Sosyal Politikanın Anlamını Yeniden Düşünmek

39
Sosyal Politikanın Değişen Anlamı mı, Zavallılığı mı? (Cahit Talas’a armağan) Prof, Dr. Meryem Koray Yıldız Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslar arası İlişkiler Bölümü 1-Giriş Günümüzde sosyal politika denilince, hem bir değişim geçirdiğinden hem de anlamını ve işlevini yitirmeye doğru gittiğinden söz etmek mümkün diye düşünüyorum. Örneğin sosyal politika alanındaki çalışmalara bakılınca, bir yandan kadınlar, özürlüler, yaşlılar gibi bazı gruplara ilişkin daha özel uygulamaların gündeme gelerek sosyal politikanın alanın genişlediğini, öte yandan daha çok teknik veya kurumsal bir bakış açısıyla sosyal sorunlar ve bu sorunlara yönelik politikaların konu edildiğini söylemek yanlış olmaz. Kuşkusuz toplum ve ihtiyaçları değiştikçe sosyal politika da değişecektir; ancak bu değişimin nereye doğru olduğu da önemlidir. Bu nedenle, günümüzde sosyal politika anlayışımızın dayanakları ve temelleri, hedefleri ve işlevi konusunda bir tartışmaya yeniden ihtiyaç olduğu söylenebilir. Örneğin sosyal politika her şeyden önce ekonomi ve siyasetle yakın ilişkisi olan ve bu çerçevede anlam kazanan bir alan olduğuna göre, bugünkü dar açılı yaklaşımları günümüzün ekonomik-siyasal tercihleri ve ideolojik panoraması ile ilgilendirmek yanlış olmasa gerek. Kısaca söylemek gerekirse, ekonomik sistemin giderek sosyal/küresel sistemden uzaklaşarak âdeta “bağımsızlık” kazandığı, siyasetin giderek ulusal-toplumsal boyutlarından uzaklaştığı ve ulus devletin temel kaygısının dünya ekonomisine eklemlenmek olduğu, liberal ekonomi anlayışının hemen her alanda kendi politika ve dayatmalarını öne çıkardığı günümüz koşullarında sosyal politikanın “mecrasıda buna göre belirlenmektedir. Bu belirlenmeyi, bir değişim ya da bir kayıp olarak görmek de bakış açısına göre değişmektedir. Örneğin Türkiye’de 80 sonrasının koşullarında öncelikle sosyal politika bölümlerinden vazgeçildiği, ilgili bölümlerde bu konudaki derslere yer verilmez olduğu veya azaltıldığını biliyoruz. Sosyal politika alanında ortaya çıkan çalışmaların 1

Transcript of Sosyal Politikanın Anlamını Yeniden Düşünmek

Sosyal Politikanın Değişen Anlamı mı, Zavallılığı mı? (Cahit Talas’a armağan)Prof, Dr. Meryem Koray Yıldız Teknik Üniversitesiİktisadi ve İdari Bilimler FakültesiSiyaset Bilimi ve Uluslar arası İlişkiler Bölümü

1-Giriş

Günümüzde sosyal politika denilince, hem bir değişimgeçirdiğinden hem de anlamını ve işlevini yitirmeye doğrugittiğinden söz etmek mümkün diye düşünüyorum. Örneğin sosyalpolitika alanındaki çalışmalara bakılınca, bir yandan kadınlar,özürlüler, yaşlılar gibi bazı gruplara ilişkin daha özeluygulamaların gündeme gelerek sosyal politikanın alanıngenişlediğini, öte yandan daha çok teknik veya kurumsal birbakış açısıyla sosyal sorunlar ve bu sorunlara yönelikpolitikaların konu edildiğini söylemek yanlış olmaz. Kuşkusuztoplum ve ihtiyaçları değiştikçe sosyal politika dadeğişecektir; ancak bu değişimin nereye doğru olduğu daönemlidir. Bu nedenle, günümüzde sosyal politika anlayışımızındayanakları ve temelleri, hedefleri ve işlevi konusunda birtartışmaya yeniden ihtiyaç olduğu söylenebilir. Örneğin sosyalpolitika her şeyden önce ekonomi ve siyasetle yakın ilişkisiolan ve bu çerçevede anlam kazanan bir alan olduğuna göre,bugünkü dar açılı yaklaşımları günümüzün ekonomik-siyasaltercihleri ve ideolojik panoraması ile ilgilendirmek yanlışolmasa gerek. Kısaca söylemek gerekirse, ekonomik sistemingiderek sosyal/küresel sistemden uzaklaşarak âdeta“bağımsızlık” kazandığı, siyasetin giderek ulusal-toplumsalboyutlarından uzaklaştığı ve ulus devletin temel kaygısınındünya ekonomisine eklemlenmek olduğu, liberal ekonomianlayışının hemen her alanda kendi politika ve dayatmalarınıöne çıkardığı günümüz koşullarında sosyal politikanın “mecrası”da buna göre belirlenmektedir. Bu belirlenmeyi, bir değişim yada bir kayıp olarak görmek de bakış açısına göre değişmektedir.

Örneğin Türkiye’de 80 sonrasının koşullarında öncelikle sosyalpolitika bölümlerinden vazgeçildiği, ilgili bölümlerde bukonudaki derslere yer verilmez olduğu veya azaltıldığınıbiliyoruz. Sosyal politika alanında ortaya çıkan çalışmaların

1

da, çoklukla, ya yasal ve kurumsal meseleler, ya da uygulamalarve sorunları gibi daha çok teknik konuları ele aldığı veideolojik tartışmalardan kaçarken tanımlayıcı çalışmalardanöteye gidemediğinden söz etmek herhalde yanlış olmaz. Çalışmailişkileri alanında giderek artan insan kaynakları yaklaşımı dabunun bir göstergesi olarak düşünülebilir. Kuşkusuz, ne giderekartan sosyal sorunları görmezlikten gelmek, ne de bunlarlauğraşmak durumunda olan sosyal politikayı bir kenara koymakmümkün. Ancak sosyal politikanın boyutları kadar, hangi temeldeve ne gibi bir yaklaşımla ele alındığı ve uygulandığı da çokönemli.

Kuşkusuz sosyal politika anlayış ve uygulamalarındaki değişimitartışırken, sosyal politika anlamı ve nitelikleri hiçdeğişmeyecek ve aynı kalacak demek istemiyorum. Değişenilişkiler ve ihtiyaçlar çerçevesinde sosyal politika da birçokaçıdan değişime uğrayacaktır. Örneğin istihdam yapısında veçalışma koşullarındaki değişim, çalışanların değişenihtiyaçları ve beklentileri sosyal politika hedeflerini veuygulamalarını da değiştirecektir. Bugün kadının eğitimde,istihdamda, kamusal alandaki eşitsiz konumuna ilişkinduyarlılık artınca, buna paralel olarak sosyal politika konu veuygulamalarının değiştiği, örneğin eğitim olanaklarındanistihdamda eşitlik politikalarına, kısa süreli çalışmanınkorunmasından ebeveyn iznine kadar uzanan birçok yeni anlayışve uygulamanın sosyal politika konusu olduğu ortadadır. Buradaasıl sorun, değişirken de korunacak nitelikler ve hedefler varmıdır sorusu çerçevesinde düğümlenmektedir; neyin değişeceğiveya neyin korunacağı konusunda yol gösterici olanın da büyükölçüde sosyal politikaya verdiğimiz anlam ve işlev olmasıkaçınılmazdır.

Dolayısıyla günümüzde hem daralan hem değişen bir sosyalpolitika gerçeği karşısındayız; Bu gerçek de bizi sosyalpolitikanın anlamını ve nereye doğru gittiğini düşünmeyeitmekte. Benim bu yazıda yapmak istediğim de, bu. İlk olarak,sosyal politikanın anlamı ve işlevi açısından bir tartışmaçerçevesi çizmek istiyorum; daha sonra bu çerçeveden hareketlebugünkü sistem ve anlayış içinde sosyal politikanın gerilemesiveya anlam ve işlev kaybı üzerinde duracağım. Bunu izleyen ikibölümde de, refah devleti anlayışı açısından odak noktasındabulunan çalışma hakkının günümüzdeki geçersizliği ile bu

2

çerçevede geliştiren temel gelir üzerinde bir tartışma yapmayaçalışacağım. 2- Tartışılmaya Muhtaç Bir Konu: Sosyal Politikanın Anlamı?

Sosyal politika konusunda getirilen birçok tanım söz konusu; butanımların bazılarında daha çok sosyal sorunlar, mağdur gruplarve bunlara yönelik koruyucu politikalardan söz edilirken,bazılarında çıkış noktası olarak kapitalist sistem ve sınıfmücadelelerine yer verilmekte, bazılarında ise sosyal adalet vesosyal bütünleşmenin gerçekleşmesi gibi hedefler öneçıkarılmaktadır.1 Ancak bu tanımlamalar ne olursa olsun, şimdisosyal politikanın bugünkü mecrasına bakarak, sosyal politikanınanlamının yeniden tartışmaya ihtiyaç var.

Bu konuda bir tartışma çerçevesi çizmek gerekirse. ilk olarak,sosyal politikanın bugün çoklukla benimsendiği gibi sosyalsorunlar, yasal/kurumsal düzenlemeler, devlet harcamaları gibikonular çerçevesinde değil, hele bağımsız bir alan olarak hiç değil, tamaksine sosyal-siyasal ekonomi veya sosyal-siyasal düzenin bir parçası olarak elealınıp tartışılmasının gerekli olduğunu ve ancak bu çerçevedeyapılacak tartışmalarla anlamının ve işlevinin açıklıkkazanacağını düşünüyorum. Böyle olunca da, sosyal-siyasalsistemdeki dönüşümlerin sonucuna bağlanacak ve gerçekte sosyalrefah devleti gibi siyasal demokrasinin bir ürünü olarakdüşünülebilecek modern anlamda bir sosyal politika anlayışınagelmemiz kaçınılmaz. Yine bu bağlamda, sosyal politikayıkapitalist sistem içinde siyasal anlamda emek lehine gelişengüç ilişkileri içinde anlamak mümkün görünmekte. Bugün neo-liberalizmin egemenliğinde belirlenen sosyal politikaanlayışının, temelde güç ilişkilerinde emek aleyhine bozulandenge ile ilişkilendirmek de kaçınılmaz olmaktadır.

Kısacası ekonomik, siyasal ve sosyal sistem içinde inşa edilenbir sosyal politika anlayışı var; gerek anlayış gerek uygulamabu çerçevede anlam kazanmakta. Bir yazarın dediği gibi,aslında tüm sosyal devlet düzenlemeleri veya kısaca sosyalpolitika, sosyal ve politik düzenin, demografik, ekonomik,1 Farklı tanımlar için bkz: Orhan Tuna, Sosyal Siyasete Giriş, 1966; Adil İzveren, Sosyal Politika ve Sosyal Sigortalar, 1968; Orhan Tuna-Nevzat Yalçıntaş, Sosyal Siyaset, 1990; Cahit Talas, Toplumsal Politikaya Giriş, 1990; Mesut Gülmez, Uluslararası Sosyal Politika, 2000; Ahmet Zühtü Altan, Sosyal Politika Dersleri, 2004; Aysen Tokol, Sosyal Politika, 1997.

3

politik, sosyal, kültürel, kurumsal bir bütünlük olan toplumun“toplumsal projesi”nin (societal Project) bir parçasıdır(Roebroek, 1993,124); böyle olunca da sosyal politikaya daraçılı bir bakışla, gerçekte sosyal politikanın anlamı veişlevinin “perdelemesi” gibi tehlike söz konusu olmaktadır.Dolayısıyla, sosyal politikanın anlamı konusundaki birtartışmayı uygulamalar çerçevesinde değil, ideolojik, siyasalve ekonomik sistemler çerçevesinde yapmak daha anlamlıgörünmektedir. Bu bakış açısıyla da, neo-liberalizminkısıtlaması altına giren sosyal politikanın bu koşullar altındakazandığı/kaybettiği nitelikleri sorgulamanın ve bir anlamtartışmasına gitmenin ihtiyaç olduğu ortaya çıkmaktadır.

Sosyal politikaya verilen anlamı ideolojik-siyasal birçerçevede tartışmamız gerektiğine göre, referans noktası olaraksosyal politikanın bir devlet politikası olarak ortayaçıkışını, arkasındaki etkenleri ve kurumsallaşması yönündekigelişmeleri göz önüne almak doğru olacaktır. Kısaca anımsamakgerekirse, 19. yüzyılda ilk olarak İngiltere gibiendüstrileşmiş ülkelerde artan işsizlik-yoksulluk gibi sorunlarkarşısında ortaya çıkan, 19. yüzyıl sonu ve 20 yüzyılbaşlarında diğer Avrupa ülkelerinde benzer sorunlarla baş etmeküzere gündeme gelen sınırlı ve dar kapsamlı uygulamaların 2.Dünya Savaşı sonrasında sistematik, kalıcı ve yaygınuygulamalar dizisi haline geldiğini söylemek mümkün. Ortayaçıkışının arkasındaki etkenlere gelince, sosyal sorunlarayönelik ve hak temelinde yükselen bir devlet politikasınınvarlık kazanmasını en başta işçi sınıfının mücadelesi, genel oyhakkının kabulü ve demokrasi anlayışının gelişmesiyleilişkilendirmek ve genelde emeğin kapitalizme karşı verdiğimücadelenin siyasallaşmasına bağlamak doğru olacaktır.

