SÖZCÜKLER 5

144
31 44 60 76 8 11 18 25 38 54 63 66 83 86 80 96 99 106 111 118 124 131 136 138 Bask› ve Cilt: Birmat Matbaac›l›k Ltd. fiti, Mas-Sit Matbaac›lar Sitesi Yüzy›l Mah. 4. cad. No: 122 Ba¤c›lar-‹stanbul. Tel.: 0212 629 05 59 Yay›n Türü: Yayg›n Süreli Yay›n. Da¤›t›m: Yay-Sat. Fiyat›: 6 YTL, K›br›s için 7 YTL. Bir y›ll›k abonelik için Ahmet Turgay Fiflekçi ad›na Yap› Kredi Bankas› Levent fiubesi 24807 nolu hesaba 36.-YTL yat›r›ld›ktan sonra dergilerin gönderilece¤i posta adresi mektupla ya da [email protected]’a bildirilmelidir. Yurtd›fl› için abone ücreti 60 Euro’dur. ‹K‹ NOKTA ÜST ÜSTE B‹R DERS SAAT‹NE SI/AR MI AfiK ÇEK‹P G‹DERKEN MEKTUP ARKADAfiIM ARJUN RAU D‹LLER‹ VAR D‹L‹M‹ZE BENZEMEZ K‹RLENMEN‹N BOYUTLARI YAZILI DÜNYA VE YAZILI OLMAYAN TÜRKÇE’N‹N D‹L‹ OLSA ÇEV‹R‹LER ÖZEL GÜNLER, GÜZEL GÜNLER... “MIZRAKLI ‹LM‹HAL” AKLIN ÇEK‹RDE/‹ - D‹L NOBEL ÖDÜLÜ ÜSTÜNE ÖDÜL KONUfiMASI FELSEF‹ ‹ZLEN‹MLER FAHR‹ ERD‹NÇ’‹ OKUMAK SA‹T FA‹K’‹N ÖZGÜNLÜ/Ü fi‹‹RLER VE fiA‹RLER ÜZER‹NE AB‹D‹N GÜZ‹N’LE SETÜSTÜ’NDE ERCÜMEND BEHZAD LAV D‹L‹NDE... SON KADEH‹ ALTINBAfi RAKIYDI EGE’N‹N ‹K‹ YAKASINDAN GÜNCE’DEN TAR‹HTE B‹R GÜN 5 Cemil Kavukçu Neslihan Gürel O¤uzhan Akay Saba Öymen Tahsin Yücel Emin Özdemir Italo Calvino-Kemal Atakay Semih Gümüfl Jean Cocteau-Banu Karada¤ Alev Bulut Ali Püsküllüo¤lu Deniz Günal Adalet A¤ao¤lu Server Tanilli Demir Özlü Kemal Özer Kaim Elban Gürhan Tümer M. fiehmus Güzel Çi¤dem Y›ld›r›m Besim Dalg›ç Ziya Gürel Mehmet Y›ld›r›m Aliflan Çapan fi‹‹R Mücap Ofluo¤lu, 5; Cevat Çapan, 7; Ali Püsküllüo¤lu, 28; Refik Durbafl, 29; Süreyya Berfe, 30; Erdal Alova, 37; Hüseyin Ferhad, 51; Roni Margulies, 52; Turgay Fiflekçi, 53; Mehmet Yafl›n, 59; Ferruh Tunç, 62; Ali Asker Barut, 71; Onur Sakarya, 72; Ataman Avdan, 73; Bülent fiamc›, 74; Sine Ergun, 75.. ÖYKÜ DENEME, ELEfiT‹R‹, ANI Sahibi ve Yaz›iflleri Sorumlusu: A. Turgay Fiflekçi Kapak ve Sayfa Tasar›m›: Hakk› M›s›rl›o¤lu Yönetim Yeri: Neyzenbafl› Halilcan sok. 42/7 Üsküdar 34668 ‹stanbul Telefon ve Faks: 0216 495 88 65. Yaz›flma adresi: P.K. 57 Üsküdar-‹stanbul [email protected]; www.sozcukler.com; www.soezcuekler.blogspot.com ‹K‹ AYLIK EDEB‹YAT DERG‹S‹ OCAK-fiUBAT 2007 ISSN: 1306-634X

Transcript of SÖZCÜKLER 5

31446076

8111825385463668386809699

106111118124131136138

Bask› ve Cilt: Birmat Matbaac›l›k Ltd. fiti, Mas-Sit Matbaac›lar Sitesi Yüzy›l Mah. 4. cad. No: 122 Ba¤c›lar-‹stanbul. Tel.: 0212 629 05 59

Yay›n Türü: Yayg›n Süreli Yay›n. Da¤›t›m: Yay-Sat. Fiyat›: 6 YTL, K›br›s için 7 YTL. Bir y›ll›k abonelik için Ahmet Turgay Fiflekçi ad›na Yap› Kredi Bankas› Levent fiubesi 24807 nolu hesaba 36.-YTL yat›r›ld›ktan sonra dergilerin

gönderilece¤i posta adresi mektupla ya da [email protected]’a bildirilmelidir. Yurtd›fl› için abone ücreti 60 Euro’dur.

‹K‹ NOKTA ÜST ÜSTEB‹R DERS SAAT‹NE SI⁄AR MI AfiK

ÇEK‹P G‹DERKENMEKTUP ARKADAfiIM ARJUN RAU

D‹LLER‹ VAR D‹L‹M‹ZE BENZEMEZK‹RLENMEN‹N BOYUTLARI

YAZILI DÜNYA VE YAZILI OLMAYAN TÜRKÇE’N‹N D‹L‹ OLSA

ÇEV‹R‹LERÖZEL GÜNLER, GÜZEL GÜNLER...

“MIZRAKLI ‹LM‹HAL”AKLIN ÇEK‹RDE⁄‹ - D‹LNOBEL ÖDÜLÜ ÜSTÜNE

ÖDÜL KONUfiMASIFELSEF‹ ‹ZLEN‹MLER

FAHR‹ ERD‹NÇ’‹ OKUMAKSA‹T FA‹K’‹N ÖZGÜNLÜ⁄Ü

fi‹‹RLER VE fiA‹RLER ÜZER‹NEAB‹D‹N GÜZ‹N’LE SETÜSTÜ’NDE

ERCÜMEND BEHZAD LAV D‹L‹NDE...SON KADEH‹ ALTINBAfi RAKIYDI

EGE’N‹N ‹K‹ YAKASINDANGÜNCE’DEN

TAR‹HTE B‹R GÜN 5

Cemil KavukçuNeslihan GürelO¤uzhan AkaySaba Öymen

Tahsin YücelEmin ÖzdemirItalo Calvino-Kemal AtakaySemih GümüflJean Cocteau-Banu Karada¤Alev BulutAli Püsküllüo¤luDeniz GünalAdalet A¤ao¤luServer TanilliDemir ÖzlüKemal ÖzerKaim ElbanGürhan TümerM. fiehmus GüzelÇi¤dem Y›ld›r›mBesim Dalg›çZiya GürelMehmet Y›ld›r›mAliflan Çapan

fi‹‹RMücap Ofluo¤lu, 5; Cevat Çapan, 7; Ali Püsküllüo¤lu, 28;

Refik Durbafl, 29; Süreyya Berfe, 30; Erdal Alova, 37; Hüseyin Ferhad, 51; Roni Margulies, 52; Turgay Fiflekçi, 53;

Mehmet Yafl›n, 59; Ferruh Tunç, 62; Ali Asker Barut, 71; Onur Sakarya, 72; Ataman Avdan, 73; Bülent fiamc›, 74; Sine Ergun, 75..

ÖYKÜ

DENEME, ELEfiT‹R‹, ANI

Sahibi ve Yaz›iflleri Sorumlusu: A. Turgay FiflekçiKapak ve Sayfa Tasar›m›: Hakk› M›s›rl›o¤luYönetim Yeri: Neyzenbafl› Halilcan sok. 42/7 Üsküdar 34668 ‹stanbul Telefon ve Faks: 0216 495 88 65. Yaz›flma adresi: P.K. 57 Üsküdar-‹stanbul [email protected]; www.sozcukler.com; www.soezcuekler.blogspot.com

‹K‹ AYLIK EDEB‹YAT DERG‹S‹OCAK-fiUBAT 2007ISSN: 1306-634X

Merhaba,

Bu yaz›m›zda Türkçe’ye iliflkin kayg›lar›n öne ç›kt›¤› yaz›lar okuya-caks›n›z.

Sözcükler, günümüzün temel kültürel sorunlar› olarak gördü¤ü ki-mi konular› elden geldi¤inde dönüp dönüp yeniden hat›rlatmakta, tart›fl-makta yarar görüyor. Türkçe’nin günümüzdeki sorunlar› da bunlardanbiri.

Italo Calvino’dan Kemal Atakay’›n, Jean Cocteau’dan Ayfle BanuKarada¤’›n çevirdi¤i yaz›lar da bu bölümü destekleyici temel metinler.

Bu say›m›zda usta öykücümüz Cemil Kavukçu’nun yeni bir öyküsü-nün yan› s›ra iki yeni öykücüyle tan›flacaks›n›z: 1982 do¤umlu NeslihanGürel’in öyküsünde özgünlük, yarat›c›l›k, hayata kendi gözleriyle bak›flvar. Zeki ironilerle dolu öyküsünü ilgiyle okuyaca¤›n›z› umuyoruz. Mes-le¤inin edebiyat ö¤retmenli¤i olmas› ise, edebiyat›m›z›n her dönemindeönemli bir damar olmufl ö¤retmen-yazarlar kufla¤›n›n yeni filizlerle güç-lendi¤ini göstermesi bak›m›ndan umut verici. Saba Öymen ise, Avustral-ya’da yafl›yor. Öyküsünde farkl› kültürlerdeki ortak insani de¤erleri ar›-yor.

Bu say›m›zda bir de “Soruflturma” bulacaks›n›z. Günümüz fliiri ko-nulu tart›flmalar› flair ve elefltirmenlerin d›fl›na, okurlara tafl›may› amaç-layan bu soruflturmayla fliirsever okurlar›m›z›n görüfllerini bizlerle payla-flaca¤›n› umuyoruz.

Alev Bulut’un yeni y›l öykülerine de¤indi¤i yaz›s› da edebiyatta ye-ni y›l konulu ürünleri an›msat›yor.

Bu say›m›z›n desenleri ünlü heykelcimiz Mehmet Aksoy’un.

Yeni y›l›n okurlara, ülkemize ve insanl›¤a mutluluk getirmesi dile-¤iyle.

‹yi y›llar.

3

Mücap Ofluo¤lu

H‹Ç B‹L‹NEMEZ K‹

Gene birbirine kar›flan mendillerGene ayr›l›k ac›s› çöktü içime.Kimi a¤lar ayr›ld›¤›na sevdi¤indenKimi sevinir kavuflaca¤›m diye sevdi¤ine.

Yak›n yak›n bak›fl›rlarDayan›p küpefltesine geminin.Denizler uçsuz bucaks›z görünürDenizler hain görünür katil görünür.

Denizler renk renk görünürDenizler yar görünür kucak görünür.Bilinemez ki bu ölümlü ömürHiç bilinemez ki.

Benim de inad›na dolar gözlerimHer ayr›l›fl›mda bu limandan‹flte bir ben kalm›fl›m mendil sallayan‹lk sevgilim güzelim Istanbul flehrine.

Sokak sokak kald›r›m kald›r›mYaflar durur beni bekler an›lar›mAc›lar›m 盤l›klar›m kahkahalar›mBen nerede olsam sizinle var›m.

Haydi dön yüzünü yüzüme IstanbulGözlerin gözlerimle gelsinSeni seninle göreyim uzaklardanBilinemez ki bu ömür hiç bilinemez ki

1968

5

Cevat Çapan

‹fiTE BULUfiTU⁄UMUZ YER

‹flte bulufltu¤umuz yerölülerimizle, eski sevgililerimizle,yapraklar› savrulan ç›nar›n alt›nda.fiimdi daha solgun karfl› k›y›daki mor da¤lar, s›vas› dökülmüfl saat kulesi bile vazgeçmifl zamanla yar›flmaktan.

Oysa biz yeniden anlatmak içinburday›z

ezberimizdeki masallar›,yeniden yeflertmek için yang›n›n yak›pkarartt›¤› orman›. Afl›r› bir iyimserlikle, kar, bora, f›rt›na bu kara k›fl gününde bile,hat›rlamak için o yaz sabahlar›m›z›mavisini ipek böceklerinin dokudu¤uve kufllar›n, çiçeklerin diliyle konuflan.

Bizi flafl›rtacak yollara ç›kmak içiniflte bulufltu¤umuz yer. Ama sen yitirmek istemiyorsan yolunu, eskilerin dedi¤i gibi,yum gözlerini ve karanl›kta yürü.

7

D‹LLER‹ VAR D‹L‹M‹ZE BENZEMEZTahsin Yücel

Rainer Maria Rilke’nin Malte Laurids Brigge’nin Notlar›’n› nice y›l-dan sonra yeniden okuyorum. Daha üçüncü, dördüncü sayfada incecik-ten bir mutluluk doluyor içime, kendimi bir esenlik ve güzellik ortam›n-da buluyorum. “Bunda flafl›lacak bir fley yok”, diyorum içimden: “Ril-ke’nin bu yap›t› daha önce de baya¤› büyülemiflti beni”. Ama, okumay›biraz daha sürdürünce, bu kitapta beni büyüleyen fleyin yaln›zca büyükAlman ozan›n›n derin duyarl›¤› ve özgün anlat›m› olmad›¤›n› sezinleme-ye bafll›yorum: bu esenlik, bu mutluluk karanl›ktan ayd›nl›¤a ç›kmak,gurbetten yurda dönmek gibi bir fley: yitirilmifl bir dili yeniden bulman›nmutlulu¤u. Kapa¤›n alt yan›ndaki iki sat›r da do¤ruluyor sezgimi:

Almanca asl›ndan çeviren BEHÇET NECAT‹G‹L

Necatigil’in dilinin yitik bir dil oldu¤unu mu söylemek istiyorum?Hay›r, gerçek ozanlar›n, gerçek yazarlar›n dili öyle kolay kolay yitip git-mez. Bir Yunus Emre’nin, bir Karacao¤lan’›n, bir Ataç’›n, bir Külebi’nindili yitip gitmedi¤i gibi Necatigil gibi büyük bir ozan›n dili de yitip git-mez, fliirleriyle birlikte, fliirleri gibi hep sürdürür yaflam›n›, diledi¤imizzaman yap›tlar›na dönüp yeniden duyar›z tad›n›. Ne var ki bugün çevre-mize flöyle bir kulak verdi¤imiz, televizyon izledi¤imiz, gazete okudu¤u-muz ya da son moda yazarlar›m›z›n kitaplar›n› okumay› denedi¤im za-man, yaln›zca Ataç, Necatigil, Külebi gibi çoktan yitirmifl oldu¤umuz us-talar›n türkçeleri de¤il, Oktay Akbal’›n, Ferit Edgü’nün, Erdal Öz’üntürkçeleri bile nerdeyse birer yitik dil gibi görünüyor bize. fiafl›rt›c› gibigörünse de gerçek: Behçet Necatigil Malte Laurids Brigge’nin Notlar›’n›1966’da çevirmifl; bugün hep y›ld›zlar› gösteren burunlar›ndan tek k›l al-d›rmayan kimi genç yazarlar›m›z ve genç ozanlar›m›zsa, t›pk› ço¤u haber-ciler, köflemenler, televizyoncular ve politikac›lar gibi, yap›tlar›nda arap-ça ve farsça kökenli sözcükleri Bat› kökenli sözcüklerle harmanl›yor, böy-lece, ister istemez, 1960’lar›n türkçesinin çok daha gerilerinde görünenbir yap›nt› dil, bir tür osmanl›ca oluflturuyorlar. Kendilerini eski osman-l›cac›lardan uzaklaflt›ran iki ayr›m var yaln›zca: biri, belirtti¤imiz gibi,arapça ve farsça kökenli sözcükler yan›nda Bat› kökenli sözcüklere de ge-nifl bir yer vermeleri, ikincisiyse, “Az› difllerim o kadar uzundu ki a¤z›m

8

kapanm›yordu”, “Benim adreslerden hiçbiri var m› sizde?”, “Vas›f beyazsaçlar›nda gezdirdi¤i elini omuzlar›na sark›tt›”, vb. türünden evlere flen-lik dil yanl›fllar› aç›s›ndan çok verimli olmalar›.

Baudelaire, Paris S›k›nt›s›’n›n unutulmaz parçalar›ndan birinde,“Bu dünyan›n d›fl›nda olsun da neresi olursa olsun!” diyordu. Bizim ço-¤u televizyoncular›m›z, ço¤u politikac›lar›m›z ve ço¤u yazarlar›m›z da“Ar› türkçe olmas›n da ne olursa olsun!” türünden bir ilkeye ba¤lanm›fl-lar sanki, bu güzel, bu geliflmifl, bu vars›l dilden olabildi¤ince uzak dur-may› bir tür üstünlük gibi görüyorlar. Bu dili hiçbir zaman ö¤renememifl-ler sanki, bu dilde üretilmifl bir türkünün, bir fliirin, bir öykünün tad›n›hiçbir zaman duymam›fllar, duyamam›fllar. Sürekli kaçm›fllar türkçeden.Üstelik bunu bir özgünlük, bir ayr›cal›k sanm›fllar. Kimileri de körü kö-rüne izlemifl onlar›. Bana inanm›yorsan›z, gözlemimi abart›l› buluyorsa-n›z, herhangi bir gazetemizin televizyon sayfas›n› aç›n, bafll›ca televizyonkurumlar›m›z›n adlar›na ve izlencelerine flöyle bir göz at›n. Ya da birlik-te göz atal›m.

‹flte, buyurun: Show, Star, Sky, CNN Türk (Sienen Türk), NTV (En-tivi), Cine5 (Sine befl), CNBC-E (Sienbisi-ey): on alt› televizyon kurumu-muzdan yedisinin ad› yabanc›. “Olur böyle fleyler”, diyorsan›z, bir de tekbir günün (pazar) izlencelerini gözden geçirin: CNN’de befl izlencedendördünün ad› tümüyle yabanc› sözcüklerden olufluyor, birinin ad› yar›yar›ya: Spor vizyon, Futbol mania, Cosmopolis, Finans analiz, Pozitif e¤i-tim, STAR’da dört izlence ad› tümden gâvurca: Dekodizayn, Pop StarAlaturka, ‹bo Show, Homedram; SKY’da iki: Time out, Futbol aktif;NTV’de iki: Futbol aktüel, La Liga; C‹NE 5’te üç: Viva Show, Cinecity,Beckstage. HABERTÜRK’se, ad›na yak›fl›r bir biçimde, tam befl izlence-sine yabanc› dilde adlar vermifl: Habertürk Weekend, Reel sektörde ge-çen hafta, Full ekran, Aktüalite, The Most. Bir de tüm televizyonlar›m›z-da bütün bir haftan›n izlencelerinin adlar›n› belirlemeye kalksan›z, bafl›-n›z döner ve, büyük olas›l›kla, büyük halk ozan›n›n dizesini an›msars›-n›z: “Dilleri var bizim dile benzemez”.

Bu örneklerin size yeterince inand›r›c› gelmemesi durumunda, ayn›gazetede biraz da haberlere göz atarsan›z, plan, proje, rapor, sistem, ser-vis, program, operasyon, platform, eleman, sembol, slogan, panik, tok-sik, doz türünden Bat› dillerinden gelmifl sözcükleri bir zamanlar›n çokbilgin bir yazar› gibi “fethedilmifl” de¤erler ya da hareme kat›lm›fl “cari-yeler” olarak de¤erlendirseniz bile, konjonktür, kriz sinyali, stop list, an-ti-laik, yorum linkleri, asamble, parametre, potansiyel, revizyon, militan,enstrüman, kriter türünden ö¤eler hem kafan›z› kar›flt›r›r, hem rahat›n›-z› kaç›r›r. Ayn› biçimde, sizin türkçede çok güzel karfl›l›klar› bulundu¤u-nu ve çoktan kullan›m d›fl› kald›¤›n› düflündü¤ünüz kimi arapça ya da

9

farsça sözcükler de s›k s›k karfl›n›za ç›kar, örne¤in “Hamas örgütününsürgündeki lideri Halit Meflal üçüncü intifada tehdidinde bulundu” tüm-cesi karfl›s›nda flafl›r›r, eski sözlükleri kar›flt›rmak zorunda kal›rs›n›z. Buarada, Diyarbak›r Büyükflehir Belediye baflkan› Osman Baydemir beye-fendinin “Sosyal tesisleri, hayvan otelleri, hijyenik kesimhaneleri ve ar›t-ma tesisleriyle Diyarbak›r’›n vizyonunu yükseltecek bir tesis” açt›¤›n›okurken de ülkemizde yeni bir osmanl›ca do¤makta oldu¤unu sezinleye-rek kara düflüncelere dalars›n›z. Neden sonra, en az›ndan yaz›n›n herfleyden önce tutarl› bir dil oldu¤unu an›msar, son bir umutla herhangi birgenç yazar›n herhangi bir roman›n› al›r, herhangi bir yerinden okumayabafllars›n›z: “Hiç flüphesiz Zeliha, Cicianne’nin yaz›ya dökülmemifl amaçi¤nenmesi imkâns›z kurallar›n› harfiyen biliyor. Ama temmuz ay›n›n builk cumas› hatmetti¤i en kadim kurallar› dahi çi¤neyebilecek kadar umar-s›z hissediyor kendini. Hem a¤›zdan ç›kan ç›kt› bir kere, olan oldu, ma-ziyle u¤raflacak de¤il. Zeliha’n›n piflmanl›klara vakti yok. Jinekologlaolan randevusuna geç kald›”. Bu kez de genç yazar›n›z›n sözcüklerinineskili¤i, çoktan kullan›m d›fl› kalm›fll›¤› kadar kural gibi, umars›z gibisözcüklerin harfiyen’ler, hatmetmek’ler, kadim’ler, dahi’ler aras›ndakiyaln›zl›¤› tepenizi att›r›r, bir daha açmamak üzere kapat›rs›n›z kitab›.

Bereket, Cumhuriyet yaz›n› ar› ve tutarl› türkçenin örnekleriyle do-ludur ve böyle anlar›m›zda Behçet Necatigil gibi ustalar birincil ifllevleriyan›nda bir ifllev daha gerçeklefltirirler: bizi hem kendimize getirirler,hem güzel anadilimize.

10

K‹RLENMEN‹N BOYUTLARIEmin Özdemir

Y›llard›r dilimizi yabanc› sözcüklerden ar›nd›rma, kendi öz de¤erle-rine kavuflturma eylemi içindeyim. Sürüp giden bu eylemle, – belki kav-ga demek daha do¤ru olacak –, bu yafllara geldim. Besbelli bundan, yafla-mam› bu ifle adamamdan, Türkçenin solu¤unu kirletenlere karfl› flimdi-lerde eski günlere oranla daha çok öfkeleniyor, daha çok k›z›yorum. K›-z›yorum, öfkeleniyorum ya, yine de flu soruyu sormadan edemiyorum:“Kirlenme salt dile mi özgü? ‹lginç yerine enterasan, bafllad› yerine startald›, s›nand› ya da denendi yerine test edildi gibisinden sözleri ye¤lemek-le mi s›n›rl›?”

De¤il elbette. Salt bununla s›n›rland›ramay›z. Kirlenme, toplumsalörüntüyü tümüyle kuflatan tümleflik bir olgu. Olup bitenlere, durumlara,yaz›l›p çizilenlere bakarak söylüyorum bunu; sanki katran karas› kir bu-lutlar› çökmüfl ülkenin üstüne.

Düflünüyorum, nereden kaynaklan›yor bu kirlenme? ‹nsan›n solu-¤unu t›kayan, yüre¤ini karartan, bu bo¤ucu hava nereden geliyor?

Soruyu, tek sözcükle insandan diyerek yan›tlayabilirim. Haks›z dasay›lmam bir bak›ma. Öyle ya, hangi edim, hangi eylem vard›r ki ard›n-da insan olmas›n. fiu çok yinelenmifl onaylatma sorusuna ben de s›¤›na-y›m: Yeryüzünü cennete de, cehenneme de çeviren insan de¤il midir?

Kim hay›r diyebilir, karfl› durabilir bu soruya? Peki ama, ya insan›yaratan, yönlendiren koflullara ne diyece¤iz? Sorunun yan›t›n› yüzy›lla-r›n ötesinden ünlü hümanist, Rotterdaml› Erasmus veriyor: “Hayvan,hayvan olarak do¤ar; insan, insan olarak do¤maz, oluflturulur.”

Do¤rudur. Hayvan temel içgüdüleriyle donanm›fl olarak do¤uyor.Bunlar› gelifltirme, yaflamalar›n› sürdürme bak›m›ndan özel bir yard›magereksinim duymuyor. ‹nsan için böyle mi? ‹nsanlaflma sürecinden geç-mesi gerekiyor. E¤itiliyor, yönlendiriliyor. Toplumsal örüntünün k›vr›m-lar›na sindirilmifl de¤erler düzeniyle tan›fl›yor ya da tan›flt›r›l›yor.

Bu evrensel gerçe¤i, insanlaflma sürecini, kendi insan›m›z, toplu-mumuz aç›s›ndan düflünüyorum. Bana öyle geliyor ki toplumumuzu sa-r›p sarmalayan bu bo¤ucu, kirli hava, insan›m›z› e¤itme, yönlendirme bi-çiminden kaynaklan›yor. ‹nsan›, “tam insan” k›lan kendi varoluflununbilincine varma, sevme, ac›ma, hak, eflitlik, hoflgörü, haks›zl›klar karfl›-s›nda tepki gösterme, direnme gibi duygularla iç dünyalar›n› temellendi-remiyoruz.

11

Bitki olsun, hayvan ya da insan olsun her canl›n›n bir yetiflme, gelifl-me ortam› vard›r. Sözgelimi kutuplarda hurma a¤ac› yetifltiremezsiniz.Yetifltirmeniz, hurma a¤ac›n›n yetiflimi için zorunlu fiziksel koflullar› ku-tuplarda oluflturman›za ba¤l›. ‹nsan› tam insan k›lma süreci için de böy-ledir bu. Onu oluflturacak, düflün ve duygu dünyas›n› kurup gelifltirecekortam› yaratmam›z gerekiyor öncelikle. Oysa böyle bir ortam›n çok, hemde çok uza¤›nday›z bugün.

Peki, nas›l bir ortamda e¤itilip yönlendiriliyor insan›m›z? Do¤rusubunu nitelendirecek sözcük bulam›yorum. ‹yisi mi “nitem d›fl›” deyipgeçeyim. Hepimizin yaflam›n› kuflatan bir örnek vereyim. Al›n, kitle ile-tiflim araçlar›n›. Televizyonlar› izlerken, gazeteleri okurken neler duyar-s›n›z, neler düflünürsünüz bilemem. Benim için o kanallar›n ço¤u, o iri-li ufakl› boyal› gazetelerin büyük bir bölümü ülkedeki kirlenmeyi olufl-turan kaynaklar›n bafl›nda geliyor. fiöyle desem sanki daha do¤ru ola-cak, kirlenmeyi besleyip büyüten, onun dolafl›m›n› sa¤layan ana damar-lar... ‹nsan›m›z› bilinçsizlefltirme, be¤enisizlefltirme, kendi öz de¤erleri-ne yabanc›laflt›rma do¤rultusunda ürkütücü, korkunç bir yar›fl içinde-ler. Hiçbir ölçü tan›mayan her türlü sapmay›, sapt›rmay› do¤al sayan biryar›fl.

Verdikleri, yayd›klar› haberlerin dokusuna bak›yorum. ‹nsan›n hay-vans› yan›n› öne ç›karan (hayvans› derken hayvanlara haks›zl›k etti¤iminayr›m›nday›m) bir yönelim a¤›r bas›yor ço¤unda. Kösnüllü¤ün atefliniharland›ran, giyimi kuflam›yla, yüzlerinin, gövdelerinin haritas›yla “kös-nüllü¤ün sözlü¤ü”nü oluflturan sözde sunucular› izliyorum. Bunlar›n a¤-z›nda baflta, aflk, sevgi, sevgili, iliflki, dostluk gibi birçok sözcü¤ün ça¤r›-fl›msal bir kirlenmeye u¤rat›ld›¤›na tan›k oluyorum.

Ya ülkeyi yöneten siyasa adamlar›? Onlar› dinliyorum. Söylemlerisanki siyasal kösnüllü¤ün kirli tezgâh›nda dokunmufl. Elbette, tümünüayn› kefeye koymak istemem; ama büyük bölümü, kavram kemirgenli¤iya da inanç sömürgenli¤i yap›yor. Yalan dolan›n; aldat›c›, kand›r›c› karayellerini estiriyorlar ülkede. Kestirmeden söyleyeyim, halk› kand›r›lm›fl-l›¤›n o derin, kan uykusuna yat›r›yorlar.

Kand›r›lm›fll›¤›n kan uykusundan uyan›r m› halk? Uyanacak gibide¤il. Önce, bu uykuyu do¤uran, onlar› kand›r›lm›fll›¤›n dipsiz kuyusu-na düflüren bulafl›c› sayr›l›ktan kurtarmak gerek. Kuflaktan kufla¤a kal›-t›m yoluyla geçen bir sayr›l›k. Bunu sinirbilimcilerin “körgörü” diye ad-land›rd›klar› bir terim üzerinde düflünürken flöyle belirtiyor Erdal Ata-bek:

‘Körgörü’ terim olarak da, konu olarak da dikkatimi çekti. Çünkübizim görmeyle ilgili ifllevlerimizde toplumsal bir bozukluk oldu¤u anla-fl›l›yor.

12

Bize musallat olan toplumsal illet, ‘görmemesi gerekti¤ini görmek’de¤il de tam tersine ‘görmesi gerekti¤ini görmemek’. Buna bakarkörlükya da ‘görmezden gelme’ diyebiliriz.

Erdal Atabek’in de vurgulad›¤› gibi “görmemesi gerekti¤ini gör-mek”, insan›m›z›n bafl›na nice belalar getirmifltir. Sindirilmifl bir toplumolmam›zda, sürüp giden çirkinlikler, baya¤›l›klar karfl›s›nda tepki göster-meyiflimizde bunun büyük pay› var. Tepkisizlik, sineye çekme toplumsalbir sayr›l›¤a dönüflmüfl bizde. Ne güzel söylüyor Diderot: “Gerçek insan,muhalefeti yüre¤inde tafl›yan insand›r.” Bizim insan›m›z›n bafl eksikle-rinden biri de bu de¤il midir? Sürüselli¤in içinde donup kalm›fl ne ger-çek anlamda birey olabilmifltir ne de yurttafl…

Bilmiyorum, çok mu karamsar›m. ‹nsan›m›z› e¤itemedi¤imizi, iyiyönlendiremedi¤imizi söylemek istiyorum. Sevme, ac›ma, hakk›n vehakl›n›n yan›nda olma, güzelliklerin ayr›m›na varma, güzelliklerden tatalma gibi insan› gerçek insan k›lan duygular› yüreklere yerlefltiremedi¤i-mizden yak›n›yorum. Böyle olunca bunlar›n yerini güçlü, y›rt›c› bir tut-ku, para tutkusu al›yor. Toplumun her kesiminde üstün bir güç, sayg›n-l›k ö¤esi gibi alg›lan›yor para. Atalar›n söyledi¤i, “Paran varsa cümleâlem kulun, paran yoksa t›marhane yolun” sözü, nerdeyse halk›m›z› yön-lendiren temel güdüye, toplumsal bilince dönüflmüfl gibi. fiöyle desem sa-n›r›m hak verirsiniz bana: Sanki Shakespeare’in Atinal› Timon’da para-n›n gücünü betimlerken söyledi¤i flu sözler, ülkemizde geçerli¤ini koru-yor.

Bu sar› köle dinleri y›kar da, yapar da;Cehennemli¤i cennetlik eder;‹¤renç cüzaml›lar› sevdirir insana;H›rs›zlar› baflköflelere oturtupfianlar, flerefler, alk›fllarla senatörler aras›na sokar.

Vars›ll›¤a, paraya kavuflanlar, hangi yollarla gerçeklefltiriyorlar bu-nu? Kimselerin sordu¤u, sorgulad›¤› yok. ‹ster çal›p ç›rps›nlar, ister do-laplar›n en akla gelmeyenini çevirsinler, ister yasad›fl› yollar›n her türü-nü kullans›nlar ya da son y›llar›n e¤retilemeli adland›r›m›yla “hortumcu-luk” yaps›nlar. Önemli de¤il. Önemli olan sonuçtur. De¤il mi ki para,mal mülk sahibi olmufllar; bafl tac› edilen, baflköfleye oturtulan, omuzlar-da tafl›nan, sayg›n, yetenekli kiflilerdir onlar.

Bunlar› söylerken, toplumun kan›n› ili¤ini kurutan bu sayg›n(!) soy-guncular›n zaman zaman beyazcamda gördü¤üm yüzleri gelip dikiliyorgözlerimin önüne. Onurun, erdemin ayd›nl›¤›yla tan›flmam›fl; çirkin, ka-ranl›k yüzler... Gözlerinin derinliklerinde yo¤unlafl›p kalm›fl, “daha çok

13

para, daha çok para” diyen, sinsi bir doyumsuzluk. Ya bak›fllar? Bunlar›betimleme, benim gücümü aflar. Usta romanc›lar›n, öykücülerin yapabi-lece¤i bir ifltir bu.

Paran›n, vars›ll›¤›n biricik de¤er say›lmas› salt günümüze mi özgü-dür? Hay›r. Dün de vard›. Ne ki hiçbir zaman bugünkü konumuna ulafl-mam›fl, böylesine kuflat›c› olmam›flt›. ‹nsan›m›z›n yüre¤ini çelen, özünübiçimlendiren bir güç kazanmam›flt› para. fiöyle desem, san›r›m beniabartmac›l›kla nitelendirmezsiniz. Ülke, yörüngesinden ç›km›flsa bugün,ifller altüst olmuflsa bunda para tutkunlu¤unun büyük pay› var. Bu du-rum, Cahit Külebi’nin y›llarca önce yazd›¤› “Ac› Dönem” adl› fliirinde negüzel betimlenir. O fliirin ilk iki dörtlü¤ünü gelin birlikte okuyal›m:

Dalgal› deniz gibi bir ülke,Arap saç›na dönmüfl ifller, Ne tavflan›n da¤dan haberi,Ne de yaray› deflen neflter.

Yaln›zca s›zlayan bir yürekS›zlayan, çatlam›fl, k›rg›n.Ka¤n› ard›nda köylüler gibiKaranl›kta, bofllukta yorgun.

Cahit Külebi bugün yazsayd› bu fliirini ad›n›, “Ac› Dönem” de¤il,“Kirli Dönem” kordu. Çünkü fliirini yaflananlar›n içinden süzüp ç›karanbir ozand› Külebi.

Kirlenmenin toplumsal örüntüyü bütünüyle kuflatan tümleflik bir ol-gu oldu¤unu söyledim. Ancak dilde daha somut görülüyor, gözlemleniyorbu olgu. fiundan ki dil, toplumsal örüntüyü tümüyle yans›tan bir ayna gi-bidir. Böyle olunca dilsel kirlenmeyi de tek nedene ba¤layamay›z. Bunungibi onu, “yabanc› dillerden dilimize sözcük, ek, dilbilgisi kural›, deyimve terim gibi dilsel ö¤elerin girmesi” diye tan›mlama da yeterince kuflat›-c› olmaz.

‹yi de nereden kaynaklan›yor dilimizdeki kirlenme? Baflta da de¤in-dim, insan yetifltirme düzenimizden, insan›m›z› yönlendirme, biçimlen-dirme tutumumuzdan. Biraz açay›m bu yarg›m›. Dildeki kirlenme, asl›n-da bir düflünce, bir duyarl›k kirlenmesidir. Düflün ve duygu dünyas› sa¤-lam temellere oturtulmufl kifliler, söylemini anadilinin söz de¤erleriyle bi-çimlendirirler. Anadili bilincinin, anadili sevgisinin bir gere¤idir bu. Ya-banc› kökenli sözcüklerle duyamaz, düflünemezler. Bunun için de anla-t›mlar›na a¤acak herhangi bir yabanc› ö¤e, anadili sevgisinin, anadili bi-lincinin koruyucu duvarlar›n› aflamaz.

14

Anadili bilinci, anadili sevgisi nas›l kazand›r›l›r? Bugüne de¤in çokdüflünülmüfltür bu soru üzerinde. ‹zlenceler yap›lm›fl, yollar yöntemlergelifltirilmifltir. Hepsinde vurgulanan ortak düflünce fludur: E¤itim ve ö¤-retimin bütün aflamalar›nda çocuklar› anadilin topra¤›na bast›rmak, on-lara anadilin inceliklerini, güzelliklerini tatt›rmak; düflün ve duygu ev-renlerini onun söz de¤erleriyle kurmak, gelifltirmek.

Ne var ki insan yetifltirme düzenimizde bir türlü gerçeklefltiremedikbunu. Anadili bilinci, anadili sevgisi yaratma flöyle dursun, çocuklar›n dildünyas›n› daha ilk y›llardan bafllayarak kirletmeye bafll›yoruz. Oysa bili-nen bir gerçektir, okula yeni bafllayan çocuklar›n, yal›n, fliirsel, somutla-ma gücü yüksek bir dilleri vard›r. Gelgelelim okula bafllay›fllar›n›n üze-rinden iki üç y›l geçmeden çocuk dilinin fliirselli¤i, yal›nl›¤› yitip gidiyor,onun yerini kuru, çak›l çukul bir dil al›yor. Bana göre as›l dilsel kirlen-me buradan bafll›yor iflte.

Nas›l m›? Çocuklar›n eline verilen okuma metinlerine bak›n bir.Metin demek de do¤ru de¤il ya, iyisi mi “y›¤›fl›m yaz›” diye adland›ray›m.‹lkokula giden torunumun Türkçe kitab›ndaki bu y›¤›fl›m yaz›lar›n birin-den küçük bir al›nt›:

Kazlar› havada uçarken gördünüz mü? Kazlar özellikle göç ederkenfarkl› bir uçufl tekni¤i kullan›rlar. Öyle çevremizde gördü¤ümüz kufllargibi da¤›n›k uçmazlar. Göç eden yaban kazlar› V flekli oluflturarak uçar-lar. (...) Böylece varmak istedikleri yere, yar›dan fazla enerji tasarrufusa¤layarak ulafl›l›yormufl. Yorulan kaz arkaya geçiyor, onun yerini hemenarkas›ndaki al›yor.

Yaz›n›n y›¤›fl›msall›¤›n› belirtmeye bilmem gerek var m›? Tümceleraras›nda dilsel, düflünsel bir ba¤›nt› yok. Anlat›m zaman› için de böylebu. Seçilen sözcükler imge ve ça¤r›fl›m yaratacak biçimde örüntülenme-mifl. ö¤rencilerin dil duyarl›¤›n› gelifltirme bir yana örseleyebilir de. Butürden y›¤›fl›m yaz›larla e¤itilen çocuklarda ne anadili sevgisi oluflup ge-liflir, ne de anadili bilinci.

Çocuklar›n tasarlama, düfl kurma, düflünme yetilerini besleme, bo-yutland›rma anadili e¤itiminin ifllevleri aras›nda say›l›r. Bunun da yoluçocuklar›n dünyas›n› sar›p sarmalayan, dokusunda dilsel, yaz›nsal tatlarbar›nd›ran metinlerin içinde onlar› yaflatmad›r. Bu metinler arac›l›¤›ylayüreklerinin topra¤›na güzel sevgisinin, insan› tam insan, gerçek insank›lan duygular›n tohumlar›n› ekmektir. K›saca güzelduyusal yaflant› ka-zand›rmad›r. Y›¤›fl›m yaz›larla bu yap›lamaz. Bu tür yaz›larla yüreklerintopra¤› çoraklaflt›r›l›p kirletilir, iflte o kadar.

Ya fliirler? fiiir sözcü¤ünün ça¤r›fl›m›ndan öylesine uzaklar ki “man-zume” demeye bile dilim varm›yor. Kuru, yavan, sözcük y›¤›nlar›. ‹fltebunlar›n birinden “Yerli Besinlerimiz” adl› parçadan iki bölüm:

15

Güneyde narenciye Da¤›l›r tüm ülkeye.Kay›s› Malatyal›Karadeniz’den f›nd›k,Gel de afiyetle ye.

Past›rma Kayserili,Mercimek Güneydo¤u.Patates Nevflehirli,Zeytin midelere dost,Bol bol üzüm yemeli

Nas›l? Dedim ya biz çocuklar›n hem dil duyarl›¤›n› kirletiyor, hemde düfl kurma yetene¤ini öldürüyoruz. Bir kez dil duyarl›¤› kirlenmeye,düfl gücü öldürülmeye görsün. Sonralar› ne denli u¤rafl›l›rsa u¤rafl›ls›nar›tma da, diriltme de kolay olmuyor.

Dilsel kirlenmenin baflka bir boyutu, baflka bir yüzü daha var. Özel-likle yüksekten uçan “a¤›r ayd›n” diye nitelendirilen kimi yazarlar›n ya-z›lar›nda, yap›tlar›nda görülen. Tümcelerin üst üste y›¤›fl›m›ndan, eklem-lenmesinden, sözdizimsel karmafl›kl›ktan kaynaklanan bir dilsel kirlen-me türüdür. Çoklar›, kirlenme saymayabilir bunu. Onlara göre biçemsel,söylemsel bir özelliktir. Oysa, böyle düflünmüyorum ben. Bu a¤›r ayd›nyazarlar›m›z anlafl›lmazl›¤› bir erdem gibi görüyorlar. Bu yüzden de ola-bildi¤ince aç›kl›ktan, yal›nl›ktan kaç›nmaya çal›fl›yorlar. Küçük bir al›n-t›yla örneklendireyim. Örne¤im de ödüllü bir elefltirmenimizden, bir si-yaset bilimcimizden. Hadi ad›n› da vereyim, Hasan Bülent Kahra-man’dan:

Komflulu¤un, taraflar›n birbirine zarar vermemesi, birbirine asgarisayg›y› göstermesi, yaz›n›n bafllang›c›nda de¤indi¤imiz anlam›yla fliddet-ten uzak kalmas›, bir taraf›n gücüne dayanarak di¤erini ezmemesi içingerekli olan düzenlemelerle yarat›lan pasif ortam dahi kendi içinde ses-siz dili olan bir aktif süreçtir. Bu içedönük venötr/pasif aktif halin deva-m›n› sa¤layan aktif durumun d›fl›nda bir reel aktif durumdan daha sözedilebilir ki, komflulukla tarihsel-ontolojik anlamda vurgulanan o olmufl-tur.

Gelin de dilsel kirlili¤in bir baflka boyutu diye nitelendirmeyin buanlat›m›.

Bir de dildeki kirlenmeyi küreselleflmeye ba¤layanlar, bunu do¤alsayanlar var. Böyle diyenlerin yabanc› sözcük kullanmay› küreselleflme-

16

nin zorunlu sonucu olarak alg›layanlar›n tutumunu da yine anadili bilin-cinden, anadili sevgisinden yoksun olufla ba¤l›yorum. Elbette Türkçe dü-flünme, Türkçe anlatma yeteneklerinin körleflmesine de...

Biliyorum, çok al›nt›l› bir yaz› oldu bu. Olsun. Derler ya “kufla ka-nad› yük olmaz”. Söylemek istedi¤imizi bizden daha iyi anlat›yorsa al›n-t›lar›n yaz›lar için bir yük olmad›¤›n› düflünüyorum. Tersine yaz›lar›n so-lu¤unu geniflletir, söylenenleri pekifltirip güçlendirir. Öyleyse bir baflkaal›nt›yla, yaflam›n› dilsel, yaz›nsal sorunlara adam›fl dostum Tahsin Yü-cel’in flu sözleriyle ba¤layay›m yaz›y›:

Neden “cepten cebe” de¤il de “cep to cep”? ‹lgililer, daha biz sor-madan veriyorlar yan›t›: “Biz buna cep to cep diyoruz.” Evet, böyle,adamlar, dolayl› bir biçimde, ‹ngilizce bilen ve içine ‹ngilizce ö¤eler ka-tarak Türkçeyi yücelten, böylece her gün biraz daha küreselleflen bir bil-gi toplumunun seçkin ve ayr›cal›kl› üyeleri olarak bunu böyle uygun gör-düklerini kesinliyor, bizi de kendilerini izlemeye ça¤›r›yorlar. Ne denir?Proust’un Yitik Zaman›n Ard›nda’s›n›n anlat›c›s› da kap›c›s›n›n bir söz-cü¤ü yanl›fl söyledi¤ini görerek düzeltmeye kalk›nca “Ben bunu böylesöylerim” yan›t›n› al›r. Ülkede demokrasi vard›r, bilinçsizlik, be¤enisiz-lik ve yabanc›laflma da demokratik bir hakt›r.

17

YAZILI DÜNYA VE YAZILI OLMAYAN DÜNYAItalo CalvinoTürkçesi: Kemal Atakay

‹nsanl›¤›n, uyan›k saatlerinin büyük bölümünü özel bir dünyada ge-çiren kesimindenim (yeryüzü ölçe¤inde bir az›nl›k bu, ama san›r›m okur-lar›m aras›nda ço¤unlu¤u oluflturuyor): Sözcüklerin tek tek birbirini izle-di¤i, her tümce ve her sat›rbafl›n›n kendi belirli yerlerini kaplad›klar›, ya-tay sat›rlardan oluflmufl bir dünya; çok zengin, hatta yaz›l› olmayandandaha zengin olabilen, ama her durumda içine yerleflebilmek için özel birayarlama gerektiren bir dünya. Ötekindeki, gerçek diye adland›rageldi¤i-miz, üç boyuttan, befl duyudan oluflan, milyarlarca benzerimizin yaflad›-¤› dünyadaki yerimi bulmak için yaz›l› dünyadan koptu¤umda, bu benimiçin her defas›nda do¤um travmas›n› yinelemeye, karmakar›fl›k bir du-yumlar bütününe anlafl›labilir bir gerçeklik biçimi vermeye, beklenme-dik olanla yok olmadan yüzleflebilmek için bir strateji seçmeye denk ge-liyor.

Her defas›nda, farkl› bir yaflama girifl anlam›na gelen özel törenlerefllik eder bu yeni do¤uma: Sözgelimi, miyop oldu¤um ve gözlüksüz oku-du¤um için, gözlü¤ümü takma töreni; oysa, yak›n› göremeyen ço¤unlukiçin bunun karfl›t› tören gereklidir, yani okumak için kullan›lan gözlü-¤ün ç›kar›lmas›.

Her geçifl töreni, bir zihinsel tutum de¤iflikli¤ine karfl›l›k gelir; oku-du¤um zaman, her sözü, hiç olmazsa sözel anlam›yla hemen anlamal› vebir yarg›da bulunabilecek durumda olmal›y›m: Okumufl oldu¤um fley,gerçek ya da sahte, do¤ru ya da yanl›fl, güzel ya da çirkindir. Oysa günde-lik yaflamda, en genelinden en s›radan›na, kavray›fl›mdan kaçan say›s›zdurum vard›r her zaman; s›k s›k, üzerinde görüfl bildiremeyece¤im, hak-k›ndaki yarg›m› ask›ya almay› ye¤ledi¤im durumlar karfl›s›nda bulurumkendimi.

Yaz›l› olmayan dünyan›n gözümde netlik kazanmas›n› beklerken,elimin alt›nda, dönüp içine dalabilece¤im yaz›l› bir sayfa vard›r her za-man; bunu büyük bir zevkle yapmak için sab›rs›zlan›r›m: Hiç olmazsaorada, bütünün yaln›zca küçük bir parças›n› anlamay› baflarsam bile, herfleyi denetim alt›nda tuttu¤um yan›lsamas›na kapt›rabilirim kendimi.

