anayasanın hiçbir yerinde parti kurmanın yasak olduğuna dairbir hüküm yoktur. Anayasanın 61 inci maddesinin ilk cümlesine göre,vatandaşlar siyasî partiyi kurma ve usulüne göre partilere girmehakkına sahiptir. Anayasa bir taraftan parti kurmayıtemel haklardansayacak, güvencesi altına alacak, kanun hükmünde kararnameyledahi buralara dokunulmasına müsaadeetmeyecek, öbür taraftan da,hiçbir yasağı bulunmayan vatandaşların bu hakkı kullanmalarısebebiyle partilerini kapatacağız, kendilerini siyasî yasaklıhalegetireceğiz, milletvekillerini düşüreceğiz ve beşyıl da herhangi birparti listesinden aday olmalarınıengelleyeceğiz.... Kanaatimce, böylebir yaklaşım, hukuka uygun düşmez.

1446

Kaldıki, Refah Partisi 16 Ocak 1998 tarihinde kapatılmıştır.Buna karşılık, Fazilet Partisi, 17 Aralık 1997 tarihinde kurulmuştur;yani, Refah Partisi kapatılmadan çok daha önce kurulmuştur. Öncekurulan bir parti kendisinden daha sonra kapatılan bir partinin yerinenasıl kurulmuşolabilir?!.

Çok daha önemlisi; bu kuruluş belgeleri devletin bilgisidahilinde; İçişleri Bakanlığına, asayişten, emniyetten sorumlu İçişleriBakanlığına verilmiş ve Siyasî Partiler Kanunumuzun 8 incimaddesine göre de, kurulduğu tarihten itibaren üç gün içerisinde bubelgelerin Sayın Başsavcılığa götürülmesi şartıvardır. Aradan şukadar zaman geçmiş, ondan sonra serbest kalan milletvekilleri,girilmesi serbest olan bir partiye Türkiye’nin gözü önünde, devletingözü önünde girmiştir. Eğer, orasıtehlikeli bir alan ise, toplanılmasıyasak olan bir parti ise, devletin, hukuk devletinin bu vatandaşlarıuyarması, ikaz etmesi kendisi bakımından bir görev değil midir?

Fazilet Partisi şu an dört yaşında, Fazilet Partisiyle doğançocuklar ana sınıfına gidiyor şu an. Dört yıldan bu yana eğer, böyle,ek iddianamelerle davayı uzatmak mümkün olacak olursa,kanaatimce bunu hukukla bağdaştırmak mümkün değildir. Çünkü,kamu hukukunda süre, kamu düzeniyle ilgilidir. Bu sebepledir ki, idarehukukunda, idare, tesis ettiği bir işlemi ancak ve ancak, dava açmasüresi içerisinde geri alabilir. Ki, bu süre, bugün için maksimum 60gündür. Birtakım işlemler, vergi işlemlerinde dava açma süresi,malumunuz, 30 gündür. Yani, idare hukukunda, bu arada bütün kamualanında süre, kamu düzeniyle ilgilidir. Nasıl ki, idare, kendi tesis ettiğiişlemi, ancak, kendi işlemine karşıvatandaşın dava açma süresiiçerisinde geri çekebiliyorsa, burada da devam iddiasıancak, yakuruluşaşamasında veya makul bir süre içerisinde ileri sürülebilir.Hukukun evrensel ilkeleri bunu gerektirir; hukuk güvenliği bunugerektirir; devlete güven bunu gerektirir.

Nitekim, Danıştay bir içtihatlarıbirleştirme kararında, aynınoktaya temas etmiştir. Şunu diyor :” Fazla ödenmişbulunan aylık veücret farklarının kararda belirtilen istisnalar dışında ancak ilkkanunsuz ödemenin yapıldığıtarihten başlamak üzere 90 güniçerisinde geri alınabileceği hakkında.” O zaman dava açma süresi 90gündü. E, haksız ödemiş, yanlışödemiş; ama, sen bir devletsin, senödedin onu, vatandaşın kusuru yok.

Sadece Danıştay mı; hayır. Yargıtay İçtihadıBirleştirme BüyükGenel Kurulu kararıdahi öyle, süreyle ilgili. “Belli süre geçtikten sonra

1447

devlet o işlemi geri alamaz, o işlemden dolayıvatandaşıilzamedemez, suçlayamaz” diyor.

Burada da aynıkuralın geçerli olmasıgerektiğine inanıyorum.Yani, devam iddiası, her zaman için ileri sürülebilecek bir iddiadeğildir. Kuruluş aşamasında veya makul bir süre içerisinde ilerisürülebilecek bir iddiadır.

Nitekim, Türkiye Birleşik Komünist Partisine karşı, kuruluşunutakip eden 10 uncu günü içinde dava açmıştır; olmasıgereken debudur.

Bu yönüyle de ek iddianamenin, tıpkıasıl iddianame gibireddedilmesinin gerektiğine inanıyorum.

Sonuç olarak, bu davanın asıl davayla birlikte, hem devambakımından hem de odaklaşma yönünden reddi gerekir. Devamyönünden reddi gerekir; çünkü;

1- Fazilet Partisi tüzük ve programıyla, fikir, beyan veeylemleriyle, felsefesiyle hiçbir partinin devamıdeğildir, buna ihtiyacıda yok,

2- Anayasada temelli kapatma sebepleri tek tek tahdidi birbiçimde, yani, nümerüz-klozüs olarak sayılmıştır. Bu sebepleri yorumyoluyla genişletmek hukuka uygun düşmez; çünkü, anayasal statüler,hepinizin gayet iyi bildiği gibi, ya anayasayla değiştirilir veyaanayasanın açık izniyle, ama, anayasanın ruhuna, demokratik vehukuk devleti ilkelerine bağlıkalarak, o hakkın özünü ortadankaldırmayacak şekilde düzenlenebilir. Anayasanın 13 üncümaddesinde belirtildiği gibi.

Kaldıki, temelli kapatmayı, parti yasaklarınıo ilkelerle, yani,kanunla dahi genişletmek kanaatimizce mümkün değildir.

Üçüncü olarak, biraz önce de arz ettiğim gibi, tekrarenbelirteyim ki, bir partiyi, sırf kapatılan bir partinin devamıolduğuiddiasıyla kapatmak, en ufak bir cezayı gerektirecek bir fiilîbulunmadığıhalde, sırf babasıidam edildiği için çocuğu da idametmek gibidir. Hele hele, bu idamın kamu düzenini tesis etmek,bozulan kamu düzenini tesis etmek, yüksek adaleti sağlamakamacıyla yapılmış olması, kanaatimce daha bir vahimdir. FaziletPartisi için bu isnatlarıileri sürmek ise, kanaatimce bunlardan da

1448

vahim; çünkü, tekraren arz ediyorum, Fazilet Partisi ne kapatılan birpartinin devamıdır ne de idam edilen bir babanın çocuğudur. Şuhalde, devam yönünden iddiaların reddi gerekir, öyle düşünüyorum.

Odaklaşma bakımından da bu davanın reddi gerekir; çünkü,odaklaşmadan bahsedebilmemiz için Anayasanın 68 inci maddesinindördüncü fıkrasındaki yasak eylemlerin yoğun bir biçimde işlenmişolmasılazımdır. Bu yasağıihlâl eden, ya bir partinin organlarıolabilirveya partinin üyeleri olabilir. Siyasî Partiler Kanununun 102 ncimaddesi gayet açıktır. Eğer, bu yasağıihlâl eden bir parti organıise,sayın başsavcının, o olayın üzerinden, ihlâlin üzerinden iki yılıgeçmemişise, partiyi yazılıolarak uyarması, o organ, merci veyakurulun feshini talep etmesi lazımdır. Parti yönünden, ben burayagelinceye kadar, böyle bir talep gelmedi. Şu halde, partininorganlarına dayanarak, organlarının eylemlerini esas alarak FaziletPartisinin odak haline geldiğini iddia etmek hukuka uygun düşmez.

Peki, üyelerinin davranışından dolayıparti odak haline gelmişolabilir mi; mümkün; ama, kanun, ölçüsünü koymuşbunun; hiçbirihtilafa meydan vermeyecek şekilde koymuş. “Parti üyeleri hükümgiyerse...” Nereden giyecek, Anayasanın 68 inci maddesinindördüncü fıkrasındaki eylemlerinden dolayıhüküm giyerse, sayınsavcı, ilgili partiye yazılıolarak uyarıda bulunacaktır. Buna rağmen,tıpkıYeniden DoğuşPartisinde olduğu gibi, Hasan Celâl Beyinüyeliğinde olduğu gibi “hayır, ben, üyemin kaydınısilmiyorum, ihraçetmiyorum”diyecek olursa, o zaman da sayın başsavcının YüksekMahkemenize başvurarak, ilgili partiye ihtar vermesini talep etmesilazımdır. Ben, buraya gelinceye kadar böyle bir ihtar da gelmedi.

Şu halde, o yönüyle de, yani, üyelerin fiilleri sebebiyle deodaklaşmadan bahsetmek mümkün değildir.

Öbür taraftan, Sayın Başkan, değerli üyeler; Siyasî PartilerKanununun 103 üncü maddesine 19 uncu maddeyle, yani, 4445 sayılıKanunun 14 üncü maddesiyle yapılan ekleme sonucu, Fazilet Partisiiçin müktesep hak doğmuştur. O maddenin iptal edilmişolması, ozamana kadarki fiilleri kanun dışına itemez. Mesela, 4616 sayılıKanun yürürlüğe girdi. O kanuna karşıyetkili kişi yahut makamlarbütününe, anamuhalefet partisi, iktidar partisi, CumhurbaşkanıyahutMeclisin beşte biri iptal davasıaçmışolsaydı, Yüksek Mahkeme -iptalederdi etmezdi ayrıbir konu- iptal ettiği takdirde, serbest bıraktığıinsanları, vatandaşları, devlet, geri içeri alabilecek miydi; hayır.

1449

Kanunun yürürlüğe girmesiyle o vatandaşlar için müktesep hakdoğmuştur.

Aynıdurum, burasıiçin de geçerlidir ve şöyle de düşünelim:Malumunuz, Anayasamıza göre, kuvvetler ayrılığı ilkesiAnayasamızda güvence altına alınmıştır, Anayasamız kuvvetlerayrılığıilkesini benimsemiştir. Bu organlar, yasama organı, yürütmeorganıve yargı. Bunlar, devlet adına işyapan, erk kullanan üstkurullardır, kurumlardır, devletin temel organlarıdır. Devletin temelorganıolarak yasama meclisinin çıkardığıbir kanunu, devletin diğerbir organı, yargının iptal etmesi sonucu durumu davacıolan devletlehine çevirmesi hukuka uygun düşmez. Yani, bu, zaten AnayasaMahkemesi kararlarının geriye yürümeyişinin temel sebeplerinden biribudur. Aksi halde, devlete güven ilkesi kalmaz. AnayasaMahkememiz bunu birçok kararlarında vurgulamıştır. Yani, devletintemel organlarından birisi, devlet adına erk kullanıyor, yetki kullanıyor,kanun çıkarıyor; devlet adına yetki kullanan sayın başsavcıbir partiiçin, tüzel kişilik için devlet adına dava açıyor, devlet adına erkkullanan bir mahkeme, Anayasa Mahkememiz o kanunu iptal etmeksuretiyle durumu devletin lehine çeviriyor. Eğer, bunu bu şekildealgılayacak olursak, ortada ne yargıgüvenliği kalır ne de devletegüven ilkesi kalır.

Tekraren arz ediyorum. 4445 sayılıKanunun 15 inci maddesiyleSiyasî Partiler Kanununun 103 üncü maddesine eklenen ikincifıkrayla; Fazilet Partisi için müktesep hak doğmuştur. O fıkranın iptaledilmişolmasıbu hakkıortadan kaldırmaz.

Öbür taraftan, izninizle anlamakta zorluk çektiğim bir hususu daYüce Heyetinize arz etmek isterim. Karara bakıyorum, YüksekMahkememizin o kararına; davayıaçan Anayasa Mahkemesi; davayabakan mahkeme sıfatıyla davanın açıldığıyer Anayasa Mahkemesi;açılan davayıdönüp karara bağlayan mahkeme yine AnayasaMahkemesi. Burada şu söylenebilir belki; bir ilçede tek hakimli birmahkeme Anayasaya aykırılığıileri sürerken, Anayasa Mahkemesiniye ileri sürmesin?

Sayın Başkan, değerli üyeler; arada çok önemli bir fark vardır.O tek hakimli mahkeme, o iddiayıileri sürüyor; ama, o iddiayıdönüpkarara kendisi bağlamıyor. Ben, araştırdım; acaba ben mi yanılıyorumdiye örnek aradım, doğrusu örnek bulamadım. Yekta Beyle konuyumüzakere etmiştik daha önce; şunu söyledi: “Hocam, AnayasaMahkememiz bunu hep aşağıdan beri böyle uyguluyor “dedi. Şunu

1450

yönelttim kendisine, dedim ki “Sayın Başkan, hukukun temel prensibivardır. Benim iddiam doğru mu yanlışmı, sen ona cevap ver”dedimYekta Beye. Bir kişi kendi davasının hâkimi olabilir mi? Veya ikincişey şu; “aşağıdan beri yapıyorduk” dedi, bu konunun son dereceönemli, hassas olduğunu biliyorum; ama, sizlerin huzurundasöyleyemeyeceğim bir düşünceyi sanıyorum hiçbir tarafta söylememmümkün değil. Başta da arz ettiğim için, Yüksek Mahkememizieleştirmek amacıyla söylemiyorum bunu; Yüksek Mahkemeyi, eminolun, ülkem için, benim için, insanlık için son derece önemli bulduğumiçin söylüyorum. Şunu dedim Yekta Beye; dedim ki “Sayın Başkan, birkişi yahut kurum, kendi hatasına dayanarak haklılığınısavunabilirmi?” O zaman şunu söyledi Refah davasıyla ilgili olarak:”Keşke iptaledilen kararıdaha önce yayınlamışolsalardı.” Yine değişmezdi, onuda söyledim zatıâlilerine,.kendilerinle,

Şimdi,. Sayın Başkanım, değerli üyeler; eğer, Fazilet PartisiSiyasî Partiler Kanununun 103 üncü maddesinin ikinci fıkrasındakiilkeleri, hükümleri ihlâl etse, hiç şüphesiz kapatılacaktı, tereddüt yok.Onlar, oradaki hükümlerden hiçbirisi, odaklaşma, yoğunlaşma, kesifvesaire kararlılık, bunların hiçbirisi gerçekleşmemiş; ama, o kural iptaledilmiş. Parti gene kapatılacak olursa, o zaman kaçınılmaz soruşudur : O halde, bu parti ne zaman kapatılmaz. Yani, kanunu ihlâletse kapatılacak; kanun ihlâl edilmemiş, bu sefer Yüksek Mahkemeiptal ediyor gene kapatıyor. O zaman, ne zaman kapatılmaz?.. Ben,cevabınıbulamıyorum.

Değerli Başkan, sayın üyeler; baştan beri vurguladığım gibi,gerek parti olarak gerekse üyeler yönünden Anayasanın 68 incimaddesinin dördüncü fıkrasındaki yasakların ihlâl edildiğine dairsübut bulmuşbir delil yoktur.

Öbür yandan, dördüncü olarak, mutlak sorumsuzlukkapsamındaki fiiller kanaatimce -elbette takdir sizlerin- partikapatmada delil olarak kullanılamaz, kullanılmamasılazımdır. Aksitakdirde, mutlak sorumsuzluğun hiç, ama hiçbir anlamıkalmaz.

Nitekim, doktrin bu alanda hemfikirdir. Elimdeki kitap 1964yılında yazılmışMetin KıratlıBey tarafından, Avrupa’daki gelişmeleriinceliyor. Şu ise, Devlet Bakanımız Yüksel Yalova tarafındanyazılmıştır. Aynışey vurgulanmakta, mutlak sorumsuzluk mutlaktır,kamu düzeniyle ilgilidir, süreklidir. Meclis Hukuk danışmanlarındanSayın Öznur’un, şu mütalaa da onundur Meclis Başkanlığına, 1995yılında sunmuşolduğu bir görüştür. Esasen, Anayasanın 83 üncü

1451

maddesi sorumsuzluğun kapsamınıTürkiye Büyük Millet Meclisiüyelerinin Meclis çalışmalarındaki oy, söz ve düşünceleri olaraktanımlamıştır. Doktrinde ittifak tamdır. Bu nedenle, siyasî parti gruptoplantılarında ifade edilen söz ve düşünceler de sorumsuzlukiçindedir. Benzer şekilde suç işlemek kastıyla kullanılan oy, sarfedilen söz veya açıklanan düşüncelerin sorumsuzluk kapsamınagirmeyeceği iddiası da, yasama sorumsuzluğunun amaç vemahiyetine uygun düşmemektedir. Yasama sorumsuzluğu esasen oy,söz ve düşünce yoluyla işlenen suçlardan dolayımilletvekilinisorumluluktan kurtarmak amacıyla kabul edilmiştir. Suç teşkil edenfiiller söz konusu olmasaydı, zaten, sorumluluk muafiyetindenbahsetmenin anlamıkalmazdı. Tarih boyunca kamu hukukçularıtartışmış, “mutlak sorumsuzluğun getireceği sakıncalar mıdahabüyüktür yoksa bu sorumsuzluğun kısıtlanmasımıdaha büyüksakıncalar doğurmaktadır” diye tartışılmış, neticede, sorumsuzluğunsınıflandırılmasının yahut birtakım yaptırımlarla engellenmesinindemokrasi için, ülke yönetimi için, rejim için çok daha büyüksakıncalar doğuracağıkabul edildiği içindir ki, mutlak sorumsuzlukesasıkabul edilmiştir.

Burada şu cümlemi tekrar ediyorum. Eğer, sorumsuzlukkapsamındaki fiiller parti kapatmalarda delil olarak kullanılacak olursa,bundan demokrasi zarar görür, rejim zarar görür.

Şu söyleniyor; deniliyor ki; efendim, bu sorumsuzluktan sadecemilletvekilinin şahsı istifade eder, partisi istifade edemez.; bumünasebetle, partisi kapatılır, sonra da Anayasanın 84 üncümaddesinin yansımasıyla o kişinin milletvekilliği düşürülebilir.

Sayın Başkan, değerli üyeler; bu yaklaşımın, hukuka uygundüşeceğini sanmıyorum. Nitekim, Anayasa Mahkememiz, birçokkararında sorumsuzluğun mutlak olduğunu, milletvekilinin hiçbirendişeye kapılmadan görevini hakkıyla yapabilmesi amacıylagetirildiğini vurgulamıştır Yüksek Mahkememiz.Yansıtma yoluyla-ki,hukukta “gölge düşürme” deniliyor buna- yansıtma yoluyla, önce gidippartisini kapatmak sonra da gelip milletvekilinin milletvekilliğinidüşürmek, siyaseten yasaklıhale getirmek sorumsuzluk, mutlaksorumsuzluk anlayışına uygun düşmez.

Şu misali vermek isterim izninizle; Anayasanın 138 incimaddesinin birinci fıkrasına göre, hâkimler görevlerindebağımsızdırlar, kararlarını Anayasaya, hukuka, kanuna vevicdanlarına uygun olarak karar verirler.

1452

Şimdi, hâkimler bağımsız, “hâkim bağımsızı” diyoruz “hakimsorumsuzluğu” diyoruz. Bir hâkim düşünelim, verdiği karardan dolayımahkemesi kapatılmış. Mahkemesi kapatıldığıiçin kendinin üyeliğidüşürülmüş, mahkemesi kapatıldı, kararından dolayımahkemesikapatılıyor, mahkemesi kapatıldığıiçin üyeliği düşürülüyor ve beşsene de Türkiye’nin hiçbir tarafında adlî teşkilatta görev alamıyor.Herhalde bu yaklaşım, hâkim, yargıç dokunulmazlığı, yargıçteminatıyla bağdaşmaz. Aynıdurumun mutlak sorumsuzluk için desöz konusu olduğunu düşünüyorum.

Öbür taraftan, Sayın Başkanım, değerli üyeler; 2954 sayılıTürkiye Radyo ve Televizyon Kanununun 28 inci maddesinin altıncıfıkrasına göre radyo ve televizyondan yapılan konuşmalar için 60 güniçerisinde açılmayan davalar dinlenmez. Üyelere isnat edilenbeyanların tamamı, konuşmalardan ibarettir ve radyodan,televizyondan yayınlanmıştır. Dava açıldığında da 60 günlük süreçoktan geçmişti. Bu yönüyle de dinlenmemesi lazım diyedüşünüyorum.

İlaveten, 4616 sayılıKanunla da eğer, üyelerin konuşmalarıyasak eylemlere giriyorsa bile, suç teşkil ediyorsa dahi, 4616 sayılıKanunun kapsamına girdiğini düşünüyorum; yani, ister adına “şartlıtahliye” diyelim, ister “erteleme” diyelim, o kapsamda mütalaaedilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Şu söylenebilir; “oradaki suçlar, kişiler içindir, partilerikapsamaz” denilebilir; ama, asıl fail için verilemeyen ceza, suçluluğubile ispat edilememiş fiillerden dolayıbir partinin kapatılmasınınuygun olmayacağınıdüşünüyorum.

Kısacası, bu davanın hukukî hiçbir dayanağıyoktur; odaklaşmabakımından yoktur, devam bakımından yoktur. Bu yönüyle de her ikidavanın, hem asıl davanın hem ek iddianameyle açılan davanınreddedilmesi gerektiğini düşünüyor hepinize saygılar sunuyorum.

BAŞKAN - Fazilet Partisi KahramanmaraşMilletvekili MustafaKamalak’ın, zaman zaman kişiselleştirmek suretiyle savunmasınırlarının da taştığısöylenebilecek sözlü savunmasıdinlendi,yapılan açıklamalar banda alındı, ayrıca, stenograflarca da saptandı;oturuma son verildi.

Teşekkür ederim sayın milletvekilleri.

1453

XIV- ANAYASA VE SİYASİPARTİLER YASASI KURALLARI

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın ve davalıSiyasî Parti’nin,İddianame ve savunmalarında dayanılan ve ilgili görülen Anayasa veSiyasî Partiler Yasasıkurallarışunlardır:

A- Anayasa Kuralları

1- “Başlangıç Bölümünün beşinci fıkrası

Hiçbir düşünce ve mülahazanın Türk millî menfaatlerinin, Türkvarlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihîve manevi değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâplarıvemedeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklikilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine vepolitikaya kesinlikle karıştırılamayacağı;”

2- “MADDE 2.- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millîdayanışma ve adalet anlayışıiçinde, insan haklarına saygılı, Atatürkmilliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”

3- “MADDE 4.- Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletinşeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindekiCumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemezve değiştirilmesi teklif edilemez.”

4- “MADDE 14.- Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerdenhiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak,Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığınıtehlikeye düşürmek, temelhak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin bir kişi veya zümre tarafındanyönetilmesini veya sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerindeegemenliğini sağlamak veya dil, ırk, din ve mezhep ayrımıyaratmakveya sair herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan birdevlet düzenini kurmak amacıyla kullanılamazlar.

Bu yasaklara aykırıhareket eden veya başkalarınıbu yoldateşvik veya tahrik edenler hakkında uygulanacak müeyyideler,kanunla düzenlenir.

Anayasanın hiçbir hükmü, Anayasada yer alan hak vehürriyetleri yok etmeye yönelik bir faaliyette bulunma hakkınıverirşekilde yorumlanamaz.”

1454

5- “MADDE 24.- Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaathürriyetine sahiptir.

14 üncü madde hükümlerine aykırıolmamak şartıyla ibadet, diniâyin ve törenler serbesttir.

Kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dini inanç vekanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerindendolayıkınanamaz ve suçlanamaz.

Din ve ahlak eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimialtında yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretimkurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunundışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine,küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine bağlıdır.”

Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî ve hukuki temeldüzenini kısmen de olsa, dini kurallarına dayandırma veya siyasîveya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursaolsun, dini veya din duygularınıyahut dince kutsal sayılan şeyleriistismar edemez ve kötüye kullanamaz.”

6- “MADDE 42.- Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksunbırakılamaz.

Öğrenim hakkının kapsamıkanunla tespit edilir ve düzenlenir.

Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılâplarıdoğrultusunda,çağdaşbilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimialtında yapılır. Bu esaslara aykırıeğitim ve öğretim yerleri açılamaz.

Eğitim ve öğretim hürriyeti, Anayasaya sadakat borcunuortadan kaldırmaz.

İlköğretim kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur veDevlet okullarında parasızdır.

Özel ilk ve orta dereceli okulların bağlıolduğu esaslar, Devletokulları ile erişilmek istenen seviyeye uygun olarak, kanunladüzenlenir.

Devlet, maddi imkânlardan yoksun başarılı öğrencilerin,öğrenimlerini sürdürebilmeleri amacıile burslar ve başka yollarla

1455

gerekli yardımlarıyapar. Devlet, durumlarısebebiyle özel eğitimeihtiyacıolanlarıtopluma yararlıkılacak tedbirleri alır.

Eğitim ve öğretim kurumlarında sadece eğitim, öğretim,araştırma ve inceleme ile ilgili faaliyetler yürütülür. Bu faaliyetler herne suretle olursa olsun engellenemez.

Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türkvatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Eğitimve öğretim kurumlarında okutulacak yabancıdiller ile yabancıdilleeğitim ve öğretim yapan okulların tâbi olacağıesaslar kanunladüzenlenir. Milletlerarasıandlaşma hükümleri saklıdır.”

7- “MADDE 68.- Vatandaşlar, siyasi parti kurma ve usulünegöre partilere girme ve partilerden ayrılma hakkına sahiptir. Partiüyesi olabilmek için onsekiz yaşınıdoldurmuşolmak gerekir.

Siyasi partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmezunsurlarıdır.

Siyasi partiler önceden izin almadan kurulurlar ve Anayasa vekanun hükümleri içerisinde faaliyetlerini sürdürürler.

Siyasi partilerin tüzük ve programlarıile eylemleri, Devletinbağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insanhaklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine,demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırıolamaz; sınıf veyazümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayıveyerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez.

Hâkimler ve savcılar, Sayıştay dahil yüksek yargıorganlarımensupları, kamu kurum ve kuruluşlarının memur statüsündekigörevlileri, yaptıklarıhizmet bakımından işçi niteliği taşımayan diğerkamu görevlileri, SilahlıKuvvetler mensupları ile yükseköğretimöncesi öğrencileri siyasi partilere üye olamazlar.

Yüksek öğretim elemanlarının siyasi partilere üye olmalarıancak kanunla düzenlenebilir. Kanun bu elemanların, siyasi partilerinmerkez organlarıdışında kalan parti görevi almalarına cevaz veremezve parti üyesi yüksek öğretim elemanlarının yüksek öğretimkurumlarında uyacaklarıesaslarıbelirler.

1456

Yüksek öğretim öğrencilerinin siyasi partilere üye olabilmelerineilişkin esaslar kanunla düzenlenir.

Siyasi partilere, Devlet, yeterli düzeyde ve hakça mali yardımyapar. Partilere yapılacak yardımın, alacaklarıüye aidatının vebağışların tabi olduğu esaslar kanunla düzenlenir.”

8- “MADDE 69.- Siyasi partilerin faaliyetleri, parti içidüzenlemeleri ve çalışmalarıdemokrasi ilkelerine uygun olur. Builkelerin uygulanmasıkanunla düzenlenir.

Siyasi partiler, ticari faaliyetlere girişemezler.

Siyasi partilerin gelir ve giderlerinin amaçlarına uygun olmasıgereklidir. Bu kuralın uygulanmasıkanunla düzenlenir. AnayasaMahkemesince siyasi partilerin mal edinimleri ile gelir ve giderlerininkanuna uygunluğunun tespiti, bu hususun denetim yöntemleri veaykırılık halinde uygulanacak yaptırımlar kanunda gösterilir. AnayasaMahkemesi, bu denetim görevini yerine getirirken Sayıştaydan yardımsağlar. Anayasa Mahkemesinin bu denetim sonunda vereceğikararlar kesindir.

Siyasi partilerin kapatılması, Yargıtay CumhuriyetBaşsavcısının açacağıdava üzerine Anayasa Mahkemesince kesinolarak karara bağlanır.

Bir siyasi partinin tüzüğü ve programının 68 inci maddenindördüncü fıkrası hükümlerine aykırı bulunması halinde temellikapatma kararıverilir.

Bir siyasi partinin 68 inci maddenin dördüncü fıkrasıhükümlerine aykırıeylemlerinden ötürü temelli kapatılmasına, ancak,onun bu nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline geldiğinin AnayasaMahkemesince tespit edilmesi halinde karar verilir.

Temelli kapatılan bir parti bir başka ad altında kurulamaz.

Bir siyasi partinin temelli kapatılmasına beyan veyafaaliyetleriyle sebep olan kurucuları dahil üyeleri, AnayasaMahkemesinin temelli kapatmaya ilişkin kesin kararının ResmiGazetede gerekçeli olarak yayımlanmasından başlayarak beş yılsüreyle bir başka partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve deneticisiolamazlar.

1457

Yabancı devletlerden, uluslararası kuruluşlardan ve Türkuyrukluğunda olmayan gerçek ve tüzel kişilerden maddi yardım alansiyasi partiler temelli olarak kapatılır.

Siyasi partilerin kuruluş ve çalışmaları, denetlenme vekapatılmalarıile siyasi partilerin ve adayların seçim harcamalarıveusulleri yukarıdaki esaslar çerçevesinde kanunla düzenlenir.”

9- “MADDE 83.- Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Meclisçalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleridüşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerineMeclisce başka bir karar alınmadıkça bunlarıMeclis dışındatekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar.

Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen birmilletvekili, Meclisin kararıolmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez,tutuklanamaz ve yargılanamaz. Ağır cezayıgerektiren suçüstü hali veseçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıylaAnayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır.Ancak, bu halde yetkili makam durumu hemen ve doğrudan doğruyaTürkiye Büyük Millet Meclisine bildirmek zorundadır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi hakkında, seçiminden önceveya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi, üyeliksıfatının sona ermesine bırakılır; üyelik süresince zamanaşımıişlemez.

Tekrar seçilen milletvekili hakkında soruşturma ve kovuşturma,Meclisin yeniden dokunulmazlığınıkaldırmasına bağlıdır.

Türkiye Büyük Millet Meclisindeki siyasî parti gruplarınca,yasama dokunulmazlığı ile ilgili görüşme yapılamaz ve kararalınamaz.”

10- “MADDE 84.- İstifa eden milletvekilinin milletvekilliğinindüşmesi, istifanın geçerliği olduğu Türkiye Büyük Millet MeclisiBaşkanlık Divanınca tespit edildikten sonra, Türkiye Büyük MilletMeclisi Genel Kurulunca kararlaştırılır.

Milletvekilliğinin kesin hüküm giyme veya kısıtlanma halindedüşmesi, bu husustaki kesin mahkeme kararının Genel Kurulabildirilmesiyle olur.

1458

82 nci maddeye göre milletvekilliğiyle bağdaşmayan bir görevveya hizmeti sürdürmekte ısrar eden milletvekilinin milletvekilliğinindüşmesine, yetkili komisyonun bu durumu tespit eden raporu üzerineGenel Kurul gizli oyla karar verir.

Meclis çalışmalarına özürsüz veya izinsiz olarak bir ayiçerisinde toplam beş birleşim günü katılmayan milletvekilininmilletvekilliğinin düşmesine, durumun Meclis Başkanlık Divanıncatespit edilmesi üzerine, Genel Kurulca üye tamsayısının saltçoğunluğunun oyuyla karar verilebilir.

Partisinin temelli kapatılmasına beyan ve eylemleriyle sebepolduğu Anayasa Mahkemesinin temelli kapatmaya ilişkin kesinkararında belirtilen milletvekilinin milletvekilliği, bu kararın ResmiGazetede gerekçeli olarak yayımlandığıtarihte sona erer. TürkiyeBüyük Millet Meclisi Başkanlığıbu kararın gereğini derhal yerinegetirip Genel Kurula bilgi sunar.”

B- Yasa Kuralları

1- “MADDE 3.- Siyasî partiler, Anayasa ve kanunlara uygunolarak; milletvekili ve mahallî idareler seçimleri yoluyla, tüzük veprogramlarında belirlenen görüşleri doğrultusunda çalışmalarıve açıkpropagandalarıile millî idarenin oluşmasınısağlayarak demokratik birDevlet ve toplum düzeni içinde ülkenin çağdaşmedeniyet seviyesineulaşmasıamacınıgüden ve ülke çapında faaliyet göstermek üzereteşkilâtlanan tüzelkişiliğe sahip kuruluşlardır.”

2- “MADDE 4.- Siyasî partiler, demokratik siyasî hayatınvazgeçilmez unsurlarıdır. Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlıolarakçalışırlar.

Siyasî partilerin kuruluşu, organlarının seçimi, işleyişi,faaliyetleri ve kararlarıAnayasada nitelikleri belirtilen demokrasiesaslarına aykırıolamaz.”

3- “MADDE 5.- Vatandaşlar siyasî parti kurma hakkınasahiptirler.

Siyasî partiler, Anayasa ve kanunlar çerçevesinde, önceden izinalmaksızın serbestçe kurulurlar.

4- “MADDE 78.- Siyasî partiler:

1459

a) Türkiye Devletinin Cumhuriyet olan şeklini; Anayasanınbaşlangıç kısmında ve 2 nci maddesinde belirtilen esaslarını;Anayasanın 3 üncü maddesinde açıklanan Türk Devletinin ülkesi vemilletiyle bölünmez bütünlüğüne, diline, bayrağına, millî marşına vebaşkentine dair hükümlerini; egemenliğin kayıtsız şartsız TürkMilletine ait olduğu ve bunun ancak, Anayasanın koyduğu esaslaragöre yetkili organlarıeliyle kullanılabileceği esasını; Türk Milletine aitolan egemenliğin kullanılmasının belli bir kişiye, zümreye veya sınıfabırakılamayacağı veya hiçbir kimse veya organın, kaynağınıAnayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağıhükmünü;seçimler ve halkoylamalarının serbest, eşit, gizli, genel oy, açık sayımve döküm esaslarına göre, yargıyönetim ve denetimi altındayapılmasıesasınıdeğiştirmek;

Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığınıtehlikeye düşürmek,temel hak ve hürriyetleri yok etmek, dil, ırk, renk, din ve mezhepayrımıyaratmak veya sair herhangi bir yoldan bu kavram vegörüşlere dayanan bir devlet düzeni kurmak;

Amacını güdemezler veya bu amaca yönelik faaliyettebulunamazlar, başkalarınıbu yolda tahrik ve teşvik edemezler.

b) Bölge, ırk, belli kişi, aile, zümre veya cemaat, din, mezhepveya tarikat esaslarına dayanamaz veya adlarınıkullanamazlar.

c) Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenliğiniveya zümre egemenliğini veya herhangi bir tür diktatörlüğüsavunmayıve yerleştirmeyi amaçlayamazlar ve bu amaca yönelikfaaliyette bulunamazlar.

d) Askerlik, güvenlik veya sivil savunma hizmetlerine hazırlayıcınitelikte eğitim ve öğretim faaliyetlerinde bulunamazlar.

e) Genel ahlâk ve adaba aykırı, amaçlar güdemezler ve buamaca yönelik faaliyette bulunamazlar.

f) Anayasanın hiçbir hükmünü, Anayasada yer alan hak vehürriyetleri yok etmeye yönelik bir faaliyette bulunma hakkınıverirşekilde yorumlayamazlar.”

5- “MADDE 84.- Siyasî partiler, Türk toplumunu çağdaşuygarlık seviyesinin üstüne çıkarmak ve Türkiye Cumhuriyetinin lâiklikniteliğini korumak amacınıgüden:

1460

a) 3 Mart 1340 tarihli ve 430 sayılıTevhidi Tedrisat Kanunu,

b) 25 Teşrinisâni 1341 tarihli ve 671 sayılıŞapka İktisasıHakkında Kanun,

c) 30 Teşrinisâni 1341 tarihli ve 677 sayılıTekke ve ZaviyelerleTürbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men veİlgasına Dair Kanun,

d) 17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılıTürk Kanunu Medenisiylekabul edilen, evlenme akdinin evlendirme memuru önündeyapılacağına dair medeni nikâh esasıile aynıKanunun 110 uncumaddesi,

e) 20 Mayıs 1928 tarihli ve 1288 sayılıBeynelmilel ErkamınKabulü Hakkında Kanun,

f) 1 Teşrinisâni 1928 tarihli ve 1353 sayılıTürk Harflerinin Kabulve Tatbiki Hakkında Kanun,

g) 26 Teşrinisâni 1934 tarihli ve 2590 sayılıEfendi, Bey, PaşaGibi Lâkap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun,

h) 3 Kânunuevvel 1934 tarihli ve 2596 sayılıBazıKisvelerinGiyilemeyeceğine Dair Kanun,

Hükümlerine aykırı amaç güdemezler ve faaliyettebulunamazlar.”

6- “MADDE 86.- Siyasî partiler, Türkiye Cumhuriyetinin lâiklikniteliğinin değiştirilmesi ve halifeliğin yeniden kurulmasıamacınıgüdemezler ve bu amaca yönelik faaliyetlerde bulunamazlar.”

7- “MADDE 87.- Siyasî partiler, Devletin sosyal veya ekonomikveya siyasî veya hukukî temel düzenini, kısmen de olsa dinî esas veinançlara uydurmak amacıyla veya siyasî amaçla veya siyasî menfaattemin ve tesis eylemek maksadıyla dinî veya dinî hissiyatıveya dincemukaddes tanınan şeyleri alet ederek her ne suretle olursa olsunpropaganda yapamaz, istismar edemez veya kötüye kullanamazlar.”

