Spiritüel Seks - Turuz

198

Transcript of Spiritüel Seks - Turuz

. . ..

SPIRITUEL SEKS

Amerikalı Bir Kadmm Vizyonları

Spiritüel Seks Amerikalı Bir Kadının Vizyonları I Ray/ene Abbott

© 2005 Raylene Abbott © Dharma Yayınları, 2011

Yayın hakları Dharma Yayınları'na aittir. Yayıncının yazılı izni olmaksızın çoğaltılamaz. Kaynak göstermek koşuluyla alıntı yapılabilir.

1. Basım: Haziran 2011

Yayıncı ve Genel Yayın Yönetmeni: Namık Kemal Atalay Editör: Halil Gökhan T ürkçesi: Melis Olçum Kapak Tasarımı: Dharma Creatif Sayfa Düzeni: Çiğdem Dilbaz

Şefik Basım ve Yayıncılık San. Tic. Ltd. Şirketi'nde basılmıştır. Turgut Özal Cad. No:' 137 İkitelli - İstanbul Tel: (O 212) 549 62 62

Kütüphane Bilgi Kartı (CiP): Raylene Abbott Spiritüel Seks Amerikalı Bir Kadının Vizyonları Spiritüalizm/Cinsellik İstanbul, Dharma Yayınları, 2011, 200 sayfa

ISBN: 978-605-5598-48-8

Dharma Yayınları Nuruosmaniye Cad. Eser İş Hanı 21-23 Kat: 2 Na: 205 Cağaloğlu/İstanbul Tel: (O 212) 512 81 21 - 528 62 12 •Faks: (O 212) 512 50 21 [email protected]. tr www.dharma.com.tr

• • ••

SPIRITUEL SEKS Amerikalı Bir Kadının Vizyonları

Raylene Abbott

Türkçesi: Melis Olçum

iÇiNDEKiLER

Önsöz ......................................................................................... .......... 9 Giriş .................................................................................................... 11 Teşekkür ............................................................................................ 13 Bölüm 1: Doğum ........................................................... ..... ..... ......... 15 Bölüm 2: Ana Rahmine Dönüş ...................................................... 19 Bölüm 3: Kutsal Çiftler .................................................................... 23 Bölüm 4: Aynalar ve Dağlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .27 Bölüm 5: Tanrının Kadınsı Yüzü ........................................... ........ 33 Bölüm 6: Meryem Ana'nın İsimleri... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .39 Bölüm 7: Engizisyoncuyu Bağışlamak ...................... ...... .... ........ .49 Bölüm 8: Aziz Francis'in Adımları ................. ..... .......... ................ 61 Bölüm 9: Assisi' deki Vizyonlar . .. ... . .................. .............. ... .. ....... .. . 67 Bölüm 10: İlahi Aşk ................ . ................... ........................ ........ .. .. . 75 Bölüm 11: Bahçedeki Budist.. .. .. .. ........................... ....... ....... .......... 81 Bölüm 12: İlk Görüşte Samadhi .......................... .................. ......... 83 Bölüm 13: Vaftiz ....................... . . ..... .............................................. ... 93 Bölüm 14: Başucu Sohbetleri ................ . . ... .......... ... .................... .. 103 Bölüm 15: Geçmiş Zamanların Hatırına ..................................... 109 Bölüm 16: Özgür Bırakılan Vahşi Kadın ... .. .. ........................... .. 115 Bölüm 17: Tantrik Mühür ............ ... ..................... ...... ................... 121 Bölüm 18: Zamanın Duvağından Bakmak. ...................... ....... .. . 127 Bölüm 19: Sevgiliye Teslim 01 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 131 Bölüm 20: Yatma Saatinde Dharma .................... ............. ......... . 135

Bölüm 21 : İsalar .............................................................................. 141 Bölüm 22: Güzelliğe İzin Vermek ..................... .......................... 145 Bölüm 23: Meditasyonlar ve Kutsal Kelimeler .......................... 149 Bölüm 24: Budalar Vücut Buluyor .... .......................................... 153 Bölüm 25: Mum Işığı ve Katedraller ............................ ............... 157 Bölüm 26: Aşıklar Şehri ............................................................ .... 161 Bölüm 27: CD Samadhi .................................................................. 165 Bölüm 28: Dişi Budaların Şerefine ............................................... 169 Bölüm 29: Sekiz Yıl Sonra ................ ........................ .. ................... 173 Bölüm 30: Meditasyonlar ................................................. . . ........... 175 Siyah Madonna'nın Arındırıcı Banyo Meditasyonu ... ............. 179 Bağışlama Meditasyonu .. ....... ............................ ........................... 183 Genetik Arınma Meditasyonu ......................................... ............ 185 Zikirler ........ ... ......................... : . . .. . . .. . ... . .. ....... ...... . ..... . . .. . .. . . . . . . ......... 187 Aydınlatılmış Olaylar ............ .. ........................................... ............ 189 Baş Melekler .................. .................................................................. 1 91 Tantrik İyileşme .......... .... ........................ .... . . . ................................ 193 Kaynaklar ........................................................................................ 195

Andreas'a ...

ÖN SÖZ

Avilalı Azize Teresa 1515'te doğdu, 1582'de öldü. İspanya'da yaşadı. Kendisine vecd halleri yaşatan mistik yetenekleriyle ün salmıştı. Bu deneyimlerini anlattığı yazıları, Tanrıyı Azize Teresa'nın sevgilisi ola­rak resmetmektedir. Avilalı Azize Teresa şöyle yazmıştır: "Tanrıyla ruhum arasındaki diyalog öylesine tatlı ki; yalan söylediğimi düşü­nenlere de aynısını yaşatması için Tanrıya yalvarıyorum."

Ananda Moi Ma Hindistan'ın tanınmış azizelerindendi. O da ilahi sarhoşluğuyla ün salmıştı. Günlerce yemeden, uyumadan dayanır; Tanrıyla görüştüğü zamanlardan bilincini hiç yitirmeden çıkardı.

Ben azizlerden değilim, ama çocukluktan itibaren Tanrıya hep içsel bir hasret duydum. Bu özlem sonunda beni kendi ilahi deneyimlerime ve tasavvurlarıma ulaştırdı. Tanrıyla karşılaştığım anların zirvesinde hissettiğim şey, tam olarak söze dökemediğim orgazmik bir uyuşmay­dı. Bu deneyimi ilk yaşadığımda Kaliforniya' da bir sahildeydim ve 24 yaşındaydım. Ayaklarıma şimdiye kadar hiç hissetmediğim bir güçle ulaşan okyanus dalgalarının sesini duyduğum an kuma uzandım. Kudret bir gelgit dalgasının yarattığı güçle tüm bedenime yayıldı. Ayaklarımdan başımın üze­rine, oradan da doğruca boşluğa. İçimdeki boşlukla dışımdaki boşluk bir oldu ve ben tüm yaratılanın kaynağına ulaştım, ilahi özüm böylece serbest kaldı.

Sözcükler o gün yaşadığım enginliği anlatmakta yetersiz kalır. Bu deneyim ancak bir orgazmla karşılaştırılabilir, ama tek bir bölgeye de­ğil, tüm bedene yayılan bir orgazm. Aklım durmuştu. Sadece Tanrının tezahürü vardı.

Bu, Tanrının varlığıyla tanıştığım yolculuğun ilk adımıydı. Tanrı bir inanç veya düşünce değildir. Tanrı körü körüne inanç ve hayat bo-

9

yu tekrarlanan basitlikte bir olgu değil, içsel kanıtlarıyla kanıtlanan somut bir gerçekliktir. Bu deneyim beni tamamıyla değiştirdi. Ve bu, meditasyon ve dua sayesinde yaşadığım birçok deneyimin sadece il­kiydi.

10

GiRiŞ

Bu kitap gerçek deneyimlerin ışığında yazıldı. Tasavvur deneyimleri italik yazılmıştır; böylece tasavvur halinde olduğumu okuyucu rahat­ça anlayabilecek. Bölümlerin çoğunda yaşadıklarımı dayandırabilece­ğim tarihi örneklerden yararlandım. Bugün çağımızdaki dini inanış­lardaki karmaşa, yüzyıllar boyu gerçek ruhani anlayışın sadece bir kısmına tanıklık etmemizden kaynaklanıyor. Şimdi dinin ve tinselli­ğin çevresindeki yanlış anlamaları kırmanın vakti. Bugün dünyada di­ni farklılıkların savaşlara ve Tanrı adına işlenen cinayetlere sebep ol­duğunu görebiliyoruz. Dini farklılıklar seçilmiş olanların türemesine yol açtı. Bu, bizi kontrol altında tutmak isteyen güçlerce empoze edi­len en büyük tutsak edici yanılgıdır. Şimdi bilgi devriminin yaşandığı bir çağdayız ve bu, farklı dini öğretilerin sırrını keşfetmemizi sağlıyor.

Zamanında bu deneyimleri paylaştığım için işkence görebilir hatta yakılabilirdim. Tanrıya şükür, o çağlar geride kaldı. Dilerim bu kitap yeni yollar açar ve insanlığa iyilik getirir. Dilerim insan varlığında zu­hur etmiş ilahi varlıklar olduğumuzu anlar ve uyanışımızla şefkati, merhameti öğreniriz. Dilerim barış, doğruluk ve güzellik gezegene ye­niden hayat verir.

1 1

TEŞEKKÜR

Anlayışımı ve kendimi -insanlığımın izin verdiğinden çok daha yük­sek ölçüde- güçlendirmeme yardım ettiği için Andreas Mamet' e teşek­kür etmek istiyorum. Bu yoldaki azmine ve sabrına minnettarım.

Kız kardeşim Unda Held' e, ilk yaralarımı iyileştirdiğim 1 989' dan beri hep yanımda olduğu, kendi büyüsünü ve tecrübesini paylaştığı için teşekkür ederim.

Sırasıyla kız kardeşlerim Magdalene, Elizabeth Kelly, Christy Salo ve Sabina'ya ilahi kadınlık enerjisini uzun yıllardır sürekli kıldıkları için teşekkür ederim. Büyük misyonumuzu/ amacımızı/ planımızı hep birlikte tamamlayacağız.

13

BÖLÜM 1

Doğum

New York'ta bir taşra kasabasında, Accord'da yaşıyorduk. Samanlık­tan bozma bir oda kiralamıştık. Ferah, aydınlık ve genişti. Üçüncü ço­cuğumu doğurabileceğim harika bir yerdi. Doğum iki ebe, bir kız ar­kadaşım ve tabii ki kocamın yardımı sayesinde iyi geçmişti. On saat süren bir uğraşının ardından bebeğimiz doğmuştu. "Bir kızınız oldu!" dedi ebe. Selene Joy 9 Mayıs 1 9821 de Anneler Günü'nde bir samanlık­ta dünyaya geldi.

Doğum bir kadını birçok açıdan serbest bırakan çok kuvvetli bir de­neyimdir. Toparlandığım haftalarda fark ettim ki, bu küçük bebek1 ha­rika bir melekti ve bana hayatı öğretmeye gelmişti.

Her şey ılık bir akşamüstünde bu doğumla başladı. Selene' in beşiği, mutfakta yemek hazırlarken rahatça görebileceğim kadar yakındı. Buz­dolabını temizlerken yerde küçük bir test tüpüne benzeyen plastik, küflenmiş bir tüp gördüm. Musluğun altına tuttum1 temiz suyla yıka­dım. "Doğum kontrol araçlarına benziyor" diye düşündüm. Ben temiz suyla tüpü yıkarken bebeğim beşiğinde bir güvercin gibi cıvıldıyordu.

Aniden Tanrının gücü muazzam bir kuvvetle içime akmaya başladı. Yü­reğim bir kadının kendini erkeğine sunması gibi açıldı. Gönlüm genişledi, ge­nişledi ve Tanrının yüreğime nüfuz ettiğini hissettim. Bu şimdiye kadar tat­tığım en katıksız duyguydu.

Sevgili Tanrım beni aldı ve ben mutfakta, ayakta, ruhumu, bedenimi, Jıer hücremi teslim alan derin bir hazzın içine gömüldüm. Güç kalbimden girip beynimden çıktı ve ruhumu bu dünyevi sahnenin çok üzerine taşıdı.

15

Kızımın ruhunun bana yol göstermekte olduğunu fark ettim. Küçük bir insan görüntüsünde vücut bulmuş olsa da, ruhu hala Tanrınındı ve insan ak­lında hapsolmuş değildi. Kızım beni ona götürdü, Beyaz Ana dediğim, İlahi Ana' ya - bazılarımız onu Meryem Ana olarak da bilir. Ve orada İlahi Ana'nın varlığı içinde Tanrıyla saf, katıksız bir bütünlüğe ulaştım. Onun isimlerini ilk kez orada anladım: Mühürlü Çeşme, Saklı Bahçe, Vizyon Alemi. Aşkla gi­zemli bir bütünlük içindeydi, o birliğinden bana bahşetti.

Sözlerim yaşadıklarımı anlatamaz, hiçbir şekilde aydınlatamaz; çünkü düşüncenin ötesine geçmişti. Hayatımdaki tüm acılar ve hayal kırıklıkları onun varlığında eridi. Beni inciten insanlar, şimdi beni Tanrıya ulaştıran olaylardı sanki. Hayatıma giren iyi ve kötü insanlar için minnettardım, İlahi Ana'nın tam da yüreğindeydim ve herkesle, her şeyle bütünleşmiştim.

Bu deneyim dört gün sürdü. Bir lokma bile yemedim ve hiç uyu­madım (ama aileme vakit ayırıyordum). Koltuğa oturup parmağımı havaya kaldırdığımda, tüm evren onun çevresinde dönüyor gibiydi.

Beyaz Ana' dan sonra, Siyah Ana dediğim, Siyah Madonna olarak bilinene de ulaştım. Onunla deneyimlediğim, büyük bir hazdan ziya­de yorucu bir çalışmaydı.

Bilincim annemin rahminden büyükanneminkine ve ondan önce beden bulmuş sayısız nesilden nesle geçerek bana ulaşmıştı . Ailem ve çocuklarımla ilgili tüm genetik bilgi kolayca okunmuştu. Sanki dış dünyanın dokusundan bir ilmek tutup ipliğini çekmiştim. Tüm illüzyonlar yok oldu ve ben her şeyin ardındaki tek ruhu gördüm. Bu doku milyonlarca titreşen atomdan oluşmuş­tu . Katı gibi görünse de aslında berrak, akıcı ve sürekli değişkendi. Tanrının ruhunu, çocuklarımın bedenleri tezahüründe gördüm. Ruhları, paylarına dü­şen genetik bilgiyi onlara ulaştıran ve ardından sonsuz uykularına dalmış ne­sillerle birlikteydi. Tüm dış uzay sanki titreşen atomlardan oluşan bir iplik­ten dokunmuştu, görünüşte katıydı, ama aslında değildi. Ve ben bu okyanus­taki ilk rahmin atomlarına ulaşacak kadar derine daldım.

Bu yaşadıklarım günlerce sürdü ve uykusuz saatlerden sonra, da­hil olduğum bütünden ayrılmayı hiç istemezken dünya sahnesine ça­kıldım.

İyileşmek haftalarımı, yaşadıklarımın anlamını kavramam ve onla­rı hayatıma dahil etmem ise yıllarımı aldı. Önce yalnızca saf ve kutsal Beyaz Ana'yı istemiştim. Siyah Ana'yı reddettim. Zaman geçtikçe Si­yah Madonna'nın benim için ne anlama geldiğini kavradım. O tüm dünyaya can veren rahimdi, cinsiyetin kökeniydi, ölüm ve doğumdu.

17

Doğa Ana'nın vücuduydu. Onu onurlandırmadan doğayı onurlandı­ramazdım, cinsiyet yok olur ve kutsal olan unutulurdu.

***

Bu deneyimden sonra, sevgilim benim gizli bahçem ve ruhumun ruhu oldu. Burası benim kendimi ruhsal olarak beslediğim yerdi, dı­şarıdaki dünya sevgisiz bir çöl gibi görünse de ben kaynağıma bağla­narak beslenebiliyordum. Meditasyon ve dualarıyla hep sessizlik için­de dönüşümü bekleyen sevgilime ulaşmıştım.

Şimdi bunların hepsi manastırda yaşayan biri için, bir rahibe için iyi ve hoş gelebilir, ama ya biz, dış dünyayla ilişkide olanlar için? Böy­le biri nasıl iç dünyasını dışarı çıkarabilir? Şimdiye kadar deneyimle­diklerimin hepsi benim iç dünyam, gizli bahçemdi. Ama bunları kadın erkek ilişkilerine harmanlayarnıyordum. Şifa bulmaya ihtiyacım oldu­ğunu biliyordum. Dişi kimliğim ve cinsiyetim Tanrıyla bütünleşmek için muazzam bir arzu duyuyordu. Hıristiyan bir ailede büyümüştüm, bu beni ruhsal olarak yarım bırakmıştı. Çocukluğumdaki cinsel trav­malar beni korkutup yaralamıştı. Suçluluk duygusu ve utançla dol­muştum. Kadınlığımın şifa bulması için tüm benliğimle dua ediyor­dum. Bunu kendimden çok kızım için, onun hayatının bundan daha iyi olması, benim ilişkilerimde çektiğim acıyı çekmemesi için istiyor­dum. Dualarım gerçek olursa diğer tüm kadınlara bu şifayı dağıtaca­ğıma dair Tanrıya yemin etmiştim.

İyileşmem hiç beklemediğim ve hayal etmediğim bir yolla gerçek­leşti. Olanların şahidi benim. Bunu kulakları işiten, iyileşmeye ihtiyaç duyan bir kalbi ve rahmi olanlara yazıyla anlatmak için buradayım.

18

BÖLÜM 2

Ana Rahmine Dönüş

1 990 yılında arkadaşım Linda ve ben şifacı olarak bir grup kadınla ça­lışmaya başladık. O günlerde ben kadınların, erkekler olmadığında kendilerini açmaya nasıl istekli olduklarını gördüm. Anladım ki, cin­siyete bağlı pek çok ciddi sorun kadınların çemberinde çözülebilir ve iyileştirilebilir. Söze dökülmeyen bir anlayış ve vukuf vardı kardeşlik grubumuzda, çünkü herkes bir şekilde utanç ve suçlamayla ezilmişti. Herkes birbirinin yaşadığını anlayabiliyordu. Grupla "rahim iyileştir­me"nin yanı sıra tecavüz, ensest, cinsel suiistimal gibi konular üzerin­de çalıştık ve bunları dualarla, meditasyonla, el ele vererek, şarkılar söyleyerek yendik. Kadınlar arasında bir duygusal arınma oldu: Be­dendeki bastırılmış duygular, dualar ve şarkılar eşliğinde gelen aşk ve destek dolu atmosferde serbest kaldı. Hassasiyet bu iyileştirme sıra­sında en çok dikkat edilen konuydu, çünkü kadınların kendilerini ra­hatça açıp eski yaralarını iyileştirebilmesi için merhametli ve narin el­lere ihtiyacı vardı.

Bu seanslarda doğallıkları ve asaletlerinden ötürü çiçekleri kullan­dım. Böyle güçlü seanslarımızdan birinde yirmi kadından oluşan bir grup vardı. Mihrap topraktan ufak bir tümsekti ve kırmızı renkte ha­rika güllerle süslenmişti. Şifa veren ilahiler söylüyorduk. Grup şarkı­ları söylerken ruhsal bir enerji üzerimize yayılmaya başladı. O nokta­da ben ortadan kayboldum ve sanki ruhun şarkısını çaldığı görünmez bir saz oldum. Ellerim karıncalanıyordu, grubun etrafında bir tur at­tım, kadınlara dokundum. Bir kadın ağlamaya başladı, o an derin bir

19

yarayla karşı karşıya olduğumu anladım. Bu ruhani enerji açığa çıktı­ğında, her şeye hazırlıklı olmalısınız, çünkü vücudunuz istemsizce tit­reyebilir ve siz ağlamak, bağırmak ya da sessizliğe gömülmek isteye­bilirsiniz. Dokunduğum kadın, titremeye ve inlemeye başladı. Bazıla­rımız gidip vücuduna dokunarak ona bu süreçte yardımcı olmaya ça­lıştık. Benim ellerim rahminin üzerindeydi, Linda'nınkiler kalbinde. Üçüncü biri gelip de acı çeken kadının boğazına dokunduğunda acısı­nın sessizliği kırılmış oldu. Köşeye sinmiş ıstırabı zincirlerinden kur­tuldu. Daha sonra onun, hiç itiraf edemediği bir ensest ilişkinin kurba­nı olduğunu öğrendik.

Sonra tüm grup onun etrafına toplandık, ilahiler söyledik. Vücudu acısının yıllar süren sessizliğinin prangalarını atarcasına sarsılıyordu ve sesi acının sesiydi. O sakinleşinceye kadar şarkılarımızı söyledik, hem de daha güçlü söyledik; manevi güç şimdi onu ve tüm sahneyi rahmetle resmen yıkıyordu. Mihraptaki güzel kokulu güllerden topla­yarak vücuduna koydum. Feryadı değişirken, acısı hafifledikçe ruhu­na güzellik geri gelmeye başladı. Mutluluğun doruğuna ulaştığı bir trans haline giriyordu. 13edenine güller koymaya devam ettik, ta ki her yeri çiçeklerle kaplanana, onu huzurun ve aşkın varlığı sarana kadar.

***

Bu zaman aralığında çalıştığım grup benim için de bir öğretici oldu, çünkü ben de kendi cinsel tedavimi tamamlıyordum. Şunu öğrendim: Bir kadının kalbi kapalıysa -ki çoğunlukla öyledir-, rahmi de cinsel ola­rak kapanmıştır. Sağlıksız cinsel ilişkiler vücudunda donukluk olarak yer eder. Bedende bu donukluğun yer ettiği üç merkez gözlemledim: Boğaz, kalp ve rahim. Eğer bir kadın "söyleyeceklerini duymak istemi­yorum" lafıyla karşılaşmışsa boğaz merkezi kapanıyor. Kalp merkeziy­se, aşk acısı veya sevgisiz bir çocukluktan kapanıyor. Kalp kapandığın­da, kadının rahmi ve cinselliği de sıklıkla kapanıyor. Aktif bir cinsel ha­yat yaşamanın kadınların bu merkezlerinin açık olduğunun göstergesi olmayacağını da gördüm. Kendimde ve diğer kadınlarda gördüğüm üzre, basen ve çevresindeki yağlanma ve kilo alımının ''bana dokunma, beni incittin" veya ''beni suiistimal ettin" demek olduğunu anladım.

Bu, en basit anlatımı. Bu iyileşme çok karmaşık olabiliyor ama bun­lar bir kadının o an hissettiklerini anlamanın benim açımdan temel noktaları.

21

1 960'lar ve '70'ler cinsel özgürlükleriyle birçok yaraya sebep oldu. Bu 1980'ler ve '90'larda yeni yeni ortaya çıkıyor. Fark etmeye başladım ki bir kadının rahmi, dış dünyaya açılan ve ona yönelen her davranışı kaydeden bir kanal. Böylece öfkeli ve vahşi bir adamla karşılaştığında tüm bu olumsuz duyguları biriktirip kaydediyor. Kadınlar öfkeli bir babadan veya geçmiş hayatlarından kaynaklanan karmalarıyla genel­likle bu tip erkeklerden hoşlanıyor. Ve sevgiden yoksun bir seks haya­tı da önemli bir mesaj olabiliyor. İlişki sırasındaki düşünceler kadının rahmi tarafından tıpkı bir kayıt cihazı gibi kaydediliyor. Bu kayıtlar yıllarca kalıyor, ta ki kadın kendisiyle temasa geçip onları duygusal fi­ziksel ve ruhsal yönden serbestleştirene kadar. Kendi deneyimimden biliyorum; bastırdığım duyguları tamamen serbest bırakabilmek adı­na, tekrar tekrar hissetmek, yaşamak zorunda kaldım. Bu iyileşmemin temeli oldu ve grubumla paylaştığımda, onların iyileşmesini de tetik­ledi. Onların iyileşmesi de beni . . .

***

Bu durumun zirvesinde sağ yumurtalığımda bir tümör olduğu or­taya çıktı. Onu alan doktor bana şeklinin bir erkeğin yumruğuna ben­zediğini söylemişti! Bu, ilişkilerimin pek çoğunda öfke problemli er­keklerle birlikte olmayı seçmemden kaynaklanıyordu: Öfkelerini ne zaman bana yöneltseler bunu sessizce içimde, sağ yumurtalığımda bi­riktirmişim.

Sembolik konuşacak olursak; yumurtalıklar dişi yaratıcılığının merkezidir. Yumurtalık tümörüyle doğurganlığını sona erdi, ama ya­ratıcı gücümle yeni tanıştım. Tamamen özgür olabilmek için yıllardır biriktirdiğim ve beni baskılayan duygulardan kurtulmam gerekliydi.

Yumurtalık tümörü, yıllardır biriken incinmişliğin ve öfkenin beni getirdiği yerdi. Eril öfkeyi çoğu zaman kabullenmiştim. Ayrılmak yeri­ne sessiz kalmıştım. Ayrıca incinmeye ve sessizliğime hırsım da eklen­mişti. İyileşebilmek için kendimle uzlaşmalı, psikolojik ve genetik tüm yönlerimle barışmalıydım. Kendimi eski deneyimlerime ve özüme ulaştırabilmek adına dualardan güç aldım. Dualar tek başına yeterli değildi, kendimi fiziksel olarak da tanımalı ve bana acı veren geçmişin izlerinden kurtarmalıydım. Bu izlerden biriyle karşılaştığımda medi­tasyon yapmak ve dua etmek gibi pek çok teknikten yararlanarak vü­cuduma saplananlardan kurtuluyordum. Gerçek iyileşme başlamıştı.

22

BÖLÜM 3

Kutsal Çiftler

Kadın çemberimiz cinsel ve duygusal ilişkilerden kaynaklanan sorun­larını iyileştirmek üzere yolculuğuna devam etti. Linda'nın iyileştirme yeteneği, grubu yönlendirmesi açısından önemliydi. Onun dişil bilge­liği ve psikolojik desteği benim iyileşmemde de en önemli şeydi.

Çemberimizdeki derin dua ve meditasyon seansları, manevi güç­lerimi de tetikledi. Bu seanslar sırasında pek çok vizyona kapıldım. Bunlardan birini özellikle paylaşmak istiyorum çünkü gelecekteki ka­dın erkek ilişkilerini gösteriyordu. Vizyonlar ilginç olaylar; bazen gerçekleşmesi yıllar alıyor. Bu vizyonumun gerçekleşmesi yedi yılı buldu.

Vizyonumda gezegende yeni beliren bir kadın erkek ilişkisi türü gördüm. Kadını ve erkeği simgeleyen iki ışık huzmesi, eşit seviyelerde yan yana duruyordu. Kendi tanrılarına bağlıydılar. Tanrı tek bir ışık kaynağıydı ve daha sonra erkekle dişiyi simgeleyen huzmelere ayrılmıştı. Işık çiftlerin be­denlerinden geçerek köklerini Toprak Ana'ya uzatmıştı. Kutsal çiftler sonra birbirine döndü ve ışık çevrelerinde bir daire oluşturmaya başladı, bu çember onları sardı. Işık erkeğin tacından başlayarak tüm çakralarından geçiyor ve kadının temel çakrasına geliyordu . Işık çemberi daha sonra kadının çakrala­rından yukarı çıkıp tekrar erkeğe ulaşıyordu. Çiftlerin üzerinde sürekli bir çember oluşturuyordu.

Çiftler daha sonra muazzam bir gemiye bindiler. El ele tutuşan çiftler Tanrıya dönüyorlardı . Aralarında bir simya vardı. Onlara Tanrının varlığı­nı hissettiren bir tür yoga yapıyorlardı .

23

Bu vizyonu evliliğimde uygulamak istedim ama pek işe yaramadı. Evliliğimde bir raddeye kadar anlayış olmasına rağmen, vizyonun gerçekleşmesi için gereken simya yoktu. Evliliğimi bitirene kadar yıl­lar geçti, neredeyse "Kutsal Çiftler"i gördüğüm vizyonu unutuyor­dum.

Kadın çemberimiz, iyileşme ve büyümede daha derine inmek isti­yordu. Bu nedenle Linda'yla ben yöremizdeki kaplıcalarda bir dağ evi kiraladık. Oradaki çalışmamız, vizyonlarımız ve cinsiyetlerimizdeki iyileşmeyi birbirimizle açıkça paylaşmak içindi. Dağ evimizde bir ja­kuzi ve hem bitkisel karışımlarımızı hem de sağlıklı yemeklerimizi ha­zırlayabileceğimiz kocaman bir mutfak vardı. Fiziksel rahatlama için her kadına bitkisel içerikli vücut bakımı, çiçeklerden oluşan bir yüz bakımı ve masaj yapılıyordu. Jakuzide bitkisel karışımlarla birlikte va­kit geçirmek gerginliği alıyordu. Böylece herkes daha rahatlamış ola­rak iyileşme sürecine devam ediyordu.

Üçüncü günün sonunda bir doğa yürüyüşü için hazırdık. (Doğada­ki gizli şifreleri okuma uzmanlığımdan faydalanacaktık.) Çimenlik bir tepe üzerindeki açıklığa gelene kadar yürüdük. Her kadından kendi­leri için en manalı parçayı bulmalarını istedim; bir taş, çiçek veya ken­dilerini rahat hissettikleri bir bölge gibi. Onu bulduklarında doğanın onlara iletmek istediğini çok daha iyi anlayacaklarını söyledim.

Kadınların her biri değişik yönlere dağıldı. Ben de tepeye, yeryüzü­ne çıkıp beni çağıran bir kaya parçasına doğru yürüdüm. İki büyük kaya yan yana gelerek bir yoni (vajina) şeklini almıştı. Kayanın üstü­ne çıktım, ayaklarımı ata biner gibi kayalara koydum ve bir vulva oluşturdum. Kayaların arasında onları birbirine bağlayan klitoris şek­linde bir kaya vardı. Ben ayaklarımı Üzerlerine koyunca, bu kaya ara­dan ayrıldı. Ayrılırken çıkardığı alkış sesi vadide yankılandı. Bu ka­yayla ritim tutmaya başladım.

Bu sırada Linda klitoris taşıyla çıkardığım sesleri duyarak ne yap­tığımı görmeye geldi. Birlikte yoni kayasının üzerinde dururken, kud­ret Doğa Ana' dan bize doğru akmaya başladı. Gerçekten doğru şeyi bulmuştuk! Ayağımın ritmiyle klitoris taşına alkış tuttururken bir vizyona daldım.

Hintli kadınlar gördüm, tepenin dört yanından yukarı tırmanıyorlardı . Kayaların ritmine karşılık veriyorlardı. Aynı anda grubumuzdaki kadınlar da kayalarla yaptığım çağrıyı duydular ve doğal yani tapınağımıza geldiler. On­lar ve görünmez Hintli misafirlerimizle birlikteydik. Her birimiz tek tek ka-

25

yanın üzerine çıkarak vücuduna dolan enerjiyi hissediyordu -(her kadının kendi vücudu ve enerjisiyle ne kadar rahat veya rahatsız olduğunu görmek çok kolaydı). Kalanlarsa doğadaki bu özel yer tarafından salahiyet verilen üyemiz için çoşkulu kutlamalar yapıyordu .

Amerikan ve Kelt kültürlerinde bu tip bekaret kayası hikayeleri duymuştum. Pek çok antik Avrupa kabile toplumunda doğurganlık taşları etrafına toplanarak rahim gücüyle salahiyet kazanan kadınların hikayelerinden haberim vardı. Ama bu, benim böyle bir deneyimde bulunduğum ilk seferdi. Bu grubumuz adına beklenmeyen bir nimet­ti ve orada görünmeden duran büyükanneleri, bu kutsal olaya onay veriyordu.

26

BÖLÜM 4

Aynalar ve Dağlar

Kadınlarla birlikte çalışmak, kendi derinliklerimde olanları anlamamı sağladı. Aynalardan içimdeki kadınlığını yansıdıkça, diğer kadınlar daha kolay anlaşılır oldu. Bu olay çok renkli bir Budist manastırında toplanmış 90 kadın arasında meydana geldi. Paylaşım için büyük bir çember oluşturuldu. Herkese hikayelerinden küçük bir parçasını an­latmak için bir şans verilmişti. Her bir kadını dinlerken çemberin orta­sında bir görüntü şekillenmeye başladı.

Meryem Ana'yı gördüm, elinde gümüş boncuklardan yapılmış bir tespih tutuyordu. Parlayan yıldızlardan tespihe derinlemesine baktığımda, onların ayna olduğunu gördüm. Her kadının anlattığı hikayeleri dinledikçe, tek bir hikaye duymaya başladım; ayrıntılar değişiyor ama konular değişmiyordu . Sadece özgürleşmek ve bütün olmak için mücadele eden kadınların sesi yan­kılanıyordu.

Kadınlarla birlikte çalışmak, sağlıklı insanların yaptığı kötülüklerle ortaya çıkan duyguları tanımlamama yardımcı oldu. Çoğu kez kilo al­mak olarak görülen o kadar çok "rahim sorunu" gördüm ki! Bu belir­tiler kronik sırt ağrıları, yumurtalık ya da rahim kistleri ya da tümör­leri gibi fiziksel belirtileri de beraberinde getirebiliyordu. Rahim kan­seri bu belirtilerin en kötüsüydü. Ancak bunun tek ve kesin bir kuralı yoktu, herkes kendi karmaşıklığı içinde kendisini muayene etmeliydi. Çevre kirliliğine bağlı olarak toksik etkilere maruz kalmak da fiziksel belirtilerin teşhis edilmesinde önemlidir. Çözümlenmemiş suçluluk ve utanç da rahim içinde kaydedilebilir. Cevaplar genellikle kuru ve ke-

27

sik değildir, fakat iyileşme süreci başladığında anlayış katmanları oluşmaya başlar. Genetik miras sadece anneden kıza geçen fiziksel özellikler üzerinde değil, zihinsel tutum üzerinde de etkili rol oynaya­bilir. Herhangi bir problemi derinlemesine çözümlemek için hem kişi­nin ailesinin geçmişi hem de kendisinin seksüel, duygusal ve psikolo­jik geçmişi köklerine inilerek incelenmelidir. Ayrıca en az bir kez, geç­miş ve gelecek birlikte analiz edilmelidir.

Ben de kürtajdan sonra duygusal hasar gördüm. Herhangi bir ka­dın için olduğu gibi, benim için de çok zor bir seçimdi. Bu zor seçimin ahlaki bir yaptırımı da var; fakat dikkat edilmesi gereken, yol açacağı psikolojik ve duygusal hasarlarla bunu karşılaştırıp dengelemektir. Eğer bir kadın kürtaj sırasında duygusal olarak tamamen nötr ise ve kendini göremiyorsa -suçluluk ve derin kayıp hissi gibi- daha sonra problemler ortaya çıkabilir.

Sembolik olarak konuşursak, kadınların vücudu Toprak Ana'nın iyileşmesidir. Dünyada tam anlamıyla bir farkındalık olmadığını, ka­dınların hayatındaki yansımalardan görebiliriz. Çorak topraklarda, do­ğal olmayan tarım uygulamaları, madencilik, zararlı atık yoluyla -uza­yan bir liste içinde- kadının doğurganlığını kaybettiğini görebiliriz. Şef­kat ve saygının eksikliği küçük dramlar halinde kadının yaşamında gerçekleşir. Kısırlık tedavileri şimdilerde milyar dolarlık bir iş alanı ha­line gelmiştir. Dünyanın doğurganlığı çevresel atıklarla azaldıkça, ço­cukları olmayan kadınların sayısında artış görülecektir. Tanrının ka­dınsı tarafı onurlandırılmamakta ve onun kutsallığı unutulmaktadır.

Bu noktaya kadar yüzlerce yıldır dünya kendisine sevgi ve saygı göstermemiştir.

Kendi sürecimde, rahmim için iyileşme aşamalarını anlamaya baş­lamıştım; kişiliğimin öbür yüzünü de görmeli ve Avrupa Hıristiyanla­rı olan atalarımla barışmalıydım. Bu bana 1 990'da Shasta Dağı'nda bir görüntü olarak geldi. 38 yaşındaydım. Shasta Dağı Kuzey Kaliforni­ya' da kutsal bir dağdır ve Cascade Sıradağları'nın elması olarak kabul edilir. Aynı zamanda kuzey yarımkürenin Himalayalar'ı olarak da bi­linir. Bu bölge annemin ve büyükannemin eviydi. Bu yüzden bu dağ­la derin bir bağım var.

Yatırımcılar ve çevreciler arasında Shasta Dağı'nın kaderi üzerine kavgalar yaşanmıştı. Kızılderililer bu dağı kutsal bir tapınak olarak görüyordu. Çevreciler bozulmadan kalan doğal bir alan olarak gör­düklerinden koruma altına almışlardı. Yeni Çağ insanlarına göre hac

29

ibadetinde kutsal bir mekandı. Yatırımcıların gözündeyse burası bakir bir kereste ambarı, para getirecek bir kayak merkezi ve yerleşim ala­nıydı. Herkesin bir bakış açısı vardı. Yedi yıl önce ayrıldığım bu dağ uzun yıllar evim ve sığınağım olmuştu.

Kızılderililer ve çevrecilerle beraber, bu konuyla ilgili yapılacak bir filmin ekibindeydim. Benim işim ses kayıtlarını yapmaktı (o zamanlar evliydim ve eşim kasetleri dolduruyordu).

Dağda kaldığım ilk gece, uyku tulumumun altında dağın titremesiyle uyandım. Yeryüzünün gerçekten sallandığını hissettim. Ayağa kalktım, ora­da bulunan dağın ruhu "bir dakika bekle, yardım için buradayım" diyerek ba­na seslendi. Kısaca söylemek gerekirse, korkmuştum.

Bir sonraki sabah film çekimi başlamıştı. Geçmişte Shasta'ya çok ki­şinin gelip gittiğini fark etmiştim. Hassas topraklardaki kırılgan bitki­ler düşüncesizce çiğnenmişti. "Ruhani yazılar" her yere dağılmıştı -tıbbiye araçları bitkileri beton bloklarla çevrelemiş, adaçayı çubukları bir örtü gibi fırlamıştı. Dağın ruhu mutlu değildi. Burası yerliler için ürkütücü bir yerdi ve sadece senede bir ya da iki kere hac ibadeti için gelirlerdi. Buna rağmen diğer ziyaretçilerin iyi niyetleri olduğundan emin değilim; doğal çevre çok zarar görmüştü.

Kısaca söylemek gerekirse, düşünceler yedi yıl içinde değişmişti, dağ etkilerini hissediyordu. Bildiğim bir akarsunun kenarına gittim. Orada birçok küçük ve mükemmel çiçeğin gezginlerin bilinçsiz adım­ları altında ezilmiş olduğunu gördüm. Yeryüzünün ağladığını hissedi­yordum. Meditasyona başladım ve bir vizyona yollandım.

Dağın üzerinde uçan dört büyük melek gördüm, ben de küçük bir su kay­nağının yanında oturuyordum. Beyaz ışıklardan yapılmış ve kocaman yayıl­mış melekler yavaşça dünyanın içine süzülüyordu. Toprak Ana'nın derinlik­lerine doğru alçalıyor, sonra yavaşça zemine doğru dönüyorlardı ve üzerle­rinde İsa'nın görüntüsü görülüyordu. Bu, İsa'nın acı çektiğinin görüntüsüy­dü, daha çok Turin'in kefeninin üzerindekine benziyordu. İsa'nın benimle ko­nuştuğunu duydum. Şöyle dedi: "Ana onları affetti, ne yaptıklarını bilmedik­leri için. " Dünyanın azabı için konuştuğunun farkına varmıştım. Meleklerin ışıkları tekrar yüzeyin derinliklerine alçalıyor, ardından yavaşça yüzeye dö­nüyordu. Tekrar acı çeken İsa'nın görüntüsünü gördüm ve tekrar konuştu: "Çarmıha gerildiğimde, kanım Toprak Ana'nın üzerine döküldüğünde o Me­sih oldu, şimdi o çarmıha geriliyor." Melekler süzüldüğünde beyaz ışıklar son olarak alçaldı ve onu yerden aldı, İsa'yla yüz yüze geldim; bana "git ve insan­ları eğit" dedi.

30

Bu görüntü, ayaklarımın üstünde durmam ve eskinin içindeki hi­kayelerden Hıristiyanlığı anlamam için yeni yollar açtı. Neden Hıristi­yanlık doğadan ayrılmıştı? Batı medeniyetinde ortaya çıkan yaraları nelerdi? Hıristiyanlık temelli toplumlarda cinsel suçlar ve utanç nasıl bir rol oynar? Bütün bu soruların cevapları hikaye boyunca yazılmış­tır. Benim içinse cevapları bulmak uzun zaman aldı.

31

BÖLÜM 5

Tanrının Kadınsı Yüzü

Shasta Dağı hakkındaki vizyonum beni Hıristiyanlıkla ilgili derinleme­sine tarihsel araştırma yapmaya itti. Bir Katolik olarak yetiştirilmiş, kili­senin atmosferinde derin fedakarlık ve disiplinle büyütülmüştüm. 14 yaşındayken, karşı cinsin dünyasına adım atarken, bir rahibe olmak is­tiyordum. 16 yaşına geldiğimde kiliseden ayrıldım çünkü orada Tanrıy­la birlikte normal bir buluğ çağı geçiremezdim. Bu kendi içimde yaşadı­ğım ilk bölünmeydi. Bu bilinçsizce yerleşen suçluluk duygusunu ve utancı aşmam yıllar sürdü. Yıllarımı kendimi anlamaya ve cinselliğim­le barışmaya harcadım. Katolik öğretilerden ilki, Tanrının her yerde ve her şeyde olduğuydu (yıllar sonra, bunu gerçekten gördüm, okyanus kıyısındaki deneyimimle - Tanrıyla ilk karşılaşmamdı). Ve çelişkileri sorgulamaya başladım: Eğer Tanrı her yerdeyse, yatak odasında da ol­malı. Eğer Tanrı her şeyse, tüm doğada Tanrının ruhu bulunmalı. Peki o zaman kendi içimdeki bölünmüşlüğün üstesinden nasıl gelebilirim?

1992' de 40 yaşındayken, yumurtalık ameliyatımın ardından iyileş­me sürecim bana birkaç hafta dinlenme, gözlemleme ve dua etme sü­resi verdi. Bu süreçte bir tespih edinmiştim. Onun verdiği nezaket ve huzuru seviyordum. Sonra üç ayrı arkadaşım, bir hafta içinde ayrı ay­rı, Elizabeth Kelly diye bir kadına ulaşmam gerektiğini söyledi. Onu aradım ama telesekreteri Güney Fransa' da gezide olduğunu söyledi.

