Sosyal Dışlanma ve Yoksulluk

119
Erişim Adresi: http://www.disk.org.tr/content_images/4_BÖLÜM.doc (27.03.2008) III. Oturum: EŞİTLİK VE DAYANIŞMA 1. Bildiri : Sosyal Dışlanma ve Yoksulluk Yrd. Doç. Dr. Faruk SAPANCALI 2. Bildiri : Ayrımcılık Prof. Dr. Tijen ERDUT 3. Bildiri : Örgütlenme Yrd. Doç. Dr. Metin ÖZUĞURLU 4. Bildiri : Sosyal Diyalog ve Yönetişim Doç. Dr. M.Kemal ÖKE MUSA ÇAM Arkadaşlarımı kürsüye davet ediyorum. Buyurun efendim. ALİ GÜZEL - OTURUM BAŞKANI Yemek arasını biraz kısa tuttuk, sizi biraz yorduk ama kusura bakmayın programı aksatmadan yürütmek için böyle bir karar almak durumunda kaldık, kusura bakmayın. Saygıdeğer katılımcılar, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun düzenlemiş olduğu Sosyal Adalet İçin Ekonomi Politikaları başlıklı kongrenin ikinci günü ikinci oturumunu açma onurunu bana verdikleri için Sayın Genel Başkan olmak üzere tüm DİSK yöneticilerine teşekkürü bir görev bilirim. Ayrıca değerli konuşmacıların yanında olmak bana bir güven ve sevinç veriyor o sevinci de paylaşmak istiyorum. Şimdi seminerimizin, kongremizin ana teması bildiğiniz gibi, yeni liberal ekonomik politikalarının sosyal etkileri. İşte bu sosyal etkilerinin en dramatiği, en somutu hepimizin, hepinizin yaşamınızda hissettiğiniz, her gün yaşadığınız önemli iki sonucu var: Birincisi eşitsizlik yaratması, ikincisi ise başta işçi sınıfı olmak üzere dayanışmayı, toplumsal dayanışmayı parçalaması ve bireyi toplumsal dayanışmanın, toplumsal dışlamayla birlikte kendi yazgısıyla baş başa bırakmasıdır.

Transcript of Sosyal Dışlanma ve Yoksulluk

Erişim Adresi:http://www.disk.org.tr/content_images/4_BÖLÜM.doc (27.03.2008)

III. Oturum: EŞİTLİK VE DAYANIŞMA 1. Bildiri : Sosyal Dışlanma veYoksulluk Yrd. Doç. Dr.Faruk SAPANCALI

2. Bildiri : Ayrımcılık Prof. Dr. Tijen ERDUT

3. Bildiri : Örgütlenme Yrd. Doç. Dr.Metin ÖZUĞURLU 4. Bildiri : Sosyal Diyalog veYönetişim

Doç. Dr. M.Kemal ÖKE

MUSA ÇAMArkadaşlarımı kürsüye davet ediyorum. Buyurun efendim.

ALİ GÜZEL - OTURUM BAŞKANIYemek arasını biraz kısa tuttuk, sizi biraz yorduk ama kusurabakmayın programı aksatmadan yürütmek için böyle bir kararalmak durumunda kaldık, kusura bakmayın. Saygıdeğer katılımcılar, Devrimci İşçi SendikalarıKonfederasyonu’nun düzenlemiş olduğu Sosyal Adalet İçin EkonomiPolitikaları başlıklı kongrenin ikinci günü ikinci oturumunuaçma onurunu bana verdikleri için Sayın Genel Başkan olmaküzere tüm DİSK yöneticilerine teşekkürü bir görev bilirim.Ayrıca değerli konuşmacıların yanında olmak bana bir güven vesevinç veriyor o sevinci de paylaşmak istiyorum. Şimdiseminerimizin, kongremizin ana teması bildiğiniz gibi, yeniliberal ekonomik politikalarının sosyal etkileri. İşte busosyal etkilerinin en dramatiği, en somutu hepimizin, hepinizinyaşamınızda hissettiğiniz, her gün yaşadığınız önemli ikisonucu var: Birincisi eşitsizlik yaratması, ikincisi ise baştaişçi sınıfı olmak üzere dayanışmayı, toplumsal dayanışmayıparçalaması ve bireyi toplumsal dayanışmanın, toplumsaldışlamayla birlikte kendi yazgısıyla baş başa bırakmasıdır.

İşsiz bırakmak beraberinde yoksulluğu getirir, sosyalgüvencesiz bırakmak bireyi onurundan, özgürlüğünden yoksun etmeanlamına gelir; 19. yüzyılın sonuçlarını beraberinde getirir,insanların sefalet içerisinde yaşamasını beraberinde getirir.İşte bu çarpıcı sonuçları kendi alanlarında bilimselotoriteleri tartışmasız olan, değerli bilimsel çalışmalarıylabu konuları bilimsel bir yetkinlikle incelemiş olan değerlikonuşmacılarımız, bu konuları bir arada sizlere sunacaklardır.Bir önceki oturumda anlatıldı. “Ne yapmalıyız, Nedir çare?”.İşte bu çarenin küçük de olsa başlangıcı buradadır.Sorunlarımızı kavrayabilirsek, önemseyebilirsek çalışanlar vebilim insanları bir platformda bir araya gelip bir dayanışmaruhu yaratırlarsa bu dayanışma ruhu beraberinde mücadele ruhunuda getirecektir, hak arama yollarını da açacaktır ve bu yolunsonucunda hiç kimsenin kuşkusu olmasın ne yeni liberalpolitikalar, ne küreselleşmenin çok fazla dayanma gücükalmayacaktır. İşte bu gücü biz bu toplantılarda çokönemsemiyoruz ama, bütün dünya ülkelerinde hep bu toplantılardaaranmıştır. Karl Marks 1864 yılında dünya işçilerinin yasalhaklarının korunmasının savunuculuğunu yaparak ideolojisini,mücadelesini başlatmıştır ve bu işte, yüzyıllar boyunca 21.yüzyılda da bir önceki oturumda belirtildiği gibi değerlikonuşmacıların bugün de toplumların belki biraz sönmüş de olsaaydınlık meşalesi olacak bir mücadeledir. Zamanımız değerlikatılımcılar, çok kısa zaman baskısı altındayız çünkü birsarkma oldu. Saat 16.00’da da bir panelimiz var arkasından,18.00’de Sosyal Adalet İçin Sosyal Haklar Manifestosu’nunhazırlanması, açıklanması söz konusu. Aslında değerlikonuşmacılara çok geniş bir zaman dilimi ayırmak ve görüşleriniçok yoğun bir şekilde hazırladıkları konuşmalarını,tebliğlerini daha rahat bir zaman dilimi içerisinde size sunmaken içten dileğimizdir. Fakat bu zaman baskısını dikkate alaraksayın konuşmacılardan ve sizlerden de özür dileyerek birazzaman sınırlaması yapmak zorunda olduğumu ifade etmek isterim.Bu oturumda birinci bildiri: Sosyal dışlanma ve yoksulluk.Değerli meslektaşım Doç. Dr. Faruk Sapancalı, Türkiye’de bukonuyu ilk defa bilimsel bir çalışma içinde sunan, hazırlayandeğerli bir akademisyenimizdir. Ayrımcılık, ikinci bildiri;ayrımcılık konusunu yine değerli meslektaşım Prof. Dr. TijenErdut mesleki yaşamının, akademik yaşamının büyük bir bölümünübu konuya hasreden bir meslektaşım. Üçüncü bildiri, örgütlenme.Doç. Dr. Metin Özuğurlu tarafından ve nihayet dördüncü bildiri

sosyal diyalog ve yönetişim, Doç. Dr. Kemal Öke tarafındansunulacaktır. Şimdi ilk sözü programdaki sıralamayı gözeterekSayın Doç. Dr. Faruk Sapancalı’ya veriyorum. Buyurun efendim.Evet zamanımız sınırlı olduğu için 20’şer dakikalık bir süresınırlaması yapmak zorundayız. Teşekkür ederim.

YOKSULLUK VE SOSYAL DIŞLANMADoç. Dr. Faruk Sapancalı1

Giriş

Yoksulluk yeni bir kavram, yeni bir olgu veya insanlığınyaşadığı yeni bir sorun değildir. İnsanlık tarihinde üretim vemülkiyet ilişkileri ortaya çıktığından itibaren, yoksulkişiler, gruplar ve topluluklar hep varolmuştur. Bu nedenleyoksullukla mücadele insani değerlere sahip herkesin ve herkurumun önceliği haline gelmiştir. 20. yüzyılda tüm dünyanınyaşadığı büyük acılar ve sıkıntıların temel sebebinin yoksullukolduğunu anlayan yaklaşımın egemen hale gelmesi, sosyal adalettemeline dayalı bir yapının oluşmasına neden olmuştur. Böylece,gelecek binyılda sorunun büyük ölçüde aşılabileceği yönündekiumutlar artmıştır. Ancak beklentiler boşa çıkmıştır. Yeni binyılın başında, dünyanın sahip olduğu zenginlik ve refah düzeyihızla artarken, eşitsizlik ve yoksulluk daha da hızlıartmıştır. Hatta sorunu çözdüklerini düşünen gelişmiş ülkelerdahi, yoksullukla yeniden yüzleşmek durumunda kalmışlardır. Buyeni durum, yoksulluğu yeniden tanımlamayı ve yeni yaklaşımlarıberaberinde getirmiştir. Sosyal dışlanma yaklaşımı bu yenitartışmaların sonucunda ortaya çıkmıştır

Yoksulluk ve sosyal dışlanmayı tartışacağımız bu tebliğ,genel olarak dört ana bölümden oluşmaktadır. İlk bölümdekavramsal tartışmalar yer almaktadır. İkinci bölümde yoksullukve dışlanmanın nedenleri ortaya konulacaktır. Üçüncü bölümdeise, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler ile Türkiye’de konunun

1 Dokuz Eylül Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.

boyutlarını belirleyerek, son bölümde sorunun çözümüne yönelikönerilen farklı mücadele yöntemleri tartışılacaktır.

I. Kavramsal Tartışma

Günümüzde, yoksulluk kavramı genellikle geçim düşüncesiüzerine odaklanmıştır. Bu nedenle ekonomik açıdan, gelir vetüketime dayalı olarak ele alınıp tanımlanmaktadır. Ancaküzerinde görüş birliğine varılmış bir yoksulluk tanımı yoktur.Herkesin, bakış açısına ve değer sistemine uygun bir tanımyapabilmektedir. Yoksulluğa ilişkin evrensel ölçekte en çokkabul gören iki yaklaşım bulunmaktadır. Bunlar “mutlak” ve“göreceli” yoksulluk yaklaşımlarıdır.

Mutlak yoksulluk yaklaşımı, yoksulluğu, “bireyinfizyolojik olarak yaşamını sürdürebilmesini sağlayabilecektemel gereksinmeleri karşılayabilmesi için gerekli kaynağasahip olamaması durumu” olarak tanımlamıştır. Buna göre,insanın biyolojik olarak kendisini üretebilmesi için gereklibesin bileşenlerini sağlayacak beslenmeyi gerçekleştiremeyenkişiler mutlak yoksul kabul edilmektedir.

Göreceli yoksulluk herkesin veya her toplumun kendisineuygun bir biçimde kabul edeceği bir yoksulluk kavramıdır. Temelgereksinmelerini mutlak olarak karşılayabilen, ancak kişiselkaynakların yetersizliği yüzünden toplumun genel refahdüzeyinin altında kalanları kapsamaktadır2. Göreceli yoksulluk,kişinin kendisini biyolojik olarak değil, toplumsal olarakyeniden üretebilmesi için gerekli yaşam düzeyinin saptanmasınıiçermektedir.

Avrupa kökenli bir kavram olan sosyal dışlanma3 ise,belirli bireylerin veya grupların mekânsal olmasa da, toplumsalilişkiler ve katılım anlamında tamamen veya kısmen içindeyaşadıkları toplumun dışına itilmeleri, toplumun sunduğufırsatlara ulaşamama ve yararlanamamalarıdır. Sosyal dışlanma,bireyin toplumla bütünleşmesini ve kendi geleceğinioluşturmasında fırsatlara tam olarak erişimini sağlayan temel2 Fikret Şenses, Küreselleşmenin Öteki Yüzü Yoksulluk, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001,s.91.3 Gerçekten ilk olarak 1970’li yıllarda Fransa’da kullanılan deyim, 1990’lı yılların sonlarından itibaren Avrupa Birliği’nin yoksulluğa ilişkin resmi söylemi haline dönüşmüştür.

gereksinmelerden yoksun kalması, dayanışmanın zayıflaması vehatta ortadan kalkması, toplumla bağlarının kopması, temelyurttaşlık haklarından yoksun bırakılma durum ve süreçleridir.Kısaca, bireylerin topluma katılabilmesini engelleyen toplumsalsüreçler olarak da tanımlanabilir.

Sosyal dışlanma kendi başına bir yoksulluk kavramıdeğildir ancak güncel yoksulluk tartışmalarında önemli bir yeresahiptir. Çoğu zaman yoksulluğa yönelik yeni bir yaklaşımolarak algılanır ve yoksullukla eş anlamlı kullanılır. Ancakher ikisi farklı anlamlara sahip iki kavramdır. Sosyal dışlanmayoksulluğu da içine alan ve hatta yoksulluğu aşan4 geniş biranlama sahiptir. Bununla birlikte, iddia edildiği üzere sosyaldışlanma yaklaşımı bölüşüm sorunu üzerine oturan yoksulluğudışlamaz5.

Sosyal dışlanma göreceli bir kavramdır, bu yönüylegöreceli yoksulluğa yaklaşır. Ancak, yoksulluk daha çok yeterligelir ve tüketimi gerçekleştirebilmekten yoksunluk durumunuifade eden statik bir kavram iken sosyal dışlanma, geliryoksunluğunun yanında dayanışma, yapabilirlik ve haklardanyoksunluğu da içeren çok daha geniş bir anlama sahiptir.

Sosyal dışlanma, yoksunluğa neden olan kurumsalmekanizmaları, ilişkileri ve sonuçları da içeren dinamik birsüreçtir. Yoksulluğun, ayrımcılığın ve diğer dezavantajlarınnedenlerini ve etkilerini kapsar. Hem yoksulluğa hem de bunuortaya çıkaran süreçlere odaklanmıştır. Sosyal dışlanmayaklaşımı, insanların farklı etkinliklerden aynı anda yoksunolduğunu öne sürer ve yoksunluğun politik, ekonomik, kültürelve sembolik boyutları ile ilgilenir. Bu nedenle çok boyutluyoksunluğa dikkat çekerek ve yoksulluğu sadece ekonomik değil,toplumsal, kültürel ve politik bir sorun olarak ortaya koyar6.

4 Ahmet İnsel, “Yoksulluk, Dışlanma ve STK’lar”, İstanbul Bilgi ÜniversitesiSivil Toplum Kuruluşları Eğitim ve Araştırma Birimi, Sivil Toplum ve Demokrasi Konferans Yazıları No:6, 2005, s.11.5 Aksi görüş için bakınız Nurcan Özkaplan-Gamze Y.Özdemir-A.Murat Özdemir, “Sosyal Dışlanma Neyi Dışlar: Avrupa Üzerine Notlar”, Mülkiye Dergisi, Cilt: XXIX, Sayı:248, s.92.6 L. Demet Yuncu, İki Yoksulluk Yaklaşımı A.Sen’in Yapabilirlikten YoksunlukTeorisi ve Toplumsal Dışlanma Çerçevesinin Karşılaştırması. Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu, Araştırma Raporu, İstanbul, s.16.

Yoksulluk statik bir fenomenken sosyal dışlanma çokboyutlu, dinamik ve sürece odaklı bir olgudur7. Sosyal dışlanmasöylemini tercih edenlerin büyük bir bölümü dinamik bir süreçolma özelliğinin bu yaklaşımın ayırt edici bir öğesi olarakvurgulamakta ve analizlerinde bu özelliğe merkezi bir rolvermektedirler.

II. Yoksulluk ve Sosyal Dışlanmanın Nedenleri

Yoksulluk ve sosyal dışlanmayı ele alırken dezavantajlıkonumda olanların özelliklerinin ve sayılarının belirtilmesiönemlidir ancak yeterli değildir. Önemli olan bunu tetikleyennedenleri tanımlamak ve sonuçları üzerindeki etkilerinebakmaktır. Yoksulluğu tetikleyen nedenler, yoksulluğun ortayaçıkışına kıyasla çok daha yaygındır ve asıl odaklanılmasıgereken konulardır8. Dolayısıyla yoksulluk ve sosyal dışlanmayıanaliz ederken sadece, sonuçlar ve koşullarla değil, nedenselmekanizmalar ve süreçlere de odaklanmak gerekir.

Literatüre bakıldığında yoksulluk ve sosyal dışlanmanıngenellikle yapısal ve bireysel nedenlere dayalı olarakaçıklandığı görülür. Genellikle yaş, cinsiyet, hastalık vesakatlık, aile yapısı, kişilik gelişimindeki aksaklıklaryoksulluğun bireysel nedenleri olarak sıralanabilir. Ancakkişisel gerekçeler olarak ortaya konulan gerekçelerinbirçoğunun aslında doğrudan değil, yapısal nedenlere dayalıolarak dolaylı bir biçimde etkili olduğu görülebilir. Örneğinçocuk, genç veya kadın olmak yoksulluk ve dışlanma için birneden değil sadece bu olgulardan en olumsuz biçimde etkilenen,en kırılgan grupları oluşturabilirler. Sosyal dışlanma bireyselseçimlerin değil post-endüstriyel kapitalizmin işleyişininyapısal bir sonucudur. Bu nedenle sosyal dışlanma, bireyseldeğil yapısal analizi gerektirir.

Sosyal dışlanma, nedenleri açısından küresel etkileribakımından ise yerel bir süreç olarak değerlendirilebilir.Sosyal dışlanma, küresel düzeyde gerçekleşen ekonomik7 Graham Room, “Poverty and Social Exclusion: The New European Agenda for Poliy and Research”, The Measurement and Analysis of Social Exclusion içinde (Ed. G.Room), The Policy Pres, Bristol, 1995, s.5.8 Yuncu, s.26-27.

değişikliklerin, artan rekabet koşullarının, üretim sürecindekidönüşümün, yeni-liberal politikaların, toplumsal ve siyasalkurumların yeniden yapılanma süreçlerinin, göç hareketlerininve eşitsizliklerin, ulusal ve yerel düzeyde işgücü piyasalarıüzerinde yarattığı sonuçlar bağlamında ele alınmalıdır. Böylecesosyal dışlanmanın en önemli ve asıl nedeni kapitalizminulaştığı yeni aşama olarak gösterilebilir.

Sosyal dışlanma, toplumsal yapının işleyişini sağlamayayönelik oluşturulan sistemin başarısızlığının sonucu olarakortaya çıkar. Post-endüstriyel toplumun sorunlarına işaret ederve iddia edildiği üzere, post-endüstriyel toplumların anlamsızkıldığı “sınıf” kavramını dışlamaz9. Tam tersine sosyaldışlanma sürecinin odağında farklı üretim biçimleri, sermayebirikim süreçleri, işgücü piyasaları ve emek-sermaye ilişkilerivardır.

A. Küresel Üretim Sistemi

Küreselleşmenin birçok ülkede hızlı bir ekonomik büyüme veverimlilik artışına neden olduğu ancak bu sürecin gelir veistihdam fırsatlarında gerileme ve hatta en önemlisi eşitsizlikyaratarak sosyal dışlanmaya temel gerekçe oluşturduğugörülmektedir.

Küreselleşmenin özünde, küresel mübadele, büyüme veküresel rekabetin yarattığı meydan okumalar vardır. Küreselrekabet bütünüyle işgücü piyasası üzerinden ve emeğinyoksullaşması ile yürümektedir.

Küreselleşmenin en önemli özelliği kendine özgü birküresel üretim sistemi yaratmasıdır. Küresel üretim sistemininayırt edici özelliği, üretim aşamalarının birbirinden ayrılarakher bir parçasının çeşitli bölümler biçiminde farklıcoğrafyalara taşınmasıdır. Üretimin değişik aşamalarını,değişik ülkeler arasında dağıtma, üretimi örgütleme ve nihaiürünü merkez ülke piyasalarında pazarlama sırasını takip edenbir ‘küresel değer zinciri’ oluşmuştur. Küresel değer zinciri,üretim fikrinin ortaya çıktığı aşamadan en son tüketiciyeulaştığı aşamaya kadar üretim sürecinde ki katma değerin

9 Aksi görüş için bakınız: Özkaplan-Özdemir-Özdemir, s. 90.

yaratıldığı farklı aşamaları ifade eden eylemler zincirinitanımlamakta kullanılmaktadır10.

Üretim aşamalarının değişik coğrafyaya dağıtılmakta oluşunedeniyle, ucuz işgücü avantajını kullanan gelişmekte olanülkelerde imalat sanayi büyümekte, ürün ihracına dayalırejimlerin, katma değer ihracına dayalı ihracata dönüşmesinisağlamaktadır. Ancak bu katma değer ihracı rejiminde büyükölçüde düşük katma değere yöneliş olup, “merkez yetki ve güç”içerikli yüksek katma değer üretimi anılan çevre ülkelereçıkarılmamaktadır11. Araştırmalar çevreden merkeze uzanan değerzincirde nihai ürün fiyatının büyük kısmının merkez ülkelerindeyaratılan katma değerin oluşturduğunu, bu ülkelerde pazarlananürünlerin değerinin çok az kısmının çevre ülke üreticilerinebırakıldığını ortaya koymaktadır.

Küresel üretim sistemlerinde üretimin yenidenyapılanmasının bir başka boyutunu “ihracat işleme alanları”oluşturmaktadır. İhracat işleme alanları, yabancı sermayeyiçekmek amacıyla özel teşviklerle donatılmış sanayibölgeleridir. Çoğu yerel hükümetler tarafından kurulmuş veişletilmekte olan, ihracat işleme alanları ile gelişmekte olanülkeler, çok uluslu işletmelerin ülkelerine gelmeleri içinciddi teşvikler sunmaktadırlar12.

Küresel değer zinciri ve ihracat işleme alanlarının yeniişler ve istihdam alanları yaratacağına inanılmaktadır. Ancak,küresel üretim sisteminde yaratılan istihdam, genellikleeğretidir ve düşük ücret sunar. Çünkü ana firma üretim mekânınıbir ülkeden diğerine taşırken farklı ülkelerin sunduğu teşvikpaketlerini de içeren rekabetçi avantajlara güvenmektedir.Rekabet avantajları ise, genel olarak emeğin esnekleştirilmesiolarak ifade edilen işgücü piyasalarının deregülasyonu veendüstri ilişkilerinin daraltılması üzerinden sağlanmaktadır.10 Marily Carr-Martha Chen, “Globalization, social exclusion and work: with special reference to informal employment and gender”, Working Paper No.20, Policiy Integration Departmant World Commission on the Social Dimension of Globalization, International Labour Office, Geneva, May 2004, s. 2.11 Milberg William, “The Changing Structure of International Trade Linked toGlobal Production Systems: What Are The Implications?” , Working Paper No.33, Policy Integration Departmant World Commission on the Social Dimension of Globalization, International Labour Office, Geneva, May 2004, s.9-10.12 Carr,Chen, s.2.

Esneklik ve rekabet çalışmaya ilişkin haklar üzerinde baskıyıarttırmıştır. Sermaye, sosyal yardımların azaltılması veçalışma standartlarının etkisizleştirilmesini de içeren düşükücret stratejilerini benimsemiştir. Bu gelişmeler sonucu imalatsanayindeki işçiler taban ücretlerde rekabete zorlanmakta,sendikaların ücret artışı talepleri, yerini işverenin isteğiile ücretten fedakârlığa dönüşmektedir. Diğer taraftan giderekartan yedek işgücü ordusu işçilerin pazarlık gücünü büyükölçüde azaltmaktadır.

Üstelik bazı ülkelerdeki ihracat işleme alanlarına sermayeyoğun üretim süreçleri taşınmaktadır ki bu daha az miktarda vedaha nitelikli işgücü kullanılması anlamına gelmekte veistihdamda artışa neden olmamaktadır13.

Küresel rekabet, sadece az gelişmiş ve düşük işgücümaliyeti dışında rekabet imkânı olmayan ülkeleri değil,gelişmiş ülkeleri de çok ciddi biçimde etkilemektedir. Gelişmişülkelerde bir taraftan gelişmekte olan ülkelerden imalat sanayiürünleri ihracatındaki artış, diğer taraftan bu ülkelereyönelen yabancı sermaye yatırımları nedeniyle işten çıkarma veistihdam daralmalarının yaşandığı, niteliksiz işgücüne talebindaralmasına bağlı olarak da ücret gerilemelerinin ve ücretfarklılıklarının hızla arttığına tanık olunmaktadır.

Gelişmiş ülkelerde istihdamın daralması ve çok sayıdaişletmenin işçi sayısını aynı zamanda azaltması nedeniyletüketimde de ciddi bir daralma gerçekleşmektedir. Harcamadüzeylerindeki gerileme işgücü piyasasınınkuralsızlaştırılması, gelirlerin enflasyondanbağımsızlaştırılması, kısmi süreli istihdam, emeklilikreformları ve sözde isteğe bağlı ücret kesintilerinindayatılması nedeniyle ciddi boyutlara ulaşmıştır14. Tüm bugelişmeler ise çok daha fazla sayıda kişinin işgücüpiyasasından dışlanması ve yoksullaşması anlamına geliyor.

B. Yeni-Liberal Politikalar ve Yapısal Uyum

13 A.g.e., s.3.14 Michel Chossudovsky, Yoksulluğun Küreselleşmesi. (Çev. Ayşenur Domaniç), Çiviyazıları, İstanbul, 1999, s.97.

1980’li yıllardan itibaren tüm dünyada kapitalizminyaşadığı krize bir tepki olarak yeni liberal politikalargelişmiş ülkelerde makro ekonomik reformlar, gelişmekte olanülkelerde ise yapısal uyum programları adı altında uygulamayakonulmuştur. Bu politikalar, piyasa ekonomisi mekanizmalarınınekonomiye egemen olmasına, kamu kesiminin mal ve hizmetüretimine son vermesine ve sosyal refah devleti kazanımlarınınortadan kaldırılmasına dayanan yapısal bir dönüşümühedeflemektedir.

Yeni liberal politikalar, sanayi toplumu modeline dayalıolarak biçimlendirilen güç ilişkilerini kökten değişimezorlamaktadır. Bu hem mal ve hizmet piyasaları hem de işgücüpiyasalarının kuralsızlaştırılması anlamına gelmektedir15.

Kurasızlaştırma, ulusal ve uluslararası düzenlemelerlerekabet ve pazarlık unsuru olmaktan çıkarılıp tanınan vegüvence altına alınan birçok hakkın tekrar pazarlık ve rekabetkonusu haline gelmesini ifade eder. Kuralsızlaştırmanınözellikle işgücü piyasasında egemen kılınması, sermayeyipiyasaları kendi yararına düzenleyen egemen güç halinegetirmiştir. Ulus devletin kontrolünün yoğun olduğu döneminformel alanı belirsizleşmekte enformel oluşumlar ortayaçıkmaktadır. Bu, işgücü piyasasında eğretilik ve enformelleşmeanlamında yoksulluk ve sosyal dışlanmaya uygun zeminhazırlamaktadır.

Yeni liberal ideolojini bir yansıması ve uluslararasıfinans kuruluşlarının dayatması sonucu ulusal devletlerinetkinliği azalmakta ve kamu iktisadi kurumlarının mülkiyetininözel kesime (özellikle de çokuluslu sermayeye) geçmesi ve kamukesiminin ulusal ekonomi içerisindeki işlevlerinin tamamenortadan kaldırılması çabaları giderek artmaktadır. Bu yoksullukve sosyal dışlanma sürecinde iki açıdan etkili olmaktadır.Bunlardan ilki özelleştirmeler ile beraber ortaya çıkanistihdam daralması ile sendikasızlaştırmanın yarattığıyoksulluk ve yoksunluklardır. Gerçekten özelleştirmesüreçlerinin birçok ülkede işsizliğe ve yoksulluğa neden olduğuuluslararası finans çevrelerince de kabul gören bir

15 Zeki Erdut, “Günümüzde Sosyal Politikanın Açılımları”, I. Ulusal Sosyal Politika Kongresi, Yaşam Boyu Sosyal Koruma, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Yayını, 22-24 Ocak 2004, , Ankara, s.40.

yaklaşımdır. Özelleştirmenin birçok ülkede istihdamdagerilemeye, sendikal gücün azalmasıyla ücretlerde düşüşe vegenel fiyat düzeyinde artış ile tüketim daralmasına nedenolduğu görülmüştür16.

Üzerinde durulması gereken ikinci husus, özelleştirmenindevletin sosyal faaliyet alanlarını da içine alacak şekildeyaygınlık kazanmasıdır. Kamu sosyal hizmetlerinin özellikleeğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi hizmetlerin deözelleştirmeye konu olması ciddi bir refah krizini deberaberinde getirmiştir. Refah hizmetlerinin devletin düzenlemeve denetimi dışına çıkarılması ve bu hizmetlerin piyasamekanizmalarına terk edilmesi düşüncesinin doğal bir uzantısıolarak, gelişmiş ülkelerde ulaşılmış olan sosyal refah düzeyi,dışlanmayı önlemede yetersiz kalırken yeni dışlanmışlaryaratmaktadır. Bu nedenle özellikle Avrupa’da sosyal dışlanma,yurttaşlarının sosyal refah devleti hizmetlerinden dışlanmasıbiçiminde ele alınmaktadır. Öte yandan gelişmekte olanülkelerde zaten yetersiz olan ve toplumun büyük bir kesiminindışında kaldığı bu hizmetlerden ve desteklerden gittikçe dahafazla kişi yararlanamaz hale gelmektedir.

C. Post-Endüstriyel Dönüşüm

Sosyal dışlanma, aslında endüstriyel kapitalizmden post-endüstriyel kapitalizme geçiş sürecinde insanların yaşamtarzlarında ortaya çıkan değişimin bir sonucu olarakgörülebilir. Post-endüstriyel dönüşüm, özellikle gelişmişülkelerde sanayi sektörünün ulusal gelir ve istihdam içindekipayında ortaya çıkan gerileme buna karşılık hizmet sektörününise giderek artan önemini ifade etmektedir. Bu süreçte artıkgelişmiş ülkeler sanayi üretim merkezleri olmaktan çıkmakta,bilgi ve marka üretimine dayalı katma değer merkezlerinedönüşmektedirler. Gelişmiş ülkeler sanayi yatırımlarını çokuluslu işletmeler ve sermaye yatırımları biçiminde az gelişmişülkelere kaydırmaktadırlar. Böylece post-endüstriyel dönüşüm,küresel üretim sistemlerinin yeniden düzenlenmesi biçimindeortaya çıkmaktadır.

16K. Bayliss, “Privatization and Poverty: the distributional impact of utility privatization”, Annals of Public and Cooperative Economics, 73:4, 2002, s.616.

Bugün düşük gelirli ülkeler sanayileşirken, yüksek gelirliülkeler post-endüstriyel toplumlara dönüşmektedirler. Gelişmişülkelerde 1995 yılında toplam istihdam içinde endüstrinin payıyüzde 28.7 iken 2005 yılında yüzde 24.8’e gerilemiştir. Bunakarşılık gelişmekte olan ülkelerde endüstrinin payı 1995yılında yüzde 19.4 iken 2005 yılında yüzde 20.2’yeyükselmiştir. Bu artışta özellikle küresel üretim sistemininmerkezi durumuna gelen Doğu ve Güney Doğu Asya bölgesininetkisi büyüktür. Son on yıllık dönemde toplam istihdam içindehizmet kesiminin payı ise yüzde 34’den yüzde 39’a çıkmıştır.Gelişmiş ülkelerde hizmet kesiminin payı yüzde 72’yeyaklaşmıştır17. Bu gelişmeler ise işgücü piyasaları açısındangelişmiş ülkelerde istihdamın daralması, ücret eşitsizlikleri,gelişmekte olan ülkelerde ise taşeronlaşma ve enformelleşmebiçiminde sonuçlar doğurmaktadır.

Küresel İstihdamın Sektörel Dağılımı (2005)

Kaynak: ILO, Changing Patterns in the World of Work.International Labour Conference 95 th Session 2006, Report I(C), International Labour Office, Geneva, 2006, s.25.

Bununla birlikte, post-endüstriyel dönüşüm, küresel üretimsistemlerinde yeniden yapılanma bağlamında ortaya çıkan mikrodüzeyde post-fordizm veya esneklik biçiminde adlandırılanüretim organizasyonunda yaşanan değişimin sosyal, ekonomik,siyasal yapıda ve iş ilişkilerinde yarattığı makro ölçektekisonuçlarını da ifade etmek üzere kullanılabilir. Başka birsöyleyişle, toplumda emek ve sermaye arasındaki güç dengesinin

17 ILO, Changing Patterns in the World of Work. International LabourConference 95 th Session 2006, Report I (C), International Labour Office,Geneva, 2006, s.25.

çok kapsamlı biçimde değişimidir. Ancak burada asıl üzerindedurulması gereken post-endüstriyel dönüşümün işgücü piyasasındayarattığı etkilerdir.

Küresel piyasalarda değişen ürün ve talep yapısına enuygun uyum değişkeni emek olarak görülmektedir. Dolayısıylapost endüstriyel dönüşümde esneklik, sadece bir üretim biçimideğil aynı zamanda işgücü süreçlerini de belirlemektedir.İşgücünün esnekliği işlevsel ve sayısal olmak üzere iki temelbiçimde gerçekleşir. İşlevsel esneklik, işgücünün işletmeiçerisinde görev sorumluluklarının talep, teknoloji ve işyüküne bağlı olarak değiştirilebilmesidir. Sayısal esneklikise, işletmelerin talep dalgalanmalarına bağlı olarak işçisayılarını ve ücret düzeylerini düzenleyebilmelerini ifadeeder18.

İşgücü piyasasında esnekliğin en önemli sonucu emeğinbölünmesi veya kutuplaşması ile bunun işçi sınıfının kendiiçinde yarattığı eşitsizlik ve rekabettir. Bu süreçte işgücüpiyasaları, gelir ve güvencesizlik temelinde yaratılan ciddieşitsizliklerle bölünmüş, işçi sınıfının kendi arasındaki bağve dayanışma kopartılmıştır. Bir tarafta tam zamanlı, süreklistatüye sahip, yüksek ücret ve görece daha fazla iş güvencesineve diğer sosyal haklara sahip olan sayıca az yüksek vasıflıçekirdek işgücü; diğer tarafta ise, düşük ücretli, iş ve sosyalgüvencesi sınırlı düzeyde ya da hiç olmayan, sürekli istihdamedilme şansı bulunmayan çok sayıdaki vasıfsız ya da yarıvasıflı çevresel işgücü bulunmaktadır. Hem gelişmiş hem degelişmekte olan ülkelerde ortaya çıkan bu bölünme sonucundaçevresel işgücü sosyal dışlanma riski yüksek gruplarıoluşturmaktadır.

D. Göç

Göç ve yoksulluk arasında karşılıklı bir nedensellik bağıbulunmaktadır. Yoksulluk göç hareketlerinin temel nedeninioluşturur. Ancak yoksulluk göçe neden olduğu gibi göç de çoğuzaman yoksulluğun önemli bir nedenidir.

18 Tiziano Treu, “Labour Flezibility in Europe” International Labour Review,Vol:131, No:4-5, 1992, s.498.

Ekonomik ve sosyal gelişimin bir sonucu olarak gerekulusal gerekse de uluslararası göç hareketleri son çeyrekyüzyılda katlanarak artmıştır. Özellikle Avrupa ve KuzeyAmerika gibi gelir düzeyi yüksek ülkelere yönelik yasal veyayasal olmayan yollardan ciddi bir göç hareketigerçekleşmektedir. Bugün dünya üzerinde doğduğu veya yurttaşıolduğu ülke dışında yaşayan 175 milyon kişi bulunmaktadır19.Gelişmiş ülkelerdeki göçmen nüfusun sayısı yaklaşık 105milyondur. Avrupa’da 56 milyon K. Amerika’da 41 milyon göçmenyaşamaktadır20. Buna göre gelişmiş ülkelerdeki her on kişidenbiri göçmendir.

Göçmen gruplar göç ettikleri ülkelerde “istenmeyenyabancılar” olarak görülürler. Çoğu zaman göç edilen ülkedebelirli yasal statüye sahip olmadıklarından aktif sosyaldışlanmış grupları oluşturmaktadırlar. Genellikle kenarmahallelerde oturmakta, yerli halkla ilişki kuramamaktadırlar,yerli işgücünün çalışmak istemediği, düşük gelirli, bireyigeliştirmekten uzak, tek düze, nitelik gerektirmeyengüvencesiz, sosyal güvenlik kapsamı dışında, ağır, yorucu vepis işlerde çevresel işgücü olarak istihdam edilmektedirler.

Uluslararası göç gibi ulusal düzeyde gerçekleşen kırsalalanlardan kentsel bölgelere göç hareketi de özelliklegelişmekte olan ülkelerde sosyal dışlanmanın en önemligerekçelerinden birini oluşturmaktadır. Uygulanan yapısal uyumprogramlarının kırsal bölgelerde yarattığı yoksulluk vemülksüzleşme süreci ile kentlerde küresel üretim biçimlerininsunduğu istihdam fırsatlarının çekiciliği sonucu hızlı bir göçhareketi yaşanmaktadır. Gerçekten yirminci yüzyılın başındagelişmiş ülkelerde yaşanan sürece benzer bir süreç günümüzdegelişmekte olan ülkelerde yaşanmakta ve çok sayıda kişi büyükkent merkezlerinde yoğunlaşmaktadır. Kırsal alanda yaşanankırsal yoksulluk ve mülkiyetten dışlanma, kentsel alanlarataşınmakta ve yeni yoksulluk olarak sosyal dışlanma biçiminedönüşmektedir. Aslında bu yoksulluk ve sosyal dışlanmanınmekânsal değişiminden başka bir şey değildir.

E. Eşitsizlik

19 ILO, World of Work, s.2620 Caritas Europa, Migration, A Journey in to Poverty? 3. Report of Povertyin Europe, Brussels, 2006, s.17.

Diğer tüm toplumsal sorunlarda olduğu gibi sosyaldışlanmanın da temelinde yatan en önemli gerekçe eşitsizliktir.Gerçekten de sosyal dışlanma kavramının kökeni olan Avrupa’daortaya çıkışında ve gelişiminde artan eşitsizliklerin itici birgüç olduğu söylenebilir. Eşitsizlik, piyasa temeline dayalıekonomik eşitsizlik olabileceği gibi, sınıf temeline dayalısosyal eşitsizlik ve haklar temeline dayalı siyasaleşitsizlikler biçiminde ortaya çıkmaktadır. Burada üzerindedurulması gereken kapitalist toplumlara özgü bölüşümde ortayaçıkan eşitsizliklerdir. Bölüşümde yaşanan eşitsizlikler hemküresel, hem ulusal hem de işgücü piyasasındagörülebilmektedir.