8- “MADDE 95.- Kapatılan siyasî parti bir başka ad altındakurulamaz. Bir siyasî partinin kapatılmasına söz veya eylemleriyleneden olan kurucuları dahil üyeleri, Anayasa Mahkemesinin

1461

kapatmaya ilişkin kesin kararının Resmî Gazetede gerekçeli olarakyayımlanmasından başlayarak beş yıl süreyle bir başka partininkurucusu, üyesi, yöneticisi ve denetçisi olamazlar. Siyasî partiler bukişileri hiçbir suretle seçimlerde aday gösteremezler.”

9- “MADDE 101.- Anayasa Mahkemesince bir siyasî partihakkında kapatma kararı;

a) Bir siyasî partinin tüzük ve programının Devletinbağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insanhaklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine,demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine ayrıolması, sınıf veya zümrediktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayıveyerleştirmeyi amaçlaması, suç işlenmesini teşvik etmesi,

b) Bir siyasî partinin, Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncüfıkrasına aykırıeylemlerin işlendiği odak haline geldiğinin AnayasaMahkemesince tespiti,

c) Bir siyasî partinin, yabancı devletlerden, uluslararasıkuruluşlardan ve Türk uyrukluğunda olmayan gerçek ve tüzelkişilerden maddî yardım alması,

Hallerinde verilir.”

10- “MADDE 103.- Bir siyasî partinin Anayasanın 68 incimaddesinin dördüncü fıkrasıhükmüne aykırıeylemlerin odak halinioluşturup oluşturmadığıhususu Anayasa Mahkemesince belirlenir.”

11- “MADDE 104.- Bir siyasî partinin, bu Kanunun 101 incimaddesi dışında kalan emredici hükümleriyle diğer kanunların siyasîpartilerle ilgili emredici hükümlerine aykırılık halinde bulunmasısebebiyle o parti aleyhine Anayasa Mahkemesine, CumhuriyetBaşsavcılığınca re’sen yazıile başvurulur.

Anayasa Mahkemesi, söz konusu hükümlere aykırılık görürsebu aykırılığın giderilmesi için ilgili siyasî parti hakkında ihtar kararıverir. Bu karar, o siyasî parti genel başkanlığına yazılıolarak bildirilir.Bu yazının tebliğ tarihinden itibaren altı ay içinde aykırılıkgiderilmediği takdirde, Cumhuriyet BaşsavcısıAnayasa Mahkemesinebu siyasî partinin kapatılmasıiçin resen dava açar.”

1462

XV- ANAYASA’YA AYKIRILIK SORUNU

Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 6.10.1999 günlü Esas HakkındakiGörüşü’nde 2820 sayılıSiyasî Partiler Yasası’nın 4445 sayılıYasa iledeğiştirilen 103. maddesinin ikinci fıkrasının Anayasa’ya aykırıolduğuileri sürülmüştür.

Anayasa Mahkemesi, siyasî parti kapatılmasıdavasına bakanmahkeme sıfatıyla 12.12.2000 gününde, bakılmakta olan davadauygulanacak olan 22.4.1983 günlü, 2820 sayılıSiyasî PartilerKanunu’nun, 12.8.1999 günlü, 4445 sayılıYasa ile değiştirilen 103.maddesinin ikinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırılığısavınıciddî görerekbekletici sorun olarak öncelikle bu konuda bir karar verilmek üzereAnayasa’nın 152. maddesi ve 2949 sayılıYasa’nın 28. maddesiuyarınca davanın geri bırakılmasına karar vermiş; 22.12.2000 günlü,24268 sayılıResmî Gazete’de yayımlanan 12.12.2000 günlü, E:2000/86, K: 2000/50 sayılıkararıile de, 2820 sayılıSiyasî PartilerKanunu’nun 103. maddesinin ikinci fıkrasınıiptal etmiştir.

XVI- FAZİLET PARTİSİ’NİN 14.5.2000 GÜNLÜ, 1. OLAĞANKONGRESİ’NE İLİŞKİN DELİLLER HAKKINDAKİKARAR

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 12.12.2000 günlü, SP. 95Muh.2000/582 sayılıyazısıekinde gönderilen Fazilet Partisi’nin14.5.2000 günlü 1. Olağan Kongresi’ne ilişkin video kasetleri ve bukonudaki istemi nedeniyle; Mustafa BUMİN, Haşim KILIÇ, SamiaAKBULUT, Yalçın ACARGÜN, Sacit ADALI, Ali HÜNER, FulyaKANTARCIOĞLU, Mahir Can ILICAK, Ertuğrul ERSOY, TülayTUĞCU ve Ahmet AKYALÇIN’ın katılmalarıyla yapılan toplantıda;

2949 sayılıAnayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve YargılamaUsulleri Hakkında Kanun’un 33. maddesinin göndermede bulunduğuCeza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 150. ve 257. maddelerinegöre, davanın açıldığı tarihten sonraki olayları içeren videokasetlerinin kanıt olarak değerlendirilmesine yer olmadığına veistemin REDDİNE, Yalçın ACARGÜN, Mahir Can ILICAK ile ErtuğrulERSOY’un karşıoylarıve OYÇOKLUĞUYLA, 1.2.2000 gününde kararverilmiştir.

XVII- BİRLEŞTİRME KARARI

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 5.2.2001 günlü, SP. 95Hz. 1999/116 sayılıEk İddianamesi ile Fazilet Partisi’nin Anayasa’nın

1463

69. maddesinin yedinci fıkrasıuyarınca temelli kapatılmasına kararverilmesi istemiyle açılan dava nedeniyle yapılan toplantıda, FaziletPartisi’nin temelli kapatılmasına karar verilmesi istemiyle YargıtayCumhuriyet Başsavcılığıtarafından açılıp Mahkememizin 2001/1(S.P.Kapatma) esasına kaydedilen dava ile daha önce aynıpartihakkında ve aynıtaleple açılan Mahkememizin 1999/2 (S.P.Kapatma)esasına kayıtlıdava arasında bağlantıbulunduğu anlaşıldığından, buiki davanın Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 3., 4. ve 230.maddeleri uyarınca birleştirilmesine, bundan sonraki işlemlerin 1999/2(S.P.Kapatma) esas sayılıdosya üzerinden yürütülmesine 7.2.2001gününde karar verilmiştir.

XVIII- İNCELEME

A- Kapatılan Refah Partisi’nin Fazilet Partisi AdıAltındaKurulduğuna İlişkin İddia Yönünden

1- Ön Sorunların İncelenmesi

a) Fazilet Partisi Genel BaşkanıRecai KUTAN’ın 2820 sayılıSiyasî Partiler Kanunu’nun 104. maddesinde öngörülen “ihtar yolu”işletilmeden temelli kapatılan bir siyasî parti’nin bir başka ad altındakurulamayacağıiddiasıyla kapatma davasıaçılamayacağıyolundaki23.11.2000 günlü dilekçesi üzerine Yargıtay CumhuriyetBaşsavcılığı’nın 22.1.2001 günlü, SP. 95. Muh. 2000/586 sayılıgörüşü alındıktan sonra Mustafa BUMİN, Haşim KILIÇ, SamiaAKBULUT, Yalçın ACARGÜN, Sacit ADALI, Ali HÜNER, FulyaKANTARCIOĞLU, Mahir Can ILICAK, Ertuğrul ERSOY, TülayTUĞCU ve Ahmet AKYALÇIN’ın katılmalarıyla yapılan toplantıdagereği görüşülüp düşünüldü:

Davalı parti 23.11.2000 günlü dilekçesinde, 2820 sayılıYasa’nın 95. maddesinde yer alan “Temelli kapatılan” bir partinin birbaşka ad altında kurulamayacağına ilişkin kurala dayanılarakkapatma davasıaçılabilmesi için önce aynıYasa’nın 104. maddesinegöre “ihtar kararı” verilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı22.1.2001 günlü ve SP. 95.Muh. 2000/586 sayılıgörüşünde, Anayasa’nın 69. maddesinin yedincifıkrasında yer alan “Temelli kapatılan bir parti bir başka ad altındakurulamaz” hükmünün kesin ve buyurucu nitelikte olduğunu, “ihtar”kararıverilmesine gerek olmadığınıbu nedenle, kapatılan partinin

1464

devamıniteliğinde bir parti kurulmasıdurumunda o partinin de temellikapatılmasının zorunlu bulunduğunu belirtmiştir.

2820 sayılıYasa’nın 12.8.1999 günlü, 4445 sayılıYasa iledeğiştirilen 104. maddesinin ilk fıkrasında, “Bir siyasî partinin buKanunun 101 inci maddesi dışında kalan emredici hükümleriyle diğerkanunların siyasî partilerle ilgili emredici hükümlerine aykırılık halindebulunması sebebiyle o parti aleyhine Anayasa Mahkemesine,Cumhuriyet Başsavcılığınca re’sen yazı ile başvurulur.” İkincifıkrasında da, “Anayasa Mahkemesi, söz konusu hükümlere aykırılıkgörürse bu aykırılığın giderilmesi için ilgili siyasî parti hakkında ihtarkararıverir. Bu karar, o siyasî parti genel başkanlığına yazılıolarakbildirilir. Bu yazının tebliği tarihinden itibaren altıay içinde aykırılıkgiderilmediği takdirde, Cumhuriyet BaşsavcısıAnayasa Mahkemesinebu siyasî partinin kapatılmasıiçin resen dava açar.” denilmektedir.AynıYasa’nın 4445 sayılıYasa ile değiştirilen 95. maddesinde isekapatılan siyasî partinin bir başka ad altında kurulamayacağıbelirtilmektedir.

2820 sayılıYasa’nın 101. maddesi dışında kalan emredicihükümleriyle diğer yasaların siyasî partilerle ilgili emredicihükümlerine aykırıdavranan bir siyasî parti hakkında AnayasaMahkemesi’nce ihtar kararıverilebilmesi için bu aykırılığın partitarafından giderilebilme olanağının bulunmasıgerekir. Kapatılan birsiyasî partinin bir başka ad altında kurulmasıdurumunda buaykırılığın ihtar kararıverilerek giderilmesi olanaklıdeğildir.

Açıklanan nedenlerle, bu konuda kapatılma davasıaçılmadanönce davalıParti’ye ihtar kararıverilmesine gerek olmadığından<<2820 sayılıSiyasî Partiler Kanunu’nun 101. ve 104. maddeleriuyarınca yerinde görülmeyen istemin reddine, Mustafa BUMİN,Samia AKBULUT ile Fulya KANTARCIOĞLU’nun karşıoylarıveoyçokluğuyla 30.1.2001>> gününde karar verilmiştir.

b) DavalıParti’nin savunmalarında, Necmettin ERBAKAN’laTBMM Başkanvekili Yasin HATİPOĞLU arasında geçen ve araçtelefonuyla yapılan görüşmeye ilişkin kasetin CMUK’nun 254.maddesinin ikinci fıkrasına aykırıolarak elde edildiği belirtilerekhükme esas alınamayacağıileri sürülmüştür.

12.6.2001 gününde Mustafa BUMİN, Haşim KILIÇ, YalçınACARGÜN, Sacit ADALI, Ali HÜNER, Fulya KANTARCIOĞLU, MahirCan ILICAK, Rüştü SÖNMEZ, Ertuğrul ERSOY, Tülay TUĞCU ve

1465

Ahmet AKYALÇIN’ın katılmalarıyla yapılan toplantıda, konuhakkındaki rapor, ilgili Anayasa ve Yasa kurallarıile dosyadaki diğerbelgeler incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:

Yargıyerlerince uyuşmazlık konusu eylem veya hukukî olayıngerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanmasında bir kanıtlama aracıolan delilin, hükme esas alınabilmesi için yasalarla kullanılmasına izinverilmesi gerekir.

CMUK’nun 254. maddesinin ikinci fıkrasında, “soruşturma vekovuşturma organlarının hukuka aykırışekilde elde ettikleri delillerhükme esas alınamaz” denilmektedir. Bu kuralla, hukuka aykırıbiçimde sağlanan delillerin hükümde gözönüne alınmamasıamaçlandığından söz konusu delillerin üçüncü kişiler tarafındansağlanmasıhukuka aykırılığıortadan kaldırmaz. Delilin elde edilişbiçimi, kişilerin Anayasa ile tanınmışhaklarınıihlâl ediyorsa, onunhukuka aykırıolarak elde edildiğinin kabulü gerekir.

Anayasa’nın 22. maddesine göre, herkes, haberleşmehürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır. Kanun’un açıkçagösterdiği hallerde usulüne göre verilmişhakim kararıolmadıkça;gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınanmerciin emri bulunmadıkça; haberleşme engellenemez ve gizliliğinedokunulamaz. İstisnaların uygulanacağıkamu kurum ve kuruluşlarıkanunla belirlenir.

İddianemeye eklenen deliller arasında yer alan ve üçüncükişiler tarafından getirildiği belirtilen Necmettin ERBAKAN ile YasinHATİPOĞLU arasındaki araç telefonundan yapılan konuşmakaydının, Anayasa’nın 22. maddesinde belirtildiği biçimde, usulüneuygun bir yargıç kararına ya da kanunla yetkili kılınan merciin emrinedayanmadığıbu nedenle de haberleşme özgürlüğünü ihlâl ettiği açıkolduğundan hukuka uygun olarak elde edilmediği sonucuna varılansöz konusu konuşmaya ait kasetin, CMUK’nun 254. maddesinin ikincifıkrasıgereğince hükme esas alınmamasına, Yalçın ACARGÜN,Mahir Can ILICAK, Rüştü SÖNMEZ, Ertuğrul ERSOY ile AhmetAKYALÇIN’ın karşıoylarıve OYÇOKLUĞUYLA karar verilmiştir.

2- Esasın İncelenmesi

7.5.1999 ve 5.2.2001 günlü İddianamelerde, Fazilet Partisi’ninkapatılan Refah Partisi’nin başka bir ad altında kurulmuşdevamı

1466

niteliğinde olduğu ileri sürülerek Anayasa’nın 69. maddesi uyarıncakapatılmasıistenmiştir.

a) İddia ve Savunma

aa) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 7.5.1999 Günlüİddianamesi ve 4.6.1999 günlü ekinde;

-Fazilet Partisi’nin, Refah Partisi’nin kapatılacağınıanlayanyöneticileri tarafından kurdurulan hülle partisi olarak adlandırılabilecekbir parti olduğu, 147 milletvekili ile çok sayıda belediye başkanınınFazilet Partisi’ne geçmelerinin, bu milletvekillerinden bazılarının daGenel İdare Kurulu ve Disiplin Kurulu üyesi olmalarının kapatılanRefah Partisi’nin bir başka ad altında kurulduğunun kanıtıolduğu;

-Demokrat Türkiye Partisi’nin “23 Mart Salıgününden itibarenGenel Kurulda kanun tasarıve tekliflerinin görüşülmesine devamolunması” önerisinin Fazilet Partili TBMM Başkanvekili YasinHATİPOĞLU tarafından tamamen usule aykırışekilde gündemealınıp oylanmasının sağlandığı(Buna ilişkin 21.3.1999 günlü 60.Birleşime ait TBMM Tutanak Dergisi);

-21.3.1999 günlü oturumdan sonra Yasin HATİPOĞLU’nun buoturumda yaptığıişlemlerin kurallara uygun olmadığınıitiraf ettiği kimipolitikacıların, Fazilet Partili milletvekillerinin seçimlerin ertelenmesive hükümetin düşürülmesi yolunda yönlendirilmeleri için FaziletPartisi yöneticileri yerine Necmettin ERBAKAN’la ilişki kurduklarıveFazilet Partisi’nin kapatılan Refah Partisi Genel BaşkanıNecmettinERBAKAN’ın emir ve talimatlarına uygun şekilde yönetildiği, bununisminin açıklanmasınıistemeyen bir vatandaş tarafından getirilen21.3.1999 günü saat 20.15’de Necmettin ERBAKAN’ın YasinHATİPOĞLU ile araç telefonuyla yaptığıkonuşmanın kasetindenanlaşıldığı; bu kaset “soruşturma ve kovuşturma organları” tarafındanelde edilmediği için CMUK’nun 254. maddesi uyarınca delil olaraksunulmasında ve hükme esas alınmasında sakınca bulunmadığı,

-Necmettin ERBAKAN, Şevket KAZAN ve Ali OĞUZ’la ilgiliolarak kimi gazatelerde yer alan haber ve söyleşilerin iki partiarasındaki ilişkiyi kanıtladığı,

-Merve KAVAKÇI’nın seçilmeden önce kimi konuşmalarınındeğerlendirilmesinden iki parti tarafından da görevlendirildiğinin

1467

anlaşıldığıve bu faaliyetleri nedeniyle milletvekili adayıolarak özenleseçildiği,

ileri sürülmüştür.

DavalıPartinin Savunmalarında

-Fazilet Partisi’nin, Refah Partisi’nin kapatıldığı16.1.1998’denönce 17.12.1997’de kurulduğu, Refah Partisi’nin kapatılacağınınönceden bilinemeyeceği; aynıanda mevcut olan iki partiden birinindiğerinin devamıolamayacağı; “hülle” kavramının subjektif olduğu,hukukî değerlendirmelere esas alınamayacağı; Fazilet Partisi’negeçen Refah Partili milletvekili sayısının 147 değil 144 olduğu, bununiki parti kadrolarıarasında kısmen benzerlik bulunduğunu gösterdiği,yasaklıolmayan partililerin hukukî engel bulunmadıkça bir başkapartide faaliyet göstermelerinin doğal olduğu, bunların Parti içindeazınlıkta kaldıkları; Fazilet Partisi’nin tüzüğü ve programının temelanlayışve politikalar bakımından farklılıklar ve yenilikler içerdiği bunedenle Fazilet Partisi’nin kapatılan, Refah Partisi’nin devamısayılamayacağı;

-Yasin HATİPOĞLU’nun bir partili olarak değil, Anayasa’nın 94.maddesi çerçevesinde Meclis Başkanvekili sıfatıyla bir önergeyi“usulsüz” bile olsa gündeme almasının Fazilet Partisi’ni ilgilendiren biryönü bulunmadığı, kaldıki bu girişimin sonuç vermediği, belirtilenönergenin gündeme alınmadığı;

-İnsan haklarınıçiğneyerek elde edilen deliller CMUK’nun 254.maddesinin ikinci fıkrasıuyarınca dikkate alınamayacağından birsoruşturma ya da kovuşturma organıtarafından elde edilmese de,Necmetin ERBAKAN’la TBMM Başkanvekili Yasin HATİPOĞLUarasında geçtiği iddia edilen telefon konuşmasına ilişkin kasetindeğerlendirme dışıbırakılmasıgerektiği;

-Kimi gazetelerde çıkan haber ve söyleşilerin doğruluğukonusunda kanıt bulunmadığı, önceden yakınlıklarıolan FaziletPartililerin bireysel olarak ERBAKAN’la görüşmelerinin insani ilişkilerbakımından doğal karşılanmasıgerektiği, bundan Parti kimliğiyle ilgilisonuçlar çıkarılamayacağı, haberde iddia edilenler doğru olsa bilebunun Fazilet Partisi’nin 2820 sayılıYasa’nın 95. maddesi anlamındaRefah Partisi’nin devamıolduğu anlamına gelmeyeceği, kişiseldeğerlendirme niteliğindeki Ali OĞUZ’a ait açıklamaların ise o tarihteüyelik ilişkisi bulunmamasınedeniyle Fazilet Partisi’ni bağlamayacağı;

1468

-Merve KAVAKÇI’nın kapatılan Refah Partisi’nin de üyesiolmasının iki parti arasında anayasal ve yasal anlamda bir devamlılıkilişkisini göstermeyeceği, partide yetkili bir konumda bulunmayankişinin kimi toplantılarda yaptığıkonuşmaların Parti’yi bağlamasınındüşünülemeyeceği,

belirtilmiştir.

bb) 5.2.2001 günlü Ek İddianame Yönünden,

Ek İddianeme’de, Fazilet Partisi’nin 1. Olağan Kongresi’ne aitVideo kaset çözümlerinden ve buna uyan 15.5.2000 günlü HükümetKomiseri raporundan, kongre sırasında ve öncesinde katılımcılartarafından sık sık “Mücahit ERBAKAN - ERBAKAN nerede bizoradayız- Mücahit ERBAKAN, işte komutan, işte asker” sloganlarıileAnayasa Mahkemesi’nce temelli kapatılan Refah Partisi’nin siyasetyasaklıGenel BaşkanıNecmettin ERBAKAN lehine tezahürattabulunulduğu ve kongre salonunda kurulan dev ekrandan da uzunsüre “Mücahit ERBAKAN” şeklinde açık yazıgeçildiğinin anlaşıldığı;bu kanıtların incelenip değerlendirilmesinden, Fazilet Partisi’ninkapatılan Refah Partisi’nin başka bir adla kurulmuşdevamıniteliğindeolduğu kanısına varıldığı; Anayasa Mahkemesi’nin bu durumusaptamasıhalinde kararlarının bağlayıcılığının yeniden ve doğrudansağlanması bakımından söz konusu Parti’nin Anayasa’nın 69.maddesinin yedinci fıkrasıuyarınca kapatılmasına karar verilerekanayasal düzenin korunmasının gerekli olduğu ileri sürülmüştür.

DavalıParti’nin savunmalarında, ERBAKAN’ın Fazilet PartisiBüyük Kongresi’nde kadirşinaslık, hak ve hukuka saygıduygularıylaalkışlanmışolmasının bu Parti’nin Anayasa Mahkemesi’nce temelikapatılan bir partinin bir başka ad altında kurulmuşolduğu anlamınagelmeyeceği, Fazilet Partisi’nin kapatılan Refah Partisi’nden öncekurulmasınedeniyle onun devamısayılamayacağıbelirtilmiştir.

b- Delillerin Değerlendirilmesi

Anayasa’nın 23.7.1995 günlü, 4121 sayılıYasa ile değiştirilen69. maddesinin yedinci ve sekizinci fıkralarında “temelli kapatılan birparti başka ad altında kurulamaz. Bir siyasî partinin temellikapatılmasına beyan ve faaliyetleriyle sebep olan kurucularıdahilüyeleri Anayasa Mahkemesi’nin temelli kapatmaya ilişkin kesinkararının Resmî Gazete’de gerekçeli olarak yayımlanmasındanbaşlayarak beş yıl süreyle bir başka partinin kurucusu, üyesi,

1469

yöneticisi ve denetçisi olamaz” denildiği halde, Siyasî PartilerYasası’nın kapatma davasının açıldığı7.5.1999’da yürürlükte bulunan95. maddesinde, temelli kapatılan siyasî partilerin kapatılma tarihindeüyeliği devam eden, kurucuları, genel başkanı, merkez karar veyönetim kurulu ile her kademedeki yönetim ve disiplin kurulu üyelerive Türkiye Büyük Millet Meclisi siyasî parti grubu üyelerinin başka birsiyasî partinin kurucusu, yöneticisi ve denetçisi olamayacakları;bunlardan fiilleriyle siyasî partinin kapatılmasına neden olanların onyıl süreyle başka bir siyasî partiye alınamayacaklarıve milletvekilliğiiçin aday olamayacakları; kapatılmışbir siyasî partinin mensuplarınınüye çoğunluğunun oluşturacağıbir siyasî parti de kurulamayacağıbelirtilmişise de Anayasa’nın 69. maddesine koşut olarak 12.8.1999günlü 4445 sayılıYasa ile yeniden düzenlenen maddede, “Kapatılansiyasî parti bir başka ad altında kurulamaz. Bir siyasî partininkapatılmasına söz veya eylemleriyle neden olan kurucularıdahilüyeleri, Anayasa Mahkemesi’nin kapatmaya ilişkin kesin kararınınResmî Gazete’de gerekçeli olarak yayımlanmasından başlayarak beşyıl süreyle bir başka partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve denetçisiolamazlar. Siyasî Partiler bu kişileri hiçbir suretle seçimlerde adaygösteremezler.” kuralına yer verilerek 95. madde yönünden Anayasaile Siyasî Partiler Yasasıarasında uyum sağlanmıştır.

Temelli kapatılan bir partinin bir başka ad altındakurulamayacağına ilişkin kuralla yasaklanan, kapatılan bir siyasî partiile aynıveya özdeşsayılabilecek yeni bir partinin kurulmasıdır. Böylebir durum da ancak, yeni partinin, tüzüğü, programı, kurucuları,yöneticileri, denetçileri ve faaliyetlerine ilişkin konularda öz yönündenkapatılan partiden farklıolmamasıve doğal olarak bu partiden sonrakurulmasıile gerçekleşebilir. Bu nedenle, kimi eylem ve söylemlerdekibenzerlik ile kapatılan partinin yöneticileri ile yakınlık gibi hususlartemelli kapatılan bir siyasî partinin bir başka ad altında kurulduğunuya da yeni kurulan partinin kapatılan partinin devamıolduğunu kabuleyeterli değildir. Ayrıca Siyasî Partiler Yasası’nda “devam”la ilgilisonuçlarıve yaptırımıfarklıözel bir kural olduğu da gözden uzaktutulmamalıdır. Gerçekten 96. maddenin ikinci fıkrasında “Kurulacaksiyasî partiler Anayasa Mahkemesince kapatılan siyasî partilerindevamıolduklarınıbeyan edemez ve böyle bir iddiada bulunamazlar”denilmektedir. Bu nedenle, konunun “kapatılan siyasî parti bir başkaad altında kurulamaz” kuralı çerçevesinde değerlendirilmesigerekmektedir.

Konuya ilişkin delillerin incelenmesinden, kapatılan RefahPartisi’ne mensup çok sayıda milletvekili ve belediye başkanının

1470

Fazilet Partisi’ne geçtikleri, bunlardan kimilerinin de yönetim vedisiplin kurullarında görev aldıkları; Fazilet Partisi’nin 1. OlağanKongresinde de, kapatılan Refah Partisi’nin Genel BaşkanıNecmettinERBAKAN lehinde tezahüratta bulunulduğu anlaşılmıştır. Budurumda, davalıParti tarafından da kabul edildiği gibi iki partininkadroları arasında benzerlik olduğu ve Parti’lilerin NecmettinERBAKAN’a ilgilerinin sürdüğü açıktır.

İddianame’de belirtilen ve davalıParti tarafından da tümüylereddedilmeyen haber ve söyleşilerdeki görüşler ise kişiseldeğerlendirmeleri yansıtsa da iki parti arasındaki yakınlığıgöstermektedir.

Refah Partisi’nin kapatılma kararından sonra siyasî haklarınıkullanmalarına sınır getirilmeyen mensuplarının faaliyetlerini bağımsızolarak veya başka bir siyasî parti içinde sürdürmelerine yasal birengel bulunmamaktadır. Kapatılan Refah Partisi’nin çok sayıdamilletvekilinin ve üyesinin kendilerine yakın buldukları FaziletPartisi’nde siyasî yaşamlarınısürdürmeye karar vererek bu Parti’yegeçmelerinin kadrolarıbakımından iki parti arasında benzerliğe nedenolduğu kuşkusuzdur. Ancak, bu benzerlik Anayasa ve Siyasî PartilerKanunu’na göre Fazilet Partisi’nin kapatılan Refah Partisi’nin başkabir ad altında kurulmuşhali olduğunun kabulü için yeterli değildir.Böyle kabul edilebilmesi için bu benzerliğin yanısıra iki parti arasındatüzük ve programlarıyönünden de özdeşlik bulunmasıgerekir. Oysa,Fazilet Partisi ile Refah Partisi’nin tüzük ve programlarınınincelenmesinden iki parti arasında böyle özdeşliğe varan bir benzerlikolduğu kanısına varılamadığıgibi iddianamede de bu yolda bir savayer verilmemiştir.

Öte yandan, iddianame’de “Hülle Partisi” olduğu ileri sürülenFazilet Partisi 17.12.1997’de kurulmuşRefah Partisi ise 16.1.1998’dekapatılmıştır. Anayasa Mahkemesi’nde görülmekte olan davanın nasılsonuçlanacağının önceden bilinmesi olanaksız olduğundan ve kanıtda gösterilemediğinden bu konudaki iddia dayanaktan yoksunbulunmuştur.

Ayrıca İddianame’de yer alan, TBMM Başkanvekili YasinHATİPOĞLU ile Fazilet Parti’li kimi milletvekillerini NecmettinERBAKAN’ın yönlendirdiği yolundaki savlar Yasa’ya aykırıbiçimdesağlanan telefon konuşmasının delil olamayacağıve başkaca kanıtlarda sunulamamasınedeniyle yerinde görülmemiştir.

1471

Açıklanan nedenlerle, Fazilet Partisi’nin kapatılan RefahPartisi’nin başka bir adla kurulmuşdevamıniteliğinde olduğuna ilişkinkapatılma isteminin reddi gerekir.

Haşim KILIÇ ve Sacit ADALI bu sonuca değişik gerekçe ilekatılmışlardır.

Yalçın ACARGÜN, Ali HÜNER, Ertuğrul ERSOY ile TülayTUĞCU ise Parti’nin kapatılmasıgerektiği düşüncesiyle redde ilişkingörüşe katılmamışlardır.

B- Fazilet Partisi’nin Lâiklik KarşıtıEylemlerin İşlendiği OdakHaline Geldiğine İlişkin İddia Yönünden

1- Ön Sorunların İncelenmesi

a- DavalıParti tarafından, Başsavcılık’ça parti kapatma nedeniolarak ileri sürülen eylemlerin bir bölümünün, Anayasa’nın 83.maddesinde belirtilen yasama sorumsuzluğu kapsamında bulunduğu,bunların partiyi bağlamayacağıileri sürüldüğünden, 2820 sayılıYasa’nın 103. ve bunun dayanağınıoluşturan Anayasa’nın 69.maddesinin uygulanmasısonucunu doğuran yasak eylemlerin Meclisçalışmalarısırasında meydana gelmesi halinde milletvekillerininyararlandığıyasama sorumsuzluğunun parti tüzelkişiliği yönündendoğuracağısonuçların değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anayasa’nın 83. maddesine göre, “Türkiye Büyük Millet MeclisiÜyeleri, Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ilerisürdükleri düşüncelerinden, o oturumdaki Başkanlık Divanı’nın teklifiüzerine Meclisce başka bir karar alınmadıkça bunlarıMeclis dışındatekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar”. Anayasa’nınbu kuralıyla, Meclis çalışmalarında ulusal istencin en iyi biçimdeyansıtılmasıbakımından Milletvekillerinin görevlerini hiçbir etki altındakalmadan yapabilmeleri için kişiliklerine bağlı özel bir korumagetirilmiştir. Bu korumadan parti tüzelkişiliğinin de yararlanması,maddenin getirilişamacıyla bağdaşmayacağından kabul edilemez.

Siyasî Partiler Yasası’nın 103. ve buna dayanak oluşturanAnayasa’nın 69. maddesi uyarınca bir siyasî partinin, yasak fiillerinişlendiği odak haline geldiğinin saptanması, yalnız tüzelkişiliğinfaaliyetlerinin değil, üyeler tarafından yürütülen faaliyetlerin deincelenmesi ile olanaklıdır. Çünkü, “odak olma” durumunun oluşmasıiçin gerekli olan yasak eylemlerdeki nitelik ve nicelik ile bunların

1472

tekrarındaki kararlılık ve süreklilik gibi öğelerin varlığıkonusunda,milletvekillerinin Meclis içindeki ve dışındaki söz ve eylemlerinin tümüdeğerlendirilmedikçe sağlıklıbir sonuca ulaşılamaz.

Yasak eylemlerin ağırlık ve yoğunluğu değerlendirilerek partininkapatılmasına karar verilmesi durumunda, buna neden olanlarınmilletvekilliklerinin sona ermesi ise Anayasa’nın 84. maddesininöngördüğü özel ve ayrıksıbir yaptırımdır. Anayasa’nın 83. ve 84.maddelerinin getiriliş amaçlarındaki farklılıklar nedeniyle davalıpartinin ileri sürdüğü gibi aralarında bir bağlantıkurmak olasıdeğildir.

b- DavalıParti savunmalarında, Anayasa ve Siyasi PartilerYasası’nda düzenlenen siyasi partilerin kapatılmasına ilişkindavaların, ceza davasıniteliğinde olduğunu, bu nedenle davada cezahukuku ilkelerinin uygulanmasıgerektiğini ileri sürmüştür.

Anayasa’nın “Siyasi partilerin uyacaklarıesaslar”ıbelirleyen 69.maddesinin dördüncü fıkrasında, “Siyasi partilerin kapatılması,Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın açacağıdava üzerine AnayasaMahkemesi’nce kesin olarak karara bağlanır” denilmiş, hangi hallerdesiyasi partilerin kapatılmasına karar verilebileceği de diğer fıkralardaayrıntılıolarak düzenlenmiştir. Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu veYargılama Usulleri Hakkında Kanun’un, 33. maddesinde ise “YargıtayCumhuriyet Başsavcısı tarafından açılan siyasi partilerinkapatılmasına ilişkin davalar, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunuhükümleri uygulanmak suretiyle dosya üzerinde incelenir ve kararabağlanır” denilmiştir.

Bu düzenleme biçimi yasakoyucunun, siyasi partilerinkapatılmasına ilişkin davalarıceza hukuku ilkelerine daha yakınbulduğunu göstermektedir. Ancak, ceza davalarında, cezayargılamasına özgü usul kurallarının uygulanmasıdoğal olduğunagöre, parti kapatma davalarında özellikle aynı usulünuygulanacağının belirtilmesine gerek duyulması, bu davaların cezahukukunda tanımlandığıbiçimde bir ceza davasıolmadığınıortayakoymaktadır. Gerçekten, siyasî partilerin kapatılması yaptırımı,özgürlükçü, çoğulcu, katılımcı, çağdaş demokrasilerin kendilerinikoruyabilmeleri için öngörülmüşolup her zaman ceza hukuku alanınagiren bir kuralın ihlâlinin sonucu değildir. Bu yaptırımın amacı, hukukaaykırılığın tespiti ve önlenmesidir. Bununla birlikte, yasaların yaptırımöngördüğü hallerde, konunun temel hak ve özgürlüklerle yakın ilgisinedeniyle yasak eylemlerin ve bunlara uygulanacak yaptırımların

1473

yasalarla belirlenmesi gibi temel ilkelerin göz önünde bulundurulmasıda anayasal bir zorunluluktur.

Belirtilen özellikleri nedeniyle kimilerince hukukun diğeralanlarına göre ceza hukukuna daha yakın olduğu ileri sürülse de,siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin davalar, bütünüyle ceza hukukukurallarıiçinde değerlendirilmesine olanak bulunmayan kendine özgüdavalardır. Ayrıca, siyasi partilere yasaklanan eylemlerin niteliği,bunların kapatılma sonucunu doğurabilmesi için aranan koşullar veuygulanan yaptırım türünün ceza hukukundaki suç ve cezalardanfarklılık göstermesi de bu davaların kendine özgü niteliğini öneçıkarmaktadır.

c- DavalıParti 2820 sayılıYasa’nın 12.8.1999 günlü, 4445sayılıYasa’nın 18. maddesiyle değiştirilen 103. maddesinin ikincifıkrasının partiler için kazanılmışhak doğurduğunu; Siyasi PartilerYasası’nın 103. maddesinin ikinci fıkrasının iptal edilmesinin bu hakkıetkilemeyeceğini; iptal kararının geçmişe yürütülmesinin hukuk devletiilkesine aykırıolduğunu ileri sürmüştür.

Fazilet Partisi’nin kapatılması davasında, davaya bakanmahkeme sıfatıyla 2820 sayılıYasa’nın 4445 sayılıYasa iledeğiştirilen 103. maddesinin ikinci fıkrasının Anayasa’ya aykırılığısorunu, bekletici ön sorun kabul edilmiş, Anayasa Mahkemesi olaraksöz konusu fıkranın 22/12/2000 günlü, 24268 sayılıResmî Gazete’deyayımlanan 12.12.2000 günlü, E:2000/86, K:2000/50 sayılıkararlaiptal edilmesinden sonra buna göre parti kapatma davasıkararabağlanmıştır. Anayasa’ya aykırılık sorununun itiraz davasıyoluylaçözümlenmesinin doğal sonucu olan bu durumun, kendine özgü veönlem niteliğinde olan parti kapatma davalarında kazanılmışhaklarıihlâl ettiği ileri sürülemez.

d- DavalıParti savunmalarında, odaklaşma bakımından üyelereisnat edilen fiillerin radyo ve televizyonda yayımlanan konuşmalardanoluştuğunu; 2954 sayılıRadyo ve Televizyon Yasası’nın 28.maddesinin kapsamına giren suçlar nedeniyle aynımaddenin altıncıfıkrasıuyarınca yayının yapıldığıtarihten başlayarak altmışgün içindeaçılmayan davaların dinlenemeyeceğini, kapatma davasının açıldığıtarihte bu sürenin geçmişolduğu ileri sürmüştür.

2954 sayılıYasa’nın Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu’nunyayınlarıyoluyla işlenen suçlar veya haksız fiillerde bu yayınlarla ilgilikişilerin sorumluluğunu belirleyen 28. maddesinin, getirilişamacıve

1474

konusunun farklıolmasınedeniyle, 2820 sayılıSiyasî PartilerYasası’na göre açılıp karara bağlanan siyasî partilerin kapatılmalarıdavalarında uygulanmasına olanak yoktur.

e- Davalıparti savunmalarında üyelerinin bütün konuşmalarısuç oluştursa dahi bunların 21.12.2000 tarih ve 4616 sayılıYasa’nın2. maddesiyle ertelendiklerini ileri sürmüştür.

4616 sayılı Yasa’nın, ceza ve ceza hükümlülüklerininsonuçlarıyla ilgili olmasınedeniyle, 2820 sayılıYasa’nın siyasîpartilerin kapatılmasınıdüzenleyen kurallarıyönünden uygulanmaolanağıyoktur.

f- DavalıParti savunmalarında, üye faaliyetlerinin parti kapatmadavalarında delil sayılabilmesi için Siyasi Partiler Yasası’nın 102.maddesinin ikinci fıkrasına göre, bu faaliyetlerin Anayasa’nın 68.maddesinin dördüncü fıkrasıkapsamında bulunmasıve üyelerin de“hüküm giymiş” olmaları koşulunun aranması gerektiğini ilerisürmüştür.