Birkaç gün sonra rüyamda Elizabeth'in benimle Siyah Madonna hakkın­da konuştuğunu gördüm. Uykumdan bir telefon sesiyle uyandım. Arayan Elizabeth' ti.

33

Onun bir ilahiyat öğrencisi olduğunu ve Mary Magdalene'in (Mec­delli Meryem) hayatı üzerine araştırma yaptığını öğrendim. Araştır­ması onu dünyanın her yerindeki tapınaklara, Tanrının dişi yüzünü keşfetmeye götürmüştü. Sözleştik ve kendimi bir anda onun evinde, Hıristiyanlığın hiç bilmediğim tarihi hakkında konuşurken buldum.

Birlikte, ayda iki kez toplandığımız ve gnostik feminizmin sırlarını araştırdığımız bir dua grubu kurduk. Kutsal evlilik, antik dönemden günümüze değişerek gelmiş ve Katolik kilisesine girmiş tanrıça iba­detleri gibi pek çok Katoliğin bilmediği şeyler öğrendik.

"Gnostik" Yunanca kökenli bir kelimedir ve ortaçağda dini öğreti­lere aykırı olanlar için kullanılırdı. Gnostik öğreti Tanrının dişil yönü­nü fark etmiş ve buna "Sophia" veya "Büyük Ana" adını vermişti. Gnostiklerin Tanrıyla deneyimleri nihai sonu açıkça gösteriyordu. Gnostikler dua, gözlem ve katarsisle kendilerini büyük bir sessizliğe adarlardı. Böylece bilgeliğe ulaşırlardı. Doğru yerde olduğuma artık emindim.

Toplantılarımızdan biri Elizabeth'in evindeydi. Odasında taze çi­çekler, mumlar, Lourdes'ten getirdiği kutsal su ve üzerinde Mary Magdalene'in resmi olan bir mihrabı vardı. Yan tarafında Meryem Ana'nın bir yılanın üzerinde durduğu bir heykeli bulunuyordu. Gru­bumuzla mihrabın çevresine yarımay şeklinde dizildik. Birbirimize tütsü ve kutsal sudan ikram ederek kutsandık. Güzel sesli bir kadın "Ave Maria"yı söyledi. O anda pencereden içeri güçlü bir rüzgar gir­di ve tüm grubu sarmaladı. Bu bana Pentecost'ta Kutsal Ruh'un, öğ­renciler üzerinde gezindiği hikayeyi .anımsattı. El ele tutuştuk, dualar okuduk ve ben bir kez daha vizyona daldım.

Meryem heykeline bakıyor ve yılanın üzerinde duruyordum. Birdenbire onun ayaklarının altındaki yılanı tutup aldığını gördüm. Yılanı Elizabeth' e uzattı. Sonra bana fısıldadı: "Bunun üzerinde durmaktan çok yorulmuş­tum."

Bu görüntü sembolikti, geçmişe ait karmaşık gerçekler açıklığa ka­vuştukça bu vizyonu daha iyi anlayacaktım.

Yılan sembolü, kendi iniş çıkışlarıyla pek çok farklı kültürde bulu­nur. Hindistan' da Kundalini bir yılandır ve kasık bölgesinde uzanır. Yoga egzersizleriyle uyandırıldığında omurga boyunca yükselir ve başın üstünden çıkarak akıl ve bilgelik getirir. Onun uyanışı, bilgelik­le birlikte gücün ve kudretin de gelişidir. Dogmalar ve doktrinler inandırıcılığını kaybeder, gerçeği arayan onlardan uzaklaşır. Rahiple-

35

re veya dine artık gerek kalmaz. Ortodoks dininin gerçeği gizleme se­beplerinden biri de budur.

Eski çağ tanrıça kültürlerinde yılan, tanrıçanın kendisini semboli­ze eder. Mısırlı kraliçeler "Nil Yılanı" diye anılır ve bu, tanrıçanın di­şil yönünü simgeler. Yılanla tanrıça arasındaki cinsel birleşmeyse, İn­cil'in çok öncesinden beri anlatılagelmiştir. İsrail' de de yılanlara tapı­lır. (Musa'nın ekibini ateşten bir yılana dönüştürdüğü hikayeyi hatır­layın. Bu hikaye Musa'nın ruhunun uyanış enerjisini, bu enerjinin Kundalini gibi yükselişini, ruhunu güce ve bilgeliğe kavuşturmasını anlatır.)

Gnostik hikayelerde yılan Havva'ya gelir, ona ölümsüzlük ve tan­rılık teklif eder. Yılanın yasak meyvesini yiyen Havva iyiliği ve kötü­lüğü öğrenir. Yani Havva'yı insanlığın değerini düşüren bir figür ola­rak değil, ölümsüzlüğün habercisi olarak gören gnostik öğretiler de vardır.

***

Meryem'in ayakları altındaki yılanı serbest bıraktığı vizyonuma dönelim. Tarih boyunca Katolik kilisesi Meryem için bakireliği kabul etmiştir (Almah sözcüğü Hebrew ilahilerinde Meryem için kullanılır ve daha sonra "bakire"ye dönüşmüştür. Asıl anlamı "genç kadın" de­mektir.) Kilise, paganları yeni dinlerine kabul ederken bazı pagan ina­nışlarını da almıştır. Pagan dinlerinde pek çok bakireden doğum hika­yesi vardır. Mesela Romalı savaş tanrısı Mars, bakire tanrıça Jod­des'sin oğludur. Juno beyaz bir zambak yedikten sonra Gabriel kendi­sine müjde vermeye gelir, elinde beyaz bir zambak tutmaktadır ve şöyle der: "Selam sana Yaradanın sevgili kulu, o seninle. Seni diğer ka­dınlardan ayırdı ve kutsadı." Yani gfüebiliyoruz ki eski tanrı ve tanrı­çaların hikayeleri Hıristiyanlığın içine sızmış haldedir.

Ama nasılsa, eski pagan dinlerinde tanrıçanın dişi yüzü sadece "ba­kire" olarak bilinmez. Üç farklı ismi vardır: Bakire, genç aşık ve çocuk taşıyan. Ve kocakarı, bilge veya acuze. Ama İsa'nın annesi Bakire Mer­yem, kilisenin doktrinine göre yalnızca "bakire" ve "çocuk taşıyan"dı - dünyadaki hiçbir kadının erişemeyeceği bir model. Psikolojik olarak, bir hükümet insanların cinsel hayatını din üzerinden kontrol edebili­yorsa, tüm hayatlarını kontrol edebilir. Kadınlar tek bir ilahi modele maruz bırakıldığından -bakire tanrıça modeli- kendi cinsellikleriyle

36

barışmamışlardır. Suçlu ve günahkar hissederler. Bu yüzden erkekler de tam anlamıyla bir cinsellik yaşıyor sayılamaz.

Özgür cinselliğin erkeğin huzuru bulmasındaki tek yol olduğunu ima etmiyorum, ama cinsellik gerçek bir sevgiyle birlikteyse keskin köşeler yumuşatılabilir. Ortalama bir adam sevgisizse, daha asabi ve kavgacı olacaktır. Asabiyeti alıp başka yönlere çekmek kolaydır; me­sela ülkeleri fethetmek gibi. Bu, Hıristiyan Avrupa'nın doğuş öyküsü­dür.

Elizabeth'in oturma odasındaki heykel, Meryem' in kendi cinselliği­ni yenen dişi yönünü yansıtıyordu. Gördüm ki, ruh ve cinsellik arasın­daki tüm ayrımlar artık yok olmalı ve bu ikisinin bir olduğu yeni bir farkındalık durumu oluşmalıydı.

37

6. BÖLÜM

Meryem Ana'nın İsimleri

Elizabeth ve ben, onun Mercedes'iyle yoldaydık. Kaliforniya'nın mer­kezini geçerek; Fatima'nın, gerçek gözyaşıyla ağlayan Bakire Meryem heykelinin olduğu kilisenin bulunduğu küçük bir kasaba olan Thorn­ton' a doğru ilerliyorduk. Bu yıl Fatima'nın Portekiz' deki köyünde, Ba­kire Ana'nın üç çocuk görüntüsüyle görünmesinin yetmiş beşinci yı­lıydı. Ve bu Portekiz-Amerikan kasabası, bu büyük olaya ev sahipliği yapıyordu.

Açılmış göl zambaklarıyla dolu ve kilometrelerce devam ediyor­muş gibi görünen bir kanalı geçtik. Parlak sarı çiçekler Kaliforniya gü­neşinin altında iyice açılmıştı ve suyun üstünde istirahat ediyordu.

Köylülere ulaştığımızda kutlama devam ediyordu. Kilise insanla­rın uğultusuyla doluydu; dışarıda ise yiyecek, içecek ve dini malzeme­ler satan bir çadır festivali sürüyordu. Saygımızı göstermek için kilise­ye girmeye karar verdik. Bekleyenlerden oluşan uzun bir kuyruk, Ba­kire Meryem heykelinin üzerinde bulunduğu büyük masanın oradaki kilisenin ana mihrabına giden bir yol çiziyordu. Siyah giyinmiş ve "Ave Maria"yı Portekizce söyleyen birçok yaşlı kadın vardı. Portekiz kökenli genç kadınlar -bazıları oradaki en güzel kadınlardı- ayrı bir topluluk oluşturmuştu. Ülkenin dört bir yanından Meryem' e inanan­lar oradaydı!

Elizabeth ve ben Kutsal Ana'nın mihrabına doğru ilerledik, mum­larımızı yaktık ve onun ayaklarının dibine yerleştirdik. Tam oradan ayrılacakken okuma başladı ve tüm salon bir anda donan bir dans gi-

39

bi durdu; tüm dua okunup bitene kadar hiç kimse yerinden kıpırda­madı. Diz çökerek ve yüzümüzü ana mihraba dönerek tam heykelin orada durduk. Kalabalık bizim çevremize yaklaştı; mumların ısısı kuvvetleniyor ve "Meryem' e selam olsun!" sözleri defalarca tekrar ediliyordu.

Bu, bir Katolik kilisesinde şimdiye kadar deneyimlediğim en yoğun arınmaydı. Tam o anda kendi arınma seansımı başlattım. Çokça zor bir işi başardım; hareket bile edemedim. Yalnızca bu ağır işle, asaletle ve gözyaşlarıyla birlikte dua etmek için diz çöktüm. Bedenim "cenne­te kötü kokan" bir koku saldı; bu, dua edenlerin beni hücresel düzey­de arıttığını gösteriyordu. Bu, İsa'nın Gethsemane Bahçesi'nde, asalet teri döktüğü söylenen duasını güçlükle ettiği zaman hissettiği olabilir miydi? Bilmiyorum -ve bu önemli değildi.

Dua sonlandığında, bir motel bulup duş almak ve dinlenmek için kiliseden ve festivalden ayrıldık. Güneşin batmasına doğru kiliseye geri döndük. Dışarıda çöplerin üstünde yatan farklı azizlere ait yakla­şık kırk heykel, her çeşit çiçek ve kurdeleyle rengarenkti. İnsanlar du­a okuyor ve daha sonra evlerinde yakacakları mumları azizlerin üstü­ne sürtüyordu. Heykeller kutsanmış ve yıllardan beri dualar ve adak­larla sarmalanmıştı. Her heykel azizlerin varlığı ve kutsanmışlığının yaşayan bir örneği haline gelmişti.

Elizabeth tarih konusundaki bilgisiyle, Avrupa' daki putperestlerin tanrılarını ve tanrıçalarını, zamanın seçilmiş birçok aziziyle harmanla­mış olduğundan bahsediyordu. Kilisenin birçok azizinden meydana gelen tanrılarına benzediği için bu, putperestlerin yeni Hıristiyanlığı daha kolay kabul etmesini sağlamıştı Örneğin Thornton festivalinde, rahibe kıyafeti giymiş ve küçük bir ev resmi tutan Azize Brigit heyke­li vardı. Yuva ve ocak tanrısı Celcit de ayrıca Brigit olarak anılırdı. Bri­git'in zamanı, İsa'nın İngiliz adacıklarına varmasından daha eski bir zamana tekabül eder. Tanrıçanın iki kız kardeşi vardı ve üçü birlikte genellikle "Üç Ana" veya "Üç Kutsanmış Kadın"ı temsil ediyordu. Brigit'in mezhebi İrlanda' daki Kildare'nin merkezindeydi; tapınağın içinde kutsal bir ateş yakılmıştı ve bu daima yanmaya devam etmek­teydi. Yuva ve ocak tanrıçasına dua etmek ilahi doğumla ilişkiliydi. Azize Brigit'in kutlama günü olan 1 Şubat, ironik bir şekilde putpe­restlerin takvimindeki yeni yılla aynı gündü.

Kilise Azize Brigit'i ocak ve yuva azizi olarak takdis etmişti. Muci­zelerinden biri, kendisine dua edildiğinde evdeki erzakları çoğaltmak-

41

tı. Onun doğum hikmetiyle ilişkili manastırı, ineklerin daima çokça süt verdiği ve yılın tüm zamanında yoncaların yetiştiği Kildare' deydi.

Yonca bitkisi; Aziz Patrick'in "Baba, Oğul ve Kutsal Ruh"u için bir sembol olmadan uzun zaman önce, üçlü tanrıçaların sembolüydü. İl­ginç bir gerçek daha: Yunan aşk tanrıçası Afrodit'in kutsal sembolü olan beyaz güvercin, şimdi "Kutsal Ruh"u temsil eden İsa sembolüy­dü. Bu, Kutsal Üçlü'ye gizli bir feminen bakış açısı olabilir mi?

***

Elizabeth ve ben Azize Brigit'in heykelinden ayrılarak diğer üç heykele doğru yürüdük -İsa'nın ve İsa'nın annesi Meryem Ana'nın se­vilen öğrencileri Azize Anne, Meryem Ana'nın annesi ve Mary Mag­dalene. Tarihsel konuşmak gerekirse, Meryem' in mucize doğumu ger­çekleştiğinde Azize Anne oldukça yaşlı bir kadındı. Eski tanrıçanın kocakarı bakış açısı, bu azize yoluyla kanıyor olabilir miydi?

İncil'ın, İsa'nın bir fahişeyle ilişki kurarken meydana gelen olaylar­la ilgili olarak adından asla bahsetmemesine rağmen Mary Magdale­ne, kilise tarafından "fahişe" olarak etiketlendi. Mary kayboluşun, tan­rıça üçlüsünün bakire bakış açısı mıydı?

Ve kilisenin Meryem Ana'nın bakire bakış açısıyla ilişki kurması gi­bi o, yatay bir şekil almış olan yeniayın üzerinde otururken bulundu. Bu yatay ay sembolü gerçekte Büyük Tanrı'nın eşi olan Boynuzlu Tan­rı'nın eski sembolüydü. Hilal, yan yatan bir boğanın boynuzlarının şeklini yaratmaktadır; birçok eski kültürde boğa, kral ve tanrıçanın eşi olarak sembolize edilmiştir. Yunan mitolojisinde, Zeus'a boğa sanı ve­rilmişti, Iris'in eşi Mısırlı Osiris de, bir boğa formunda ilahlaştırılmış­tı.

Bugün bile, yoganın öncüsü Hindu tanrısı Şiva, beyaz bir boğayla ilişkilendirilir. Şiva dolaşık kilitlerle ve saçında bir hilalle meditasyo­na oturur. Parvati onun kız eşidir ve sıklıkla onun sol tarafında oturur­ken tasvir edilir. Boğa erkeğin cinsel potansiyelini temsil eder ve şim­di, Büyük Tanrıça'nın erkek eşinin izleri, Katolik kilisesindeki Bakire Ana'nın hilalin üzerinde oturur pozisyondaki heykelinin ayaklarının altında görülmektedir.

Ayrıca Aziz Nikola (veya Noel Baba, gerçekte bugün bildiğimiz şekliyle putperestlerin eski inancına göre okyanus hayaletlerinin kralı ve deniz tanrısı Nickar), azizlerin büyük tapınağında; denizciler, ço-

42

cuklar, gelinler ve sarraflar için dua ediyordu. Elinde büyük bir ihti­yaç anındaki finansal yardımın temsili üç altın top tutuyordu; günü­müzde bu, tefecilerin amblemidir. 4. yüzyılda Likya'daki Myra'nın piskoposu olarak yaşadığı söylenmektedir. Yapığı mucizelerden biri çeyizleri için paraları olmayan ve fahişelik yapmak üzere olan üç kız kardeşe üç torba altın vermesidir; böylece gelinlerin azizi olmuştur.

***

Elizabeth ve ben dileklerimizi ve dualarımızı çeşitli azizlere sun­duk. Birden Meryem Ana'nın kaç farklı sıfatı olduğu kafama dank et­ti; Guadalupe Kadınımız, Ebedi Yardım Kadınımız, Fatima Kadını­mız, Kader Leydimiz, Siyah Madonna -sıfatları sonsuzdu. Farklı talep­leri ve sorumlulukları kapsayan isimleri çoktu. Bir keresinde yaşlı bir ebenin bana ne söylediğini hatırladım: "Tanrının yalnızca bir annesi, ancak birçok sıfatı vardır." Ortodoks kilisesinin azizlerinin büyük ta­pınağından bile daha büyük olan, modern zamanın azizlerinin kılığı­na bürünerek ışıldayan Büyük Ana'nın birçok eski sıfatının sayısıydı.

Kilise kapısının dışında, kalabalık sokakta Bakire'nin heykelini ta­şıyan karışıklık varken karanlık çökmüştü ve mumlar kalabalığın ara­sında dağıtılmıştı. Yüzlerce titreyen mum, Meryem'in heykeli bir in­san denizinde ve mum ışığı, dudaklardaki dualar ve tanrıçanın hala yaşadığına dair kalplerindeki umutlar denizinde hareket ediyormuş gibi yanıyordu.

Güzel bir gece istirahatinden sonra Elizabeth ve ben, festival etkin­liklerinin ikinci dozu için hazırdık. Kalabalığın içine doğru hareket ederek geleneksel May Pole dansına geldik. Genç kızlar ve erkekler ge­leneksel, renkli kostümlerinin içinde, yavaşça ve düzenli olarak, eril havuzun etrafında dans ediyordu. Bu dans, eski Avrupa' da doğum ri­tüeliydi. Eril havuz, döllemesi ve ekinlerle mahsullere bereket getirme­si için dünyanın dölyatağına sokulmuştu. Bu eril havuz Avrupa'nın ge­leneklerinden bile eskiydi; Hindistan'ın lingam (eril yaratıcı güç) ve yo­ni prensiplerinin ibadetlerinden ödünç alınmıştı.

***

43

Elizabeth ve ben, boğa dövüşlerinin olduğu yerin etrafında, teza­hürat yapan adamı bulmak için kutlama alanına doğru yürüdük. İs­panya, Portekiz ve Meksika' da popüler olan bu spor, eski boğa kurban etme ibadetinin son kalıntısıydı. Birçok eski medeniyet, erkek tanrıla­rın kendilerini bir boğaya çevirebildiğine inanıyordu. Hindu Ölüm Lordu Yama, bir boğa başı giymişti; Şiva bir şekilde Beyaz Boğa Nan­di olmuştu. Yahudilerin Altın Dana Derisi vardı ve Mısırlıların eski tanrısı Osiris Boğa Ayı olmuştu. Öldürülmüş ve kanı vaftiz edilmiş ba­zı boğaların derilerinin bir kralı bir tanrı yapabileceğine inanılıyordu.

***

Geçit töreni başlıyordu. Elizabeth ve ben kendimizi görüşü en iyi olan noktaya konumlandırdık. . Heykeller, kendi kalabalıklarının üze­rinde taşınıyordu, taze çiçeklerle ve temsil ettiği cemaatin adını taşı­yan renkli afişlerle dekore edilmişti. Her kilise cemaati için altı kız var­dı. Hepsi tamamen pahalı, beyaz bir evlilik giysisiyle süslenmişti. Her cemaat, parlak bir taç giymiş bir kraliçe seçmişti ve beyaz evlilik giy­silerinin üzerine güzel kadifeden, ardında yaklaşık sekiz adım bırakan bir pelerin takmışlardı. Bu pelerinler daha çok Eski Dünya nakışlarıy­la, incilerle ve kaderin, iyiliğin ve şarap ve ekmek ayinindeki kadehin altın ya da gümüş nakışlarıyla süslenmişti. Her kraliçenin farklı renk­te bir pelerini vardı. Zamanı, parayı ve her katılımcının kostümüne uyan el işlerini görmek kolaydı.

Her iki kraliçenin arkasında nedimeler vardı. Kadifeden şapkalarla süslenmişlerdi, fakat küçük olanlanndandı. Nedimelerin arkalarında yürüyen küçük kızlar eski kraliyet eğlencelerindeki gibi giyinmişlerdi, 10-13 yaşlan arasındaydılar. Ellerinde tespih tutuyor ve tespihleriyle du­a ediyorlardı; kilisenin tespih grubu diğerlerinin ardından ezbere dua ediyordu. Her topluluğun sonundakiler azizlerdi, kalabalığı taşıyorlardı.

Bunun nasıl göründüğünü tahmin edebilirsiniz, kırk farklı heyke­lin arasında, bir kraliçe, her grupta beş prenses, bu adeta kraliyet geçit alayıydı. Böyle bir şeyi daha önce görmemiştim. Ayrıca Katolik mez­hebinin içerisinde bu şekilde bir sosyal kilise yapısı olduğunu hiç bil­miyordum -bunlar Kutsal Hayalet Topluluğu'nun bireyleriydi.

Bolinas, Kalifoniya' da bir müzeyi ziyaret ettikten birkaç hafta son­ra, kutsal hayalet toplumlarıyla ilgili, Portekizlilerin Kutsal Hayalet Topluluklarını, taçları, elbiseleri ve kraliyet kaftanları içerdiklerini öğ-

44

renmiştim. Dini törenlere yönelik becerilerini tercih etmelerini ve ka­rizmatik güzelliklerini anlamıştım. Her kız törene onların kutsal gücü­nü yönlendiren rahip eşliğinde katıldı.

Gördüğüm bu topluluğun geçit töreni günümüzde kullanılan Hin­du Şakti enerjisine ve onun kadınsı ilahi gücüne örnektir. Gerçek Hı­ristiyanlığın ataerkil yapısı manevi enerjinin en çok kullanılan izlerini ortadan kaldırmıştır. Fakat bunu tarihin derinliklerine gömdüğünde, onun direkt yansıyan ışıltısını görebilirsin.

Şakti, Sanskrit dilinde "kozmik enerji" anlamına geliyor. Tantrik kutsal yazılar bunu tanrıçaların kadın gibi hayatta somutlaşması ola­rak tanımlar. Hıristiyan azizler bunu "Sophia" olarak tanımlarken, İn­cil' deki atasözlerinde "bilgelik" olarak karşılık bulur. Ruhani bilgiye sahip kişilerce "Shikina" kelimesi "zaferin maneviyatı" olarak; Yahu­dilere göre de "Shekina" olarak tanımlanır. Mitolojik Yahudi öğretile­rine göre, Tanrı, Shekina'yla birlik içindeyken, mükemmellik meyda­na gelir. Tevrat veya İncil, Shekina'nın elbisesini sembolize eder.

Tanrıların ve ayinlerin hikayelerine bakarsınız, kolayca kadınsı ma­neviyatın enerjisini oyun sırasında görebilirsiniz. İsa'nın sevgilisi Mary Magdalene' di. Aziz Francis, Azize Clare' den ilham alır. Hindu­izmde, Şiva'nın eşi Parvati'ydi ve Krişna, Radha'ya karşı derin aşk besliyordu. Solomon'un şarkıları, Solomon'un Bathsheba'ya olan aşkı­nı yansıtır. Buda aydınlanma ağacının altında ışıldadığında ve onun sofu tecrübeleri yavaşça onu terk edip zayıflattığında, bu dakikalarda içinde eski terk edişinin yapısını yansıtır. Bu ona kadınsı destek sağla­yan, yemekler sunan bir kadın şeklinde, onu aydınlatıyor olabilir.

Günlük hayatta bu kadınsı enerji fark edilir. Örneğin, "her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır" cümlesi hep söylenir. Sevgiyle bir­likte bir kadını arkasında bulan erkek, dünyayı taşımak için gerekli olan gücü sağlayabilir. Ne yazık ki, çoğu zaman, bilge ve dişil enerji fark edilemiyor ve toplumlarda olumsuz etkiler görebiliyoruz.

Bu güç tanımlandığında ise pozitif etkilerini görebiliyoruz. İrokua kabilesi kendi içinde bu durumu fark etti. Birçok kabile sürekli olarak savaştı, sonra çok acı yaşadı, barış yapmayı seçti. Her kabile, şefini seç­mek için bir kabile annesi atadı. Kadınlar kurulu bilgeliği seçti, çünkü barışı sağlayacak bir şefi seçeceklerine olan yatkınlıklarını, kadınların ailesini ve evlerini korumak gerektiğinden daha fazla koruyacaklarını hissetmişlerdi. Kabile anneleri seçme için güç vermişlerdi ve işini yap­mayan şefi görevden alacaklardı.

45

Amerikan Anayasası'nda formüle edilir, Amerika'yı kuranlar bir­çok düşünceyi İrokua Konfederasyonu'ndan ödünç aldı.

Yönetim kadınsı etkilerin altında olmadan devam ederse, daha çok savaşa ve insanları daha az umursamaya şahit olabiliriz. Ve din kadın etkisi dışında olursa fazla yargılayıcı olabilir, Tanrının kuralları aşksız ve bağışlama duygusu olmadan takip edilir. Çok kişisel olarak, erkek­ler kadınsı enerji yokluğunda, hayatlarında centilmen taraflarından yoksun yaşarlar. Anneler erkek çocuklarına bu kadınsı dayanıklılığı, aşkı, eşleriyle dengeyi ve kadın liderlerden -klan anneleri- erkek yöne­timini öğretebilirler.

Kadınsı güce saygı duyulmadığında, Doğa Ana'nın gelecek nesille­rimize itibar göstermeyeceğini görebileceğiz. Seks bozulur ve aşksız yaşanır. Anneleri, kız kardeşleri, kız çocukları, eşleri göz ardı ederiz. Bunlardan dolayı oluşan yaralarımız, çevremizde, ilişkilerimizde, di­nimizde ve yönetimimizde görülür. Bu kadınlarla erkeklerin karşılaş­ması olayı değil, ikisi arasında denge olayıdır.

Tanrının kadınsı yüzü bakımından seyahatim süresince, birçok ki­liseyi ziyaret ettim, Hıristiyanlığın tarihini ve sembollerini araştırdım, görsel deneyimlerim devam etti. Yerel bir Katolik kilisesini ziyaret et­tim, öğle saatleri boyunca dualarımın içine aktım. İlginç bir şekilde, ki­lisenin içsel mimarisi, çocukluğumdaki mahalle kilisesinin içine nere­deyse tıpatıp benziyordu. Kutsal mimarileri araştırırken, katedraller­deki yay şeklinde ayrıntıların genellikle gizemli bir anlamı olduğunu, Büyük Annemizin rahmini sembolize ettiğini öğrendim. Bir gün kili­sede dizlerimin üzerinde dua ederken, kocaman bir yayın sunağın üzerinde yükseldiğini fark ettim. Yayın her iki tarafında da birer gül şeklinde pencere vardı, kiliseye rahim havası veriyordu.

Gül şeklindeki pencerelerin Bakire Meryem' e adanmış sembolleri vardı, ayrıca Meryem'in "gül" kelimesiyle sayısız adı vardır. Mistik Gül, Kutsal Gül Bahçesi'nin Kraliçesi ve Gül Çelengi gibi. Hindis­tan' da buna ilginç bir şekilde rastlanır, Kutsal Annemizin isimlerin­den biri de Kutsal Gül' dü; sunak onun bedenine benziyordu.

Yay ve gül şeklindeki rahim pencerelerine bakmaktan, gözlerim sunağın etrafında yorulmuştu. Kilisenin kulesi üzerinde sunağa doğru uzanan bir gül olduğunu fark ettim. Bir an için anladım ki, bu kule sunağın kutsal kadınsı­lığıyla birleşen erkekliğin temeliydi. Erkek-kadın arasındaki birleşim asıl ola­rak kilisede şekillenmişti!

Aklım diğer kültlerdeki sembollerin farklı yollarla değiştirilmesi

46

üzerine yarıştı. Planin yerlileri ellerinde, ilaç yapımında kullanılan kutsal pipolar bulundurur. Kırmızı taştan yapılmış pipoların çanak kı­sımları Doğa Ana'yı, kırmızı renkleri de kabilenin atalarını temsil eder. Kutsal piponun sap kısmı erkek yapısını, piponun çanak kısmıy­la sap kısmı birlikte birleşimi temsil eder. Piponun yanması da büyük kutsal gücün taşıdığı kutsallığı yansıtır. Amerika yerli kabilelerinde bu pipolar, Tanrıya ulaşmada kullanılan en güçlü araçlardan biri ola­rak değerlendirilir.

Avrupa paganlarının sihirli sanatlarında, havan ve tokmak tedavi için bitkisel ilaç yapımında kullanılır. İyileştirme duaları ve büyülü sözler, bitkiler ezilirken söylenir. Bu basit objelerin doğasında var olan sembollere baktığımızda, havam kadının rahmi, tokmağı da erkeğin penisi olarak görerek, dualara birlikte katarak, kutsal gücü meydana getirirler.

Hindistan'da bu durum tanrı ve tanrıçaların sembollerinde biraz daha açıktır. Şiva'nın lingamı (eril yaratıcı güç) ve Şakti'nin yonisi tan­rının ve tanrıçaların üreme organlarını temsil eder. Dikkate değer bu cinsel birlik, gücü ve ilahi birliği anlatır. Oysa birçok dinde, sofu dene­yimleri ve kişinin cinselliği inkar etmesi, ilahi güce ulaşmada tercih etiği yollardandır. Birçok ataerkil din yapısında, Tanrının kadınsı yö­nü tamamlanmamış doktrinleri tamamen inkar edilmiş, terk edilmiş­tir.

47

BÖLÜM 7

Engizisyoncuyu Bağışlamak

Hıristiyanlık içindeki içsel arayışım beni ibadet için İtalya' ya götürdü. Roma'ya uçakla gittim ve manastırda kaldım. Orada Assisi'nin izin­den yürüyen, yüce Francis'in kutsal tapınağına ziyarete giden aynı yoldaki insanlarla tanıştım ve dua ettim.

İlk kez Roma' da olduğum için, şehirdeki tarihi yerleri ziyaret et­mek istedim. İlk durağım eski bir kilisenin bahçesi oldu. Kilisenin içi çok güzel olmasına rağmen, gerçek ruhu dışarıda, bahçede bulunan su fıskiyesinde hissettim. Sarmaşıklarla sarılı, küçük bir Madonna ve Ço­cuklar heykeli gözüme çarptı. Akan suyun tatlı sesi, duvar üzerinde büyümüş sarmaşıkların verdiği serinlik ve fıskiyenin kenarına sarıl­mış, Doğa Ana'nın ruhuna doğru açılan kalbim onun üzerindeki sade­likle açığa çıkmıştı. Bu mekan, yolculuğum için ilk dua ettiğim yerdi.

Manastırda odamı iki kadınla paylaşıyordum. Giderek yakınlaşı­yor ve aynı yoldaki yolcular oluyorduk. İlk durağımız Kollezyum' du. Manastıra yürüme mesafesi kadar yakındı. Yolumuz üzerinde Ves­ta'nın tapınağının yanından geçtik. Orada sürekli yanan ateşi anlattım ve tapınak rahibelerinin erdemli bakireler olarak saklandıklarını söy­ledim. Onlar evlenmemek için yemin ediyor ve kafalarını kazıtıyordu. Romalılarda Katolik manastırlardaki rahibeler de benzer yemin eder­ler ve aynı geleneksel yapıdadırlar.

Kollezyum'a gelmeden önce, gladyatörlerin oyunlarında kullanılan aslanların ve diğer hayvanların barınaklarının yıkıntılarından geçtik. Kollezyum' a yaklaştık. Dışarıdaki tur otobüslerinin fotoğraflarının ar-

49

kasından ve birçok çeşit insanın gördüğünün aksine, koca bir anıt olan antik Roma'nın zorluklarla dolu atmosferini hissettim. Düşündüm -çok düşündüm- ve tarihi hissettim. Bu mekanda neler olduğunu his­settim. Başkalarının sadistçe duygularını tatmin için ölen insanları da hissettim. Tanrılarına inançları için şehit düşen Hıristiyanları düşün­düm. Kanla lekelenmiş bu mekanın, zamanın ve hala Kollezyum'un atmosferindeki eterin seviyesini hissedebiliyordum. Dışarıya çıktım, dışarıda olmaktan memnundum.

Eski yerlerdeki yaşanmışlıklara merakım, Kızılderili öğreticilerden zamanında keyifle dinlediğim hikayelere dayanır. Öğrendim ki, bir mekanda yaşananlar mekana kaydolur ve o anki çevre, biri gelip his­sedene kadar orada asılı durur. Ancak fark eden kişi o mekanı arındı­rabilir ve ilahi hukukun çiğnenmesini durdurabilir. Belli yerlerde ken­dimizi rahat veya rahatsız hissetmemiz, orada yaşananların mekanda­ki cisimlere sinmesindendir. Yani güzel görünen bir mekana bu açıyla bakarsanız, tamamen "farklı" bir şey görebilirsiniz.

Sonuç olarak, savaş ve sorunlar sürekli devam edip üst üste tekrar­lanır. Güç içindeki insanlar değişebilir, fakat olaylar değişmez. Görü­nen o ki ruhlar, hala öğrendikleri şiddeti birçok mekana yapıştırır ve dünyadaki üzüntülerini yaşarlar.

Aynı şey, bu dünyada meydana gelmiş pozitif titreşimler için de geçerlidir. Birçok Avrupa Hıristiyan türbesi, pagan tanrıçaların türbe­siydi. Binlerce ve binlerce yıllık ibadet, aynı noktada yer almıştı. Tabii ki, eski tanrıça tapınaklarına paganların, azizlerinin ya da kutsal anne­lerinin kiliseleri olması için isim vermeleri daha kolay oldu. Dua eden­ler yine bu kutsal mekanlardaydılar. Deneyimlediğim en güçlü şeyler­den biri, ibadet yerlerini ziyaret ettiğimde, dizlerimin üstünde dua et­memdir. Orada yüzlerce yıl boyunca dua edenlerin engin güçlerini hissediyordum. Bu mekanlardan birçoğu Tanrıya adanmış "zaman geçitleri" haline gelmişti. Ziyaret ettiğinde ve yakardığında, dualarına çok hızlı cevap verilir, çünkü daha önce dua etmiş insanlar aynı nok­tada halen bulunmaktadır.

Ertesi gün, Roma'nın otobüs sistemini anladıktan sonra, Vatikan'a seyahate çıktık. Otobüs adeta sardalye konservesi gibiydi. İnsanlarda­ki sıcaklık, İtalyan erkek ve kadınları arasındaki küçük bakışlar beni oyaladı. Vatikan'a vardığımızda, uzun süre dışarıda oturarak, Aziz Peter'in cennete giden kanatları _üzerine inşa edilmiş piskoposların ulusal kahramanlık anıtının ihtişamına huşuyla baktım. Vatikan'ın

51

bahçesinde şimdiye kadar gördüğüm en güzel sanat eserlerinin ara­sında yolumuzu belirlemiştik. İçeriye girdiğim anda zamanın ve tari­hin resimlerde, duvara asılmış işlemelerde, taşlarda, el yazmalarında ve heykellerde yaşayıp nefes aldığını hissettim.

Taştan yapılmış Artemis heykeli, ay gibi göğüsleri olan tanrıçalar dikkatimi esir aldı. Artemis'in mitinde, bütün hayvanları doğurduğu­na ve birden çok göğsüyle onlara hayat verdiğine inanılır. Ona Bakire Avcı denirdi. Bazı eski mezhepler ona erkek kurbanlar adar ve adak­larının kafasını kesip tapınağının yakınına bırakırdı. Artemis'in tapı­nağındaki kız çocuklar köpek maskesi giyerdi ve ritüel olarak boynuz­lu Actaeon tanrısını takip ederdi. Bu mitte Actaeon bin bir parçaya ay­rılmış ve birçok antik barbar toplumda, bu türden kurban ölümleri Stag King'in dramlarında oynanmıştır. Eğer bir erkek, tanrıçalarının ritüel havuzunda bulunmazsa, ölüm cezasına çarptırılırdı. Stag King, verdiği kurbanların dünyanın doğurganlığı için olduğuna inanırdı.

Bu dramanın içeriği aynı zamanda diğer antik kültürlerde ve mito­lojik tanrıçalarıyla birlikte Ortadoğu ve Batı' da da vardı. Hieros gamos, ya da kutsal evlilik, yüksek rahibeliğe ve kutsal krala bağlıydı. Kraliçe her zaman kralı seçerdi. Cinsel güç önemli bir durumdu çünkü kral toprakları aşk ve yüksek rahibelikle bir arada tutuyordu. Rahibeler so­mutlaşarak dünyanın tanrıçaları haline geldiler böylece, kral aşk yaşa­yabilir ve sembolik olarak dünyayı dölleyebilirdi. Burada talihsiz du­rum şu; kral genelde bir sonraki sezonun mahsulü için kurban edilir­di. Antik çağda bazı tarikatlar, kraliçenin krala karşı cinsel isteksizliği olduğunda ya da kral seks gücünü kaybettiğinde her yıl toprakların bütünlüğünün korunması için onu kurban ederlerdi.

Mısır hikayelerinde de bundan, kurtarıcı tanrı kurbanlarından Isis ve eşi, Horus içinde dirilen Osiris için bahsedilir. Bu hikayeler eski Eti­yopya, Babil, Girit, Yunanistan, Asur ve Roma' da Sezar zamanında bi­linirdi. Hatta eski İrlanda 'da, topraklarının bütünlüğünü sağlamak için krallar peri Kraliçe Mab'la birlikte olduklarını ve aşk yaşadıkları­nı söylerlerdi. Eğer bir kral kraliçesini kaybederse, krallık çökecekti -kraliyet erkeklerinin şakti enerjilerinin kaybolarak toprakları mahve­deceklerine inanılırdı. Ayrıca bu hikayeler Kral Arthur ve Guinevere efsanelerinde de görülür. Yahudi simsarlar, Yaratıcı Shekina enerjisini kaybederse, şeytani davranışların hayatımıza girdiğine inanırlar. Kra­liçeler toprakları belirlenip şekillendiğinde ve krallar yaratıcı oldu­ğunda, dünyanın verimi yükselirdi.

52

Vatikan'da el yapımı kilimlerin olduğu salona girdim. Kilimler has­sas, çok zengin renklerle süslenmiş altın işlemeli el dokumalarıydı. İsa ve Meryem Ana'nın hayatları bu muhteşem dokumalara resmedilmiş­ti. Aylar önceki ziyaretimde, irfan çiçeği ve ortaçağ Avrupa'sı araştır­masına saplanıp kalmıştım. Çiçekler ve doğa gibi, bu halılarda da fon­daki özelliklerin sembolik anlamları benimle fısıltıyla konuşuyordu. Antik çağın tanrıçasının sembolleri kolaylıkla parlıyor ve anlaşılıyor­du.

Kapı girişinde bir çeşit el dokuma halı asılıydı. Üzerine üç arı do­kunmuştu; bu üç arı motifi eski çağdaki tanrıçaların yeniden dirilişini sembolize ediyordu. Arının kendisi de Büyük Tanrıça'yı sembolize ediyordu. Bu arı sembolü tanrıçanın sihirli üremesini, ölümü ve yeni­den dirilme ayinini yansıtıyordu. Kraliçe arı birleşmeden sonra erkek arıyı öldürür; arı söylencesine göre, tanrıça kendi hayatını kutsal arı merheminin yapılacağı süre boyunca garanti altına alır, eski krallarına "vaftiz kişi" adı verilir. Ayrıca, bal cesetleri mumyalamak için kullanı­lan sıvılardan biridir ve ballı kekler Afrodit'in sunağına atlanırdı.

Daha önce elimde olan el dokuması bir halıda, kurban edilen bir kral dokunarak sembolize ediliyordu. Eski çağlardaki mitler bu gün­lerde akmaktadır -İsa'nın hikayesi açıkça bellidir.

İple dokunmuş çiçek sembolleri de vardır; örneğin, leydimizin göz­yaşları olarak bilinen zambak vadisi dokuması gibi. Antik çağda çiçek bilimi aşk, mutluluk ve ruhun yücelmesi anlamına gelirdi. Ortaçağ sü­resince ve Rönesans döneminde, pagan tanrıçaları tarafından Mer­yem' e çiçekler adanmış, altı yüzden fazla bitki bu süre içinde ona ithaf edilmiştir. Bu çiçeklerin olduğu yerler genelde "bizim leydimizin" ad­resini verir. Leydimizin bitkilerinden biri de aslanpençesidir (Alche­milla vulgaris) ve ortaçağ kimyagerlerinin filozof taşı yapmak için kul­landığı karışımın içeriğinde vardı. Leydimizin yoğurtotu da İsa' nın doğum sahnesinde yatağını hazırlamakta kullanılırdı.

Ressamlar ve el sanatları ustaları bu bitki sembollerini sanat eserle­rinde, gizli anlamlar yükleyerek kullandılar. O gün gördüğüm güller­le dolu el dokuması halılardan birine hemen vurulmuştum: Bir kadın dizlerinin üzerinde İsa tarafından kutsanıyordu. Göz kamaştıran kır­mızı kaftanı ve kırmızı güllen elinde tutuyordu. Güller Meryem Ana'yla her zaman ilişki içindeydi, ama Hıristiyanlıktan önce Ve­nüs'ün rozeti, antik Roma' da fahişeliğin işaretiydi. Kırmızı güller tan­rıçaların cinsellik gizemlerini, beyaz güller ise bekaret durumunu yan-

53

sıtmaktadır. Hıristiyanlık bu sembolleri kabullenmişti, ama artık kır­mızı gül Meryem'in acısını, beyaz gül saflığı temsil diyordu. Vati­kan'ın el dokuması halılarının yanındaki sıralara oturduğumda, do­kunmuş çiçeklerin arasında tanrıların korkularını yaşadım.