3-Tarihsel-Siyasal Gelişmeler İçinde Kazanılan Anlam Sosyal politika ile ilgili kaynakların çoğunda sosyalpolitikanın öncelikle bir işçi sınıfı politikası olarak ortayaçıktığından, daha sonra da toplumun geniş kesimleri ve farklısorunlarına yayılarak geniş bir çerçeve ve anlam kazandığındansöz edildiğini görüyoruz. Bu yaklaşıma göre, sosyal politikanındar ve geniş olmak üzere iki anlamı bulunmaktadır. Ancak gerek dargerek geniş anlamıyla olsun, ihtiyaçların, mücadelelerin vegelişmelerin eseri olan ve kısaca “modern nitelikte”

4

diyebileceğimiz sosyal politikanın, temelde kapitalist ekonomiiçinde büyüyen sosyo-ekonomik eşitsizlikleri azaltmak,toplumsal uzlaşma ve bütünleşme sağlamak gibi hedefleri olduğuve endüstrileşme süreci içinde zaten “ücretliler toplumuna”dönüşen toplumlarda daha çok ücretli çalışanların sorunlarınayönelik düzenlemeler içinde hayat bulduğu açıktır. Örneğineğitim, sağlık, konut, istihdam, sosyal güvenlik gibi birçokalanda uygulanan ya ücretli çalışanlara, ya çalışma olanağıbulamayanlara veya çalışma hayatı dışına çıkanlara uygulandığıdüşünüldüğünde, sosyal refah devleti ve sosyal politikaların“çalışma odaklı” niteliği de açıkça ortaya çıkmaktadır. Bugünsosyal devlete ve uygulanan sosyal politikalara yöneltileneleştirilerin önemli bir bölümü de, sosyal politikanın çalışmaodaklı oluşu ve böyle bir odak noktasından hareket etmeninbugün artan işsizlik karşısında yeterli koruma sağlayamayışınedeniyle ortaya çıkmaktadır (Esping-Andersen, 1997).

Sonuç olarak zamanla daha geniş bir uygulama ve anlam kazansada, işçi sınıfı çıkışlı, bu sınıfın çalışma ve yaşamakoşullarını iyileştirme, bu sınıfın kapitalizmle uzlaşmasınısağlama gibi hedefleri temel alan bir anlayış ve politikadansöz etmek gerek. Böyle bakıldığında da, ortaya çıkışı vekurumsallaşması açısından Avrupa’daki tarihsel-sosyalgelişmelere bağlanacak, yani Avrupa toplum modelinin oluşmasürecinden ayrı düşünülemeyecek bir sosyal politikaanlayışından söz etmek gerek. Bu modelin, temelde, emek-sermayeçatışmasının siyasal ve sosyal araçlarla kurumsallaşması gibibir anlayış üzerine inşa edildiğini, sosyal politikanın dasosyoekonomik sistemin emek ve sermaye arasındaki uzlaşmayıtesis edecek biçimde dönüşmesinin bir aracı ve sonucu olarakkurumsallaştığını söylemek yanlış olmaz. Bu anlamda siyasaldemokrasi gibi sosyal devlet anlayışı ve sosyal politikauygulamaları da, bu modelin vazgeçilmez bir ayağıdır, sisteminkuruluşu ve devamlılığında vazgeçilmez bir önem sahiptirler.

Örneğin Rokkan ve onu izleyen birçok yazar Avrupa’da moderndevletin oluşumunun birkaç aşamada gerçekleştiği söylerken,ulusal devletin kuruluşu, ulus bilincinin inşası, siyasalhakların, vatandaşlık anlayışının ve demokrasinin hayatageçmesi gibi aşamalardan sonra dördüncü aşamada sosyal refahdevleti anlayışının geliştiğini ve gelirin dağılımında devletinsosyal adalet sağlayıcı bir rol oynayacak konuma geldiğini

5

ileri sürmekte ve bu model içinde sosyal politikayı var edenkoşullar konusunda epeyce yol gösterici bilgiler vermektedirler(Flora ve Heidenheimer, 1990; 45; Ferrera, 2003; 613). ÖrneğinFerrera, devletin kurulması ve ulus bilincinin inşasıaşamalarının askeri, ekonomik ve kültürel egemenlik alanlarınınyaratılması (sınırların çizilmesi) açısından önemli olduğunu,siyasal hakların ve vatandaşlığın gelişmesi ile refahdevletinin oluşmasını ise coğrafik veya sosyal açıdan ülkeiçinde kalanlara ekonomik, siyasal ve sosyal anlamda eşitfırsatlar sağlayan bir iç yapılanma (bütünleşme) aracı olduğunubelirtmektedir (2003, 616). Marshall benzer biçimde, sivil,siyasal ve sosyal hakların birbirini takip ederek geliştiğini,bu hakların vatandaşlığın üç ögesi veya boyutunu oluşturduğunu,öte yandan sosyal hakların ve sosyal vatandaşlığın sivil vesiyasal hakların gelişmesine hizmet edecek güvenceler olarakgörülmesi gerektiğini ileri sürerken, aslında sosyal devlet,sosyal vatandaşlık ve sosyal yönetim anlamındaki sosyalpolitikanın anlamı, işlevi ve arkasındaki dayanakları açıkçaortaya koymaktadır (1965, 259-279). Kısacası, gerek sosyo-ekonomik haklar ve buna bağlı olarak oluşan sosyal vatandaşlıkanlayışı, gerek bunların varlığını mümkün kılan siyasalgelişmeler ve devlet anlayışındaki değişmeler siyasal-sosyalekonomi anlamdaki sosyal politikanın varlık koşullarıdır; hakve kazanıma dayalı sosyal politika anlayışı da ancak bunlarçerçevesinde anlam kazanır; işlevi ve boyutları da bu çerçevedeortaya çıkar.

Bu gelişmeleri dikkate alırsak, Avrupa’daki sosyal mücadelelereve siyasal dönüşümlere bağlı olarak gelişen bir devlet anlayışıgibi, bu devlet anlayışına bağlı bir sosyal politika anlayışıda doğmuştur diyebiliriz. Bu anlamda bir sosyal politika nasıltanımlanabilir? Her şeyden önce, bir yandan ideolojik-siyasalgelişmelere, bir başka deyişle emek tarafından kapitalizmekarşı siyasal, sosyal, ekonomik bir kazanımlara dayandığındanhak temelli bir anlayıştan söz etmek gerek; öte yandan bupolitikaların tüm toplumsal sistemler üzerindeki etkisi veişlevselliği nedeniyle bir toplumsal yönetim veya toplumsalprojenin parçası olduğunu kabul etmek kaçınılmaz. Böylece,hukuki temelini sosyo-ekonomik hakları da içeren daha bütünlükçüve pozitif insan hakları anlayışının oluşturduğu, siyasal temelisiyasal eşitlik ve demokrasi fikrinde yatan, toplumsal açıdan sosyaleşitliği ve sosyal vatandaşlığı kurmanın bir aracı olarak anlam ve işlev

6

kazanan, ekonomik açıdan da sosyal vatandaşlığı ve sosyaleşitliğe katkıda bulunmak üzere daha adil bir bölüşümü hedefleyenbir sosyal politika anlayışan gelebiliriz. Bunun geniş anlamdabir sosyal politika olduğu kesin; ancak aynı zamanda “hak temelli,eşitlik, uzlaşma ve bütünleşme hedefli” olduğu da ortada.

Buna, modern topluma özgü bir anlayış olarak “modern sosyalpolitika” da denilebilir mi, bilemiyorum. Bir yandan, yaşanantarihsel-sosyal çerçeveyi anımsatmak üzere “modern” gibi birnitelemenin mümkün olacağını düşünüyorum; öte yandan toplumsalmodernleşmenin bir aracı olarak düşünülse de birçok toplumdaAvrupa deneyimi içinde kazandığı anlam ve boyutlarıkazanamadığını biliyorum. Yine de, bizim gibi gelişmekte olanülkelerin sosyal devlet ve sosyo-ekonomik hakları kabulederken, bu anlayışı Avrupa’da yaşanan gelişmelerdenesinlenerek aldıkları düşünülürse, bu ülkelerde de en azındanniyet olarak modern bir sosyal politika anlayışının varlığındansöz edilebilir. Sosyal politikanın, bu ülkelerde tıpkı siyasalkurumlar ve demokratik araçlar gibi amacına ulaşamaması vekısır kalması ise, başka bir konudur.

4-Farklı Sosyal Politika Anlayışları mı, Sosyal PolitikanınZavallılığı mı?

Kuşkusuz, Avrupa’da da sosyal refah devleti ve sosyal politikaanlayışının ortaya çıkışı ile bu politikaların anlamı veboyutları konusunda farklı yaklaşımlar da var. Örneğin liberalyaklaşımlara göre refah devleti anlayışı İngiltere’de 16.yüzyıldaki “Yoksullar Yasasına” kadar uzanır ve özünde toplumunahlâki bir sorumluluğu olduğu düşüncesine dayanır; bu noktadaliberal düşüncenin muhafazakâr yaklaşımlar buluştuğu daaçıktır. Muhafazakâr bir yaklaşım açısından ise, her devlettebir sosyal sorumluluk anlayışı ve bu konuda uygulanan bazıpolitikalar vardır; örneğin kiliseler, vakıflar, cemaatlereliyle yürütülen yardımları da sosyal politika içinde düşünmekgerekir. Öte yandan liberal yaklaşım açısından sosyalihtiyaçların tanımlanması ideolojik bir tanımlama olmaktanöteye gitmeyeceği gibi, sosyal politikaların genişlemesi de hemkaynakların israfı hem de özgürlüklerin kısıtlanması anlamınagelmektedir.

7

Marksist yaklaşım açısından ise refah devleti, kapitalistgelişmenin bir ürünü olarak görülür ve ortaya çıkışıkapitalizmin sorunları, sınıf kavgası ve ekonomik krizlerebağlanmakla birlikte, refah politikaları özel mülkiyet yapısınıdeğiştirmeden işçi sınıfını sistemle bütünleştirmek amacınıtaşıyan politikalar olarak değerlendirilir (Przeworski, 1991;238; Wallerstein, 1998; 46). Aslında sosyal politikanınniteliği konusunda haklı bir değerlendirme olan bu yaklaşım,refah devleti ve sosyal politikaların kapitalizmidönüştürmedeki rolü açısından demokratik soldan ayrılıyordiyebiliriz. Onlara göre, kapitalizmin dönüşümü şöyle dursun buyolla ömrü uzamaktadır. Bugün de sınıf temelli yaklaşımlarıngenel olarak kapitalizmin “terbiye edilmesi veyadönüştürülmesi” fikrine pek sıcak bakmadıkları, sosyal devletve sosyal politikalar karşısında oldukça ikircikli kaldıklarısöylenebilir. Örneğin, bir yandan bugün artan küresel/sosyalsorunlar karşısında daha olumlu örnekler sunduğu için sosyalrefah devleti ve uygulamaları referans noktası olarak gündemegelebilmektedir; öte yandan sistemin iflah olmazlığı,demokrasinin çaresizliği, devletin egemen sınıflarla ilişkisive şimdi küresel sermayeye bağımlılığı nedeniyle “siyasetin”temel bir çıkış noktası olarak değerlendirilmesindezorlanılmaktadır. Ancak günümüzde birçok Marksist yazaraçısından demokrasi fikrinin giderek önem kazandığı da birgerçek. Bugüne gelirsek, ideolojik-siyasal gelişmelerleilişkilendirerek anlamını tartışmaya açtığımız sosyalpolitikanın günümüzün egemen ideolojisi ve sistemi olan neo-liberalizm çerçevesinde varlık bulduğu ve anlam kazandığınısöylemek doğru olur. Bu çerçevede bir tanım getirmek gerekirsede, sosyal politika daha çok zorunlu koşullarda ve en alt düzeyde ortayaçıkan ve ancak toplumsal onarım olarak nitelendirilebilecek bir politikadananlamına gelmektedir. Bu yaklaşım içinde uygulananpolitikalarda, bir yandan hemen her çağda ve toplumda rastlananahlâki bir anlayışın tezahürünü, öte yandan liberal anlayışınfaydacı (örneğin toplumsal patlamayı önlemek, suçları azaltmak,tüketici kesimleri genişletmek gibi) yaklaşımlarını bulmakmümkündür. Sosyal politikanın bundan öte bir anlamı olmadığıgibi, bundan öte bir işlevi olduğu da düşünülemez. Bu anlamdakisosyal politikayı da, “dar açılı, piyasa yönelimli” sosyalpolitika olarak adlandırabiliriz diye düşünüyorum.

8

Dolayısıyla, sosyal politikanın bugün kazandığı bu dar anlamın,ortaya çıkışı ve gelişmesi Avrupa’daki sosyal-siyasaldönüşümlere bağlanan modern anlamdaki sosyal politikayla neölçüde uyuştuğu üzerinde tartışılacak bir konu olsa gerek.Örneğin bugünkü yaklaşım açısından, hak temelinde yükselen birsosyal politika anlayışı giderek erimekte, sosyal vatandaşlıkanlayışından hiç söz edilmemekte, ideolojik-siyasal-sosyalmücadelelerin getirdiği kazanım ve değişimler öneminiyitirmekte ve sosyal politikadan ne kapitalizmi dönüştürücü nede sosyal eşitliği geliştirici bir işlev beklenmektedir.