Günümüz dünyasında küresel düzeyde ciddi bir eşitsizlikgöze çarpmakta olup, küreselleşme sürecinin getirdiği hızlıbüyüme21, sorunu hafifletmekten öte daha daderinleştirmektedir. 2004 yılı verileriyle dünya nüfusununyaklaşık yüzde 80’nini oluşturan az gelişmiş ve gelişmekte olanülkeler dünya gelirinin sadece yüzde 20’sini paylaşırken, dünyanüfusunun sadece yüzde 20’sini oluşturan gelişmiş ülkeler dünyagelirinin yüzde 80’nini paylaşmaktadır. Büyük bir kısmınınAfrika ülkelerinin oluşturduğu düşük gelirli 59 ülkede ortalamakişi başına ulusal gelir 538 ABD doları iken, yüksek gelirli 41ülkede ortalama kişi başına düşen ulusal gelir 33 000 dolardandaha fazladır22.

Tablo: Dünyada Bölgeler Arası GelirFarklılıkları (2004)

Nüfus Ulusal Gelir KişiBaşınaUlusalGelir ($)

Miktar(milyon)

Yüzde Miktar(milyar $)

Yüzde

Gelişmekte OlanÜlkeler

5,093 80 8,346.5

20 1 685

Doğu Asya Pasifik 1,944 30 3,608.4 9 1 921 Latin Amerika ve 548 8,5 2,028.0 5 3 755

21 1975-2003 yılları arasında dünya ekonomisi yılda yaklaşık yüzde 1,4 oranında büyümüştür. 22 UNDP, Human Development Report 2006, New York, 2006, s.334.

Karayipler Güney Asya 1,528 24 1,041.3 2,5 697 Sahra Altı Afrika 689 11 498.5 1 731Orta ve Doğu AvrupaÜlkeler

405 6 1,499.1

3 3 722

OECD Ülkeleri 1,164 18 33,031.8

80 34 249

Düşük GelirliÜlkeler (59)

2,361 37 1,236.6

3 538

Orta Gelirli Ülkeler(93)

3,043 48 7,155.3

17 2 388

Yüksek GelirliÜlkeler (41)

982 15 32,590.4

80 33 266

Dünya 6,389 - 40,850.4

- 6 588

Kaynak: UNDP, Human Development Report 2006, New York 2006,s.300 ve 334.

Dünya gelir dağılımı dramatik bir biçimde çarpıktır ve buçarpıklık yakın bir gelecekte pek düzelecek gibi degözükmemektedir. 2000 yılı verilerine göre dünya nüfusunun enalt gelir grubunda yer alan yüzde 20’lik kısım dünya gelirininyüzde 1,5’ni kullanırken, en üst gelir grubunda yer alan yüzde20’lik kesim ise yüzde 74.1’ni kullanmaktadır. Küreseleşitsizliğin en yalın göstergesi Gini katsayısıdır. Buna göredünya için Gini katsayısı 1970 yılında 0.66 iken son otuz yıliçinde eşitsizlikler azalmamış 2000 yılında 0.68 olmuştur23.Bir tarafta muazzam ve giderek artan bir zenginlik diğertarafta ise şiddetli ve geniş çaplı bir yoksulluk süreci,yaşanan hızlı küresel büyümeye rağmen devam etmektedir.

Dünyada Yüzde Onluk Dilimlere Göre GelirDağılımı

1970(ABDDoları)

1970(%)

2000(ABDDoları)

2000(%)

En fakir1. Yüzde 10

205 0.5 291 0.5

343 0.9 577 1.023 Yuri Dikhanov, Trends in Global Income Distribution 1970-2000 and Scenarios for 2015. Human Development Report Office Occasional Paper, 2005/8, s.37-43.

2. Yüzde 10 3. Yüzde 10

470 1.2 829 1.5

4. Yüzde 10

630 1.6 1 115 2.0

5. Yüzde 10

878 2.3 1 477 2.7

6. Yüzde 10

1 404 3.6 2 002 3.6

7. Yüzde 10

2 778 7.1 2 926 5.3

8. Yüzde 10

4 999 12.8 5 129 9.3

9. Yüzde 10

8 348 21.4 10 971 19.7

En zengin10. Yüzde 10

18 895 48.5 30 081 54.4

Gini Katsayısı 0.66 0.68 Kaynak: Yuri Dikhanov, Trends in Global Income Distribution1970-2000 and Scenarios for 2015. Human Development Report Office Occasional Paper, 2005/8,s.37-43.

Gelir dağılımı küresel olduğu gibi ulusal düzeyde de ciddiölçülerde eşitsiz dağılmaktadır. Gerek gelişmiş gereksegelişmekte olan ülkelerde bireysel gelir dağılımı verileri hiçde parlak değildir. Gelişmiş ülkelerde gelişmekte olan ülkelereoranla görece daha eşitlikçi bir yapı söz konusu olsa daözellikle son yıllarda eşitliğin alt gelir grupları aleyhinebozulmaya başladığı dikkat çekmektedir. Dolayısıyla bu süreçgelişmiş ülkelerde ortaya çıkan sosyal dışlanmaya önemli birgerekçe oluşturmaktadır.

Gini katsayısı 27 OECD üyesi ülkede ortalama yaklaşık0.31’dir. Kuzey Avrupa ülkeleri (Danimarka, İsveç, Finlandiyave Norveç) ile Avusturya, Çek Cumhuriyeti ve Hollanda’dayaklaşık 0.26 ile ortalamanın altında kalan ülkelerdir. Diğerkıta Avrupa’sı ülkeler ile Kanada, Avustralya, İspanya, Japonyayaklaşık 0.30-0.31 ile OECD ortalamasına yakın bir yere sahipülkelerdir. İngiltere, Yeni Zelanda, ABD, İtalya, Yunanistan vePortekiz gibi ülkeler ise yaklaşık 0.36 ile ortalamanın

üstündeki ülkelerdir. Ancak Meksika ve Türkiye ise 0.45’inüstünde bir katsayı ile gelir dağılımının en bozuk olduğu ikiüye ülkedir24. Bu tabloda dikkati çeken en önemli ayrıntı neo-liberal politikalara ilk önce geçen ve sadık uygulayıcılarıolan Anglo-sakson ülkeleri ile Akdeniz ülkelerindeeşitsizliğinin en olumsuz bir biçimde yaşandığı yerlerolmasıdır.

Bazı OECD Ülkelerinde Gelir Eşitsizliği (Gini Katsayısı)

Kaynak: Michael Förster-Marco Mira d’Ercole, “IncomeDistribution and Poverty in OECD Countries in the Second Halfof the 1990’s”, OECD Social, Employment and Migration WorkingPapers, 22, Paris, 2005, s.10.

Gelişmekte olan ülkelerin çoğunda yüksek düzeydegerçekleşen ve bu ülkelere özgü bir nitelik taşıyan gelireşitsizliği, küreselleşme ve yapısal uyum süreci ile birliktedaha da hızlı bir biçimde artmıştır. Ancak, ekonomik yapıfarklılıkları yaşanan gelir eşitsizliğinin şiddetini ülkedenülkeye değiştirmektedir. Bu nedenle gelişmekte olan ülkelerdegelir eşitsizliği türdeş olmayan bir yapıya sahiptir. 1980’liyıllarda yaşanan borç krizleri ve bunun sonucu olarakuluslararası finans kuruluşlarının dayattığı yapısal uyumpolitikaları özellikle Afrika ve Latin Amerika ülkelerindeyoğunlaşmış ve bu gelişmeler bu bölge ülkelerinde eşitsizliğin

24 Michael Förster-Marco Mira d’Ercole, “Income Distribution and Poverty in OECD Countries in the Second Half of the 1990’s”, OECD Social, Employment and Migration Working Papers, 22, Paris, 2005, s. 9-10.

OECD Ortalaması

artmasında etkili olmuştur25. Bu nedenle bu iki kıta üzerindekiülkeler dünyada eşitsizliğin en yoğun biçimde görüldüğüyerlerdir.

Doğu ve Güney Asya’da gelir dağılımı diğer gelişmekte olanülkelerle karşılaştırıldığında daha eşitlikçi olmakla birlikteson yıllarda bozulma eğilimi içindedir. Özellikle 1997 Asyakrizi sonrası bu eğilim güçlenmiştir. Son yıllarda çok hızlıbir büyüme göstermekle birlikte Çin, Hindistan, G. Kore gibiekonomilerde gelir eşitsizliği bakımından farklı gelişmeleryaşanmıştır. Çin’de eşitsizlik özellikle 1980’den itibarenhızla artmıştır. 1980’li yılların başında 0.23’ler düzeyindeolan Gini katsayısı 2000’li yıllarda 0.44’lere yükselmiştir. G.Kore’de kriz sonrası ciddi bir eşitsizlik patlamasıyaşanmıştır. 1996 yılında 0.33 olan Gini katsayısı 2000 yılında0.40 olmuştur26. Hindistan’da ise olumlu bir gelişme yaşanmamış1960’lardan bu yana sürekli 0.30 ve üzeri olmuştur. Dolayısıylabu bölgede hızlı büyüme sürecinin daha eşitlikçi sonuçlargetireceği yönündeki beklentiler karşılıksız kalmıştır27.

Yapısal uyum sürecinde eşitsizliklerin giderek arttığı birdiğer ülke kümesi de geçiş ekonomileridir. Başta Rusya olmaküzere eski Doğu Bloğu ülkelerinin çoğunda 1990 öncesi ilesonrası arasında eşitsizliklerin ciddi biçimde arttığıgörülmektedir. Örneğin Rusya’da 1980’li yılların başında 0.25olan Gini endeksi doksanlı yılların sonunda 0.38’eyükselmiştir. Bulgaristan’da 0.20’lerden 0.37’lere çıkmıştır28.

Gelirin emek ve sermaye arası dağılımında da artan bireşitsizlik söz konudur. OECD veritabanına göre piyasagelirindeki eşitsizlik yani gelirin emek ve sermaye arasındapiyasa dağılımındaki eşitsizlik 1970’lerin ortalarından25Hasan E.Temiz, Küreselleşmenin Sosyal Boyutları ve Türkiye Açısından Etkileri. Birleşik Metal İşçileri Sendikası Yayını, İstanbul, 2004, s. 132.26 Jin Kwon Hyun-Byung-In Lim, “The Financial Crisis and Income Distributionin Korea: The Role of Income Tax Policy”, The Journal of the Korean Economy, Vol:6, No:1, Spring, 2005, s. 63.27 Jha Raghbendra, “Reducing Poverty and Inequality in India: Has Liberalization Helped?”, http://rspas.anu.edu.au/economics/publish/papers/wp2002/wp-econ-2002-04.pdf(Erişim: 28.10.2006)28 Guang Hu Wan, “Income Inequality and Growth in Transition” United NationsUniversity World Institute for Development Economies Research Discussion Paper No: 2002/104, Helsinki, 2002, s. 9.

1990’ların ortalarına kadar geçen yaklaşık yirmi yıl boyuncahızla artmıştır. Bu artış vergiler ve kamu sosyal yardımlarıile yalnızca kısmen dengelenebilmiştir. Bununla birlikteortalama piyasa gelirindeki eşitsizliğin artması 1990’larınortalarından itibaren sabitlenmiş ama gerileme göstermemiştir.Burada dikkati çeken bir diğer önemli ayrıntı 1980’lerinortalarına kadar vergiler ve sosyal yardımlarla gerileyenharcanabilir gelirler arasındaki eşitsizlikler 1980’lerinortalarından itibaren yükselmiştir29. Özellikle sosyal dışlanmatartışmalarının bu döneme denk düşmesi rastlantısal değildir.

III. Yoksulluk ve Sosyal Dışlanmanın Boyutları

Sosyal dışlanmanın çok yönlü ve göreceli oluşu sorununboyutlarının analizini güçleştirmektedir. Ayrıca, sosyaldışlanma sayısallaştırmaya uygun bir yaklaşım değildir. Bunedenle sosyal dışlanmaya ilişkin değerlendirmeyi genellikle,yoksulluk, işgücü piyasası, sosyal koruma, eğitim ve sağlıkverileri bağlamında ele almak gerekir. Benzer gerekçelerinfarklı biçimlerde etkilediği gelişmiş ve gelişmekte olanülkelerde sosyal dışlanma biçimleri ve etkilenen gruplardeğişiklik göstermektedir.

A. Gelişmiş Ülkeler

Gelişmiş ülkelerden özellikle Avrupa’da yoksulluk vesosyal dışlanma tartışmaları yurttaşların, istihdamın erozyonauğraması, uzun süreli işsizlik ve iş güvencesi olmayan işlerinyaratılması ile standart güvenceli istihdam fırsatlarındandışlanması, eğreti istihdam ile sosyal ve siyasal haklardanyoksunluk bağlamında ele alınmaktadır. Dolayısıyla Avrupa danorm kabul edilen refah devleti kazanımlarının şu veya bubiçimde gerilemesi olarak kabul edilir. Bu ülkelerde sosyaldışlanma riski en yüksek grupları ise, gençler, çocuklar,ayrımcılığa uğramış kadınlar, göçmenler ile özürlüleroluşturmaktadır.

Gelişmiş ülkelerde mutlak anlamda bir yoksullukyaşanmamakla birlikte ciddi bir göreceli yoksulluk sorunundansöz edilebilir. Ancak ülkelerarasında tanım, ölçüm ve kabul

29 OECD, Extending Opportunities: How Active Social Policy Can Benefit Us All.(Türkçe Özet), 2005, s. 2

edilen yoksulluk eşiği bakımından önemli farklılıklar sözkonusudur. Bu nedenle ülkeleri birebir kıyaslamak pek sağlıklıve mümkün olmamakla birlikte yine de uluslararası kuruluşlarınverilerine dayalı olarak bir karşılaştırma yapmak mümkündür.

Gelişmiş ülkeler içinde yoksulluğun en yüksek düzeydeyaşandığı ülkelerin başında ABD gelmektedir. ABD dünya üzerindeyüksek bir eşitsizlikle birlikte görece en yüksek kişi başınadüşen gelire sahip ülkedir, hızlı bir büyümeye karşılık yüksekgelirli OECD ülkeleri içinde yoksulluk oranı en yüksek ülkeolması dikkat çekicidir. Yoksulluk eşiği, ulusal medyan gelirinyüzde 60’ı olarak kabul edildiğinde bu eşiğin altındayaşayanların oranı ABD’de % 24’dür. Bu ülkeyi % 22,7 ileİrlanda ve yaklaşık % 21 ile İngiltere, İspanya ve Avustralyaizlemektedir. Daha sonra ise İtalya ve Kanada yer almaktadır30.Dünya üzerinde sosyal refah devleti kazanımlarının en yüksekdüzeyde olduğu kabul edilen Avrupa Birliği (AB)’nde iseyoksulluk riski oranı yeni üye ülkelerde dâhil olmak üzereortalama %16 olup yaklaşık 72 milyon yoksul bulunmaktadır31.

Gelişmiş ülkelerdeki yoksulluğun en önemli özelliği,yoksulluğun çocuk (0-15) ve genç (16-24) kabul edilen yaşgrupları arasında yoğunlaşmasıdır. AB’de toplam yoksullarınyaklaşık % 40’nı çocuk ve gençler oluşturmaktadır. Çocukyoksulluğunun en yüksek olduğu ülkeler %30,2 ile ABD, %27 ileİngiltere, %26,5 ile İtalya, %24,4 ile İspanya, %23,3 ileKanada ve %22,1 ile Avustralya’dır. Bununla birlikte birçokülkede vergi ve transferler öncesi çocuk yoksulluğunun çok dahaciddi boyutlarda olduğu görülür. Özellikle Kıta Avrupa’sıülkelerinde sosyal harcamalardaki artışa bağlı olarak çocukyoksulluk oranlarında ciddi bir gerileme olduğu ancak başta ABDolmak üzere diğer Anglo-sakson ülkelerde (İngiltere, Kanada,Avustralya ve Yeni Zelanda) sosyal harcamaların düşük düzeyde

30 Lawrence Mishel-Jared Bernstein-Sylvia Allegretto, The State of Working America:2006/2007. Economic Policy Institute, Cornell University Press, 2006. LIS: Relative Poverty Rate for Total Population, Children and Elderly. Luxembourg Income Study, http://www.lisproject.org/keyfigures/povertytable.htm (01.11.2006)31 European Commission, Joint Report on Social Protection and Social Inclusion 2006. Office for Offical Publications of the European Communities, Lüxembourg, 2006, s. 156.

kaldığı ve bununda çocuk yoksulluğunu olumsuz bir biçimdeetkilediği ortaya konulmuştur32.

Gelişmiş ülkelerde gençler sadece yoksulluk değil ciddibiçimde işgücü piyasasından dışlanma sorunu ile de karşıkarşıyadırlar. Örneğin 2004’de AB’de toplam işsizlik oranı % 9iken genç işsizlik oranı %18,7 olarak gerçekleşmiştir33.Avrupa’da genç işsizliği çoğu ülkede genç nüfus sayısındakigerilemeye ve çoğu ülkede eğitim seviyesindeki yükselişe rağmenartmaktadır. Dolayısıyla, genç nüfus gelişmiş ülkelerde sosyaldışlanma riski en yüksek grubu oluşturmaktadır.

Gelişmiş ülkelerde özellikle çocuk ve gençler bağlamındasosyal dışlanmanın bir diğer önemli boyutunu eğitimoluşturmaktadır. Gelişmiş ülkelerde aslında çok sayıda gencintemel eğitimi tamamlamalarıyla eğitim düzeyinin hızlayükseldiği görülmektedir. Ancak birçok ülkede okul sürecinierken yaşta terk edenlerin sayısı ciddi ölçüde yüksektir.Eğitim sürecini tamamlamadan okulu erken yaşta terk eden bubireyler ileri de işgücü piyasasının gereksinim duyduğu bilgive becerilerden yoksun olarak işgücü piyasasına girmeyeçalışacaklardır. Yeterli donanıma sahip olmayan bu bireylerindüzgün bir iş bulma imkânı sınırlı olacağı için, yoksullukriski yüksek bireyleri oluşturacaklardır34. 2005 yılıverilerine göre, AB’de okuldan erken ayrılan gençlerin toplamgençlere oranı yaklaşık %15’dir. Son yıllarda hem gelişmiş hemde gelişmekte olan ülkelerde gençlere ilişkin bir diğer sorungittikçe artan sayıda genç ne işgücü piyasasına dahil olmaktane de eğitime devam etmektedirler. Bunlar gerçek anlamda sosyaldışlanmış grupları oluşturmaktadırlar.

Gelişmiş ülkelerde yoksulluğa ilişkin bir diğer önemlinokta, yoksulluk riski oranının kadınlarda erkeklere göre dahayüksek oluşudur. AB’de yoksulluk riski oranı erkeklerde %14

32 UNICEF, Child Poverty in Rich Countries 2005. Unicef Innocenti Research Centre, Report Card No:6, Florence, 2005, s.21.33 European Commission, s.153.34 Faruk Sapancalı, “Avrupa Birliği’nde Sosyal Dışlanma Sorunu ve Mücadele Yöntemleri”, Çalışma ve Toplum, Sayı.6, 2005/3, s.82.

kadınlarda ise %17’dir. Bu durum yoksulluğun feminizasyonuolarak değerlendirilmektedir. Kadınlar sadece yoksullukbakımından değil işgücüne katılım bakımından da erkekleringerisindedirler. Örneğin OECD ülkelerinde erkeklerin işgücünekatılım oranı %80’ler düzeyindeyken kadınlarınki %60’lardüzeyinde kalmıştır.

İstihdam, yoksulluk ve dışlanmayla karşı en önemlikoruyucudur. Ancak tüm dünyada olduğu gibi gelişmiş ülkelerdede çalıştığı halde çok sayıda insanın yoksulluk riskiyle karşıkarşıya kalmaktadır. Bugün, AB’de işgücünün %7’si yani yaklaşık14 milyon çalışan yoksul bulunmaktadır35. Bağımlı çalışanlararasında yoksulluk oranı % 6 iken, kendi hesabına çalışanlararasında yoksulluk oranı % 16 düzeyindedir. AB’de toplamyoksulların %73’ü çalışmadığı için yoksul iken, %27’siçalıştığı halde yoksuldur. Toplam yoksullar içinde çalışanyoksulların oranı %27, işsiz yoksulların ise %12’dir36.

ABD’de ise 2000 yılı itibariyle, yaklaşık 6,5 milyonçalışanın yoksul olduğu bildirilmiştir. Buna göre toplamişgücünün % 4,7’si çalışan yoksulları oluşturmaktadır. Toplamyoksulların ise yaklaşık %20’sini çalışan yoksullaroluşturmaktadır37.

Gelişmiş ülkelerde çalışan yoksulların giderek artmasıbüyük ölçüde düşük ücret, düşük vasıf, güvencesiz ve eğretiçalışma koşulları ile giderek artan kendi hesabına çalışma vea-tipik istihdam biçimleri ile açıklanmaktadır. Gelişmişülkelerde düşük ücretler ciddi bir soruna dönüşmektedir.Avrupa’da yaklaşık her yedi çalışanın biri düşük ücretalmaktadır. Eurostat hesaplamalarına göre38, ücretliçalışanların İngiltere’de %20’si, İrlanda’da %18’si, Almanya veYunanistan’da %17’si, Fransa, Hollanda ve Lüksemburg’da %16’sı,İspanya’da %13’ü düşük ücret almaktadır. Bununla birlikte düşük

35 Laura Bertone-Anne-Catherine Guio, “In-Work Poverty”, Statistics in Focus, 5/2005, s. 3. Ramon Pena Casas-Mia Latta: Working Poor in the European Union. European Foundation for the Improvement of Living and Working Condition. Dublin, 2004, s.31.36 A.g.e., s. 3. 37 http://www.bls.gov/cps/cpswp2000.htm (01.11.2006)38 Eurostat hesaplamalarına göre medyan ulusal ücretin yüzde 60’nın altında bir aylık ücreti olan kişiler düşük ücretli sayılmaktadır.

ücretli çalışanların toplam yoksul çalışanlara oranı ise,Yunanistan’da %52, İngiltere’de %44, Almanya’da %41, Fransa,İrlanda ve Lüksemburg’da %38 ve Hollanda’da %33 düzeyindedir39.

Seçilmiş Avrupa Ülkelerinde Düşük Ücretliler veÇalışan Yoksullar

Ülkeler Düşük ÜcretlilerinOranı (%)(Aylık Ücreti MedyanUlusal Gelirin % 60Altında Olanlar)

Tüm YoksulÇalışanlar İçindeDüşük ÜcretlilerinOranı (%)

Avusturya 16 40Belçika 9 26Danimarka 7 21Fransa 13 38Almanya 17 41Yunanistan

17 52

İrlanda 18 38İtalya 10 27Lüksemburg

16 38

Hollanda 16 33Portekiz 6 21İspanya 13 28İngiltere 21 44

Kaynak:http://www.eiro.eurofound.eu.int/2002/08/study/tn0208101s.html (13.10.2006)

Gelişmiş ülkelerde yoksulluk ve sosyal dışlanmanıngerisinde esnek, güvencesiz ve eğreti bir yapıya sahip a-tipikistihdam biçimleri yatmaktadır. Özellikle gönüllü olarak kabuledilmeyen kısmi süreli, belirli süreli ve geçici işler ilekendi hesabına çalışma biçimleri bu bağlamdadeğerlendirilebilir. Örneğin, ABD’de tam zamanlı işlerdeçalışanlarda yoksulluk oranı % 3,5 iken kısmi süreli işlerdeçalışanlarda yoksulluk oranı % 10’nun üzerindedir. Gönüllü bir39 http://www.eiro.eurofound.eu.int/2002/08/study/tn0208101s.html (13.10.2006)

biçimde olmayan kısmi süreli işlerde çalışanlarda ise yoksullukoranı % 25’lere yaklaşmaktadır40. 2001 yılı verilerine göreAB’de ücretli çalışanların %6’sı yoksulluk sınırı altındayaşarken, kendi hesabına çalışanların %16’sı yoksulluk sınırıaltında kalmaktadır. Yine 2001 yılında 13 AB üyesi ülkedeyapılan bir değerlendirmeye göre, tam süreli çalışanlar içinyoksulluk riski % 5 iken, kısmi süreli çalışanlarda %10’dur.Benzer biçimde sürekli çalışanlarda yoksulluk riski % 4 bunakarşılık geçici çalışanlarda ise bu oran %10 olarak tespitedilmiştir41.

Gelişmiş ülkelerde yoksulluk ve sosyal dışlanma özelliklekaçak işçiler, göçmenler ve azınlıkları doğrudanetkilemektedir. Çoğu ülkede ister kaçak yollardan isterse yasalyollardan gelsinler göçmen ve azınlıklar hem hükümetler hem deyerli halk tarafından kendi uluslarının bir parçası olarakgörülmemektedir. Bu nedenle temel yurttaşlık hakları bağlamındafarklı politikalara ve uygulamalara maruz kalmaktadırlar.Bununla birlikte gelişmiş ülkelerdeki göçmen ve azınlıklarailişkin yeterli bilgi ve göstergenin de olmayışı önemli birsorun ve eksikliktir. Örneğin AB’de göçmen ve azınlıklar sosyaldışlanmayla mücadelede öncelikli gruplar arasında sayılmaklabirlikte, bu kümeye yönelik sağlıklı bir veri tabanıoluşturulmamış olması düşündürücüdür. Yine de belirli bazıverilerden yola çıkarak göçmen ve azınlıkların durumuna ilişkinbir yargıya varmak mümkündür. Örneğin Avrupa ülkelerindegöçmenler yerli halka oranla daha yüksek bir işsizlik sorunuyaşamaktadır. Almanya’da yerli erkek nüfus için işsizlik oranıyaklaşık %9 iken göçmenler için %18’dir. Fransa bu oranlar %7,5ve %18,5, Belçika’da %6 ya karşılık %17’dir. Diğer göçmennüfusun yoğun olduğu Avrupa ülkelerinin çoğunda benzer birdurum söz konusudur. Fransa’da yaklaşık 7 milyon işe (toplamişlerin %30’u) göçmenlerin erişimi sınırlanmış ya dayasaklanmıştır. Göçmenler gittikleri çoğu ülkede genellikledüşük ücretli, güvencesiz ve a-tipik işlerdeçalıştırılmaktadırlar42.

B. Gelişmekte Olan Ülkeler

40 http://www.bls.gov/cps/cpswp2000.htm (01.11.2006)41 Casas-Latta, s.50.42 Caritas Europa, 24-30.

Gelişmekte olan ülkelerde ise yoksulluk ve sosyal dışlanmabüyük ölçüde enformel yapılar bağlamında değerlendirilmelidir.Bu ülkelerde, sosyal dışlanma, belirli grupların ekonomik,sosyal ve siyasal gelişim sürecinin dışında kalmaları vemarjinalleşmeleridir. Her ne kadar işsizlik ve sosyal dışlanmaarasında güçlü bir ilişkinin varlığı kabul edilmiş olsa da buülkelerde zaten hiçbir zaman tam istihdam deneyimi yaşanmamışayrıca güçlü bir refah devletine hiçbir dönemdeulaşılamamıştır. İşgücünün büyük bir kısmı tarım kesimindedir,kentlerde ise çalışanların çoğu kendi hesabına ya da standartdışı işlerde ücretli olarak çalışmaktadır. Zaten yurttaşlarınınbüyük çoğunluğu da nispeten varlıklı değildir.

Gelişmekte olan ülkelerin çoğu için yoksulluk özellikle demutlak yoksulluk ciddi bir sorundur. Dünya üzerinde yaklaşık1.2 milyar insan yani dünya nüfusunun yaklaşık dörtte birimutlak yoksulluk sınırı kabul edilen günlük 1 ABD dolarınınaltında bir gelirle yaşamaktadır. 2.5 milyar insan yani dünyanüfusunun yarısından fazlası ise günde 2 ABD dolarının altındabir gelir elde etmektedir. Dünyanın en az gelişmişülkelerindeki nüfusun % 81’i günlük 2 ABD Dolarının altında birgelire sahipken, % 50’si açlık sınırı olarak da kabul edilengünlük 1 Dolar sınırın altında yaşamaktadır43. Bu kişilersosyal dışlanmışlığın ötesinde, yaşamla yaşamdan dışlanmaarasında bir sınırda mücadele vermektedirler. Mutlakyoksulluğun en yoğun görüldüğü gelişmekte olan ülkeler iseözellikle, Sahra Altı Afrika, Güney ve Doğu Asya ile Pasifikbölgelerindedir.

Mutlak Yoksulluğun Dünya Üzerinde Dağılımı (1999)

BölgelerGünlük 1 ABD DolarıEşiği

Günlük 2 ABD DolarıEşiği

Miktar(milyon)

ToplamNüfusaOranı (%)

Miktar(milyon)

ToplamNüfusaOranı (%)

Doğu Asya vePasifik

279 15,6 897 50,1

Doğu Avrupa ve OrtaAsya

24 5,1 97 20,3

43 ILO, Working Out of Poverty. International Labour Conference, Report of the Director-General, 91st Session, Geneva, 2003, s. 6 ve 19.

Güney Asya 488 36,6 1 128 84,8Orta Doğu ve KuzeyAfrika

6 2,2 68 23,3

Sahra Altı Afrika 315 49 480 74,7Dünya (Toplam) 1 169 23,2 2 802 55,6Kaynak: ILO, Working Out of Poverty. International LabourConference, Report of the Director-General, 91st Session,Geneva, 2003,s.20

Gelişmekte olan ülkelerde işsizlik önemli bir sorundur,ancak sosyal dışlanma ile arasındaki etkileşimin hangi düzeydegerçekleştiğini belirlemek güçtür. Çünkü bu ülkelerde tarımınhala egemen olması, enformelliğin yaygınlığı önemli bir verisorunu yaratmaktadır. Bu nedenle gelişmekte olan ülkelerdeyoksulluk ve sosyal dışlanmayı büyük ölçüde tarımdamülksüzleşme süreci ile birlikte değerlendirmek gerekir.Özellikle küreselleşme sürecinin dayattığı tarımsal reformlarkırsal kesimde çok sayıda kişinin işsiz kalmasına, bu kişileringöçe zorlanmasına ve dolayısıyla kentsel alanlardamarjinalleşme, enformelleşme ve dışlanmasına neden olmaktadır.

Gelişmekte olan ülkelerin en önemli özelliği, kırsalyoksulluğun yaygınlığıdır. Dünyadaki mutlak yoksulların dörtteüçü gelişmekte olan ülkelerdeki kırsal bölgelerde yaşamakta vedoğrudan ya da dolaylı biçimde tarımdan geçimini sağlamaktadır.Çiftçiliğin sezonluk olması ve yüksek ürün yetersizliği riskigibi nedenlerle kırsal kesim insanı genellikle dalgalı ve düşükgelir elde etmektedir. Kırsal bölgelerde yaşayan çoğu aileyeterli temizlik koşullarına, güvenli içme suyuna, sağlıkhizmetlerine ve okula erişememektedir. Köyler genellikle izoleolmuştur, yol, elektrik, telefon gibi hizmetlerdenyoksundurlar. Tarımda mülksüzleşme ve ücretli tarım işçiliğigiderek artmaktadır. Tarımda 450 milyon ücretli istihdamedilenlerin yaklaşık % 30’u kadındır. Tarımda ücretliçalışanlar genellikle yoksuldurlar. Çünkü geçici, düzensiz vemevsimlik biçimde istihdam edilen tarım işçileri genellikleyasal korumadan dışlanmakta ve sosyal güvenlik mekanizmasıdışında bırakılmış durumdadırlar44.

Gelişmekte olan ülkelerde hızla artan kırsal yoksulluk,hem küresel hem de ulusal düzeyde ciddi bir göç hareketini44 ILO, Working Out of Poverty, s. 27-28.

getirmiştir. Uygulanan yapısal uyum programlarının kırsalbölgelerde yarattığı yoksulluk ve mülksüzleşme süreci ile bazıülkelerde kentlerde küresel üretim sisteminin sunduğu istihdamfırsatlarının çekiciliği hızlı bir göç hareketine nedenolmuştur. Kırsal kesimde geçinme şansı bulamayan kesimler, dahayüksek gelir ve daha iyi iş umuduyla tarım sektöründen büyükkentlerdeki sanayi ve hizmetler kesimine kaymaktadır. Ancak,umutlar çoğu zaman karşılıksız kalmaktadır45. Kırsal alandayaşanan kırsal yoksulluk ve mülkiyetten dışlanma, kentselalanlara taşınmakta ve genellikle sosyal dışlanma biçiminedönüşmektedir.

Bu ülkelerde enformel ekonomi yerel üretim sistemlerininserbestleşmesiyle, küresel üretim sistemlerine entegreolmuştur. Dolayısıyla bugün enformel ekonomi kapitalistgelişmenin bir ürünü olarak, küreselleşme sürecinde çokulusluişletmeler için bağımsız üreticilerin taşeron olarakkullanılmasını ifade etmektedir. Enformel ekonomi kentsel birolgu olup, burada yaratılan istihdam, küçük işyerlerinde kendihesabına çalışma biçiminde olabileceği gibi, tüm ailebireylerinin evde üretimi biçiminde ya da küçük ve orta ölçekliişletmelerde ücretli çalışma biçiminde ortaya çıkabilmektedir.Her ne şekilde çıkarsa çıksın enformel ekonomik faaliyetleryoksulluk ve sosyal dışlanmaya zemin hazırlamaktadır. Enformelekonominin gelişimi, bu ülkelerde ekonomik güvenceden, çalışmahakkı ve yardımlarından, pazarlık gücünden ve sesiniduyurabilmekten yoksun çalışan yoksul bireyler yaratmıştır.

Enformel ekonomide yaratılan işler, genellikle çok düşüknitelik ve verimlilikte, düşük ve düzensiz gelir sağlayan, uzunçalışma sürelerini ve uygun olmayan işyerlerinde ve çalışmakoşullarında gerçekleştirilen, güvenliksiz ve güvencesizişlerdir. Enformel ekonomide çalışanlar büyük ölçüde ne işhukuku korumasına ne de sosyal güvenlik korumasına sahiptir.Çünkü istihdam biçimi belirsizdir. Eğitim ve mesleki eğitimfırsatlarından dışlanmışlardır. Dolayısıyla ekonomik güvencesiolmayan, yasal korumadan büyük ölçüde yoksun, izin, hastalık,işsizlik sigortası ve emeklilik gibi sosyal güvenlikhaklarından dışlanmış bir çalışanlar grubu ortaya çıkmıştır. Buçalışanların önemli bir kısmı ise kadınlardan oluşmaktadır.

45 A.g.e., s.28.

Tarım dışı istihdamın yüzdesi olarak enformel istihdam1990’ların ortalarında, Kuzey Afrika’da %48, Sahra AltıAfrika’da %72, Latin Amerika’da %51, Asya’da ise %65oranındadır. Asya’da imalat sanayinde, Afrika ve LatinAmerika’da ise işportacılık gibi genellikle hizmetlersektöründe yoğunlaşmıştır46.

Çoğu gelişmekte olan ülkede temel eğitime erişimdüzenlenmiş olsa da yoksul ve dışlanmış bireyler, bu imkândanyeterince yararlanmamaktadırlar. 1999 yılında 115 milyondanfazla okul çağındaki çocuk okula gitmemektedir, bunların %94’ügelişmekte olan ülkelerdendir ve yaklaşık %56’sını kızçocukları oluşturmaktadır. Çoğu düşük gelirli ülkelerde yaşayanve dünya nüfusunun yaklaşık %20’sini oluşturan, yaklaşık 862milyon kişi okuma yazma bilmemektedir. Yoksul ailelerinçocukları asgari düzeyde temel eğitime erişmektedir. Buçocuklar erken yaşta çalışmaya başlamaktadırlar. 5-14 yaşgrubundaki her altı çocuktan biri (yaklaşık 211 milyon) birbiçimde çalışmaktadır47.

Her yıl küresel işgücüne 100 milyon genç dâhil olmaktadırve bunların büyük bir kısmı gelişmekte olan ülkelerdendir.Ancak gelişmekte olan ülkelerdeki gençler ya işbulamamaktadırlar ya da enformel çalışmayı tercih etmek zorundakalmaktadırlar. Uluslararası Çalışma Örgütü (UÇÖ)’nünhesaplamalarına göre dünyada 74 milyon genç işsiz vardır vetoplam işsizlerin %41’ni oluşturmaktadır. Çoğu genç işgücüenformel ekonomide düşük ücretle ve uzun süreli canını dişinetakarak çalıştırılmaktadır. 59 milyon genç tehlikeli işlerdeçalışmaktadır. Genç işsizliği Panama, Uruguay ve Venezüella’da%30, Arjantin ve Kolombiya’da %40 düzeyindedir. Güney Afrika’da%56, Asya’da % 30’lar düzeyindedir. Bunların büyük bir kısmıyoksul ailelerdendir. Örneğin 1997’de genç işsilerin %55’iyoksul kentli ailelerdendi ve bu genç nüfusun %24’nüoluşturmaktaydı. Genç işsizliğinin ekonomik ve sosyalgelişmeye maliyeti ciddi biçimde yüksektir. Yüksek oranda suç,şiddet, cana ve mala karşı girişilen kötü eylemler ve politikradikallikler ile birleşerek, yoksulluk döngüsünün nesillerboyu sürmesine neden olur. Ayrıca, bazı ülkelerde terörgruplarına veya sivil çatışmalarda bulunan ayrılıkçı gruplara

46 ILO, World of Work, 47 ILO, Working Out of Poverty, s. 20.

katılırlar. Genç kızlar için seks endüstrisi tuzağına düşmeriski yüksektir48.

Gelişmekte olan ülkelerde toplumsal cinsiyet ayrımı ileyoksulluk kısır döngüsü arasında güçlü bir bağ vardır.Toplumsal cinsiyet ayrımı hem yoksulluğun feminizasyonuna hemde bir nesilden diğerine sürdürülmesine katkıda bulunur. Çoğugelişmekte olan ülkelerde olmak üzere her yıl yaklaşık yarımmilyon kadın gebelik ve doğum esnasında yaşamını yitirmektedir.Genç kadınlar iş bulma konusunda erkeklere oranla dahazorlanmaktadır. Kadın işsizliği erkek işsizliğinden bazıülkelerde %50 daha fazladır49.

Gelişmekte olan ülkelerde çok sayıda kişi sağlıkhizmetlerinden dışlanmış durumdadır. Bu nedenle sağlığınkorunması ve yaşamın sürdürülebilirliği konusunda önemlisorunlar yaşanmaktadır. En az gelişmiş ülkelerde doğuştan yaşambeklentisi 50’nin altındadır. Bu oran gelişmiş ülkelerde77’dir. Gelişmekte olan ülkelerde toplam 799 milyon kişiyeterli düzeyde beslenememektedir. Gelişmekte olan ülkelerdeher gün 30 000 çocuk önlenebilir hastalıklarayakalanmaktadır50.