Bugünlerde Katolik bölgelerinde, Meryem'in hükümdarlığıyla en güzel ritüellerden biri mayıs ayında halen uygulanıp korunmaktadır. Bu ritüelin derin kökleri Roma dönemine dayanır: Mayıs ayında kut­lanan Tanrıça Flora'nın hükümdarlığıdır. Aynı kostümleri Avrupa pa­ganlarında da görmekteyiz: Mayıs ayı boyunca, erkeklik havuzu etra­fında Kraliçe Meryem' in hükümdarlığı kutlanır. Oldukça ilginç bir şe­kilde, hatta eski çağlarda, kırmızı güllerden çelenkler kutsal birleşme­yi temsil ederken, küçük taç şeklinde güller eril yaratıcı gücün erkek­si tarafını sarmaktaydı.

Özenle hazırlanmış porselenden elle boyanmış, her çeşit çiçekle ör­tülmüş, dua eden heykellere bakıyordum. Ortaları cennette olduğu varsayılan Meryem için kırmızıya boyanmıştı. Kutsal Meryem anne­mizin din tarihindeki önemini düşünüp taşındım. Avrupa paganları­nı ataerkil etki altına girdiğinde, Meryem büyük tanrıça kültüründen gelen kalıntıları elinde tutuyordu. Ardından, Hıristiyanlık reforma uğradığında, Tanrının kadınsı yönü kilisenin doktrinlerinden ayrıldı. Tanrıçanın bazı yönleri inkar edilmişti, ama birçok insanın kalbinde halen yaşıyordu ve yer tutuyordu. Tanrıçanın sevgisini çocukları unutmamıştı; şekli değişmişti ama onun varlığı kutsal Meryem Anne­mizle yaşıyordu.

Vatikan'ın koridorlarına indikçe, kilisenin şehitlerinin acısı, gide­rek benim acılarıma dönüştü, resimde de aynı şekilde anlatılıyordu. Tahminimce elle yapılan işkencelerle Kollezyum'un içi Hıristiyan ka­nıyla dolmuştu. Pagan kurallarının uygulandığı zamanlarda, Hıristi­yanlara zulüm ediliyordu. Ama zaman değişti, Avrupa Hıristiyanlığı seçti, engizisyonun güçlü koluyla binlerce pagana veya kilise doktrin­lerini inkar edenlere işkence edildi. Aynı kanlı hatalar meydana geldi; gücün yapısı basit bir şekilde el değiştirdi.

Katolik kiliselerinin engizisyonları tarihin en karanlık noktalarıdır. Pan gibi, eski dinlerin doğa tanrı ve tanrıçaları, kilisenin propaganda­ları boyunca şeytan şekline bürünür. Ağza alınmayacak işkenceler, kurbanlara hiç söz hakkı verilmeden uygulanmıştır. Kadınlar, erkek­ler ve gençler yakıldı, merhamet duymadan yargılandılar. Bu sadece bir dinin onun doktrinlerine inanmayan insanlar üzerine uyguladığı

54

güç değil, aynı zamanda çok kazançlı bir yoldur. Hükümlü sapkınlar, topraklarını ve varlıklarını terk edip gidebilir ve elde edilenler kilise­ler arasında ve sivil mahkemelere paylaştırıldı. Engizisyonun kurban­ları ve sonradan da Protestanlar beş yüzyıldan fazla cadı avıyla çarmı­ha gerildiler. Kilisenin yapısı hakkında konuşan kişiler kendilerini en­gizisyonda işkence çemberinde bulurdu ve genelde de yakılırdı. Ka­dınlara genelde tecavüz ediyor ve dillerini kesiyor, ardından yanan kazıklara götürüyorlardı. Götürüldükleri yeri söyleyemiyorlardı. Bü­tün şehrin insanları işkence görüyor ve cadı ya da kafir diye yakılıyor­du. Acımasızlık ve acı çekmek bana İsa'nın bir sözünü hatırlattı: "Bir­çok acı adımı hatırlatmak içindir." Bunu sadece kilisenin şe�itleri için değil, aynı zamanda kilisenin kararları yüzünden ölenler için söyledi­ğini hissettim.

Aklım birkaç yıl önce bakire Fatima annemizin heykelini hafızam­dan sıyırdı. Portekiz' den getirilmiş Fatima heykeli dua ediyordu. Ka­dınların tespih grubunun özelliğiydi: Evden eve geçer, birçok kişinin dualarını ve yalvarışlarını bahşederlerdi. Bana geldiğinde, bir güç ta­rafından tutulmuş olmama şaşırmıştım.

Yatak odama bir sunak hazırladım. Sadece 24 saat onunla birlik­teydim. Bu zaman çerçevesinde, kadınlar evlerinde gözleriyle görme­ye başladılar. Bir kadının göğüs kanseri, başka birinin beyin tümörü vardı ve doktora giderek bunu doğrulatmayı düşünüyordu; üçüncü bir kadının da. Yatak odama geldiler, yere oturdular ve sadece göz­yaşı dökerek kutsal objeden yardım istediler. Şefkat ve arınma bu kutsal objeden adamakıllı bir şekilde sızıyordu. Kutsal Annemizin varlığının enerjisinin bir kapı boyunca bize oluk gibi aktığını hisset­tim.

Vahiy durumuna geçtiğimde, heykelin önünde oturuyordum. Cennetten gelen külleri görmeye başladım. Etraftaki çok fazla kül sunağın etrafını sar­mıştı ve Kutsal Annemiz oldukça mutsuzdu. Hatırladığım kadarıyla bu kül­ler yıllarca engizisyon mahkemesinde yakılanların ruhlarının külleriydi. Arınma ve anlayış için dua ettim. Arınma sırasında Fatima heykeli ora­daydı, tespih grubuna doğru çevirdim onu.

Bu tecrübeyi yaşadığım günlerde, arkadaşlarım tarafından bir pa­gan kutlaması olan Cadılar Bayramı ya da Wiccan dinine göre "sam­hain sabbat" a davet edildim. "Wicca" eski pagan geleneklerinden ka­lıntıdır. Bu şeytana tapan bazı mezheplerden değil, bir grup insanın doğanın maneviyatıyla onurlanması, doğanın tanrı ve tanrıçalarının

55

bilgeliğini geliştirmesidir. "Wicca" eski İngiliz dilinde "wic" kelime­sinden gelmektedir. "Wic" bitki aleminde doğan ve sezon içinde aza­lan hayat gücü olarak bilinir. Wiccan tatilleri doğanın dönüm zaman­larında kutlanır. Samhain ise pagan takviminde yer alan büyük, kut­sal bir gündür. Tıpkı bütün azizlerin günleri gibi, Cadılar Bayra­mı'ndan bir sonraki gün de Hıristiyanlık için kutsaldır. Samhain ölüm günüdür, bu daha önce ölen akraba ve tanıdıkların için onur duyma zamanıdır. Dünyalar arasındaki örtüden bir ayrılma zamanıdır. Bun­lar ölülerle, görülmeyen şeylerle kolayca bağlantıya geçebilmek için verilmiş hediyedir. Bazılarının ataları onurlanır, diğer taraftan ise aç olan ruhlar beslenir.

Bu durum Katolik mezhebindeki çocuk eğitimine uzak değildir. Birçok zaman annem kandiller yakarak ölen insanlar, çoğunlukla ya­kınlarımız için dua etmemi hatırlatırdı. Bu bende güçlü, dayanıklı bir tesir bıraktı ve nasıl böyle olduğumu açıklamaktaydı.

San Francisco' da modern zaman paganlarının yıllık kutlamaları için toplandıkları bir uçak hangarının dışındaydım. Çok uzun bir kuy­rukta bekledikten sonra, sonunda kutlama alanına ulaşmıştık. Binanın köşelerine dört tane sunak dikilmişti. Her sunak doğanın elementleri olan ateş, toprak, hava ve suyu temsil etmekteydi. Herkes farklı bir su­nağa doğru gitti, kandilini yaktı, dileklerini tuttu, dualarını etti. Bin­lerce insan bu ayin için toplanmıştı. Kadınların, erkeklerden daha faz­la olduğunu saydım. Yüksek kademedeki rahibelerin büyük tanrıçala­rına ve onun onurlu konseyine dua ettikleri bir aşamada ayin başladı. Tan:rıçaları ve onurlu tanrıları gibi giyinmiş katılımcılar meydana çık­tılar ve ortaya doğru yürümeye başladılar. Her elemente dua ettikleri sırada, özel kıyafetlilerin bir kısmı kalabalığa doğru dans ederek iler­liyordu. Çok güzel organize edilmiş bir açık hava gösterisiydi, ama be­nim için içsel gerçeklik olmuştu. İnsan yığınının arasında soğuk bir taşta oturdum. Gözlerimi kapadım ve meditasyon yapmaya başladım. Ruhum zaman tünelinde seyahate başladı, gittiği yer geçmiş, şimdiki zaman ve geleceğin birlikte yaşandığı, bazen gittiğim bir yerdi. Daha önce seninle olan geçmişteki ruhların yaşadığını kolayca görebileceğin bir yerdi. (Birçok dinde reenkarnasyona inanılır, ruh birçok hayata ak­lın sonsuz olduğunu gösterir, eninde sonunda bilgelik kazanmak için çakan bir kıvılcım gibi girer.)

Yani, buradayım, okuduğum ruhlar önümdeydi, bunlar meditas­yonda gördüklerimdi. Toplantıdaki insanları düşünüyordum. Nasıl

56

oluyordu da her zaman kadınlar bir araya geldiğinde çocuklarla ilgili konuşuyordu. Benim ruh seviyesinin derinlerinde yer alan algımın dı­şında, aynı şekilde hissediyordum.

Salem kızları diye adlandırdığım küçük bir grup gördüm. Siyah, kırmızı kadife elbise, beyaz çizgili çoraplı ve hoş gümüş renkli, siyah ayakkabı giymiş genç bir kadın gördüm. Eğer küçük beyaz hacı şapkası giymiş olsaydı, sadece Salem sokaklarından kaçıyor gibi görünürdü. Tarihten gelen bir dönem ola­rak bütün gruplar onu sarmıştı. Başka bir gruptakiler ağır bir şekilde yana­rak zulmedilmiş Avrupa Çingeneleri gibi giyinmişler; kadınlar siyah poşetle­rinde kristal top taşıyor gibiydiler ve avucunun içinden geçecekler ve gelece­ğini tahmin edecek gibiydiler. Başka bir grup ise Yunanistan' dan çekinmeden gelmişti ve ruhlarının gömülü olduğu eski Yunanistan' da bilgi taşı olarak bi­linen taşı bulunduruyorlardı. Her grupta, yaşadıkları işkenceyle hayatlarının son bulmasını görebiliyordum. Ve ilerleyen hayatlarında vazgeçtikleri za­man, bir kere daha başka bedenlerde hayat buldular.

***

Vatikan'daki sanat eserleri ruhumun belleğine dikili bir direkte yanmış olduğunu hatırlattı. Hayatımda geçmişte yaşadığım tekrarla­yan bazı olaylar, bilincimde uyanmaların başlaması gibiydi.

Bu hayat süresince, kendi engizisyoncumla da tanıştım. Birçok geç­mişten bu zamana meydana gelmiş şartlar tekrarlanır, farklı olarak, eski aynı hikayelerin olması için teşebbüs edilir. Onunla birlikte birçok arınmaya girmiş olmama rağmen, tamamen kurban olmadan önce ço­ğu defa ondan kurtulmayı planladım. Bu adamın yaptıklarını affede­bilmek için çok uzun zaman harcamıştım, bu nedenle ondan nefret ediyordum. Bir gün sonra telefonda vasiyet tartışmasının içerisindey­ken, içimden küçük bir ses "ona olan nefretini ahrete götürmek ister misin?" diye sordu. Daha sonra şafak sökmeye başladı. Direkte yandı­ğımda ona küfür ettiğimi hatırladım ve bu onunla bağlantıya geçebi­leceğim tek yoldu, çünkü onu hiç affetmeyecektim. Ruhunda beni kancalayarak hapsetmişti. Bunu hatırladıktan sonra, onu gerçekten af­fetmek için dua ettim ve bunu sekiz boyunca her gün yaptım. En baş­ta, onu anlamıyordum, sonra yaptığım çalışmalarla, gerçekten nefret duygusunu uzaklaştırdım ve bağışlama duygusunu kanıtladım. Bir sonraki sefer onu gördüğümde, bütün nefret dolu duygularımın akıp gittiğini hissettim. Adam bana oldukça arkadaşça yollarla davranıyor-

57

du. Sadece sessizce oturdum, ne bildiğimi veya ne yaptığımı hiç anlat­madım. Bu güç bağışlama duygusunun sihridir.

Bu affetme gücü bazı pagan gruplarında yangın zamanlarında ya­nan bir ruhun hafızasıyla bağlantıya geçmemde yarar sağladı. Birçok kişinin hala kızgınlığı ve küskünlüğü içinde taşıdığını fark ettim. Bir gün bir ruhla bağdaştığımda, oraya geleceğime ve geçmiş zamanda onların hayatlarında yer alan kişilerin barışı bulacaklarına inanıyo­rum. Tecrübelerime dayanarak söyleyebilirim ki, tek bir düşünceyle bir önceki engizisyoncu ruhumun kanca gibi takılıp kalması bağışla­ma duygusu olmadan kendini hapseder. Her ne kadar tohum varsa kendi karmasını oluşturmak için ekmiştir, fakat kızgınlığımı serbest bırakabildiğimde onu bu hayatımda ve bu hayatımdan önce serbest bıraktım. Hayatımda görünmediğinde benim dersim tamamlanmış olacaktır. İki ruh arasındaki kızgınlık ve küskünlük, bir hayat boyun­ca ruhların serbest kalacağı diğer bir derse kadar, ruhlar birbirlerinden ayrılana kadar ruhları tutan siyah kancalara benzer. Bu tarihsel kar­madan özür değildir, ama bu bir karmik duygu içinde yer alan büyük resmi bize verir.

***

Vatikan'a döndüğümde ilk iş, Sistine Mabedi'ne gittim. Yüksek sesle konuşan birini bir başkası, kutsal bir yerde olduğumuzu hatırla­tarak uyarıyor ve sessiz olmasını istiyordu. Marlene'le birlikte, kalaba­lığın arasından geçerek şapelin merkezine ilerledim ve sessizce tavanı işaret ettim. Tam da orada, tam üzerimizdeydi; Michelangelo'nun ün­lü tablosu, Tanrının eliyle Adem'in ellerinin birbirlerine uzanmış re­simleri. Yaratılışın tam ortasındaydık.

Yalnız kalıp dinlenmeye ihtiyacım olduğunu hissediyordum. An­cak, bu turist kalabalığının içinde oturacak bir yer bulabilmek başlı ba­şına bir mucize olacaktı. Birkaç dakika sonra, mabedin arka tarafında bir yer gördüm ve gidip soğuk gri bir mermer bloka oturdum. Karşım­da, İsa'nın üzerinde olduğu, tahta bir haçın sallandığı esas mihrap du­ruyordu. Haçın ardında Michelangelo'nun "Cehennem" tablosu du­ruyordu. Tabloda, cehennem ve arafın ardında İsa, Meryem, azizler ve meleklerin bir arada bulunduğu cennet yükseliyordu. Gözlerim res­min alt kısmına kaydı ve resirr. sayesinde gördüğüm insanlığın çekti­ği acı, ruhumu sarstı. Acı çeken İsa, çarmıhın üzerinde öylesine salla-

58

nıyordu ve ben kendimi bir anda, mabedin o karanlık ve soğuk köşe­sinde, durdurulamaz biçimde ağlarken buldum. Vatikan koridorların­da tüm gördüklerim ve vahiylerim tamamen etkili olmuştu. Orada oturmuş ağlarken, İsa'nın çarmıhın üzerinden "beni buradan kurtar!" diye bana seslendiğini duydum. Tüm varlığımla sarsıldım. Ayağa kalktım, mabe­din zenginliği ve güzelliği içinde yürürken geri döndüm ve tahtalardan oluş­muş bir bölmenin içinden çarmıhta görünen İsa' ya baktım. Ona bakarken, gö­rüntümü bölen o ahşap bölme, bir parmaklık gibi göründü. İsa da parmaklık­ların ardındaydı sanki.

***

Vatikan'ın koridorlarında yürümeye devam ettim, cam fanusların içinde sergilenen ve "monstrans" (obje, biblo) da denen, özenle yapıl­mış, altın Ökarist kulplarına baktım. Bu kutsal objelerin tarihlerini in­celedim, 1500 ila 1600 yıllarını kapsadıklarını gördüm. Ve fark ettim ki, Yeni Dünya' dan getirilen altın asıl buydu. Kendi kendime, "bu ha­zineyi Avrupa'ya geri getirmek için kaç yerlinin kanı döküldü acaba?" diye sordum. Yine, bir vizyonla İsa, gözlerimin önündeydi.

Son Akşam Yemeği sofrasında İsa'yı gördüm. İsa'nın kendi kanı, masa bo­yunca akıyordu . Ve sonra, Hıristiyan şehitlerinin kanlarını gördüm. Ama bu görüntüyü boyayan sadece Hıristiyanların kanı değildi, engizisyon şehitleri­nin de kanları vardı . Ve soykırıma uğrayan Amerikan yerlilerinin kanıydı. Vizyonumda kan gövdeyi götürüyordu. İsa tüm ayrılıkların ve acıların üze­rine ağlıyordu .

"Bağışlama", İsa'nın çarmıhta söylediği son sözcüktü. İsa'nın yaşa­mı, tam bir merhamet ve bağışlayıcılık dersiydi. Onun hayatı, geçmi­şimizi affedebilmek için yol göstericimiz olmalı. En büyük özgürlük, tamamen affetmek ve duygudan kurtulabilmektir. Kendinizi ve düş­manlarınızı Tanrıya teslim etmektir. Yargılama, nefret ve görmezden gelmek; ülkeler, kültürler, dinler ve ırklar arasındaki duvarları inşa eden duygulardır. Hepimiz İsa'nın sofrasında bedenine katılmaya da­vetliyiz. Hepimiz onun bedeninden birer parçayız. Dogmaların ve doktrinlerin ötesindeki İsa'nın ruhu, asla kanıtlanmaya ihtiyaç duy­maz çünkü her bireyin kendi yüreğindedir. İsa'nın öğretileri büyük bir güçle korunmasına rağmen, yasalar ve insanlar çoğunlukla bu öğ­retilere karşı çıkmışlardır. İsa "Tanrım, onları, ne yaptıklarını bilme­dikleri için affet" der. İsa için yapılmış fedakarlık inanılmazdı. Şehit

59

olmuş azizlerin, Amerikan yerlilerinin ve ateşlerde yakılan inanların kanları Yeni Dünya düzenine akmıştı. Hepimiz İsa'nın bedenleriyiz; bağışlayıcılık, buna ihtiyacı olan kalplerde aksın ve ihtiyacı olanlar af­folunsun. Sadece bu, herkesi, nesiller boyu sürmüş günahlardan öz­gürleştirebilir. Kilise kendi öğretilerini reddeden bir kurum olmuştu.

Göreceğimi görmüştüm. Bedenim titriyordu ve Vatikan'dan bir an önce ayrılmak istiyordum. Kapıdan çıktım ve derin, temiz bir nefes alıp kendime gelmeye çalıştım.

60

BÖLÜM 8

Aziz Francis'in Adımları

Ertesi gün grubumuzla birlikte tren yoluyla kuzey İtalya dağlarında bulunan manastırdan ayrıldık. Manastırdan ayrılırken, büyük şehir dışında olmaktan oldukça memnundum. Ekim ayıydı ve ağaçlar deği­şiyor, ateş rengindeki yapraklar dağın eteklerine yapışıyordu. Ovanın eteklerine manastırın meyve bahçesinden bakıyordum. Derme çatma şarap mahzenleri beni çekiyordu ve oraya doğru yürüyüp biraz temiz hava almak istedim.

Küçük bir yolu takip ederek küçük bir dereye vardım. Zengin yo­sun kokusu beynimi doldurdu. Şelale sesi ve yol beni çağırdı; toprak üzerindeki kır çiçekleri saygıyla yavaşça eğildi ve benimle konuştu. Vahşi siklamenleri, yabani kekikleri avucumun içine aldım ve güneşe doğru oturdum. Güneş ışığı cennetten süzülerek geliyordu. Sessizce otururken çiçeklerin tatlılık veren aromasını elimde hissettim, kokula­rını içime çektim. Aziz Francis'in ruhu bana dokundu ve şu sözleri duydum: Dünyanın tohumlarının ve sırlarnını gümüşten ve altından fazla değeri vardır. Bu ifade benim gerçeğimdi ve avucumun içindeki kır çi­çeklerinde yatıyordu. Manastırda bana bir oda verilmişti. Geleneksel Fransisken tarzında basit bir hücreydi. Bahçe manzaralıydı. Bahçede Assisi'ye hac yolculuğu için gelen birçok insan bir araya toplanmış ve gruba katılmıştı. Aziz Francis'in daha önce dua ettiği ve yaşadığı yer­lere doğru bir hac yolculuğu sessizlik içinde yapılacaktı .

. Sabah ve akşam dualarında toplandık ve birlikte yemek yedik; ilk sabah tespih çekmek için grup bir araya geldi. Grubun çoğunluğu Al-

61

man olmakla birlikte, Fransızlar ve üç Amerikalı için bir Alman çevir­men gerekliydi.

Grubun ortasında, Meryem Ana ve İsa resimleriyle süslenmiş gül­lerle doldurulmuş bir sunak inşa edilmişti. Herkes tespih gibi kişisel objelerini, Azize Clare ve Aziz Francis resimlerini ortaya bıraktı. Suna­ğın bir kısmına da sevdikleri insanların fotoğraflarını yerleştirdik. Tes­pihlerimizi aldık ve sunağın çevresinde tur atmaya başladık. Herkes kendi dili olan Almanca, Fransızca, İtalyanca, İngilizce, İsveç dillerin­de Meryem Ana'ya dua ederken, enfes bir uluslararası cümbüş yaşa­nıyordu. Bütün dillerde söylenen bu dualar bana ilk gördüğüm tespih rüyasını hatırlattı. Sanki melek kanatları takmışçasına bütün iyi niyet­leri üzerime topluyor gibiydim. Hac yolunda ilk durak kutsal Greccio oldu. Burası, bir İtalyan köyü üzerinde, uçurumun kenarında duran bir manastırdı. İsa'nın doğumundan sonra ün kazanmaya başlamıştı. Konut gibi döşenmiş küçük bir mağaraya girdiğimizde sunağın üs­tünde göğsü açık Bakire Anne ve beslenen Kutsal Çocuk ayakta duru­yordu. Aziz Francis'in tablosunun arkasında Kutsal Çocuk elinde bir çan tutuyordu.

Greccio' da yılbaşında beşik geleneği, yaklaşık sekiz yüz yıl önce Aziz Francis tarafından başlatılmıştı. Noel yaklaşırken, Francis'in aziz makamına ulaşmasının bu özel günde olması istenmişti. Fakat yoksul­luk yemini ettiği için, gerekli olan tüm malzemelerin temininde John Veltia isimli bir adamı tutmuş, kutlamalarda gerekli olanları sağlamak ve hayvanları kutsamak için de yemlik görevlerini ona vermişti. O aziz için tedarik edilmesi gerekenleri elde ediyordu.

Aziz Francis doğumu kutladı, yemliğin içinde görünen Mesih Ço­cuğu; Francis'in elinde tuttuğu yeni doğmuş bebeği insanlar gördü. Takip eden keşişler, yemlik içinde korunmuş kutsal samanı katır ve diğer hayvanları iyileştirmek için kullanmıştı. Bu mucizeden sonra, İtalya, Fransa ve Almanya' da bu, geleneksel bir ibadet haline geldi. Ustalar, bütün bir yıl boyunca Kutsal Aile'nin oymalarıyla zaman ge­çirir, kiliselerin şekillenmesinde büyük rol alır ve Noel Yatağı ile İsa'nın görüntüsünü meydana getirirler. Yaz gündönümü sırasında Aziz John'un günlerinde, usta herbalistler bitki ve otları toplar -bu ot­lar beşik otları ya da kutsal otlar olarak bilinir ve Kutsal Çocuk beşiği­nin içine yerleştirilmiş çok güzel bitkilerdir.

Türbenin yanında daha önce inşa edilmiş kiliseyi ve duvarlarında­ki muhteşem oymaları görünce çok şaşırdım. Sunağın üstünde bulu-

63

nan Bakire Anne'nin heykeli beni en çok etkileyen güzelliklerdendi: Mavi jant içine gömülü altın lilyumlarla çevrili altın bir halo ile Ana'nın beyaz porselen görüntüsü açık bir vajinaya benziyordu. Bu sunak harikaydı! Bu kutsal tapınak, doğumun kutsallığını ve içimiz­deki çocuğun tedavisini öğretiyordu.

Gece inmeden önce bu kutsal tapınakta, bilinçaltımın derinliklerin­de acılar içinde bir çocuk çıktı. Şimdi, benim yaptığım gibi Kutsal Ço­cuk' un- mihrabında diz çöktü ve bir anda sular altında kaldı. Mesih Ço­cuk' un görüntüsü, içimdeki çocuğun tedavisinde güçlü ve faydalı ol­muştu.

Bir sonraki ziyaret ettiğimiz türbe dağdaydı, Aziz Francis'in hasta olduğu zaman iyileşmek için gittiği yerdi. Dolambaçlı bir yolu aştık­tan sonra mağara içinde konut gibi bir tapınağa geldik. Ağaçların dal­larıyla sarılı Meryem Ana türbesi, doğadaki güzelliklere güzellik katı­yordu. Taştan yapılmış küçük şapel dağın tepesine oturmuştu. Fran­cis'in hasta yatağı türbenin yanında küçük bir odada yer alıyordu. Su­nağın yanına diz çöktüm, eski ve bildiğim bir his üzerimdeydi; vizyo­na daldım.

Bir şövalye sunağın yanında duruyordu. Zincirden bir zırh giymişti ve al­tında, siyah-kırmızı bir gömleği vardı. Siyah saçlı ve siyah sakallıydı; kask takmıştı ve kılıcı kınındaydı. O, bu şapelin koruyucusuydu.

Ayağa kalktım ve Francis' in hasta yatağının olduğu pencereye doğru git­tim. Francis'in ruhunun konuşmasını duydum. "Ben acı çekerken bile Tan­rının yanındaydım. Kim acı çekiyorsa Tanrıyla birliktedir, bunu öğret onla­ra."

Sessizce, Francis ve kardeşi keşişlerin mağarasına gidebilmek için yolumu belirledim. Biri dışında bazı mağaralar, ziyaretçilerin içeriye girmesiyle otomatik olarak aydınlanıyordu. Burası soğuk ve karanlık­tı, fakat sunağın olduğu yerde daha önce olduğu gibi loş bir ışık görü­yordum. Ellerimi soğuk taşa koydum ve duydum: "Ruhların tüm ka­ranlığı için, sana aydınlatacak ve anlayacak güçlerimi vereceğim ve ışığımla aydınlatacağım." Gözlerimin kenarlarından gelen ışığın parıltısını görüyor­dum. Işığı elime aldım ve avuçlarımda küçük bir kristal taş vardı.

Mağaradan ayrıldım ve diğerlerine katıldım. Ateşte yabani kestane pişiriyorlardı. Onlardan doyasıya yedim ve gün tamamlanmıştı.

Hac yolundaki diğer durağımız, Aziz Francis'in melekleri gördüğü tapınaktı. Bu melekler, Francis derin bir ibadet içindeyken görünmüş­tü.

64

Genç yaşlarda, Francis'in hayatı rahat ve tasasızdı. Francis kadınla­ra her zaman çekici gelmişti, onun için orta.çağ playboy'u denilebilir­di. Daha sonra savaşa gitti, orada esir düştü ve hapse atıldı. Serbest bı­rakıldıktan sonra ağır bir hastalığı atlattı, hayata bakış açısı değişti.

Assisi' de zengin bir tüccar aileden gelmişti ve ilk yaşadığı sezgisel durum, etrafında yaşayan yoksul insanların hayatını anlamasını sağ­ladı. Gözleri giderek açılıyor ve giderek Tanrının kutsallığını cismani bir dünyada görebiliymdu. Bu Tanrının birliğini aramaya itmişti onu.

Kutsal mekanda toplandık, burası Francis'in meleklerden mesaj al­dığı yerdi; onun günahları burada ilahi şefaat sayesinde affedilmişti. Hıristiyanlıkta "günah" kelimesi suçluluk ve sonsuz lanet düşüncesi anlamındadır fakat orijinal anlamı olan "okçuluk"tan gelir. Bir okçu tam öküzün gözünün merkezini hedefleyip kaçırdığında, ona bunun "günah" olduğu söylenir. Bu nedenle bir "merkez" kaçırıldığında gü-nah vardır.

·

İlahi bağışlayıcılık, girmekte olduğumuz bu kutsal yerin temeliydi. Mihraba giden yolun altındaki bölge, grup liderinin söylediğine göre, insanın kendisi ve hayatındakiler için dua edebileceği ve merhamet is­teyeceği yerdi.

Bu bana önemli bir şey olarak görünüyordu, çünkü kendimde ve diğerlerinde gördüğüm üzre, insanların ve ailemizdekilerin görünüş­leri nesilden nesle genetik motif üzerinden aktarılmaktadır. Bazı özel­likler sonradan yetenek olarak bahşedilmiştir, bazıları da kötü, nega­tif düşünceler ve alışkanlıklardır. Ruh, fiziksel araçlarla cisimlendiğin­de, ete büründüğünde bu et parçası kan ve kemikle birlikte bir bütün oluşturur ve bu bütün ataların geçmişlerinde yaşamış ve DNA'yla ta­şınmış olur.

Kızılderililer geleneksel olarak atalarına dua ederler -yedi geçmiş soyları ve gelecek yedi soyları için. Modern psikiyatrlar hastalara yar­dım etmek için onların genetik geçmişini ve çocukluklarını öğrenirler ve sık sık hastaların ancak kendilerinin genel özelliklerine odaklanan eski programlar tıkanıp kalır. Kendi yolculuğumda, psikolojik anlayı­şımın gerekli kalıpları kırmak için ne denli önemli olduğunu anladım, ama bütünlüklü bir arınma ancak ilahi güç sayesinde olabilirdi.

Benim genetik olarak ilginç bir geçmişim var: Farklı babalardan üç çocuk annesi olduğum için gurur duyuyorum. Çocukluğumda bana acı veren, bir daha görmek istemediğim birçok aile yapısına şahit ol­dum. Zaman zaman, istemediğim ve temizlenmesi için dua ettiğim ge-

65

netik motifleri silmek istedim ve şimdi, burada, bu türbe aileme mü­kemmel dualar etmek için bir yer oldu. Bu hayatım için planlanmış gi­biydi.

Kuvars kristal ve ametist tespihimle zırhlandım, dağa doğru yürü­yüş yapmak için hazırdım. Transa geçtim, dualarıma başladım, büyü­kannemi ve büyükbabamı hissettim. Meryem Ana'yı tekrarladım ve her duadan sonra, büyükannelerim ve büyükbabalarımı yüreğimin mihraplarına çıkardım. Hayatlarında yaptıkları hataların ve günahla­rın affedilmesini istedim. Büyük büyükannemin yanımda yürüdüğü­nü hissedebiliyordum.

Kendi ailemin hattı üzerinden gittim, ilk olarak, en büyük oğlumun babasına odaklandım. Dualar etmeye başladım ve oğlum genetik mo­tiflerinde olan sorunlara yoğunlaştım. Bu işlemi, bütün çocuklarımın soyları için tekrarladım; anne, baba, büyükanne ve büyükbabalarıma, hatta büyük büyük ailelerime dualarımı bahşettim.

Genetik yükü giderek dikleşen yolda taşırken bir tonluk tuğla gibi hissediyordum. Dualarım durmadı, fakat ailemin hatları için derin sevgiler yaşadım. Dağın zirvesine ulaştığımda, hem fiziksel hem de ruhsal olarak bitkin düşmüştüm. Küçük bir taş türbe içine girdim ve sessizce oturdum. Bu kutsal yerde, dualarımı biriktirdim ve ailemi on­larla kutsadım. Sanki çantamda kocaman taşlar taşıyor gibi hissedi­yordum ve dualarım bana giderek güç veriyor, ağırlığım giderek ha­fifliyordu. Benden önce, 800 yıl önce yaşanmış gelenekleri ve edilen duaları hissedebiliyordum. Bu daha önce de olmuştu, ışığın titreşimi gibi beni içine çekiyordu ve onun ruhuyla yıkanıyordum. Basit taş mihrabın önünde sessizlikte diz çökenleri, hacı olanlar tarafından edi­len duaları hissediyordum. Bu büyük bir rahatlamaydı.

Böyle bir olay ilk değildi, sülalem için birçok yoldan daha önce du­a etmiştim (aslında, dualar ettiğim ailemin genetik karmasını azalt­mak için aylar süren dönemler geçirmiştim). Dağdan aşağı indiğimde, büyük bir rahatlama ve ruhsal bir ivmelenme hissetmiştim.

66

BÖLÜM 9

Assisi' deki Vizyonlar

İtalya üzerinden Assisi'ye seyahate çıktık. Zeytin bahçeleri ve üzüm bağları arasında bir tepe üzerinde kurulu bu köy, orada yaşamış Aziz Francis ve onun kadın meslektaşı Azize Clare'in büyüsünü yansıtıyor­du. Birbirleri arasındaki aşk ateşi o kadar yoğundu ki manastırdaki ra­hipler, Francis ve Clare'in bütün ormanı manevi olarak aşk ateşinden yanıp tutuşturduğunu görmüşler.

Clare, Francis'ten oldukça gençti. Assisi sokaklarında Francis'in va­azını dinleyince, aristokrat hayatı bırakıp Francis gibi, yoksul ve iffet­li yaşama sözü verdi. Francis ve Clare'in isyanı kiliselere ve Assisi'de­ki ailelere yeni bir yaşam getirdi. İkisi de elit bir kesimden geliyordu ve yoksulluk içinde yaşamayı seçmeleri topluma güçlü bir mesajdı. Assisi'nin tarımla uğraşan kesiminin genç çocukları, evlerini, aileleri­ni ve servetlerini terk ederek Francis ve Clare'le yaşamaya başladılar. Bunu anlamak için, papazların zorluklar içinde yaşadığını, servet bi­riktirmeden, fukaralık ve açlık içinde yaşadıklarını bilmemiz gerekir. Zengin toprak sahipleri, çalışanlarına uygun koşulları sağlamadı. İn­sanlar açtı ve birçoğu köle gibi acı çekiyordu. Francis ve Clare hayat­larını değiştirmiş, kiliselerini oluşturmuş, üyelerine cömertlik ve mer­hameti yaşamalarına izin veren bir hayat sunmuşlardı.

Doğu ve Batı'nın maneviyatı gibi, Francis ve Clare fakirlik içinde yaşadıkları sırada, geleneksel bir münzevi yaklaşımla vücutlarından cinselliği mahrum bırakmışlar. Buna rağmen, ben her ikisinde de ma­nevi bir aydınlanma hissediyordum. Assisi' de iç bilgelik ve algılanma

67

gücü olanlar için manevi bedenleri bugün hala orada mevcuttur. Ama, belki de her ikisi hayatlarının son dönemlerinde, vücutlarının kabul etmemesi nedeniyle pek çok hastalıktan acı çekmiştir. Kardeşleri Fran­cis'i, genellikle vücudu zayıf olduğu için, dağa inzivaya rahiplerle çı­karıyorlardı, Clare hayatının büyük bir kısmını yatalak geçirmişti. Çi­le çekmek Tanrıya ulaşmanın bir parçası olduğu halde, yeni bir bilinç yeryüzünde doğmaya çalışıyordu; Tanrının parçası olarak cinsellik, ruhun tapınağında bedene gelir. Francis ve Clare'in yoksulluk yemini, mükemmel bir tarihte yayılmış ve onlar kilise içinde bilinç devrimini yaratmışlar. Ama şimdi, yeni bir bakış açısıyla, açgözlülük olmadan paranın gücünü kullanma sorumluluğu ve alma verme arasındaki dengeyi kurmaya çalışıyorlardı. Tanrı her yerdedir ve her şeyin için­dedir, hiçbir ayrım olmadan, yeni bir anlayış içinde birleşilir ve haya­tımızın her alanına manevi bir varlık getirmek gerekir.

Assisi' deki otelde, seyahate çıktığım iki Amerikalı kadınla odamı paylaştım, yemek için aşağıda toplandık. Minnetimizi belirtmek için el ele tutuştuk. Ruhum dünyevi sahne üzerinde yükseldi ve melekler etrafım­da çember yaptı . Kendimi Asisi üzerinde buldum, Tanrıya övgülerimi sun­dum. Bu yerin.ne kadar kutsal olduğunu biliyordum. Sayısız günlük dua rahipler, rahibeler ve hacılar tarafından ediliyor ve melekler Assi­si üzerinde dolanıyordu. Öğle yemeğinden sonraki boş zamanımızda sokağa çıktım. Burada, taş ocağından çıkarılmış pembemsi taşlarla ya­pılmış evler vardı. Sokaklarda, ayaklarımın altındaki parke taşları düzdü. Benden önce bu kutsal mekana gelmiş birçok hacının çok taşlı olduğunu hissediyordum. Bu his beni tamamen olduğum yere çakılı bıraktı, daha önce benim ve bütün hacıların dualarıyla birleşerek ora­da kalmama neden oldu.

Küçük kasabada birçok kilise bulunuyordu ve hepsinde Francis ya da Clare'in geçmişinden bir bölüm vardı. Her gün, saat beş olduğun­da, akşam duası için Azize Clare'in penceresine giderdim.

Manastırın kapısı açıktı. Kestane rengi kadife perdenin arkasından, çok genç rahibelerin arasından küçük bir odaya girdim. İsa'nın bede­nini temsil eden sunak şarap ve ekmek ayininde gösteriliyordu. Bu küçük şapelin tavanının üstünde on dört melek ve dört meleğin duvar freskleri vardı. Azize Clare' in portresi de pencereye çizilmişti. Azize Claire'in ruhunu burada gördüğümü daha önce birçok kişiye belirt­miştim.

Aşırı şekilde dindar kişilerin dua ettiği sert bir tahtaya kendimi bı-

69

raktım, diz çöktüm ve İsa'ya dua etmeye başladım. Rahibeler hafif ses­le İtalyanca bir ilahi söylüyordu ve ortam hafif bir tatlılıkla dolmuştu.

İlahi ayin ve Mesih için toplanarak oluşturulmuş birlik bedenimi ve ruhu­mu aldı, gözlerimde altınsı bir yansımayla orgazm yaşamama neden oldu. Kendimi tamamen evde hissettim, Mesih' in vücudunun gücünü ve herkesin varlığının bir parçası olduğumu hissettim. İsa'nın varlığını tüm kalbimin de­rinliklerinde, en derin bölgesinde hissediyor ve eriyordum. Manastır kızlarıy­la birlikte sanki uçuyordum.

Her sabah turumuzda, eğitim ve hacı toplama konusunda dersler başlamıştı, fakat ben boş zamanımda Assisi' deki yerimi bulmuştum. Herhangi bir yere gidebiliyor ve kendimle konuşabileceğim tapınağı ziyaret edebiliyordum. Sabah altıda duble kapuçino içiyor ve ardın­dan Azize Clare'in kilisesine dua etmek için gidiyor, saat yediye kadar orada kalıyordum. Sokaktaki kişiler sadece araç gereçleriyle çalışan duvar ustalarıydı ve yüzyıllardır ayakta duran kilise ve binaları resto­re ediyorlardı.

Azize Clare kilisesinin içinde bulunan türbeyi ziyaret etmeyi sevi­yordum. Aşağıdaki mahzende, Azize Clare vücudunun yapısı bozul­mamış bir şekilde, camın içinde korunuyordu. İlk defa böyle bir kalın­tı görmüştüm ve böyle bir ceset görmek istediğimden emin değildim! Ama ben demir parmaklıklar ardında Clare'in bedenini gördüğümde, hemen ruhani olarak iletişime geçtim ve bana seslendi: "Bedenimin tu­tuklanmasına izin verme, ama Kutsal Ruh' un tapınağı olmasına izin ver."

Daha sonra kilisenin bodrumuna doğru ilerledim ve sabahın ışığın­da ayin yaptım. Aşağıya indiğimde, sunağın yanındaki duvardan kili­senin çevirdiği kız kardeşlerin meleksi seslerini duyabiliyordum. Şar­kı söylüyorlardı. Ayinden sonra, Azize Clare'in çok eski tablosunun yanına dua etmeye gittim. Bir grup insanın bana yaklaştı ve duaları­ma katıldı. Duacılar sessizce arkamdaki sıralara oturdular. Onlara dönmedim, ama bağlılığımla bekliyordum. Arkadaki dua edenlerin gü­cünü hissedebiliyordum. Kiliseden çıkmak için ayağa kalktığımda, orada gö­rünmezliğin varlıkları dışında hiçbir şey görmedim, İsa'nın bedeninin parça-larıydı.

·

Assisi' deki son günlerimde, Aziz Francis'in gömülü olduğu bazili­kayı ziyaret ettim. En son tercih etmemin nedenlerinden biri, burasının Francis'in dualarının gerçekleştiği kutsal türbe olmasıydı. Kutsal ça­nakların arasında uzanarak kutsandığı yere gidiyordum. Bizim hacı

70

grubumuz Assisi'nin sokaklarında sessizce yürürken bazilika yolumu­zun üzerindeydi. Birçok hacı arasında ilişki vardı ve yeni buldukları ar­kadaşlarıyla da el ele yürüyorduk. Ama, kendim için, ruhumun derin­liklerinde bir yerde sessiz bir yere giriş yapmıştım, kendimi oraya sak­ladım. Hemen sonra hac bitti, seyahat ettiğim derinliklerimden kurtul­mak oldukça zordu. Çok derinlerdeydim, kalmak istiyor ve günlük ha­yatıma hiç dönmek istemiyordum.

Bazilika şehrin bloklarından büyüktü. Çok ihtişamlıydı ve duvarla­rı canlı renklerle boyanmıştı. Tavanları ruhlarımızla besleniyordu. Merdivenlerden kilisenin aşağısına indik. Beyaz, ince uzun kandille­rin hepsi parlaktı, ziyaret eden insanlara sunuluyordu. Günahlardan bu kutsal sığınakta arınılır. Kandili yerinden aldım, dualarımı fısılda­dım ve Aziz Francis'in mezarına girdim. Birçok insan sessizce oturu­yordu; diğerleri ciddi duacıydı. Tapınağın arkasındaki duvarda dikil­dim ve kendi içselliğime döndüm. Francis'in devasa mezarına yapış­maya başladım. Bazilikanın kutsal gücünü kavrıyor, bu kutsal adamın kutsallığını hissetmeye çalışıyordum. Anide.n beliren Azize Clare'in görüntüleri ışıltı halindeydi.