Sonuç olarak, sosyal devlet düşüncesine ve bu düşünceyebağlanacak modern sosyal politika anlayışına karşı olarak,bugün geleneksel çıkışlı-dar anlamlı-piyasa yönelimli birsosyal politika anlayışına hayat tanınmaktadır. Bu anlayışdeğişikliğinin ise, modernleşme sürecinde her toplumda az çokhayat bulmuş sosyal yönetim anlayışını değiştirdiği ve buanlayışta geriye doğru, ya da “haktan himmete doğru” bir dönüşümeneden olduğunu söylemek gerekir. Böyle olunca da, bu tür birsosyal politika anlayışını yalnızca farklı bir sosyal politikaolarak mı nitelemeliyiz; yoksa çıkış noktası, hedefleri veişleviyle modern sosyal politika anlayışından uzak bu anlayışı,aslında sosyal politikayı zavallılaştıran bir “politikasızlık”olarak mı görmeliyiz, bilemiyorum. Çünkü, bu yaklaşımçerçevesinden anlamlı bir sosyal yönetim anlayışı olmadığıgibi, bu doğrultuda ortaya çıkan politika ve uygulamalarınfakirliği ortadadır. Sosyal politikanın anlamının tartışılmasıihtiyacı da, bu yöndeki kayıplar nedeniyledir.

Bu değişimin veya kaybın gerisindeki nedenler de kuşkusuzönemli. 20. yüzyılın ikinci yarısında hayat bulan anlayışlar,20. yüzyılın sonunda budanmaktadır; neden? Kuşkusuz birçokneden var; ancak kapitalizmin küresel bir güç kazanması vetoplumsal-küresel düzeyde emek–sermaye ilişkilerinde büyüyengüç dengesizliği çok belirleyici bir faktörler olarakgörünmekteler. Gerçekten, geçmişte yaşanan gelişmeler gibibugünkü ideolojik-siyasal değişimler de ancak güç ilişkileriyaklaşımı içinde anlamlandırılabilmektedir. Bu nedenle sosyalpolitikanın varlığını da, değişimini de ancak güç ilişkileriyaklaşımıyla ele almak açıklayıcı olacaktır.

9

4-Siyasal-Toplumsal Güç İlişkilerinin Yansıması Olarak SosyalPolitika

Refah devletinin kurumsallaşmasının genel olarak endüstrileşmeve kapitalistleşme ile demokratik gelişmelere bağlandığınıbiliyoruz. Örneğin, bir yanda kapitalistleşme ile gelensorunların, öte yanda mutlakiyetçi devletlerin kitledemokrasisine geçmelerinin devlet anlayışlarını değişime ittiğive artan demokratik taleplerin devleti temel hak ve özgürlüklerile siyasal hakların yanısıra sosyal-ekonomik hakları dakurumsallaştırmak zorunda bıraktığı ifade edilmektedir (Florave Heidenheimer, 1990; 22). Yine de burada eksik bir noktakalmaktadır. Avrupa refah devletinin Batı Avrupa’daendüstrileşmeyle ilgili sorunların ortaya çıkmasından çok dahasonra gerçekleşebildiği bilindiği gibi, bu tür sorunlarıyaşayan veya demokratikleşme doğrultusunda önemli adımlar atmışher ülkede varlık gösteremedikleri de görülmektedir. Bu nedenlerefah devletine duyulan ihtiyaç endüstrileşmenin vekapitalistleşmenin yarattığı sorunlara bağlansa ve çıkışnoktası olarak demokrasinin gelişmesi gösterilse de, işçihareketi ve bu hareketin siyasallaşması, bu hareketinsendikalarla ve emekten yana partilerle kurduğu yakınlık, elegeçirdiği toplumsal/siyasal güç gibi gelişmeleri dikkate alan“güç ilişkileri yaklaşımı” (power relations approach), modernanlamdaki refah devletinin ortaya çıkmasında çok dahaaçıklayıcı olmaktadır (Korpi, 1978, 40; Esping-Andersen, 1990,11). Örneğin Amerika ve Avrupa’daki farklı refah anlayışı veuygulamalarını, kapitalistleşme, demokratikleşme ve modernleşmeboyutlarıyla açıklamak mümkün değildir; ancak bu iki kıtadayaşanan sınıf hareketi ve toplumsal mücadelenin farklılığı ilebazı ipuçları bulunabilir. Bu nedenle Avrupa’da güçlü bir işçisınıfının ortaya çıkması ve daha önemlisi bu sınıfın ideolojik-siyasal yapılanması, hem genel oy hakkının kazanılması vedemokrasinin gelişmesi açısından hem de isyanı ve tepkiyisiyasete tahvil edebilme açısından anlamlı bulunmakta.

Geçmişi bırakarak bugüne dönersek, bugün de güç ilişkilerininsosyal devlet ve sosyal politikalardan verilen tavizleriaçıklayıcı nitelikler taşıdığını söyleyebiliriz. Örneğin biryanda küreselleşen sermaye öte yanda değişen iç dinamiklernedeniyle, güç ilişkilerinin emek aleyhine bozulduğu birgerçek. İstihdam yapısı değiştiğinden sınıf kavramı, dayanışma

10

anlayışı, örgütlenme düzeyi ve siyasal tercihler önemli ölçüdefarklılaşmakta, bu koşullar küreselleşmeye bağlanan sermayehareketliliği ve artan rekabetle birleşince emeğin ekonomik vesiyasal gücü ciddi biçimde yara almaktadır. Bu durumda bazıyazarlar bugün refah devletinin anlaşılmasında güçilişkilerinin artık geçerli olmadığı yolunda görüşler ilerisürmektedirler (Pierson, 2000 ). Oysa zaten söz konusu edilendeğişlikler, güç ilişkilerinde ve buna bağlı olarak devletanlayış ve politikalarındaki gerilemeyi açıklamakta bireretken. Refah devletinin gerilediği dönemde de güç ilişkilerininaçıklayıcı özellikler sunduğunu ileri süren araştırmalar dabunu doğrulamakta (Korpi ve Palme, 2003; Bradley, Huber,Moller, Nielsen ve Stephens, 2003). Bu araştırmalarla günümüzdeistihdam yapısı, sınıf bilinci ve dayanışması açısındandeğişiklikler olmasına karşın, refah devletinde ortaya çıkanpolitika değişikliklerinde siyasal yapının etkisi ve rolününbelirleyiciliğini ortaya koymaktadır. Örneğin Korpi ve Palme,Avrupa’da farklı ülkeleri ve farklı refah rejimlerinde birçokdeğişken ile sosyal sigorta uygulamaları arasındaki ilişkileriaraştıran çalışmalarında, iktidardaki siyasal parti ile refahpolitikalarını karşılaştırmış ve hükümetteki partiler ile refahanlayışı ve uygulaması arasında yakın ilişkiler bulmuşlardır;buna göre, daha büyük tavizlere Avrupa’da da liberal refahdevleti modelini benimseyen ülkelerde rastlanırken, sosyaldemokrat niteliği ağır basan ülkelerde refah politikalarındakiuygulamalarda çok daha küçük gerilemeler söz konusu olmuştur(2003; 463). Ücret pazarlıkları, sendika yoğunluğu, işsizlik,faklı hükümetler gibi birçok değişkenin gelir dağılımıüzerindeki etkilerini ölçmeye çalışan ikinci araştırmada ise(Bradley ve diğerleri, 2003), tüm refah devletlerinin (liberalrefah devleti de olmak üzere) gelir dağılımı üzerinde olumluetkileri olduğu saptanmış, ancak gelir dağılımındakieşitsizliklerin azaltılmasında en etken olan değişkenin solparti iktidarları olduğu ortaya çıkmıştır. Bu nedenlearaştırmacılar kendi bulgularının da güç ilişkileri yaklaşımınıdestekler sonuçlar verdiği sonucuna varmışlardır.

Bugün genel olarak küresel ve toplumsal düzeyde emeği ve sosyaldevleti zayıflatan koşulların söz konusu olduğu bir dönemyaşadığımız bir gerçek. Küreselleşen sermaye emek piyasasını daküreselleştirmekte ve emek için küresel düzeyde bir rekabetortamı yaratmaktadır; küresel rekabetin, işgücünü sermaye

11

karşısında güçsüzleştirdiği gibi ulusal düzeyde kazandığıhakları az ya da çok tehdit ettiği de ortadadır. Öte yandansermayenin kazandığı hareketliliğin, ulus devletin ve ulusalpolitikaların gerilemesi anlamına geldiği de bilinmektedir. Bukoşulların küresel ve toplumsal düzeyde güç ilişkilerini emekaleyhine bozduğu da ortada. Bunun sonuçlarını da, artanişsizlik, gerileyen çalışma koşulları, zayıflayan sendikacılıkve parçalanan ideolojik-siyasal yapıda görmek mümkündür. Sonuçolarak 20. yüzyılın ikinci yarısında etkinlik kazanan sosyaldevlet ve buna bağlı olarak gelişen sosyal politika anlayışı20. yüzyıl daha sonlanmadan gerilemek zorunda kalmaktadır. Birbaşka deyişle, zaten ancak gelişmiş kapitalizm içinde belirliölçüde yeşermiş olan sosyal devlet fikri ve ona eşlik edensosyal eşitlik, sosyal adalet ve sosyal vatandaşlık gibihedefler pek de büyümeden tedavülden kaldırılmışlardırdiyebiliriz.

Bozulan güç dengesi, geleneksel olarak sosyal devleti ve sosyalhakları savunma durumunda olanlar (örneğin güçlü işçisendikaları veya sol partiler) açısından bile politikadeğişikliği ya da geri adımlara yol açmaktadır diyebiliriz. Bunedenle Avrupa’daki güçlü sendikaların gelenekselpolitikalarından uzaklaşarak, bir yandan kendi ülkelerindekisosyal devlet anlayışı ve politikalarını korumak üzere“ulusalcı” politikalara yöneldikleri, öte yandan üyelerinikorumak üzere istihdamda esneklik arayışlarına rıza göstererekgenel olarak ücretli çalışanları temsil etme iddialarındagiderek vazgeçtikleri gibi eleştiriler ortaya çıkmaktadır(Asbjorn Wahl, 2004, ). Sosyal demokrat partilerin ise,küresel düzeyde gelişmeler karşısında dikkate değer bir söylemve politika üretemedikleri görülmekte, liberal-sosyal birsentezi ifade eden politikalarında ibre liberalizmden yanadeğişmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde ise, devletin zatenzayıf olan sosyal boyutlarının hepten tırpanlandığı, zayıf olansınıf bilinci ve örgütlenmesi daha da zayıfladığı, sendikalariçin daha iyi haklar değil, yeniden varolma savaşımınınyaşandığı söylenebilir. Emek açısından bozulan bu güçdengesinin hem nedeni hem sonucu olarak görülebilecek birgelişme de, sol ideolojilerdeki gerileme gibi, değişen istihdamyapısı ve koşulları içinde genel olarak ücretli çalışanlarda“sınıftan kaçış” diye nitelendirilebilecek eğilimlerin güçkazanması olmaktadır (Ercan, 2003). Sınıftan kaçış diye

12

nitelendirilen bu eğilimlerin kuşkusuz istihdam yapısındaortaya çıkan ciddi değişikliklerle ilgisi büyüktür; bueğilimler sendikal örgütlenme ve ideolojik-siyasal tercihleraçısından açıkça kendini ortaya koyduğu gibi, refah devleti vesosyal politikalar açısından bazı değişimleri getirmektedir.

Gelişmiş kapitalizm dışında kalan dünyada ise kuşkusuzkoşullar daha da kötüleşmektedir. Bu ülkelerde Keynesyenekonomiye benzer politikalar uygulanmasını sağlayan ithalikameci politikalar bir dönem işçi sınıfına ve sendikalara,sosyal devlet fikri ve sosyal politikalarına biraz nefesaldırırken, dışa açılan ekonomileri içinde bu ülkelerdekapitalizmin gücü veya hegemonyası çok daha etkin olmaktadır.Örneğin bu dönem içinde Türkiye’de olduğu gibi, devlet, alt-yapı yatırımlarından özelleştirmelere, banka, para, faizpolitikalarından vergi politikalarına kadar uzanan geniş çaplıbir dönüşüm geçirmiş, bu dönüşümün temel amacı da küreselkapitalizme eklemlenmek ve piyasa toplumuna dönüşmek olmuştur.Bu nedenle Türkiye’de 80 sonrası yukarıdan dayatılan iktisadiliberalizmle burjuvazinin ideolojik hegemonya idealinekavuştuğu söylenmekte (Keyder, 2005, 297), ekonominin başlıcahedefi olan dünya ekonomisiyle bütünleşmenin ise, toplumsalkesimleri biraraya getirmek ve de ortaya çıkan sorunlara karşıtepkilerini kontrol etmek açısından kullanıldığı, yani buamacın burjuvazinin hegemonya projesinin hedeflerine ulaşmasınayardımcı olmak anlamına geldiği ifade edilmektedir (Yalman,2004, 67-68).

Bu nedenle, günümüzdeki ekonomi anlayışını tanımlamak veeleştirmek açısından çoğu zaman neo-liberal politikalardan sözedilse de, küreselleşen piyasa adı altında giderek küreselleşenbir kapitalizm gerçeğinden ve hegemonyasından söz etmek dahadoğru olacaktır. İçinde bulunduğumuz küresel/toplumsal kaosunbüyük ölçüde küreselleşen kapitalizmin tüm öteki toplumsalsistemleri hegemonyası altına alacak bir güç kazanması, birtoplum/dünya düzeni (veya imparatorluk) haline gelmesiyleilgili olduğunu düşünen epeyce yazar olduğunu da biliyoruz.Dolayısıyla, hernekadar serbestçe işleyen bağımsız bir piyasaekonomisi içinde yaşadığımız iddia edilse de, birçok yazaryaşadığımız küreselleşmenin gelişmiş ülkelerin ve sermayeninihtiyaçları ile kapitalizmin mantığı çerçevesindebelirlendiğini söylemekte ve de kapitalizmin ekonomik sistemin

13

ötesine geçen bir küresel/sosyal sisteme dönüştüğünü ilerisürmektedirler (Gilpin, 2000; Beck, 2000; Hard ve Negri, 2001;Falk, 2001; Stiglitz, 2002; Köse ve Öncü, 2003; Wivel, 2004).