2820 sayılıYasa’nın 102. maddesine 12.8.1999 günlü, 4445sayılıYasa ile eklenen ikinci fıkrada, siyasî partilerin ilgili organlarınınAnayasa’nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasına aykırıfaaliyetlerdebulunmaları ile parti üyelerinin aynı fıkraya aykırı fiil vekonuşmalarından dolayı hüküm giymeleri halinde CumhuriyetBaşsavcılığı’nca yapılacak işlemler düzenlenmekte, aynıYasa ileeklenen üçüncü fıkrada da Cumhuriyet Başsavcılığı’nın istemineuymayan Parti hakkında açılacak kapatma davasıyla ilgili esaslarayer verilmektedir. 103. maddede ise 102. maddeden bağımsız olarak,bir siyasî partinin Anayasa’nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasıhükmüne aykırıeylemlerin odak halini oluşturup oluşturmadığıhususunun Anayasa Mahkemesi’nce belirleneceği hükmebağlanmaktadır. Bu durumda, 102. maddeye göre Parti’nin ilgiliorganlarıveya üyelerinin Anayasa’nın 68. maddesinin dördüncüfıkrasına aykırıtek bir faaliyeti nedeniyle Cumhuriyet Başsavcılığı’nınistemine uyulmamasıhalinde kapatılma davasıaçılabildiği halde 103.maddede, bu davanın açılabilmesi için aynıfaaliyetlerin odak halinioluşturması koşulu aranmaktadır. İki maddenin tümüyle farklıamaçlarla düzenlenmeleri ve aralarında bağlantı bulunmamasınedeniyle 103. madde uyarınca kapatılma davasıaçılabilmesi içinodak halini oluşturduğu ileri sürülen Anayasa’nın 68. maddesinindördüncü fıkrasına aykırı faaliyetlerden dolayı hüküm giymekoşulunun aranmasına gerek bulunmamaktadır.

1475

2- Esasın İncelenmesi

7.5.1999 günlü iddianame ve 5.2.2001 günlü ekinde FaziletPartisi’nin lâikliğe aykırıeylemlerin odağıhaline geldiği ileri sürülerekAnayasa’nın 2., 24/son., 68. ve 69., Siyasî Partiler Yasası’nın 78., 86.ve 87. maddeleri uyarınca kapatılmasıistenmiştir.

a- Genel Açıklama

Çoğulcu, katılımcı, özgürlükçü, çağdaş demokrasilerde,vatandaşların devlet yönetimine katılmaları, genel ve eşit oy hakkıilesağlanır. Benzer siyasal görüşleri birleştirip onlara ağırlıkkazandırarak, seçim yoluyla tüzük ve programlarıdoğrultusundaçalışmalarıile milli iradenin oluşmasınısağlayan ve çağdaşuygarlıkdüzeyine ulaşma amacıgüden siyasî partilerin demokratik siyasîyaşamdaki önemleri tartışmasızdır.

Anayasa’nın 68. maddesinin ikinci fıkrasında, “Siyasî partilerdemokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır” denildikten sonraüçüncü fıkrasında, “Siyasî partiler önceden izin almadan kurulurlar veAnayasa ve kanun hükümleri içerisinde faaliyetlerini sürdürürler”kuralına yer verilmiştir. Dördüncü fıkrasında ise, siyasi partilerin tüzükve programlarıile eylemlerinin “demokratik ve lâik Cumhuriyetilkelerine aykırıolamayacağı” belirtildikten sonra 69. maddesininbeşinci ve altıncıfıkralarında da, “Bir siyasî partinin tüzüğü veprogramının 68 inci maddenin dördüncü fıkrasıhükümlerine aykırıbulunmasıhalinde temelli kapatma kararıverilir. Bir siyasî partinin 68inci maddenin dördüncü fıkrasıhükümlerine aykırıeylemlerindenötürü temelli kapatılmasına, ancak, onun bu nitelikteki fiillerin işlendiğiodak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesi’nce tespit edilmesihalinde karar verilir” denilmiştir.

Siyasal partilere ilişkin Anayasa kuralları incelendiğinde,anayasakoyucunun bu konuya özel bir önem verdiği görülür. Partilerinkuruluşve çalışmalarında özgür olmalarıtemel ilkedir. Partiler, bellisiyasal düşünceler çerçevesinde birleşen vatandaşların özgürcekurdukları, katıldıkları ve ayrıldıklarıkuruluşlardır. Kamuoyununoluşumunda önemli etkisi olan partiler, vatandaşların istem veözlemlerinin gerçekleşmesine çalışan ve siyasal katılımlarısomutlaştıran hukuksal yapılardır.

Demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olan partilerin, sosyal vesiyasal yaşamdaki etkileri ve ulusal istencin gerçekleşmesindeki

1476

rolleri nedeniyle, anayasakoyucu, onlarıöteki tüzelkişilerden farklıtutarak, kurulmalarını, çalışmalarında uyacakları esasları vekapatılmalarında izlenecek yöntem ve kuralları, özel olarakbelirlemekle kalmamış, Anayasa’nın 69. maddesinin son fıkrasında,çalışma, denetleme ve kapatılmalarının Anayasa’da belirlenen ilkelerçerçevesinde çıkarılacak bir yasayla düzenlenmesini öngörmüştür. Bumadde esas alınarak çıkarılan 2820 sayılıSiyasî Partiler Yasası’nda,siyasî partilerin, kuruluşlarından başlayarak, çalışmaları, denetimlerive kapatılmalarıkonularında, çok ayrıntılıkurallar getirilmiştir. BuYasa’da, siyasal partilerin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’ncaizleneceği ve eylemlerinde Anayasa ve yasalara aykırılık görüldüğütakdirde, haklarında, kapatma istemiyle dava açılacağıbelirtilmiştir.

Siyasî partilerin demokratik siyasî yaşamın vazgeçilmez öğeleriolmaları, devlet örgütü ve kamu hizmetleriyle yoğun ilişki içindebulunmaları, onların her istediklerini yapabilecekleri anlamına gelmez.Siyasal partilerin baskıve engellerden uzak kalmalarınısağlamayayönelik kurulma ve çalışma özgürlüğü, Anayasa ve bu alanıdüzenleyen yasalarla sınırlıdır. Bu, Anayasa’nın 2. maddesindekurala bağlanan demokratik hukuk devleti olmanın da gereğidir.Çünkü, hukuk devleti her şeyden önce hukukun üstünlüğünü kabuleden ve koruyan devlettir.

Anayasa’nın “Başlangıç”ında, “...Türkiye Cumhuriyetininkurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediğimilliyetçilik anlayışıve onun inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda;... hiçbirdüşünce ve mülâhazanın Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığınınDevleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevideğerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları vemedeniyetçiliğinin karşısında koruma göremeyeceği ve lâiklik ilkesiningereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikayakesinlikle karıştırılamayacağı” belirtildikten sonra 2. maddesindeCumhuriyetin nitelikleri tanımlanırken Türkiye Cumhuriyeti’nindemokratik lâik bir hukuk devleti olduğuna işaret edilmiş; 14.maddesinde, “Anayasa’da yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, ...dinve mezhep ayırımıyaratmak veya sair herhangi bir yoldan bu kavramve görüşlere dayanan bir devlet düzenini kurmak amacıylakullanılamazlar; 24. maddesinde, “... kimse, ibadete, dini ayin vetörenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamayazorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayıkınanamaz vesuçlanamaz... kimse Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukitemel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veyasiyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne surette

1477

olursa olsun dinî veya din duygularınıyahut dince kutsal sayılanşeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz” denilmiş; siyasîpartilere ilişkin 68. maddesinin dördüncü fıkrasında, “Siyasi partilerintüzük ve programlarıile eylemleri, Devletin bağımsızlığına, ülkesi vemilletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukukdevleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve lâik Cumhuriyetilkelerine aykırıolamaz; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veyaherhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyiamaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez” hükmüne 81. ve 103.maddelerinde düzenlenen TBMM üyeleri ile Cumhurbaşkanınıngörevlerine başlarken yapacakları“andiçme”de de “lâik cumhuriyetilkesine bağlıkalınacağı” söylemine yer verilmiştir. 174. maddede,“Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma veTürkiye Cumhuriyeti’nin lâiklik niteliğini koruma amacınıgüden...inkılâp kanunları” gösterilerek Anayasa’nın hiçbir hükmünün, bukanunların Anayasa’ya aykırıolduğu şeklinde anlaşılamayacağıveyorumlanamayacağıbelirtilmiştir.

Anayasa’nın bu hükümlerine paralel olarak 2820 sayılıSiyasîPartiler Yasası’nın “Siyasî Partilerle ilgili Yasaklar” başlıklıdördüncükısmının 78. maddesinde, “Siyasî Partiler: ...din ve mezhep ayırımıyaratmak veya sair herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşleredayanan bir devlet düzeni kurmak amacınıgüdemezler veya buamaca yönelik faaliyette bulunamazlar, başkalarınıbu yolda tahrik veteşvik edemezler... din, mezhep veya tarikat esaslarına dayanamazveya adlarınıkullanamazlar” denilmiştir. Dinsel ve dince kutsalsayılan şeylerin istismarının ülkeye verdiği zararlar gözetilerekAnayasa’nın 24. maddesine koşut olarak Siyasî Partiler Yasası’nın87. maddesinde de, “siyasî partiler, Devletin sosyal veya ekonomikveya siyasî veya hukuki temel düzenini, kısmen de olsa dinî esas veinançlara uydurmak amacıyla, siyasî amaçla veya siyasî menfaattemin ve tesis eylemek maksadıyla dinî veya dinî hissiyatıveya dincemukaddes tanınan şeyleri alet ederek her ne suretle olursa olsunpropaganda yapamaz, istismar edemez veya kötüye kullanamazlar”kuralına yer verilmiştir. AynıYasa’nın 84-89 uncu maddelerinikapsayan dördüncü kısmının üçüncü bölümünde de “Atatürk ilke veinkılâplarının, lâik devlet niteliğinin korunması”na yönelik çeşitlihükümler öngörülmüş; 84. maddesinde, “Siyasî partiler Türktoplumunu çağdaşuygarlık seviyesinin üstüne çıkarmak ve TürkiyeCumhuriyeti’nin lâiklik niteliğini korumak amacınıgüden: 3 Mart 1340tarihli ve 430 sayılıTevhidi Tedrisat Kanunu; 25 Teşrinisâni 1341tarihli ve 671 sayılıŞapka İktisâsıHakkında Kanun; 17 Şubat 1926tarihli ve 743 sayılıTürk Kanunu Medenisiyle kabul edilen, evlenme

1478

akdinin evlendirme memuru önünde yapılacağına dair medenî nikâhesasıile aynıkanunun 110. maddesi hükmü; 1 Teşrinisâni 1928 tarihlive 1353 sayılıTürk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun; 3Kânunuevvel 1934 tarihli ve 2596 sayılı Bazı KisvelerinGiyilemeyeceğine Dair Kanun; hükümlerine aykırıamaç güdemezler,ve faaliyette bulunamazlar”; 86. maddesinde, “Siyasî partiler TürkiyeCumhuriyeti’nin lâiklik niteliğinin değiştirilmesi ve halifeliğin yenidenkurulmasıamacınıgüdemez ve bu amaca yönelik faaliyetlerdebulunamazlar”; denilmiş, 90. maddesinde de, siyasî partilerin tüzük,program ve faaliyetlerinin Anayasa ve bu kanun hükümlerine aykırıolamayacağıhükme bağlanmıştır.

Anayasa’nın ve Siyasî Partiler Kanunu’nun birçok maddesindeyer verilen ve Cumhuriyetin temel niteliklerinden olan “lâiklikilkesi”nden ne anlaşılmasıgerektiğine de kısaca değinilmelidir.

16.1.1998 günlü, Esas 1997/1 (Siyasi Parti Kapatma), Karar1998/1 sayılıRefah Partisi’nin kapatılmasına ilişkin kararda dabelirtildiği gibi ‘Lâiklik’, ortaçağdogmatizmini yıkarak aklın öncülüğü,bilimin aydınlığıile gelişen özgürlük ve demokrasi anlayışının,uluslaşmanın, bağımsızlığın, ulusal egemenliğin ve insanlık idealinintemeli olan bir uygar yaşam biçimidir. Çağdaş bilim, skolâstikdüşünce tarzının yıkılmasıyla doğmuşve gelişmiştir. Dar anlamda,devlet işleriyle din işlerinin birbirinden ayrılmasıolarak tanımlansa,değişik yorumlarıyapılsa da, lâikliğin gerçekte, toplumların düşünselve örgütsel evrimlerinin son aşamasıolduğu görüşü, öğretide depaylaşılmaktadır. Lâiklik, ulusal egemenliğe, demokrasiye, özgürlüğeve bilime dayanan siyasal, sosyal ve kültürel yaşamın çağdaşdüzenleyicisidir. Bireye kişilik ve özgür düşünce olanaklarınıveren, buyolla siyaset-din ve inanç ayrımınıgerekli kılarak din ve vicdanözgürlüğünü sağlayan ilkedir. Dinsel düşünce ve değerlendirmeleringeçerli olduğu dine dayalı toplumlarda, siyasal örgütlenme vedüzenlemeler dinsel niteliklidir. Lâik düzende ise din, siyasallaşmadankurtarılır, yönetim aracıolmaktan çıkarılır, gerçek, saygın yerindetutularak kişilerin vicdanlarına bırakılır. Dünya işlerinin lâik hukukla,din işlerinin de kendi kurallarıyla yürütülmesi, çağdaşdemokrasilerindayandığıtemellerden biridir.

Kamusal düzenlemelerin dinî kurallara göre yapılmasıdüşünülemez. Düzenlemelerin kaynağıdinî kurallar olamaz.

Demokratik ve lâik devlet, bireyler arasında inançlarına göreayırım gözetemez. Herkes, dinini seçmekte, inançlarınıaçıklamakta,

1479

din ve vicdan özgürlüğü sınırları içerisinde serbesttir. Lâik birtoplumda, Devletin dinlerden birini tercih fikri, ayrıdinlere bağlıyurttaşların yasa önünde eşitliğine de aykırıdüşer. Lâik ülkelerde,gerçek vicdan özgürlüğünden söz edilebilmesi, lâikliğin bu özgürlüğünde güvencesi olduğunu göstermektedir.

Türkiye’de lâiklik ilkesinin uygulanması, kimi batılıülkelerdekilâiklik uygulamalarından farklıdır. Lâiklik ilkesinin, her ülkenin içindebulunduğu koşullarla her dinin özelliklerinden esinlenmesi ve bunagöre değişik nitelikleri ve uygulamalarıortaya çıkarmasıdoğaldır.Klâsik anlamda, dinle devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıbiçimindekitanımına karşın, İslâm ve Hıristiyan dinlerinin farklıözellikleri gereği,ülkemizde ve batıülkelerindeki uygulamalar ayrıolmuştur. Kaldıki,aynıdinî benimseyen batıülkelerinde de lâiklik anlayışıayrılıklargöstermiş, değişik ülkelerde ayrıayrıyorumlandığıgibi aynıülkedefarklıdönemlerde, kimi kesimlerce kendi anlayışlarıve siyasaltercihleri doğrultusunda değişik biçimde yorumlanabilmiştir. Yalnızcafelsefi bir kavram olmayıp yasalarla yaşama geçirilerek hukuksal birdeğer kazanan lâiklik, uygulandığıülkelerin, dinsel, sosyal ve siyasalkoşullarından etkilenmektedir. Tarihsel gelişiminin farklılığınedeniyleTürkiye için ayrıbir özellik taşıyan lâiklik, Anayasa ile benimsenen vekorunan bir ilkedir.

Çağdaşlaşmayı hızlandıran ve Türkiye Cumhuriyeti’nintemellerinden olan lâiklik ilkesi ile, devletin akla ve bilim kurallarınagöre kurumlaşmasıamaçlanmıştır. Karşılıklısaygı, hoşgörü veanlayışa katkıda bulunan lâiklik, ulusal birliğin de temelinioluşturmuştur. Lâikliğin, insana, dini saygısı, dinî kendi yerinde tutananlayışı, aklın ve bilimin öncülüğünde çağdaşlaşmayıgerçekleştirmiştir. Şeriat düzeninin karşıtı olan demokrasilerdeçağdaşlığın göstergesi olan bu ilke, Türkiye Cumhuriyeti’nde“ümmet”ten, “ulus”a geçmenin de itici gücü olmuştur.

Lâiklik ilkesinin kabulü ile dogmatik değerlerin yerine akla vebilime dayanan değerler geçmiş, dinsel duygular sahibinin vicdanındadokunulmaz yerini almıştır. Değişik inançlara sahip olanlar, birlikteyaşama gereğini benimseyerek devletin kendilerine karşı eşityaklaşımından güven duymuşlardır. Böylece, iç barış sağlanarakvatandaşlar, ulus bilinciyle, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran TürkUlusu’nun bireyleri olmuşlardır. Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğüilkesi, gücünü lâiklikten almış, milliyetçilik ilkesi lâiklikle tamamlanmış,Türk Devrimi lâiklikle anlam kazanmıştır. Anayasa’da da bu ilkenin

1480

değiştirilemeyeceği öngörülmüştür. Lâiklik, devlet etkinliklerinde dinin,bilimin yerine geçmesini önleyerek çağdaşlaşmayıhızlandırmıştır.

Devlete, dinsel konularda denetim ve gözetim hakkıtanınması,din ve vicdan özgürlüğünün, demokratik toplum düzeninin gereklerineaykırıbir sınırlama sayılamaz. Devlet-din özdeşliğinin yol açtığızararlar lâiklikle önlenmiş, çağdaş uygarlık yolu lâiklik ilkesiyleaçılmış, bağımsız bir hukuk kurumu olarak yeni yapısınakavuşmuştur. Demokrasiye geçişin de aracıolan lâiklik, Türkiye’ninyaşam felsefesidir. Lâik devlette, kutsal din duygularıpolitikaya,dünya işlerine, hukuksal düzenlemelere kesinlikle karıştırılamaz. Butür düzenlemeler, dinsel gerekler ve düşüncelerle değil, bilimselverilerden yararlanılarak kişi ve toplum gereksinimlerine göre yapılır.

Anayasa Mahkemesi’nce verilen Milli Nizam Partisi’ninkapatılmasına ilişkin 20.5.1971 günlü, 7/1 sayılı; 657 sayılıDevletMemurlarıKanunu’nun kimi maddelerini değiştiren ve kimi maddelerekleyen 1327 sayılıKanun’un 9. maddesinin din hizmetlerine ilişkin II.bendinin iptali isteminin reddine ilişkin 21.10.1971 günlü, 53/76 sayılı;Türk Ceza Kanunu’nun 163. maddesinin iptaline ilişkin istemireddeden 3.7.1980 günlü, 19/48 sayılı; Huzur Partisi’ninkapatılmasına ilişkin 25.10.1983 günlü, 2/2 sayılı, Türk CezaKanunu’nun değişik 175 ve 176. maddelerinin iptaline ilişkin4.11.1986 günlü, 11/26 sayılı, 2547 sayılıYükseköğretim Kanunu’naeklenen Ek Madde 16’nın iptaline ilişkin 7.3.1989 günlü, 1/12 sayılı;Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 61. maddesindeki “...dinî...”sözcüğünün iptaline ilişkin 2.2.1996 günlü, 15/5 sayılıkararlardalâikliğin, hukuksal, sosyal, siyasal boyutlarıyanında, ulusal değerigenişbiçimde açıklanmış, özenle korunmasıgereken anayasal ilkeniteliği vurgulanmış, Türk Ulusu’nun yücelmesi bakımındanAnayasa’da öngörülen kimi sınırlamalarızorunlu kılan bir neden,Anayasa’da benimsenmişbütün temel ilkelere egemen bir düşünceolduğu belirtilmiştir.

b) İddia ve Savunma

aa) Recai KUTAN Yönünden

Fazilet Partisi Genel BaşkanıRecai KUTAN’ın,

-10 Ekim 1998 günlü Kayseri Mitingi’nde, <<Bazıkimselerçıkmışlar, hatta bunların içinde rektör ünvanıolanlar, profesör ünvanıolanlar da var. Diyorlar ki bu rektörler, bu profesörler -efendim, biz

1481

başörtülü kızların üniversiteye girmemesini, cumhuriyeti korumak içinistiyoruz.- diyorlar. Buna olsa olsa kargalar güler, bu iddiaya sevgilikardeşlerim bu ne biçim Cumhuriyet anlayışıki milletin inancına,milletin kültürüne, örfüne, adetine düşmanca bir tavır içerisindedir.Sizin bu Cumhuriyet anlayışınıza olsa olsa muz cumhuriyeti derler>>yolunda konuşma yaptığı; 11.4.1999 günlü Kırıkkale Mitinginde de,<<Bunlar başörtüsüne el uzattılar. Bunlar kimlerin başınıörtmesineizin veriyor? Bir kardeşimiz tarlada ot yoluyorsa ya da zengin birininevinde hizmetkârlık yapıyorsa sorun yok örtebilir. Ama bir hanımevladımız -Ben bu ülkenin en iyi doktoru olacağım- derse, başınıörtmesine -razıolmayız, izin vermeyiz- diyorlar. Bu zulumlerin hepsiAllah’ın izniyle Fazilet Partisi iktidarında ortadan kaldırılacaktır, sözveriyorum>> dediği; 12.10.1998 günlü Milliyet Gazetesi’nde,<<Elbette başörtülü bir hanımefendi kardeşimiz Partlamentoyagirmeli. Bileğinin hakkıyla olabiliyorsa bakan da olmalı; Millet kararverirse bizden aday olmamasıiçin bir sebep yok>> biçimindekigörüşüne yer verildiği, 4 Nisan 1999 günlü Millî Gazete’de ise ikisi deanayasal kuruluşolan YÖK ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın başörtüsükonusunda farklıdüşüncede olduklarına değinerek <<Bu kızlarımızne yapacak? YÖK’ün dediğini mi, Diyanet’in dediğini mi dinleyecek.Bu şaşkınlıktır>> dediği; 27 Nisan 1999 günlü Sabah Gazetesi’nde de<<Bu hayat tarzınıMerve Hanım benimsemişdurumda, bu şekildevatandaşın önüne çıkmış, başörtülü fotoğrafıile Yüksek SeçimKuruluna başvurmuş ve uygun görülmüş Parti olarak telkindebulunmayız Merve Hanıma müdahale etmeyiz. Merve HanımParlamento’ya girer, yeminini eder, Parlamenter olarak görev yapar>>biçiminde açıklamada bulunduğu;

-31.5.1999’da çözümü yapılan görüntülü bir kasette de<<Rektör kışlana geri dön, öğretim üyesi misin, cunta bekçisi mi>>dediği ve rektör için de “onbaşırektör” sıfatının kullanıldığı, belirtilerekbaşörtüsünün serbest bırakılmasınısavunduğu,

ileri sürülmüştür.

DavalıParti’nin savunmalarında, Recai KUTAN’ın söz konusukonuşmalarında lâiklik karşıtıherhangi bir beyanda bulunmadığı; kimiuygulamalarıbu bağlamda üniversite idarelerinin hukuka aykırıolduğunu düşündüğü uygulamalarını eleştirdiği; bunundemokrasilerde normal karşılanmasıgerektiği; kaldıki kendisi SiyasîPartiler Kanunu’nun 103. maddesinin ikinci fıkrasıanlamında Partiorganıolmadığından konuşmasının Parti organlarının işlediği bir fiil

1482

olarak değerlendirilemeyeceği gibi Parti’nin, yasak eylemlere onayverdiğinin kanıtıolarak da görülemeyeceği belirtilmiştir.

bb- Merve KAVAKÇI Yönünden

Merve KAVAKÇI’nın,

Hiç bir zaman ve hiç bir yerde türbanınıçıkarmayacağınısöylediği halde Fazilet Partisi yöneticileri tarafından seçilebilecek biryerden önce milletvekili adayıgösterildiği, milletvekili seçildiktensonra başörtüsü ile yemin etmek için TBMM’ne NazlıILICAK’ınrefakatinde geldiği sıradaki tezahürat ile yemin töreninin sonunadoğru salonda bulunmadığıhalde ismi okununca Fazilet Partisimilletvekillerinin tümünün katıldığı tezahüratın, 3.5.1999’daTBMM’nde yaptığıbaşörtüsü eyleminin Fazilet Partisi yöneticileritarafından plânlandığınıve teşvik edildiğini açık biçimde ortayaçıkardığı, ayrıca milletvekili seçilmeden önce 1996’da Kuzey Amerikaİslam Birliği’nin kongresi ile 26 Aralık 1997’de ABD merkezli Filistinİslami Örgütü’nün Chicago kentindeki kongresinde yaptığıkonuşmalarının da parti tarafından özenle seçilmiş olduğunugösterdiği,

- 3.5.1999’da TBMM’nde yaptığı ve başörtüsü eyleminiAmerika’da zencilerin insan hakları için yaptığı mücadeleyebenzettiği, basın toplantısına Fazilet Partisi Grup BaşkanvekiliAbdullatif ŞENER’le birlikte bu Parti’nin pek çok milletvekilinin dekatılmasının, söz konusu eylemin Fazilet Partisi yöneticileri tarafındanplânlandığınıve teşvik edildiğini açıkça gösterdiği belirtilerek budurumun Fazilet Partisi’nin lâikliğe aykırıeylemlerin odağıhalinegeldiğini kanıtladığı,

ileri sürülmüştür.

DavalıParti’nin savunmalarında, Merve KAVAKÇI’nın mevzuatauygun olarak milletvekili seçildiği, bunun Parti’ye bağlanabilecek biryasak fiil veya suç olmadığıböyle olsaydıbile 2820 sayılıYasa’nın103. maddesi anlamında parti organlarının bir eylemi sayılamayacağı,lâiklik karşıtlığıyla da ilgisinin bulunmadığı, bunun münferit bir olayolduğu, eylemler dizisi kabul edilmeyeceği, bu nedenle de odakolmaya esas alınamayacağıbelirtilmiştir.

cc- NazlıILICAK yönünden

1483

Milletvekili NazlıILICAK’ın,

- 10 Ekim 1998’de Kayseri Mitinginde “Fazilet Partisi iktidarolunca bu zulüm çözülecek. Bu başörtüsü zulmü çözülecek, bakınnasıl çözülecek. Çünkü Fazilet Partisi başörtülü hanımefendileriparlamentoya sokacak. Çünkü başörtülü bakan olacak bumemlekette... Nerede bir zulüm varsa o zulmü çekenlerin bir siyasîtalebi olur” dediği,

-Türban eylemini gerçekleştirmek için TBMM’ne gelen MerveKAVAKÇI’ya refakat ettiği,

-2.5.1999’da İnterstar televizyonu, 3.5.1999’da da ShowTV’deki canlıyayınlardaki açıklamalarından, başörtüsü konusununTBMM’ne taşınmasının sağlanmasıiçin Merve KAVAKÇI’nın özelolarak seçildiğinin ve Meclis’te yapacağıeylemi tüm Fazilet Partisimilletvekilleri ve parti yöneticilerinin önceden bildiğinin anlaşıldığı, budurumun Parti’nin lâiklik karşıtıeylemlerin işlendiği odak halinegeldiğinin kanıtıolduğu,

ileri sürülmüştür.

Davalı Parti’nin savunmalarında, milletvekili MerveKAVAKÇI’nın and içme günü TBMM’ne gelmesi Anayasa’nın 81.maddesinin açık bir buyruğu olduğundan anayasal görevini yerinegetirmek için alkışlanmasında, desteklenmesinde bir aykırılıkbulunmadığıgibi bunun belirtilen görevi teşvik anlamına da geldiğibelirtilmiştir.

dd- Bekir SOBACI yönünden

Milletvekili Bekir SOBACI’nın,

-13.4.1999’da Erbaa’da bir açıkhava toplantısında yaptığıkonuşmada, <<Solcu milletvekillerimizin Meclis’te pankart açanmilitanlarıkoruduğu bir ülkede, İstanbul’da, Çapa’da, Cerrahpaşa’dadoktor olmasına üç ay kalmışkız çocuklarınıokuldan attılar. Onlar ikiotobüsle Ankara’ya geldiler. Kızılcahamam’da yolları kesildi.Ankara’ya sokulmadılar. Gittik yirmi milletvekili o kızlarımızıaldık,Kızılay’da basın toplantısıyaptırdık. Meclis’e getirdik. Partileri ziyaretettirdik. Ama biz kızlarımıza destek olurken, partileri izin vermediğiiçin, milliyetçiliği kimseye bırakmayan milletvekilleri Kızılcahamam’agelemediler. İşte biz bunlarıAnkara’da yaşadık. Burada milliyetçi-

1484

sağcı, orada kirli tezgahın destekçileri. Yok öyle şey, burasıERBAA>> dediği, bu faaliyetlerin lâiklik ilkesine aykırıolduğu ilerisürülmüştür.

DavalıParti’nin savunmalarında, adıgeçen milletvekilinin, birgrup milletvekili ile birlikte başörtüsü yasağını protesto edenüniversite öğrencilerinin Meclis Parti gruplarınıziyaret etmelerinisağladıklarınıbu nedenle basın toplantısıdüzenlediklerini söylediği;meşru yoldan hak arayan bir kısım yurttaşa yardımcıolmaya çalıştığıve onlara haklarınıararken meşru çerçeve içinde kalmalarınıtavsiyeettiği; bu konuda başka partilerden destek görmediklerini açıkladığı;bu durumun siyasî parti yasaklarına aykırıolmadığıbelirtilmiştir.

ee- Abdullah Gül yönünden

Genel Başkan YardımcısıAbdullah Gül’ün,

-2.5.1999’da Kanal 7’de yayınlanan Hafta Sonu HaberleriProgramında saat 21.38’de katıldığıcanlıyayında <<...Başörtülü birisiMeclis’te Anayasa’yıihlâl ediyorsa Meclisin dışında da ihlâl ediyordemektir. O zaman dışardaki bütün başörtülüleri topla, otobüstekilerde ihlâl ediyor demektir. Uçağa da bindiremezsin. Eğer bu Anayasa’yıihlâl suçu ise... özel hayatınızda Anayasa’yıihlâl edersiniz, lâikliğiihlâl edersiniz milletvekili olunca lâikliği ihlâl edemezsiniz. Bu çokyönlü bir mantık>>,

-10 Ekim 1998 günlü Kayseri mitinginde <<Adalet, hukuk,demokrasi, insan hakları, özgürlükler, inanca saygıeğer bu şeylerayaklar altına alınmasaydı... Hırsızlık yapanlar, boğazlarına kadaryolsuzluk yapanlar, çetelerle, mafyalarla kol kola gezenler, bugünlâiklik zırhıiçine bürünüp devletin en itibarlıkoltuklarında otururlarmıydı? Sadece okumak istiyorum, başka bir şey istemiyorum,sessizce okula gidenler polis zoru ile üniversite kapısından -başörtünvar, sakalın var- diye atılır mıydı?,

-TBMM’nde; 31.3.1998’de <<...bana bir demokratik ülkegösterin ki o ülkenin en büyük üniversitesinin rektörü başörtüsü vesakalla uğraşmak için -gerekirse bilime ara verin- diyebilsin! ...>>15.1.1999’da <<Sayın Bülent ECEVİT, Türkiye’de sizin BaşbakanYardımcısıolduğunuz dönemde üniversiteler bilim ve özgürlük yuvasıolmaktan çıktı, baskının ve zulmün en yoğunlaştığı, yoğunluklayaşandığıyerler oldu ...Kanun ve hukuka aykırışekilde masum kızçocuklarının anayasal eğitim haklarızorbalıkla ellerinden alınırken,

1485

anne ve babalarının gözyaşınıgörürken hiç acıhissetmediniz mi?...İnsanların özyurdunda garip özvatanında parya haline getirildiğiTürkiye’de Filistin benzeri manzaralarıekranlara getirmek kiminiktidarıdöneminde olmaktadır?... Bu ülkede sadece babalarını,evlatlarınıeşlerini ya da kardeşlerini ölüme gönderme karşılığında mıbaşörtüsü yasal hale gelecektir?>>

-1998-1999 öğretim yılıbaşında noter ve gazetecileri deçağırarak eşi Hayrunnisa Gül’ü başörtülü fotoğrafıyla A.Ü. Dil Tarih veCoğrafya Fakültesi’ne kayıt için getirdiği sırada kayıt işlemigerçekleşmeyince “bugün Moskova’da yaşıyor olsaydık, böyle birengelle karşılaşmazdıeşim”

dediği, belirtilerek, Anayasa Mahkemesi kararlarına uygunşekilde, Dünya işlerinin lâik hukukla din işlerinin de kendi kurallarıylayürütülmesini kabul etmediği, her ikisinin de aynıkurallara bağlıtutulmasınıistediği; Anayasa’nın 24. maddesinin son fıkrasına veSiyasî Partiler Kanunu’nun 87. maddesine aykırı biçimde dinduygularınıalet ederek lâik devlet düzeni aleyhine propagandayaptığıileri sürülmüştür.

Davalı Parti’nin savunmalarında, Abdullah GÜL’ün kamualanının dini esaslara göre düzenlenmesini istemediği, sadece biryasağın sonuçlarının yurttaş özgürlükleri açısından kaygıvericiolduğunu belirttiği; başörtüsü yasağıyla ilgili eleştirilerinin ise evrenselanlayış çerçevesinde, ifade özgürlüğünün ve demokratik, çoğulcusiyasetin kapsamıiçinde kaldığı; sadece başörtüsüne değil sakalnedeniyle zorluk yaşayan öğrencilerin durumuna da değindiği;üniversite yönetiminin bazen mensuplarıtarafından çok daha sertşekilde eleştirildiği; TBMM’de yapılan konuşmaların yasamasorumsuzluğu kapsamı içinde olduğu, Dil Tarih ve CoğrafyaFakültesi’ndeki açıklamasının ise üslup farkıolarak değerlendirilmesigerektiği, eşini kayıt için götürdüğü ona refakat etmediği; kendisininParti organıolmadığıbu nedenle belirtilen söz ve eylemlerin Parti’ninyasak eylemlere onay verdiğinin kanıtıolarak değerlendilemeyeceğibelirtilmiştir.

ff- Abdullatif ŞENER yönünden

Meclis Grup Başkanvekili Abdullatif ŞENER’in,

-8.3.1999’da, Sivas’ın Suşehri ilçesi Karşıyaka Mahallesindeyaptığıbir konuşmada, “üniversitelerdeki, imam-hatip okullarındaki kız

1486

öğrencilerle mücadele ediyorlar, başörtüsüyle ... milletin oyu ileiktidara gelen siyasiler, milletin inançlarına uygun, saygılıdavranışiçinde bulunmasıgerektiğini hiç düşünmüyor... bunun hesabınınsorulması lazım. Üniversitelerde de aynı hadiseler yaşanıyor.Dünyanın hiçbir yerinde görülmez bir hadisedir. Bütün bunlarınçözümünün tek adresi var. Bu adres Fazilet Partisi’dir. Neden öyledir?Bakın Merve KAVAKÇI ismi kazanacak bir yerdedir. O bölgedeninşallah 10 civarında milletvekili çıkaracağız. Dördüncü sıradadır. Bukardeşimiz Meclise girecektir... İnanıyoruz ki Türkiye’de bütünproblemlerin çözüleceği merci TBMM’dir ve TBMM’ne milletininançlarınıve menfaatlerini taşıma niyetinde olan siyasî kadrolargirdiği takdirde, bütün dertler ve meseleler çözülür. Böyle birmisyondaki bir insanın Meclise milletvekili olarak girmesi demek,Meclis’te sorunun çözülmesi demek, artık Türkiye’de bu konuda hiçbirmercide, hiçbir makamda, hiçbir kurumda böyle bir sorununtartışılamayacağıanlamına gelir”

-TBMM’nde 3.11.1998’de “insanların... yaşama biçimleriyle ilgilianlayışlarıbaskıaltına alınıyorsa, eğitim haklarıbaskıaltına alınıyor,engellenmeye çalışılıyorsa biz, buna da karşıyız”

-Kanal 7 adlıtelevizyonda 26.5.1998 günü saat 18.00’de“Büyük bir basiret göstermiş, toplumdaki huzur, barış, kardeşlikduygularınıgeliştirmiştir, pekiştirmiştir. Ben bu açıdan Refah PartisiGenel Başkan’ıNecmettin ERBAKAN’ıİnsan HaklarıÖdülü’ne layıkmümtaz bir şahsiyet olarak alıyorum”

dediği ve başörtüsüne sahip çıkan Ahmet KAYA’yıkutladığıbuaçıklamaların lâikliğe aykırıolduğu ileri sürülmüştür.