San›r›m, gençli¤imde de ifller böyle yürüyordu, ama o dönemde ya-z›l› dünya ile yaz›l› olmayan dünyan›n karfl›l›kl› olarak birbirini ayd›nlat-t›¤›, yaflam deneyimleri ile okuma deneyimlerinin bir biçimde birbirini

18

tamamlad›¤› ve bir alanda ileriye do¤ru at›lm›fl her ad›m›n ötekinde ileribir ad›ma karfl›l›k geldi¤i yan›lg›s› içindeydim. Bugün, yaz›l› dünya hak-k›nda eskisine göre çok daha fazla fley bildi¤imi söyleyebilirim: Kitapla-r›n içinde deneyim her zaman olanakl›d›r, ama “menzil”i sayfan›n ak ke-nar›n›n ötesine uzanmaz. Oysa, çevremi kuflatan dünyada olup bitenler,her zaman beni flafl›rt›r, korkutur, akl›m› kar›flt›r›r. Yaflam›mda, engindünyada, toplumda birçok de¤iflime tan›k oldum, kendimde de birçokde¤iflime tan›k oldum; gene de, ne kendim, ne tan›d›¤›m kifliler için hiç-bir fleyi öngörmeyi baflaram›yorum. Hele insanl›¤›n gelece¤iyle ilgili hiçama hiçbir fleyi öngöremiyorum: Cinsiyetler aras›ndaki, kuflaklar aras›n-daki gelecekteki iliflkileri, toplumun, flehirlerin ve uluslar›n gelecektekigeliflimlerini, ne tür bir bar›fl›n ya da ne tür bir savafl›n söz konusu olaca-¤›n›, paran›n ne anlama gelece¤ini, gündelik kullan›m nesnelerindenhangilerinin yok olaca¤›n› ve yeni hangi nesnelerin belirece¤ini, ne türaraçlar ve makineler kullan›laca¤›n›, denizin, ›rmaklar›n, hayvanlar›n,bitkilerin gelece¤inin nas›l olaca¤›n›. Bunlar›, tam tersine, bildikleriniiddia edenlerle – ekonomistler, sosyologlar, politikac›lar – bu bilgisizli¤ipaylaflt›¤›m› iyi biliyorum; ama yaln›z olmad›¤›m gerçe¤i, içimi rahatlat-m›yor hiçbir biçimde.

Edebiyat›n öteki disiplinlerden hep daha fazla bir fleyleri anlam›fl ol-du¤u düflüncesi, içimi biraz rahatlatabilir, ama bu bana eskilerin edebi-yat› bir bilgelik okulu gibi gördüklerini an›msat›yor ve bugün her tür bil-gelik fikrinin nas›l ulafl›lamaz oldu¤unu fark ediyorum.

Bu noktada soracaks›n›z: Gerçek dünyan›n yaz›l› sayfa oldu¤unusöylüyorsan, yaln›zca orada kendini rahat hissediyorsan, niçin ondankopmak istiyorsun, niçin hükmetmeyi baflaramad›¤›n bu engin dünyan›nserüvenine at›lmak istiyorsun? Yan›t, basit: Yazmak için. Yazar oldu¤umiçin. Benden beklenen, çevreme bakmam ve olup bitenlerden h›zl› imge-ler yakalamam, sonra çal›flma masama dönüp e¤ilerek yeniden ifle koyul-mamd›r. Söz fabrikam› çal›flt›rmak için, yaz›l› olmayan›n kuyular›ndanyeni yak›t ç›karmak zorunday›m.

Ama durumun ne oldu¤una daha yak›ndan bakmaya çal›flal›m. Tamolarak böyle mi oluyor? fiu anki ana felsefe ak›mlar›: “Hay›r, bunlar›nhiçbiri do¤ru de¤il,” diyorlar. Yazar›n zihni, güncel iki felsefe ak›m›n›nbirbiriyle çeliflen konumlar›n›n bask›s› alt›nda. ‹lk ak›m: “Dünya yoktur;yaln›zca dil vard›r,” diyor. ‹kincisi: “S›radan dilin anlam› yoktur; dünyakavranamaz,” diyor.

‹lkine göre, dilin yo¤unlu¤u, gölgelerden oluflan bir dünyan›n üze-rinde yükselir; ikincisine göre, tafltan suskun bir sfenks gibi, rüzgâr›nsürükleyip götürdü¤ü kumu and›ran bir söz çölü üzerinde yükselen,dünyad›r. ‹lk ak›m›n ana kaynaklar› son yirmi befl y›l›n Paris’inde olufl-

19

mufltur; ikincisi, yirminci yüzy›l›n bafl›nda Viyana’dan yola ç›karak yay-g›nl›k kazanm›fl ve çeflitli toplu göçlerden geçerek, son y›llarda ‹talya’dada yeniden güncellik kazanm›flt›r. Her iki felsefenin de, onlar› destek-leyen güçlü gerekçeleri vard›r. Her ikisi de yazar için bir meydan oku-may› temsil eder: ‹lki, yaln›zca kendisine, kendi iç yasalar›na karfl›l›kgelen bir dil kullan›m›n›; ikincisi, dünyan›n sessizli¤iyle bafla ç›kabile-cek bir dil kullan›m›n› ister. ‹kisi de üzerimde büyülü çekiciliklerini veetkilerini duyurur. Sonuçta bu, ne birinin, ne ötekinin peflinden gitti-¤im, ne birine, ne ötekine inand›¤›m anlam›na gelir. Neye inan›yorum,öyleyse?

Bir an bu zor durumdan yararl› bir sonuca ulafl›p ulaflamayaca¤›mabir bakal›m. Her fleyden önce, yaz›l› olan ile yaz›l› olmayan aras›ndakiba¤daflmazl›¤› böylesine yo¤un bir biçimde hissediyorsak; bunun nede-ni, yaz›l› dünyan›n ne oldu¤u hakk›nda çok daha bilinçli olmam›zd›r:Sözlerden oluflmufl bir dünya oldu¤unu bir an bile unutamay›z; bu söz-ler, dilin kendine özgü tekniklerine ve stratejilerine göre, anlamlar›n veanlamlar aras›ndaki iliflkilerin düzenlendi¤i özel sistemlere göre kullan›-l›r. Bize bir öykü anlat›ld›¤›nda (ve yaz›l› metinlerin hemen hepsi bir öy-kü anlat›r, bir felsefe yaz›s› da, anonim bir flirketin bilançosu da, bir ye-mek tarifesi de), bu öyküyü baflka her öykünün mekanizmalar›na benzerbir mekanizman›n harekete geçirdi¤inin bilincindeyizdir.

Bu ileri do¤ru büyük bir ad›md›r; bugün, dilsel olan ile dilsel olma-yan aras›ndaki birçok kar›fl›kl›klardan kaç›nabilecek durumday›z, böyle-ce iki dünya aras›nda var olan iliflkileri aç›kça görebiliyoruz.

Tek yapmam gereken, bunun tersini kan›tlamak ve d›fl dünyan›nhep orada oldu¤unu, sözlere dayanmad›¤›n›, hatta bir biçimde sözlere in-dirgenemez oldu¤unu ve onu her yönüyle kapsayabilecek bir dilin, biryaz›n›n var olmad›¤›n› ortaya koymak. Kitaplarda toplanan sözlere s›rt›-m› çevirmem, d›flar›daki dünyaya dalmam yeterli, sessizli¤in yüre¤ine,anlamla yüklü gerçek sessizli¤e ulaflmay› umarak... Ama ona ulaflman›nyolu nedir?

D›fl dünyayla temas kurmak için her sabah gazete almakla yetinen-ler var. Ben o kadar saf de¤ilim. Gazetelerden yaln›zca baflkalar›n›n, da-ha do¤rusu toz zerrecikleri gibi sonsuz olaylar bütünü içinden “haber”olabilecekleri süzüp ç›karmada uzmanlaflm›fl ads›z bir makinenin olufl-turdu¤u bir dünya okumas› elde edebilece¤imi biliyorum.

Baflkalar›, yaz›l› dünyan›n tutsakl›¤›ndan kurtulmak için, televizyo-nu aç›yorlar. Ama ben, bütün görüntülerin, en canl› yakalanm›fl olanlar›-n›n bile, gazetelerdeki görüntüler gibi kurulmufl bir söylemin bir parças›olduklar›n› biliyorum. Öyleyse, gazete almay›p, televizyonu açmay›p, ge-zintiye ç›kmakla yetinece¤im.

20

Ama flehrin sokaklar›nda gördü¤üm her fley, türdefl hale getirilenbilgi ba¤lam›nda yerini alm›fl çoktan. Benim gördü¤üm, ço¤unlukla ger-çek dünya olarak kabul edilen bu dünya, benim gözüme – en az›ndan bü-yük bölümüyle – flimdiden sözcüklerce ele geçirilmifl, sömürgelefltirilmiflgibi görünüyor: Üzerinde a¤›r bir söylemler kabu¤u tafl›yan bir dünya.Yaflam›m›z›n olgular› flimdiden, daha meydana gelmeden, s›n›fland›r›l-m›fl, yarg›lanm›fl, yorumlanm›fl. Her fleyin, daha var olmaya bafllamadançoktan okundu¤u bir dünyada yafl›yoruz.

Gördü¤ümüz her fley de¤il yaln›zca, gözlerimiz de yaz›l› dile doymufldurumda. Okuma al›flkanl›¤› yüzy›llar içinde Homo sapiens’i [“bilen in-san”] Homo legens’e [“okuyan insan”] dönüfltürdü, ama bu Homo le-gens’in eskisinden daha bilgili oldu¤u söylenemez. Okumay› bilmeyeninsan, bizim art›k alg›lamad›¤›m›z birçok fleyi – avlad›¤› vahfli hayvanla-r›n izlerini, ya¤mur ya da rüzgâr›n yaklaflt›¤›na iliflkin belirtileri – görüpiflitebiliyordu; bir a¤ac›n gölgesinden günün saatlerini ve y›ld›zlar›nufuktaki yüksekli¤inden gecenin saatlerini tan›yabiliyordu. ‹flitme, kokualma, tat alma, dokunma duyular›na gelince, bize olan üstünlü¤ü tart›fl-ma götürmez.

Bir kez bunu belirttikten sonra, bir noktay› aç›kl›¤a kavuflturmamyerinde olur: Bu yaz›da amac›m, paleolitik kabilelerin bilgisine yenidenkavuflmak için cahilli¤e geri dönüflü önermek de¤il. Yitirmifl olabilece¤i-miz her fleye hay›flan›yorum, ama kazan›mlar›n yitimleri aflt›¤›n› aslaunutmuyorum. Anlamaya çal›flt›¤›m fley, bugün neler yapabilece¤imiz.

‹talyan olarak, yani onu anlamaya çal›flan kifliyi sürekli olarak düflk›r›kl›¤›na u¤ratan bir ülkenin yazar› olarak, dünyayla iliflkilerimde oldu-¤u kadar dille iliflkilerimde de özel güçlüklerle karfl›laflt›¤›m› an›msat-mak zorunday›m. ‹talya, birçok gizemli öykünün gerçekleflti¤i bir ülke-dir; bu öyküler her gün enine boyuna tart›fl›l›p yorumlan›r, ama asla çö-züme kavuflturulmaz. ‹talya, her olay›n gizli bir komployu bar›nd›rd›¤›,komplonun gizli oldu¤u ve gizli kald›¤›; bafllang›c›n› bilmedi¤imiz içinhiçbir öykünün sona ulaflmad›¤›, ama bafllang›ç ile son aras›nda sonsuzayr›nt›lar›n tad›n› ç›karabilece¤imiz bir ülkedir. ‹talya, toplumun çokh›zl›, hangi yöne do¤ru hareket etti¤imizi bilemeyece¤imiz kadar h›zl›de¤iflimler yaflad›¤› – göreneklerde, davran›fllarda da – bir ülkedir ve heryeni olgu, yak›nmalar 盤›n›n, yozlaflma ve felaket 盤›rtkanl›klar›n›n yada hoflnut aç›klamalar›n (geleneksel becerimizden ötürü: her iflin üste-sinden gelir, yolumuza devam ederiz) alt›nda ezilip yok olur.

Bu yüzden, anlatabilece¤imiz öykülerin, bir yandan bilinmezlikduygusunca, öte yandan bir kurgu, net olarak çizilmifl çizgiler, uyum vegeometri gereksinmesince belirlenmifl nitelikleri vard›r; ayaklar›m›z›n

21

alt›nda kay›p gitti¤ini hissetti¤imiz kumlara tepki verme yöntemimiz bu-dur.

Dile gelince, dil bir tür vebaya tutulmufltur. ‹talyanca giderek dahasoyut, yapay, anlamca belirsiz bir dil haline geliyor; en basit fleyler aslado¤rudan söylenmiyor, somut adlar giderek daha seyrek kullan›l›yor. Busalg›n önce siyasetçileri, bürokratlar›, entelektüelleri etkisi alt›na ald›,sonra genellik kazand›, giderek siyasal ve entelektüel bilinci olan dahagenifl kitlelere yay›ld›. Yazar›n görevi, bu vebayla savaflmak, dolays›z vesomut dili yaflatmakt›r; ama sorun flu: Düne kadar yazarlar›n baflvurabi-lece¤i canl› kaynak olan gündelik dil, art›k bu bulafl›c› salg›ndan kaçam›-yor.

K›sacas›, kan›mca, biz ‹talyanlar roman yazma konusundaki güncelgüçlü¤ümüz ile dil ve dünya üzerine genel düflünceler aras›nda ba¤lant›kurmak için ideal konumda bulunuyoruz.

Yüzy›l›m›z›n kültüründe önemli bir uluslararas› e¤ilim – felsefedefenomenolojik yaklafl›m, edebiyatta ise yabanc›laflt›rma etkisi ad›n› vere-bilece¤imiz e¤ilim – bizi sözlerle kavramlar perdesini y›rtmaya ve dünya-y› gözlerimizin önünde ilk kez beliriyormufl gibi görmeye zorluyor. Pekâ-lâ, flimdi zihnimi boflaltmay› ve görünüme daha önceki her tür kültürelö¤eden ar›nm›fl bir bak›flla bakmay› deneyece¤im. Olan ne? Yaflam›m›zokumaya göre programlanm›fl ve görünümü, çay›rlar›, denizin dalgalar›-n› okumaya çal›flt›¤›m› fark ediyorum. Bu programlanm›fll›k, gözlerimi-zin soldan sa¤a, sonra yeniden sola biraz daha afla¤›ya, vb. içgüdüsel ya-tay bir hareketi izlemek zorunda olduklar› anlam›na gelmez. (Do¤al ola-rak, Bat› sayfalar›n› okumak için programlanm›fl gözlerden söz ediyo-rum; Japon gözler, düfley bir program kullan›rlar). Okumak, optik biral›flt›rma olmaktan çok, zihni ve gözleri ayn› anda iflin içine sokan bir sü-reçtir, bir soyutlama sürecidir, daha do¤rusu soyut ifllemlerden bir so-mutlu¤un ç›kar›lmas›d›r: Ay›rt edici iflaretleri tan›mak, gördü¤ümüz herfleyi en küçük ö¤elere ay›rmak, bunlar› anlaml› parçalar halinde yenidenbir araya getirmek, çevremizde düzenlilikler, farkl›l›klar, yinelemeler, te-killikler, yerde¤ifltirmeler, afl›r›l›klar keflfetmek gibi.

Dünya ile kitab› karfl›laflt›rman›n Ortaça¤ ve Rönesans’tan bugüneuzanan uzun bir tarihi vard›r. Dünyan›n kitab› hangi dilde yaz›lm›flt›r?Galileo’ya göre, matematik ve geometrinin diliyle, mutlak kesinli¤i olanbir dille yaz›lm›flt›r. Bu flekilde mi okuyabiliriz bugünün dünyas›n›? Bel-ki evet, afl›r› derecede uzak olan fleyler söz konusu ise: Galaksiler, kuva-zarlar, süpernovalar. Ama gündelik dünyam›z söz konusu olunca, dahaçok bir diller mozai¤iyle yaz›lm›fl gibi görünüyor bize: Duvar yaz›lar›yla,üst üste çiziktirilmifl yaz›larla kapl› bir duvar, parflömeni birçok kez sili-nip yeniden yaz›lm›fl bir palimpsest, bir Schwitters kolaj› gibi, alfabeler,

22

farkl› kaynaklardan al›nt›lar, uzmanl›k terimleri, bilgisayar ekran›ndagördü¤ümüz türden k›p›r k›p›r harfler katmanlaflmas› gibi.

Ulaflmaya çal›flmam›z gereken, dünyan›n bu diline bir öykünme mi?Yüzy›l›m›z›n en önemli yazarlar›ndan baz›lar› bunu yapm›fllard›r: EzraPound’un Kantolar’›nda, Joyce’da ya da hep her ayr›nt› ile bütün evrenaras›nda ba¤lant› kurma saplant›s›na kendini kapt›ran Gadda’n›n bafl-döndürücü baz› sayfalar›nda bunun örneklerini bulabiliriz.

Ama öykünme gerçekten de do¤ru yol olacak m›d›r? Yaz›l› dünya ileyaz›l› olmayan dünya aras›ndaki ba¤daflt›r›lamaz karfl›tl›ktan yola ç›km›fl-t›m; bu iki dünyan›n dilleri kaynaflacak olursa, ak›l yürütmem çöker. Biryazar için gerçek meydan okuma, bir sanr› duygusu yaratacak kadar say-dam görünen bir dil kullanarak, durumumuzun girift kördü¤ümü üzeri-ne konuflmakt›r, Kafka’n›n yapmay› baflard›¤› gibi.

Belki de, dil ile dünya aras›ndaki iliflkiyi yenilemeye yönelik ilk ifl-lem, en basit olan›d›r: Dikkatimizi herhangi bir nesneye, en s›radan vebildik nesneye vermek ve onu evrenin en yeni ve en ilginç fleyiymifl gibien ince ayr›nt›lar›yla betimlemek.

Yüzy›l›m›z›n fliirinden ç›karabilece¤imiz derslerden biri, ayr›nt›yayönelik bütün dikkatimizi, bütün sevgimizi insana özgü her imgeden sonderece uzak olan bir fleye yat›rmakt›r: Gerçeklik duygumuzu, ahlak anla-y›fl›m›z›, benli¤imizi alg›layabilece¤imiz bir nesne, bitki ya da hayvana –William Carlos Williams’›n bir siklamenle, Marianne Moore’un bir noti-lusla, Eugenio Montale’nin bir y›lanbal›¤›yla yapt›¤› gibi.

Fransa’da, Francis Ponge bir sabun parças› ya da bir kömür parças›gibi iddias›z nesneler üzerine düzyaz› fliirler yazmaya bafllad›¤›ndan beri,“kendinde fley” sorunu, Sartre ve Camus arac›l›¤›yla, yaz›nsal aray›fl›nay›rt edici özelli¤i olmaya devam etti ve en uç anlat›m›na Robbe-Gril-let’nin bir çeyrek domatesi betimlemesiyle ulaflt›. Ama son sözün henüzsöylenmemifl oldu¤u kan›s›nday›m. Yak›nlarda, Almanya’da, PeterHandke bütünüyle görünümlere dayal› bir roman yazd›. ‹talya’da da, gör-sel yaklafl›m, okudu¤um en yeni yazarlar›n baz›lar›ndaki ortak ö¤e.

Betimlemelere olan ilgim, son kitab›m Palomar ’›n birçok betimle-me içermesinden de kaynaklan›yor. Yapmaya çal›flt›¤›m fley, betimleme-nin öykü haline gelmesi, gene de betimleme olarak kalmas›. Bu k›sa an-lat›lar›mdan her birinde, bir kifli yaln›zca gördükleri temelinde düflünü-yor ve baflka yollardan ona ulaflan her tür düflünceye kuflkuyla bak›yor.Bu kitab› yazarken sorunum, asla gözlemci denen kiflilerden biri olmay›-fl›md›. Bu yüzden, yapmam gereken ilk ifllem, dikkatimi herhangi bir fleyüzerinde yo¤unlaflt›rmak, sonra bunu betimlemekti, daha do¤rusu iki fle-yi ayn› anda yapmakt›; gözlemci bir kifli olmad›¤›m için, sözgelimi hayva-

23

nat bahçesinde bir iguanay› gözlemledi¤imde, gördü¤üm her fleyi hemenk⤛da geçirmezsem, unutuyordum.

Yazd›¤›m ve yazmay› düflündü¤üm kitaplar›n büyük bir bölümü-nün, öyle bir kitab› yazman›n bana olanaks›z görünmesi fikrinden do¤-du¤unu söylemeliyim. Belli tür bir kitab›n mizac›m› ve teknik becerileri-mi tamamen aflt›¤›na kesin kanaat getirdi¤imde, yaz› masama oturur, okitab› yazmaya koyulurum.

Bir K›fl Gecesi E¤er Bir Yolcu roman›mda da böyle oldu: Asla yaz-mayaca¤›m türden romanlar›n hepsini hayal ederek ifle bafllad›m; sonraonlar› yazmay›, kendi içimde on farkl›, düflsel romanc›n›n yarat›c› ener-jisini canland›rmay› denedim.

fiu s›ralar yazmakta oldu¤um bir baflka kitap, befl duyudan söz edi-yor, ça¤dafl insana bu duyular›n kullan›m›n› yitirdi¤ini göstermek için.Bu kitab› yazarken, sorunum flu: Koku alma duyum çok geliflmifl de¤il-dir, keskin bir iflitme duyusundan yoksunum, a¤z›n›n tad›n› bilen biriside¤ilim, dokunma duyarl›¤›m kesinlikten uzakt›r ve uza¤› göremem. Beflduyudan her biri için, bir duyumlar ve ince ayr›mlar yelpazesine egemenolmam› sa¤layacak bir çaba göstermek zorunday›m. Baflarabilecek miyimbilmiyorum, ama öteki durumlarda oldu¤u gibi bu durumda da amac›m,ortaya bir kitap ç›karmaktan çok, kendimi de¤ifltirmek: Kan›mca, her in-sani giriflimin amac› olmas› gereken bir amaç bu.

Siz itiraz edip, sonuna kadar ele geçirilmifl, gerçek bir deneyimi ak-taran kitaplar› ye¤ledi¤inizi söyleyebilirsiniz. Ben de öyle. Ama kendi de-neyimimde, beni yazmaya iten, bilmek ve ele geçirmek istedi¤imiz bir fle-yin yoklu¤uyla, elimizden kay›p giden bir fleyle ba¤lant›l›d›r her zaman.Bu tür itkiyi iyi bildi¤im için, bana öyle geliyor ki, sesleri bize mutlak birdeneyimin doru¤undan ulafl›yor gibi görünen büyük yazarlarda da bu it-kiyi görebiliriz. Onlar›n bize aktard›klar›, ulafl›lm›fl deneyim duygusun-dan çok, deneyime yaklafl›m duygusudur; onlar›n s›rr›, arzunun gücünübozulmadan korumay› bilmeleridir.

Bir bak›ma, her zaman bilmedi¤imiz bir fley hakk›nda yazd›¤›m›zkan›s›nday›m; yaz›l› olmayan dünyaya bizim arac›l›¤›m›zla kendini dilegetirme olana¤›n› vermek için yaz›yoruz. Dikkatim, yaz›l› sat›rlar›n flafl-maz düzeninden uzaklafl›p hiçbir tümcenin içeremeyece¤i ya da bütü-nüyle kapsayamayaca¤› hareketli karmafl›kl›¤› izlemeye bafllad›¤› an, söz-cüklerin öteki yan›nda, sessizlikten ç›kmaya, dil arac›l›¤›yla imlemeye ça-l›flan bir fleylerin – bir hapishane duvar›na belli aral›klarla vuruldu¤undaoldu¤u gibi – var oldu¤unu anlamaya yak›n hissediyorum kendimi.

24

TÜRKÇE’N‹N D‹L‹ OLSASemih Gümüfl

Dilin dili olsa, denir, dil için kayg›lananlar›n gerçe¤e dönüflmesinibekledi¤i metaforlar içinde; ama günlük hayat içindeki p›s›r›k görünüflü-ne karfl›n, dilin yaz›nsal metin içinde benli¤ini koruma güdüsü her za-man sa¤lamd›r. D›flar›da her türlü etkiye aç›k kal›fl› yüzünden yaflad›¤›savrulmalar, içeride kiflilikli bir duruflla hiç y›pranmadan gelece¤e mey-dan okuyan tavr› karfl›s›nda sönümlenip gider.

Belki dil hep bu sözler içinde dile geldi¤i kadar serinkanl› de¤ildir;özellikle son yirmi y›ldan beri Türkçenin karfl› karfl›ya bulundu¤u zor,oyunu bozacaklar›n› düflünenler için uygun bir anahtar gibi. Dilin sokak-ta ve televizyonda kirlendi¤i yads›namaz: bunun tam ad› kirlenme’dir el-bette.

Hiç kuflku yok ki dilin bu iki iktidar oda¤›na karfl› dayanmas› çokzor. Sokak, kendine yetmeyen, ama dil gibi sonunda kültürün parças›olarak al›nmas› gereken bir kurum karfl›s›nda iktidar rolünü hem de hoy-ratça oynayabilir. Kendi dizginlenemez kargaflas›n› dile de oldu¤u gibiyans›t›r. Televizyonsa bambaflka; ona da dilin dayanmas› gitgide zorlafl›-yor. Siz tek bir a¤›zdan konuflup yazarken o milyonlarca a¤›z dolusu gü-rültü ç›kar›yor.

Ne ki, bu büyük çat›flma dünyalar› da birbirinden bir daha birleflme-si neredeyse olanaks›z biçimde ay›r›yor. Bir gün televizyon adam olurmu, diye düflünülebilir, ama bunun için flimdiden ümit beslemenin yara-r› yok. Soka¤a egemen olan dil de soka¤› yaratan etkenlerdendir ki, de-¤ifltirilmesi neredeyse olanaks›z.

Gene de yaz›l› kültürün dilin as›l yarat›c›s› oluflu gelecekle ilgili ta-sar›mlar›n büsbütün suya düflmesini önlüyor. Az›nl›¤›n gücünü en etkingösterdi¤i hayat alanlar›ndan biri, dilin yaz›l› kültür içinde tafl›d›¤› bü-yük gizilgüçtür. Özgürce kullan›lmas› gerçek bir güvencedir. Nitelikli dü-flüncenin ayr›ca edebiyat›n içinde yarat›c›l›kla birleflmesi, dilin toplumsalhayatta en çok sayg› gösterilen kurumlardan biri olmas›na yol açar. Buniteli¤ini güçlü biçimde kullanmas›n›n koflullar› aras›nda, dilin kendi tu-tarl›¤›na sahip ç›kmas›, bunun için de kendi ilkelerine göre geliflmesi ön-celik al›r.

Türkçenin niteli¤ini en güçlü kulland›¤›, tutarl›¤›na en çok sahipç›kt›¤›, ilkelerini en çok korudu¤u yer, yaz›nsal dil ve elbette Türkçenindo¤ru kullan›ld›¤› yaz›nsal yap›tlard›r. Yazar›n ve okurun ortaklafla eyle-

25

minin karfl›l›¤›n› en çok buldu¤u yerdir edebiyat. Bu anlay›fl›n bugününyazar›’›nda tam anlam›yla bulundu¤unu söylemek o denli kolay de¤il.

Bugünün yazar›, önce Türkçenin bir edebiyat dili olarak yeterli ol-mad›¤›na – daha do¤rusu, kendine yetmedi¤ine – inan›yor. Bu düflünce,ç›k›fl noktas›na bakarak sayg› duyulacak bir yarg› olmal›d›r asl›nda. Yaza-r›n kulland›¤› dilin, imge dünyas›n›n, ayr›nt›lara iflleyen gözlemlerininöteki yazarlara göre zenginli¤ini gösterir. Aranan kan›n yaz›nsal yaz›n›ndamarlar›nda oldu¤u düflünülüyorsa, bunlar do¤ru. Gelin görün ki,Türkçenin yetersizli¤ine duyulan inançlar›n kayna¤› düflünsel; düflünseloldu¤u için edebiyat›n içinde olup olmad›¤› belirsiz kal›yor. D›flar›da yü-rüyen tart›flmalar, kültürün vurucu güçleri aras›nda bulunan dilin kötü-ye kullan›lmas›n› kolaylaflt›r›yor.

Sonunda nas›l toplumlar›n birbirlerinden farkl› dilleri varsa, yazar-lar›n da kendi özgün altdilleri vard›r. Dolay›s›yla her yazar kendi diliniyazar ve herhangi bir bireyin topluma ba¤l› oldu¤undan çok daha s›kba¤larla edebiyata ba¤l›d›r. Dolay›s›yla, yazar›n dili, önünde olmasa dasonunda, o edebiyat›n parças› olarak kal›r.

Türkçe ayn› kökten gelip her yazar›n özgün dili olarak ayr› filizlervermifltir. Dolay›s›yla siz Türkçeyi kullan›yorsan›z, öteki yazarlarla ayn›dili paylafl›yorsunuz. Onu kötüye kullanman›z, dönüp dolafl›p öteki ya-zarlara da olumsuz biçimde yans›yacakt›r.

Osmanl›ca merak›n› anl›yorum, ama sonuçlar›na bak›nca, bu mera-k›n pek iyiye kullan›ld›¤› söylenemez. Yaflça ve baflça Osmanl›cayla içlid›fll› olmas› flafl›rt›c› say›labilecek kimi yeni yazarlar, Türkçeye yap›flt›r-d›klar› Arapça ve Farsça sözcüklerle asl›nda bir biçem büyüsü yaratmayaçal›fl›yor. Gerçekten de buna dil de¤il de, biçem demek daha do¤ru. So-nunda yeni Türkçenin yap›s›na ba¤l›d›rlar, onu yads›mak için ç›lg›n ol-mak gerekir, ama kanavas› Türkçe, ipli¤i Arapça ve Farsça dokumadakiarabesk seçimler de hofllar›na gidiyor. Bu dil k›rmad›r, arabesktir; kendiolamayaca¤› da en az›ndan üstünde adamak›ll› durulan son yirmi y›l için-de belli olmufltur.

Bir de kand›rmaca var: Eski Türkçeye dönüfl, zorunluluk olarakaç›klan›yor – demek ki anlamd›r aranan. Türkçenin sözcük da¤ar›ylakarfl›lanmas› olanaks›z anlamlar›n Arapça ve Farsça sözcüklerle zengin-lefltirilmesi amaçlan›yor. Elbette bir dil, hem de yarat›c› yazarlar›n arad›-¤› zenginli¤i, dolay›s›yla sözcük say›s›nda neredeyse sonsuz çoklu¤u ge-reksinebilir. Ama Osmanl›ca düflkünlü¤ünün anlamdan m›, biçimdenmi; dilden mi, biçemden mi kaynakland›¤›n› sorgulamak gerekir. Çünkümazrufa de¤il de zarfa bak›p okurun geliflmemifl duyarl›klar›n› yakalamaçabas›, eski Türkçenin gözde olmas›n›n bafll›ca nedeni olarak görünüyor.Yoksa bir dil yaln›zca kök adlardan oluflmaz; sözgelimi son eklerle zen-

26

ginleflen pek çok ad› da tafl›r ve üretir ve Türkçe olanaklar› bu düzeydede zengin bir dildir ki, onun zenginlefltirilmesi çabas› yarat›c› yazarlar›da yak›ndan ilgilendirir.

Türkçeye öteki dillerden tek bir sözcük bile girmesine bütün bütünekarfl› ç›k›p ar› bir Türkçe savunmakla yeni Türkçenin güzelli¤ini koru-mak birbirinden apayr› iki tutumdur ki, bunu her zaman belirtmek gere-kiyor. Demek ki as›l olan Türkçenin güzel kullan›lmas›d›r; sesi (sesli oku-man›n ay›rt edici yerini hiçbir ölçü tutmaz), solu¤u, biçimiyle su gibi akanbir dil ve biçem yaratmakt›r yazar›n yükü. Osmanl›ca buna karfl›l›k vere-memiflse kimin sorunudur? Nas›l karfl›l›k veremedi¤ini anlamak için oku-may› önermekten baflka çare var m›? Oktay Rifat, Behçet Necatigil, Tur-gut Uyar, Melih Cevdet Anday, Da¤larca, Cahit Külebi, Sabahattin KudretAksal, ‹lhan Berk, Cemal Süreya, Edip Cansever okuduktan sonra Türk-çenin yetersiz olup olmad›¤›na karar vermek daha do¤ru olmaz m›?

Günümüzden 400 y›l önce, ayn› yüzy›lda yaflam›fl Bâki ile Pir SultanAbdal’›n afla¤›daki iki fliiri aras›ndaki fark yeni Türkçe ile sorunlar› olanyeni yazarlara sorulabilir. Bu soru da anlams›zsa, karfl›l›kl› konuflman›nanlam› zorlafl›r.

BÂK‹

GAZEL

Nâm ü niflâne kalmad› fasl›-› bahârdanDüfltü çemende berk-› diraht itibârdan

Eflçâr-› ba¤ h›rka-› tecride girdilerBâd-› hazan çemende el ald› çenârdan

Her yaneden aya¤›na altun akar gelürEflçar-› b⤠himet umar Cûybârdan

P‹R SULTAN ABDAL

Yürü bre H›z›r PaflaSenin de çark›n k›r›l›rGüvendi¤in padiflah›nO da bir gün devrilir

fiah› sevmek suç mu bizeKem bildirdin beni Han’aCan için yalvarmam sanafiehinflah bana dar›l›r

27

Ali Püsküllüo¤lu

TEK BAfiINA UÇAN B‹R KUfiA

Neden seviyorum gökyüzünü? Çünkü saçma sapan.Bir bakars›n bulutsuz, masmavibir bakars›n surats›z. Ama her zamansaçma sapand›r gökyüzü.

Gördün mü tek bafl›na uçan kuflugökyüzünde. Göçen bir obay›, da¤ yolunda.Az kullan›lan bir keçiyoluaz kullan›lan bir yaflam yani.

Kendine gülmezsen kime güleceksin ey kufl!Kendine güvenmezsen kime!Ba¤›r›yorum kufla, tek bafl›na uçan,hüznün karfl›t› nefle mi sence!

Sonsuz mutluluk yokturdiyor o bilge. (Olsa da b›kars›n.)Nereye gitti¤ini bilmezsenoraya ulaflt›¤›n› da bilemezsin.

Özlersin, dünden daha çok ve yar›ndan daha az, geçmifl orada, elini uzatsan tutars›n.Ama hiç de öyle de¤il, inan banab›rak geçmifl geçmiflte kals›n.

Leylaklar bol bu yaz, soka¤› tutmufl kokusuyladiyor o bilge. A¤la birazmutluluk yok mu gözyafllar›nda?

28

Refik Durbafl

GAMZE

Gençli¤inde sevdi¤in genç k›zlar›nne an›lar gizlidir gamzesindefiair, çözebildin mi s›rr›n›?

Bu yüzden mi bir seraba kay›tl›o günler ömrünün gamzesi?

Bir bunun için, bunun için mian›lar›nla yafllanmak istiyorsun?

YAD‹GÂR

Yollar ve yolculuklar ileavuttun ve aldatt›n kendinifiair, an›lar›ndan baflkane kald› ömrüne yadigâr

Hani sevgilin idi rûzigâr

BAHÇE

Nice aflklar›n depreminden,sel felaketinden, yang›n›ndan,afetinden sak›nd›n da ömrünüfiair, çocuklu¤unun hangi bahçesinegömdün ilk aflk›n›n an›lar›n›?

Hangi sevgilin bilecek, ihtiyarve bahtiyar ça¤›nda flimdio aflk›n aç›k ve gizli anlam›n›?

O bahçede diken kimdi, gül kimavut avutabilirsen art›k an›lar›n›

29

Süreyya Berfe

fi‹‹R ÇALIfiMALARI

Hayattan bir fley beklemiyorum.Ya¤mur bulutlar›n›nk›fl güneflini b›rakmas›n› bekliyorum.

*

Seviflmenin istedi¤i kadarayd›nl›k isteyen ne var?

*

Rüzgâr›n da kalbini okflaryak›n ve uzak, yak›nuzakbütün y›ld›zlar.

*

‹nsanlar gibi de¤ilotlar gibi titrerimher k›fl.

*

fiöyle bir uzanay›m, dedim.Her yan›m‹skele günefli.

*

Tad› kaybolmaya yüz tutmuflserin köy suyu gibisin.

*

Küçük, kapal› enginar›ngün do¤madan önceki›slakl›¤›n› terle.

30

‹K‹ NOKTA ÜST ÜSTECemil Kavukçu

“Köflede ineyim.”Buyurgan, küçümseyen bir biçimde söylemiflti bunu. Daha taksiye

bindi¤inde, adresi verdi¤inde, dikiz aynas›ndaki top namlusu gibi iki si-yah gözle bak›fllar› karfl›laflt›¤›nda inmek istemifl, bir gerekçe bulamad›¤›için de oturdu¤u yerde kala kalm›flt›. Sürücünün aynadan kaçamak ba-k›fllar att›¤›n› hissediyor, ama bakm›yordu. Nerde cins bir taksici varsaona rastl›yordu. Anadolu’nun ba¤r›ndan kopmufl bu yi¤it delikanl›, ara-bas›na binen her kad›n müflteriye ifl ç›kar umuduyla m› bak›yordu? Bu-nun gibi kendini bir bok sananlardan her fley beklenirdi. Aç›kça, “Seninderdin ne?” diye sorsa tutulup kalacakt› salak herif. ‹lk tuzak soru geldibile:

“Müzik rahats›z ediyor mu?” “Hay›r,” dedi. Sesi sert ve buyurgan ç›km›flt›. Allahtan ‘abla’ deme-

miflti de biraz daha gerilmesine neden olmam›flt›. “Abla” deyip y›l›flsay-d›, hemen “sa¤a çek” diyecekti. ‹nerken de kap›y› sertçe çarp›p “Abla se-nin anand›r,” diye ba¤›racakt›. Bu tür düzeysiz konuflmalardan nefreteder. Hele bu akflam… Dinledi¤i abuk sabuk müzi¤in arka koltukta otu-ran müflteriyi rahats›z etmedi¤ini ö¤renmesine karfl›n radyonun sesinibiraz k›sm›flt›. Yaranmaya çal›fl›yor. Herifte hâlâ bir umut var. Trafi¤inen yo¤un oldu¤u saatler. Ad›m ad›m ilerliyorlar. Taksinin cam›ndan, t›-kan›p kald›klar› ›fl›l ›fl›l caddeye, birlikte durup birlikte ilerledikleri oto-mobilin arka koltu¤unda oturan saçlar› sar›ya boyal› fliflman kad›na bak›-yor. Hiçbir fleyden hoflnut olmayan ve olmayacak olan, paras›yla konuflantapon bir kar›. Böylelerine de kul köle olan erkek müsveddeleri vard›r…‹fl parada biter. Gücün varsa, istedi¤in kadar börek kar› ol, tornavida gi-bi yirmi befllik gençleri çevrende pervane edersin… O kar›ya kur yapsa-na, diyor sürücüye, bak tam sana göre. Sürücüden yeni bir ‘münasebet-sizlik’:

“Keflke yukar›dan gitseydik, bu saatlerde buras› t›kan›yor.” Gitseydin, diye düflünüyor, sordun da, gitme diyen mi oldu. Cam-

dan bakmay› sürdürüyor. Ne gündü Tanr›m! diyor içinden, ne gündü!Ne san›yordu kendini o muflmula suratl› kar›! Yazarsan, yazars›n. Kita-b›n hakk›nda iki üç yaz› ç›kt›, haftal›k bir dergide abuk sabuk bir röpor-taj›n ve dü¤üne giden mahalle kar›lar› gibi giyinip pozlar verdi¤in o i¤-renç foto¤raflar›n yay›nland› diye kendini ne san›yorsun. Gücün var ta-

31

bii, bas›n› ve televizyonu arkana alman çocuk oyunca¤› senin için. Ümitde sinir olmufltu kar›ya, “fiekerci¤im,” demiflti, “ondan tek bir sat›r bileokumad›¤›m›, nefret etti¤imi sen de biliyorsun, ama emir büyük yerden,zilliyi ‘haftan›n yazar›’ yapmak zorunday›z.” Genelde kar›flmazlar, istedi-¤in sanatç›yla söylefli yap derler ama arada böyle saplamalar da ç›kar iflte.Yay›nevi medya iliflkileri. Kad›n yazar›m›z, moda oldu¤u üzere Cihan-gir’de, komik bir evde oturuyor. Asl›nda komik de¤il de rezil bir ev. Kü-çük salon t›k›fl t›k›fl eflya dolu. Bit pazar›ndan al›nm›fl “antik” bir büfe,ahflap heykeller, masklar, sevgilisiyle düzüfltü¤ü duruflundan belli olanuzun bir koltuk-kanepe, yerde eski bir kilim. Çal›flma odas›n›n yapay da-¤›n›kl›¤›. ‘Kusura bakmay›n, do¤al olsun diye özellikle toplamad›m,’ di-yen ve hiç de do¤al olmayan sesi... Saçlar yap›l›, yüzünde belli belirsiz birmakyaj ve yapay bir “sempati gülücü¤ü”. Özellikle da¤›t›p bu havay› ver-dim demiyor da, özellikle toplamad›¤›n› söylüyor... Hele çal›flma masas›.Darmaduman. A¤›r ve korkunç bir roman üzerinde çal›flt›¤›n› gösterenk⤛t y›¤›n›, notlar, dergiler. Bilgisayar› da aç›k.

Fatih de tam gününü buldu. Ne konuflacaklar ki? Dön, diyecek. Is-rar edecek. Sensiz yapam›yorum, diyecek. Off. Bu konuyu kaç kez ko-nufltular, olmuyor iflte, yürütemiyorlar. Fatih, sorunlar› çözmekten de¤il,ertelemekten yana. Onun edilgen tavr›, iliflkinin yürümesi için süreklikendinden bir fleyler vermesi, karfl›s›nda ezilmesi, en çok da ona güven-memesi deli ediyor Ceyda’y›. Bu iliflkiyi tafl›yamayaca¤›n›, çok yoruldu¤u-nu aylar önce anlam›flt› ama önceleri kendine bile itiraf edememiflti. Fa-tih, onu yormakla kalm›yor, tüketiyordu da. “Sana de¤il, çevrendeki in-sanlara güvenmiyorum,” diyordu. Bu ne demekti? Nas›l bir mant›kt› bu?Bir süre ayr› kalal›m, dedi¤inde ihanete u¤ram›flças›na y›k›lm›fl, demedi-¤ini b›rakmam›flt›. Oysa biri yoktu, onunla oldu¤u süre içinde de kimseolmam›flt›. Bu kuflkuyla kendini yedi bitirdi Fatih. Ama art›k vard›. ‹kiayd›r hayat›na baflka biri girmiflti. Bugün söyleyecekti Fatih’e. Art›k ger-çe¤i görmeliydi.

Ömer’le olan iliflkisi Fatih’le oldu¤u gibi tutkulu ve yak›c› de¤il.Hatta olabildi¤ince s›radan. Seviflmeleri de coflkusuz, neredeyse ‘görev’s›n›r›nda. Konuflkan biri de¤il Ömer. Neden birlikte olduklar›n› bile bil-miyor Ceyda. Bunu düflünmüyor, irdelemiyor. Onu sevip sevmedi¤indende emin de¤il. Fatih bunu ö¤renince çok üzülecek, can› yanacak, biliyor.Ama art›k bilmesi gerek. Onun son zamanlardaki görüflme isteklerinehep bir engel ç›karm›flt›, telefonla arad›¤›nda mesafeli konuflmufltu. Hâ-lâ anlam›yordu. Bu akflam o kadar ›srar etmiflti ki, Ceyda da buluflup herfleyi aç›klamaya karar vermiflti.

32

“‹nebilir miyim?”Sa¤ kald›r›ma yanafl›p durdu taksi.“Buyurun.”Cüzdan›n› kar›flt›rd›, bozuk paras› yok.“Elli lira bozabilir misiniz?”“Bozar›z.”Paras›n›n üstünü ald›, saymadan cüzdan›na koydu. Üflürsem giye-

rim diye yan›na ald›¤› montunu giydi. Yan›ndan geçen üstü bafl› dökülengençlerden biri lâf att›. Ötekiler güldü. Allah belân›z› versin, dedi için-den. Sigaras›n›n yetmeyece¤ini düflünerek karfl›s›na ç›kan ilk büfeye gir-di. Sigara paketi kadar bir ekrandan maç izleyen adam, ticaretin T’sin-den bile anlamayan bu sefil yarat›k bafl›n› kald›r›p bakmad› bile.

“Pardon,” dedi. Asl›nda ç›k›p gitmeliydi, sigara al›nacak yer mi yok-tu. ‹nsan bazen tutulup kal›yordu. Bu akflamki buluflmada oldu¤u gibi.Ne gere¤i vard› oysa, ‘konuflacak hiçbir fley yok’ diyebilirdi, telefonu yü-züne kapatabilirdi. Hiçbirini yapamam›flt›. Birlikte yaflad›klar›n› kirlet-meden korumak istiyordu. Fatih’in de Allah belâs›n› versindi.

“Buyurun efendim.”Seslenen iyi giyimli bir kad›n, onun al›flk›n olmad›¤› müflterilerin

d›fl›nda biri ya, k›r›l›p dökülecek.“Bir Malboro layt,” dedi sertçe. Sat›c›yla göz göze gelmemek için de

çantas›ndan ç›kard›¤› cüzdan›na yöneltti bak›fllar›n›.Sigaras›n› ve paras›n›n üstünü al›p sertçe ç›kt› büfeden. Fatih’le bu-

luflacaklar› Kaktüs’e do¤ru yürüdü.

‹çeri girdi¤inde Fatih, küçük yuvarlak masalardan birinde oturuyor-du. Bira barda¤› yar›land›¤›na göre geleli epey olmufltu. Yorgun ve üzgüngörünüyordu, yani her zamanki gibi. Ceyda’y› görünce aya¤a kalkt›, yü-züne hüzünlü bir gülümseme yay›lm›flt›. Tokalaflt›lar.

“Trafik yo¤undu, biraz geciktim.”“Önemli de¤il, ben de yeni geldim say›l›r.”Ceyda bira barda¤›na kaçamak bir bak›fl att›. Fatih biray› çay gibi,

yudum yudum içerdi.“‹çersi s›cakm›fl.”“Montunu ç›kar, d›flar›da üflürsün.”Ceyda elinde olmadan gülümsedi. Montunu ç›kar›p sandalyesinin

arkas›na ast›. Her zaman flakalaflt›klar› sevimli garson gülümseyerek on-lara bakt›.

“Bira?” dedi Fatih.“Ben bir kahve alay›m.”

33

“Sütsüz ve flekersiz?” deyip hafifçe boynunu büktü garson. “Evet.”Masadaki s›k›nt›l› ve hafif gergin durumu sezen garson onlar› selam-

layarak uzaklaflt›.Biray› çok seven Ceyda bu saatte kolay kolay kahve içmezdi. Can›-

n›n s›kk›n oldu¤unu hemen anlad› Fatih. Üstelemedi. Biras›ndan bir yu-dum içti. Ceyda çantas›n› aç›p sigara paketini ç›karm›flt›. Fatih çakma¤›-na davrand›. Sigaras› yan›nca resmi bir biçimde ‘sa¤ol’ dedi.