Kapitalizm küresel-sosyal sisteme dönüşerek küresel vetoplumsal düzeyde bir hegemonya kurarken, kuşkusuz günümüzünteknolojik, ideolojik, siyasal ve toplumsal değişimlerindenyararlanmakta ve onlardan güç almakta. Örneğin teknoloji hemişsizliği arttırır hem emeğin kendi içindeki farklılaşmasınıbüyütürken, toplumsal düzeyde ortaya çıkan farklılıklar, siyasaaçıdan yaşanan hayal kırıklıkları da hem bölünmeyi arttırmaktahem de siyasete olan güveni sarsmaktadır. Kısacası istihdamyapısından ideolojik ve siyasal yapıya kadar uzanan birçokdeğişiklik küresel kapitalizmin hegemonyasını kolaylaştırırken,gerilettiği veya işlevsiz bıraktığı üç alan var ki, bualanlardaki güç kaybı gerçekten çok önemli: Ekonomi karşısındasosyal devlet ve sosyal politika, sermayenin karşısında emek,piyasanın karşısında siyaset artık tümüyle devreden çıkmamışolsalar da, güçsüzlükleri ve bağımlılıkları nedeniyle mücadelearacı olarak önemlerini yitirmekteler (Koray, 1997, 50-51). Bukoşullar altında yaygın ve çok boyutlu sosyal/küresel sorunlaryaşansa da, gerçekte ne bunlar için yeterince mücadele edecekgüçler ortada, ne de mücadele araçları. Tam aksine toplumsaldüzeyde sosyal eşitsizlik ve adaletsizlikler büyürken,ekonominin işleyişine ilişemeyen “eli kolu bağlı” bir devletvar; kısacası sosyal devlet, sosyal vatandaşlık ve sosyalpolitika gibi kavramlar tümüyle reddedilmese bilesiyasetin/devletin önceliği olmaktan çıkmaktadır.2 Dolayısıylabu devlete sosyal sorunlar karşısında tümüyle seyirci kalıyordiyemesek de, yangınları söndüren “itfaiyeci” rolünden öte birrol oynadığını söylemek de zor.

Sonuç olarak, sosyal refah politikaları açısından ileri birdüzeye ulaşmış toplumlarda bile sosyal bütünleşme tehditaltında, sosyal dışlanma denilen önemli bir sorun büyümekte.3

2 Küreselleşme ve yeni-sosyo-ekonomik düzenin sosyal politika açısından getirdiği sorular ve sorunlar açısından kapsayıcı bir çalışma olarak bkz: Abdülkadir Şenkal, Küreselleşme Sürecinde Sosyal Politika, Alfa, Yay. İstanbul, 2005.3 Sosyal Dışlanma konusunda başta Bauman’dan yapılan çeviriler olmak üzere epeyce nitelikli yayın var Z. Bauman , “çalışma, tüketicilik ve yeni yoksullar”, Sarmal Yay., 1999. Bunlar arasında Faruk Sapancalı’nın kaleme aldığı “Sosyal Dışlanma” adlı kitap da, bu sorunun boyutlarını anlamak

14

Gelişmekte olan ülkelerde ise, sosyal sorunlar ve sosyaleşitsizlikler büyük ölçüde kader gibi kaçınılmazlık içindealgılanmakta, bu yoldaki yetersiz harcamalar kamu bütçesininyükleri (kara delikleri) haline dönüşmekte, bu konudakitalepler bir hak ve vatandaşlık ilişkisi içinde düşünülmektençıkmaktadır.. Bu yaklaşım içinde, ne artan işsizlik veyoksulluk ne büyüyen küresel-toplumsal kutuplaşma önemli birgündem maddesi olabilmekte, ne de bunlara yaklaşımgeleneksel/ahlaki, ya da liberal/yararcı bir bakış açısındanöteye gidebilmektedir. Tam aksine, insan haklarının küresel birhukuk durumuna gelmesi istenirken, ya da temel hak veözgürlüklere küresel bir duyarlılık ve güvence kazandırılmayaçalışılırken, sosyo-ekonomik haklar insan hakları arasındanuzaklaşmaktadır. Sosyo-ekonomik hakları zaten hak olarak kabuletmeyen liberal anlayış, söz konusu hegemonya içinde bu haklarıgündemden çıkarmayı başarmıştır da diyebiliriz.

Aslında bu hegemonya ve yaklaşım içinde temel haklarınönemsendiğini de söylemek zor. Gerçekten, bırakınız özgürlükalanını gelişmesini, hayatta ve sağlıklı kalmayı tehdit edenbunca işsizlik ve yoksulluk karşısında ne düşünce ve ifadeözgürlüğü, ne de siyasal hakların yaygın ve etkin bir biçimdekullanıldığı söylenebilir. Bir başka deyişle, sosyo-ekonomikeşitlikler ve bunları güvence altına alan haklar toplumsal vesiyasal gündemin hedefi olmaktan çıkarken, aslında en temel hakve özgürlüklerin de gerçekleşme şansı azalmakta veya toplumunancak küçük bir kesimi için geçerli olabilmektedir. Buradan da,sosyal eşitliğin gelişemediği toplumlarda, hem siyasaleşitliğin sakatlandığı hem de siyasal eşitlik fikrine dayanandemokrasiyi işler kılacak arka-planın yok olduğu gibi birsonuca varmak zor olmasa gerek. Dolayısıyla sosyo-ekonomikeşitsizliklerle bir derdi olmayan bugünkü yaklaşımın, temel vesiyasal haklar açısından da ciddi bir kaygısı olduğunu kabuletmek kolay değil. Bu nedenle insan haklarını bir bütün olarakgörmek ve birbirleriyle var olacaklarını kabul etmek gerektiğigibi, siyasal demokrasi anlayışını da siyasal eşitliği işlerkılacak sosyo-ekonomik haklar ve bunlara dayalı bir sosyalpolitika anlayışı ile birlikte düşünmek gerek. Yine bu nedenlesosyal eşitlik hedefini önemsemeyen bugünkü sosyal politikaanlayışını, hem sosyal politikanın “zavallılaşması” olarak

açısından iyi bir inceleme. F.Sapancalı, Sosyal Dışlanma, DEÜ Yayını, İzmir, 2003.

15

yorumlamak hem de buradan siyasal demokrasinin “zavallılığını”çıkarmak mümkün.

Buraya kadar, modern diye nitelendirebileceğimiz sosyalpolitikanın hem gerisindeki dayanaklar hem de hedef veişlevleri açısından bugün aşınmaya uğradığı ve bir anlamdazavallılaştığını ortaya koymaya çalıştım. Küresel kapitalizminbugün ideolojik, ekonomik ve siyasal açıdan dayattığı hegemonyaile genel olarak toplumsal ihtiyaçlar gibi sosyal politikalarda dumura uğramakta. Anlam ve işlev kaybının en çokhissedildiği alan da, çalışma yaşamı ve ilişkileri çerçevesindeyaşananlarda ortaya çıkmaktadır. Bu alan, gerek emek vesermayenin doğrudan karşılaştığı bir alan olarak, gerek bukarşılaşma çerçevesinde ekonomik sistemden dönüşüm bekleyenilişkiler bütünü olarak, sosyal politikanın en kritik alanıolarak nitelendirilebilir. Bu açıdan Korpi’nin yaygınişsizliğin kabulünü, refah devletinin gerilediğini gösterenönemli bir kriter olarak değerlendirilmesi oldukça haklıdır. Bunedenle de, çalışma hakkı ve çalışma ilişkilerine neolduğu/olacağı meselesini sosyal politikanın gidişatınıbelirleyecek bir mesele olarak görmek doğru olur.

5-Sosyal Politikanın Anlamı ve İşlevi Açısından Çarpıcı BirAlan: “Çalışma”

Bauman’ın dediği gibi, “sermaye görülmemiş ölçüde yerelkanunlardan muaf, hafif, yükünü atmış ve yerleşik olmayan birhale gelmiştir; artık kazanmış olduğu uzamsal hareketlilikdüzeyi kendi taleplerine boyun eğdirmek için ülke düzeyindeişleyen siyasal yapılara şantaj yapmaya ( dile getirilmeyenancak tahmin edilen) tamamen yeterlidir” (2005, 37). En baştaçalışma hayatı ile ilgili olarak sosyal politika anlayışındakideğişimleri, bunun eseri saymak gerek; örneğin bunlarıtoplumun değişen ihtiyaçlara ile ilişkilendirmek zor. Budoğrultuda eğitim, sağlık, konut politikalarında da değişimleryaşanmakta, ancak en açık ilişkinin işgücü piyasası ve çalışmailişkilerinde ortaya çıktığı da bir gerçek.

Dolayısıyla çalışma yaşamı ve çalışma hakkı çerçevesindekideğişiklikler, sosyal politikanın anlamını tartışmak açısındanhem önemli bir gösterge hem de bir başlangıç noktası olarakalınabilir diye düşünüyorum. Gerek ortaya çıkışı gerek

16

gelişmesi içinde “çalışma” odaklı bir sosyal politika vesosyal devletten söz edilebileceğine ve refah devletiningünümüzdeki temel çelişkisinin de burada ortaya çıktığınayukarıda değindim. Bugün, hem refah devletinin ve uygulananpolitikaların istihdam yaratamayışı bir sorun olmakta veistihdam odaklı yaklaşımların artık işe yaramadığı söylenmektehem de ücretli çalışanlara yönelik koruyucu politikalarındevletin “yükü” ve piyasanın “engeli” olarak nitelendirilmesiyönündeki eğilimler güç kazanmaktadır. Bir yandan yaygın veuzun süreli işsizlik kaçınılmaz hale gelirken neo-liberalpolitikalardan vazgeçilememekte, öte yandan işsizliği telafiedici mekanizmalar üzerinde yoğunlaşmaktan başka çıkar yolkalmamaktadır; bunun gibi iş yaratamayış dert olmaktançıkarken, bu sorun nedeniyle artan harcamalar da şikâyet konusuolmaktadır.

Günümüzde ortaya çıkan tablo, bir ucunda yaygın ve uzun süreliişsizlik, öteki ucunda da küresel bir rekabet içinde herdüzeyde giderek büyüyen bir ayrışma ve hattâ kutuplaşma olaraközetlenebilir. Bu iki uç arasında da, artan güvencesiz işler,standartlar ile kurallardan uzaklaşan çalışma koşulları sözkonusu. Nüfus artışı, kadınların işgücüne katılım istemleri vegeçinme koşullarının zorlaşması nedeniyle işgücü arzınınartması kaçınılmazdır; buna karşın hem sermayehareketliliğinden doğan küresel rekabet hem de yeniteknolojiler nedeniyle işgücü talebinin sınırlandığı daortadadır. İşgücü arzı ve talebi arasındaki bu dengesizlik ise,liberal iktisatçıların zaten başından beri söyledikleri gibiistihdamı zor bulunur bir meta haline getirirken, ücret veçalışma koşullarında sürekli geriye gidişe neden olmaktadır;günümüzde negatif bütünleşme anlamına gelen biçimde çalışmakoşulları aşağıda eşitlenmeye doğru gitmektedir. Klasikiktisadın öngördüğü gibi geçimlik ücret kuramı da günümüzdekendini büyük ölçüde doğrulamış görünmektedir. Kısacası, 1960-70’lerde sosyal devlet ve sosyo-ekonomik haklar yükselirkenILO’nun da çabalarıyla çalışma koşullarında uluslararasıdüzeyde belirli bir standart ve güvence sağlama umuduyaşanırken, günümüzde beklenti değilse de gidişat tersinedönmüştür ve şimdi düşük standartlarda buluşma diyebileceğimiznegatif bir bütünleşme yaşanmaktadır.

17

Birkaç hatırlatma yapmak istersek, 1995-2005 arasında dünyadagenel olarak yüzde 3.68 dolayında bir büyüme gerçekleşmiş, bunakarşın istihdam artışı yüzde 1,6’da kalmıştır (ILO, 2006).Büyümenin çok sınırlı bir istihdam yarattığı günümüzdünyasında, 2,5 milyar insanın (dünya nüfusunun % 40’ı) gündeiki dolar gelirden az gelirle yaşadığı (UN, 2005, 24) ve bu türmutlak yoksulluğun daha çok gelir getirici iş yaratamayan azgelişmiş bölgeler ve ülkelere ait bir sorun olduğu dabilinmektedir. Örneğin 1,4 milyar dolayında insan, yani küreselistihdamın yaklaşık yarısının (% 48,7) günde iki dolarınaltında bir gelirle çalıştığı belirtilmektedir (Kapsos, 2004).Enformel ekonomide çalışan yoksulların oranının GüneyAmerika’da ve Güney Asya’da yüzde 60-80 dolayına vardığıbilindiğine göre (Sapancalı, 2003, 160-161), bunda şaşılacakfazla bir şey de yoktur. Kısacası birçok gelişmekte olan ülkedeçalışıyor olmak yeterli gelir sağlamak anlamına gelmemekte, buülkelerde açık işsizlik ile birlikte çalışan yoksulular gerçeğibüyümektedir.