Adeta bir güneş ışıltısı gibi geldi. Gülen yüzünü ışıltının içinde gördüm. Bilinen kutsal gücü cisimleşiyordu. Sonra Francis belirdi, tıpkı kutsal belge­lerde yazıldığı gibi. Kolları gergin biçimde haç yapmış şekilde ayakta bekliyor­du ve her iki tarafında da beyaz güvercinler duruyordu. Dans etmeye ve ka­fasının etrafında güvercinler uçmaya başladı. Şarkı söylemeye koyuldu. "Ben orada değilim, ben her yerdeyim. Benim için ağaçlara bakın, gökyüzüne, yap­raklara, çiçeklerin merkezine, senin kalbinin merkezine -beni bulacağın yerler buralardır."

Kalbim onun kutsal varlığıyla patladı. Ayaklarım onun dansıyla hareket etmeye başladı, harfi harfine onun kutsal varlığıyla canlı bir­likteliği içinde mezarının üzerindeki merdivenlerde dans ettim. Ger­çek ilahi güce dokunuyordum ve aziz özgürce somutlaşmıştı. Onun zarafeti içindeydim. Onun mutluluğuyla yıkanıyordum. Kilisede san­ki benim evimmiş gibi vals yapıyordum ve o an için öyleydim.

Bazilikanın üst katında ana sunak duruyordu, ama binanın her ta­rafında birçok azizin türbeleri küçük oyukların içindeydi. Azizlerin beni çağırdığı bir kemerin içinden, boyalı bir tavanın altından geçtim. Azize Magdelene'in önünde diz çöktüm; kırmızı elbiseleri, kızıl saçla­rı ve elleriyle Mesih'e doğru ellerini uzatıyordu. Azizenin hikayesi du­varlarda tasvir ediliyordu. Ayrıca aşkı, ölünceye kadar dua ettiği İsa

71

ve onun yeniden dirilmesi anlatılıyordu. Tek boyutlu, güzel çizilmiş resimlerdi.

Magdalene' in sunağından çıktıktan sonra doğrudan karşısındaki Kusursuz Meryem' in sunağına girdim. Burası Assisi' deki en sevdiğim yer olmuştu. Türbeye girdim ve diz çöküp dua etmeye başladım. Yaş­lı siyah elbiseli bir kadın yanıma çöktü. Fısıltı halindeki İtalyanca du­alarını duyabiliyordum. A ve Maria; piena di grazia il Signore con te: "Selam sana Meryem, seninle olan efendimize de, lütuf dolu selam­lar." Bu, seyahatten önce öğrendiğim tek İtalyanca cümleydi. Düşün­düm ki, "Kusursuz Meryem"in anlamını bilseydim, İtalya' da her yere gidebilirdim. Ben de yanımdaki kadınlarla birlikte sunağın önüne diz çökmeden önce, "Hail Meryem" demeya başladım. Meryem'in kutsal kelimeleri (mantra) tekrar tekrar beynimin boşluklarını doldururcası­na dudaklarımdan dökülüyordu. Aniden, altından heykel ışıldamaya başladı.

Bilincim aniden yükseldi ve onun altın ışığında boğuldum. Işık demeti içindeydim ve küçük dünyevi bedenimin ışık demeti üzerine bindiğini hisset­tim. Parlaklığı içinde boğuluyordum. Orada saatlerce kaldım, varlığının etki­sinden çıkmak istemiyordum. Uçurtmalardan daha yükseklerdeydim.

Son olarak oradan ayrıldım, otele kestirmek için gittim. Uyandı­ğımda, bedenimin kıvrımlı, hücresel yapısının değiştiğini ve ışığın gü­cüyle de şarj olduğunu hissettim. Kalktım, hemen türbeye geri dön­düm; kutsanmışların arasında bulduğum varlıktan daha fazla yarar­lanmak istiyordum. Kutsal Annemizle hayatımın ve kendimin sarma­landığını, onun ayaklarını benim, benimkileri de onunmuş gibi hisse­diyordum.

***

Kutsal Annemizin görüntüsü diğer geleneksel kiliselerde olduğu gibi değildi, oldukça farklıydı, bu onun varlığını değiştirmezdi. Onun varlığını kanıtlamak için ortaya atılmış tarihsel gerçekleri gün yüzüne çıkarmıştım. Tarihsel olarak politikayla kilisenin etkileri ve aslında gerçekleri kafalara kazımasıyla, Kutsal Annemizin gücünü veya varlı­ğını yok saymamız gerektiğini söyleyebilirim. Her dünyada bulunan

· gücün yapısı -laik ya da teokratik-insanın içinde bulunduğu durumu, aklıyla kusurlu bulur. Tek saf arayış, ruhun derinliklerindeki mabette­dir: Bunu her zaman hatırlamak gerekir. Tanrı/tanrıçaya giden yolda

72

kadın ve erkek insani araçtır. Biz Tanrının elleri ve ayaklarıyız. Bunu hatırlayınca, insanın varlığı her zaman göz önünde bulunduruldu­ğunda her zaman oradadır, deneyim renklendirir ve bu bizim öğren­diğimiz yoldur. İlahi gücün derinliklerini tecrübe ettiğinizde, benim karşılaştığım gibi hep düşündüğüm ve tanımlanamayan, bütün dog­malar ve doktrinlerden uzak düşer; sessizlik ve boşluk saf enerjiye dö­nüşür: İsimsiz, kimliksiz; sadece odur ve değildir. O Tanrıdır ve aynı zamanda hiçbir şeydir. Hatta kendi hayallerim ve tecrübelerim sessiz­liğin varlığının içinde kaybolan kağıttan yapılmış oyuncak bebekler gibiyi. Kelimelerle anlatılamaz, varlığı için hiçbir kanıta ihtiyaç yok­tur, o her zaman v�rdır ve her zaman olacaktır.

Hayallerim, Kusursuz Meryem' in tapınağında gördüğüm güzellik­leri içermiyordu ve oda arkadaşım Mary Kay'la paylaştıklarıma da benzemiyordu. Onu türbesinden aldım ve altın varlığının ağızlığının yanına diz çöktüm. Mary Kay'ın da gözlerinden gelen güzelliği gör­mesini istiyordum. Dua ediyordu, "Meryem, bu görüntüleri Mary Kay'a da göster." Mary Kay daha görüntüleri görmeden, bu kutsal mekanda ortaya dökülmüş muazzam bir enerji hissetti. Daha sonra, birkaç heykelin fotoğrafını kopardık ve oradan ayrıldık. Hac seferi so­na yaklaşıyordu ve Assisi'ye veda vakti gelmişti.

Kaliforniya'ya, aileme ve evime geri döndüm. Bedenimin geri dön­düğünü söyleyebilirim -deneyimlerimden zihnimi geri döndürmek aylar sürdü. Eski hayatım için neyin gerekli olduğunu biliyordum. Bü­tün hayatını farklıydı.

Bir hafta geçtikten sonra, arka verandadaki bitkilerimi dışarı çıkar­tıp, Meryem için evimi temizledim ve onun heykelini yerleştirdim. En büyük oğlum, 12 yaşındayken Meksika' dan bu heykeli bana getirmiş­ti, Hint usulü bir battaniyeye sarılı olarak taşımıştı. O zamana kadar aldığım en harika hediyelerden biriydi. Pişmiş topraktan yapılmış, ka­fasında çıkarılabilir bir taçla hilal şeklindeki ay üzerinde oturuyordu. Bahçede haç işareti yaparak dua ettiğini hatırlıyorum. "Baba, oğul ve kutsal ruh adına", hemen ardından, "sen annemizi unuttun, nasıl haç üstün­de dört nokta olabilir ki ve sen sadece üç kutsal isimden bahsettin" diye duy­dum. Haç çıkarmayı tekrarladım, elimi alnıma getirip "baba adına" ve karnıma getirerek "Meryem adına", son olarak elimi ardı ardına omuzlarıma getirerek "oğul ve kutsal ruh adına" diyerek gösterdim. Annemizin doğru mekanlarda yer aldığı, kutsal güç ve Tanrının dişil yönü olarak tanımladığı an gelmişti.

73

Aniden, üzerime saf bir enerjinin döküldüğünü, evimin yanında dizlerimin üstüne çöktüğümü hissettim. Dilim tutulmuştu·. Hareket edemiyordum, çünkü bu şimdiye kadar yaşadığım en güçlü saadet dalgasıydı. Bu Assisi'deki Kusursuz Meryem Türbesi'nde yaşadığım tecrübeye çok benziyordu, gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı.

Son olarak, soğukkanlılığımı kazanmış ve dizlerimin üzerinden posta kutusunu kontrol etmek için kalkmıştım. Posta kutusunda Mary Kay' dan gelen bir mektup ve zarfın içinde bir seri fotoğraf vardı. Üçü Meryem Ana Türbesi'nde bazilikada çekilmiş, ilki heykelin fotoğrafı, olağandışı bir şey görünmüyordu; ikincisi hilal şeklindeki ayın üzerin­de oturan, oradayken ucuna dokunduğum heykel, sonuncusu tama­men altından yapılmış ışıldayan Meryem Ana heykeliydi: sadece ha­yallerimde gördüğüm heykeldi bu. Kutsal Meryem dualarıma cevap vermişti: Onun bütün altın ihtişamını Mary Kay'ın görmesine izin ver­mişti.

74

bölüm 1 0

ilahi Aşk

İtalya bana sadece manevi bir değişim yaşatmakla kalmadı, hayatımı bir dönüm noktasına getirdi. 15 yıllık evliliğim sonuna yaklaşıyordu. Ilişkimin kalıntıları­nı saklamaya çalıştım ama, yıllar içinde ikimiz farklı yönlerde büyümüştük. Farklı hayallerin peşindeydik. Bu çok açıktı. Artık vazgeçme vaktiydi.

Evliliğin bitişi benim için yeni bir hayata kapı açmıştı ve yapabile­ceklerimi göstermişti. Arkadaşım Elizabeth'in alt katında, San Francis­co Körfezi manzaralı bir daireye taşındım. Gün boyu bahçıvanlık ya­pıyor, güllerin organik bakımı üzerine uğraşıyordum. Bu iş bazen yıp­ratıcı olsa da, bana yaşadıklarımı hayatıma yansıtabilmem için gere­ken uzun yalnız saatleri veriyordu.

Elizabeth, Mecdelli Meryem Kilisesi için rahibeliğe başlamıştı. Bu kilisenin kökeni, İsa' nın çarmıha gerilişinden sonra, Mary Magdale­ne' in Güney Fransa'da yaşadığı yerden geliyordu. (Şunu çok ilginç buluyorum: Katolik kilisesinin pek çok mezhebinin kökeni İsa'yı üç kez reddetmiş olan havari Peter'a dayanır. -Mecdelli Meryem ve Mary Bothany ise çarmıhın altında İsa'yla birlikte durmuşlardır.) Mecdelli Meryem mezhebinin kökeni ise Mary Magdalene'in kendisinden ve zulmü önlemek için yıllarını vermiş bir kadın grubundan gelmektedir. Gnostik yazılara göre, Mecdelli, havarilerin havarisidir.

Arkadaşım Elizabeth'in rahibeliğe başlaması, hayatında önemli bir değişimdi. Mecdelli'nin izlerini takip edebilmek için saatlerce araştır­ma yapıyordu. Bu azize ve yazıtlarından yeni bir anlayış ortaya koya­bilme amacı, onun tutkusu haline gelmişti. Bu başlangıç, ona gnostik

75

geleneklerle tanışma fırsatı vermişti. Bu konuda yardım etmemiz için, aramızdan bazılarını seçti.

Bir gün, Elizabeth'le baş başaydık. Beni katıldığı topluluktan gelen hikmetlerden biriyle tanıştırmak istedi. Birlikte bir mihrap yapmaya başladık. Üzerine Mecdelli'nin ve Meryem Ana'nın resimlerini koy­duk. Bahçemden topladığım gülleri ve İtalyan kilisesinden bir şişe kutsal yağı resimlerin yanına koyduk. Bir şişe kutsal suyu da diğer kutsanmış objelere ekledik. Artık başlamak üzereydi.

Elizabeth'in, dua ederken yaydığı yumuşak bir enerjisi vardı. Tan­rının dişilliği bir bahar gibi akıyordu içinden ve sizi duanın kudretiy­le kucaklıyordu. Elizabeth kutsal yağı açtı, alnıma bir damla sürerek benim için dua etmeye başladı. Daha sonra avuçlarıma, göz kapakla­rıma, göğsüme ve ayaklarıma da sürerken dua etmeyi sürdürdü. Bu­na karşılık, ben de aynı şeyleri onun için yaptım ki çabası tamamen çi­çek açabilsin. Mecdelli Meryem'in hikmeti artık benimleydi.

Eski hayatımın perdeleri kapanmıştı, çorak görünen topraklardan yeni bir hayatın tomurcukları açıyordu. Yeniden dirilme vaktiydi.

***

Elizabeth grubumuzu San Francisco yarımadasına, her pazar gnostik ayinlerin yapıldığı bir kiliseye götürüyordu. Bu ayinin usul­leri, Katolik kilisesininkine benziyordu ama gnostik ayinler çok daha neşeli ve canlı geçiyordu. Kadınlar rahibe oluyor ve kilise için ruhani görevlerini yerine getiriyorlardı.

Ofisten bozma bir ibadet odasına geldik. Böyle gizemli bir okulun burada olacağı tahmin edilemezdi. Ama buradaydı işte! Küçük grubu­muz basamaklardan inip sıralara yerleşti. Bizi bekleyen rahibe, vaazı­na başlamak üzere koridora çıktı. Oldukça güzel bir kadındı: Koyu renk saçları omuzlarına dökülüyor, koyu renk tenini ve gözlerini vur­guluyordu. Üzerinde düz, renksiz bir roba vardı, başındaki yanık tu­runcu renkli duvağı omuzlarını örtüyordu. Fransızdı, Mecdelli'nin so­yundan geliyordu. Varlığında, onun sadece güzelliği değil, gücü de vardı. Onu dinleyen topluluğun önünde durmuş, kalın Fransız aksa­nıyla konuşurken, onun bir yeraltı mezarlığından çıkıp gelmiş oldu­ğunu düşündüm. Ruhunun yüceliği antik zamanlara aitti, hürmet gösterilmeliydi.

Bize, isteyen herkesin bu kutsal birlikteliğe katılabileceğini söyledi.

77

Yani, başka bir dinden veya kültürden olması engel teşkil etmiyordu, bu kişinin kendi kararıydı. Daha sonra törene başlamak için dört adam koridorda ayağa kalktı, her birinin elinde Bedevi çadırı direklerinden vardı. Mihraba gittiler, üzerinde bulunan örtüyü direkleriyle havaya kaldırıp bir çadır kurdular. Mihrabın yanında bembeyaz giysileri ve duvağıyla bir kadın oturuyordu. Bu kadın, Duvaklı Sophie ya da Du­vaklı Bilge'yi temsil ediyordu. Rahibe, doğanın temel elementlerine seslenerek ayine başladı. Hayvanları, denizin altında olanları, havada olanları, karada olanları kutsadı; bu bana Kızılderililerden öğrendikle­rimi hatırlattı. Daha sonra, bitkileri, ağaçları ve suyun, dünyanın, ate­şin ve havanın meleklerini kutsadı. O anla birlikte, ben tekrar yüksel­meye başladım. Ve aslında neyi çağırdığını gördüm. Bir karaca, mihra­bın yanında duruyordu. Balinalar ve yunuslar oradaydı. Başının üzerinde kuşlar uçuşuyordu. Birbirinden değişik hayvanlar mihrabın çevresinde top­lanmış, bizimle bir ayini kutluyordu.

Rahibe daha sonra İsa' dan, sevgiliden bahsetti ve kendini Sophia yerine koyarak kocasından. Ayinimiz, kutsal aşıkların evliliğinin kut­lamasıydı. Daha sonra tekrar bir vizyona kapıldım, tarihte bir başka zamana, aşina olduğum bir zamana ait bir vizyona. Antik Mısır'ın kur­tarıcı tanrısı Osiris ve kutsal eşi tanrıça İsis yanımdaydılar. Efsanedeki gibi, Osiris parçalara ayrılmış ve her parçası dünyanın farklı yerlerine saklanmış­tı. Tanrıça İsis, öyle büyük bir aşk duyuyordu ki kız kardeşinin yardımıyla bütün parçaları bulup bir araya getirmişti.

Bu sanki bir anı gibiydi, fakat capcanlı, gözlerimin önündeydi. Bu Mısır efsanesi sanki, Mecdelli Meryem ve İsa'nın hikayesi gibiydi.

Toplulukta herkesin ruhunda kurtarıcı Tanrının kayıp parçalarını gör­düm. Bu kutsal toplulukta herkes İsa'nın bir parçasını taşıyordu. Vizyonum genişledi, herkesin içinde İsa'yı gördüm, Herkes bir araya gelerek İsa'nın vü­cudunu tamamlıyordu. Her birey arasındaki ayrılık, kutsal topluluğun varlı­ğıyla, birliğin içinde eriyordu .

Şimdi, mihraba giderek sevgilinin vücuduna ulaşma zamanıydı. Sophia beni duvağının altına alarak, büyük bir sırrını benimle paylaş­mıştı.

***

Salı geceleri, ayin ve iyileştirici seanslar için San Francisco' da bir ki­liseye gidiyordum. Kilise, San Francisco' daki geleneklere göre ayin

78

yapıyordu. Bu seanslar, beni Assisi'ye geri götürdü. Bu kilise biraz sı­radışıydı, çünkü bir süredir kilise duvarının öte tarafında Meryem Ana göze görünüyordu.

Bir akşam, bir arkadaşım, kızı ve kendi kızım Selene'le birlikte kili­seye gittik. Kilisenin tam önünde, Meryem Ana'nın görüneceği yerde durduk. İnsanlar kaldırımda toplanmış, dua okuyordu. Dördümüz arabadan indik ve gözlerimizin önünde değişen şekle bakmaya başla­dık. Bu Meryem'in siluetiydi. İlk önce Guadalupe Kadını gibi görün­düyse de sonra şekli değişti ve Meryem Ana ortaya çıktı. Kolları, etra­fını çevreleyen insanlara uzanmıştı. Gördüğüm son sahne, üç Meryem Ana siluetinin İsa'nın haçı altına toplanmasıydı. Bunlara tanıklık eden tek ben değildim. Bizim grubumuza ve kaldırımda duran diğer insan­lara da görünmüştü. Sonra, program başlamak üzere olduğundan, ki­liseye girdik.

Kilise çok güzeldi. Mihrabın üzerinde, İsa figürüyle birlikte bir haç yerine, Meryem Ana'yı sembolize eden gösterişli bir heykel vardı. Üzerinde geleneksel figürlerinde olduğu gibi, mavi pelerini vardı. Boylece onun göğsüne kadar uzanan kahverengi saçlarını görebiliyor­duk. Üzerinde durduğu altın ay, yıldızlarla süslü bir buluta yaslan­mıştı. Kilise, çocukluğumda kalan diğer tüm Katolik kiliseleri kadar ihtişamlıydı.

Soldaki mihrap Aziz Francis'e, sağdaki mihrap İsa'nın kutsal yüre­ğine adanmıştı. Dördümüz de bir sıraya oturduk. Önümüzde dört ra­hibe oturuyordu, kar beyazı giysiler içindeydiler -bana beyaz güver­cinleri anımsatıyorlardı.

Bu dört rahibe, beni çocukluk günlerime götürdü; heykeller ve mumlar bana kilisenin eski günlerdeki tadını ve çocukluk günlerimin maneviyatını anımsatıyordu. Annem, üç rahibeye araba kullanmayı öğretiyordu o zamanlar. Rahibeler çok tatlıydı ve güçlü bir inançları vardı. Onlarla olduğum zaman, nasıl dua etmem gerektiğini ve bir duanın neler başarabileceğini öğrenmiştim. O günlerde masum bir ço­cuktum ve duanın gücüne tamamen inanıyordum. O rahibelerle tanış­mam, dua üzerine bir anlayış geliştirmemi sağladı.

Ama bu anılardan ve kilisenin güzelliğinden daha güçlü olan, onu hissedebilecek kadar hassas herkes için ulaşılabilir olan Kutsal Ruh' un gücüydü. Rahip, ayine başladığında, tüm kilisenin altınsı bir ışıkla aydın­landığını gördüm -meleklerin krallığı vücuda gelmişti. Meryem heykelinin

79

çevresinde küçük yüzler ve çırpışan kanatlar gördüm. Küçük melekler, birbir­leri üzerinde sıralanmıştı, kilisenin tavanına kadar. Rahip ve topluluğu­nun yarattığı duanın gücü, büyük ve iyileştirici bir atmosfer oluştur­muştu. Sadece orada olmam sebebiyle bile manevi bir doyuma ulaş­mıştım.

Ayin tamamlandığında, şimdi, kendi kadınlığımın iyileşmesi için dua ediyordum. El ele tutuşma zamanıydı. Herkes koridora sıralandı, dokunulmak ve dua edilmiş olmak için bekledi. Kızımla birlikte kori­dora çıktık, ona baktım ve dualarım kuvvetlendi. Onun için daha iyi bir hayat diledim, kadınlığını tamamen ve tüm coşkusuyla yaşayabi­leceği bir hayat. Mihraba giderek diz çöktüm. İtalyan rahip, grubun bir kısmı için dua etmeye başlamıştı. Filipinli bir kadın ellerini mihra­bın diğer tarafına koymuştu. Diz çöktüm ve bekledim, sessizce bir adak adadım: Eğer iyileşirsem, bu lütfu diğer kadınlarla da paylaşa­caktım. Başımı eğdim ve kaldırdığımda, Filipinli kadının önümde ol­duğunu gördüm. Ellerini yüreğime koydu ve dua etmeye başladı. Öy­le güçlüydü ki duası, Kutsal Ruh'un gücünü öyle derin hissetmiştim ki neredeyse ayaklarım yerden kesilecekti. Kalbim için dua etti ve el­lerini göğsümde gezdirerek bana güç verdi. "Kalbin hep daha açık ol­sun, daha çok aşkla dolsun, ilahi aşk seni İsa'nın adıyla iyileştirsin" di­yerek dua etti. Birisi sırtımdan desteklediği an, dizlerimin boşaldığını ve gücün kadının ellerinden geçerek vücuduma yayıldığını hissettim. En derin sorunlarım açığa çıkıyordu. Ayağa kalkıp yerime geçtiğimde, rahatlamanın gözyaşları yanaklarımdan süzülmeye başlamıştı. Adeta içimde bir baraj yıkılmış ve sevgi hiç olmadığı kadar kuvvetle akma­ya başlamıştı.

80

BÖLÜM 1 1

Bahçedeki Budist

Yıllar içinde, kendi ruhsal yolculuğumu yaptım. Gördüm ki, her dinin ve manevi öğretinin gerçeklik içinde kendi kökleri ve kendi gücü var. Farklı dinler, Yaradanın farklı özelliklerini anlatır. Amerikalı olmak, bana doğanın ardındaki ruhu öğretti. Hıristiyanlık bana İsa'nın mer­hametini ve tutkusunu öğreten en saf yoldu. Manevi öğretilerle gerçe­ği ve gücü bulmanın ve bunları harmanlamanın kendiliğinden ve ko­layca olduğunu hissettim. Tanrının her yerde ve her şeyde olduğunu biliyordum. Ayrılık, Tanrıya ait bir olgu değildi.

***

Bahçe yalnızca çalıştığım yer değildi, aynı zamanda benim dua et­me ve içgörü yerimdi. Bu içgörülerden bir tanesini, bir müşterimin bahçesinde yaşadım. Bu müşterim, Marin' deki en büyük Budizm mer­kezlerinden birini yapmıştı. Onun ve eşinin evi, meditasyon enerjisiy­le doluydu. Burası, benim için iyi bir çalışma ortamıydı.

Bir gün, tepenin üzerinde yavaş büyüyen ardıçlardan ekerken, bir Budist keşişi belirdi -manevi dünyada. Ardıcın çevresini kazıp taze toprak eklerken bana baktı ve şunları söyledi: "Bu hayatta, dünyanın yolunu dualarıyla değiştiren ve hiç göze görünmeden çekip giden insanlar var. Onların duaları ve güçleridir ki, hayatları ve olayları değiştirir, ama pek az insan bunu fark edebilir. Onlar giirünmezdir ve ancak bu şekilde bu işi ya­pabilirler. " Daha sonra bana doğru baktı. Yere, çamurun içine çöktüm ve "iyi iş çıkarıyorlar" dedim. Ve o, kayboldu.

81

BÖLÜM 1 2

ilk Görüşte Samadhi

Annemle babam Kaliforniya'da, Shasta Dağı eteklerinde Weed adında küçük bir kasabada yaşardı. Shasta benim için manevi bir hac yolu gi­biydi; '70'li yıllarda orada yaşarken, ruhsal yolculuğumun ilk adımla­rını attım. Dağ manzarası ve doğanın saflığı, ruhumun besini ve Ma­rin'deki şehir yaşantımın acelesinden, telaşından bir kaçıştı. Uzun sü­redir Shasta'ya gitmiyordum. Artık bir ziyaretin vakti gelmişti.

Ailemin evine vardıktan sonra odama yerleştim. Annem kapıyı çal­dı ve "biriyle tanışmanı istiyorum, babanla çalışıyor, yukarıda seni bekliyorlar" dedi. Yukarıya, mutfağa çıktım. Masada kızıl saçlarında altın rengi ışıltılar olan bir adam oturuyordu. Kaşları yay gibi ve uçla­rı kıvrıktı, sanki bir fırtınadan yeni çıkmış gibiydi. Annem sıradan bir takdim yaptı ve Andreas'ı bana tanıştırdı. Alman aksanıyla konuşu­yordu. "Merhaba" dedim; ama o sırada daha çok, annemin mutfak do­laplarıyla ilgileniyordum. Aralarında ne konuştuklarıyla fazla ilgilen­miyordum. Son hatırladığım, annemin bana Andreas'ın beş yıl Hin­distan' da yaşadığını anlatmasıydı -işte bu dikkatimi çekmişti. Gerçeği arayan biri olarak, bu adamın ne söyleyeceğini ve öylesine manevi bir ülkeden neler öğrendiğini duymalıydım.Masaya oturdum ve konuş­maya katıldım.

Ne konuşulduğu çok önemli değildi. Sadece birkaç cümle sonra, kendimi Samadhi'nin yanma yükselmiş buldum. Bu yeni yabancıyla aramdaki tüm kelimeler bir anda dondu ve gözlerimin yuvalarından uğradı­ğını hissettim. İkimiz, mutfakta, ailemin bulunduğu sahneden ayrılarak yük-

83

seldik; sözcükler ve düşünceler olmadan ve birbirimizin ilahi varlığında do­yum bulduk. Bu adamın ruhuma yanan bir ateş gibi nüfuz ettiğini hissedebi­liyordum. Kutsal Ruh'la tutuşmuş, alev alev yanıyordu.

Bu sırada, babam odaya girmişti. Annemle ikisi bize bakıp neler ol­duğunu anlamaya çalışıyorlardı. Orada olduklarını fark ediyordum. Bedenime geri dönerek, az önceki hissiyattan kurtulmaya, normal davranmaya çalıştım.

"Bu kim?" aklıma gelen ilk düşünceydi. İkinci düşüncem ise, daha önce de güçlü insanlarla tanışmıştım, "bunun farkı ne?" oldu. Dolap­larla ilgilenmeye geri döndüm. Hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalıştım. Onun varlığı, varlığımı yakıyordu. Korunmasız yakalanmış­tım. Birinden böylesine etkilenmeyeli çok uzun zaman olmuştu ve hiç ilk karşılaşmada böyle olmamıştım aslında. O sırada annem içeri gir­di ve Andreas' a Shasta Dağı'nda bir kilisede katılacağım bir etkinliği anlatmaya başladı. Beni onun için çekici kılmaya çalışıyordu herhalde. Bense vedalaşıp odama doğru yöneldim.

Maneviyatı böyle güçlü biriyle karşılaşmayalı yıllar olmuştu. Aslın­da daha önce, ruhani gücü fazla olan birkaç öğretici tarafından incitil­miştim ve bir daha böyle insanlarla (alanına girmemeye) oynamama­ya karar vermiştim. Bu karar yıllarımı şekillendirmişti ve artık kendi yolumda ilerliyordum.

O akşam, planladığım gibi, bir dizi dersten birini almak üzere Shas­ta Dağı'na gittim. Kiliseye girdiğimde, Andreas'ın tek başına oturdu­ğunu gördüm. Gecikmiştim -ders başlamıştı-, bu yüzden hemen ya­nındaki sıraya iliştim. Andreas'ın gözleri kapalıydı, biliyordum ki kendini meditasyona kaptirmıştı. Ben de gözlerimi kapayıp ona katıl­dım. Ve sonraki birkaç saniye içinde olanlar daha önce kimseyle yaşa­madığım türdendi.

Yoğun bir ilahi güç, sırada öylesine oturan küçük bedenlerimizin üzerine yağmaya başladı. Bu güç öylesine büyüktü ki, bilincim Andreas'ın ruhuyla birlikte yükselmeye başladı.

Andreas elimi tutu ve bu noktada işler değişmeye başladı. Omurgamdan yükselerek başımda adeta patlayan bir çeşme yerleşmişti

içime. Başımın üzerinden çıkıp, bir ışık çeşmesi olarak yükselmeye devam et­ti ve üzerimize yağdı . Bizi çok daha yükseklere taşıdı. Her aştığımız metrede adeta orgazm oluyordum, bu öylesine derin bir haz veriyordu. Daha sonra Tanrının/ Tanrıçanın Başı dediğim ilahi özüme ulaştım. İlahi bir şelale adeta üzerimize dökülüyordu.

85

Güç yukarıdan üzerimize doğru akmaya başladı ve birleşen elleri­mize doğru nüfuz etti. İkimiz de yaşadığımızın etkisiyle o kadar de­rinlerdeydik ki, programı unutmuş gibiydik. Manevi açılımları başlat­ma çağrısı yapılıyordu. Andreas'la birbirimize baktık ve "bence bizim­ki çoktan başladı" dedim. Andreas kalkıp kapıya yöneldi, ben de tam arkasındaydım.

Dışarıda, temiz havada dolaşırken, yaşadıklarımızın etkisiyle titre­mekte olduğumu fark ettim. Aklım birden karıştı ve neler olduğunu anlamaya çalıştım. "Kimsin sen?" dedim, "ve nereden çıktın?" Otur­mam gerektiğini fark ettim, bacaklarım tutmuyordu. Yürüdük ve kök­leriyle birleşmiş iki sedir ağacının altına oturduk. Dolunay vardı ve gökyüzü yıldızlarla doluydu. Etkisini hissettiğimiz güç, azalacak gibi değildi. "Manevi köklerin nedir?" diye tekrar sordum. "Biraz karışık" diye cevap verdi, kendine has Alman aksanıyla. Kelimeler orada dur­du ve ben hiçbir kelimenin veya düşüncenin silemeyeceği bir sessizli­ğe düştüm. Birbirimizin gözlerine bakıyorduk ve aramızda sadece Taıırının varlığı vardı; aramızda, içimizde ve çevremizde . . . Andreas' a sırtımı döndüm, gözlerimi kapadım ve kendi içime doğru yol almaya başladım

Sırtımı ovmaya başladı, enerjimin düşmesiyle başlayan gerginliği­mi kürek kemiklerimin arasından atıyordu. Parmaklarının dokunu­şuyla vücudum giderek rahatlıyordu. Gerginliğin bıraktığı boşluk, ge­len enerji için daha fazla yer açıyordu. Sırtımdan sonra başımı ve en­semi ovdu. Kafamın içinden dışarı taşan renkli piramit şekiller görmeye baş­ladım. Nefesim düzensizleşti ve içimde daha büyük bir boşalma gerçekleşti. Andreas'm göğsüne yaslandım ve sanki onun vücudu benim tahtımdı . Üze­rimize yağ:ın muazzam bir güç hissediyorduk. Ve sonra, tüm güzelliğiyle ba­şıma bir taç takıldığım gördüm. Bir tahtta oturuyor ve bir taç takıyordum. Andreas 'ın kalbindeki yerim böyleydi sanki. Aramızdaki derin aşk, beni kal­binin mabedine yerleştirmişti.

Bedeninde öylesine büyük bir güç vardı ki, tüm vücudu erekte olurcasına gerilmişti. Ellerimi başının arkasına doğru götürdüm ve enerjisi ikimizin içinde şimşek gibi çaktı. Onunla bir yolculuğa hazır­dım. Dönüp ona baktım, gözlerim kapalıydı, aramızda geçenler adeta varlık kazanmıştı. Sessiz boşlukta dolanan dünyaüstü bir güç vardı. Birlikteliğimiz, bilincimin en üst seviyelerinde duyumsayabildiğim bir enerjiyle patlayan bir atom gibiydi. Ve daha önce içimde böyle bir deneyimi başlatan birini görmemiştim.

86

Bana baktı ve gözkapaklarımdan öptü. Aman Tanrım, buna hiç ha­zır değildim! Panik olmuştum. Bu adamla aramdaki şey neydi? Onu tanımıyordum bile! O anda kaçmak istedim, ayağa kalktım ve "gitme­liyim" dedim. Her yanım şok içindeydi. Andreas "seni arayabilir mi­yim" diye sordu. Ve ben ona "ne oldu bilmiyorum ama, bu geceden sonra hayatımdaki hiçbir şeyin aynı olmayacağını biliyorum" dedim. Arabama bindim ve yavaşça ilerledim. Arabayı kullanırken çok dik­katli olmalıydım -çünkü artık tamamen değişmiştim ve asla eskisi gi­bi olmayacaktım.

Ailemin evine döndüğümde, konuşacak halde değildim ve zaten olanları paylaşmaya niyetim yoktu -olanları daha kendim anlayama­mıştım ki! İçimde yaşadıklarımın çok ötesindeydi.

Bunu üzerimden atmak için alt kata duş almaya indim, ancak böy­le sakinleşebileceğimi düşünüyordum. Babam durumu sezmiş olacak ki, gelip iyi olup olmadığımı sordu. Her yanım şok içinde olmasına rağmen, banyodan ona "evet" diye seslendim. Sonra, "güvenlik önle­mi" olarak, üst katta çocukluğumda uyuduğum yatakta uyumaya ka­rar verdim. Uyuyabilmeyi ümit ederek kıvrıldım fakat bu mümkün görünmüyordu.

Daha önce yaşadığım bir deneyim tekrarlandı: İçimdeki ben, tepeden tırnağa tüm çakralarım, bir yılbaşı ağacı gibi aydınlandı. Araba yarışlarında başlangıcı işaret eden sıralı ışıklar gibiydi. Bir duya takılmış ampul gibi bir­denbire yanmıştım. Aynı zamanda Andreas'ın varlığını içimde hissettim. Te­lepatik yolla birbirimize bağlandığımızı hissettim. "Bu en iyisiydi" deyip du­ruyordum.

Gece boyu yatağımda dönüp durdum ve hiç uyuyamadım. Ertesi sabah ise yemek yiyemiyordum.

İçimde bir alev yanıyordu. Kundalini daha önce hiç olmadığı kadar kuvvetliydi. O sabah, daha sakindim, yine de bana neler olduğunu an­layamıyordum. Yaşadıklarımı anlamlandırabilmek için civarda otu­ran bir arkadaşıma uğradım. Arkadaşımın evinde bir ses stüdyosu ve dans salonu vardı, bazı günler birkaç kadın burada toplanırdık. O gün de arkadaşımla dans ettik ve "havamızı" bulduk. Havamızı bulduk diyorum çünkü bu, içimizde çalan şarkıları duymaya başladığımızı anlatıyor. Sahne şuydu: Dört kadın içlerinden geldiğince dans ediyor ve birlikte inanılmaz bir müzik oluşturuyorlar. Dans etmeyi hep se­verdim ve bu yolla kendimi ifade ederdim. Ama yıllar geçtikçe, bu yo­lu unutmuştum. Yoğun iş temposu ve sorumlulukların artmasıyla

87

benliğimi daha az ifade eder olmuştum. Yeniden dans ve hareket et­mek tazeleyiciydi. O akşamdan sonra ifade edecek çok şey biriktirdi­ğimi anladım.

En başında ben de diğer kadınlarla birlikte anı hissediyordum, ama sonra bir şey oldu: Kundalini bedenimi kontrol edebilecek güce erişti ve benim bu kozmik gücün kontrolüne girmekten başka çarem yoktu. Hazzın derecesi inanılmazdı, bu güç vücudumda gezerken tüm yaptı­ğım uzanıp bu orgazma izin vermekti. Andreas'ı içimde hissediyor­dum ve biliyordum ki bu enerji ve güç, vücudumun değişik yerlerin­de gezerek orgazmı açığa çıkarmıştı. O an, bir gece önce yaşadıkları­mızdan geliyordu. Güç bacaklarımın arasından geçiyor ve beni doru­ğa ulaştırıyordu. Kalbime dokunuyor ve beni doruğa taşıyordu. Bu, sanki başımın üstünden fırlayan havai fişekler gibiydi ve her dakika­sına bayılıyordum.

Bu durum, kendimi yeniden toplayıp eve dönebilecek hale gelene kadar birkaç saat sürdü. Annemlerin evine vardığımda, Andreas'ın hediyelerle geldiğini ve yeni ayrıldığını öğrendim. Annem bana çiçek­leri uzattı ve gülerek, "senden etkilenmiş olmalı" dedi. Kendi kendi­me "etkilenmek az kalır" diye düşündüm. Andreas'a teşekkür etmek için telefona sarıldım. Ama telefonda sesini duyar duymaz, tüm so­ğukkanlılığım pencereden uçup gitmişti. Konuşmaya güçlükle devam edebildim, sanki yeniyetme bir kız gibi utanmıştım ve dilim dolanı­yordu. Ayrılmadan önce Marin kasabasında buluşmaya karar vermiş­tik, yarın onunla evinde buluşacaktım.

Ertesi sabah dairesine gittim ve heyecanla kapıyı çaldım. Andreas kapıyı açtı. Bu sefer konuşmaya hazırdık. Andreas konuşmaya, geçti­ğimiz birkaç günün üzerindeki etkilerinden bahsederek başladı. "Ta­nışmamızdaki uyum, eğer bir anlam ifade ediyorsa, ancak bizim ma­nevi halimizde aranmalı" diye başladı ve devam etti: "Ortaya çıkan kimya, tek kişinin dualarıyla olamayacak kadar güzel parıltılıydı."

Ne düşüneceğimi hala bilmiyordum. İçimde yaşadıklarımı hala sindirememiştim. Emin olduğum tek şey, bunun şimdiye kadar bir in­sanla kurduğum en kuvvetli bağ olmasıydı. Çok etkilenmiştim.

Bu kadar yakınlıktan sonra, sanki iki kuvvetli mıknatıs olduğumu­zu hissetmiştim. Birbirimizi büyük bir güçle çekiyorduk. Ama aynı za­manda da, fiziksel olarak, hala kendi başımıza duruyorduk. Gerçi, An­dreas'ın odanın öbür ucundan attığı bir bakışla orgazmik bir hale ge­çebiliyordum. Bağdaş kurup karşılıklı oturduk ve birbirimizin varlı-

88

ğında eridik. Parmağıyla üçüncü gözüme dokundu ve onu uyandıra­cak şekilde parmağını üzerinde gezdirdi. Sanki tavanda geziyor gibiy­dim! Sanki üçüncü gözüm benim klitorisim olmuştu. Andreas'ın do­kunuşu beni orgazma sürüklemişti, ona tamamen teslim olmuştum. Bu arada, hatırlatayım, beni öpmemişti, kıyafetlerimizin tamamı üze­rimizdeydi ve ben daha hiç ona sarılmamıştım. Ama alnıma dokun­masıyla kendimden geçmem bir olmuştu.

Evet, Andreas'tan Hindistan' dayken çok iyi bir manevi eğitim aldı­ğını öğrenmiştim. Kesinlikle, daha önce tanıdığım hiçbir erkeğe ben­zemiyordu. Son yirmi beş yılının büyük kısmını çeşitli yoga teknikle- ·

rini çalışarak geçirmişti. Bu tekniklerin çoğu Buda'nın varlığıyla bu­luşmak üzere düzenlenmişti -anladığım kadarıyla Andreas buna çok yakındı. Bizim için neler hissettiğini anlatmaya girişti. "Buluşmanın öncesinde, ikimiz de bireysel olarak Tanrının varlığıyla tanışmıştık. Karşılaştığımızda ise, birbirimizin içindeki Tanrı varlığını, sessizliğini ve enerjisini tetikledik. Ve bu enerji büyük bir yayılımla ortaya çıktı. Birbirimizin Tanrı tecrübesini uyandırdık ve artırdık. İkimizin tecrü­besi bir oldu ve varlığımızı doldurdu. Manevi uyumun en üst derece­si, mümkün olan her hücremizde tezahür etti."

'Bu adam derin, diye düşündüm kendi kendime. Birkaç gündür ya­şadıklarım büyük bir mutlulukla sarmalanmıştı.

Birbirimizin sessizliğinde oturduk, bedeni sertleşmeye başladı. Başını na­zikçe eğip kalbime yasladığında onun varlığının mutluluğuyla sarmalanmış­tım. Sanki havai fişekler patlıyordu, cinsel olarak başının üzerinden kalbime ulaşmış gibiydi. Eğer bu ikinci karşılaşma idiyse, orada olduğum için minnettardım.

Sonra ayağa kalktık, beni odasına götürdü. Aynı zamanda yatak odası olan meditasyon odasına geçtik. Odada bir mihrap vardı ve üze­rinde de Buda'nın gözlerini gösteren altın renkli güzel bir resim bulu­nuyordu. Yatağına bir göz attım, kremsi ve çarpıcı renklerdeki ipek örtüler içerisinde ihtişamlı görünüyordu. Etkilenmiştim, ama şimdilik onunla olmam için tehlikeli bir yerdi. Varlığımın her hücresinde onu hissediyor olsam da bu büyük fiziksel adımı atmaya henüz hazır de­ğildim. Yavaş adımlar atmam daha akıllıca olacaktı.

Ayrılma vaktim gelmişti. Bu tecrübeyi iyice sindirmeliydim, bunun için yola koyulmak bana düşünmek için vakit verecekti. Ayrılmadan önce Andreas bana "sana ne yapacağını söyleyemem. Bunu kendin görmelisin" demişti. Arabama bindim ve motoru çalıştırdım.