“Nas›ls›n?”Ceyda, ‘ne olsun’ dercesine omuzlar›n› kald›rd›.“Yorgun görünüyorsun.”“Yorgunum, hem de eflekler gibi yorgun. Bir haftad›r öyle bir tem-

poyla çal›fl›yoruz ki, can›m ç›k›yor.”Masaya kahve fincan›n› b›rakan garsona yapay bir biçimde gülümse-

yip teflekkür etti. Ard›ndan hemen as›k yüzlü tavr›n› tak›nd›.“Her fley, herkes üstüme geliyor ya. B›kt›m. Böyle giderse bu ifli b›-

rak›r›m.”Sigaras›n› küllükte söndürdü. Kahvesinden bir yudum ald›.“Sen nas›ls›n?”“Ben de yorgunum,” dedi Fatih.fiimdi konuya girecek, diye düflündü Ceyda. Oturufl biçimini de¤ifl-

tirdi. Duygusal söylemleri, ac›nd›rmalar›, boynu bükük ‘yetim’ bak›fllar›kald›racak durumda de¤ildi. Böyle buluflmalar›n da sonu gelmeliydi ar-t›k, bir anlam› yoktu. Baflka biri olsa çoktan kestirip atard› da, Fatih öy-le iyi, öyle duyarl› biriydi ki, yapam›yordu. Bu ifl bu akflam bitmeliydi. Ce-saret toplamak için derin bir nefes ald›.

Biten bira barda¤›n› garsona do¤ru kald›rd› Fatih. Göz göze gelmiflolmal›lar ki, terbiyelice gülümsedi. Fatih buydu iflte, herkesin karfl›s›ndaezikti.

“Eee,” dedi Ceyda en ac›mas›z tavr›n› tak›narak, “niye bulufltuk?”“Gidiyorum.”Hiç beklemedi¤i bir yan›tt› bu. fiafl›rd›. Gözlerini büyük büyük aça-

rak bakt› Fatih’e.“Nas›l yani?”Garson biray› getirip masaya b›rakt›.“Teflekkür ederim,” dedi kibarca. Masan›n üzerindeki paketten bir

sigara çekip yakt›.“Öyle iflte, gidiyorum.”Bir anda üstünlü¤ün kendine geçti¤ini görmüfltü Fatih. Biras›ndan

küçük bir yudum ald›.“Benden kurtuluyorsun art›k.”

34

“Saçmalama!”“Saçmalam›yorum, istedi¤in bu de¤il miydi?”“Yapma Fatih! Böyle bir fley istemedi¤imi biliyorsun.”“Ne istiyorsun o zaman?”“Dost ve arkadafl olarak kalmak istiyorum. Biz sevgili olamad›k Fa-

tih, saçma sapan k›skançl›klar›n bitirdi bizi. Ama arkadafl olabiliriz, dostolabiliriz.”

Biras›ndan büyük bir yudum ald› bu kez.“Art›k hiçbir fley olamay›z.”Bir süre konuflmad›lar. Ceyda yeni bir sigara yakt›. Kahvesine do-

kunmam›flt›.“Nereye gidiyorsun?”“Rusya’ya.”“Rusya’ya m›?” dedi. fiaflk›n flaflk›n Fatih’e bakt›. “Rusya da nere-

den ç›kt›?”“fiirket, Moskova’da flube açmay› düflünüyor. Fizibilite çal›flmalar›

için de beni görevlendirdiler.”“Ne kadar kalacaks›n?”“fiimdilik alt› ayl›¤›na gidiyorum. ‹fl olursa oradaki birimin bafl›nda

ben olaca¤›m. En az üç y›l Moskova’da kalaca¤›m.”Masaya bir sessizlik çöktü.“Alt› ay boyunca hiç gelmeyecek misin?”“Hay›r. ‹stanbul’dan uzaklaflmak istiyorum. Bu hava de¤iflimi bana

iyi gelecek.”“Kaç›yorsun yani.”“Senden mi?Ceyda yeni bir sigara yakt›. Bu soru, daha do¤rusu sorufl biçimi ca-

n›n› yakm›flt›. Oturdu¤undan beri Ömer konusuna nas›l girece¤ini düflü-nüyordu, ama art›k bu aç›klamaya gerek kalmam›flt›. Onu flimdi gerçek-ten kaybediyordu. ‹liflkileri bitmeseydi ondan bu kadar uzak kalmay› gö-ze alamaz, böyle bir görevi asla kabul etmezdi Fatih. Ama gidiyordu. ‹çis›zlad›. Elini Fatih’in elinin üstüne koydu.

“Bana k›rg›n m›s›n?”“Hay›r, neden olay›m ki! Bir fleylerin bitti¤ine bir türlü inanmak is-

temedim. O kadar ›srarc› davrand›m ki… As›l sen bana k›rg›n m›s›n?”“De¤ilim can›m. Ben kendime k›rg›n›m. Güçsüzüm, doyumsuzum,

h›rç›n›m… Kusura bakma. Gitmeden önce bir akflam Yakup’ta bal›k-rak›yapar›z de¤il mi?”

“Çok isterdim ama, zaman›m yok Ceyda.”“Nas›l yani? Hemen yar›n m› gidiyorsun?”“Yar›n de¤il de… Gerçekten zaman›m yok.”

35

“Anlad›m.”Ceyda’n›n bo¤az›na bir fleyler dü¤ümlenmiflti. A¤lamaktan korktu.“Kalkal›m m›?”“Kahven bitmemifl daha.”“Can›m istemiyor. Çok yorgunum, bir an önce eve gidip uzanmak

istiyorum.”Fatih hesab› ödedi. Kalkt›lar. Ceyda’n›n telefonuna mesaj uyar›s›

geldi. Ömer’den oldu¤unu hemen anlad› ama okumad›. ‹stiklal Caddesi’ne ç›kt›lar. “Bakars›n Moskova’ya ziyaretine gelirim.”Fatih gülümseyerek yüzüne bakt› Ceyda’n›n. Ne “gel” dedi, ne de

“gelme”.Taksim’e kadar konuflmadan yürüdüler.“Buradan bir taksiye atlay›p gideyim.”“Peki,” dedi Fatih. Ceyda’y› yanaklar›ndan öptü.“‹yi yolculuklar. Moskova’da baflar›lar. Kendine çok iyi bak.”“Sa¤ ol,” dedi Fatih. Taksi uzaklafl›rken el sallad›.Ceyda gözlerini yumup bafl›n› koltu¤a dayad›. Parmaklar›n› avuç iç-

lerine bast›r›p s›k›yordu. Yalanc›, diye m›r›ldand›, yalanc›! Hiçbir yeregitmiyorsun.

“Efendim?” dedi sürücü.“Sana demiyorum.”

36

Erdal Alova

LORCA’NIN KURfiUNA D‹Z‹L‹fi‹N‹ TAZM‹N

DördümüzdükZeytinli¤e giden kamyonda

Bir ö¤retmenHarfler, say›larla dolu akl›

‹ki bo¤a güreflçisiKanla dolu gözleriKumla dolu

Bitmemifl fliirlerle dolu yüre¤imAnnemin gözleriZakkumlardan bir dereyle dolu

Unuttu¤um zaman bütün dualar›Bin ateflböce¤i ya¤d› üstümeBirden serin bir nar duydum gö¤sümdeDökülürken gözlerimden ac› zeytinler

Anlad›m ki öldürülmüflüm

37

ÇEV‹R‹LER*Jean CocteauFrans›zca’dan çeviren: Ayfle Banu Karada¤

Trende. B‹R‹NC‹ ADAM: Saat kaç? ‹K‹NC‹ ADAM: Sal›. ÜÇÜNCÜADAM: Ben bu durakta inece¤im demek ki. Anlaflmak zordur.

Padova Hotel’de bir adam görevliye sorar: Giotto’lar›n1 bulundu¤uyeri bana tarif edebilir misiniz? Yan›t: Koridorun sonunda, sa¤da. Anlafl-mak zordur.

Dünya, günefle daha uzak olsayd›, güneflin bir gün kuruyarak kabukba¤lay›p ba¤layamayaca¤›n› bilemeyecekti; günefl de bizi baflka bir güneflolarak görecekti. Birbirlerini, atefl olmaks›z›n ›s›tacaklard›. Anlaflmakzordur.

Dillerin yap›tlar aras›na afl›lmaz duvarlar ördü¤ü dünyam›zda anlafl-mak daha da zordur. Bu duvarlar› aflarken yap›tlar polisimize yakalanma-mak üzere kendilerini gizlerler; duvar›n bu taraf›ndan t›rman›r ve ötekitaraf›na düflerler. Bu t›rman›fltan yararlanan yazarlar›n say›s› oldukça az-d›r.

Çeviri, bir evlilik olmakla yetinmez. Bir aflk evlili¤i olmal›d›r. Mal-larmé, Proust ve Gide’in bu flans› yakalad›klar› söylendi bana. Ben de Ril-ke’yle bu flans› yakal›yordum neredeyse. Ancak Rilke vefat etti. Orp-hée’yi (Orfe) çevirmeye bafllam›flt› oysa.

Yap›tlar›m›n öyle ç›lg›n çevirileri ortalarda dolafl›yor ki, çevirmeninbeni okuyup okumad›¤› sorgulan›r hale geliyor. Öyleyse, yabanc›lar›n bi-ze ya¤d›rd›¤› övgülerin kayna¤› nedir? San›r›m bu övgüler, içinde bulun-du¤u kab›n fleklini koruyamayan, ancak kab›n içinden etkili bir hayaletç›karan buhardan kaynaklan›yor. Bir Arap masal›n›n tiyatro izleyicileri-ni coflturan cini gibi.

Dil de¤ifltiren bir yap›t›n baflkalafl›m›, özgün yap›t›n çekicili¤indendo¤an ve art›k ona ait olmayan düflünceler uyand›r›yor. Bu k›y›da, Ageltepesinin alt k›sm›nda, Tête de Chien (Köpek Bafl›) adl› bir burun yer al-makta. Buras› bir Roman ordugah›ym›fl (camp). Eskiden Nice bölgesin-de konuflulan dilde ordugah bafl› anlam›na gelen “Testa de Can” zamaniçerisinde, “Tête de Can” (Can Bafl›) veya “Tête de Chien” (Köpek Bafl›)olmufl. fiimdilerde herkes oray› “köpek bafl›” fleklinde görüyor. Bilemiyo-rum, belki de çeviri yap›tlar›m›z efsanelerine uygun görünümler edini-yor. Olas› bir durum bu; ayn›, rüzgar farkl› yönden esmeye bafllad›¤›ndabirilerinin bundan övünç pay› ç›karmas› gibi.2

38

Düsseldorf’ta Jacobi-Goethe’nin evinde, flehrin ileri gelenleri tara-f›ndan benim için verilen bir akflam yeme¤inde Belediye Baflkan›, Goet-he’nin, Almanya’n›n en az tan›nan yazar› oldu¤unu söylemiflti. Goetheyüceltiliyor, bu da onun okunmas›n› engelliyor. O kadar yükseklerde ki,kimse ona eriflemiyor. Baflkan böyle demiflti. Baflkan’a hak veriyorum.Bir yap›t›n kazand›¤› sayg›nl›k, Çinliler’in Çin ‹mparatoru’na bakmas›n›yasaklayan türden hürmet dolu bir riayeti beraberinde getiriyor. Bak›ld›-¤›nda ise kör olunuyor. Bafltan kör olmak daha iyi.

*

Sonuçta, gerçek üne, yarg›laman›n sona erdi¤i, gözle görünen ile gö-rünmeyenin birbirine kar›flt›¤› an ulafl›l›r. O an, izleyicinin alk›fllad›¤›gösteri de¤ildir. ‹zleyici, gösterinin ard›ndaki fikri ve gösteriden bu fikriç›kartt›¤› için kendisini alk›fllamaktad›r. Beklemeye tahammülü olmayantiyatro oyuncular›na özgü bir ündür bu. Bu kifliler tümüyle karanl›¤a gö-mülmemifllerdir; büyük çabalar göstererek ›fl›¤a yönelmektedirler. Hiz-met ettikleri do¤rudanl›k onlar› zorunlu olarak bu konuma getirir. ‹fltebu yüzden Sarah Bernhardt’›, sahneye ad›m att›¤›, konufltu¤u, sustu¤u,hareketler yapt›¤› ve sahneyi terk etti¤i zaman alk›fllan›rken gördük.Bernhardt’›, rolünü yapmaya de¤il de, bizi selamlamaya zorlayan bu övü-cü alk›fl Sarah’›n sözleri ve/ya hareketleri için tutulmad›. Alk›fllanan,oyuncunun, yafl›na ra¤men rolünü yerine getirmek istemesiydi. ‹zleyici-ler, oyuncunun, rolünün gerektirdi¤i hareketleri yapmad›¤›n›n, sözlerisöylemedi¤inin bilincindeydiler; alk›fllad›klar› kendileriydi: oyuncunun,ününe yak›fl›r nitelikte büyük bir ustal›k sergiledi¤ini anlama becerileriy-di alk›fllad›klar›. Onlar, ün dalgalar›n›n kendilerine mitolojik bir canavargetirmesini, anneleri ile büyükannelerinin anlatt›klar› masallar›n ettenkemikten hayat bulmas›n› hayranl›kla seyrediyorlard›. Yeri gelmiflken,en yüksek ses perdesinden flark› söyleyebilen ünlü bir Rus flark›c›ya dade¤inelim. Sahnelere veda etti¤i gün, bu flark›c› en yüksek perdedenokumak üzere a¤z›n› açt›¤›nda, Saint-Petersburglular bu ününden dola-y› onu öyle bir alk›fllam›fllar ki, hiçbir fley duyulamam›fl; dolay›s›yla flark›-c›n›n o perdeden okuyup okuyamad›¤› hâlâ bilinmiyor.

*

Mütevazi ünlerimize dönecek olursak, çevrilmifl yap›tlar›n gezileri,onlar› yazarken gösterdi¤imiz çabayla uyum içinde de¤il. Adil olan da bu.Yap›tlar›m›z geziye ç›k›yorlar. Bizim korkunç gözalt›m›zdan kurtulmuflbir halde dinleniyorlar. Bu yüzden flikâyet etmekten çekiniyorum. Bu ne-denle de ‹nsan Sesi ’ni (La Voix Humaine) oynayan birçok Alman komed-yeni alk›fllamak isterim. O kadar garip metinler kullan›yorlar ki, seyirci-yi a¤latmaktan daha çok kendileri a¤l›yorlar. Gözyafl› makinesinin art›k

39

ifle yaramamas›ndan kaynaklanan sinir bozucu bir durum. Hiç kuflku yokki, flu an bulundu¤umuz noktan›n sorumlusu yaflad›¤›m›z ça¤›n genel gi-diflat›d›r. Bundan afl›r› derecede etkilenmek komik olacakt›r. Yazarlar›n,kal›c› ve sayg› dolu bir dünyada yaflad›klar›n› zannettikleri ça¤larda, bun-dan etkilenmeleri normaldi. Bana gelince, durumu trajiklefltirmek iste-miyorum. Ellerim aç›k do¤dum ben. Yap›tlar ve para elimden kay›p gidi-yor. Onlarla yaflamak isteyenler yaflas›nlar. Benim için susmak ve ölüm-cül bir giz haline gelmek imkâns›z oldu¤undan, yap›tlar›m› yaratmaklayetiniyorum ben.

Baflkalar›yla iliflki kurulabilmesine flafl›r›yorum zaten; çünkü herkeskendi seviyesine uygun olan› görebiliyor. ‹ki Bafll› Kartal ’›n (L’Aigle àdeux Têtes) dublörü sürekli olarak Edwige Feuillère’in güzel ayaklar›n-dan söz ediyordu. Bu, suflörün kendi konumundan görebildi¤i tek fleydi.

Bir filmin önceki gün çekilen sahnelerini seyrederken uzmanlar›ngörüfllerine kulaklar›m› t›k›yordum. Herkes kendi uzmanl›¤› aç›s›ndande¤erlendirmesini yap›yor: Kameraman, ›fl›klar; bafl kameraman, tüm ka-mera yerleri ve hareketleri; sahne ve dekor uzman›, mobilya düzeni; ko-medyen ise rolü aç›s›ndan. Tek yarg›ç benim.

*

Düflünce, baflka bir düflüncenin ard›ndan olufluyor. Bir ilk düflüncegerekli. Hiç kimse öncü düflünceyi belirtmek istemiyor, herkes pusudabekliyor. Bununla birlikte, kendi görüflüne güvenmeme e¤ilimi kifliyi dü-flündü¤ünün tersini söylemeye itiyor. Sak›nganl›k, düflüncenin belirtil-mesini engelliyor ve (düflünce belirtilirken birçok hakaretin ya¤d›r›ld›¤›bizimki bir flehrin d›fl›nda) kiflinin sayg› dolu bir bekleyifl sürecine girme-sine neden oluyor. Bu bekleyifl, düflünce belirlenip yap›tlar› bir yanl›fll›k-lar katman›yla sarmalamas›ndan önce, görünmezin, valizlerini toplay›palelacele kaçmas›na olanak sa¤l›yor.

Böylelikle bireysel çeviriler ortaya ç›kmaya bafll›yor. Farkl› çeviriler-den oluflan orkestra bir ses kak›fl›m› sergiliyor. Bu ses kak›fl›m›n›n orta-s›nda, görünmez, hazinesini gömerken; sanatç›, görünenden yakas›n› s›-y›rmaya çal›fl›yor.

*

Dolambac›n sonunda ortaya ç›kan bir çeviri yap›tta, bir fleylerin var-l›¤›n› koruyabilmesi ve yabanc›lar›n bizi görebilmesi için bafllang›çtakitasla¤›n sa¤lam bir flekilde yap›lmas› gerekir. ‹ki Bafll› Kartal, (“L’Aigle àdeux Têtes”), yanl›fl bir uyarlamayla Londra’da bafl aktris sayesinde bafla-r›l› oldu. New York’ta ise, ‹ngilizce’deki uyarlamadan yola ç›karak yap›-lan daha yanl›fl bir uyarlamayla, Kraliçe’yi canland›ran aktris yüzündenbaflar›s›z oldu.

40

E¤er dil yetene¤i mucize olarak bize ba¤›fllanm›fl olsayd›, bizi büyü-leyen kitaplar› keflfetmemiz imkâns›zd›. E¤er kiflisel yaflanm›fll›klar, çevi-ri kitaplardaki yanl›fll›klarla ba¤lant›l›ysa ve hatta bu yanl›fll›klarla kar›fla-biliyorsa, bunlar› kaybetmekten korkaca¤›m›z kesin.

Bazen bir kitap kendi ülkesinde karanl›¤a gömülüyor. Baflka bir ül-kede ise ›fl›¤a kavufluyor. Bu bize, bir yap›tta görünmeyenin görünenebask›n ç›kt›¤›n› gösteriyor.

Yap›t›m›zla kurdu¤umuz iflbirli¤i bize baz› sonuçlar sunmufl gibi du-ruyor. Bunlarla övünmeye bafll›yoruz. Yap›t›m›z, bizden ald›¤› yard›mdançabucak vazgeçiyor. Biz yaln›zca onlar› do¤urtturduk, onlar›n ebesiyiz.

*

Leonardo da Vinci, grafizmin uluslararas› dilinde hemen hemen herfleyi söyleme flans›n› yakalad›. Metinleri, aç›klay›c› desenlerle birlikte su-nuldu. Vinci’nin tebeflirle y›ld›zlanm›fl kara tahtas›n›n ço¤unlukla cahilö¤rencilere hitap etti¤i söylendi. Tahtan›n tebefliri hâlâ duruyor. Metinçözümlemelerinde bu tebeflirin yorumu yap›ld›. 1930 y›l›nda çekti¤imfiair Kan› ’nda (Le Sang d’un Poète) ayn› fley benim bafl›ma geldi. Bu filmAmerika’da çevrildi ve yorumland›. Onlar sayesinde filme neler dahil et-ti¤imi ö¤rendim. Bu, o filme bunlar› benim dahil etmedi¤im anlam›nagelmez. Bunun tam tersi söz konusu; çünkü filmin görünmeyen bir kat-man› (bana bile görünmeyen bir katman›), ruh arkeologlar›n›n kaz› alan-lar›n› oluflturmaktad›r. Bu arkeologlar, çal›flmam› yönlendiren düzenle-meleri çözüp bir araya getiriyorlar. Bunun anlams›z oldu¤unu düflün-mem imkâns›z. Bunu zamanla anlad›m; birileri bana sordu¤unda, baflka-lar›n›n düflüncelerine dayanarak aç›klama getirdi¤imde bunu fark ettim.Özde kendimi çok az anlad›¤›m›n fark›na vard›m. Yaln›zca görüneni gö-rebiliyordum. Çal›flman›n insan› kör etmesi bu.

Yorumlar çeflit çeflitti. Baz›lar› bana filmin ‹sa’n›n hayat›n› aç›mla-d›¤›n›; baz›lar›, ö¤rencinin karda b›rakt›¤› izin Véronique’in örtüsünü3

temsil etti¤ini ö¤retti ve ben, Fontenoy’un Ökaristik4 Kongresinin yap›l-d›¤› yer oldu¤unu düflünerek “Uzakta Fontenoy’un toplar› gürlerken”yorumunu kabul etmek zorunda kald›m. Bu yorum, baflta e¤ik duran, da-ha sonra da y›k›lan bir fabrika bacas›na müstehcen bir anlam yükleyengenç ö¤rencilerin bulundu¤u bir e¤itim merkezinden gelmiflti. Bana gö-re fabrika bacas›, bu filmde zaman anlay›fl›n›n benimsenmedi¤ini göste-riyordu ve filmin bölümleri baca y›k›l›rken kendili¤inden olufluyordu.Herhangi bir iddian›n bizi sarst›¤› gibi, bu ve baflka yorumlar›n beni ra-hats›z etti¤ini söylemek yanl›fl olmaz.

Eski filmimde Freud uygunsuz bir bask›nda bulunuyordu. Baz›lar›bunu çok so¤uk ve cinselliksiz buldular. Baflkalar› ise hastal›kl› cinsellikolarak görüp suçlad›lar. ‹flte birçok dile çevrilen görsel bir yap›t.

41

Örtük yap›tlar›n kaderi birçok dile çevrilmeleridir. Görünmez olan,kendimize ait öngörümüzü baflar›s›z k›lsa da, baflkalar›n›n onun üzerinekaz› yapmas›ndan tiksinti duymaz. Görünmez olan, içinde gizlendi¤i la-birenti daha da karmafl›klaflt›r›r. Fazla aç›k olan yap›tlar yaln›zca turistle-rin dikkatini çeker. Turistler dalg›n dalg›n dolafl›r ve ellerindeki katalo-ga bakarlar.

Orphée (Orfe) filmi, fiair Kan›’ndan (Le Sang d’un Poète) yirmi y›lsonra her dile çevrildi. Görsel yaz›dan söz ediyorum. Sözlerin yaz›m›, cid-di birinin hiç mi hiç önemsemeyece¤i alt-yaz›larda küçüldükçe küçülür.Almanya, bu filmin gizleri konusunda beni oldukça bilgilendirdi. Dikkatve araflt›rma yetisi; felsefi, metafizik ve metapisiflik miras› Almanya’y› butür kaz›larda daha üstün k›l›yor. Almanya’dan gelen binlerce mektup,topra¤›mdan ç›kan nesneleri bilir kifli olarak incelememi sa¤lad›. Hâlâüzerinde lav ve oksid lekesi bulunan nesneleri. Alt›n bir nesneyi, ne ok-sidin ne de lav›n lekeleyebilece¤ini ö¤rendim.

Arkeologlar bana filmimi, görmedi¤im ancak göz önünde bulundur-mam gereken bir bak›fl aç›s›yla sundular. E¤er yap›t çevrilmemifl olsayd›,yaln›zca paslanm›fl bir al›flverifl olgusundan söz ediliyor olacakt›.

*

Müzikten vazgeçip, tümceye yaln›zca ritim vermek. Bu ritmi kalpat›fllar›n›n düzensizli¤iyle oluflturmak. Uyaklar, metindeki köfleleri yu-varlaklaflt›rd›¤› için düzyaz›y› uyaks›z k›lmak ya da düzyaz›ya bilerekarka arkaya uyak döflemek. H›zla akmaya elveriflli olan dilimizi qui veque’lerle doldurmak. Oyunbozan ünsüzlerle, çok uzun veya fazla k›satümceciklerle onun h›z›n› kesmek. K›sa ve uzun (eril ya da diflil) bir adgrubunun virgülden veya noktadan önce gelmesi gerekti¤ini hisset-mek. ‹nsanlar›n biçemle kar›flt›rd›klar› süslemelere aldanmamak… Sü-rekli olarak bir fleyleri bozup yeniden kurmak (buna Pénélope komp-leksi denebilir). Kendimi ifade etmeye çal›flt›¤›m bu çabalar, fikirlerinaktar›labildi¤i yönde hayallere kap›n›ld›¤› yabanc› bir dilde ne hale ge-lecek… Bu durumda, fiziksel bir varl›¤›n baflka bir varl›¤›n yerine ko-yulmas› ve her iki varl›¤›n da ayn› aflk› uyand›raca¤›n›n düflünülmesiimkâns›z.

*

Çeviri yapmam› önleyecek flekilde bir dili iyi bilmeme avantaj›mvar. Alman veya ‹ngiliz gazetesinde yer alan bir makale karfl›s›nda, Sha-kespeare’in veya Goethe’nin bir fliirinin karfl›s›nda hissetti¤imden dahafazla s›k›nt› hissediyorum. ‹yi bir metnin kendine özgü bir çekicili¤i var-d›r. Antenlerim, körlerin Kabartma Yaz›’y› (Braille) okumas› gibi bu çe-kicili¤i hissediyor. Sözünü etti¤im dillerden birini çok iyi bilseydim, fliir-

42

deki eflde¤erliklerin afl›lmaz engeli cesaretimi k›rard›. ‹yi bilmedi¤imiçin fliiri okfluyorum, elliyorum, yokluyorum, içime çekiyorum, eviriyo-rum, çeviriyorum. Çiziklerin en küçük pütürlerini bile hissediyorum. So-nunda, zihnim, gramofonun i¤nesi gibi bu pütürlere sürtüyor. Bu flekil-de, içkin müzik de¤il de, bu müzi¤in parçalanm›fl bir silueti yakalan›yor.Özüne oldukça uygun bir siluet.

Metinlerimizden birinin çevirisi, yap›t›m›za benziyor diye ona gü-venmeyelim. Böyle bir çeviri vasat bir portreye benzer. Çevirinin bizimçizdi¤imiz yoldan ç›kmas› tercih edilir.

Benimkinin tam tersi bir yöntem savunulabilir. Biri ötekine denk,biri ötekine eflde¤er. Yurttafllar›m›zdan birinin bizi yabanc› bir dile tafl›-mas›nda daha az risk vard›r. Frans›zcam›z, tuzaklarla, iki yaz›ml›, iki an-laml› terimlerle (tuzak ve kapan nitelikteki) doludur. Yabanc› biri için di-lin k›r›klar›n› ve eksiltilerini izlemek kadar zor bir fley yoktur. Bundanbaflka, yeni bir anlatma biçimi çerçevesinde kulland›¤›m beylik sözlervar. Bu beylik sözler çevrildi¤inde düz yapayl›klara dönüflüyor. Bununbir örne¤ini ‹nsan Sesi ’nin (La Voix Humaine) ‹ngiltere’de yay›mlanançevirisinde yaflad›m; bu yap›tta söyledi¤im “›st›rap içinde bir ruh gibi ge-ziniyor ” fleklindeki beylik söz, Byronvari bir lirizmi ça¤r›flt›rd›.

En iyisi, bir yap›t›n uzaklarda kendi bafl›na debelenmesine izin ver-mek. Bir yap›t rahata kavuflmaktan baflka bir fleyi istemez. ‹çinde bulun-du¤u durumdan hoflnutsa sorun yok; çünkü yap›t, kendisine göstermek-ten bir türlü vazgeçemedi¤imiz özene ald›rm›yor; kendisinin ne büyüdü-¤ünü ne de çirkinleflti¤ini gören bir annenin suçlamalar›ndan s›k›lan biro¤lan çocu¤u gibi gösterdi¤imiz özene k›z›p duruyor.

(*) Bu metin, Jean Cocteau’nun “Des Traductions” (1953) bafll›kl› yaz›s›n›n çeviri-sidir.

(1) ‹talyan ressam ve mimar Giotto Ambrogio di Bondone (1266-1337) (Ç.n.)(2) “Voir Naples et mourir” ve “Voir Naples et les Maures” gibi. (Y.n.) “Voir Naples et mourir”, “Napoli’yi görmek ve ölmek” fleklinde sözcü¤ü sözcü¤ü-

ne çevrilebilir. Vurgulanan nokta, Napoli’nin güzellikleri görüldükten sonra her fleyin an-lam›n› yitirdi¤idir. Deyim olarak ise “Voir Naples et mourir” “ölsem de gam yemem” an-lam›na gelmektedir. Bu deyimin, “Napoli’yi ve Ma¤riplileri görmek” anlam›n› tafl›yan“Voir Naples et les Maures” sözcük grubunun zaman içinde de¤iflmesiyle son halini ald›-¤› söylenmektedir. Özel ad olarak kullan›lan “Les Maures”un Frans›zca’daki sesdefli “lesmorts”un “ölüler” anlam›na gelmesi dikkat çekicidir. Ayr›ca, baflka bir görüfl çerçevesin-de, söz konusu deyim “Önce Napoli’yi sonra da Morire’i görmek” anlam›na gelen “VoirNaples puis Morire”den türemifltir. Burada gönderme yap›lan, öncelikle Napoli’yi dahasonra da Vezüv Yanarda¤›n›n eteklerinde kurulmufl ve ‹talyanca’da “ölmek” anlam›n› ta-fl›yan “Morire” kentini gezmektir. (Ç.n.)

(3) Eski bir H›ristiyan gelene¤i çerçevesinde, Véronique adl› Yahudi bir azizenin,çarm›ha gerilmeden önce Hz. ‹sa'n›n terini beyaz örtüsüyle sildi¤i ve bu beyaz örtüde Hz.‹sa'n›n yüzünün izinin kald›¤› kabul edilir (“Le Voile de Véronique”). (Ç.n.)

(4) “Ökaristi”, Katolikler taraf›ndan, Hz. ‹sa'n›n etini ve kan›n› temsil etmek üzereekmek ve flarapla yap›lan kutsama ayini. (Ç.n.)

43

B‹R DERS SAAT‹NE SI⁄AR MI AfiKNeslihan Gürel

Süt Düfllerim’e

Çocuklara ak›l vermek kolay tabii. Hadi otur da sen yaz bir derste,üç haftad›r bitiremedin bir öyküyü. Hiçbir fleyi bitiremiyorsun zaten. Üs-tün bafl›n k›r›fl›k, ayakkab›lar›n tozlu. Bugün alacam o çizmeleri, ne olur-sa olsun. Babam gibi konufltum flimdi de. fiöyle paçay› düzeltsem biraz,biraz da zay›flasam, fl›k›r fl›k›r ç›ksam karfl›s›na, sever mi yine beni; sev-mez mi?

Böyle de bafllanmaz ki bir öyküye…

Ne yazaca¤›m diye düflünürseniz bafllayamazs›n›z. Akl›n›za gelenher fleyi yaz›n, saçmalamak serbest.

Ne ideal bir ö¤retmensin sen! Okul, ö¤retmenler, tahta tozlar›, ders aras› laflamalar›, toplant›lar,

s›n›fa büyük tuvaletini yapan çocuklar. Hocam, sadece büyük mü, hembüyük hem küçük!

K⤛tlara yaz›yorum harflerin ucunu k›v›rarak. Hem BÜYÜK hemküçük olarak. Niye durmuyor elim? K⤛d›n sesini duymak için. Genç-ken yapacaks›n baz› fleyleri, yoksa ciddiye almazlar! Kim, kim onlar?Günde iki kez do¤ruyu söyleyen yanl›fl bir saat kadar olam›yorum. Ra-kamlar›n oyuna bafllamak için çember oluflturdu¤u ve bir kara büyüyledonup kald›¤› akrepsiz yelkovans›z dilsiz bir saatim. Zaman yok. Dahane kadar borç erteler gibi yaflayabilirim? Giden zaman kay›p zaman m›?Zaman ölü do¤an bir bebek mi? Ölü do¤ar m› ki? Ölü ç›kanlar. Olmadanölenler.

Kimseyi istemiyorum. Yaln›z giderim. Cenaze törenine gerek yok. Sonra hep ayn› sorular. Acaba büyüyebilse nas›l olurdu, kime ben-

zerdi, kendine nas›l bir hayat seçerdi, beni sever miydi, kimsenin sevme-di¤i beni, kimsenin sevmedi¤i gibi sever miydi? Hay›r, sevmezdi, en faz-la herkes kadar severdi. Seni sevmeye programl› bir çocuk do¤ur.

Keflke düfl…

Dedim ya, flimdiye kadar okudu¤umuz fliirlerden yola ç›karak fliiritan›mlamaya çal›flacaks›n›z. Ama bu çok özel bir tan›m olmal›. Sözlük ta-n›m› istemiyorum. Mesela, ben Can Yücel’in fliirinden yola ç›karak diyo-

44

rum ki, fliir, müdürün cam›n› k›ran toptur. Ya da fliir, gökyüzünde uza-nan bir kufl yoludur.

Çünkü fliiri baflkalar›n›n cümleleriyle de¤il, sizde uyand›rd›¤› ça¤r›-fl›mlara, onunla kurdu¤unuz iliflkiye göre tan›mlaman›z› istiyorum.

Aman sevsinler, bunlar ne bilsin fliir nedir, sen biliyorsun sanki. fii-ir nedirmifl, neyse ne! Çok yoruldum be, dün niye ba¤›rd›m ki o kadar,tutamad›m kendimi. Yatt›¤›m yeri bile ›s›tmaktan acizsem, terkedilmifl-sem, k›fl gelmiflse, karanl›¤a uyan›yorsam, flu okul yüzlü hapishaneye t›-k›lm›flsam, patatesçi bas bas ba¤›r›yorsa, arkadafllar›m›n ço¤u evlendiyseve buna ra¤men mutlularsa, gelecekten bir beklentim yoksa, deli gibiyazmak istedi¤im her fley m›z›kç›l›k yap›yorsa, ne çirkin ne güzel, ne fa-kir ne zengin, ne ak›ll› ne aptalsam, yani her fley orta kararsa, yani hiçbirfleyse, bunda onlar›n ne suçu var? Suç bende, niye çok fley bekliyorum kihayattan, çok fley mi bekliyorum? Beyin gücü. Her fley beyinde bafllar.Mutlu olma program›. Âfl›k olma program›. Orgazm olma program›.Umursamama program›. Kitleyi toplu ayakland›rma program›. Yok olmaprogram›. Rehberlik servisi de yok ki okulda, olsa ne olur…

…partinin rehber hocas› o/ nas›l yani/ bak k›z›m, bu adam gençlerietraf›na toplay›p ak›l vermiyor mu, onlara sahip ç›km›yor mu, bir anlafl-mazl›k olunca halletmiyor mu, sen bu adam›n çal›flt›¤›n› gördün mü, heplokalde oturur, onun ifli bu asl›nda, bir bak›ma partinin rehberlik servi-si, çakt›n m› köfteyi/ çakt›m./…

Kime ba¤›rd›k biz alanda, önümüze bakarak, birbirimize bakarak,âfl›k olduklar›m›za bakarak, polislere bakarak, bulutlara bakarak, karakara bakarak, köyde bafl›m› e¤ip ba¤›rd›¤›m kuyular gibi: sesimden titre-yen karanl›k suyu, içinde Sar› K›z’›n dolaflt›¤›, gö¤ün e¤ilip sivilcelerinis›kt›¤› tafl kuyu… Pört! Niye buraya geldim ki?

Gitmek ne güzel bir düflünce; otogarlar, a¤layan bir kad›n, dura¤anbir hayat›n karfl›s›nda insan›n zihni gibi ak›p giden yol, insanlar, evler,flehrin de¤iflen yüzü ve gittikçe hissiz gözlerle bakmak posas› ç›km›fl yolkenar› hayvanlar›na.

Ben yaln›zca yaln›z›m. Bunu anlatsam, herkes yaln›z, ne olmufl ya-ni. Tuke77, sevdamxlike, smilemanonline, hazemze81, chakal82… hepi-miz yaln›z›z iflte. Okuldakiler görse foto¤raf›m›, iflte o zaman rezil olu-rum, ama niye ki, öylesine girdim derim, ya da ifli dalgaya vururum, böy-le giderse evde kalaca¤›m derim, yok hay›r öyle demem, Neriman hoca-ya ay›p olur, neyse hele bir yakalanal›m, o zaman düflünürüz. Mesaj gel-mifl midir acaba, daha foto¤raf vereli üç gün oldu, gözk›rpma’lar› yüzü

45

geçmifl, valla k›z›m aflt›n olay› sen, sokakta kafllar›n› çat, çantan› silah gi-bi tafl›, sonra git sanal alemde ona buna göz k›rp, flu 25 y›ll›k hayat›ndason bir haftadaki kadar erkeklerle muhatap oldun mu acaba.

BEN KIPIR KIPIR GÜLMEY‹ E⁄LENMEY‹, YAfiAMAYI, YAfiAT-MAYI SEVEN B‹R KIZIM, LEZZOLAR UZAK DURSUN, SEV‹YEL‹‹L‹fiK‹ ARAYANLARA DUYURULURRR

PAS‹F GEY‹M BEN‹ ALTTAN BA⁄LAMALI V‹BRATÖRLE BE-CERECEK DÜRÜST SEV‹YEL‹ BAYAN ARKADAfiLAR ARIYORUM

B‹RGÜN HERKES S‹STEME G‹RECEKKK! Yaln›zl›¤› anlatman›n kime ne faydas› var, yafl›yorsun iflte, hak etti-

¤in yaln›zl›¤› al›yorsun. Yaln›zl›k mizaçt›r belki, do¤ufltan gelen bir fley…Her do¤an gün yeni zaferlerdir senin için. Da¤larca’n›n yaflad›¤›na inan-m›yor insanlar, ne tuhaflar yahu! Demek ki fliirden, fliirden mi hayattanm›, iflte kendi kabu¤una çekilince masal kahraman›na dönüyor insan.Ça¤lar önce yaflam›fl gibi… Da¤larca’n›n yaflad›¤›na inanm›yorlar. Ben deSulhi Dölek’in öldü¤üne inanm›yorum. Bu iflte bir Kirpilik var sanki.Bugün cuma m›? Eve giderken baklava alay›m, Yabanc› Damat’ta yeriz.Benim pek seyredesim yok. “yüzer gibi gitmekte bir yerim…”

Faz›l abi, el sall›yorlar, öpücük ver… Maaviifl, öpücük öpücük.Afla¤› inmesem, burada okusam biraz, okuyam›yorum art›k, niye bu

s›k›nt›, cümlelerin sonu gelmiyor, gelse ne olacak, en iyisi s›n›fta kala-y›m, flimdi dört kat afla¤›, çok gürültü olmaz m›, gösterifl yapt›¤›m› san›-yorlar, yapm›yor muyum, varoflsunuz hepiniz, buraya mahkûmsunuz, gi-dicem bir gün, fabrikaya al›naca¤› günü beklerken hadi bir oturay›m de-yip yirmi y›ld›r mesken edindi¤i kahvede kazand›¤› oyunlarla günlük çayve sigara ihtiyac›n› karfl›layan birinden ne fark›m var ki, okumas›nlar,herkes her an okumak zorunda m›, sohbet ediyorlar iflte, sen de kat›lsanya, babas› k›l›kl›!

KitapatiK. Benim sevgili hastal›¤›m. Baflkalar›n›n dünyalar›ndakendime yer açmaya çal›fl›yorum. Olmuyor. Beynimdeki bütün kitaplar›yakmak istiyorum, her fleyi unutmak, unutmak da de¤il, yok etmek, kay-d›n› silmek… Ama iflte,

konuflmay›n be art›k, ne var bu kadar konuflacak, susun art›k, evetsöylüyorum iflte, konuflan topluma hay›r, sessizlik istiyorum ben, do¤ruya da yanl›fl,

her fleyin bafl› yaln›zl›k s›k›nt›dan bunlar›n hepsi aflk bitti flûlafl›yoriflte her fley bugün sevgilin var m› diye sordular evet diyemedim demekki yoksun süt düfllerimdin sen yazd›m tüm bildiklerimi nah flu parmakla-r›mla sonra sen doldun babadan kalma muhasebe defterlerine silindi herfley oh be dedim.

46

Yüzümdeki lekeler gittikçe art›yor. Her sigarayla, her kavgayla heryenidenle bir leke daha ekleniyor yüzüme.

Gözlerim tahterevallinin iki ucuna oturmufl, bir afla¤› bir yukar› inipç›k›yor omuzlar›nda, biraz aflk kafa yapard› flimdi. Ah’l› cümleleri hiçsevmem ya, ah ne çok ihtiyac›m var, e¤rilmifl bir denizi ay›ran yokuflluyolda kendimi afla¤› b›rak›rken ayaklar›m iki kanat olsa, içime girse rüz-gâr, yokufl beni ele geçirse…

Tan›mad›¤›m birine dokunman›n karars›zl›¤›n›, anl›¤›n›, sonras›n›bofl vermeyi özledim.

Duygular›n coflkulu anlat›ld›¤› yaz› türüne fliir denir. ‹flte hepsi bu!Niye kurcal›yorsun ki, b›rak öyle kals›n.

Arkadafl olarak yaslasam bafl›m› omzuna, arkadafl olarak sollasak ka-labal›¤›, arkadafl olarak girsek duvarlar› soluk, ast›ml› bir odaya, arkadaflolarak seviflsek ve gecede sakl› kalsa her fley…

Bir harf bu kadar m› yak›fl›r bir yüze? Yan masada f›s›r f›s›r konufluyorlard›. Benden kaçar m›! Kitap oku-

yorsam nas›l duydum onlar›? Kad›n bal gibidir. Dokunmazlarsa oyuklar›n› kapat›r kendi kendi-

ne. Hani bala parma¤›n› sokup ç›kar›rs›n da o yavafl yavafl düzleflir ya,diktirenler var, ama kan gelmesi için bir gün önceden diktirmek gerekirde, gelinin dü¤ün arifesinde ortadan kaybolmas› dikkat çeker. Bu k›zlarçok cahil be, önceden diktiriyorlar, ifle yaramaz ki…

Kürtaj sonraki do¤umlar› riskli hale sokar. Bebek tutmaz ki rahim. P›t, düflüverir. Zeytin gibi. Köydeki keçilerin p›t›r p›t›r dökülen bok-

lar› gibi. Ya kalbi atmaya bafllad›ysa…Usturayla yaklafl›yor beyaz eldiven, kan p›ht›s› fliflip büzülüyor, a¤z›-

n› aç›p eli ›s›rmaya çal›fl›yor ama gücü yetmiyor, yaflaman›n ne oldu¤unubilmedi¤i halde içgüdüsel olarak hayatta tutunmaya çal›fl›yor, ama boflu-na. Hayat› bir film fleridi gibi kayarken karelerdeki oyuncular de¤ifliyor.

Dönüp, kürtaj tarifi verebilirim isterseniz, deseydim; sedefotu köküve solucan otu yapraklar›na müshil, kalomel, sar›sab›r, çavdarmahmuzu,prüsik asit, tentürdiyot, striknin kat›p kaynatt›¤›n›z kar›fl›m›n› sabah ak-flam içiyorsunuz, aktarlarda çok rahat bulursunuz. Doktora gitmeye negerek var, hem daha siz ay›lmadan abuk sabuk sorular soruyorlar, güyaay›lman›z için.

– Niye ald›rd›n›z ki çocu¤u – fiimdi, flimdi s›ras› de¤il

Ya hocam Ahmet’e bir fley söyleyin, yazd›klar›m› okuyor ya!Ya ben ne okuycam lan, fley, arrkadafl›m, yazd›klar›n›

47

Çok sakinsin, flimdi bak bakay›m annen gibi gözlerini pörtleterek,heh bak oldu, ba¤›rmaya gerek yok…

Ben ne olaca¤›m böyle?Zaman geçtikçe tan›d›¤› m› oluyoruz olaylar›n, ben bu sessizli¤i bir

yerlerden tan›yorum, bu kan çekilifllerini, yolda kalman›n flaflk›nl›¤›n›…Beni itti¤inin fark›nda m›s›n? ‹ki gündür sesini duyam›yorum. Belki deüç, ya da dört… Her gün güzel evlerin önünden geçiyorum. Mutfa¤›ndaoturulup kahvalt› yap›lan, küvetine uzan›l›p günden ar›n›lan, tavan›nda-ki avizeden ›fl›k akan, ›fl›l ›fl›l evler… Ya ben? Sen evimdin, flimdi her antafl›nacakm›fl›m gibi yafl›yorum insanlarda, da¤›n›¤›m; sevgim, kad›nl›-¤›m, hayallerim da¤›n›k. O s›kt›¤›n difllerinin aras›ndan akan çok difli-sin’ler yok art›k…

Yapacak ifller ar›yorum, beynimin bir noktas›na sürekli seni gönde-rip oray› çürütmektense bir ekran koruyucu seçiyorum, ama nafile, göz-lerimi kapat›yorum, sen ç›k›yorsun; kare kare birlefliyor yüzün, parçaparça da¤›l›yor… O yüze benzeyen bir çocuk do¤urabilirdim, istedim bu-nu, hem de anal›k program›ndan yoksunken, o yüzü istedim. Her fleyi sa-na benzesin istedim, mesela diflleri kaplama, gerdan› dökümlü olsun…Sar›lmay› bilsin, sevmeyi bilsin, gitmeyi bilsin…

Ah siz ve sözcükleriniz… Daha iyi anlaman› sa¤lad› de¤il mi yazmak, benim de¤iflti¤imi anla-

man› sa¤lad›, art›k t›kand›¤›n› anlaman› sa¤lad›, ben de yazd›kça anl›yo-rum, asl›nda olmayan bir fleyi kafamda yaratt›¤›m›, onu besleyip büyüttü-¤ümü. Kimin içindi bir defter art›¤›na yazd›¤›n lirikler, giden içindi, se-ni b›rak›p da kendine hayat kurabilen içindi. Kalandan gidene bir mek-tuptu lirikler. Her terk edilifl bir ödül kazand›r›r m›?

Oysa dünyada meselem olmas› gereken ne çok gereksiz fley var. Göz kapaklar›n› kavrad›m, avuçlar›mda s›kt›m son kez ve h›zla in-

dirdim afla¤›, gürültüyle, büyük bir toz bulutu yükseldi. Soru sormay›n art›k, daha kendi sorular›m› yan›tlayamad›m… Yeflil tahta beyaz tebeflir, tebefliri k›rmazsan öter, öterse öter, tahta-

ya harflerin ad›n› yazar›m, tebeflir cik cik öter, sen girersin içeri, elim du-rur, yaklafl›rs›n, elimi yutar elin, birlikte devam ederiz yazmaya, harfle-rin yüzü güler, sana bakar›m, bir E insana bu kadar m› yak›fl›r derimiçimden, sen beni duyars›n ve E’li bir gülümseyifl uçurursun yüzüme, oE gelir benim dudaklar›ma yap›fl›r, gülmeye bafllar›m, koridordaki tozlarhavalan›r, laboratuardaki tüpler titrer, raflardaki toplar yere atlar, ‹dare-nin otoritesi masan›n alt›na saklan›r, ben gülerim, sen gülersin, sonra s›r-t›mda s›n›f defterinin buz gibi sayfas›n› hissederim, bizim sayfalar›m›z s›-cakt›r ve h›zla aç›lmaktad›r…

Yukardan afla¤›ya sa¤dan sola befl harf?