Avrupa’da ise yaklaşık otuz yıldır yüzde 8-10 dolayında birişsizlik hüküm sürmekte, bunların yaklaşık yarısı bir yıl vedaha uzun süredir işsiz bulunmaktadır. Tam veya yüksekistihdamı yaşamış, yüksek standartlarda çalışma koşullarınıgerçekleştirmiş, bu çerçevede bir sosyal devlet anlayışınıhayata geçirmiş Avrupa’da, bu nedenle yaygın ve uzun süreliişsizlik çok daha temel bir sorun olmaktadır. Üç işsizdenbirinin yoksul olduğu da bilinmekte ve işsizlikle yoksulluğunbirbirinden ayrılamayan bir sorun olması Avrupa için de geçerlihale gelmektedir. Buna karşın, ABD’de işsizlik oranının yüzde 5gibi oldukça düşük düzeyde kaldığı, fakat yaratılan işlerinbüyük çoğunluğunun geçici ve güvencesiz işler olduğu dagörülmektedir. Bu nedenle ABD’de yoksulluk oranının çok dahabüyük olması gibi, çalışan yoksulların yoksulluğunun en önemlinedeni de düşük ücret olarak (% 68,2) belirlenmektedir(akt.Gündoğan, 2007,30).

Türkiye’den örnek verirsek, yıllarca süren büyüme veendüstrileşme çabalarına karşın işgücü fazlasını eritemeyen buülkede, 1980 sonrasının ekonomik istikrarsızlığı ve yapısaldönüşümü içinde emek piyasası açısından çok daha zorlukoşulların ortaya çıktığı açıktır. Görülen o ki, bir yandanişgücüne katılım düşmekte (2005 yılında % 48,3), öte yandan

18

işsizlik artmaktadır, bir başka açıdan da enformel istihdamgenişlediğinden çalışan yoksul gerçeği Türkiye’de debüyümektedir. Örneğin 2002 krizinden buyana yüksek bir büyümegöstermesine karşın (% 7-9 arasında), istihdam yaratmakapasitesi sınırlı kaldığından (2005 yılında % 1,2), Türkiyegenelinde % 10” u geçen bir işsizlik yaşamakta, kentlerde vegenç yaş grubunda bu işsizlik ikiye veya üçe katlanmaktadır.Toplam istihdamın yarısını bulan kayıt dışı istihdamın büyükölçüde tarımın ağırlıklı yeriyle ilgili olduğu bilinmeklebirlikte, kayıt dışılığın kentlerde de % 40 dolayında olması ve2002 yılında % 33 dolayında olan bu oranın 2005 yılında % 40dolayına yükselmesi, çalışma yaşamındaki olumsuz gelişmeleriaçıklama açısından önemlidir. Yani, yaratılan sınırlı sayıdaişlerin çoğunlukla güvencesiz-geçici-eğreti işler grubundaolduğu açıktır. Tüm bu olumsuz gelişmeler çerçevesinde işgücüpiyasasının makro düzeyde formel-enformel, örgütlü-örgütsüz,büyük-küçük işletme, yetişkin-çocuk işgücü, ev dışı-ev içiçalışma gibi büyük farklılıklar içeren yapısı daha da artmaktave zaten var olan esneklik düzeyi genişlemektedir. Buna karşıniş hukuku kurallarının katı bulunduğu ve 2003 yılında İşYasası’nda yapılan değişikliklerle bu “katılığın”!giderildiğini de görüyoruz. Son gelinen noktada ise, istihdamyaratmak için istihdam üzerindeki vergi, prim gibi yüklerinazaltılmasının istendiğini biliyoruz. Özelleştirmelersonrasında sendikalaşma kapsamı ve olanağı daralan sendikacılıkiçin de güçlü bir geri çekilme yaşandığı başka bir gerçek.Sendikal geri çekilmenin, örgütlü ve örgütsüz tüm çalışanlaraçısından çalışma koşulları ve standartlarını korunmasınızorlaştırdığı da ortada. Tüm bunlar çalışma hakkı, işgüvencesi, yeterli bir ücret, sendikal haklar, sosyal güvenlikgibi temel sosyo-ekonomik hakkın büyük ölçüde aşındığını, yokolmaya doğru gittiğini göstermeye yeter sanırım. Kuşkusuz hiçbir ülkede işsizliğin tümüyle kabul edildiğisöylenemez. Özellikle yüksek istihdamı ve refah devletianlayışını uzunca bir süre hayata geçirmiş Avrupa ülkeleriaçısından bunun daha büyük bir sorun olduğu da bir gerçek. Buülkeler ve AB açısından bugün de istihdam, sosyal politikanınen önemli konusu olmaya devam etmekte, bu alanda birçokpolitika ve önlem uygulanmaya çalışılmaktadır. Ancak Keynesyenpolitikaların gözden düştüğü günümüzde, genel olarak istihdamartışını talep yönünden destekleyecek politikalar çok cılız

19

kalırken, bu ülkelerde de istihdam edilebilirlik, girişimcilik,istihdamda eşitlik gibi işgücü arzı yönündeki politikalarlayetinildiği ve istihdam artışının esas olarak küresel “rekabetgücüne” bağlandığı bir gerçek. Örneğin AB düzeyinde AvrupaZirvelerinden önce sosyal tarafların bir araya geldiği zirveleryapıldığını, bu buluşmaların en önemli konusunun istihdamolduğunu biliyoruz; fakat ortaya çıkan sonuç, ekonomidekiyapısal değişimin sağlanması ve rekabet gücünün artmasınaodaklanan politikalar olmakta, yeni istihdamın sağlanması budönüşümden beklenmektedir. Kısacası Avrupa’nın küreselekonomideki varlığını koruması ve liderden (ABD) çok gerikalmaması için, liderin yolunu izlemesi ve neo-liberalizministemlerine ve kurallarına itaat etmesi gerekmektedir (Wivel,2004,20). Bunun için de, çalışma yaşamı ve koşullarına“esneklik” getirmesi, koruyucu politikalardan tavizler vermesigerekmektedir. Ancak verilen tavizlerle, işsizliğin,yoksulluğun ve sosyal dışlanmanın artması kaçınılmaz olduğundanve Avrupa kamuoyunun refah devletine olan bağlılığı dabilindiğinden, bu yoldaki inanç ve beklentilerin korunması içinizlediği politikalarda “sosyal güvence” boyutu tümüyle bir yanabırakılamamaktadır. Çözüm, Lizbon Zirvesinde de dilegetirildiği gibi “esneklik ve güvence” gibi temelde çelişkilibir formülde bulunmaya çalışılmakta, her üye devletin buformülden farklı bir sonuç çıkardığı da bilinmektedir.

Bu durumda, Avrupa’nın kendine özgü modeli ve refah devletianlayışını koruyup koruyamayacağı, neo-liberalizmi teslim olupolmayacağı veya üçüncü bir yol bulup bulamayacağı gibi pek çoktartışmanın ortaya çıktığı ve. Avrupa refah devletine neolduğu sorusuna birçok farklı yanıt verildiği ortada. Örneğin,gerek sosyal harcamalara gerek uygulamalara bakarak Avruparefah devletinde büyük bir kopma olmadığı, radikal birdeğişiklik yaşanmadığı yolunda görüşler de var ve bunlar dahaağırlıkta (Klein, 1993; Esping-Andersen 1997; Palier, 2001;Timonen, 2001; Kleinman, 2002), öte yanda Korpi gibi bazıyazarlar 1980 sonrasında yoğun işsizliğin kabulünün Batı Avruparefah devletindeki gerilemeyi gösteren önemli bir mihenk taşıolduğunu ileri sürmekteler (2003; 593). Bu iki görüşün dehaklılık taşıdığı yanlar olduğu düşünülebilir. Örneğin Avruparefah devleti anlayışı içinde çalışma hakkının öneminden ve tamistihdam hedefinden bugün de tümüyle vazgeçildiği söylenemez vesosyal politikalar bugün de büyük ölçüde çalışma yaşamı

20

çerçevesinde belirlenir; öte yandan sosyal eşitlik, sosyalgüvenlik ile sosyal dayanışma gibi hedefler bugün de farklıölçülerde de olsa sosyal politikaları belirler durumdadırlar.Bunları dikkate aldığımızda da Avrupa’daki refah devletianlayışının sürdürüldüğünü söylemek gerekir. Ancak işsizliğive yoksulluğu telafi edici mekanizmaları değil de, çalışmahakkını merkeze alır ve bu hak çerçevesinde gerçekleşecek birsosyal vatandaşlık ve sosyal eşitlik düşüncesinden hareketedersek, şimdi bu anlayışta büyük gedikler açıldığını dadüşünmek gerekir. Öte yandan işsizliğin yanısıra çalışmayaşamında esneklik, standartlardan kaçış gibi konularabaktığımızda, özellikle örgütsüz kesimler, niteliksiz işgücü,göçmen işçiler gibi gruplar açısından durumun daha da kötüolduğu açıktır.

Sonuç olarak, yukarıda değinildiği gibi küresel kapitalizminbüyüyen bir hegemonyası söz konusu ve bu hegemonya altındaekonomi politikalarında radikal bir değişiklik gündemegelemediğinden, sosyal politikanın anlamı da, araçları dadeğişime zorlanmaktadır. Anlam ve araçlarda değişimin en çokhissedildiği alan da “ücretli çalışma veya işgücü piyasası”olmaktadır. Örneğin Gorz’un deyişiyle, artık, işin bir “mal”,istihdamın giderek bir “ayrıcalık” haline geldiği ve “bir işesahip olmak ya da sahip olunan işi elde tutmak için her türlütavize, küçük düşmeye, boyun eğmeye, rekabete ve ihanete hazır”olunmasının istendiği (2001,82) bir dünyada yaşadığımızgerçeğini kabul etmek gerekiyor. Böyle bakınca da, işsizlik,yoksulluk, güvencesizlik gibi sorunlar karşısında ulusaldüzeyde oldukça eli kolu bağlanan veya “zavallı” hale gelen birsosyal politikadan söz etmek kaçınılmaz oluyor.

Kuşkusuz, bu sorunların yaygınlık derecesi de, telafi edilmekoşulları da ülkelere göre değişmekte; ekonomik gelişmişlik verefah devleti anlayışının bu konuda oldukça belirleyiciolduğunu da kabul edebiliriz. Sosyal devlet ve sosyalpolitikanın anlamını tartışmaya duyulan ihtiyacın da buçerçevede belirlendiği söylenebilir Örneğin gelişmiş refahkapitalizmini temsil eden Avrupa ülkelerinin bir çoğunda,sosyal sorunları telafi edici mekanizmalar daha olumluişlemekle birlikte, refah devleti ve sosyal politikanın anlamıve dayanakları konusunda çok daha yoğun tartışmalaryaşanmaktadır. Yine, gerek sorunları hafifletmek gerekse sosyal

21

devlet anlayışının dayandığı hakları ve sosyal vatandaşlıkanlayışını korumak kaygısıyla geliştirilen birçok öneri de buülkelerde karşımıza çıkmakta. Bunların içinde de, çalışmaodaklı refah devleti yerine “temel gelir” odaklı bir refahdevleti arayışı ve bu çerçevedeki tartışmaları sayabiliriz.Temel gelir konusunun, sosyal politikanın anlamı ve işleviaçısından tartışılmaya ihtiyaç gösteren bir konu olduğu kesin;bu nedenle aşağıdaki bölümde bu konuyu ele almak istiyorum..

6-Çalışma Hakkına Alternatif Temel Gelir Hakkı?

Uzun süredir varlığını koruyan yaygın işsizliğin, refahdevleti anlayışından ve bunun dayandığı sosyal vatandaşlık gibitemellerden, bunun getirdiği toplumsal uzlaşma ve bütünleşmegibi hedeflerden vazgeçmek istemeyen ülkelerde birçoktartışmaya yol açtığını söyledim; bu tartışmaların daha farklıtemellere dayalı bir sosyal refah ve sosyal vatandaşlıkfikrinin ortaya atılmasına yol açtığı da bir gerçek. Bunlarınbaşında da, “temel gelir- basic income ”4 geldiğini biliyoruz. Birçok ABüyesi ülkede zaten bir biçimde uygulanan ve asgari gelirgüvencesi anlamına gelen bir uygulama olduğunu biliyoruz. Buçerçevede, hem kazandığı gelir geçimine yetmeyen ailelere aileyardımları adı altında uygulanan ayni ve nakdi yardımlaryapılmakta hem de özellikle yaşlılar, hastalar, özürlüler gibigruplara bireysel bazda getirilen bazı güvencelerle asgari birgelir sağlanmaya çalışılmaktadır. Temel gelir ise, ihtiyacıolana yönelik ve seçicilik taşıyan bir destek olmaktan çıkan veherhangi bir kritere ve incelemeye bağlı olmaksızın tümvatandaşlara yönelik bir hak olarak düşünülmektedir. Son 20yıldır gerek Avrupa’da gerek Amerika’da “temel gelir konusundaönemli bir literatür oluştuğu, lehte ve aleyhte birçok görüşünortaya atıldığı görüldüğü gibi, buna benzer küçük çaplı bazıuygulamaların gündeme geldiği de bilinmekte..

Temel gelir düşüncesinin geçmişi oldukça eskiye, Thomas Moore’a kadar dayandırılmakta, esas olarak da bu önerilerin ütopiksosyalistlerden kaynaklandığı bilinmektedir.5 Örneğin günümüzde4 “Basic income” kavramının karşılığı olarak, bazı çalışmalarda görüldüğü gibi “ asgari gelir” değil, “temel gelir” kavramının kullanılması hem sözcük anlamı hem de benimsenen amaç açısından daha doğru olacaktır.