89

Daha 30 kilometre gitmiştim ki, kalbimin tam ortasından fışkıran enerjisiyle onun varlığını duyumsadım. İçimde bir güneşin doğuşu gi­biydi sanki. Ve bu güneş Andreas'ın ta kendisiydi. Kalbime öyle bir yoldan girmişti ki, Tanrının bitip Andreas'ın başladığı yeri kestiremi­yordum -sanki bir olmuşlardı. Bu, içimdeki sevgiliyle dış dünyadaki sevgilimin karşılaştığı ilk andı, ikisi tek olmuştu. Bunun, dış dünyada sevgilimi içimde ise Tanrıyı yaşattığım önceki deneyimlerime göre ka­fa karıştırıcı olduğunu söylemeliyim, çoğu zaman fani sevgilimin yap­tıkları acımdan ve uyanışımdan maneviyatımı harekete geçiriyordu.

Şimdi, ilk kez, tamamen farklı bir tecrübe yaşıyordum ve incinece­ğim korkusundan sıyrılıp kendimi bu deneyime bırakmam aylarımı almıştı. Geçmişim ölmeye mahkumdu, Tanrıyla tecrübemde geldiğim noktada artık geçmişe ait hiçbir şey geçerli değildi -bu yeni paradig­mada asla!

Yolu otomatik pilotla kat ettim, çünkü Andreas'ın varlığı hala kal­bimdeydi. Tüm hayatım gözlerimin önünde değişiyordu ve biliyor­dum ki paylaşacak çok şeyimiz vardı, bu duygu hiçbir yere kaybolma­yacaktı. Andreas kalbimdeki tapınağa yerleşmişti. Onu tüm kalbimle hissediyordum ve daha önce kimseyi tanımadığım kadar iyi tanıyor­dum. Biliyordum ki, o da aynı şeyleri hissediyordu. Onu kim olduğu­ma ikna etmeme gerek yoktu -o zaten beni daha önce kimsenin tanı­madığı mecralarda tanımıştı. O beni yalnızca iki günde, benimle yılla­rını geçirmiş insanlardan çok daha fazla anlamıştı. Rahat hissediyor­dum, çıplak ve aynı zamanda da görülmüş.

Eve döndüğümde Andreas'ı aradım ve ona "sen benim sevgilim misin?" diye sordum. Hattın öbür ucunden "seni seviyorum" dediği­ni işittim. "Sen benim en manevi duygularla sevdiğim sevgilimsin" di­ye devam etti. Sonra bana, ben oradan ayrıldıktan sonra yaşadıklarını anlattı. "İlk andan beri hayatımın senin hayatınla birleşeceğini biliyor­dum, nasıl olacağı çok da önemli değildi. Ama daha sonra, buradan birkaç günlüğüne ayrıldığında, tüm varlığım bir şok durumuna girdi. Birlikte olacağımızın yazıldığını tüm anlamıyla idrak ettim."

Sonraki birkaç hafta yaşadıklarım, bana bunun alışık olduğum bir aşk ilişkisi olmadığını gösterdi. Günün büyük kısmında Andreas'ın varl(;ını yanımda hissediyordum ve bunun tezahürü hep çok tuhaf şekilh�rde oluyordu. Arabada işe giderken, onun varlığı birdenbire or­taya çıkardı, yol kenarında durmak zorunda kalırdım ve kalbimin or­gazmını hissederdim. Çünkü, hem araba kullanıp hem böyle tecrübe-

90

ler yaşamanın imkanı yoktu. Yol kenarında, arabada öylece oturur­dum, dağ gibi bir enerji tüm vücudumda dolaşırdı ve tam kalbimin üzerine birikirdi. Benim ve onun dünyası tamamen iç içe geçerdi, 400 kilometre ötedeyken bile, birbirimiz için hissettiğimiz bu duygu ve güç durmazdı. Bu aşktı, Tanrıydı, sessizlikti ve daha da fazlasıydı, or­gazmikti.

Kundalini sistemime hakim oldu ve kontrolü elimden aldı. Evde yalnız olduğum ve kendimi bu gücün omurlarımda atan etkisiyle yer­de yuvarlanırken bulduğum zamanlar olmuştur. Bu güç her seferinde, vücudumun değişik yerlerinden taşardı. Sistemimde yıllardır tutsak kalmış gücün açığa çıkmasını sağlardı. Yıldırımlar sanki jenital organ­larımda, kalbimde ya da üçüncü gözümde patlıyor ve yerde dolaştı­ğım tüm mekanı kaplıyordu. Kendimi tamamen bu deneyime bırak­tım.

Telefonda konuşurken, birbirimizi tekrar görmemiz gerektiğine ka­rar verdik. Mili Vadisi tarafına bir ziyaret için gelecekti ve ben sabır­sızlanıyordum. Onu bahçe kapısında karşıladım ve daireme getirdim. Birbirimizi kucakladık ve kendimi sessizliğin içinde erirken buldum. Manevi olarak o kadar çok birlikte olmuştuk ki, şimdi fiziksel olarak yan yana olmak, ona dokunmak inanılmazdı.

Meditasyon yapmak üzere karşılıklı bağdaş kurup oturduğumuzda, An­dreas benden tantrik yoga postüründe olduğu gibi kucağına oturmamı istedi. (Bu postürde, erkek bağdaş kurup otururken, kadın bacaklarını onun beline dolayarak kucağında oturur.) Pekala, şimdi en sıcak bölgedeydim - fiziksel olarak en yakın yerdeydim ve kendimi ona bıraktım. Ateş omurgamdan yuka­rı doğru yükseldi ve tanrı ve tanrıçanın birleştiği yere, başımın en üst nokta­sına kadar ulaştı. Tüm vücuduma hükmeden kuvvetin etkisiyle başım, kendi­liğinden geriye düştü.

Meditasyondan sonra, vücudumun dinlenmeye ihtiyacı vardı. Bunca gü­cün bedenimi etkilemiş olması fiziksel yorgunluk yaratmıştı. Yere uzandım, Andreas başucuma ilişip elini rahmimin üzerine koydu ve dua etmeye başla­dı.

"Kutsal Ruh'u ve onun gücünü çağırıyorum ve sana bedenimi ve­riyorum. Kutsal Ruh'u ve onun gücünü çağırıyorum ve sana kalbimi veriyorum. Kutsal Ruh'u ve onun gücünü çağırıyorum ve sana ruhu­mu veriyorum. Kutsal Ruh'u ve onun gücünü çağırıyorum ve sana el­lerimi veriyorum. Ve ondan ellerimin dokunduğuna şifa vermesini di­liyorum."

91

Rahmime doğru, rahatlatıcı, sıcak bir dalganın yayıldığını hissettim. Hiç­bir düşünce hatta cinsel bir his bile yoktu orada, sadece Tanrının kuvveti ve varlığıyla dolmuştu her taraf. Orada uzandım ve dualarla gelmekte olan gü­cü içime çektim.

***

Andreas'ın çok vakti yoktu, bu yüzden Shasta Dağı'na dönmek üzere ay­rıldı. Onun ziyaretinden kısa süre sonra kızım okuldan eve döndü. Birlikte banyoda durmuş saçlarımı tararken, periyodumun başladığını hissettim. Normal vaktinden erken olmuştu. Ve bunun Andreas sayesinde iyileşen sis­temimin temizlenmesi olduğunu anladım. Orada Selene'le banyoda durdum, vajinamdan gelen kanı hissettim. Ve aynı anda, Selene' in periyodu başlamış­tı. Sanki o da benimle birlikte temizleniyor, iyileşiyordu. Senkronize olmuş­tuk.

***

Aramızdaki 400 kilometre uzaklık, Andreas'la ilişkimizin yavaş ya­vaş gelişebilmesi için zaman ve mekan sağlamıştı. İletişimimizi tele­fon, mektup ve faksla sağlıyorduk. Birkaç görüşmeyle aramızda olu­şan manevi bağ ise hala güçlü ve uzaklıklardan bağımsızdı. Sayısız ke­re telefonda karşılıklı susarak vakit geçirdik. Bu birlikteliğin tatlı ses­sizliği her yanımızı sarar ve birbimizi hissetmemizi sağlardı. Daha ön­ce hiç kimseyle böylesine derin bir ilişki yaşamamıştım. Sanki Tanrı­nın içinde koştuğu boş tarlalar gibiydik. Fani dünyanın çok ötesinde zamanlar geçirirdik. Bu inanılmaz gücü kelimelerle anlatmaya çalış­mak faydasız. Yoldaşımla birlikte ilahi aşkla yıkanıyordum.

92

BÖLÜM 1 3

Vaftiz

Bugünlere kadar, işim ve hayatım için çabaladım hep, ama yalnız de­ğildim. Andreas'ın varlığının içimde olduğunu hissetmiş olabilirim. Gözlerimi kapadığımda, sevgilimle mutluluğun ortasına düşmüş ola­caktım.

Birbirimizi yeniden görmeye ihtiyaç duyuyorduk ve görüşmemiz mümkündü. Andreas'ın Doğu Körfezi'nde bir iş toplantısı vardı. An­dreas arkadaşı dışarıdayken onun dairesinde kalabilirdi. Bir hafta so­nu birlikte zaman geçirmeye karar vermiştik. Heyecanlanmış, kork­muştum ve başıma neler geleceğini tahmin edemiyordum.

Körfezden Walnut Creek'e doğru arabamla gidiyordum, o orada kalacaktı. Kapıyı çaldım ve cevap verdiği sırada fiziksel düzlemde bu sefer orada olacağını, birliğimizi kutsayacağını biliyordum. Aramızda bir birleşim vardı ve cinsel olarak hissettiklerimin sadece taklit olup olmadığını görecektim. Ama şimdi her seviyede bu birliğin deneyim zamanı gelmişti, ben hazırdım.

İlk olarak, dairenin cumbasına doğru ilerledim, ortada bir Japon bahçesi vardı. Küçük bir göletin önünde oturdum. Gergindim, 15 yıl­lık evliliğimden sonra başka bir erkekle birlikte olmamıştım. Andreas ve ben manevi alanda uygunduk, fakat fiziksel olarak da iyi olur muy­du?

Andreas tecrübelerini, eşsiz cinselliğiyle çekici bir şekilde bana an­latmaya başladı. 17 yaşlarında, Hindistan'dan ayrılırken bazı kadın­larla tantrik deneyimler yaşamış ve öğrenmişti. Orada yaşadığı şeyle-

93,

ri benimle de yaşamaya başlamıştı. Tantrik ustanın yardımıyla hem Andreas'ın hem de o kadının manevi olarak ruhsal deneyimleri açığa çıkmış. Bu 20 yıl önce gerçekleşmiş, ayrıca başka ilişkileri ve aşkları da olmuş, bu tip simya benimle tanışıncaya kadar gerçekleşmemişti.

Tantra, Tanrı Birliği'nde doğru iki ruhun bir arada olması adına doğru bir dokumadır. Bu türden tantrik bağlantılara pek rastlanmaz ve iki kişi arasında doğru simyayı bulmak gerekir. Andreas benim içimdeki sevgiliyi aramıştı, bu yalnız yolculuğa kendi deneyimlerimle çıkmıştım. Ve ben sevgilimle bu tecrübeyi yaşadım, bu benim için ilk ilahi orgazmik deneyimdi.

Andreas bunu tantranın içine girerek anlattı, bunu siz bir şey olsun diye denemeyin, orgazm ne kadın için ne de erkek için amaç olmalı­dır. Bana sevişme sırasında seminal salınım olmadığını anlattı. Fizik­sel düzlemde, diye açıklamak istedi, vücut ötesinde manevi olarak or­gazm olmanın dışında rahatlamak için erkeğin kendini dizginlemesi gerekir. Seminal öz manevi kuvvetin en güçlü deposudur. Seminal özü boşaltmak ise manevi deneyimin kapısından girmek için kasılmak ve gözden kaybolmakla gerçekleşir. Ayrıca, Çin kutsal kitaplarında en son kayıp hanedan yöneticilerine göre hayatta uzun kalmanın reçete­lerden biri de seminal sıvının doğru şekilde kullanılmasıdır. Aslında, bazı Çinli hanedan üyeleri arasında en sağlıklı salınım zamanının ya­şa bağlı olarak ayda veya haftada bir olarak saptandığı, azalan yaşla beraber bu sürenin arttığı ve salınım azaldığı belirlenmiş. Cinsel ola­rak manevi deneyim yaşayan çiftler arasında erkek için kabul edilebi­lir bir salınım yoktur.

Cinsel gizem okulları var olduğunda, kadınların orgazmik dene­yimlerini kutsallığı adına sakınmalarını öneriyoruz. Manevi gücü in­sani cinselliği çevirmemeliler, bu sakınma kuralları erkeklerin basitçe uygulamaları gerektiğine inandığın öngörülerdir. Daha doğrusu, de­rin orgazmik deneyimler arasında fiziksel düzlemde, kadın için en de­rin zevki yaşamada sıçrama tahtası gibidir.

Havuzun kenarına oturduk, Andreas' a rahim ve seksle ilgili arın­ma tecrübelerimi anlattım. Bazı noktalarda kutsal cinselliğime değin­dim, fakat o sırada kısacık anlar vardı ve hiçbir zaman kendimle ya­şadığım deneyimlerim gibi değildi. İnsanın yapısında ve fazla çalışan organlarında benim erkeklerle yaşadığım deneyimlerimde de, orijinal bir kıvılcım barındırmaktadır. Bir erkeğin cinsel boşalma sırasında, kadınla arasındaki enerjik, elektrik yüklü bağlantılarını kesmiş oldu-

95

ğunu anlattı. Gerçekten, bir kadınla gerçek aşkı biliyordu, kadının tüm boşluklarını hissederek dokunuyordu. Bu model bir kadını iste­yen erkekte sık görülen davranışlardı, erkek kadını takip eder, kadın genelde cinsel olarak teslim olur, erkek kadını yorar ve kendini tat­min için diğer kadına koşar. Kadın genellikle orada bekler, neler ola­cağını merak eder ve adam kadının enerjisini alıp kaçar. Tabi­i ki bu aşk değildir ve uç bir durumdur, fakat erkeğin spermi yayıl­dıkça aradaki bağlantı da giderek kopar. Bu bazı cinsel deneyimlerde yaşadıklarımdı.

Tantra içinde, yine de çember kırık değildir. Andreas'la bu zamana kadar yaşadıklarım tantrik bir yapıdadır. Fiziksel olarak seks olmasa bile, ilk bakışta bu yaşananlar basit gibi görünse de yüksek düzeyde cinsellik yaşadım.

Daireye geri döndük ve Andreas yatakları yaparken, ben de mutfak masasının üzerine bir sunak yaptım. Çok heyecanlıydım, aynı zamanda da gergindim. Elbiselerimizi çıkardık ve yatağa uzandık. Telefon çaldı ve cevap verdim. Telefonu almak için onun çıplak vücudunun üzerin­den uzandım. Andreas "Tanrıya ulaşmak için bir yol var mıdır?" der­ken gülümsedim ve telefonu aldım. Aramadan sonra, yatağın üzerinde birbirimizin gözlerine bakarak bağdaş kurup oturduk. Tutku kıvılcım­ları arttı, fakat oturarak ve sessizlik içinde bekliyorduk. Andreas beni kollarına aldı ve nazikçe öpmeye başladı. Önce ellerimi, ardından göz­bebeklerimi ve tatlı bir şekilde dudaklarımı öptü. Hiç acele yoktu, beni şehvet doldurmak istiyor ve yavaşça alıyordu. Yavaş dokunuşları elek­trik akımı gibiydi. Sadece yukarıya değil aşağılanma dokunuşlarıyla yavaşça beni ele geçirdi. Tüm bunlar olurken, tutku yavaşlığının altın­da kükrüyordu. Vücudumun her bölümü onun öpüşleriyle etkisi altına giriyordu, ayaklarımın içine kadar onu hissediyordum, bacaklarımın iç kısmını öperken kendimden geçiyordum. Onun dokunuşlarıyla bütün bedenim hassasiyetle beni eritiyordu. Bir noktada, göğüslerimi öpüyor, gözlerimin içine bakarak meditasyon haline döndürüyor, içime mutlu­luk doluyordu.

İkimiz de tutkuyla mest oluyor, birlikte eriyor, egolarımızdan arınıyor ve basit aşk davranışlarından sıyrılıyorduk.

Uzandım. Fazla istekliydim, ben kalkmadan o kalktı. Uzanmış ya­tıyordum, dudaklarım gevşemişti, bütün engeller eridi ve dalmaya is­tekli bekliyordu. Derinlere ulaşmasını söyledim ve kısırlığını açıkladı. Dua ediyordu. Benim ilgimi derinlemesine çekti ve birbirimiz üzerine

96

dualar ettik. Kadınlık suyumun içine parmaklarını soktu ve yüksek sesle dua etmeye başladı. "Dördüncü güce sesleniyorum ve Yüce İsa'nın varlığına kalbimizi, bedenimizi ve ruhumuzu teslim ediyoruz. Birliğimizle bi­ze nimet getir. Bizi kutsa. "

Dişilik sıvımı içimden parmaklarıyla aldı ve kendi üzerine sürme­ye başladı. Parmaklarıyla üçüncü gözünü, kalbini nemlendirdi ve bir­likteliğimize dua etti. Sonra onun için en iyi nektara döndü ve beni de kadınlık sıvımla okşamaya başladı. Islak parmaklarıyla kalbime do­kundu, vücudumun üzerine dua etti. Her seferinde, rahmime geri döndü, ellerini nemlendirip benim nektar sıvımla vücudumu kutsadı. Neler olması gerektiğine dair hiçbir düşünce ve plan yoktu: Her şey basitçe oluyordu. Kendimi kutsal bal peteği gibi hissediyordum, nek­tarımla ovulduğumuz için arınmış hissediyordum. Kadınlık suyumla kutsanmış hissedip yatıyordum. Kendimi kutsal bir memba olarak gördüm: İlahi bir güç tarafından hayat gücüm kutsanmıştı. Artık kut­sanmış, birliktelik içindeydim, fiziksel olarak cinsel yaşamla kutsan­manın tadına vardım ve iki gücün bir arada neler yapabileceğini gör­düm.

Andreas güvenli seks için hazırdı, sonra kollarına beni aldı, kar­nımdan, göğüslerimden öptü. Yavaşça vajinama doğru çalıştı ve daha sonra sessizce ve en çok zevk aldığım kapılarımı açarak saygıyla kafa­sını eğdi. Böyle sevecen, şefkatli, ama hepsinden öte, kutsal bir aşkla hiç karşılaşmadım. Aklımda bir görüntü belirdi: Ben bir sunak oluyo­rum, vücudum ise bir tapınak. Bu gerçekleşen şey, titreşim olarak be­nimle konuştu, direkt bir tecrübe oldu.

Üstüme uzandı ve tapınağımın kapısından tüm erkekliğiyle doğru­dan içeri girdi. Artık daha fazla Andreas yoktu, daha fazla Raylene yoktu. İkimiz de gücün içine aktık, bedenlerimizin ritmiyle pompaya devam etti. Tanrının beni tutması gibi sevişirken beni tutuyordu. Ara­mızda güçlü bir kutsal ruh belirdi, ben genişliyordum, daha derinleri­me akıyordu. Penisi rahmimde giderek ışık yakmaya yarayan bir kol oluyordu ama bütün bedenimde ilerleyip kalbime ulaşıyordu. Bu his sadece orada kalmıyordu, boynuma doğru devam ediyor ve gırtlağı­mın ortasına ilerliyordu. Boynumun içinde depoladıklarını kristalleşi­yordu. Ben boşalmaya başladığım sırada parmaklarıyla ağzımı açtı ve kulağıma fısıldadı: "N efessss".

Orgazm olduğum sırada ortaya çıkan ses beni şaşırttı. Gerçeklik bi­lincimde uyandı ve ağlamaya başladım. Bastırmaya çalıştığım duygu-

97

lanın beni dile getirdi, "dinlemek istemiyorum" diye zincirlerimi çöz­düm ve buzlarımdan sıyrıldım. Boynumun kemikleri kıtırdadı. An­dreas beni sardı ve hıçkırıklarımın arasında neye ihtiyacım olduğunu dinledi. O her an yanımdaydı ve gelişen olaylar benim için bir hedi­yeydi.

Sakinliğime geri döndüm. Daha önce yaşamadığım bir şekilde ken­dimi çok çıplak hissediyor ve yanımdaki adamdan utanıyordum. Kal­bimi giydiğimi ve bileziğimdeki duyguları bana söyleyebilirdi ama ta­kılacak hiç bilezik yoktu. Onunla kendimi sessiz hissediyordum ve sonbahar rüzgarında savrulan yaprak gibi, donuktu ve doğal aşkın böyle olduğunu hissedebiliyordum.

Tekrar içime girmek istedi, fakat bu sefer tutkusunu durduramı­yordu. Şimdi beni vahşice ve serbestçe yakaladı; gücün tüm akımı ara­mızdaydı. Yarın olmayacakmış gibi beni içiyor, beni pozisyonlara so­kuyor ve aldığım hazla melekler gibi yükseldiğimi hissediyordum. Enerji aramızda gökteki yıldızların aydınlanması gibi ışıldadı. Ateş­teymişiz gibi elektriksel bir akımı ve büyük bir erime içinde olduğu­mu hissettim. Orgazm üstüne orgazm içimdeydi, artık sayılar yoktu, sadece mutluluğun tepe noktasına ulaşmak vardı. Tepe noktasından aşağı inip tekrar çıkıyordum, tamamen bir sonrakinden diğerine limit­sizce sarmalanmıştım. Tüm bunlar olurken, Andreas kontrolü eline al­mıştı. Her hareketimi izliyordu.

Bedenim hayatın başka bir görüntüsüne kaymıştı. Göğüslerim dağlara, kalçalarım vadilere dönmüştü. Etrafımda yetişen sayısız ağaç görüyordum ve vücutların suları bedenimi sarmıştı . İçimde hareket ederken pulluğa dönü­yordu. Bedenimi sürülmüş bir tarla gibi hissediyordum. Tatlı boncuklarla kasları sarılmıştı ve bedenimi yağmur damlarıyla suluyordu. O benim kutsal pulluğumdu, bir dişi tarla gibiydim ve ekilmeye hazırdım.

Tohumları bana damlamamıştı, saatler sonrasında beni memnun bir şekilde serbest bıraktı. Orgazm rahmimde bir ateş gibi var oldu, kazan gibi kaynıyordu ve kalbimin merkezinde patlamalar yaşıyor­dum, beynime kadar sıçrıyordu. Bedenlerimiz dinlenme içine girdi. Orgazmı kalbimde yaşıyordum ve sanki bir kadeh çiçek şarabı damlı­yor gibiydi. Bu birkaç saat sürdü, iki küçük dinlenme arasında bir de­neyim daha yaşadım.

Sonuçta, yemek yemeye karar verdik, gün öğleden sonraydı ve bü­tün gün yemek yedik. Dış dünyada birbirimizi bulduğumuzda, bilin­cimiz tamamen değişmişti, sanki her şey gerçek dışıydı. Park yeri bul-

98

muştum -sadece sürüyordum. Andreas çok dipte görünüyordu, sür­meye devam ettim.

Yemekten döndüm, yeniden dairemize çekildik. Bu sefer cinsel arınma farklı bir moda girmişti. Yatakta dinlenirken Andreas ellerini karnımın üzerine koydu ve "Sanjay Menla" ilahisini söylemeye başla­dı. Sesinin oktavı Sanjay Menla adını tekrarladığında değişiyordu. Sağ elini açık olan vajinama, sol elini de kalbime doğru hareket ettirdi. Se­si derindendi ve enerji ışığın yayılması gibi vücudumda yayılıyordu. Görüntülerim açılmaya başlamıştı. Sol dirseğinin arkasında Tibet kili­sesini ilahilerle gördüm. Tibet çanları çalıyordu.

Bir noktaya kadar gelmiş olsam da, rahmimin iyileşmeye hala ihti­yacı vardı. Andreas'ın ruhunda barındırdığı gücün karşısında, hala kendimi güçsüz hissediyordum. Güce nasıl ulaşacağımı bildiğim hal­de, bunu bedenime entegre edebilmiş değildim. Andreas'ın büyüsü bir saatin üzerinde bir süre devam etti, sesi ritmik ve yatıştırıcıydı. Durduğunda, mutlak bir sessizlik olmuştu. Yataktan kalktım ve ken­dimi kötü hissettim. Yere yığılırken, tamamen kontrolümü kaybetmiş gibiydim. O an, kötü hissediyor olmama rağmen, bunun iyileşmenin bir parçası olduğunu biliyordum. Buna benzer bir şeyi daha önce de yaşamıştım

***

Hocam ellerini insanların üzerinde koyup yüklerini bedenine top­ladıktan sonra, onlardan kurtulmak için bir köşeye geçip öğürürdü. Hiç gerçekten kusmamıştı ama bu teknik onu diğerlerinin yüklerin­den azat ediyordu. Bu seanslardan bazılarında, ben de aynı şekilde hissetmiş ve öğürmüştüm.

***

Şimdi, Andreas'la birlikte olduğum dairede, yerde kıpırdayamaz halde uzanıyordum. Midem bulanıyordu. Ama yıllar boyu biriktirdi­ğim cinsel tabularımı yıkmak kolay değildi, biliyordum. Öğürmelerim durduğunda, bedenim sakinleşmeye başladı. Düzgün ve yeterli nefes alabildim. Aldığım her şey berraktı ve nefesimin gücü benliğimi besli­yordu.

Oraya uzandık ve uyur-uyanık bir konumda birbirimizi sarmala-

99

dık. Sabah uyandığımda, Andreas'a oranla ne denli güçsüz olduğumu gördüm. Böyle bir hızı cinsellikte de takip edebilir miydim? Sadece cinsellik değildi merak ettiğim, o an aramızda oluşacak gücün büyük­lüğüydü. Ona açıkça bu korkumdan bahsettim, bana bakarak "buna gerçekten inanmak istiyor musun? Sadece düşünerek de olsa bunu görmek istiyor musun?" dedi. "Hayır" dedim. Ama şüphelerim oldu­ğunu kabul etmeliydim. Güçlü olduğumu hissediyordum ama ortaya çıkan güçlü enerjiyi zaptetmek için farklı bir güç gerekiyordu. "Bu se­nin için çok yeni" dedi Andreas. "Alışman zaman alacak."

***

O sabah, Mill Vadisi'ne, Elizabeth'in "gnostik Mass"ı oynayacağı eve gitmek üzere ayrıldım. İçeriye parıltılar saçarak girdim. Elizabeth, arkadaşlarım Christy ve Sabina'yla orada duruyordu. Hepsi de beyaz­lar içindeydi, farklı renklerde duvakları vardı. Bana baktıklarında, ne­ler yaşadığımı anlamışlardı. Aşkla tamamen değişmiştim ve bu hepsi için açıktı.

Elizabeth yeniden sahnelenen "Kutsal Evlilik-Sophia'nın Sevgiliyi Bulması"nda Sophia sevgiliyi bulurken Mass rolündeydi. Sıra arka­daşlığa gelmişti ve ben dün olanları bir kenara bırakmış, Elizabeth ve Christy'ye bakıyordum. Tanrıçanın varlığı bedenimi sarıyordu. İsa'nın bedenine ulaşmak için önünde diz çöktüm. Bedenim ona tepki verecek açık bir kadeh gibiydi, şeffaf ve boş -ki Tanrı rüzgar gibi için­den akıp gidebilsin, aşkla savrulsun, bedenim duygusal ve cinsel yön­den doyuma ulaşsın ve bu duygu içime işlesin. Katolik bir kız oldu­ğum zamanlardan kalan tüm utancım ve suçluluk duygum yok olu­yordu ve fark ettim ki, cinsiyetler ve ruh arasındaki ayrım yüzyıllardır rahipler tarafından tüm engelleri kaldıracak gerçek gücü gizlemek için yaratılmıştı. Bu güç, yaradılışın gücüydü. Kadının gücüydü ve doğru partneri bulduğu zaman, büyük aşkla, doğru tavır ve anlayışla birleş­tiğinde sağaltıcı, uyandırıcı ve iki ruhu büyük bir hızla yükseklere ta­şıyan bir özellik kazanırdı.

Andreas'ı görmeyeli günler olmuştu ama her gece telefonlaşıyor­duk. Her telefonlaşmamızda aramızdaki tantrik bağ güçleniyordu. Bir süre konuşur, sonra birbirimizin sessizliğini dinlerdik. Onun varlığını yüreğimde duyumsardım. Kelimeler, düşünceler yoktu; yalnızca ku­lağımda telefon, uzanmış bedenimden ona enerji geçişi vardı. Bu duy-

100

gu bedenimde güçlendikçe nefesim sıklaşır ve sonunda yüreğimden başlayan bir orgazmla biterdi. Andreas ise telefonun öbür ucunda kendi deneyimini yaşardı. Telefon konuşmalarımızın ardından -daha doğrusu konuşmamalarımızın ardından- Andreas derin bir meditas­yon sürecine girerdi ve bu bazen saatlerce sürerdi. Sanal sekse yeni bir boyut kazandırmıştık!

Birbirimizin varlığını duyumsamamızın etkisi büyük olmuştu, san­ki bir mancınıkla ilahiyata fırlatılmıştık. İkimizin de yaptıklarına bi­linçle karar verilmiş değildi. Andreas şakayla karışık "hiçbir şey yap­mıyorum" diyordu. Ama "bir şey yapmama"nın içinde çok şey yap­mak gizliydi. Birisiyle böylesine bütünleşirken bir yol haritam yoktu, hiçbir yönlendirmem yoktu. Ama görünüşe göre yol haritalarımız be­denlerimize ve ruhlarımıza kazınmıştı. Birbirimizin varlığı, bir arada olduğumuzda bu gizli haritayı ortaya çıkarıyordu.

101

BÖLÜM 14

Başucu Sohbetleri

Aradan on gün geçmişti ve birbirimizi tekrar görmeliydik. Birlikte Ka­liforniya sahiline doğru bir geziye çıkmayı kararlaştırdık. Andreas o gece Shasta' dan çıkıp yolu yarıladı. Körfez tarafına gelmeden geceyi bir otelde geçirmişti. Ben ertesi sabah erken kalktım, bedenim tüm haf­ta süren bahçe işinden yorgun düşmüştü. Sıcak bir duş alıp kaslarımı iyice gevşettim. Küvette yüzüyor gibiydim, başımı kaldırıp ağaçlara baktım, ince bir yağmur üzerime yağıyordu. Derken başımı çevirdi­ğimde Andreas'ı gördüm. "Mükemmel zamanlama" diyerek gülüm­sedi. Banyodan çıktım, vücudum sabah serinliğinde buğular içindey­di. Andreas beni kalın bir havluyla sarmaladı ve içeri yürüdük. Giyin­dim, çantalarımı aldım ve sahile doğru yola çıktık.

Serviler içinde bir otele varıncaya kadar gittik. Otel, Bombaylı bir aileye aitti. Andreas onlarla biraz Hindistan hakkında konuştu, sonra anahtarları alıp beni odaya çıkardı.

İçeri girdikten sonra, yatağın üzerinde karşılıklı bağdaş kurup oturduk. Andreas çağırılarını yapmaya koyuldu.

"Kutsal Ruh'un kudreti, İsa'nın kudreti burada. Bu odayı kutsa­yın. Yüce İsa, bu odayı tüm düşünce ve duygulardan arındır, Tanrı­ya ait olmayan hiçbir şey kalmasın. Yüce İsa, varlığınla bu odayı kut­sal kıl."

Parmaklarını şaklattı ve sözlerinin etkisiyle hava birden değişti. "Şimdi, hazırız" dedi ve ellerini omuzlarıma koyarak duasına baş­ladı.

103

Tantrik Buda'nın kudret ve varlığını çağırıyorum; bedenlerimizi, kalpleri­mizi, düşüncemizi ve ruhumuzu sunuyorum. Tantrik Buda'nın kudret ve varlığına sesleniyorum, sevdiğimin bedenini, kalbini ve ruhunu kutsal varlı­ğına ve büyüne katmanı diliyorum.

Bu sözleri söyledikten sonra tepeden tırnağa, adeta başka alemler­den gelen bir kudretle donandığımı hissettim. Bu, bir sağanak gibiydi. Sözlerinin etkisiyle içimde bir kapının açıldığını hissettim ve gözyaş­larım yanaklarımdan aşağı süzülmeye başladı. Sözcüklerle anlatama­yacağım deneyimlerim, adeta düşünce dünyamın dışında kalan, keli­melerin ulaşamayacağı kadar derine ulaşıyordu.

Andreas duygu ve dualarını benimle paylaşırdı. O, Tanrının varlı­ğını veya tezahürlerini çağırmanın gücünü çok genç yaşta anlamıştı. Tibet Budizmiyle ilgili okumuştu ve "dünün, bugünün ve yarının Bu­da' sına hürmetler sunuyorum" gibi söylemlerin yalnızca edebi söy­lemler olmakla kalmayıp duayla çağrılan Buda'ya somut halde hayat bulduracak formüller olduğunu anlamıştı. Ayrıca Hindistan' da geçir­diği zaman boyunca ona, Budaların ölümsüz olduğu anlatılmıştı. Öz­lem ve adanmışlık dolu her kalp her Buda'ya ulaşabilirdi.

Andreas bununla, olumlu niyetlerle Tanrıya dua etmek arasında büyük fark olduğuna inanıyordu. İlki, insanın kendi düşüncesini an­latmak için bir "alışkanlık" yaratırken, ikincisi Tanrıdan kuvvet dile­mekti. Değişik inanışlara bakacak olursanız, Tanrının pek çok değişik görünümüyle karşılaşırsınız.Tibet Budizminde sekiz farklı iyileştirici Buda vardır. Ayrıca dharma'yı öfkeli ilahlardan korumak için Dhar­mapalas vardır. Hayatınıza aydınlık getirmesi için Gülen Buda'yı ça­ğırırsınız. Sonra Yeşil Tara vardır. Bu Tibet tanrıçasının yirmi bir fark­lı görünüşü vardır ve Varlık Denizi'nden geçenleri korur.

Hindu panteonuna bakarsanız, Şiva'yı görürsünüz, tüm illüzyonla­rı yok eden ve meditasyonun ustası Şiva. Size meditasyonda rehberlik yapar ve görüntüler dünyasındaki illüzyonlardan koruyarak gerçeği gösterir. Ya da, Tanrıça Lakşmi'yle ekonomi dünyanızı doyurabilirsi­niz.

Bundan başka Katolik inançta panteon ve melekler vardır. Kayıpla­rı için Aziz Anthony'e dua edilir. Aziz Anne doğurgandır. Baş melek Michael tüm kötülüklerden koruyandır. Aziz Raphael, seyahat mele­ği, sizi yolculuklarınızda korur. Ne zaman ki, Tanrının pek çok farklı görünümünü fark edersiniz, o zaman farklı dinler arasındaki benzer­likleri de görebilirsiniz -herkes aslında aynı şeyi yapar, farkı sadece

105

aromasındadır. Asıl önemli olan, dualarla kutsanmış kişileri kullanır­sınız; Budalar, ustalar, azizler veya melekler gibi. Onların kutsanmış varlıklarıyla problemleri anlatırsınız.

Andreas yirmi beş yılını dualar üzerine çalışarak geçirmişti ve be­nim fark ettiğim, onun sözcükleri ne kadar güçle ve önemle donattı­ğıydı. Sözlerinin gücüyle bir lazer kadar keskin olabiliyordu. Dikkati­mi çeken bir başka konu ise, konuşmalarında nadiren argo ve küfür kullanmasıydı. Tüm bunlar şunu gösteriyordu: Andreas sadece söz­cüklerin konuşmadaki gücünü kavramakla kalmamıştı, bu güce vücut bulduruyordu.

***

"Görünüşe göre en güzel konuşmalarımız yatakta geçiyor" dedim Andreas'a. Andreas "galiba bu benim tarzım" diye cevap verdi. Ka­ranlık çöküyordu, soyunup birlikte yavaşça yorganın altına kıvrıldık. Birbirimize sarılırken, birbirimizin içinde erimeye başladık. Yavaşça ve nazikçe vücudumu okşuyordu, ışığı gövdemin üzerinde bir aşağı bir yukarı geziniyordu. Telaşsız, stressizce sanki onu besleyen bir ye­mekmişim gibi, seksin her anında her bir parçamdan zevk alıyordu. Dokunulmamış, bir öpücükle kutsanmamış hiçbir parçam kalmamış­tı. Seks birbirimize zevkle kavuştuğumuz bir sanat gibiydi. İçime gir­di ve dua etmeye başladı, bir kez daha yapmakta olduğumuz kutsal şeye bereketlerini getirmek üzere Tantrik Budaları çağırıyordu.

Bu adamla hissettiğim birleşme ve bağlılık, fiziksel duyularımın çok ötesindeydi. Cinsel deneyimimiz dualarla örülmüştü. Seks esna­sında, sevdiğimiz kişiyle bu kadar yakınken onun için ne düşündüğü­müzün veya hissettiğimizin ne kadar önemli olduğunu fark ettim. Seks; kabalık, kızgınlık ve öfkeyle birleştirilirse partner bu duyguları emer. Bu, bilinçli veya bilinçsizce yapılıyor olabilir. Sanırım, pek çok insanın partnerine karşı cinsel isteğini kaybetmesi, cinsel hayatları besleyici olacağına bir çöplük olduğu içindir.

Kendi yaşantımda, geçmiş ilişkilerime dair düşüncelerim vücudum tarafından emilmişti. Bu düşüncelerin yok olması ancak dualarla mümkündü, bu yüzden bedenim cinselliğin kutsal yönüne duyarlı bir damar gibiydi. Andreas iç dünyamda gezindikçe, "seni seviyorum" kelimeleri tekrar tekrar yankılanıyordu. O kelimeler bir dua olmuştu. Bu aşk, bedenimde şimdiye kadar gerçekten sevilmemiş ve kabul gör-

106

memiş tüm parçalarımı iyileştiriyordu. İçimde tekrarlanan sadece or­gazmik patlamalar değildi, yüreğimin duvarları da ruhumun boşlu­ğuna doğru çöküyor ve parçalanıyordu. Dualar yüksek sesle yankıla­nıyordu, dualar akıllarımızın sessizliğinde okunuyordu, ama bedenle­rimiz güzelliğe, güce ve birlikte oldukça yarattığımız aşka tepki veri­yordu.

107

BÖLÜM 1 5

Geçmiş Zamanların Hatırına

Kollarında uyuyakalmıştım ve tantrik egzersizimde yeni dersime baş­layacağım bir sabah uyandım. Uyandıktan sonra tekrar sevişmeye başladık. Sevgilime karşı daha güçlü bir teslimiyet ve daha derin bir birleşme hissediyordum. Teslimiyetim Andreas'a değil, ruhundaki ilahi özeydi. Hangisi daha geniş açılmıştı, bilemiyorum: Bacaklarım mı yoksa yüreğim mi? Bu genişlik tüm bariyerleri ve engelleri aşıyor­du. Tanrıdan gelen ve cinselliğin tam kalbine giden bir damar gibiy­dim.

Seviştikçe nefesimizden kudret geliyordu, nefesi nefesime karıştık­ça Andreas'ın özüyle doluyordum. Nefesiyle birliğimiz derinleşiyor­du. Hayat sanki zamanın olmadığı bir yere doğru yol alıyordu. Ru­hum, bir başka hayatta Andreas'la birlikte olduğum, zamandan ba­ğımsız bir dünyaya uzanıyordu. Ve hasretle ağlıyordu: "Bunca za­mandır neredeydin?"

Gerçekten ruhumun birini özlediğini hissettim. Birdenbire kendimi, bir gölgelik üzerinde beyaz örtülere sarınmış ve çiçeklerle süslenmiş halde ona götürülüyorken gördüm. Daha gençtim ve saçlarımın rengi koyuydu. Üze­rimde, belinde altından bir kuşak sarılmış keten bir elbise vardı. Gölgeliği An­dreas' a dört kişi omuzlarında taşıyarak götürüyorlardı. O, zincirli zırhı ve al­tındaki şarap rengi tunikle karşımda bir kral olarak duruyordu. Ona eşi ola­rak sunuluyordum. Bir sonraki sahnede, ikimizi taşlardan yapılma bir çem­berin içinde gördüm. Taşların her birinin başında nöbetçiler duruyordu. Ayı­şığı gecemizi aydınlatıyordu, gökyüzü yıldızlarla doluydu. Taşlar bizim böl-

109

gemizi koruyordu. Andreas üzerimdekileri sıyırdı ve taşlarla çevrili alanda sevişmeye başladık. Biliyorduk ki sevişmek, topraklarımızın ve krallığımızın geleceği için önemliydi. Bir sonraki sahnede bir kaledeydik ve bilgeler, ikimi­zi kutsuyordu, bize birtakım sihirli güçler bahşediyordu . Sahne yavaşça kale­nin yatak odasına kaydı, odada bir şömineden yayılan sıcaklık hakimdi. Ate­şin başında kocaman bir köpek yatıyordu. Dört direkli ve koyu kırmız perde­leri olan kraliyet yatağındaydık. Yanımdaki ruha karşı açıklayamadığım bir aşk duyuyordum.

Sonraki sahnede, Andreas bir orduya katılıyor ve ben onunla vedalaşıyor­dum. Bir sedye üzerinde geri dönüyordu. Ona baktığımda ölmüş olduğunu bi­liyordum. Tam bu noktada kederden kendimden geçiyordum. Ağlamaya ve hıçkırmaya başlıyordum. Benliğim bu deneyimle sarsılmıştı. İçimdeki keder çok büyüktü. Ayrılık içimde, onu tekrar bulana kadar dinmeyecek bir özlem bı­rakmıştı. Vücudum titriyordu ve ağlamamı durduramıyordum. Gözlerimi açtım, Andreas gözlerimin önünde kanlı canlı duruyordu. Ona sarıl­dım, gördüklerimin etkisiyle hala ağlıyordum. Sonra benim için dua et­ti, sesinin yumuşaklığıyla beni sakinleştirdi. Derin bir uykuya daldım.

Ertesi sabah okyanusa gitmeye karar verdik. Kahvaltıdan sonra Jenner' a geri döndük. Arabada oturmuş, sadece bedenimi hissetmeye koyulmuştum. Her şeyin anlamı hiç olmadığı kadar artmıştı artık gö­zümde. Bu, sadece sabahın ışıltısından değildi, daha derinden gelen bir duyguydu.