48

Ctrl+N ‹flte hepsi bu kadar…otobüslerden trenlerden vapurlardan geçtim,a¤z›n› koca koca açan, birbirine çarpa çarpa yürüyen insanlardan

geçtim, Beni sana ba¤layan gecelerden geçtim,Sadece bir dil al›flkanl›¤› olan iyi niyetli yalanlar›m›n çelme takt›¤›

konuflmalardan geçtim,Her fley güzel olacak diyen babamkufla¤›ndan geçtim,Hepsi senin içinAz fley mi?K›rm›z› pantolonuma s›¤m›yorum. fiimdi can›m karanl›k ›slak sokaklarda yürümek istiyor. Yaprak h›-

fl›rt›lar›yla ritim tutan titrek difller cebine saklad›¤›n elim ›s›nm›fl yürü-mek az kald› diye düflünmek ama nereye kadar yalan söyleyebiliriz der-ken birden durup iflte tam o an› unutulmaz anlar arflivine kald›rmak vebiraz kitap toz rutubet avantadan gelen pahal› parfüm tabakta soyunukkalm›fl kararm›fl elma ve en çok da sen kokan eve girip of be yine ölme-den gelebildik dedikten sonra girifl soyunmas›n›n ard›ndan sar›l›p diji-türksüz bir evin yaln›zl›¤›n› konuflarak oyalamaya çal›flmak banyoya gir-mek dufltan gelen suya yüz verip flükretmek ölünce en çok suyu özleye-ce¤im derken günün izlerini köpürmüfl bir sabunlukla yumuflatmak erte-si gün eve dönece¤ini ondan sonra da bela haftan›n bafllayaca¤›n› her fle-yin tekrar bafllayaca¤›n› 5+2 ifllemli hayatta… diye düflünürken aman ifl-te flimdi buraday›m birazdan k›sa gecelerin en uzun seviflmesi yaflanacakdemek ve 5 günlük birikenleri döktükten sonra düflünmeye f›rsat bula-madan uykuya geçmek…

‹flte en çok istedi¤im tek fley buyduHiçbirini hak etmedi¤imi bilerek En çok da benim hakk›mkenKoynumun erke¤i, gerdan›nla öp beni desem ve sen bu ucuz laflara

ra¤men yine sevsen beni…Affedin beni bunlar› düflünmemeliyim önünüzde, size örnek olmam

gerek, karanl›¤› y›rtmam, zaferlere koflmam, fikri hür vicdan› hür...Yine hal› silkeliyorlar. Ne gürbüz kad›nlar, koca hal›y› nas›l da kav-

ram›fl, ipte de çamafl›rlar› var. Annem iç çamafl›rlar› arka ipe asar, önde-ki ipe kazaklar, pantolonlar…

Konuflun bakal›m ben de not defterini ç›kar›r›m, o zaman yüzünüz-deki bu gevrek ifade toplar kendini, birbirinizi dürter uslu uslu oturur-sunuz, bir defterle her fley yoluna girer, nereye koyduysam defteri, tütünolmufl çantan›n içi, aflk size ve çevrenizdekilere ciddi zararlar verebilir,

49

sanki tekrar âfl›k olsam ›s›nacak ellerim, ne gürültü umurumda olacak netoz duman, konuflmaktan yorulmayaca¤›m, tahammül s›n›r›m yüksele-cek, koruyucu ve ba¤›fllay›c› olucam, kör odama göz olan bilgisayar ekra-n›na as›l› kalan tek bir cümleye saplan›p kalmayaca¤›m, ›fl›k uykumu em-meyecek, gözlerimin damarlar› dallan›p budaklanmayacak, evlenesimgelmifl gibi bafl›m a¤r›mayacak.

fiu gönül meselelerini halledebilseydik hayata dair önemli ifller ya-pabilirdik.

Banyo yapm›fl, saçlar›n› taram›fl, f›rçay› avuçlay›p dökülen saçlar› ç›-kar›yor, topak yapt›, afla¤›ya düflüyor topak, hay›r düflmedi baflka çamafl›ripine tak›ld›.

O kadar uyard›m atmay›n diye, güvercinlerin ayaklar›na dolan›yor,kangren oluyorlar sonra. Sevgisiz insanlar. Kaynar suyu dökeceksin sura-t›na, surat› buhar olup uçacak. Ya da süt, soban›n üstündeki gü¤ümdesüt varm›fl, soba yok ama art›k, atefli özledim.

Yan›k izlerimiz vard› bizim anne s›cakl›¤›nda kaynayan bir tas süt-ten hat›ra ki o taslar uç veren memelere kapat›ld›lar sonra.

sus nerden bakarsan bak sus iflte saç diplerimde zeytin kokusuyla elinin kiriysem de sana uyanmak

bir güne verilecek en güzel hediye. Konufl. Duvarlara kapanan bardakla-ra vursun sesin. Belki ay›p ettim de bütün erkeklerim kocamd› benim.Hani senin gö¤sün yayla gibi, ikimize de yeterdi.

Yine hey gidi eski günler’le bitirdik bir saati

Hocam bitirenler ne yaps›n?Hocam, zil çald›.Hocam?

Siz fiiiri Nas›l Tan›ml›yorsunuz? (8/A’n›n yan›tlar›)1- fiiir makineli tüfek gibi çekirdek yiyen narin bir kad›nd›r.2- fiiir, bizim hoca t›rnaklar›n› tahtaya sürtünce ç›kan sestir.3- fiiir, tavana yap›flan çi¤ köftedir. 4- fiiir, kayna¤›n› aflktan alan bir günefltir.5- fiiir, ben internete tak›l›rken annemin b›rak flunu da gel z›kk›m-

lan demesidir. 6- fiiir karnemdeki en ince rakamd›r.7- fiiir klavyenin sesidir.8- fiiir Türkçe s›nav›nda bofl k⤛t verdi¤imi sanan hocan›n gözün-

den kaçanlard›r (yani flunu demek istiyorum ki fliir bofl k⤛d› okuyabil-mektir.)

fiiir; kör, sa¤›r, dilsiz bir okulda pencereden bakarken dal›p gitmek-tir.

50

Hüseyin Ferhad

KALB‹M K‹ B‹R MÜLTEC‹

‹flte menzil! ama bir menzilebir Aflk’›n içinden geçilir,yaya veya atl›, geç veya erkengöç iriflir. Vaktimiz k›tbir aflk ifllenir ve sineye çekilira¤la, akl›m› çel, kalbimi k›flk›rt

– Beni iflle!

Gözlerin göz de¤il bir düdenyüzüme s›çrar akkor kireciseviflirken. Kalbim ki kerhengö¤süme s›¤›nm›fl bir mülteciesirger kendinden bileböyle selsebil bir sevinci

Çile, akl›m› çel, kalbimi k›flk›rt!

Gövden gümrah bir bedestenlahurî bir top ketenflayak, kadife ve ipektenbir sergen. Selenga, o nehirbir h›fl›mla geçer içimdenkap›l›p metafizik bir sele

Ulu, akl›m› çel, kalbimi k›flk›rtkadim yurdumu unuttur, Urgenç’i.Beni süz, beni dam›tkimsenin bilmedi¤i bir dilegizle. O flehir, Ötügenbelki cayar o zaman izimi sürmekten

Kalbimi k›flk›rt, akl›m› çel, meleyolumu flafl›rt.

Yolumu flafl›rt!

51

Roni Margulies

ÇERÇÖP

Yan masada bir yemek tarifi anlat›yoryan›ndakilere, oturdu¤um andagözüme çarpan k›sa saçl› kad›n,

patl›canl›, beflamel soslu bir fley.Bafl›n›n az üzerinde, arka planda,çocuklu¤umun Maçka apartmanlar›,

yokufltan afla¤› bildik çam a¤açlar›ve bunca y›l unutulmuflkenakl›ma gelen bir bilgi parças›:

Park’›n köflesinde yere b›rak›lan bir cicozdurmadan iner ta stad›n yan›na kadar.Önemli midir bunu bilmek? De¤il midir?

Kim bilebilir ki, son ana kadar?

KIRMIZI IfiIK

Uyku tutmad›, kalkt›m. Sessiz,karanl›k koridorda bir tur att›m,geçip oturdum salonda.

Uzun bir günün sonundave yorgunken bu kadarniye uyuyamad›¤›m› düflündüm.

Ya¤mur simsiyah düflerken,küçük bir ›fl›k çarpt› gözüme,görünmeyen sehpan›n üzerinde.

Karanl›kta k›rm›z› bir nokta.Televizyonun sol alt köflesinde,“Dur! Geçemezsin!” dercesine.

Ne çok fley var yapacak oysa daha.“Geçerim!” diye f›s›ldad›m ekrana,bo¤uk, uykulu bir sesle,“Geçece¤im iflte!”

52

Turgay Fiflekçi

YEN‹ YIL D‹LE⁄‹

Sana haz›rlanmakla bir fliire haz›rlanmak kar›fl›yorYeni hayatlara bölünecekmifl gibi k›p›rd›yor içimdeki.

Yetifltirdi¤im sab›r çiçekleriyle tan›r›m kendimiBir limon çekirde¤inden yaratt›¤›m yeflil aynalar›nGeliflin gibi çiçeklenifllerini.

Abla kardefl mi, anne k›z m› oldu¤unuz anlafl›lamayan bir resimdeSen ve Defne.

Süt, sevgi ve ›fl›k tafl›yarak insanlaraMutlu oldum bu dünyadaBir de her an seninle paylaflabildi¤im için gökküreyi.

‹flte kas›m ortas›nda ›ss›z bir k›y› kasabas›ndaT›pk› sana benzeyen birine rastlad›¤›mda

heyecandan bo¤uluflum gibi.Yetmifline geldi¤inde de görebilmek isterim seniHiç solmayacak ›fl›¤›nla ayd›nlatt›¤›n dünyay›.

Seni tan›d›¤›mdan beriYüzünden do¤an gökkuflaklar› alt›nda yafl›yorumBu yüzdenBütün dileklerim gerçekleflir benim.

53

ÖZEL GÜNLER, GÜZEL GÜNLER…Alev Bulut

Yeni bir y›la girerken konuyu yaln›zca y›lbafl›na indirgemeden birözel günler derlemesi yapmak istedim. Pek çok kültürün en ortak özelgünü yeni y›la girilen gün kuflkusuz. Ortodokslar d›fl›nda kalan H›risti-yanlar Aral›k’›n son haftas›nda dini bir bayram olarak ‹sa’n›n do¤umunukutlayarak arkas›ndan gelen y›l›n ilk gününü karfl›lama törenini öne al›-yor, bir haftal›k bayram havas› estiriyorlar. Asl›nda bayramlar› Kas›m so-nundaki fiükran Günü ile bafllad›¤› için y›l›n son iki ay›nda onlar›n enözel ve güzel günleri ard› ard›na s›ralan›yor. Müslüman kültüründe de,pek çok ülkede, miladi takvime göre y›l›n ilk günü kutlan›yor. Bunun d›-fl›nda iki dinsel bayram var zaten, pek çok da özel dinsel gün.

Türk ve dünya edebiyat›nda bu özel günleri anlatan mutlu öykülerpek çoktur. Ben biraz farkl› bir bak›flla ad› o mutlu günlere gönderme ya-pan ama insan› pek de mutlu etmeyen öyküleri seçeyim istedim. ‹nsanla-r›n buruk, k›r›k, yaln›z kald›klar› özel günlere bakmak için yapt›¤›m oku-malar bildi¤im ve etkilendi¤im öyküler baflta olmak üzere ortaya bu yaz›-daki derlemeyi ç›kard›. Öykülerin ortak yönü özel ve güzel günlerin bu-ruk yüzleri oldu.

Joyce Carol Oates’un Lanetliler: Grotesk Öyküler (Haunted: Talesof the Grotesque, 1995) adl› kitab›nda yer alan “fiükran Günü”(“Thanksgiving”) öyküsü y›llard›r her özel günün öncesinde marketleral›flverifl yapanlarla dolup taflt›¤›nda akl›ma gelir, içimi burkar. Öykü ger-çeklik ve gerçek üstü olmak üzere iki düzeyde okunabilir. Gerçeklik dü-zeyinde evin annesi hastad›r. fiükran Günü gibi çok özel bir günün al›fl-veriflini buruk bir biçimde evin genç k›z› ve baba yapar, gerçek üstü dü-zeydeyse bütün bunlar›n gizemli, aç›klanamaz güçlerin yönlendirdi¤i ga-rip fleyler oldu¤u duygusuna kap›l›r›z:

Babam sessizce, “Annenin al›flveriflini biz yapaca¤›z, hindiyi her fle-yi alaca¤›z. O pek iyi de¤il, biliyorsun” dedi. Hemen sordum, “Nesi varannemin?” Biliyordum asl›nda. Galiba. Üç gün olmufltu….

“fiükran Günü perflembe günü, yar›ndan sonraki gün yani. Erken-den haz›rl›¤a bafllayabilsin diye ona sürpriz yapaca¤›z…

fiükran Günü için bir sürü yiyecek kuponu ç›k›yordu. Hindide “bü-yük indirim”, ya da pek çok fley. Ama bu y›l evimizde kuponlar›, b›rak›n

54

reklam sayfalar›ndan kesip toplamay›, fark eden bile yoktu… (“fiükranGünü” s. 246-249)

Al›flverifl için gidilen büyük market talan edilmifl gibidir. Her za-mankinden çok farkl› görünmektedir her fley. Kasalar›n ço¤u kapal›, al›fl-verifl arabalar› k›r›k, reyon raflar› yerlerdedir. Kasiyerler ve müflteriler deinsanl›ktan ç›km›fl, vahfli bir görünümdedir. ‹yi fleyler al›nm›fl, geriye bü-yük bir da¤›n›kl›k, pislik ve a¤›r bir koku kalm›flt›r. Buraya kadar› elbet-te her özel günde, hatta bazen yeni ve taze mal gelmeden önceki günler-de, her semt marketinde görülebilir. Raflar›n çürük sebze ve meyvelerle,bayat yiyeceklerle dolu oldu¤u, müflterilerin kalan bir iki iyi mal› alabil-mek için umutsuzca itiflip kak›flt›¤› bir market görüntüsü hepimize tan›-d›k gelebilir ama… Oates, tam bu noktada çok canl› bir benzefltirmeylebize o marketin da¤›n›k, periflan, mide buland›r›c› halini gerçeküstü biryarat›¤›n sald›r›s›na u¤ram›fl bir mekan biçiminde sunuyor. Belki deonun için kalabal›¤›n talan etti¤i, geride pis kokulu, bayat, da¤›lm›fl öteberinin kald›¤› her al›flverifl yeri gözümüzde böyle gerçeküstü bir yarat›-¤›n sald›r›s›ndan geçmifl gibi gizemli bir hal alabiliyor… Oates’un o tipikk›r›lgan, yol göstereni olmayan genç k›z kahramanlar›ndan biri bu öykü-deki k›z. Özel bir gün, herkesin bir araya geldi¤i güzel bir gün ve annesevgisi ve ilgisinden yoksun bir genç k›z. Baba da pek tekin say›lmaz, ser-seri tipli, elinden daha fazlas› gelmeyen kaba bir adamd›r. Buruk bir özelgün yaflanmaktad›r. ‹nsan›n içine iflleyen, biraz da ürküten, bir al›flverifltelafl›. Ama mutlu ailelerin fiükran Günü’ne benzemesi mümkün olma-yan “alternatif” bir fiükran Günü için….

Tezer Özlü’nün Eski Bahçe Eski Sevgi (1993) adl› kitab›n›n “Bay-ram Günü” öyküsünün de bayrama z›t hüzünlü bir havas› vard›r. Fonda-ki bayram günü öykünün bütününde çok sözü edilmeyen ama varl›¤›n›hissettiren bir konumdad›r. Resmi bir bayram günüdür bu. Her yerdebayraklar as›l›d›r, askerler dolaflmaktad›r. Bayram günü. Baz› genç k›zlarözenle giyinmifl, gezmeye gidiyorlar. Taflra k›zlar›n›n dirili¤i var üzerle-rinde… – Neden beni sabah aramad›n? – Aramak istedim. Ama her yer-de bayraklar as›l›yd›. Bayram günü çal›flt›¤›n› bilmiyordum. Yak›n›ndaolan, istenen bir fleyi bulamadan öylesine dolaflmak da güzel, diyor kad›n(s.71). Bir bayram günü, biri Türk biri Alman iki kad›n, yolculukta tan›-flan iki kader arkadafl›, hastal›k, yaln›zl›k, sevgi açl›¤›, paylafl›m, fonda dabir bayram ama tam türküdeki gibi “Bayram gelmifl neyime, kan damlaryüre¤ime…” dedirten bir burukluk yans›r öyküden okura.

20. yüzy›l›n büyük yazar› Virginia Woolf da belki yeni y›l kutlamala-r›n› ve bayramlar› de¤il ama toplant›lar›, partileri çok s›k konu eder. O

55

karamsar, yaflam› ve varl›¤› sürekli sorgulayan görüntüsünün tersine bu-luflmalar›, toplumsal yaflam› sever ve önemser. Akl›n› özel günlere ve par-ti vermeye takm›fl görünen zengin kad›nlar›n öykülerini bilinç ak›fl› de-rinli¤iyle anlat›rken bize o kad›nlar›n asl›nda bütün bu kutlamalara par-çalanan benliklerini bir arada tutacak bir u¤rafl olarak sar›ld›klar›n› dü-flündürür. Woolf’un kendisi yaflamdan tam anlam›yla zevk alamazken ak-l›n› partilere takm›fl kad›nlara imrenir miydi, yoksa onlar› küçük mü gö-rürdü? Söylemek zor. Ama bu kad›nlar da zaten öyle iç seslerini dinleme-ye ve mutsuzlu¤a haz›r tiplerdir ki özenecek bir fleyleri kalmaz.

Woolf’un Mrs. Dalloway roman› ve bu roman› haz›rlayan, onu ta-mamlayan yedi öyküsü “Mrs. Dalloway Bond Soka¤›nda” (“Mrs. Dallo-way on Bond Street”),1 “Yeni Elbise” (“The New Dress”), “Birlikte ve Ay-r›” (“Together and Apart”), “‹nsanlar› Seven Adam” (“The Man Who Lo-ved His Kind”), “Tan›flma” (“The Introduction”), “Parti” (“An EveningParty”, ilk ad›yla “A Conversation Party”) ve “Toplant›” (A SummingUp) öyküleri insanlar› bir araya getiren özel günlerin, partilerin, zengin-lerin yaflant›s›na anlam katan balolar›n coflkusuna buruk bir bilinç alt›gezintinin efllik etti¤i öykülerdir (Mrs. Dalloway’s Party, 1973; TheComplete Shorter Fiction of Virginia Woolf, 1985). Kalabal›¤›n ortas›n-da kendisini yaln›z hisseden, içi, kafas› karmakar›fl›kken d›flar›dan güzelgörünmeye çabalayan kad›nlar, hayat› çözmüfl nispeten gams›z erkeklergeçididir bu buluflmalar, insan›n kalabal›k içindeki yaln›zl›¤› ve kafas›-n›n içinde yaflatt›¤› dünyadan baflka bir gerçekli¤in olmad›¤›na iflareteden bu bilinç ak›fl› öyküleri.

Nazl› Eray’›n “Yeni Y›l’a Do¤ru” (Yoldan Geçen Öyküler, 1987) öy-küsü de y›llar öncesinden akl›mda. Her öyküsünde, roman›nda gerçeküstü bir katman, hatta üzeri gerçek perdesi ile örtülü bir gerçek üstüdünya vard›r Eray’›n. ‹nsanl›¤›n en do¤al hallerinin, düfllerinin kara gül-dürüsünü, parodisini kurgular hiç yorulmadan. ‹flte “Yeni Y›l’a Do¤ru”adl› öyküsünde de hastal›k günlerinde ‹stanbul’da ve Ankara’da, geçmifl-le flimdi aras›nda gidip gelen kad›n kahraman›n›n yeni bir y›la girerken-ki ruh hali ve an›lar geçidi konu edilir. Bütün geçmifl imgelerin, geçmiflve flimdiki sevgili flehirlerin, örne¤in Kafl’taki Noel Baba Pastanesi’ndeoturulan saatlerin, bir bir akl›ndan geçti¤i, ‹zmir’deki tan›d›klara çok pa-ra harcamadan ucuz hediyeler al›nan bir hastal›k dönemidir anlat›lan.Öykü kiflisi Ankara’da hastanede geçirmeye haz›rland›¤› bir yeni y›l› flusözlerle anlatarak bitirir öyküyü:

“Sen bu sabah ‹zmir’den döndün.Ankara’da hava k›fl k›yamet! Otobüsün 9.30’da ulaflm›fl kente.

56

Bu gece nöbetçisin.‹ki gün sonra yeni bir y›l bafll›yor…Yar›n gece birlikte olaca¤›z. Çiçek odas›nda oturur, yeni y›l gecesi

için planlar yapar›z. Renkli mumlar, bir pasta, daha baflka fleyler…Ne dersin?” (28 Aral›k 1986, Ankara)

Ifl›l Özgentürk’ün Hançer (1981) adl› öykü kitab›ndaki iki öyküdende söz etmek istiyorum. Birinin zaten ad› “Bir Y›lbafl› Gecesi”, öbürü“Nefleli Hikâyeler”. “Bir Y›lbafl› Gecesi” buruk bir özel gün öyküsü. Özelgünlerde “mutlu olma, mutlu görünme” en az›ndan dünyay› çocuklaraböyle gösterme zorunlulu¤u” içini burkuyor okuyan›n:

“Bu y›lbafl› gecesi çok usta bir oyuncu olmal›s›n. A¤›r kadife perde-lerin usul usul kalkmas›n›, donuk bir ›fl›¤›n yüzünün tüm olanaklar›n› se-yirciye sunmas›n› beklemeden, çok s›radan bir ortamda, bir evin y›lbafl›için haz›rlanm›fl hindili sofras›nda, al›fl›lm›fl› bozmadan, “mutlu bir y›l”için kadeh kald›rarak bafllamal›s›n oyuna.

Rolün oldukça zor…Alt› yafl›nda bir belle¤in bir gün gidiveren birbaban›n, bu gidiflini asla unutmayaca¤›n› bildi¤in için, en çok bunu bil-di¤in için, nefleli olmal›s›n…

‘Nergis’in ölüsü bulunamad›.Düfltü¤ü suda flimdi safran rengiBeyaz bir çiçekti art›k ad›…’Kov bu m›sralar›, kov karanl›k koridorda sevdiklerinin yüzlerine

dokunmak için ç›rp›nan elin görüntüsünü, bu y›lbafl› gecesinde iflini zor-laflt›racak her fleyi unut!

Sürdür tek kiflilik oyununu. ‘Mutlu bir y›l,’ için hindi budundan iri-ce bir parça kopar, k›z›n için bir flark› söyle…” (s.83-88).

Ifl›l Özgentürk’ten seçti¤im ikinci öykü, “Nefleli Hikâyeler” bütüniyimserli¤ine, nefleli olma çabas›na karfl›n iç buran bir öyküdür: “Ey oku-yucu nefleli hikâyeler anlatmak isterdim sana… Ey okuyucu yan›ma gel.Yüre¤imin s›rr›n› açmak istiyorum sana. Duyuyor musun? Bir yerlerdeon binlerce havai fiflek patl›yor, bir sevinç yeli bizi güzel insanlara götü-rüyor…” diye bafllar. Halden anlayan okur. Savruklu¤umu ba¤›flla. Ca-n›m baflka fleyler yazmak istiyor. Ben ne yaz›yorum sen ne okuyorsun.Yaln›z namuslu fleyler yazmak yetmiyor. Nefleli olsun. Yaln›z namuslufleyler yazmak yetmiyor. Nefleli olsun. Kardefl kardefl bir hikâye yaz nefle-li olsun.” (s. 75-81) diye biterken dünyan›n bütün yükü ve gam›yla nefle-

57

li olma iste¤i aras›nda gidip gelen ruh hali aktar›lmaktad›r. Nefleli olma-y› istemek kolayd›r, hep güzel günlerde yaflamak herkesin hakk›d›rama….

Özel günler, kutlamalar. Bazen gerçekten her fleyin yolunda gitti¤i,mutlulu¤u hissetti¤imiz güzel günler, bazense kendimizi mutlu olmaya,en az›ndan öyle görünmeye zorlad›¤›m›z günler olabilir. Yaln›zl›klar›unutup kendini bayram, y›lbafl› ve kutlama telafl›na b›rakan insanlar›ntopluca bir “bayram” havas›n› soluyup neflelenme çabalar›. Yine de, ka-labal›k içindeki yaln›zl›klar, herkese ayn› anda gelmeyen y›lbafl› ve bay-ramlar. Öykü dünyas›nda “insan›n yaln›zl›¤›” konusu bu aç›dan hep tazekalaca¤a benziyor.

(1) Bu öykü Woolf’un Mrs. Dalloway roman›ndan önce At Home: Or At Partyad›yla yazmay› planlad›¤› kitab›n ilk bölümüymüfl asl›nda.

Düzeltme: Geçen say›daki “1920’lere Gülerek Bak›fl” bafll›kl› yaz›m›n ilk say-fas›nda Woody Allen’›n “Yirmilerden Bir An›” adl› öyküsünün yaz›l›fl tarihi“1990’lar” de¤il “1960’lar” olacakt›r. Allen bu öyküyü ilk olarak Chicago DailyNews’un Panorama ekinde “How I Became a Comedian” ad›yla yay›nlam›fl, dahasonra 1978 y›l›nda ç›kan Getting Even adl› seçkiye alm›flt›r.

58

Mehmet Yafl›n

KÜÇÜK-ÖPÜCÜK

Her fley fliir olmal›. Ölürsün! Aflk olmal›, oynamazs›n yoksa.Ve ölüm kadar kuvvetli olmal› hayat. Tek bir fley sankifliir ile aflk... Tekleflmelisin her fleyle.Varoluflun bofllu¤unda sallan›r bir sarkaç,kâh da¤›n doruklar›, kâh denizin dalgalar›yla çarp›flarak.

Solu¤’nu tutma gücün tükendikçe sudan ç›kmal›s›n oysabir nefes al›p yeniden dalmak için ayn› oyuna.‹yi de hayat-öpücü¤’nü sana vermek zorunda de¤il kimse.Atefl ile su aras›nda yaflayabilenrüzgâr kanatl› garip bir oyuncu olmak sadece senin meselen.

Böyle diyorsun ya kendini okuttu¤un görebilsin istiyorsunyar›lan nârlarla aya¤’na serdi¤in fliiri...Okuyucular oyalan›r oysa fliir sanat›n›n flu’su, bu’suylave o ayr›nt›lar aflk›na bir de öpücük kondururlar sana, arada.Küçük-öpücükleri biriktiriyorsun

büyük bir öpüflmeye dönüflece¤’ni umarak. (Ama bir fley ç›kmazöpüflmekten.)

59

Foto¤raf: Özge Akay

ÇEK‹P G‹DERKENO¤uzhan Akay

Önce klasiklerden yok oldular. Sonra s›ra di¤erlerine geldi... Ne za-man örgütlendiler, harekete geçtiler bilinmiyor? Kütüphanemdeki eskibir kitab› yeniden okumak için elime ald›¤›mda farkettim tuhafl›¤›. Enaz kullan›lan kelimelerden bafllayarak tarama yapt›m. Üç yüzüncü keli-meye geldi¤imde yüzde befl fire vard›. On befl kelime, tarihten, hiç var ol-mam›flças›na, tüm dillerdeki karfl›l›klar›yla birlikte silinmiflti. Kelimelerkayboluyordu. Birkaç kifliye söyleyecek oldum, yüzüme tuhaf tuhaf bak-t›lar. Zaten onlar o kelimeleri hiç duymam›fllard›. “Neden söz ediyordumyahu?” ‹flte bak›fllar bu dört kelimeye benziyordu ama yoktu. Hem öylebile olsa ne önemi vard› flimdi bunun?

Yenileri bulunurdu. K›saltmalar ve duygu simgeleri sözlü¤ü haz›rl›-yorum dedi biri. Seslileri at›yorum. “Fazla harfler zaman› yerler” dedibir baflkas›. “Kib” dedi daha samimi olan› ve h›zla uzaklaflt›. “Kendimeiyi bakar›m” dedim, aynada. Derinden güldüm. Sesli ve sessiz harflerihovardal›kla kulland›m o arada. Yüzde befllik boflluk henüz farkedilmeya da panik noktas›na getirmiyordu kimseyi. Getirdi¤inde belki nokta dakalmayacakt› ortada. Acaba bütün bunlar, kelimelerin organizasyonu ol-

60

mayabilir miydi? Bir kelime yok edicisi, virüs gibi ortaya sal›nm›fl da ola-bilirdi öyle ya. A¤z›n› aça aça ilerleyen, kelime yiyen, biçim de¤ifltirerekgirdi¤i cümleye dehflet saçan bir yok edici... Dünya edebiyatç›lar birli¤i-nin acilen toplan›p konuyu çözümlemesi gerekiyordu. Tabii önce birli¤ikurma kofluluyla. B›rakal›m, yüzde befl ona, yirmiye yükselsin ki, sorunsorun olarak kabul edilsin diyen de ç›kard› eminim. Dibe varmadan yu-kar›ya yükselinmez felsefesi...

Bunlar, elindeki karmafl›k cihazla oynayan ve bir yandan denize ba-kan bir adam›n içinden geçenler. Menüye yüklenmifl binlerce obje, süjevar makinede. ‹stedi¤iniz kadar›n› iflaretleyip yükle simgesine bas›yorsu-nuz. Ekranda sanal bir foto¤raf beliriyor. Sonra onun üstünde oynuyor-sunuz. Kendinizi ya da baflkalar›n›, internetten indirdi¤iniz her fleyi ek-liyorsunuz üstüne. Seçene¤iniz sonsuz. Hayal et ve çek slogan›yla sat›l-maya bafllam›flt›, ben de ald›m.

“Buras› bofl mu, oturabilir miyim bay›m”, diyor biri. Kendimi alt ya-z›l› bir filmden gelmifl san›yorum. “Onur”, diyorum, “ad›m Onur.” ‹l-ginç bir fleye benziyor, diyor adam, makineye e¤ilerek. fiimdi çektim di-yorum. Bak›yor. fiaflk›n. “Ama” diyor, “bu resim burdan çekilemez ki?Bir teknenin içerisinde çekilmifl bu. Dört mandal, deniz ve bir yelkenli...‹nsan da yok resimde üstelik.”. “‹nsan, yelkenlinin içinde, kelimelerseçekip gidiyor” diyorum...

Bofl bofl bak›yor bana.

61

Ferruh Tunç

YÖN

1.Bir alay a¤aç (ama) orman de¤il

kufllar gökyüzünde sürü de¤il (yaln›z)

kümelenmifl bulutlar (henüz) ya¤mura dönüflmemifl

gün devrilmifl (de) karanl›k çökmemifl

sular (hâlâ) sele dönüflmemifl

2.Ormandan arta kalan a¤açl›kta at sürüyorumalacakaranl›kta, sa¤r›s›na su s›çratarak at›m›n sürüsünü arayan kufllarsa üstümden geçiyor

3.Yetiflmeliyim bulut, ya¤mura; sular, sele; Alaca, karanl›¤a; kufl, sürüye kavuflmadan!– Nereye?!

VEDA

(ona) hofl geldi

(bizi) terketmiflli¤i (onun)

(bize) hofl geldi

yüz çevirmiflli¤i (bizden)

(o bize) bu defa hayli güzel geldi

vedalafl›r gibiydi tan›flmam›z (eskiden) tan›fl›r gibi olsun vedalaflmam›z (flimdi)

62

“MIZRAKLI ‹LM‹HAL” YA DA MIZRAK ÇUVALA SI⁄MAZAli Püsküllüo¤lu

Dil ile düflünce aras›ndaki iliflki, kaç›n›lmaz. Dilin düflünceyi, dü-flüncenin de dili de¤ifltirdi¤ini biliyoruz. Dil her zaman de¤iflebiliyor,çünkü insan ve dolay›s›yla toplum de¤ifliyor. Çünkü dil de, düflünce deinsan›n ürünü. Dil de¤iflirken düflünceyi, düflünce de¤iflirken dili etkili-yor. Bunu flu k›sac›k yaflam›m›zda hepimiz alg›lam›fl›zd›r. Bugünkü bizelli y›l önceki biz olmad›¤›m›z gibi, kulland›¤›m›z dil de elli y›l önceki dilde¤il.

“Dil de¤iflmemeli, geçmiflimizden kopuyoruz” diyenler, “de¤iflme-yen tek fleyin de¤iflim” oldu¤unu kabul etmeyenlerdir.

Her fley birdenbire de¤iflmiyor elbette, bir evrilme söz konusu. Üs-telik, “de¤iflim” deyince bundan her zaman iyiye, güzele, ileriye do¤rubir yönelimi düflünmemeliyiz. Ama usa elbette ilk gelen, ileriye do¤ru de-¤iflimdir.

Ye¤ledi¤imiz de¤iflim budur.Geriye do¤ru bir de¤iflimi isteyenler yok mu? fiu y›llarda çok, hem

de pek çok. Onlar›n tutumuna “gericilik” deniyor ama bence onlar›n di-li bu tutumu daha iyi anlat›yor: “‹rtica!”

Evet, “irtica”, eskiyi geri getirme eylemidir. Bunu siyasal, toplumsalalandan dar bir alana, dil konusuna indirgersek Osmanl›ca özlemi olarakgörebiliriz. Örne¤in sözlü¤e, kullan›mdan düflmüfl Arapça, Farsça söz-cükleri yeniden almak da böyle bir eylem say›lmal›d›r.

Bir sözlük düflünün ki, daha önceki bask›lar›nda bulunmayan Os-manl›ca sözcükleri almakla yetinmemifl, buna dinsel alanda kullan›lansözcükleri de yo¤un bir biçimde eklemiflse, bu eyleme bir baflka tan›mbulabilir misiniz?

fiimdiki Türk Dil Kurumu’nun sözlü¤ü yaln›zca Türkçe olmayandinsel sözleri almakla kalmam›fl, buna Hac› Bayram yöresinde bulunankitapç›larda sat›lan ve s›radan bir kitap ad› olan “m›zrakl› ilmihal”i deeklemifltir (Türkçe Sözlük, 10. bask›, Ankara 2005.)

Bir kitap ad› olan M›zrakl› ‹lmihal madde bafl› yap›lm›fl. Peki, “m›zrakl› ilmihal” ne? Bu da üzerinde m›zrak resmi bulunan

bir “ilmihal.” Kitap盤›n üzerindeki “m›zrak” bir tür marka imi, onu öte-ki “ilmihal”lerden ay›ran im. Tan›m›nda “kapa¤›nda m›zrak resmi bulu-nan ilmihal kitaplar›ndan biri” oldu¤u belirtilmifl.

63

Elbette bu türe giren baflkalar› da var. Örne¤in, bas›ndan ö¤rendi¤i-mize göre, kimi belediyeler de görevleriymifl gibi, kendilerine göre “aileilmihali” düzenleyip halka da¤›tmaktad›r. Mademki baflka “ilmihal kitap-lar›” da var, onlar da sözlü¤e al›nmal›yd›, de¤il mi? Çünkü sözlükçülükyöntemi, sözlü¤e al›nan bir ö¤enin benzerlerinin de al›nmas›n› gerekti-rir.

Bir sözlü¤e kitap adlar› al›nacaksa bunun sonu bulunur mu? Örne-¤in bu sözlükte M›zrakl› ‹lmihal var da Kuyucakl› Yusuf neden yok? (Buson soru flaka elbette, TDK’dekiler “ciddi” san›rlar da yan›tlamaya kal-karlar diye aç›klamak zorunday›m.)

Bir de flu var: “M›zrakl› ilmihal” kitap ad›ysa, özel add›r ve her ikisözcü¤ünün de bafl harfleri büyük olmal›d›r. TDK’nin Yaz›m K›lavuzu,kitap adlar›nda kural olarak her sözcü¤ün büyük harfle bafllayaca¤›n›söylüyor. Bu sözcüklerin yaz›l›fl›nda kendi kurallar›na da uymam›fllar.

“‹lmihal” nedir diye sorarsan›z, TDK sözlü¤ünün tan›m› flöyle: “‹s-lam dininin kurallar›n› ö¤renmek için yaz›lm›fl kitap.”

“Ö¤renmek” için kitap yaz›l›r m›? “‹slam dininin kurallar›n› ö¤ren-mek için” mi, yoksa “ö¤retmek için” mi kitap yaz›l›r? “Ö¤retmek için”denmesi gerekmez miydi? And›¤›m›z sözlükte böyle tan›m pürüzleri sa-y›lamayacak denli çok.

TDK sözlü¤ü, her sözlük gibi, “seccade”yi alm›fl. Onu yeterli bulma-m›fl “namaz seccadesi”ne yer vermifl.

“Seccade” üzerinde bir tek kiflinin namaz k›ld›¤› küçük bir yayg›d›r.Ona halk “namaz seccadesi” dese bile, bu bir “galat”t›r. Onu alan sözlü-¤ün, en az›ndan, bunun bir yanl›fl kullan›m oldu¤unu belirtmesi gerekir.

Bu sözlükte kimi atasözlerinde bile, sözün özgünlü¤ü bozularakdinsel göndermeler yap›lm›fl. Örne¤in “sora sora Ba¤dat bulunur” sözü“sora sora Kâbe bulunur” biçiminde de sunulmufltur.

Yani atasözünün hem özgün biçimi bozulmufl, hem de söz dinsel k›-l›¤a büründürülmüfltür.

TDK sözlü¤ünde deyimlerin de özgünlükleri bozulmufltur. Örne¤in“nohut oda, bakla sofa” deyimi bu sözlükte “bakla oda, nohut sofa” ol-mufltur. Özgün olana bir yazar›m›zdan tan›k tümce konmufl, ama özgün-lü¤ü bozuk olarak “bakla oda, nohut sofa” biçiminde al›nanda tan›k tüm-ce yok. Nedeni aç›k: Hiçbir yazar›m›z bir deyimin bozuk biçimini kullan-maz.

‹ki biçimde ve abecesel s›ra nedeniyle her iki yerde sözlü¤e al›nanbu deyim, ayn› sözcüklerle tan›mlanm›fl. Sözlükçülükte, böylesi durum-larda tan›m birinde yap›l›r ve kullan›c› tan›m› yap›lana, daha s›k kullan›-lana gönderilir. Bu deyimde o da uygulanmam›fl. Kim bilir, belki de on-lar› ayr› deyimler sanm›fllar. Bir sözcü¤ün tan›m›nda “tafl›t”a “tafl›t ara-

64

c›” (TDK Sözlü¤ü, s. 204) diyen bir sözlükte böylesi pürüzlerin olmas›do¤ald›r.

Genel dil sözlüklerinde yerel dil sözcüklerine (daha do¤rusu, ölçün-lü dil sözcüklerinin bölge a¤›zlar›ndaki bozuk biçimlerine) yer verilir mi?Bu sözlük vermifltir: “Beneffle”, “b›t›rak”, “bö¤rülce” ve daha niceleri...

Buna bir fley diyen ç›km›yor. Yaln›z buna m›? “Anchorman”, “au pair”, “billboard”, “blender”,

“bodyguard”, “grossmarket” gibi nice ‹ngilizce, Frans›zca, Almanya söz-cüklerin böyle kendi özgün yaz›l›fllar›yla Türkçe Sözlük’e al›nmas›na dakimse bir fley demiyor. Üstelik böyle bir sözlük bir devlet kurulufluncahaz›rlan›yor ve devlet eliyle yay›l›yor. Do¤ru mu yanl›fl m› diye, bir gözatan olmuyor.

Ne diyor atasözü: “M›zrak çuvala s›¤maz!”Ama art›k öyle bir dönemdeyiz ki her fley çuvala s›¤›yor. Çuval delik

deflik olsa da... s›¤d›r›yorlar ya da s›¤d›rd›klar›n› san›yorlar.Dil de, düflünce de de¤iflir ama Türkçeyi böylesine bozarak de¤ifltir-

meye kimsenin hakk› olmad›¤›n› söylemek zorunday›z.

65

AKLIN ÇEK‹RDE⁄‹ - D‹LDeniz Günal

Bugün konuflmama sevinçli bir haberle bafllayaca¤›m. Orhan Pa-muk 2006 Nobel Edebiyat Ödülünü ald›. Bu ayn› zamanda tüm TürkEdebiyat›na verilmifl bir ödüldür. Eminim dünyada öteki Türk yazarlar›-n›n da önünü açacak bir geliflme.

Konum Edebiyat ve Türkçe olarak belirlendi. Ancak konuflmam›nözünü, sanatla, dil, insan, yaflam iliflkisini irdelemek, yaflamlar›m›za yan-s›yacak yeni aç›l›mlara olanak verecek saptamalar yapmak oluflturuyor.

Bugünkü konumuzun bafll›¤›nda Türkçe var. Çünkü bizler Türkçekonufluyoruz. Sizlerle paylaflaca¤›m düflüncelerse Türkçeyle s›n›rl› de¤il.‹ngilizce de içinde olmak üzere tüm ana diller için geçerli.

Dilin ne oldu¤u ile bafllamak istiyorum. Dil, öteki insanlarla anlaflabilmemiz için gerekli bir iletiflim arac›,

tek de¤il en önemli iletiflim arac› ama kendimizi anlamam›z için de ge-rekli, yaflam› anlamland›rabilmemiz için de. Daha do¤rusu “birisi” yani“kifli” olabilmemiz için önce bir dilimiz olmas› gerekiyor.

Peki yaflam nedir? Ya da insan? Bu ikisini birlikte soruyorum çün-kü ikisi de ayn› anlama geliyor. Çünkü ben oldu¤um için yaflam› sorgula-yabiliyorum. Ben yoksam o da yok. Yaflam›n ya da insan›n ne oldu¤u üze-rinde düflünmeye bafllad›¤›mda akl›ma ilk gelenler flunlar:

• Bir tans›k• Ola¤anüstü bir tasar›m• Bir keyif • Sonsuz olanaklarla olas›l›klar toplam›• Rastlant›sal bir cad› kazan›• Cennetle cehennemin çarp›flma alan›, savafl yeri• Anlams›z nedensiz rastlant›sal bir flans ya da flans›zl›k• Henüz do¤ru soruyu sormad›¤›m›z için yan›t›n› bulamad›¤›m›z

bir gizem.

Yaflam› ya da insan› tan›mlamaya çal›flmad›m onu nitelendirdim yal-n›zca akl›ma öncelikle gelen sözcüklerle, onu

• tan›mlayabilmek için anlamam gerekiyor • anlayabilmek için keflfetmem• keflfedebilmek için elimde yöntemlerim araçlar›m olmal›• akl›m, dilim, arzum olmal›.

66

Dilin ak›lla iliflkisi çok aç›k ama arzunun, ak›lla, insanla, yaflamlailiflkisi bambaflka bir tart›flma alan›…

Sanat nedir peki? Niçin var? Sanat› burada özellikle ‘yaz›n’ anlam›n-da kullan›yorum. Resim, heykel ya da müzik de¤il. Elbette bunlar›n dadille birer iletiflim arac› olarak iliflkileri, hatta kendilerinin de¤iflik birerdil olduklar› üzerine konuflmak olas›. Ama dilin yaflamda oldu¤u gibi ya-rat›m ortam›n›, arac›n› oluflturdu¤u, yarat›m›n kendisiyle özdeflleflti¤i sa-nat türü yaz›n.

Öyleyse sorumu yeniden soraca¤›m.Yaz›n nedir? Ne için var? Sanat›n, insan›n birey ve tür olarak var oluflunda hiçbir yaflamsal ifl-

levi yok asl›nda. Öyleyken bireyin, birey olarak ve toplumsal bir canl› ola-rak var oluflunda vazgeçilemeyen bir katk›s› var.

Yaz›n,• yaflam› tan›mam›z, anlamam›z, anlamland›rmam›z• kendimize göre, s›k s›k ya da gereksinim duydukça yeniden an-

lamland›rmam›z • oyalanmam›z, e¤lenmemiz, unutmam›z• an›msamam›z • gevflememiz, kendimizden geçmemiz, kendimizden ç›kmam›z• ya da kendimize dönebilmemiz için• ö¤renmek, de¤iflmek• paylaflmak, de¤mek, dokunmak için yasalar› olmayan, ama teme-

li, arac›, yöntemleri olan bir baflkald›rma, direnme, sa¤altma dünyas›.Biz insanlar›n evrene – ya da o anlamda tanr›ya – inat ya da efl yara-

t›m alan›.Ya da t›pk› yaflam›n kendisi gibi bir çarp›flma alan›. Yazar›n, kendiy-

le kendi bafl›na çarp›flt›¤› kutsal bir savafl alan›.Yaflamla yaz›n›n tam da burada birbirleriyle benzefltikleri bir öz var.

O da sonsuz olas›l›klar› denemedeki sonsuz özgürlükleri. Yaflam gidebi-lece¤i her yola girer – asfaltta otlar ç›kar›r, zifti betonu yarar… virüsler,böcekler, sinekler, bakteriler yarat›r... güller, kelebekler, hiçbiri birbiri-ne benzemeyen insanlar… Ak›ll› güzel güçlü flansl› olan kal›r ötekiler ele-nir.

Sanat›n da sonsuz olas›l›klar› vard›r. Sanatç› araçlar›n› al›r dener.E¤er yetenekliyse, ak›ll›, duyarl›, özgün, yarat›c›, içtense yarat›s› bir de-¤er bulur yoksa yok olur gider…

Yaflamda, arama deneme sürecinde her fleye izin vard›r ama yaln›z-ca çok ama çok iyi olan kal›r.

Sanatta da öyle… Ya da öyle olmas› gerekir. Dip not düflersek bura-ya… San›r›m sermayenin tüm dünyayla olan iliflkisi sanat›n da yozlaflm›fl,

67

ifllevini yitirmifl baflka bir boyuta indirgenmesine yol aç›yor. Öyle bir tozduman var ki gelece¤e ne kalacak bir fleyler kalacak m› belli de¤il… Amatarihe bakarsak, geride hep en güzel, en iyi, en özgün yarat›lar›n kald›¤›-n› görüp güven ve umut duyabiliyoruz gelece¤e.

Dilin insanla yaflam ve sanatla olan iliflkisini böyle özetleyebiliriz.Bütün bunlar›n Avustralya’da yaflayan Türklerle iliflkifli nedir peki?Sizler bugün buraya niye geldiniz örne¤in? Ya da tüm söylediklerimden bir kesit alacak olursam: Yaflamdan

beklentiniz nedir, insan olmaktan? Yaflam hepimiz için torbas›nda güzellikler, flanss›zl›klar tafl›yor. Ya-

flamdan, insan olmaktan beklentilerimize göre o torbadan pay›m›za birfleyler düflecek.

Ama e¤er yaflamdan beklentilerimiz aras›nda, yaflam› keflfetmekyepyeni düflüncelerle, duygularla, tatlarla tan›flmak, bu tatlarla tan›flabil-mek için okumak, tart›flmak yoksa, bu dil konusunda biraz gevfleyelim.Türkçe mi ‹ngilizce mi konufluyoruz, ar› m› konufluyoruz kirli mi, kar-man çorman m›, anlafl›l›r m›, çok da önemli de¤il… Konufltu¤unuz dil ifli-nizi görüyorsa, iliflkide oldu¤unuz dünyayla (efl dost bakkal çakkal) anlafl-man›z› sa¤l›yorsa gerisini zorlaman›n ne anlam› var?

Öncelikle rahatlamam›z gereken nokta flu: Dillerin insanlara gerek-sinimi yok. Onlar insanlar için var. Onlar›n gereksinim duydu¤u kadarvar.