Davalı Parti’nin savunmalarında, Abdullatif ŞENER’inçoğulculuğun gereği olarak farklıdüşüncelerin Meclis’te tartışılmasınıistediği; tüm bireylerin özgürlüklerden yararlanmasınısavunduğu;Necmettin ERBAKAN’la ilgili olarak da kişisel görüşünü söylediği;iddianamede belirtilen başörtüsü özgürlüğünü savunan AhmetKAYA’yıkutlamasının ise siyasetçilerin sanatçılara destek vermesigibi demokratik ve çağdaşbir yaklaşımıiçerdiği; TBMM’nde yapılankonuşmaların yasama sorumsuzluğu sınırları içinde kaldığıbelirtilmiştir.

gg- Ramazan YENİDEDE yönünden

Önceki dönem Milletvekili Ramazan YENİDEDE’nin,

1487

-15.6.1998 günlü basın toplantısında; <<Bu hareket temeldezulme karşıbir isyandır. Zorbalığa karşıbir isyandır. Mensububulunduğum siyasî Parti’de bu mücadele sürekli bir şekildeverilmiyorsa elbette ben buna da isyan ederim. Nitekim bu tepkimi buhareketimle açıkça ve cesurca ortaya koydum. Pekiyi kararımdanniye döndüm? İstifa haberim duyulur duyulmaz sayıları50’lere,60’lara varan Fazilet Partili Milletvekili arkadaşlarım evime geldiler. Buonurlu mücadeleyi parti içinde birlikte vermemizin daha etkili olacağınıanlattılar. Buna dair kendilerinden söz aldım. Önümüzdeki günlerdebu birlikteliğimizin devam edeceğinden eminim. Böyle olunca daistifaya gerek kalmadığına inanarak kararımdan vazgeçtim...başörtüsü konusunda da birisi çıkar bunların başörtüleri siyasi birsimgedir derse, bir başkasıkalkar, birileri için bunların kıyafetleriahlâksızlık ve fahişelik simgesi diyebilir. Bu mantıksız ve o kadartehlikeli tespitlerden şiddetle kaçınılmalıdır. Benim bu hareketim buülkede kendilerini imtiyazlıvatandaş, başkalarınıise kul, köle gibigören ve buna da devleti alet eden bir avuç çıkarcıya karşıbirisyandır... Hırsız ben Atatürkçüyüm ve lâikim diyor, soysuz böylediyor. Çalıştığıkurumda birçok kadınıtaciz eden adam ben Atatürkçüve çağdaşım diyor... Atatürkçülük, demokrasi demektir. İnsan haklarıdemektir. Özgürlük demektir, hukuk demektir. Eşitlik demektir.Bağımsızlık demektir. İnanca ve düşünceye saygıdemektir. Taşlarınbağlandığı, köpeklerin salıverildiği bir ülkede huzurlu yaşamak aslamümkün değildir. Zulm ile abad olanın ahiri berbat olur...>>

dediği, adıgeçen hakkında Devlet Güvenlik MahkemesiCumhuriyet Savcısı tarafından TCK’nun 312. maddesinin ikincifıkrasının uygulanmasıistemiyle dava da açıldığı, bu görüşlerinFazilet Partisi’nin lâikliğe aykırıeylemlerin odağıhaline geldiğininkanıtıolduğu ileri sürülmüştür.

DavalıParti’nin savunmalarında Ramazan YENİDEDE’nin buaçıklamayıyaptığısırada Parti üyesi olmadığıgibi söylediklerininlâiklik karşıtıolarak değerlendirilemeyeceği, Atatürk’ün kimi kötüniyetli kişilerce istismar edildiğinden yakındığı, ayrıca bukonuşmasının, başörtüsüne sahip çıkmadığıiçin eleştirdiği FaziletPartisi’ne karşıbir delil olarak kullanılamayacağıbelirtilmiştir.

Ramazan YENİDEDE, söz konusu basın açıklamasındaParti’den istifasınıgeri aldığınıaçıklamış29 Haziran 1998 günlüPosta Gazetesi’nde çıkan haberde de, Recai KUTAN’ın RamazanYENİDEDE’yi savunarak Partisi’nin inananların “Gerçek mütedeyyindindarlar” ve “Siyasî İslam’ısavunanlar” olarak bölünmesine karşı

1488

çıktığınıanlattığının belirtildiği bu haberlerin Parti tarafından tekzipedilmiş olduğu da ileri sürülmediğinden davalı Parti’ninsavunmalarında, adıgeçen milletvekilinin iddianamede yer alanaçıklamalarının bunları yaptığı sırada üyesi olmadığı Parti’yibağlamayacağıyolundaki iddialarının, gerçeği yansıtmadığısonucunavarılmıştır.

hh- Bülent ARINÇ yönünden

Milletvekili Bülent ARINÇ’ın,

-11.6.1998’de TBMM’nde başörtü konusunda AnayasaMahkemesi ve Danıştay kararlarının tartışmalıolduğunu ileri sürerek<<Bu konuda devlet -niçin başınıörtüyorsun- şeklinde kimseye birsoru yöneltemez. Çağdaşdemokrasilerde bunun yeri yoktur.>>

-6.5.1999 günlü Milliyet Gazetesi’nde yayımlanan haberde5.5.1999’da Manisa’da <<Kavakçıelbette ki siyasal simge olaraktürban takıyor. Peruklu demokrasi olmaz. 75 yılda Meclis’e türbanlımilletvekili gelmediğini söylüyorlar. Ama bundan sonra türbanlımilletvekili girmeyeceği anlamına gelmez. KAVAKÇI bu konuda ilkolacak>>

dediği belirtilerek bunların Fazilet Partisi’nin lâikliğe aykırıeylemlerin odağıhaline geldiğinin kanıtlarından biri olduğu ilerisürülmüştür.

DavalıParti’nin savunmalarında, Bülent ARINÇ’ın TBMM’deyaptığıaçıklamada başörtüsüyle ilgili yasal çerçevenin yasama organıtarafından gözden geçirilmesini istediği, bunun bir milletvekilinin endoğal hakkıolduğu, Milliyet Gazetesi’nde yayımlanan görüşlerinin dedemokrasinin gizlemeye gerek kalmaksızın bireylerin kendileriniserbestçe ifade ettikleri bir rejim olduğunu vurgulamaya yönelikbulunduğu belirtilmiştir.

ıı- Mustafa KAMALAK yönünden

Milletvekili Mustafa KAMALAK’ın,

17.6.1998’de TBMM’de <<Bir cümleyle hukuk bakımındanbaşörtüsü yasağı, tam anlamıyla bir zorbalıktır; hiçbir yasaklayıcıkanun hükmü, hukuk kuralıyoktur...dini bakımdan başörtüsü yasağı,

1489

lâiklik ilkesinin tam anlamıyla bir ihlâlidir.>> dediği belirtilerek bugörüşlerin lâiklik karşıtıolduğu ileri sürülmüştür.

DavalıParti’nin savunmalarında, Mustafa KAMALAK’ın birhukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının yasa ileyapılmasıgereğini savunduğu, başörtüsü yasağınıdine değil lâiklikilkesine aykırılığınedeniyle eleştirdiği belirtilmiştir.

ii- Cemil ÇİÇEK yönünden

Milletvekili Cemil ÇİÇEK’in,

-9.6.1998’de Fazilet Partisi’ne katılırken yaptığıkonuşmada,<<Marjinal grupların çıkardığıkavgalar, çıkar çevrelerinin ortaya attığıiddialar, siyasetin ve siyasetçinin gündemini oluşturuyor. Millet isesıkışmış vaziyette. Bir çıkış yolu arıyor. Ülkeyi yönetenlerdendürüstlük, açıklık ve mertlik bekliyor. Bunun en acıve açık örneğiüniversitelerde yaşanan kılık-kıyafet rahatsızlığıdır. Millet, dininemirleri ile devletin emirleri ve yasaklarıarasında sıkışıp kalmıştır.Şimdi bu talihsiz millet ne yapacaktır? Devleti için dinini mi, dini içinDevletini mi karşısına alacak?>> dediği belirtilerek bu görüşlerinlâiklik karşıtıolduğu ileri sürülmüştür.

DavalıParti’nin savunmalarında, Cemil ÇİÇEK’in, her ikisi deanayasal kuruluşolan YÖK ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “türbankonusundaki farklıgörüşlerinin yol açtığıbelirsizlik üzerinde durduğu,konuşmasının iddianamede yer almayan bölümünde sorununçözümünün cumhuriyetin niteliklerine zarar vermeyen demokratikyollarla olanaklı olabileceğini söylediği, cumhuriyetin temelniteliklerine, hukuk devletine ve demokrasiye bağlılığınıher fırsattavurguladığıbelirtilmiştir.

jj- Diğer Milletvekilleri ve Partililer Yönünden

-Milletvekilleri Musa UZUNKAYA, Musa OKÇU, Mehmet AliŞAHİN, Fethullah ERBAŞ, Naci TERZİ, Remzi ÇETİN ve MehmetAltan KARAPAŞAOĞLU’nun da TBMM’nde çeşitli tarihlerde yaptıklarıkonuşmalarda kamu kurum ve kuruluşlarındaki “türban”la ilgiliuygulamalara karşıçıkarak bunların insan haklarına, Anayasa’yaaykırıolduğunu savunduklarıMehmet Altan KARAPAŞOĞLU’nun29.12.1998’de TBMM’ndeki konuşmasında bu görüşlerin yanısırakonuya ilişkin yönetmelikler için “O yönetmelikler kamu vicdanındamakes bulmuyorsa uyulmaz, suça teşvik ediliyorsa uyulmaz” dediği,

1490

-4.6.1998’de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi önünde başlayıp,24.6.1998’de Ankara’da sona eren “Türban YasağınıProtestoYürüyüşü”nde milletvekilleri Abdullatif ŞENER, Ramazan YENİDEDE,Ahmet DOĞAN, Hüseyin YILDIRIM, Ahmet KIR, FikretKARAPEKMEZ ile Beyoğlu Belediye BaşkanıNusret BAYRAKTAR veBağcılar Belediye BaşkanıFeyzullah KIYIKLI’nın hazır bulunduğu,

-11 Ekim 1998’de pek çok il’de saat tam 11.00’de yasal izinalınmadan türban eylemi yapıldığı; Ankara’da yapılan eylem sırasındamilletvekili Mehmet ELKATMIŞ’ın göstericilerle el ele tutuşarakeyleme destek verdiği; Çorum’da göstericilere destek verenlerarasında milletvekilleri Mehmet AYKAÇ ve Zülfikar GAZİ’ninbulunduğu, bu eylemler nedeniyle Parti’nin Giresun İl BaşkanıKemalGEMİCİ’nin de göz altına alındığı,

-16.1.1999’da Konya’da Belediye Başkanıadaylarıtanıtımtoplantısında milletvekili Abdullah GENCER’in “bugün kurankurslarında öğrenci yoktur. Yarın hiç olmayacak. Hafızlık artık tarihekarıştı... Bakın harcıkaybettiğiniz zaman herşeyi kaybedersiniz...Başörtü problemini çözemedik. Ama çalışma yapmadık mı? Elbette ikitürlü çalışma yaptık. Bir tanesi gerek teşkilatlarımız, gerekmilletvekillerimiz bu problemlerin olduğu yerlere devamlıgittiler.Oradaki yavrularımızla görüştüler, manevi desteklerde bulundulardediği;

-Fazilet Parti’li Altındağ Belediye Başkan’ıMehmet ZiyaKAHRAMAN’ın başkanlık yaptığı7.5.1999 günlü, Belediye Meclisitoplantısına, bazımeclis üyelerinin şiddetli muhalefetine karşıFaziletPartili Belediye Meclis Üyesi Havva BEKTAŞ’ın başörtülü olarakkatılmasına “burasıhalkın meclisi” diyerek izin verdiği,

-Fazilet Partisi Tanıtma Başkanlığı’nca “Sular Tersine Akmaz”adıyla düzenlenen görüntülü kasette “Eğitim HakkıEngellendi”başlığıyla verilen bölümde, “özgür düşüncenin kalesi olanüniversitlere kışla düzeni getirildi... Kılık kıyafetleri farklıdiye okumakisteyen öğrencilerin karşısına polis çıkarıldı. Üniversite rektörleri keyfiuygulamalarla görevlerinden alındılar” sözlerinin hemen arkasından“başörtüye uzanan eller kırılsın” sloganıatan kız öğrencileringörüntülendiği,

-Anadolu Ajansı’nın 4.6.1998 günlü haber bülteninde “Çapa’dabulunan Tıp Fakültesi Temel Bilimler binasıönünde eylemlerinisürdüren türbanlı öğrencilerin bugünkü gösterisine İstanbul

1491

Büyükşehir Belediye Meclis Grup Başkanvekili HüseyinEVLİYAOĞLU ile İstanbul’daki 15 ilçe belediye başkanıda katıldı”denildiği,

-Milletvekili Mehmet SILAY’ın 1998 yılında yayınlanan veMahkeme kararıyla toplatılan “Partalentodan Haber” isimli kitaptayazdıklarının da gözönünde tutulmasında yarar bulunduğu,

belirtilerek, bu eylem ve açıklamalarla Ankara Devlet GüvenlikMahkemesi Başsavcılığı’nın “Milli GörüşHakkında İddianamesi” vedayanaklarının Parti’nin lâikliğe aykırıeylemlerin işlendiği odak halinegeldiğinin kanıtıolduğu ileri sürülmüştür.

Davalı Parti’nin savunmalarında, yukarıda yer alankonuşmaların eleştiri ve kınama niteliğinde olduğu, ayrıca tümü deTBMM’nde yapıldığı için “yasama sorumsuzluğu kapsamındabulunduğu ve TBMM dışında bir organ tarafından kontroledilemeyeceği, milletvekillerinin yürüyüşlere katılmalarıkonusundaParti’nin yetkili organlarıtarafından alınmışbir karar olmayıp bunlarınkişisel bir tercih sonucu gerçekleştiği, Parti’yi bağlamayacağı,Belediye Meclis üyeleri memur statüsünde olmadıklarından başörtüsüile çalışmalara katılmalarınıengelleyici bir kural bulunmadığı; “SularTersine Akmaz” isimli kasetteki gösterilerin objektif olarak aktarıldığı;bu gösteriler Parti tarafından düzenlenmediği gibi bunlara PartiTeşkilatı’nın da katılmadığı, kimi toplantılarda başörtüsü konusundaverilen manevi desteğin demokrasilerde doğal olduğu,“Parlamentodan Haber” isimli Parti’den habersiz yayımlanankitapçığın ise Parti’yi bağlamayacağıFazilet Partisi’nin “Milli Görüş”adlıkuruluşla da bir bağlantısının bulunmadığıbelirtilmiştir.

c- Delillerin Değerlendirilmesi

İddianame ve ekinde kimi milletvekilleri ve Parti’lilere ilişkinolduğu ileri sürülen lâiklik karşıtıeylem ve konuşmaların, dosyadakidelillerle kanıtlandığıve bunların davalıParti tarafından da kabuledildiği anlaşılmıştır.

“Esasın incelenmesi” bölümünde açıklandığıgibi, Anayasa’nınBaşlangıç’ı ile birçok maddelerinde “lâiklik”ten söz edilmiş, 2.maddesiyle de “lâiklik” Cumhuriyetin temel niteliklerinden biri olarakkabul edilmiştir. Anayasa’nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasıyla2820 sayılıSiyasî Partiler Kanunu’nun 78. maddesine göre, SiyasîPartiler, Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen “Cumhuriyetin

1492

nitelikleri”ne ve bu bağlamda “lâiklik ilkesine” aykırı amaçlargüdemezler, bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar. Öte yandan,Anayasa’nın 24. ve Siyasî Partiler Kanunu’nun buna koşut 87.maddesinde, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî ve hukukî temeldüzeninin kısmen de olsa, dinî esas ve inançlaradayandırılamayacağı, siyasî amaçla veya siyasî menfaat teminimaksadıyla dinin veya dinî duyguların yahut dince mukaddes sayılanşeylerin istismar edilemeyeceği ve kötüye kullanılamayacağıöngörülmüş; siyasî partilerin bu yolla propaganda yapmalarıyasaklanmıştır.

Anayasa’nın 69. maddesinin altıncı fıkrasıile 2820 sayılıYasa’nın 101. maddesinin (b) bendinde bir siyasî partininAnayasa’nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasıhükümlerine aykırıeylemlerin işlendiği odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesi’ncetespiti halinde temelli kapatılacağıbelirtilmektedir.

DavalıParti savunmalarında, Türkiye’nin başta Avrupa İnsanHaklarıSözleşmesi olmak üzere kimi uluslararasısözleşmeleri kabulettiğini, iç hukuk normu ile ulusalüstü norm arasında bir çatışma sözkonusu olduğunda, mahkemelerin ulusalüstü normu doğrudanuygulamasıgerektiğini, ulusalüstü normların iç hukuka üstün vebağlayıcıolduğunu ileri sürmüştür.

Siyasî parti kapatma davalarında da, diğer davalarda olduğugibi Anayasa’nın yanısıra usulüne uygun olarak yürürlüğe konulanandlaşma kurallarının da gözetilmesi doğaldır. Bu nedenle,kararlarda, ilgisi oranında İnsan HaklarıEvrensel Bildirgesi ile İnsanHaklarıAvrupa Sözleşmesi’ne ve Avrupa Sosyal Haklar TemelYasasıgibi insan haklarıkonusundaki uluslararasısözleşmelereyollamada bulunulmaktadır. Esasen bu sözleşmeler kapsamındakihak ve özgürlüklerin tümüne yakın bölümü Türkiye CumhuriyetiAnayasası’nda da güvence altına alınmıştır.

Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi’nin 11. maddesinin birincifıkrasında, herkesin barışçıamaçlarla dernek kurma özgürlüğünesahip olduğu belirtilmiş, ikinci fıkrasında ise, bu haklarınkullanılmasına, ulusal güvenlik, kamu güvenliği, kamu düzenininkorunması, suçun önlenmesi, genel sağlık ve ahlâk veya başkalarınınhak ve özgürlüklerinin korunmasıiçin ancak yasalarla kısıtlamalargetirilebileceği kabul edilmiştir.

1493

Öte yandan, İnsan HaklarıEvrensel Bildirgesi’nin 30. ve Avrupaİnsan Hakları Sözleşmesi’nin 17. maddesinde, Bildirge veyaSözleşmenin hiçbir hükmünün, burada ileri sürülen hak veyaözgürlüklerden herhangi birinin yok edilmesini amaçlayan etkinlikveya eylemde bulunma hakkınıverir biçimde yorumlanamayacağıbelirtilmiştir.

Anayasa’da Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında sayılanlâiklik ilkesine karşıolanların, güçlü bir siyasal sembol olarakkullandıklarıtürban konusunda Fazilet Partisi Genel Başkanı, GenelBaşkan Yardımcıları ve milletvekilleri ile kimi partili belediyebaşkanlarının kararlı, ısrarlıve süreklilik gösteren faaliyetleriyle temelhak ve özgürlüklerin güvenceye alındığıdemokratik hukuk devletinideğil, din kurallarının geçerli olduğu bir toplumsal modeligerçekleştirmeyi amaçladıklarıaçıktır. Bu amacın, Anayasa’nın 68. ve69. maddeleriyle, 2820 sayılıYasa’nın 101. maddesi karşısındaolduğu kadar İnsan HaklarıEvrensel Bildirgesi’nin 30. ve Avrupaİnsan HaklarıSözleşmesi’nin 17. maddesi karşısında da korunmagöremeyeceği kuşkusuzdur.

Bu durumda, ulusal normlarla ulusalüstü normlar arasında birçatışma bulunmadığından, davalıParti’nin konuya ilişkin savlarıüzerinde durulmasına gerek görülmemiştir.

İddianamede, Fazilet Partisi’nin Genel Başkanıdahil tümyöneticilerinin, milletvekili ve belediye başkanlarının, vatandaşlarıdinsel inançlarını sömürerek lâik devlet düzeniyle çatışmayasokabileceklerinin bilincinde olarak “kamu kurumlarında veüniversitelerde başörtüsü ile çalışma ve öğrenim görmeninvazgeçilmez bir insan hakkıolduğu, yasaklar getiren mevzuatıuygulayan kamu görevlilerinin lâikliğe aykırıdavranışta bulunarak suçişledikleri” iddiasıyla halkın bir bölümünü Devlet’e karşıkışkırtmayıalışkanlık haline getirdikleri belirtilmiştir.

DavalıParti savunmalarında, üniversitelerde uygulanan türbanyasağıkonusunda yukarıda belirtilen konuşmaların yapıldığınıkabuletmişancak, bu konudaki uygulamalarıeleştirmenin lâikliğe aykırıolmadığınıileri sürmüştür.

Anayasa’nın “Eğitim ve öğrenim hakkıve ödevi” başlıklı42.maddesinin üçüncü fıkrasında, “Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri veinkılâplarıdoğrultusunda, çağdaşbilim ve eğitim esaslarına göre,Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırıeğitim

1494

ve öğretim yerleri açılamaz”; Dördüncü fıkrasında da, “Eğitim veöğretim hürriyeti Anayasa’ya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz”denilerek Anayasa’nın Başlangıç’ındaki ilkelere bağlılıkvurgulanmıştır.

Yükseköğretim kurumlarında, bilimsel yöntemlerle yetişerekbirlikte çalışmalar yapan gençlerin kimin hangi inançtan olduğunugösterecek biçimde güçlü bir dini simge olan başörtüsü takmalarınaizin verilerek onlarıdinsel inanç ve görüşleri nedeniyle çatışmalarasevkedebilecek ortamın yaratılması, başkalarının inanç özgürlüğünüihlâl edeceği gibi kuşkusuz, kamu düzenini de tehlikeye sokar.

Bu nedenle, lâik eğitimde dinsel inançlara göre harhangi birayırım gözetilemez.

Dinsel nedenlere dayanılarak başörtüsü ve türbanla boyun vesaçların örtülmesine resmî daire ve üniversitelerde serbestliktanınması, bir tür yönlendirme ve bir anlamda zorlamadır. Kişileri şuya da bu yönde giyinip başınıörtemeye zorlamak, ayrıve hatta aynıdinden olanlar arasında bile inançlarıyönünden ayrılıklar yaratacaktır.Bu husus, Din veya İnanca DayalıHer Türlü Hoşgörüsüzlük veAyırımcılığın Kaldırılması Bildirisi’nde de dile getirilerek tüminsanlarda bulunan onur ve eşitliğin BirleşmişMilletler Antlaşması’nıntemel ilkelerinden biri olduğu, din ya da inanç özgürlüğünün tamolarak saygıgörüp güvence altına alınmasıgerektiği, din ve inançözgürlüğüne ilişkin konularda anlayış, hoşgörü ve saygıyıgeliştirmeve dünyanın kimi yerlerinde din ve inanç konularında halâ gözlenenhoşgörüsüzlük ve ayrımcılık uygulamalarını önlemek için tümönlemleri almanın gerekliliği belirtildikten sonra, 2., 3. ve 4.maddelerinde, din ve inanç nedeniyle insanlar arasında ayrımgözetilemeyeceği ve bu tür ayırımcılığıyasaklamak için gerekli hertürlü çabada bulunulmasıgerektiği belirtilmiştir.

Dini inancınedeniyle başınıörtmek isteyenlerle bu kişilerlefarklı düşüncede olup bir zorlama karşısında bulunduklarınainananların aynıanayasal korumadan eşit olarak yararlanmalarıgerektiğinde duraksanamaz.

Ayrıca kamusal kuruluşlarda ve öğretim kurumlarında başörtüsüve onunla birlikte kullanılan belli biçimdeki giysi bir ayırım aracıniteliğide taşımaktadır. Bu tür dinsel kaynaklısembollerle dini esaslaradayalıtoplumsal düzen oluşturmaya yönelik faaliyetlerin Anayasa’nınlâiklik ilkesi karşısında hoşgörü ile karşılanmasıolanaksızdır.

1495

Anayasa’nın 153. maddesinin son fıkrasında, AnayasaMahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargıorganlarını, idaremakamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlayacağı, 138. maddesindede, yasama ve yürütme organlarıile idarenin mahkeme kararlarınauymak zorunda oldukları, bu organlarla idarenin mahkeme kararlarınıhiçbir surette değiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmesinigeciktiremeyeceği öngörülmüştür. Anayasa’nın 68. maddesinindördüncü fıkrasında siyasî partilerin “hukuk devleti ilkesi”ne uymaklayükümlü olduklarıbelirtilmiştir. Anayasa’nın 153. maddesinin sonfıkrasına göre, gerçek ve tüzelkişileri bağlayan Anayasa Mahkemesikararlarısiyasî partileri de bağlar.

Anayasa Mahkemesi’nin 2547 sayılıYükseköğretim Kanunu’naeklenen Ek Madde 16’nın iptaline ilişkin 7.3.1989 günlü, E : 1989/1,K : 1989/12 sayılıkararında, lâik bir devlette hukuk kurallarınınkaynağının dinde değil akılda bulunduğu, kişilerin iç dünyasına ilişkinolmasıgereken dinî inançlara göre yasal düzenleme yapılmasınınAnayasa’nın 2., 10., 24. ve 174. maddelerine aykırı olduğubelirtilmiştir.

Öte yandan, Danıştay Sekizinci Dairesi’nin 23.2.1984 günlü,207/330; 16.11.1987 günlü, 128/486; 27.6.1988 günlü, 178/512 sayılıkararlarıile Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’nun 16.6.1994günlü, 61/327 sayılıkararlarında da, Yüksek Öğretim Kurumlarındabaşörtüsü ve türban takan öğrencilerin Atatürk devrimleri ile lâikCumhuriyet ilkelerine aykırıdavrandıklarıve dine dayalıdevletdüzenini benimsedikleri kabul edilmiştir. Buna karşın, davalıPartiGenel Başkanı ile çok sayıda milletvekili ve kimi belediyebaşkanlarının mahkeme kararlarınıetkisiz hale getirmek için resmidaire ve üniversitelerde türban kullanmayıteşvik eden lâiklik ve hukukdevleti ilkelerine aykırıeylem ve konuşmalar yaptıklarıanlaşılmıştır.

Anayasa Mahkemesi’nin kararlarında, Anayasa’nın lâiklik vedüşünce özgürlüğüne ilişkin kurallarına verdiği anlam ve içerikleAvrupa İnsan Hakları Komisyonu’nun konuya ilişkindeğerlendirmelerinde birçok ortak nokta bulunmaktadır. Komisyon No: 18783/91, L.B/ Türkiye K. t. günlü, 3.5.1993, No: 16278/90,S.K/Türkiye K. t. 3.5.1993 günlü kararlarında, yüksek öğrenimini lâikbir üniversitede yapmayıseçen bir öğrencinin bu üniversitenindüzenlemelerini kabul etmiş sayılacağını, üniversitelerce getirilendüzenlemelerin, farklıinanıştaki öğrencilerin birlikteliğini sağlamakamacına yönelik olarak, öğrencilerin dinsel inançlarınıaçığa vurmaözgürlüklerini yer ve biçim bakımından sınırlayabileceğini, özellikle

1496

nüfusun büyük bir çoğunluğunun belirli bir dine mensup olduğuülkelerde, bu dinin tören ve simgelerinin herhangi bir yer ve biçimdesınırlama olmaksızın sergilenmesinin, sözü geçen dinî uygulamayanveya başka bir dine mensup olan öğrenciler üzerinde baskıoluşturabileceğini, lâik üniversitelerin, öğrencilerin kılık vekıyafetlerine ilişkin kurallar koyarken, kimi kökten dincilerin yükseköğretimde kamu düzenini bozmamalarınıve diğerlerinin inançlarınazarar vermemelerini sağlamaya özen gösterebilecekleri açıklanarakL.B. ve Ş.K. isimli öğrencilere, lâik üniversite düzeninin gereklerineuygun biçimde fotoğraf vermedikleri gerekçesiyle okul diplomasıverilmemesi, din ve vicdan özgürlüğüne müdahale olarak görülmemişve şikayetin kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Avrupa İnsanHaklarıMahkemesi’nin 15.2.2001 günlü Dahlab-İsviçre No: 42393/98sayılıkararında da; bir ilkokul öğretmeninin görev sırasında başınıörtmesi nedeniyle ilköğretim Dairesince getirilen başörtüsü veyatürban takma yasağına karşı yapılan başvuruyu reddedenCenevre’deki Conseil d’ Etat’a kararını inceleyen FederalMahkemenin, davacının mesleğinin kendisini Devletin temsilcisidurumuna soktuğunu, başörtüsünün güçlü bir dini sembol olduğunubelirterek dinsel tarafsızlık ve kadın erkek eşitliği ilkelerini korumagerekçesiyle Conseil d’ Etat’a kararınıonamasından sonra, yapılanbaşvuruyu, çocukların çok kolay etkilenebilecekleri bir yaşta bu türsembollerin bir biçimde onlara dinlerini değiştirme yönünde etkiyapabileceği bunun da ötesinde yalnız kadınların başlarınıörtmelerinin zorunlu olmasını, kadın erkek eşitliğiyle ve demokratik birtoplumda öğretmenlerin öğrencilerine vermeleri gereken özgürlük,başkalarına saygıve bundan da önemli olarak eşitlik ve ayırımcılıkyasağı mesajlarıyla bağdaştırmanın güç olduğunu, başvurudabulunan öğretmene uygulanan yasağın kadın olmasındankaynaklanmadığınıDevletin ilk öğretimde tarafsızlığınıgerçekleştirmegibi yasal (meşru) bir amaçla getirildiğini, erkeklerin de hiç kuşkusuzbelirli bir dinin mensubu olduklarınıgösterebilecek bir biçimdegiyinmelerinin yasaklanabileceğini belirterek reddetmiştir.

Anayasa’nın 68. maddesi ile 2820 sayılı Yasa’nın 4.maddesinde, özgürlükçü, katılımcı, çoğulcu, çağdaşdemokrasilerdesiyasi partilerin taşıdığıbüyük önemin bir yansımasıolarak “siyasipartiler demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır”denilmiştir. 2820 sayılıYasa’nın 3. maddesinde ise siyasî partilerintanımıyapılırken, onların Anayasa ve kanunlara uygun olarakmilletvekili ve mahalli idareler seçimleri yoluyla tüzük veprogramlarında belirlenen görüşleri doğrultusunda çalışmalarıve açıkpropagandalarıile milli iradenin oluşmasınısağlayarak demokratik bir

1497

Devlet ve toplum düzeni içinde ülkenin çağdaşmedeniyet seviyesineulaşmasıamacınıgüden ve ülke çapında faaliyet göstermek üzereteşkilatlanan tüzelkişiliğe sahip kuruluşlar olduğuna işaret edilmiştir.Anayasa ve Siyasî Partiler Yasası’nın bu kurallarıyla siyasî partileriçin belirlenen temel amaç “demokratik bir Devlet ve toplum düzeniiçinde ülkenin çağdaşmedeniyet seviyesine ulaşması”dır. Bu amacın,yalnız başına bir partinin tüzük ve programında yer almasıyla değileylem ve söylemlerini kapsayan tüm faaliyetlerinin de aynıdoğrultudaolmasıyla gerçekleştirilebileceğinde duraksanamaz. Ayrıca bir siyasîParti’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin örgütlenmeözgürlüğüyle ilgili 11. maddesinin sağladığıkorumadan yararlanmasıda, tüzüğü, programıve eylemleriyle Anayasa ve Siyasî PartilerYasası’nda belirtilen demokratik bir devlet ve toplum düzeninigerçekleştirme amacında olduğunu göstermesine bağlıdır.

Daha önce Refah Partisi’yle ilgili kararda, lâiklik ilkesine ilişkinAnayasa ve yasa kurallarıile Anayasa Mahkemesi kararlarıgözardıedilerek, resmî daire ve üniversitelerde türban ve başörtüsükullanmayıteşvik eden konuşmaların, lâik düzen karşıtlarıiçin birmesaj oluşturduğu belirtilmesine karşın, davalıParti, türban vebaşörtüsü konusunu belirlediği politikalara temel almakta bir sakıncagörmemiş bu konudaki görüşleri bilinen Merve KAVAKÇI’yıseçilebileceği bir yerden aday göstererek milletvekili olmasınısağlamıştır. Merve KAVAKÇI, milletvekili seçilmeden önce 1996yılında Kuzey Amerika İslâmi Birliği Kongresi’nde yaptığıkonuşmada“Refah Partisi’nin iktidara gelmesi otuz yıllık bir çalışmanın ürünüdür...24 Haziran’da Türkiye’deki 54. Hükümeti kurduk. Bu başarısıkıbirçalışmanın ürünüdür. Bu da ibadet ve cihat anlamına gelmektedir.Kuşkusuz daima Başbakanımız Necmettin ERBAKAN’ın kumandasıaltında olduk. Refahıkabul eden islamıda kabul etmiştir. ...gelecekteşüphesiz sadece Türkiye’nin değil bütün dünyanın müslümanlarıiçinelimizden geleni yaparız ve gelecek seçimde koalisyon kurmakzorunda kalmayacağız ve inşallah İsrail Türkiye meselesi konusundafarkıgöreceksiniz. Ama tek başına iktidara gelmeliyiz... Sabırlabeklemek ve gelecekte pahalıya mal olacak hatalıbir hareketyapmadan çok dikkatli çalışmak zorundayız” 26 Aralık 1997’deABD’nin Chicago kentinde ABD merkezli Filistin İslâmi Birliği (IAP)tarafından düzenlenen konferansta yaptığıkonuşmada da “Bence biz,Kuran’ın halâ anlaşılmasından yoksunuz ve gereksinimlerimiz içinKuran’a dönmekten halâ yoksunuz. Kendimizi, Türkiye’degördüğümüz gibi, ülkemizin sözde Müslüman hükümetine karşımücadele verirken görüyoruz... 21. yüzyılın eşiğinde, dünyanın hertarafındaki Müslümanlar bir şekilde islami birliğin bayrağıaltında

1498

toplanmalı, böylece gerektiğinde tek bir merkezi vücut olarak hareketetmemiz sağlanmalı... Biliyoruz ki, yüzyılın sonuna yaklaşırkendüşmanın elindeki silahlarla biz de silahlanmalıyız... İnşallahkalbimizdeki cihat ruhuyla bugün karşılaştığımız sıkıntılarıaşacağımıza inanıyorum... Sosyal yönde cihat, iyi ve aktif birmüslüman örgütün parçası, aktif bir üyesi olarak gerçekleştirebilir...Ancak şunu söylemeliyim ki bunlar cihadın politik yanı. Ve herkesincihat yapmasıiçin siyasette olmasıgerekmiyor. Ancak bu alan, benimkendim için cihat yapmak için seçtiğim alan Hizb-i Refah’ın ideolojisi,Türkiye’deki Müslümanlar için cihat yapmak değil. Bütün DünyadakiMüslümanlar için cihat yapmak ve bütün insanlık için cihad yapmak...Bizim dava çalışmamızda, erkeklerinkine paralel şekilde, yukarıdanaşağıya bir hiyerarşik model kurduk... Her şehirde 11 departman var.Ve her şehirde mahallelerde, kasabalarda, cihat yapmak için Hizb-iRefah pozisyonlarımevcut... Dünya müslümanlarıolarak amacımız,yüzyıllar önce olduğu gibi, Kur’anda belirtildiği gibi olmalıdır” diyerektemelini dinsel kuralların oluşturduğu sosyal ve siyasal yaşammodeliyle ilgili görüşlerini dile getirmiştir.

Fazilet Partisi’nin görüşleri ve faaliyetleri bu doğrultuda olanbirini seçilebileceği bir yerden milletvekilliğine aday göstermesikuşkusuz bu kişinin görüşleriyle Parti’nin temel politikalarıarasındabir paralellik olmasından kaynaklanmaktadır.

Öte yandan, Parti’nin Genel Başkanı, Milletvekilleri ve kimiBelediye Başkanlarılâikliğin yanlıştanımlandığıiddiasıyla resmî daireve üniversitelerde uygulanan türban ve başörtüsü yasağınıhak veözgürlüklerin kullanılmasınıengelleyen, zulüm ve zorbalık olarakniteleyerek kamu düzenini bozacak biçimde halkıdevlet görevlilerinekarşıkin ve düşmanlığa tahrik etmişlerdir. Ancak daha ileri bir aşamaolarak türban veya başörtüsü konusunu Merve KAVAKÇI ve onuseçimlerden önce ve sonra açıkça destekleyen Nazlı ILICAKaracılığıyla ulusal iradenin gerçekleştiği TBMM’ne taşıyarak tümmilletvekillerinin ayakta alkışladığı bir görüntü içinde eylemedönüştürmüşlerdir. Böylece, davalıParti tarafından güçlü bir siyasalsembol olarak kullanılan başörtüsü veya türbanın, eylemli bir durumyaratılarak TBMM’ne taşınmasıgirişimiyle geçmişinde teokratik birdevlet deneyimi geçirmişolan Türkiye Cumhuriyeti’nde özel bir yeri veönemi bulunan lâiklik ilkesi ağır biçimde ihlâl edilmiştir. Demokrasinin,hak ve özgürlüklerin temelini oluşturan lâiklik ilkesine karşıgerçekleştirilen bu eyleme, Genel Başkanıve tüm milletvekilleriylekatılması, Fazilet Partisi’nin bu tür eylemlerin işlendiği odak halinegeldiğinin en büyük kanıtıdır. Bu aynızamanda onun lâiklik temeline

1499

dayanan, çerçevesini temel hak ve özgürlüklerin çizdiği çağdaşdemokratik bir toplum modeli benimsemediğinin de göstergesidir.Önemli bir oy potansiyeline sahip olması nedeniyle Parti’ninöngördüğü modeli uygulamaya koyma olanağıgözetildiğinde, budurumun lâik demokratik düzen için ne denli önemli bir tehlikeoluşturduğu açıktır.

Demokratik bir toplumda, başörtüsü veya türban kullanarak birdinin gereklerini açıkça sergileyebilme özgürlüğünün, başkalarınınhaklarının korunabilmesi için kamu düzeni ve kamu güvenliğininsağlanmasıamacıyla yasaklanmasında hukuka aykırılık bulunmadığıAnayasa Mahkemesi’nin ve Danıştay’ın konuya ilişkin kararlarıylasaptanmıştır. Ancak, davalıParti’nin mensuplarıbu kararlarıgözardı ederek yasalara aykırı olmasına karşın türban veyabaşörtüsünün serbest bırakılması için demokrasinin temeldeğerleriyle bağdaşmayan kendilerine özgü bir lâiklik tanımıile baştaTBMM olmak üzere çeşitli yer ve toplantılarda gerçekleştirdiklerieylem ve yaptıklarıkonuşmalarla sürekli olarak, kamu görevlilerininkendilerine zulüm ve zorbalık yaptıklarıgerekçesiyle halkıbu kişilerekarşıkin ve düşmanlığa tahrik etmişlerdir. Oysa demokratik birtoplumda çeşitli din gruplarının veya aynıdine mensup olmaklabirlikte farklıdüşünenlerin inanç özgürlüklerinin aralarında bir ayırımyapılmaksızın korunması zorunludur. Bunu engelleyen siyasîpartilerin kapatılması ise sosyal bir gereksinimin sonucudur.Kuşkusuz bu gereksinim yalnız partilerin dinsel kurallara dayalıbirdevlet modeli benimsemeleriyle değil, totaliter ideolojilereyakınlaşmalarıyla da ortaya çıkabilir.