C. Türkiye

Türkiye gelişmekte olan bir ülke olarak yoksulluk vesosyal dışlanmanın görünümü açısından büyük ölçüde diğergelişmekte olan ülkelere benzer özelliklere sahiptir. Mutlakyoksulluk anlamında dünya üzerindeki çok düşük gelirliülkelerden ciddi biçimde ayrılmaktadır. Ancak göreceliyoksulluk ve sosyal dışlanmanın diğer biçemleri açısından büyükölçüde benzeşmektedir. Bununla birlikte Türkiye’nin AB’ne adaybir ülke olduğu ve bu nedenle Türkiye’ye ilişkin verilerin vekarşılaştırmaların AB bağlamında değerlendirilmesi gerektiğiunutulmamalıdır.

48 ILO, Working Out of Poverty, s. 25.49 A.g.e. s. 26-27.50 A.g.e. s. 20.

Türkiye’de yoksulluk ve dışlanmaya ilişkin tarihsel birperspektifte değerlendirme ve karşılaştırma yapabilmemize imkânverecek düzenli ve kıyaslanabilir nitelikte verilerbulunmamaktadır. Eldeki mevcut veriler, Türkiye İstatistikKurumunun (TÜİK) 1987, 1994 yılı gelir dağılımı anketleri ve2001 yılı sonrasını kapsayan yoksulluk çalışmaları ile DünyaBankası ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Örgütü (UNDP)’nünbelirli aralıklarla yayınladığı raporlardır. Bunun dışındaçeşitli kişi ve kurumlarca değişik tarihlerde yapılmışaraştırma ve anketlerde bulunmaktadır. Ancak bu çalışmalarınher birinde kullanılan tanım ve yöntem farklılıkları buverileri karşılaştırılamaz kılmaktadır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, Türkiye son yıllardakiyüksek büyüme hızına ve artan kişi başına düşen gelire rağmen,Avrupa ülkeleri ile karşılaştırıldığında refah düzeyi en düşükülkedir. 2005 yılı tahminlerine göre AB üyesi 25 ülkedeortalama 100 olan kişi başına Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH)hacim endeksi, 32 ülke karşılaştırıldığında Türkiye 31değeriyle en düşük kişi başına GSYH hacim endeksine sahipülkedir51. Bununla birlikte Türkiye, satın alma gücü değereşitliğine göre 6 772 $ olan kişi başına GSYH’sı ile 25 915 $olan OECD ortalamasının ve hatta 8 299 $ olan dünyaortalamasının da bir hayli gerisinde olan bir ülkedir52.

Gelir dağılımı eşitsizliğinin de en yüksek düzeydegerçekleştiği ülkelerin başında gelmektedir. Nüfusun en yüksekgelire sahip % 20’lik kesimin eşdeğer gelirinin en düşük geliresahip % 20’lik kesimin eşdeğer gelirine oranı (S80/S20 oranı)Türkiye’de 9,9 ve AB25 ülkelerinde ortalama 4.8’dir. Bununlabirlikte, TÜİK verilerine göre, 1994 yılında 0.49 olan Ginikatsayısı, 2002 yılında 0.46’ye ve 2003 yılında 0.45’edüşmüştür. Olumlu olarak nitelendirilebilecek bu gelişmeyekarşın, gelir dağılımındaki bozukluk halen devam etmektedir.Daha öncede belirttiğimiz gibi, OECD ülkeleri içindeMeksika’dan sonra en bozuk gelir dağılımına sahip ikinciülkedir.

Seçilmiş AB Üyesi ve Aday Ülkelerde Gelir Dağılımı

51 http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=303 (26.06.2006)52 UNDP, s. 267-269.

Kaynak: Applica, Network on Social Inclusion and IncomeDistrıbution Final Report. European Observatory on the SocialSituation Contract No: VC/2004/0462 Brussels, 2005, s. 114.

Türkiye’de gelir dağılımı sadece kişisel değil fonksiyonelanlamda da ciddi eşitsizlikler göstermektedir. Örneğinişgücünün yaklaşık %10’nunu oluşturan yevmiyeli kesim, toplamgelirden sadece %4 oranında pay alırken, işgücünün %4’nüoluşturan işveren kesimi ise gelirin %16’sını almaktadır.Toplam işgücünün yaklaşık %75’ini oluşturan işçi veyevmiyeliler (ücretsiz aile çalışanları da dâhil), gelirin%55’ni alırken, küçük bir grubu oluşturan sermaye gelirlerinyaklaşık%45’ni almaktadır53. Ayrıca işgücünün yaklaşık % 28’itarım kesiminde yer alırken tarımın toplam gelirden aldığı paysadece %10-11 düzeyindedir.

Türkiye’de Gelirin Fonksiyonel Dağılımı

53 TUİK, Türkiye İstatistik Yıllığı 2005,Yayın No:3009, Ankara, 2006, s.376.

Kaynak: TUİK, Türkiye İstatistik Yıllığı 2005, YayınNo:3009, Ankara, 2006, s.376.

Yoksulluk değerlendirmelerinde her ülkede karşılaşılan ilktemel sorun kimlerin yoksul sayılacağı, diğer bir ifadeyleyoksulluk çizgisinin ne olması gerektiğidir. Bu yoksulluksorunun karmaşık bir yapıya bürünmesine ve çok sayıda rakamınuçuştuğu bir ortamın oluşmasına neden olmaktadır. Gerçektendebugüne kadar yoksulluğa ilişkin yapılmış gerek resmi gerekse deakademik birçok çalışmada farklı yoksulluk eşiklerininkullanıldığı ve dolayısıyla çok sayıda farklı yoksulluk oranınaulaşıldığı görülmektedir. Bu noktada Türkiye’deki gerçekyoksulluk rakamlarını net olarak ifade etmek güçtür. Bununlabirlikte TÜİK anketlerinin güvenilirliği konusundakitartışmaları bir kenara bırakarak değerlendirmeleri büyükölçüde bu veriler üzerinden yapmak mümkündür.

Farklı Yoksulluk Sınırlarına Göre Yoksulluk Oranları

(2004)

YöntemlerYoksul Fert Sayısı (bin) Yoksul Fert Oranı (%)

TürkiyeKent Kır Türkiye Kent Kır

Gıda Yoksulluğu909 269 640 1,29 0,62 2,36

Yoksulluk (Gıda ve

Gıda Dışı)

17 991 7 146 10 846 25,60 16,57 39,97

Kişi Başı Günlük 1 11 5 5 0,02 0,01 0,02

$’ın Altı*Kişi Başı Günlük

2.15 $’ın Altı*

1 752 529 1 223 2,49 1,23 4,51

Kişi Başı Günlük

4.3 $’ın Altı*

14 681 5 827 8 854 20,89 13,51 32,62

Göreceli Yoksulluk 9 967 3 596 6 371 14,18 8,34 23,48

Kaynak: TÜİK, Yoksulluk Araştırması Sonuçları 2004, Ankara,2006.* 1 $'ın satınalma gücü paritesine (SGP) göre karşılığı olarak2002 yılı için 618 281 TL ;2003 yılı için 732 480 TL ; 2004yılı için ise 780 121 TL kullanılmıştır.** Eşdeğer fert başına harcamanın medyan değerinin %50'si esasalınmıştır.

TÜİK yoksulluk araştırmasına göre, Türkiye’dekiyoksulluğun genel manzarasını şu şekilde ortaya koymakmümkündür. 2004 yılı sonuçlarına göre Türkiye’de bir milyonayakın kişi (909 bin) açlık sınırında olup, yaklaşık 18 milyonkişi (17 991) yani toplam nüfusun dörtte biri gıda ve gıda dışıyoksulluk sınırının altında yaşamını sürmektedir. Göreceliyoksulların veya diğer bir ifadeyle medyan gelirin %50’sininaltında bir gelire sahip olan bireylerin sayısı ise yaklaşık 10milyonu bulmaktadır.

Bununla birlikte, en son yayınlanan UNDP İnsaniGelişmişlik Raporu ise, daha ilginç sonuçlar ortayakoymaktadır. Rapora göre Türkiye’de günde 1 ABD Dolarınınaltında bulunanların oranı 1990-2004 yılları ortalaması %3.4olarak verilmiştir. TÜİK 2004 yılı verilerinde bu yoksullukoranı % 0.02 olarak hesaplanmıştır. Benzer biçimde UNDPraporunda günde 2 doların altında bulunanların oranı ortalama%18.7 olarak verilirken TÜİK araştırmasında bu oran %2.49olarak hesaplanmıştır54. Bu iki kurum arasındaki ciddifarklılık ise düşündürücüdür.

AB göstergeleri dikkate alınarak yapılan ve AB’nin kabuletmiş olduğu yoksulluk sınırına göre ise yani ulusal medyangelirin %60’nın altında bir gelire sahip olanların oranı ise

54 UNDP, s.292.

2003 yılı itibariyle Türkiye’de %26’dır. Bu oran AB ortalaması(% 16) ile karşılaştırıldığında bir hayli yüksektir. Bu haliyleTürkiye AB üyesi ve aday ülkeler arasında en yüksek yoksullukriskine sahip ülke durumundadır.

Seçilmiş AB Üyesi ve Aday Ülkelerde Yoksulluk Eşitsizlikİlişkisi

Kaynak: Applica, Network on Social Inclusion and IncomeDistrıbution Final Report. European Observatory on the SocialSituation Contract No: VC/2004/0462 Brussels, 2005,s. 117ç

Diğer gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de deyoksulluk riski kırsal kesimde kentsel kesime oranla dahayüksektir. Yoksulluk riski kentlerde %16, kırsal kesimde %40’lar düzeyindedir. Kırsal yoksulluğu tarım sektörüylebirlikte değerlendirmek gerekir. Çünkü yoksulluğun sektöreldağılımına da bakıldığında benzer tablo ortaya çıkmaktadır.Tarım kesiminde yoksulluk riski oranı %41, sanayi sektöründe%15.6 ve hizmet sektöründe ise %12’dir.

Kırsal yoksulluğun gerisinde ise birçok sebep bulunmaklabirlikte küreselleşme ve uygulanan neo-liberal uyumpolitikaların bu süreci daha da hızlandırdığı görülebilir. 1980sonrası uygulanan yapısal uyum politikaları sonucunda ithalattagümrük vergileri ve fonlar indirilirken, tarıma yönelikdestekler azaltılmıştır. Birçok ülkeden yüksek orandasübvansiyonlu, ucuz tarım ürünleri ithal edilmeye başlanması

sonucunda gelişmiş ülkeler düzeyinde desteklenmeyen tarımsektörü, artan haksız dış rekabet ile karşı karşıyakalmıştır55. Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası gibikuruluşların dayatmaları sonucunda destekleme kapsamındakitarım ürünü sayısı azaltılırken, destekleme fiyatlarınınbelirlenmesinde dünya fiyatlarının baz alınmaya başlanmasıyoksullaşma sürecinde etkili olmuştur. İthalatta kotauygulamasının terk edilmesine karşılık, tarım ürünlerininüretim ve ihracatına yönelik bazı kısıtlamalara gidilmiştir56.Tarımsal destekleme politikalarında radikal bir değişikliğegidilmiş, mevcut destekleme politikaları ortadan kaldırılarak“doğrudan gelir desteği” sistemine geçilmiştir. Dolayısıyla,çiftçilere verilen kredi ve girdi sübvansiyonlar aşama aşamakaldırılmaya başlanmıştır. Sözde küçük yoksul çiftçiyi korumahedefi taşıyan bu sistem tam tersine büyük çitçileridestekleme, mülksüzleşme ve daha da yoksullaşma süreciniberaberinde getirmiştir.

Diğer taraftan Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası’naverilen niyet mektuplarında, tarımsal reform programını,devletin tarımsal üretim ve tarımsal sanayide doğrudan bir rolalmaktan çekilmesini, sektördeki devlet varlıklarınınticarileştirilmesini ve özelleştirilmesini içermektedir. Buyaklaşım sonucunda Türkiye kırsal kesimde sadeceyoksullaşmamış, tarımda kendine yeter bir ülke olmaktan çıkmış,bütünüyle uluslararası sermayenin denetimi altına girmiştir57.Kırsal kesimde yaşanan bu yoksulluğun, kırsal kesimin dahahızlı bir biçimde çözülme yaşanacağı ve göçlerle birlikte buyoksul bireylerin daha da kötü koşullarda kentleretaşınacağında ise hiç kuşku yoktur. Örneğin, 2004 yılından 2005yılına bir yıl gibi kısa bir sürede tarım sektöründe istihdamedilen işgücü sayısının 1 milyon kişi azalması ve tarımistihdamının % 35’den % 29,5’e gerilemesi daha da ciddi birkentsel yoksulluk sorunun beraberinde geleceğine ilişkin ilkişaret olarak değerlendirilebilir.

55 Yaşar Uysal, Bölüşüm İlişkileri ve Bu İlişkilerin Düzenlenmesinde Etkili Olabilecek İktisat Politikalarının Değerlendirilmesi. D.E.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, İzmir, 1997, s.201.56 Uysal, s.206-209.57 Necdet Oral, “Tarımda Cumhuriyet Masalları”, http://www.antimai.org/bs/noralcum.htm (25.10.2005).

Türkiye’de yoksulluğun cinsiyet, yaş, aile biçimi veeğitim düzeyi bakımından da dikkat çeken özelliklerine dedeğinmek gerekir. Yoksulluk riski oranları toplumsal cinsiyetbakımından büyük bir farklılık göstermemektedir. Kadınyoksulluk riski oranı %26, erkek yoksulluk riski oranı ise%25’dir. Çoğu ülkede yoksulluğun kadınlarda erkeklere oranladaha yüksek bir oranda görülmesine rağmen Türkiye’de böylesibir durumun söz konusu olmaması büyük olasılıkla yapılanhesaplamadan kaynaklanmaktadır. Çünkü Türkiye’de, kadınınistihdama katılım oranının düşüklüğü, ücretsiz aileçalışanlarının büyük bir kısmının kadınlardan oluşması, eğitimve nitelik düzeylerinin düşük düzeyde kalması gibi unsurlardikkate alındığında kadın yoksulluk oranının erkeklere oranlaçok daha yüksek olması beklenmektedir.

Yoksulluk riskinin en yüksek olduğu yaş grubu çocuklardır.Çocuk (0-15) yoksulluk oranı %34, genç (16-24) yoksulluk oranı%26, 25-49 yaş grubu için %21, 50-64 yaş grubu için %17,yaşlılar (65+) arasında ise %21’dir. Toplam yoksulların %41’içocuk, geriye kalan %59’u ise 16 yaş üstüdür. AB’de toplamyoksulların %23’nün çocuk olduğu göz önüne alındığında çocukyoksulluğunun Türkiye için çok daha önemli bir sorun olduğudaha iyi anlaşılacaktır. Bununla birlikte Türkiye’deki yaşlıyoksulluk oranının AB yaşlı yoksulluk oranı olan %18’e yakın vehatta bazı üye ülkelerden (İngiltere-%24) bile düşük olması iseşaşırtıcıdır58.

Yoksulluk hanehalkı tipine göre değerlendirildiğinde, ikiyetişkin ile üç ve daha fazla çocuklu olan ailelerde % 42 ileyoksulluk riski en yüksek düzeydedir. Daha sonra, % 36 oranıylaçocuklu, tek ebeveynli aileler gelmektedir. Yoksulluk riski endüşük olanlar ise %8 ile iki yetişkinin yaşadığı çocuksuzailelerdir. Toplam yoksulların %93’ü çocuklu ailelerdir.

Her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de eğitim düzeyiyükseldikçe yoksulluk oranları düşmektedir. Okuryazarolmayanlar arasında yoksulluk oranı %40 iken, okuma yazma bilipokul bitirmemiş kişiler arasında % 34, ilkokul mezunlarında

58 European Commission, Joint Report on Social Protection and Social Inclusion 2006. Office for Offical Publications of the European Communities, Luxembourg, 2006, s. 156.

%24, ortaokul mezunlarında %17, lise mezunlarında %8 veyüksekokul mezunlarında ise %2’dir.

Birçok ülkede gelirin yeniden dağıtımında etkili olansosyal transferlerin Türkiye’de yoksulluk riskininazaltılmasında çok sınırlı bir etkiye sahip olduğugörülmektedir. Özellikle AB’de sosyal transferler öncesi vesonrası yoksulluk riski oranları arasında ciddi farklarbulunmaktadır. AB’de emeklilik de dâhil tüm sosyal transferleröncesi %42 olan yoksulluk oranı transferler sonrası yirmi altıpuan birden gerileyerek %16’ya düşerken Türkiye’de transferleröncesi %30 olan yoksulluk riski sosyal transferler sonrasısadece dört puan gerileyerek % 26 olmaktadır. Dolayısıyla buTürkiye’de yoksullukla mücadelede sosyal hizmet ve yardımlarınne derece yetersiz kaldığını açıkça göstermektedir.

Türkiye’de görünen işsizlik yaklaşık %10’lar düzeyindeolup, bu işsizlerin yaklaşık yarısı (%47.4) uzun süreliişsizdir. Kuşkusuz yoksulluk ile işsizlik arasında doğrusal birilişki vardır. Gerçekten Türkiye’de işsizler arasında yoksullukoranı %27’dir. Bu oranın AB’de %40’lar düzeyinde olduğu gözönüne alındığında, bir hayli dikkat çekici bir oranadönüşmektedir.

Yoksulluğu işgücü piyasası bağlamında değerlendirdiğimizdeönemli sonuçlara ulaşmamız mümkündür. Yoksulluk bireylerinistihdam statüsüne göre değerlendirildiğinde, en yüksekyoksulluk oranının %39 ile ücretsiz aile çalışanları arasındaolduğu görülmektedir. Bunu %37.5 ile yevmiyeli çalışanlar ve %30 ile kendi hesabına çalışanlar izlemektedir. Ücretli vemaaşlı çalışanlar arasında yoksulluk oranı %10, işverenlerarasında ise %7’dir. İşsizler arasında yoksulluk oranı %27 ikenekonomik açıdan aktif olmayanlar arasında ise %21’dir.

Türkiye’de Yoksulluğun İstihdamın İştekiDurumuna Göre Dağılımı

Kaynak: TÜİK, Yoksulluk Çalışması Sonuçları 2004, Ankara,2006.

Yoksulluğun istihdam ile ilişkisi daha ayrıntılı birbiçimde incelendiğinde toplam çalışanlar arasında yoksulluğun%23 gibi ciddi boyutlarda olduğu dikkat çeker. Ayrıca toplamyoksulların büyük kısmını çalışan yoksullar oluşturmaktadır.Dünya Bankası Raporuna göre, Türkiye’de toplam yoksullarınyaklaşık %53’ü çalışıyor olmalarına rağmen yoksul iken, % 47’siçalışmayan yoksullardan oluşmaktadır. Türkiye genelinde çalışanyoksullar, ağırlıklı olarak (yaklaşık %70) ücretsiz aileişçileri ve kendi hesabına çalışanlardan oluşurken, kentlerdeçalışan yoksulların dörtte üçü (%74’ü) bağımlı çalışanlardan, %25’i ise kendi hesabına çalışanlar ile ücretsiz aileişçilerinden oluşmaktadır59.

İstihdam Statüsüne Göre Yoksulluğun Dağılımı

İstihdamStatüsü

Türkiye Kır Kent

Toplam 100 63 37Çalışmayanlar 47 35 65İşsizler 15 17 13Öğrenciler 23 19 25Ev Kadınları 47 42 50Engelliler 1 2 1Hastalar 3 3 1Yaşlılar 8 11 4Çalışanlar 53 65 35Ücretliler 14 7 37Yevmiyeliler 15 9 37

59 World Bank, Turkey Joint Poverty Assesment Report, Vol:1, Report No:29619-TU, August 8, 2005, s.189-190.

İşverenler 0.5 0.3 1Kendi HesabınaÇal.

25 28 18

Ücretsiz AileÇalışanı

44 55 7

Kaynak: World Bank, Turkey Joint Poverty Assesment Report,Vol:1, Report No:29619-TU, August 8, 2005, s.190.

Kentlerde ortaya çıkan bu yapı özellikle küreselleşme,düşük ücretler ve enformel istihdam ile açıklanabilir.Küreselleşme sürecinde uluslararası piyasalarla eklemlenmesürecine giren Türkiye, bir yandan uluslararası işbölümündeemek yoğun nitelikli ürünlere yönelirken, diğer yandan aynıürünleri üreten diğer gelişmekte olan ülkelerin fiyat rekabetiile karşı karşıya kalmış, rekabet üstünlüğü sağlayabilmek içinözellikle ücretler baskı altında tutulmuş, taşeronlaşma veenformel istihdam hızla yayılmıştır60. Aşağıdaki çizimde degörülebileceği gibi, Türkiye’de özellikle asgari ücretler,formel sektördeki vasıfsız işgücü ücretleri ile enformelsektörün sağladığı gelirler yoksulluk sınırının altındakalmaktadır. Özellikle enformel sektördeki ücretlerin çok düşükkalması ve buna rağmen tarım dışı sektörde istihdam edilenlerinyaklaşık %27’sinin enformel sektörde çalışması61, çalışanyoksulların artışını açıklamada önemli ipuçları vermektedir.Türkiye’de sosyal tabakalaşmaya ilişkin olarak yapılmış biraraştırmada, yoksulluktan en çok etkilenen kesimin niteliksizişgücü olduğu ve Türkiye’deki toplam yoksulların %34’nün bugrupta yer aldığı ortaya konulmuştur62.

Türkiye’de Ücretler ve Yoksulluk Eşiği (2004)

60 Temiz, s. 206.61 Seyfettin Gürsel vd., Türkiye’de İşgücü Piyasasının Kurumsal Yapısı ve İşsizlik. TÜSİAD Yayını, İstanbul, 2004, s. 47.62 Ercan Dansuk-Mehmet Özmen-Güzin Erdoğan, “Türkiye’de Sosyal Tabakalaşma”,9. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi, ODTÜ, 7-9 Aralık 2005, Ankara.

Kaynak: TÜİK, Yoksulluk Çalışması Sonuçları 2003, Ankara, 2005.- Seyfettin Gürsel vd., Türkiye’de İşgücü Piyasasının KurumsalYapısı ve İşsizlik. TÜSİAD Yayını, İstanbul, 2004, s. 47.

Dünya Bankası Raporuna göre, Türkiye’de yoksulluğunistihdam biçimi ile olan ilişkisi incelendiğinde, sürekli vedüzenli bir istihdam biçimine sahip olan kişiler, düzensizistihdam edilenlere göre daha düşük yoksulluk riskine sahiptir.Sürekli istihdam edilenlerin yoksulluk riski oranı %12 iken,geçici ve belirli süreli hizmet akdiyle çalışanlar arasında%30, düzensiz bir şekilde çalışanlar arasında ise % 44’dür.

Türkiye’de İstihdam Biçimine Göre Yoksulluk Riski Oranları

(%) Kaynak: World Bank, s. 94.

Dünya Bankası raporunda dikkat çeken bir başka önemlinokta, araştırmaya katılan çalışanlar arasında yoksullukriskinin sendikasız çalışanlar arasında sendikalı çalışanlaraoranla daha yüksek oluşudur. Buna göre sendikalı çalışanlardayoksulluk riski %7 iken sendikasız çalışanlarda %20 olarakhesaplanmıştır. Hatta sendikasız işçiler arasındaki yoksullukoranının daha bile yüksek çıkabileceği belirtilmiştir.

Türkiye’de Sendikalılık Durumuna Göre Yoksulluk RiskiOranları (%)

Kaynak: World Bank, s. 95

Bununla birlikte, işyeri ve işletmenin sahipliği ve yasalstatüsü de çalışanlar için yoksulluk riskini belirleyen önemlibir etkendir. Buna göre, işyerinin kamu veya özel sektörişletmesi olması önemli bir değişkendir. Özel sektördeçalışanlar arasında yoksulluk riski %27.8, kamu çalışanlarıarasında %9.6, kamu işletmelerinde çalışanlar arasında ise %5.3 olarak tespit edilmiştir. Ayrıca özel sektörde çalışılanişletmenin şirket yapısı da önem taşımaktadır. Kişiselişletmeler ile adi ortaklık veya kolektif işletme gibi görecedaha küçük ölçekli işletmelerde çalışanlar arasında yoksullukyüksek iken, işletme yapısı büyüdükçe yoksulluk oranı dadüşmektedir63.

Türkiye’de İşyeri ve İşletmenin Sahipliği ve Yasal StatüsüneGöre Yoksulluk Riski Oranları (%)

Kaynak: World Bank, s. 96-98.

63 World Bank, s. 94-96.

Sonuç olarak çalışan yoksulların ortaya çıkışında enformelsektörün ciddi bir etkisi olduğu açıkça görülmektedir. Formelile enformelin çoğu zaman iç içe geçtiği ve arasındaki ayırımıngiderek belirsizleştiği bir ortamda enformel çalışma ileyoksulluk arasındaki ilişkiyi somutlaştırmakta güçleşmektedir.Ayrıca, elimizde formel ve enformel ayırıma dayalı yoksullukverileri bulunmamaktadır. Burada ifade edilen, yevmiyeliçalışma, geçici çalışma, düzensiz çalışma ve belirli sürelihizmet akitleriyle çalışma gibi biçimlerin hepsi, büyük ölçüdeesnek ve enformel istihdamı çağrıştırmaktadır. Kendi hesabınaçalışmanın büyük bir kısmının da enformel nitelikte olduğusöylenebilir. Ayrıca enformel küçük ölçekli işletmelerde vekişi şirketi veya adi şirket niteliğindeki çoğu işletmeninenformel nitelikte olması varsayımından hareketle bu iki süreçarasında ilişki kurulabilir. Dolayısıyla bu varsayımdanhareketle yoksulluğun enformel çalışma alanlarında daha yüksekoranlarda seyrettiği sonucuna ulaşılabilir.

Bugün yoksulluk kentlerde, işsizlik, enformel istihdam veenformel yaşam (gecekondulaşma) biçimleri ile birleşerek sosyaldışlanma süreçlerini de harekete geçiren daha ciddi bir sorunolarak görülmektedir. Bu nedenle Türkiye’de sosyal dışlanmaanalizlerinde sadece enformel istihdam alanları değil özellikleenformel yaşam alanlarına da vurgu yapmak gerekir. Bu bağlamdaüzerinde durulması gereken enformel bir yaşam biçimi olarakgecekondular ve gecekondu mahallelerinde ortaya çıkandönüşümdür. 1980 öncesi dönemde büyük kentlere göç sürecininyarattığı masum bir barınma ihtiyacının sonucu olarak ortayaçıkan gecekondular, uzun süre siyasal iktidarların desteği ilegörmezden gelinerek giderek yayılmış, büyük kentlerin etrafınıbir ağ gibi sarmıştır. Gecekondular, erken dönem göç sürecindeetnik ve sınıfsal dayanışma örüntüleri ve hemşerilik ağlarınınkatkısıyla göç edenlerin yoksulluğa düşmesini engelleyenmekanizmalar olarak görülmüştür. Bu enformel barınmaolanakları, şehre yeni göç eden bireylerin en azından barınmagereksinmelerini karşılayarak uzun süre yoksulluk kaygılarınaengel olmuştur64. Bu enformel yaşam alanları, yoksulluklamücadelede kendi enformel mücadele araçlarını getirmiştir.64 Harun Önder-Fikret Şenses, “Türkiye’de Yoksulluk ve Yoksulluk Düşüncesi.”, http://dusuncekahvesi.googlepages.com/tr.de.yoksulluk.onder-senses.pdf (15.10.2006), s.10.

Enformel ulaşım (dolmuş), enformel eğitim (kuran kursları),enformel sağlık (seyyar iğneci, tansiyon ölçücü, sağlık ofisigibi), enformel sosyal güvenlik (aile, akraba, hemşeri gibi)gibi hizmetler ortaya çıkmıştır.

Ancak 1980 sonrası ekonomik yapıda dönüşüm ve devletinrolündeki değişimle beraber gecekondulaşma, kente öncegelenlerin enformel ilişki ağları yardımıyla bir servet edinmeve sınıf atlama aracı haline gelmiştir. Zaman içindegecekondulaşma, kendi hiyararşik ilişkilerini oluşturarakönceden gelenlerin yoksulluklarını sonradan gelenleredevrettiği ve sonradan gelenlerin ise devredilemez ve kolaykolay içinden çıkılamaz bir sosyal dışlanma sürecine itildiğiyapılara dönüşmüştür65. Bu gelişmelerin neticesinde yenigöçmenler, gecekondu mahallelerinde kiracı olarak kentleşmesürecini çok daha zor yaşamaya başlamışlardır66. Dolayısıylauzun süre yoksulluğun Türkiye’de gözle görünür hale gelmesiniengelleyen mekanizmalar olarak enformel istihdam ve enformelbarınma ve yaşam imkanları, içinden çıkılmaz bir hal alarakyeni yoksulluğun temel görünümleri haline dönüşmüşlerdir.

Tüm toplumlarda barınmanın yanı sıra sosyal dışlanmasüreçlerinin yaşandığı en önemli toplumsal hak ve hizmetalanları, eğitim, sağlık ve sosyal güvenliktir. Eğitimtoplumsal bütünleşmeyi sağlayan bir süreç olduğu gibi bireyingelecekte toplumdaki yerini belirleyen en önemli unsurdur.Bununla birlikte eğitim sürecine katılımda fırsat eşitliğiningerçekleşmediği durumlarda eğitim dışlanmanın temel kaynağıdır.Çocukluk döneminde eğitim hakkından dışlanmış bireyler,gittikçe artan biçimde yaşamının ileriki aşamalarında diğerdışlanma biçimleriyle karşılaşırlar. Bu nedenle gelişmişülkelerde çocuk yoksulluğu ve eğitim fırsatlarında yoksunluksosyal dışlanma çalışmalarının en önemli boyutunuoluşturmaktadır. Sosyal dışlananın eğitim boyutudeğerlendirilirken genellikle, insani gelişmenin de temelölçütleri sayılan okuma yazma oranı, okullaşma oranı, eğitimharcamaları ve okulu terk etme oranları dikkate alınır.

65 Oğuz Işık-Melih Pınarcıoğlu, Nöbetleşe Yoksulluk. İletişim Yayınları, İstanbul, 2001. 66 Ayşe Buğra-Çağlar Keyder, Yeni Yoksulluk ve Türkiye’nin Değişen Refah Rejimi. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı İçin Hazırlanan Proje Raporu.Ankara, 2003, s. 23.

Türkiye’de eğitime erişim konusunda hala ciddi sorunlarbulunmaktadır. Okuma yazma bilmeyenlerin oranı yaklaşık %13 iledünya üzerindeki birçok gelişmekte olan ülkenin gerisindedir.Ayrıca genç nüfus içinde okuma yazma bilmeyenlerin oranıyaklaşık %4 düzeyinde olup bu oranda bir hayli yüksektir.2000/01 yılında ilköğretimde net okullaşma oranı %95.3 iken2004/05 yılında % 89.6’ya gerilemiş olması ise dikkatçekicidir. Kız çocukları için ilkokul okullaşma oranının %86.6olması ise halen ilkokul yaşına gelmiş kız çocuklarının %15’ninen temel eğitim hakkından bile dışlanmakta olduğunungöstergesidir. Ortaöğretimde net okullaşma oranı % 55 olarakbelirlenmiştir, yüksek öğretimde ise net okullaşma oranının%16.6 olduğu görülmektedir67. Kız çocuklarının temel eğitimhakkından bile dışlanmış olmalarının temel gerekçesi büyükölçüde ailenin yoksulluğudur. Yoksulluk nedeniyle özellikle kızçocukları ya bir an önce aile gelirine katkı sağlamak içinçalıştırılmakta ya da aileye yükü bir an önce azaltılması içinerken yaşta evlendirilmektedirler. Ayrıca eğitim masraflarınınyüksek olması, aile büyüklerinin eğitimi önemsememesi, hattakız çocuğunun nüfus kaydının dahi olmaması ve bazı bölgelerdekiyatılı okulların kapasitelerinin dengesiz dağılımı bunda etkiliolmaktadır. İlkokuldan sonra okulu terk edenlerin oranıerkeklerde % 10.5, kızlarda % 19 ve Türkiye genelinde ise %14’tür.

Toplam eğitim harcamalarının GSYH içindeki payı 2002-04yılı ortalaması %3.7’dir ve OECD ülkelerinin çoğunun gerisindekalmaktadır68. Bununla birlikte Türkiye’de eğitime harcanankaynakların önemli bir kısmını kamunun yanı sıra özel kaynaklaroluşturmaktadır69. Bu durumda eğitim harcamalarının GSYHiçindeki payı artmaktadır. Hatta eğitimde özel harcamalarınpayı OECD ülkeleri ortalamasının bir hayli üstündegerçekleşmektedir. Eğitimde kamu payı düşük iken özel kesimpayının artması ve giderek piyasa ilişkileri içine çekilmesitoplumdaki eşitsizliklerin daha da artmasına neden olmaktadır.Bu bağlamda devletin ücretsiz ve zorunlu temel eğitim ilefırsat eşitliği sağlama düşüncesi büyük ölçüde işlevsizkalmakta ve teoriden öteye gidememektedir.

67 TÜİK, Türkiye İstatistik Yıllığı 2005, Ankara, 2006, s.109.68 UNDP, s.319-320.69 TÜİK, Türkiye İstatistik Yıllığı 2005, s.117.

Sağlıklı olmak, hem toplumsal gelişim hem de bireyingelişimi ve topluma katılımı açısından önemli bir unsurdur. Bunedenle sağlık bakımı ve korunması en önemli toplumsal haklarınbaşında gelmektedir. Sağlık ve yoksulluk arasında karşılıklıbir neden sonuç ilişkisinden söz edilebilir. Sağlık sorunlarıolan kişilerin yoksulluk riski yüksek olduğu gibi, yoksullarınsağlık sorunları ile karşılaşma olasılığı daha yüksektir. Bunedenle sağlık, sosyal dışlanma yaklaşımının önemli birunsurudur. Sağlık hizmetlerine erişim düzeyi, doğuştan yaşambeklentisi, bebek ölüm oranları, bulaşıcı hastalıklarınyaygınlığı, kişi başına düşen hekim sayısı, sağlıkharcamalarının düzeyi gibi birçok değişken sağlık hakkının nedüzeyde gerçekleştiğinin göstergeleridir.

Türkiye’de doğuştan yaşam beklentisi, ortalama 68.6,kadınlarda 71.2, erkeklerde ise 66.6 yıl olarak hesaplamıştır.AB ortalaması kadınlarda 75.1, erkeklerde ise 81.2’dir. TürkiyeAB üyesi ülkelerin hepsinin gerisinde kalmıştır. Bebek ölümoranı binde 28’dir. Türkiye’de en alt % 20’lik gelir grubundabebek ölüm oranları binde 43’e kadar çıkmaktadır. OECDülkelerinde bebek ölüm oranları binde 10, orta gelirliülkelerde ise ortalama binde 27’dir.

Toplam sağlık harcamalarının GSYH içindeki payınabaktığımızda, kamunun payı %5.4, özel kesim payı ise % 2.2düzeyindedir. Kamunun payının çoğu AB üyesi ülkenin gerisindekalırken, özel kesimin payı tam tersine çoğu ülkeden dahafazladır70. Bu bağlamda eğitim alanındakine benzer biçimdehızlı bir piyasalaşma söz konusudur.

Türkiye’de bin hastaya 135 doktor düşmektedir. Bu oran,gelişmiş ülkelerde 200 ile 400 arasında değişmektedir. AncakTürkiye’de sağlığa ilişkin değerlendirmeler sorunun sağlıkpersoneli yetersizliği ile sınırlı olmadığı yönündedir.

Türkiye’de genel sağlık sigortası uygulamasına geçiş ilebirlikte sağlık hizmetlerine herkesin eşit düzeydeerişebileceği öne sürülmektedir. Ancak sağlık hizmetlerineerişim kadar sunulan hizmetten hangi ölçüde ve hangi nitelikteyararlanılacağı daha önemlidir. Bu durumda sunulan hizmetin

70 UNDP, s.301-302.

niteliğini nesnel olarak değerlendirilebilecek ve ölçebilecekgöstergelere gereksinim olacaktır.

Eğitim ve sağlık hizmetlerine erişebilmek, maalesef iyibir hizmet alınacağı anlamına gelmemektedir. Türkiye’de buhizmetlerin niteliği konusunda ciddi sorunlar yaşanmaktadır.Genel olarak bakıldığında hem eğitim hem de sağlıkhizmetlerinin kalitesi ciddi ölçüde düşüktür. Okullardaki sınıfmevcutlarının fazlalığı, eğitim araç ve gereçlerindekieksiklikler, öğretmenlerin dengesiz dağılımı, müfredatınyetersizliği gibi birçok sorun eğitimin niteliğinietkilemektedir. Benzer biçimde sağlık birimlerinde yetersizpersonel donanım eksikliği nedeniyle kalite sorunlarıyaşanmaktadır.

IV. Yoksulluk ve Sosyal Dışlanmayla Mücadele

Yoksullukla mücadele son yıllarda, ulus devletlerin,küresel kurumların ve yerel girişimlerin sosyal gündemininbaşında yer almaya başladı. Tüm bu kuruluşlar yoksulluğungiderilmesi hedefinde birleşirken, bu hedefin nasılgerçekleştirileceği konusunda çok farklı fikirler ortayakonulmaktadır. Bu yaklaşımların bir kısmı ekonomik politikalarıönce çıkarırken bir kısmı sosyal politikalara vurgu yapmakta,bazıları ise ekonomik ve sosyal politikaların birlikte sonuçvereceğine inanmaktadır.

Yoksulluk ve sosyal dışlanmayla mücadelede ekonomikpolitikaları öne çıkaran yaklaşımlar, ekonomik büyümeye vurguyapmaktadır. Büyüme yanlı yaklaşımı benimseyen başta DünyaBankası olmak üzere uluslararası kuruluşlar, ekonomik büyümeninreçetesi olarak da neo-liberal politikaları öne sürmektedirler.Küreselleşmeci (neo-liberal) büyüme yaklaşımları, kısa vadedeyoksulluk oranlarında geçici bir atış söz konusu olsa da, ortave uzun vade de sürdürülebilir hızlı büyümenin toplumunortalama gelirinde bir artış yaratacağını ve buna bağlı olarakyoksulluk oranlarının azalacağını savunmaktadırlar. Kısaca“ulusal gelirin arttırılarak, istihdam artışı sağlayacağı,bunun da kişisel gelirleri artırarak yoksulluğun ortadankalkmasına yol açacağı” varsayımından hareket edilmektedir. Buvarsayım, yoksulluğu sadece makroekonomik değişkenlerin doğruidaresiyle ortadan kaldırılacak bir sorun olarak görmektedir.