Ama e¤er yaflamdan beklentilerimiz aras›nda düflünceden, yeni kav-ramlarla, duyufllarla tan›flmaktan, yaflam karfl›s›nda hep flafl›r›p kalmak-tan keyif, haz duymak, hep de¤iflmek; baflka, yeni, güzel ya da yaln›zcabambaflka boyutlara aç›lmak varsa… Her birimiz yeni birer Leonardoolup renklerin dünyas›nda f›rçalarla harikalar yaratamayaca¤›m›za göre,ya da birer nükleer fizikçi olup atomlar›n dünyas›nda deneyler, gözlem-ler yap›p de¤erlendirme olana¤›m›z olmayaca¤›na göre... Elimizde önce-likle dil var. Bizi yeni düflüncelere, yeni görüfllere, yeni dünyalara tafl›ya-cak dil.

Tam burada iflte, ne dili konufluyoruz, nas›l konufluyoruz, dili nas›lö¤reniyoruz çok önemli oluyor. Ve yine tam da orada… Türkçenin yafla-d›¤› kirlilik neden bizi de tehdit ediyor anlafl›l›r oluyor.

Çünkü k›saca söylemek gerekirse, ana dilimiz bizim ö¤renme yeti-mizi oluflturuyor.

Ana dilimiz neden bizim ö¤renme yetimizi oluflturuyor? Benimözellikle vurgulamak istedi¤im nokta flu: ana dilimizi ö¤rendi¤imiz ço-cukluk sürecinde, kültürümüz, ailemiz, çevremiz edindi¤imiz deneyim-ler üzerinde belirleyici. Bir kavram› bir sözcükle tan›m›yor onu bütünduyular›m›z›n de¤iflik katk›lar› ile tan›yor, anl›yor, ö¤reniyor sonra bir

68

sözcükle etiketliyor beynimiz. Böyle ö¤rendi¤imizde beynimizde çokgüçlü ba¤lant›lar kuruluyor. Ve biz yeni bir dili de, ana dilimizin ›fl›¤›n-da, onu ne kadar güçlü ö¤rendiysek o kadar güçlü ö¤reniyoruz.

Ne yaz›k ki, • ana dilinde ö¤renemeyen düflünemeyen bir insan›n, baflka bir

dilde ö¤renme düflünme flans› yok• ana dilini iyi konuflamayan bir insan›n yeni bir dili iyi konuflma

flans› da yok Evet ben Türkçenin âfl›¤›y›m, onu Türk oldu¤um için de¤il, t›n›s›n›

yap›s›n› olanaklar›n› sevdi¤im için de çok seviyorum. Ama onu sevdi¤imiçin de¤il kirleniflinden duydu¤um üzüntü.

Çünkü Türkçe kirletilerek, yozlaflt›r›larak ana dili Türkçe olan in-sanlar›n, yani Türkiye halk›n›n aptallaflt›r›lmas›, güvensiz, gurursuz in-sanlara dönüfltürülmesi hedefleniyor. Böylece yine kullardan, hizmetçi-lerden, uflaklardan oluflan cahil, belleksiz, geleceksiz bir halk ortaya ç›ka-cak. Bir sömürge halk› yani.

Çünkü insan• sözcüklere dökebildi¤i sürece anlamland›rabilir• anlamland›rabildi¤i sürece anlar sorgulayabilir• sorgulayabildi¤i sürece de¤ifltirebilirDe¤ifltirebilen insanlar›n dünyas›n›n güzelleflme flans›, olana¤› olur.

Düflünen sorgulayan insanlar› kolay kullanamaz, kölelefltiremezsiniz.Avustralya da yaflayan Türkler olarak, • E¤er ana dilimizi b›rak›p ‹ngilizceye yo¤unlafl›yorsak kendimize

yaz›k ediyoruz. Çünkü ana dilimiz her zaman bizim ö¤renme yetimizinbelkemi¤ini oluflturacak.

• ‹ngilizceye bofl verip yaln›zca kendi dilimize yo¤unlafl›yorsak yi-ne kendimize haks›zl›k ediyoruz. Çünkü her dil kendi co¤rafyas›n›n, ik-liminin, tarihinin özellikleriyle gelifliyor. Nas›l her kültürün mutfa¤› ye-ni tatlar sunuyorsa dili de yeni kavramlar, yeni söyleyifllerle yeni keyiflersunuyor.

Söz konusu Türkçe oldu¤unda büyük tart›flma konular›ndan biri na-s›l bir Türkçe konuflman›n do¤ru oldu¤u. Ar› Türkçe mi, yaflayan Türk-çe mi, yoksa yeni ad› küreselleflme olan küresel sömürünün ana dili ‹n-gilizce ile kirletilmifl bir ‹ngilizce Türkçe mi?

Dillerin baflka dillerle etkileflimi ile zenginleflece¤ine inan›yorum.Ama bu etkileflimin çok temel bir düzeyde do¤rudan halklar, kültürler,bireyler aras›nda olmas›, dile bu temel düzeyden yans›mas› gerekti¤inede inan›yorum. Bir örnek vermem gerekirse… Diyelim Rum komflunuz-dan bilmedi¤iniz, onun mutfa¤›na ait bir yemek ö¤reniyorsunuz. Bu ye-me¤i komflunuzun verdi¤i adla mutfa¤›n›za sokabilirsiniz. Do¤al bir bi-

69

çimde bu yeni sözcü¤ün ses yap›s›n› kendi dilinizin ses yap›s›na uydura-caks›n›z. Belki de o yeme¤in ad›na diliniz hiç dönmeyecek ona kendi di-linizde baflka bir ad vereceksiniz. Her iki koflulda da diliniz dilinizle bir-likte kültürünüz de zenginleflecektir.

Ama ne yaz›k ki flu anda Türkiye’de ve dünyan›n baflka pek çok ül-kesinde yaflanan bu de¤il. Türkçeye yabanc› sözcükler özendirme, imren-dirme, dayatma yoluyla giriyor ve kültürel yozlaflmayla baflat gidiyor.

Peki Türkçemizi nas›l gelifltirebilir, onu nas›l do¤ru ve güzel konu-flabiliriz?

• Okuyarak, tart›flarak, dilimizle gurur ondan haz duyarak• Kültürel Yap›lanma Grubunun etkinliklerine kat›larak.

Peki ama neler okuyaca¤›z? Türkçemizi gelifltirebilece¤imiz temiz,düzgün, güzel Türkçe yazan kitaplar› nas›l bulaca¤›z?

Kesin bir yöntemi yok ne yaz›k ki, gittikçe de zorlafl›yor, epey bir evödevi yapman›z gerekiyor. Ama Türk yaz›n›n›n devleri, da¤lar› belli, on-larla bafllayabiliriz. Do¤ru bafllad›¤›m›zda gerisi de mutlaka do¤ru gele-cektir.

Dilden haz duymaktan söz ettim hep. Ama bir dilden nas›l haz du-yabiliriz, o keyif vermek de¤il anlaflmak içindir?

Ama anlaflmak büyük bir haz kayna¤›d›rYaratmak da büyük bir haz kayna¤›d›rSevmek de – Türkçeyi sevelim çok sevelim öyle çok sevelim ki a¤z›-

n›zdan ç›karken ezgisini yüre¤imizde de duyal›m.

Melbourne, 15 Ekim 2006

Kültürel Yap›lan Grubu (http://www.cfg.org.au) taraf›ndan Melbourne’da dü-zenlenen ‘Türkçe’ konulu seminerde sunulan çal›flma.

70

Ali Asker Barut

CLICHY-SOUS-BOIS A⁄IDI

Clichy Sous Bois’da27 Ekim’de akflamResmi elbiseliydi nefretKovaland› nefes nefeseKovaland› üç esmer çocuk

Zyed, Traore, Muhittin adlar›Say ki üç k›nal› kuzuSay ki üflümüfl üç hisliYaz çiçe¤i yaz›daArkalar›nda polis ve jandarma

Arkalar›nda polis ve jandarmaKova kova indirdilerKova kova elektrik trafosunaDaha 17-15 yafl›nda

Telden tele atlad›Kofltu direklerde elektrikSimsiyah, y›ld›zs›z bir gö¤ün alt›ndaArs›zca güldü uzakta Paris

Clichy Sous Bois’da27 Ekim’de akflamUzand›¤› yerde ZyedUzand›¤› yerde Traore Açm›fllar gibi çok uzakÇok mesut bir rüyaya gözleriniYummufllard› s›ms›k›

Ah Muhittin ah annesininAyazda üflümüfl hisli yaz çiçe¤iKalbine kurulmufl karanl›k a¤›n ortas›nda a¤laYans›n an›lmas›n ad› bir dahaBir ud sesi kadar hazin gelen Paris’in

71

Onur Sakarya

HAYATIN SABUNU:

Zaman senin ellerinde büyüdümY›kand›m durdumYavafl yavafl eriten asidinde

Silgiyle bile silinebilecek gölgemiSen çak›yla yeryüzünden kaz›d›n

Ah, hayat›n sabunu ellerimden kayd›

DÜNYANIN EN UZUN SAÇLI SEVABI

A. N. Aksoy’a

Dünyan›n en uzun saçl› sevab›Kendine bira söyle bana atom bombas›

karanl›¤›n hacmi yoksadece tabutun hacmi varbir de mücevher kutular›n›nve içorganlar›n›nburalara bir yerlere koymufltum…neyi? Onu ifltebitkilerimi, kepeklerimi, dans›m›

d›flar›da güneflin parlad›¤›n› söylüyorlarotlar›n yeflerdi¤inidünyan›n bofllukta salland›¤›n›

iplerimi tekrar ba¤lay›nyeryüzüne çivileyin ayaklar›m›beynimdeki uçan balonlar› patlat›n

iflte o zaman size inanabilirimbelki sizi daha çok sevebilirim

dünyan›n en uzun saçl› günah›kendine tekila söylebana kedi yuma¤›

72

Ataman Avdan

KIZAK KÖPE⁄‹

Renkten ve biçimden kaç›yor; onu bilemezsin, duymad›nöncesiz-sonras›z bir yolculuk, sesin içinde yank›.hâlâ sürüyor. Bir titremehissedilmeyinceye kadar k⤛da vuruyor, rüzgâra, ›fl›na.

Eve döndü¤ümde, o karda aç›lm›fl çukura k›zakköpekleri gibi sar›nd›¤›mda, çekiyorum ikizimi güçlü kollardanflehrin caddeleri ve (-) sonsuz merdivenlerinden.Bir titreme hep ayn› sesle duvarlara vuruyor.

Akl›m›n s›n›rlar›yla huzurluyum, haf›zayla flaflk›nçok ince su atefle de¤meden söylemelio suret mi kendi mi aynadaki mi – bir titreme gibiçap› bilinmeyen bir dairede oturdum, dinliyorum.

73

Bülent fiamc›

OLACAK

Bunlar da olacak, kaç›n›lmazbir h›z›n gövdesinden etti¤ievler gibi küçüle küçüle, kaybolanan›lar, iyilikler ki kokular›yla uzaktakalan, her durakla biraz dahaolacak olmaz›n› kan›rtarak dostluklar›nakan caddelerde yetiflimsiz merhaba…

Renkleri de soluyor solu¤umuzun, uçukkokular›yla ard›ç a¤açlar›kitaplarda kald›. Aflklarten tutmas› kadar k›sabir vapur karfl›ya geçer ve biterçarpmak kal›yor birbirine da¤›ld›kça.

Hangisine bassan bir unutkanl›kneye hakimiyet, kime kumanda…ayn›lafl›yor yaln›zl›klar bileço¤ald›kça kal›n perdelerin ard›ndaayn› koltuk, ayn› salon, ayn› oda…

Bir yapra¤›n yeflil koyulu¤u belkibelki masada simit kokusu…kaç fley kald› ki flunun fluras›ndadurup ince belli barda¤a bakankaç dalg›nl›k iyilikle al›flkanl›k aras›.

Gider uçurumda açar, en güzelçiçekler. Ve insanlar kanatlanmazuçurum olmay›nca…her ak›nt›n›n o dip ak›nt›s›, dönmezkayalara çarpmazsa dalgalar.

74

Sine Ergun

SONRA

Görüyor gözlerimGörmüyor de¤ilAc› sal›yorum etrafaBile bileBiraz dahaBiraz daha DerkenGeçtiKendimKendimden

Ötemden aflk geçiyorÖlüm geçiyorNe korkum varNe de can›m çekiyor

Sak›nmalar kaç›nmalarNe atefl yakarNe so¤uk ifller tafltan derimeKay›p ac›tmazBirlik güldürmez

Belki bir sigara dahaSonra –

75

MEKTUP ARKADAfiIM ARJUN RAUSaba Öymen

Üç yan›nda üç cam kap›s›yla göz al›c› büyük beyaz yap›ya girdim.Resimlere bakmakt› niyetim, resim sergisine; Hintlileri gördüm. Gençk›zla genç adam›. Güzelliklerini... Duraklad›m. Yanl›fl kap›... Resim ser-gisi öbür yanda olmal›. Birkaç ad›m att›m. Gene duraklad›m...

Bu ne güzellik? K›z›n esmer yüzünde k›vr›lm›fl al dudaklar... Sar› fli-fonlar içinde ince bir beden... Sim ifllemeli dar bluzun alt›nda gö¤üslerküçük kabarm›fl. Ifl›lt›l› siyah saçlar bluzun yar› örttü¤ü pürüzsüz omuz-larla içli d›fll› olmufl.

Beni farketmediler. ‹yi.... Genç adam k›z›n yan›nda diz çökmüfl, iki elini avucuna alm›fl. Ba-

caklar›n› darac›k siyah saten pantolon sar›yor. Ç›plak ayaklar›na gidiyorgözlerim. Uzun ince parmakl›, t›rnaklar› düzgün kesilmifl esmer ayakla-r›na. ‹lkelli¤i mi simgeliyor ç›plak ayaklar, do¤ayla birleflmifl erkekli¤imi? Bedeninin esmerli¤ini vurgulayan beyaz fl›k tüni¤i ayk›r›ysa da bu il-kellik oyununa, hiç önemli de¤il. Bu k›zla bu genç adam birbirleri içinmi yarat›lm›fllar? Birbirleri için yarat›lmak diye bir fley var m›?

Sanjay anlat›yor:Sri Lanka’dan Hindistan’a yeni gelmifl. Yeni Delhi’nin en kalabal›k,

en çarfl› caddesinde yürüyor. Karishma’y› görüyor bir dükkândan taflanfleytan maskelerinin aras›nda. Karishma’n›n babas› maskeler sat›yor.Gözleriyle gülen on alt› yafl›nda bir k›z Karishma. Akl›n› bafl›ndan al›yoryirmi alt› yafl›ndaki Sanjay’›n. Maskeler türlü türlü... Nefleli ak bir yüzünyan›nda, kafllar› kulaklar›na, diflleri çenesine de¤en, gözbebekleri bofl birkötü ruh, sen de kimsin der gibi bak›yor Sanjay’a. ‹rkiliyor Sanjay, biryandan da biliyor ki, maske bu... Gözü mü var sanki... Göz möz de¤il de-lik iflte... Parma¤›n› uzat›yor kötü ruhun göz bofllu¤una flöyle bir sokupçekiyor. Maskeyse de... Hofl de¤il... Elini cebine at›yor.

Sar› flifonlarla sarmafl dolafl olmufl ›fl›lt›l› saçl› genç k›zla yak›fl›kl› er-ke¤in foto¤raflar› çekiliyor. Belki bir niflan töreni bu. Belki Sydney’liHintliler Tiyatro Grubunun gelecek oyunlar›n›n reklam afiflini haz›rl›-yorlar. Bilmiyorum. Merak da etsem sormaya niyetim yok. Çok iflleri varve de çok güzeller.

76

Sanjay, kötü ruhun görmese de bakan göz boflluklar›n› unutmufl, neiflim var on alt› yafl›ndaki k›z›n (o zaman on alt› yafl›nda oldu¤unu bilmi-yormufl – ama gene de tahmin edebilirmifl) peflinde dememifl, dalm›fl Ka-rishma’n›n ard›ndan dükkâna. Bir an gözleri kararm›fl gölgelerin yaflambuldu¤u dükkâna girince. Annesinin dikifl odas› gibiymifl dükkân. Günüsona erdiriyormufl. Bunu düflününce annesini an›msam›fl. Uzakl›¤›n ad›denli, uzakl›¤›n anlam› denli uzakm›fl flimdi, gitme o¤lum buran›n nesieksik, karn›n m› doymuyor, s›rt›nda ceketin mi yok diyen anas›. ‹lle degidece¤im demifl Sanjay, annesinin koyu yüzünde daha bir koyu halka-larla çevrili gözlerini, k›rlar serpili topuz olmufl uzun saçlar›n› görmeyican› istememifl. Akl› Avustralya’daym›fl ya, yolunu Hindistan’dan geçir-mek flartm›fl.

Y›llar önce... Tozun yere ulaflamad›¤› s›cak, rüzgârl› bir yaz ö¤ledensonras›nda kitab›ma gömülmüflüm. Annem balkonda çamafl›r as›yor.Postac› geldi dedi¤i anda yerimden f›rl›yorum. Amerika’dan, ‹ngilte-re’den gelen mektuplar yata¤›m›n baflucunda, çekmecede. Aylard›r mek-tuplafl›yorum Patsy’yle, Lorna’yla. Öyle iyi tan›yorum ki onlar›. fiimdi birbaflka mektubu, Yeni Delhi’den gelecek bir mektubu bekliyorum. Postakutusunun anahtar›n› kap›p, basamaklar› atlayarak iniyorum dört katafla¤›ya, kilidi çeviriyorum. Orada.. Bu an, ne güzel bir an. Haylaz o¤lu-na seslenen Hayriye Han›mteyze’nin sesi havalanan toza topra¤a kar›fl›-yor sokakta. Dört yan› mavi k›rm›z› çapraz çizgilerle çevrili bir zarf. An-neannemden, teyzemden gelen mektuplar düz beyaz zarfta olur. Heye-canla al›yorum zarf›. Üzerindeki ‘air mail’ damgas›n› çok seviyorum.Uzaklarda çok uzaklarda bir baflka yaflam› anlat›yor bu iki yabanc› söz-cük. Gönderen yerine kay›yor bak›fllar›m:

Arjun Rao. Vusant Kunj, 400 Yeni Delhi, ‹ndia.

Çarfl› içindeki dükkâna girince garip bir tezat hissediliyordu, diyorSanjay.

Renkler ve seslerle doluymufl dükkân. Bir kenarda kocaman beyazkafeste bir tuhaf kuflcuk bir tuhaf ötüyormufl. Sanjay, karanl›kla yaln›zl›-¤›n kuflun bafl›na vurdu¤unu, sesine vurdu¤unu düflünmüfl. Öbür yanday›pranm›fl sar› tahtadan tezgah›n arkas›ndaki teypten alçal›p yükselen in-cecik bir kad›n sesi geliyormufl Hint flark›lar› söyleyen. Bütün bunlar birfilm çekimi için haz›rlanm›fl da aktörler bekleniyormufl gibi de durgun-mufl her fley. Tezgah›n vitrine yak›n kenar›nda bir iskemlede oturup d›-flar›y› seyreden yafll› adam da bu sahnenin parças›ym›fl sanki.

Sanjay gözleriyle k›z› arayarak bak›nm›fl ama k›z birdenbire yitmifl

77

gölgelerin aras›nda. Yafll› adam› ayr›msay›nca sayg›yla selam vermifl. Ba-fl›yla selam›na karfl›l›k gönderen ihtiyar seslenmifl içeriye do¤ru:

Karishma… Nerdesin k›z? Gel de müflteriye bak. ‹flte o anda ö¤renmifl Sanjay k›z›n ad›n›n Karishma oldu¤unu. Son-

ra bir önemli fley daha ö¤renmifl. K›z Karishma, b›rak çifte baflparma¤›n› süslemeyi de gel müflteriye

bak. Karishma gölgelerin aras›ndan süzülüp flekil olmufl, can olmufl.Çifte baflparma¤›m› süsledi¤im yok baba, demifl somurtuk al dudak-

larla. Geldim iflte. Sanjay k›z›n ellerine bakm›fl çabucak. Sa¤ eldeki çifte baflparma¤›,

kahverengimsi k›rm›z› cilalanm›fl biri daha iri, biri minicik iki t›rna¤›görmüfl. Annesini, yafll› ve solgun, incecik kollu, incecik bacakl› ama dol-gun bedenli k›r topuzlu annesini an›msam›fl gene ve de kasabalar›ndakiçifte baflparmakl› k›z›. “Büyücü,” dedi¤ini annesinin, “kara büyüler ya-p›yor o k›z” dedi¤ini. “Kaç kiflinin can› yand› bu k›zdan. Çifte baflparma-¤›ndan belli ne oldu¤u,” dedi¤ini.

An›msam›fl ve unutmufl. Öyle güzelmifl Karishma. Ben bu k›z› alaca-¤›m, diye geçirmifl akl›ndan Sanjay. Alaca¤›m da, Avustralya’ya bile götü-rece¤im.

Güzel genç k›zla genç adam›n foto¤raflar›n›n çekimi sürüyor. Bukez çevresine yapma çiçekler dolanm›fl bir sütunun yan›ndalar. K›z çi-çekleri okfluyor erke¤i k›flk›rt›rcas›na, erkek sütunun öbür yan›nda kol-lar›n› uzatm›fl. Reklam çekimi olmal› bu diyorum, gene de kim bilebilir...Belki de gelecekte yaflayacaklar› s›cac›k akflamlarda, sayfalar›n› çeviripy›llar öncesini an›msayacaklar› kal›n bir foto¤raf albümleri olsun istiyor-lar.

Sanjay k›z yan›na gelince bütün kurallar›, kendisinin Sri Lanka’l› k›-z›n Hintli oldu¤unu boflvermifl, k›z›n belki de niflanl› olabile¤i (öyle ya,k›zlar› on dört on befllerine gelince aileleri niflanlay›verirlermifl) düflün-cesini itivermifl kafas›ndan. Avustralya yolculu¤unu da ertelemifl. F›s›lda-m›fl k›za.

Benimle buluflur musun?Evet, demifl Karishma. Eh, o y›llarda gençmifl çekiciymifl Sanjay.

Elimdeki zarf› Arjun Rau’nun da tuttu¤unu, Yeni Delhi’deki bir k›r-tasiyeciden al›nm›fl bir tükenmez kalemle, gözümün önüne getiremedi-¤im bir odada, belki masan›n üzerinde, belki bir yata¤a oturup mektubuyazd›¤›n›, sonra Vusant Kunj ad›nda bir semtin sokaklar›nda yürüyüp

78

postaya verdi¤ini düflünüyorum. Vusant Kunj… Sokaklar nas›ld›r orada?Ya evler? A¤açlar büyük müdür, sonbaharda yapraklar›n› döküyor mu-dur? Tozlu yaz günlerinde dükkân sahipleri önlerindeki kald›r›m› sulu-yor mudur? Dondurmac›lar geçiyor mudur evlerin önünden, kaymakdondurma diye ama Hintçe ba¤›ran?

Baflharfleri abart›l› bir biçimde kocaman ve süslü, öbürleri kargac›kburgac›k, okunmas› güç bir mektup ve siyah beyaz bir foto¤raf ç›kt› ‘airmail’ damgal› mektuptan. Merdivenleri koflarak t›rman›p eve ç›kt›m.Odamda keyfini ç›kararak okumak istiyordum.

Babas› ö¤le saatlerinde kap›ya ‘kapal›’ levhas›n› asm›fl, dükkân›n ar-kas›ndaki odaya duaya gitmifl, Karishma da soka¤a f›rlam›fl, Sanjay’› sa-atlerdir bekledi¤i köflede bulmufl. ‹flte daha o ilk buluflmada anlam›fl San-jay, Karishma’yla birbirleri için yarat›ld›klar›n›.

‹yi ama, diyorum. Sana çok üzüntü verdi ve flimdi birbirinizden ay-r›s›n›z.

Önemli de¤il, diye cevap veriyor Sanjay. Biz birbirimiz için yarat›l-m›flt›k ve bunlar›n yaflanmas› gerekiyordu.

Tam sekiz ay kalm›fl Sanjay Yeni Delhi’de. Karishma’y› babas›ndanistemifl. Olmayacak fley olmufl, evlenmifller. Nerde görülmüfl bir Hintli k›-z›n böyle kimsesiz gibi, böyle yoksul gibi, çaresiz gibi evlenivermesi du-rup dururken? Aileler tan›flmadan, gelinmeden gidilmeden, anneler bir-birini önce süzüp sonra canci¤er olmadan, birlikte mutluluk dualar› oku-madan... Olmufl iflte. Çeyizler gözlere sunulup övgüler alçakgönüllüce ka-bul edilmeden, y›llarca an›msanacak dü¤ünler yap›lmadan, babas›n› da,annesini de dinlemeden evlenmifl Karishma Sanjay’la.

Sanjay’›n o¤ul özlemiyle yanan annesi, bu k›z sana büyü yapm›fl ol-mal›, demifl telefonda, bana getirip göstermezsen k›z› annen sayma beni.Sanjay’›n içinden Karishma’n›n çifte baflparma¤›ndan sözetmek gelme-mifl. Belki de gerçekten kara büyü yapm›fl Karishma, yoksa nerde görül-müfl Hintli ana baban›n böyle sus pus olup oturmalar›... Dü¤ünden son-ra k›z› al›p anas›n› görmeye gitti¤inde Sanjay, iflte o zaman, yafll› kad›n›nhâlâ parlak, hâlâ keskin gözleri Karishma’n›n çifte baflparma¤›na tak›l-m›fl. Ah, demifl, ah, ben biliyordum bu k›z›n sana büyü yapt›¤›n›. Anne,demifl Sanjay, kimi insan›n boyu uzun olur, kiminin k›sa, kiminin kula-¤› kocaman, kiminin burnu, Karishma’ya da çifte baflparmak vermifl Tan-r›. Demiflse de dinletememifl.

Odama girince siyah beyaz foto¤raf› inceliyorum. Arjun Rao ve üçk›zkardefli. Nefleli, esmer dört genç insan yar›s› görünen bir evin önün-de. Evin bütününü görmek, nerde nas›l yafl›yorlar bilmek için içim gidi-

79

yor. Her köflesini araflt›r›yorum resmin. K›yafetlerine bak›yorum. Gele-neksel Hintli elbiseleri giymiyorlar ama öyle farkl› ki üzerlerindeki. Re-simdeki k›zlar›n benimle hem ayn› hem de çok farkl› k›yafetlerini yad›r-g›yorum. Arjun Rau nas›l bir okula gidiyor? Okullar›n›n kantininde ne-ler sat›l›yor? Okul ç›k›fl› eve yürüyor mu? Haftasonlar› neler yap›yor? K›zarkadafl› var m›? O ve k›zkardeflleri yaflamdan neler umuyorlar?

Asla karfl›laflmayaca¤›m bu insanlar› hayal edebilmek, onlara bir ya-flam yaratabilmek, düfllerimde, yaflad›klar› bu çok uzak yerlere gidebil-mek için öyle dikkatli bak›yorum ki resme, gözlerimin a¤r›d›¤›n› hissedi-yorum.

Dü¤ünden sonra Sydney’e gelmifl Sanjay. ‹fl aram›fl, dolaflm›fl dur-mufl tan›mad›k bilmedik caddelerde, ne de az insan yaflar bu ülkede de-mifl bak›p bak›p tenhaya. Her sapt›¤› sokakta Karishma’y› aram›fl. Hersapt›¤› soka¤›, do¤du¤u ülkenin o dolu dizgin akan sokaklar›yla karfl›lafl-t›rm›fl. Al›flm›fl yavafl yavafl kokusuz tats›z sessizli¤e. ‹fl bulur bulmaz bi-letini göndermifl Karishma’ya. Mutlu olmufllar.

Çocuklar›m› benden uzaklaflt›rd›, diyor Sanjay. K›z›m yüzümü gör-mek istemiyor. Bir tanem k›z›m.

Ans›z›n bir fley olmufl Karishma’ya. Gözlerindeki sevgi yok olmufl. Seni istemiyorum art›k, demifl bir gün Sanjay’a.Sanjay’›n gözleri Karishma’n›n çifte baflparma¤›na tak›lm›fl. Bir sü-

redir sanki daha bir süslüymüfl çifte t›rna¤›. ‹ri t›rnakta k›rm›z› cilan›nüzerinde mor bir çiçek, minik t›rnakta beyaz cilan›n üzerinde k›rm›z› mi-nik bir yürek varm›fl. ‹flte o zaman anlam›fl Sanjay, Karishma’n›n yüre¤iart›k kendisinin de¤il bir baflkas›n›nm›fl.

Foto¤raflar›n çekimi bitti. Yan taraftaki salondan bir grup fl›k Hint-li kad›n ve erkek ç›k›yor, ellerinde içkiler. Güzel genç k›zla erke¤e do¤-ru yürüyorlar. K›zla o¤lan onlara ve birbirlerine bak›p gülümsüyorlar.

Ve hâlâ birbiriniz için yarat›ld›¤›n›z› düflünüyorsun, diyorum San-jay’a.

Evet, diyor, elbette birbirimiz için yarat›ld›k. Bütün bunlar›n yaflan-mas› için.

Nas›l böyle düflündü¤ünü anlayam›yorum, diyorum. Çocuklar›n› al-d› senden.

O¤lum gerçekleri görmeye bafllad›, diyor. Birlikte bisiklete biniyo-ruz haftasonlar›. Okullar tatil oldu¤unda Sri Lanka’ya götürece¤im onuannemi görmeye.

K›z›n?

80

K›z›m› da götürece¤im bir gün. Onun da zaman› gelecek. Soruyorum. Kar›na k›zg›n de¤il misin? Hay›r, diyor. Mutlu olduk birlikte.

Sar› flifon ete¤ini tutarak ince ince yürüyor genç k›z Hintli grubado¤ru, genç adam ç›plak ayaklar›yla peflinde. Bir baflka k›z, üzeri Hint iflidesenlerle süslü iki cam barda¤a içki koyuyor ve genç k›zla genç adamauzat›yor.

Resim sergisini an›ms›yorum, biraz ilerdeki flu salonda olmal›.

Bir yaz boyu süren mektuplar›n kahraman› Yeni Delhi’li Arjun Rao.fiimdi neredesin acaba?

81

NOBEL ÖDÜLÜ ÜSTÜNE KONUfiMAAdalet A¤ao¤lu

Gündüzleri televizyon bafl›na hemen hiç geçmedi¤im halde, otur-mufl Frans›z parlamentosunda Ermeni soyk›r›m›n› reddetmenin suç sa-y›lmas› yasas›n›n kabulü haberini izlemekteyim. ‹çimden, “buyrun baka-l›m flu Voltaire’lerin, Lamartine’lerin, ama as›l ‘Bat› uygarl›¤›n›n açmaz-l›¤›na e¤ilmifl Montesquieu’lerin, topluca demokrasinin befli¤i Fransa’s›-na!” diye geçmekte. 1953’te 22 yafllar›mda Paris’e ilk ayak bast›¤›m za-man, kendimi bir yandan ‘özgürleflmifl’ san›rken, bir yandan da ‘ötekilik’duygusunun yakama yap›flmas›yla içine yuvarland›¤›m büyük korkuyu,korkmaktan kaç›fl›m›n telafl›n› sanki yeniden yaflamaktay›m... Oralardakendime ‘müslüman’ demekten utan›fl›m, ‘uygar Bat›’n›n ‘müslü-man/Türk’ü küçümsemesine raz›ym›fl›m gibi oluflum... Kendimi tan›d›-¤›m günlerden buyana yakama yap›fl›p duran kriz anlar›ndan biri, belkide en fliddetlisi... Tutunacak dal aray›fl›m... Derken telefon! Bas›ndanaran›yorum. “Adalet han›m, nas›ls›n›z, flu anda ne yap›yorsunuz?” “‹fltecan›m, haberleri izliyordum. Ne olacak?” Me¤er bu y›l›n Nobel EdebiyatÖdülü Orhan Pamuk’a verilmifl! Soruluyor: “Düflünceniz?” “Fransa mec-lisinin karar›yla bu karar›n ayn› zamana rastlamas› tuhaf ve önemli birfley. Bu tarihi bir an do¤rusu...” “fiimdi flu anda bunu benden ö¤renince,bir edebiyatç› olarak, ne hissetmektesiniz?” “Roman yaz›yor gibiyim. Or-han Pamuk’un roman›m›z›n de¤iflimine büyük katk›lar› olmufltur; roma-n›m›z›n k›l›¤›n› k›yafetini de¤ifltirme aray›fllar›na, (can›m yani iflte aray›fl-lar›MA) sa¤lam halkalar eklemifltir. Hakk›d›r. Kendisini içtenlikle kutla-r›m.”

‹ster inan›ls›n, ister inan›lmas›n, böyle bir de¤er kabulü bana yap›l-m›fl gibi hissetmekteyim kendimi. Son on y›ld›r yurtiçinde, özellikle deyurtd›fl›nda ça¤r›l› oldu¤um konferanslarda ›srarla ve inatla anlatmayaçal›flt›¤›m bir fley var: Türkiye ‘Cumhuriyet’ Edebiyat›n›n fliir, özelliklede düzyaz›da roman birikimi önemlidir bu bir. Önemlidir çünkü, (dünyadememek için Bat› diyece¤im) Bat›’n›n Osmanl›’dan kalma imparator-luk, yay›lmac›l›k ba¤lar› gere¤i hem korku-hem hayranl›k kar›fl›m› ‘esra-rengiz’li¤ine flarkiyatç› (önyarg›l›) bak›fl›, ‘Bat›c›’ laik devlete geçifl giri-flimleriyle ortaya ç›kmakta olan toplumu, o toplum insanlar›n› anlamas›-na yetmemekte. Zaten Bat›’n›n sanayi devrimi, insan› anlamaya ait ilgiyi‘makinay›’ anlamaya, dinamiti, ateflli silahlar› kullanmaya odakland›rd›k-ça böyle bir ihtiyaç da duyulmamakta.

83

(Türkiye Cumhuriyeti’nin iki kültür aras›nda s›k›fl›p kalm›fl, daral-d›kça daralm›fl toplumunun dünyada bir efli daha yok. Dominyonluktangelme toplumlar›n ‘kendinden baflkas› olmaya zaten al›flkanl›¤›’ bize ya-banc›. Toplum, hemen hemen ‘ans›z›n’ gelen dönüflümü yaflamaya talimederken hem çok kültürlü, hem hiç. Hem her yerli, hem hiçbir yerli.Hem Cumhuriyet sahibi, hem yarg›s›na kadar ba¤›ml›. Hem ‘hür’, hemtutsak. Bir yazar olarak kendi ad›ma ben, kendi dilimin yurttafl› iken ‘ya-banc›’ terazisiyle ölçülüp biçildikçe, günün birinde: “Ben ne zaman ken-dim olaca¤›m!” isyan› göstermek zorunda kalm›fl›md›r.) Biz kendimizebu kadar yabanc›yken, nas›l olacak da zaten kendisi de gitgide ufkunukaybetmeye bafllam›fl elin adamlar›yla elele kolkola gelece¤iz?

Türkiye Cumhuriyeti toplumunun insan›n› derinli¤ine tan›tabil-mek, anlatabilmek için ille edebiyat›n›n, ille de roman›n›n bilinmesi ge-rekmekte. Çünkü ‘insan’› insan yapan de¤erler, roman yazar›n›n kendi-sini anlamaya çal›fl›rken, ‘onu o yapan’ toplumlar›n, d›fl koflullar›n arke-olojik kaz›s›yla sahiden ayd›nlanabilmekte. Toplum gerçekleriyle, d›fl ko-flullarla hesaplaflmadan ‘insani’ de¤erler, giderek Kifli’nin Kifli olma yol-lar› bilinemez. Bunlar bilinmeden onun yar›n› da bilinemez.

Avrupa Birli¤i’ne girmemiz iyi olacakt›r, derken toplumumuz, insa-n›m›z, öteki üyelerce bilinip anlafl›lmad›kça, bu kap›dan girifl çabalar› bo-fluna olacakt›r.

“Edebiyat›m›z da edebiyat›m›z, roman›m›z da roman›m›z” deyipdurmaktay›m, fakat baflkalar›na ulaflmak için ortaya ç›kan çeviriye muh-taç ‘dil engeli’ karfl›m›za koca bir duvar gibi ç›kmakta. Sa¤olsun OrhanPamuk, varolsun. Bu duvarlar› ad›m ad›m aflt›. ‘Çaresizlik’ duygusuna ye-nilmedi; de¤erli Osman Ulagay’›n köfle yaz›s›nda isabetle de¤indi¤i gibi(gerekli) oyunu kural›na göre oynad›. Yazar›m›z›n de¤erli romanlar› daböyle bir zekân›n ürünü de¤il mi zaten?

Öfke, h›rs, sab›r kadar düflünce kanallar›n›n da içini dolduran kar-navalesk zekâ. Her fley gerekti¤i gibi olmufltur vee çok güzel olmufltur.

‹sveç Akademisi’nde Nobel Ödül sahibi s›fat›yla yapt›¤› konuflma,hattâ kiflisellikle yüklü anlam›yla çok güzeldi. Baz› gazeteci yazar›m›z›noradan bildirdiklerine göre bu konuflmadan gerçekten etkilenmifller, gu-rurlan›p duygulanm›fllar. Naklen yay›n› izlerken bu bir saatlik söylem ba-na da dokundu; bitmemesini dilerken bo¤az›m t›kan›r gibi oldu, gözle-rim suland›. Türkçe okudu¤u bu konuflma, yazarl›¤›, özellikle roman ya-zarl›¤›n› hayat›n›n merkezine oturtmufl yazar›m›z›n içinde sa¤lad›¤› ol-gunlu¤un, kibarca dokundurmalar›n›n, eserleriyle örtüflen muzipçe cid-di kiflili¤inin bence yads›namayacak bir belgesi...

Kitaplar›mdan birinde, bir psikiyatr yazar›m›z›n ‘yarat›c›l›k’ ba¤la-m›nda oldukça s›k de¤indi¤i gibi: Hayat›n dilinden hoflnut olsayd›k yaza-

84

rak yeni bir dil kurmaya kalk›flmazd›k, diye yazd›¤›m için, yazarl›k dilinidünya âleme duyurmufl bulunan Orhan’a büsbütün çok fley borçluyum.

Nobel ödülü aç›klan›r aç›klanmaz ayd›n yazar›m›z Çetin Altan’›n de-¤inisini burda anmadan geçemem: “Dünyan›n en en en yüksek dire¤ininucuna kocaman bir Türk bayra¤› assan da, memleketi dünyan›n gözüneOrhan Pamuk’un sa¤lad›¤› kadar sokamazs›n.” Öyle. ‹flte ortada: Tamböyle. Pamuk, Türkiye Cumhuriyeti yazarlar›n›n dem çekti¤i ne varsabunu ve yazarl›k eyleminin anlam›n› – siyasete ‘sözde’ hiç bulaflmaks›z›n– Babam›n Bavulu diyerekten dünya âleme duyurmufltur. Bat›’n›n üst-ten bak›fl›na, A.B.’nin kendi içindeki sallant›s›na karfl›: ‘Ben benim, bizbiziz. Kaybetti¤imiz dünya merkezi, içinde yaflad›¤›m›z zaman ve mekân-larda, fluram›zdaki ‘insan’da bulunmaktad›r,” ünlemi buna dahil. Yap›l›pçat›lm›fl bir kendine ba¤l›l›k, iflte bu ‘kendini’ aflk›nl›k... Önden verilizihniyetin keyifle y›k›l›fl›... Milletçe sevinip gurur duyulmas› gereken as›lfley bu iflte.

Bir futbol tak›m›m›z›n ‘yabanc›’, ‘ecnebi’, ‘öteki’ bir futbol tak›m›n›yenmesi, çarfl›da pazarda, her yerde havai fifleklerle, oynay›p z›plamalar-la kutlanmakta. ‘Bir Türk K›z›’n›n ‘dünya güzellik kraliçeli¤ine’ lay›k gö-rülmesi, toplumun büyük bölümünün övünç kayna¤›. Yazar›n sab›rla,emekle ve asla ve kat’a gelsin para, gelsin flan-flöhret demeden yaratt›¤›ayd›nl›k, ‹sveç’in Stockholm atmosferinde par›ldamakta. Nobel edebiyatödülüne vesile olmufl verimlerin üretildi¤i memlekette ise baz› kitapç›vitrinlerinin ‘çok satanlar’ tezgâhlar›n› flenlendirmifl bulunmakta. Fakatbenim genç roman yazar› ‘meslektafl›m’ benim gibi yafll› bir yazar›n dedi-¤i gibi: ‘i¤neyle kuyu kazman›n’ yazar olmak demeye geldi¤ini biliyor na-s›l olsa. Bizde baflar›n›n küfre, sald›r›ya u¤rat›lmas›n› da yaflayarak ö¤-rendi nas›l olsa.

Onu salt sevgiyle, gururla de¤il, flefkatle de kutlamak istiyorum.Evet, flefkatle. Çünkü ödüller, öne ç›kmalar çok pahal›d›r. Ödedikçe öde-nir. Nobel gibi a¤›r bir fley benim üstüme konmad›¤› için ayr›ca sevinçli-yim. Yazarl›k baflar›s›n›n hem içerde, hem d›flardaki borcunu bir aradaödemek Orhan Pamuk’a düfltü. Ne iyi bir fley bu! ‹yinin iyisi.

85

SERTEL GAZETEC‹L‹K VAKFI ÖDÜLÜSERVER TAN‹LL‹’YE...

Sol muhalefeti sürdüren Tan gazetesinin sa¤c› gençlerce bas›l›p yer-le bir edildi¤i 4 Aral›k 1945, tarihimize bir “utanç günü” olarak geçmifl-tir: Gazetenin yay›nc›lar› Sabiha ve Zekeriya Sertel, bu olaydan bir süresonra yurdu terk etmek zorunda kal›rlar.

Bu ac›lar›n üstüne kurulmufl Sertel Gazetecilik Vakf›, her y›l bir ay-d›n›, “kamuoyunu ayd›nlatmak ve bilinçlendirmek yönünde yapt›¤› hiz-met” nedeniyle ödüllendirmektedir.

Afla¤›da, Sertel Gazetecilik Vakf› Baflkan› Y›ld›z Sertel’in Server Ta-nilli’ye ödül karar›n› bildiren mektubu ile, Server Tanilli’nin ödül töre-ninde yapt›¤› konuflmay› bulacaks›n›z.

Say›n Prof. Dr. Server Tanilli,

Vakf›m›z Yönetim Kurulu’nun, 2006 y›l› Sertel Ödülü’nü size lây›kgördü¤ünü bildirmekten gurur duyuyoruz. Y›llardan beri, kitaplar›n›z,yaz›lar›n›z ve konferanslar›n›zla Türk kamuoyunu ayd›nlatmak ve bilinç-lendirmek yönünde yapt›¤›n›z hizmet büyüktür. Sizi, vakf›m›z›n da be-nimsedi¤i, Atatürk ilkelerinin bir güçlü savunucusu olarak kutluyoruz.Kitaplar›n›zda ayd›nlanma, laik e¤itim, kad›n haklar› gibi konulara aç›k-l›k getirmeniz çok önemlidir. Türkiye’yi tehdit eden tehlikelere karfl› ver-di¤iniz verimli savafl› takdir ediyoruz.

4 Aral›k 2006 tarihinde, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Türkoca-¤› cad. No. 1 adresli lokalinde saat 17.30’da yap›lacak olan ödül töreni-nin program›n› iliflikte gönderiyoruz.

En derin sayg›lar›m›zla.

*

Sevgili dinleyiciler, Bayanlar ve Baylar

2006 y›l› Sertel Ödülü’ne lây›k görülmekten gurur duyuyorum. Ça¤-dafl Türkiye’nin büyük ayd›nlar› aras›nda say›lan Sabiha ve Zekeriya Ser-tel’in mücadelelerine her zaman hayranl›k ve sayg› duydum. Özellikle Sa-biha Sertel’e iki borcumu da söylemeliyim: Genç y›llar›mda okudu¤um,onun ‹leri ve Geri Kavgas›nda Tevfik Fikret adl› eseri, Fikret’e nas›l bak-man›n yan› s›ra, edebi gerçekli¤e yaklaflman›n özelli¤ini de ö¤retmifltir

86

bana. ‹kinci olarak, onun ünlü çevirisi, Auguste Bebel’in Kad›n ve Sos-yalizm’ini – yine gençken – okudu¤umda, “kad›n sorunu”nu fark ettimve çözümünü de ö¤rendim. fiimdi yay›mlad›¤›m kitap, Ne Olursa OlsunSavafl›yorlar, Sabiha Sertel’e bir borcu ödemede arac›l›k da ediyor

Sevgili dinleyiciler,Sertel’ler, Cumhuriyet’e, 1923 Devrimi’nin laik ve demokratik ilke-

lerine – samimi olarak – inanm›fl yurtsever ayd›nlard›. (Konuflmam›n so-nunda onlar›n ne kratta ayd›nlar oldu¤unu belirten bir yaz› dinleyeceksi-niz. Zekeriya Sertel’in an›lar›nda geçen bir parçada, Sertel, Atatürk’ün‹stanbul’daki cenaze törenine bak›p duyduklar›n› ve düflüncelerini dilegetirmektedir) Ne var ki, mücadelelerini “sol cenah”ta veriyorlard›.Cumhuriyet’e ba¤l›l›k ödevse, sol olmalar› da haklar›yd›. Türkiye’nin, 2.Dünya Savafl›’n›n ard›ndan çok partili demokrasiye geçmekte oldu¤u birs›rada iktidar, “solsuz demokrasi olmaz” ilkesini bilmeliydi.

Ancak daha baflta feci bir fley oldu ve hiç unutulmad›: 4 Aral›k1945’te Zekeriya Sertel’in baflyazar› oldu¤u Tan gazetesinin bas›ld›¤›matbaa, sa¤c› güçlerce yerle bir edildi.

Ve gazete susturuldu.Bu olay, devletin polisinin gözü önünde oldu.Niçin oldu?Öteden beri yorumum flöyledir: Sovyetler Birli¤i’nin varl›¤›n›n öte-

sinde, Türkiye’de o s›rada iktidara egemen anlay›fl, çok olaya oldu¤u gi-bi bu olaya da damgas›n› bast›; yani demokrasi olacaksa egemen s›n›f›nkanatlar› alt›nda olmal›yd›. Her fley buna göre ayarland›: Kurulan sol par-tiler kapat›ld› ve Demokrat Parti’nin iktidar›na yollar aç›ld›...

Sertel’ler ne oldu?Tan Olay›’n›n ard›ndan ko¤uflturmalar, hapislerle u¤raflt›lar. Yetme-

di, can derdine düfltüler; çareyi yurt d›fl›na ç›kmakta buldular ve yadelle-re savruldular ve oralarda öldüler; mezarlar› bile yurt d›fl›ndad›r.

Bu hengâmeden kalan bir de flu gerçektir: Yurtlar›na, onun kültürü-ne ve politikas›na onca katk›ya karfl›n, Sertellere, toplumca ödenmesi ge-reken bir borç kalm›flt›r geriye.

Ne yapmal›y›z?Örne¤in say›s› elliyi aflm›fl üniversitelerimizde y›¤›nla enstitülerden

birine, Serteller’in ad›n› vermek anlaml› olur. ‹çimizdeki s›z›y› da bir öl-çüde dindirebilir. Ne var ki Sertel’lere borçlar›m›z› ödemekte as›l yapa-ca¤›m›z, ülkemizi içine düflürüldü¤ü durumdan kurtarmak ve bir an ön-ce kurtarmakt›r.

Gerçekten yurdumuz d›flar›dan ve içeriden kuflat›lm›flt›r.Nas›l bozmal› bu oyunu? Sorun budur.

87

Zekeriya Sertel ile Sabiha Sertel’in an›lar›n›n önünde derin sayg›lar-la e¤iliyorum.