Nitekim, Avrupa İnsan HaklarıKomisyonu, “Alman KomünistPartisi”, “A. Association ve H.v. Avusturya” ve “Glimmerveen veHagenback ve Hollanda” vaka’larında totaliter ideolojileri savunmakamacıyla Sözleşme’den yararlanılamayacağınıkabul etmiştir.

Siyasî Partiler Yasası’nın 101. maddesinin (b) bendine dealınan Anayasa’nın 69. maddesinin altıncıfıkrasında, “Bir siyasîpartinin 68 inci maddenin dördüncü fıkrasıhükümlerine aykırıeylemlerinden ötürü temelli kapatılmasına ancak, onun bu niteliktekifiillerin işlendiği odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesi’nce tespitedilmesi halinde karar verilir” denilmektedir. 4121 sayılıYasa’nın 7.maddesiyle değiştirilen bu maddeye ilişkin Anayasa Komisyonuraporunda, belirtilen hükmün Federal Almanya Anayasası’nın 18.maddesinden esinlenerek getirildiğine ve partilere daha sağlamhukukî teminat içerdiğine işaret edilmiştir.

1500

2820 sayılıSiyasî Partiler Yasası’nın 103. maddesinin, birsiyasî partinin, Anayasa’nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasıhükümlerine aykırı eylemlerin işlendiği odak halini oluşturupoluşturmadığıhususunun Anayasa Mahkemesi’nce belirleneceğineilişkin birinci fıkrasından sonra gelen ve odak olmayıtanımlayan ikincifıkrasıise 12.12.2000 günlü, E:2000/86, K:2000/50 sayılıkararla iptaledilerek Yasa ile Anayasa arasındaki uyumsuzluk giderilmiştir.

Öte yandan, Anayasa’nın 26. maddesinin birinci fıkrasıyla,İnsan HaklarıEvrensel Bildirgesi’nin 19., İnsan HaklarıAvrupaSözleşmesi’nin 10. maddelerinde herkesin düşünce ve bunlarınanlatım özgürlüğü bulunduğu kabul edilmekle beraber, Anayasa’nın13. maddesiyle, 26. maddesinin ikinci fıkrasında, bu hürriyetlerin kimidurumlarda yasayla sınırlandırılacağıaçıklanmış; İnsan HaklarıEvrensel Bildirgesi’nin 30. ve Avrupa İnsan Hakları AvrupaSözleşmesi’nin 17. maddesinde, Bildirge ve Sözleşme’nin hiçbirhükmünün devlet, grup veya kişiye bu maddelerdeki hak veyaözgürlüklerden hiçbirini yok etmeyi amaçlayan bir etkinlik veyaeylemde bulunmayı haklı kılacak biçimde yorumlanamayacağıbelirtilmiştir. Nitekim, İnsan HaklarıAvrupa Komisyonu ve Divanpekçok kararında demokrasiyi yok etmeyi amaçlayan düşüncebeyanınıparti kapatma nedeni olarak kabul etmiştir. Amaçlarınaulaşmak için demokrasi ile hak ve özgürlükleri araç olarakkullandıklarıkanıtlanan siyasî partilerin; bu eylemleri nedeniylekapatılmalarında yukarıda belirtilen Anayasa ve ulusalüstü kurallaraaykırılık yoktur.

Bu nedenlerle düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğükapsamında kaldığıileri sürülerek kimi beyanlar nedeniyle partikapatma cezasıverilemeyeceği yolundaki davalıparti savunmasıyerinde görülmemiştir.

18 Nisan 1999 tarihinde yapılan milletvekili seçimlerinden sonraTBMM’ndeki yemin töreninde, Merve KAVAKÇI’nın ve onu seçimöncesinde, yemin töreni sırasında ve seçim sonrasındaki davranışlarıve yaptığıaçıklamalarla özel olarak destekleyen NazlıILICAK’ınsergiledikleri eylemlerin ve yaptıklarıkonuşmaların; Bekir SOBACI’nıntürban ve başörtü yasağına direnen bu nedenle de İstanbul Çapa veCerrahpaşa Tıp Fakültelerinden çıkarılan öğrencileri Ankaragirişinden alarak basın toplantısıyaptırması, Meclis’e getirerekpartileri ziyaretlerini sağlaması gibi yasalara aykırı eylemleridesteklemesi ve teşvik etmesinin; Ramazan YENİDEDE’nin resmîdaireler ve okullarda konuya ilişkin yasa ve yönetmelikler gereği

1501

uygulanan türban veya başörtüsü yasağınızulüm ve zorbalık olarakgöstererek halkıkin ve düşmanlığa tahrik etmesinin; MehmetSILAY’ın 1998 yılında yayınlanan “Parlamentodan Haber” adlıkitabında, dünya tarihinde milletlerin dini duygularıve inançlarıylasavaşanların daima kaybettiklerini İran’da bunu deneyenlerin yaülkeyi terkettikleri ya apoletlerinin söküldüğünü Cezayir’de Fransızçıkarlarına hizmet uğruna halka dayatanların ve zorbaların bu günhiçbirisinin hayatta olmadığınıbelirterek halkıkamu görevlilerine karşıeyleme yöneltmesinin ve Fazilet Partisi’nin Genel Başkanı ileMilletvekillerinin ve kimi Partililerin davranışlarıve çeşitli yer vetoplantılarda yaptıklarıkonuşmalarla mevzuata ve yargıkararlarınaaykırıolduğu halde resmî daire ve okullarda türban veya başörtüsütakılmasınıdesteklemelerinin Anayasa’nın 68. maddesinin dördüncüfıkrasında belirtilen Lâik Cumhuriyet ilkesine aykırılık oluşturduğusonucuna varılmıştır. Fazilet Partisi’nin bir tepki göstermediği gibibenimsediği bu faaliyetlerin, Anayasa’nın 69. maddesi, Siyasî PartilerYasası’nın 101. ve 103. maddeleri uyarınca odak olmaya esasalınacağıkuşkusuzdur.

Açıklanan nedenlerle, davalıFazilet Partisi’nin Anayasa’nın 68.ve 69. maddeleriyle, 2820 sayılıSiyasî Partiler Yasası’nın 101. ve103. maddeleri uyarınca kapatılmasıgerekir.

d- Kapatma Kararının Sonuçları

aa- Partili Milletvekilleri yönünden

Anayasa’nın 84. maddesinin son fıkrasında, “partisinin temellikapatılmasına beyan ve eylemleriyle sebep olduğu AnayasaMahkemesi’nin temelli kapatmaya ilişkin kesin kararında belirtilenmilletvekilinin milletvekilliği, bu kararın Resmî Gazete’de gerekçeliolarak yayımlandığıtarihte sona erer. Türkiye Büyük Millet MeclisiBaşkanlığıbu kararın gereğini derhal yerine getirip Genel Kurula bilgisunar” denilmiştir.

Bu gerekçelerle, söz ve eylemleriyle Refah Partisi’ninkapatılmasına neden olan İstanbul Milletvekili NazlıILICAK ile TokatMilletvekili Bekir SOBACI’nın milletvekilliklerinin gerekçeli kararınResmî Gazete’de yayımlandığıgünde sona ereceğine karar verilmesigerekir.

bb- Parti (KurucularıDahil) Üyeleri yönünden,

1502

Anayasa’nın 69. maddesinin sekizinci fıkrasında, “bir siyasîpartinin temelli kapatılmasına beyan ve faaliyetleriyle sebep olankurucularıdahil üyeleri, Anayasa Mahkemesi’nin temelli kapatmayailişkin kesin kararının Resmî Gazete’de gerekçeli olarakyayımlanmasından başlayarak beş yıl süreyle bir başka partininkurucusu, üyesi, yöneticisi ve denetçisi olamazlar” denilmektedir.

Yukarıda açıklanan gerekçelerle, söz ve eylemleriyle Parti’ninkapatılmasına neden olan Üyeleri Merve KAVAKÇI, NazlıILICAK,Bekir SOBACI, Ramazan YENİDEDE ve Mehmet SILAY’ın gerekçelikararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak beşyıl süreile bir başka partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve denetçisiolamayacaklarına karar verilmesi gerekir.

XIX- SONUÇ

Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 7.5.1999 günlü, SP. 95 Hz1999/116, 5.2.2001 günlü, SP. 95 Yargıtay Hz. 1999/116 sayılıiddianameleriyle Fazilet Partisi’nin kapatılması istemiyle açılandavalar birleştirilerek yapılan yargılama sonunda gereği görüşülüpdüşünüldü;

A- Temelli kapatılan bir partinin bir başka ad altındakurulamayacağına ilişkin kapatılma isteminin REDDİNE, YalçınACARGÜN, Ali HÜNER, Ertuğrul ERSOY, Tülay TUĞCU’nunkarşıoylarıve OYÇOKLUĞUYLA,

B- 1- Laik Cumhuriyet ilkesine aykırıeylemleri nedeniyleAnayasa’nın 68. ve 69., 2820 sayılıSiyasi Partiler Kanunu’nundeğişik 101. maddesinin (b) bendi ve 103. maddesi gereğinceFAZİLET PARTİSİ’NİN TEMELLİKAPATILMASINA, Haşim KILIÇ,Samia AKBULUT, Sacit ADALI’nın karşıoylarıve OYÇOKLUĞUYLA,

2- Beyan ve eylemleriyle Parti’nin kapatılmasına neden olanİstanbul Milletvekili Nazlı ILICAK ve Tokat Milletvekili BekirSOBACI’nın milletvekilliklerinin, Anayasa’nın 84. maddesinin sonfıkrasıuyarınca gerekçeli kararın Resmi Gazete’de yayımlandığıtarihte sona ermesine, OYBİRLİĞİYLE,

3- Beyan ve eylemleriyle Parti’nin kapatılmasına neden olanüyeleri Merve KAVAKÇI, NazlıILICAK, Bekir SOBACI, RamazanYENİDEDE ve Mehmet SILAY’ın, Anayasa’nın 69. maddesininsekizinci fıkrası gereğince gerekçeli kararın Resmi Gazete’de

1503

yayımlanmasından başlayarak beş yıl süreyle bir başka partininkurucusu, üyesi, yöneticisi ve deneticisi olamayacaklarına,OYBİRLİĞİYLE,

4- DavalıParti’nin tüm mallarının, 2820 sayılıSiyasi PartilerKanunu’nun 107. maddesi gereğince Hazine’ye geçmesine,OYBİRLİĞİYLE,

5- Kapatma kararının verildiği tarihte Parti tüzel kişiliğinin sonaermesine, OYBİRLİĞİYLE,

6- Gereğinin yerine getirilmesi için karar örneğinin TürkiyeBüyük Millet Meclisi Başkanlığı’na, Başbakanlığa ve YargıtayCumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmesine, OYBİRLİĞİYLE,

22.6.2001 gününde karar verildi.

BaşkanMustafa BUMİN

BaşkanvekiliHaşim KILIÇ

ÜyeSamia AKBULUT

ÜyeYalçın ACARGÜN

ÜyeSacit ADALI

ÜyeAli HÜNER

ÜyeFulya KANTARCIOĞLU

ÜyeRüştü SÖNMEZ

ÜyeErtuğrul ERSOY

ÜyeTülay TUĞCU

ÜyeAhmet AKYALÇIN

KARŞIOY YAZISI

Esas Sayısı : 1999/2Karar Sayısı : 2001/2

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kapatma istemlerindenbiri, davalıParti’nin, Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılan Refah

1504

Partisi’nin başka bir adla kurulmuşdevamıniteliğinde olduğu savınadayandırılmakta, davalıParti de savunmasında, 2820 sayılıSiyasîPartiler Yasası’nın 104. maddesi uyarınca ihtar kararıverilmeksizinkapatma isteminde bulunulamayacağınıileri sürmektedir.

2820 sayılı Yasa’nın 101. maddesinde AnayasaMahkemesi’nce bir siyasî parti hakkında kapatma kararının; a) Birsiyasî partinin tüzük ve programının Devletin bağımsızlığına, ülkesi vemilletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukukdevleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve lâik cumhuriyetilkelerine aykırıolması, sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangibir tür diktatörlüğü savunmayıve yerleştirmeyi amaçlaması, suçişlenmesini teşvik etmesi; b) Bir siyasî partinin Anayasa’nın 68 incimaddesinin dördüncü fıkrasına aykırıeylemlerin işlendiği odak halinegeldiğinin Anayasa Mahkemesi’nce tesbiti; c) Bir siyasî partininyabancıdevletlerden uluslararasıkuruluşlardan ve Türk uyrukluğundaolmayan gerçek ve tüzelkişilerden maddî yardım almasıhallerindeverileceği, 104. maddesinde de, bir siyasî partinin aynıYasa’nın 101.maddesi dışında kalan emredici hükümleriyle diğer kanunların siyasîpartilerle ilgili emredici hükümlerine aykırılık halinde bulunmasısebebiyle o parti aleyhine Anayasa Mahkemesi’ne CumhuriyetBaşsavcılığınca re’sen yazı ile başvurulacağı; AnayasaMahkemesi’nin söz konusu hükümlere aykırılık görürse bu aykırılığıngiderilmesi için ilgili siyasî parti hakkında ihtar kararıvereceği; bukararın, o siyasî parti genel başkanlığına yazılıolarak bildirileceği; buyazının tebliği tarihinden itibaren altıay içinde aykırılık giderilmediğitakdirde Cumhuriyet Başsavcısı’nın Anayasa Mahkemesi’ne bu siyasîpartinin kapatılmasıiçin re’sen dava açacağıbelirtilmektedir. Yasa’nın95. maddesinde ise, “Kapatılan siyasî parti bir başka ad altındakurulamaz” biçiminde, 2820 sayılıYasa’nın 101. maddesi dışındakalan emredici bir kurala yer verilmektedir.

Bu durumda, 104. maddeye göre bir siyasî parti hakkında 95.maddeye aykırılıktan kapatma davasıaçılabilmesi için, ilgili partidenbu aykırılığın giderilmesinin ihtar yoluyla istenilmesi gerekmektedir.Buna uyulmayarak doğrudan kapatma davası açılmasına olurverilmesi ise, 101. maddedeki üç doğrudan kapatma nedeninedördüncüsünün eklenmesi anlamına gelmektedir. Oysa, 101.maddede doğrudan kapatma davası açılabilecek durumlarduraksamaya yer vermeyecek açıklıkla belirlenmiştir. Bunlara içtihatyoluyla yenilerinin eklenmesi olanaklıdeğildir. Tersine bir yorumun101. ve 104. maddelere aykırılık oluşturacağıaçıktır.

1505

Bu nedenlerle, 2820 sayılıYasa’nın 95. maddesiyle ilgili savyönünden, davalısiyasî partiye ihtarda bulunulmaksızın doğrudankapatılma davasıaçılamayacağıdüşüncesiyle bu konudaki çoğunlukgörüşüne katılmıyoruz.

BaşkanMustafa BUMİN

ÜyeFulya KANTARCIOĞLU

KARŞIOY YAZISI

Esas Sayısı : 1999/2Karar Sayısı : 2001/2

A- FAZİLET PARTİSİ’NİN KAPATILMA KARARININ AVRUPAİNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİYÖNÜNDEN İNCELENMESİ

Dünyanın herhangi bir ülkesinde bir insana karşıgirişilen hak veözgürlük ihlâli tüm insanlığın ilgi alanına girdiği çağımızda, “Hak veÖzgürlüklerin” uluslararası bir nitelik kazandığını, sınır ötesimüdahalelerin haklınedeni olmaya başladığınısöylemek yanlışolmaz. Ulusal güvencelerin yetersizliği özgürlükleri güvence altınaalan uluslararasısözleşmelere katılma ihtiyacınıdoğurmuştur. Bubağlamda, Türkiye’nin de imzaladığı Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi demokrasiyi somutlaştıran, üye devletleri ortak birdemokrasi standardına zorlayan bir “Avrupa Anayasası” konumunagetirilmiştir. Demokrasinin korunması düşüncesi temel alınarakhazırlanan ve Türkiye’nin de iç hukukunun bir parçasıhaline gelen busözleşme, içerdiği hükümler ve bunların yorumlanmasından oluşaniçtihatlar ile birlikte Anayasa Mahkemesi’nce uygulanmasıve ölçünorm olarak kullanılmasızorunluluğunu ortaya koymaktadır. Ancak,Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi’ni bir ölçünorm olarak değil, kararın gerekçesini güçlendiren, Sözleşmehükümlerini de uyguladığınıhissettiren, fakat Sözleşme’yi Avrupaİnsan HaklarıMahkemesi’nin yorum ve içtihatlarıdoğrultusunda değil,kendi anlayış ve kavrayış ölçüleri içinde “destek norm” olarakuygulamıştır. Böylece Mahkeme, ulusal Anayasa ve yasa hükümleriniAvrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve içtihatlarına uygunyorumlamasıyerine, Sözleşme hükümlerini iç hukuk hükümlerine

1506

uygun yorumlamak suretiyle Sözleşme’ye de bağlı kaldığınıgöstermek istemiştir.

Sözleşme hükümleri, eki insan haklarıbelgeleri ve bunlarıyorumlayan Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi’nin kararları ileAnayasa Mahkemesi’nin kararlarıarasında Sözleşme kurallarınınyorumlanmasına ilişkin ciddî farklılıkların olduğu hemen gözeçarpmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin cari mevzuatıincelendiği zaman bireyin“ifade özgürlüğü” ile “örgüt yoluyla ifade özgürlüğü” konusundaoldukça katı, engelleyici, yasaklayıcı, çoğulculuğa çok da sıcakbakmayan bir anlayışın hakim olduğunu söylemek yanlış olmaz.Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi’ne yapılan başvuruların sayısıveçeşidi de bu görüşü doğrular niteliktedir. Sözleşme’nin 1. maddesinde“Yüksek Akit Taraflar yetki alanlarıiçindeki herkese 1. Bölümdetanımlanan hak ve özgürlükleri sağlamak zorundadır.” denilmekte, 19.maddesinde “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Kuruluşu”belirlendikten sonra 46. maddesinde de “Yüksek Akit Tarafların, tarafolduklarıdavalarda Mahkeme’nin verdiği kesin karara uymayıtaahhütederler” kuralına yer verilmektedir.

Sözleşme’de, taraf ülkelere bu yükümlülükler getirilmişolmasına ve Türkiye’nin Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi’nin yargıyetkisini kabul etmesine karşın, Anayasamızda ve millî yasalarımızdagerekli ve yeterli değişiklik yapılarak Avrupa Kamu Düzenine “UYUM”gerçekleştirilememiştir. Yasama Organının bu konudaki isteksizliğiyargıorganlarınca da benimsenmiş ve içtihatlarıyla aşabileceğikonularda bile ulusal yasalardaki dar ve katıanlayışlara öncelikverilmiştir. Oysa, Viyana Anlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’nin 27.maddesi, bir anlaşmaya taraf olan devletin anlaşmayıuygulamamasının gerekçesi olarak kendi içi hukukunun hükümleriniileri süremeyeceğini öngörmektedir. 1982 Anayasası’nın Temel Hakve Özgürlükler başlıklıikinci kısmının genel gerekçesinde İnsanHaklarıEvrensel Bildirisi ve Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi’ne yerverilmiştir. Bu genel gerekçenin ilk paragrafıaynen şöyledir:

<<İnsan haklarıve temel hürriyetler’in düzenlediği bu bölümhükümlerinde, insan haklarıdoktrininin günümüzdeki gelişmesi vedurumu, geçirmiş bulunduğumuz kötü deneyimlerden çıkarılansonuçlar; insan haklarıkonusunda Türkiye’nin imzalayıp onaylamışbulunduğu ve bu sıfatla millî hukukumuza dahil sayılan uluslararasıandlaşma ve sözleşmeler, özellikle 1948 BirleşmişMilletler İnsan

1507

HaklarıEvrensel Beyannamesi ve 1950 İnsan Haklarının ve TemelHürriyetlerin Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi gözönündetutulmuştur.>>

Anayasakoyucu, Anayasa’nın temel hak ve hürriyetler kısmınıngenel gerekçesinde, söz konusu iki uluslararasısözleşme gözönündebulundurularak düzenlendiğini belirtmek suretiyle, ilgili sözleşmelereanayasal değer yüklemiştir. Bir başka deyişle, ilgili sözleşmeler,bizzat Anayasakoyucu tarafından referans norm olarak kullanılmıştır.Bu durumda, 1982 Anayasası’nın referansıhaline getirilen hukukmetinlerinin Anayasa’nın altında diğer ulusal yasalarla aynıhiyerarşide ele alınmasıhukuk mantığına aykırıdır.

Anayasa’mızın 13. maddesi ile 15. maddesi birliktedeğerlendirildiğinde, özellikle Anayasa Mahkemesi’nin AvrupaSözleşmesi’nin hükümlerini iç hukuk hükümlerinden daha öncelikleuygulamasınızorunlu kılmaktadır. 13. madde de, hak ve özgürlükleregetirilecek sınırlamaların demokratik toplumlardaki uygulamalaraaykırı olamayacağı öngörülerek, gerekçesinde de “çoğulcu,özgürlükçü çağdaş demokratik toplum düzeni”nin esas alınacağıvurgulanmıştır.

Anayasa’mızın 15. maddesinde ise,

“Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde,milletlerarasıhukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla,durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasıkısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasadaöngörülen güvencelere aykırıtedbirler alınabilir.” denilmektedir.

Buna göre, 1982 Anayasasısavaş, seferberlik, sıkıyönetim veolağanüstü hallerde dahi milletlerarası hukuktan doğanyükümlülüklerin ihlâlini engellemektedir. Olağanüstü durumlar dışındakalan normal dönemlerde ve hakların kullanımının durdurulmasındandaha hafif bir etkiye sahip hakların sınırlandırılmasısöz konusuolduğunda ise, milletlerarası yükümlülüklerin ihlâl edilmesininevleviyetle mümkün olmadığıaçıktır. Uluslararasıyükümlülükler içinenelerin girdiği Anayasa Mahkemesi tarafından belirlenmiştir. Bunagöre, “milletlerarasıhukuktan doğan yükümlülükler içine önceliklemilletlerarasıhukukun genel ilkeleri, sonra da Devletin taraf olduğusözleşmelerden doğan yükümlülükler girer.” (E.1991/1, AMKD, S.27,C.1. s.65,96-98) Kısaca, Türk hukuk sisteminde temel hak veözgürlükler bakımından milletlerarası yükümlülüklerin ihlâl

1508

edilemeyeceği bizzat Anayasa tarafından öngörülmüştür. Dolayısıyla1982 Anayasası’nın 90. maddesini 15. madde ile birlikte ele almakgerekir. Anayasa’nın 15. maddesi 90. madde karşısında özel birhüküm içermektedir.

Anayasa’nın 15. maddesi ile 90. maddesi arasında lex specialisderogat legi generali, yani özel normun genel normun yerini almasıvetek başına uygulanması genel ilkesi geçerlidir. Bu açıdanbakıldığında, Türk hukuk sisteminde antlaşmaların genel statüsü,kanunlar ile eşit olmakla birlikte, 15. maddenin kapsamına girenuluslararasıantlaşmalar açıkça kanun üstü bir statüye sahiptir. Hukuksistemimizde kanun üstü düzenleme ise Anayasa’dır. Bu hiyerarşikyapıkarşısında 15. maddede zikredilen milletlerarasıyükümlülükleriöngören uluslararasıantlaşmaların da anayasal norm niteliğindeolduğu sonucuna varılabileceği gibi en azından iç hukukhükümlerinden önce uygulanmasızorunluluğunu doğurduğu açıktır.

Anayasa Mahkemesi, belirtilen anayasal ilkeler karşısındaulusal yasalardaki dar ve antidemokratik anlayışlar yerine,sözleşmenin ve Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi’nin hak ve özgürlükalanlarınıgenişletici kural ve yorumlarınıuygulamak durumundadır.Parti kapatma davalarının Anayasa Mahkemesi’ne görev olarakverilmesinin nedeni de uluslararasıbu güvenceleri toplum hayatınageçirebilme konusunda sahip olduğu konumundankaynaklanmaktadır.

Anayasa Mahkemesi’nin iç hukuka öncelik vermek suretiylealdığıkararlarla Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi’nin “örgütlü ifadeözgürlüğü” konusundaki içtihatlarıoldukça farklıdır.

Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi, siyasal partileri demokrasininişleyişi açısından vazgeçilmez kurumlar olarak görmekte ve partileri,ülke sorunlarının çözümü konusunda farklıgörüşler üreten, farklıtoplum kesimlerinin taleplerini devlete yansıtan sivil kuruluşlar olarakkabul etmektedir. Bu nedenle, kuruluşve faaliyetleri bakımındangenişgüvencelerden yararlanmalı, ciddî bir zorunluluk olmadıkçaözgürlüklerinin kısıtlanmamasıgerektiği sonucuna varmaktadır.

Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi’nin hangi hallerde siyasîpartilerin kapatılmasının sözleşmeye aykırılık oluşturmayacağıkonusundaki yaklaşımını “Venedik Komisyonunun” raporundabulmaktayız. Avrupa Konseyi Genel Sekreterliği’nin isteği üzerinehazırlanan ve kabul edilen “Siyasal Partilerin Yasakanması,

1509

Kapatılmasıve Benzer Önlemler Hakkında Temel İlkeler” konuluraporda, bu kriterler şöyle özetlenmiştir.

“Siyasal partilerin yasaklanmasıya da kapatılmasıancak,partilerin Anayasa ile güvence altına alınan hak ve özgürlükleriortadan kaldıracak şekilde, demokratik anayasal düzeni yıkmak içinşiddet kullanılmasınısavunmasıya da şiddeti politik bir araç olarakkullanmasıdurumunda haklıgörülebilir. Bir partinin Anayasa’nınbarışçıl yollarla değişmesini savunması tek başına, o partininyasaklanmasıya da kapatılmasıiçin yeterli gerekçe oluşturmaz.Partilerin yasaklanmasıya da kapatılmasıönlemine çok istisnaîdurumlarda başvurulabilir. Hükümetler ya da devletin diğer organları,yetkili yargıorganlarından bir partinin kapatılmasınıistemeden önce,ülkenin durumunu dikkate alarak, söz konusu partinin özgür vedemokratik siyasal düzen için gerçek bir tehlike oluşturupoluşturmadığını, bu tehlikenin daha hafif önlemlerle engellenipengellenmeyeceğini değerlendirmelidirler”

Buna göre bir partinin kapatılabilmesi için;

- Siyasal Parti’nin, yalnızca şiddet kullanılmasınısavunmasıyada şiddeti politik bir araç olarak kullanması(ırkçılık, yabancıdüşmanlığıve hoşgörüsüzlük, şiddeti savunmanın görünümü olarakkabul edilmektedir).

- Kapatma önlemi demokratik düzeni korumak bakımındanbaşvurulacak son çare olmalıve partinin demokratik düzen içingerçek bir tehlike oluşturmasıve bu tehlikenin daha hafif önlemlerlegiderilmesinin mümkün olmaması,

gerekir.

Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi’de 30.1.1998 günlü kararıileTürkiye Birleşik Komünist Partisi, 25.5.1998 günlü kararıile SosyalistPartisi, 8.12.1999 günlü kararı ile de ÖZDEP’in AnayasaMahkemesi’nce verdiği kapatma kararlarını Sözleşme’nin 11.maddesine aykırıbulmuştur. Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi her üçParti’nin kapatılma davasına ilişkin kararlarında şu görüşlere yervermektedir.

a) Demokrasi, düşünce özgürlüğü ile beslenir. Çoğulculukolmadan demokrasiden söz edilemez. Demokrasinin iyi işleyişi veçoğulculuğun sürdürülebilmesi açısından siyasal partiler büyük

1510

öneme haizdir. Demokrasinin temel prensiplerinden birisi de, birülkenin karşılaştığısorunların şiddete başvurulmaksızın, diyalogyoluyla çözümü konusunda fikir ve düşüncelerin serbestçe ifadeedilebilmeleri imkânının tanınıp güvence altına alınmasıdır. Hatta budüşünceler rahatsız edici olsalar bile.

b) Bir parti programındaki istemlerin, projelerin, önerilerin, birdevletin mevcut siyasal ve sosyal yapısıyla ve prensipleriylebağdaşmaması, onların demokrasi ilkesine aykırılığı sonucudoğurmaz. Bir devletin mevcut organizasyon modeliyle çatışsa da,farklı siyasal programların önerilmesi, tartışmaya açılması,demokratik ilkeler içerisinde kalmak, bizzat demokrasiye zararvermemek şartıyla demokrasinin özünü ifade eder.

c) Örgütlenme özgürlüğü, yalnızca inandırıcıve zorlayıcınedenlerle kısıtlanabilir. 11’inci maddede belirtilen istisnalar, siyasalpartiler söz konusu olduğunda dar bir yorumu zorunlu kılar. Devletler,bu alanda sınırlıbir takdir marjına sahip olup, Sözleşme’nin 11’incimaddesinin 2’nci fıkrasında belirtilen zorunluluğun var olupolmadığının tespiti konusunda aldığı kararlar sıkı bir Avrupadenetimine tâbidir. Bir partinin tümüyle kapatılmasıve yöneticileriningelecekte benzer faaliyetleri yürütmesinin yasaklanmasısöz konusuolduğundaysa, bu denetimin gerekliliği daha da fazladır.

d) Sözleşme’nin 10’uncu maddesinde düzenlenen ifadeözgürlüğü, defalarca belirtildiği üzere, sadece açıklanan düşünceleretaraftar olduğunda, rahatsız edici bulunmadığında, hoşa gittiğinde yada farklıolmadığında değil, aynızamanda taciz edici, rahatsız edici,şok altına sokucu etkileri bulunduğunda da söz konusudur. Bunlarçoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup bunlarsızbir demokratik toplum olamaz.

e) Kapatma, siyasal partilere uygulanabilecek en radikalyaptırım olarak hedeflenen amaçla orantılı, bu amaç bakımındanelverişli ve demokratik toplum açısından zorunlu olmadıkçabaşvurulamaz.

f) İfade özgürlüğü, 11’inci maddede düzenlenen toplantı, gösteriyürüyüşü ve örgütlenme özgürlüğünün önemli unsurlarından biridir.Siyasal partiler bakımından 11’inci madde, 10’uncu maddeyle birbütün olarak değerlendirilir.

1511

Görüldüğü gibi, Anayasa Mahkemesi’nin pozitif hukuku dar vekatıyorumlamasına karşı, Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi, ifade veeylemlerin şiddet niteliği taşıyıp taşımadığı, ülke bütünlüğü, şiddeteçağrı, halkıayaklandırma, terörü övme, suç işlemeyi tahrik ve teşviketme, başkalarının özgürlüklerini tehlikeye düşürme gibi yasak alanlarbakımından somut sonuçlar doğurup doğurmadıklarıesasındanhareket etmektedir. Potansiyel tehlike ölçütünü kullanmadığıgibi, şokedici, sarsıcısöylemleri kuşku, vehim, korku, zan ve tahmin gibi soyutduygu ve düşüncelerden ayrıtutmaktadır.

Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi’nin kabul edip uyguladığıbu“ÖLÇÜ”lerle Fazilet Partisi’nin söylem ve eylemlerideğerlendirildiğinde, kapatma gibi bir yaptırımın uygulanmamasıgerektiği sonucuna varmaktayım.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın iddianame ve eklerindeFazilet Partisi’nin Anayasa ve Siyasî Partiler Kanunu’na aykırılığınıileri sürdüğü söylem ve eylemleri üniversite de okuyan bir kısımöğrencilerin “başörtüsü sorunu” ile ilgilidir. Farklıolan tek eylem ise,başörtüsü ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne seçilen bir bayanmilletvekilinin yemin törenine katılmasıdır.

Muhalefet gerekçemin ikinci bölümünde daha ayrıntılıbiçimdeaçıklanacak olan “başörtüsü sorunu” Türkiye’nin gündemini çok uzunbir süreden beri işgal etmekte halen de devam etmektedir. Yasamaorganı10.12.1988 günlü 3511 sayılı, 25.10.1990 günlü 3670 sayılıolmak üzere iki kez bu sorunun çözümü için yasa çıkarmış, ancakAnayasa Mahkemesi 3511 sayılıYasa’yıiptal etmiş, diğer 3670 sayılıYasa’yıise “yorumlu RED” yoluyla Anayasa’ya aykırıbulmamıştır.Halen yürürlükte bulunan 3670 sayılıYasa kanunlara aykırıolmamakkoşuluyla üniversitelerde giyim ve kuşamın herkes için serbestolduğunu öngörmesine karşın, Anayasa Mahkemesi “bu serbestininbaşörtüsü takan öğrencileri kapsamadığı” yorumunu yaparakAnayasa’ya aykırıbulmamıştır. Bu kararla, kamuoyunda sözkonusukanun gereğince üniversite de başörtüsü takmanın da serbestolduğunu savunanlarla Anayasa Mahkemesi kararıgereğince bununmümkün olmadığını savunanlar arasında şiddetli bir tartışmabaşlamıştır.

Bu bölümde tartışmanın taraflarından hangisinin haklıolduğunuirdelemek sorunun çözümünde kullanılacak olan Avrupa İnsanHaklarıSözleşmesi’nin kuralları yönünden hiç önemli değildir.

1512

Sözleşme yönünden siyasî partinin ifade özgürlüğünü kullanırkenbaşvurduğu ARAÇ ile ulaşmak istediği AMAÇ önemlidir.

Başsavcı’nın Fazilet Partisi’nin kapatılmasıiçin ileri sürdüğüdelillerin büyük bölümü partili milletvekillerinin TBMM’de yaptığıkonuşmalardır. Bunun dışındaki deliller ise, TBMM’de yapılankonuşmaların kimi yerlerde ve basın organlarında tekrarıile bazıpartili milletvekili ve üyelerinin uygulamalarıprotesto için yapılmışbirkaç miting ve yürüyüşe katılmışolmalarından ibarettir. İslam inancınınyoğun bir taraftar bulduğu ülkemizde bu sosyolojik gerçeğe ilişkinsorunlara bu din mensuplarının ilgisini doğal karşılamak gerekir. Kimikişilerin ya da inanç gruplarının bu sorunların çözüme kavuşmasınısağlayabilmek için siyasî partileri aracıkılmalarınıda demokratik birdavranışolarak kabul zorunluluğu vardır. Tüm siyasal partilerin busoruna çözüm bulmak için az ya da çok gayret sarfettiği de birgerçektir. Yasama organının bunun için geçmişte iki kez yasaçıkarmışolmasıda konunun toplumsal boyutunun ağırlığınıortayakoymaktadır. Teröre, şiddete bulaşmadan demokratik yol ve esaslararacılığıile soruna çözüm önermek ya da sadece bunu ifade etmekAnayasa’mızın ve AİHS’nin güvencesi altındadır. Türkiye Büyük MilletMeclisi’nin kürsüsünden bu sorunu gündeme getirmek ayrıca“yasama sorumsuzluğu”nun teminatı altındadır. DavalıParti’ninmilletvekili ya da başka mensuplarının sözkonusu sorunla ilgilidüzenlenen miting, gösteri ve benzeri toplantılara katılmalarıdaAnayasa’mızda öngörülen “toplantıve gösteri yürüyüşü düzenlemehakkının kullanılmasından başka bir şey değildir. TBMM’ninkürsüsünde yapılan konuşmalar, düzenlenen miting”lere katılma yada basın yayın organlarında düşünceyi açıklama gibi “araçların”kullanılmasınıAnayasa dışıdavranış, eylem veya söylem olaraknitelemek ölçülü bir düşünce olamaz. Yapılan konuşmaların ya dadüzenlenen gösterilere katılanların, sonunda terör ve şiddet içerenolayların doğmasına, karışıklıklara ya da toplumsal çatışmalaraneden olduklarına ilişkin somut hiçbir delil ortaya konmamıştır. Kaldıki, dile getirilen sorunla ilgili ne Anayasa da ne de yasalarda açıkçabir yasak olmamasına hatta olumlu yönde yasal düzenlemebulunmasına karşın, kolluk kuvvetlerinin güç kullanmasına izinverilerek başörtülü öğrencilerin, okula girişlerinin hukuk dışıyollarlaeylemli olarak engellenmesi sözkonusudur. Bu uygulamaya karşıolmak, zarar görenin hakkınıdemokratik yollarla aramaya aracılıketmek demokratik toplum olmanın zorunlu sonucudur.

Fazilet Partisi’nin kapatma kararına ilişkin çoğunluk görüşünde,öğrencilerin başörtüsü kullanmasına ilişkin Avrupa İnsan Hakları

1513

Komisyonu’nun kimi kararlarına yer verilerek bunun lâiklik ilkelerineaykırıbir davranışolduğu kanıtlanmaya çalışılmışsa da bu kararlarınönümüzdeki dava ile bir ilgisi olamaz. Bir inancın gereği olarakherhangi bir davranışın lâikliğe aykırıolmasıile davranışsahibininhak ve özgürlüğünü savunmak, yasağıya da uygulamayıeleştirmekçok farklıkonulardır. Bir şeyin yasak olmasıveya bu yasağın kimiorganlarca haklıgörülmesi ile yasağın yanlışlığının eleştirilmesi ya dakaldırılması için demokratik yollara başvurulması aynışekildedeğerlendirilerek kapatma kararının sözleşmeye uygun gerekçesiolamaz. Ayrıca, Parti’nin kapatılmasında ağırlıklıolarak gerekçegösterilen bayan bir milletvekilinin başörtüsü ile yemin etmek üzereTBMM’ne gelmesini de sözleşmeye aykırıeylem olarak kabul etmekolanaklıdeğildir. Herhangi bir yasada milletvekilinin kıyafetine ilişkinbir kural bulunmadığıgibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin çalışmaesas ve usullerinin yer aldığıİçtüzüğü’nde de başörtüsüne ilişkinyasaklayıcıbir kural bulunmamaktadır. Başörtüsü ile yemin edipedemeyeceği konusunda Meclis Başkanlığı’nın kararınıancak yemintörenine gelmesiyle öğrenebilecek bir milletvekilinin fiili durumyaratılarak dışarıatılmasına partili diğer milletvekillerinin tepkisinidoğal karşılamak gerekir.