Ancak, büyüme ve yoksulluk ilişkisi üzerine çeşitliülkeler için yapılan çalışmalar, büyümenin yoksulluğunazaltılması için ne kadar gerekli olsa da yeterli olmadığınıgöstermiştir71. OECD’nin bir raporunda ekonomik büyümeylegerçekte refahın artmış olmasına karşın, tüm OECD ülkelerindenüfusun önemli bir bölümünün çocukluk çağından yaşlılığa kadarolan dönemde yoksulluk ve dışlanma riskleri ile karşı karşıyakalmaya devam ettiği belirtilmiştir72. Dolayısıyla büyümeninyoksulluğa etkisi tartışmaları, yoksul yanlı büyüme (pro-poorgrowth) veya istihdam yanlı büyüme (pro-employment growth) gibiyaklaşımları gündeme getirmiştir.

Aynı 19. yüzyılda olduğu gibi günümüzde de neo-liberalbüyümeci yaklaşım yoksulluğu politik alanının dışına taşımayaçalışmaktadır73. Buna göre, büyüme yönlü yaklaşımlar kısavadede yoksullukla mücadeleyi devletin sorumluluk alanındançıkararak, sivil toplumun ve sermayenin vicdanına, lütfuna, iyiniyetine veya hayırseverliğine bırakmaktadır.

Bu yaklaşıma göre, yoksulluk ve dışlanmayla mücadele için,özel alanın genişletilmesi ve geleneksel cemaat ilişkileriningüçlendirilmesi gerekmektedir. Geleneksel kurumlar ve cemaatleriçinde hiyerarşik ilişkileri barındıran yapılardır. Böyle biryaklaşımda yoksul bireylerin hayatta kalabilmeleri içinhiyerarşik yapılara bağımlılıklarını geliştirmelerinden başkaçıkar yolları yoktur. Dolayısıyla böylesi bir stratejininhedefi yoksullukla mücadele etmenin ötesinde yoksulları veişsizleri sermayeye ve belirli güçlere daha minnettar ve dahafazla bağımlı kılmaktır. Bu gelişmenin bir diğer boyutunu isetarikat, cemaat gibi dinsel örgütlerin öne çıkmasıoluşturmaktadır74. Böylece, devletin boşalttığı veyadolduramadığı bir alanı bu tür örgütler ele geçirerek,toplumsal düzeni tehdit eder hale gelmektedir.

71 Şenses, s.263.72 OECD, Extending Opportunities: How Active Social Policy Can Benefit Us All.(Türkçe Özet), 2005, s.173 Yuncu, s.45.74 Yasemin Özdek, “Küresel Yoksulluk ve Küresel Şiddet Kıskacında İnsan Hakları”, Yoksulluk Şiddet ve İnsan Hakları içinde (ed. Y.Özdek), TODAİE İnsan Hakları Araştırma ve Derleme Merkezi Yayını, Ankara,2002, s.14.

Uluslararası kuruluşlarının, yardım programlarını resmikurumlar yoluyla dağıtmak yerine, sivil toplum kuruluşlarıaracılığıyla yapmaları bu düşüncenin bir sonucu olarakdeğerlendirilebilir. Bununla birlikte çok uluslu işletmelerinve uluslararası kuruluşların yerel sivil toplum örgütlerinikullanarak yürüttükleri yoksullukla mücadele söylemlerinin vekampanyalarının cilalı bir biçimde kamuoyuna sunulması, aslındaneo-liberal politikalara karşı oluşan tepkileri yumuşatmayayönelik girişimlerdir. Sosyal dışlanmış bireyleri, yüksekentelektüel katkılarla oluşturulan güvenlik ağları projeleri vesivil toplum örgütlerinin büyük sermaye çevrelerini de sosyalsorumluluk reklâmıyla dâhil ettikleri yardım kampanyaları ilekorumak ve bu sorunla mücadele etmek aslında neo-liberalyanılgıdan başka bir anlam ifade etmemektedir.

Çoğu ülke deneyimi büyüme ile istihdam arasındaki bağınkoptuğunu göstermektedir. İstihdam yaratmayan bir büyüme iseyoksullukla mücadelede etkili olamaz. Bu noktada istihdamınarttırılmasının yoksullukla mücadelede önemi ortayaçıkmaktadır. Onun için çoğu gelişmiş ülkede sosyal dışlanmaylamücadelede öncelikli hedef işgücü piyasaları olmaktadır. Çünküistihdamın arttırılması sosyal dışlanmaya karşı en iyikoruyucudur. Bu nedenle örneğin AB sosyal içermepolitikalarının büyük bir kısmını Avrupa İstihdam Stratejisiüzerine oturtmuştur. Ancak AB’de sosyal dışlanmayla mücadeledeöne çıkan işgücü piyasası politikaları büyük ölçüde neo-liberalyaklaşımlar içermektedir. Örneğin, aktif işgücü piyasasıdüzenlemeleri, özel sektörle işbirliği içinde kamu istihdamhizmetlerinin modernize edilmesi, girişimciliği geliştirmek veküçük-orta ölçekli işletmeleri yaygınlaştırmak, işgücüpiyasasında uyum sağlayabilirliği arttırmak yani esneklik vegüvence arasında sağlam bir denge oluşturmak, yaşam boyuöğrenme imkânlarını artırmak ve aktif yaşlanmayı geliştirmek,vergi ve sigorta primlerini düşürerek yatırımları teşvik etmekgibi. Bu yaklaşımların belki istihdamı arttıracağı ancak sosyaldışlanmanın önlenmesinde ne kadar etkili olacağı iseşüphelidir. Sosyal refahın merkezi olarak bilinen Avrupa’dabile istihdamı arttırmaya yönelik yaklaşımların liberaldeğerlere dayalı olarak biçimlendirilmesi sosyal devletingeleceği açısından kaygı vericidir.

İstihdam, yoksulluk ve dışlanmayla mücadelede en önemliaraçtır. Çünkü zenginliği yaratan, birikmesini ve yayılmasınıolası kılan çalışmaktır. Çalışma yoksulluk ve dışlanmadanonurlu biçimde kurtulmanın yoludur. Ancak her zaman ve herdurumda bu varsayım geçerli değildir. Çünkü çalıştığı halde çoksayıda insanın yoksulluk ve dışlanma riskiyle karşı karşıyaolduğu görülmektedir. Yaratılan istihdam eğreti, güvencesiz veinsan onuruna yakışmayan koşullara yol açıyorsa bu durumda birbaşarımdan söz edilemez. Bu nedenle yaratılan istihdamınniceliği kadar niteliği de önem taşımaktadır. Özellikle bunoktada UÇÖ, uygun iş yaklaşımını öne sürmektedir. Uygun iş,çalışanların çalışmaya ilişkin tüm haklarına atıfta bulunan,insan onuruna yakışır, verimliliği yüksek işlerin yaratılmasınavurgu yapan bir yaklaşımdır. Her ülke için uygun işler yaratmaköncelikli hedef olmalıdır. Ancak UÇÖ’nün bu yaklaşımı çokmuğlâk ve uygun işin nasıl yaratılacağı konusunda ülkeleresomut çözüm önerileri sunmadığı için yetersiz kalmaktadır.

Sosyal dışlanmayla mücadele de ortaya atılan bir başkaistihdama dayalı çözüm, kamu çalışma programlarıdır. Kamuçalışma programları (workfare), sosyal dışlanmış bireyleregeçici kamu işlerinde istihdam edilmeleri karşılığında birgelir sağlamayı amaçlar. Bir bakıma sosyal refah devletihizmetlerinden belirli bir çalışma yükümlülüğü karşılığı olarakyararlanılmasını ifade eder. Kamu çalışma programlarıkapsamında yaratılan işler genellikle toplumun yararına ve özelişletmelerin yerine getirmediği piyasa dışı işler olarakdüşünülmektedir. Aktif istihdam politikaları çerçevesindeyaratılan bu işler geçici olup, kısa süreli bir güvenlik ağıişlevini yerine getirmektedir. Ancak bu programlar, hemişsizlik hem de yoksulluk ve dışlanmaya karşı kalıcı çözümlerüretmekten uzaktır75. Ayrıca, uzun vadede altyapıyıgeliştirmeye yönelen kamu çalışma programları, emek-yoğunprojelerde, fiziksel olarak yorucu işlerde yoğunlaşmakta veağır çalışma koşullarını dayatmaktadır76. Dolayısıyla buprogramlar, ucuza ve düzensiz bir biçimde niteliksiz işgücününkamu eliyle istismar edilmesi anlamına gelecektir. Bir bakımakamunun yarattığı enformel işlerdir.

75 Recep Kapar, Sosyal Korumanın İşgücü Piyasasına Etkisi. Birleşik Metal İşYayını, İstanbul, 2005, s. 162-164.76 Özdek, s. 15.

Bu bağlamda kamunun hala yüksek bir istihdam yaratmakapasitesine sahip olduğu açıktır. Kamu geçici ve eğreti işleryaratmak yerine sürekli ve güvenceli işler yaratabilir. Bunedenle kamuda taşeronlaştırma ve özelleştirme uygulamalarındanvazgeçilerek, kamunun istihdam yaratma kapasitesi, düzenli veinsan onurun yakışır türde işler yaratacak biçimde daha daarttırılabilir. Özellikle çalışan ailelerin giderek daha fazlatalepte bulunduğu sosyal hizmetler alanında (çocuk bakımı,yaşlı ve engelli bakımı gibi) devletin daha fazla yer almasısomut bir politika önerisidir. Böylece devlet bu yolla hemgeniş çalışan kesimlere ucuza (hatta gerekirse bedava) hizmetsunmuş hem de işsiz bireylere istihdam imkânı yaratmışolacaktır.

Yoksulluk ve sosyal dışlanmayla mücadele de diğer biryaklaşım ise kamu düzenlemelerine ve sosyal politikalaraağırlık vermektedir. Ekonomik büyümenin istihdam yaratmamasıkarşısında piyasa mekanizmasının kendi başına sorunugiderebilmesini beklemek yerine piyasa dinamikleri tarafındandışlanmış kesimlerin sosyal politikalar aracılığıyla toplumadâhil edilmesi77 bu yaklaşımın özünü oluşturmaktadır.

Son yıllarda en çok tartışılan sosyal politika çözümü,yoksul kesimlere dönük güvenceli bir asgari gelir desteğininsağlanmasıdır. Asgari gelir desteği uygulaması, belirli birgelir düzeyinin altındaki bütün yurttaşlara, kamukaynaklarından düzenli olarak yapılan nakit transferleriiçermektedir. Bir bakıma negatif gelir vergisi olarakadlandırılmaktadır. Ancak burada önemli olan asgari gelirdesteğinin bir himmet (lütuf) değil, evrensel bir yurttaşlıkhakkına dönüştürülmesidir. Bunun yoksulluk sorununu çözmenin enözgürlükçü, insan onuru ve bireysel özerkliğin korunmasıaçısından en uygun, ekonomik açıdan etkinliği en az zedeleyenve bürokratik maliyeti en düşük yöntem olduğu savunulmaktadır.Bugün AB’ne üye ülkelerin çoğunda bu tür uygulamalar rastlamakmümkündür78.

77 Önder-Şenses, s.1178 Ilgın Erdem, Avrupa’da Asgari Gelir Uygulamaları. Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu Araştırma Raporu, İstanbul. Ayşe Buğra-Tolga Sınmazdemir, Yoksullukla Mücadelede İnsani ve Etkin Bir Yöntem: Nakit GelirDesteği. Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu Araştırma Raporu, İstanbul.

Bununla birlikte, “yoksul” kesimlere yönelik asgari gelirdesteği tek başına bir çözüm olamaz. Çünkü asgari gelir desteğibir toplumdaki mutlak yoksulluk sınırındaki insanları kurtarmayani bir anlamda açlık sınırındaki insanların sadece karnınıdoyurmaktan öte bir sonuç vermeyecektir. Belki mutlakyoksulluğu ortadan kaldıracak ama sosyal dışlanma sürecininkalıcılığına neden olabilecektir. Ayrıca bu tür yaklaşımlarınbir diğer olumsuz tarafı da dışlanmış bireyleri, birilerininvergileri üzerinden geçinen işe yaramaz kişiler halinedönüştürme ve değersizleştirme riskini beraberinde getirecekolma olasılığıdır. Onun için bu tür düzenlemeler geçici, sorunudeğil belirtilerini ortadan kaldırmaya yarayan yüzeyselçözümler olmanın ötesine geçemeyecektir.

Yoksullukla mücadelede en etkin sosyal politika aracısosyal güvenliğin yaygınlaştırılmasıdır. İstisnasız tümyurttaşların yararlanabileceği sosyal sigorta programlarınıngenişletilmesi ve genel bütçe gelirlerinden finanse edilenevrensel yardım ve hizmetlerin geliştirilmesi gerekir. Ancakburada temel sorun, sistemin hala büyük ölçüde çalışmaya bağlıolan ve çalışma karşılığı ödenen paylarla finanse edilensigortaların egemenliğinde olmasıdır. Bir diğer ifadeyleçalışma hakkı ile sosyal güvence arasında doğrudan bir bağ sözkonusudur. Değişen koşullar, esneklik ve enformalleşmekarşısında bu sistemin nasıl sürdürüleceği önemli bir tartışmanoktasını oluşturmaktadır. Bir taraftan giderek artan işsizlikve işlerin eğretileşmesi diğer taraftan aktif nüfusun azalmasıve artan yaşam umudu sistemin finansmanını derindenetkilemektedir. Bu noktada çözüm sosyal devletten vazgeçmek vesistemi bireyselleştirmek olmamalıdır. Giderek yaşlı nüfusunarttığı Avrupa ülkelerinde bu yaşlı nüfusa destek gereksiniminedeniyle çalışanlar üzerindeki yükün artması önemli birdezavantajdır. Ancak Türkiye gibi genç nüfusa sahip ülkelerdeciddi bir finansman sorunu yaşanacağı düşünülemez. Dolayısıyla,herkese yeterli düzeyde emeklilik gelirini garanti eden,insanlara makul bir düzeyde, emeklilik sonrası yaşamstandardını koruyan, kuşaklar arasında dayanışma ve adaletduygusu yaratan bir emeklilik sistemine erişimi sağlamakgerekir.

Bir diğer sosyal politika yaklaşımı, kamunun sosyal devletsorumluluğunu yeniden hatırlaması ve önceliklerini buna görebelirlemesidir. Diğer bir ifadeyle devletin eğitim ve sağlıkharcamalarını azaltma değil arttırmasıdır. Ancak burada dikkatedilmesi gereken iki nokta bulunmaktadır. Bunlardan birincisi,kamu harcamaları içinde eğitim ve sağlık harcamalarının artmasıher durumda yoksul kesimlerin bu hizmetlere erişiminin artmasıanlamına gelmemektedir. Dolayısıyla harcamaların büyük ölçüdeyoksulları kapsayacak şekilde dağıtılması önemlidir. İkinciolarak, kamu sağlık ve eğitim hizmetlerinin niceliği kadarniteliği de önem taşımaktadır. Bu nedenle nicelikle birlikteniteliğe değerlendirecek ölçütlere gereksinim olacaktır79. Bubağlamda eğitim ve sağlık hizmetlerinin bir hak düzeyindedeğerlendirilip bu konudaki temel gereksinmelerin insanlarıbürokratik cenderelere sokmadan, adil ve eşit bir şekilde,kaliteli hizmet verilerek çözülmesi gerekir. Ayrıca, buhizmetlerin piyasada alınıp satılan bir ürün olmaktan bir anönce çıkarılması gerekir.

Bununla birlikte son yıllarda giderek artan “aktif”sıfatı, sosyal politikaya da yakıştırılmıştır. Aktif işgücüpiyasası, aktif yaşlanma, aktif eğitim, aktif yaşam biçimlerigibi, aktif sosyal politikalar da gündeme gelmiştir. Liberalçevrelerin geliştirdiği, yoksullukla mücadele yaklaşımı olarak,aktif sosyal politikalar giderek daha fazla öne çıkmayabaşlamaktadır. Aktif sosyal politikalar, mevcut koşullarınneden olduğu sıkıntıları gidermekle sınırlı kalmayıp bireyleriniçinde geliştikleri koşulları değiştirmeye yönelik çabalarıkapsamaktadır. Geleneksel tepkisel ve telafi edici yaklaşımdanziyade toplumun kendine yeter, bağımsız üyeleri haline gelmepotansiyellerinin en üst düzeye çıkarılması amacıyla, insanayatırıma ağırlık verilmesi gerektiğini iddia etmektedir. Sosyalpolitikaların yaşam boyu devam eden bir perspektif içerisindeoturtulmasına ağırlık verir. Bu çerçevede çocukluk, çalışmaçağı ve yaşlılık dönemleri farklı yaklaşımlarla ele alınır.

Aktif sosyal politika yaklaşımına göre ilk olarak elealınması gereken dönem çocukluktur. “Çocuk yoksulluğuna sonverilmesi” belki de üzerinde durulması gereken en önemlikonuların başında gelmektedir. Bu konuda ortaya atılan çözümyolları ise çocukları korumaktan daha çok ebeveynlerinin işgücü

79 Şenses, s.235.

piyasasına katılımını teşvik eden yaklaşımlardır. Doğum yapankadınların istihdama katılımın geliştirilmesi (vergi ve sosyalyardımlarda aileye ikinci bir gelir getirenlerin caydırılmasınıönleyici düzenlemeler yapılması dahil), aile ve işsorumluluklarının bağdaştırılması (anaokulu, kreş gibi çocukbakımı olanakları, anne ve babalara izinler ve aile dostuişyerleri gibi çeşitli alanlar arasında eşgüdüm sağlama gibi)bunlardan en çok dikkat çekenleridir.

OECD’nin çalışma çağındaki nüfusa yönelik aktif sosyalpolitikaları ise işsizler ile kırılgan grupları kapsamaktadır.Bu yaklaşım örneğin AB’de “make work pay” politikalarıbiçiminde uygulanmaktadır. Amaç, kırılgan kesimleri (işsizler,engelliler gibi) sosyal yardımlara sürekli bağımlı kılmaktansaçalışma yaşamına geçişlerini teşvik ederek, çalışma yaşamıiçinde sosyal yardımlar alınması konusunda çaba harcamaktır.Örneğin çalışmayı daha kazançlı hale getirmek, düşükücretlilerin işini korumak ve kariyer perspektiflerinigeliştirmek amacına dönük politikalar bunlardan birkaçıdır.

OECD’nin, yaşam döngüsünün sonunda yer alan yaşlılaradönük aktif sosyal politika önerileri ise büyük ölçüde bu yaşgrubundakileri işgücü piyasasında daha uzun süre tutmayıhedeflemektedir. Yaşa bağlı emeklilik maliyetlerinin kamubütçeleri üzerindeki yükünün hafifletilmesi, daha uzun çalışmayaşamının teşvik edilmesi (erken emekli olma yollarını kapatma,kamu emekli maaşı almanın hak edildiği standart yaşı arttırma,işverenlerin yaşlı personel alma ve tutmasını teşvik etmegibi), yaşlılara yönelik uzun dönemli bakımın kalitesi veerişiminin iyileştirilmesi bu bağlamda öne çıkanyaklaşımlardır.

Aktif sosyal politika gündeminin, başarıyla uygulamayageçirilmesi, istihdam seviyesi ve kalitesini arttıracak,transfer ödemelerine bağımlılığı azaltacak ve fonksiyonel gelirdağılımını düzeltecektir denilmektedir. Bunun getirilerininuzak gelecekte, örneğin bugünün çocukları işgücü piyasasınagirdiği zaman ortaya çıkacağı ve ayrıca bu sosyal politikareformlarının iki yükle karşı karşıya olduğu da belirtmektedir.İlki, geçmişteki hataların bedelinin ödenmesi, ikincisi isegelecekte böyle hataların tekrarlanmamasını sağlamaktır80.

80 OECD, s.9

Yoksulluk ve özellikle de kırsal yoksullukla mücadele deortaya atılabilecek somut önerilerden biri ise sermayeninyeniden dağılımıdır. Bu bağlamda ilk akla gelen uygulamatoprak reformunun gerçekleştirilmesidir81. Toprak reformununyoksulların krediye erişimlerini arttırarak, toprakverimliliğinin, beşeri sermaye yatırımları yoluyla işgücüverimliliğinin, üretimin ve istihdamın artmasına ve kötübeslenme eğiliminin azalmasına katkıda bulunacağıbeklenmektedir82.

Son yıllarda yoksullukla mücadelede en çok tartışılanaraçlardan bir diğeri de mikro-kredi uygulamalarıdır. Mikro-kredi uygulamalarında öncelikli hedef kitle kadınlardır.Uygulamada yoksul kadınlara, hibe şeklindeki yardımlar yerineiş kurma imkânı için kredi sağlanması söz konusudur. Ancakprojenin ilk uygulandığı ülke olan Bangladeş’te bile yoksulluğuazaltma konusunda başarılı olduğu tartışmalıdır. Hatta bu türuygulamaların yoksulluğu azaltma yerine gelişmekte olanülkelerde zaten sorunun temelinde yer alan enformel sektörün vekendi hesabına çalışma biçimlerinin daha da yayılmasına nedenolabileceği ve hatta krediyi alan kişilerin borçlarını ödeyemezduruma geldiklerinde daha da ciddi yoksulluk riskiylekarşılaşabilecekleri göz ardı edilmektedir.

Yoksulluğun ve dışlanmanın bugün en önemli kaynağıenformel ekonomidir. Dolayısıyla izlenmesi gereken en somutyaklaşımlardan biri, enformel ekonomi ile mücadele olmalıdır.UÇÖ’ ye göre kamu sektörü ve büyük ölçekli firmalar azaldıkçaenformel ekonomi büyümektedir. Buna karşılık formel ekonomidekigelişme ekonomik büyümeyi de yaratmaktadır83. Bu bağlamdayapılması gereken, kamu sektörü başta olmak üzere formelkesimde iş imkanlarının arttırılmasıdır. Ancak enformel ekonomiile mücadele sadece devletin değil diğer ilgili taraflarındakatılımını gerektirir.

81 Jan Breman, “Social Exclusion in the Context of the Globalization”, Working Paper No.18, Policy Integration Departmant World Commission on the Social Dimension of Globalization International Labour Office, Geneva, May 2004, s.27.82 Şenses, s.228.83 ILO, World of Work, s.48.

Ayrıca yoksulluk ve sosyal dışlanmanın temelgerekçelerinin küresel olduğu düşünüldüğünde mücadelenin yereldüzlemden çok küresel boyutta sürdürülmesi gerekliliği ortayaçıkmaktadır. Bu konuda küresel düzeyde sürdürülen somut birörnek, “Yoksulluğa Karşı Küresel Eyleme Çağrı (Global Call toAction Against Poverty)” girişimidir. Diğer bir ifadeyle “beyazbant” girişimidir. Bu girişimin amacı yoksullukla mücadele içinküresel düzeyde bir hareket başlatmaktır. Ulusal veuluslararası düzeyde faaliyet gösteren binlerce sivil toplumörgütünün (sendikalar, sivil toplum örgütleri, dernekler gibi)katılımı ile oluşan bu ağ yoksulluğa karşı küresel düzeydeeylemler düzenlemektedir. Uluslararası Hür İşçi SendikalarıKonfederasyonun da dahil olduğu bu hareket, hem gelişmiş hem degelişmekte olan ülkelere yönelik bazı yaklaşımlarısavunmaktadır84. Bu ağ, gelişmiş ülke hükümetlerinden, ticariadalet, gelişmekte olan ülkelere yönelik daha fazla ve dahanitelikli yardım ve borç silme gibi taleplerde bulunmaktadır.Buna karşılık gelişmekte olan ülke hükümetlerinden isebeklentileri, iyi yönetişim, insan haklarına ve sendikalhaklara saygıdır.

Ancak gelişmiş ülke hükümetleri bunları yaparkengelişmekte olan ülkelerden kamu hizmetlerini özelleştirme,sosyal harcamaları kısma ve piyasalarını daha fazlaserbestleştirme gibi isteklerde bulunmadangerçekleştirmelidirler. Ticari adaletin gerçekleştirilmesiiçin, gelişmiş ülkeler bir an önce kendi tarıma yöneliksübvansiyonlarını durdurmalıdır. Her ülkenin kamu hizmetleribir hak olarak korunmalıdır. Eğitim, sağlık, su gibi temelhizmetler özelleştirmeye konu olmamalıdır. Ticari kurallaruluslararası çalışma standartlarını aşındırmamalıdır. Sendikalhaklar korunmalı, ücretlerin düşürülmesinin önüne geçilmelidir.Uluslararası Ticaret Örgütü temel çalışma standartlarınıtanımak zorundadır. Ulusal hükümetler, tüm işletmelere,tedarikçilere ve taşeronlardan temel işçi haklarını korumayıtalep etmelidir. Gelişmekte olan ülkelerin gıda güvenliğinisağlayacak biçimde tarım sektörleri korunmalıdır. Hayatiilaçlar satın alınabilir duruma getirilmek zorundadır. Şayet buamaçlar gerçekleştirilebilirse, 2015 yılında en azından mutlakyoksulluğa son verilebilir denilmektedir85.

84 http://www.whiteband.org/GlobalPages/AboutGcap/en85 http://www.whiteband.org/GlobalPages/AboutGcap/en

Sonuç

Yoksulluk ve sosyal dışlanmayla mücadele bütün dünyanın enönemli gündem maddelerinden bir haline gelmiştir. Çeşitlikesimler kendi düşünce yapılarına uygun olacak biçimde çözümönerileri ortaya koymaktadırlar. Bu çözüm önerilerinin çoğusonuca yöneliktir. Ancak hiçbir sorun doğru biçimdetanımlanmadığı ve nedenleri ortadan kaldırılmadığı sürecegerçek anlamda çözülemez. Sadece etkileri ve şiddetiazaltılabilir. Dolayısıyla, yoksulluk ve sosyal dışlanmaylamücadelede sorunun nasıl tanımlandığı ve nedenlerinin genelkabulü büyük önem taşımaktadır. Bununla birlikte sosyaldışlanmanın çok boyutlu doğası, tek boyutlu çözüm yollarınınişlemeyeceğini göstermektedir.

Sorunu sadece gelir boyutuyla ele almak ve ekonomipolitikası araçlarıyla çözümler üretmek genellikle sınırlı birçözümden öteye gitmeyecektir. Aslında ekonomik büyümeyoksullukla mücadele de önemli bir araçtır. Ancak ekonomikbüyümenin tek başına çözüm olamayacağı yönünde ciddi deneyimleryaşanmıştır. Dolayısıyla yoksullukla mücadelede ekonomipolitikası araçlarının yanı sıra sosyal politikalara dagereksinim giderek artmaktadır. Ayrıca çoğu ülke için önceliklihedef haline gelen ekonomik büyümenin de ancak yoksulluk vedışlanmayı azaltacak sosyal politikalarlagerçekleştirilebileceği unutulmamalıdır. Ekonomik büyüme vehakkaniyet birlikte gitmelidir. Devlet ekonomik büyüme ve gelirdağılımına özen göstermek, kamu mal ve hizmetlerini sağlamak veuygun bir ortam sağlamak zorundadır.

Yoksulluk ve sosyal dışlanmayla mücadelede gelir veçalışma hakkının güvence altına alınması, sendikal haklardadâhil olmak üzere yurttaşlık haklarının geliştirilmesi ilksırada yer almalıdır. Dışlanmışların seslerini duyurabilmelerihaklarının eylemli olarak tanınmasına bağlıdır. Temsiledilmeleri ve kararlara katılmaları gerekir. Haklara sahipolmaksızın ne kendi özel yaşamını sürdürme, ne de yoksulluktankurtulma olanağı vardır. İkinci olarak sosyal koruma ve bualanda devletin rolünde ısrar etmenin yenilikçi yollarınıbulmak gerekmektedir. Enformel dayanışma ağlarından ziyadeformel dayanışma (sosyal sigorta, sendika gibi) ağlarının

güçlendirilmesi, sosyal güvenliğin yaygınlaştırılması, devletinişlevlerinin arttırılması, devletin varlığını hissettirdiğiformel istihdam alanlarının arttırılması, dolayısıyla enformelistihdam ve yaşam biçimlerinin ortadan kaldırılması gereklidir.Üçüncü olarak yoksul ve dışlanmış bireylerin içindebulundukları durumun bilincine varmaları gereklidir.Yaşadıkları sorunun farkına varamadıkları sürece sesleriniduyurabilmeleri ve sorunu çözebilmeleri mümkün değildir.

Bununla birlikte sosyal dışlanma ile mücadele etmek vesosyal bütünleşmeyi sağlamak tek bir ülkeye ya da tek başınadavranan bir uluslararası örgüte bırakılmayacak kadar ciddi biruğraştır. Yoksulluk ve sosyal dışlanmayla mücadele dünyanınbütününü kaçınılmaz biçimde ilgilendirmektedir. Bu nedenlemücadele sadece yerel ve ulusal ölçekte değil, uluslararasıdüzlemde sürdürülmeli, az gelişmiş ülkelere yönelik yardımlarınbelirli çıkarlar karşılığında değil, karşılıksız biçimdearttırılmasını sağlayacak mekanizmalar geliştirilmelidir. Busadece yoksulluğun ortadan kaldırılması değil dünya barışınında sürdürülebilirliği açısından önemlidir. Bu çerçevede, dünyazenginliğinin hakça ve adil bir biçimde dağılımınıngerçekleştirilebilmesi için başta Uluslararası Çalışma Örgütüolmak üzere insani değerler taşıyan uluslararası örgütlerinyaptırım, yetki ve sorumluluklarının arttırılması yönündekiçabalara daha fazla gereksinim vardır.

ALİ GÜZEL - OTURUM BAŞKANIEvet Sayın Sapancalı’ya çok teşekkür ediyoruz ve tabii çokbaskı altında tuttuk. Aslında özgürlükleri tartıştığımız birortamda bu baskının olmaması gerekiyordu, fakat zaten çokkapsamlı hazırlandığı için haklı olarak burada sunmak istiyor.Ancak bu tür toplantılarda konuşmacının dilediğini sunması herzaman mümkün olmuyor, ama bu kongrenin bildirileri dahakapsamlı olarak kısa zamanda bir kitap halinde yayınlanacaktır,sizler de o kitapta daha ayrıntılı öğreneceksiniz ve zaten buplatformları sürekli gerçekleştirmemiz gerekiyor, daha çoksorunumuz var hepsini burada bir çırpıda dile getirmemiz çokzor, sabır isteyen bir çaba. Şimdi Sayın Erdut’a sözü verelim.

İŞGÜCÜ PİYASASINDA AYRIMCILIK

Prof. Dr. Tijen ERDUT*Giriş

Günümüzde işgücü piyasasında ayrımcılık evrensel bir sorunolarak önemini korumaktadır. Ayrımcılık türlerinden bir kısmıkaybolmaya yüz tutarken, pek çoğu en ilkel biçimiyle ya da yenibiçimlere bürünerek sürmektedir. Ayrımcılığın anlaşılması vetanımlanması giderek güç bir hal almaktadır.

İşgücü piyasasına katılım oranlarında ve işgücünün nitelikdüzeyindeki artışa veya işe ve mesleğe yönlendirmede kaydedilengelişmelere rağmen işgücü piyasasının bölünmesi sürekliliğinikorumaktadır. İşgücü piyasasının ırk, etnik köken, cinsiyetgibi bilinen bölünme biçimlerine yenileri eklenmektedir.Ayrımcılık, eşitsizliklere ve var olan eşitsizliklerinartmasına yol açmakta, sosyal dışlanma, yoksulluk, zorlaçalıştırma, çocuk çalışması ve giderek şiddet için temeloluşturmaktadır.

Bu çalışmada işgücü piyasasının yapısı ve dinamiklerinde

ayrımcılığa yol açan değişikliklerin değerlendirilmesiamaçlanmaktadır. Bunun için işgücü piyasasında ayrımcılığındeğer zinciri organizasyonundan kaynaklanan gerekçeleriaçıklanacak ve ayrımcılığın belirli görünümlerinedeğinilecektir. İşgücü piyasasında ayrımcılık sorunu Türkiyeaçısından da irdelenecek ve ayrımcılığın önlenmesine ilişkinçabalara yer verilecektir.

A. İşgücü Piyasasında Ayrımcılık Kavramı

1. Tanım

Günümüzde ekonomik, politik ve kültürel süreçlerdenkaynaklanan işgücü piyasasının yapısı ve dinamiklerindekideğişiklikler sosyal bölünme ve sosyal akıcılık modellerininyeniden tanımlanmasını gerektirmektedir. Çünkü budeğişiklikler, ayrımcılığın yeni görünümlerini üretmektedir86.86 * Dokuz Eylül Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, ÇalışmaEkonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü.

?) ILO.; Time For Equality At Work, International Labour Conference 91stSession 2003, Report I (B), International Labour Office, Geneva, 2003, s.

Bir yandan, işgücü üretim düzeyinde ve işyerinde toplucabirbirinden farklı kurallara tabi olarak çalışanlar ve farklıbölgelerde yerelleşebilen üretim sürecinin unsurları halinegetirilerek bölünmektedir. Diğer yandan, sınıf, endüstri,meslek ve işletmeye göre tanımlanan ekonomik kimliklere dayananakıcılıktan, cinsiyet, ırk, etnik köken, yaş, engellilik vecinsel tercih gibi kökleri işyeri dışında bulunan kimliklerçevresindeki akıcılığa doğru bir kayma meydana gelmektedir87.Tüm bu uygulamalar, uluslararası çapta, salt işletmelerarasında değil, özellikle işgücü piyasasında rekabet sorununukökten değiştirmektedir.

Yeni klasik ekonomi kuramına göre, işgücü piyasasındaayrımcılığın kısa süreli olması gerekmektedir. Çünkü maliyetiyüksektir ve etkin değildir88. Belirli gruplara karşıayrımcılık yapan işverenler, ayrımcılık yapmayan işverenlerlerekabet edemeyeceklerinden piyasadan dışlanacaktır89. Ancak,artan rekabetle birlikte ayrımcılığın sürdüğü görülmektedir.

İnsan sermayesi kuramına göre, iyi bir eğitim ve çeşitlibecerilere sahip olma ayrımcılıktan kaynaklanan dezavantajlıişgücü piyasası pozisyonlarının üstesinden gelinmesindeönemlidir. Buna göre, eğitim düzeyi ve işgücü piyasası deneyimiyetersiz olanlar verimliliklerinin düşük olması nedeniyle doğalolarak daha düşük ücret almaktadır. Bununla birlikte, pek çokülkede işgücü piyasasının cinsiyet, etnik köken, yaş veyasosyal bağlar boyunca bölünmüş yapısı, serbest piyasa güçleriile eğitim düzeyinde gruplar arasında sağlanacak eşitliğinsonucunda ayrımcılığın aşamalı olarak azalacağı öngörüsünemeydan okumaktadır90.

İşgücü piyasasının bölünmesi kuramında, yeni klasikekonomik kuram ve insan sermayesi kuramına evrensel bir piyasamekanizmasıyla işçilerin ve işlerin eşleştirilmesinde2.

87 ) Michael J. PIORE, Sean SAFFORD; “Changing regimes of workplacegovernance, shifting axes of social mobilization, and the challenge toindustrial relations theory,” Industrial Relations. Vol. 45, No. 3, July2006, s. 300.

88 ) Major G. COLEMAN; “Racial discrimination in the workplace: Does marketstructure make a difference?” Industrial Relations. Vol. 43, No. 3, July2004, s. 661.

89 ) ILO.; Time, s. 23. 90 ) A. k., s. 23.

karşılaşılan güçlükler nedeniyle karşı çıkılmaktadır. Kuramagöre, işler ve işgücü cinsiyet, ırk ve/veya etnik köken gibifaktörlere bağlı olarak katmanlara ayrılmaktadır. İşgücüpiyasasının katmanları arasında akıcılığı engelleyen son derecekatı sınırlar bulunmaktadır. Rekabet bu alanlar arasında değil,her bir alanın kendi içinde yaşanmaktadır91.

Günümüzde işletmeler arasındaki işlemler ve giderekişçilerin işletmelerle kurduğu iş ilişkisi önem kazanmaktadır.Ücretli statüsü işgücü piyasasının hangi bölümündeçalışıldığına, iş sözleşmesinin türüne, işin sürekliliğine,çalışanların köken ülkelerine (yurttaş ya da yabancı işçiolmalarına) ve formel veya enformel çalışmaya bağlı olarakbelirlenmektedir92. Böylece ücretli statüsü çevresel, yanikısmi süreli, belirli süreli, geçici ve eğreti istihdamıngelişimiyle katmanlara ayrılmaktadır. Atipik istihdamdaki artışbölünmüş yapıyı güçlendiren yeni biçimler arasında yeralmaktadır93.

Çeşitli işletme ve çalışan gruplarının katılımıyla oluşanküresel değer zincirlerinde işgücü piyasası tek ve en yaygınmübadele biçimi değildir. İşgücü piyasasının özelliklerindenfarklı piyasa dinamikleri serbest çalışmanın ya da ücretliçalışma benzeri çalışmanın çeşitli biçimleri üzerinde etkiliolmaktadır. Çalışanların çalışma koşulları üzerindekibelirleyiciliklerini sınırlayan bir dizi bağımlı ilişki içindeürün ya da hizmet sunduğu işgücü piyasası benzeri piyasalarortaya çıkmaktadır. Çalışanların, belirli özellikleri bir aracıtarafından verilen ürünlerin üretim ya da montajını yaptığıtaşeronlaştırılmış üretim ya da evde çalışma bu tip piyasalaraörnek oluşturmaktadır. Bu tür eğreti ve enformel istihdamdasosyal koruma bulunmamaktadır. Çalışanlar iş mevzuatınınkapsamı dışında kaldıklarından karşı karşıya oldukları ekonomikriskler artmaktadır94.

91 ) Margareta KREIMER; “Labour market segregation and the gender-baseddivision of labour,” European Journal of Women’s Studies. Vol. 11, No. 2,2004, s. 226.

92 ) Jargen HABERMAS; “Ulus-Devletin Ötesinde Mi?” (Çev: Kaan H. ÖKTEN),İktisat Dergisi. Nisan 1999, Sa. 388, s. 40.

93 ) KREIMER; s. 226. 94 ) James HEINTZ; “Globalization, economic policy and employment: Povertyand gender implications,” Employment Strategy Papers, No. 3, InternationalLabour Office, Geneva, 2006, s. 11.

İşgücü piyasasında iş fırsatlarına erişimin kontrolüneyeni aktörler katılmıştır. Bu aktörler özel istihdam büroları,özel ve kamu danışmanlığı ya da işe yerleştirme hizmetlerigören mesleksel rehberlik kurumlarından, özel taşeronlara vehat yöneticilerine kadar sıralanan geniş bir grupoluşturmaktadır. Aracı bürolar işgücü piyasasında adaletingüvenceye alınması ya da eşitsizlik ve ayrımcılığınsürdürülmesinde önemli bir rol oynamaktadır. İşe erişimdegüçlük çektiği düşünülen “risk grupları” kolayca yaşlarına,cinsiyetlerine, etnik kökenlerine, sağlık durumlarına, eğitimdüzeylerine, çocuklarının sayısına göresınıflandırılabilmektedir95. Belirli işletmelerin yaşlıişçileri ya da aile sorumlulukları olan işçileri işe almadakiisteksizliği, işe alma bürolarının bu özelliklere sahipadaylara iş önermemesine neden olabilmektedir. Ayrıca, adaylaraikamet yerleri hakkında soru sorulması kişileri sınıfları veırkları temelinde dışlayıcı bir izleme düzeni oluşturmaktadır.İkamet yeri hakkındaki sorular kişileri yoksulluk ya da etnikgrup temelinde ayırt etmenin ve dışlamanın aracı olarakkullanılabilmektedir96. Buna göre, işçiler salt sınıf, cinsiyetve etnik kökene göre değil, aynı zamanda yaşadıkları yere görede bölünmeye tabi tutulabilmektedir. Öyleyse, işgücü piyasasıalansal olarak da bölünebilmektedir97.