Sizlere de teflekür ediyorum.

*

Afla¤›da Zekeriya Sertel’in an›lar›ndan bir bölüm sunuyorum:

“Eflimle ben cenaze alay›n› daha iyi görebilmek için ‘Yeni Cami’ mi-narelerinden birinin birinci flerefesine ç›km›flt›k. Karaköy’e kadar heryer insanla doluydu. Hava güzel ve güneflliydi.

Nihayet Köprü’nün Karaköy ucundan cenaze alay› göründü. En ön-de elinde siyah flapkas›yla bafl› aç›k yürüyen Celâl Bayar, arkas›ndan toparabas›nda Atatürk’ün tabutu. Arkas›ndan tekbir sesleri, matem havas›çalan askeri muzika. Ve sonra gençler, ö¤renciler ve bir karabulut halin-de halk y›¤›nlar›... Afla¤›dan ilahi sesleri ve h›çk›r›klar yükseliyordu. Bü-tün millet a¤l›yordu.

Bu güzel, fakat hazin manzaray› seyrederken Atatürk’ün son 15 y›l-l›k hayat› bir sinema filmi gibi gözlerimin önünden geçti. O vakit, vicda-n›mla bir hesaplaflma yapmak gere¤ini duydum. Sa¤l›¤›nda biz bu adamakarfl› hürriyet ve demokrasi savafl› yapm›flt›k. Onu demokrasi ve hürriyetgetirmedi¤i için âdeta suçlu say›yorduk. Onun hareketlerini diktatörcebuluyorduk. Çünkü o vakit orman›n içindeydik. A¤açlar› görüyorduk,ama orman› bütün büyüklü¤üyle göremiyorduk. fiimdi, geçenleri dahaayd›n görebiliyordum. Atatürk memleketin sosyal, siyasal ve ekonomikhayat›nda büyük devrimler yapm›flt›. Halifeli¤i ve padiflahl›¤› y›km›fl, ye-rine bir cumhuriyet rejimi getirmiflti. Halk›n sosyal hayat›nda ve gelenek-lerinde birçok esasl› de¤ifliklikler yapm›flt›. Birbiri ard›ndan gerçeklefltir-di¤i devrimler o zaman birçok hoflnutsuzluklar yaratm›flt›. Halife ve pa-diflahtan yana olanlar ona cephe alm›fllard›. ‹ttihatç›lar ona karfl› suikasttertiplemifllerdi. fiapka ve yaz› devrimleri, tekkelerin ortadan kald›r›lma-s›, birçok kötü geleneklerin y›k›lmas› baz› kimseleri tedirgin etmiflti. Em-peryalistler de memleket içinde isyanlar ç›karm›fllard›. ‹stanbul’da bütünhalifeci, padiflahc› ve gerici bas›n, Atatürk’e karfl› yayl›m atefli açm›flt›.Bütün bu koflullar içinde hürriyet ve demokrasi geliflebilir miydi?

Tersine, devrim düflmanlar›na karfl› az çok sert davranmak gerekir.Atatürk de iç ve d›fl düflmanlara karfl› ihtiyatl› ve tedbirli bulunmak ihti-yac›ndayd›. Böyle olmakla beraber Hitler ve Mussolini biçiminde bir dik-tatörlü¤e gitmedi. Kifli yönetiminden çok meclis egemenli¤ine, yani halkegemenli¤ine önem verdi. Bütün koflullar onun do¤ulu bir diktatör olma-s›na elveriflliydi. Fakat, asker olmas›na ra¤men “Benevolent diktators-

88

hip” diye adland›rd›klar› biçimde yumuflak, sevimli ve ak›ll› bir otoritekurdu. Bu otorite diktatörlükte oldu¤u gibi korkuya de¤il, sevgiye daya-n›yordu. Ona bu kuvveti veren fley halk›n kendisine sevgiyle ba¤l› olma-s›yd›.

Onun için, bizim istedi¤imiz kadar de¤ilse de, yine de günün koflul-lar›n›n elverdi¤i ölçüde hür bir rejim kurdu. Biz elefltirilerimizi özgürceyapabildik. Nâz›m Hikmet en devrimci fliirlerini onun döneminde yazd›.Nâz›m’›n en son ve en uzun mahkûmiyeti de Atatürk’ün hastal›k y›llar›-na rastlar.

Zaten büyük adamlar ancak ölümlerinden sonra anlafl›l›r. Atatürkde bütün ölçüleriyle flimdi anlafl›lmaya bafllam›flt›r. Bugün memleketteilerici kuvvetler Atatürk ilkelerine dayanarak savaflabiliyorlar.

Onun için Atatürk dün de büyüktü, bugün de büyüktür, yar›n da bü-yük kalacakt›r. Biz, u¤runda savaflt›¤›m›z özgürlük ve demokrasiye an-cak onun açt›¤› yoldan ulaflabiliriz.

Özgürlük ve demokrasi savafl›na as›l onun ölümünden sonra h›z ve-rece¤iz.”

89

FELSEF‹ ‹ZLEN‹MLER Demir Özlü

Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi profesörlerinden Taner Timur’ungeçti¤imiz sonbaharda yay›nlanm›fl olan Felsefi ‹zlenimler adl› elefltirelyap›t›, tart›flt›¤› konularla düflünce yaflam›m›z aç›s›ndan önemli bir kitap-t›. Önemli oldu¤u ölçüde de “entelektüel dünyam›z”da ele al›nmad›; tar-t›flmalara yol açmad›. Bu da, bence, “entelektüel dünyam›z”›n ne denlibirbirinde kopuk, dikkatsiz ve çal›flmaktan uzak oldu¤unun göstergele-rinden biri.

Taner Timur daha önceki y›llarda Osmanl› toplumsal düzeni, Türki-ye siyasi tarihi, Osmanl›-Türk roman›nda tarih, toplum, kimlik konula-r›nda genifl çal›flmalar›n› yay›nlam›flt›.

Felsefi ‹zlenimler, ad›n›n alçakgönüllülü¤ü ötesinde, 1950 sonras›Frans›z filozoflar›n› dinamik bir içten bak›flla ele alm›fl olmas›yla, bu filo-zoflar›n düflünsel serüvenleri üzerinde çok iyi bir Frans›zca bilgisiyleTürkçe – gerçekten çeviri kokusu olmayan bir Türkçe – düflünmesiyle,elefltirel düflünmeyi hiç elden b›rakmamas›yla seçkinleflen bir çal›flma.Bizde bat› felsefeleri üzerine yap›lan çal›flmalar›n pek ço¤unun, Türk-çe’den çok çeviri-dili nitelikleri tafl›d›¤›, gene pek ço¤unun Türk dilindeanlafl›lmaz oldu¤u düflünülürse yap›t›n de¤eri daha iyi anlafl›l›r. Ayn› bofl-lu¤u gene bat›l› filozoflardan yap›lan iyi çevirilerin tart›flmalara yol açma-mas› üzerine de öne sürebiliriz. (Örne¤in Mehmet Ali K›l›çbay’›n Fouca-ult’nun bütün temel yap›tlar›n› çevirmifl olmas› karfl›s›ndaki sessizliklede ölçebiliriz.)

Düflünce yaflam›m›z ölgündür, sessizliklerle doludur.Marksizm elefltirel düflüncedir, diyenler hakl›d›rlar. Taner Timur’un

da Sartre, Althusser, Foucault ve Derida’n›n felsefi serüvenlerinin aflama-lar› ile sonuçlar›n› sergiledi¤i ve elefltirdi¤i yap›t›nda, arka planda baflvur-du¤u ölçek flemalaflt›r›lmam›fl bu elefltirel düflüncedir. Kitab›n olumlu ni-teliklerinden biri de filozoflar›n bireysel e¤ilimleri yan›nda, düflünceleri-nin oluflturdu¤u toplumsal ve uluslararas› siyasi ortam› hep gözönündetutmas›d›r. Öte yandan, kitap felsefede filozofun kiflilik yap›s›na ba¤l› ola-n› da ortaya ç›kar›yor, daha do¤rusu gözden uzak tutmuyor.

Bat› propagandas›n›n hep unutturmaya çal›flt›¤› birfleyi Timur, Alt-husser’in düflüncesini gözden geçirirken yeniden not ediyor:

“1930’larda Bat› Avrupa burjuvazisi, yükselen Nazizm’e SSCB’ye ol-du¤undan daha s›cak bakm›fl, Sovyetler’in ›srarl› ortak cephe ça¤r›lar›na

90

kulak asmam›flt›. ‹spanya’da ilk büyük iflçi hareketi, Sovyetler’in büyükaskeri yard›mlar›na ra¤men Bat›’n›n duyars›zl›¤› yüzünden ezilmifl;Frans›z burjuvazisinin slogan› da, ‘Hitler, halk cephesinden iyidir’ ol-mufltu. Sonra da Fransa ve ‹ngiltere, aç›k siyasal ve askeri angajmanlar›-n› yerine getirmeye cesaret edemeyerek Çekoslovakya’y› Hitler’e teslimetmifllerdi. Yaklaflan savafl› zaten ‘emperyalistler aras› bir savafl’ olarakde¤erlendiren Sovyet yönetimi de, çaresiz bir biçimde Hitler’le taktik biranlaflma yapmakta sak›nca görmemiflti.” (Timur, s:125)

Timur ayr›ca Katolik romanc›, fakat sonuna kadar dürüst insanFrançois Mauriac’›n unutulmaz sözünü de yeniden not ediyor. Mauriacsavafltan sonra: “kirlenen vatana, s›n›f olarak, sadece iflçi s›n›f› sad›k kal-d›” demiflti.

II. Dünya Savafl›’ndan sonra da Bat›’n›n tutumu ayn›d›r. So¤uk Sa-vafl’›n bafl›n› çeken art›k Bat›’n›n liderli¤ine giriflen ABD yönetimidir.fiimdi ‹ngiltere onun yard›mc›s› ve ideolo¤udur.

Timur, Foucault ile ilgili bölümde düflünürün temel yap›tlar›n› göz-den geçiriyor. Sartre salt felsefe ile düflünceye dayanan edebiyat alan›n-da kald›. Felsefede de onu varoluflun sorunlar›, insan›n dünyada bulunu-flu, ba¤›tlanma ve eylem felsefesi (dolay›s›yla ahlak sorunlar›) ve do¤ru-dan do¤ruya eylem ilgilendirdi. Afl›lmam›fl bir felsefe olarak gördü¤ümarksizm içine de bireyin varl›¤›, davran›flsal ahlak› çevresinde dönenenöznel bir alan yerlefltirdi.

Sartre’›n felsefesinin kaynaklar› bellidir, anlat›m› aç›k ve her çeflitfantaziden uzakt›r. Fakat Sartre’dan sonra gelen Frans›z felsefesinde –özellikle Timur’un kitab›nda ele ald›¤› yaflad›¤›m›z dönemde çok ünlü sa-y›lm›fl filozoflar› ele al›rsak – art›k felsefenin fantazilerle de, düflünürünbireysel kiflilik yap›s›n›n e¤ilimleriyle de, belirli düflünceleri ifade edebi-len halihaz›rda kavramlar varken, durmadan yeni kavramlar yaratma e¤i-limiyle (aç›kça afl›r› özgünlük özentisiyle) dolmaya bafllad›¤›n› görürüz.Foucault, Althusser, Derida ele al›nd›¤›nda da, – bu ünlü filozoflar için-de – en çok delili¤in tarihini, gözetleme ile cezaland›rmay›, cinselli¤in ta-rihini arflivlerde de, çeflitli bilgi alanlar›nda da incelemifl olan Fouca-ult’nun çal›flmalar›n›n insan bilgisinin kazan›mlar› aras›nda yer ald›¤›n›san›yorum. Fantazileri, kavram yaratma tutkusu, hatta kaprisleri bir ya-na. Çünkü bu özgünlük merak› art›k “Althusser’in marksizmi”nde,marksizmle de¤inti noktas› kalmayan bir “kurgu-marksizme” ulaflmakta-d›r. (Öne sürüldü¤ünde büyük bir düflünce san›lan “marksizm antihüma-nizmdir” temas›n›n fantazi gücünü düflünün.)

Taner Timur, Foucault’yu incelerken bat› propagandalar›n›n bizimayd›nlar›m›zla yar›-ayd›nlar›m›zda yaratm›fl oldu¤u derin küçüklük duy-

91

gusunun yersizli¤ini, bu düflünürün çal›flmalar›na dayanarak yads›yor.Baflka bir deyiflle, “üstün-Bat›” kültürel mitosuna pabuç b›rakm›yor. Fo-ucault’nun, “…yapt›¤› analizler ve betimledi¤i zulüm ve iflkence meka-nizmalar›, Bat›’da özelefltiriyi k›s›tlayan, Do¤u’nun daima despotik vekeyfi yönetimlerini ön plana ç›karan sömürgeci ve emperyalist söylemiy-le adeta alay eder gibi duruyor. Bu bak›mdan Foucault’ya çok fley borçlu-yuz” (Timur, s: 77) diyor.

Timur, yaflam›nda ve yaflam›n›n son bölümünde çok özel dönemleroldu¤u, kiflilik yap›s›n›n da dalgal›l›¤› dolay›s›yla san›r›m Althusser’in ha-yat› ile psikolojik e¤ilimleri üzerinde oldukça uzun durmaktad›r. Filozo-fun hayat›n›n son y›llar›n› geçirdi¤i klinikte kaleme ald›¤› Gelecek UzunSürer adl› kitab›n duygusal a¤›rl›¤› da inceleme yapan› bu alana çekenö¤elerden biridir.

Timur, Althusser’i çok iyi izlemifl, Felsefi ‹zlenimler’de onun dü-flünce yaflam› üzerine zengin bir belgeleme yapm›flt›r. O dönemin düflün-ce dünyas› ile felsefecilerin birbirleriyle ilgisi konular› da çok ayd›nl›kt›r.Bu ba¤lamda Lefebvre’in, Althusser’in bir çeflit “bilim fetiflizmi”ne ka-p›ld›¤› elefltirisini de denemesi içine yerlefltirmesi ayr›ca önemlidir. Hü-manizmden ve tarihselcilikten kaç›l›nca, arda kalan marksizmin tan›na-maz bir marksizm olaca¤› elbette çok aç›kt›r. Bütün o düflünce dönemin-de Althusser’in ö¤rencisi olan ama ona, marksizme uygun düflen en radi-kal elefltirilerinden birini getiren J. Rancière’in görüfllerinin en geçerligörüfller oldu¤unu ben de burada yeniden belirtmek isterim. Bir de flun-lar› eklemekten kaç›nmamak istiyorum: Timur’un 107. sayfadaki dip no-tuna ald›¤› gibi, Lukacs, Althusser’den yirmi y›l önce… “her felsefenin,içeri¤i ve yöntemi bak›m›ndan, zaman›n s›n›f kavgalar› taraf›ndan belir-lendi¤ini” yazmam›fl m›yd›? Ayr›ca dönemin çok ilgiyle karfl›lanm›fl olan,gene Althusser’in “devletin ideolojik ayg›tlar›” konusundaki tezlerininarka-plan›nda Gramsci yok mudur?

Timur’un anlafl›lmas› çok güç olan düflünür Derida üzerine de bir-çok ayd›nlat›c› yaklafl›mlar getirmifl oldu¤unu söyleyece¤im. Bu arada“différence ile différance” kavramlar› aras›ndaki zor anlafl›l›r derin ayr›-l›k, Derida’n›n elden b›rakmad›¤› “gizem kültürü”, yap›-söküm yöntemi-nin anlam›, gramatoloji gibi temalar üzerine Türkçe’de anlafl›labilir yo-rumlar sunuyor. Fakat gene kitapta belirtildi¤i gibi (s:157) “bafl döndü-rücü bir dil virtüozlu¤u ve kavramsal üreticilik”le yazan bu filozof üzeri-ne benim kristalize olmufl düflüncelerim yok. Baflka filozoflar›n da belirt-ti¤i gibi “söz dizimini çi¤neyerek, Frans›zca’y› hor kullanarak, pek çokyeni sözcük üreterek, özellikle karanl›k ifadeler seçerek (belki de) kimitemalar› söz kalabal›¤›na getirerek…” (s:142’deki Michel Onfray’›n dü-flünceleri… Herkes de böyle düflünebilece¤i için bu elefltirileri serbestlefl-

92

tirdim. D.Ö.) yazan Derida’n›n felsefe dünyas›n›n oldukça fantazi oldu-¤unu san›yorum.

Gene Timur, Derida’n›n son kitaplar›nda biri olan Marx’›n Hayalet-leri üzerinde de uzunca duruyor. Asl›nda Derida’n›n yaflam›n›n son y›lla-r›nda Marx’›n düflüncesi üzerine söyledikleri, bütün dürüst insanlar›nsöyleyebilece¤i fleylerdir. Kendisi de marksizmin incelenmesine giriflmiflde¤ildi. Ama gene Timur’un kitab›nda Derida’dan hareketle Heidegger(ve onun Nazizmle iliflkisi) konusunda çok de¤erli parçalar var (s:182v.d.). Öte yandan gene Derida’n›n Hayaletler denemesine ald›¤› MauriceBlanchot’un – bu çok önemli düflünürün – marksizm üzerine görüflleri –bu görüfllerin Derida-Blanchot-Timur üçgeninde tart›fl›ld›¤› parçalar (buarada T. Eagleton, T. Lewis, A. Ahmad, F. Jameson’un Derida’n›n bak›flaç›s›na getirdi¤i elefltiriler çok önemli parçalard›r.)

Maurice Blanchot’dan söz aç›lm›flken flunu da söyleyeyim: Blanc-hot’un çok do¤ru ve derin olan düflünceleri paralelindeki düflünceleri,Fransa’daki gibi bu konularda köklü bir e¤itim ortam›ndan geçmedi¤imizhalde, çok gençlik y›llar›m›zda biz de farketmifltik. Daha önceki bir yaz›m-da belirtti¤im gibi Türk Yenileflme Hareketi’nden sonra oluflmaya bafllayanlaik Türk logosu, gerçek olan› kavramaya çok haz›r bir logostu. Uzun yüz-y›llar›n H›ristiyan düflünce a¤›rl›¤› ile kilise skolasti¤inin bask›s› yoktu üze-rinde. Bunu Derida da farketmifltir. (Bkz: s:149’daki 11 no.lu dipnotu).

Felsefi ‹zlenimler’in elefltirece¤im yan›, Timur’un kitab›nda ilk elealm›fl oldu¤u filozof olan Sartre üzerinde biraz k›sa durmufl olmas›. Ger-çi yaflarken de Sartre’›n karfl›tlar› pek çoktu. Frans›z düflünce dünyas› ay-n› temalar›n, ayn› terimlerin uzun süre tekrarlanmas›ndan kolayca s›k›-lan bir yap›dad›r. Bu yüzden, düflünceleri temelden incelenmeksizin, s›ks›k yeni filozoflar moda yap›l›r. Yeni ünlenen filozoflar›n pek çok – ço-¤unlukla da gereksiz – terimler üretmeleri de bu olgunun baflka bir gö-rüntüsüdür. Diyece¤im Paris’te moda, sadece Rive droite’›n moda salon-lar›nda ve boutique’lerinde de¤il, düflünce yaflam›nda da vard›r.

Sartre’›n karfl›tlar›n›n – onu unutulan, modas› geçmifl bir filozof gi-bi göstermek isteyenlerin – ço¤almas›n›n nedenlerinden biri de bu ülke-deki geleneksel anti-komünizmdir. Sartre, etkisi büyük bir düflünür ola-rak varoluflçulu¤unun gücünü, 1960’da ç›kan Diyalektik Akl›n Elefltirisikitab› ile (yeniden) marksizme ba¤lay›nca çeflitli sa¤ ve kapitalist taraflar-dan karfl›tlar› ço¤ald›. 1970’lere do¤ru da Fransa, Türkiye’de 1980’le bir-likte olan gibi, aç›kça da, alttan alta da yeni-liberalizm ve özellefltirmele-re haz›rlan›yordu. Sartre’›n eflitlikçi fikirleri, çeflitli temel alanlarda dev-letçi ekonomik politikalara da izin verir.

Sartre’›n 2005 y›l›nda kutlanan 100. do¤um y›l› etkinliklerinde dedaha çok yak›n çevresi vard›. Bunun nedenini araflt›rmak isteyenler, II.

93

Dünya Savafl› sonras› Front populaire’li, Komünist Partili, Sartre’l›, Le-febvre’li v.d. Fransa ile bugünkü Fransa aras›ndaki fark› araflt›rabilirler.

Timur’un Sartre’› ele al›rken daha çok Sözcükler (Les Mots) kitab›çevresinde durmas›n› benimsiyemiyorum. Yazar›n belli bir yaflta yaflam›-n› (elbette bir yazar olarak yaflam›n›) bir nevroz çevresinde aç›klamas›n›nnedenleri aras›nda bence 1. alçakgönüllülük; 2. Frans›z edebiyat›ndakiitiraflar gelene¤i var; 3. öte yandan bu itiraf bir metafor olarak da eleal›nmal›, al›nabilir de. Ayr›ca hemen hemen bütün yazarlar bir nevrozunsürüklemesi, etkisi alt›ndad›rlar. Hatta büyük kentte yaflayan insanlar›nço¤unlu¤u da. Bir de Timur’un (s:18) deki hümanizm yorumuna kat›la-mayaca¤›m. Sartre bir kahraman›na, bir tiyatro oyununda “Cehennembaflkalar›d›r” dedirtiyor. Çok ünlenmifl olan bu söz bir duruma ve oyu-nun yap›s›na ba¤l›d›r. Ayr›ca biz de arada bir baflkalar›n›n cehennem ol-du¤unu hissetmiyor muyuz? Bana kal›rsa bu duygu bugünkü fliddet dün-yas›nda daha çok art›yor. Timur, Sartre’›n Beauvoir’e “siz” diye hitap et-mesinde burjuva bireycili¤i ile bir çeflit hümanizme uygun düflmeyen ta-v›r buluyor. Bence bunun da bir önemi yok. Sartre’daki hümanizm onundüflüncesindeki seçme, ba¤›tlanma, eylem temalar› çevresinde aranmal›.

Fakat Timur çok önemli olarak, çal›flmas›n› de¤erli ve kiflilikli k›lan,flu temel gözlemle yaz›yor: “Ünlü filozoflar kolayca ‘guru’laflt›r›l›yor vetezleri düflündürücü, telkin edici, fakat ayn› zamanda sorgulanmas› gere-ken öneriler olarak de¤il de adeta kutsal mesajlar gibi de¤erlendiriliyor.”Bu yüzden kitab› zengin, düflündürücü, elefltirel de¤erler tafl›yor.

Taner Timur’un Felsefi ‹zlenimler’de ele ald›¤› dönemde, Sartre’›nedebiyat, felsefe, eylem aras›nda uzanan özel yeri, Foucault’nun geçmifledönük araflt›rmalar›nda ortaya ç›kar›p sergiledi¤i delilik, gözetleme, ce-zaland›rma, kendi parlak deyimiyle “bilginin arkeolojisi”… gibi konular-daki çok özgün bulgular› d›fl›nda insanl›¤›n düflünsel kazan›mlar› aras›n-da ben en çok C. Lévi-Strauss’la ekonomi tarihçisi F. Braudel’in çal›flma-lar›n›n önemli oldu¤unu düflünüyorum. Elbette Lévi-Strauss’dan sonrayap›salc›l›¤› moda haline getirip, gene etnolog-düflünürün “kurgu-yap›-salc›l›k” dedi¤i e¤ilimleri Strauss’un temel düflüncelerinden ay›rarak.

Her ikisi de düflünceyi (buna ba¤l› olarak bilgiyi) Avrupa merkezcilolmaktan ç›kard›, bütün yeryüzüne yayd›. Her ikisi de Marx’›n vard›¤› so-nuçlara varmad›larsa da, marksist yöntemin kazan›mlar›n› çal›flmalar›n-da gözden uzak tutmad›lar. Bu yüzden, insan bilgisine kazand›rd›klar›kavram yaratma fetiflizminden de, gerçekten uzaklaflan kurgusall›klar-dan da uzakt›r. Elbette bütün bu düflünürlerin düflünce polemikleri ara-s›na da girerek onlar› incelemek birfleydir, temel düflüncelerinin bilgi do-nan›m›m›z içine s›zmas› ve o donan›m içinde içsellefltirilmesi baflka birfleydir. Belki birincisi, kendisinden daha önemli olan ikinci aflamaya gö-

94

türen bir yoldur. Bu bak›mdan Türkçe düflünen Felsefi ‹zlenimler önem-li bir kitapt›r.

YUNUS EMRE

Sevgili Erdal Alova, benim Sözcükler’in 3. say›s›nda yay›nlanan yaz›m-daki Yunus Emre’nin “yaflayan halk›n düflünce dünyas›na” ifllemedi¤ini no-tetmemde gözlem yanl›fll›¤› buluyor. Ben düflüncemde ›srar ederken flunlar›hesaba kat›yorum: bilgilerim çok s›n›rl› olmas›na karfl›n XIII ve XIV. yüzy›lAnadolu’su ile bugünkü Türkiye aras›nda çok büyük bir ruhsal fark var. Yu-nus’un çok say›da mezar› belki o dönemle ilgilidir. XV. yüzy›l›n bafllar›ndanitibaren fieyh Bedrettin ayaklanmalar›n›n katliamlarla bast›r›lmas›ndan son-ra merkezileflmeye bafllayan Osmanl› iktidar›, uzun yüzy›llar boyunca halk›nruhunu de¤ifltirmifltir. Bugün Türkiye’de (Ne varl›¤a sevinirim / Ne yoklu¤ayerinirim / Aflk›n ile avunurum) diye düflünen kesimler oldu¤una inanam›-yorum. Özellikle 1980’de, onca coflku yaratan, hâlâ büyüklü¤üne inananla-r›n bulundu¤u Özal rejiminden sonra.

Tam Alova’n›n yaz›s›n› okudu¤um s›rada Türkiye’de Elaz›¤ valisininbir toplant›da söyledi¤i – bas›nda yeralan – sözleri kestirme yoldan beni do¤-rulad› diye düflündüm. Vali, flöyle dedi: “Halk›m›z›n yüzde 99’u müslümandiyoruz ama yüzde 60’› h›rs›z.”

Uzun y›llard›r protestan ülkeleri gözlemledi¤im için bu düflünceyi edin-dim. Lüther’in görüflleri tutucu... vb. oldu¤u halde, Max Weber’in de yazd›-¤› gibi kapitalizmin oluflmas›n›n temelinde bulunan dürüstlük, sözün senetolmas›, vâde sadakat... vb. nitelikler bu ülkelerde halk›n ruhuna ifllemifltir.

‹FADE ÖZGÜRLÜ⁄Ü

fiu “‹fade Özgürlü¤ü” sözünü duyunca tüylerim diken diken oluyor.AB bu ifadeyi Kopenhag Kriterlerine koymufl. Bu ifadenin asl› “Fikir ve SözHürriyeti”dir. Fikir ve Söz Hürriyeti konusunda da bütün demokrasi tarihiboyunca hukuksal çal›flmalar yap›lm›fl, bu özgürlük anayasalar çerçevesindede yer alm›fl, Anayasa Hukukunun ayr›lmaz bir parças› olmufltur.

Fikir ve Söz Hürriyeti’nin daha ‹fade Özgürlü¤ü olarak k›salt›lmas›ndabile insan bir hile seziyor. fiimdiki halde Danimarkal› gazeteciler bu özgür-lü¤ü Muhammed’in çirkinlefltirilmifl karikatürlerini yay›nlamakta kullan›-yorlar.

Bugünkü Bat›, “‹fade Özgürlü¤ü”nü hor görmeye çal›flt›¤› ülkelere kar-fl› bir bask›, bozgun yaratma arac› olarak kullan›yor. Bunu bütün özgürlük-lerin önüne geçirerek, 19. yüzy›l›n ortas›ndaki vahfli kapitalizm döneminedönüflünü saklamak istiyor. Bat›n›n “lideri” ABD’nin sadece Los Angeleskentinde 90 bin evsiz insan var. Anne, baba, çocuk, bu evsiz insanlara baz›kurumlar baz› yerlerde yemek veriyor. Kar›nlar›n› doyuruyor.

D. Ö.

95

FAHR‹ ERD‹NÇ’‹ OKUMAYA BAfiLARKENKemal Özer

Ayn› bafll›kla bir yaz› daha yazm›flt›m 1979’da. O y›l, Fahri Erdinç’inbütün kitaplar›n› basmak üzere yola ç›k›lm›fl, ilk olarak iki roman› yay›n-lanm›flt› çünkü. Arkas› gelecek, öyküleriyle fliirleri, öteki romanlar›yla an›ve mektuplar› cilt cilt gün ›fl›¤›na ç›kar›lacakt›. Dizinin bafllamas›, bu gi-riflimin gerçekleflmesine katk› sa¤layanlar aras›nda bulundu¤um için ba-na da heyecan veriyor, y›llarca o günleri nas›l bekledi¤ine yak›ndan tan›koldu¤um Erdinç’in sevincini kendisiyle paylaflmak istiyordum.

Ne yaz›k ki, araya 12 Eylül girdi. De¤iflen koflullar yüzünden sözko-nusu yay›n sürdürülemedi, yap›lan haz›rl›klar ellerde kald›. 1986’dakiölümüne de¤in, kendisi bir baflka giriflimin bafllad›¤›n› göremedi¤i gibi,özleminin tan›¤› bizler de ölümünden günümüze 20 y›l boyunca, eski efli-nin anlay›fls›zl›¤› yüzünden, bir ikisi d›fl›nda kitaplar›n›n yeniden gün ›fl›-¤›na ç›kmas›n› sa¤layamad›k.

Yordam Kitap, Erdinç’in ölümünden tam 20 y›l sonra ancak yeni biryay›n giriflimini bafllatm›fl oluyor flimdi. Ayn› bafll›k alt›nda yeni bir heye-can› daha dile getirmek istiyorum ben de. Ama kendisi bu giriflimi art›kgöremeyece¤i, arada paylafl›las› bir sevinç ortakl›¤› oluflamayaca¤› içinduydu¤um buruklu¤un kaç›n›lmazl›¤›n› da anarak.

Kuflkusuz aram›zda olmayan, ama bu tür ilgileri hak etmifl her yazariçin kitaplar›n›n topluca bas›lmas›n› sa¤layacak böyle bir giriflim heye-canla karfl›lanmal›d›r, bir de¤erbilirlik olarak alt› çizilip kuflaktan kufla¤aaktar›lmal›d›r. Ama Fahri Erdinç’in yeniden yay›nlanmaya bafllamas›,onun yaflam›ndaki ve yazarl›k serüvenindeki özel koflullardan dolay› ayr›bir anlam ve önem tafl›yor.

Fahri Erdinç, 1949’dan 1986’ya de¤in, yurt d›fl›nda yaflamak zorun-da kald›. Buna karfl›l›k yazmay› sürdürürken, içinde bulundu¤u koflulla-ra yenik düflmedi. Yazd›klar› tam 20 y›l, ülkesinde yay›nlanma olana¤›bulamad›. Ama o, hem dilini gelifltirerek yazmay› sürdürdü, hem de ül-kesinin insanlar›n› ve gerçeklerini yazmaktan bir an bile geri durmad›.

Fahri Erdinç’in ülke d›fl›na ç›kt›ktan sonra yazd›klar›, ilk kez bir öy-kü derlemesi olarak 1969’da Hür Yay›nevi sahibi Yusuf Ziya Bahad›n-l›’n›n giriflimiyle yay›nlanma f›rsat› buldu: Diriler Mezarl›¤›. Bu bafllang›-c›n ard›ndan, dergilerin ona ilgi göstermeye bafllad›¤› bir dönem geldi.1970’ten sonra Bulgaristan’a gidifl gelifllerin artmas›, Türkiye’deyken ta-n›flt›¤› kimi yazar ve ozanlarla (M. Elo¤lu, Ö. F. Toprak, M. Makal vb) ye-

96

niden buluflmas›na, TYS’nin kurulmas› ve ikili kültür anlaflmalar› imza-lamas› sonucu daha gençlerin de onu tan›malar›na yol açt›.

Bu geliflmeler, dergilerin onun ürünlerine ulafl›p yer vermeleriylesonuçland›. Türkiye Defteri dergisinin özel say› yaparak bafllatt›¤› ilgi,1970-80 aras›nda yay›nlanan pek çok dergiyle sürdü: Yeni a Dergisi, Yan-s›ma, Türkiye Yaz›lar›, Sanat Eme¤i, Do¤rultu, Felsefe Dergisi vb. Yeni-dendo¤ufl denebilecek bir dönem, dergilerin ötesinde Türkiye Hikâyele-ri ile Ac› Lokma roman›n›n (önce Politika gazetesinde, sonra GüneyFilm’de) yay›n›yla, ard›ndan Habora Kitabevi’nin baflta sözünü etti¤imdiziyi bafllatmas› ve Kardefl Evi ve Alinin Biri romanlar›n› ard› ard›na ç›-karmas›yla doru¤a ulaflt›.

Özellikle 1970’lerin ikinci yar›s›nda Fahri Erdinç ile tan›flma f›rsat›bulanlar›n bir bölümü (A. Özyalç›ner, D. Ceyhun, O. Kutlar, K. Özer vb)daha 1950’lerde onun öykülerini okumufl ve etkilenmifllerdi. 1979’dakiyaz›mda bunu flöyle dile getirmifltim: “1950’lerin bafllar›nda, ilk okurluky›llar›mda, öykülerini sanatsal bir tat alarak okudu¤um birkaç öykü yaza-r›ndan biriydi Fahri Erdinç. Seçilmifl Hikâyeler Dergisi’nin özel say› ola-rak ondan yapt›¤› derlemedeki öyküler, hâlâ unutamad›¤›m, y›llar sonrayeniden okuyunca da ayn› tad› ald›¤›m yap›tlard›. Çizdi¤i dünyay›, sergi-ledi¤i kiflileri bugün hâlâ o ilk etkileriyle, hüzünden öfkeye, h›nçtan se-vecenli¤e dek de¤iflen duygularla an›ms›yorum. Çözümlemesini yapt›k-tan sonra bile hâlâ aç›klanamayan bir fley, bir büyü, bir ‘ad› konmayan’kal›r ya kimi yap›tlarda; o öykülerde de vard› bu.”

Tan›flt›ktan ve yeni yap›tlar›n› da okuma f›rsat› bulduktan sonra,bendeki bu okurlu¤a bir baflka tan›kl›¤›n gözlemi kat›lm›fl oldu. Kendisi-ne yazd›¤›m mektuplardan birinde bunun alt›n› flöyle çizmifltim: “..beniilgilendiren, uyaran iki fley var senin serüveninde: insan olarak burayla,ülkenle yaflaman, bir. ‹kincisi, varl›¤›nla dilin aras›ndaki ba¤lant›y› iyide¤erlendirmen. Onca y›l gurbette kal ve Türkiye’den baflka bir ülkenininsanlar› için tek sözcük yazma. Üstelik yazd›klar›n, y›llar y›l›, neredeyse20 y›l, o insanlara ulaflmas›n. Büyük bir dirençle, yazarl›¤›, körelmeden,düzeyini düflürmeden sürdür. ‹flte bu çabaya ve baflar›ya, sayg›dan da öte,hayranl›k duydum. Olmaz bir fley gibi göründü bana. Ve insanlar›n hay-ran olunacak ifllerinin s›k rastlan›r olmad›¤›n› düflündüm.”

Gurbet yaflam› içinde kendi dilini unutturacak bir ortam, her fley-den önce zaman etkeni, sanat›n da ötesinde ve kimi zaman a¤›r basanbaflka çabalar, bulundu¤u ülkenin insan›na seslenmesini primlendirecekolanaklar fazlas›yla varken bunlara yenik düflmemesi ve en ufak bir ödünvermemesi, ne zaman ulaflaca¤›n› bilemeden sürekli ayn› adrese yaz›yorolmas›, yaln›z beni de¤il, benim gibi bu gözlemi yapan birçok arkadafl› daetkileyecek, dahas› yaz›lan›n adresine ulaflmas› için hepimizi kutsal birulakl›kla yükümleyecekti.

97

Bu yükümlülükle kimimiz yay›n olanaklar› araflt›rmay›, hatta yarat-may› üstlendik, kimimiz yap›tlar›n (örne¤in fliir, öykü ve mektuplar›n)derlenmesine kat›ld›k, ç›kan ya da yarat›lan f›rsatlar›n sevincini paylafl›r-ken, yar›m kalan giriflimlerin üzüntüsüne ortak olmaktan da geri durma-d›k. Bir bak›ma, karfl›l›k beklemeden bir fley yapma heyecan›n› duyura-geldi bize.

Bugün Yordam Kitap’›n bafllatt›¤› toplu yay›n, bir yandan geçmiflteyar›m kalan giriflimi bafltan al›p yeniden oluflturmaya yönelik. Bir yan-dan da, edebiyat›m›z için unutulan, unutturulan kimi de¤erlere sahipç›kmay›, yaflamdan kaynaklanan bir edebiyat anlay›fl›na dikkat çekmeyi,günümüzün koflullar›na bu aç›dan da yan›t vermeyi üstlenmifl oluyor.

Toplu yay›n›n ilk iki kitab›, Ac› Lokma roman›yla Kalk›n Nâz›m’a Gi-delim adl› an›lar. Ac› Lokma’da yaflamöyküsel roman türünün içtenlikle ya-z›lm›fl, baflar›l› örneklerinden biri ç›k›yor karfl›m›za. Yazar, kendisini yazg›adam› kimli¤ine tafl›yan bir yaflam›, do¤umundan yurt d›fl›na ç›k›fl›na ka-darki 30 y›ll›k ilk dilimi içinde sergiliyor. Ama bunu yaparken, yaln›zca birEge kasabas›n›n yaflam koflullar› özelinde bir aileyi anlatmakla yetinmiyor,ülkede Kurtulufl Savafl›’ndan cumhuriyetin kurulufl y›llar›na geçerken olu-flan siyasal ve toplumsal yap›y› da elefltirel olarak ele al›yor. Böylelikle kul-lan›lan duyarl› dilin, ayr›nt›lar› canland›rmadaki k›vrak anlat›m›n, çizilencanl› insan portrelerinin, betimlenen ilginç yaflam görünümlerinin, ak›c›roman kurgusunun ötesinde, toplumsal ifllevini etkili bir biçimde yerine ge-tiren toplumcu bir sanat anlay›fl›n›n da en iyi örneklerinden birini sunuyor.

Kalk›n Nâz›m’a Gidelim kitab›nda ise, Erdinç’in bir yandan daha ço-cuk yafllar›nda fliiriyle karfl›laflt›¤›, sonra kendi sanat›nda ard›ndan gitmeyiseçti¤i bir ustay› yans›t›rken sergiledi¤i sanatsal yaklafl›m› görüyoruz, biryandan da onun üzerinden yürütülen toplumsal savafl›m s›ras›nda karfl›la-fl›lan sald›r›lara siyasal bir ard›l› olarak gösterdi¤i inançl› ve sorumlu tavratan›k oluyoruz. Her iki yönden de, amac› militan ve insan olarak Nâz›m’›“her türlü ayd›nl›kta” görmek ve göstermek, siyasal kimli¤iyle oldu¤u gibi,günlük yaflam› içinde de “Nâz›m gerçe¤i”ni ortaya ç›karmaya çal›flmakt›r.

Dizinin ilk iki kitab›yla ayn› zamanda bir baflka kitab›n gündemegelmesi, okuruyla buluflan yazar› tan›tmakta önemli bir baflka ad›m. NK(Nâz›m Kitapl›¤›) yay›nlar› aras›nda yer alan Bulgaristan Mektuplar›,Fahri Erdinç’in sanat ve siyaset üzerine görüfllerini içermesiyle ilginç ol-du¤u kadar, onu gurbet yaflam›nda duygular›, e¤ilimleri, özlem ve diren-ciyle gösteren bir portre çal›flmas›. Fahri Erdinç’le Kemal Özer’in mek-tuplar›ndan oluflan kitap, 1976-86 aras›nda iki ülkeyi içine alan ve de¤i-flen koflullar yüzünden geçmifli temsil eden bir dönemi gerek yaflananla-r›, gerek ça¤r›fl›mlar›yla sergilemek gibi bir ifllevi de yerine getiriyor.

Giriflimin bu kez yar›da kalmamas›n›, buruk da olsa, bir yazar› yazg›s›y-la ve yap›tlar›yla okur önüne ç›karman›n duyurdu¤u heyecan›, yeni kitaplaryay›nland›kça ortak bir heyecana dönüfltürmesini umuyor ve bekliyorum.

SA‹T FA‹K’‹N ÖZGÜNLÜ⁄ÜKaim Elban

Edebiyat›m›za de¤iflik renkler ve tatlar getirmifl, taze kan vermifl birsanatç›yd› Sait Faik. Öykülerinde kimseyle k›yaslanamayan, kimseyebenzemeyen, yerli yabanc› hiçbir etkileflim sezdirmeyen bir nitelik vard›.Ancak sanatç›n›n kendinden önceki kuflaklardan etkilenmeyip gelene¤ind›fl›nda kalarak özgün yap›tlar ortaya koyabilmesi, ola¤an bir durum de-¤ildir. Bu yüzden Sait Faik, kendinden önceki kufla¤›n yazarlar›n› bir ya-na b›rakarak sanat›nda doru¤u yakalayabildi¤i için, edebiyat dünyam›z›nözgün ve usta bir sanatç›s› olarak an›lmay› hak etmifltir.

Sanatç›da sözünü etti¤imiz bu özgünlü¤ün nereden geldi¤ini, onubu baflar›ya ulaflt›ran özelliklerinin neler oldu¤unu, hangi kaynaklardanetkilenmifl olabilece¤inin izlerini sürmeye, ayr›ca sanat›ndaki geliflimaflamalar›n› yap›tlar›ndan örneklerle incelemeye çal›flal›m.

Yazarl›¤›n›n ilk y›llar›nda, “Sanat hayat›n›zda ne yapmak istiyorsu-nuz?” sorusuna verdi¤i yan›t: “Bugün gayem bir roman yazabilmektir.Buna hikâyeden geçilebilece¤ini sanm›yorum. Fakat istedi¤im fley elbet-te ki hayatt›r, yaratmakt›r. Bugün ne yapal›m ki bizden evvelkiler kendi-lerinden bize bir fleyler b›rakmam›fl bulunuyorlar. Onun için evvela oku-mak istiyorum: Proust'u hazmetmek, Gide’i anlamak, bir Dostoyevski ilehembezm [bir mecliste oturan, içki arkadafl›] olmak, Thomas Mann ka-dar doymak istiyorum. Biz, Garb›n büyüklerini okuyarak romana varma-ya çal›flaca¤›z.” sözleri olmufltur. Onun sistemli okuyamad›¤›n› biliyoruz.Ama 1930-1933 y›llar› aras›nda e¤itim için gitti¤i Fransa’da, sözünü etti-¤i yazarlardan etkiler ald›¤›n› söylemek yanl›fl olmayacakt›r. Yazar, kim-lerden etkilendiniz, sorusuna, “Galiba hepsinden etkilendim.” diyerekdüflüncemizi do¤rularken, Andre Gide ve Lautreamont’u çok sevdi¤ini,sürekli bu yazarlar› okudu¤unu, ‘Beni kendime al›flt›ran Gide’dir.’ dedi-¤ini, dostlar›na Fransa’dan gönderdi¤i mektuplar›ndan ö¤reniyoruz. Biz-de, kendinden önceki kuflaktan sevdi¤i sanatç›n›n Osman Cemal Kayg›l›oldu¤unu da ekleyelim.

Bu durumda sanatç›, ister istemez baflka kaynaklara yönelmek vekendi yarat›c›l›¤›na güvenmek zorunda kal›yor. Kendilerinden öncekikufla¤›n yazarl›k tutumlar›n› hiç be¤enmiyor. Onlar›n dünyam›zdaki de-¤iflim ve geliflimin karfl›s›nda, yaflama ve topluma yukardan bakarak top-lumumuzu düzeltmek sevdas›nda olufllar›n›, çok yanl›fl buluyor. Eskile-rin bu tutumlar›na karfl›l›k, kendi yazarl›k anlay›fl›n› da flu sözlerle aç›k-

99

l›yor: “Bize gelince, cemiyeti düzeltmek konusunda bir iddiam›z yok. Bizcemiyette insanlar›m›zla ayni hayat› yaflamak istiyoruz. Ben mahut [s›n›r-l›, belirli] bir zümre için de¤il, büyük kütle için yaz›yorum. Fikrimce sa-natkar cemiyetin ham insanlar›yla meflgul olmal›d›r. Endiflem onlara hofl-ça vakit geçirtmek de¤il, büyük kütleye hitap etmek, onlar› olgunlaflt›r-makt›r.”

Sait Faik, büyük kütleyi olgunlaflt›rmak yolunda, yazarl›¤› tek u¤raflsayarak ifle koyulur. ‹nsanlar›yla ayn› hayat› yaflarken, halk›n›n s›radan,namuslu, eme¤inin hakk›n› alamam›fl, sanatkar ruhlu insanlar›n›, dahayak›ndan gözleyip tan›yabilmek için düfler yollara. Mahalle, sokak, kah-vehane, meyhane, Köprüalt›, Suriçi, Surd›fl›, Adalar demeden ‹stanbul’ugezer durur. Bal›kç›lar, hamallar, iflçiler, iflsizler; bal›k, kufl, yaprak, çi-çek, bulut, deniz ne gördüyse, bitmeyen bir hayret ve derin bir meraklagözlemlerini sürdürür. Bunlarda insan ve do¤a gerçe¤ini ve insandaki ya-flama sevincini bulma umudundad›r. Kimileri bu gezintilerini aylakl›k,avarelik ve serserilik saysalar da yazar, öyküleri için gerekli olan do¤a veinsan malzemesini toplaman›n ciddi çabas› içerisindedir. Bu gezerek gö-rüp inceleme, onda do¤ufltan gelen, iflah olmaz insan sevgisinin tetikle-di¤i bir tutku halidir. Servetini onun sevdi¤i insanlar›n s›rt›ndan ele ge-çiren insafs›z fabrikatör, muhtekir (karaborsac›) tüccar, insanlar› kand›r-mak için ayaküstü bin bir yalan› utanmadan ortaya süren kalpazanlar, il-gi alan›n›n d›fl›ndad›r. Onlar› sevmez. Bir iyili¤i, güzelli¤i ya da haks›zl›-¤› vurgularken yararlanmak zorunda kalmad›kça yap›tlar›nda sözünü bi-le etmez onlar›n. Bu tutumunu öykülerinde ve çeflitli konuflmalar›ndaaç›k aç›k dile getirir.

Sait Faik’in, öykülerini s›radanl›¤›n üstüne ç›karan bir baflka yönüde ondaki yazarl›k yetene¤idir. O, dünyaya öykü yazmak için gelmifl biri.Ar›n›n bal yap›lacak çiçe¤i bildi¤i gibi, o da içinde öyküye bir öz tafl›yabi-lecek yaflamlar›, sanki içgüdüsüyle bulup ç›kar›r.