Okyanusa ulaştık ve dar bir patikadan sahile indik. Kıyı boyunca yürüyerek kayalar arasında kendimize tenha bir köşe bulduk. Okya­nusu seviyorum. Dalgaların sesi ve denizin kokusu beni coşturuyor. Ben dalgalarla oynarken, Andreas kıyıda oturmuş beni izliyordu. Dal­galar vurup geri çekilirken ben de koşarak onlara eşlik ettim. Sonra Andreas'ın oturduğu yere koştum ve yanına sokulup ona sarıldım.

Andreas şarkı söylemeye başladı. Şarkı bir süre sonra büyüleyici bir hal aldı. Gözlerimi kapadım ve sesiyle bilincim yükselmeye başladı. His­sediyordum ki ruhlarımız da birlikteydi ve giderek yükseğe çıkıyorlardı, güneşe doğru fırlatılan bir ok gibi farkındalığın yeni boyutlarını kat edi­yorlardı. Sesinin tınısı bizim taşıyıcımızdı. Bilincimin daha önce hiç ulaş­madığı kadar yüksek bir farkındalığa eriştiğini hissediyordum. Birlikte tek kişiydik. Sonra ikimizin de duyumsadığı güç azaldı ve bedenlerimi­ze geri dönmemizi sağladı. Bedenimi kat ederek toprağın derinliklerine gömüldü. Kendimizden geçmiştik. Orgazmik bir haldeydik. Doğadaki her şey ahenk içerisinde bize eşlik ediyordu. Duyumsadığım, bilinçten

1 1 1

bir ayrılma değildi, daha çok bedenim aracılığıyla dünyaya ulaşhrılan bir farkındalık zirvesiydi. Andreas söyledi, birbiri ardına iç orgazmlar yaşadım. Bu deneyim bana yirmi yıl önce okyanus kıyısında yaşadığım kozmik orgazmı hatırlatmıştı. Aradaki fark, her nasılsa, bunu biriyle or­tak yaşamış olmamdı. İlahi sevgilim artık bir vücut kazanmıştı. Bunun mümkün olabileceğini hiç .düşünmemiştim.

Yılların hayal kırıklığı ve aldanması, beni içimdeki aşkı aramaya ve içimdeki sevgiliyle birleşmenin yolunu aramaya iten güç olmuştu. İliş­kilerimde yaşadıklarım beni yıpratmış ve yormuştu. Bir manastıra gir­meye hazır gibiydim. Bu fikir çok çekiciydi. Ama yıllar önce gördü­ğüm kutsal çiftler vizyonumu hatırlıyor ve iki cins arasında iyileşme­nin tamamen mümkün olduğunu anlıyordum.

O sırada bedenim Andreas'la birlikte gelen güce alışmaya çalışıyor­du. Daha önceki gibi sersem veya dengesiz hissetmiyordum, aksine yeni enerjimle bütünleşiyordum. Oturduğumuz yerden kalktık ve in­sanların yanından sahil boyunca arabaya doğru yürüdük. İnsan gibi hissediyordum.

Kendi kendime, keşke doğayla aramda olanları bilselerdi diye ge­çirdim. Okyanus biliyordu. Dalgalar, kıyıya vururkenki seslerin ahen­giyle anlatıyordu bunu. Denizin kokusu da biliyordu. Çünkü dalgala­rın şarkısını taşıyordu. Martılar, ruhlarımız gibi yükseklere çıkıyordu. Onlar özgürlüğü tanıyordu. Ama geçtiğimiz insanların olanlarla ilgili en ufak bir fikri yoktu. Bu bizim sırrımızdı. Bu bizim ruhumuzda giz­liydi. Keşke herkes böyle bir ilahi deneyim, böyle bir ilahi aşk yaşasa. Dünya bambaşka bir yer olurdu. Arabaya bindik ve Mill Vadisi'ne, evime doğru yol almaya başladık. Direksiyonda Andreas vardı. Ken­di içinde gücün öylesine merkezindeydi ki bunu sürüşüne bile yansı­tıyordu. Yöneten Tanrıydı ve bunlar onun gücünü yansıtan araçlardı. Sır, buna teslim olmaktaydı.

Eve vardık. Andreas Shasta Dağı' na dönmeden önce, yatağımda bi­raz uzandık. Birbirimizden ayrılmak çok zordu. Sanki iki mıknatısı birbirinden ayrı tutmaya çalışmak gibiydi. Kollarında uzandığım sıra­da Andreas kendi vizyonunu görüyordu ve gördüklerini benimle pay­laştı. Beni rahibe giysileri içinde görmüş ve tüm alışkanlıklarımdan kurtarırken "şimdi hem bana hem içindeki aşık olduğun adama sahip­sin" demişti. Bu vizyonu haftanın ilerleyen günlerinde yaşadıkları­mızla anladık. Eski alışkanlıklarımız ve takıntılarımız gitmişti. Yanlış düşüncelerim, eski suçluluk duygum ve utancım Andreas'la birlikte-

1 12

liğim ilerledikçe yok oluyordu. Cinselliğim kutlanıyor ve ruhani dene­yimlerimle harmanlanıyordu.

Andreas Shasta Dağı'na döndü, bense bahçe işime ve yaşadıkları­mı düşünmeye geri döndüm. Onu özlüyordum, sürekli onunla olama­mak zor geliyordu. Ama kalbimi dinlediğimde, onun tam da kalbimin merkezinde bir güneş gibi parlak, içimi ısıttığını hissediyordum.

Bu deneyimden sonraki gece, Andreas'la ilgili duygularımı yaz­mak istedim. Sakinleştim ve aşkın, kalemimi oynatmasına izin ver­dim. Tanrı sanki aşkın büyüsünü benimle paylaşıyordu. Defterimin sayfalarına şunları yazdım:

"Daha önce hiç sevilmediğin kadar sev. Bırak, aşk seni sonuna ka­dar götürsün. Tanrıyla birleşmeye akan bir nehir farz et kendini. Önü­ne barajlar kurma. Kıyılarındakilerin bu aşkı etkilemesine izin verme. Çünkü onlar bu nehirde değiller, onun akıntısını ve gücünü hissetmi­yorlar. Aşk ve nehir, Tanrıya ulaşmaya çalışıyor. Güçten, nehrin akın­tısının şiddetinden korkma. Kendini bırak. Aşk olsun.

Aşk, aşk, aşk -Tanrın seni aşkın okyanusu kılmış. Tüm korkuların silinsin. Bedenin tüm ihtişamıyla karşımda, her şeyin ötesinde Tanrı­nın aşkına teslim. Tanrının dilediği çiçek ol, açarken özünü yay, koku­nu yay. Bil ki günah diye bir şey yok."

_Kalemimi bıraktım, defterimi kapadım. Üzerimi örtüp derin ve de­liksiz bir uykuya daldım. Aşk esansında yıkanmıştım adeta.

113

BÖLÜM 16

Özgür Bırakılan Vahşi Kadın

Andreas'la bir sonraki buluşmamız ailemin evindeydi. Annem ve ba­bam birkaç günlüğüne sahil kenarına tatile gitmeye karar verip evleri­ne bakmamı rica etmişti. Bu durum Andreas'ı tekrar görebilmem için iyi bir fırsattı. Shasta' daki evimize gelip, annem ve babamla vedalaş­tıktan sonra Andreas'ı telefonla aradım. Ona telefonda ne zaman eve ulaşabileceğini ve akşam yemeğine gelip gelmeyeceğini sordum. An­dreas telefonda işini ne zaman bitirebileceğini bilmediğini, ancak bitir­dikten sonra eve gelebileceğini açıkladı.

Ailemin yaşadığı evde birçok oda vardı ve ev oldukça konforluy­du. Babam evi kendi elleriyle inşa etmişti. Annem ise evin en küçük detayına kadar tasarlamıştı. Ahşap çerçeveler sedir ve çam ağaçlarının içinde doğal bir hava verilerek tasarlanmıştı. Evde en beğendiğim kı­sım ise üst katta bulunan yatak odasıydı. Odanın duvarları doğal ah­şaptan yapılmıştı ve sürgülü cam kapıdan muhteşem bir manzara sey­redilebiliyordu. Odanın ortasında pirinçten yapılma bir yatak ve üze­rinde annemin elleriyle işlemiş olduğu yatak örtüsü seriliydi.

Alta kata indim ve kendime sıcak bir banyo hazırladım. Shasta şeh­rine gelirken küçük su ritüellerinde kaybolmayı severdim. Yaz ayı sü­resince Shasta yolu üzerinde Soda deresinde durmayı severdim. Ço­cukken burada buz gibi soğuk suda yüzmeyi öğrenmiştim. Diğer za­manlarda ise Stewart Pınarları'nda mineral suyuyla ıslanmayı sever­dim. Her iki yere de gidecek vaktim olmadığı zaman ise ailemin evin­de uzun uzun sıcak su banyosu yapardım. Ailemin evine gelen su ye-

115

raltı kaynak suyuydu. Kişisel olarak dağın ruhunu hissetmenin en iyi yollarından birinin suyla temas edip uzun uzun banyo yapmak oldu­ğuna inanıyorum. Küvetin içindeyken, akan sıcak su altında, dağlar­dan gelen uzun yeraltı ırmaklarında yattığımı düşünürdüm. Kendimi suyun üzerine yansıtırdım, suyun yolculuğu banyoma gelmeden önce başlamıştı. Suya bana verdiği güzellikler için teşekkür ettim ve kendi­mi suya bıraktım. Suyun şehir yaşamımı temizlemesine izin verdim. Şimdi Andreas için hazırdım.

Akşam yaklaşıyordı. Andreas kapıyı tıkladı. Onu göreceğim için çok mutluydum. Akşam yemeği için balkabağı ve tatlı patatesli somon pişirmiştim. Dört dörtlük yemek pişirmiş olmama rağmen halen ken­dimi mutfakta yemek pişirmek için çabalarken bulmuştum. Yemekte kullandığım sebzeler yazın güneş ışıklarının yansıması gibi turuncu­nun çeşitli renklerini yansıtıyordu.

Yemeği yedikten sonra üst kattaki yatak odasına çıktık. Andreas'la üçüncü sevişmemiz olacaktı, vücudum güç kazanmaktaydı. Sevişmek fiziksel olarak direncimi artırıyordu ve bana iyileşme ibadetindeymi­şim gibi hissettiriyordu. Sevişirken kuvvetli enerjilerimizi cinsel mer­kezlerimizde birleştiriyorduk. Andreas'ın güçlü çekimini içimde his­sediyordum. Kendimi zayıf veya tükenmiş görmüyordum, aksine uzun süredir kendimi bu kadar yaşam dolu ve genç bulmamıştım. Günlük egzersizler yaparak ve fiziksel olarak hızlı çalışarak zinde kal­dığımı düşünürdüm, ancak Andreas'la sevişmekle yaptığım hiçbir eg­zersiz karşılaştırılamazdı. Andreas'la ilişkim ve sonucunda meydana gelen değişim bendeki yerini bulmuştu, bu durumu hem görebiliyor hem de hissedebiliyordu. Aşk gerçekten de büyük bir iyileştiriciydi. Andreas' a benim gizli güzelliğimin sırrı olduğunu söyleyip takılıyor­dum. Çevremdeki insanlar da bende meydana gelen bu değişimin far­kındaydı. Değişim vücudumdaydı ve bu değişimi kendimle taşıyor­dum.Değişimin belli bir kısmı gözlerimin ferindeydi, ancak büyük bir kısmı kalbimdeydi.

Sevişmelerimiz şefkat ve enerji doluydu. Her anı bir ibadet gibiydi, bazen de kontrol edilemeyen kahkahalar bu ana güzellik katıyordu. İsa'nın "aşağıdaki yukardakine, yukarıdaki aşağıdakine benzer" sö­zünde ne demek istediğini tüm gerçekliğiyle yaşıyordum. Sonunda spiritüel yaşamım cinsel yaşamımla birleşmişti. Tanrının olmadığı hiç­bir yer yoktu. Her bir yaşam hareketinde Tanrıyı düşünmek meydana gelen her olayı daha farklı kılıyordu. Cinselliğin etkileyici gücü iba-

1 1 7

detle birleşiyordu ve aşk iki ruhu Tanrının bilinç seviyesine hızla sü­rüklüyordu. Ancak bu tip bir güç yüzyıllarca insanlardan saklanmıştı. Şimdi ise bu güç kendini bana Andreas'la yaşadığım deneyimle göste­riyordu.

Derin bir iyileşme süreci bende ve Andreas'ta belirgin bir şekilde gözleniyordu. Her bir şefkatli dokunuş sessiz bir ibadet, dua veya her bir ruhun derin sessizliğiyle birleşiyordu. Geçmiş ilişkilerimizden gelen negatif düşüncelerin bedenlerimizde nasıl izler bıraktığını daha iyi an­lamaya başlamıştım. Yaşadığım tantrik ilişki çektiğim üzüntüleri, yan­lış anlamaları ve ret edilmeleri hayatımdan uzaklaştırmama aşka bir ibadet gibi bağlanarak yardımcı oldu. Andreas ve ben bu süreci seviş­melerimiz sırasında daha derin biçimde anlamaya başlamıştık.

İki insan bir araya geldiği zaman birbirleri hakkında düşündükleri ne varsa, özellikle de uzun süreli ilişkilerde, sevdikleri vücut üzerine dökülür. Eğer orada yılların verdiği negatif ret edilmeler varsa, vücut bu ret edilmeleri hisseder ve bunlar kristalize düşünce haline gelir. Biz digP.r insanların birçok projeksiyonunu, yansımalarını taşıdık; nadiren de olsa bu durumun bize gerçekleştiğinin farkına varıyoruz. Biz far­kında olmadan bu düşünceleri bedenlerimiz ve aklımızla kabul ediyo­ruz. Sonrasında bu düşünceler etkilerini göstermeye başlıyor. Etkinin sonucu ise zayıf benlik imajı, kendine güven yoksunluğu veya fiziksel acı ve ağrılar olarak karşımıza çıkıyor. Sevgi dolu bir tantrik ilişki bu tip düşünce formlarını hızlı ve güçlü bir yolla ortadan kaldırıyor. Tan­tra sadece fiziksel cinsellikten yararlanmaz, ayrıca gizli ruhani algılar­la da birleştirir. Bahsedilen gizli enerjiler geçmişte yaşanmış olan acı­ları ve gorı.ül yaralarını da ortaya çıkarır, onları insanların bedenlerin­den ve akıllarından uzaklaştırır. Nezaket, anlayış, derin sevgi, dua, ne­fes ve Tanrının kuvvP.ti sevişme sırasında bir araya gelerek engelleri ve geçmişin derin örtülerini ortadan kaldırır.

Farklı spiritüel pratikler süresince beni oluşturan yılları, spiritüel bir gücü tüm bedenimde tecrübe ettim. Aynı güç şimdi üst çakralarımdan (spiritüel merkezler) yukarı çıkarak karın bölgesine doğru ilerliyordu. Güç sadece karın bölgesinde kalmıyor, serbestçe bedenimde ilerliyor­du. Başımda ise ruhsal bilince yükselen bir ışık pırıltısı gibiydi.

Tantrik ilişkiyi özellikle Andreas'la sabah sandalye üzerindeki se­vişmemiz sırasında tecrübe etmiştim. Birbirimize sarıldık ve Andreas yonime sessizce girdi. Sandalyede ileri-geri doğru sallanarak sevişme­mize devam ettik. Sallanmayla daha önceden hissettiğim bir okyanus

1 18

gücünün içimdeki hareketini tekrar hissettim. Bu güç benim yoğun or­gazmımdan başka bir şey değildi. Rahmim kozmik bir güçle dolmuş­tu. Andreas saçımı avuçları içine aldı ve havaya doğru savurarak ku­lağıma "özgür ol, özgür ol" diye fısıldadı.

Okyanusun rahmimdeki hareketi bir anda başıma doğru sıçradı ve uçmaya başladım. Vahşilik beni kendi içimde serbest bıraktı ve bana kanat taktı. Andreas'ın beni sandalyede ileri geri götürerek içimde ha­reket etmesi bana gökyüzünde uçuyormuş hissi verdi. Görüntüler ak­lımda bir anda canlandı ve bir ekrandan izliyormuşçasına onlara bak­maya başladım. Görüntüler arasında ormanın derinliklerinde yapılan bir pagan ayini vardı. Ayinde kadınlar erkeklerin üzerinde sevişiyor­du. Bu görüntü bir anda havada süpürgesiyle süzülen bir cadıyla yer değiştirdi. Ben bir cadıya dönüşmüştüm ve altımda ise savaş atım var­dı. Paganların cinsel ritüellerini ve uçmanın vahşi orgazmik özgürlü­ğünü anlamaya başlamıştım. İtici faktör Andreas'ın lingamının (eril yaratıcılığı) gücüydü. Andreas'la yaşadığım bu tecrübe en derin çık­mazlarımdan kurtulmamı sağladı.

Birkaç gün sonra kendimi Barbara Walker'ın yazdığı "Kadınların Efsaneleri ve Sırları" kitabını okurken buldum. Kitapta cadı süpürge­leriyle ilgili hikayelere baktım. Cadı süpürgesi tantrik tip bir sembol olup cinsel birleşmeyi tanımlıyordu. Ortaçağ Avrupa'sında cadı sü­pürgesi üzerine atlamak kilise yasaları dışında yapılan evlilik seremo­nilerinin bir çeşidi olarak tanımlanıyordu. Kilisenin neden cadı süpür­gesi üzerinde, yani bir erkeğin zekerinde kadının cinsel pozisyonda olmasını bir günah olarak tanımladığını anlamaya çalışıyordum. Bu pozisyon kadının güç gösterdiği bir pozisyondu ve bu kadının ruhu­nu serbest bırakmasına neden oluyordu. Bu, kilisenin istediği hiyerar­şi için aykırı bir durumdu. Kilise kadınların bağlı birer ruh olmalarını ve cinsel arzularını baskılamalarını istiyordu. Yaşadığım kozmik güç o dönemde yaşayan kadınlar için ulaşılamaz bir durumdu. Ortaçağda yüzyıllar boyunca, misyoner pozisyonu, kilise kurallarına göre evlilik­lerde tek kabul gören pozisyondu

Geçmiş ilişkilerimde genellikle üst pozisyonda olmayı tercih etmiş olmama rağmen bu tip bir tecrübeyi hiç yaşamamıştım. Andreas'la aramda oluşan tantrik bağlanma diğer sevişmelerimizde de gerçekleş­ti. Birleşmeyle beraber orgazmımızla güç ortaya çıkıyordu. Bu durum aramızdaki seksüel simya olarak bize tecrübe veriyordu.

119

Andreas'la sevişmelerimiz sırasında kendimi ne zaman orgazmın tepesinde bulsam vücudum bir anda bir ışık huzmesiyle birleşiyordu. Otomatik olarak kollarım havaya kalkıyor ve hilal şeklini alıyordu. Al­dığım güç yavaş yavaş azalırken içim kozmik bir güçle doluyordu. Al­dığım güçle kendimi içi kutsal güçle dalabilecek boş bir damar gibi hissediyordum. Coşkun enerjinin içime akmasına izin veriyordum. Bu enerjiyi içimde tutamayacak duruma geldiğim zaman kollarımı sevgi­limin üstüne dualarla düşürerek enerjinin dışarıya akmasına izin veri­yordum. Bu sırada Andreas kadınlığımın gücünü hissederek kendini bana daha derin bir şekilde sunuyordu. Sıra Andreas'a geliyordu, An­dreas sudan fırlamış bir balık gibi titreyerek zevkin doruk noktasına ulaşıyordu. Güç Andreas'ın bedenini cennetten gelen bir yıldırım etki­siyle sarsmaktaydı.

Bu özel pozisyon geçmişteki pek çok hatıramı aklıma getirdi. Mısır tanrıçalarından güzel İsis'i anlamaya başlamıştım. Aynı pozisyon hilal pozisyonunun tam tersi olan başka bir pozisyonu denememe neden oldu. Orgazmımın en üst noktasında Andreas'ın üstündeyken kızgın güneşin enerjisine benzeyen bir enerjiyi avuçlarımın içinde hissettim. Ellerimi havaya kaldırarak avuçlarımdaki ışığın altın diskini atmosfe­re doğru fırlatmak istedim. İşte bu durum bana eski Mısır tanrıçaların­dan İsis'in resimlendiği figürlerden birinde başının üstünde tuttuğu altın diskli görünümünü hatırlatmıştı.

Uçma hissi bu cinsel pozisyon sırasında tekrar oluşacaktı ancak bir cadı süpürgesi üzerinde uçmak yerine, kollarımı arkama sanki bir me­leğin kanatlarıymışçasına uzatmak istedim. Gerçekten Mısır resimle­rindeki kanatlı tanrıçalarınkine benzer bir figürde bu duyguyu hisset­tim. Kadının erkeğin üstünde bulunduğu tantrik kavuşma kendi iç vahşiliğimin zincirlerini kırmıştı ancak tanrıçaların bilgeliğinin tarihte yer alan hikayelerini de bana hatırlatmıştı. Artık kendi cinsel hayatım, yaşayan bir mit haline gelmişti.

120

BÖLÜM 1 7

Tantrik Mühür

Haftalar geçmişti ve ben her hafta sonu Andreas'ı görüyordum. Ancak birbirimize yetmemeye başlamıştık. Cinsel açıdan o kadar çok keyif al­mıştım ki, Andreas'la güzel bir hafta sonunun ardından ona çevrem­deki çeşitli tipteki adamların bana çekici gelmeye başladığını söyle­dim. Bu, balın çevresinde dolanan arıların durumuna benziyordu. Ya­şadığım cinsel açılım tecrübesi kendimin ne kadar değerli olduğunu fark ettirdi.

Bir akşam pizza salonunda inanılmaz saçma bir olay yaşadım. Ola­ya tanık olan oğlum ise yaşananlara inanamadı. Sipariş sırasında ya­nımda duran adam benim varlığımdan oldukça etkilenerek, ufak adımlarla bahçede dolanan bir horoz gibi çevremde dans etmeye baş­ladı. Adam yaptığı hareketlerin farkında değildi. Bense sadece yerim"' de durarak, adamın hareketlerini, varlığıma karşılık verdiği reaksiyo­nu inceledim. Tantrik açılım öncesinde karşı cinsin pek fazla dikkatini çekmezdim. Şimdiyse erkeklerin dikkatinin üzerime doğrudan yansı­ması bende rahatsızlık uyandırmıştı. Cinsel karmaşa yaratan bir şey­ler bulma ihtiyacı duyuyordum.

Andreas ilişkimizin başından beri beni korumak amacıyla devamlı dua ederdi. Pek çok kez yanımda Savaşçı Buda'ya benim için dualar okudu. Savaşçı Budalar dharma'nın koruyucularıydı. Savaşçı Budala­rın öfkeli ve ateşli yönleri vardı. Yüzleri genellikle kızgın ve korkutu­cu görünürdü. Savaşçı Budaların bu şekilde resimlenmesinin nedeni ise size zarar verebilecek herhangi birini korkutarak uzaklaştırmala-

121

rıydı. Onların manevi görevi korumaktı. Ben her zaman manevi ko­runmanın önemini belirtirdim ancak şu anda çok önemli tanrılarla ta­nıştırılmıştım. Onların ilahi görevi korumaydı. Kendimi bildim bileli psişik bir duyarlılığa sahiptim. Başkalarının acılarını hissetmek veya onların ne düşündüklerini bilmek benim için sıradan bir durumdu. Psişik hislere sahip olmam belki de bana verilmiş bir hediyeydi ancak başkalarına ait olan düşüncüleri ve duyguları hissedebilme yeteneği biri adına verilmiş bir lanet de olabilirdi. Kimi zaman kafamda dağı­lan düşüncelerin aslında tümünün bana ait olmadığını, bunların bir kısmının çevremdeki insanlara ait olduğunu bilirdim. Düşüncelerin ne kadarının bana, ne kadarının çevredeki insanlara ait olduğunu an­lamam yıllarımı aldı. Halen de ayırt edebilme yeteneklerimi daha da geliştirmem gerekiyordu. Buda duaları oldukça etkiliydi, dualar bana hayatımda hiç bilmediğim bir korunma hissi vermişti. Ama ben ken­dimi cinsel olarak açılmış hissederken, diğer taraftan da erkeklerin cinsel ilgisinin durmasını istiyordum.

Andreas'la yatakta sevişmemizi henüz bitirmiştik. Giyinip evden ayrılmam gerekiyordı. Andreas' a "beni dışarıya göndermeden önce mühürlemeni isterdim" dedim. Aslında tam olarak ne demek istediği­mi bilmiyordum ancak ağzımdan çıkan kelimeler bunlardı. Andreas elini yonime koydu ve zarifçe avuçladı. Diğer elini ise alnıma koydu. Andreas cinsel iyileşme ve gizem tanrıları olan Tantrik Budaları çağır­maya başladı. Aramızda sürekli kullandığımız kelimeleri tekrarladı: "Sana bedenimi, kalbimi ve ellerimi verdim." Andreas tanrıların var­lığını içinde hissettiği anda isteğini söylemeye başladı: "Sevgilimi mü­hürleyin ve onu tantrik mühür koruması altına alın, burada o ne za­man isterse görünür duruma gelsin." Sözlerini bitirdikten sonra elleri­ni yonimin üstünde yer alan çakralara koyarak "sevgilimi tantrik mü­hür tanrılarının korumasına bırakıyorum" dedi. Bu cümleyi tam altı kez ellerini alnıma getirinceye kadar tekrarladı.

O gece evime dönerken Savaşçı Budaların koruması için okunan duaların etkisinden daha farklı bir etki altında olduğumu hissediyor­dum. Artık biliyordum ki cinselliğim koruma altındaydı. Sevgilimle yaşadığım tüm tecrübe bir ibadetti ve en son istediğim şey ise bir ada­mın günlük seks nesnesi olmaktı. İki dünya arasında büyük fark var­dı ve sokakta bir yabancının psişik kirliliğini istemiyordum. Tantrik mühürlemenin işe yaradığını fark ettim; mühürleme sonrasında daha önce yaşadığım tecrübeye benzer bir erkek istilasını hiç yaşamadım.

123

Şakta ve Şakti arasındaki tantrik birleşme ruhani enerjilerle dolar, pek çok kez sevişme sırasında hem erkek hem de kadın Buda prensle­riyle birleşirlerdi. Birçok kez kendimi içini ruhani güçlerin dolduraca­ğı bir kaval veya damar gibi hissederdim.

Sevişirken Andreas'la aramda özel tadı olan bir enerji vardı. Bunu açıklayabilecek hiçbir kelime yoktu ancak ·cinsel olarak birleştiğimiz zaman bu duygu ikimizin arasında yer alıyordu. Ben bu durumu tan­trik bağlantı olarak açıklıyordum. Bu o kadar güzel bir duyguydu ki yaşanması hem kolay hem de güvenilirdi. Aramızdaki enerji ne Andre­as'ın ne de benimdi; ancak her ikimizin bir enerji karması olarak orta­ya çıkıyordu. Bu bize kesinlikle doyumsuz bir lezzet gibi geliyordu.

Andreas ve ben tantrik ilişki yaşayan diğer insanlarla da görüşme­ye başladık. Bir noktada bir adamla iletişime geçtim. Adam bana cinsel olarak çekici gelmiyordu ancak ona karşı oldukça açık ve arkadaşça davrandım. Karşılıklı konuşmalarımız da ruhani içeriklerle ilgiliydi.

Bu zaman zarfında Andreas'la aramda var olan cinsel çekimin de­ğiştiğini fark ettim. Artık sevişeceğimiz zamanları dört gözle beklemi­yordum. Tantrik bağlantı artık daha önce yaşadığım tecrübeler kadar güçlü gelmiyordu. Nedenini bilmiyordum ancak belki de Andreas benden sıkılmıştı. Bu durum iki hafta kadar devam etti ve bir noktada yaşadığım duygu kaybına karşılık başka odada uyudum. Tek başıma kalmak ve neler olup bittiğini anlamak istiyordum. Ertesi sabah, An­dreas yanıma gelerek aramızda neyin yanlış gittiğini öğrenmek istedi­ğini söyledi. Beraber yatağımıza döndük ve ne tür bir tecrübe yaşadı­ğımı anlattım. Sevişmeye ve Buda'ya bedenlerimizi, kalplerimizi ve ruhlarımızı vererek ibadet etmeye başladık. Seansın tam ortasında rahmimde yoğun bir ağrı hissettim, aslında ağrının tam olarak neden girdiğini biliyordum. Andreas rahmime bir olta gibi girmeye başla­mıştı. Andreas'a nasıl bir tecrübe edindiğimi söylediğimde durdu ve erkek enerjisinin uzaklaşması için dua etmeye başladı. Ağrı bir anda kesildi. Bu tecrübe bana o kadar yoğun geldi ki kendimi sonraki dö­nemlerde bitkin hissettim. Her ikimiz de erkeğin kadına cinsel açıdan

"

bağlanması sırasında bilinç ve bilinçdışının ağrının oluşmasında bir etkisi olduğunu anlamaya başladık. Erkeğin arzuları tantrik bağlatıyı bulanıklaştırıyordu. Şu anda ise Andreas'ın etkileri uzaklaşmıştı ve tantrik bağlantımız tekrar eski halini almıştı.

Önceki çalışmalarımı kadınların geçmiş ilişkilerinden psişik kanca­larını uzaklaştırması üzerine yapmıştım. Bu tip bir işte çalışırken, geç-

124

miş cinsel ilişkilerin şu anki cinsel ilişkilere karşı nasıl derin bariyerler oluşturduğunu hatırladım. Ayrıca bu tip bir durumun başkalarının düşünce yansımaları şeklinde gizlice de meydana gelebildiğini hatır­ladım. Bir insanın birden fazla ilişkisi veya gizli ilişkileri varsa cinsel düzlemlerdeki psişik bağın ve engellerin etkilerini vizyon edin. Astral olarak bu durum karanlık kancalara ve engel düğümlerine benzer. Pek çok insan hep neden bir tane sevgili veya aşk bulamadıklarını sor­gular. Bahsedilen tipte bir astral çöp varlığında derinliği olan bir ilişki yaşamak zordur. Burada kimseye hüküm giydirmek gibi bir duru­mum yok. Biliyorum ki çitin her iki tarafında da yeteri kadar tecrübe edindim. Edindiğim tecrübelerden ise bazı cinsel bilgelik kısımlarını ayırdım. Ne yazık ki yaptığım tecrübe ayrıştırması genellikle zor olan yol üzerinde gerçekleşti. Bulunduğum zaman diliminde çok boyutlu kutsal bir ilişki içinde bulunarak, kendimi çoklu cinsel hayatı olan in­sanların dışında bırakıp konuşuyorum. Şakta ve Şakti arasındaki tan­trik bağlantı devresi ortadan kalkıyordu.

Tantrik bağlantılar gizli ruhani düzlemler üzerine kurulur. İki ru­hun birbiriyle karışması_nı temsil eder. Kutsal cinsellik tek başına ye­terli değildir. Kutsal cinselliğin yaşanmasının yanı sıra meditasyon pratiklerinin de yapılması gerekir. Meditasyona eşlik eden sezgisel bilgiler Tanrısal güçle birlikte çalışarak tantrik birleşme süresince ge­lişir. Doğru yapılan meditasyon aklın temizlenmesine ve iki ruhta da saklı bulunan dışsal etkilerin belirlenip ayıklanmasına neden olur.

Günümüzde iyileştirme sanatında çalışan insanların sayısı daha önceden çalışanların sayısından daha yüksektir. Masaj pratikleri po­püler hale gelmiştir. Eğer şifacı veya iyileştirici diğer insanların gizli enerjilerinden ve problemlerinden bireyleri uzaklaştırmazsa fiziksel olarak fazla yüklenir. Meditasyon pratiği ve temizleme teknikleri şifa­cıların iyileştirme sanatlarının önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Gerçek iyileştirme aracıdan yani şifacıdan sonra gelen Tanrısal güçtür. Sonuç olarak iyi bir şifacının, tantrika veya ruhani eğitmenin tüm kav­ram ve nosyonları belli bir süre sonra ortadan kalkar. Şifa arayan bi­rey günlük dualar ve meditasyonlarla Tanrıyla bağdaşır.

125

BÖLÜM 1 8

Zamanın Duvağından Bakmak

Baharatlarla dolu banyolar hazırlamak uzun yıllardır en sevdiğim ho­bilerimdendir. Baharatlar, çiçekler ve tatlı kokulu yağlar içinde banyo yapmanın gerilimi aldığını, ağrı ve acılardan uzaklaştırarak ten­sel/ duyusal bir mod oluşturduğunu keşfetmiştim. Bu tip banyolara ilk olarak mutfakta büyük çaydanlıkta taze pınar suyunu kaynatarak başlıyordum. Su kaynadıktan sonra içine bir avuç dolusu baharat ve çiçek atıyordum. Kullandığım bitkilerin birçoğunu taze dağ havasını emen, eriyen kar sularıyla beslenen ve yüksekte bulunan bir Shasta bölgesinden toplardım. Bitkileri hiçbir zaman direkt olarak kaynatma­dım, bunları bir saat boyunca demlerdim. Avuç dolusu gül ve nergis­leri ise bahçeden toplayarak karışıma eklerdim. Tatlı beyaz ve kırmızı karanfilleri de karışıma katardım. En sonunda ise yabani çiçeklerden hazırladığım karışımı küvetin içine koyardım.

Bir yaz gecesi Andreas için çiçek karışımlarından oluşan banyomu hazırladım. Küvetin etrafında mumlar yaktım. Yabani çiçek çorbasın­dan oluşan karışımı küvetin içine koydum. Karışımın içine bir kase dolusu tuzla beraber birkaç damla lavanta ve biberiye yağı ekledim. Son olarak bahçeden taze topladığım gülleri banyo suyunun üzerine bıraktım. Mutfağa giderek banyoda kullanmayı sevdiğim gümüş sü­rahimi aldım. Sanırım suyu sevme özelliğim Kova burcundan olmam­la ilişkiliydi. İpek kimonomu giydim, Andreas'ın elini tutarak onu banyoya davet ettim.

Andreas suyun içine battı, ben de baharat karışımını yavaş yavaş

127

onun başından aşağıya boşaltmaya başladım. Hareketlerim oldukça yavaş ve metodolojikti. Tatlı kokulu buhar sanki bir bahar gecesinde­ki sis perdesi gibi bizi sarmalamaktaydı. Yumuşak kırmızı saçlarını geriye doğru ittim, yüzündeki ifade benimkinden önce değişti. Anın zaman içerisine dağılması çok eski bir zamanın ifadesi gibiydi. Üze­rimdeki kimono ve saçımın şekli bizi başka bir havaya sokuyordu. Durumu hissetmeye başladığım anda hatıralarım da uyanmaya başla­dı. Andreas sanki büyük bir savaş lordu, bense onun geyşası gibiy­dim. Hafif kaynamakta olan suyu sırtından akıttıktan sonra sırtını süngerle ovalamaya başladım. Buhar, görüntü ve zaman bir anda bir­birine karışarak sonsuz bir aşka dönüştü. Andreas'la hem eski bir za­man diliminde farklı karakterler olarak hem de şu anki zamanda ken­di kimliklerimizle aşkı tadıyorduk.

Küvetteki suyu boşaltırken Andreas'ı yumuşak bir havluyla sarma­ladım. Sonrasında yavaş yavaş bedenine masaj yaparak cildinin kan­lanmasını sağladım. Cildi havlunun her hareketiyle canlandı. Göğsü­ne başımı koydum ve kıllarından tatlı tatlı gelen baharatların kokusu­nu içime çektim.

Yatak odasına doğru ilerledik. Andreas kendini yatağın üzerine bı­rakarak bedeninde kalan banyonun sıcaklığını ortadan kaldırdı. Ken­di üretimim olan masaj yağını içeren şişeyi elime aldım. İçinde yaz bahçesinden toplanmış çiçekler vardı. Birkaç hafta önce çiçekleri top­lamış ve kurutmuştum. Sonrasında ise kurutulmuş çiçekleri badem yağına koyarak sıcak yaz güneşi altında bekletmiştim. Bahçe çiçek sı­vısı ve güneş ışınlarıyla dolmuştu. Andreas'ın üzerine bu yağdan dö­kerek her kasını tek tek yumuşatmaya başladım.

Andreas'a karşı aşırı derecede sevgi doluydum. Bu aşk o kadar tat­lıydı ki bunu içimde tutamıyor, onun varlığında çevreye saçıyordum. Kollarını ve göğsünü yağlarken bir anda kafamda bir görüntü oluştu. Görüntüde Andreas'ın uçsuz bucaksız gücünü gördüm. Görüntü, san­ki reenkarnasyonlar arasında akan altın bir nehrin ışığı gibiydi. Pek çok geçmiş yaşam gördüm. Bazılarında Andreas'la beraberken bazıla­rında yalnızdım. Görüntü tekrar değişti ve yaşam güçlerimizin tek bir kaynaktan geldiğini gördüm. İki nehir sanki bir araya gelerek, tek bir su gibi akarken sonrasında ayrılıyor ve tekrar birleşerek bir akarsu gi­bi akmaya devam ediyordu. Altın iki akarsu birlikte Tanrı Birliği ok­yanusuna dökülüyordu. Bazı zamanlarda Andreas'la beraber değil­dim ve bu anlarda derin bir üzüntü içimi kaplıyordu. Sevgilimin be-

129

<lenine ellerimi koyduğum zaman içim derin bir aşkla doluyordu. An­dreas'a karşı içimde derin bir şefkat doğdu ve üzerime bir şelale gibi aktı. Onunla beraber olamadığım tüm boşlukları ve zamanları bu aşk bir anda doldurdu. Başka bir ruhla hiçbir zaman bu tip bir tecrübe edinmemiştim. Kalbimdeki aşk zamanın ötesine geçmişti. Kendimi onun kollarına bıraktım ve beraber uykuya daldık.

130

BÖLÜM 1 9

Sevgiliye Teslim Ol

Andreas'la yaşadığım aşk aylardır devam ediyordu ve yaşadıklarım artık beni ben yapan karakterlerin içine içlemişti. Vücudum yeni ve güçlü olan bu enerjileri kullanmaya başlamış, yaşadığım tecrübelere huzur ve nezaket içinde adapte olmuştum. Andreas ve ben birbirimize kattıklarımızla yeni birer ruh edinmiştik ve yeni bir hayat başlamıştı.

Andreas'ı ziyaret etmeye gittiğimde ilk önce meditasyon yapıyor­duk. Onunla yaptığım meditasyonlar onun benim için anlamını anla­mamı sağlıyordu. Gerçek anlamda Doğu kültüründe Buda'nın başka insanların bedenlerine girdiğini söylerler. Bu sanki, bana sonradan ek­lenmiş gibi değildi de, önceki hayatımdan beri içimde var olan bir duyguydu. Benzer bir teslimiyeti, Andreas'la yaptığımız meditasyon­lardan birinde yaşadım.

Meditasyon sırasında yüzlerimiz karşılıklı gelecek şekilde otur­muştuk. Genellikle meditasyona başlamadan önce başımın üstünde ruhuma girecek bir ışık demetinin olduğunu hissederim. Benim için bu ışık Tanrıyı, İsa'yı ve gücü temsil ederek bana yol gösteren ışıktır. Işığın pek çok ismi vardı ancak, herkesin enerjisinin sadece bir kayna­ğıydı. Sessizce dua etmeye başladım; hayatımı ve tüm benliğimi Tan­rıya teslim ettim.

Teslimiyetin başka bir seviyeye geçmesini sağlayan ise içimden et­tiğim dualardı. Onunla banyo yaparken Andreas'ın ışık demetinin da­ha üst seviyesine çıkardım. Her aldığım nefes teslimiyetin başka bir seviyesiydi. Kafamdaki tüm düşünceler bir anda sonlandı ve başımın

131

üstünde yer alan ışık demeti Andreas'ın bedeninden içeriye doğru ilerleyerek kalbine girdi. Işık demeti Andreas'ın kalbinde parladı ve sonra kalbime doğru uzanarak beni ruhani boyutun derinliklerine sü­rükledi. O zamana kadar bu adam için bu kadar değerli olduğumu bi­liyordum. Hiç düşünmeden vücudumu ayaklarına doğru eğdim ve onunla Tanrının özünü gördüm.

Kutsal Evlilik

Dokunuşun bedenime bir lütuf Senin parıltın benim ruhumun ışığı Kalp atışlarının yankıları kalbimim iç odalarında Yaşam gücün olan nefesin benimkiyle karışmakta İlahi aşkın alevleri, tutkumun ışıkları içimde Öpüşlerin en tatlı çiçeklerin nektarlarına benziyor Lingamın (eril yaratıcı gücün) Tanrının gücü olarak odama girmekte Sen dünyadaki mutluluğum, huzurum ve en büyük hazinemsin Yaşamın her anının anlamı seninle bir milyon kat daha artıyor.

Kendi meditasyon yastıklarımızın üzerindeki mihraplarda oturu­rak en derin sessizliğin içine girdik. Aklımın gözünde görüntüler da­ğılmaya başladı. Görüntüm değişiyordu. Saçlarım siyah, uzun, kalın bir örgü şeklindeydi. Örgülerimin düğümleri yasemin çiçekleriyle be­zenmişti. Derim kahverengiydi, üzerimde kısa, bronz sarısı bir göm­lek vardı. Kollarımda parıldayan bilezikler, burnumda ise hızına var­dı. Vücudum paha biçilmez mücevherlerle donatılmıştı.

Kendimi Hindistan'da, önceden duyduğum tantrik bir tapınakta gördüm. Tapınağın içinde tanrı ve tanrıçalar farklı seks pozisyonların­da sevişiyordu. Arkamda bir nehir akıyordu. Nehre girdim, ayakları­mı yıkadım ve dua etmeye başladım.

Andreas arkama oturdu, derin nefes alışlarını duyuyordum. Hafif, vizyonu andıran bir ışık çevremizde oluştu. Hintli bir eğitmen yanı­mızda duruyordu. Eğitmen hafif yünlü bir kaftan giymişti ve kafasın­da düz bir şapka vardı. Eğitmenin aurası Andreas'ın ve benim ener­jimle birleşmişti. Avuçlarımın içinde ghee (Hindistan' a özgü bir tür yağ) vardı. Ellerimdeki bu yağı Andreas' a uzattım. Andreas yağı ba­şından aşağıya döktü. Alnımda üçüncü göz olarak kırmızı bir nokta vardı. Yanımda duran küçük şişeden altın safran aldım ve Andreas'ın kalbinin ve başının üstündeki üçüncü gözlerini işaretledim

133

Ü zerimdeki tüm altın takıları çıkardım ve Andreas' ın kucağına koydum. Kıyafetlerimi çıkararak nazikçe katladım ve Andres'ın elleri­ne bıraktım.