Partili milletvekillerinin üniversitelerde yaşanan kıyafet sorununailişkin söylemlerinin eleştiri düzeyinde bulunması, eylemlerin iseAnayasa’da öngörülen toplantıve gösteri hakkının sınırlarıiçindekalmasıkarşısında, Parti’nin AMACI’nın Anayasa dışıolduğunuortaya koyabilecek herhangi bir delil sunulmamıştır. Şüpheye dayalıvarsayımlar gerçek bir tehlikenin varlığınıortaya koyamaz. Grevyoluyla hakkınıarayan işçi kuruluşlarına bir sınıfın diktatörlüğünüsavunduğu ya da yerleştirmeye çalıştığı amacını taşıdığısöylenemeyeceği gibi, bir inanç grubunun sorununun dile getirilmesi,çözümünün istenmesi lâik devlet yapısını yıkmak amacıylatanımlanamaz.

Üniversitelerde komedi haline getirilen kıyafet sorununun ifadeözgürlüğü sınırlarıiçinde terör ve şiddete başvurmadan eleştirilmesinive demokratik hakların kullanılarak kamuoyuna duyurulmasınısağlayan davalı Parti’yi kapatmak fiil ile ceza arasındakiÖLÇÜSÜZLÜĞÜN en açık ifadesidir.

Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi, ek belgeler ve AvrupaMahkemesi’nin kararlarında kullandığı kriterler birliktedüşünüldüğünde davalıParti’nin kapatılmasıyerinde değildir.

1514

B- FAZİLET PARTİSİ’NİN LAİKLİĞE AYKIRI FİİLLERİN ODAĞIHALİNE GELMESİYÖNÜNDEN İNCELEME

1- Siyasî Partiler Kanunu’nun 103. Maddesinin İkinci Fıkrasınınİptali ve Sonuçları

Siyasî Partiler Kanunu’nun dördüncü kısmında partiler içinyasaklanan fiiller tek tek belirtilmiş, buna aykırıhareket, başta partininkapatılması olmak üzere, kimi yaptırımlara bağlanmıştır. Buyaptırımlar birer ceza kuralıniteliğindedir. Kanunun 101. maddesindeöngörülen siyasî partilerin kapatılmasına ilişkin yaptırımın TCK’nun11. maddesinde belirlenen klasik cezalar arasında yer almamasıfailintüzelkişi olmasından kaynaklanmaktadır. Parti tüzelkişiliği de cezatehdidi altındadır. Anayasa’nın 38. maddesinde öngörülen suç vecezalarda yasallık ilkesi, yürürlükteki Anayasa’nın 68. ve 69.maddelerine benzer olan 1961 Anayasası’nın 57. maddesiningerekçesinde aynen şöyle ifade edilmiştir: “Siyasi partiler gibi Devlethayatında büyük rolü olan teşekküllerin, herhangi bir dernekle aynıhükme tabi olmasıne ihtiyaçlara ne de hukuk esaslarına uygundüşer... Bu sebeple siyasî partilerin tüzüklerini, faaliyetlerini veişleyişlerini ilgilendiren hükümlerin, kanunla ayrıca düzenlenmesizarureti mevcuttur. Hele demokrasi prensiplerine aykırı düşenpartilerin kapatılması esası Anayasa ile konulduktan sonraSUÇLARIN KANUNİLİĞİprensibi, ne yolda hareket edişin demokratikolmadığının da kanunda belirtilmesi gerekir.”

Siyasî Partiler Kanunu’nun 98. maddesi ile 2949 sayılıKanunun33. maddesi parti kapatma davalarında Ceza Muhakemeleri UsulüKanunu’nun uygulanacağınıbelirtmektedir. Bu hükümlerden, cezadavasıolduğu açıkça anlaşılan parti kapatma davalarında, CMUK’unuygulanmasıda siyasî partiler için ayrıca GÜVENCE teşkil edenbirtakım sonuçlar doğurmaktadır. Bunlar arasında sayılacak, üçüncükişilerin eyleminden sorumlu olunmaması; kanunsuz suç ve cezaolmaz ilkesi ve bunun sonucu olarak cezada genişletici yorum vekıyasa yer verilmemesi; ceza usulünün biçimsel gerçekle yetinmeyipmaddî gerçeği araması; delil serbestisi esası; şüphe halinde sanıklehine hareket edilmesi gibi ilkeler parti kapatma davalarında dagözönünde tutulacak ceza hukukunun genel esaslarıdır.

Yasakoyucu, ceza hukukunun güvence ilkelerinden siyasipartilerin de yararlanabilmesi için HUMK’nun değil CMUK’unuygulanmasınıöngörmüştür. Davalı siyasî parti, belirtilen cezahukukunun güvencelerinden yoksun bırakılmıştır. Oysa, devlete olan

1515

güveni sarsmamak ve kargaşaya neden olmamak için Anayasa’nın153. maddesiyle “iptal kararlarının geriye yürümeyeceği” ilkesi kabuledilmiştir.

Görülmekte olan parti kapatma davası“ceza davası” niteliğindeolduğundan, iptal kararlarının “bazıhallerde” geriye yürüyebileceğiistisnasınıidarî davalarda uygulandığıgibi düşünmek de mümkündeğildir. Ceza Hukukunun en temel ilkesine göre, failin lehinde olanyeni düzenleme ve durumlar geçmişe yürütülebildiği halde,ALEYHİNDE olan durumlar geçmişe yürütülemez. Nitekim, YargıtayCeza Genel Kurulu da 16.12.1968 gün ve 412 sayılıkararında, “...iptal kararının bir hukuk kuralıolarak geçmişe etkisinin olmamasıgerekir. 1961 Anayasası’nın 152. maddesinin 3. fıkrasında (iptalkararıgeriye yürümez) hükümleri aynızamanda kazanılmışhaklarınsaklı tutulacağını göstermektedir. İptal edilen Kanun ya dahükümlerinden biri ilgili şahıslar veya müesseseler aleyhine idi ise,tabii ki böyle bir iptal lehe olduğundan, şahıs veya müessese iptalkararından evvel vaki hususlarıAnayasa Mahkemesi kararındanbahisle her zaman def’ide bulunabileceklerdir. Görülüyor ki ... (iptalkararıgeriye yürümez) hükmünün genel hukuk kuralları, işin niteliğigözönünde tutulmak suretiyle mütalaasıgerekir. Bu suretle İPTAL,ilgililerin ALEYHİNE olduğu takdirde geriye yürümeyeceği tabiidir”demektedir.

Anayasa’da belirtilen “Hukuk Devleti”nde hukuk güvenliğinisağlayan bir düzenin kurulmasıasıldır. Devlet organlarıgörevleriniyerine getirirken “Hukuk Devleti” niteliğini yitirmemeli, hukukun uygarülkelerde kabul edilen temel ilkelerini sürekli gözönünde tutmalıdır.Devlete güven, hukuk devletinin sağlamak istediği huzurlu ve istikrarlıbir ortamın sonucu olarak ortaya çıkar. Yasaların Anayasa’yauygunluğu KARİNESİasıldır. Yasalara gösterilen güven ve saygıdankaynaklanan oluşumların sonuçlarınıkorumak gerekir.

Partiler faaliyetlerini öncelikle Siyasî Partiler Kanunu’na göreyürütmektedirler. Siyasî Partiler Kanunu’nun 103. maddesi de birpartinin hangi hallerde “suç mihrakı” haline geleceğini açıkçabelirtmiş, partiye bazımükellefiyetler yüklemiştir. Suç mihrakıhalinegelmesinden ötürü bir partinin kapatılması çeşitli şartlarabağlanmıştır. 103. maddenin suç mihrakıolmaya esas alınan, ikincifıkra iptal edilmekle partilerin “suç mihrakı haline gelme”sikolaylaştırılmıştır. Bu yeni durum siyasî partinin aleyhinedir. Dahaönce bu kurala güvenerek denetimini sağlayan partinin geriyegidilerek tüm çalışmalarınıbu kural yokmuşcasına yargılamak “Hukuk

1516

Devletinin” sağlamak zorunda olduğu güvenceye kesin aykırılıkoluşturur. Siyasî partiler ve siyasî hak sahipleri uymak zorundaolduğu kuralların hangi gün iptal edilerek suçlu konumuna düşeceğitehdit ve güvensizliği altında yaşayıp gelişemez. Bu dava sebebiyleAnayasa Mahkemesi’nin Siyasî Partiler Kanunu’nun 103. maddesininikinci fıkrasıiçin verdiği iptal kararının bu davada uygulanma olanağıyoktur.

2- Eylemlerin Suç OdağıOluşturup Oluşturmadığı

Fazilet Partisi’nin Anayasa’nın 69. ve Siyasî PartilerKanunu’nun 101., 103. maddeleri gereğince lâiklik karşıtıeylemlerinodağıhaline geldiğinin saptanabilmesi için öncelikle “lâiklik karşıtıeylem”in ne olduğu ve niteliği üzerinde durmak gerekir.

Anayasa Mahkemesi kararlarında önceleri lâiklik “din ve devletişlerinin birbirinden ayrılması” olarak nitelenirken son zamanlarda butanım daha da genişletilerek “din işleriyle dünya işlerinin birbirindenayrılması” şekline dönüştürülmüştür. Endişe verici bu tanımı“demokratik lâiklik” biçiminde algılamak çağdaşbir anlayışın gereğiolarak kabul edilemez. Dinlerin dünya ile ilgilerinin görüş vebeklentilerinin olmadığınısöylemek mümkün değildir. Bireyin vetoplumların yaşamlarınıciddî biçimde etkileyen dinlerin dünya ileilgisini kesmek ancak o dinin yok edilmesiyle olanaklıdır. Oysa dinler,bireyin diğer insanlarla münasebetlerini, aile hayatını, sosyalyaşamını az ya da çok etkiler ve yönlendirir. Bu etki veyönlendirmelerden birey çoğu kez farkında bile olmayabilir. İnsanlarınhayatlarınıbu derece etkileyen dinlerin, dünya ile değil devletle olanilgisinin denetim altına alınmasıbilimin ve aklın gereğidir.

Lâiklik esas itibariyle devleti sınırlayan onun nasıl hareketetmeyeceğini gösteren bir ilkedir. Lâik devlet belli bir dini ya daseküler görüşü vatandaşlarına dayatamayacağıgibi, din ve vicdanözgürlüğünün kullanılmasını güvence altına almak zorundadır.Lâikliğe aykırıolan, devlet yetkisi kullananların belli bir dini görüşüyasa, tüzük ve yönetmelik gibi uygulamalarla devlet kuralışeklinedönüştürmesi ve böylece devletin tarafsızlığının bozulmasına yolaçılmasıdır.

Bir başka anlatımla, hukuk düzeninin dine dayanmaması,devletin dinler karşısında tarafsız kalmasıdır. Lâiklik, kimi kişi veyagrupların aykırı, hoşa gitmeyen fikirlerinin açıklamasının değil, bu gibigörüşlerin hukuk kurallarıhaline dönüştürülmesini engelleyen çağdaş

1517

bir devlet anlayışının niteliğidir. Bu nitelik aynızamanda hukukkurallarının tarafsızlığınıöngören bir anlayıştır. Lâikliğin bireylerin içdünyalarına hapsedilmiş bir din anlayışıyla tanımlanmasıdininDünya’ya ilişkin her türlü talebinin “istismar” olarak yorumlanmasınayol açar. Lâiklik, dinsizlik olarak algılanamayacağıgibi toplumdayoğunlaşan her dinsel talep lâiklik karşıtıolarakta nitelendirilemez.Anayasa’nın 2. maddesinde devletin niteliklerinden biri de“Demokratik” olmasıbiçiminde yer almıştır. Demokratik olmanın temelunsurlarıise, Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi’nce çoğulculuk,hoşgörü, farklılığa saygıolarak ifade edilmekte, devletin yalnız başınalâik niteliğiyle değil demokratik lâik yapısıyla çağdaşdünya da yerinialabileceği kabul görmektedir.

Fazilet Partisi’nin kapatılmasıiçin Başsavcılığın “lâikliğe aykırıfiiller” olarak ileri sürdüğü delillerin tamamı üniversitelerimizdeyaşanmakta olan kıyafet sorununa ilişkin partililerin söylem veeylemleridir. Bu sorunun hukuksal tartışmasıbir tarafa bırakılaraksiyasî partilerin bu konuya ilişkin görüş, düşünce ve eleştiri yapıpyapamayacağıincelenmelidir. Gerçekten bir siyasî parti toplumdayaşanan dinsel kaynaklıbir sorunu gündeme getirdiği takdirde lâikliğeaykırıeylemde bulunmuşolacak mıdır? Ya da böyle bir durumda diniistismar etmişsayılacak mıdır?

Toplumsal bir problemin siyasal, hukuksal ve sosyal boyutlarınıortaya koyarak eleştirmek, çözüm üretmek bir siyasî partinin en temelgörevidir. Meclis kürsüsünde konuşularak “sorumsuzluk” alanınagirmeseydi bile, herhangi bir inanç grubunun hak ve özgürlüğününönünde bulunan engellerin kaldırılmasıiçin bir siyasal partinin ya daüyesinin düşüncesini açıklaması, çözüm önermesi dinsel bir inancıistismar anlamında yorumlanamaz. Dini inanç ve bunun yaşamageçirilmesi Anayasa’da teminat altına alınmıştemel hak ve özgürlükolduğuna göre, bu konudaki sorunlarıçözmek için ileri sürülendüşüncelerin diğer anayasal hak ve özgürlüklerin savunulmasındanfarkıolamaz. Tıpkısendikal bir hakkıya da grevi savunmanın sosyalbir sınıfın diktatörlüğünü savunma anlamına gelmeyeceği gibi.Demokratik Devlet, farklılıkların bir arada bulunduğu, ancak insanlarınbarış içinde yaşayabildiği ülke demektir. Herkesin aynışeyidüşündüğü, aynıgörüşü ifade ettiği, farklılıkların bulunmadığı, tekçidüşüncelerin dayatıldığıbir ülkede “demokratiklik”ten bahsedilemez.Siyasal, sosyal, hukuksal ve ekonomik sorunlar özgür bir ortamdatartışılmadığısürece insanların iç dünyalarında devletiyle süreklikavga ettiği bir toplum yaratılmışolur.

1518

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, demokratik hukuk düzeninikoruma hakkıolduğu tartışmasızdır. Devletin milletiyle bölünmezbütünlüğü ve lâiklik ilkesini Anayasa ve yasalarla teminat altınaalmak, devletin yapısal güvenliği açısından yeterli sayılamaz. Devletingörevi, düşünceleri ve inançları“devletleştirmek” değil, alacağıtedbirlerle güvenli ve özgür bir ortamda bireylerin ve siyasal örgütlerinterör ve şiddete bulaşmadan kendilerini ifade edebilmelerine olanakvermektir. Kendini korumanın esas teminatı budur. Hak veözgürlüklerin teminat altına alındığı“risksiz bir demokrasi” ancakkamuoyunun desteğini almakla oluşabilir. Bu destek ise ekonomiksorunların çözüldüğü, düşünceyi ifade ve inanç özgürlüklerinin sorunolmaktan çıktığıülkelerde mümkündür.

2547 sayılı Yasa’nın Ek 17. maddesine dayanaraküniversitelerde kanunlara aykırıolmayan kıyafetlerin giyilebileceğinisavunan bir siyasi partinin bu fiili, sözkonusu Yasayıçıkararaküniversitelerdeki başörtüsü sorununa çözüm getirmek isteyen diğersiyasal partilerin fiillerinden daha ağır bir suç olarak nitelendirilemez.Bireylerin dini duyguları davranışlarını ve siyasî düşüncelerinietkilediği sürece, siyasal partilerin de bu gerçeğe kayıtsız kalmasıdüşünülemez. Bu sebeple, tüm siyasal partiler gerek TBMM’degerekse dışarıda kıyafet sorununa ilişkin olumlu-olumsuzdüşüncelerini her zaman ifade etmişlerdir.

Bu söylemleri devlete bir karşıgelişdeğil, uygulamaya dönükbir tepki ve eleştiri olarak kabul etmek gerekir.

Siyasal partilerin fonksiyonlarınıyerine getirirken tâbi olduğu“özgürlük alanı” ile “yasak alanın” sınırlarının çağdaşanlayışlarauygun olarak belirlenmesi zorunludur. Partileri, Devletin resmîkurumlarıolarak algılayan bir anlayış, yasak alanıçok geniştutmakgereğine inanır. Böylece, parti sayısıçok olsa bile, farklılığınolmadığı, tek düşüncenin dayatıldığı, tek partili sistem yaratılmışolur.

Kamu hizmeti üreten devlet bunu topluma sunarken, yansız,tarafsız ve herkese eşit uzaklıkta olmak zorundadır. Kimilerininrengine, diline, mezhebine, dinine, kıyafetine, taşıdığı vicdanîkanaatlerine bakılarak ayrım yapılması, bu hizmetten yoksunbırakılmasıağır bir Anayasa ihlâli ve insanlık suçudur. Kamuhizmetinden yoksun bırakılanların uğradığıhaksızlığıörgütlü örgütsüzdile getirmelerinin ve anayasal sınırlar içinde haklarınıkullanaraktepkilerini ortaya koymalarının ayrıca cezalandırılması ve

1519

susturulmasıise, ancak demokrasinin olmadığıtotaliter rejimlerdegörülecek bir anlayışve davranıştürüdür.

DavalıParti’nin kapatılmasıiçin ileri sürülen delillerin büyükbölümü soyut nitelikteki söylemlerden ibarettir. Eylem biçimindegörülen kimi miting ve gösteri faaliyetleri ise meşru anayasal haklarınkullanılmasından başka bir şekilde tanımlanamaz. Bu söylem veeylemlerin, aktif, saldırgan terör ve şiddet unsuru taşıyan eylemlerlebütünleştiğine ilişkin somut delilde sunulamamıştır.

Belirtilen bu nedenlerle, Fazilet Partisi’nin kapatılmasınakarşıyım.

C- TEMELLİKAPATILAN BİR PARTİ’NİN DEVAMI OLMASIYÖNÜNDEN İNCELEME

Anayasa’nın 69. maddesinin yedinci fıkrasında “temellikapatılan bir parti başka bir ad altında kurulamaz” denilmektedir.Madde de bir siyasî partinin hangi hallerde “temelli kapatılacağına”ilişkin durumlar tek tek sayılmıştır. Kapatılma nedeni kabul edilen üçdurum dışında yorum yoluyla bunlara ek yapmak olanaklıdeğildir.Siyasî partiler, demokratik hayatın vazgeçilmez unsurlarıolarakgörüldüğüne göre, kapatma yaptırımının hiç bir yoruma ihtiyaçduyulmayacak açıklıkta belirlenmesi gerekir. Siyasî hayat,Mahkemenin yorum yoluyla ulaştığıkapatma yaptırımının tehdidialtında yaşayıp gelişemez. Anayasa’nın 68. ve 69. maddelerindeolumlu ya da olumsuz sözcüklerle ifade edilen kimi yasaklar vardır.Bunlardan sadece üç durum kapatma yaptırımıile sonuçlandırılmıştır.Örneğin, siyasî partilerin ticaretle uğraşamayacağı, partilerininkapatılmasına neden olanların başka bir partinin kurucusu ve üyesiolamayacağı, gelir ve giderlerinin amaçlarıdışında kullanılamayacağıgibi emir ve direktifler olmasına karşın, aksi durumda yaptırımın neolacağıAnayasa’da öngörülmemiştir. Anayasakoyucunun yaptırımabağlamadığıbu konuların yasama organının takdirine bırakılmışalanlar olduğu ileri sürülebilirse de, bu yasaklara aykırıdavrananpartilerin ancak “kapatma” dışında bir yaptırımla cezalandırılmasımümkündür.

Temelli kapatılan bir partinin başka bir ad altındakurulamayacağına ilişkin yasağın unsurlarıne Anayasa’da ne deyasalarda belirlenmemiştir. “başka bir AD” dendiğine göre kasdedilenisim’midir, yoksa sosyolojik olarak ya da düşünce ve görüşitibariylekapatılan partiyle aynilik ve özdeşlikmidir?

1520

Eğer, görüş ve düşünceleri esas alınacaksa bu sosyolojikgerçeğin tesbiti nasıl yapılacaktır. Anayasa’da cevabınıbulamadığımız bu konuların her an değişebilecek yargıorganlarınıniçtihatlarıyla belirlenip kapatılmaya esas alınmasısuç ve cezalardakiyasallık ilkesine aykırılık oluşturur. Kaldıki, kapatılan bir partiningörüşve düşünceleri ile eylemleri arasında bir aynilik veya özdeşliksaptanabiliyorsa bir başka ad altında kurulduğu sonucuna gitmeyegerek kalmadan tüzük ve programdan ya da yasak eylemlerin odağıhaline gelmekten ötürü kapatılabileceğine Anayasa zaten olurvermektedir.

Öte yandan, Başsavcılığın iddia ettiği gibi, bir başka ad altındakurulmuşolmadan, davalıpartiyle temelli kapatılarak yasaklanan birpartinin eylem ve söylemlerinin aynıamaca yöneldiği kasdediliyorsa,bu durum daha ağır ve tehlikeli bir sonucu ifade ettiğindenAnayasakoyucunun bunu evleviyetle düşünerek böyle partilerinkapatılmasınıaçık ve kesin bir dille belirlemesi gerekirdi.

Bu belirsizlikler içinde temelli kapatılan bir partinin başka bir adaltında kurulduğu yönünde bir incelemenin yapılmasının mümkünolmadığıdüşüncesiyle çoğunluk görüşüne bu gerekçeyle katıldım.

BaşkanvekiliHaşim KILIÇ

KARŞIOY YAZISI

Esas Sayısı : 1999/2Karar Sayısı : 2001/2

Fazilet Partisi’nin kapatılmasına ilişkin karara aşağıda açıklanannedenlerle katılmıyorum.

A- Usul Yönünden

2820 sayılıSiyasî Partiler Kanunu’nun 101. maddesinde, hangihallerde bir siyasî parti hakkında doğrudan kapatma davasıaçılacağıtek tek sayılmış, 104. maddesinde de, bu Kanun’un 101. maddesidışında kalan emredici hükümleriyle diğer kanunların siyasî partilerle

1521

ilgili emredici hükümlerine aykırılık bulunmasıhalinde, o parti aleyhineCumhuriyet Başsavcılığı’nca re’sen yazıile Anayasa Mahkemesi’nebaşvurulacağı, Anayasa Mahkemesi’nce söz konusu hükümlereaykırılık görülmesi halinde bu aykırılığın giderilmesi için siyasî partihakkında “ihtar” kararıverileceği, bu kararın tebliğinden itibaren altıay içinde söz konusu aykırılığın giderilmemesi halinde bu kezCumhuriyet Başsavcılığı’nca Anayasa Mahkemesi’ne kapatma davasıaçılacağıöngörülmektedir.

Sözü edilen maddelerden açıkça anlaşılacağıgibi, yasakoyucu,sadece 101. maddede, sayılan hallerde siyasî partilerin doğrudankapatılmasıiçin dava açılmasına izin vermiş, 101. madde dışındakalan emredici kurallara aykırılık halinde kapatma davasıaçılmadanönce bu aykırılığın giderilmesi için siyasî parti hakkında ihtar kararıverilmesini emretmiştir. Bu emredici kurala aykırıbiçimde açılansiyasî parti kapatma davasının esasının incelenmesine olanak yoktur.Başka bir anlatımla Siyasî Partiler Kanunu’nun 101. maddesindesayılanlar dışındaki nedenlerle açılacak kapatma davalarının kabuledilebilmesi için “ihtar” önkoşulunun yerine getirilmesi gerekir.

Oysa, “Temelli kapatılan bir parti bir başka ad altındakurulamaz” kuralıAnayasa’nın 69. maddesinin dokuzuncu fıkrasındayer almakta olup; bu yasak, Siyasî Partiler Kanunu’nun 101.maddesinin (a), (b) ve (c) bentlerinde sayılan hallerden hiçbirisinegirmemektedir. Bu aykırılığın giderilmesi için ihtar kararıverilmesiistenilmeden doğrudan kapatma davasıaçılmasında yasal isabetyoktur.

Bu nedenle, öncelikle davanın bu gerekçeyle usul yönündenreddi gerekir.

B- Esas Yönünden

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısıiddianame ve ekinde, davalıParti’nin, lâiklik karşıtıeylemlerin odağıhaline geldiğini ileri sürerekkapatılmasınıistemiştir.

Anayasa’nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasında, siyasîpartilerin tüzük ve programlarıile eylemlerinin “demokratik ve lâikCumhuriyet ilkelerine aykırıolamayacağı” hükme bağlanmakta, 69.maddesinin altıncıfıkrasında, “Bir siyasî partinin 68. maddesinindördüncü fıkrasıhükümlerine aykırıeylemlerinden ötürü temellikapatılmasına ancak onun bu nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak

1522

haline geldiğinin Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi halindekarar verilir” denilmekte, son fıkrasında ise, siyasî partilerin kuruluşuve çalışmaları, denetlenmeleri ve kapatılmalarının kanunladüzenleneceği öngörülmektedir.

Anayasa’nın 69. maddesinin altıncıfıkrasıyla Siyasî PartilerKanunu’nun 101. maddesinin (b) bendinde, “Bir siyasî partininAnayasanın 68 inci maddenin dördüncü fıkrasıhükümlerine aykırıeylemlerinden ötürü temelli kapatılmasına, ancak, onun bu niteliktekifiillerin işlendiği odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesince tesbitedilmesi halinde karar verilir” denilmekte, 103 üncü maddesinde ise,bir siyasî partinin Anayasa’nın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrasıhükmüne aykırıeylemlerin odak halini oluşturup oluşturmadığıhususunun Anayasa Mahkemesi’nce belirleneceği hükmebağlanmaktadır.

Siyasî partilerin hangi durumda yasak eylemlerin odağıhalinegeleceğini düzenleyen 2820 sayılıSiyasî Partiler Kanunu’nun 3270sayılıKanunla değişik 103. maddesinin ikinci fıkrası, AnayasaMahkemesi’nin 9.1.1998 günlü; Esas:1998/2, Karar:1998/1 sayılıkararıyla Anayasa’nın 69. maddesine aykırıbulunarak iptal edilmiştir.

Anayasa Mahkemesi Refah Partisinin kapatılmasıkararındamihrak (odak) olma hali, “Siyasî Partiler Yasasının 103 ve bunadayanak oluşturan Anayasa’nın 69. maddesi uyarınca bir siyasîpartinin yasak fiillerin işlendiği odak haline geldiğinin saptanması,yalnız tüzelkişiliğin faaliyetlerinin değil, üyeler tarafından yürütülenfaaliyetlerin de incelenmesi ile olanaklıdır. Çünkü odak olmadurumunun oluşmasıiçin gerekli olan yasak eylemlerdeki nitelik venicelik ile bunların tekrarındaki kararlılık gibi öğelerin varlığıkonusunda milletvekillerinin Meclis içindeki ve dışındaki söz veeylemlerinin tümü değerlendirilmedikçe sağlıklıbir sonuca ulaşılmaz”biçiminde tanımlanmaktadır.

Fazilet Partisi’nin kapatılmasına ilişkin bu davada da 2820 sayılıYasa’nın 4445 sayılıYasa ile eklenen 103. maddesinin ikinci fıkrasıMahkememizce ikinci kez iptal edilmiştir.

Sonuçta beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına nedenolan milletvekili Merve KAVAKÇI’nın Türkiye Büyük Millet Meclisinetürbanıile gelmesi, milletvekili NazlıILICAK’ın, Merve KAVAKÇI’nınmilletvekili seçilmesine ve türbanıile Türkiye Büyük Millet Meclisinegirmesine yardımcıolmasıeylemleri ile diğer milletvekili Bekir

1523

SOBACI’nın türban ile ilgili beyanları, Anayasa Mahkemesi’nin RefahPartisi’nin kapatılmasıkararının gerekçesinde açıklandığıbiçimdeodak halinin oluştuğunu göstermemektedir. Kimi milletvekillerininsöylemleri nedeniyle milletvekilliklerine son verilmediği ve başka birpartinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve deneticisi olmasıyasaklanmadığına göre bu söylemleri lâiklik karşıtıeylemler kabuledilerek odak halinin oluştuğu kabul edilemez. Milletvekilliği sonaerdirilmeyen, yasaklama getirilmeyen bu kişilerin söylemlerinin eleştiridüzeyinde kaldığının kabulü gerekir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle, Fazilet Partisi’nin kapatılmasınailişkin davanın gerek usulden ve gerekse esas yönünden reddigerekirken, Parti’nin kapatılmasına karar verilmesinde isabetbulunmadığından, karara karşıyım.

ÜyeSamia AKBULUT

KARŞIOY YAZISI

Esas Sayısı : 1999/2Karar Sayısı : 2001/2

Fazilet Partisi’nin, kapatılan Refah Partisi yerine geçmek üzere,Fazilet Partisi’nin kapatma davası sonuçlanmak üzere iken,17.12.1997 tarihinde kurulup bundan yaklaşık bir ay sonra 16.1.1998tarihinde Anayasa Mahkemesi’nce davalıParti’nin kapatılmasınakarar verilmiştir. Bu kapatma kararından hemen sonra kapatılanRefah Partisi’nin yöneticileri, milletvekilleri, belediye başkanlarıveparti örgütü önceden planlandığıgibi toptan Fazilet Partisi’nekatılmışlardır. Bu katılımlardan sonra Fazilet Partisi yönetici kadrolarıyeniden oluşturulmuş ve özellikle Refah Partisi’nin kapatılmanedenlerinden biri olan ve lâiklik karşıtıeylem olarak kabul edilenkamusal alanda ve üniversitelerde türban yasağıkarşıtıeylem vesöylemlere Refah Partisi’nin bıraktığıyerden devam edilmiştir.

Yeni parti, kapatılan Refah Partisi Genel Başkanıolup kapatmakararı ile birlikte hakkında 5 yıllık yasak getirilen NecmettinERBAKAN’ın telkin ve direktifleriyle yönetilmeye başlanmıştır.

1524

Çoğunluk tarafından hukuka aykırışekilde elde edildiği, bunedenle delil olarak kullanılamayacağıkabul edilen; NecmettinERBAKAN ile Fazilet Partisi milletvekili Yasin HATİPOĞLU arasındaaraç telefonu ile yapılan görüşmeye ait bant kaydı, araç telefonundagizlilik olmayacağı, kaldıki, her türlü alıcıve radyodan kolaycaizlenebilinen bu bant kaydının soruşturma ve kovuşturma ile görevlimercilerce kayda alınmadığıdikkate alındığında, ortada hukukaaykırışekilde elde edilmişbir delilden söz edilemeyeceği, bu yönüyleband kaydının Fazilet Partisi’nin yasaklı eski Genel BaşkanıNecmettin ERBAKAN tarafından yönlendirildiğinin başka birgöstergesi olduğu anlaşılmaktadır.

Alınan erken seçim kararının kaldırılarak NecmettinERBAKAN’ın siyasî yasağının kaldırılmasına yönelik yasal veAnayasal değişikliklerin yapılabilmesi için Yasin HATİPOĞLU’nun,TBMM’nin “kanun tasarıve tekliflerin görüşülmesine devam olunmasıönerisini tamamen usule aykırışekilde gündeme alıp oylamanınyaptırılmasıda bu hususu doğrulamaktadır.

Kapatılan bir siyasî parti, başka ad altında kurulamazkuralından, kapatılma riskinin arttığı bir sırada ve kapatılmakararından önce bir parti kurmak ve parti kapatıldıktan sonra bupartiye geçmek suretiyle kurtulmak hiçbir hukuk düzeninde sözkonusu olamaz. Hukuk devleti kendisine karşıyapılan hileli vemuvazzalıişlem ve davranışlarıgörmezden gelemez ve bu gibidavranışlara meşruiyet tanıyamaz. Kapatılan bir siyasî parti başka adaltında kurulamaz. Kuralının yaptırımı kendi içinde vardır.Kurulamayacak parti kurulursa kapatılır.

Fazilet Partisi, kapatılan Refah Partisi’nin başka bir ad altındadevam ettirilmek istenen bir partidir. Bu parti Refah Partisi’ninkapatılan nedenlerinden biri olan türban konusunda aynısöylem veeylemlere devam etmiş, hatta Merve KAVAKÇI olayıile bu eylem vesöylemleri daha ileri götürmüştür. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeyaşanan olay, Başbakan’ın deyimi ile “Devlete başkaldırma” şeklinedönüşmüştür. Merve KAVAKÇI, Refah Partisi döneminde özellikleyetiştirilmiş, söylemleri ile lâik devlet yapısınıdeğiştirme amacınıaçıkça belli etmişbiri olarak, özellikle parlamentoya girmesi kuvvetliolasılık olan bir yerden aday gösterilmiş bir kişidir. Milletvekiliseçilmeden önce yurt dışında yaptığı konuşmalar dikkatleincelendiğinde bu hukuk açıkça görülmektedir.

1525

Fazilet Partisi’nin, Refah Partisi’nin Genel BaşkanıNecmettinERBAKAN tarafından yönlendirildiği, bu partinin 1. OlağanKongresinde, yönetimin kontrolünde olan dev ekranda uzun süre“Mücahit ERBAKAN” şeklinde yazıgeçilmesi ve “Mücahit ERBAKAN- ERBAKAN nerede biz oradayız” şeklinde sloganlar atılmasıveyönetimin bunlara müdahale etmemesiyle açıkça ortaya çıkmıştır.

Bu durumda, Fazilet Partisi’nin, öncelikle kapatılan bir siyasîpartinin yerine başka ad altında kurulmuşve aynıdoğrultuda faaliyetgösteren bir parti olmasınedeniyle Anayasa’nın 69. maddesigereğince kapatılmasıgerekirken, bu hususun dikkate alınmamasınedeniyle çoğunluk kararına katılmıyorum.

ÜyeYalçın ACARGÜN

KARŞIOY YAZISI

Esas Sayısı : 1999/2Karar Sayısı : 2001/2

Anayasa Mahkemesi Fazilet Partisi’nin temelli kapatılmasıhususunda 22.6.2001 tarihinde oyçokluğuyla karar vermiştir.

Cumhuriyet Başsavcılığıkapatma dâvâsınıtemelli kapatılan birpartinin başka bir ad altında kurulamayacağıve yine bir partininAnayasa’nın 68. maddesinin dördüncü fıkrası hükmüne aykırıeylemlerin odağıhâline geldiği iddialarına dayanarak açmıştır.

Mahkememiz Fazilet Partisi’nin kapatılan Refah Partisi’ninbaşka bir adla kurulmuşdevamıniteliğinde olduğuna ilişkin kapatmaistemini, ortaya konan delillerin yetersizliğinden dolayıreddetmiştir.

Halbuki 2820 sayılıSiyasi Partiler Kanunu’nun Anayasa’dakiyasaklara aykırılık hâlinde partilerin kapatılmasınıdüzenleyen 101.maddesi bir siyasî parti hakkında Anayasa Mahkemesi’nin üçdurumun varlığınıarayarak kapatma kararıverebileceğini belirtmiştir.

Anayasa’nın 69. maddesinde temelli kapatılan bir partinin başkabir ad altında kurulamayacağıöngörülmüş, ancak, kurulduğu takdirdenasıl bir müeyyide uygulanacağıbelirtilmemiştir. Böyle bir durumda

1526

yasakoyucunun veya herhangi bir yargıorganının kapatma yaptırımıihdâs etmesi Anayasa’ya kesin aykırılık oluşturur.

Odak hâline gelme şartıise gerek Anayasa gerekse SPK’ndagenişşekilde ele alınmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti, Anayasa’nın 2. maddesinde tanımlandığıgibi, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.

Hukuk devleti, vatandaşlarına hukuk güvenliği ve istikrarısağlayan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlısayıpyargıdenetimine açık olan bir devlettir.

Böyle olunca, TCK’nun 2. maddesinin birinci fıkrasıhükmügereğince, işlendiği zamânın kanununa göre cürüm veya kabahatsayılmayan bir fiilden dolayıkimseye ceza verilmeyeceğinden yâhutişlendikten sonra çıkarılan kanuna göre cürüm veya kabahatsayılmayan bir fiilden dolayıda kimse cezalandırılamayacağından,eldeki dâvâda 4445 sayılıKanun’un 18. maddesi ile değiştirilmişbulunan 2820 sayılı SPK’nun 103. maddesinin odaklaşmayıtanımlayıp parti kapatmayızorlaştırarak parti lehine bir durum yaratanve Anayasa Mahkemesi’nin 12.12.2000 tarihli iptal kararından öncekiikinci fıkrasının uygulanmasıgerekir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığıiddiânamesinde odak olmakonusunda Parti’yi ilzâm eden yasak beyan ve faaliyetler, başta NazlıILICAK, Bekir SOBACI, Merve KAVAKÇI, Ramazan YENİDEDE,Mehmet SILAY, Recai KUTAN , Abdullah GÜL, Abdüllâtif ŞENER,Bülent ARINÇ, Mustafa KAMALAK, Cemil ÇİÇEK olmak üzere daha21 kişiye dayandırılmış, bunlardan ilk beşine, ikisininmilletvekilliklerinin kaldırılmasına ilave olarak, hem beşyıl süreyle birbaşka partinin kurucu üyesi, yöneticisi ve deneticisi olma yasağıgetirilmiş, hem de bunlardan dolayıParti’nin kapatılmasına kararverilmiş, bunlar dışındakilerin kapatmaya sebeb olmadıklarıhükmebağlanmıştır.