Kimi yaz›lar›nda unutkanl›ktan ya da dikkatsizli¤inden kaynakla-nan yanl›fllar söz konusu olmakta; ama baflkalar›nda kusur say›labilecekfleyler onda, insan ve do¤adaki güzellikleri derlemeye çal›flan usta bir ya-zar›, coflkun ve fliir dolu bir dile sahip k›lmaktad›r. Ancak kusursuz olma-d›¤›n›n o da fark›nda olmal› ki kendini savunma gere¤ini duydu¤u anlarolur. ‹lhan Tarus’un Varl›k dergisinde yay›nlanan bir yaz›s›na öfkelenin-ce, yan›t›nda flunlar› dile getirir: “…Yanl›fll›klar›n içinde, kusurlar›n için-de, dil sürçmelerinin içinde, becereksizliklerin içinde par›ldayan fley ne-dir, bilir misiniz arkadafllar? Bu, sanat par›lt›s›d›r. Bundan hiç nasibi ol-mayanlar için bu par›lt›y› sezebilmek de bir bahtiyarl›kt›r. Sanat güzelarar. Ne do¤ruyu, ne de iyiyi. Afl›k Veysel büyük flairdir. ‘Benim yarimkara toprak’ dedi¤i zaman tüyleremizin ürperdi¤ini duyar›z. ‹lhan Ta-

100

rus’un dili mükemmel, tahkiyesi [öyküleme, anlat›m] yerinde, fikri sa¤-lam hikâyelerinde ürpermiyorsak, acaba sebebi nedir?”

Sait Faik’te dil, kimi zaman iyice yo¤unlafl›r. Bizim dilimiz özellikledo¤adan beslenen bir dil oldu¤u için, do¤an›n yaratt›¤› bir büyü, renk vecoflkuya sahiptir. Betimlemelerinde do¤a aktarmalar›n›, inan›lmaz güzel-liklerle kullan›r, kiflilefltirmeler ve benzetmelerden yararlan›rken ilginçbulufllar, yenilikler getirir öykü diline. Ustas›n›n elinde kullan›ld›¤› za-man, dilimizin fliirsel anlat›ma olan yatk›nl›¤›na onun kalemi sayesindetan›k olur, öykülerindeki fliirselli¤in tad›na var›r›z. Bu yolla sözcüklerekazand›rd›¤› yan anlamlar, yaz›nsal anlat›m dilini ve çok anlaml›l›¤› aç›k-larken kullan›labilecek hayranl›k verici örneklerdir. Yazar›n o güzelimbulufllar› ders kitaplar›ndaki yerlerini almay› bekleyedursun, biz buradabirkaç›n› s›ralayal›m: “Bu taze, su kenar›nda yaz s›ca¤› kadar ›l›k çocuk…(“Babam›n ‹kinci Evi”), “…yeflil üst kabu¤u düflmüfl bir ceviz esmerli¤iy-le esmerdi.” “B›rak›nca azad edilmifl bir k›rlang›ç gibi f›rlad›. Ay ›fl›¤›n›ve m›s›r tarlas›n› keskin bir kanat gibi s›y›rarak kaçt› gitti.” (“‹pekli Men-dil”), “…bu¤ulu yemifl gözlü küçük sat›c›lar…” (“Louvre’dan Çald›¤›mHeykel”), “ Ceviz a¤açlar›n›n gölgesinde uzand›¤›m›z yulaf demeti saçl›Boflnak çoban…” (“Hanc›n›n Kar›s›”), “…elleri arpa ekme¤i gibi kara veçatlak çocuk…” (“Plajdaki Ayna”).

Nurullah Ataç, Sait Faik’in ölümünden sonra yaz›nsal kiflili¤i üzeri-ne, flu de¤erlendirmeyi yapar: “Sait Faik Abas›yan›k, deyiflini, o canl›kaynaktan f›flk›r›r gibi deyiflini, ancak son y›llarda bulmufltu. Günden gü-ne bir ilerleme, bir ar›lanma seziliyordu. Eserlerinde ilk göze çarpan fley,yenili¤idir. Zoraki bir yenilik de¤il, zaman›n› anlam›fl, kavram›fl; zaman›-n› yaflayan bir adamd› o.” Bu de¤erlendirmeyi, sanatç›n›n yap›tlar›ndanörneklerle gelifltirerek sürdürmeye çal›flal›m.

‹lk öykülerinde Sait Faik, geçim derdine tutsak olmufl, soka¤›n kü-çük insanlar›na sayg› duyar ve sever onlar›. “Semaver”deki Ali’nin anne-siyle olan yaflam›ndan kesitler, okurun yüre¤ine bir s›cakl›k, bir huzurb›rak›r. Buradan da yaflama sevincine götürür bizi.

“‹pekli Mendil” öyküsünde, yoksul, yeniyetme delikanl›n›n sevgili-sine bir ipekli mendili – fabrikadan çalarak – götürebilmek u¤runa a¤aç-tan düflüp ölüflünü, bakmaya yüre¤i dayanamad›¤› için bak›fllar›n› baflkatarafa çevirircesine flöyle anlat›r: “Ölmek üzereydi. S›ms›k› yumru¤unukap›c› açt›. Bu avucun içinde bir ipekli mendil su gibi f›flk›rd›. Ya… ‹yi,halis ipekli mendiller hep böyledir. Avucunun içinde istedi¤in kadar s›-kar, buruflturursun; sonra elinden su gibi f›flk›r›r.”

Bir öyküsünde, flehirdeki sabahç› kahvelerini valilik kapatm›flt›r.Geceleyin s›¤›nacak s›cak bir köflecik bulamad›klar› için, so¤uk k›fl gece-lerinde sokaklarda kalan, Anadolu’nun çeflitli yerlerinden flehre ifl arama-

101

ya gelmifl birtak›m insanlar›n, çaresizlik içinde valiyi aray›fllar› karfl›s›n-da yüre¤inden bir tel kopar sanatç›n›n. Öyküsünü flu sözlerle noktalaya-rak okuruna aktar›r içindeki s›z›y›: “Yata¤›m, tramvay bekledi¤im o an-lardaki munis halini kaybetmiflti art›k. Ne fluydu ne buydu. Bir yatakt›.‹çinde yatabildi¤im için mesut de¤ildim. Sabahç› kahvelerini kapatma-dan evvel birkaç tane bar›nma evine fliddetle ihtiyac› olan ‹stanbul flehri-nin k›fl›, bazen ne kadar uzun, ne kadar uzun ve bitmez tükenmez birafettir. Bilen bilir.” (“Birtak›m ‹nsanlar”)

Toprakla u¤raflarak geçimini al›n›n›n teriyle sa¤layan küçük topraküreticisine yürekten vurgundur. Daha güzel bir dünyaya bu yoldan var›la-ca¤› inanc›ndad›r. Ormandan, kan› ve can› pahas›na açt›¤› üç evleklik tar-lac›¤›nda karanfiller, elma ve domatesler yetifltiren Kör Mustafa’n›n top-rakla savafl›na tan›k oluflu, sanatç›n›n dünyaya bak›fl›n› de¤ifltirir: “Kitap-lar, bir zamanlar bana insanlar› sevmek laz›m geldi¤ini, insanlar› sevincetabiat›n, tabiat› sevince dünyan›n sevilece¤ini, oradan yaflama sevinci du-yulaca¤›n› ö¤retmifltiler. (…) Hay›r, flimdi insanlar› kitaplar›n ö¤retti¤i bi-çimde sevmiyorum. fiu sabahleyin saat alt› buçukta tabiatla kavga için so-ka¤a f›rlamayan adam, isterse akflama kadar insanlar› kand›rmak için di-dinsin. Gözümde, milyonu olsa da kalp parayla metelik etmez. fiimdi ar-t›k kimi sevdi¤imi, kime sayg› duydu¤umu biliyorum. (…) Köyde ona KörMustafa derler. (…) Onu gördüm mü toparlan›yor; hayret, sayg› ve sevgiy-le bak›yorum.” Yazar, Mustafa’n›n al›n terini, öyküsünün sonunda flu söz-lerle kutsayarak toplumun göz bebe¤i olan kesimine sunar. “Küçük ha-n›mlar! Bugünlerde bir gün niflanl›n›z size koyu al renkli karanfiller gön-derecektir. Dikkat edin, belki Mustafa’n›nkilerdir. Küçük beyler! Doma-tesler göreceksiniz çarfl›da. Elmalar, ferik elmalar› gibi kokulu, flekerli,tatl›d›r. Keserseniz içinde çekirdekleri alt›n gibi parlar. Belki de lokanta-da fliflelere doldurulmufl bir domates suyu içersiniz ve tad›n› fevkalade bu-lursunuz. Yunan tanr›lar›n›n ölmemek için içti¤i nektar lezzetini dama¤›-n›zda hissederseniz emin olun ki Mustafa’n›n domateslerinden bir tanesiiçti¤iniz suya kat›lm›flt›r.” (“Karanfiller ve Domates Suyu”).

Günlük yaflam›m›z› yaratt›klar› eserleriyle güzellefltiren zanaatkârruhlu insanlar›m›z›n yetene¤ine ve eme¤ine sayg› gösteremedi¤imiz yer-de, sevgiyi ve mutlulu¤u yitirdi¤imizi düflünür; insan iliflkilerinde biryozlu¤un, bir yavanl›¤›n ve bir karmaflan›n içine düfltü¤ümüzden kayg›-land›¤› için yak›n›r Sait Faik: “Can›m Mercan Ustam! Ellerinden hür-metle öperim. Biz de bir zanaat ehliyiz. Yaz› yaz›yoruz a. Ne Mercan Us-ta’ya, ne kilimleri dokuyan ellere, ne yazmalar› boyayan ellere, ne kal›p-lar› dökenlere, ne çeflmi bülbülleri üfleyenlere sayg› duyduk. Sayg› duy-mad›k da ne oldu? Dünyay› birbirine katt›k iflte. Sofralar›m›z›, kap›lar›-m›z›, gönüllerimizi kapad›k. Kapad›k da ne ettik? Dünyay› birbirine kat-

102

t›k.” Mercan Usta, ola¤anüstü güzellikte boyac› sand›¤› yapan Bak›r-köy’lü, muhtemelen bir Ermeni Ustad›r. Ama ustad›r! Yazar, Mercan Us-ta’n›n kiflili¤inde, toplumun böylesi insanlar›na sayg›da edilen kusurun,de¤er bilmezli¤in günah›n› ç›kar›rcas›na okuruna seslenir: “Mercan Us-ta’n›n boyac› sand›¤›n› seyrettikten sonra içinizde Mercan Usta ile bir sa-lafl meyhanede iki kadeh içmek ve Mercan Usta’dan ayr›l›rken elini öp-mek iste¤i do¤mazsa, ‹stanbul ilini b›rak›p gidin. Nereye giderseniz gi-din. Uça¤a binip Newyork’a gidin paral› iseniz. Paras›zsan›z Saraybur-nu’ndan at›n kendinizi. Üç dört yüz binlikseniz gidin çirkin apart›man›-n›za; sümüklü çocuklar›n›z›, lavanta kokulu pasakl› kar›lar›n›z› kucakla-y›n. Ne bok yerseniz yiyin!” (“Gün Ola Harman Ola”).

Yukar›da de¤indi¤imiz son öyküde Sait Faik’in insanlar›n anlay›fl-s›zl›¤›ndan, bencilli¤inden, sevgisizli¤inden kaynaklan yak›nmas›, gide-rek insanlardan so¤umas›na, onlara güvenini yitirmesine, dahas› mutsuz-lu¤una neden olur. Zamanla ilk yap›tlar›ndaki olumlu ve mutlu insan tip-lerinin yerini flehrin bencil, ikiyüzlü, kötü, sayg›s›z insanlar›ndan art›knefes alamayan, topluluklardan kaçan, yaln›z, mutsuz kiflilerin bulundu-¤u öyküler alacakt›r. Yazar art›k flehirden korkar. Bu bunal›ml› dönemin-de flehri b›rak›r, Burgazadas›’na s›¤›n›r. Denize, deniz insanlar›na ve do-¤aya iliflkin Türk edebiyat›n›n en güzel öykülerinden bir bölümünü ya-zar burada.

Örneklere bakal›m: Hamala harar›n› tafl›tan bir kad›n, ipini çald›¤›iddias›yla hamal› yakas›ndan tutup polise götürür. Kad›na ve polise ipiçalmad›¤›n› bir türlü anlatamayan hamal, ipi almaz umuduyla kad›nauzat›r. Ötesini yazardan dinleyelim: “Almayaca¤›n› öylesine umuyor birhali vard› ki. Ama kad›n ipi ald› gitti. Hamal sapsar›, oraya, parmakl›¤adayand›. Sapsar› ufka bakt›. ‘Ne yapaca¤›m flimdi ben?’ dedi. Öyle birümitsizlik, öyle bir ümitsizlik içindeydi ki elinden mal› mülkü, apart›ma-n›, kar›s›, alt›n› al›nm›fl bir zengin de bu kadar üzülürdü. Uzam›fl sakal›içinden gözleri apak kesildi. ‹flte o anda onun içini flehirden bir nefret,bir korku, bilinmez bir panik sard›. fiehri b›rak›p gitmeliydi. Da¤lardayatmal›, su bafllar›nda garipler gibi su içmeli, köylerden ekmek dilenme-li, flehirli görünce yol de¤ifltirip kofla kofla kaçmal›, samanl›klarda yatma-l›, da¤lardan üzüm çalmal›yd›.” (“‹p Meselesi”).

Sait Faik’in niçin yaz› yazd›¤›n›, yaflam›n ve insano¤lunun onun gö-zünde ne anlama geldi¤ini, gö¤sünde nas›l bir yürek tafl›d›¤›n› merakedenler arad›klar›n›, “Haritada Bir Nokta” adl› öyküsünde bulabilirler.Dünyada yaflayaca¤›n› yaflam›fl, görece¤ini görüp alaca¤›n› alm›fl, sonun-da kendi köflesine çekilmifl, insanlar aras›nda namuslu bir yaflamla ölü-mü beklemeyi kabullenmifl yazar›n, gördü¤ü bir olay karfl›s›ndaki isyan›-d›r bu öykü. Olay flöyle geçer: Adada bal›¤›n bolca ç›kt›¤› zamanlar, yok-

103

sul tak›m›ndan hiç de¤ilse bir dülger bal›¤› al›p çorbas›n› kaynatmak is-teyen zay›f, s›ska, hastal›kl› bir adam da ›r›ba kat›l›r. D›flar›dan ›r›ba ka-t›lanlar, pay almaz; ama ›r›p tayfas› ve reis gönüllerinden ne koparsa ve-rir kendilerine. O adam da bir dülger bal›¤› alabilmek, bu bal›¤› hak ede-bilmek için elinden geleni yapar. Ama kay›ktakiler, da¤›t›lacak bal›¤›ntümünü kendilerine ay›r›rlar. S›ska adama, bal›khanede hiç tutmayan,fiyat bile verilmeyen bir dülger bal›¤›n› çok görürler. fiimdi yazara kulakverelim: “Yüzünde tatl› bir gülümseme ve çal›flmaktan do¤abilmifl hafifbir k›rm›z›l›k vard›. Bu k›rm›z›l›k, pay da¤›tan adam›n elindeki tek bal›kda tayfaya verilinceye kadar adam›n yana¤›nda durdu. Sonra birdenbireuçtu. Sand›m ki böyle, bütün ömrünce böyle donuk bir tebessümle kal›-verecek adam. Etraf›na bak›nd›. Gülümseme birdenbire yüzünde birmeyve gibi çürüyüverdi. Gözleri hayretle büyüdü.” Sonra tayfalarla kah-vedekiler aras›nda adama da bir bal›k verilmemesi üzerine tats›z tart›fl-malar olur. Yazar, bu duruma bir insan olarak dayanamaz. Toplumunvicdan› gibi patlar: “Söz vermifltim kendi kendime: Yaz› bile yazmayacak-t›m. Yaz› yazmak da bir h›rstan baflka ne idi? Burada namuslu insanlararas›nda sakin, ölümü bekleyecektim; h›rs hiddet neme gerekti? Yapama-d›m. Kofltum tütüncüye, kalem k⤛t ald›m. Oturdum. (…) Kalemi yont-tum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacakt›m.”

‹kinci Dünya Savafl› y›llar›nda, Sait Faik de Medar› Maiflet Motoruad›ndaki roman›, “Çelme” ve “Kestaneci Dostum” adl› öyküleri nedeniy-le, öteki yazarlarla flairler gibi polis ve yarg›yla yüz yüze gelir. ‹lk yap›t›n›öven Peyami Safa, sonradan onu da Marksistlerin ard›na tak›lmakla suç-lar. “Dülger Bal›¤›n›n Ölümü”, sanatç›n›n kendisini karalayanlara karfl›yan›t› say›lsa yeridir. Öyküde, toplumdaki bask› ve yasaklar düzeninde,kendi namus anlay›fl›na göre, özgür bir dünya için yazanlar›, yasaklarla,kurulu düzenin istedi¤i biçime sokmak karar› vard›r. Kendine sayg›s›n›,yaz›nsal kiflili¤ini yitirince, yazar›n neye benzeyece¤i, simgesel bir dilleanlat›l›r: Ölümü uzun süren dülger bal›¤›n›n, susuzlu¤a da al›flt›r›labilece-¤i düflünülerek, öykü sonland›r›l›r. “Onu atmosferimize (suyumuza) al›fl-t›rd›¤›m›z gün bayram edece¤iz. Elimize görünüflü dehfletli, korkunç, çir-kin; ama küser huylu, pek sakin, pek korkak, pek hassas, iyi yürekli, tatl›ve korkak bak›fll› bir yarat›k geçirdi¤imizden böbürlenerek onu üzmekiçin elimizden geleni yapaca¤›z. fiafl›racak, önce katlanacak. Onu flair, küs-kün, anlafl›lmayan birisi yapaca¤›z. Bir gün hassasl›¤›n›, ertesi gün sevgi-sini, üçüncü gün korkakl›¤›n›, sükununu kötüleyecek, can›ndan bezdire-ce¤iz. ‹çinde ne kadar güzel fley varsa hepsini birer birer söküp ataca¤›z.”

Özgür yaflama, özgür düflünceye çocuklu¤undan beri tutkun Sait Fa-ik, yasaklardan dertlidir. Onda ilk öyküsünden bu yana zaman zaman bu-lufltu¤u bir aflk vard›r. Belki toplumsal; ama toplumun onaylamad›¤› bir

104

aflk: “Ah bu yasaklar! kendi kendimize, baflkas›n›n bize, bizim baflkalar›-na, devletin tebaas›na, tebaan›n devletine, belediyenin hemflerisine,hemflerinin belediyeye, koydu¤u, koyaca¤› yasaklar! Aflklar yasakt›r. Günolur, sular, yemifller bile yasakt›r. ‹nsanlar birbirine yasakt›r.” (Çarfl›ya‹nemem). Sait Faik, yasaklar karfl›s›nda, milyonlar›n içinde tek bafl›na,yapayaln›z bir insand›r. Böyle anlarda do¤an›n kuca¤›na atar kendisini.Do¤ayla kucaklaflmalar›ndan, “Bir Kaya Parças› Gibi”, “Son Kufllar”,“Sivriada Geceleri”, “Sivriada Sabah›”, “Hiflt! Hiflt!”, “Karanfiller ve Do-mates Suyu” gibi, do¤an›n insan yaflam›ndaki vazgeçilmezli¤ine, o yafla-m› nas›l bütünledi¤ine tan›kl›k eden, edebiyat›m›z›n en güzel öyküleri-ni ç›kar›r. Ancak yasaklar çevirmifltir dört yan›m›z›. Yasalar›n, gelenekve görene¤in koyduklar› yan›nda, bir de do¤an›n, yani yafllanm›fll›¤›m›-z›n getirdi¤i yasaklar vard›r. Yüre¤iniz isterse on sekiz yafl›ndaki duygu-lar›n›zla dolu olsun. ‹fle yaramaz. Barba Yakamoz’un dedi¤i gibi, bu yü-rek, bizim yüre¤imiz, bir tahtas› eksiklerin yüre¤idir.” Bu yüre¤i tafl›yaninsan kalabal›klar›n içinde yaln›zd›r. Son Kufllar’›n bir bölümü, Alem-da¤da Var Bir Y›lan bafltan sona bu yaln›zl›¤›n ac›s›n› hayk›ran öyküler-le doludur. Yaln›zl›¤›n›n zehrini, çeflitli ça¤r›fl›mlar›n tetikledi¤i eflcinsele¤ilimlerini, tüm yasaklar› bir yana iterek, çekinmeden döker ortaya.“K›rlang›ç Yuvas›ndaki Kad›n”la bilinçalt›n›n ve rüyalar›n da gerçe¤e ka-r›flt›¤›, üstgerçekçi bir anlat›ma yönelir. Yeni içeri¤i, yeni bir dille anlat-t›kça öyküleri ve dili özgürleflir. “Öyle Bir Hikâye”, “Yaln›zl›¤›n Yaratt›-¤› ‹nsan”, “Alemda¤’da Var Bir Y›lan”, “Y›lan Uykusu”, “Hiflt! Hiflt!”,“Panco’nun Rüyas›” ve öteki Pancolu öyküleri, Sait Faik’in klasik tarzdaöyküyü çoktan b›rakt›¤›n›, kurallarla ifli olmayan, bambaflka bir öykü tü-rünü yaratmaya çal›flt›¤›n› ya da böyle yazd›¤› için kendini daha iyi anlat-m›fl olabilece¤ini düflündürür bize. Yazar›n bu öykülerinde kulland›¤›dil, insan›n iç dünyas›ndaki gerçekli¤in anlat›ld›¤›, simgesel, soyut ve im-ge yüklü bir dil olmufltur art›k. Benzer koflullar›n ak›m› olan II. Yeni’ninfliirindeki diline benzer. Bu da daha ar› bir sanat› ve daha seçkin bir oku-run gereklili¤ini getirir akla.

Sait Faik yaflasayd›, yüz yafl›nda olacakt› bu y›l. Yak›n dostu OrhanVeli gibi onun da erken say›lacak ölümü, sanat›n› diledi¤ince olgunlaflt›-ramadan aram›zdan ayr›lmas›na neden oldu. Biliyorum, sanatta as›l de-¤iflim uzun yaflayanlardan de¤il, ömürleri ne olursa olsun ça¤›n› do¤ru al-g›layabilmifl ve gerçek yetenek olanlardan gelir, diyeceksiniz. Do¤ru;ama yirmi y›l› bulan yazma u¤rafl›n›n sonunda geride b›rakt›klar›na ba-k›nca, yetmiflli seksenli y›llara de¤in yaflayabilmifl olsayd›, kim bilir dahanice yeniliklere imza atacak, ne güzel öyküler, romanlar ve oyunlar b›ra-kacakt› bize, diye düflünmekten alam›yor insan kendini. Çünkü onda ki-fliyi iyi bir sanatç› k›lan bu önemli özelliklerin ikisi de vard›.

105

fi‹‹RLER VE fiA‹RLER ÜZER‹NE NOTLARGürhan Tümer

fifiiiiirriinn AAkkll››mmaa TTaakk››llaann ‹‹kkii TTaann››mm››

fiiir nedir?Bu sorunun birçok yan›t› var. Ama ben bunlar›n yaln›zca iki tanesinden söz edece¤im, çünkü on-

lara tak›ld›m kald›m.Biriyle, tepeden t›rna¤a flair olan birinin, flu bahts›z Orhan Veli’nin,

ta 1948 y›l›nda, “Seçilmifl Hikâyeler Dergisi” nde yay›nlanm›fl olan, “Ba-har›n Ettikleri” bafll›kl› öyküsünde karfl›laflt›m. Orada, bir kad›n, “Be-nim için fliir, beyaz bir otomobildir” diyordu.

Öyle midir gerçekten de, fliir beyaz bir otomobil midir?Evet, neden olmas›n? Evet, fliir çok fleydir; bu arada, beyaz bir oto-

mobildir.Peki o zaman, “Beyaz bir otomobil fliirdir” de diyebilir miyiz?Bence diyebiliriz; e¤er “fiiir beyaz bir otomobildir” diyebiliyorsak,

“Beyaz bir otomobil fliirdir” de diyebiliriz.Akl›ma tak›lan ikinci fliir tan›m› ise, Ömer Seyfettin’in “Efruz Bey”

adl› roman›nda flöyle yer al›yor:

“Meselâ baz› gün Bucakl›lar, ‘Efruz Beyefendi fliir nedir? Bize anlat›n›z’ derlerdi.Efruz Bey hemen,Gayet basit!... diye bafllard›, size ilmi bir lisanla anlataca¤›m: fiiir gö-

rüfltür. Hissetti¤ini, hiç olmazsa bir kifliye olsun, hissettirmek, yahut ken-dine hissettirebilmektir. ‹flte size psikolojik bir misal: Cigaran›z› yak›n›z,elinizi dokundurunuz. C›zz… Oh dersiniz. ‹flte bir elem duydunuz. fiim-di bu cigaray› sevgilinizin yana¤›na dokundurabilir misiniz? C›zz. Bu se-fer de o oh diyecektir. ‹flte demin duydu¤unuz elemi baflkas›na da hisset-tirdiniz. Bu da as›l fliirdir”.

Böyle bir fliir, böyle bir “as›l” fliir tan›m› olabilir mi?Ben ki, ye¤lerim uçuk, fl›k tan›mlar›, kaskat›, ifllevsel tan›mlara, Ef-

ruz Bey’in fliir tan›m›na da, as›l fliir tan›m›na da, pek s›cak bakm›yorum,bakam›yorum.

106

Ama dahas› var: Efruz Bey, az önce bir bölümünü aktard›¤›m ko-nuflmas›n›, “Hay›r, hay›r, art›k cehalet zamanlar› geçti. fiiir ‘mevzun, mu-kaffa [yak›fl›kl›, kafiyeli] söz’ de¤ildir, dikkat ediniz” diye sürdürür.

Bence, Efruz Bey’in fliirle ilgili bu sözleri yukar›dakilere k›yasla, çokdaha anlaml›d›r.

fiöyle de diyebilirdi: “Mevzun, mukaffa olan ‘her’ söz fliir de¤ildir”

NNeeddeenn fifiaaiirr OOlluunnuurr??

Bu soru, iyi, do¤ru, anlaml› bir soru mudur; yoksa, birçok fley gibi,o da, abeslikler içinde bir abeslik midir? Bir flair, bilir mi, bilebilir mi ne-den fliir yazd›¤›n›? Yoksa onun durumu, “Bir bakt›m ki flair olmuflum”durumu mudur? Dahas› var: Acaba flair olunmaz da flair mi do¤ulur? Aca-ba flairin fliir yazmas›, bülbülün, bülbül oldu¤u için ötmesinin, o güzelimflark›lar›, sevinçle, ama ayn› zamanda da hüzünle söylemesinin t›pk›s› m›-d›r?

Zordur bu ve benzeri sorular› yan›tlamak. Ama büsbütün olanaks›zde¤ildir. Örne¤in, Balaban’›n az sonra daha uzunca sözünü edece¤im ro-man› fiair Baba ve Damdakiler ’de, cezaevi müdürü, “fiiir yazmay› kim-den ö¤rendin, çabuk söyle” diye ba¤›r›nca, Recep bu soruyu, “Allah’tanefendim” diye yan›tlar. Bence bu sözler, fliir yazman›n Allah vergisi oldu-¤una, yani fliir yazanlar›n do¤ufltan flair olduklar›na iliflkin inanc› içer-mektedir.

Necib Faz›l K›sakürek ise, bambaflka bir nedenle flair olmufltur. Bu-nu flairin flu sözlerinden ö¤reniyoruz:

“fiairli¤im on iki yafl›mda bafllad›.Bahanesi tuhaft›r:Annem hastanedeydi. Ziyaretine gitmifltim… Beyaz yatak örtüsün-

de, siyah kapl›, küçük ve eski bir defter… Bitiflikte yatan veremli genç k›-z›n fliirleri varm›fl defterde… Haberi veren annem, bir an gözlerimin içi-ni taray›p: Senin dedi flair olman› ne kadar isterdim! […] Gözlerim hasta-ne odas›n›n penceresinde, savrulan kar ve uluyan rüzgâra karfl›, içimdenkarar›m› verdim:

– fiair olaca¤›m!Ve oldum”.

fifiiiiirriinn PPaarraa EEttttii¤¤ii,, KKaarr››nn DDooyyuurrdduu¤¤uu YYeerr

“Edebiyat para etmez, kar›n doyurmaz; hele fliirse söz konusu olan,o, befl para bile etmez, flairin karn› fliirle hiçbir zaman doymaz” derler.Kim söylerse bunu, büyük ölçüde do¤ru söyler.

107

Evet, dünyam›z›n koflullar›, ne yaz›k ki böyledir. Ama e¤er, uydu-muz olan Ay’da yaflamay› göze al›rsan›z, böyle sorunlarla karfl› karfl›yakalmazs›n›z, çünkü orada, fliir, do¤rudan para yerine geçmektedir. Bafl-ka bir deyiflle, o ülkedeki bir restoranda yeme¤inizi yiyip, içkinizi içtik-ten sonra, hesab›, üzerinde, yazd›¤›n›z bir fliirin yer ald›¤› bir k⤛d› gar-sona vererek ödeyebilirsiniz. Baflka yerlerde, fliir yazanlar aç kalabilir-ken, burada tam tersine, yazamayanlar açl›k çekebilmektedirler.

Bütün bunlar›, 17. yüzy›lda yaflam›fl olan Savinien de Cyrano adl›bir yazar›n, Ay’a Seyahat bafll›kl› ütopik yap›t›n› okudu¤umuzda ö¤reni-yoruz.

KKuurr’’aann’’ddaann BBaallaabbaann’’aa,, fifiiiiirr SSeevvmmeeyyeennlleerr,, fifiaaiirrlleerree KKaarrflfl›› OOllaannllaarr

fiiirin sevenleri çok de¤ildir. ‹flin ilginç yan›, fliir sevmeyenler ara-s›nda flairlerin de bulunabilmesidir. Onlar fliirleri de¤il, yaln›zca kendi fli-irlerini severler.

Ama fliiri onlar kadar bile sevmeyenler de vard›r ve bunlar›n bini birparad›r.

fiiire, flairlere karfl› olanlar›n en ünlüsünün Platon oldu¤unu söyler-sek yanl›fl yapm›fl olmay›z. Gerçekten de, bu filozof, Devlet adl› yap›t›n-da, Sokrates arac›l›¤›yla, flairleri çeflitli nedenlerle, alabildi¤ine suçlar.Asl›na bak›l›rsa, bu nedenlerin hemen hiçbiri yeterince güçlü de¤ildir;hele kimileri, iyiden iyiye tuhaf, bir o kadar da abestir, yani saçmad›r.Platon’un az önce ad›n› and›¤›m ütopyas›ndan, Devlet’ten yapt›¤›m flual›nt›n›n, bu sav›m› do¤rulayacak nitelikte oldu¤una inan›yorum:

“Homeros ve Hesiodos, insanlar› daha iyi yaflatacak kimseler olsay-d›, ça¤dafllar› hiç b›rak›r m›yd› bu flairleri kent kent dolafl›p fliir okuma-ya? Varlar›n› yoklar›n› harcay›p, kendilerine ba¤lamaya, yanlar›nda,memleketlerinde tutmaya çal›flmazlar m›yd› onlar›? Tutmasalar bile, hergittikleri yere gitmezler miydi arkalar›ndan, onlardan alabileceklerinial›ncaya kadar?”

Platon’dan yaklafl›k 1000 y›l sonra yaflam›fl olan Anicius Manlius Se-verinus Boethius’un, Phlosophiae Consolatio (Felsefenin Tesellisi) adl›kitab›nda, fiiir Perileri , “tiyatro kahpeleri”, insanlar›n “ac›lar›na hiçbirflekilde deva olmad›klar› gibi, bir de tatl› zehirleriyle onlar› iyice koyul-tan […] fl›rf›nt›lar”, “akl›n bol meyve veren ekinini, tutkunun k›s›r diken-leriyle katleder bunlar” gibi sözlerle afla¤›lan›rlar.

Sonra, 40 y›l önce, bize lisede okutulan Frans›zca edebiyat kitab›n›,nostaljik duygularla kar›flt›r›rken, adlar› pek bilinmeyen iki Frans›z’a,Houdart de la Motte ve Pons’a rastlad›m. Birincisi, birçok fliir yazm›fl es-ki bir flairmifl. Bu kifli, ne olmuflsa olmufl, günlerden bir gün, oturmufl,

düzyaz›n›n fliirden üstün oldu¤unu kan›tlamak üzere bir yaz› kaleme al-m›fl. ‹kincisi, Pons, bir din adam›ym›fl, bir rahipmifl ve bir gün flöyle de-mifl: “fiiir sanat› uçar› bir sanatt›r; e¤er bütün insanlar ondan uzak dur-mak üzere aralar›nda anlaflsalard›, hiçbir fley kaybetmeyece¤imiz gibi,çok fley kazanabilirdik”.

fiiire, flaire Kur’an’da da pek iyi bir gözle bak›lmaz. Çeflitli sûrelerinçeflitli âyetlerinde, bu durum aç›kça belirtilmektedir. Örne¤in, ünlü Yâ-sin Sûresi’nin 69. âyeti flöyledir: “Biz o peygambere fliir ö¤retmedik. fii-ir ona yaraflmaz”. ‹flin ilginç yan›, Kur’an’daki sûrelerden birinin, “fiu-ara”, yani “fiairler” ad›n› tafl›mas› ve bu sûrenin 224. âyetinde, flairlereancak sapk›nlar›n uyduklar›n›n söylenmesidir.

Mehmet Âkif’e gelince, o, ‹stiklâl Marfl›m›z’›n söz yazar› oldu¤u içinönemlidir; ama bence flair de¤ildir, manzumecidir. Safahat’da yer alan“Âs›m”, bu manzumelerden biridir. Âkif, o yap›t›n›n bir yerinde, flairin,fliirin ifle yaramad›¤›n›, ironik bir biçimde flöyle dile getirir:

“Yafl›n›z kaçt› paflam, elli mi?– Yoktur elli.– Aflt›n›z k›rk› ya?– K›rk alt›y› bulduk.– A’lâ…Yüzü bulsan, yine ‘hâlâ m› bu mektub, hâlâ’Arz› olmazsa hayat›n ne ç›kar tûlünden [uzunlu¤undan]?Hani k›rk alt› y›l›n eldeki mahsulünden?Hangi bir fende [bilimde] teali edebildin [yükselebildin] evlât?Hangi sanatta rüsûhun göze çarpar? Anlat!Ulemâdan m› [bilgin mi] say›ld›n, fukahadan mi [f›k›h bilgini mi]?– Hay›r. – Ya siyasi mi nesin? Kendine bir meslek ay›r!– fiairim.– Olmaz olayd›n: O ne yüzler karas›!Bence dünyadaki iflsizlerin en maskaras›.– Affedersin onu!– ‹mkân› yok etmem, ne demek!fii’re meslek diye, o¤lum, verilir miydi emek?”

Evet, flu ya da bu nedenle, akl›, duygular› o kadar incelmedi¤i, düflkurma, düfllerden tat alma yetisi yeterince geliflmedi¤i ya da onlardankorktuklar› için, fliirleri, flairleri sevmeyenler, sevmemekle yetinmeyip,onlar› sürgüne göndermek, dahas›, büsbütün yok etmek isteyenler hepolmufltur; ileride de, büyük bir olas›l›kla olacakt›r. ‹flte somut bir örnekdaha:

109

Balaban’›n resimlerinde de, romanlar›nda da, ustaca bir naiflik bu-lurum ve onlar›n her ikisini de çok severim. Afla¤›daki al›nt›n›n kayna¤›,bu sanatç›n›n, bence biraz hakk› yenmifl olan, fiair Baba ve Damdakileradl› roman›d›r. Roman›n o bölümünde, ‹mral› Cezaevi’nin müdürü, Gö-reli Recep ad›ndaki bir mahkûmu, fliirle ilgilendi¤i için, büyük bir öfkey-le sorgulamaktad›r. Balaban, bu trajik olay›, neredeyse komediye çevirir:

“(Müdür, ‹dare Amiri’ne) – Al›n bu sala¤› götürün. Göreli’yi getirin.Müdür sordu:– ‹bram Ali’nin baflkanl›¤›nda ne zamandan beri toplant›lara devam

ediyorsun? […] Deniz k›y›s›nda konufltuklar›n›z neydi?– fiiir efendim.(Müdür, Recep’in a¤z›ndan yeni bir söz alman›n sevinciyle sordu: )

– ‹bram Ali de fliir mi yaz›yor? Yoksa fiair’in [Nâz›m Hikmet’in] fli-irlerini mi okuyordu size?

– Hay›r efendim. Ressam oldu¤undan, yaz›lm›fllar› tenkit ediyor.– Ulan hayvan, kimin yazd›klar›n›? fiiiri kim okuyordu?(Recep korkudan, daha önce okuryazarl›¤›m yok dedi¤ini unuttu.)– Benim yazd›¤›m fliirleri ben okuyordum efendim!(Müdür ans›z›n kalk›p, bir sa¤ eliyle, bir de sol eliyle iki tokat att›

Recep’e)”

SSoonnuuçç YYeerriinnee

Mahkûm Göreli Recep’e at›lm›fl olan bu tokatlar›n, asl›nda fliire at›l-m›fl tokatlar olduklar›n› düflünüyorum.

110

AB‹D‹N GÜZ‹N’LE SETÜSTÜ’NDEM. fiehmus Güzel

1950’de Abidin Dino Ankara’dad›r, efli Güzin Dino Dil-Tarih Co¤-rafya Fakültesi’nde (DTCF) doçent olarak çal›flt›¤› için. Abidin, Güzin veGüzin’in annesi Feride Han›m birlikte oturuyorlar. Ama yaz gelince vereline ‹stanbul demek de flart: ‹stanbullu olup ‹stanbul’dan uzun boyluuzak kalmak yak›fl›r m›? Yak›flmaz. Tekir kedi bile gelir: Nas›lsa duymufl;‹stanbul’un ci¤erleri Ankara’dakilerden daha lezzetliymifl. Kedi akl› iflten’olacak! ‹stanbul’a gelince önce Çiftehavuzlar’da bir ev kiralan›yor.Ama 1950 yaz sonunda Abidin ve Güzin, Güzin ve Abidin ‹stanbul’da birev almaya karar veriyorlar. Adana’daki “verese”den ele geçen bir miktarpara var, onunla bir ev al›nabilir belki diyerek bafll›yorlar ev “bakmaya”.Onca koflturmaca içinde ev aramak hem kent tarihiyle sohbettir, hem deco¤rafyan›zla sarmafl dolafl olmakt›r. Abidin’lere de bu yak›fl›r. Güzin bubir dizi ev arama serüvenini Mart 1988 say›s›n› ‹stanbul’a ay›ran Autre-ment dergisinde yazd›. Bir içim su, yaz› de¤il. Sonra zaman geçti ve bumaceralar Güzin’in Gel Zaman Git Zaman isimli güzelim kitab›nda (CanYay›nlar›, ‹stanbul, 1991) ve bu defa ve elbette Türkçe olarak zuhur etti-ler. Eh bu kadar olur.

O günlerde tek u¤rafllar› ev aramak de¤il elbette: Örne¤in Abidin,Çingeneler isimli bir senaryo haz›rl›yor. Verese’nin ilk sayfalar›n› kalemeal›yor. ‹lhan Arakon’la Halit Ziya’n›n Aflk-› Memnu’sunu senaryolaflt›r-mak için çal›fl›yorlar. Ve daha bir dizi ifl. Ama ev araman›n, ev bakman›nda keyfi ayr›. Bu keyfi Abidin Güzin’le paylafl›yor. O zamanlar bu iflleriçin “tellallar” var. Abidin ve Güzin’in arad›¤› “eski bir ev”. Güzin flöyleyaz›yor: “(...) ne Bo¤az’dan, ne Marmara’dan, ne de limandan vazgeçebi-lece¤inden, Üsküdar’dan bafllam›flt›”lar ev aramaya. Umutlar› ise “Sala-cak’›n üstlerine düflen yörede eski bir ev bulmak...” Üsküdarl› bir tellalile epey dolafl›yorlar o yörede. Hatta bir ara tellal onlara, Abidin ve Gü-zin’e, “köprünün aya¤›n› satmaya” kalk›yor. Gelin bu k›sac›k bölümüGüzin’den okuyal›m:

Ev Üsküdar’da, Paflakap›s› Cezaevi yak›n›nda. Nâz›m’›n daha birkaçzaman önce “yatt›¤›” cezaevi.

“Ve galiba, o zaman için pek pahal› olan, üç oda için 35 bin lira is-tiyor han›m. Tellal da han›mdan taraf oluyor; evin önemini ve istenen pa-ran›n fazla olmad›¤›n› ispat etmek için, han›m kalk›yor, perdeyi aral›yorve az ötede, selvili bir meydanc›¤› göstererek, ‘Yap›lacak köprü aya¤›

111

efendim, tam flu önünüze düflecekmifl,’ diyor. Vilayette çal›flan yak›n birakrabas› söylemifl, istenirse gidip soruflturulabilirmifl. ‘Köprünün aya¤›tam önümüze, tam arkam›za, flurac›¤a, hatta tam da sat›lan evin üstünedüflecek... böylece kârl› ç›k›lacak...’ sözleri destanlaflm›fl zaten. Tellallarev satm›yorlar, köprünün aya¤›n› sat›yorlar, daha 1950 senesinde!.. Köp-rünün aya¤›n› sat›n alacak güçte olmad›klar›n› anlay›nca han›m, çok ca-n› s›k›l›yor.”

Ancak umudunuzu yitirmemek laz›m ev ar›yorsan›z ‹stanbul’da: Ni-tekim aranan ev bulunuyor: Salacak, ‹hsaniye, fiemsipafla, Paflakap›s›semtlerini çok istedikleri halde, sonunda karfl› k›y›da, Kabatafl’ta, Setüs-tü’nde, araba vapuru iskelesine bakan, üç katl›, yar› ahflap, dar, uzun birev buluyorlar. Buras›, Beyo¤lu’nun Bo¤az’a inen etekleri. Evin manzara-s› dehflet... Karfl›da Üsküdar, yanar söner camlar›yla. Marmara, Adalar’akadar ve de K›z Kulesi. (Bo¤aziçi’ne cinler periler girmesin diye nöbette.Ne olur ne olmaz. Buras› ‹s-tan-bul çünkü.) Önlerinde ak›p duran Bo-¤az’›n git geli... kay›k, mavna, çatana, vapur ve gemiler, takalar›n ‘patpat’›, kal›n öten gemi bacalar›, dumanlar›... Solda Kabatafl Camii ve Bo-¤az’›n Marmara’ya aç›l›fl›. Setüstü’nde, arnavutkald›r›m› tafl›ndan merdi-venlerden ç›k›lan bir yokuflta bu evleri. Sa¤da ahflap, büyük bir konakbozmas›. Liman›n bir bölümünün manzaras›n› kapat›yor. Önlerinde Çü-rüksulu’lar›n kâgir kona¤› upuzun serilmifl. Güzin’in büyük dedesi Ke-mal Pafla’n›n Abdülaziz’in çeflitli naz›rl›klar›n› etti¤i s›ralarda, 43 uflak vekâhya koflturdu¤u konak.

Neredeyse evin tam içinden vapurlar geçiyor, Üsküdar’a araba götü-rüp getiriyor, evin arkas›nda yükselen küçük minareden sabah akflamezan okunuyor.

Berber-muhtar, bekçi ve imamdan baflka, eflraf yok görünürde.

‹‹ssttaannbbuull’’ddaa EEvv--AAttööllyyee

1950 yaz› sonunda al›nan bu “üç katl›, yar› ahflap, dar, uzun” evinoturulabilir hale getirilmesi için bir y›l bekledi Abidin ve Güzin. Parasaldurum belirleyici mutlaka. Nihayet 1951 yaz› bafl›ndan itibaren bak›mve onar›m ifline koyulabildiler, evi kendilerine uygun bir biçime sokmakiçin. Evet ev ayakta duruyor ama oturulabilir olmas› için, s›k› bir onar›-ma ihtiyaç duydu¤unu bilmek için Portekizli duvar ustas› olmaya gerekyok. Evin bir y›k›nt› olmaktan ç›kar›l›p oturulabilir bir hale sokulmas›için Abidin ve Güzin, Kapal›çarfl› senin, y›k›c›lar›n pazarlar› benim, ‹s-tanbul kazan onlar kepçe dolafl›p durdular, 1950’de ve 1951’de. Çünküevin onar›m› ifline Adana’daki vereseden para gelmesi gerekiyordu. Abi-

112

din’in sergi sat›fllar›ndan gelen küçük gelirlere de ihtiyaçlar› vard›. Ona-r›m ifllerini yak›ndan izleyebilmek için, 1951 yaz›nda, bir y›l önceki gibiÇiftehavuzlar’da de¤il de, Bebek’te bir ev kiralarlar. Böylelikle Abidin,k›sa bir sürede Setüstü’ne ulaflabilirdi. Onar›m› bir tafleron yapsa da di-rektifler Abidin’den. Bofluna m› Len Film Stüdyolar›nda dekoratör ola-rak çal›flt›. Adana ve Ankara’da bofluna m› fresklerle donatt› banka seninCündo¤du Han benim. O can›m freskler.

ÖÖnnccee KKuurrbbaann fifiaarrtt

Güzin anlat›yor: “Onar›m› alt› ay kadar sürdü, epey uzunca bir za-man ald›. Çünkü hayat›m›z› art›k bu evde ve Ankara’daki kiral›k evimiz-de geçirmek arzusunu tafl›yorduk. Ama gel gör ki Abidin maalesef bu ev-de, onar›m› bittikten, oturulabilir hale geldikten sonra, sadece bir ay ya-flayabildi. Ve evimizin ilk ziyaretçileri polisler oldu. ‹nanmayacaks›n›z!”Bunu birazdan görece¤iz.

Önce tafleronun bir arzusu var: Onu yerine getirmek flart. Evet tafle-ron iflini bilir, geleneklerini tan›r bir usta: “Esas onar›ma bafllan›ld›¤›gün, sanki temel at›l›yormufl gibi ve mahalleliyi hoflnut etmek için kur-ban kesiliyor, konu komfluya da¤›t›l›yor. Ba¤›rsaklar›, “hay›rl› u¤urlu ol-sun” diye geleneklere uyularak, yeni yap›lacak beton merdivenin dibinegömülüyor. Bu sihirli önlemler ifle yaram›yor. O evde çok oturamayacak-lard›, yerlefltiklerinin ilk haftas›nda polis evde arama yap›yor.

Kabatafl iskelesinin tam karfl›s›nda, biraz yüksekçe sette, o nedenleismi Setüstü ya, üç katl› ahflap evde onar›m bafllad› sonra.

Güzin flunlar› anlatt›: “Biraz düzeltim yapt›rd›k. Eski bir evdi. Bizde onu nas›l kendimize uydurabiliriz diye yeniden düzenledik. En alt kat-taki kâgir kat ayr› bir apartman dairesi olarak düzenlendi. Ayr› bir dairegibi olunca kiraya vermemiz mümkün oldu. Ahflap iki üst kat› ise kendi-mize göre onard›k ve düzenledik. Üst katlar› alt kattan ay›rmak için d›fl-tan beton bir merdiven ekliyoruz. Alt kat ile üst katlar aras›ndaki iç mer-diven kald›r›l›yor. Ama iki üst kattaki iç merdiven duruyor. Bizim eviniçinde art›k o. Böylece bizim evde bir kattan öbürüne geçmek mümkün.Bizim evin birinci kat›nda büyük bir girifl yapt›k. Çok büyük bir sofa.Mutfak ve banyo ve annem için genifl bir oda. Yan›nda büyük bir yemekodas›, salon gibi bir mekân. En üst kat ise boydan boya atölye ve yatakodas›. Ortas›nda filizi çini, yüksek bir soba. Balkon var sonra: Balkon ge-nifl, özel seçilmifl, kahverengi, beyaz karmas› döfleme tafllar›yla kaplan-m›fl. Bir köflesinde y›k›c›lardan bulunmufl küçük, mermer bir Osmanl›çeflme. Kurnas›yla, oymal› süslü, kar gibi beyaz. Abidin balkon duvar›n-

113

daki çimentoya yerlefltirilmifl tafllar› bilhassa seçti. O çeflmeye hortumlasu bile ba¤lad›k. Her fleyi kendi zevkimize göre düzenledik, yerlefltirdik.