5 Temel gelir tartışmalarının, son 200 yıldır birbirinden bağımsız olarak ortaya atılan “devlet ikramiyesi”, “bölgesel kâr payı”, “ vatandaşlık

22

yoğun olarak tartışılan temel gelir ve temel sermaye gibi hembenzerlik hem farklılık taşıyan iki önerinin kökeni, 19.yüzyılın ortalarında yaşamış iki sosyalist teorisyenebağlanmakta (John Cunliffe ve Guido Erreygers, 2003), dahasonra ve 20. yüzyıl başlarında da başka yazarlar ve başka adlaraltında gündeme gelen bu tür önerilerin ve tartışmaların 1980sonrasında yeniden alevlendiğini belirtilmektedir (Roebroek,1993,115). Bugün de temel gelir ve benzeri önerilerin birçokfarklı düşünce sahibi tarafından gündeme getirildiğinigörüyoruz. Örneğin liberal negatif vergiyi savunan Friedman,adil bir bölüşümden söz eden Rawls, haklar ve kapasitelerineşitsiz dağılımının yarattığı sorunlardan söz eden Sen gibiliberal kanatta yer alan düşünürlerin de, işsizlik sorununaradikal bir çözüm getirilmesi ve sosyal adalet anlayışınınkurulması gibi öneriler süren Offe gibi sosyalist kökenliyazarların da, kapitalizme karşı sınıf temeli dışında önerilergeliştiren ve ekonomik büyüme kadar çalışmanın anlamını dasorgulayan Gorz, Bahro, Schumpeter gibi alternatifiktisatçıların da bu düşüncenin gerisinde yer aldıklarınısöylemek mümkün. Kısacası, liberal yaklaşımlardan ütopyacısosyalistlere kadar birçok felsefeci/iktisatçı tarafındanbenimsenen bir görüş/öneri söz konusu. Son 30 yıldır Batı’da daartan işsizlik ve yoksulluk sorununun bu tartışmalarıalevlendirdiği ve bu konularla ilgilenen birçok düşünürün, hembu sorunlara daha temel çözümler getirmek hem de refahdevletinin tıkanıklığını aşmak üzere bu öneriler üzerindeyoğunlaştığı da söylenebilir (Joop M. Roebroek, 1993; PhilippeVan Parijs, 1995; Brian Barry, 1996; Esping-Andersen, 1997;Carole Pateman, 2004, Stuart White, 2006; Karl Widerquist,2006).

Kuşkusuz ileri sürülen görüşler arasında dayanakları, koşullarıve uygulanması açısından farklılıklar vardır. Bu konudaRoebroek’ın yazısı esas alınarak bazı çözümlemeleregidilebileceğini düşünüyorum Roebroek, 1993): temel gelirindayanakları konusunda temelde piyasa yönelimli ve toplumcu

ücreti” , “halk ödeneği”, “ vatandaş kâr payı “ gibi birçok önerinin bir devamı olduğu, ancak son 20 yıldır Avrupa birliği üyeleri içinde çarpıcı bir tartışma konusu haline geldiği ifade edilmektedir (Parijs, 2006, 7). Günümüzde de bu anlamdaki önerilerin, esas olarak temel gelir, negatif gelir vergisi ( negative income tax) ve temel sermaye (basic capital) olarak üçe ayrıldığı söylenebilir.

23

yaklaşım olarak üzere ikili bir ayrım yapılabilir. Piyasayanlısı görüşler temel gelir veya “negatif gelir vergisi”düşüncesini ileri sürerken, esas olarak sosyal devletharcamalarını kısmak, vergi sistemini sadeleştirmek,bürokrasiyi azaltmak ve piyasacı çözümleri güçlendirmekistedikleri gibi, bu yolla işgücü piyasasında hareketliliğin veesnekliğin artacağını da düşünmekteler. Toplumcu yaklaşımlatemel geliri savunanların ise, makro ve mikro düzeydebeklentileri epeyce; işlerin daha adil dağılımı, çalışanlararasındaki farklılıkların azalması, çalışma koşullarınıniyileşmesi, özellikle kadınlar açısından ekonomik bağımsızlığınkazanılması gibi, özgürlük alanının genişlemesi, sosyaldayanışmanın, siyasal katılımın ve demokrasinin güçlenmesi gibigelişmeler de beklenmekte. Kısacası, sağdan ve liberalyaklaşımlarda görülen temel gelir düşüncesi piyasanıngüçlendirilmesini amaçlayan bir öneri olabildiği gibi, toplumcuyaklaşımlarda işsizlik ve yoksulluk için temel bir çözüm,sosyal vatandaşlık anlayışı için de temel bir güvenceolmaktadır diyebiliriz.

Öte yandan temel geliri savunanlar arasında da farklar var.Kimileri bu geliri, vatandaşların iş ve gelir durumları gibiherhangi bir koşula bağlanması gerektiğini söylemekte ve bununtoplumdan almak için topluma vermek gerektiği gibi“karşılıklılık” ilkesine bağlamaktadır. Bu konuda başta gelenisimlerden biri olan White’ın koşulsuz temel gelire yönelttiğiitirazlara bakıldığında birkaç nokta ortaya çıkmaktadır (2006):Bir karşılık aranması, yalnız topluma karşı değil daha daönemlisi toplum üyelerinin birbirine karşı ilişkileri açısındanadil bulunmaktadır; buna dikkat edilmediğinden birilerininötekileri sömürdüğü bir toplum düzenine varılacağı veistenilenin aksine daha adaletsiz sonuçlar ortaya çıkacağıkuşkusu duyulmaktadır. Ancak bu karşılıklılığın yalnızca işveya gelir durumuna göre belirlenmesi gerekmediği,karşılıklılık dengesininin (balance of reciprocity) daha önemliolduğu söylenmekte, örneğin kadınlar için koşulsuz temelgelirin ev-içi emeğinin karşılığı olarak düşünülmesinin adilolacağı belirtmektedir. Öte yandan, temel gelir için çalışmaveya çalışmaya istekli olmak gibi bir koşul aranması şartolmasa da, “davranışsal koşullar” (behavioural conditionality)aranmasının gerekli ve adil olduğu gibi bir sonucavarılmaktadır.

24

Buna karşın kimileri de, koşulsuz temel gelir fikrinisavunmakta ve böyle bir uygulamayla hem sosyal adalet vegüvence açısından belirli bir düzey yakalanacağı hem de bugüvence üzerine kurulmuş bir toplumda bireyler için çok dahageniş bir özgürlük alanının sağlanacağını savunmaktalar.Parijs’in “herkese eşit özgürlük” ifadesiyle savunduğu koşulsuztemel gelir, “siyasal bir topluluk tarafından kendi üyelerinebireysel bazda ve herhangi bir koşul olmaksızın yapılan ödeme”olarak tanımlanmaktadır (2004,7): Bu yaklaşım içinde, koşulsuztemel gelir, her vatandaşa, eşit düzeyde, düzenli olarak vehiçbir koşula bağlı olmaksızın yapılacak bir ödemedir; ödemeyiyapacak siyasal topluluğun ulus devlet olması şart değil, ulus-altı veya ulus-üstü herhangi bir siyasal topluluk olabilir; bugelirin sağlanması refah devletinin destekleyici hizmet veödemelerinin ortadan kaldırılması anlamına gelmeyecektir;finansmanı da vergiler yoluyla sağlanacaktır. Bu görüşüsavunanlar açısından, birçok eşitsizlik ve adaletsizliğin sözkonusu olduğu günümüz toplumunda temel gelir için bir“karşılık” aranması anlamsızdır; temel gelirin iş veya gelirgibi bir koşula bağlanmayıp herkesi uygulanması, bu gelirvergiler yoluyla karşılanacağından zengini daha zenginyapmayacağı gibi, bu uygulamanın fakiri aşağılayan bir uygulamaolmasını da önler. Öte yandan bir karşılık ararken, toprak,doğal kaynaklar, hattâ geçmişten bugüne yaratılmış işler gibitoplumun malı sayılması gereken birçok maldan/değerden hervatandaşın yararlanma hakkını da dikkate almak gerekir; böylebakıldığında da koşulsuz temel gelir, hem ahlâki hem de siyasalaçıdan haklılık veya adalet temeline dayanmaktadır (Parijs,2004; Robert J. van der Veen, 1998).

Kuşkusuz temel gelir açısından söylenen ve daha da söylenecekçok şey var; bu konuda yoğun bir tartışma yaşandığı da ortada.Aslında temel gelirle ilgili bu tartışmaları olumlu bulmamakolanaksız; bu tartışmalarla, hem günümüzde ihtiyaçlardakideğişiklikleri tartışma fırsatı doğmakta hem de alternatifçözümler konusunda birçok öneri ortaya çıkmaktadır. Gerçekten,üretim sistemleri ve teknoloji, istihdam yapısı ve çalışmakoşulları, çalışmanın anlamı ve değeri, bireysel ve toplumsalihtiyaçlar ve değer yargıları bunca değişirken, sosyal,siyasal, ekonomik sistemin bir yansıması olarak düşündüğümüzsosyal politikanın değişimi de kaçınılmazdır. Bu tartışmaların,

25

ortaya çıkan bu değişimleri anlamak ve bunlara yanıt vermekgibi bir potansiyeli olduğu da ortada. Öte yandan, Avrupaülkelerinin birçoğunda yoksulluğa karşı mücadele etmek üzereuygulanan ve AB düzeyinde de kabul edilen “asgari gelirgüvencesi” gibi bir anlayış ve uygulama olduğundan, bu türtartışmaların uzun bir geçmişe dayanan entelektüel zemin gibi,uygulamalardan da güç aldığı bir gerçek. Dolayısıyla, buradanhareketle asgari gelir güvencesinde bazı değişiklikler yaparakve aşamalı bir biçimde temel gelir uygulamasına geçmekolmayacak bir şey olarak görünmemekte (Parijs, 2004, 24). Ancakfinansal desteğin nasıl bulunacağı konusunun önemli bir engelolduğu da bilinmekte.

Örneğin temel gelir konusunda ileri sürülen şu iki kaygıoldukça dikkat çekici: (Bergmann, 2004). Bunlardan biri, temelgelir uygulaması içinde sosyal hizmetlere ne olacağıyla ilgili,ikincisi de temel hizmetlerden vazgeçmeden temel geliruygulamasıyla artacak kamu harcamalarının nasıl finanseedileceği yönünde. Bugün vergi geliriyle finanse edilen eğitim,sağlık, sosyal güvenlik, sosyal hizmet, konut gibi bir çok kamuhizmeti bulunmaktadır. Ve temel gelir uygulansa da, bu gelirlebu hizmetleri ve belirli bir kalitede piyasadan karşılamakmümkün olmayacağından temel nitelikteki sosyal hizmetlerdenvazgeçilemez; vazgeçilmesi düşünülürse o zaman da temel geliruygulaması anlamsız olur. Dolayısıyla temel gelir uygulamasınageçebilmek için vergi gelirlerinin artmasından başka çıkar yolyok; oysa, bugünkü koşullarda vergilerde artışın hiçbir ülkedekabul edilir olmadığı söylenebilir. Örneğin vergi gelirininABD’de ulusal gelirin yüzde 30’unu, İsveç’de ise yüzde 60’ınıbulduğunu söyleyen Bergmann, İsveç veya ABD gibi kişi başınageliri yüksek ülkelerde temel gelir uygulamasının ulusalgelirin % 15’ine denk olacağına, bugünkü vergi yükleri dikkatealındığında ise bunu karşılayacak düzeyde bir ek vergininolanaksızlığını dile getirmektedir (2004, 113).

Bu ve bunun gibi daha birçok tartışmayı gündeme getirmekmümkün. Ancak bu yazı çerçevesinde temel gelir hakkını refahdevleti ve sosyal politika anlayışı açısından irdelemek gibibir amacım var; bu nedenle tartışmaları bir yana bırakarak, buöneriyle ilgili bazı değerlendirmelere yönelmek daha anlamlıolacak İlk olarak, ister koşulsuz uygulansın, ister koşulabağlansın temel gelirle ilgili önerileri, uygulamada bugünkü

26

sosyal güvenlik ve sosyal politika uygulamasını temeldendeğiştirecek öneriler olarak anlamak doğru olur. Çünkü buuygulamanın, ücret, çalışma koşulları, sosyal güvenlik sistemi,sendikal haklar gibi birçok konuda ciddi değişiklik anlamınageleceği açıktır. Örneğin bu uygulamanın, çalışma isteğiniazaltacağı ve işsizliği arttıracağı da söylenmekte, düşükücretli işlerde çalışmayı kabul edenlerin çoğalacağı da ifadeedilmektedir; bunun gibi çalışanların bireysel pazarlık gücününartacağı da söylenmekte, sosyal refah uygulamalarının nasıletkileneceği tam bilinemediğinden birçok hizmeti piyasadansatın alma durumunda kalacak bireylerin daha bağımlı halegelecekleri de iddia edilmektedir. Ancak etkileri ne yöndeolursa olsun, bu değişimlerin sosyal politika anlayışı veuygulamalarında ciddi değişiklik anlamına geleceği yadsınamaz.Bu önerinin liberal versiyonu içinde zaten birey ve piyasayönelimli düzenlemelerle, devletin sosyal yönetim anlayışı vepolitikalarına yer kalmayacağını da düşünmek gerek.