2. Unsurları

İşgücü piyasasında ayrımcılık, kişilere ırk, renk ya dacinsiyet gibi belirli özelliklerinden dolayı farklıdavranılmasına dayanırken fırsat eşitliği ve eşit işlemdenyoksun kalınmasına neden olmaktadır.

a. Fırsat Eşitliğinden Yoksun Kalma

Uluslararası Çalışma Örgütü (UÇÖ)’ne göre fırsat eşitliği,tam, verimli ve serbestçe seçilmiş istihdama erişmek içinayrımcılığa dayanmayan istihdam uygulamaları ve usulleri ile

95 ) HABERMAS; s. 40. 96 ) ILO.; Time, s. 24. 97 ) Harald BAUDER; “Culture in the labor market: segmentation theory andperspectives of place,” Progress in Human Geography. Vol. 25, No. 1, 2001,s. 40.

çeşitli grupların üyeleri arasında ya da cinsiyete dayalıolarak eşitlik sağlanması anlamına gelmektedir98.

Ayrımcılık, belirli gruplar için işgücü piyasasına girişteengel olarak ortaya çıkmakta ve fırsat eşitsizliğine nedenolmaktadır. Kişiler ırk, cinsiyet ya da din nedeniyle bir işegirmekten dışlanabilmekte ya da caydırılabilmektedir. Aynıengel, istihdamda kalmayı da güçleştirebilmektedir. Doğalolarak bir işe girişte ayrımcılıkla karşılaşan bireyler,dezavantajlı durumun yarattığı kısır döngü içinde işte deayrımcılığı yaşamaya devam etmektedir99.

Bu bağlamda, cinsiyete dayalı ayrımcılık genellikle sosyalve kültürel değerler gibi ekonomik olmayan ölçütleredayandırılmaktadır. Aile içindeki ilişkilerde korunan ataerkildeğerler işgücü piyasası ilişkilerine de yansıtılmaktadır.Kadınlar erkeklerle eşit koşullarda işgücü piyasasınaerişememektedir ve dolayısıyla işgücü piyasasında benzerfırsatlarına sahip değildir. Bir yandan, ataerkil normlar vetutumlar ebeveynlerin kız çocuklarının eğitimine ilişkin kararverme sürecini etkilemektedir. Diğer yandan, ailesorumlulukları nedeniyle işgücü piyasasına katılımlarınınkesintiye uğraması yeterli iş deneyimi kazanmalarınıengellemektedir100. Bu nedenle, kadın çalışanlar için işgücüpiyasasında fırsat eşitliği bulunmamaktadır.

Cinsiyete dayalı rollere ilişkin ataerkil normlarkadınların meslek seçimlerine de yansımaktadır. Meslekiayrımcılık kadınların ve erkeklerin ekonominin farklısektörlerinde çalışma eğilimi göstermesine ve aynı meslekgrubunda farklı pozisyonlarda olmasına neden olmaktadır101.Kısmi süreli, geçici işler ve diğer eğreti çalışma biçimlerininkadın meslekleri olarak anılmasının nedeni, kadınlarınçalışmasının belirli işlerde yoğunlaşmasıdır. Bir başkadeyişle, herhangi bir mesleğin yapısal olarak az veya çok esnek

98 ) Lessons learned gender equality in the labour market. Technical report,evaluation and data development strategic policy. Human ResourceDevelopment, Canada, October 2001.

99 ) ILO.; Time, s. 18. 100) Kanchana N. RUWANPURA; “Quality of women’s employment: A focus on theSouth,” Discussion Paper No. 151, International Institute For LabourStudies, 2004, s. 3.

101) ILO.; Time, s. 43.

olması önceden belirlenmiş bir durum değildir. Kadınmesleklerinin tipik olarak düşük ücret düzeyi ve esnekliklebelirginleşmesinin nedeni salt kadınlar tarafından yapılıyorolmasıdır102.

İşgücü piyasasında ayrımcılık süreçleri ırk, etnik köken,yaş, engellilik ve sağlık durumuna göre de işlemektedir veayrım gözetilen işçi gruplarının daha dezavantajlı çalışmakoşullarıyla işe girmesine neden olmaktadır103.

Engelliler veya yaşlı işçilerin işe giriştekarşılaştıkları engeller yüksektir ve işlerini yitirdiklerindeyenisini bulmaları oldukça güçtür. Uzun dönemli işsizliktoplumdaki dezavantajlı grup üyelerini diğer gruplardan dahaçok etkileyebilmektedir. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü(OECD) ülkelerinde uzun süreli işsizler arasında yaşlıişçilerin oranı yüksektir. Kadınların, özellikle eğitim düzeyidüşük ve yaşlı olanların, işlerini kaybetme riski dahayüksektir. Ayrıca, işgücü piyasasına yeniden girişteerkeklerden daha çok güçlükle karşılaşmaktadır104.

b. İşlem Eşitliğinden Yoksun Kalma

İşgücü piyasasında ayrımcılık, hem iş, hem de meslektekişilerin yeteneklerine ve işin gereklerine bakılmaksızıncinsiyetleri, renkleri, dini inançları, siyasal düşünceleriveya sosyal kökenleri yüzünden işe alınma, işin devamı ve işeson verilmesi bakımından diğerlerinden ayıracak biçimde işlemyapılmasına neden olmaktadır105.

Belirli gruplar için işe girmek asıl sorunuoluşturmayabilir. Bunun yerine ücret, becerileri geliştirmefırsatları ve kariyerde ilerlemeye ilişkin engeller ortayaçıkabilmektedir. Belirli grupların işletmenin mesleki eğitimveya beceri geliştirme programlarında temsil edilmemesi,piyasaya ya da işletmeye uygun becerilerin kazanılması veyageliştirilmesi konusunda engellerin olduğunu göstermektedir106.

102) RUWANPURA; s. 5. 103) ILO.; Time, s. 44. 104) A. k.; s. 18, 36 ve 41. 105) A. k.; s. 7. 106) A. k.; s. 18.

Ücretlendirmede ayrımcılık, ücretlerin belirlenmesindeişin içeriğinin değil, işi yapacak kişinin cinsiyet, renk vediğer kişisel özelliklerinin esas alınması halinde ortayaçıkmaktadır. Ücretin belirlenmesinde toplu pazarlık veistikrarlı hiyerarşik yapıların yerini daha fazla kişisel kararverme ile eşitliğin izlenmesini güçleştiren akıcılık vebireyselleşmiş ücret ve ödül sistemlerinin alması da ücretkonusunda ayrımcılığı artırmaktadır107.

Kadın çalışanların artan becerileriyle birliktegelirlerinin arttığı, ancak cinsiyete dayalı ayrımcılıktankaynaklanan ücret farkının korunduğu görülmektedir. Belirlimeslekler ve sektörlerde ücretler, sosyal yardımlar ya daemekli aylıklarının kadınların bireysel yeteneklerindenbağımsız olarak erkeklerden daha düşük olması tipiktir. Bu türeşitsizlikler salt ayrımcılıkla açıklanabilmektedir108.

İşlem ve fırsat eşitliğinin artırılması yoluylaayrımcılığın ortadan kaldırılması işgücü piyasasında bütünfarklılıkların yok edilmesi anlamına gelmemektedir. Bu anlamda,eşitlik politikalarının hedefi işgücü piyasasına ilişkinsonuçlarındaki farklılıkların giderilmesi, yani mesleklerinbelirlenmesinin serbest bir seçimi yansıtması, liyakatintanımlanma ve değerlendirilme biçiminde önyargının olmaması vepiyasaya ilişkin becerilerin kazanılması ve korunmasında fırsateşitliğinin güvence altına alınmasıdır. Ancak, işgücü piyasasıtarafsızlığın geçerli olduğu bir alan değildir, ekonomi ve dahageniş olarak toplumdaki güç ilişkilerini yansıtmaktadır. Bunedenle, kadınları ve ayrımcılığa uğrayan diğer grupları işgücüpiyasasının alt katmanına yerleştiren gerekçelerin açıklanmasıönem taşımaktadır109.

B. İşgücü Piyasasında Ayrımcılığın Gerekçeleri

Günümüzde değer zincirlerinde işletmelerin tercihi,işgücünün yönetişimi ve akıcılık engelleri ile rantlar işgücüpiyasasında ayrımcılığa yol açmaktadır.

107) Diane PERRONS; “Gender mainstreaming and gender equality in the new(market) economy: An analysis of contradictions,” Social Politics. Vol.12, No. 3, 2005, s. 392.

108) ILO.; Time, s. 47. 109) A. k.; s. 26 ve 49.

1. İşletmelerin Tercihi

Küresel ticaretin serbestleştirilmesinin istihdamüzerindeki uzun dönemli etkileri arasında, ihracata yönelikalanlarda kadınların istihdamdaki göreceli payının artışı dayer almaktadır. Gerçekten, Kuzeyli markalar için üretim yapangelişmekte olan ülkelerin ihracat oranı ile endüstride istihdamedilen kadın işgücü oranı arasında doğrusal bir ilişkisaptanmıştır110.

Bu bulgu, ihracat performansı ile ihraç ürünlerininfiyatları ilişkilendirilerek açıklanabilmektedir. Bütünkoşullar eşit olduğunda ihracat fiyatları ortalama ücretlerinpozitif bir fonksiyonudur. Kadınların ortalama ücret düzeylerigenellikle erkeklerden daha düşük olduğundan ortaya çıkan ücretfarkı ihracata yönelik endüstrilerde kadınların işe alınmasınıdaha çekici kılmaktadır. Yeni klasik kuramın öngörülerininaksine, ticaretin serbestleştirilmesi cinsiyete dayalı ücretayrımcılığının artışıyla sonuçlanmaktadır111.

Küresel ölçekte kadın işgücü tekstil ve hazır giyim

endüstrisinde istihdam edilenlerin üçte ikisinden fazlasınıoluşturmaktadır. İmalatta istihdam edilen kadın işgücünün deyaklaşık beşte biri tekstil ve hazır giyim endüstrisindebulunmaktadır112. Hazır giyim endüstrisi çoğu göçmen kadınçalışanların yoğunluğuyla belirginleşirken, çocuk çalışması dagözlenmektedir. Aynı zamanda yüksek oranda evde çalışanbulunmaktadır113.

Çin Özel Ekonomik Bölge’sinde imalat endüstrilerindekiişgücünün yüzde 90’ından fazlasının genç, kadın ve 25 yaşınaltında olduğu belirlenmiştir. Avrupa ve ABD. işletmeleri içinüretim yapan fabrikalar kırsal bölgelerde yaşanan işsizliknedeniyle göç eden kadın işçilere istihdam olanağı sunmaktadır.Bir sivil toplum örgütü olan Çin Çalışan Kadınlar Ağı

110) Karin Astrid SIEGMANN; “The agreement on textiles and clothing:potential effects on gendered employment in Pakistan,” InternationalLabour Review. Vol. 144, No. 4, 2005, s. 401-403.

111) A. k.; s. 403. 112) A. k.; s. 401-403. 113) ILO.; The Scope of Employment Relationship. International LabourConference 91st Session 2003, Report V, International Labour Office,Geneva, 2003, s. 40.

Shenzhen’de tipik bir örnek oluşturan hazır giyim fabrikasındaçalışanların çoğunu kadınların oluşturduğunu, cinsiyete dayalıücret ayrımcılığının varlığını, iş güvencesinin bulunmadığınıve haftalık 72 ile 77 saat arasında değişen sürelerleçalışıldığını bildirmektedir114. Çin örneğinde olduğu gibi,ihracata dayalı endüstrileşme kadınlar için yeni istihdamalanları yaratırken, meslekte ücret, güvence ve kariyerdeilerleme olanakları bakımından cinsiyete dayalı eşitsizlikleriazaltmaya yetmemektedir115.

Hazır giyimin yanı sıra elektronikte işverenlerin genç,bekar ve çocuksuz kadınları ideal “ucuz” işgücü olarak tercihettikleri uzun süredir bilinmektedir. Bu “ucuz işgücü”oluşturma süreci, ideal işçi kategorisine uygunluklarınıyitirinceye kadar –örneğin, yaşlandıklarında, evlendiklerinde,çocuk sahibi olduklarında- “maharetli parmaklara sahip”işçilerin taze bir grubu lehine maliyetlerinden tasarrufedildiği çalışanların rutin bir rotasyonu anlamınagelmektedir116.

Afrika taze meyve ve sebze üretiminde de yoğun olarakkadın işgücü tercih edilmekte, mevsimlik veya rastlantısalçalışma biçimleriyle güvencesiz, esnek ve enformel koşullardaistihdam edilmektedir117.

Değer zincirlerinin türüne göre istihdam biçimleriçeşitlenebilmekte, sürekli ve geçici veya mevsimlik istihdamarasındaki oran değişmektedir. Bu değişim, kısmen zincirintürüne ve özgün ürünün üretim koşullarına, kısmen de istihdamınyaratıldığı cinsiyet bağlamına ilişkin olarakgerçekleşmektedir. Cinsiyete dayalı değer zinciri yaklaşımıküresel değer zinciri çözümlemesini cinsiyete dayalı ekonomiyaklaşımıyla bir araya getirmektedir. Bu yaklaşım, değer114) Malte LÜBKER; “International outsourcing: Media hype or a real threatfor jobs in the North? Offshoring and the Internationalization ofEmployment, A Challenge for a Fair Globalization? Ed. by Peter AUER,Geneviéve BESSE, Dominique MEDA, International Institute for LabourStudies, Geneva, 2006, s. 222.

115) ILO.; Time, s. 45. 116) Ruth PEARSON, Gill SEYFANG; “New hope or false down?” Global SocialPolicy. Vol. 1, No. 1, 2001, s. 67.

117) Anne TALLONTIRE et al.; “Reaching the marginalised? Gender value chainsand ethical trade in African horticulture,” Development in Practice. Vol.15, No. 3-4, June 2005, s. 559.

zincirlerinin üretim aşamasındaki istihdamın yapısı veistihdamın yaratıldığı sosyal ve kurumsal koşullar üzerindeodaklanmaktadır. Yaklaşımın çıkış noktası, ekonominin cinsiyeteilişkin olarak tarafsız olmaması karşısında hem piyasayayönelik faaliyetlerin, hem de yeniden üretim faaliyetlerininekonomik faaliyet olarak düşünülmesi gereğidir. Ayrıca, kadınçalışması bir yandan ücretsiz aile çalışması ve çocuk bakımınıiçermekte, diğer yandan da erkeklerin baskın olduğu üretkenpiyasa faaliyetini desteklemektedir. Yeniden üretim ekonomisinitipik olarak kadın çalışmasıyla sınırlayan cinsiyete dayalıişbölümü kadın ve erkeklerin piyasaya katılım tercihlerini veçalışma koşullarını farklılaştırmaktadır118.

2. İşgücünün Yönetişimi

Üretimin işlevleri parçalanır ve üretim siteleridağılırken, lider işletmeler birbiriyle ilişkili işletmelerzinciri üzerinde önemli bir kontrol uygulamaktadır. Küçükişletmelerin küresel değer zincirleriyle bütünleşme biçimiişgücünün yönetişimine ve istihdama ilişkin önemli ipuçlarıvermektedir. Çünkü, bu bütünleşme genellikle katma değeri düşükemek yoğun imalat aşamalarını üstlenen ve formel üretimsisteminin dışında kalan mikro işletmeler aracılığıylayoksullarla, yoksul bölgelerle ve yoksul etnik gruplarlagerçekleşmektedir119. Bu nedenle, iş ve meslekte ayrımcılığakarşı korunması gereksinimi salt işçiler için değil, aynızamanda serbest çalışanlar, işletme sahipleri ve ücretsiz aileçalışanları gibi işgücünün diğer kesimlerini dekapsamaktadır120.

Enformel ekonomide hukuksal düzenleme yerine gelenekseldeğerler, ilkeler, kurallar ve uygulama biçimlerinedayanılmaktadır. Geleneksel ilke ve kurallar işgücü piyasasınave diğer piyasalara katılmayı yönetmektedir121. Bu anlamda,devletin erişiminin ve formel işgücü piyasası kurumlarınınzayıf olduğu enformel ekonomide ekonomik katılım ve çalışmadan

118) A. k.; s. 563. 119) Raphael KAPLINSKY, Mike MORRIS; A Handbook For Value Chain Research.IDRC, 2000, s. 97.

120) ILO.; Time, s. 18. 121) Barbara HARRISS-WHITE; “Inequality at work in the informal economy: Keyissues and illustrations,” International Labour Review. Vol. 142, No. 4,2003, s. 460.

elde edilen gelirdeki farklılıklar büyük ölçüde geleneksel ilkeve kurallara bağlıdır. Geleneksel ilke ve kurallar, çeşitliliğive mübadele modellerini biçimlendiren, işgücü piyasasındabelirli sosyal grupların rolleri ve algılanmalarını etkileyen,işgücünün sunum ve mübadele yöntemini belirleyen yazılı olmayankurallar, normlar ve uygulamalardan oluşmaktadır. Çoğu zamanetnik, dinsel ya da kast üyeliğiyle belirlenen bu değerler,normlar ve uygulamalar işe bağlılığı güçlendirebilmekte ve ayrıbir çalışma kültürü meydana getirmektedir. Aksi yöndekiörneklerde, geleneksel ilke ve kurallar belirli grupları düşükstatüye ve düşük ücretli işlere mahkum eden, böylece yardımlarıbelirli bir seçkin grupla sınırlayan ve süreçte ayrımcılığısürekli kılan bir işbölümünü destekleyebilmektedir122. Buanlamda, ayrımcılık ülkeden ülkeye ve kültürden kültüredeğişmektedir. Yerel düzeyde ayrımcılığın belirli biçimlerininanlaşılması yoksulluğun ortadan kaldırılması için önemtaşımaktadır123.

Kadın istihdamı genellikle küresel değer zincirlerininenformel ucunda yoğunlaşmaktadır. Bu durum, kadınların yeterlisosyal koruma ve iş güvencesinden yoksun kalmalarına nedenolmaktadır124. Pek çok ülkede enformel ekonomide çalışan yaşlıkadınların yüksek oranda olması kısmen iş ve ailesorumluluklarını kolaylıkla bağdaştırabilmelerinden, kısmen deformel ekonomide karşı karşıya kaldıkları ayrımcılıktankaynaklanmaktadır125.

3. İşgücünün Akıcılık Engelleri ve Rantlar

Günümüzde insan, işletme için ürün veya üretim süreciyeniliklerinden elde edilecek ek katma değerin, yani bilgi yada yenilik rantının kaynağı haline gelmiştir126. İşletmelerinsan kaynağı olarak yatırım yaptığı, ürün ve üretim sürecindebilgi ve becerilerinden yararlandığı, rakiplerinin transfer

122) ILO.; Time, s. 24. 123) ILO.; Working Out Of Poverty. International Labour Conference 91stSession 2003, Report of Director-General, International Labour Office,Geneva, 2003, s. 10.

124) LÜBKER; s. 222. 125) ILO.; Poverty, s. 31. 126) Robert E. HOSKISSON, Michael A. HITT; “Theory and research in strategicmanagement: Swings of a pendulum,” Journal of Management. Vol. 25, No. 3,1999, s. 87.

etmesinden kaygı duyduğu, kolayca vazgeçemeyeceği işçiler(çekirdek işgücü) için içsel bir işgücü piyasasıoluşturmaktadır127. İnsan kaynakları politikaları nitelikliişçilerin bulunmasını, bu işçilerin işletmeye kazandırılmasını,uygun çalışma koşullarının sağlanmasını, yeni becerilerledonatılması için eğitilmesini, ürün ve üretim sürecinde yenilikyapmaları için özendirilmesini içermektedir. Bu anlamda, bilgirantı genellikle mesleki eğitimle yaratılmakta, kısmen de işeilişkin uygulamalardan kaynaklanmaktadır128.

İçsel işgücü piyasası kuramında, beceri özgünlüğünün yanısıra, işbaşında eğitim önemli bir faktör olarak kabuledilmektedir. Uygulayarak öğrenmeye dayalı olan eğitim,enformel özellikler taşımaktadır. İşgücünün dağılımı ve ücretinyapısı büyük ölçüde yazılı olmayan kurallara görebiçimlendirilmektedir. Bu durum, içsel işgücü piyasasının ayırtedici özelliğini oluşturmaktadır129. İş başında eğitimlekazanılan ve taşınabilirlikleri pek az olan işletmeye özgübeceriler birer akıcılık engeli oluşturmaktadır.

İçsel işgücü piyasasının dışsal işgücü piyasasıylailişkisi son derece sınırlıdır ve işletmelerin gereksinimduydukları genel niteliklere sahip işgücünü gerektirenbaşlangıç niteliğini taşıyan işlerden oluşmaktadır130. İşletmedebu tür işler geçici veya kısmi süreli sözleşmelerle çalışanlarya da taşeron işçiler (çevresel işgücü) tarafındanyapılmaktadır. Çok fazla bilgi ve işletmeye özgü becerigerektirmeyen, işten ayrılanların yerine kolaylıkla yenilerininikame edilebildiği ve tam süreli olarak görülmesi gerekmeyençok sayıda iş yaratılarak maliyetlerin azaltılmasıamaçlanmaktadır131.

127) Chris BREWSTER; “European HRM, Reflection of, or challenge to, theAmerican concept?” (in) Human Resource Management in Europe, Perspectivesfor the 1990s. Ed. By Paul S. KIRKBRIDE, Routledge, London, 1994, s. 67.

128) KAPLINSKY, MORRIS; s. 80. 129) Robert F. ELLIOT; Karşılaştırmalı Çalışma Ekonomisi (Çev: MehmetBEŞELİ, Seyhan ERDOĞDU, Arif GENİŞ, Fatih GÜNGÖR, Gülay TOKSÖZ). AnkaraÜniversitesi Rektörlüğü, Yayın No. 210, Ankara, 1997, s. 355.

130) A. k.; s. 355. 131) Ronald DORE; “The concrete meanings of labour market flexibility,” Workin the Global Economy. Ed. by Jean-Pierre LAVIEC, Mitsuko HORIUCHI, KazuoSUGENO, Papers and Proceedings of an International Symosium (Tokyo 1-3December 2003), International Institute For Labour Studies, 2004, s. 27.

Çekirdek işgücü lehine yeni işe alma uygulamaları ya daçevresel işgücü için yükselme ve kariyer gelişimindeki engellerbelirli grupların belirli işlerden dışlanması ya da farkgözetilmesi etkisi yapmaktadır. Çokuluslu işletmelerde çekirdekgrubun üyelerinin işleri daha yüksek saygınlık ve daha iyiçalışma koşullarıyla belirginleşmektedir. Çevresel işgücününise ücret düzeyleri düşük, çalışma koşulları güvencesiz vesağlıksız, işgücü devri yüksek, eğitim ve kariyer olanaklarıkısıtlıdır. İşgücü piyasasının bu biçimde bölünmesi iş vemeslekte ayrımcılığı kalıcı kılmaktadır.

Bu anlamda, ırk, etnik köken, cinsiyet ayrımcılığı gibibilinen akıcılık engellerinin yanı sıra istihdam biçimi deönemli bir akıcılık engeli haline gelmiştir. Bir başka deyişle,işletmenin bilgi rantı ayrımcılığa dayalı insan kaynaklarıyönetimi politikalarının bir sonucudur. Bu durum, belirlisosyal grupların işgücü piyasasının alt kesimlerine sistemliolarak mahkum edilmesi, ekonomik dezavantajları ve düşük sosyalstatüleri pahasına gerçekleşmektedir132.

C. İşgücü Piyasasında Ayrımcılığın Görünümleri

Günümüzde, işgücü piyasasında ayrımcılık ile yoksulluk,sosyal dışlanma, zorla çalıştırma ve çocuk çalışması arasındakipek çok bağlantının farkına varılmış, birden çok ayrımcılığınbir arada yaşandığı örnekler artmıştır.

1. Ayrımcılık ve Yoksulluk

Ayrımcılık ve işgücü piyasasının bölünmesi yoksulluğusürdüren güçlü mekanizmalardır. Belirli grupların üyeleriişgücü piyasasından dışlanmakta ya da salt dezavantajlıkoşullar altında çalışmalarına olanak tanınmaktadır133.

İş ve meslekte ayrımcılık çoğu zaman yoksulluğu artırır vesürdürürken, kısır döngü içinde yoksulluk da işte ayrımcılığıartırmaktadır. İşten yoksunluk ya da verimsiz ve güvencesiz birişte çalışma, yoksulların korunmaya duyduğu gereksinimin temelnedenidir. İşgücü piyasasında ayrımcılık belirli gruplarınişten dışlanmasıyla işlerin kalitesini de düşürmektedir.

132) A. k.; s. 23. 133) A. k.; s. 10.

İşlerin kalitesinin yetersizliği yoksullaşma ya da yoksul kalmariskini artırmakta ve giderek yoksulluktan kurtuluşu sağlayacakpiyasayla ilgili yetenekler geliştirme şanslarınıazaltmaktadır. Bu durum, yoksulluğun bir kuşaktan diğerinegeçişe yol açmaktadır134.

1980’li yıllarla birlikte kadınların geçmişte olduğundandaha yüksek bir yoksulluk riskiyle karşı karşıya olduğu veyoksul kadınların sayısının giderek arttığı gözlenmiştir135.Kadınların işgücü piyasasındaki konumları nedeniyle ücret,sunulan fırsatlar ve olanaklar bakımından bütün ülkelerdeerkeklerin gerisinde olması daha yüksek bir yoksulluk riskiylekarşı karşıya kalmalarına yol açmaktadır. Bu risk, özellikleaile reisinin kadın olduğu hanehalkları arasında yoksulluğunyaygınlaşmasına neden olabilmektedir136. Bu anlamda, kadınlariçin cinsiyete dayalı eşitsizlik, ekonomik yoksunluklaeşanlamlıdır. Yoksulluğun önlenmesi için iş ve meslektecinsiyete dayalı bütün ayrımcılık biçimlerinin ortadankaldırılması gerekmektedir137.

Irka dayalı ayrımcılığa uğrayanların her zaman ekonomikolarak dezavantajlı durumda olmaları gerekmemektedir. Bununlabirlikte, ırka dayalı ayrımcılığın kurbanları çoğunluklayoksuldur. Elde ettikleri ücretler köken topluluklarındakikazançlarla kıyaslandığında görece yüksek, ancak sağlık, hijyenve çocukların eğitimi gibi yaşam koşulları çok kötüolabilmektedir138.

2. Ayrımcılık ve Sosyal Dışlanma

Avrupa’da sosyal dışlanma yurttaşların “sosyalsözleşmeden” ve özellikle güvenceli istihdamdan dışlanmasıanlamına gelmektedir. Son yıllarda sosyal dışlanma kavramıgelişmekte olan ülkelere doğru yaygınlaşmış ve belirligrupların ekonomik, sosyal ve politik gelişmelerdendışlanmasını ya da marjinalleşmesini içerecek biçimdegenişletilmiştir. Bunun nedeni, gelişmekte olan ülkelerin özgün134) A. k.; s. 23 ve 27. 135) Jane MILLAR; “Gender, Poverty and Social Exclusion,” SocialPolicy&Society. No. 2-3, 2003, s. 181.

136) HEINTZ; s. 34.137) ILO.; Poverty. s. 10. 138) ILO.; Time, s. 30.

ekonomik ve sosyal yapısının gelişmiş Avrupa ülkelerineuymamasıdır. Avrupa ülkelerinde tam istihdam hedefi ve refahdevleti uygulamalarındaki gerilemeye rağmen, güvenceli istihdamhala yaygındır. Gelişmekte olan ülkelerde ise, tam istihdamahiç erişilememiş ve gelişmiş bir refah devletioluşturulamamıştır139.

Ulusal düzeydeki farklılıklara rağmen, günümüzde Avrupaülkelerinde yaygın istihdam modeli erkekler için uzun süren tamsüreli çalışma (haftalık 40 saat ve üzeri) ve kadınlar içinuzun süren kısmi süreli çalışma (haftalık 20 saat ve üzeri)biçimini almıştır. Kadın ve erkeklerin zaman kullanımlarıbakımından görülen eşitsizlik çocukların yaşları büyüdükçeazalmasına rağmen, cinsiyete dayalı geleneksel işbölümüdeğişime uğramamaktadır. Bu nedenle, kadınların işgücüpiyasasına katılımı çoğu zaman yeniden üretim faaliyetinincinsiyete dayalı dağılımıyla uyumlu olarak gerçekleşmektedir140.Gelişmekte olan ülkelerde de işgücü piyasasının cinsiyetedayalı ayırımı değişmemektedir. Bu ülkelerde kadınlar arasındaserbest ya da enformel çalışma oranı göreceli olarak yüksektir.

Bu anlamda, istihdamın eğretiliği sosyal dışlanmayıyansıtabilmektedir. Eğretilik kavramı istikrarsızlık, korumadanyoksunluk, güvencesizlik, kötü barınma ve sağlık koşulları veyetersiz sosyal katılım ile belirginleşen sosyal ve ekonomikyoksunluğu kapsamaktadır. Bu nedenle, eğreti istihdam kavramısosyal dışlanmanın açıklanmasında yaygın olarak kullanılanişsizlik kavramına göre daha açıklayıcı bir anlamtaşıyabilmektedir141.

3. Ayrımcılık ve Zorla Çalıştırma

139) Marilyn CARR, Martha CHEN; “Globalization, social exclusion andgender,” International Labour Review. Vol. 143, No. 1-2, 2004, s. 132.

140) PERRONS; s. 392 ve 398. 141) Ajit BHALLA, Frédéric LAPEYRE; “Social exclusion: Towards an analyticaland operational framework,” Development and Change. Vol. 28, 1997, s. 428.

Dünyada en az 12.3 bin kişi zorla çalıştırılmaktadır142.Göçmen işçilerin kolaylıkla zorla ve zorunlu çalıştırmaya bağlıtutuldukları bilinmektedir. Göçmen işçilere, ikinci ve üçüncükuşak göçmenlere ve yabancı kökenli yurttaşlara karşı ırkadayalı ayrımcılık uygulamaları küresel göçün yoğunlaşmasıylabirlikte büyük ölçüde artmıştır. Bu işçilerin kendileriniyabancı olarak algılamaları onlara karşı ayrımcı davranışlaaçıklanmaktadır. Göçmen işgücü dünya çapında tarım, inşaat,imalat, hazır giyim endüstrisi, bakım hizmetleri ve sekssektöründe yoğunlaşmaktadır. Göçmen işçilerin işgücüpiyasasının marjinal kesimlerinde ve kötü koşullarda çalışmakzorunda kalmasına karşın, varlıkları yerli işçilerin ırkçılıkduygularını güçlendirmektedir143. Göçmen işçiler genellikleasgari ücretin altında, iş süreleri ve ücretli izinlere ilişkinyasal düzenlemelere uyulmaksızın çalıştırılmaktadır. Ayrıca,sosyal güvenlik sisteminin kapsamı dışında kalmakta, küçükişletmelerde taşeron işgücü olarak veya enformel ekonomideistihdam edilmektedirler144.

UÇÖ.’nün zorla çalıştırmaya ilişkin programı esasenistihdam bakımından uluslararası göç üzerinde odaklanmaktadır.Dünyada ulusal düzeyde iç göçün belirli biçimleri, örneğintarımda mevsimlik göç ya da kentlere göç köle çalışma biçiminialabilmektedir. Bu tür çalışmanın yeni işe alma ve işgücüpiyasasına yeniden katılma yöntemleri, ücret sistemleri,çalışma koşulları ve barınma ile çalışanların temsil biçimleribakımından sorgulanması gerekmektedir145. Ayrıca, toplumdakikadın ve erkeklerin, kız ve erkek çocuklarının çeşitli etnik,

142) Zorla çalıştırılanların 9.8 milyonu özel kişiler tarafındançalıştırılmaktadır. Zorla çalıştırılanlar arasında 2.4 milyondan fazlakişi insan kaçakçılığının kurbanıdır. 2.5 milyondan fazla kişi de devletya da isyankar askeri gruplar tarafından zorla çalıştırılmaktadır. ILO.; AGlobal Alliance Against Forced Labour. International Labour Conference93rd Session, Report I (B), International Labour Office, Geneva, 2005, s.10.

143) ILO.; Time, s. 31. 144) Gijsbert Van LIEMT; “Human trafficking in Europe: An economicperspective,” Declaration/WP/31/2004, International Labour Office, Geneva,2004, s. 7.

145) ILO.; Stopping Forced Labour. Global Report Under the Follow-up to theILO Declaration on Fundemental Principles and Rights at Work.International Labour Conference 89th Session 2001. Report I (B),International Labour Office, Geneva, 2001, s. 99.

ırk, din ve yaş grupları içindeki göreceli durumları zorlaçalıştırmaya karşı korunma gereksinimini artırmaktadır.

Ulusal ve uluslararası göçün yoğunlaşması dinsel vekültürel çeşitlilik bağlamında sosyal uyum ve içermeyibağdaştırma güçlüğünü ortaya çıkarmıştır. Son yıllarda dinedayalı ayrımcılık önem kazanmaya başlamıştır. İş ve meslektedine dayalı ayrımcılık, çoğu zaman dini özgürlüklerin ya dabelirli bir inanca sahip veya farklı bir inançtaki kişilereyahut dini inancı bulunmayan kişilere karşı hoşgörügösterilmemesi sonucunda ortaya çıkmaktadır146.

Bazı durumlarda zorla çalıştırma belirli etnik ve kastazınlıklarına karşı süregelen bir ayrımcılığın sonucu olabilir.Ayrıca, güncel zorla çalıştırmanın belirgin özelliklerindenbiri kurbanların çoğunlukla zorla çalışmaya borçlandırmayoluyla düşürülmüş olmalarıdır. Ayrıca, başka ortak özellikleride vardır147.

Gelişmekte olan ülkelerde çoğunlukla genç kadınların,hatta kız çocuklarının giderek artan biçimde zorlaçalıştırmanın kurbanı olmaya sürüklendiği görülmektedir. Zorlaçalıştırma kendi ülkelerinde ya da yabancı ülkelerde kenditopluluklarından ayrı çalışma arayışında olanları daha çoketkilemektedir. Kurbanlar kendi ülkeleri içinde bir şirketaracılığıyla belirli bir süre için, çok uzak mesafelereyolculuk yaptırılarak, mevsimlik tarım işçisi olarakçalıştırılabilmektedir. Göçmenler de borç karşılığındatutulmaya benzer bir duruma sürüklenerek zorlaçalıştırılabilmektedir. Zorla çalıştırma kentsel alanlarda,çoğunlukla enformel ekonomideki küçük işletmelerde, bazen debüyük işletmelerde ortaya çıkabilmektedir. İhracat bölgelerindemontaj işletmelerindeki zorla çalıştırma uygulamalarıbilinmektedir. Bu bölgelerde çalışanlar çoğunlukla iştençıkarılma tehdidi altında ve fazla çalışma ücreti ödenmeksizinzorunlu fazla çalışmaya tabi tutulmaktadır148.

4. Ayrımcılık ve Çocuk Çalıştırma

146) ILO.; Time, s. 31. 147) ILO.; Forced, s. 30. 148) A. k.; s. 30.

Çocuk çalıştırma genellikle işgücü piyasasında sosyal yada etnik kökeni nedeniyle ayrımcılığa maruz kalan ebeveynlerinyoksulluğuyla başa baş gitmektedir. Çoğunlukla kadınların ailereisi olduğu yoksul tek ebeveynli aileler ve göçmen ailelerçocuklarını çalıştırmak zorunda kalmaktadır. En çok kadınlarıve çocukları etkileyen insan kaçakçılığında son zamanlardakiartış kısmen işgücü piyasasında cinsiyete dayalı ayrımcılıklailgilidir149.

UÇÖ. tarafından 2004 yılı için 5 ile 17 yaşları arasındakiçocuk çalışanların sayısı 217.700 bin olarak belirlenmiştir. Buçocukların büyük bir çoğunluğu tarımsal işletmelerdeçalışmaktadır. Bu tür çocuk çalıştırmanın önlenmesi ilgiliuluslararası standartların ilk hedefi değildir. UÇÖ. tarafından“çocuk çalıştırmanın kayıtsız şartsız en kötü biçimleri” olarakanılan çalıştırmaların asıl büyük tehlikeyi oluşturduğubelirtilmektedir. 2002’te bu çocukların sayısının 8.236 binolduğu tahmin etmektedir150.

Çocukların çalıştırılmasına ilişkin istatistiksel izlemeyeçocukların ev işleri ve çocuk bakımında harcadıkları zamanın dadahil edilmesi önem taşımaktadır. Bu faaliyetler çocuklartarafından yürütüldüğünde çocuk gelişmesi üzerinde, özelliklekız çocukları için, önemli bir baskı oluşturabilmektedir. Çünküuzun süre ev işleri görme ve çocuk bakımı çoğunlukla okuladevama ve okul başarısına zarar vermektedir. Bu durum çocukçalıştırmanın cinsiyete dayalı yönünü temsil etmektedir151.

5. Ayrımcılık ve Şiddet

İşte ayrımcılık fiziksel veya psikolojik şiddetlebirleşebilir. Şiddet, belirli işçi gruplarının bir işi muhafazaetme veya işte ilerleme olasılıklarını baskı yapma, yıldırma yada cinsel taciz yoluyla etkilemeye yöneliktir152. Ancak yıldırma

149) ILO.; Time, s. 27. 150) ILO.; The End of Child Labour: Within Reach. International LabourConference 95th Session 2006, Report I (B), International Labour Office,Geneva, 2006, s. 6. ILO.; Investing In Every Child, An Economic Study ofthe Costs and Benefits of Eliminating Child Labour. International LabourOffice, Geneva, 2004, s. 32.

151) Richard ANKER; “The economics of child labour: A framework formeasurement,” International Labour Review. Vol. 139, No. 3, 2000, s. 275.

152) ILO.; Time, s. 19.

davranışları ile taciz ve ayrımcılık arasındaki sınır her zamanbelirgin değildir153.

UÇÖ.’nün tanımına göre taciz etme, işyerinde kadınların veerkeklerin onurunu etkileyen yaş, engellilik, cinsiyet, cinseltercih, ırk, dil, din, siyasal ya da sendikal düşünce, inanç,sosyal köken, azınlık olma, mülkiyet, doğum yeri gibiistenmeyen ve değiştirilmesi mümkün olmayan özelliklerine karşısöz, hareket ya da küfür ile hakaret etme, küçük düşürme,rahatsız etme, tedirgin etme ya da onurunu kırma gibidavranışları kapsamaktadır154.