Belirtilen söylem ve eylemler, kanaatimce, Parti’ninkapatılmasına sebep olacak delil niteliğinde olmadıkları gibi,Anayasa’nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasına aykırıeylemlerinişlendiği odak haline geldiğinin kanıtıda olamazlar. Zîrâ, odak olmadapartinin bütünü için geçerli toplu, genel ve devamlıbir eğiliminoluşmasına bakılmalı, başka bir deyişle, bütün eylemlerde tekrar,

1527

kararlılık, devamlılık, yoğunluk, yaygınlık, niyet (kasıt) gibiunsurların yanında şiddete başvurma unsuru da aranmalıdır.

Nitekim, bu konuyla ilgili olarak, AİHS’nin ifade hürriyetinidüzenleyen 10. maddesiyle, 9. maddesindeki düşüncelerin serbestçeaçığa vurulmasıhakkıteminat altına alınmıştır. Buna göre,

“1- Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir.Bu hak, kanaat özgürlüğünü, kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülkesınırlarısöz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve vermeözgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon vesinema işletmelerini bir izin rejimine bağlıtutmalarına engel değildir.

2- Kullanılmasıgörev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler,demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusalgüvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması,asâyişsizliğin veya suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veyâ ahlâkın,başkalarının ün ve haklarının korunması, gizli kalmasıgerekenhaberlerin yayılmasına engel olunmasıveya yargıgücünün otorite vetarafsızlığının sağlanmasıiçin kanunla öngörülen bazıformalitelere,şartlara, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir.”

AİHS’nin toplantı, dernek ve sendika kurma hürriyetinidüzenleyen ve kapsamına siyasî partiler de giren 11. maddesiyle de,

“1- Herkes barışçı amaçlarla toplantılar yapmak, dernekkurmak, ayrıca çıkarlarınıkorumak için başkalarıyla birlikte sendikalarkurmak ve bunlara katılmak haklarına sahiptir.

2- Bu hakların kullanılması, demokratik bir toplumda zorunlutedbirler niteliğinde olarak ulusal güvenlik, kamu güvenliği, barışvedüzenin sağlanmasıve suç işlemenin önlenmesi, sağlığın veyaahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunmasıamaçlarıyla ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu madde, bu haklarınkullanılmasında silahlıkuvvetler ve güvenlik güçleriyle devletin idaremekanizmasında görevli olanlar hakkında yasal sınırlamalarkonmasına engel değildir” kuralıgetirilmiştir.

AİHM bu kurallar ışığında Türkiye Birleşik Komünist Partisi,Sosyalist Parti, Özgürlük ve Demokrasi Partisi’nin kapatılmalarıhakkında verdiği kararlarda, “TBKP faaliyete geçmedenkapatıldığından, ne terörle bir ilgisi, ne de AİHS ‘nde yer alan hak vehürriyetleri tahribe yönelik faaliyet içinde bulunduğu söylenebilir”;

1528

“SP’nin kapatılmasıgüdülen amaç ile orantısız ve demokratik toplumaçısından gereksiz bir yaptırımdır. Bu nedenle Sözleşme’nin 11.maddesi ihlâl edilmiş”; “ ÖZDEP’in... terör konusundaki sorumluluğuHükümet tarafından kanıtlanamamıştır. Aynışekilde, ÖZDEP’in partiprogramından kaynaklanabilecek tehlikelerin Türkiye’de terörizminasıl arttırdığıda ortaya konamamıştır,... ÖZDEP’in kapatılmasıhedeflenen amaca uygun değildir ve Sözleşme’nin 11. maddesi ihlâledilmiştir” sonucuna varmış, özellikle de demokrasi, ifade hürriyeti,terör, şiddet kullanımı, bölücülük, diyalog yoluyla çözüm, barışçıamaç ve yollar gibi kavramlar üzerinde durmuştur.

Başka bir örnek olarak, Federal Alman Anayasa Mahkemesi iseyine odak olma konusunda “aktif olarak savaşcıve saldırgan birtutum”un varlığınıaramakta; parti yasaklarına aykırıbir eyleminAnayasa Mahkemesi’nce delil olarak kabul edilebilmesi için partininAnayasa’da belirtilen yasakları benimsememesinin yeterliolamayacağını, o eylemlerin demokratik düzenin temel öğelerinekarşıaktif ve şiddete yönelik bir saldırıve mücadele amacıtaşımasıgerektiğini söylemekte; kasıt unsuru aramakta; herkesin, her yerde,her zaman söyleyebileceği sözlerin ve yapabileceği faaliyetlerinpartiyi bağlamayacağını, bunların ferdi suçlar olarak görülmesigerektiğini ifâde etmektedir. Anlaşılmaktadır ki, partinin beyan vefaaliyetleri şiddet içermemeli, hattâ potansiyel bir şiddete çağrıdabulunmamalıdır.

Önemli olan, partilerin kapatılmasına gidilmeden önce sistemiçine sokulmasını, bunun karşılığında, onların da sisteme itinâ veihtimam göstermesini sağlamaktır. O hâlde, odak olmadan dolayıkapatma için yapılacak düzenlemenin öngörülen amaca uygunolması, makûl, haklıve anlaşılabilir haklınedeninin bulunmasılâzımdır.

Öte yandan, lâiklik anlayışının ve uygulamasının ülkedenülkeye büyük ölçüde değişebileceğini iddia ve kabul etmek ve ülkeninkendine has koşullarıve özelliklerine büyük önem atfetmek, “muasırmedeniyet seviyesi”ni yakalamaktan uzak kalmak demektir. Lâikliğinstandartlarıkonusunda Batı’daki gelişmeleri yakından tâkip etmek veher halde sert tanımlamalardan kaçınmak gerektir. Türkiye’nin kabulettiği bütün milletlerarasıanlaşmalarda yer alan her konuda Batı’nındeğerlerinin öncü sayılmasına lâikliğin istisna tutulmasınıanlamakhayli zor olmaktadır. Lâiklik Türkiye’de oturmuştur. Demokrasikapısıaçık tutulduğu sürece kurumlaşma olacak, toplum kendikendini kontrol eder hâle gelecektir. Taraf olmaktan çıkınca;

1529

plânlayan, koordinasyon kuran, denetleyen, hukukun üstünlüğüanlayışınıpekiştiren, bayındırlık, güvenlik, hâriciye işlerini en iyişekilde yapan bir üst örgütlenme oldukça, belki, Devlet’in tanımıbiledeğişecektir. Aslında kimse Devlet değildir veya, tam tersine,herkes Devlet’tir, çünkü herkes birbirinin hizmetindedir.Feedback (geri yansıma-düzenleyici cevap) ve karşılıklıetkileşimolduğu sürece sert kırılmalar yerini yumuşak geçişlere bırakacaktır.Baskışiddetlenirse sistem kitlenir. Yöneten ve yönetilenlerin karşılıklıolarak birbirlerine müsamaha göstermeleri esas iken, birininyekdiğerine baskıda bulunmasıkarşısında demokrasi korunmaz,bilakis, zedelenir. Yasaklar olabilir, ama birileri de o yasaklarınkalkmasınısavunabilir. Yasakların kalkmasınısavunmak, yasağaaykırıhareket etmek demek değildir. Politika farklıbir zemindir. Siyasîmücadele eşit şartlarda ve şanslarla yürütülmelidir. Demokrasi siyasîpartiler arasında şart ve şans eşitliğini gerektirir. O hâlde, partilerdâhil, herkesin şansınıher yerde ve her zaman rastlantılardan uzakve eşit tutmak bir çağdaşlık ülküsüdür.

Fazilet Partisi’nin kapatılmasına yol açan olayların büyükçoğunluğu türban üzerinde odaklaşmıştır. Bu, 1950’li yıllardan berineredeyse bütün partilerin az veya çok konusu olmuştur. FaziletPartisi’nin bununla biraz daha fazla ilgilenmesi onun sistem dışınaçıktığınıgöstermez. Karşılıklıolarak olaylara biraz daha hoşgörülübakıldıkça, hukuk devleti anlayışına ve katılımcı-çoğulcu demokrasiuygulamasına daha çok sarıldıkça, aklıselim her zaman galipgeldikçe, iyi niyet ve güven duygusu yerleşip sorumluluk anlayışıvegörev şuuru pekiştikçe, topluluk hâlinde yaşama fedâkârlığiyle insanhak ve hürriyetlerindeki gelişme dengeli yürütüldükçe ve özellikleekonomik gelişmeye paralel ve sosyal adalete uygun olarak kişibaşına düşen millî hâsıla payıyükseldikçe, Türkiye herhâlde farklıbirülke olacaktır.

Bu düşüncelerle Parti’nin kapatılma kararına katılmamaktayımve dolayısiyle Anayasa’nın 68. maddesiyle SPK’nın 101. ve 103.maddelerine aykırılık olmadığıkanaatindeyim.

ÜyeSacit ADALI

1530

KARŞIOY YAZISI

Esas Sayısı : 1999/2Karar Sayısı : 2001/2

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 7.5.1999 günlüiddianamesi, 4.6.1999 günlü istenilen belge ve delilleringönderildiğine dair yazısıve 5.2.2001 günlü ek iddianamesi ile FaziletPartisi’nin, Anayasa Mahkemesi’nce temelli kapatılan RefahPartisi’nin başka bir ad altında kurulmuşdevamıniteliğinde olduğuileri sürülerek Anayasa’nın 69. ve 2820 sayılıYasa’nın 78., 86. ve 87.maddeleri uyarınca kapatılmasıistemiyle açılan davada, bu yöndekikapatılma isteminin reddine ilişkin çoğunluk görüşüne aşağıdaaçıkladığımız nedenlerle katılmıyoruz.

Anayasa’nın 69. maddesinin yedinci fıkrasında ve 2820 sayılıSiyasî Partiler Yasası’nın 95. maddesinde “Temelli kapatılan bir partibir başka ad altında kurulamaz” hükmü yer almaktadır. Bu hüküm,Anayasa’nın siyasî partilerle ilgili ve siyasî partilerin uyacaklarıesaslar başlığıaltında yer aldığıcihetle kesin ve emredici nitelikteolduğundan bu kurala aykırıhareket edilerek kurulan yeni partinin dekapatılması gerektiğinde duraksanamaz. Bu nedenle, FaziletPartisi’nin, Anayasa Mahkemesi kararıyla temelli kapatılan RefahPartisi’nin “başka bir adla kurulmuşdevamıniteliğinde olduğunun”tesbiti ve bu kanıya varıldığında temelli kapatılmasına karar verilmesianayasal düzenin korunmasıyönünden, zorunlu bulunmaktadır.Esasen Mahkememizce verilen ve çoğunluk görüşüne dayalıbuyöndeki istemin reddine ilişkin kararda da, Anayasa’nın 69.maddesinin yedinci fıkrasıve 2820 sayılıYasa’nın 95. maddesiuyarınca, temelli kapatılan bir partinin bir başka ad altındakurulamayacağının parti kapatma nedeni olmadığıve bu sebeple birsiyasî partinin kapatılmasına karar verilemeyeceği yönünden istemreddedilmemiş, bu yönde ileri sürülen delillerin kapatılan bir partinindevamıolduğunu kanıtlamaya yeterli olmadığıgerekçesiyle kapatmaisteminin reddine karar verilmişolduğu ve böylece “temelli kapatılanbir parti bir başka ad altında kurulamaz” hükmünün parti kapatmanedeni sayıldığıve bu kurala aykırıhareket eden bir partininkapatılabileceği kabul edilmişbulunduğundan bu konu üzerinde dahafazla durulmasına gerek görmüyoruz.

1531

Yukarıda da belirtildiği gibi Anayasa’nın 69. maddesinin yedincifıkrasında ve 2820 sayılıYasa’nın 95. maddesinde, temelli kapatılanbir partinin bir başka ad altında kurulamayacağıkuralıgetirilmiş,ancak bu kuralın unsurlarıyani hangi hallerde bir parti bir başka adlakurulmuş sayılacağı, gerek Anayasa’da ve gerekse 2820 sayılıYasa’da gösterilmemiştir. Her ne kadar 69. maddenin sekizincifıkrasında ve 2820 sayılıYasa’nın 95. maddesinde, “Bir siyasîpartinin temelli kapatılmasına beyan veya faaliyetleriyle sebep olankurucularıdahil üyeleri, Anayasa Mahkemesi’nin temelli kapatmayailişkin kesin kararının Resmî Gazete’de gerekçeli olarakyayımlanmasından başlayarak beşyıl süreyle bir başka partininkurucusu, üyesi, yöneticisi ve denetçisi olamazlar” hükmü yeralmakta ise de, bu hüküm, Anayasa’nın 69. maddesinin yedincifıkrasında yer alan “Temelli kapatılan bir parti bir başka ad altındakurulamaz” şeklindeki parti kapatma nedeninin unsuru olmayıpAnayasa’da yer alan tüm parti kapatma nedenleri yönünden ortakolan ve parti kapatma kararıile birlikte uygulanacak bir hükümdür. Bunedenle, sözü edilen kuralı, 69. maddenin yedinci fıkrasının unsuruolarak kabul edip sadece bu kuralda sayılan kurucular dahilüyelerinin beyan veya faaliyetlerini değerlendirmek, kuralın getirilişamacına, Anayasa’da öngörülen parti kapatma nedenlerine aykırıolur. Bir partinin temelli kapatılan bir partinin devamıolup olmadığınıntesbitinde, kurucuları dahil üyelerinin beyan ve eylemlerinindeğerlendirileceği şüphesizdir. Ancak bu tesbitte bununlayetinilmeyecek, diğer hususlar da nazara alınacaktır.

Temelli kapatılan bir partinin bir başka ad altındakurulamayacağına ilişkin kuralla yasaklanan, kapatılan bir siyasî partiile aynıveya özdeş sayılabilecek yeni bir partinin kurulmasıdır.Anayasa’da sayılan nedenlerden dolayıtemelli kapatılmışolan birpartinin aynıyöntemlerle, aynıkişilerce yeniden kurulmasıve bupartinin aynıveya özdeş sayılabilecek beyan veya eylemlerdebulunmuş olmasıkapatma nedeni olarak kabul edilmelidir. Bubenzerlik ve ayniyet yeni kurulan partinin tüzük ve programındananlaşılıyorsa bu durumda yeni parti, “kapatılan partinin devamıolma”yönünden değil, Anayasa’nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasıhükümlerine aykırılık nedeninden kapatılmışolacaktır. Bu sebepleher iki parti arasında tüzük ve programının aynıveya özdeşolmasıunsurunun aranmasıgerekmemektedir.

Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi’nce temelli kapatılan birpartinin siyasî yasaklıolmayan kurucularıdahil üyeleri, yöneticileri vedenetçilerinin yeni kurulan bir partide yer almaları, yeni parti

1532

bakımından kapatılan partinin devamıolduğunun başlıbaşına delilisayılmazsa da, kararın oluşmasında ve delillerindeğerlendirilmesinde gözden uzak tutulmayacak bir husustur. İlerideizah edileceği üzere parti yönetici ve üyelerinin beyan ve eylemlerideğerlendirilirken, evvelce kapatılan parti yönetici ve üyeleridoğrultusunda beyan ve eylemlerde bulunup bulunmadıklarıyönünden önem arzetmektedir. Anayasa’nın 68. ve 2820 sayılıYasa’nın 4. ve 5. maddelerinde, her vatandaşın, siyasî parti kurma veusulüne göre partilere girme ve partilerden ayrılma haklarıbulunduğu, siyasî partilerin, demokratik siyasî hayatın vazgeçilmezunsurlarıolduğu belirtilmektedir. Böylece siyasî yasaklıolmayan hervatandaş, istediği bir partiye girebilecektir. Bunu yasaklayan ve bunamüeyyide getiren bir kural olmadığıgibi bunu temelli kapatılan birpartinin devamısayan bir kural da gerek Anayasa da, gerekse SiyasîPartiler Yasası’nda bulunmamaktadır. Ancak, AnayasaMahkemesi’nce temelli kapatılan bir partinin tüm kurucularıdahilüyelerinin tamamına yakınının, merkez karar ve yönetim, denetimkurullarının, milletvekillerinin tamamının yeni kurulan bir partiyetörenlerle, gösterilerle ve topluca girmeleri o partinin, kapatılanpartinin devamıolduğunun en belirgin bir göstergesidir. Bu üyelerinve parti kuruluşundaki yöneticilerin yeni bir partiye belirtilenyöntemlerle girmeleri, halk ve seçmen üzerinde gerekli mesajınverilmesi amacını taşımakta, ancak, 2820 sayılıYasa’nın 3.maddesinde öngörülen, siyasî partilerin, çalışmaları vepropagandalarıile millî iradenin serbestçe oluşmasınısağlayarakdemokratik bir Devlet ve toplum düzeni içinde ülkenin çağdaşmedeniyet seviyesine ulaşmasıamacınıgütmeleri gerektiği yolundakikurala aykırıdüşmektedir. Bu konuda her vatandaşın veya partiüyesinin veya parti kuruluşundaki yöneticilerin, AnayasaMahkemesi’nce mensup olduklarıpartileri kapatılınca, yeni kurulanbir partiye girmişolmalarının yasak olup olmadığına veya buna engelbir kural bulunup bulunmadığına değil, bu yöndeki hareketlerin,beyanların yeni kurulan ve topluca girmişolduklarıpartinin, evvelcekapatılan bir partinin devamıolduğunun anlaşılıp anlaşılamayacağınabakılmak gerekir. Bu nedenle, Anayasa Mahkemesi’nce temellikapatılan Refah Partisi’nin kurucularıdahil üyelerinin tamamınayakını, merkez karar ve yönetim kurullarındaki üyeleri vemilletvekilleri topluca Fazilet Partisi’ne geçmiş bulundukları veböylece yukarıda belirtilen amaçlarına ulaştıklarıanlaşıldığıcihetleFazilet Partisi’nin, kapatılan Refah Partisi’nin devamıolduğu her türlüşüpheden uzak bir keyfiyettir.

1533

Anayasa Mahkemesi’nce kapatılan bir partinin devamıolupolmadığının en önemli unsuru, kapatılan partinin üye ve yöneticileriile yeni kurulan partinin üye ve yöneticilerinin beyan ve eylemlerininaynıve özdeşnitelikte olmasıdır. Bu unsurun açıklığa kavuşmasıvedaha iyi anlaşılabilmesi için Refah Partisi’nin AnayasaMahkemesi’nce hangi nedenlerle kapatıldığının ve bu parti yöneticive üyelerinin hangi beyan ve eylemlerinin nasıl değerlendirildiğininincelenmesi gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin 16.1.1998 gün,Esas. 1997/1, Karar. 1998/1 sayılıkararıyla, parti üyeleri veyöneticilerinin başörtüsünün kamu kuruluşlarında ve üniversitelerdeyasaklanmasıüzerine söyledikleri söylemleri ve bu konuda ortayakoydukları eylemleri, lâik cumhuriyet ilkesine aykırı görülerekAnayasa’nın 68. ve 69. maddeleri ile 2820 sayılıYasa’nın 101.maddesinin (b) bendi ile 103. maddesinin birinci fıkrasıgereğinceRefah Partisi’nin kapatılmasına karar verilmiştir. Kısaca özetlemekgerekirse, Refah Partisi’nin kapatılması, diğer kapatma nedenleriylebirlikte bu parti üyeleri ve yöneticilerinin başörtüsü hususundaki lâiklikilkesine aykırılık oluşturan beyan ve eylemlerine dayanmaktadır. Ohalde bu partinin devamıolduğu ve bu sebeple kapatılmasıistenilenFazilet Partisi’nin üye ve yöneticilerinin de başörtüsü konusundakibeyan ve eylemlerinin incelenerek değerlendirilmesi gerekir. Her nekadar çoğunluk görüşüne dayanan gerekçeli kararda “iddianamedebelirtilen ve davalıparti tarafından da tümüyle reddedilmeyen haberve söyleşilerdeki görüşler ise kişisel değerlendirmeleri yansıtsa da ikiparti arasındaki yakınlığıgöstermektedir” denilerek bu yöndekigörüşlerin kişisel değerlendirmeler olduğu ve iki parti arasındakiyakınlığıgösterdiği kabul edilmiş, bu yakınlığın derecesi, ayniyet veözdeşnitelikte olup olmadığıhususu üzerinde durulmamıştır.

Fazilet Partisi üye ve yöneticilerinin başörtüsü konusundakiiddianame ve eklerinde yer alan tüm beyan ve eylemlerinin, kapatılanRefah Partisi üyesi ve yöneticilerinin beyan ve eylemleriyle aynıveözdeş nitelikte olduğunda şüphe bulunmamaktadır. Bu yöndekibeyan ve eylemler, nitelikleri itibariyle evvelemirde “devam olmanın”unsuru olduğundan Mahkememizce kabul edilip “odak olma”nın deliliolarak nazara alınan ve ayrıca “odak olmanın” unsuru ve delili olarakyeterli görülmeyen beyan ve eylemlerinde “devamıolma”nın deliliolarak kabul edilmesi ve bu yönden değerlendirilmesi gerekmektedir.

İddianamede yer alan ve davalıParti tarafından da tümüylereddedilmeyen başörtüsü ile ilgili parti üyesi ve yöneticilerinin beyanve eylemlerinin tümünün yazılmasına gerek görülmemekle birlikteemsal olmasınedeniyle bir kısmıaşağıda gösterilmiştir.

1534

1- Parti Genel BaşkanıRecai KUTAN, 10.10.1998 tarihindePartisi’nin Kayseri mitinginde “Bazıkimseler çıkmışlar, hatta bunlarıniçinde rektör ünvanıolanlar, profesör ünvanıolanlar da var. Diyorlarki, bu rektörler, bu profesörler <<efendim, biz başörtülü kızlarınüniversiteye girmesini, Cumhuriyeti korumak için istiyoruz>> diyorlar.Buna olsa olsa kargalar güler, bu iddiaya. Sevgili kardeşlerim bu nebiçim Cumhuriyet anlayışıki milletin inancına, milletin kültürüne,örfüne, adetine düşmanca bir tavır içerisindedir. Sizin bu Cumhuriyetanlayışınıza olsa olsa muz cumhuriyeti derler” yolundaki beyanları,

2- Parti Genel BaşkanıRecai KUTAN, 12.10.1998 tarihindeMilliyet Gazetesi’ne verdiği demecinde “Elbette başörtülü birhanımefendi kardeşimiz Parlamentoya girmeli. Bileğinin hakkıylaolabiliyorsa bakan da olmalı, Bakanlar Kurulu’na girmeli. Millet kararverirse, bizden aday olmamasıiçin bir sebep yok. Bir hanımımızinancıgereği başınıörtüyor, eğitimini yapıyor, siyaset sahnesinde deülkeye hizmet etmek istiyorsa, elbette önü sonuna kadar açık olmalı”şeklindeki sözleri,

3- Parti Genel BaşkanıRecai KUTAN, 11.4.1999 tarihindePartisi’nin Kırıkkale mitinginde “Bunlar başörtüsüne el uzattılar.Bunlar, kimlerin başınıörtmesine izin veriyor? Bir kardeşimiz tarladaot yoluyorsa, ya da zengin birinin evinde hizmetkârlık yapıyorsasorun yok, örtebilir. Ama bir hanım evladımız <<Ben bu ülkenin en iyidoktoru olacağım>> derse, başınıörtmesine <<razıolmayız, izinvermeyiz>> diyorlar. Bu zulümlerin hepsi Allah’ın izniyle FaziletPartisi iktidarında ortadan kaldırılacaktır, söz veriyorum” şeklindekisözleri,

4- Recai KUTAN’ın 27.4.1999 tarihli Sabah Gazetesi’nde yeralan, “Bu hayat tarzınıMerve hanım benimsemiş durumda. Buşekilde vatandaşın önüne çıkmış, başörtülü fotoğrafıile YSK’nabaşvurmuş ve uygun görülmüş, parti olarak telkinde bulunmayız.Merve hanıma müdahale etmeyiz. Merve hanım Parlamentoya girer,yeminini eder, parlamenter olarak görev yapar” yolundaki beyanı,

5- Dosyada mevcut bir TV kaset görüntüsü ve çözümüne ilişkintutanakta Recai KUTAN’ın “Rektör kışlana geri dön. Öğretim üyesimisin, cunta bekçisi mi” dediği ve rektör için “onbaşırektör” sıfatınıkullandığı,

6- Parti Genel İdare Kurulu üyesi NazlıILICAK, 10.10.1998tarihinde Kayseri mitinginde, “bakın şu şapkayıgörüyorsunuz değil

1535

mi? Biz böyle şapkayıbırakıp gidenlerden değiliz. Fazilet Partisiiktidar olunca bu zulüm çözülecek. Bu başörtüsü zulmü çözülecek,bakın nasıl çözülecek. Çünkü Fazilet Partisi başörtülühanımefendileri parlamentoya sokacak. Çünkü başörtülü milletvekiliolacak. Bakalım ne diyecekler milletin seçtiklerine. Çünkü başörtülübakan olacak bu memlekette... Nerede bir zulüm varsa, o zulmüçekenlerin bir siyasî talebi olur.” şeklinde konuştuğu ve bu konuşmayıaynımitingde bulunan Genel Başkan Recai KUTAN’ın huzurundayaptığı,

7- Parti Meclis Grup Başkanvekili Abdullatif ŞENER’in, SivasSuşehri Karşıyaka Mahallesinde bir kahvehanede 8.3.1999 tarihindeyaptığı konuşmasında “Peki bunlar niye İmam-hatip okullarınıkapattılar. Kur’an kurslarına gidişi zorlaşırdılar. Üniversitelerdeki,imam-hatip okullarındaki kız öğrencilerle mücadele ediyorlar,başörtüsüyle. Çünkü bunların vatandaşların inançları, değerleri,menfaatleri diye bir telaşları, endişeleri yok.... Hiçbir Avrupaülkesinde, Amerika’da, Asya’sında, nereye giderseniz gidin, rahibeokullarında, rahibe olmak için okuyan öğrencilerin başlarındaki örtüyüçıkarmaya hiçbir siyasî partinin gücü yeter mi? Hiçbir siyasî iktidarıngücü yeter mi? Hiçbir devletin gücü yeter mi? Yetmez. Kimseninaklına da gelmez oralarda. Bırakın Avrupa ülkelerini. Türkiye’deruhban okulları var. Türkiye’deki ruhban okullarıöğrencilerininbaşındaki örtüyü açmaya, kimsenin cesaret etmesi değil, niyet etmesibile mümkün değil. Peki ne oluyor da Türkiye’de imam-hatip okulunagiden. İmam-hatip okulu nedir? Dinî bir okul. “Oraya giden kız öğrencibaşınıaçacak” diyor. Kim diyor? Vali genelge çıkarıyor. Aslınabakarsanız Bursa’da yaşanan olay bir deney. Orada tutarsa bütünTürkiye’de yaygınlaştıracaklar ve de milletin oyu ile iktidara gelensiyasîler, milletin inançlarına uygun, saygılı davranış içindebulunmasıgerektiğini hiç düşünmüyor, aldırışda etmiyor, onu birproblem olarak da görmüyor.... Bunun hesabının sorulmasılâzım.Üniversitelerde de aynıhadiseler yaşanıyor. Dünyanın hiçbir yerindegörülmez bir hadisedir. Bütün bunların çözümünün tek adresi var. Buadres Fazilet Partisidir. Neden öyledir? Bakın MERVE KAVAKÇI ismikazanacak bir yerdedir. O bölgeden inşaallah 10 civarında milletvekiliçıkaracağız, dördüncü sıradadır. Bu kardeşiniz Meclise girecektir.Kim bu? Bu arkadaşımız, hanım bacımız, Türkiye’de tipfakültesinden, başörtülüdür diye atılmış, kaydısilinmişbir insan. Amababasıüniversiteden arkadaşımızdır, profesördür. Babasıbir ihtisassebebiyle A.B.D.’ne gitmiş, 5-6 sene kalmıştır. Kızınıda yanınaalmış, Amerika’ya götürmüştür. Bu kız, Amerika’da BilgisayarMühendisliği Fakültesinden başörtüsü ile diplomasini almış, gelmiştir.

1536

İşte Türkiye ile Amerika arasındaki fark. Bir yerden başörtüsü ilediploma alıp geliyor, bir yerde kayıt yapmıyorlar. Kaydınıyapmışöğrenciyi okuldan atıyorlar. Aradaki fark bu, inanıyoruz ki Türkiye’debütün problemlerin çözüleceği merci T.B.M.M.’dir ve T.B.M.M.’nemilletin inançlarınıve menfaatlerini taşıma niyetinde olan siyasîkadrolar girdiği takdirde, bütün dertler ve meseleler çözülür. Şöyle birmisyondaki bir İnsanın meclise milletvekili olarak girmesi demek,Mecliste sorunun çözülmesi demek. Mecliste sorunun çözülmesidemek, artık Türkiye’de, bu konuda hiçbir mercide, hiçbir makamda.,hiçbir kurumda böyle bir sorunun tartışılamıyacağıanlamına gelir”dediği,

8- Kanal 7 Televizyonunun 26.5.1998 günü saat 18.00 haberbülteninde “SPİKER «Refah Partisinin kapatılmasından sonraERBAKAN’ın izlediği tutumu değerlendiren ABDULLATİF ŞENER,ERBAKAN’ıİnsan HaklarıÖdülü’ne aday gösterdi. Söz alanABDULLATİF ŞENER «Büyük bir basiret göstermiş, toplumdakihuzur, barış, kardeşlik duygularınıgeliştirmiştir, pekiştirmiştir. Ben buaçıdan Refah Partisi Genel BaşkanıNecmettin ERBAKAN’ıİnsanHaklarıÖdülüne lâyık mümtaz bir şahsiyet olarak alıyorum>>demiştir. SPİKER «ABDULLATİF ŞENER, son olarak verdiğikonserde başörtüsü özgürlüğünü savunan sanatçıAhmet Kaya’yıdakutladı» demiştir” sözlerinin yer aldığı,

9- Parti Genel Başkan Yardımcısı Abdullah GÜL’ün,10.10.1998 tarihinde Kayseri mitinginde yaptığı konuşmasında“Adalet, hukuk, demokrasi, insan hakları, özgürlükler, inanca saygı,eğer bu şeyler ayaklar altına alınmasaydı, bu millet kendi özyurdunda garip, öz vatanında parya muamelesine tabi tutulur muydu?... Hırsızlık yapanlar, boğazlarına kadar yolsuzluk yapanlar, çetelerle,mafyalarla kol kola gezenler, bugün laiklik zırhıiçine bürünüp devletinen itibarlıkoltuklarında otururlarmıydı? Sadece okumak istiyorum,başka birşey istemiyorum, sessizce okula gidenler, polis zoru ile,üniversite kapısından «başörtün var, sakalın var» diye atılır mıydı!”dediği,

10- Milletvekili Bülent ARINÇ’ın, TBMM’de 11.6.1998 tarihindeyaptığıkonuşmasında “Şu anda, 2547 sayılıKanununun ek İ7 ncimaddesi, yürürlükle bulunan yasalara uygun olmak koşuluyla kılık vekıyafetin üniversitelerde serbest olmasınıöngörmektedir. Bu konudabir yasal düzenleme olmadığıda bilinmektedir. Yürürlükteki yasalardenilince, başta Anayasa gelir. Anayasada ise, kılık ve kıyafetidüzenleyen, ayrıve özel bir hüküm yoktur. Burada anlaşılmak

1537

istenilen şey, giysinin çağdaş kıyafete aykırıolmamasıdır; oysa,çağdaşkıyafetin de, ne kanunlarda ne bir başka yerde açık ve net birtarifi yoktur, örf âdete göre, düşünce ve kültür farklılıklarına göre,insanların...

Bunun meşru ve haklıgörülebilecek yönleri vardır. “Danıştaykararlarıböyle, Anayasa Mahkemesi kararlarıböyle” de denilebilir.Bütün bunların hepsi tartışmalıdır. Bunlar, Türkiye Büyük MilletMeclisinde de - Meclis araştırmasıistemlerimiz var-sırasıgelince, çokgenişbir biçimde görüşeceğiz; ancak, Türkiye Büyük Millet Meclisinin,şu anda, bu acılıduruma el koymasını, başta Sayın Bakanımız olmaküzere, Sayın hükümetimizin bu konuda hassasiyet göstermesini talepediyorum.

Danıştay ve Anayasa Mahkemesi kararlarının, zaman içerisindedeğişkenlik gösterdiğini de biliyoruz. Burada savunduğumuz vesavunacağımız en öncelikli konu, insan hak ve hürriyetleridir, bireyselhak ve özgürlüklerin kullanılmasıdır. Bu konuda, devlet “niçin başınıörtüyorsun” şeklinde hiç kimseye bir soru yöneltemez. Çağdaşdemokrasilerde bunun yeri yoktur. İnsanların kalbini yarıp bakmakveya asıl maksadın araştırmak devletin görevi değildir. Devlet maddieylemlerle sınırlıdır ve bunların hukuk devleti içinde karşılıklarıvardır.” dediği,

11- Milliyet Gazetesi’nin 6.5.1999 tarihli nüshasında BülentARINÇ’ın Manisa’da gazete muhabirine verdiği demeçte, “KAVAKÇIelbette ki siyasal simge olarak türban takıyor. Peruklu demokrasiolmaz. 75 yılda Meclis’e türbanlımilletvekili gelmediğini söylüyorlar.Ama bundan sonra türbanlımilletvekili girmeyeceği anlamına gelmez.KAVAKÇI bu konuda ilk olacak” şeklindeki sözlerinin yer aldığı,

12- Milletvekili Bekir SOBACI’nın, 13.4.1999 tarihinde Erbaa’dabir açık hava toplantısında, “Solcu milletvekillerimizin Meclis’tepankart açan militanlarıkoruduğu bir ülkede, İstanbul’da, Çapa’da,Cerrahpaşa’da doktor olmasına üç ay kalmışkız çocuklarınıokuldanattılar. Onlar iki otobüsle Ankara’ya geldiler. Kızılcahamam’da yollarıkesildi. Ankara’ya sokulmadılar. Gittik, yirmi milletvekili o kızlarımızıaldık, Kızılay’da basın toplantısıyaptırdık. Meclis’e getirdik. Partileriziyaret ettirdik. Ama biz kızlarımıza destek olurken, partileri izinvermediği için, milliyetçiliği kimseye bırakmayan milletvekilleriKızılcahamam’a gelemediler. İşte biz bunlarıAnkara’da yaşadık.Burada milliyetçi-sağcı, orada kirli tezgahın destekçileri. Yok öyle şey,burasıERBAA” şeklinde konuşma yaptığı,

1538

Dosyada mevcut belgelerden anlaşılmaktadır.

Diğer yandan 18.4.1999 milletvekili genel seçimlerinde FaziletPartisi tarafından aday gösterilen ve milletvekili seçilen MerveKAVAKÇI’nın, Parti’ye girmeden önceki tarihlerde yaptığıkonuşmalarıda, bu şahsın hangi düşünce ve yapıda olduğunu ve bu Partitarafından neden aday gösterildiğini ortaya koymak bakımındanönemli ve delil niteliğinde görüldüğünden aşağıya alınmıştır.

26 Aralık 1997 tarihinde ABD’nin Chicago kentinde, ABDmerkezli Filistin İslami Birliği tarafından düzenlenen konferanstayaptığıkonuşmada:

MERVE KAVAKÇI - AB ülkeleri şunu gayet iyi biliyorlar ki, şimdiislami dirilişin gerçekleştiği Türkiye, AB’nin bir üyesi olamaz. Şu daçok ironiktir ki Türk Halkı, daha doğrusu Türk hükümeti bu gerçeğikabul etmek istemiyor. Çünkü bence biz, Kuran’ın halaanlaşılmasından yoksunuz ve gereksinimlerimiz için Kuran’adönmekten hala yoksunuz. Müslümanlara baktığımız zamankendimizi ya Keşmir, Bosna, Filistin, Çeçenistan, Cezayir veArnavutluk gibi bir savaşbölgesi veya siyasi baskıaltında, Siyonistrejime karşı savaşırken görüyoruz veya kendimizi, Türkiye’degördüğümüz gibi. Ülkemizin sözde Müslüman hükümetine karşımücadele verirken görüyoruz... 2l. yüzyılın eşiğinde, dünyanın hertarafındaki Müslümanlar bir şekilde İslami birliğin bayrağıaltındatoplanmalı, böylece gerektiğinde tek bir merkezi vücut olarak hareketetmemiz sağlanmalı... Biliyoruz ki, yüzyılın sonuna yaklaşırkendüşmanın elindeki silahlarla biz de silahlanmalıyız... Bir avuç Siyonist,iyi organize olmalarıve birleşmeleri sayesinde bütün dünyayıkontrolaltında tutabilmekte. Keşke biz de müslüman olmayanlara karşı,müslüman toplumlar olarak iki ayağımızın üzerinde, bir bayrak altındadurabilsek... Bugünkü Siyonist ideolojinin parçasıolanlar; ki hemiçimizde, hem dışımızdalar büyük baskıyapıyorlar. Ancak inşaallahkalbimizdeki cihat ruhuyla bugün karşılaştığımız sıkıntılarıaşacağımıza inanıyorum.... Bizler, tüm islami bilgilere sahip doktorlarolmalıyız, tüm İslami bilgilere sahip mühendisler olmalıyız ki, böylecebizim sözde müslüman dünyamızda veya gayri müslim Dünyada,İslamıtemsil edebilelim. Bu yolla hem kendimizi güçlendirebileceğiz,hem de cihadımızın parçasıolarak konumuzu güçlendirebileceğiz.Dolayısıyla kişisel ve sosyal hayatlarımızdaki her türlü ilerleme, cihatolarak görülebilir. Sosyal yönde cihat, iyi ve aktif bir müslümanörgütün parçası, aktif bir üyesi olarak gerçekleştirilebilir. Ancak şunusöylemeliyim ki bunlar cihadın politik yanı. Ve herkesin cihat yapması

1539

için siyasette olmasıgerekmiyor. Ancak bu alan, benim kendim içincihat yapmak için seçtiğim alan. Ama başka bir kız kardeşim veyaerkek kardeşim, cihat yapabileceği başka bir alanda aktif olabilir.Hizb-i Refah’ın ideolojisi, Türkiye’deki Müslümanlar için cihat yapmakdeğil Bütün Dünyadaki Müslümanlar için cihat yapmak ve bütüninsanlık için cihat yapmak neden? Çünkü eğer tobağo, tirinidad veyaPanama’da bir kız kardeşim islamdan haberdar değilse mesajımıAllah’ın sözünü ona iletmek benim Türkiye’deki sorumluluğumdur.Bizim dava çalışmamızda erkeklerinkine paralel bir şekilde yukarıdaaşağıya hiyerarşik model kurduk. Her şehirde merkezdekiyle aynıyapılanma var. Bir kişi, seçimden sorumlu başka birisi eğitimdenhalkla ilişkilerden mali işlerden. Her şehirde 11 departman var. Ve herşehirde mahallelerde, kasabalarda, cihat yapmak için Hizb-i Refahposizyonlarımevcut. Ve her mahallede sokak ve apartman temsilcilerivar. Dolayısıyla apartman apartman çalışarak Hizb-i Refah kadınlarıinsanlarıdavaya çağırıyor. (IAP’nin seçkin üyeleri, 21. yüzyılagirerken, sonunda şunu söylemek isterim ki, Dünya müslümanlarıolarak amacımız, yüzyıllar önce olduğu gibi, Kur’anda belirtildiği gibiolmalıdır demiştir.