İkinci olarak, her iki türde de temel gelirin sosyal politikaüzerindeki etkileri kesin olmakla birlikte, modern ve haktemeline dayalı bir sosyal politikanın hedefleri ve işlevleriaçısından bu öneriler arasında farklar olduğu açık. Örneğin,hem bazı sosyal sorunların çözümü hem de sosyal vatandaşlık vesosyal eşitliğin gerçekleşmesinde yeni bir adım olarak ilerisürülen koşulsuz temel gelir, kaygıları ve hedefleri açısındanmodern sosyal refah devleti ve sosyal politika anlayışındanfarklı değildir. Bu nedenle, koşulsuz temel gelirle ilgiliönerilerin güçlü bir sosyal güvence anlayışını yansıtmalarındandolayı sosyal güvenlik anlayışı ve sistemlerini tehditetmeyecekleri yolunda görüşe (Roebroek, 1993,125) katılmakmümkündür. Ancak, yukarıda da değindik, sosyal güvenlikanlayışını sosyal hizmetlerin bütününden ayrı düşünmek mümkündeğil; bu nedenle temel gelirin bir şeyleri getirirken birşeyleri götürmesi durumunda sosyal güvenlik sisteminindeğişmeden kalmasının mümkün olmayacağını da düşünmek gerekir.Negatif gelir vergisi veya kısmi bir gelir olarak gündemegetirilen öneriler ise, refah devleti ve sosyal politikaanlayışında neo-liberalizm doğrultusunda ve piyasa yönelimlibir değişiklik olduklarından, yukarıda belirttim, bu durumdasosyal politika gibi bir politikaya gerek kalmayacağınıdüşünmek daha doğru.

27

Bu genel değerlendirme dışında da bazı kaygılardan söz etmekdoğru olur diye düşünüyorum. İlk olarak, temel gelir uygulamasının belirli ölçüde yoksulluğuortadan kaldıracağını anlamak mümkün, ancak işsizliği nasılönleyeceği konusunda bir yanıt yok. Kuşkusuz geliri işebağlamaktan çıkarınca, hem işsizliğin getirdiği yoksunluğuntelafi edileceği düşünülüyor hem de bu nedenle çalışmakisteyenlerin azalacağı veya esnek çalışma zamanlarıyla dahafarklı bir çalışma yaşamının ortaya çıkacağı ve sonuç olarakişsizlik gibi bir sorunun ortadan kalkacağı bekleniyor. Oysa,yalnız gelirin yetmezliği nedeniyle değil işin getirdiği başkaolanaklar nedeniyle de çalışma konusundaki talebin devamıdurumunda ve bugün büyümenin iş yaratma konusundaki kısıtlılığıdikkate alınırsa işsizlik ekonomik değilse de, sosyal-psikolojik bir sorun olarak devam edebilir.

Bugün herhalde çoğunluk için ücretli iş çok anlamlıdır; gelirgibi saygınlık için de iş şarttır; işle gelen eğitimden kişiselgelişmeye kadar uzanan birçok olanak söz konusudur; dolayısıylaişten vazgeçmek kolay değildir; çok kişi tarafından istenmezde. Kuşkusuz özellikle nitelikli işgücü, bugün işe daha farklıbakmakta ve hem işten daha fazla tatmin edici koşullaristemekte hem de iş ile özel yaşam arasında daha anlamlıilişkiler kurulmasını beklemektedir. Dolayısıyla birçok kişiiçin işten vazgeçmeden daha farklı bir çalışma yaşamı veilişkilerinin kurulması daha önemli olabilir. Acaba, temelgelir çalışma yaşamından beklenen değişikliklerin ve yenidüzenlemelerin sağlanması açısından doğru bir yol mu olacaktır?

Öte yandan, temel gelir uygulamasına karşın çalışanlar ve işbulup çalışamayanlar arasında hem gelir hem de statü farkınınsüreceğini düşünürsek, bu uygulama çalışma odaklı bir toplumve değerler sistemi içinde iş bulup çalışamayanların“zavallılığın ve dışlanmışlığını” ne ölçüde ortadankaldıracaktır? Kuşkusuz bugün önerilen “temel gelir hakkı”,her vatandaşa uygulanması ve bir hak niteliğini taşımasınedeniyle geçmişin “yoksullar yasasından“ ayrılıyor ve budurumda küçük düşürücü bir niteliği olmadığı söylenebilir.Ancak düşük gelirle yaşamak durumunda olanlar ile yüksek geliriolanlar arasındaki ayırımı nasıl önler; bu gelirle yaşamakdurumunda olanlar için bağımsızlığı nasıl sağlar gibiyanıtlanması zor birçok soru var. Bugün işsizlik sigortasıyla

28

yaşayanların içinde bulunduğu durum, toplumla aralarındakisağlıksız ilişki, onlara yönelik suçlayıcı argümanlar göz önünealındığında temel gelir uygulamasıyla bunların çözüleceğikonusu epeyce kuşkulu. Kısacası, başlangıçta düşük düzeydekalması çok muhtemel olan temel gelir uygulaması içinde, hemişsiz olup bu gelire bağlı olarak ayakta duranlarla çalışanlararasında yaşanan/yaşanacak ikilem ve buna bağlı olaraktoplumsal dışlanmanın nasıl ortadan kaldırılacağı gibi birsorun var, hem de çalışmak isteyip de iş bulamayanların içinedüşecekleri sosyal-psikolojik duruma yanıt bulmak gerekmekte.

Ayrıca Bergmann’ın kaygısını da çok dikkat çekici buluyorum.Eğitim olanaklarından sağlığa konut politikasından sosyalgüvenliğe kadar uzanan bir dolu hizmetle birlikte belirli birsosyal refah yakalanabildiğine göre, bu hizmetlere ve bunlarlabirlikte gelen refah düzeyine ne olacak? Bugün tüm buhizmetlerde hem bir kısıtlama ve kalitesizleşme hem depiyasalaşma yaşandığını biliyoruz; dolayısıyla temel geliruygulamasıyla bu hizmetlerden az veya çok vazgeçilmesiolasılığı da az değil. Bu durumda, bu hizmetlerden yararlanmaaçısından bugün ortaya çıkan eşitsizliğin daha da büyüyeceği deortadadır.

Bir başka kaygım, işin daha da metalaşmasını gözden ıraktutarak temel gelir gibi bir uygulamayla kapitalisthegemonyanın ve geniş anlamda emeğin sermaye karşısındakigüçsüzlüğünün nasıl önleneceğiyle ilgili. Örneğin Polanyi’nintarihinde İngiltere’deki Yoksullar Yasası’nı işçi sınıfınınbilinçlenmesi ve bir mücadele arayışını gerileten bir etkenolarak nitelendirdiğini göz önüne aldığımızda ( ), bu türuygulamaların bugün de kapitalizmin karşısındaki güçlerinoluşumunu ve güçlenmesini önleyebileceğini dikkate almakgerektiğini düşünüyorum. Yani temel gelir insani bir niteliktaşısa ve bazı sorunları çözse de, bu uygulamayla küreselkapitalizmin niteliğini dönüştürmek mümkün değil; tam aksinebuna karşı mücadele gücünün ortadan kalkması söz konusu. Oysabu hegemonya içinde insanın, toplumun, yeryüzünün ciddikayıpları söz konusu ve bu kayıpların giderilmesi içinideolojik-siyasal mücadelelere ihtiyaç var.

Öte yandan, bugün ancak refah kapitalizmini gerçekleştirmişülkelerde ve şimdilik bir ölçüde hayat bulabilecek olan temel

29

gelir hakkının ne küresel bir öneri olarak düşünülmesi, ne deküresel işsizliği ve yoksulluğu azaltma açısından umut vericibir çıkış olarak değerlendirmek mümkün. Bu durumda temel gelirgibi bir uygulamanın kimler tarafındandesteklendiği/destekleneceği sorusu da karşımızda. Temel gelirönerisinin, genel olarak sol partiler ve sendikalar açısındanideolojik ve politik mücadele açısından bir alan kaybı anlamınageldiği, bu nedenle onların gündemine girmesinin zor olduğu dasöylenmekte (Hoebrock, 1993, 8), Sağ kanat ve liberalyaklaşımlar tarafından ise, negatif gelir vergisi türündepiyasa yönelimli temel gelir anlayışının çok daha güçlü biçimdesavunulduğu ve savunulacağı düşünülebilir. Oysa bu farklılık,kuşkusuz nasıl bir temel gelir anlayışını geçileceği açısındançok önemli.

Örneğin bu tartışmaların yaşandığı ülkelerde çalışmasürelerinin azaltılması konusundaki taleplerin yeterince güçlüolmaması, tam aksine kürersel rekabet artarken çalışmasürelerinin azaltılmasını istemenin akıl ve mantık dışı veya“ütopik veya fantastik” bulunması oldukça düşündürücü. Bunoktada, temel gelir hakkı ile birkaç kuş vurmak isteyenliberal yaklaşımların etkisini düşünmek yanlış olmasa gerek.Bugün için koşulsuz biçimde ve herkese uygulanacak bir gelirhakkından söz edenler bile, savundukları bu öneriye karşın birgeçiş sürecinden veya aşamalı bir geçişten söz etmektedirler(Parijs, 2004). Zaten koşulsuz bir temel gelir hakkı gibiradikal bir dönüşümün kabulü için, sosyal vatandaşlıkanlayışının ve sosyo-ekonomik hakları da içine alan insanhakları anlayışının hayata geçmesi, siyasal ve ekonomiksistemin bu hakları hayata geçirecek bir değişime uğramasıgerekiyor. Oysa bugünkü egemen anlayış ve sistem sosyo-ekonomikhakları yok sayan, bundan da ötede bireyi ancak piyasadakikarşılığı içinde değerlendiren bir nitelik taşımakta. Böyle birsistem içinde koşulsuz temel gelir gibi bir değişikliğibeklemek zor; olsa olsa bazı koşullara bağlı ve yeterli birgelirden çok asgari gelir güvencesi anlamını taşıyacak biruygulama söz konusu olabilir. Bunun da, işsiz veya düşükgelirli kişilere/ailelere yardım anlamını taşıyacağı ortada; budurumda koşulsuz gelir hakkına bağlanan anlamın ve hedefleringerçekleşmesini beklemek de hayal. Ancak böylece, işsizlik veyoksulluk sorununun nedenlerini tartışmaya pek gerekkalmayacağından sistemin meşruiyetinin sorgulanmasının

30

önleneceği, sosyal sorunlar bir ölçüde telafi edilmişolacağından toplumsal çözülmelerin önüne gecileceği dedüşünülebilir; böylece kapitalist hegemonyanın varlığı vegeleceği de tehlikeye girmeyecektir.

7- Sonuç Yerine Sorular ve Tartışmalar Şimdi bu çerçevede birkaç soru sormak kaçınılmaz görünüyor:Acaba, refah devleti anlayışında çalışma hakkından vazgeçiptemel gelir hakkına doğru bir anlayış değişikliği geliraçısından işsizlik sorununu bir ölçüde çözse de, yetersizistihdam sürdükçe işsizlik algılaması ve sorunları ileçalışmaya verilen önem değişebilecek midir? Bir başka biçimdesorarsak; işin ve toplumun örgütlenmesinde esaslı birdeğişiklik yapmadan temel gelir uygulamasına geçiş ne ölçüdeişin önemini ve değerinin azalmasını sağlayacak, ne ölçüdeçalışanla çalışmayan arasındaki toplumsal eşitsizliği vetoplumsal dışlanmayı önleyecektir? Acaba bunun yerine çalışmahakkı ile çalışma özgürlüğü üzerinde düşünmek mi daha anlamlıve bugünün ihtiyaçlarına daha yanıt verici olacaktır? Yani,herkes için çalışma süresi ve çalışma ömrünü özel faaliyetlerlebütünleştirecek biçimde esnekleştirmek ve böylece çalışma hakkıile çalışma özgürlüğünü çok daha etkin bir biçimde bir arayagetirecek yeni bir iş ve toplum örgütlenmesini gerçekleştirerekmi çalışma odaklı toplum anlayışımızı değiştirebiliriz? Bununiçin de, öncelikle çalışma sürelerinin azaltılmasını istemek vevarolan işlerin daha adil dağılımı gibi bir değişikliğe gitmeyimi düşünmeli ve istemeliyiz?

İstihdamın zor bulunur bir meta haline gelmesi karşısında Gorzgibi, daha birçok yazar ücretli çalışma yerine geçecek birtemel gelirden söz ederken, temelde çalışmanın anlamınısorgulamaktan yola çıkmaktadırlar. Örneğin Gorz, ücretliçalışmanın, çalışmanın anlamını yok ettiğini düşünmekte ve asılçalışmayı insanın kendi gelişimine hizmet edecek çalışmaolduğunu, bunun her tür faaliyeti kapsadığını ilerisürmektedir. Bunun için, önce çalışma süresinin kısaltılmasınıistemekte ve bununla hem varolan işlerin daha adil bölüşüleceğive işsizliğin giderileceğini hem de insanın kendi gelişiminehizmet edecek işler daha fazla zaman kalacağını ilerisürmektedir(1986, 145 ve devamı). Daha sonraki bir kitabındaise, artık tümüyle ücretli çalışma toplumundan çıkma

31

gerektiğini, ücretli çalışanlarla birlikte kapitalizmin de yokolmak zorunda olduğunu ifade etmekte, çıkış yolu olarak da,herkese yeterli bir gelir güvencesi verilmesi, çalışmanınyeniden dağılımı ile zamanın bireysel ve kolektif yönetiminibirleştirilmesi, toplumsal bağların ve toplumsal uzlaşmanınücretlilik ilişkisi dışında yaratılmasını sağlayan yenitoplumsallıkların geliştirilmesi olarak formüle ettiğipolitikaları tartışmaya açmaktadır (Gorz, 2001, 112).