UÇÖ.’ne göre yeni yüzyılda işyerlerinde karşılaşılan enönemli sorun yıldırma davranışlarıdır. Yıldırma, işyerindediğer çalışanlar veya işverenler tarafından tekrarlanansaldırılar biçiminde uygulanan bir tür psikolojik terördür.Kavram, çalışanlara üstleri, astları veya eşit düzeydekiçalışanlar tarafından sistemli biçimde uygulanan her tür kötümuamele, tehdit, şiddet, aşağılama gibi davranışlarıiçermektedir155.

Uluslararası araştırmalar çalışanların yüzde 25 ile50’sinin çalışma yaşamlarının bir döneminde yıldırmadavranışıyla karşılaştığını göstermektedir. Almanya’daçalışanların yüzde 11’inin yıldırma mağduru olduğu vemağdurların çoğunu kadınların oluşturduğu saptanmıştır.Örgütlerde uygulamaların temel özellikleri ve uygulamayöntemleri yönetim süreçlerine ilişkin yasalar ve kurallartarafından belirlemektedir. Ancak, uygulayıcıların bu kurallarauyma biçimleri etik bakımından farklılık göstermektedir.Örneğin, çalışanlara eşit davranılmamakta, kayırma veayrımcılık yapılmakta, görev ve yetki kötüye kullanılmakta,performans değerlendirmeleri her zaman gerçeğiyansıtmamaktadır. Başarılı olanlar ile başarısızlar arasındakiayırım net bir biçimde belirlenmemektedir. Çalışanlarlaişbirliği gerçekleşmemekte, katılım sağlanmamaktadır. Eğitimfarklılıklarına, deneyim ve yeteneğe önem verilmemektedir. Buna153) E. Elif YÜCETÜRK; “Bilgi Çağında Örgütlerin Görünmeyen Yüzü: Mobbing(Yıldırma),” Sendikal Notlar Dergisi. Sa: 26, Mayıs 2005, s. 79.

154) Ahmed KHALEF; “İşyerinde Şiddet Kaçınılmaz Mı?” (Çev: M. Kemal COŞKUN)Sendikal Notlar Dergisi. Sa: 26, Mayıs 2005, s. 56.

155) Pınar TINAZ; “İşyerinde Psikolojik Taciz (Mobbing),” Çalışma ve ToplumDergisi. No. 11, 2006, s. 13.

karşılık, yaranma, dalkavukluk önemsenmekte, dedikoduartmaktadır. Yıldıran, korkutan, tehdit eden davranışlargörmezden gelinerek cezasız bırakılmaktadır. Bu tür etik dışıdavranışlar örgütlerde yıldırma sürecinin başlamasına,gelişerek süreklilik kazanmasına ve gizlenmesine ortamhazırlamaktadır156.

Uluslararası düzeyde yapılan araştırmaların birleştiğinokta yıldırma mağdurlarının diğer şiddet ve tacizmağdurlarından çok daha fazla sayıda olduğudur. 1996 yılındaAvrupa Birliği üyesi 15 ülkede gerçekleştirilen 15.800görüşmenin sonuçlarına göre, bir önceki yıl içinde çalışanlarınyüzde 4’ü (6 milyon çalışan) fiziksel şiddete, yüzde 2’si (3milyon çalışan) cinsel tacize ve yüzde 8’i (12 milyon çalışan)yıldırmaya maruz kalmıştır. İngiltere’de yapılan araştırmasonuçlarına göre, çalışanların yüzde 53’ü yıldırma mağdurudurve yüzde 78’i işyerinde uygulanan psikolojik tacize tanıklıketmiştir. İskandinav ülkelerinde yıldırma doğrudan bir suçolarak yasalarda yer almaktadır157.

6. Çoklu Ayrımcılık

İşgücü piyasasında ayrımcılık farklı biçimlerdeyaşanabilmektedir. Karşı koymak zorunda kalınan dezavantajlarınyoğunluğu ya da şiddeti kişisel özelliklere yönelik uygulananayrımcılığın türlerine ve etkileşimine bağlıdır. Buna göre,kişi ırk ve renk bakımından farklı –örneğin, siyah – vegenellikle kadın olabilmektedir. Engelli bir kişi yaşlıolabilmektedir. Bütün bu özellikleri bir arada taşıyabilmekte,yani, yaşlı, engelli, siyah ve kadın olabilmektedir. Bu durum,çoklu ayrımcılığın yaşanmasına yol açmaktadır158.

Gerçekten, engellilik cinsiyete dayalı ayrımcılık sözkonusu olduğunda kadınlar ve erkekleri farklı etkilemektedir.Engelliliğe dayalı dışlama örnekleri cinsiyet, sınıf, cinseltercih ve yaş gibi katlanabilen ya da çelişkili olabilen veyazaman ve mekâna göre değişebilen sosyal bölünmenin diğerboyutları ile örtüşebilmektedir159. 156) YÜCETÜRK; s. 84 ve 88. 157) TINAZ; s. 14-15. 158) ILO.; Time, s. 36. 159) Douwe van HOUTEN, Gaby JACOBS; “The empowerment of marginals: Strategicparadoxes,” Disability&Society. Vol. 20, No. 6, October 2005, s. 646.

Yaşam döngüsü içinde ayrımcılığın boyutlarının genişlediğiaçıktır. Önlem alınmaması halinde dezavantajlar zaman içindebirikme ve yoğunlaşma eğilimi göstermektedir. İşgücü piyasasınagirişte karşılaşılan ayrımcılık çalışma yaşamı sonrası dönemdeve giderek toplumsal boyutta olumsuz etkiler yaratmaktadır.Sosyal korumada cinsiyete dayalı eşitsizlikler salt çalışmayaşamı boyunca kadınlara karşı ayrımcılığın doğrudan ve dolaylıbiçimlerinin sürmesi değil, aynı zamanda uzun dönemlietkilerine de bilerek göz yumulması anlamına gelmektedir.Kadınların kesintili kariyerleri, düşük ücret, kısa dönemliprim ödemeleri ve erken emeklilik uygulamaları sosyal korumayardımlarının kadınlar için düşük belirlenmesine nedenolmaktadır. Kadınlar, düşük statüleri veya yetersiz hizmetsüreleri nedeniyle çoğunlukla işletme emeklilik ve sağlıkplanlarından dışlanmaktadır. Emeklilik sistemlerinde, yaşambeklentisine göre hesaplama yapıldığından kadınlar erkeklerdendaha düşük emeklilik aylıkları alabilmektedir. Kadınların yaşambeklentilerinin yüksek olduğu göz önüne alındığında emeklilikyaşında cinsiyete dayalı olarak farklılaşma gelir ve diğerhaklar üzerinde önemli etkiler yapmaktadır. Bu nedenle,ayrımcılığa karşı mücadelede tüm yaşamı dikkate alan bir bakışaçısı önem taşımaktadır160.

D. Türkiye’de İşgücü Piyasasında Ayrımcılık

Türkiye’de kadınların işgücüne katılma oranı çok düşükolup, 2005 yılında kadınların işgücüne katılma oranı yüzde25,1; erkeklerde yüzde 52,9’dur. Kadınların kırsal alandaişgücüne katılım oranı yüzde 30,8 ve kentsel alanlarda yüzde21,7’dir. Kadınların eğitim düzeyleri yükseldikçe işgücünekatılım oranlarının arttığı görülmektedir. Kentlerde 2005’teişgücüne katılım oranı lise altı eğitimlilerde yüzde 21,8, liseve dengi eğitimlilerde yüzde 30,9 ve yüksek eğitimlilerde yüzde70'tir161. Türkiye'de cinsiyete dayalı ayrımcılık eğitimolanaklarından yoksun olan kadınların tarım sektörü dışındaişgücüne katılımlarını sınırlamaktadır162.

160) ILO.; Time, s. 37. 161) TÜİK.; Hanehalkı İşgücü Araştırması 2006 Şubat Dönemi Sonuçları (Ocak,Şubat, Mart 2006) Haber Bülteni, Sa: 82, 22 Mayıs 2006.

162) TÜRK-İŞ; Türkiye’de Emek Piyasasında Kadınların Durumu. Türk-İş Raporu,2005, s. 7.

Türkiye’de çalışma yaşamında hukuksal anlamda eşitlikbulunsa bile işe alma aşamasından başlayarak, ücretlendirme,işte yükseltme, işten çıkarma, tayin, erken emeklilik vegiderek cinsel taciz konusunda cinsiyet ayrımcılığına dayalıuygulamalarla karşılaşılmaktadır. Kadın ve erkek çalışanlarınücretleri arasındaki farkın iki temel nedeni, kadınlarınçoğunlukla ücret düzeyi düşük ve niteliksiz işlerdeyoğunlaşması ve eşit ya da eşdeğerde olan işlerde bilekadınlara erkeklerden daha düşük ücret ödenmesidir163.

Türkiye’de 2003 yılında SSK. kapsamındaki kadın işçilerinortalama günlük kazancı (22.159.523 TL) erkek işçilerinortalama günlük kazancının (24.574.490 TL) yüzde 90.2’sidir164.OECD.’ye göre de 2004 yılı itibariyle kadın çalışanlarınortalama saat ücretleri erkek çalışanların ücretlerinden yüzde16 oranında daha azdır165. Bu verilere göre kadınlar ücretlerkonusunda göreceli bir ayrımcılıkla karşı karşıya kalmaktadır.Ancak, kadınların SSK.’ya kayıtlı olanlar içindeki payı sadeceyüzde 20,7’dir. Kentlerde sosyal güvenlik kapsamındaki işlerdedaha çok nitelikli kadın işgücü çalışma olanağıbulabilmektedir. Niteliksiz kadın işgücü yoğun olarak enformelsektörde sosyal güvenlik haklarından yoksun biçimde çalışmaktave ücret düzeyleri SSK. istatistiklerine yansımamaktadır. SSK.kapsamındaki nitelikli kadın çalışanların ücretlerinin, erkekçalışanların ortalama ücretlerine kıyasla daha yüksek olması,görünürde eşitliğe yol açmaktadır166.

Türkiye’de eşit işte veya eşdeğer işte kadınlara erkeklerekıyasla daha düşük ücret ödenmesine ilişkin kapsamlıaraştırmalar yoktur. Belirli alan çalışmaları kadınlara aynıtaban ücreti ödense bile ek ödemelerde farklı uygulamayapıldığını ortaya koymaktadır. 1995 yılında yapılan biraraştırmada Hanehalkı Gelir ve Tüketim Harcamaları'ndanhareketle kadınların ve erkeklerin kazançları kıyaslanmış vekadınların kazancının yüzde 33,2 daha az olduğu saptanmıştır.Bu farkın yüzde 23,6’sının kadın ve erkek çalışanlar arasındakinitelik farkından, yüzde 76,4’ünün ise cinsiyet ayrımcılığındankaynaklandığı belirlenmiştir. İlkokul mezunu kadınların saatlik163) A. k.; s. 8. 164) A. k.; s. 8. 165) Orhan KARA; “Occupational gender wage discrimination in Turkey,”Journal of Economic Studies. Vol. 33, No. 2, 2006, s. 130.

166) TÜRK-İŞ; s. 8.

ücreti erkek çalışanların ücretinin yüzde 41,8’i, üniversitemezunu kadınların saatlik ücreti erkeklerin ücretinin yüzde59,1’idir. Bu nedenle, eğitim düzeyinin yükselmesi de cinsiyetedayalı ücret ayrımcılığını önlemeye yetmemektedir167.

DİE. 1994 yılı Hanehalkı Harcama ve Gelir Anketinedayanılarak yapılan değerlendirmelerde kadın ve erkekçalışanların ortalama ücretlerinin mesleklere göre değiştiğibelirlenmiştir. Bilimsel, teknik, profesyonel mesleklerdeöngörülen ücret farklılığı yüzde 15, satış işlerinde yüzde 18,büro işlerinde yüzde 24 oranında bir farklılaşma varken,yönetim işleri grubunda ayrımcılık yüzde 34’e çıkmaktadır.Cinsiyete dayalı ayrımcılık bakımından en kötü durumda olanlaryüzde 43 ile hizmet işçileridir. Bu sonuçlara göre, cinsiyetedayalı ayrımcılığın eğitim düzeyi yükseldikçe azaldığıbelirtilebilir. Kamu kesiminde cinsiyete dayalı ayrımcılık özelkesime göre daha azdır168.

Türkiye’de işgücü piyasasının cinsiyete dayalı bölünmesinedeniyle kadınlar belirli mesleklerde (pilot, cerrah, şoförgibi) göreceli olarak daha az yer alırken, diğer mesleklerde(hemşirelik, öğretmenlik, sekreterlik gibi)yoğunlaşmaktadırlar. Kadın çalışanların yoğunlaştığı mesleklergörece düşük statülü ve düşük ücretlidir. Kadın çalışanlaryoğun olarak istihdam edildikleri iş ve mesleklerde bile kararyetkisi geniş olan yönetim kademelerinde temsil edilmemekte,önyargılar nedeniyle ancak orta düzeyde yöneticiliğe kadaryükselebilmektedir169.

Kayıt dışı istihdamın cinsiyete göre dağılımıincelendiğinde, kadınların kayıt dışında çalıştırılmaeğiliminin çok daha yüksek olduğu görülmektedir. Kayıtlıistihdamın yüzde 16 ile 17’sini, kayıt dışı istihdamın yüzde 37ile 40’ını kadın çalışanlar oluşturmaktadır. 2000-2003döneminde kadın istihdamındaki kayıtdışılık oranı yaklaşıkyüzde 72, erkeklerde ise yüzde 44 olarak saptanmıştır. Bu oran,düşük ücretli işgücü sunumunda erkeklere göre daha az pazarlıkgücüne sahip olan kadınların tercih edildiğini göstermektedir.Ayrıca, kadınların yoğun olarak çalıştıkları tarım, tekstil ve

167) A. k.; s. 9. 168) KARA; s. 140-141. 169) TÜRK-İŞ; s. 10.

hazır giyim sektörlerinin özellikleri de belirleyiciolmaktadır170. Hazır giyim sektöründe evde çalışmanın yaygınolması kayıt dışılığı artıran nedenler arasındadır.

Yaş grupları bakımından istihdamın yaklaşık yarısının(yüzde 46) 25 ile 39 yaş grupları arasında yoğunlaştığıgörülmektedir. Kadınlar evlilik nedeniyle işgücü piyasasındanerkeklere oranla çok daha erken yaşlarda çekilmektedir. 2004yılı verilerine göre 15 ile 24 yaş grubunda kadınlarınistihdama katılımı erkeklerin aynı yaş grubundakikatılımlarının üzerindedir171.

Türkiye’de kayıt dışı istihdamın, kadın çalışanlardansonra (yüzde 71,7) ve 55 ile 65 yaş grubundaki yaşlılarla(yüzde 77,1) birlikte, 15 yaşın üzerindeki genç işgücü (yüzde83,6) grubunda yoğunlaştığı görülmektedir. 15 ile 19 yaşgrubundaki toplam istihdamın ortalama 1.800 bin kişi olduğudüşünüldüğünde yaklaşık 1.500 bin genç işgücü kayıt dışındafaaliyet göstermektedir172.

Türkiye’de 1980’lerden başlayarak ihracata dayalıendüstrileşme stratejilerinin uygulanmaya başlaması, tekstil vehazır giyimde işgücü-yoğun malların ihracatını artırmıştır.1997-2004 yılları arasında hazır giyim ve dokuma endüstrisindeçalışanların sayısı yüzde 27,4 oranında artış göstermiştir.SSK. verilerine göre 2004 yılında dokuma endüstrisinde çalışantoplam 376.064 işçinin (273.731’i erkek), 102.333’ü kadındır.Hazır giyim endüstrisinde çalışan toplam 396.768 işçinin(215.549’u erkek), 181.219’u kadındır. Buna göre, dokumaişkolunda çalışanların yüzde 45,67’si kadındır. Türkiye’detekstil ve hazır giyim üretiminin ne kadarının çokulusluişletmelerin taşeron üretimine yönelik olduğuna ilişkin resmiveriler bulunmamaktadır. Bununla birlikte çokulusluişletmelerin ülkemizi ucuz işgücü nedeniyle tercih ettikleri

170) Ercan TÜRKAN; Türkiye’de İşgücünün Yapı ve Nitelikleri: Gelişme veDeğerlendirmeler. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Ankara, 2005, s. 29,30 ve 58.

171) Kuvvet LORDOĞLU; Türkiye İşgücü Piyasaları (Durum Raporu). İstanbulSerbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası, Yayın No. 56, İstanbul, 2006, s.63.

172) TÜRKAN; s. 30.

bilinmektedir. 4857 sayılı İş Kanunu (2003) ile esnek iş süresidüzenlemeleri sektörde uygulamaya konulmuştur173.

E. İşgücü Piyasasında Ayrımcılığın Önlenmesi

İşgücü piyasasında ayrımcılığın önlenmesinde uluslararasıçalışma sözleşmeleri gibi geleneksel araçların yanı sıra,sendikal örgütlenme dışında gelişen toplumsal hareketler ileyürütme ilkeleri gibi güncel oluşumların da katkı yapmasıbeklenmektedir.

1. Uluslararası Çalışma Sözleşmeleri

UÇÖ. çalışmada temel hakları ve ilkeleri tanımlayan,korunması ve geliştirilmesine ilişkin koşulların yanı sıraihlalini ayrıntılarıyla düzenleyen pek çok uluslararasıstandart geliştirmiştir. Uygun iş kavramının çalışmaya ilişkintemel hakların geliştirilmesi unsuruyla ilgi, zorla çalıştırma,istismar koşulları altındaki çocuk çalışanlar, iş ve meslekteayrımcılık ve örgütlenme özgürlüğü bakımından kurulmuştur.

UÇÖ.’nün zorla çalıştırmaya ilişkin 29 sayılı ilksözleşmesi (1930) uygun işin önemli bir ölçütüdür. Güncel zorlaçalıştırma borç senetleriyle zorla çalıştırmayı ve mahkumçalıştırmayı içeren veya devlet tarafından eğitim ve sosyalhizmet projelerinde zorunlu çalışmayı gerektiren pek çok biçimalabilmektedir174. UÇÖ.’nün Zorla Çalıştırmanın OrtadanKaldırılmasına ilişkin 105 sayılı sözleşmesi (1957) ile zorlave zorunlu çalıştırma biçimlerinin ırk, sosyal, ulusal ya dadin temelinde ayrımcılığın bir aracı olarak kullanılmasınınönlenmesi çağrısı yapılmaktadır175.

UÇÖ.’nün 5 sayılı (1919) ve 138 sayılı Asgari Yaşa İlişkinSözleşmesi (1973), en az işgücüne katılma yaşını en az okulubitirme yaşıyla ilişkilendirmiştir. Bunlara, 182 sayılı Çocuk

173) Yasemin YÜCESOY GÜNGÖR; Türkiye’de Tekstil ve Hazır Giyim Sektöründeİstihdam ve Çalışma Koşulları. İş Müfettişleri Derneği, Ankara, 2006, s.12, 17 ve 21.

174) ILO.; “Job Quality and Small Enterprise Development,” Onfocus Programmeon Boosting Employment through Small Enterprise Development (IFP/SED)Working Paper No. 4, International Labour Office, Geneva, 1999, s. 5.

175) ILO.; Stopping, s. 122.

Çalışmasının En Kötü Biçimlerine İlişkin Sözleşme (1999) deeklenmiştir176.

100 sayılı Eşit İşe Eşit Ücret Sözleşmesinin (1951)belirgin özelliği, salt aynı ya da benzer çalışma için değil,“eşit değerde çalışma” için eşit ücret ödenmesinin güvencealtına alınmasıdır. Bu yaklaşım işgücü piyasasında etkili olancinsiyete dayalı ayrımcılığı önlemeye yöneliktir. Çünkükadınlar ve erkekler farklı işlerde çalışmaktadır177. UÇÖ.’nün111 sayılı Ayrımcılığa İlişkin Sözleşmesine (1958) göre,“fırsat eşitliğini ve iş veya meslekte işlem eşitliğinizedeleyen veya ortadan kaldıran ırk, renk, cinsiyet, din,politik düşünce, ulusal veya sosyal köken temelinde herhangibir ayırım, dışlama ya da tercih” ayrımcılıktır. Ayrımcılığıölçmek için işgücüne katılım oranı veya istihdamın çalışmaçağındaki nüfusa oranı, işsizlik oranı ve ücretlerdeki (veyadiğer yardımlardaki) farklılıklar ve nitelikli işlerin dağılımıgösterge olarak kullanılabilmektedir178.

Uygun işin çalışmada temel haklar unsuru temsilgüvencesiyle desteklenmiştir. Bu konudaki dört önemli UÇÖ.sözleşmesi, 11 sayılı Tarımda Örgütlenme Hakkına İlişkinSözleşme (1921), 87 sayılı Sendika Özgürlüğüne İlişkin Sözleşme(1948), 98 sayılı Toplu Pazarlığa İlişkin Sözleşme (1949) ve141 sayılı Tarım İşçilerinin Örgütlerine İlişkin Sözleşmedir(1975)179. Sözleşmeleri onaylayan ülkelerin sayısı artmaklabirlikte, onaylama örgütlenme özgürlüğü için gerekli koşullarınsağlandığı anlamına gelmemektedir. Son yıllarda, sendikalarınüye sayıları azalmış ve dünyanın pek çok bölgesinde sendikaözgürlüğü gerilemiştir. Çalışanlar için örgütlenmenin ve toplupazarlık yapmanın güçleştiği ve hakların aşamalı olarakkısıtlandığı ülkelerin sayısı artmıştır180.

Temsil güvencesinden geniş anlamda çalışanlarıngörüşlerini açıklama hakkının korunması anlaşılmaktadır. Uyguniş yaklaşımı çerçevesinde bireysel temsil ile toplu temsilin

176) Draham GHAI; “Decent work: concept and indicators,” InternationalLabour Review. Vol. 142, No. 2, 2003, s. 117.

177) ILO.; Time, s. 9. 178) GHAI; s. 118. 179) A. k.; s. 118. 180) Florence BONNET; “A family of decent work indexes,” InternationalLabour Review. Vol. 142, No. 2, 2003, s. 220-222.

bir arada düşünülmesi akılcı görülmektedir. Bu anlamda temsilgüvencesi, bireylerin ya da grupların kendileri adına pazarlıketmeye yetkili bir kurum aracılığıyla temsil edilme hakkınasahip olmasını gerektirmektedir. Bununla, herkesin çıkarlarınıetkin biçimde temsil edebilen bir örgüte erişebilmesi, yeterliüyeye sahip örgütün bağımsız ve yetkin olması anlatılmakistenmektedir. Temsil güvencesi uzun süre sadece sendikalörgütlere üyeliği içermiştir. Ancak, bu modelin değişebileceği,çeşitli pazarlık yapılarının ve temsil olanaklarınındoğabileceği belirtilmektedir181.

Bu bağlamda, örgütlenme özgürlüğü ve temsil güvencesisosyal diyalogla yakından ilgili görülmektedir. Uygun işinunsurlarından biri olan sosyal diyalog, üç düzeyden birinde;çalışma koşullarına ilişkin olarak işçiler ve işverenlerarasında, işletmenin faaliyetleri hakkında yönetim ve işçilerarasında, sosyal ve ekonomik politikalar hakkında sosyaltaraflar ve kamu otoriteleri arasında kurulabilmektedir. Buanlamda sosyal diyalog, demokratik toplumun temel bir niteliğive ekonomik ve sosyal politikalar üzerindeki kaçınılmaz çıkarçatışmalarının işbirliği çerçevesinde çözümlenmesinin bir aracıolarak görülmektedir. Sosyal diyalogun toplumda eşitliği,etkinliği ve uyumu artırması, ekonomik gelişmeye katkı yapmasıbeklenmektedir182.

2. Toplumsal Hareketler ve Yürütme İlkeleri

a. Toplumsal Hareketler

ABD.’de çalışma yaşamına ilişkin yasaların yapılmasındaırk ve etnik köken gibi sosyal kimlikler ile cinsiyet, yaş,fiziksel engellilik ve cinsel tercih gibi işgücü piyasasındaayrımcılık nedeni olan kişisel özellikler temelinde örgütlenenpolitik hareketlerin etkisi artmaktadır183. Giderek güç kazanantoplumsal hareketler aktif yurttaşlık kavramı içinde elealınmaktadır. Aktif yurttaşlık hareketi aşağıdan yukarı doğruyükselmekte ve özel (kişisel) alanı olduğu kadar kamu (politik)alanını dönüştürmeye doğru yönelmektedir. Katılımıngerçekleştiği süreçler birbirleriyle yakından bağlantılı olacak

181) A. k.; s. 220-222. 182) GHAI; s. 120. 183) PIORE, SAFFORD; s. 304.

biçimde kişisel, toplumsal ve politik düzeylerde “güçlendirme”girişimi olarak nitelenmektedir184. Ancak bu girişim, pozitifayrımcılık ve işgücü piyasasında fırsat eşitliğinin sağlanmasıyaklaşımlarından farklılığıyla dikkat çekmektedir.

Toplumsal düzeyde, bir uçta kişisel güçlendirme düzeyindegüçlü aktörler olarak kendi kendine yardım eden topluluklar,diğer uçta topluluksal ve politik düzeyde değişim yaratmak içinkolektif eylemle belirginleşen toplumsal hareketlerbulunmaktadır. Bununla birlikte, “topluluk” kavramı çoğu zamankimin ya da neyin kastedildiği açıkça anlaşılmaksızınkullanıldığı için eleştirilmektedir. Topluluk, coğrafi(bölgeler ya da komşular), sosyal ve kültürel (sosyal ağlar veetnik topluluklar), dijital (internette bir tartışma grubu veyasanal organizasyon) nitelik taşıyabilmekte veya aynı anda bütünbu nitelikleri içerebilmektedir. Bu anlamda, yerelleşme veküreselleşme süreçlerinin çift yönlülüğünün yeni bir sosyo-kültürel hiyerarşi oluşturduğu ve dünya çapında yenidenkatmanlaşmaya yol açtığı ileri sürülmektedir185.

ABD.’de düşük ücretli işçilerin topluluğa dayalıorganizasyonları ücretler ve diğer çalışma sorunları üzerindeodaklanmakta, özellikle göçmenlere ve Afrika kökenliAmerikalılara destek sağlamaktadır. Bu politik organizasyonlarbir yandan kardeşlik örgütleri, uzlaşma kurumları, işçisendikaları ve etnik sivil toplum örgütleri arasında Amerikanişbirliği geleneğinin örneğini sergilemekte, diğer yandan da bugeleneği harekete katılan göçmenlerin köken ülkelerindengetirdikleri örgütlenme ve eylem gelenekleriyle bir arayagetirmeyi amaçlamaktadır. Bu gruplar sendikalara göre gevşekbir organizasyonel yapıda olduklarından çok daha yaygındır.Sendikalar ve ücretli çalışanlar dışındaki gruplar arasındaortak hedeflere ulaşmak için bir dayanışmanın oluşturulması“topluluk sendikacılığı” anlayışının doğmasına neden olmuştur.Bununla birlikte, AFL-CIO ender olarak topluluk sendikalarıylaişbirliği yapmaktadır186.

ABD.’de düşük ücretli işçilerin çalıştığı işyeri veendüstriler ile yaşadıkları toplulukların çoğu ırk ve etnik184) HOUTEN, JACOPS; s. 642. 185) A. k.; s. 643. 186) Janice FINE; “Community unions and the revival of American LaborMovement,” Politics&Society. Vol. 33, No. 1, March 2005, s. 154 ve 157.

kökene dayalı olarak derin bir biçimde dışlanmıştır. Nitekim,Nisan 1999’da Afrika kökenli Amerikalı işçiler, Coca Colahakkında, düşük ücretle çalışmak zorunda kaldıkları birhiyerarşik yapı oluşturduğu iddiasıyla dava açmıştır. İşletmeücret, işte yükseltme ve performans değerlendirmeye ilişkinırka dayalı ayrımcılıktan dolayı 192.500 bin dolar tutarındamaddi tazminat ödemeyi kabul etmek zorunda kalmıştır. Texacoişletmesi de benzer suçlamalar nedeniyle 1997’de 176.100 bindolar ödemeyi kabul etmiştir. Davanın bir diğer önemli sonucu,Coca Cola’nın Atlanta’da Çeşitlilik Liderliği Akademisi kurmaküzere 1.500 bin dolar tutarında kredi vermeyi taahhüt etmişolmasıdır. Bu tür bir taahhüt “çeşitlilik yönetimi” olarakisimlendirilen yeni bir yaklaşımın güncellik kazandığınıgöstermektedir. Bu yaklaşıma göre, Amerikan işletmeleri hemişyeri düzeyinde, hem de toplumsal düzeyde çeşitliliğe olanilgiyi artırmaya çalışacaktır187.

Enformel bir örgütlenmeye dayandığı için topluluklarıbelirlemek oldukça güçtür. Bununla birlikte, bazı işletmelerdeişçi grupları formel olarak tanınmış ve işletmelerin“çeşitlilik girişimlerinin” odağı haline gelmiştir. IBM ve AT&Tişletmelerinin her birinde ellinin üzerinde grup bulunmaktadır.AT&T’de Asyalı işçiler, Afrika kökenli Amerikalılar, Yahudiler,engelliler, Hıristiyanlar, eski askerler, kadınlar bu gruplaraörnek oluşturmaktadır. Belirli grupların işletmelerde birdenfazla ağı bulunmaktadır. JP Morgan 500 büyük işletmenin çokçeşitli ilişki gruplarına katılan 6.500’ün üzerinde çalışanınkurduğu işçi ağları veya ilişki gruplarıyla övünmektedir188.

Ancak, topluluk kavramı farklılıklar pahasına kişilerarasındaki ortaklıklar üzerinde durduğu için eleştirilmektedir.Örneğin, etnik yönden türdeş bir topluluk cinsiyet, yaş, din,sağlık, gelir ve eğitim düzeyindeki farklılıklarlabelirginleşebilmekte ve bu anlamda gereksinimler ve çıkarlarfarklılaşabilmektedir. Bununla birlikte, toplumsal hareketlerbütün bu farklılıkları dikkate almaktan uzaktır189. Topluluksendikalarının özellikle işgücü piyasasının ekonomik

187) Angela G. KING; “Coca-Cola takes the high road – race-based employmentdiscrimination suit – Brief Article,” Black Enterprise. Feb. 2001. 188) PIORE, SAFFORD; s. 306. 189) HOUTEN, JACOPS; s. 643.

sonuçlarına ilişkin müdahalelerde başarılı olamadığıbilinmektedir190.

Topluluklar örtük biçimde işgücünün yapısında bölünmeyeyol açmaktadır. İşgücü piyasasında kadınlar, engelliler gibiayrımcılığa uğrayan ve marjinalleşen grupların güçlendirilmesiyaklaşımı ayrımcılığa yol açan baskıların açığa çıkarılmasıyerine, ayrımcılık sorununun bireyselleşmesi anlamınagelebilecektir.

Bu grupların özgün hedefleri son derece çeşitlidir.Bununla birlikte, toplulukların ileri sürdüğü talepler büyükölçüde ilkesel (etik) ve semboliktir. Bir başka deyişle,toplulukların eylemleri karşısında işletmelerin büyük malitaahhütler altına girmesi beklenmemektedir. Sendikal taleplerdaha çok işletmenin üretim ve finans bölümlerine yönelirken,toplulukların talepleri işletmenin çeşitlilik merkezleri ya dahalkla ilişkiler bölümlerinin ilgi alanına girmektedir191.

b. Yürütme İlkeleri

Yürütme ilkelerinin, esasen, gelişmiş ülkelerdekitüketiciler ve diğer toplumsal grupların baskılarına verilenbir karşılığı yansıttığı ileri sürülmektedir192. Yürütmeilkeleri, sosyal alana ilişkin özel standartlardır vegenellikle bağlayıcı yasal standartları içeren katı hukukunkarşıtı, çağdaş yumuşak hukukun örnekleri olarakgörülmektedir193.

Levi Strauss yürütme ilkesi, bu konudaki örneklerindenbirini oluşturmaktadır. İşletme, Mariana adalarındaki hazırgiyim fabrikalarında istihdam edilen Çinli işçilere eziyet vekötü muamele yapılması nedeniyle saldırıya uğramış ve 1992’debir yürütme ilkesi kabul etmek zorunda kalmıştır. Diğerçokuluslu işletmeler tarafından da örnek alınan Levi Straussyürütme ilkesinde, çocuk çalıştırmayan veya zorla çalıştırmauygulamayan, çalışanlar arasında ayrımcılık yapmayan ve190) FINE; s. 155. 191) PIORE, SAFFORD; s. 307. 192) PEARSON, SEYFANG; s. 55-56. 193) Eva KOCHER; “Private standards between soft law and hard law: TheGerman case,” The International Journal of Labour Law and IndustrialRelations. Vol. 18, No. 3, 2002, s. 265.

fiziksel ya da ruhsal baskıya başvurmayan partnerle birlikteçalışma koşulu getirilmiştir. Ancak, yürütme ilkesinde açık veonaylanabilir taahhütlere yer verilmemiş ve salt ilkelerinaçıklanmasıyla yetinilmiştir. Bunun gibi, küresel üretimzincirlerindeki Gap, Nike, H&M, Sainsburry, C&A, CWS, Monsoon,Littlewoods, Tesco, River Island, Shell ve Unilever gibiperakendeciler de ilke olarak bütün taşeronlarını vetedarikçilerini kapsayan, işletmeye özgü yürütme ilkelerioluşturmak için görüşmeleri başlatmak zorunda kalmıştır194.

Bununla birlikte, yürütme ilkelerine ilişkin metinlerdesıklıkla az sayıda somut ve erişilebilir standartlararastlanmaktadır. Çoğunlukla, genellemeler yapılmakta ve niyetaçıklamalarıyla yetinilmekte, ender olarak da UÇÖ. çalışmastandartlarına doğrudan göndermelere yer verilmektedir. UÇÖ.sözleşmelerine kıyas olarak gönderme yapılan ilkelerde bileayrıntılı, kapsayıcı veya özgün standartlara tam olarak uyanaçık ifadelerin bulunmadığı görülmektedir. Çocuk çalıştırılmasıkonusu hemen hemen bütün ilkelerde yer alırken, kadın haklarıveya göçmen işçilerin hakları gibi medyanın da büyük ilgigösterdiği diğer konuların pek dikkate alınmadığıgörülmektedir. Yürütme ilkelerinin salt sınırlı sayıdakiörneğinde fiziksel şiddet sorununa ve cinsel tacizden korunmayadeğinilmiştir195.

Yürütme ilkelerinin küresel değer zincirinin tam olarak nekadarını kapsayacağı belirsizdir. Çokuluslu işletmelerin değerzincirlerine (özellikle parçalanmış ve ademi merkezileşmişhazır giyim ve tekstil endüstrilerinde) taşeronlar, lisansalanlar, ağ çalışanları, hatta evde çalışanlar katılmaktadır.Ancak, yürütme ilkelerinin uygulaması bu işçi gruplarını büyükölçüde dışlamaktadır. Yürütme ilkelerinin kapsamındakiler,çoğunlukla erkek çalışanlar ve sendika üyesi olanlardır. Kadınçalışanların çoğu “gündelikçi” hale getirildiği veya evdeçalışan konumunda olduğu için yürütme ilkeleri kapsamındandışlanan grubu oluşturmaktadır. Bu nedenle, yürütme ilkelerisalt kuramsal olarak taşeronlara ve evde çalışanlarauygulanmaktadır196.

194) PEARSON, SEYFANG; s. 53. 195) A. k.; s. 56 ve 64. 196) A. k.; s. 61.

Sonuç

İş ve meslekte fırsat ve işlem eşitliliğinin sağlanmasıçalışanların özgürlüğü, onuru ve refahı bakımından önemtaşımaktadır. Ayrımcılık, bireylerin mesleklerini özgürceseçmelerini ve beceri geliştirmelerini kısıtlamaktadır.Toplumda çalışmanın karşılığı adil dağıtılmamakta, bunun yerineaşağılanma, aciz kalma ve güçsüzlük duyguları egemenolmaktadır. Oysa ayrımcılığın ortadan kaldırılması yoksulluğunazaltılması ve sürdürülebilir ekonomik büyüme için geçerlistratejilerin zorunlu bir parçasıdır. Bu anlamda, işgücüpiyasasında ayrımcılığın önlenmesi, zararlarının onarılması vegereksinim içinde olanlara özel yardım sağlanması toplumsal birsorumluluktur.

Devlet ve sendikalar piyasaya dayalı ayrımcılığa karşıönleyici rol oynayacak taraflardır. İşgücü piyasasındaayrımcılığın ortadan kaldırılması salt piyasa güçlerinebırakılamaz. Ayrımcılığın önlenmesi için kamu müdahalesi kadarilgili tarafların örgütlenmesi ve mücadele vermesi degerekmektedir. Bununla birlikte, iş ve meslekte ayrımcılığıyasaklayan yasalardan işgücünün sınırlı bir kesimiyararlanabilmektedir. Bu nedenle, ayrımcılığın önlenmesi vefırsat eşitliğinin sağlanmasına ilişkin politikaların işgücüpiyasasında bölünmenin azaltılmasına ilişkin politikalarlabirlikte uygulanması gerekmektedir.

ALİ GÜZEL - OTURUM BAŞKANIEvet biz teşekkür ediyoruz. Kısa zamanda gerçekten ayrımcılığındeğişik boyutlarını bizlere açıkladılar, şimdi sözü tamörgütlenmeye getirmişken bildirisini sunmak üzere MetinÖzuğurlu’yu davet ediyorum.