25.5.1999 günü, ATV’de 19 Haber bülteninde yayınlanan, 1996yılında, Kuzey Amerika İslami Birliği Konseyinde yaptığıkonuşmada:

MERVE KAVAKÇI - Artık şunu duyurabilirim ki, yeni REFAHHükümetiyle Türkiye’deki ve Dünyadaki müslümanların islam birliğiadıaltında yek vücut olarak inşallah çok yakında birleşme zamanıgelmiştir.... Refah Partisi’nin iktidara gelmesi otuz yıllık bir çalışmanınürünüdür... 24 Haziranda Türkiye’de 54. Hükümeti kurduk, bu başarısıkıbir çalışmanın ürünüdür, bu da ibadet ve cihat anlamınagelmektedir (salondan tekbir sesleri). Hizb-i Refah Kadınlarkomisyonu olarak. davamızda yukarıdan aşağıhiyerarşik bir sistemkullandık. Erkeklerinki gibi bir karargâhımız var. Onlarla paralelçalışmalar yürüttük. Kuşkusuz daima Başbakanımız NecmettinERBAKAN”ın kumandasıaltında olduk. Kapıkapıev ev propagandaçalışmasında, karargâhta raporlar aldık. Refahıkabul eden islamıdakabul etmiştir. Belirli caddedeki, belirli evde neler olduğunun bizebildirilmesi gerekiyordu. İslama davet edilen o evin Refah’ıkabul edipetmediğini bilmemize imkân vardı. Sonuçta, her ay, küçük birimlerdekibilgiler, bir üst birime gitmekte, oradan da karargâhta, yani benimçalıştığım bölümde toplanmaktaydı.... İnsanlar iki guruptadır, insanlığıda ikiye bölebiliriz. Hizb-i Refahtan olanlar, islamıkabul edenler veislamıkabul etmeye hazır olanlar.... Geçen ay Sudan’daki Refah’lıkadın dostlarımızla birlikteydik. Sudan’daki kardeşlerimiz, bütün

1540

Dünya’dan giden 150 kadın örgütüyle biraraya geldi (Merve Kavakçı,Kur’andan ayetler okuduğu konuşmasını tekbir sesleri arasındabitirdikten sonra, sorulara geçildi). “İsrail’le Hükümetin İmzaladığıanlaşma hala geçerli mî? İptal etmediniz mi?” sorusuna

MERVE KAVAKÇI - Dışişleri Bakanlığıkoalisyon ortağıDYPlideri Tansu Çiller’de. Kısıtlıişler yapabiliyoruz. Daha fazlasınıyapamayız. Şu anda REFAH’ın fonksiyonu, BatıDünyasının veSüper güçlerin büyük etkisi altındaki Hükümeti frenlemektedir.... İç vedışpolitika açısından Refah Partisi çok dikkatli çalışmaktadır. Buyüzden konuşmamda REFAH’ın, sistemin içindeki legal bir partiolduğunu vurguladım. Onların REFAH’ıTürkiye’deki demokratiksistemin dışına itmelerine fırsat vermeyeceğiz. Ama gelecekteşüphesiz sadece Türkiye’nin değil, bütün Dünyanın müslümanlarıiçinelimizden geleni yaparız ve gelecek seçimde koalisyon kurmakzorunda kalmayacağız ve inşallah İsrail-Türkiye meselesi konusundafarkıgöreceksiniz. Ama tek başımıza iktidara gelmeliyiz. Şimdiİktidarda yalnız değiliz. Sabırla beklemek ve gelecekte pahalıyamal olacak hatalıbir hareket yapmadan, çok dikkatli çalışmakzorundayız. Asselamünaleyküm ve rahmetullah demiştir.

Fazilet Partisi’nin üye ve yöneticilerinin beyan ve söylemleriyanında başörtüsü konusunda da eylemlerde bulunduklarıgörülmektedir. Fazilet Partisi’nin, Anayasa Mahkemesi’nce temellikapatılan Refah Partisi’nin devamıolduğunun belirlenmesi amacıylabunlardan bir kısmıaşağıda gösterilmiştir.

Fazilet Partisi tarafından aday gösterilip milletvekili seçilenMerve KAVAKÇI’nın, “Hiçbir zaman ve hiç bir yerde türbanınıçıkarmayacağını” söylediği ve bu söylemlerine paralel olarakTBMM’de yapılacak olan milletvekili yemin törenine türbanlıolarak vemilletvekili NazlıILICAK’ın refakatinde geldiği, TBMM salonuna gelişve gidişinde ve kendisi yokken ismi okunduğunda Fazilet Partilimilletvekillerinin tümünün bu şahsın lehinde tezahüratta bulundukları,böylece parti yönetici ve üyelerinin Merve KAVAKÇI’yıve türbankonusunda ortaya koyduğu eylemi destekledikleri tüm milletçeizlenen ve heyetimizce de izlenip incelenen televizyongörüntülerinden anlaşılmaktadır. Merve KAVAKÇI’nın, türbankonusunu Devletin yasama organıolan TBMM’ne taşımak için yaptığıbu eylem, ona destek veren davalı Partili milletvekillerinindavranışlarıyla bir bütün olarak değerlendirilerek ağırlığı, kapsamıvedoğuracağı sonuçlar gözönüne alındığında Cumhuriyetin temelilkelerinden olan lâiklik ilkesine aykırılık oluşturduğunda hiç kimsenin

1541

şüphesi bulunamaz. Bu nedenle, bu eylemin davalıParti’nin, lâiklikkarşıtıeylemlerin odağıhaline geldiğinin ve ayrıca kapatılan RefahPartisi’nin devamıolduğunun da unsuru olarak kabul edilmesigerekmektedir.

Başörtülü olarak TBMM’de yemini yaptırılmayan MerveKAVAKÇI’nın 3.5.1999 günü TBMM’de basın toplantısıyaptığıvetürban konusundaki mücadelesini “Amerika’da yıllar önce yaşananzencilerin insan hak ve özgürlüklerinin elde edilmesi mücadelesi”olarak vasıflandırdığı, bu basın toplantısına davalı Partiyöneticilerinden Abdullatif ŞENER’in de, Merve KAVAKÇI’ya destekvermek amacıyla hazır bulunduğu ve ilk açılışkonuşmasınıyaparakMerve KAVAKÇI’yıizleyicilere takdim ettiği, heyetimizce de izlenipdeğerlendirilen kaset görüntülerinden anlaşılmaktadır.

4.6.1998 tarihinde Çapa Tıp Fakültesi önünde başlayıp24.6.1998 tarihinde Ankara’da sona eren “Türban YasağınıProtestoYürüyüşünde” Fazilet Partili milletvekilleri Abdullatif ŞENER,Ramazan YENİDEDE, Ahmet DOĞAN, Hüseyin YILDIRIM, AhmetKIR, Fikret KARAPEKMEZ ile aynıParti’den Beyoğlu BelediyeBaşkanıNusret BAYRATAR, Bağcılar Belediye BaşkanıFeyzullahBIYIKLI’nın da hazır bulundukları,

11.10.1998 tarihinde saat 11.00’de pek çok illerde önceden izinalınmaksızın türban eylemlerinin yapıldığı, Ankara’daki eylemlerdemilletvekili Mehmet ELKATMIŞ’ın, Çorum’daki eylemlerde demilletvekilleri Mehmet AYKAÇ ve Zülfikar GAZİ’nin göstericileredestek oldukları,

Milletvekili Bekir SOBACI’nın, türban yasağına direnen ve bunedenle de İstanbul’dan yürüyüşe çıkan öğrencilerin Ankara’yagirişinde, bu öğrencilerle birlikte basın toplantısıyaptığı, öğrencileriTBMM’ne getirerek partileri ziyaretlerini sağladığıve böylece yasalolmayan türban eylemlerine destek olduğu,

Dosyadaki tüm bilgi, belge ve kaset çözümleriyle subutaermektedir.

Öte yandan 14.5.2000 tarihinde Ankara’da yapılan FaziletPartisi 1. Olağan Büyük Kongresi’nde;

Anayasa Mahkemesi’nce temelli kapatılan ve kendisi de siyasîyasaklı bulunan Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin

1542

ERBAKAN’ın, kongreye yapılan davete teşekkür telgrafıokunduğunda ve ayrıca kongre evveli ve devamısırasında kongreyekatılan Fazilet Partisi üyelerince MÜCAHİT ERBAKAN - ERBAKANNEREDE BİZ ORADAYIZ - İŞTE KOMUTAN, İŞTE ASKERsloganlarının atılarak, bu kişi lehine tezahüratta bulunulduğu, Partiyetkililerince kongre salonunda ve bahçede kurulan dev ekranda adıgeçenin teşekkür telgrafıokunurken, MÜCAHİT ERBAKAN şeklindealt yazının geçtiği, TV görüntülerinden, video kaset çözümtutanağından ve hükümet komiseri tarafından tanzim olunan izlemetutanağından anlaşılmaktadır.

DavalıParti’nin her kademedeki yöneticilerinin ve üyelerininyukarıdan beri belirtilen ve sübuta eren tüm beyan ve eylemleri birbütün olarak birlikte değerlendirildiğinde, Fazilet Partisi yönetici veüyelerinin, daha evvelce Anayasa Mahkemesi’nce temelli kapatılanRefah Partisi yönetici ve üyelerinin beyan ve eylemleri gibi, lâiklikilkesine ilişkin Anayasa ve yasa kurallarıile Anayasa Mahkemesikararlarını hiçe sayarak kamu kurum ve kuruluşlarının,üniversitelerde ve hatta TBMM’de türban ve başörtüsü kullanmayıtahrik ve teşvik ettikleri, Refah Partisi’nin takip ettiği yolda ve buParti’nin kapatılma nedenleri olarak kabul edilmişbulunan aynıtutumve davranışiçinde olduklarıanlaşılmışbulunduğundan, davalıFaziletPartisi’nin, Anayasa Mahkemesi’nce temelli kapatılan RefahPartisi’nin devamıolduğunun kabulü gerekmektedir.

Belirtilen nedenlerle, Fazilet Partisi’nin, AnayasaMahkemesi’nce temelli kapatılan Refah Partisi’nin devamıolduğuanlaşılmışolduğundan davalıParti’nin Anayasa’nın 69. ve 2820 sayılıYasa’nın 95. maddeleri uyarınca da kapatılmasına karar verilmesigerekirken aksi yönde oluşan çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.

ÜyeAli HÜNER

ÜyeTülay TUĞCU

1543

KARŞIOY YAZISI

Esas Sayısı : 1999/2Karar Sayısı : 2001/2

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 7.5.1999 günlü, SP.95Hz. 1996/116 sayılı, 5.2.2001 günlü, SP. 95 Hz. 1999/116 sayılıiddianameleriyle, Fazilet Partisi’nin kapatılması istenmiş, açılandavalar birleştirilerek yapılan yargılama sonunda 22.6.2001 günüanılan parti kapatılmıştır.

Kararın, usule ait ve temelli kapatılan bir partinin bir başka adaltında kurulamayacağına ilişkin kapatılma isteminin reddi ile ilgilibölümüne ait çoğunluk görüşlerine aşağıda açıklanan gerekçelerlekatılmıyorum.

A- Usul Yönünden;

1- Davanın açıldığıtarihten sonraki olaylarıiçeren ek deliller vevideo kasetlerin kanıt olarak değerlendirilmesine yer olmadığına veistemin reddine dair çoğunluk görüşüne;

Siyasî parti kapatma davalarında CMUK uygulandığına göre,

a- CMUK 239. maddesine göre, bir delilin geç gösterilmesireddine sebep olmaz,

b- Bir fiilin sûbutunu gösteren herhangi bir delilin hangiaşamada olursa olsun kullanılmamasıadalet yönünden son derecesakıncalısonuçlar doğurur. Önemli olan o fiilin işlenip işlenmediğiniortaya koyacak delillerin görülmesi ve serbestçe değerlendirilmesidir.Vicdani kanaat sistemi bunu gerektirir,

c- Davayıuzatmak veya adaleti şaşırtmak gibi kötü niyetedayalıolmadıkça bir delilin geç ikame edilmesi kabulüne engel olmaz,

d- Dava ekonomisi anlayışı, dava açıldıktan sonra olsa dasunulan delillerin kabulünü gerektirir,

2- İddianameye eklenen deliller arasında yer alan ve üçüncükişiler tarafından getirildiği belirtilen Necmettin ERBAKAN ile Yasin

1544

HATİPOĞLU arasındaki araç telefonundan yapılan konuşma kaydınınusulüne uygun bir yargıç kararına ya da kanunla yetkili kılınan merciinemrine dayanmadığından reddine ilişkin çoğunluk görüşüne;

a- Konuşma içeriğinin doğru olmadığının davalıParti tarafındanileri sürülmediği,

b- Konuşma konusu, TBMM’de yapılan çalışmalarıanlattığından gizli kabul edilmemesi gerektiği,

c- Delilin yetkili makam olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığıtarafından elde edildiği,

d- Bir delilin hukuka aykırıolmasıile bunun değerlendirilmesininfarklıhususlar olduğu,

3- Konunun esasla ilgili hukuki irdelenmesine girmeden önce,siyasî partinin “kapatılması” kavramının açıklanmasıgerekir. AnayasaMahkemesi’nin 16.1.1998 gün ve 1997/1 - 1998/1 sayılıkararında yeralan “Refah Partisi’nin kapatılmasına” ibaresi, “temelli kapatma” ile eşanlamlıdır. Kararın gerekçesinde dayanılan Anayasa maddelerindegösterilen ve sabit görülen lâik cumhuriyet ilkesine aykırıeylemlerinyaptırımı“temelli kapatmadır.”

Anayasa’nın 69. ve 84. maddeleri ile Siyasî Partiler Yasası’ndayer alan maddelerde, partilerin geçici olarak, belli bir süre içinkapatılacağına dair bir hüküm yoktur. Anayasa Mahkemesi’nin siyasîpartilerle ilgili verdiği her kapatma kararı, aynızamanda “temellikapatma” anlamındadır. Refah Partisi’nin de “temelli kapatıldığı”hukuken tartışılmaz bir gerçektir.

B- Esas Yönünden;

1- A) Fazilet Partisi, 17.12.1997 tarihinde, Avukat MuzafferÖnder’in İçişleri Bakanlığı’na dilekçeyle başvurusu üzerinekurulmuştur. Refah Partisi Genel BaşkanıNecmettin Erbakan’ınAvukatıve MSP davasında, bu partinin savunmasınıüstlenen İsmailAlptekin Parti’nin Genel Başkanıolmuştur.

Kapatılan Refah Partisi’nin (133) eski milletvekili, kapatılmatarihinden çok kısa bir süre sonra ve toplu halde Fazilet Partisi’negeçmişlerdir. Fazilet Partisi’nin kapatılmasıistemiyle dava açıldığıtarihte, siyasî partinin kapatılmasına beyan ve faaliyetleri ile sebep

1545

olmamış üyelerinin bir başka partide görev alabilmeleri olanaklıdeğildir. Siyasî Partiler Yasası’nda yapılan değişiklikten önceyasakoyucu, temelli kapatılan bir partinin başka bir parti adıaltındadevamınıönlemek için önemli bir engel düşünmüştür. Bunun için2820 sayılıSiyasî Partiler Yasası’nın 95. maddesini;

“Temelli kapatılan siyasî partilerin kapatılma tarihinde üyeliğidevam eden kurucuları, Genel Başkanı, Merkez Karar ve YönetimKurulu ile her kademedeki yönetim ve disiplin kurulu üyeleri veTürkiye Büyük Millet Meclisi Siyasî Parti Grubu üyeleri” yani bütün“milletvekilleri” başka bir siyasî partinin kurucusu, yöneticisi vedeneticisi olamazlar. Fazilet Partisi’nin Yargıtay CumhuriyetBaşsavcılığıtarafından kapatılma davasıaçıldığında, bu hükümyürürlüktedir.

Yasa’nın bu açık hükmüne rağmen Fazilet Partisi’nin, RefahPartisi’nin devamı olduğunu kanıtlamak istercesine, bir kısmıkurucuda olan Refah Partisi’nin Merkez Karar ve Yönetim Kuruluüyelerinden (21) milletvekili Yasa’ya aykırıolarak Fazilet PartisiMerkez Karar ve Yönetim Kurulu Üyesi, (1) milletvekili ise DenetimKurulu Üyesi olmuşlardır.

Fazilet Partisi’nin bu uygulamasıve kapatma davasıaçıldıktansonra, Siyasî Partiler Yasası’nın 95. maddesi değiştirilerek, yukarıdaaçıklanan yasal durum Siyasî Parti’nin kapatılma nedeni olmaktançıkarılmışsa da bu durum Fazilet Partisi’nin kapatılan RefahPartisi’nin devamıolduğu konusunda önemli bir karine oluşturmuştur.

Ayrıca kapatılan Refah Partili tüm Büyükşehir İl ve İlçe BelediyeBaşkanlarıile Refah Partisi’nin yerel örgütlerinin tüm yöneticileri deFazilet Partisi’ne katılarak yeni yönetimde yer almak suretiyle hem“Devam olgusu” sağlanmış, hem de partinin kuruluşve örgütlenmesitamamlanmıştır.

B) Anayasa Mahkemesi’nin Refah Partisi’nin temellikapatılmasına ilişkin kararında açıklıkla;

“İddianame de, Refah Partisi Genel BaşkanıNecmettinErbakan’ın ve partinin tüm yöneticilerinin, kendilerine oy getirdiğiinancıyla hemen her konuşmalarında, okullarda ve hatta devletdairelerinde başörtüsü ile öğrenim görme ve çalışmanın anayasal birhak olduğunu ısrarla iddia ederek halkıkışkırttıkları, eylemlerdüzenledikleri ve hatta Necmettin Erbakan’ın “İktidar olduklarında

1546

rektörlerin başörtüsüne selâm duracağını” 14.12.1995 günlü seçimkonuşmasında söylediği ileri sürülmüştür.” Ayrıca, karar içeriğindeaynen;

“... Dinsel nedenlere dayanılarak başörtüsü ve türbanla boyunve saçların örtülmesine resmî daire ve üniversitelerde serbestliktanınması, bir tür yönlendirme ve bir anlamda zorlamadır. Kişileri şuya da bu yönde giyinip başınıörtmeye zorlamak, ayrıve hatta aynıdinden olanlar arasında bile ayrılıklar yaratacaktır. Bu durumun dalâiklik ilkesine aykırıdüşeceği kuşkusuzdur.

Kamusal kuruluşlarda ve öğretim kurumlarında başörtüsü veonunla birlikte kullanılan belli biçimdeki giysi, bir ayrıcalıktan öteayırım aracıniteliğindedir. Dinsel kaynaklıdüzenlemelerle girişimlerAnayasa karşısında geçerli olamaz ve bu tür eylemler Anayasa’dakilâiklik ilkesine aykırılık oluşturur.” gerekçesine yer verilmiştir.

Buna rağmen Anayasa’nın 153. maddesi son fıkrasıve 138.maddesine göre, gerçek ve tüzelkişilerle birlikte siyasî partileri debağlayacağıtartışmasız olan Refah Partisi’nin kapatılmasıkararıhiçesayılarak Fazilet Partisi tarafından da aynıhukukî nitelikteki eylemleryoğunlukla sergilenmiştir. Nitekim;

a- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, AnayasaMahkemesi’ne sunduğu (II) Fazilet Partisi Milletvekilinin muhtelifyerlerde ve televizyonlarda yaptıklarıtürban lehindeki konuşmaları,

b- Fazilet Partisi Tanıtma Başkanlığı’nın “Sular Tersine Akmaz”adıyla düzenlediği görüntülü kasette türban yasağıile ilgili eleştiriler,

c- Anadolu Ajansı’nın 4.6.1998 günlü haber bülteninde, ÇapaTıp Fakültesi Temel Bilimler binasıönünde türbanlıöğrencilerinyaptığıgösteriye, Fazilet Partili İstanbul Büyükşehir Belediye MeclisiGrup Başkanvekili ile, Fazilet Partili (15) ilçe belediye başkanınınkatıldığıhaberi,

d- Cerrahpaşa Tıp Fakültesi önünde başlayıp, 24.6.1998tarihinde Ankara’da sona eren türban yasağınıprotesto yürüyüşüneFazilet Partili (6) milletvekili ile Beyoğlu ve Bağcılar BelediyeBaşkanlarının katılmaları,

1547

e- Altındağ Belediye Başkanı’nın, 7.5.1999 günü yapılanBelediye Meclisi toplantısına, türbanlıhanım Belediye Meclisi Üyesinialması,

f- 11.10.1998 günü pek çok il merkezinde saat 11.00’de yasalizin alınmadan yapılan türban yasağınıprotesto eylemleri.

Ankara ve Çorum illerinde düzenlenen gösterilere Fazilet PartiliMilletvekillerinin katılmaları,

g- Fazilet Partisi Milletvekili adayı Merve Kavakçı’nınkonuşmaları,

h- Objektif yayın ilkelerini benimseyen pek çok basın ve yayınorganlarında yer alan Fazilet Partisi ile ilgili aynıdoğrultudaki siyasîçalışmalar,

Bu duruma örnektir. Yukarıda açıklanan belgelerinincelenmesinden, Fazilet Partisi yöneticilerinin yaptığıveya yaptırdığıbaşörtüsü eylemleri, Refah Partisi yöneticilerin yaptığıeylemlerdendaha az değildir.

Öte yandan, Fazilet Partisi’nin ülkemizde türban konusundakihukukî süreci bilmemesi ve izlememesi düşünülemez. Bilindiği gibibazıgençlerin üniversitelere özel kıyafet ve türbanla girmek veçalışmalara devam etmek istemeleri karşısında YÖK 20.12.1982günlü bir genelge ile yasaklama kararıalmıştır. Bu genelge üzerineyasağın iptali istemiyle Danıştay 8. Dairesi’nde açılan iptal davası13.12.1984 gün ve E.1984/636, K. 1984/1574 sayılı kararlareddedilmiştir. Bunun üzerine yasak, Yüksek Öğretim KurumlarıÖğrenci Disiplin Yönetmeliği’nin 7. maddesine (h) bendi olarakeklenmiştir. Yönetmeliğin bu hükmünün iptali için açılan dava daDanıştay 8. Dairesi tarafından yine reddedilmiştir.

Daha sonra, T.B.M.M. tarafından 2547 sayılıYasa’ya 3511sayılıYasa ile Ek 16. madde eklenerek, “dini inanç sebebiyle boyunve saçların örtü veya türbanla kapatılmasıserbesttir.” denilmiştir. Buhüküm Anayasa Mahkemesi’nin 7.3.1989 gün ve E.1989/1,K.1989/12 sayılıkararıyla iptal edilmiştir. Bu iptal kararına rağmen1990 yılında 3670 sayılıYasa ile 2547 sayılıYasa’ya Ek 17. maddeeklenerek, “yürürlükteki kanunlara aykırıolmamak kaydıile YüksekÖğretim Kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir.” hükmü getirilmiştir.Bu yasal düzenleme karşısında Anayasa Mahkemesi 9.4.1991 gün ve

1548

E.1990/36, K.1991/8 sayılıkararıyla yukarıda açıklanan içtihadınıyinelemiştir.

Ayrıca bilinmelidir ki konu ile ilgili Anayasa Mahkemesi kararlarıAvrupa İnsan HaklarıSözleşmesi’nin 9. maddesinin ikinci fıkrasınınbelirlediği sınırlama ölçüsü içindedir. Nitekim, İsviçre FederalMahkemesi, Cenevre Kanton Hükümeti’nin 16 Ekim 1996 tarihliMüslüman bayan öğretmenin derslere türbanla girmesini yasaklayankararını onaylamıştır. Federal Mahkeme’nin II. Kamu HukukuDairesi’nin kararında, “kişilerin din ve vicdan özgürlüğünün İsviçreFederal Anayasası’nın 49. maddesi ve Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi’nin 9. maddesi ile güvence altına alındığı, belli koşullardabu tür giysilerin yasaklanmasının inanç özgürlüğünün özüne tecavüzsayılamayacağı, idari merci tarafından yapılan bu yasaklamadaönemli derecede kamu yararının” varlığıkabul edilerek, bayanöğretmenin itirazıoybirliği ile reddedilmiştir.

Bütün bu açıklamalar karşısında, Refah Partisi’nin AnayasaMahkemesi tarafından kapatılma kararıgerekçesinde yer alan lâiklikkarşıtıçalışmalarının aynen, yerini alan Fazilet Partisi tarafından datekrarlandığı, bu suretle her iki parti arasında, fikir, söylem ve eylembirliğinin gerçekleştiği anlaşılmıştır.

2- Fazilet Partisi’nin 14.5.2000 günü yapılan 1. Olağankongresinde, delegeler ve kongreye katılanlar tarafından uzun süre;“Mücahit Erbakan - Erbakan nerede biz oradayız - Mücahit Erbakan,işte komutan, işte asker” sloganlarıile Anayasa Mahkemesi’ncetemelli kapatılan Refah Partisi’nin siyaset yasaklıGenel BaşkanıNecmettin Erbakan lehine gösteriler yapıldığı, kongre salonunakurulan dev ekranda da uzun süre “Mücahit Erbakan” şeklinde açıkyazıgeçildiği anlaşılmıştır.

Bu durum, Fazilet Partisi Büyük Kongresine ait video-kasetçözümleri ve 15.5.2000 günlü Hükümet Komiseri raporu ilesaptanmıştır. Açıklanan gerçekler bir bütün olarakdeğerlendirildiğinde, Refah Partisi ile Fazilet Partisi arasında fikir,söylem ve eylem birliği yadsınamaz bir gerçektir. Ayrıca, FaziletPartisi yönetimine, yasaklıeski lider Necmettin Erbakan’ın etkisi isebelirlenmişbulunmaktadır.

3- Anayasa’nın 69. maddesinin yedinci fıkrasıuyarınca;

“Temelli kapatılan bir parti, bir başka ad altında kurulamaz.”

1549

Anayasa’nın temelli kapatmayıdüzenleyen 69. maddesininaltıncı fıkrası, 68. maddenin dördüncü fıkrasına göndermeyapmaktadır. Bu fıkrada siyasî partilerin eylemlerinin Devletinbağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insanhaklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, Millet egemenliğine,demokratik ve LAİK CUMHURİYET İLKELERİNE aykırıolamıyacağıöngörülmektedir.

Bu esasların Devletin; demokratik, lâik Cumhuriyetin yaşamakoşullarıolduğunda kuşku yoktur. Anayasakoyucu bu koşullarıtehlikeye düşüren siyasî partilerin temelli kapatılacağınıaçık birşekilde hükme bağlamıştır.

Lâik Cumhuriyet ilkesine aykırıeylemleri nedeniyle Anayasahükümleri gereğince temelli kapatılan bir siyasî partinin başka bir adaltında kurulmasına, Anayasa’nın hoşgörü ile bakarak, kurmaeylemini yaptırımsız bırakmasıdüşünülemez. Bunun için 2820 sayılıSiyasî Partiler Yasası’nda yaptırım bulunmamasıgeçerli ve kabuledilebilir bir gerekçe değildir.

Anayasa, yürütme ve yargıorganlarına ve kişilere doğrudanödevler yükleyebilir. Anayasa hükmü, diğer kurallara üstündurumdadır. Kurallar kademelendirilmesinde önce Anayasa’nınbağlayıcılığıve üstünlüğü tartışmasızdır. Bu bağlamda AnayasaMahkemesi, Demokratik Barış Hareketi Partisi’nin kapatılmasınailişkin davada verdiği 22.5.1997 gün ve E.1996/3, K.1997/3 sayılıkararında, Anayasa’nın 68. ve 69. maddelerini doğrudan uygulamaksuretiyle kapatılma isteminin reddine karar vermiştir.

Ayrıca Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 14.9.1983 gün veE.1980/4-1714, K. 1983/803 sayılı, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun28.3.1988 gün ve E.1988/5-76, K.1988/135 sayılıkararlarındadoğrudan Anayasa hükümlerinin uygulanacağıbelirtilmiştir.

Kaldıki, Anayasa’nın 153. maddesinin son fıkrasıuyarıncaAnayasa Mahkemesi kararlarıyasama, yürütme ve yargıorganlarını,idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar. Bu bağlayıcıhükmeaykırılığın, değişik bir deyimle temelli kapatılan bir partinin bir başkaad altında kurulduğu gerçeğinin, yine Anayasa Mahkemesi tarafındansaptanmasıhalinde, bağlayıcılığın yeniden ve doğrudan sağlanmasıve bu partinin de temelli kapatılmasına karar verilmesi doğaldır.Anayasa’nın 138. maddesinde yer alan; yasama ve yürütme organlarıile idarenin mahkeme kararlarına uymak zorunda oldukları, bu

1550

organlarla idarenin mahkeme kararlarını hiç bir surettedeğiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmelerini geciktiremeyeceğihükmü de gözetilecek olursa, Anayasa’nın 69. maddesinin yedincifıkrasına aykırıdavranıldığınıkabul etmek gerekir. Anayasa’nın 68.maddesinin dördüncü fıkrasında siyasî partilerin “Hukuk Devleti”ilkesine uymakla yükümlü olduklarıgerçeği de gözetilecek olursaaçıklanan sonuca ulaşmak olağandır.

Açıklanan nedenlerle, temelli kapatılan bir partinin bir başka adaltında kurulamayacağına ilişkin kapatılma isteminin reddi ile ilgilibölümüne ait çoğunluk görüşüne katılmıyorum.

ÜyeErtuğrul ERSOY

KARŞIOY YAZISI

Esas Sayısı : 1999/2Karar Sayısı : 2001/2

2949 sayılı, Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve YargılamaUsulleri Hakkında Kanun’un 33. maddesinde “Yargıtay CumhuriyetBaşsavcısıtarafından açılan siyasî partilerin kapatılmasına ilişkindavalar, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu Hükümleri uygulanmaksuretiyle dosya üzerinde incelenir ve karara bağlanır...” kuralına yerverilmekle birlikte, Anayasa Mahkemesi bazıkararlarında siyasîpartilerin kapatılmasına ilişkin davaların bütünüyle ceza hukukukurallarıiçinde değerlendirilmesine olanak bulunmayan kendine özgüdavalar olduğunu belirtmiştir.

Bu tür davaların bütünüyle ceza hukuku kuralları içindedeğerlendirilmesi imkân dahilinde değil ise de; kanımca delildeğerlendirilmesinde Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu Hükümleriniuygulamak gerekecektir.

Konuya bu açıdan baktığımızda;

Ceza Yargılamasısistemimizde; Delil; anlaşmazlığa neden olaneylemsel veya hukuksal olayın oluşması veya oluşmaması

1551

hususlarında yargıcıinandırmak için kullanılmasına yasal imkântanınmış olan her türlü kanıtlama aracına verilen isim olaraktanımlanmıştır. Bu kavram çeşitli deyimlerle ifade edilir. İspatvasıtası, sübut sebepleri, sübut vasıtası, esbab-ısübutiye, beyyinegibi.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 21.4.1980 gün ve 9-110 Esas,166 sayılıkararlarında da belirtildiği gibi; ceza hâkimi, CMUK’uncevap verdiği ve sanık iradesine bağlıkalmadığı“re’sen tahkik” vedelil toplama imkanına sahip olduğu halde hukuk hâkimi, davacıvedavalıtarafından talep ve iddia edilmeyen bir hususu (HUMK 74 ve75 Md.) asla kendiliğinden nazarıitibara alamaz ve onun tahkikinegirişemez. Binaenaleyh ceza hâkimi delil toplama yönünden, hukukhâkiminden daha serbest ve daha farklıdurumdadır.

Hukuk usulünde hâkim çok kez yasaya ve şekle ilişkin delillerlebağlıdır. Ceza usulünde ise delillere dayalıvicdani kanısöz konusuolduğundan delil serbestliği esastır.

Ceza uyuşmazlığının bir maddi bir de hukuki yönü vardır.Muhakeme makamlarıöncelikle uyuşmazlığın maddi yönünü çözmekzorundadırlar. Öncelikle işlendiği iddia edilen fiilin işlenip işlenmediği,işlenmişise bunun suç teşkil edip etmediği, suç teşkil ediyorsa bununsanık tarafından işlenip işlenmediği belirlenecektir.

Gayesi maddi hakikatin araştırılması olan cezamuhakemesinde hâkim, tarafların delilleri ile bağlıtutulamaz. Bununiçindir ki kanunumuz her soruşturma safhasında hakime delilaraştırma ödevini vermiştir. (CMUK 158, 159, 237/3 maddeleri)

CMUK’un 239. maddesinin birinci fıkrası, “Bir delilin veya ispatolunacak vakıanın geç irad edilmesi, ikamesi talebinin reddine sebepolmaz” kuralınıgetirmekle ceza yargılamasında ispat işlemlerininzamanla sınırlıolmadığını, yargılama bitinceye kadar delil ilerisürebileceğini vurgulamıştır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 19.10.1981 gün ve 165/342 sayılıkararında “ceza yargılamasının amacıgerçeğin araştırılmasıdır.Gerçek akla uygun ve realist, olayın bütünü ya da bir parçasınıtemsileden kanıtlardan ya da kanıtların tümüyle değerlendirilmesindenortaya çıkar” demiştir.

1552

CMUK’un 254. maddesinin ikinci fıkrasında, “Soruşturma vekovuşturma organlarının hukuka aykırışekilde elde ettikleri delillerhükme esas alınamaz” kuralıöngörülmüştür. Bir delilin hukuka aykırıolmasıile bunun değerlendirilmesinin farklışeyler olduğunu kabuletmek gerekir .

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısıtarafından delil olarak ibrazedilen teyp kasetinin içeriği, 21.5.1999 tarihinde bir araç telefonukullanılarak, kapatılan Refah Partisi Genel BaşkanıNecmettinERBAKAN ile TBMM Başkanvekili Fazilet Partisi milletvekili YasinHATİPOĞLU arasında yapılan konuşmadır.

Bu telefon konuşmasının Yasin HATİPOĞLU tarafından kabuledilmemesi söz konusu değildir. Bu nedenle, telefon konuşmasıileilgili metnin değerlendirilmesinin; işin esasına girmeden, ön meseleolarak değil, işin esasının görüşülmesi sırasında başkaca inandırıcıve pekiştirici yan kanıtlarla birlikte yapılması, itibar edilipedilmeyeceği keyfiyetinin o aşamada tartışılması gerekeceğikanaatindeyim.

Bu nedenlerle, telefon konuşma metninin delil olarak kabuledilmeyeceği yönündeki çoğunluk görüşüne katılmıyorum.26.06.2001

ÜyeAhmet AKYALÇIN

I

ANAYASA MAHKEMESİKARARLAR DERGİSİ’NİN37. SAYISININ 2. CİLDİNDE YER ALAN KARARLAR

KararSayısı

EsasSayısı

Kararların YayımlandığıResmi Gazete’nin

Günü Sayısı

DergidekiSayfa

Numarası

1999/1 1997/2 22.11.2001 24591 7192001/2 1999/2 05.01.2002 24631 922

ALFABETİK ARAMA CETVELİ

Karar Kapatmaya Konu Olan Siyasi Parti SayfaSayısı Davaları Numarası

- D -

1999/1 Demokratik Kitle Partisi’nin programının veGenel Başkanı’nın beyanlarının Anayasa’nınBaşlangıç’ıile 2.,3.,14.,68. ve 136. maddelerineve 2820 sayılıSiyasî Partiler Kanunu’nun 78.maddesinin (a), (b) bentlerine, 80. maddesine81. maddesinin (a), (b) bentlerine ve 89.maddesine aykırılığısavıyla aynıYasa’nın 101.maddesinin (a) ve (b) bentleri uyarıncakapatılmasına karar verilmesi istemidir.

719

- F -

2001/2 Fazilet Partisi’nin, Anayasa’nın 2.,24.,68.,69. ve2820 sayılıSiyasî Partiler Kanunu’nun 78.,86.ve 87. maddeleri uyarınca kapatılmasına kararverilmesi istemidir.

922

II