Gorz’un hem çalışma hem de toplumsal örgütlenme açısındanönerdiği değişiklikler kuşkusuz tartışmaya değer; ancak buradayalnız konumuz açısından üzerinde durulması gereken bazınoktalara değinmekle yetineceğim. Örneğin, daha önce çalışmanınsağladığı birçok yarar nedeniyle çalışmanın hem herkesinyaşamında azalması hem de herkese hakkaniyetli bir şekildedağıtılmasından yana olduğunu söyleyen Gorz (2001,117), dahasonra bazı nedenlere bağlı olarak herkese yeterli ve koşulsuzbir gelir güvencesini benimsediğini söylemektedir; Bunlarıkasaca özetlersek; (2001, 118-123 a) çalışma zamanınınçalışmanın ölçüsü olmaktan çıkması¸ b) gönüllüğün güvencealtına alınması ve bu etkinlikleri herkes için erişilebilirkılarak-toplumsallaşmadan ve ekonomikleşmeden kurtarması, c)varoluşsal düzlemde herkes için koşulsuz bir özerklik hakkınısağlaması olarak ifade edebiliriz. Herkese yeterli bir gelirgüvencesini öngören Gorz, bu öneriyi çalışmayı yenidendağıtmak, zamanı serbest bırakmak açısından anlamlı görmekte,yani çalışmayı gitgide süreksiz hale getirerek, kesintilitarzda çalışma ile profesyonel tarzda çalışmanın birbirinitamamladığı çok etkinlikli bir yaşam hakkına dönüşmesiniistemektedir (2001,130). Bunun için de, istihdamda bugün ortayaçıkan tüm süreksizlik biçimlerin veya esnekliklerin, birgüvensizlik değil, bir güven kaynağı ve tercih edilen zamanhakkının bir biçimi olarak yeniden tasarlanmasından sözetmektedir (132). Bu önerilerin, temelde çalışmanın anlamı vekonumunu değiştirmek amacını taşıdığı da ortadadır. Gorz bunuşöyle formüle ediyor; “toplumu değiştirmek için çalışmayı veçalışmayı değiştirmek için de toplumu değiştirmek gerekir”:(135) çalışmayı değiştirmek derken, “çalışmayı gündelik yaşamkültürüyle, bir yaşama sanatıyla barıştırarak, çalışmayıyaşamdan kopuk olmak yerine yaşamın hem kaynağı hem uzantısıhaline getirmek değiştirmek” gibi tanımlamalar getirmeyeyönelmekte, buna bağlı olarak da kenti değiştirmeden işbirliği

32

halkaları gibi farklı toplumsal örgütlenmelere kadar uzananöneriler ve örnekler üzerinde durur (137-152).

Görülüyor ki, Gorz’un önerdiği koşulsuz bir temel gelirgüvencesi, hem farklı bir çalışma ve toplum anlayışınıgetirmesi hem de böyle bir çalışma ve toplum anlayış içindekaçınılmaz olması açısından önemli. Bunun aksine, çalışmaodaklı toplum ve ücretli çalışmaya dayalı ilişkiler vetoplumsal örgütlenme var oldukça, koşulsuz da olsa temel gelirgüvencesinin insanın özgürleşmesi gibi toplumsal adalet vetoplumsal dayanışma açısından yetersiz kalacağını düşünmek içinoldukça haklı nedenler var. konu, yine yukarıda yer alansorulara geliyor; temel gelir uygulaması çalışma odaklı toplumanlayışımızı ve buna bağlı sorunlarımızı dönüştürebilecek mi?Bunu başaramadığı ölçüde ise, temel gelir uygulamasının hemişsizlik ve buna bağlı sorunları giderememe hem de hemtoplumsal kutuplaşma ve çözülme gibi istenmeyen sonuçlargetirme tehlikesi var.

Bu kaygılar çerçevesinde, hem temel gelir güvencesine bağlananbir sosyal vatandaşlık anlayışına doğru yol almak hem deücretli çalışmanın toplumsal ilişkileri belirleyici rolünüazaltmak üzere çalışma saatlerinin indirilmesi ve varolanişlerin daha adil dağıtımının sağlanması gibi bir adım çok dahaolumlu sonuçlar verebilir diye düşünüyorum. Örneğin, bir yandanteknolojik gelişmeler sürer ve verimlilik artarken işsizliğinartması açısından söylenecek çok şey var; öte yandan çalışmasüresi ve koşullarında esneklik talepleri ve uygulamaları güçkazanmışken, bu değişimlerden ücretli çalışanlarınyararlanmasını istemek doğru ve haklı olsa gerek. Solpartilerin ve sendikaların böyle bir değişimi istemek içinepeyce haklı nedeni olduğu ortada; bireysellik ve özgürlükarayan bireyler açısından da kısa süreli çalışmanın yenifırsatlar getireceği açık.

Bugünkü koşullarda çalışma sürelerinin kısaltılmasını istemeninkolay olmadığını biliyorum Ancak, hem işsizlik sorunu büyümekteve hemen herkesi etkileyecek bir nitelik almakta hem de yinehemen herkes için yeni bir “güvenlik ve özgürlük” dengesineihtiyaç var. Çalışma süresinin azalması ile esnekleşmesi heriki konuda da önemli ölçüde yanıt vereceği gibi, hem pratik hemideolojik anlamda daha savunulabilir görünüyor. Örneğin; a)

33

çalışma süresinin kısalması teknolojik gelişmelerin yalnızekonomik verimlilik değil sosyal verimlilik açısından dakullanılması anlamını taşıyor; b) işsizliğin azalması açısındanbakarsak, tek çözüm olarak görünüyor; c) çalışma ve özelyaşamın ya da özel etkinliklerin bir araya getirilmesiaçısından yükselen talepleri karışılıyor; d) değişenteknolojiler, anlayışlar, ilişkiler içinde çalışmanın bugünküanlamını ve önemini, toplumun buna göre örgütlenmesinindeğiştirecek bir süreç olarak anlamlı görünüyor. Bu süreçiçinde, koşulsuz temel gelir düşüncesinin hayat bulması da,farklılaşan anlayışlar ve örgütlenmeler içinde kişisel özgürlükalanını artacağı da beklenebilir.

34

Kaynakça

Bauman, Z. (1999), Çalışma, Tüketicilik ve Yeni Yoksullar, Sarmal Yayınevi, İstanbul.

Bauman, Z. (2005), Bireyselleşmiş Toplum, Ayrıntı Yay.İstanbul. Beck, U. (2000), What is Globalization?, Polity Pres, Cambridge.

Bergmann, B.R. (2004), “A Swedish-Style Welfare State or BasicIncome: Which Should Have Priority?” Politics anda Society,32; 107, http://pas.sagepub.com/cgi/content/abstract/32/1/7, 8 Mart2007.

Bradley, D; Huber E; Moller, S; Nielsen, F; Stephens, J.D;(2003), “Democracy, Income Distribution, Political Science,Welfare”, World Politics, Baltimore, 55 (2).

Cunliffe, John ve Erreygers, Guido, “ ‘Basic Income? BasicCapital!’ Origins and Issues of Debate”, The Journal ofPolitical Philosophy, Vol.11. Sayı 1,2003, s.89-110, www.Blackwellsynergie,

Ercan, F. (2003); “Sınıftan Kaçış,Türkiye’de KapitalizminAnalizinde sınıf Gerçekliğinden Kaçış Üzerine”, Küresel Düzen,Birikim, Devlet ve Sınıflar, İletişim Yay. İstanbul.

Esping-Andersen, G. (1990), The Three Worlds Of Welfare Capitalism,Princeton University Press, New Jersey.

Esping-Andersen, G. (1997), “Towards a Post-industrial WelfareState”, Politik und Gesellschaft- International Politics and Society, (3).

Falk, R. (2001), Yırtıcı Küreselleşme, Küre Yayınları, İstanbul.

35

Ferrera, Maurizio (2003), “European Integration and NationalSocial Citizenship”, Comparative Political Studies, (36/6)

Flora, P. ve Heidenheimer A. J. (1990), “The Historical Coreand Changing Boundaries of the Welfare State”, The Development OfWelfare States in Europe and America, (der) Flora, P. ve Heidenheimer,A.J. Transaction, London.

Friedman, M. (1988), Kapitalizm ve Özgürlük, Altın Kitaplar,İstanbul.

Hardt, M; Negri, A. (2000); İmparatorluk, Ayrıntı Yay, İstanbul.

Heinrichs, K; Offe C. Ve Wiesenthal, H. (1993), “Zaman, Parave Refah Devleti Kapitalizmi”, Sivil Toplum ve Devlet, (der) KeaneJ. , Ayrıntı Yayınları, İstanbul.

Gilpin, R. ( 2000), The Challenge of The Global Capitalism, PrincetonUniversity Pres.

Gorz A. (1980), Elveda Proleterya, Afa Yayınları, İstanbul.

Gorz, A. (2001), Yaşadığımız Sefalet, Ayrıntı Yay. İstanbul.

Gündoğan, N. 2007), Yoksulluğun Değişen Yüzü Çalışan Yoksullar, AnadoluÜniversitesi Yay. Eskişehir.

Kapsos, S. (2004), “Estimating Growth Requirements for ReducingWorking Poverty. Can the World Havle Working Poverty by20015?”, ILO Employment Strategy Papers, (4).

Keyder, Ç. (2005), Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, 11. Baskı, İletişim Yay.İstanbul.

Klein, R. (1993), “O’ Goffe’s tale”, Welfare State in Europe, (der)Jones, C. Routledge Yayınları, London ve Newyork.

Kleinman, M. (2002). A European Welfare State?, Palgrave, London.

Koray, M. (1997), “Küreselleşme Karşısında Sosyal Devlet”,Küreselleşmeye karşı sosyal devletin yeniden yapılandırılmasında sendikalarıntoplumsal görevi, Harb-İş Konferansları-2, Türk Harb-İş, Ankara.

36

Koray, M. (2005), Avrupa Toplum Modeli 2. Baskı, İmge Kitabevi,Ankara.

Korpi, W. ; Palme, J. (2003), “New Politics and Class Politicsin the Context of Austerity and Globaliziton: Welfare StateRegress in 18 Countries 1975-95”, American Political Science Review, 97(3).

Korpi, W. (1978), The Working Class in Welfare Capitalism, Routledge veKegan Paul, London.

Köse, A. H. ve Öncü A. (2003), “İktisadın Piyasası,Kapitalizmin Ekonomisi”, İktisat Üzerine Yazılar 1. Küresel Düzen, Birikim,Devlet ve Sınıflar, (der) A.H. Köse, F.Şenses, E.Yeldan, İletişimyayınları, İstanbul.

Marshall, T.H. (1965), Class, Citizenship and Social Development, AnchorBoks, NewYork.

Palier, B. ve Sykes, R (2001), “Challenges and Change: Issuesand Perspectives in the Analysis of Globalization and theEuropean Welfare States”, Globalization and Erupean Welfare States,(der), Sykes, R.; Palier, B.; Prior, P.M., Palgrave, Hampshire.

Parijs, P.Van (2004), “Basic Income:A Simple and Powerful Ideafor the Twenty-First Century”, Politics and Society, 32; 7,http://pas.sagepub.com/cgi/content/abstract/32/1/7, 8 Mart2007.

Pateman, C. (2004), “Democratizing Citizenship: Some Advantagesof Basic Income”, Politics and Society, 32;89,http://pas.sagepub.com/cgi/content/abstract/32/1/7, 8 Mart2007.

Pierson, P. (2000), “Three Worlds of Welfare State Resarch”,Comparative Political Stuudies, 33 (6-7).Polanyi, K. (2000), Büyük Dönüşüm, İletişim Yayınları,İstanbul.

37

Przeworski, A. (1991), Capitalism and Social Democracy, CambridgeUniversity Press,

Rawls, J. (2001), Collected Papers, (der) Samuel Freeman, HarvardUniversity Press.

Roebroeck, Joop M. (1993), “İmages of the Future:The BasicIncome Challenge”, Policy Studies Review, Spring/Summer, 12: 1/2.

Sapancalı, F. (2003), Sosyal Dışlanma, Dokuz Eylül ÜniversitesiİİB Fakültesi Yayını, İzmir.

Stiglitz, J. (2002), Küreselleşme-Büyük Hayal Kırıklığı, Plan B,İstanbul.

Şenkal, A. (2005), Küreselleşme Sürecinde Sosyal Politika, Alfa Yay.İstanbul. Yalman, G. (2003), “Türkiye’de Devlet ve Burjuvazi. AlternatifBir Okuma Denemesi”, Sürekli Kriz Politikaları, (der. N. Balkan ve S.Savran), Metis Yay. İstanbul.

Van der Veen, Robert J. (1998), “Real Freedom versusReciprocity: Competing Views on the Juistice of UnconditionalBasic Income”, Political Studies, XLWI, 140-163. Blackwell

Wahl, A. “European Labour: The Iodeological Legacy of ThaSocial Pact”, Monthly Review, Cilt 55, No 8, Ocak, 2004.

Wallerstein, I. (1998), Liberalizmden Sonra, Metis Yayınları,İstanbul.

White, S. (2006), “Reconsidering Exploitation Objection toBasic Income”,Basic Income Studies, Cilt 1 (2), BIEN,

Wivel, A (2004), “The Power Politics of Peace: Exploring theLink Between Globalization and European Integration from aRealist Perspective”, Journal of the Nordic International StudiesAssociation, 39 (1).

38

39