Toplumsal Eşitlik ve Sendikal ÖrgütlenmeMetin Özuğurlu197

Eşitlik ve özgürlük idealleri 1789 Büyük Fransız Devrimi ilebirlikte sadece seküler bir içeriğe kavuşmadı, aynı zamandatartışılmaz bir siyasal meşruiyet de edinerek evrenselleşti;insanlığın ortak değerleri haline geldi. Ne var ki, liberal197 Doç. Dr. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi.

dünya görüşü gerek klasik gerekse de yeni çeşidiyle, eşitlik veözgürlüğün ayrıksı ve çelişkili doğasına hep vurgu yaptı;eşitliği, toplumsal koşullarda ve kaynaklarda eşitlik olarakdeğil de fırsatlarda eşitlik olarak, fırsat eşitliği olaraktanımladı ve bu tanımın ideal bağlamının da fırsatlar alanıolarak takdim ettiği serbest piyasa koşulları olduğu savınıişledi. Böylece özgürlük de Fransız Devrimindeki anlamından,insanın özgürleşmesi anlamından kopartıldı ve şeylerinserbestisine indirgenmiş oldu. Sonuç ortadadır: Yeni-liberalizmin yön verdiği küreselleşme süreci, mal ve parayıserbestleştirdiği ölçüde, eşitsizlikleri derinleştirmeklekalmayıp özgürleşme idealinin yerine korku ve güvenlikarayışını başat kılmıştır. Eşitlik yadsındığında kaçınılmazolarak özgürlüğün de yadsınıyor olması, her ikisinin ayrıksı veçelişkili bir doğaya sahip olduğu yönündeki yeni-liberaldoktrine verilebilecek en anlamlı yanıttır (Balibar, 1998).Yaşadığımız son 25-30 yıllık süreç, eşitlik ve özgürlükarasındaki uyumlu birlikteliğin, ancak ve ancak kar-zararmuhasebesine tabi olmayan ve ortaklaşa paylaşılan varlıklarlavücut bulduğunu kanıtlamıştır; her iki idealin birliktevarolmasının ön-koşulu, kamusallık zemininin yaygınlaşması vegüçlenmesidir.Yeni-liberalizmin esin kaynağı olan iktisatçı Friedrich VonHayek (1997) refah devletinin anlamı üzerine kaleme aldığı birçalışmasında, toplumun tüm üyelerinin ortaklaşa paylaştığıçeşitli kamusal düzenlemelerin olabileceğini kabul eder; bunaörnek olarak da, emekçilerle alay edercesine, parklar-bahçeler,müzeler, stadyumlar ve tiyatrolardan söz eder. Yeni-liberalizmin özelleştirme tutkusu kendi üstatlarının hayalgücünü bile aşmış, parklar-bahçeler bir yana mezarlıklar bileözelleştirme kapsamına alınmıştır.Kamu işletmelerinin tasfiyesi ile başlayan sürecin, gerçekte,eşitlik ve özgürlüğün birlikteliğini ülkü edinen bir uygarlığıntasfiyesi demek olduğu bugün artık açık-seçik hale gelmiştir.Tasfiye programı olarak yeni-liberalizm temelsiz uçuşanpolitikalar demeti değildir; tekelci finans kapitalin yayılmacıgenişleme eğilimini ifade eden bir sömürgecilik stratejisidir.Bu koşullarda eşitlik ve özgürlük ideallerinin birlikteliğineyaslanan uygarlık savunusu, nesnel olarak uluslararası işçisınıfı hareketinin omuzlarına binmiştir.Yeni-liberalizm işçi sınıfı hareketini yenilgiye uğrattığı

ölçüde zincirlerinden boşanmış ve kendi üstatlarının hayalsınırlarının ötesine geçebilmiştir. Uluslararası plandaki kimigelişmeler rövanş vaktinin geldiğine delalettir. Bu ise bizesendikacılık hareketinin örgütlenme başlığının hangi bağlamiçinde irdelenmesi gerektiğini göstermektedir. Mal ve parahareketlerinin küresel örgütlenme tarzı göz önündetutulduğunda, şurası açıktır ki, sendikacılık hareketininörgütlenme konusu; sınıflar, bölgeler, ülkeler ve kıtalararasında derinleşen eşitsizliklerin giderilmesi bakımındantemel önemde bir konudur; lakin bu konu, Dünya Bankasıgündemindeki şekliyle salt “yoksulluğun giderilmesindeki” olasıaraçlardan birine sıkıştırılmamalıdır; işçi sınıfı eşitliktensöz ettiğinde eş zamanlı olarak özgürlükten de söz ediyordemektir. Bu nokta önemlidir; zira, “sendikalar yoksulluklamücadele etsin, özgürlükler ve demokrasi sermaye sınıfınınuzmanlık alanıdır” şeklinde yaygın ve etkili bir inanış sözkonusudur; bu söylem, ancak, gerçeğin nasıl tepetaklakedilebileceğine bir örnek teşkil edebilir, tümüyle egemenlereait bu söylemi emekçi saflarından silmek gerekir. Sıradahesaplaşmak gereken iki kritik söylem daha vardır:Bunlardan ilki şöyle özetlenebilir: “Sendikacılık sanayitoplumunun bir öğesidir; sanayi-sonrası günümüz toplumlarındanesnel temeli kalmamıştır; kendine bir yer edinmeye devamedecekse, bu ancak, firmaların karlılık ve rekabetstratejilerine tabi olmaları halinde mümkündür”198. Bunutamamlayan ikinci söylem de ana hatlarıyla şöyledir:“Sendikacılık hareketinin krizi kalıcı ve yapısaldır; zirasendikacılık gibi geleneksel toplumsal hareketlerin devrikapanmıştır; zaman, yeni toplumsal hareketlerin ve sivil toplumörgütlerinin zamanıdır; 19. yüzyılda doğan, 20. yüzyılbaşlarında gürbüzleşip boy atan, 20. yüzyılın ortalarındaolgunluk evresini yaşayan sendikacılık hareketi, yüzyılınsonunda nihayet yaşlılık evresine girmiştir. Azrail kapıdadır;şimdiden toprağı bol, yeri cennet olsun!...”Gerçek şudur ki: 1. Sendikacılık hareketinin nesnel temeli, kapitalizmin 4 asırlık serüveni boyunca hiçbir zaman bugünkü kadar geniş, yaygın ve güçlü olmamıştır. 6 milyarlık dünya nüfusu içinde istihdam edilenler 3 milyara yakındır ve 3 milyar sınırındaki çalışanlar içinde de halihazırda her 20 kişiden biri bir 198 Bu yöndeki görüşlerin bir doktora tezindeki savunusu için bkz Şenkal 1999.

sendika üyesidir; 164 milyon üyesiyle sendikacılık hareketi dünyanın en büyük toplumsal hareketidir (New Internationalist, 2001).Global istihdam ve işsizlik eğilimleri verileri ortadadır (ILO,2006); dünya işçileşmektedir! 19. yüzyılın sonlarında karaAvrupa’sıyla sınırlı yaşanan büyük proleterleşme dalgası, son30 yıldır, ikinci büyük ve şok proleterleşme dalgası olarakküresel düzlemde cereyan etmektedir. Dünya nüfusu mülksüzleşir,geçimlik olanak ve araç-gereçlerden kopartılır ve piyasayafırlatılarak ücret rejimine tabi hale getirilirken, nasıl olurda sendikacılık hareketinin nesnel temellerinin kalmadığısöylenebilir? Bu yönde görüşler ileri sürenler bakımından,demek ki, sermaye sınıfının kapısında azap olmakla, somutolgulara eziyet çektirmek arasında güçlü bir ilişki sözkonusudur.

Tablo-1

ILO'ya ait olan küresel istihdam ve işsizlik tablosunun arkaplanında, günümüz kapitalizminin ana karakteristiklerini görmekmümkündür. Dünya nüfusu artan oranlarda geçimlik köklerindenkopartılmakta ve işgücü piyasasına fırlatılmaktadır. Ancak,fırlatıldığı ve yaşamak için nakit para gereksinimine mahkumedildiği işgücü piyasasında, düzenli, istikrarlı ve kalıcıistihdam olanaklarından da mahrum kalmaktadır. Hem ücretemuhtaç edip hem de ücretten mahrum etmek, sermayeye mahsustur.İstihdam; bütün sektörleri ve bütün vasıf düzeylerinienlemesine kesercesine güvencesiz bir hal almaktadır. Nitekim,işçileşenlerin mutlak sayısı artarken, hem istihdam edilenlerindünya nüfusu içindeki nispi paylarında son 10 yıldır tedricibir gerileme gözlenmekte, hem de inişli-çıkışlı bir seyirizlese de işsizlik oranlarında bir artış yaşanmaktadır. Bu tablonun nedenleri sır değildir; bu durum hem kapitalizminfinanslaşması eğilimi ile hem de küresel mal ve hizmet üretimzincirinin niteliği ve emek sürecinin esnekleşmesi ileilgilidir; ve bunları, üretimin teknolojik tabanının zorunlu,kaçınılmaz, dolayısıyla da kabullenilmesi ve uyum gösterilmesigereken nesnel sonuçları olarak göstermek için çok çabaharcanmaktadır. Bilimsel teknolojik gelişmeye duyulanhayranlıktan beslenen bu tezler bir kez kabullenildiğinde

ardından gelecek destekleyici tez bellidir; ‘toplumsaletkileşimimizin tek ve doğal ortamı serbest piyasadır; piyasayauy ve onun gereklerine göre hizaya geç!’ Son 30 yılın bilançosuortadadır; bu emre uyulmak suretiyle piyasa ekonomisindentoplumun piyasalaşmasına gidildikçe, bizatihi toplumun ya dacemiyetin çözüldüğü ve cemaatleşme eğilimlerinin her yanısardığı görülmektedir. Üstelik, bu emre itaat gösterilencoğrafyalarda sendikacılık hareketinin günbegün eridiği de birvakıadır. Buradan sendikacılık hareketinin krizini, devrinitamamlamış bir mevtanın son günleri olarak gören anlayışagedebiliriz.2. Bu konuya ilişkin gerçek şudur ki; sendikacılık hareketininkrizi, genel olarak sendika kurumunun değil fakat sınırlıtemeldeki belli bir tip sendikacılığın krizidir; adını dakoyalım: Belli tipteki bir sendika modelinin temsil krizidir.Hem endüstri ilişkileri içindeki temsil gücü zayıflamıştır, hemde potansiyel üyeleri kavramaya dönük örgütsel temsil gücüzayıflamıştır. Çift yönlü temsil krizi içindeki bu sendikamodeli, ikinci dünya savaşından 1970’lerin sonlarına kadar esasolarak Batıda şekillenmiş, bizim gibi ülkelerde ise “bağımlısendikacılık” olarak adlandırılmış olan sendika modelidir. Bumodelin özellikleri şöyle sıralanabilir: yeni-korporatistiçerilme kanallarında yer almışlardır; üye-sendika ilişkisinifaydacı zihniyet çerçevesinde araçsalcı ve bireyci temeldekurmuşlardır; iç örgütlenmesinde kuralcı ve hiyerarşikniteliklere sahiptirler (Özuğurlu, 2000). Öte yandan bu ortaközelliklere sahip olmakla birlikte, yaşanan krizin düzeyindefarklılaşmalar olabilmektedir. Bu da başka bir çok faktöryanında, yeni-korporatist içerilmenin türüne, aynı anlamagelecek şekilde, ikinci dünya savaşından sonra yerleşen refahrejiminin türüne bağlı görünmektedir. Nitekim çeşitli ülkelereait sendikalaşma yoğunluğu göstergeleri, refah rejimi türlerinegöre gruplandırılarak incelendiğinde, sözü edilen farklılaşmaaçıkça görülmektedir. Öncelikle terimlere ve gruplandırma mantığına değinmek anlamlıolabilir. Sendikalaşma yoğunluğu, mevcut ücretli ve maaşlınüfus içindeki sendika üyelerinin oranını verir. Yüksek yadadüşük harcama oranlı Beveridge modeli ile gayri safi millihasıla içinde sosyal harcamaların payının yüksek (%30-40) yadadüşük (%10-20) olduğu ülkeleri; yüksek/düşük harcama oranlıBismark modeli ile sosyal harcamaların finansmanında kullanılankesintilerin yüksek (%60 ve üzeri) yada düşük (%10-50) olduğu

ülkeler kastedilmektedir (Banali, 1997). Liberal refah rejimlerinde sendikalaşma yoğunluğu Tablo-2'deyer almaktadır. Kapitalist merkezlerdeki en büyük erime bugrupta gözlenmektedir; 35 yıla yaklaşan bir süre zarfındaörgütsel gücün ağırlığının yarı yarıya azalmış olduğusöylenebilir. Asıl dramatik erime 1980- 2000 yılları arasındayaşanmış, son 3-5 yılda ise düşülen seviyede kısmen sabit birnokta tutturulmuştur.

Tablo-2

Tablo-3’de, muhafazakar korporatist ya da yüksek harcama oranlıBismark modeli kapsamında değerlendirilebilecek ülkelere aitgöstergeler yer almaktadır. Bu tabloyu AB'ye ait göstergeleridışarıda tutarak izlemek daha anlamlıdır; görüldüğü gibiörgütsel temsil noktasındaki erime eğiliminde ana hatlarıylabir farklılık yoktur; Belçika dışarıda tutulursa burada farklıolan tek husus, söz konusu erimenin şiddeti ve çapıylailgilidir; bu kez de Fransa dışarıda tutulursa, göreli olarakdaha az şiddetli ve sınırlı bir örgütsel temsil krizinden sözedilebilir.

Tablo-3

Konuya ilişkin asıl çarpıcı figür bugün AB üyesi olan eski doğubloğu ülkelerine aittir; Tablo-4’de izlendiği gibi duvarlaryıkıldıktan sonraki ilk 10 yıl içinde sendikalaşma yoğunluğundayarıya yakın dramatik bir düşüş gerçekleşmiş, kapitalist merkezülkelerden farklı olarak, düşme eğilimi aynı şiddette olmasa da2000'den sonra da sürmüştür. Özel mülkiyet rejimine verekabetçi piyasa koşullarına geçiş sürecinin sendikacılıkhareketini gerileten karakteri, bu ülke grubu örneğinde açıkçagörülmektedir.

Tablo-4

İlk üç modelle tezat teşkil eden ve İskandinav Modeli olarak dabilinen tabloya bakılınca sendikalaşma yoğunluğunun 1980 öncesidönemdeki artış hızı kesilmekle birlikte 1980'den sonraki ilk

10-15 yıl boyunca arttığı,1990'la birlikte ise tedrici birdüşüş gösterdiği söylenebilir. Bu model, yeni-liberal evredesendikacılık hareketinin örgütsel temsil noktasında bir krizesürüklenmediği ender bir gelişmiş kapitalist ülke modeldir.

Tablo-5

Sendikacılık krizinin belli bir sendika tipinin krizi olduğuyönündeki görüşe dayanak teşkil eden asıl veriler, "toplumsalhareket sendikacılığı" adı verilen ve yeni-liberal sermayestratejisi ile daha başından kavgaya tutuşmuş bulunan ülkelereaittir. Güney Afrika’da COSATU, Filipinlerde Una Mayo veBrezilya'da CUT, "toplumsal hareket sendikacılığı"literatürünün tipik örnekleridir ve bu ülkelere ait göstergelersendikacılık hareketinin bittiği yönündeki iddiaların ne kadartemelsiz olduğunu bize göstermektedir199.

Tablo-6

O halde bu sendikacılık deneyimine örgütsel temsil konusunaağırlık vermek suretiyle daha yakından bakmak anlamlıolacaktır:Bu sendikaların izledikleri mücadele strateji ve ilkeleri ana hatlarıyla şöyle sıralanabilir; • Üyelerle birlikte bütün işçi ve emekçilerinin maddi koşullarını iyileştirmek, • Örgütsüzleri örgütlemek • Demokrasi ve barış mücadelesine işçileri aktif olarak katmak • Sendika bünyesinde olduğu kadar toplum yaşamının her alanındada işçi denetimini gerçekleştirmek • Finansal açıdan üye aidatına dayanmak ve dış müdahalelere karşı kapalı olmak.Bu sendikaların tamamı, ülkelerindeki bağımlı ve korporatistsendikacılık geleneğinden koparak, bunun dışında ve neredeysetamamı da fiili bir eylemlilik içinde ve çoğunlukla da endüstriilişkilerinin verili yasal zemini dışında doğmuşlardır.

199 Toplumsal Hareket Sendikacılığı (THS) başlığı altında zengin bir uluslararası literatür mevcuttur; bu konu, sendikacılık konusundaki bilgi üretiminin belli başlı başlıklarından biri haline gelmiştir. THS hakkında burada yer alan tespitler, yedi yıl önce kaleme aldığım bir çalışmanın özeti niteliğindedir. Bkz. M. Özuğurlu, 2000.

Otoriter rejimlerden demokrasiye geçişte doğrudan ya da dolaylıetkilerde bulunmuşlar, toplumsal muhalefetin en diri ve enetkili odakları arasında yer almışlardır. Güney Afrika’da ırkçırejimi bitiren inisiyatif COSATU’dan gelmiştir; Brezilya’daCUT, ülkenin en büyük iki siyasi gücünden biri olan PT’nin(Işçilerin Partisi) içinden doğmuştur. Filipinlerde KMU,toplumsal muhalefetin farklı unsurlarını bünyesinde toplayan ve‘yurtsever ittifak’ anlamına gelen BAYAN’ın kurulmasına öncülüketmiştir ve bu cephe örgütünün en diri gücü konumundadır.Ortaya çıkış biçim ve koşulları gereği, ya eylemci ilişkiağının ( network) gevşek yapılanması ya da formal örgütlülüğüngerektirdiği hiyerarşik yapılanma şeklindeki bir tercihle karşıkarşıya kalmamışlar; bu kategorik ayrımı aşarak, organizasyonve ilişki ağının iç içe geçtigi bir örgütsel işleyişi kendibünyelerinde mümkün kılabilmişlerdir.Kendilerini bürokratik merkeziyetçi sendika tipinin reddi vealternatifi olarak ortaya koydukları için, ‘bürokratikleşmeyi’,uzak durulup uyanık olunması gereken bir tehlike şeklindegörmüşlerdir. Bu yönde alınmış çeşitli önlemler söz konusudur.Örneğin Brezilya’da CUT, aynı mevkie iki dönemden fazlaseçilmeme geleneğini sürmektedir; Güney Afrika’da COSATU’nunbeş kişilik merkez yönetiminde, başkan dahil dört üye‘amatör’dür ve işyeri temsilciliği görevlerini tam-zamanlıolarak sürdürmektedirler; G. Kore’de FKTU’nun merkezyöneticileri, ülkedeki en düşük işçi ücreti kadar maaşalmaktadır.Radikal sendika merkezlerinin en belirgin özelliklerinden biride, taban inisiyatiflerine dayanan bir iç işleyişe ve mücadeletarzına sahip olmalarıdır. Üye tabanı, katılımcı politikalarınnesnesi değil, örgütün bizatihi kendisi, gibidir. Sendikamerkezlerinin, işyeri inisiyatifleri arasında koordinasyongörevi ifa eden bir birim gibi çalıştıkları bile söylenebilir.Politikaların üyeler tarafından oluşturulması ve yürütülmesişeklindeki işleyişi, Filipinlerde KMU ‘gerçek sendikacılık’ilkesi şeklinde adlandırmaktadır.Bu merkezler taban inisiyatifine dayalı oldukları kadar,aslında kendileri de birer taban hareketi niteliğinesahiptirler. Zira bu merkezlerde, sendikal örgütlülük işyeridışındaki yaşam alanlarına da nüfuz etmekte, gerek üyeleriyle,gerekse de mevcut taban hareketleriyle canlı ilişkilergeliştirilebilmektedir. Yoksul emekçi semtlerindeki alt-yapı

sorunlarından, geçinme, barınma, sağlık, eğitim gibi temelhizmetler, radikal sendika merkezlerinin faaliyet alanıiçindedir. Bu ihtiyaçlara dönük olarak somut örgütlenmeleregiriştikleri gibi (kolektif mutfak ve kooperatif benzeriörgütlenmeler), yerel ve ulusal ölçekte eylemlilikler de tertipetmektedirler. Bu tür yönelimler, öncelikli amaç olaraksaptanan ‘örgütsüzlerin örgütlenmesi’ amacına da uygundüşmektedir. Zira bu sendikalarda üyelik statüsü, toplusözleşme yetkisine endeksli değildir. Örneğin 1990 tarihiitibarıyla KMU bünyesinde toplu sözleşme hakkına sahip olamayanüyelerin sayısı (400 bin), bu hakka sahip üyelerden (350 bin)daha fazladır. Diğer merkezler için, KMU düzeyinde olmasa da,esnek bir üyelik statüsünün varlığından söz edilebilir. Biranlamda, ‘esnek istihdam’ politikası işgücünü parçalarken,esnek üyelik statüsü parçalanan emekçilerin örgütlü birliğini(yeniden) sağlamaktadır.Bu sendikaların dikkat çekici ortak bir özellikleri de eğitimfaaliyetine verdikleri önemle ilgilidir; eğitim çalışmasıyaygın ve süreklidir; eğitim konu başlıkları da son derecekapsamlıdır. Radikal sendika merkezleri, kamu hizmetlerininmetalaşması, özelleştirme, esneklik, kuralsızlaşma, gibi yeni-liberal sermaye politikalarının ikirciksiz bir şekildekarşısındadır. Kapitalizmin yeni-liberal formuna karşıtakınılan uzlaşmaz tutum, kapitalizmi bir bütün olarak reddeden(sosyalist/Marksist) eğilimlerle bir arada barınmaktadır.Siyasal söylemlerinin diğer bir önemli öğesi iseulusalcılıktır. Ulusalcı söylem, bizdeki gibi sınıf yerineulusu ikame etmemekte; tersine, işçi sınıfının çıkarlarını,ulusun (halkın) çıkarlarına genelleştirmektedir. Ulusalcısöylemin hedef tahtasında Dünya Bankası, IMF, çokulusluşirketler ve ABD yer almaktadır. Sözü edilen ulusalcılığıanlamak için Uno Mayo’nun formülasyonuna bakılabilir, “Filipinlerin zenginlikleri Filipin halkına aittir”. Bu niteliğigereği, ulusalcı söylem enternasyonalizmle de uyum içindedir.Örnek olması bakımından COSATU’nun amblemindeki sloganhatırlanabilir: “Hepimiz aynı dünyada yaşıyoruz. Yerkürenin birköşesinde birimiz kazaya uğradığında, hepimiz yaralanırız”.Son olarak Türkiye’deki durumu ele alabiliriz. Türkiye'desendikalaşma yoğunluğu istatistikleri iki farklı Türkiyeresmeder. Çalışma Bakanlığının düzenli yayınladığı verilereitibar edilecekse Türkiye adeta “küçük İskandinav ülkesi”gibidir. Sigortalı-sigortasız ayrımı yapmadan tüm ücretliler

içindeki sendikalı oranı temel alındığında ise bu kez, "KüçükAmerika" ile “geçiş ekonomileri” karışımı bir fotoğraflakarşılaşmak mümkündür. Resmi rakamların gayri ciddiliğiherkesin malumudur. Sendikalaşma yoğunluğu konusunda büyük birçöküş yaşandığı bilinmektedir. Bu durumun çok yönlü nedenleriolduğu da sır değildir; burada konumuzla sınırlı birdeğerlendirme yapmak gerekirse şunlar söylenebilir. ÖncelikleTürkiye sendikacılığı temel özellikleri ile son 30 yıldırtemsil krizi içinde debelenen sendikacılık tipiyle büyükbenzerliklere sahiptir. Bu da bizim özetle “milli tipsendikacılık” dediğimiz sendikacılık tipidir. Temsil kriziniaşamayan ve krizi yeniden-üreten sendikacılık modelimizi olumluyönde revize etme ve belki de dönüştürme şansı 1989 BaharEylemliliği döneminde ortaya çıkmıştır; kökleri 1986’ya uzananşube platformları ki 1989 Eylemlerini bu platformlarsırtlamıştır sözünü ettiğim şansın en belirgin göstergeleriolmuştur. Ancak Türkiye sendikacılık hareketi bu şansı kendikrizini aşacak şekilde kullanamamıştır; ne sendikacılıkmodelinde ne de anlayışında bir değişiklik gerçekleşmiştir.1980’lerin sonları ve 1990’ların ilk yıllarında fiili birinisiyatifle platform tarzında ortaya çıkan kamu çalışanlarıhareketi, bu açıdan yani krize batık sendikacılık modelininaçılması noktasında ikinci bir şans olmuştur. Ne var ki,yasalar çıkıp kurumsallaşma vakti geldiğinde, kamu çalışanlarıkendisine kriz içindeki sendikacılık tipini model almıştır.Sendikal yoğunlaşma oranındaki göreli yüksek seviye ve artışeğilimi, üye dinamizmine dayalı bir sendikal pratikten ziyade,politik kayırmacılıkla şiddetlenen sendikal rekabetle sanırımdaha ilgilidir. Türkiye sendikacılık hareketi, üyelerininfaydacı ve araççı temsilinden, kolektif temsili esas alansendikacılık tipine geçememiştir.

Tablo-7

Bu noktayla ilişkili ikinci bir husus daha vardır; TürkiyeGüney yarım kürenin maruz kaldığı sermaye saldırısına maruzkalan bir ülke iken, Türkiye sendikacılık hareketi çareyi Kuzeyyarım küre sendikacılığının izlediği yolda bulmuştur. Bu yolise kabaca iki unsura dayanmaktadır: İlki küçük sendikalarınbüyük sendika bünyesine katılması, bize yabancı olmayan “kafave kasa birliği” yolu, diğeri de formal ve enformel kanallarla

yürütülen lobicilik faaliyetidir. Özetle, Güneydeki derdeKuzeydeki yolla derman aranmıştır. İlginçtir; sosyal diyalogunnesnel hiçbir zeminin kalmadığı koşullarda, Türkiye çalışmailişkileri zemini sosyal diyalog masalarıyla donatılmıştır.Sermaye sınıfının son derece kibar, iyi yetişmiş, entelektüel,vicdan sahibi, ileri görüşlü temsilcileri olabilir; ama,sermaye, kendi iç mantığı gereği, tek bir motife, kar motifinesabitlenmek zorundadır; ve yine kendi iç mantığı gereği“yeterli miktarda kar elde ettik, şimdi karı ikinci plana atıpbiraz da bölüşelim” diyemez; yani, sermayenin kendi içindesosyal freni yoktur; bu bakımdan ileri görüşlü temsilcileribulunsa da sermaye kör bir güçtür. Sendikacılık tarihi bizegöstermiştir ki, pazarlık masası ve diyalog ortamı, sermayedenbağımsızlaşmış birleşik ve politikleşmiş bir işçi sınıfıhareketi vücut bulduğunda ancak işçinin kısa erimli çıkarlarılehine sonuçlar vermiştir. Oysa günümüzdeki biçimiyle sosyaldiyalog ortamı, toplumsal eşitsizliklerin her ölçektederinleştiği bir ortamda, sendikacılık hareketini de bufenalığın müsebbipleri arasına katmaktan başka bir sonuçvermeyecektir.

Kaynakça

Balibar, Etienne et al. (1998) Dersimiz Yurttaşlık, (Hazırlayan:Turhan Ilgaz), İstanbul: Kesit Yayıncılık.Banali, G. (1997) “Classifying welfare states: a two-dimensionapproach” Journal of Social Policy, vol. 26, no.3, 3351-372.Cardoso, A. M. (2002) Workers’ Representation Insecurity in Brazil: GlobalForces, Local Stres, International Labour Office, Geneva, July.Checchi, D. (2002) “Pattern Persistence in European Trade UnionDensity”, Working Paper n.01.2002, Università degli Studi diMilano.Fairris, D. & E. Levine (2004) "Declining union density inMexico, 1984–2000" Monthly Labor Review September.Galin, D. (2004) “Contemporary Issues in the InternationalTrade Union Movement”, Global Labour Institute (T&GWU Seminar:Globalisation, Development and International Trade UnionMovement, Eastbourne, April 16-23, 2004). <http://www.global-labour.org/ > ( erişim: 12.09.2006) Galin, D (2004) “The Labor Movement”, Global Labour Institute<http://www.global-labour.org/ > ( erişim: 12.09.2006) Gray, K. (2004) “ ‘Crisis’ in the Korean labour movement: FromMilitance to Social Unionism”, Working Paper, University ofNewcastle.<www.hawaii.edu/global/publications_media/Publications_Staff_Fac> (erişim: 14.09.2006)Hayek, A. V. F. (1997) Hukuk, Yasama ve Özgürlük Özgür Bir ToplumunSiyasi Düzeni Cilt 3, (Çeviren: Mehmet Öz) Ankara: Türkiye İş BankasıKültür Yayınları, Şubat.ILO (2006) Global Employment Trends Brief, January, 2006 Genava<www.ilo.org/public/english/employment/strat/wrest.htm>(erişim: 17.09.2006)JILPT (2006) Statistical Information:2006 Main Labor Economic Indicators,March.<www.jil.go.jp/english/estatis/eshuyo/200609/esyuyou.pdf>(erişim:20.09.2006)

JILPT (2006) Trade Union Density Rate<http://www.jil.go.jp/english/estatis/eshuyo/200611/e0702.htm>(erişim: 10.10.2006).Katz, C. (2001) "Vagabond capitalism and the necessity of

social reproduction", Antipode, 43.4: 371–383.Kelly, J. & J. Waddington (2002) “Union revitalization in theUnited Kingdom”, Discussion paper, DP/133/2002, ILO, Genava.Kelly, J. (1997)T”he future of trade unionism: injustice,identity and attribution”, Employee Relations, Volume 19 Number 51997 pp. 400-414, EMERALD FULLTEXT.New Internationalist (2001) Trade Unions / THE FACTS(editorial), New Internationalist, Vol.341, December.Özuğurlu, Metin. (2000) “Sendıkacılık Hareketinin Krizi ve YeniGelişmeler Üzerine Gözlemler”, A.Ü. SBF Dergisi, 55(1), s.139-172.Scipes, K. (1996), Social Movement Unionism: A New Type of TradeUnionism,<www.labournet.de/diskussion/gewerkschaft/smu/smuks_ka.pdf>(erişim: 22.09.2006)Şenkal, Abdülkadir. 1999. Sendikasız Endüstri İlişkileri, Kamu-İşYayını.Visser, J., (2006) “Union membership statistics”, Monthly LaborReview, January 2006.Wahl, A., (2004) “The ideological legacy of the social pact”,Global Labour Institute.<http://www.global-labour.org> (erişim:12.09.2006).

ALİ GÜZEL - OTURUM BAŞKANIEvet şimdi Sayın Öke’ye söz veriyoruz.

M. KEMAL ÖKESon zamanlarda üzerinde çalıştığım iki konu var, kafamda netleştirmeyeçalıştığım iki kavram var. Bunları sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bunlardan birincisi sosyal diyalog, ikincisi de toplumsal yapı içindesendikaların gücünü ve etkinliğini nasıl artırabiliriz konusu. Yanikısaca içinde bulunduğumuz konjonktürde ne yapmalı sorusuna cevaparıyorum. Bu nedenle biraz yaşamın içinden bir sunuş olacak, çok teorikbir sunuş yapmamaya çalışacağım. AB, Türkiye ilişkilerine baktığımızda hep iki temel kriterdensöz edilir. Bunlardan birincisi; Kopenhag Kriterleri, yanisiyasi kriterler diğeri de Maastrich Kriterleri, yani ekonomikkriterlerdir. Türkiye açısından bakıldığında,benim çok önemverdiğim konu, hiç telaffuz edilmeyen sosyal kriterlerdir.Sosyal kriter, diye bir kavram mı var, sorusu akla gelebilir.Çok kullanılan bir kavram olmamakla beraber kullanılmasıgerektiğini düşünüyorum. Nedir sosyal kriterler, neyi içerirderseniz; gelir bölüşümünden, çalışma hakkına kadar, örgütlenmehakkına kadar, sendikalaşma, toplu pazarlık hakkına kadarçalışma ve toplumsal yaşamın her evresinde geldiğimiz noktayıgösteren kriterlerdir. Türkiye’nin içinde bulunduğu en dramatikyapı da burasıdır. Çünkü ekonomik kriterleri, bir şekildeçözebiliriz. Bütçe açıkları bir şekilde çözülebilir. Siyasalkriterler alanında, siyasal yapılanmada, demokraside zamaniçinde bazı gelişmeler kaydedilebilir ama sosyal kriterleraçısından durum biraz daha farklıdır. Bana öyle geliyor ki;üzerinde bütün sosyal aktörlerin kafa yorması gereken şeysosyal kriterlerdir, çünkü bunlar çok kısa süre içinde ve küçükçabalarla gerçekleştirilebilecek konular değildir. SözgelimiTürkiye’de gelir dağılımını bir on yıl, yirmi yıl, kırk yıliçinde kolay kolay düzeltemezsiniz. Türkiye’deki örgütlenmedüzeyini benden önce sunuş yapan arkadaşımın vurguladığı gibikuzey Avrupa ülkeleri düzeyine getiremezsiniz. O halde bizimısrarla kafa yormamız gereken konunun sosyal kriterler olduğunudüşünüyorum. Sosyal kriterler meselesinde, Türkiye açısından busorunu acaba Avrupa sosyal modelini kullanarak dahaanlaşılabilir kılabilir miyiz diye düşünüyorum. Nedir AvrupaSosyal Modeli? Son zamanlarda Avrupa Birliği’nin uykusunukaçıran iki temel kavram var, belki bunlara tehdit dediyebiliriz. Bunlardan birincisi tüm Avrupa’nınJaponlaştırılması (Japanization), ya da Amerikanlaştırılması(Americanization) tehditleridir. Ne demektir Japonlaştırma yada Amerikanlaştırma? Dünyanın bir tarafında Japon ekonomikilişkileri, öte tarafta ABD, kuralları domine eden yapısı,dünya ticaretini yalın bir rekabet düzlemine sürükleyenegemenliği ile emeğin ve insanın rolünü sıfırlayan, piyasayı

öne çıkaran bir trendi dayatmaktadır. İşte böyle bir dünyada,Avrupa sosyal modeli, içinde bulunduğu sosyal yapıdan ödünvermeden nasıl ayakta kalınabilir, bu yapılarla nasıl başedilebilir, nasıl ekonomik ivmeyi aşağıya düşürmeden bukıtalarla rekabet edilebilir arayışıdır. Peki bu mümkün müdür?Bunu zaman içinde göreceğiz. Bugün Avrupa’nın en çok konuştuğukonulardan biri Avrupa Sosyal Modelidir. Bu konuyla ilgili çokfarklı görüşler öne sürülmektedir; bir tarafta eğer piyasayıöne çıkaracaksanız sosyal yapıdan ödün vermek zorundasınız, ötetaraftan sosyal refah devletiyle birlikte daha rekabetçimekanizmalar da hayata geçirilebilir mi? İşte bunun içinesneklik içinde güvence (flexicurity) diye tanımlanan birkavram kullanılmaktadır. Bu kavram hem esnekliği, hemgüvenceyi içermektedir. Kuşkusuz bunun somut yansıması yaşamiçindeki uygulamada görülecektir.

Avrupa sosyal modeli birkaç ayak üzerinde duruyor. Bunlardan birisosyal tarafların özellikle sendikaların gücü ve toplum içindekietkinliğidir. Ben iki hafta önce bugün, bu saatlerde Fransa’nın Toulouskentinde bir toplantıda değişik Avrupa ülkeleri akademisyenleri ileAvrupa’da sendikal gücü nasıl arttırabiliriz tartışması içerisindeydik.AB komisyonu bir sosyal aktör olarak toplum içindeki sendikalarıngücünün ve etkinliğinin arttırılmasını olmazsa olmaz bir koşul olarakgörmektedir. O halde bu gücü, bu etkinliği nasıl artırabiliriz? Benim deüzerinde kafa yormak istediğim konu budur, daha doğrusu birazkışkırtıcı konuşarak sizleri bu konuda düşünmeye ve bu konuda bir çözümyolu aramaya çağırıyorum. Bizim bugünden yarına muhtaç olduğumuz enyaşamsal konu herhalde budur. Başka bir anlatımla vurguladığım modeliçinde yer alan temel mekanizmalardan biri olarak sosyal diyaloğukullanarak bu konuda bir gelişme sağlanabilir mi? Çünkü birazdanüzerinde duracağım gerekçelerle sendikalar müthiş bir güç kaybınauğramışlardır. Toplumsal varlıkları tartışılır hale gelmiştir eskigücüne 1970’ler Türkiye’sindeki gücüne, itibarına, prestijine dönmesigerekir, bunun içinde bizim bir şeyler yapmamız gerekir, işte bununüzerinde biraz kafa yormak istiyorum.

Bugün yaşanan sorun nedir? Çalışma ilişkileriyle ilgili olarak çalışmayaşamının ne tarafına bakarsanız, devlete dayanan bir yapı görürsünüz.Bugün 2822 sayılı kanuna göre, herhangi bir işçi sendikası toplusözleşme yapmaya kalktığında, attığı her adımı, aldığı her nefesiÇalışma Bakanlığı’na bildirmek zorundadır. Eğer bir yanlış adımatarsanız yaptığınız grev yasadışı grev olur. Ya da o güne kadar kat

ettiğiniz prosedür sıfırlanır işin başına dönmek zorunda kalırsınız.Devlet; işçi, işveren ilişkilerinin içinde olması gerektiğinden çokfazla vardır ve her şeyi devlet belirlemektedir. Amerikalılarındeyimiyle “big brother” tepede oturarak, şunu yap şunu yapma, diyerekoyunun kurallarını belirlemektedir. Çalışma yaşamında bu kadar devletegemen bir yapı olamaz, böyle bir yapı sürdürülemez. O haldesendikaların özgürlük alanı nerede? Sendikaların özgürlük alanı sonderece sınırlanmış durumdadır. Bu devlet egemen yapı doğal olarak hemçalışma yaşamında hem de ekonomik ve sosyal yaşamda sendikaları sonderece sınırlı bir etkiye mahkum etmektedir. Bunun tarihsel, yapısal,konjonktürel nedenleri vardır bu nedenler sendikaların etkinliğini vetoplumsal gücünü aşındırmıştır. Nedir bunlar? Bunlar bildiğiniz şeyler,üzerinde çok fazla durmak istemiyorum. Kısaca özetlemem gerekirse;tarihsel nedenler, sanayileşmenin geç doğuşu ve işçi sınıfınınörgütlenmesi sorunu. Şunu hemen sizlerle paylaşmak istiyorum Türkiye’de1800’ler Fransa’sında olduğu gibi örgütlenme, suç kavramıyla eşdeğeralgılanmıştır. Sendikalar masası daha üç gün öncesine kadar emniyetmüdürlüğü bünyesinde yer almakta idi. Tüm sendikal siciller buradatutulmakta idi. Neden emniyet müdürlüğünde sendikalar masası diye birbölüm vardır? Örgütlenme bir vatandaşlık hakkıdır, insanlar vatandaşlıkhakkını kullanırken neden polisle yüz yüzedir, bu soruların yanıtlanmasıgerekir. Bu durum, devrimden sonra Fransa’da işçi sınıfının birpotansiyel suçlu olarak görülmesi zihniyetinin bir sonucuydu. O zamanlarbir iç pasaportla Fransa’da işçiler bir şehirden diğerine seyahatedebilirlerdi. Fransa bunları aştı ama Türkiye’de hala bu algılamayıbütünüyle ortadan kaldırdığımızı söyleyemem. Ne büyük şans ki geçtiğimizbirkaç yıl içinde dernekler masası, emniyet müdürlüğünden ayrılıpvatandaşlık müdürlüğüne bağlanmıştır. Yapısal nedenlere gelince; nüfus, toplam işgücü ve istihdam rakamlarıülkede ciddi bir yapısal soruna işaret etmektedir. AB içinde 70 milyonnüfusu olan hiçbir ülkenin istihdamı bu denli küçük değildir. Başka biranlatımla Türkiye’de çalışabilir yaştaki insanlar arasında çalışanlar,çalışmayanlardan daha azdır. Bunun yanı sıra istihdamın sektöreldağılımı açısından bakıldığında da durum AB’nin köylüsü olarak bilinenRomanya’nın ve Bulgaristan’ın bile gerisindedir. 2006 rakamlarıylaTürkiye’de % 33 tarımsal istihdam vardır oysa AB ortalamaları % 5’lercivarındadır. Bu nedenle hala dominant bir tarımsal istihdam mevcuttur.Öte yandan istihdam açısından sanayi işletmelerinin ölçeğinebakıldığında; bir ila dokuz işçinin çalıştığı küçük işletmelerin çokyaygın olduğu görülmektedir. Bu durum sendikal örgütlenmenin önündeki entemel engeldir. Bu yapı bu şekilde devam ettiği sürece sendikalarıngüçlenmesi son derece zor görülmektedir. Bunlara üçüncü olarak ucuz

emeğe dayalı enformel sektörü ilave etmek gerekir. Kayıt dışı ya daenformel sektörün ne olduğu çok iyi tanımlanmalıdır. Enformel sektörgerçekten kayıt dışında yer alan işletmeler değildir. Aksine kayıtlıfirmaların uzantılarıdır, bu bağlantıları çok iyi izlediğiniz zamanonların çok büyük şirketlere kadar uzandığını görürsünüz. Dolayısıylabizim enformel sektör dediğimiz yapılanma tamamen ucuz emeğe dayalıolarak büyük şirketlerin ikincil, üçüncül parantelde merdiven altıişletmelerde fason ya da taşaron ilişki içerisinde sürdürdükleri birorganizasyondur. Türkiye’nin ihracaat lobisi devlet üzerinde etkinolmaya devam ettiği sürece biz Türkiye’yi ucuz emek cenneti olmaktançıkaramayız. Fakat bu yapı bizim ajandamızın başında çözülmesi gerekensorunlar arasında yer almalıdır.