Çıplak bedenimle Andreas'ın hemen arkasında oturdum. Yanımız­da duran Hintli eğitmen evlilik seremonisine başlamadan önce enerji­lerimizi birleştirdi. Eğitmenin enerjilerimizi ve gizemli cinselliğimizi nasıl kutsadığını hissettim.

Gözlerimi açtığımda Andreas'ın hemen arkamda derin bir sessizlik içinde olduğunu gördüm. Kucağına kıvrıldım ve onu öpmeye başla­dım. O gece Andreas'ın kollarında uyuyakaldım. Gördüğüm rüyada ise beyaz bir duvak bana doğru fırlatılıyordu. Duvağın üst kısmı vadi­deki zambaklardan yapılmıştı. Bu çiçeği biliyordum çünkü Andreas'ın en sevdiği çiçeklerden biriydi. Kokuları cenneti andırıyordu. Rüyam­da kendi kendime bu çiçeği bazen "kadınların gözyaşları" olarak isim­lendirdiklerini söylüyordum. Sonra rüyamda bir ses duymaya başla­dım. Ses "kadınların gözyaşları, mutluluğa dökülen gözyaşlarıdır" di­yordu.

Çalan telefon beni rüyamdan kaldırdı. Telefonu açtım, hattın diğer ucundaki kişi bana Bayan Mamet olup olmadığımı soruyordu. Yaptı­ğımız meditasyon ve gördüğüm rüya, ruhani evliliğin gerçekleştiğini, farklı bir boyut ve zamanda bu evliliğin yerini aldığını göstermektey­di.

134

BÖLÜM 20

Yatma Saatinde Dharma

Mill Vadisi'nde hafta sonuydu ve Andreas, Shasta'dan beni ziyarete gelmişti. Karyolamın üzerinde oturup meditasyonumuza gömülmüş­tük. Meditasyon bitmişti ve örtülerimize sarılıp dinin farklı noktaları üzerinde sohbet etmeye başladık. Bu dharma sohbetleri, doğal olarak farklı meditasyon etkilerinden doğar. Birlikte din olgusunu, Batı'nın ve Doğu'nun harmanlanışının nasıl oluştuğunu anlamaya çalıştık. Bi­zim yatak odamız, gerçekten Doğu'nun Batı'yla buluşmasıydı.

Çoğu zaman meditasyonlarımız Buda ya da İsa'nın farklı yöndeki dualarıyla başlardı. Tanıdığım bazı insanlarda, Buda ve İsa'yla birlik­te olmak bir çelişki yaratabiliyor. Fakat Andreas ve ben Batı ve Doğu anlayışını harmanlamıştık. Gerçek Budizm içinde, bazıları Tanrının ol­madığını söyleyebilir. Buda'yı anlamanın en başında, aklın varlığı yo­luyla dünyanın illüzyonlarını tek bir hamleyle ayırt etmemiz vardır. Buda sorduğu zaman, eğer bir Tanrı varsa, bize sadece sessizliğiyle ce­vap verir. Bu sessizlik titreşimler halinde yaşar -bu bir cevaptır. Diğer taraftan İsa şefkat, affedebilme ve kalbi hissedebilmeyi getirir. İkisi de kendi yolunda tamamen aydınlanmayı ve derin sessizliği meydana getirir. Bazıları Tanrı yok, sadece sessizlik var diyebilir. Diğerleri Tan­rı var diyebilir. Tanrı form olarak bir sessizliğe bürünür. Biz bir araya geldiğimizde ve bu sessizlikle sarmalandığımızda, ilahi gücün elleri ve ayakları haline geliriz. Ruhların her zaman açık olmaya ihtiyacı vardır. Tabii ki Tanrıyla ya da Tanrısız olmalarının açıklığı dışında.

İnsanlık artık, kısa sürelerde haberleşme imkanları bulabilmekte.

135

Bilgisayar ve İnternet sayesinde, daha önce ulaşamadığımız her tür­den kaynağa erişebiliyoruz. İnternet birçok dinin ve manevi noktala­rın görüntülenebilen bir mesaj tablosu haline geldi. Budizm, Hıristi­yanlık, paganizm gibi dinlerin istediğimiz zaman, istediğimiz süre bo­yunca öğretilerini öğrenebiliyoruz.

Çeşitli dinler arasında birçok çelişki ve bölünme görüyoruz. Fakat daha derinlere bakarsak, hepsinin doğruyu uyguladığını buluruz. Bir gün meditasyon sırasında "her kişi için Tanrıya ulaşmanın birçok yo­lu vardır" diye bir ses duydum. O andan sonra durumu anladım: "Herkes kendi manevi kapısına gidip, kendisi Tanrısının sessizliğini keşfetmelidir." Dinler anahtar verebilir ve bunları anlatabilir. Ancak, onlar da kitleleri kontrol altına almak için, çeşitli dogmalarla bükül­müş, değiştirilmiş olabilirler. Benim bu noktada yapmak istediğim, farklı dinlerdeki doktrinleri ayrı ayrı elemek ve kişilerin kendileri için bir özüt çıkarmasıdır. Fakat pek çok dinle iletişimde olmanızı öner­mem. Vurgulamak istediğim, temel ruhani gerçek değişmez ve her yolda üzerinde filizlenen tohumlar vardır. Bir ruh, kurulan manevi bir temelle maneviyatının derinliklerine dalıverir. Bu temel, meditasyon çalışmaları ve dua edenin Tanrının varlığını kabul etmesiyle meydana gelir. Yıllar içindeki bağlılık ve günlük dualar mutlak gerekliliktir. Ta­pınağa veya kiliseye haftada ya da ayda bir kere gitmek yeterli değil­dir. Bağlılık ve doğru meditasyon inananın dualarının gerçekleşme anahtarıdır.

Ben reenkarnasyona inanıyorum. Hafızadaki farklı simgeler benim için farklı dinlerin anlatmak istediklerinin uyumlu sentezidir. Yaşadı­ğımız zaman, birçok insana tamamlanma, benimseme ve farklı inanış­ları harmanlama şansı veriyor. Benim umudum, Hıristiyanlıkla pagan dini arasındaki uç noktaların birbiri içinde eriyerek karışması ve anla­şılır hale gelmesidir. Bu durum Budizm ve Hıristiyanlık arasındaki uçurumun, şefkat ve merhametin köprüsü olması gibidir. Müslüman­larla Yahudiler arasındaki çatışmaların da her dinin özünde bulunan her şeyi kapsayan nezaket ve anlayışla ortadan kaldırılmasını diliyo­rum. Ve daha fazlası, Hıristiyanlık içindeki bilgeliğin artmasını istiyor. Evrenin yasalarında bulunan, yerli insanlardan günümüze gelmiş içi­mizdeki maneviyatı hissetmemizi umuyorum.

Bu bölünmeleri tek bir yolla, farklı dinler içindeki özgürlüğümüzü kısıtlayan yanlış doktrinleri temizleyerek ve içsel manevi bağlılığımız­la iyileştirebiliriz. Bireysel manevi deneyim saygılı olmayı gerektirir.

137

İlahi uygulamalar ruhun gerçek doğru cevabı taşıdığına inanır. . . Bu cevaplar analiz edilmeli ve yanlışlardan arındırılmalıdır.

Dini farklılıkların iyileştirilmesi ve onarılması, dinlerin sunacağı hoşgörülere bağlıdır. Birçok farklı şeyi sindirebilmeyi gerektirir.

Bu iyileşme, uzun zamandır bilinen ve inanılan herhangi bir din üzerinde ısrar edilirse olamayacaktır. Bu süreç, Amerikan yerlileri ve­ya paganlar dinlerini uygulamak için diretirlerse, uzun süre daha ger­çekleşemeyecektir. Müslümanlar, Yahudiler ve Hıristiyanlar eğer ba­ğışlamayı nefrete tercih etmezlerse, dinler arasındaki uyum ancak bir hayal olarak kalacaktır.

Önerdiğim şeyler kolay değil, fakat herkes kendisi için yapabilir. Bireyler olarak, kendini beğenmişliği, önyargı ya da öfkeyi içimizden atmamız gerekir. Bağışlama, dünya barışının anahtarıdır. Bireylerin bağışlamayı kişisel olarak hayata geçirmesi, daha sonrasında geniş bir ölçekte dinler arasında, hatta uluslar arasında affedilme başlayabilir. Bu yeni imkanlarla, çağlar boyunca şimdiye kadar gerçekleşmemiş bilgi sel gibi akacaktır.

Her din veya manevi yolun aynı anda, güç ve güçsüzlük içerdiği görülmektedir. Budizmin nimet bilinci, hayatın her anında uygulan­malıdır. Öte yandan, Shakyamuni Buda'nın dediği gibi "tüm hayatı­mız acıdır" gerçeğinin bir yansıması olarak, nevrozlarla karşılaşabili­riz. Budizmin hastalığı hayatı negatif düşünememektir. Budizme gö- · re, ayrılma, yaşama korkusunun kendisiyle boğulmaktadır. Ayrılma ancak yaşayarak yaşanabilir.

Hinduizm etkili ve güçlü yoga teknikleri ve meditasyonu bize kazan­dırmasının dışında, brahmanın (maddenin özü) kendisini üzerine düşen her gölgeden temizlemesini şart koşan kast sistemiyle pek çok bozuklu­ğu da beraberinde getirmiştir.

İslamın güzelliği Allah için mutlak bağlılık ve özlemdir. Bu özellik­le Sufizmin mistik çekirdeğinden gelir. İslamın insanlar için olumsuz yanı, yeniden doğduğunda cennette gerekli olan her şeyi bulabilmek için radikal kararlarla cihat adı altında ölmektir. Ayrıca, başka hiçbir din İslam kadar kadın nüfus üzerinde baskı ol�şturmaz.

Yeni Çağ akımının olumlu yönü kucaklamak ve birçok farklı kutsal yolu özümseyerek tüm bunların birliğini görme yeteneği olarak de­ğerlendirilebilir. Yeni Çağcıların eksikleri arasında uzun tutulan disip­lin ve harcanan güç için yetersiz kalınması vardır. Tek noktaya bağlı kalınmamasından dolayı, disiplinli bir şekilde derinlemesine inanç ek-

138

sikliği, güçlü olanı bulmaktan uzaklaşma ve birlik olamamak eksikle­ri arasında görülebilir.

Tantranın en harika yönü, ilahi deneyimi tüm yönleriyle kabul et­mek, kutlamak ve dönüştürmeyi kabul etmektir. Tantra ancak direkt olarak, anlatılmak istenenler aşırı cinsel ya da gelişigüzel düşünceler olarak algılandığında yanlış anlaşılır. Tantra hayatın bütün yönlerini gereken en yüksek kişisel sorumluluklarla yaşamak ve yapılan her ey­lemin bedelini ödemekle ilgilidir. Bu gerçekle tantrik etkinin genellik­le vurgulanması gerekir. Ayrımın gücü tantrik yol için gerekli ve mut­lak anahtardır.

Şamanizmin yolları doğada yaşayan tüm ruhlar için saygı göster­meyi yansıtır, tıpkı

. Amerikan yerlilerinin öğretileri ve Avrupa paga­

nizmi gibi. Bu tarih boyunca tüm gezegeni korumayı ve yaşatmayı ge­rektirir. Bu yolun olumsuz yönü ise, sevgi ve bilgeliğin kişilerde den­geli çekici bir güç olarak bulunmadığıdır. Bu öğretiler, kişisel kazanca ve bencilliğe dönüşebilir. Grup olarak ortaya çıkan öfke, isimlendirilir­se engizisyonlara ve soykırıma sebebiyet verebilir. Bu da insan ruhun­da iki uçlu bir durum yaratabilir. Ancak, Tanrının bağışlayıcılığı anla­şılır ve uygulanırsa, bunlar azalır. Bu bölünmeleri tamamen düzeltebil­mek için yapılması gereken, çeşitli dinlerde bulunan yanlış doktrinleri, kendi özgürlük ve manevi hislerimizle temizlememizdir. Kişisel mane­vi düşüncelere saygı duyulması gerekir. Bu, yanlışlıklara göz yumul­ması demek değildir. Ancak, öfke batağına düşmemek için dikkatli olunmalıdır.

Son olarak, Tanrının kadınsı yüzünün tüm dinlerde kabul edilme­si ve onurlandırılması, bütün yolların dengeye ulaşabilmesi için ge­reklidir. Kadınların kendi bilgelik ve ruhsal dinginliğini bütün dinle­rin tanıması gerekir. Onlara dini yapılar içerisinde saygın mevkiler ve­rilmesi gerekir.

139

BÖLÜM 2 1

İsalar

Ertesi sabah uyandık ve kahvelerimizi yatakta içtik. Sonra, başka bir meditasyona yoğunlaştık. Meditasyon sırasında yataktayken Andre­as, İsa'ya dua etmeye başladı. Gözlerim kapalı bir şekilde sessizce oturdum. Vizyonlar görüntü olmaya, bilincim havalanmaya başladı . Tahtı­nın üzerinde İsa'yı gördüm, siyah saçları aşağıya doğru akıyor gibiydi. Al­nındaki süslenmiş mücevher tacı ve ışın gibi yayılan bir ışık Andreas'ın be­deniyle çok güzel bir uyum içindeydi. Andreas sanki eriyordu ve çevremde al­tın ışık gibi dönmeye başladı.

Arkamda bir ışık demeti içinde Meryem' in soyunu, Meryem Ana'yı, Mec­delli Meryem' i, Azize Ann ve Azize Elizabeth' i gördüm. Hepsi birden aniden, mitolojik çağlardaki tanrıçaların yüzlerine bürünmeye başladı . Onlar daha önce Kutsal Anne' nin yolunda gitmiş ilahi kadınlardı. Bu soy arkamda belir­di, sonra kalbimin merkezine yol aldı ve Andreas'ın kalbine girdi. Yatay düz­lemde bir ışık demetiyle bizi bağladılar ve dikey düzlemdeki ışıkla birleştiler. Bu dakikalarda bana düşen yaşadıklarımla gurur duymak ve İsa'nın önünde eğilip ona karşı aşkla, sevgiyle dalmaktı. Bedenlerimiz İsa'nın bedeni olmuştu. Kalplerimiz Mesih'in kalbi olmuştu. Ruhlarımız en yüksek mihrabın üzerinde yatıyordu. Tanrının aşkı ve tutkusu tüm hareketlerimizde görülüyordu. Tüm bu güzellikler onun sayesindey­di. Her öpücük ondan geliyordu. Önümüzde bir ziyafet vardı. Beden­lerimiz ziyafetin ekmeği, aşkımız şarabı olmuştu. En büyük haz, kut­sallığın sevişmemizde bulunmasındandı.

İsa bir rahimden çıktı ve insanlığa katıldı. Nasıl saf olamaz? Seviş­menin başlarında İsa'nın gücüne dua etmek, cinsellikle maneviyat

141

arasındaki ayrılığı gidermenin bir yoludur. Sevişme sırasında bilinci­mizin gelişmesine izin vererek içimizdeki yılan gücünü (Kundalini) serbest bırakabilir ve böylece onun ilahi yüzünü görebiliriz.

İlahi güç, basit sevişme hareketlerinde aklın kavradığının ötesinde şifa getirebilir. Tanrıyı yatak odasına getirme zamanı gelmiştir. Tanrı zaten hep oradaydı aslında. Aklımız bu gerçeği görmezden geliyordu sadece. Bu daha sonra aşkta eksiklik ve bilinçsiz bir sevişmeyle sonuç­lanıyordu. Dünyada, Tanrının orada olduğunu reddederek yapılan seksin ne denli bozuk olduğunu görebilirsiniz. Utanç duymadan kut­sal ruhu oraya davet etmeliyiz -ki zaten oradadır aslında, bunun bize getireceği iyilik ve mutluluk sınırların çok ötesinde olacaktır. Ben bu­nu İsa'yla birlikteyken tekrar tekrar gördüm ve inandım.

Kutsal durumlar, deneyim veya yüksek bir algı olmadan derinle­mesine anlaşılamaz. Fakat bir kez tecrübe edilmeye görsün, tüm karşı tezler silinir. Biri mutlaka Tanrının varlığını teorik olarak bilmek zo­runda değildir. Biri inanmaya başlar ve bu inanç bizim doğrumuza ve gerçeğimize dönüşür.

Sevişme esnasında Tanrının varlığı bir kez hissedilince sevişme bir duaya dönüşür ve Tanrıyla Tanrısızlığın bir maneviyat oluşu arasında bir fark kalmaz. Bu, öğretilemez ancak yaşanır. Maneviyat ve cinselli­ğin bütün ayrımları, böylece, utanç ve suçluluktan uzak düşer. Karan­lık gibi kaybolur, ışıklar yandıktan sonra odada karanlığın arasından yayılır. Tanrı ve Tanrısızlık oradadır.

Sıradan bir aşk, kutsal güce giden ruhsal yolculuktaki bir bedeni küçültür. Eğer değer verebilmenin kapısını bulur ve girersen, tantra­nın bütün dünyası basit ve doğal ürünler gibi yayılacaktır.

İsa görüntüsüden sonra sevişmeye başladık. Andreas üzerime yatmış­tı. Ayaklan benim ayaklarımı hafifçe itiyor ve ayak bileklerimi sarıyordu. Ben sevişirken, İsa'nın uzanışı gibi bir pozisyonda yatağın üzerinde boy­dan boya uzanıyordum. Enerji alt çakralanmdan yukarıya doğru kalbimi patlatırcasına çıkıyordu. Kollarım çarmıha gerilmiş gibi geriliyordu. Kal­bim daha önce hiç açılmadığı kadar açılıyordu. Daha derine, ilahi ruh içi­ne daldım. İsa'yı beyaz bir elbisenin içinde elleri açık bana gelirken gör­düm. Kalbimdeki yakıcı patlamadan sonra orgazm olmuştum. Andre­as'ın tutkusu görüntünün içine akıyor ve İsa'yı tecrübe ediyordu. Ne çok yüksek ne de çok alçaktı. İkimizin da bütün ayrımları saf aşk tecrübesine akıyordu. Andreas sevişiyordu. Ben de sevişiyordum ve İsa da sevişme­mizin merkezindeydi. Siz de onun sizin krallığınıza gelmesine izin verin.

143

BÖLÜM 22

Güzelliğe İzin Vermek

Andreas düşünceli biridir. Meditasyon saatlerinde kazandığı farklı anlayışlar, ona insanlar hakkında bir merak da getirmişti. Yatmadan önce yaptığımız sohbetlerden birinde, Andreas bana güzelliğimin onu nasıl cezbettiğini anlattı. İç güzelliğimin onun ruhunu nasıl beslediği­ni benimle paylaştı. O insanlığımı bir bütün olarak beğeniyordu, ama bir kürenin üzerinde tutunabilmek için dallara ihtiyacın olur, diye açıkladı. İç güzelliğin ıslahı önemlidir ve bu özellikleri eksik olan bir kişi güzelliğin dıştaki tuzaklarına düşebilir. Güzellik, içerik olmadan ilişkilerin en sonunda çökmesine neden olur. Medya insanlara sürekli değişen, psikolojik rahatsızlıklara yol açan, uyum sağlanması imkan­sız olan güzellik standartları dayatıyor. Bunu, kadınların çoğunda gö­rülen yeme bozukluklarıyla, yaşamsal tehdit oluşturacak boyuttaki cerrahi girişimlere yönelmelerinde görebilirsiniz.

İnanılmaz güzel bir kadın veya yakışıklı bir erkekle birlikte olmak, kusursuz seksin garantisi değildir. Kusursuz seks, iki ruhun iç içe geç­mesidir. Orada, iki insan birbirinin içine nüfuz eder ve tüm ayrılıklar­dan uzaklaşır. Bunun, büyük göğüslerle veya kaslı vücutlarla ilgisi yoktur. Ancak, kabini açarak ve tüm savunmalarınızdan arınarak sev­diğinize ulaşabilirsiniz. Sevdiğinizin ruhunun güzelliği sizi güçlendi­rir ve besler, tüm yaralarınızı ve geçmişten kalan kötü izleri kolayca iyileştirir. Böylece, siz ve sevgiliniz bir olursunuz.

Tüm baskılar kalktığında, ilkel kadın ve erkek ruhumuz özgür ka­lır Ancak o zaman, aşk, utanç ve suç duygusundan bağımsız halde ifa-

145

de edilebilir. Böylece meşk ederken özgür olabiliriz. Vücutlar ayrıldı­ğı zaman ve ruhlar insan formunda eridiğinde, bu yeni keşfedilmiş cinselliğimiz kendiliğinden açığa çıkar.

Cinsel baskılar insanlarda bozukluklar yaratır. Bu bozulmalar şid­det, tecavüz ve ham pornografik eylemlerle karşımıza çıkabilir. So­rumsuzca yaşanan cinsellik, istenmeden hayata gelen çocuklarla so­nuçlanabilir, ayrıca zührevi hastalıklar ve sağlıksız ilişkiler de günde­me gelebilir.

Akıl ve bilgelikle karşımızdaki kişileri ayırt edebiliriz. Kırık bir kal­bi onaracak ve gelecekteki acılardan koruyacak yaklaşım budur. Part­nerlerimizin gerçek karakterini görebildiğimizde, kim olmadıklarını ve ne yapmaya çalıştıklarını anlayabiliriz. Ancak o zaman, gerçek bir ilişki başlatabiliriz.

Bu dünyada her ilişkinin bir ederi vardır. Her insanın iyi ve kötü yönleri vardır. İlişkiye başlamadan bu ederi tahmin etmek, bilgelik ve dikkat gerektirir. Bazı paketler, güzel bir kılıfla kaplanmıştır ve duy­gusal, psikolojik veya maddesel seviyede (veya bunların hepsinde) fi­yatları yüksektir.

Aşk iyi bir ilişkinin en önemli bileşenidir, fakat tek başına yeterli ol­maz. İki ruh arasındaki uyum da çok önemlidir. Uyum eksikse, a�k eriyip gider. Karşımızdakinin ruhunu görmek ve ona saygı duymak (değişmesini istemeden), güzel bir ilişkide olmazsa olmazdır. Eğer bi­rini seviyorsak fakat onu tanımıyorsak, bu anlayış eksikliği bizi ayrılı­ğa ve yalnızlığa sürükleyecektir Aşk, uyum ve sevgiliyi olduğu gibi görmek -bunlar püf noktalarıdır- demektir.

Baskılar olmadan, aşkla ifade edilen cinsellik, kutsal bir ayin gibi gerçekleşir. İki ruh için de en mukaddes eylemlerden biri olur. Bu, Tanrı için yapılan bir kutlama gibidir.

147

BÖLÜM 23

Meditasyonlar ve Kutsal Kelimeler

1997 yazında Andreas'la Shasta Dağı'na taşındık. İşimi ve özgürlüğü­mü geride bırakarak benim için büyük bir adım attım. Ama biliyor­dum ki doğru şeyi yaptım ve bir adım ilerledim. Bu benim için eve git­mek gibiydi. Shasta Dağı '70'li yıllarda yaklaşık yedi yıl boyunca be­nim evimdi. Hayat daha sessiz ve daha basitti. Andreas'ın aşk deste­ğiyle meditasyonlarımı yapacak ve kendim için gerekli olan zamanı doğru kullanabilecektim.

Aylar sonra birlikte yaptığımız meditasyonlar, derinleşmeye ve farklı anlamlar kazanmaya başladı. Meditasyon odamız Shasta Dağı yönüne bakıyordu. Bu kutsal dağım yaydığı büyülü atmosferde insan, ibadetlerinden daha fazla haz alıyordu. Yüksek ve kutsal dağlar, tarih­te pek çok dinde, inzivaya çekilinen yerler olarak tanımlanırdı. Bu dağlık arazilerin doğal ve sessiz atmosferi, insanı duygusal ve manevi olgunluğa ulaştırıyor olmalı.

Andreas, Doğu meditasyonlarıyla dolu bir hazine sandığı gibidir. Onunla yaşadığım derin deneyimler sonucunda, maneviyatım tekrar yön değiştirmişti. Yüzümü Doğu meditasyonlarına dönmüştüm. Sanki eve dönüyormuşum gibi hissediyordum. Yirmilerimdeki ma­nevi arayışlarım sırasında, Sanskritçenin etkisiyle Doğu'ya yönlen­me şansım olmuştu, ama başka bir yolu seçtim. Çünkü benim gibi disleksik biri için lisan öğrenmek hep çok zor olmuştu. Andreas ba­na karşı çok sabırlıydı, bana her sözcüğü ve anlamını büyük bir sa­bırla öğretiyordu.

149

Meditasyonlarımızın çoğu, Hinduizm ve Budizmden köken alıyor­du, fakat onlardan tamamen farklı bir şey yaratmıştık. Meditasyonla­rımız, Doğu felsefesinin Batı'yla entegrasyonu gibiydi. Kutsal şarkıla­rı CD çalarla dinlemek gibi modern teknikler de kullanıyorduk.

Tanrının kutsal isimlerinin şarkılarını söylemeyi, yani mantra ayin­lerini ikimiz de çok seviyorduk. Mantralar, Budizm ve Hinduizmde de vardır. Katolik kilisesindeki "Meryem' e Selam Olsun!" bile bir mantra sayılabilir. Her mantra, Tanrıya veya Tanrıya ait tezahürlerden birine sesleniştir. Bir mantra okuduğunuzda, onu sizden önce okuyan tüm yogiler ve bilgelerle bağlantı kurarsınız. İyileştirmek için, bilgelik için, manevi yaratıcılık için mantralar vardır. Bu liste sonsuzdur. Mantra ayinleri kırk gün boyunca her gün tekrarlanır. Her gün okunan mantra sayısı en az 108 olmalıdır. Bizim ayinlerimizde okuduğumuz mantra sayısı hep bundan çok daha fazlası olurdu. Çoğu geceler, meditasyon minderlerimize oturur ve en sevdiğimiz mantraları 45 dakika boyunca tekrarlardık. Sonra, 15-20 dakika boyunca dualar okurduk. Ardından, olanları sindirebilmek için sessizlik içinde otururduk.

Son birkaç yılda, teknoloji dünyasında akıl almaz bir şey oldu ve in­sanlar antik mantraları CD'lere doldurmaya başladı. Dünya aniden, Doğu' dan gelen güzel bir çiçekle karşılaştı. İlk defa, mantralar geniş kesimlere ulaştı. Önceki yıllarda, mantralarla karşılaşmak için Hindis­tan' a gidip bir guruyu dinlemeniz gerekirdi. Tabii, bu mantrayı dijital ortamlardan dinlemekten çok daha büyülü bir yoldur ve insana guru­nun kendi deneyimleriyle birlikte çok şey öğretir. Ayrıca insan, yıllar boyu o mantrayı okuyan ve onu o guruya ulaştıran hocalarla da bir bağ kurar.

Gerçi, kişisel deneyimlerimden yola çıkarak, mantraların CD kayıt­larından da, guruyla direkt temas kurmadan bile çok fayda gördüğü­mü söyleyebilirim CD'lerdeki mantralar da, onları okuyan hocaların ve bilgelerin içinde samimiyetle var olan öğretme arzusunu taşır.

1960'lı, '70'li yıllarda Batı'da manevi arayış içinde olanların çoğu, mantrik müzikler söyleyen gurulardan çok şey öğrenmişti. Bu guru­lardan bazıları şunlardır: Krishna Das, Henry Marshall, Deva Premal ve Thomas Ashley Farrand. Sadece oturup mantralarımızı tekrarla­mak yerine, CD kayıtlarındaki müziğin büyüsünü de egzersizlerimize ekliyorduk. CD'mizi CD çalara takıp, çalan mantrayı uzun süreler bo­yunca tekrarlardık. Bunun meditasyonlarımıza kattıkları inanılmazdı.

Bir akşam Andreas üst kata çıktı ve iki saat Deva Premal CD'siyle

151

gerçek bir meditasyona ulaşh. Söylediği gayatri kutsal kelimeler şarkı­sıydı ve bu, en eski antik Sanskrit kelimeler ayini olarak biliniyordu.

Om bhur bhuvah swah Tat savitur varenyam Bhargo devasya dhimahi Dhiyo yo nah pra chodayat

Bu kutsal kelimeler için birçok çeviri gördüm ama Deva Premal'ın "Essence" CD' sindeki çeviriyi kullanacağım:

"Günbegün, hayatın dengelerinde Doğa bize taptığımızın gerçekliğini gösteriyor Aydınlanmanın parlaklığındaki herkes, bunu ince zekasıyla kavrı­

yor."

Andreas'ın meditasyonu bittiğinde yukarıya, yatağıma çıktım. Işık­ları söndürdüm. Meditasyon odasında yalnızdım. Bütün oda birden aydınlandı. Fiziksel olarak karanlık olmasına rağmen, altın rengi bir ışıkla doluydu. Bu ışığı kelimelerin manevi gücünün yarattığına inan­dım. Muhteşem bir deneyim ve yaşadıklarımızın somut bir kanıtı ol­muştu bu. Birkaç ay sonra Andreas ile Deva Premal'in atölyelerinden birinde kendisiyle tanıştık. Premal ve eşi Miten CD'yi kaydederken kutsal kelimeleri kullandıkları sırada nelerle karşılaştıklarını anlattı­lar. Çok benzer şeyler yaşamışlar: Kaydettikten birkaç saat sonra onlar da kendi odalarının ışıkla dolduğunu söylediler.

Birçok sabah güneş doğmadan uyanır, küçük bir ateş yakar ve ga­yatri kutsal kelimelerin şarkılarıyla sabah güneşinin doğmasını bek­lerdim. Bu, geleneksel olarak yüzyıllardır yapılan bir tekniktir. Bu kut­sal ayinden sonra, bir süre için eski yoga ustalarını ve Hint ustalarını her yaktığım ateşin içerisinde görüyordum. Yoga ustalarının görüntü­lerini görmüş olmam kutsal kelimeleri doğruluyordu. Bu artık günlük işlerimden biri olmuştu.

1 52

BÖLÜM 24

Budalar Vücut Buluyor

Aylar sonra Andreas ve ben, birbirimiz ve Tanrı için duyduğumuz aşkı giderek büyütüyorduk. Meditasyonlar, ilişkimizde cinsellikten çok daha fazla yer tutar olmuştu. Buda'nın farklı görünümlerine etti­ğimiz dualar, günlük yaşantımızın bir parçası haline gelmişti. Medi­tasyonlarımız sırasında, Tanrının farklı tezahürleriyle ve ermişlerle karşılaşırdım. Buda, aydınlanma kazanmış ermişlere verilen isimdi. Bu, sadece Doğu'ya özgü bir durum değildir. Ermişler tüm milletler­de ve dinlerde vardır. Kadın veya erkek olabilirler. İhtiyacımız oldu­ğunda, zamandan ve mekandan bağımsız olarak, yardıma gelecek bilgelerdir bunlar. Sonsuzluk içinde, Tanrıya ait pek çok farklı teza­hürleri vardır.

Gerçekten, Budalar uyanmış ruhlardır, insani varlıklarını Tanrının varlığında eritmişlerdir. Dualar, sadece tekrarlanan kelimelerden iba­ret değildir. Her gün yapılan ibadetlerle, insan, günlük hayatında hat­ta cinsel hayatında bile, Tanrının farklı tezahürlerinin varlığını hisse­debilir. Her Buda'nın nezaketi ve kalitesi, bedenlerimizi süsler ve bes­ler. Her birimize ayrı bir anlam katar. Bu, beden ve kalp için şahane bir kazanımdır.

Ben, Kuan Yin için dua etmiştim ve o, beni barış ve huzurla kucak­lamıştı. Bu sırada ona pembe, parlak bir ışık eşlik ediyordu. Dhar­ma'nın koruyucuları Savaşçı Budalara seslendiğimde, onlar kor içinde adımlarla marşlar söyleyerek bana geldiler. Zırhları ve keskin kılıçla­rıyla içimdeki engellerin hepsini kesmeye hazırdılar. Onların varlığı-

153

nı, her zaman bedenimin çevresinde ateşten koruyucu bir kalkan ola­rak hissettim.

İsa'ya dua etmek ise, bana merhametin iyiliğiyle altınsı bir sükut getirir. Kutsal Ana Meryem'e seslendiğimde, ana kucağı gibi bir kon­for ve güven bulurum. Şevişmeden önce Tantrik Budalara seslenmek, kutsal cinselliğin sırlarını getirir ve bu sırlar ancak yaşanarak öğreni­lebilir.

Büyük dini geleneklerin çoğunun Tanrıya ulaştığı kendi mabetleri vardır. Tüm farkları bir kenara bırakırsak, Tanrı gerçektir ve bizi ken­disine giden farklı yolların illüzyonuna kapılmamamız, ayrılıkları dü­şünmememiz konusunda uyarır.

Ayrılmanın arkasındaki illüzyon, Budistler, Hıristiyanlar, Müslü­manlar, Yahudiler, paganlar ve Aborijinler arasındaki gibi çatışmalar olmadan birlik içinde olunabileceğidir. Gerçek aydınlanma tüm ayrıl­maların boşluğunun sessizliğinde çözülür. Kutsal güç kendisini birçok formda ifade eder. Bu formların ayrımı sadece insanın aklında belirir. Şimdi insanlığın kalbine akma ve dinsel dogmalardan doğan ayrılma­ların sona erme zamanıdır. Boşluk, ne kutsal gücün bütün formlarının doğması ne de geri dönüşüdür. Her şeyin ortasında birçok konuşma­nın olduğu bir vagon gibi, hala her şeyin merkezindedir. Eğer teker­lekler ters dönerse merkeziyle birlikte hareketsiz kalır. Farklı dinlerin uygulamaları da aracın ortasındaki konuşmalara benzer, bize ilahi merkezi getirir. Bir ruh boşluğunun içine büyük bir adım attıkları za­man, bütün dinler ve bütün kendini tanıması için gerekenler gözden kaybolur.

155

BÖLÜM 25

Mum Işığı ve Katedraller

Andreas'ın annesini ziyaret etmek için Avrupa'ya gitmeyi planlamış­tık. Paris'te birkaç gün geçirebilirdik. Yapmayı düşündüğümüz pek çok şey vardı ama, mantrik egzersizlerimi ihmal etmek istemiyordum. 40 günlük bir egzersizin ortasındaydım, bu yüzden mantra CD'lerimi iki ufak CD çalarla birlikte yanımda götürecektim. Uçuşlar ertelendi­ğinde havaalanında boş boş beklemek yerine bu CD'leri dinledim. Dinlediğim mantranın adı "Dhanyavad" dı. Sevinç, minnet ve merha­met duygularını uyandırmak için söyleniyordu.

Orada, kulağımdaki mantraları tekrarlayarak gelip geçen insanları izledim. Bu insanların hepsinin yüzünde ilahi ışıltılar vardı. Bunu gör­dükçe gözyaşlarıma hakim olamıyordum. Her birine karşı dayanıl­maz bir aşk yüreğimde filizleniyordu. San Francisco Havaalanı'nın or­tasında otururken, aşkın denizinde yüzer gibiydim. Bu bana, uçak beklemenin bambaşka bir boyutunu göstermişti.

Benim Fransa'ya ilk gelişimdi. Andreas Fransızca bildiği için pek sorun yaşamıyorduk. Paris'teki otelimize yerleştik. Otelimizin çok gü­zel bir Eyfel Kulesi manzarası vardı. Heyecanımdan duramıyordum. Şehrin her yanını görmek için sabırsızlanıyordum. Ama ilk önce, Pa­ris'in en eski kilisesi olan St. Germain-des-Pres Kilisesi'ne giderek mum yakmak istiyordum. Eyfel Kulesi'ne çok yakın olduğumuzdan, Sen Nehri boyunca yürüyerek St. Germain'e gitmeye karar verdik. Ba­harın ilk işaretleri artık ortaya çıkmaya, ağaçlarda tomurcuklar çiçek­lenmeye başlamıştı. Eyfel Kulesi'ni hayranlıkla izleyerek geçtik ama

157

durmadık. Eyfel' e ulaşmak için turist denizini geçmek gerekiyordu ve maalesef o an için başka önceliklerim vardı. Sen Nehri boyunca hey­kellere ve mimariye hayran hayran bakarak yürüdük.

Üzerinde Mars heykeli bulunan bir köprüye geldik. Mars'ın çıplak vücudu bana Andreas'ı hatırlattı. "Bu heykel için modellik yapmış ol­malısın" diyerek ona takıldım.

Paris'te herkes yürüyordu! Burada hislerinizin yaşayacak bu kadar çok şeyi nereden bulduğunu anlamak kolay. Bistrolardan gelen koku­lar, yürürken iştahınızı kabartıyor, altın heykeller şehrin üzerinde yükselerek, akşam güneşi altında, şehre ışıltılar saçıyor, Parislilerin evlerinin pencerelerini dantel perdeler süslüyordu. Zarif, ipek eşarp­larıyla Parisli kadınlar, hoş kokular saçarak yürüyordu.

St. Germain' de yol kenarları kafeler, sinemalar ve kitapçılarla do­luydu. Ama ben, St. Germain Kilisesi'ni arıyordum. Birkaç kişiye so­rup tarifleri aldıktan sonra, nihayet bulabildim. Bazilikanın tarihi 542'ye dayanıyordu. Paris'in ilk gotik mimarisiydi, ancak yıllar boyu yapılan düzenlemelerle romanesk kemerleri ve 6. yüzyıldan kalma mermer sütunları eklenmişti.

Kiliseye girdik. Katedrallerde gördüğüm şuydu ki, kutsal suyun her zaman büyük mihrapta durması gerekmiyordu, kilisenin çevre­sindeki ufak sunaklarda da durabilirdi. Böylece insanlar tek başlarına durup istedikleri azizlerle birlikte özel dualarını edebiliyorlardı. Yüz­yıllardır dualar ve ibadetler, ruhları besleyen ziyafetler olmuştu. Ken­dime "Küçük Çiçek" Azize Teresa için ayrılmış ufak bir sunak bul­dum. Çocukluğumda en sevdiğim azizelerden biriydi, onun önünde diz çöktüm, ayaklarının önüne bir mum yaktım ve dua etmeye başla­dım. Katedralin içinde güzel bir ses yankılandı, Meryem Ana'ya söy­lenen Fransızca şarkılardı bunlar. Şarkı söyleyen kadının sesiyle ru­hum adeta yükselmeye başladı. Bu enerji bedenimde sanki bir şimşek gibi yayıldı. Kollarımı iki yana açarak enerjinin vücuduma daha çok, daha kolay dolmasını bekledim. Şarkı söyleyen ses güçlendikçe, Tan­rı beni kucaklıyordu. İçimde bir ses yükselerek bana seslendi: "Evine hoş geldin, kızım!" İşte şimdi, Paris' e gelmiştim. Şarkının hafifleme­siyle ben de yavaşça, bedenimde daha sakin bir hale geçtim.

Kiliseden ayrılırken:, basamaklarda yaşlı bir dilenci gördüm. Önü­ne birkaç frank bıraktım ve yolun karşısındaki kafeye yürüdük.

159

BÖLÜM 26

Aşıklar Şehri

Paris ziyaretimiz sırasında pek çok güzellikle karşılaştık. Aklımızda yer eden sadece güzel manzaralar değildi. Ben aynı zamanda Parisli­lerin özgüvenlerinden çok etkilenmiştim. Öyle görünüyordu ki Paris­li kadın ve erkekler, Amerikalılara nazaran çok daha fazla seksüel öz­güven sahibiydi. Bu güvenin dış görünüşleriyle ilgisi yok gibiydi -her yaşta, her beden ölçüsünde, güzel ve o kadar güzel olmayanlarda, her­keste vardı. Kadınların çoğunun yüzünde, yüzeyin altından yansıyan duygusal bir doymuşluk vardı. Kendimize bunun sebebinin ne oldu­ğunu sormaya başladık.

Paris'te ilk öğle yemeğimiz Hilton Oteli'ndeydi. Masalar birbirine oldukça yakın yerleştirilmişti. Yan masadaki kişiyle dirsek dirseğe oturmak durumundaydınız. Restoran işadamlarıyla doluydu. Andre­as'la yanımızdaki iki adamın yemek yiyişini izledik. Biri çok iriydi, 150 kilo vardı. Ama bizi etkileyen onun iriliği değildi. Bedeninin irili­ğine rağmen, çok kibardı. Yemeği sipariş edişi, yemek yiyişi ve giyi­mi. . . Her şeyiyle cinsel bir özgüveni yansıtıyordu.

Otel asansörüne bizimle birlikte 60'larının sonlarında bir çift de bindi. Birbirlerine bakışlarından ve öpüşmelerinden, kadının gözlerin­de cinsel doyumu görebilirdiniz. Bu bana, Fransız bir arkadaşımın iliş­kiler hakkında söylediklerini anımsattı. Bana eski bir Fransız deyişini aktarmıştı: "En iyi çorba, en eski tasta yapılır." Bu yaşlı çift, şüphesiz iyi bir çorba yapmıştı.

Andreas'la, Paris'te gördüğümüz insanlarla Amerika'dakileri kar-

161

şılaştırmaya başladık. Amerikalı güzel bir kadının gözbebeklerinde sıklıkla tatminsizlik görürsünüz. Belki bu, bağımsız bir kadın olma sa­vaşı verirken, bir erkeğe ihtiyaç duymamak için, onu doğasındaki çok temel bir şeyden vazgeçmek zorunda bırakmıştır: Kadın cinselliği ve doğal duyguları. Bunu gençlerde değil de daha çok orta yaş grubun­da görmemizin sebebi ise sanırım bu kadınların görmüş geçirmiş ve ilişkilerinden yara almış olmalarıdır. Bu yüzden kendilerini başka bir ilişki olasılığına kapatmışlardır. Bunu, ilişkilerinde duygusal ve cinsel açıdan doyuma ulaşamamış kadınlarda gördüm. Bu yüzden Andre­as'a sık sık "sen benim güzellik sırrımsın" derim. Onunla sevişirken gözlerime parıltılar, adımlarıma hafiflik ve bedenime güçlü bir duruş gelir.

Fark ettim ki Paris'te herkesin mükemmel ilişkileri yok, hatta bazen hiç ilişkileri yok! Sonra kendime onları besleyerek böylesine özgüven kazandıran şeyin ne olduğunu sormaya başladım. İlk sebep, güzelli­ğin her yerde oluşu. Adım attığınızda gözleriniz sanatla, heykelle ve mimariyle bayram ediyor. Fransız yemekleri sıradan bir yemekten çok sanat eserlerini andırıyor. En basit manavda bile sebzelerin düzeni sanki bir sanatkarın elinden çıkmış gibi. Güzellik her yerde. Güzellik iyilik getiriyor. Güzellik duyular aracılığıyla ruhu besliyor. Fransız di­li günlük ifadeleri bile şiirsel şarkılara çeviriyor.