İşgücü piyasaları ve istihdam ile ilgili yapısal sorunlar 1936’da 3008sayılı yasa ile başlamıştır. Kanun koyucu beyaz yakalı, mavi yakalıayrımı yaparak, çalışanları; bedenen çalışan ve fikren çalışan olarakayırmıştır. Daha 1936’da segmente olmuş parçalanmış bir işgücüpiyasası yaratılmıştır ve hala bu yapı bugün de devam etmektedir.Bugün, bedenen çalışan fikren çalışan ayrımına bir de işçi-memur ayrımıilave olmuştur. Avrupa’nın hiçbir ülkesinde çalışanların örgütlenmehakları açısından böylesine parçalandığına tanık olunamaz, belkibirtakım ülkelerde çok üst düzeyde genel müdür, müsteşar gibi kararverici insanlar toplu pazarlık sisteminin dışında tutulmaktadır, bunundışındaki tüm çalışanların aynı sendikal çatı altında toplanabildikleri,aynı toplu sözleşmeden yararlanabildiklerine tanık olmaktayız. Örgütlenmenin önündeki engel olarak nihayet barajları sayabiliriz. Önce% 10 barajı, sonra da %50+1 barajı kabul edilebilir yapılar değildir. %10 barajı da bugün üyesi olmaya çalıştığımız AB ülkelerinin içindehiçbir ülkede mevcut değildir. % 10 barajını ve salt çoğunluk barajınıda tartışmalıyız. Toplu sözleşme yapmayı zorlaştırmak yerinekolaylaştırmalıyız. Gerek düzey olarak gerekse prosedür olarak bu uzunve zor süreci tamamen ortadan kaldırmalıyız.

Nihayet konjonktürel nedenlere gelince; Post-Fordist üretimorganizasyonu hızla üretimi mavi yakalıdan beyaz yakalıya doğruçevirmiştir. Beyaz yakalıların işletme içinde önemi artmıştır bu önemartarken enteresandır benim yaptığım küçük bir çalışmaya göre beyazyakalıların son derece sistematik bir şekilde toplu pazarlık sürecinindışında tutulduklarını izliyoruz. İşverenlerin kendi açısından sonderece akılcı olan “şu bizim mühendisleri toplu sözleşmenin dışındatutalım” talepleri, sendikalar tarafından kabul edilmiş hattasendikalar kendileriyle aynı dili konuşmayan bu eğitimli işgücünü TİS

sistemi dışına çıkarmak için adeta buna balıklama atlamıştır. Bugün “şubizim mühendisler” denilen beyaz yakalı insanlar imalat sanayi içinde,üretimin üzerinde kurgulandığı insanlardır ve işletmenin olmazsa olmazunsuru durumundadır. Eğer bu trend devam ederse sendikalar, işvereninher an gözden çıkarmaya hazır olduğu yarı nitelikli ve niteliksiz insangücünün temsilcisi olarak kalacaklardır. Burada çok ciddi bir tuzakvardır bunu sendikaların çok iyi tahlil etmesi gerekir ama bilmiyorumbunun farkındalar mı? O halde ne yapmak lazım, zamanım dolduğu içinişçi sendikalarının ne yapması gerektiğini sonraya bırakmak zorundayım.Şimdi zamanın elverdiği ölçüde sosyal tarafların, devletin yapmasıgerekenler üzerinde durmak istiyorum. Değinmem gereken ve konu başlığıda bu zaten. Bu noktada devlete düşen görevlerden başlayalım. Bir kez,hükümet olarak biz AB sürecinde bir takım taahhütlerde bulunduk. Ulusalprogramda sosyal tarafları güçlendirme sözü verdik, 8. planda bunailişkin taahhütlerde bulunduk, katılım öncesi ekonomik programda bunailişkin taahhütlerde bulunduk ve katılım ortaklığı belgesinde bunailişkin taahhütlerde bulunduk. Peki bugün geldiğimiz noktada bütün butaahhütlere rağmen acaba belli bir mesafe kat edildi mi? Devletintaahhütleri açısından kat edilen mesafe ne yazık ki yok. Devlet bukonuda elindeki yetkileri asla paylaşmak istemiyor. Devlet elindekiyetkileri gerek çalışma yaşamıyla ilgili gerekse ekonomik ve sosyalyaşamla ilgili, yetkileri paylaşmak istemiyor. Küçük bir örnek vermekgerekirse; bilgi edinme hakkından yararlanmak amacıyla başbakanlığa bire-mail gönderdim, ekonomik ve sosyal konseyin son yıllarda kaç defatoplandığını ve çok önemli ekonomik ve sosyal konularda hangi kararlarıaldığını öğrenmek istedim, aradan üç ay geçti hala cevap alamadım.Ekonomik ve Sosyal Konsey gibi, yaşamın çok önemli alanlarında sosyaltarafların, sosyal aktörlerin yan yana gelerek birlikte karar almasıgereken bir noktada dahi konsey göstermelik bir yapının ötesinegeçememiştir. Peki o halde sonuç nedir? Sn Başkan uyarıyor oysa bensöylemem gerekenleri henüz söyleyemedim, iki cümle ile sözlerimi bitiripbelki takip eden turda sosyal diyalog üzerinde durabilirim. Türkiye’dekimevcut durum bir Latin deyişiyle ifade edilebilir: “esse guem videre”,nedir bu; yapıyor gibi göstermek, varmış gibi göstermek demektir. Halkarasındaki ifadeyle görüntüyü kurtarmaktır. Baktığınızda ortada devasabir organizasyon var, büyük sesler çıkararak çalışıyor, ne üretiyor diyesorduğunuzda, size diyorlar ki: “Bilmem, bir şey üretmesi mi lazım”.Ortada büyük yapılar var ama hiçbir şey üretmiyor. İşte Türkiye’dekisosyal diyalog mekanizması budur. Ekonomik ve sosyal konsey var,kanunlar var, düzenlemeler var, kurullar var, ne üretiyor? Bir diyalogvar mı? Ne yazık ki taraflar arasında bir diyalog yok. Yapı var,

mevzuat var, kanun var, peki diyalog var mı, işte o yok temel sorumuzburada yatıyor. Dinlediğiniz için teşekkür ederim.

ALİ GÜZEL- OTURUM BAŞKANIEvet, değerli konuşmacılara çok baskı altında da olsa kısazamanda bildirilerini sundukları için içten teşekkürlerimiifade ediyorum. Değerli konuklar zaman baskısı nedeniyle hemengenel görüşme, tartışma bölümüne geçelim diyorum. Tabii bugenel görüşme aşamasında eşitliği hiç olmazsa toplumsaleşitliği sağlayamıyoruz ama bu toplantıda eşitliği sağlayalımdedik fakat eşitliği sağlamak çok güç görünüyor, demek kiyüzyıllardan beri bu eşitlik sağlanamadığı için biz de bueşitliği sağlayamayacağız, dolayısıyla sadece beş arkadaşımızasöz vermek durumundayım. Daha sonra değerli konuşmacılar busorulara yanıt verecekler. Evet Emel hanım buyurun, dörtkişimiz kaldı.

EMEL DANIŞOĞLUEfendim iyi günler diliyorum, ben emekli bir plancıyım. SayınTijen Hocam’a küçücük bir eklenti yapmak istiyorum. Ayrımcılıkkonusuyla ilgili olarak ne yazık ki bütün dünyada olduğu gibiülkemizde de özel ilgi grupları dediğimiz gruplar arasında çokciddi bir ayrımcılık söz konusu. Bunun içerisinde sakatlaragösterilen ayrımcılık, kadınlara bahsettiğiniz gibi büyük birayrımcılık söz konusu. Bunun yanı sıra giderek gündeme gelenbelki ben bu alanda yeni yeni çalışmaya başladığım içinyaşlılara yapılan bir ayrımcılık söz konusu. Bu bütün dünyadaolduğu gibi bizim ülkemizde de çok yoğun bir şekilde kendisinihissettiriyor ben ILO için küçük bir çalışma yapmıştım, buçalışmayı yaparken küçük, orta ve büyük işletmelerde bir sorukağıdı dolaştırdım ve gördüğüm o ki, % 99’u 50 yaşın altındaeleman kullanıyor yaş olarak 50’nin üstünde elemankullananların sayısı işyeri olarak son derece sınırlı, yani çokciddi bir yaş ayırımcılığı söz konusu Türkiye’de ve işin ilginçtarafı bu ayrımcılık tarım sektörü dışında özellikle hizmetlerve sanayide çok yoğun olarak hissedilebiliyor. Bunun en barizolarak hissedildiği yerlerden bir tanesi de bankacılık sektörü.Bankacılık alanında aşağı yukarı kırkın üstünde bir eleman

çalıştırmama gibi bir kararın içersindeler ve yani yirmi yılınıdolduran, yirmi, yirmi iki yılını dolduran kadınları özelliklekadınları ve daha sonra 25 yıl itibariyle de erkekleri hemenemekliye sevk ediyorlar. Bu tabii insan hakları açısından sonderece düşündürücü sonuçları itibariyle. Ayrıca da tabii,emekli aylıklarının korunamayışı, reel emekli aylıklarındagiderek azalma yaşanması nedeniyle de çok ciddi bir sorunolarak ortaya çıkıyor. Ben sadece bu grubun dikkatine bunusunmak istedim, teşekkür ederim.

DOÇ. DR. AZİZ KONUKMAN -TÜRK-İŞBenim sorum Kemal Hoca’ya, tebliğinin başlığı “Sosyal Diyalogve Yönetişim”di. Görebildiğim kadarıyla hiç yönetişime girmedive yönetişim karşısında tavrı nedir, yani bu kavramın içeriğineyönelik herhangi bir eleştirisi var mı, ya da bu kavramı çokolumlu, çağdaş bir gelişme olarak mı değerlendiriyor? İkincisi“Maastrich kriterlerini çözebiliriz, bunda bir sorun yok” dediama, esas olan sosyal sorunlarımız dedi. Maastrich kriterleriiçinde çok önemli bir madde var: Bütçe açığının minigelişimdeki payı % 2’yi aşmamalıdır diye o kriteritutturduğunuzdaki Türkiye biliyorsunuz ki geçen yıltutturduğunda o kriteri tutturduğunda ne yazık ki sosyalharcamalara hiçbir kaynak kalmıyor ve sosyal diyalogdinamitleniyor, bu konudaki yorumunu kendisinden rica ediyorum.Son olarak bu AB ile de ilgili aynı bağlamdadeğerlendirilebilir, bir yerde AB’nin öngördüğü iktisatpolitikaları ki ulusal programa yansıyor bunlar o programlarlasosyal politikalar çelişmiyor mu çünkü iktisat politikalarıdaha çok IMF’nin öngördüğü programlarla örtüşüyor, ama sosyalpolitikalar ise örtüşmüyor. Şimdi birinciyi çözmeye kalktığımızzaman birincide yoğunlaştığımız zaman bu sosyal adaleti ya dasosyal dengesizlikleri artıracak bir durum yaratmıyor mu buçelişkili durumu nasıl değerlendirir Sayın Öke?

ASALETTİN ARSLANOĞLU Faruk Bey’e şunu sormak istiyorum: Yoksullukla mücadeledekiönerilerinizi alamamıştım buraya bir açılım getirirsenizsevinirim. Tijen Hocam’a biraz önceki açılım üzerinden bir sorusormak istiyorum: Türkiye’de emeklilik yaşı yükseltildikademeli olarak yükselmeye devam ediyor. Evet yaşlılaraayrımcılık konusuna buradan bir bakış açışı yapabilir miyiz

diye bir de kaçak mültecilere yönelik, kaçak çalışanlara vemültecilere yönelik ayrımcılık hem ülkemizde hem diğerülkelerde ve sendika üyelerine yapılan ayrımcılık konusuna dagirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Metin Hocam toplumsalhareket sendikacılığından söz ettiniz. Ama onu açma fırsatınızolmadı, biraz açar mısınız? Buna sevinirim ve şu konuyadikkatinizi çekmek istiyorum ve Türkiye’de ve sendikalarınüyelik sayısı konusuna bakışta bir yanlışlık olduğunudüşünüyorum. Çünkü gördüğüm kadarıyla akademik çevreler aidataldığımız üyeleri sendika üyesi saymak gibi bir yaklaşımiçerisindeler ve bazen sendikacılardan da böyle bir bakışgeliyor, bunun yanlış olduğunu düşünüyorum ve sendikalarıngerçek üyeleri vardır ve aidat almıyor olabilir çünküsendikaların Türkiye’de sadece toplu sözleşmeyle ve toplusözleşmeden yararlandırdığı üyelerden aidat almak gibi biryaklaşımı vardır ikisinin birbirinden ayrılması gerektiğinidüşünüyorum, siz ne düşünüyorsunuz buna diye soracağım. KemalHocam da tarım nüfusu azalmalı dedi, Hocam Romanya veBulgaristan örneğini vererek, fakat Romanya ve Bulgaristan’ıngenç nüfusunun AB ülkelerinde sanayide absorbe edildiğigörülüyor ama Türkiye için bu engellenmiş durumda, peki bunüfus nasıl istihdam edilecek, buna bir yaklaşım gösterirmisiniz. Teşekkür ederim.

CEFA ERDOĞANBirleşik Metal-İş Sendikası çalışanıyım. AB’nin biraz öncesayılan kriterleriyle ilgili birtakım düşünceler vardıkafamda. Bu düşünceleri Metin Özuğurlu hocamdan alırsamsevinirim diye düşünüyorum. O da şudur: Bu kriterleriçerisinde, AB normları içerisinde sınıfa yönelik birtakımsaldırılar var ve bu oluşum içerisinde de AB’ci olan veyaolmayanlar içerisinde bir düşünce farklılıkları var. Bu düşüncefarklılaşmasında, mesela kıdem tazminatının, ihbar tazminatınınya da geçmişte kazanılan sınıfa yönelik hakların ortadankaldırılması var. Bu konuda ne düşünüyor kendisi, benim sorumbu.

VELİ BEYSÜLEN- EMEKLİ SEN GENEL BAŞKANI

Teşekkür ederim Sayın Başkan. Benim sorum Sayın Özuğurlu’ya:Sayın Özuğurlu örgütlenmede sendikal örgütlenmede bir düşüşünbütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de çok fazla yaşandığınısöylediler, peki bu düşüşü aşmak için toplumsal sendikalaşmadediler bunun yanı sıra belli katmanları özellikle uluslararasısözleşmeleri dayanak alarak mesela emeklilerin de örgütlenmesi,köylülerin örgütlenmesi sendikal biçimde örgütlenmesikadınların ev kadınlarının ve öğrencilerinin örgütlenmesisendikal harekete bir ivme kazandıran birilerini böyle bakarsakbu örgütlenmenin önünün açılması için sendikal hareketin birmücadele yapması gerekir mi? Teşekkür ediyorum.

YASEMİN GÜNGÖR - İŞ MÜFETTİŞİ Biliyorsunuz iş kanununda ilk kez eşit davranma ilkesi altındaayrımcılık yasağı getirildi, bu ayrımcılık ayrımcı davranmamaher zaman eşitliliği sağlar mı? Çünkü işverenin aynı zamandaişçiler arasında eşit davranma yükümlülüğü de vardır. Bu ikisibirbiriyle ne derece örtüşüyor ve iş kanununa getirilen bumaddeyi genel anlamda ayrımcılığın önlenmesi açısından yeterligörüyor musunuz? Teşekkür ediyorum.

ALİ GÜZEL - OTURUM BAŞKANITamam efendim şimdi söz konuşmacılarda. Evet programdaki sırayıizleyelim Sayın Sapancalı buyurun.

FARUK SAPANCALITeşekkür ederim. Bana yönelik herhalde bir soru var onucevaplamaya çalışayım, hocam bir süre var mı. Evet şimdiyoksullukla mücadele konusunda iki temel yaklaşım öne çıkıyor.Bunlardan bir tanesi ekonomi politika yaklaşımı diğeri desosyal politika yaklaşımı. Ekonomi politika yaklaşımı daha çokküreselleşmeci neo liberal bir çözüm olarak öne sürülüyor. Bunagöre ekonomik büyüme sürdürülebilir bir ekonomik büyümekendiliğinden bu yoksulluk sorununu halledecektir deniyor, yaniekonomik büyüme sürdürülebilir bir ekonomik büyüme başlangıçtabir eşitsizlik yaratabilir belki. Ama uzun vadede bu ekonomikbüyüme sürdürülebilir olursa bunun yoksulluğu kendiliğindenortadan kaldıracağı iddia edilmektedir. Çünkü ekonomik büyümeyatırımları artıracak, yatırımlar istihdama dönüşecek ve

istihdamın artmasıyla birlikte de sorunlar yani yoksulluksorunu kendiliğinden çözülecektir. Tabii bu güzel bir düşünceama gerçekleşmemiştir, çünkü dünya hızla büyürken OECD’ninraporunda da belirtilmiştir. OECD ülkelerinde hızla artanekonomik büyümeye rağmen, refaha rağmen hızla artan biryoksulluk ve sosyal dışlanmanın altı çizilmiştir, yani OECDraporunda ekonomik büyümenin tek başına sorunları çözmekteyeterli olmadığı ifade edilmiştir. Dünya Bankası’nın temelyaklaşımı da yine ekonomik büyüme üzerinedir ve bu yaklaşımagöre de yapılması gereken yoksullukla mücadelede yapılmasıgereken, özel alanın genişletilmesi ve geleneksel cemaatilişkilerinin güçlendirilmesidir. Yani Dünya Bankası’nındünyaya çözüm olarak sunduğu yöntem budur. Ancak cemaatilişkilerinin güçlendirilerek, sivil toplum örgütleriningüçlendirilerek bu sorunu çözmesini beklememiz başka sorunlarıda beraberinde getiriyor. Özellikle devletin boşalttığı biralanı başka bir takım kurumların doldurması anlamına geliyor kibu da çok daha değişik boyutta farklı sorunların ortayaçıkmasına neden oluyor. Dolayısıyla uluslararası kuruluşlarDünya Bankası örneğin, yoksullukla mücadele programını çoğuzaman kamuyu bu işin içine sokmadan sivil toplum örgütleriyleyürütmeye çalışıyor ama, bu yaklaşımın temelinde yatan -sabahda tartışıldı aslında- o sosyal sorumluluk duygusu dediğimiz,işte işletmeleri daha fazla sosyal sorumluluk duygusu katarakişte, en azından sosyal dışlanmış bireyler işte, “bu kadar daolmaz ya” dedirtmemek için bunların biraz olsun durumlarınıdüzeltmek. Tabii bir diğer önemlisi istihdam artırmayayönelik yaklaşım -dün de tartışıldı- aktif işgücü piyasasıpolitikaları gündeme getirildi. Özellikle AB’nin sosyaldışlanmayla mücadelede sosyal içerme politikalarınabaktığımızda sosyal dışlanma politikalarının Avrupa istihdamstratejisiyle birlikte yürütüldüğünü görüyoruz. Yani Avrupatemel sorun olarak yoksulluk ve sosyal dışlanmada mücadeledeistihdamın artırılması gerektiğini vurguluyor, istihdamakatılımın artırılmasını, peki çözüm önerisi ne? Aktif işgücüpiyasası düzenlemeleri. İşte özel sektörle işbirliği içindekamu istihdam hizmetlerinin modernize edilmesi, girişimciliğingeliştirilmesi, küçük ve orta ölçekli işletmelerinyaygınlaştırılması, işgücü piyasasında uyum sağlayabilirliğinbiraz evvel söylendiği gibi esneklik ve güvencenin bir arada dasağlam bir denge oluşturması. Ancak bütün bunlar da aslında neoliberal çözümler. AB’nin koyduğu önerilerin hepsi de sonuç

itibariyle neo liberal olarak politikalar çerçevesinde olduğunugörüyoruz ve bunların şu ana kadar da henüz yeterince sonuçverdiği söylenemez. Buna karşılık sosyal politika önerilerigündeme geliyor, son dönemde giderek çok fazla tartışılanözellikle de AB bu konuda bütün ülkelerde ağırlıklı bir şekildeuygulanan asgari bir gelir desteğinin tüm herkese garantiedilerek sunulması, asgari düzeyde bir gelirin herkesedağıtılması; yani yoksul kimselerin belirlenerek belirli birasgari düzeyinin herkese bir vatandaşlık hakkı olarak, biryurttaşlık hakkı olarak sunulması. Bu bir çözüm olabilir mi, haeğer yoksulluğu sadece mutlak yoksulluk olarak görürseniz yaniaçlık sınırında bir yoksulluk sınırı olarak görürseniz bu birçözüm. Yani aç kişileri doyurursunuz ama, bu sorunun ortadankaldırılması anlamına gelmez. Biraz evvel de söyledim dahabirçok çözüm önerisi ortaya konulabilir ama, bu sorunuçözebilmek tek başına ulusal düzeyde gerçekleştirilebilecekpolitikalarla mümkün değil. Küresel politikalarla çözülebiliryani bu. Çünkü biraz evvel de söylediğim gibi gerekçeleri,nedenleri küresel. Küresel nedenler ortadan kaldırılmadığısürece yerel düzeydeki yoksulluğu ortadan kaldırmak mümkündeğil. Bu bağlamda yerel bazda ne yapılabilir? Ben aslındayoksullukla ilgili Türkiye’deki yoksulluğun temel görünümününtam profilini ortaya çıkartamadım, veremedim. Zamanımızyetmedi. Orada sadece sendikalarla ilgili kısmı söyleyebildim,işte sendikalılar arasında yoksulluk oranının daha düşükolduğunu, sendikasız işçiler arasında daha yüksek olduğunusöyledim bu anlamda sendikalaşmanın önemli bir yoksulluklamücadele aracı olduğunu söyledim. Yine bir başka istatistiközel sektör işletmelerinde çalışan işçiler arasında yoksulluğunkamu sektöründe çalışan işçiler arasındaki yoksulluktan üç,dört, beş kat hatta daha fazla olduğunu göstermiştir.Dolayısıyla özelleştirme süreci yoksullaştırma anlamına dagelmektedir.

ALİ GÜZEL - OTURUM BAŞKANIÇok teşekkür ederiz. Sayın Erdut buyurun.

TİJEN ERDUT

Teşekkür ederim, Emel Hanım’a da katkısı için çok teşekkürediyorum. Evet söylediği gibi yaşlı işçiler ya da ileri yaştakiorta yaşı geçmiş işçiler bakımından bir ayrımcılık söz konusu.Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye işgücü piyasasında da daha çokgenç işgücüyle ikameye yönelik bir uygulama var. 2001 yılı –yanılmıyorsam- verilerine göre örgütlü işletmelerde ortalamakıdem süresi sekiz yıl olarak verilmiş, saptanmış, dolayısıylakıdem süresi oldukça sınırlı buradan tabii yaşlı işçilerintasfiyesi anlamına da geliyor. Hizmetler sektörü özelliklemüşteriyle doğrudan, daha doğrudan bir bağlantıyı gerektirdiğiiçin bu tür uygulamalara rastlanması da mümkün, tabii kibankacılık gibi giderek hizmetlerin bireyselleşmesiyle birliktedoğrudan müşteriyle olan bağlantılarının artması daha genç vedinamik bir işgücünün tercih edilmesine neden oluyor. Emekliaylıklarındaki azalma tabii ki bir başka işte çalışmagereksinimini beraberinde getiriyor, o nedenle zaten kayıtdışıçalışanlar arasında yaşlı işçilerin oranının % 77.1 olduğunusöylemiştik, dolayısıyla kadınlardan sonra ikinci bir vurgu varişgücü piyasasında yaşlı işçilerin ayrımcılığa uğradığınırahatlıkla söyleyebiliriz. Türkiye’de emeklilik yaşı yükseliyorbunu aslında çok iyi anlayamadım yani ayrımcılık bağlamındaçünkü emeklilik yaşının yükselmesi başka sorunları içeriyor,daha önemli sorunları sonra şöyle söyleyebilirim ki dediğimgibi kıdem süresinin oldukça kısa olması zaten emeklilikhakkından yararlananların sayısının da sınırlı anlamınageliyor. İnsan kaçakçılığı ona değinemedim evet insankaçakçılığıyla ayrımcılık çok yakından ilgili, bu iki biçimdegerçekleşiyor. Bir kaçakçılarla doğrudan bağlantı kurarak parakarşılığında bir başka yere çalışmak üzere gidilmesi halindeveya isteği dışında alınıp, götürülmek suretiyle bir trafikyaşanıyor bu da tabii ki belirli kesimleri etkileyen, belirligrupları etkileyen kadınları, çocukları veya yoksullarıetkileyen özelliklere sahip. Sendikal ayrımcılık tabii ki yoğunolarak yaşanan bir sorun, iş güvencesinin olmaması sendikalkonumdaki ayrımcılığın en önemli gerekçesi sendikalı işçileringüvencelerinin bulunmaması, ayrımcı davranmama eşitliği sağlarmı Yasemin Hanım için de şunu söyleyebilirim, iş eşitliği işteeşitliğin sağlanması bakımından eşit değerli işe eşit ücretinverilmesi esastır. Dolayısıyla kadın ve erkekler açısındanözellikle farklı işler yapıldığı için işler farklı olsa da eşitdeğerdeki işe eşit ücret verilmesi esastır. Teşekkür ederim.

METİN ÖZUĞURLUToplumsal hareket sendikacılığının bu figürlerde genel eğiliminaksine muazzam bir yükseliş grafiği sergileyen sendikalörgütlenme profilinin meydana geldiği coğrafyalarda nelerolmaktadır şekline genel bir soru var, arada da çünkü busoruldu. Bir bütün bu ülkeler IMF ve Dünya Bankası’nın şokprogramlarına tabi olmuş ülkelerdi ve hatırlarsanız hepsisermaye mucizesi şeklinde ilk önce anılmışlardı, yani aslındaorada sendikacılık hareketinin, işçi sınıfı hareketiningerçekleştirmiş olduğu bilgisine daha sonra biz vakıf olduk.Çok kararlı bir çizgi izlediklerini vurgulamak isterim, çünküburada sosyal diyalog meselesi de önemlice geçiyor. İşçihakları, işçilerin temel hakları pazarlık konusu yapılamaz,yani böyle bir kararlı bir duruşun söz konusu sendikacılıkhareketi içerisinde mevcut olduğunu vurgulamalıyım. Üyelerlebirlikte tüm işçi ve emekçilerin maddi yaşam koşullarınıniyileştirilmesi, temel stratejik unsurlar arasında,örgütsüzlerin örgütlenmesi dolayısıyla emekli işte balıkçı,kadın falan örgütsüzlerin örgütlenmesi perspektifi esas. Salttoplu sözleşmeye bağlı bir örgütlenme anlayışı yok ve ben haniçalışma ekonomisi bölümünde birisi olarak böyle bir şeylekarşılaşınca şaşırmıştım. Örneğin Filipinler’deki Uno Mayo’nunbu toplumsal sendikacılığın bir modeli olarak sunulan yapının90 rakamları 750 bin üyesinin 400 bini yani bildiğimiz formelanlamda toplu sözleşme ya da sözleşme yetkisine tabi olmayanişçilerdir, ama her şey işsiz olduğu dönemde de üyelik devamediyor, çünkü sendikal üyelik çok yaygın, çok güçlü bu da beniçok şaşırttı, Batı’daki eski yerleşik sendikalardan çok dahadonanımlı, süreklilik arzeden yaygın bir eğitim faaliyetinibunlar üyelerinde sürdürüyorlar. Öyle ki Filipinler’dekisendikal hareket ve Kanada’dan, Avusturalya’dan anlamak için,burada ne yapılıyor, bunu anlamak için geliyorlar ve turlardüzenliyorlar. Aynı şey Güney Afrika içinde geçerliCOSATU’nun’nun eğitim programı değme lisansüstü iktisadi,idari bilimler fakültesindeki lisansüstü programlara hacimolarak da içerik olarak da eğitim meselesi çok kritik, çokönemli sürekli, yaygın. İkincisi sendika bünyesinde olduğukadar toplum yaşamının her alanında da işçi denetiminigerçekleştirmek ilkesi, bu da kritik. Finansal açıdan üyeaidatına yaslanmak ve dış müdahalelere karşı kapalı olmak bu daböyle üzerinde hassasiyetle durdukları bir husus. Ben genel

betimleyici özellikleri vurgulamaya çalışıyorum. Örgüt yapısıne geleneksel hiyerarşik organizasyonel örgütlenme, ne deilişki ağına dayalı daha esnek örgütlenme, bu ikisi adeta içiçe geçmiş yani bu nasıl olmuş bunları somut eylemciliklerbazında ancak anlatmak mümkün olabilir. Ama bu geleneksel veyeni örgütlenme modellerinin iç içe geçtiği bir örgütselyapılarının olduğu söylenebilir. Zaten ülkelerindeki merkezisendikal yapıdan koparak çıktıkları için bürokratik hantalsendikal yapılara karşı büyük bir reaksiyon ve bürokratikleşmeen korktukları eğilim. Buna karşı da kendi tüzüklerindesıraladıkları çeşitli önlemler var bunlara da değinmeyeceğim.Üye tabanı meselesi benim gördüğüm şey sendikal örgütünbizatihi kendisi gibi yani sendika merkezleri işyeriinsiyatifleri arasında bir çeşit koordinasyon görevi ifade edenbir birim gibi çalışmaktadır. Politikaların üyeler tarafındanoluşturulması ve yürütülmesi şeklindeki işleyiş temel ilkedirve buna gerçek sendikacılık denmektedir bu söz konusu sendikalyapı içerisinde. Evet şimdi AB ile ilgili sorunun bana gelmesimuhtemelen bir dönem Ankara Üniversitesi Avrupa TopluluklarıAraştırma Merkezinde yöneticilik yapmıştım ondan olabilir,AB’nin kurumsal olarak emek aleyhtarı bir yapıya sahip olduğuve hatta işveren örgütlenmesinin büyük ölçüde öngörüleri veönerileri doğrultusunda şekillendiği biliniyor, yani buaçıktır. Hem merkez bakımından böyle, hem çevre bakımındanböyle. Bunu böyle geçiştireyim ve sosyal diyalog meselesiyleilgili yani bu meselenin esası şunu söyleyeyim: Gerçekten butür toplantılarda sanıyorum aramızda da bulunuyorlar, sermayesınıfının gerçekten iyi yetişmiş, son derece entelektüel,vicdan sahibi ondan sonra kibar temsilcileriyle karşılaşıyoruz.Yani sermaye sınıfı deyince bu özelliklere sahip insanlarıgörüyoruz. Evet bu açık, ama bu bizim bir toplumsal ilişkiolarak sermaye konusundaki düüncelerimizi karartmasın. Çünküsermaye gerçekten kör bir güç tek bir hareket motifi var: Kar.Her şeyin başı kar ve karlılık esas ve şöyle bir veri yok: yaniartık tam karlık seviyesine eriştik, biraz duralım; buna ikinciöncelikleri verelim ve biz artık insanca yaşama talebine birazkatkı yapalım. Kendi içinde böyle bir mekanizması yoksermayenin. Yani sermaye mantığı kendi içinden bir sosyal frenesahip değil, bu anlamda bir kör güç yani sosyal bakımdaneşitlik körü bir güç, bu gerçeği görerek sosyal diyalogmeselesinin de sendikacılık tarihinin bütün sayfaları önümüzdesosyal diyalog meselesi meselenin başında olmuyor yani emekçi

lehine bir şey çıkaracaksa başında olmuyor, sonunda oluyor vehani etkili olabilirse sonunda oluyor ama başında olangenellikle devletten, sermayeden, güç merkezlerindenbağımsızlaşmış birleşik ve politikleşmiş bir sınıf hareketi.Bu olursa ancak sermaye dışından, sermayenin o kar motifiyleşekillenmiş iş mantığı dışından o iyi yetişmiş entelektüeltemsilcileri aracılığıyla da evet buna biraz diyelim, bizbiraz aşırı gittik şeyi çıkabiliyor ancak o zaman diyalog vemasa anlam kazanıyor. Dolayısıyla diyalog başında değil sonundasöz konusu olabiliyor bunu vurgulamaya çalıştım. Teşekkürederim.

M. KEMAL ÖKESayın Arslanoğlu tarımsal istihdamla ilgili olarak buradakinüfusu ne yapacağız dedi, Türkiye’de 2006 rakamları itibariyleistihdam içindeki tarım sektörünün payı % 33 hatırlanacağıüzere Polonya’da bu rakam % 20’ydi müzakereler esnasındaPolonyanın emdikleri süt burunlarından getirilmişti. AB üyeliksürecindeki en zor konulardan bir tanesi bu. İstihdamedilebilirlik meselesi Türkiye’nin önünde duran en ciddi, enyaşamsal sorunlardan biri, hem sendikalar açısından hem devletkesimi açısından hem işveren kesimi açısından çünkü yapınınsürdürülebilir olması için bunun makul düzeylere inmesigerekir, bugün çağdaş toplumlarda hizmetler sektörünün %80’lere ulaştığını biliyoruz böyle bir ortam içinde Türkiye’de% 33 tarım istihdamı kabul edilebilir bir rakam değildir. Pekisenin reçeten ne derseniz, bu konuda benim hazır bir reçetemyok. Sayın Konukman’ın sorusuna gelince ;

Maastrich kriterlerinin gerçekleşmesi çok kolay değilse deyapılamayacak, yerine getirilemeyecek konular değildir. Başkabir anlatımla sosyal kriterlerin gerçekleştirilebilmesine göredaha kolaydır. Maastrich kriterlerine uyulursa sosyal harcamayafon kalmaz görüşüne katılmıyorum. Sosyal harcama konusubütünüyle bir siyasi irade konusudur. Yönetenlerin izleyeceğiekonomik ve sosyal politikalar bunu belirler. Bir çok Avrupa ülkesi hem Maastrich kriterlerine uyuyor hem desosyal harcamalara fon bulabiliyor. Türkiye, AB içinde en azsosyal harcama yapan ülkedir. Bu bir politik irade meselesidir,eğer bir ülke, bir hükümet sosyal harcamaya fon ayırmakistiyorsa bu mümkündür bu bir tercih konusudur. Bu nedenleTürkiye’deki sosyal güvenlik reformu adı altında getirilen

düzenlemeleri kaygıyla karşılıyorum. Geçen sene TilborgÜniversitesi’nde bir sunuşa katılmıştım ve bunun da konusu,“sosyal dengesizliğin derinleşmesiyle birlikte mevcut yapınınne kadar sürdürülebilir olduğu, dolayısıyla bunun getireceğimaliyetin ne olduğu çok iyi hesaplanmalıdır” idi. Sosyaldengenin, sosyal barışın, sosyal adaletin yara aldığı birtoplumda o zaman kaosun egemen olması kaçınılmazdır, siz osaatten sonra sosyal harcamaları ikiye katlasanız da artık birşey yapamazsınız bu nedenle bu tercih, bu hesap çok iyiyapılmalıdır.

Yönetişim konusuna giremiyorum, öncelikle vurgulamak istediğimkonulara dahi değinemedim, bu konuyu daha sonra uygun birortamda tartışabiliriz, teşekkür ederim.

ALİ GÜZEL - OTURUM BAŞKANITeşekkür ederim. Şimdi evet çok uzun bir konu, gerçektendeğerli konuklar. Sosyal dışlanma, yoksulluk, ayrımcılık,örgütlenme. Sosyal dışlanma sadece Türkiye’nin değil 80’liyıllardan itibaren ve giderek derinleşen bir dozda tümdünyanın, dünyaya meydan okuyan, tüm ülkelere meydan okuyansorunlardır. Bu sorunların ortaya konulması bilimsel birdüzeyde tartışılması ve çözüm önerilerinin ortaya çıkması bukongrenin ne denli önemli olduğunu kongrenin meşruiyetnedeninde açıkça bize kanıtlamıştır. Bu parçalanma, bu canalıcı sorunların çözüm yolu işte karşınızda yazıyor, sosyaladalet için ekonomi politikalarıdır…Tüm toplumların bulduğu biraraç olarak sosyal diyalog tabii tek başına değil, ama çokönemli, önemsenmesi gereken bir -tabii sosyal aktörlerin güçdengelerinin eşitlenmesi koşuluyla- önemli bir araçtır.Dolayısıyla sorunlarımızı iki gündür ortaya koyduk. Şu andabunları sosyal diyalog çerçevesinde çözmek üzere sosyaltaraflara, sosyal tarafların temsilcilerine şu andan itibarensözü bırakıyorum. Sayın konuşmacılara gerçekten otoriterbaşkanlık yaptım, özür dilerim, Sosyal taraf temsilcilerindensosyal diyalog konusunda sorularımıza iki gündür cevapbekliyoruz. Nasıl bir cevap vereceklerini, çözüm bulacaklarınıbize rahat bir zaman dilimi içerisinde açıklamaları amacını,hedefini gözetiyordum. Konuşmacılara çok teşekkür ederim. Hiçüzülmesinler bildirileri kapsamlı alın teri dökerek

hazırladıkları bildirinin tek kelimesi boşa gitmeyecektir. Kısazamanda kitap olarak yayınlanacaktır. Dolayısıyla bu şeydekimazeretimizi maruz kalsınlar sizlere de sabahtan berigösterdiğiniz üstün sabır ve dikkate kendi adıma teşekkürediyorum ve sözü Sayın Musa Çam’a bırakıyorum.