Görünüşe göre bir insanın genç ya da yaşlı, şişman ya da zayıf, gü­zel ya da çirkin olması fark etmiyor, herkesin bir cinselliği var. Paris­lilerin duyguları sanat, yemek, güzel kokular, iyi elbiseler ve şefkatle­rini gösterebilecekleri yasaksız yollarla doyurulmuştu.

Erkekle eşitliğini kazanmaya çalışan Amerikan kadını çoğu zaman Amerikan erkeğini hadım etti. Kadının özgürlüğü bu ülkeye pek çok değişim getirmesine rağmen, bazı dengesizliklere de yol açtı. Bazı ka­dınlar, seksi imajlarından hoşlanan erkekleri hadım ettirdi. Burada ta­bii, erkeğin kötü niyetli olduğu durumlardan bahsetmiyorum.

Şu ilginç gözlemimi belirtmek isterim; politik arenalarda erkeklerin abartılmış cinsel avantajlarını kınamak ve karşı durmak için gelen ka­dınlar, gelir artışıyla birlikte ilk önce yüz kaldırma ve liposuction yap­tırmaya koşuyorlar. Bu ne demektir? Baştan çıkarıcı olmak istiyorum ama öyle olduğumda da bana bakma ve bana dokunma! S�nırım med­ya bizi bir seksi kadın imajıyla kuşatıyor. Amerikan kadını bilinçsiz ol­sa da hala katı kurallar iş görüyor.

Hollywood ve medya, gerçekte ancak birkaç kişiye uyan gerçeküs-

163

tü bir kadın imajı çizdi. Reklam panolarında, dergilerde, otobüs rek­lamlarında hep bu doğaüstü seksi kadın imajına maruz bırakıldık. Bu yüzden, çoğu Amerikalı kadının, hatta güzel olanların bile, bedenle­riyle barışık olmaması ve bedenlerini kabullenememesi çok normal. Reklam sektörü bize bu kusursuz imajı sürekli diretiyor.

Bugünlerde pek çok dergide bu portrenin değiştiğini, artık daha ki­lolu ve daha yaşlı kadınlara da yer verildiğini görüyorum. Bunlar, Amerikalı kadının iyileşmesini destekleyecek adımlar. Bu dergileri alan kesimin büyük çoğunluğu yetişmekte olan yeni nesil. Bu yüzden medyanın gerçekçi öğelerle bir kadın imajı çizmesi çok akıllıca olacak­tır.

Yabancı filmleri izlerseniz, görürsünüz ki aktrisler de herkes gibi­dir. İngiliz ve Avustralya filmlerinde genelde gözlemlediğim bu oldu. Karakter rollerini üstlenen aktörler genelde güzellik ikonları değildir. Sanırım, medya da artık bu konuyu fark etmeye başladı.

Yaş ilerledikçe güzellik azalırken bilgelik artar. Bu yaşlarda güzel­lik artık pürüzsüz bir cilt veya 34 beden bir elbise demek değildir. Fi­ziksel görünüşten çok daha fazlasıdır. Ruhun güzelliğini besleyen akıl ve yürekteki yüceliktir. Bir kadın gençken, güzellik önünde pek çok kapıyı açar. Ama eğer ruhunun güzelliğini sağlayamazsa zaman görü­nüşünü çalar. 45 yaş geldiğinde negatif düşünceleri veya kirli duygu­ları saklamak zordur; beden, içindekini yansıtır. Stresli yaşam tarzı da yıllar sonrasında etkilerini gösterebilir. Şakti dişi enerjisini beslemek ve ona iyi bakmak güzelliği getirecektir. Bu, sevgi dolu bir ilişkiyle de sağlanabilir, sevgisiz bir ilişkiden kurtulmakla da. Sanat, doğal güzel­lik ve rafine bir yaşam Şakti'yi besler. Meditasyon en güzel güzellik kürlerinden biridir; akıl huzuru, sessiz ve güzel bir ışık olarak yüzü­müzden yansır. Ruhunuzla barışmanız gözlerinize ve yaşamınıza pa­rıltı katar. Paris'te öyle güzel bir çevre gördüm ki, bununla beslendi­ğimi hissettim. İnsanların yüzlerinde, görüntülerinden bağımsız bir cinsel özgüven gördüm. Bu şehir gerçekten aşıklar şehriydi.

164

BÖLÜM 27

CD Samadhi

Almanya'ya vardığımızda, Andreas'ın annesi bize odalarımızı göster­di. Andreas'la kendi çocukluğundaki odasında yatacaktık. O odada kalacak olmak, onun büyüdüğü yerde uyumak duygularımı karıştır­mıştı. Bu sanki onun geçmişine açılan bir pencereden girmek ve onu şimdiki kişiliğine ulaştıran geçmişi öğrenmek gibiydi.

Andreas'ın annesiyle birlikte mutfak masasının etrafına oturup çay içtik ve yolculuğumuz hakkında sohbet ettik. Artık yatma zamanıydı, birkaç saatlik uyku sonrasında jet-lag olduk ve kendimizi gece yarıla­rında uyanır bulduk. CD çalarlarımızı dinleyerek yatakta uzandık, el ele mantralar dinledik. Bunu saatler boyu yaptık, gecenin dinginliğin­de sessizce oturup mantralarımızı tekrar ettik.

Almanya' daki üçüncü günümde, Andreas da annesiyle olduğun­dan, o İngilizce bense Almanca bilmediğimizden, erken yatmaya ka­rar verdim. Kulaklıklarımı takarak yatağa uzandım. Henry Marshall CD' sindeki bir üçlü tanrıça mantrasını dinlemeye koyuldum. Bu man­trada Saraswati, Maha Lakşmi ve Durga, Hindu tanrıçanın üç farklı görü:r�ümü yüceltiliyordu. Saraswati yaratıcılığı, Lakşmi bolluğu ve Durga hiddetli bir koruyuculuğu simgeliyordu. Mantranın güzelliğiy­le kendimden geçerken harika bir şey oldu. Ceset pozu da denen Sha­vasana dinlenme pozisyonunda duruyordum. Bu duruş genelde yoga egzersizleri sonrasında bir dinlenme pozisyonu olarak kullanılır. Ba­caklarınız açık vaziyette ve ellerinizin avuç içleri yukarı bakacak şekil­de oturursunuz. Mantrik meditasyonla kendimden geçmeye başladı-

165

ğım sırada, içime öylesine büyük bir enerji doldu ki küçük parmağımı bile kıpırdatamıyordum. Bedenim taş kesilmişken ruhum bir mutlu­luk yaşıyordu. Bu şekilde ilk defa ceset pozisyonunun anlamını kav­ramış oldum.

Kulaklık kullanmanın güzelliği mantrayı vücudumda da duyum­sayabiliyor olmamdı. Her atomum sanki mantrik seslerle doluyordu. Bu halim, birkaç saat "lboyunca sürdü ve kıpırdayamayacak durum­daydım. Hiç de korkmuyordum! Tanrının verdiği bir şeyi yaşıyor­dum. Derin bir rahatlama, Tanrıyla tam bir bütünleşme, tam bir tat­mindi yaşadığım. Kulaklıklarımı çıkardım. Andreas bana kapıyı açtı. O da annesini ziyaretten yeni dönüyordu. Ben de kendi "Büyük'' anne­mi ziyaret etmiştim.

167

BÖLÜM 28

Dişi Budaların Şerefine

Bir akşam, oturdum ve şimdiye kadar yaşamış tüm ermiş kadınları düşündüm. Acaba bu dişi Budaların kaçı sessiz ve hiç farkedilmemiş bir hayat yaşamıştı? O akşam, onların varlıklarını çağırmaya karar verdim.

Dünün, bugünün ve yarının tüm dişi Budalarının, özellikle de yüz­yıllarca tanınmamış olanların, varlığını ve gücünü çağırıyorum.

İstedim ki, bilgelikleri bana ulaşsın ve onların da bir sesi olsun. Di­şi Budalar bana isimsiz halleriyle göründü. Bazıları Doğu' dan geliyor­du. Diğerleri ise antik zamanlarda gördüğümüz rahibelerdi. Bu çağır­ma, benim favorim olmuştu. Bunu aylar boyunca tekrarladıktan son­ra, güzel bir sürprizle karşılaştım. Taşındıktan sonra, Shasta Dağı'nda geçirdiğim ilk yılbaşımdı. Yılbaşı arifesi için annemi ve erkek kardeşi­mi davet etmiştik. Yemeğimizi yiyip hediyelerimizi açmaya koyul­muştuk. Annem, Andreas'la bana bir paket uzattı. Paketi açtığımızda içinde antika ahşap bir Kuan Yin heykeliyle karşılaştık. Bu heykel an­neme uzun yıllar önce ölen kuzeninden kalmıştı. David, annemin ku­zeni, bir akademisyendi ve ateistti. Evinde böylesine güzel iki eser bu­lundurması yeterince tuhaftı. Bu eserlerden biri Madonna ve çocuk resmiydi, diğeri ise bu çok güzel ve çok eski Kuan Yin heykeliydi. Heykeli incelerken, yüzünde koyu bir yara izi olduğunu gördüm. Heykelin yüzüne derinlemesine baktığımda bu yara izi bana Çekosla­vakyalı Siyah Madonna'yı hatırlatmıştı. Bu ünlü Siyah Madonna, pek çok tedavi ve mucizeyle anılan biriydi. Ve yüzünde boydan boya bir

169

yara izi taşırdı. Karşımda gördüğüm ise, siyah abanoz ağacından ya­pılmış ve aynı izi doğal olarak taşıyan bir Doğu Madonna' sıydı.

Birkaç gün sonra, Andreas'a bu heykeli mihrabın üzerine koymayı önerdim. Çünkü daha önce hiç açıkça kutsanmamıştı. Heykelimizi mihrabın üzerine yerleştirdik ve Om Mani Padme Hum mantrasını uygulamaya koyulduk. Bu mantra, Avalokiteşvara'nın yani, Tutku Budasının mantrasıydı: •Bu Buda, aydınlanmasının doruğuna erişti­ğinde, yani nirvanaya ulaştığı sırada, insanlığın acı çığlıklarını duy­muştu. Bunun üzerine tüm insanlığın acıları dinene ve tüm insanlık aydınlanana kadar tekrar tekrar dünyaya geri geleceğine söz vermişti. Bu, Bodhisattva sözüydü. Budizm Çin' de yayılırken, A valokiteşvara dişil yönüne ağırlık vermiş ve Kuan Yin'e dönüşmüştü. Tibet'te, Ava­lokiteşvara Chenresig diye bilinir ve onun dişi Şakti'si Tara'dır. Ta­ra'nın pek çok görünümü vardır ama en ünlüsü Jetsun Dolma, Yeşil Tara olarak da bilinen Budaların Anası kimliğidir.

Kuan Yin heykelimiz mihrabın üzerinde, çevresinde sandal ağacı kokuları saçan mumlarıyla dururken, kendi sesim beynimde arı vızıl­tısı gibi titreşimler çıkararak Om Mani Padme Hum (kalbin nilüferin­deki mücevher) kelimelerini söyledi. Farkındalığım artıyordu ve bu heykelin bana bu yolla gelmesini daha iyi kavrıyordum. Sembolik ola­rak, bu heykel Tanrı inancı olmayan birinin evinde duruyordu. Yani bu dişi Buda yalnızca bir süstü. Yüzünde Siyah Madonna'nın izini ta­şıyordu. Siyah Madonna Tanrının yüceltilmeyen, her ne şekilde -Top­rak Ana, Kutsal Cins, azizeler ve Şakti gibi- olursa olsun Doğu ve Ba­tı dinlerinin hiçbirinde yeri olmayan, dişil tarafını simgeliyordu. An­dreas'ın Kuan Yin heykelinin sembolik anlamına baktığımda şimdi yüceltildiğini fark ettim. O gün, onun ve onun gibi tanınmayan diğer dişi Budalar için mihrabın başında dua ettik.

171

BÖLÜM 29

Sekiz Yıl Sonra

Andreas'la yaşadıklarımın bedenime yerleşmesi iki buçuk yılımı aldı. Hala egzersizlerimizi yapıyor, derslerimizi alıyor ve günlük hayatın perdesini aralayıp Tanrıyla buluşuyorduk. Karma, Tanrının filmlerde­ki insan romantizminin üzerindeki farkındalığına dayandığından, bu tip ilişkilerde hızla sonuç verebiliyor.

Amaç, birbirini uyandırmak ve dünyaya büyülü ve tutkulu yaratı­lar sağlamak. Bunun her zaman kolay olduğunu söyleyemeyeceğim, kutsal ilişkilerde bile hayattaki inişler ve çıkışlar hep vardır. Bu büyü­ye ulaşmanın bedeli de ağırdır. Mükemmeliyet insan deneyiminde şe­killenir. İnsani kusurlarının üzerine çıkabilmeyi ve Tanrıya ulaşmayı, bu yolda bir olabilmeyi öğrenmek gerekir. Birbirimize ayna tutup ha­yatı temiz ve görünür kılmalı, eskinin zincirini kırmalıyız. Büyük gö­rev budur.

Ufak ufak, kutsal çiftlerin birbirlerini bulduğunu duyuyordum. Aşkları ortaya çıkıyor ve bileşkelerinden daha büyük bir nedenle bir­birlerine bağlanıyorlardı. Bunlar, gelecekte kutsanacak ilişkilerdi. Kut­sal çiftlerin her biri sevgi ve gerçeklikle diğerinin aynası oluyordu. Bu uyum, daha büyük bir içsel farkındalık sağlıyordu. Bu farkındalık dal­gası, bizi eve, Tanrının gerçekliği limanına ulaştıracaktı.

173

BÖLÜM 30

Meditasyonlar

Rahim iyileştiren Meditasyon

Bir sandalyeye rahatça oturun. Sırtınız dik ve bacaklarınız rahat ko­numda olsun. Gözlerinizi kapayın ve derin nefes almaya başlayın. Ne­fesinizin sadece akciğerlerinize değil, tüm bedeninize dolduğunu dü­şünün. Şimdi başınızın birkaç santim üzerinde parlak bir yıldız oldu­ğunu hayal edin. Bu yıldızın yanına bir yıldız daha ekleyin. Ve yanla­rında bir tane daha. Ve bir tane daha. Sıralamaya 12 yıldıza ulaşana kadar devam edin. Bilincinizin bedeninizin dışında, benliğinizle bir­likte dolaşmasına izin verin.

Şimdi derin bir nefes alın ve içi boş, beyaz ışıklı bir tünelin 12 yıl­dızdan aşağı dümdüz gelerek başınızdan içeri girdiğini düşünün. Bu tünel beyninizle omurganızı birleştirsin. Işık omurganızdan geçip kuyruksokumunuza ilerlerken derin nefes almayı unutmayın. Bu ışık­lı tünelin oturduğunuz yerden geçerek yeraltına ilerlediğini düşünün. Işık, dünyanın derinliklerine ilerliyor, diye düşünün. Ve farz edin ki bu tünel, yeraltından bir dalla dışarıya çıkıyor. Birkaç derin nefes alın ve tünele gönderin. Nefesinizin benliğinizden toprağa geçtiğini ve si­ze geri döndüğünü düşünün.

Bilinciniz içinde gezinerek çakra tacınızı bulun. Eğer çakranızın rengini göremiyorsanız, aklınızda ilk beliren rengi seçin. Genelde se­çilen renkler mor, pembe ve mavidir. Sizin için sakinleştirici rengi bu­lun. Ve kendi renginizi unutmayın.

Şimdi rahminize yolculuk etmenin vakti. Bilincinizi buraya çeker-

175

ken, yumurtalıklarınızı bulun. Sağ yumurtalığınıza gidin ve nasıl ol­duğunu hissedin. Kasılmış mı? Etrafı karanlık mı? Çevresinde hiç nes­ne görüyor musunuz? Üzerinde takılıp kalmış çengeller görüyor veya hissediyor musunuz? Herkesin bu deneyimi farklı olacaktır. Bu yüz­den kendi hislerinizi kullanın Yumurtalığınızın ardına bakmayı unut­mayın. Şimdi onun içinde bulunduğu koşulları anlayabilirisiniz. Şim­di temizlenme meditail)'onuna hazırız.

Peki, omurganızın içindeki ışık boşluğunu hatırlıyor musunuz? Şimdi nefesimizi elektrik süpürgesi olarak kullanacağız. Nefes alaca­ğız ve tüm koyu renklerimiz ve yumurtalıklarda hapsolan enerjimiz bu boşluğa hapsolacak. Sonra nefes verdiğimizde tüm bu kiri içimiz­deki boşluktan Toprak Ana' ya göndereceğiz. Toprak Ana müthiş bir dönüştürücüdür. Nefes alıp verdiğiniz sırada, yumurtalıklarınızdaki enerji temizlenirken, geçmişe ait düşünceler veya sahneler gözünü­zün önünde belirebilir: Eski sevgililer, kocalar . . . Yaratıcı gücünüzü engelleyenleri gördüğünüzde sakın korkmayın. Onlara bir kez bakın ve süpürün gitsin, yumurtalıklarınız temizlensin ve kendi yaratıcı gücünüz yeniden özgür kalsın. Bundan sonra biraz yorgun hissede­ceksiniz. Normal nefes alışınıza geri dönün. Çakra tacından istediği­niz rengi seçin ve bu rengi yumurtalıklarınız üzerinde yatıştırıcı bir solüsyon yerine kullanın. Yumurtalığınızı iyileştirin. Onu yatıştırın. Sonra tekrar temizliğe dönün, önceki gibi nefes almaya başlayın. Eğer tekrar bir problem görürseniz veya inatla enerjinizi engelleyen birini bulursanız, kristal bir bıçak vizyon edin ve bununla onun ener­jisini kesip alın. Nefes almaya devam edin ve istemediğiniz düşün­celeri ışık tünelinden Toprak Ana'ya verin. Yumurtalığınıza geri dönmeyi unutmayın. Şimdi yatıştırıcı rengi uygulama vakti. Sakin­leştiğinizi hissedene kadar yatıştırıcınızı kullanın. Sağ yumurtalığı­nızı bitirdiniz.

Sol yumurtalığa geçin ve sağdakinde yaptığınız aynı işlemi tekrar­layın. Yumurtalıklar bittikten sonra rahme geçin ve nefes aldıran aynı işlemi yapın. Yumurtalıklar ve rahimde gezinirken, geçmişiniz sahne sahne gözünüzün önüne gelecek. Bu sahneleri iyi inceleyin ve onları boş bir tüpün içine atın gitsin. Ardından yumuşatan renkli merhemi kullanmayı unutmayın.

***

177

Ne zaman ki kendinizi hazır hissedersiniz, o boşluktan kurtulun ve onu dünyaya bırakın. Nefes alın ve bırakın kalan ışıltı omurganızdan geçip 12 yıldıza doğru başınızdan çıksın. Nefes verin ve bedeninize dönün. Gözlerinizi açın ve meditasyonunuzu günlük hayatın içine en­tegre edebilmek için kendinize zaman tanıyın.

Yumurtalıklar yaratıcı gücünüzdür, sadece bebek için değil dünya­daki projeleriniz için de. Bu, hayatın tüm kıvılcımının kadın bedenin­de başladığı yerdir! Tamamen kendi yaratıcı gücünüz!

178

Siyah Madonna'nın Arındırıcı Banyo Meditasyonu

Şimdiye kadar en iyi meditasyonu banyo küvetinde yaptığımı fark et­tim. Eğer yoğun bir hayatınız ya da aileniz varsa, banyo, kutsal me­kanlar arasında en uygun yer olarak değerlendirilebilir.

Gerekenler: Çekoslovakyalı Siyah Madonna'nın resmi Yedi beyaz karanfil İki bardak tuz Bir bardak doğal deniz tuzu İsteğe bağlı uçucu yağ Bir mum (pembe veya beyaz) Kendinize ayıracağınız 60 dakika.

Kendinizi sıcak bir banyoya bırakın. Yedi karanfili alın, çiçek kıs­mındaki petalleri koparın ve banyo suyunuza ekleyin. İki bardak tuzu ve bir bardak doğal deniz suyunu katın. Eğer dilerseniz sizin sevdiği­niz saf bir uçucu yağı da ekleyebilirsiniz. Uçucu yağlardan size önere­bileceğim birkaçı:

Arınma için adaçayı yağı Kalbin arınması için gül yağı Hormonların dengelenmesi için misk adaçayı Dönüşüm için selvi.

Beyaz karanfillerin kenarlarında tırtıkları vardır. Öfke de astral düzlemde keskin, sivri kenarlı görünür. Banyo ve meditasyonla, ka-

179

ranfil yaprakları suya bırakıldığında vücutta depolanmış öfke serbest kalacaktır. İki benzer çiçek özünün kullanımı birbirlerini nötrler, bu çi­çek tıbbında çok iyi bilinen bir terapidir.

Meditasyon: Bir mum yakın. Mumu, Siyah Madonna'nın fotoğrafı­nın yakınına koyarak resmi daha rahat görebilirsiniz. Işıkları söndürün, kapıyı kilitleyin ve kendinizi küvete bırakın. Gözlerinizi kapatın ve kas­larınızın gevşemesine izin verin.

Karnınızın içini dolduracak şekilde derin bir nefes alın. Aklınızı ve düşüncelerinizi yavaşlatın. Siyah Madonna'nın resmine bakın, detay­lara odaklanın. Resmi aklınızda tutmaya çalışın. Şimdi, kendinizi res­min yerine koyun. Gözlerinizi kapatarak kendinizi Siyah Madonna farz edin. Teniniz onun teni, Toprak Ana gibi koyu. Gözleriniz onun gözleri, bileni gören ve affeden. Meditasyonun en önemli kısmı bura­sıdır. O yüzden buraya odaklanın. Çalıştıkça daha kolay olacaktır. Şimdi, yüzündeki yarayı görün. Yaraya derinlemesine bakın ve için­deki altın rengi ışıldamayı görün. Yaranın açıldığını ve içinde kadınlı­ğınızın yaralarını barındırdığını hayal edin. Yaranın yerini ve barın­dırdıklarını kendinize itiraf edin. Duygularınızın yükselmesine izin verin. Sizi inciten durumları hayal edin. Acılarınızı itiraf edin. Tüm yaralarınızı Siyah Madonna'nın yüzündeki yaraya hapsedin ve "şim­di hepsi ışığa dönüştü" diye tekrarlayın.

Size acı veren her anıyı gözlerinizde canlandırın. Çözülmemiş duy­gularınızı hissedin, bunları yaranın içine hapsedin ve tekrarlayın: "Şimdi hepsi ışığa dönüştü."

İyileştirme ihtiyacı duyduğunuz her zaman tekrarlayın ve acılarını­zı, değiştiremediğiniz her şeyi ışık saçan yaranın içine yerleştirin.

Bedeninizin şimdiye kadar sakladığı acılarla yüzleşmek sizi yorabi­lir, her seferinde kendinize dinlenmek için zaman tanıyın ve daha son­ra hazır hissettiğinizde yeni bir durumu düşünmeye başlayın.

Öfkelenecek olursanız, öfkenizi nefesinizle birlikte dışarı verdiğini­zi düşünün. Banyonuzdaki çiçeklerin öfkenize değdiğini ve onu yok ettiğini hayal edin. Öfkenizle ilgili kendinizi yargılamayın. Önce ken­dinize nazik olun.

Eğer içinizde suçluluk duygusu uyanırsa, bilin ki bu duygu eski­den yaşanan ilişkilerle sizi tutkal gibi birbirinize yapıştırır, yapılacak tek şey nefesinizle birlikte suçluluk duygunuzu ve onunla alakalı her­kesi dışarı vermektir.

Anılarınıza şahitlik etmek bu meditasyonda önemlidir, farz edin ki

181

hayatınız bir film ve siz de seyrediyorsunuz. Bu şekilde olayları daha objektif görebilirsiniz.

Nefes almaya devam edin. Acılarınızı yaraya hapsedin ve onları ışı­ğa dönüştürün.

Siyah Madonna'ya anlatacaklarınız bittiğinde, ondan kalbinizi ve rahminizi iyileştirmesini dileyin. Sizi kutsayarak dönüşümünüzü ta­mamlamasını dileyin. Acılarınızı hapsettiğiniz yaranın kapandığını ve Siyah Madonna'nın size şifa verdiğini hayal edin. Mumu söndürün ve küveti boşaltın.

Bir süre sessizce yatağınıza uzanın ve hayal ettiklerinizle bütünle­şin.

Bu, en güçlü meditasyonlardandır ve her seferinde bir öncekinden daha verimli olur. Rahminizi iyileştirmek, bir soğanın dış katmanları­nı sırayla soymak gibidir. Bir süreçtir ve zamanla en iyiye ulaşılır.

182

Bağışlama Meditasyonu

Genelde meditasyona başladığımda, ilk, kaç kişiyle sorunum olduğu­na dair bir liste yaparım. Duygularımı, öfkemi ve beni affetmekten alı­koyanları temizlemeye her şeyi olumlayarak başlarım. Örneğin:

Ruhumdaki İsa, senin ruhundaki İsa'yı affetsin. Ancak İsa, aramızdaki mağduriyeti giderebilir.

Bu sizin mantranız olsun. Yakınlarınızda bir tespih bulundurursa­nız okuduğunuz mantraları daha kolay sayabilirsiniz. Şimdi affede­mediğiniz kişiyi gözünüzün önüne getirin. Onu kalbinize koyun ve mantranızı tekrarlayın. Kutsal kelimeler başladığında duyguların sak­landığı sandığınız açılacaktır. Bu sandık size affedememe nedenlerini­zi listeleyecektir. Onları ortaya çıkaralım. Öfkeniz sürse bile kelimele­ri tekrarlamaya devam edin. Bu ilk bakışta size inişli çıkışlı bir yol ola­rak görülebilir. Beyniniz küskünlüğünüzü atmak istemeyebilir, fakat siz kutsal kelimelerinizi tekrarlamaya devam edin. Bu günler ya da haftalar alabilir. Ama kutsal kelimelerinizi tekrarlamaya, sizi küstüren ve üzen kişileri somutlaştırmaya devam edin ve affedin. Başta engebe­lerle dolu olan yol giderek düzelecek.

Mantra, duygularınızı serbest bıraktıkça duygularınızı temizleye­cek ve farklı bir gözle görmeye başlayacaksınız. Örneğin bir adamı af­fedebilmek için çok zaman harcadım ve ardında yaralanmış olan kü­çük bir çocuk gördüm. Bu açıdan bakınca onu affetmeyi başardım. Ta­mamen affedebildiğinde duygusal şeyler durmaya başlar ve kendini temizlenmiş hissedersin. Duyguların su yüzüne çıktığında onları dur­durmak isteyebilirsin. Ama durdurma, bırak açığa çıkıp dağılsınlar.

183

Affedilmeyen duygular karmayla bir sonraki hayatınızda size geri ge­lecektir. Kendinizi onları serbest bırakmaya ayarlayın. Negatif duygu­lar kalbinizi kolesterolün damarları tıkadığı gibi tıkar.

Ben meditasyonu pek çok kişiye uyguladım. Benim için büyük bir deneyimdi. Ayrıca bazı zor karmik durumlar içeren insanlara da uy­guladım. Bazen uzun bazen kısa sürüyordu. Ama bitirmeden bırak­madım. Bazı durumlar bir çift meditasyonla geçebilirken, diğerleri haftalar hatta aylar sürebilir.

Listeyi tamamladıktan sonra yeniden envanter hazırlayın. Bunu yılda bir kez yapın çünkü, hayat bazen ilişkilerin mücadelesi haline gelebilir.

Ben affedici meditasyondan bahsettiğimde, kötü niyetli biriyle ya­şamaya alışmaktan veya bunu sindirmekten bahsetmiyorum. Kadın­lar, çoğu zaman, uyumlu doğaları sebebiyle, karşılarındaki insan acı veren biri olsa da onu bırakmazlar. Ama Dalai Lama'nın dediği gibi "Çinli komünistleri affediyorsam, bu onlarla oturup çay içeceğim an­lamına gelmez."

184

Genetik Arınma Meditasyonu

Bu bir somutlaştırmayla yapılan kutsal kelimeler (mantra) ayinidir. Ben Kutsal Annemizin mantralarını kullanırım. Burada Kutsal Anne­mizle bağlantıya geçirebileceğimiz doğru mantraları bulmak önemli­dir.

Bakire Meryem Hıristiyan Kutsanmış Meryem, Rabbin seni zarafetle doldursun Kadınlar arasındaki yaratıcısın sen ve rahminin meyvesi İsa'yla

kutsa bizi. Kutsal Meryem, Tanrının Annesi, bizim için dua ediyorum şimdi

ve ölüm saatimize kadar. Amin.

Kuan Yin Çinli Namo Kuan Shi Yin Pu Sa

Yeşil Tara Tibetli Om Tare Tuttare Ture Soha

Durga Hintli Om Dhum Durgayei Namah

185

Bu meditasyonda günah kelimelerini kullandım. Kelimelerin oriji­nal anlamları okçuluktan gelir. Oku fırlattığında ve hedefi vuramadı­ğında bu okçuların günahı olur, diğer deyişle merkezin dışındasındır.

Birini seçin ve mantralarınızı öğrenin; dualarınızı, aflarınızı topar­layın ve kelimeleri ezbere on kez tekrarlayın, sonra durun. Adağınızın üzerindeki kalbinizi kullanarak çocukluğunuzu görselleştirin ve eğer bir görüntü yoksa, içinizdeki çocuğu gözünüzün önüne getirin. Kanı­nızda taşıdığınız bütün olumsuz örnekleri tamamen uzaklaştırın. Şim­di on adet Kutsal Anne kelimeleri yapın.

Şimdi annelerin annesi için kalbinizden bir sunak verin. İşlediğiniz bütün günahları tamamen affetmesi için tekrar sorun. Başka on kutsal kelime hazırlayın. Bunu bir de büyük büyükanneniz ve büyük büyük büyükanneniz için yapın. Büyükbabanızı ve büyük büyükbabanızı dahil etmek oldukça önemlidir. Sadece aile ağacınız boyunca çalışın. Her dal için şifa isteyin. Eğer isimlerini biliyorsanız daha iyi olur, bil­miyorsanız akrabalık derecelerinize göre adlarını söyleyin.

Nasıl annenizin soyu için yaptıysanız, babanızın soyu için de aynı­larını yapın. Kendi çocuklarınızı da içererek dua ediyorsanız onların babaları için de aynı duaları edin. Bu meditasyon biraz zaman alır ama kayda değer bir meditasyondur. Meditasyonunuzu tamamladıysanız, kanınızda akan altın ışığı görün ve yazın. Kutsal Annemize verdiği şi­fa ve rahmet için teşekkür edin. Ayrıca atalarınıza da teşekkür edin.

Ben bu meditasyonun işe yaraması için yaklaşık altı ay boyunca ça­lıştım. Bu sırada hayatını kazanmak için bütün gün çalışan bir anney­dim. Sadece dua etmek için zaman ayırıyor, diğer zamanlarda çalışı­yordum. Birçok aileyle ilgili iç gerçekleşmeleri bu zaman dilimlerinde oluşur. Ataların kurtuluşu için muazzam bir uygulama olabilir.

Bu denemeye ilk torunum olduğu sırada döndüm. Bu tekniği geli­nimin hamileliği sırasında kavradım. Eğer ciddi bir şekilde ailenizin arınmasını isterseniz zaman bulabilir ve gerçekten harika bir işe ken­dinizi atlayabilirsiniz.

186

Zikirler

Zikirler ilahi gücün bedene tamamen dolması için bir davettir. Bu dualardan farklıdır. Dualar direkt olarak kendinizin dışında gelişen olaylardır. Zikirler Tanrının olma olasılığını oluşturur. Bu ilahın varlı­ğıyla tanışmada son derece önemlidir. Bir egonun kendine saldırıp Tanrıyla birleşmesi senin kapalı kutundan çıkman anlamına gelir. Tanrı, kutsal gücün şekil almış bir halidir. Kutsal güç, form veya for­mun dışında bir kimliktir. Farklı tanrılar, melekler veya şeytanlar par­layabilen bir cam gibi vitray camların pencereleridir.

Zikirlerinizde Buda'yı, azizleri ve büyük melekleri kullanmalısınız. Ancak, asla kılavuz kullanmayın ya da tamamen manevi ruhları kul­lanın. Beklenmeyen etkilere karşı kendinizi açmalısınız. Her Buda ve­ya azizin sizin dualarınızı kabul ettiği kendi alanı vardır. Örneğin şifa isterseniz, Şifacı Buda veya Raphael' den isteriz. Korunmaya ihtiyacı­nız varsa, baş melek veya Savaşçı Buda' dan isteriz.

Geleneksel olarak, Budizmde bir kadın Buda aranmıyordur. Ka­dınlara genellikle Bodhisattva adı verilirdi. Ancak, kendi zikirlerimde, farklılıkları bilmeden önceye kadar kadın Budalara dua etmiştim. On­lar benim cehaletime rağmen aydınlatma sağladılar.

Bu şimdiye kadar Batı'ya adapte ettiğim çok basit kutsal kelimeler­dir. Kullanımları kolay ve çeşitli durumlar için uygulanabilir.

Batı formulü: Dördüncü güce ve . . . . . . . . . 'nın varlığına sesleniyorum (zikrin bu

noktasında gerekli Tanrıya seslenilir.) Sana kalbimi, bedenimi ve ruhumu veriyorum (bu Tanrı için davet­

tir; kalbini genişleterek kapılarını açarsın. Aktif olarak izin vermiş olu­yorsun.)

187

Bir kere seni aydınlatan güç için güçlü bir davet çıkararak onların mekanlarına adım atmış olursun. Bunu kalbinin derinliklerinden his­sederek, kendi kelimelerinle söylemelisin.

188

Aydınlatılmış Olanlar

Hiçbir Zaman Adlandırılmamış Kadın Budalar Bir kadından tavsiye almak istendiğinde en iyisi kadın Buda' dan

yardım istemektir. Şimdiye kadar kaç kadının zaman içinde aydınlan­dığını düşünün. Tanımlanmayan bu kelimelerin dışında da niceleri vardır. Onları bizlere yardım ettikleri için ne kadar mutlu olduklarını gördüm.

Tabip Buda Duygusal veya zihinsel, aynı zamanda fiziksel rahatsızlıkların arın­

ması için çağırılır. Tantrik Buda Cinsel arınmayla ve cinsel tantralarla ilgili bütün sırları bilir. Seviş­

meden önce cinselliği kutsamalar için çağırılabilirler. Bodhisattva Acıları hafifletmek için var olan tanrıdır. Acıların üstesinden gel­

mek için bir cevap arıyorsanız, Bodhisattvaları çağırmalısınız. Savaşçı Buda Onları gördüğünüzde korkmayın, çünkü onlar şiddetle ve ateşten

çıkarak geliyorlar. Onlar korumak için şiddetten geçerler. İsa ve Meryem Ana Bu ilahi çift ayrılan ruhların tedavisi ve duygusal, zihinsel ve fizik­

sel olarak aşktaki sorunların çözümü için çağırılabilir. Bu ayrılıkları te­davi için çok güçlü bir yoldur. Ancak, bir sormak gerekir.

Siyah Madonna İlahi Anne'nin karanlık yönü ölüm ya da doğum içeren durumlar­

da çağınla bilir.

189

Aziz Francis Aziz Francis'i çağırdığımda büyük bir mucizeyle karşılaşmıştım. O,

hayvanları koruma ve tedavi etme azizidir. Doğanın getirdiği kutsal­lığı kabul etmiştir.

Şiva ve Partavi Bu kutsal çift tantrik sevişme sırasında meydana gelen sırları açığa

çıkarmak için çağırılır. Maha Lakşmi Sağlık ve güzellikte yaşanan sorunları düzenlemek için çağırılan

Hindu tanrısıdır. Maha Durga Öfkeli durumlarda bütün şeytanlardan korunmak için çağırılan

Hindu tanrısıdır. Saraswati Eğitim, müzik, sanat ve yazarlık konularında bereket sağlayan Hin­

du tanrısıdır. Ganesh Hinduların fil tanrısı olan Ganesh, her türlü engelli kaldırmak için

çağınla bilir. Hindu tanrılarını çağırmak için birçok kutsal kelime buldum. Man­

tralar hakkında daha fazla bilgi almak için Thomas Ashley-Farand'ın "Healing Mantras" kitabını öneririm.

190

Baş Melekler

Rap ha el Sağlık meleğidir.

Michael Şeytandan uzaklaştırma ve koruma meleğidir.

Gabriel Gerekli olan durumlarda gerçekleri açığa vurmak veya iletişimi

berraklaştırmak için ona dua edin.

Uriel Bütün meleklerin kayıtlarını ellinde bulundurur. Geçmiş yaşama

veya karmik bilgiye ulaşmak için çağırılır. Yukarıdaki listede aydınlatılmış birçok kişiyi bulabilirsiniz ama bu

size nereden başlamanız gerektiği hakkında bilgi verir. Ayrıca Andreas Mamet'e, bana arınma seansları düzenlediği ve öğ­

rettiği için, en içten dileklerimi yolluyorum.

191

Tantrik İyileşme

Bu sıralar farklı cinsel tantraları öğreten birçok iyi kitabı raflarda gö­rüyorum. Kendi tecrübelerim ışığında bu literatüre sizin için birçok dua ekledim. Dua etmeden önce ve cinsellinizi yaşarken kendiniz han­gi tantranın doğru olduğunu keşfedebilirsiniz.

Tantrik Buda'yı çağırmak sevişmeden önce çiftler arasındaki cinsel sorunları çözer.

Meditasyon Tantradan önce çiftlerin birbirini yıkaması bedeni onurlandırır ve

çiftleri meditasyona hazırlar. Dua: Dördüncü Tantrik Buda'ya yalvarıyorum. Sana vücudumu,

kalbimi ve ruhumu veriyorum. Şimdi sana bırakıyorum. Çiftler bağdaş kurarak yüz yüze oturur. El ele tutuşulabilir, kollar

bağlanabilir. Bu oluşan sekinci figürdür, bu sonsuzluğun sembolüdür. Şimdi erkek kadının gözlerine dik dik bakmaya başlamalıdır. Ka­

dın da aynı şekilde erkeğin gözlerine bakmalıdır. İki kişi de aynı anda derin nefes alıp verir. Nefesin alıp verilişini izleyin. Nefesinizi daha derin alarak karnınıza toplayın. Dakikalar içinde birlikte nefes almaya başlayacaksınız. Artık dua etmek için uygun zaman gelmiştir:

Dördüncü Tantrik Buda'ya sesleniyorum. Ruhumuzu, bedenleri­mizi ve ruhlarımızı sana veriyoruz. Kutsal cinselliğimizle bizi kutsa. Bedenlerimizi, kalbimizi ve ruhlarımızı arındır.

Yukarıdaki duayı birçok kez tekrarlayın. Buda'nın varlığının sizin­le olduğunu hissetmeye başlayacaksınız. Bu çalışılmalıdır. Tekrarla­dıkça kutsal kişilerden çok hızlı cevap alırsınız.

Bir kere Buda'nın gücünü hissettiğinizde, cinsel davet için kendi is-

193

teklerinizi de belirtebilirsiniz. Kendi dualarınızı kendi durumunuzu düzeltmek için hazırlayın. İlgili olan tüm konuları belirtin. Eski ilişki­lerinizden kalan aşk ve güvenirliğinizi açığa çıkarmak için sorabilirsi­niz.

Tantralardan arınma toprağın aşk ve güvencesinde gerçekleşir. Bu sevgililere ve kendinize muhteşem bir hediyedir.

Bir sevişmemde bir kere Tantrik Buda'nın hiç yaşanmamış şeyleri yaşattığını hissetmiştim. Bunu siz de keşfedebilir ve isterseniz ilerlete­bilirsiniz.

Seviştikten sonra her çakranızı mühürlemek için elinizi sevgilinize uzatın. En tepe çakralarınızla birlikte söyleyin:

Tantrik Buda tarafından mühürlenmiş ve korunmuş olabilirsiniz.

Şimdi elinizi kaşlarınızın arasındaki üçüncü çakranıza getirin ve tekrar edin:

Tantrik Buda tarafından mühürlenmiş ve korunmuş olabilirsiniz. Bunu boğaz, kalp ve sırtınızdaki çakralarınıza da uygulayarak tek­

rarlayın. Sonunda elinizi hafifçe kadının cinsel açıklığına koyun ya da erkeğin cinsel organında tutun. Her seferinde dualarınızı tekrar edin.

Ayrıca seviştikten sonra birbirine karşı sessiz kalmak önemlidir. Tantrik enerjiyi bedenlerinizin tamamen emmesine izin verin.

194

Kaynaklar

Bu yolda bana yardımcı olan kitaplar ve araçlar

Kadınların Gücü ve Zarafeti Doktor Timothy Conway Wake Up Press Cinsel Coşku Sanatı Margo Anand Putnam Publishing Group Kadınların Mit ve Gizemleri Ansiklopedisi Barbara G. Walker Harper and Collins ine. Publishers Cinsel Gizemler Nik Douglas ve Penny Slinger Destiny Books Taocu Aşk ve Seks: Antik Çin' de Coşkunun Yolları Jolan Chang Dutton Paperbook Mantraların Arındırması Thomas Ashley-Farrand Ballantine Wellspring (CD'leri de var) Tanrıçaların Sembolleri Clare Gibson Barnes and Noble Books Günlük Meditasyonlar Osho

195

Charles E. Tuttle Company, Inc. Kutsanmış Kadın Queen Afua Ballantine Books Arınma Sanatı Sara Slavin ve Karl Petzke Chronicle Books Kundalini, Canlandıran İçsel Enerji Ajit Mookerjee Destiny Books Doğu Felsefesi ve Dinleri Ansiklopedisi Shambhala Books Aşk Büyüsü Marina Medici Fireside Simon and Schuster Budaların Kitabı Eva Rudy Jansen Binkey Kok Publication Hindu Görüntüleri Kitabı Eva Jansen Binkey Kok Publication Kadın Bilgeliğinin Bahçesi Raylene Veltri, şimdi Raylene Abbott Halo Books Öğretici Mantra CD'leri Mantralar 2 CD'si Dünyayı Değiştiren Büyülü Mantra Şarkılarının

Gücü Mantralar 3 CD' si: Meleklerin Küçük Isırışı Henry Marshall and Playshop Family

196

CD'nin içeriği, Gerçekler ve Aşk Uzaydır Deva Premal Om Namo Narayanaya Barış Şarkıları Sahadev ve Dawn www.blueskiesUnlimited.com