Girifl kat›ndan üst kata bir iç merdivenle ç›k›yorduk. Atölye ve yatakodam›z: Hem Abidin’in atölyesi hem de yat›yoruz, hem de balkon. Hemde her fley. Bir manzara seriliyor orada gözlerimizin önüne nefesimiz ke-siliyor. Veya cofluyoruz: Duruma ve saatine göre; Bo¤az, Adalar, ‹stanbulliman›n›n bir bölümü, ta karfl›da Üsküdar’›n yanar söner pencereleri /›fl›klar›. Bir genifllik, bir büyüklük, bir sevda, bir zevk, bir akflam üstü sa-dece Setüstü’nde.

Evin içini dekore etmek için çok dolaflt›k. Ve çok güzel fleyler bul-duk: Haftalarca aran›p bulunmufl eski kap› tokmaklar›, mutfak, banyomusluklar›, tek tek y›k›c›lardan aran›p bulunmufl oymal›, eski tavan gö-bekleri, rüzgârlar›n esintisine göre aç›lan kapanan büyük pencere kanat-lar›, baba evinden kalm›fl köfle kanepeleri, sade, iddias›z Abdülaziz dev-rinden kalma koyu yeflil renkleri soluk çiçeklerle bezenmifl üç gözlü de-mir konsollar, eski fanuslardan lambalar, oraya buraya serpifltirilmifl camrengi, aç›k sar› ya da buzlu...”

Güzin’in annesinin, “Hamadan ve Gördes hal›lar›, Abidin’in Kapa-l›çarfl›’da buldu¤u yelkenli Çanakkale çanaklar›, yeflil, kahverengi sürahi-ler, ibrikler...”

Her fley ve her fleyi ile ev “eski konaklar›n havas›n› tafl›yan parçalar-la dolu.” Rüzgârlarla dolu konaklar›n iç sesleri ve havas›yla.

Onar›m bitti. Yap› paydos. Badana ve boya da. ‹ç dekorasyon da ta-mam. O zaman buyurunuz: Beton d›fl merdivenden ç›kt›n›z. Tok tok. Ka-p›y› ya Abidin açar, ya Güzin. Ama bana kal›rsa mutlaka Abidin açar.Dostlar için. Girifl kap›s› bafll› bafl›na bir eser. Tarihi. “Kap›ya dikkatedin,” diyor Güzin, “Bunlar› biz yapt›rd›k.” Kap›n›n tokma¤› çok özel.Çok güzel. Eve girdiniz: Yerde kilimler. Bir tarafta mutfak. Öte yandaFerdiye Han›m’›n odas›. Holden girilen yemek odas›-salon var. OradaFerdiye Han›m’›n “Dünya Evi”nden getirdi¤i iki koltuk: Güzelçe örtülü.Biraz yaklafl›n: Fanus lambalar›n› görebiliyor musunuz? Giriflin hemensa¤›nda duvara dayal›, köfleleme bir divan var. Bir masa, tam karfl› duva-ra dayal›. Masa Frans›z usulü, kapal› gibi. Sandalyeler var yan›nda. Üçayakl› bir lamba daha: Elektrik lambas› yand› yanacak. Tavana dönük.Gelin bu salona girelim: Antikac›da bulunup al›nan demirden konsollar-dan biri de¤il mi flu? Evet o. Bir, iki, üç, dört genifl çekmecesi var. Veevet, “koyu yeflil renkleri soluk çiçeklerle bezenmifl.” Konsolun üstündekitaplar, Abidin’in bir tablosu, yine kitaplar. Kibarca ayakta duruyor ki-taplar. Abidin’in tablosu dedim ama bu bir Abidin “çiçeklemesi” de ola-bilir. Bir “Uzun yürüyüfl”te. Art›k ne zaman u¤rad›¤›n›za kal›yor bu. Kö-fledeki yatak güzelce örtülü ve bir divan azametinde kuruluyor. Haydi ç›-

114

kal›m. Ama bir dakika o demir konsolun üstünde bir foto¤raf görmedikmi? Bu Leyla Ablan›n foto¤raf› de¤il mi? Acele etmeyin can›m yerdekihal›y› da görmemezlikten gelmeyin: Ya Hamadan, ya Gördes. Holden ge-çerken aynam›z da var: fiöyle kendimize bir çeki düzen versek nas›l olur?Ah flu saçlar! Ne kadar isyankârlar. Ne olacak iflte ressam saçlar› bunlaryoldafl. Yahu bu aynan›n çerçevesini nereden buldunuz? O nak›fllar nere-den? Hele tam ortadaki o fiyonk! Mest.

Hep kapal› duran o kap›: Açan piflman açmayan piflman kap›s› olma-s›n? Tokma¤a bir göz atar m›s›n›z lütfen. Biz o kap›y› açar›z ve oradan,o iç merdivenden, üst kata ç›kar›z: Kimse de bizi engelleyemez. Evet ka-p› önünde, cipte polisler olabilir. Ama evin içinde henüz karakol kurul-mam›fl. O kap›dan üst kata ç›k›yoruz. Evet o iç merdivenden. fiu geniflli-¤e bakar m›s›n›z? Kap› tokma¤› çok hofl ama bu büyüklük, bu ›fl›k dolumekân daha hofl. Ifl›k, deniz, gökyüzü cümbür cemaat sizi içlerine al›yor:Harmanl›yor. Yo¤uruyor. Pestilinizi ç›kar›yor. Ama kendinizi kap›p koy-vermeyiniz. Daha balkon var: Balkonda çeflme. Üçüncü Ahmet Çeflmesizaten iki ad›m altta, iskele ile asfalt yol aras›nda de¤il mi? ‹flte balkon ni-hayet: Beyaz çeflme haflmetle kuruluyor. Sa¤ ve solunda birer bitki, gül,çiçek, a¤açç›k? Ama duvarlarda Abidin’in özenle seçti¤i küçük tafllar yer-li yerinde duruyor. Ne kadar çok tafl var. Ve hemen öbür tarafta kareyegiren baflka bir ahflap bina. Pencere kanatlar› yar› aç›k.

1951 yazsonu bu eve, her fley yerli yerini bulunca yerleflen Abidinve Güzin çok mutluydular. ‹stedikleri evi en sonunda yaratabilmifllerdi.Ama o evde çok oturamayacaklard›. Ve tam bir hafta sonra evi polislerbast›: Bu kadar olur iflte! Yetkililer çok iyi iz sürdüklerini elaleme göster-mek için bundan güzel f›rsat m› bulacaklard›? Bir ressam, bir bilim kad›-n› ve onun annesinin son derece alçakgönüllü bir mahallede oturdu¤uevi gece geç saatte basarak.

‹‹llkk MMiissaaffiirrlleerr:: PPoolliisslleerr

Eve yerlefltiklerinin ilk haftas›nda evi polisler bas›yor. Güzin bu ola-y› kitab›nda anlat›yor. Birlikte birkaç kez bu olay› konufltuk. fiöyle anlat-t›:

“Bir gece Abidin ve ben d›flarday›z. Beyaz›t taraflar›nda bir yere git-tik. Benim tan›mad›¤›m, Abidin’in tan›d›¤› bir kitapç› m›, terzi mi, böy-le bir yere gidiyoruz. Birtak›m ciddi meseleler, siyaset falan konufluluyor.Gece saat 01’de eve dönüyoruz. Annem pür hiddet oturuyor evde. Henüzuyumam›fl. Hayra alamet de¤il. Bize çok fena halde k›zm›fl. Belli. Olan bi-teni anlatt›:

115

H›rç›n ve sinirli, ‘‹ki herif geldi. Polismifller. Kartlar›n› gösterdiler.Ama güvenmedim. Bekçiyi de, muhtar› da al›n öyle gelin’ demifl.

‹ki polis saat sekiz ya da dokuzda eve geliyorlar. Kap›y› çal›yorlar.Soruyorlar:

– Abidin Dino evde mi? Polisiz biz evi gezece¤iz (sanki ev sat›n al-maya gelmifller) diyorlar. Ama annem sokmuyor eve.

– Ben yaln›z›m...– Biz polisiz diyorlar. Polis kimliklerini ç›kar›p gösteriyorlar. Ama

annem Nuh diyor, peygamber demiyor.– Olmaz ben yaln›z bir kad›n›m, sokmam sizi içeri.– Ne yapal›m peki han›mefendi?– Gidin muhtar›, bekçiyi al›n öyle gelin.Polisler gidiyorlar. Muhtar›m›z ayn› zamanda berber mahallede.

Onu ve bekçiyi al›p geliyorlar. Bu ifl onbire kadar sürüyor. Yeniden diki-liyorlar evin kap›s›na. Annem o zaman kap›y› aç›yor ve bütün bu tak›m›içeri buyur ediyor. Polisler iki kifli, iki kat› tepeden t›rna¤a aray›p tar›yor-lar. ‹ki kat› iyice “geziyorlar”. Evin her yan›n› k›y› köfle bucak ar›yorlar.Difle dokunur bir fley bulamay›nca Abidin’in o s›rada yazmakta oldu¤uVerese piyesinin birinci perdesini al›p götürüyorlar. Ne oldu¤unu anlaya-mam›fllar, el yaz›s›yla doldurulmufl bir defter. Herhalde ‘ihanet doludur’diyerek götürmüfller. Abidin Verese’yi daha sonra yeniden yazd›. Ama odönemde yay›mlanamad›. (1996’da Kel ile birlikte Adam Yay›nlar›ncabas›ld›) ‹flte böyle. Dön dolafl polisle yine burun buruna geldik. ‹flte böy-lesine evinize geliyorlar, yaz›l› piyesinizi al›yorlar ve götürüyorlar.”

Ne olursa olsun, polis gözetimi alt›nda olmak, evde oturanlar›n kar-fl›da Üsküdar’›n gece gündüz p›r›lt›s›n›, gemi, vapur, taka, çatana gitgeli-ni, koca gemilerin bacalar›ndan sal›nan kara bulutlar› seyretmesine en-gel de¤il. Adalara do¤ru aç›lan deniz, özgürlük duygusunu koruyor. Ka-batafl, Setüstü’nde, arka mahalleli küçük esnaf ve memurlar›n kararm›fl,küçük ahflap evleri, gündelik, tekdüze gitgeli, sütçü, saka, Silivri yo¤urt-çusuyla bileyci ve Çingenenin “Mühliye... Mühliye!” sesiyle güven verenbir bar›nak...

Bu kadar da de¤il. Bak›n daha neler duyumsar insan o evde:Güzin’in kaleminden:“Kabatafl vapur iskelesine bakan Setüstü’ndeki evin penceresinden

Marmara ile Bo¤az›n aras›ndaki gitgeli seyretmek, zaman› al›p götürürve böylece gün geçer. Geceler ›fl›kla dolup boflal›r; dertler, üzüntüler, has-retler, korkular, o küçüklü büyüklü vapur, gemi, sandal, mavna, taka veçatanalara binip Adalara aç›l›rlar. Dolafl›r dolafl›r, Karadeniz’in a¤z›nakadar ulafl›r. Dert yok olmaz; hafifler, ezicili¤ini kaybeder, ertesi günübekletir insana ve ertesi gün yeniden, Bo¤azla Marmara’n›n kavufltu¤u

116

yerdeki gitgel cümbüflüne dal›n›r. K›z Kulesi hep oradad›r, derdinizin,kahr›n›z›n bekçisidir, güvenceli, sad›k, hep karfl›n›zda durur. Üskü-dar’da, cam ve ayna oyunlar›yla, akflamdan akflama, mehtaptan mehtabayan›p tutuflan, sönüp giden par›lt›lar› sergiler. Kimi kez, sönmemifl tekbir cam kal›r Üsküdar’da; par›lt›s› sürer, uzar gider. Oysa günefl batm›fl-t›r çoktan, ay ise daha do¤mam›flt›r...

Haymana Ovas›, Hüseyin Gazi Da¤lar›, Orta Anadolu, Erciyesi veToroslar, Çukurova’n›n bu¤ulu yeflili, düzlü¤ü, s›ca¤›, rutubeti, bire binveren topra¤›, ›rgat pazarlar›, ‹stanbul’un kibar mahallesinden ç›k›p buco¤rafyan›n gerçe¤ini yaflamak, günü gününe ve ertesi günün ne getire-ce¤ini bilmemek...”

Hani bir gün yolunuz düfler de Abidin ve Güzin’e bir merhaba de-meyi ihmal etmeyesiniz diye iflte adres:

Tafll›ç›k›fl 4/3Setüstü-Kabatafl-‹stanbul

117

ERCÜMEND BEHZAD LAV D‹L‹NDE ÜÇÜNCÜ DÜNYA:“Ben Sehpâda Bayrak”Çi¤dem Y›ld›r›m

BEN SEHPÂDA BAYRAK1

Nairobi, 5 fiubat 1954 (A.A.) - ‘Kenya’da Mau Mau fieflerinden General Waruh-yo ‹tote idama mahkûm edildi.’

Ben topra¤›m kan›m Waruhyo ‹tote Ben namlu ben göz Tetikte

Ben taban›m tafl›nmaz Waruhyo ‹tote Yürürüm yürürüm Hürriyete

Dilsizlerin dili benWaruhyo ‹toteGüçsüzlere güçZulümlerden öte

Ben lâle boyundurukWaruhyo ‹toteBen her fleyim her fleyKolum eme¤imle

Ben kurtulufl kurtulufl‹tote ‹toteBen köle ben köleKara cennette

Ben sehpâda bayrakWaruhyo ‹tote

Ercümend Behzad Lav

118

Dilbilimsel edebiyat elefltirisi, ç›k›fl noktas› olarak edebiyat metni-nin biçimini ele almaktad›r. Bu biçim fliirde, hem sözcük seçimi ve seçi-len bu sözcüklerin oluflturdu¤u a¤› hem de fliirdeki cümle yap›lar›n› vetekrarlar› do¤rudan ilgilendirmektedir. Bu özellikleri ölçüt alan dilbilim-sel fliir elefltirisinin amac›n›n fliire en “nesnel” yorumu getirmek oldu¤u-nu söylemek yanl›fl olmaz.2 fiiirde birtak›m sözcük öbekleri, nesneler di-zisi ya da olaylar zincirlerinin “nesnel ba¤l›lafl›k” oluflturmas›3 ve bu ba¤-lamda yap›lan dilbilimsel elefltirinin öznel yaklafl›m ve deneyimlerle yap›-lan çözümlemelerden çok, nesnel yarg›lar› ve anlamlar› ön plana ç›kar-mas› da dilbilimsel elefltirinin ç›k›fl noktas› olan “biçim”in oluflmas›ndabelirleyicidir. Ercümend Behzad Lav’›n Mau Mau adl› fliir kitab›nda yeralan “Ben Sehpâda Bayrak” adl› fliiri, içerdi¤i birtak›m yabanc›laflt›rmaögeleri ile bu kitab›n biçimsel, anlamsal ve dilsel aç›lardan dikkat çekenfliirleri aras›ndad›r ve bu fliir dilbilimsel elefltiri aç›s›ndan kaydade¤er birmetindir.

fiiir; biri haber metni, öteki fliir olmak üzere iki ayr› yaz› türüne aitürünün art arda kullan›lmas› ile oluflturulmufltur. Gerçeküstücülerin kul-land›¤›, kolaj ya da yap›flt›rma tekni¤i denen bu yöntem, fliirde görsel biretki yapmakta ve fliiri kaç›n›lmaz olarak iki bölüme ay›rmaktad›r. Oysahaber metninin dili ile fliirin dilinin, Türkçe olmas› ve haber metnininnesnesi ile fliirin öznesinin bir Afrikal›, Waruhyo ‹tote, olmas› fliirin ye-niden bir bütün olarak al›mlanmas›n› sa¤layan ögelerdir. fiiirin birincibölümündeki haberin, kendi içinde tamamlanm›fl dört tane dörtlük veyar›da b›rak›lm›fl bir ikilikten oluflan ikinci bölümün yar›m b›rak›lan buikili¤i ile tamamland›¤› söylenebilir. Bu tamamlanma anlama ve dile yö-neliktir, dolay›s›yla fliirde biçimsel olarak yarat›lan kopukluk anlamsal vedilsel olarak giderilmektedir.

Anlam aç›s›ndan bak›ld›¤›nda bu kopukluk, haber metninde kulla-n›lan “idama mahkûm edilme” ifadesindeki “idam” sözcü¤ü ve fliirinikinci bölümünün son iki dizesi olan “Ben sehpâda bayrak / Waruhyo‹tote”de geçen “sehpâda bayrak” benzetmesi aras›ndaki iliflki ile gideril-mektedir. Dolay›s›yla, birinci bölümde idama mahkûm edilen Waruhyo‹tote’nin ikinci bölümde kendini “sehpâda bayrak” olarak nitelemesi ileoluflturulan düz de¤iflmece iki bölümü birbirine uc uca ba¤lamakta ve fli-irin iki bölümü aras›ndaki anlamsal ba¤›nt› sa¤lanmaktad›r.

Anlamla sa¤lanan bu bütünlük dilsel aç›dan da do¤rulanmaktad›r.Bu iki bölüm cümle türleri aç›s›ndan ele al›nd›¤›nda, haber metnindegeçmifl zamana ait ve Waruhyo ‹tote’nin nesne olarak kullan›ld›¤› edil-gen bir cümle kurulmufltur. fiiirin ikinci bölümü olan fliir ise, Türkçe dil-bilgisine göre etken ya da edilgen diye s›n›fland›r›lamayacak ve Waruhyo‹tote’nin özne olarak kullan›ld›¤›, genifl zamana ait cümlelerden olufl-

119

maktad›r. Böylece, haber metninde hakk›nda al›nan idam karar›n›n nes-nel bir flekilde duyuldu¤u bir kifli varken fliirde ayn› kifli kendi a¤z›ndan,öznel bir flekilde haberde gözard› edilen duygular›n›, düflüncelerini veyaflama ya da idama mahkûm edilme sebeplerini dile getirmektedir. Budurum, haber metninin do¤rulu¤uyla birlikte göz önünde bulunduruldu-¤unda, fliirde tarihsel bir gerçekli¤in farkl› bak›fl aç›lar› ve anlat›c›larla ifl-lendi¤i söylenebilir. Ayr›ca, birinci bölümdeki “O”nun ikinci bölümde“ben”e dönüflmesi uzaktakinin dil ile sahiplenilmesi olarak alg›lanabilir;böylece fliirin iki bölümü aras›ndaki uzakl›k ya da kopukluk bu dilsel ba-¤›nt› ile de giderilebilir.

fiiirin ikinci bölümünde, – birinci bölümden ba¤›ms›z olarak eleal›nd›¤›nda – ilgi çeken ilk özellik yine biçime yöneliktir. Yukar›da dabelirtildi¤i gibi, dörtlüklerin hepsi kendi içinde tamamlanm›flken ikili-¤in dörtlüklerin yar›s›na eflde¤er oldu¤u, dolay›s›yla yar›m kald›¤› görül-mektedir. Bu yar›ml›k biçimin yan›nda sesi de içermektedir. Örne¤in,ilk dört dörtlükte “‹tote” sözcü¤ünün geçti¤i dizelerden sonra bu dize-yi uyak ve ses aç›s›ndan tamamlayan iki dize daha gelmektedir. Oysa soniki dizede “‹tote” son sözcüktür ve onu ses aç›s›ndan destekleyecek birsürerlik yoktur. Bu durum, fliirin ikinci bölümünün Afrika ritimlerineuygun bir flekilde kuruldu¤unu gösteriyor. Böylelikle, Afrika yerli müzi-¤inin tam vuruflla bafllama ve yar›m vuruflla bitirme biçimi (tam tam,tam tam, tam tam, tam), ikinci bölümün biçimine yön vermektedir ve fli-irin bu bölümüne Afrikal›l›k katmaktad›r. Ayr›ca bu bölümde hiç nok-talama iflaretinin kullan›lmamas›, fliirin Afrikal› müzi¤ini özgür k›lm›fl-t›r.

Afrikal›l›k, fliirin ikinci bölümünde kendini dilsel olarak da gösteri-yor. Bu bölümdeki cümleler yap› olarak gelecekçilik fliir anlay›fl›n› yans›t-maktad›r. Gelecekçilik fliir anlay›fl›na göre fliirde zarf, s›fat, fiil ve ba¤laçgibi sözcük türleri kullan›lmazken, isimler ve isimlerle oluflan fiilimsi yada s›fatisim gibi sözcük türleri art arda kullan›lmaktad›r. Ancak, flairinikinci bölümde “Yürürüm yürürüm” dizesi hariç bütün sözcükleri isim,zamir, s›fatisim ya da fiilimsilerden seçmifl olmas›, onun bu bölümü sa-dece gelecekçili¤e ba¤l› kalarak de¤il ayn› zamanda Afrika dillerinincümle kurulufluna da uygun bir flekilde yazd›¤›n› göstermektedir. Afrikakonuflma dillerinde cümleler sözcüklerin birbirinden kopuk olarak, her-hangi bir ba¤laç ile ba¤lanmadan art arda dizilmesiyle oluflmaktad›r. Er-cümend Behzad Lav’›n, Üç Anadolu adl› fliir kitab›nda Anadolu’nun üçfarkl› dönemini anlatan fliirlerinin, anlatt›klar› dönemin konuflma dili veo dilin cümle yap›s› ile yaz›ld›klar› göz önünde bulunduruldu¤unda,“Ben Sehpâda Bayrak” adl› fliirin de Afrika’n›n sömürgecili¤e direniflin-de büyük bir öneme sahip olan Waruhyo ‹tote’yi onun a¤z›ndan anlat›r-

120

ken, onun dilini de¤il ama Türkçede onun dilinin yap›sal özelliklerini vetonunu kullanm›fl olmas› hiç de flafl›rt›c› de¤ildir.

fiiirin ikinci bölümünün belirli bir hece ölçüsü yoktur ama bu bö-lümde dörtlüklerin “abcb”, ebdb, fbgb, hb›b ve ikili¤in “ib” oldu¤u birkafiye flemas› ç›kar›labilir. fiiirde, dördüncü dörtlükteki “eme¤imle” ve“‹tote” sözcüklerinin ortak olan son harfi “e” ile sa¤lanan yar›m kafiyed›fl›nda; ilk dörtlükte “‹tote” ve tetikte, ikincide “‹tote” ve “hürriyete”,üçüncüde “‹tote” ve “öte”, beflincide ise “‹tote” ve “cennette” sözcükle-rinin ortak olan son harfleri “te” ile sa¤lanan tam kafiyeler hakimdir. Buuyaklar›n oluflturdu¤u ses düzeni ile yarat›lmak istenen yine anlamdançok kulakta b›rak›lan dilsel Afrikal›l›kt›r.

fiiirin ses, ritim, cümle türü ve biçim olarak yaratt›¤› bu kimlik, söz-cük seçimi ile de desteklenmektedir. fiiirdeki birtak›m sözcük öbekleriya da nesneler dizisi ve bunlar›n yaratt›¤› duygu, düflünce, durum ve ha-reket ça¤r›fl›mlar› bu fikrin kan›tlanmas› aç›s›ndan oldukça önemlidir.

fiiirin ilk dörtlü¤ündeki “toprak”, “kan”, “namlu”, “göz” ve “tetik”sözcüklerinin oluflturdu¤u somut nesneler dizisi, toprak u¤runa yap›lansilahl› ve kanl› bir mücadeleyi ça¤r›flt›rmaktad›r. Bu nesneler dizisi, ge-rek haber metninde verilen bilgi gerekse bu sözcüklerin içinde bulundu-¤u dörtlükte geçen Afrikal› isim “Waruhyo ‹tote” göz önünde bulundu-rularak de¤erlendirildi¤inde, Afrika halk›n›n bu savaflta özne oldu¤unugöstermektedir. fiiire girifl niteli¤i tafl›yan bu ça¤r›fl›m›n isimlerle sa¤lan-m›fl olmas› girifli dura¤an k›lm›flt›r ve fliirin devam›n› etkileyecek duygu-sal bir haz›rl›k niteli¤i tafl›maktad›r.

fiiirin ikinci dörtlü¤ündeki “taban”, “tafl›nmaz”, “yürürüm” söz-cükleri ise, ilk dörtlükte çizilen dura¤anl›¤› harekete geçiren bir sözcüköbe¤i oluflturmaktad›r. Bu öbek, bir isim, bir ortaç ve bir fiil içermekte-dir. ‹sim ve onu betimleyen ortaç›n oluflturdu¤u, “Ben taban›m tafl›n-maz” dizesinden ç›kar›labilecek “tafl›nmaz taban” tamlamas› Afrika hal-k›n›n Afrika’ya ait oldu¤u düflüncesini vurgulamaktad›r. Özellikle “tafl›n-maz” ortaç›n›n edilgen çat›da kurulmufl olmas›, Afrikal›n›n sömürgeci ta-raf›ndan ait oldu¤u topraktan uzaklaflt›r›lamayaca¤›n›; ancak bunun tamtersini ifade eden “yürürüm” fiilinin art arda iki kez söylenmesiyle yap›-lan pekifltirme, Afrikal›n›n kendi iste¤i ve iradesi ile hareket edece¤inigöstermektedir. Bu öbe¤in fliire katt›¤› duygusal hareketlilik öbe¤in he-men ard›ndan gelen “hürriyet” sözcü¤ü ile sa¤lanm›flt›r. Dolay›s›yla, bi-rinci dörtlükteki nesneler dizisinin kurdu¤u savafl görüntüsünün sebebibu sözcük öbe¤i ile ortaya ç›km›flt›r.

fiiirde “dilsiz”, “güçsüz”, “köle”ve “zulüm” sözcüklerinden oluflanöbek ise, içerdi¤i somut sözcüklerle Afrikal›n›n ana dili ile de¤il ama sö-mürgecinin dili ile varolmas› gibi birtak›m somut göndermeler yapman›n

121

yan› s›ra, Afrika halk›n›n sömürgecilik karfl›s›nda düfltü¤ü durumu fikir-sellefltirerek bu sözcüklere soyutluk katmaktad›r. Burada soyutlaflan du-rum mazlumluktur ve “Dilsizlerin dili ben”, “Güçsüzlere güç”, “Zulüm-lerden öte”ve “Ben köle ben köle” dizelerinde örülen bu öbe¤in duygusalolarak Waruhyo ‹tote’nin, ezilen bu halk›n özgürlü¤ü ad›na yap›lan savafl-ta lider konumunda olmas›ndan duydu¤u onuru anlatt›¤› söylenebilir.

fiiirde geçen uzuvlardan oluflturulabilecek, “taban”, “kol”, “göz”,“dil” sözcüklerini içeren nesneler dizisi ile Afrika halk›n›n hem bedenhem de konuflma dili, dolay›s›yla düflünce olarak var oldu¤u, yok say›la-mayaca¤› vurgulanmaktad›r. Bu nesneler dizisi, “Kara cennette” dizesin-de Afrika k›tas›n› temsil eden “cennet” ile “Ben lâle boyunduruk” dize-sinde Afrika halk›n› temsil eden, Afrika’ya özgü çiçek “lâle” sözcükleri-nin oluflturdu¤u, vatan ve o vatana ait kimlik düflüncesini ça¤r›flt›ran nes-neler dizisi ile tamamlanmaktad›r. Yani, diziyi oluflturan nesnelerin geç-ti¤i m›sralarda yap›lan düz de¤iflmeceler diziyle çizilen resmi ve d›fla vu-rulan duyguyu aitlik olarak belirlemekte ve vatan kavram›n› ça¤r›flt›r-maktad›r. Bu tamamlanma kölelerin boynundaki zincirlere verilen ad“lâle boyunduruk”un “köle” sözcü¤üyle kurdu¤u, özgür olmamay› ya dasömürge durumunu ça¤r›flt›ran sözcük öbe¤i ile de aksi yönden pekiflti-rilmektedir. Yani fiziksel olarak var olma ve ait olma durumlar›, Afrika-l›n›n maruz kald›¤› kölelik ile z›tlaflt›r›larak tamamlanm›flt›r.

fiiirin farkl› dörtlüklerinde bulunan “hürriyet”, “kurtulufl”, “bay-rak” sözcüklerinden oluflturulabilecek sözcük öbe¤i ile fliirde savaflta ol-ma, mazlum olma, boyunduruk alt›nda yaflamaya karfl› harekete geçmeve dolay›s›yla idama mahkûm edilme edimlerinin sebebi örülmüfltür. Buöbek heyecan ve tutku duygular›n› tafl›makta ve yine fliirin bütünününbu duygu ile örülmesini sa¤lamaktad›r.

fiiirdeki bütün sözcüklerin darl›k-yuvarlakl›k ya da kal›nl›k-incelikolarak “Waruhyo” ya da “‹tote” sözcükleri ile uyum içinde oldu¤u söyle-nebilir. Bu durumda, baz› ünlü ya da ünsüzlerin art arda kullan›lmas› vebaz› sözcüklerin art arta tekrar edilmesi ile sa¤lanan Afrikal›l›k, fliirdeörülen duygu ve düflüncelerin pekifltirilmesini sa¤lam›flt›r. Örne¤in, fliir-deki her dörtlük ikili¤e dönüfltürüldü¤ünde, son ikilikle birlikte her iki-li¤in ince ünlülerden oluflan bir sözcük ile bafllay›p yine ince ünlülerdenoluflan bir sözük ile bitti¤i görülmektedir. Bu durum fliirde, Afrika müzi-¤ine göre, bir yar›m vurufl yerine geçen ikili¤in kendini tamamlamas› ola-rak de¤erlendirilebilir. Baz› ikiliklerde, bu ince ünlülerden oluflmufl söz-cükler aras›nda kal›n ünlülerden oluflmufl sözcükler görülmektedir. Ka-l›n ünlülerden oluflan “boyunduruk”, “bayrak”, “kolum” gibi sözcükle-rin “Waruhyo” sözünün söylenifli ile uygunluk içinde oldu¤u dikkat çek-mektedir.

122

fiiirin temel sözcüklerinden olan “ben” ve bu sözcü¤ün sürekli tek-rar edilmesi fliirde estetik ve semantik olarak kaydade¤erdir. Bu zamir,fliirde Waruhyo ‹tote’nin yerine geçmekle birlikte ‹tote’nin temsil etti¤iAfrika halk›n›n da yerine geçmektedir. Dolay›s›yla, fliir birinci bölümolan haber metninden ba¤›ms›z okundu¤unda fliirde özne aç›s›ndan birkarmafla do¤maktad›r. Yine de, bu özneye anlat›lmak istenen duygu vedüflünce ba¤lam›nda yaklafl›l›rsa öznenin de¤il anlat›lmak istenenlerinönemi ortaya ç›kmaktad›r.

fiiirin biçimsel ve ses olarak sergiledi¤i düzen, fliirdeki sözcük öbek-leri ve nesneler dizileriyle somut ya da soyut olarak sa¤lanan ça¤r›fl›mlar-la bir arada düflünüldü¤ünde; fliirde düzen ve karmaflan›n iç içe geçti¤isöylenebilir. Bu karmafla hem kendisi de bir fliir olan ikinci bölümünkendi içinde hem de birinci bölüm olan haber metni ve ikinci bölüm ara-s›nda sa¤lanm›flt›r. fiiirin içeri¤inin fliirdeki müzik ile somutlaflt›r›lmas›-n›n, bu düzen ve karmaflay› dengeleyen bir unsur oldu¤ununu söylemekyanl›fl olmaz.

Görüldü¤ü gibi fliir – “yürürüm” fiili hariç – isim ve isimlerden olu-flan sözcük türleri ve bunlar›n birço¤unun yinelenmesi ile oluflturulmufl-tur. fiiirde sözcük yinelemesi ile sa¤lanan pekifltirme ve vurgu birtak›msesli ve sessiz harflerin tekrarlanmas› ile desteklenmifltir. Bu özellikler,fliirin az sözcük ve sabit bir ses ile oluflturulmufl dar ya da eksik bir yap›oldu¤unu düflündürebilir. Oysa, bu yap› içinde kullan›lan malzemeninyani sözcük ve sesin fliirin biçimi ile oluflturtu¤u koflutluk, bu yap› için-deki duygunun ve düflüncenin, yani fliirin yaz›lma sebebinin etkisini ar-t›rmaktad›r. Özellikle sözcük öbekleri ve nesneler dizileri ile fliir içindeoluflturulan a¤, ba¤laçs›z kurulan cümleleri birbirine ba¤lamakta ve ek-siklikleri hem anlam hem de duygu aç›s›ndan gidermektedir.

Sonuç olarak, Ercümend Behzad Lav’›n “Ben Sehpâda Bayrak” ad-l› fliiri biçimsel, dilsel ve anlamsal olarak kopuk kopuk sunulmaktad›r.Bu yüzden, okurda hem yabanc›laflt›rma etkisi yapan hem de bu kopuk-luklarla ça¤r›fl›mlar yaratan fliirin anlamsal, dilsel ve biçimsel olarak okurtaraf›ndan tamamlanmaya aç›k oldu¤u söylenebilir.

(1) ‹lhami Soysal. “Ben Sehpâda Bayrak” 20. Yüzy›l Türk fiiiri Antolojisi. An-kara: Bilgi Yay›nevi, 1996. 122-3.

(2) Bkz. Süheylâ Bayrav. “Dilbilimsel Edebiyat Elefltirisi”. Dilbilim I (1976):45-71.

(3) Bkz. J.A. Cuddon, “Objective Correlative”. Dictionary of Literary Termsand Literary Theory, Penguin Books, New York , 1991. 647-8.

123

GENELL‹KLE ‹ÇT‹⁄‹ SON KADEH ALTINBAfi RAKIYDI...Besim Dalg›ç

Nuri Bilge Ceylan’›n ‹klimler filmini seyredebildim sonunda. Koza,Kasaba, May›s S›k›nt›s› ve Uzak filmleriyle izleyicide heyecan uyand›ran,bütçesi k›s›tl›, genellikle amatör oyuncu kullanan bir yönetmen Nuri Bil-ge Ceylan. Son filmi ‹klimler de bu tür bir yap›m. Bir farkla Ceylan bufilmin ana karakterlerinden birini oynuyor. Bilinen deyimle “esas ço-cuk”. Sinema tarihinde oyuncular›n yönetmen olarak çekti¤i filmlerinvarl›¤› bilinir. Alfred Hitchcock’un, yönetti¤i filmlerde bir an görünme-sini saymazsak, Stanley Kubrick’in çekimlerini yar›da b›rakmas› sonu-cunda, Marlon Brando’nun yönetmenli¤ini de üstlendi¤i One Eyed Jacks(Tek Gözlü Jak), Türkân fioray’›n Y›lan› Öldürseler ve Y›lmaz Güney’inUmut filmleri ilk akla gelenler. Orson Welles ve Laurence Olivier’in yö-netmenlikleri ve oyunculuklar› tart›fl›lmaz. Elbet oyuncu olmayan yönet-menlerde, yönettikleri filmlerde k›sa rol alm›fllar zaman zaman. Sinema-m›zda, fierif Gören ve Memduh Ün’ün kendi filmlerinde küçük roller al-d›klar›n› hat›rl›yorum. Dünyada da Godard ve Fellini gibi baflka örneklerde var.

Umut filminde, Y›lmaz Güney’in ola¤anüstü bir oyunculu¤u vard›.Ayr›ca yönetmenli¤i de yads›namayacak biçimde baflar›l›yd›. MarlonBrando’nun ad› geçen filmdeki oyunculu¤u için olumsuz bir fley söylene-mez. Ama yönetmenli¤i vasatt›. Ayn› fley Y›lan› Öldürseler için de geçer-li. Zaten her iki oyuncu da bir daha yönetmenlik yapmad›.

Nuri Bilge Ceylan’›n oyunculuk deneyimi var m›? Bilmiyorum. ‹k-limler’deki oyunculu¤u, daha önce ustaca yönetti¤i amatör oyunculardayakalad›¤› baflar›ya ulaflam›yor. Yönetmen olarak kendini yönetmekte za-y›f kal›yor. Daha önceki filmlerinde ele ald›¤› konular kadar ilginç bir ko-nuya de¤inmesine karfl›n bu filmde seyirciyi etkilemekte zorlan›yor. Ki-flisel tercihim Nuri Bilge Ceylan’›n yönetmen olarak kalmas›. Onun ka-meran›n arkas›nda oldu¤unu hissetmek istiyorum. Oyunculuk deneyi-min yoksa, kendini yönetmek büyük bir ustal›k gerektiriyor san›r›m.

Baz› yönetmenlerimiz; filmlerini çekerek izleyicisine ulaflabilmifl,hak etti¤i bir çok ödül kazanm›fl, hakk›nda pek çok fley konuflulmufl, ya-z›lm›fl sinemam›z›n ayk›r› yönetmeni Nuri Bilge Ceylan kadar flansl› ola-mam›fllar ne yaz›k ki.

70’li y›llar›n ortalar›nda Londra’da sinema ö¤rencisi olan bir arka-dafl›m okul dergileri için ünlü Yunan yönetmen Theo Angelopoulos ile

124

söylefli yapmay› baflarm›flt›. Söylefli s›ras›nda arkadafl›m›n Türkiyeli oldu-¤unu ö¤renen Angelopoulos; Paris’de ünlü sinema okulu IDHEC’de(L’Institut des hautes études cinématographiques - Sinematografi E¤itim-leri Yüksek Enstitüsü) kendisi ile birlikte okuyan okul arkadafl› Alp ZekiHeper’i merak ederek, “O benden daha iyi idi, flimdi ne yap›yor?” diyesormufl.

Arkadafl›m e¤itimini tamamlay›p Türkiye’ye dönüp, bu konudanbana söz etti¤inde ne o, ne de ben Alp Zeki Heper hakk›nda hiçbir fleyduymam›flt›k. Daha sonra küçük bir araflt›rma yapt›¤›m›zda, IDHEC’deokurken yapt›¤› Bir Kad›n / Le parfum de la Dame En Noir (1962) ve fia-fak /L’Aube (1963) adl› filmlerinin birincilik ödülleri ald›¤›n›, 1968 y›-l›nda çekti¤i Soluk Gecenin Aflk Hikâyeleri filminin sansüre tak›lm›fl ol-du¤unu ö¤rendik. Sansür nedeni olarak, o dönem için bu filmin çok ero-tik bulunmufl oldu¤unu yaz›yor çeflitli kaynaklar. Yapt›¤› baflka filmler deçeflitli nedenlerle ticari bir baflar› gösterememifl. 1975 y›l›nda sansür veiçine girdi¤i umars›zl›kla yapt›¤› filmleri kap›s›n›n önünde yakm›fl. AlpZeki Heper, sinema ve kendi dünyas›nda iniflli ç›k›fll› bir yaflam sürdür-müfl. Sinema ile u¤raflmad›¤› dönemlerde resimler yapm›fl, onlar› satarakhayat›n› sürdürmüfl. Y›llar sonra, 1984’de intihar etmifl oldu¤unu duy-dum . Ümit Bayazo¤lu’nun 2004 y›l›nda YKY’den ç›kan Uzun, ‹nce Yol-cular adl› kitab›nda Alp Zeki Heper hakk›nda en taze bilgilere ulafl›labi-liyor. Ama sonuçta sinemas›yla, varl›¤›yla çok kimsenin pek bilmedi¤i,unuttu¤u, Angelopoulos’un de¤er verdi¤i bu yönetmenin, gölgesindenbaflka pek fazla izi yok. Onu tan›yanlar da net bir fley söyleyemiyorlar.Filmlerini de izleme flans› yok ne yaz›k ki.

*

Selahattin Hilav’›n yak›n arkadafl› IDHEC’den mezun ikinci TürkAttila Tokatl›’y› yan›nda, yöresinde olmama karfl›n, 80’li y›llar›n bafl›ndatan›yabildim. Divanyolu’nda bir Ç›nar lokantas› vard›. O dönemin; ede-biyatç›s›, gazetecisi, yay›nc›s›, hukukçusu, ressam› vb. bir çok kifli gelir-di Ç›nar’a. Ö¤le rak›lar› içilir, sohbetler edilirdi. Çak›r keyif tekrar ifl yer-lerine dönülürdü. Ç›nar’›n zarif garsonu Hayri Bey gelenlerin ne yedi¤i-ni, ne içti¤ini ezbere bilir, hiç aksatmadan hizmet ederdi. Ahmet HamdiTanp›nar’›n Huzur roman›ndaki kahramanlardan Tevfik Bey’in “Bar-bunya dünyan›n en güzel bal›¤›d›r, fakat mevsiminde olmazsa, hatta Adaaç›klar›nda, yahut Bo¤az›n afla¤› a¤›z›nda tutulmazsa de¤iflir. Çanakka-le’den ötede barbunya bal›¤› hiçbir tasnife s›¤mayan bir deniz hayvan›-d›r” der. Marmara ve Bo¤azlar’dan Ege’ye inen barbunyan›n bal›k de¤ilbaflka bir mahlûkat oldu¤una iflaret eden Tevfik Bey’den esinlenerek; Ç›-

125

nar’›n yerinde hâlâ bir lokanta olmas›na karfl›n, o art›k baflka bir fley be-nim için. Çünkü ne o eski insanlar kald›, ne Hayri bey, ne de Bab-› Ali.

Güneflli, insan›n içini ›s›tan bir bahar günüydü. Selahattin Ba¤dat-l›’yla ö¤le üstü Ç›nar lokantas›na gittik. Attila Tokatl› cam kenar›nda dipmasalardan birinde oturmufl, rak›s›yla birlikte yeme¤ini yiyordu. Rak›onun önceli¤iydi hep. San›r›m çevirisini yapaca¤› yeni bir kitab› kar›flt›-r›yordu. Ondan baflka kimse yoktu. Beni tan›mamas›na karfl›n Ba¤datl›ile selamlaflt›lar. O da bizi masas›na davet etti. ‹lk kez karfl›laflt›¤› kiflilereölçülüydü. Tan›mak, anlamak için zamana gereksinimi vard›. Ama busüre uzun de¤ildi. Açt›¤› konular üzerinde görüfl al›fl verifli içinde hük-münü verebilecek kadar zekiydi. Bana güvenmiflti. Daha sonraki y›llardaSelahattin Hilav’›n da bulundu¤u geceler boyu süren sohbetlerde onun-la birlikte olabildim böylece.

Meyhaneler bu gecelerin mekânlar›yd›. Refik, Yakup, salafl meyha-nelerin bulundu¤u Küçük Parmakkap›... Tan›d›klar, dostlar, zarif flaka-lar, sohbetler... Yaflam›n k›sa, ama hofl anlar›yd› aç›kças›.

Attila Tokatl›’n›n Selahattin Hilav ile büyük dostlu¤u vard›. Kardeflgibiydiler. Hilav 1954’de Sorbonne’da doktora yapmak istiyordu. O s›ra-da döviz izni alabilmek için doktora s›navlar›n› kazanmas› gerekiyordu.S›navlar› kazand›, ancak politik nedenlerden dolay› dövizi kesildi. AmaHilav her fleye ra¤men Paris’de kalmaya kararl›yd›. Hilav’›n Attila Tokat-l› ile Paris’teki birlikteli¤ini Kas›m 2006’da Chiviyaz›lar› yay›nevindenç›kan, Selahattin Ba¤datl›’n›n haz›rlad›¤› Felsefeden Edebiyata Selahat-tin Hilav isimli kitapta Selahattin Hilav anlat›yor: “Attila, benim gidiflim-den 1.5 sene sonra falan geldi. Galip Üstün de orada. Tabii Attila benimçok yak›n arkadafl›m. Çok zeki ve gayet iyi frans›zca biliyor. Çok merak-l›. Edebiyata, felsefeye merakl›. Zaten felsefede 1-2 y›l okumufl. Onunladostlu¤umuz çok hofltu”. Paris’de bulunduklar›nda Avni Arbafl, MubinOrhon, Abidin Dino, Selim Turan ile arkadafll›klar› olmufltu. Marksizmen çok ilgilendikleri konuydu. Bu konuda bir çok çal›flmalar›n›n oldu¤ubilinir. Sinema da ilgi konular›ndand›. Attila Tokatl› ‹stanbul’a daha ön-ce gelmiflti. S. Hilav, babas›n›n ölümü üzerine 1958’de döndü. R›ht›mdakarfl›layan Attila Tokatl›’yd›. O gün birlikte do¤rudan Park Otel’e YahyaKemal’in masas›na gittiklerini söylüyor S. Hilav. Daha sonra ayn› kitap-ta, S. Hilav Yahya Kemal ile karfl›laflmas›n› flöyle anlat›yor: “Ooo! dedi,Paris’den geliyorsunuz belli. Paris kokuyorsunuz”. “Daha sonra fliir fa-lan konufltuk. O Verlaine diyor, ben de Rimbaud deyince bir öksürmetuttu. Anlayamad›m. Üstad cevap vermek istemedi¤i fleyler duyunca öyleyaparm›fl me¤er”.

Paris dostluklar›n›n pekiflti¤i yerdi. Birlikte ortak çeviriler yapt›lar.70’li y›llarda Türkiye’de ayd›n çevresinin gündeminde yer alan, Kemal

126

Tahir’in de ilgilendi¤i ATÜT (Asya Tipi Üretim Tarz›) çal›flmalar›n›niçindeydiler. 1966’da Fethi Naci’nin Gerçek Yay›nevi’nden ç›kanMarx’›n ATÜT düflüncelerinin de yer ald›¤› Türkiye Üzerine kitab›n› bir-likte çevirdiler. Bu arada Kemal Tahir ile yak›nl›klar› oldu.

Genellikle herkes, felsefe ve edebiyat alan›nda yapt›¤› yüzü aflk›n;çeviri, inceleme ve sözlük çal›flmalar›yla tan›r Attila Tokatl›’y›. Ayr›ca1987 y›l›nda ç›kan Devrimcinin Ölümü: Karfl› Roman isimli roman›,1981’de ç›kan Ça¤dafl Diyalekti¤in Kayna¤›: Hegel isimli bir felsefe kita-b›, 1968’de Selahattin Hilav ile birlikte Dünya Yazarlar ve Eserleri An-siklopedisi isimli çal›flma, 1973’de Ansiklopedik Felsefe Sözlü¤ü, 1978-80 aras›nda ç›kan Sosyalist Kültür Ansiklopedisi onun telif çal›flmalar›-d›r. Sosyalizm Nedir? (1961), Sovyet fiairleri Antolojisi (1968), Gizli Ör-gütler (1971) ve Tarih Boyunca Politika (1980) adl› derleme kitaplar› davard›r. K. Marx, V. ‹. Lenin, A. Gramsci, L. N. Tolstoy, ‹. Ehrenburg, N.Ostrovski, M. Gorki, L. Aragon, S. Freud, V. Mayakovski, D. Sotiriyu vedaha saymakla bitiremeyece¤imiz bir çok yazar›n dünyaca da ünlü edebi-yat, felsefe ve siyasal alandaki kitaplar›n› dilimize kazand›rd›. Attila To-katl›’n›n çevirilerindeki özenli türkçesi ad› geçen yazarlar›n kitaplar›n›anlafl›labilir k›lm›flt›r. Çevirisi yap›lan bir kitab›n yazar› kadar çevirmenide önemlidir. Yazar›n sorumlulu¤u kendine ait olmas›na karfl›n; çevir-men, hem yazara hem de okura karfl› sorumludur. Yazar›n duygu ve biri-kimini en yak›n bir flekilde okura aktarman›n köprüsüdür çeviri. ‹. Eh-renburg’un Paris Düflerken, D. Sotiriyu’nun Benden Selam Söyle Anado-luya, N. Ostrovski’nin Ve Çeli¤e Su Verildi, L. Aragon’un Anicent, L. N.Tolstoy’un Savafl ve Bar›fl’› ilk akla gelen çevirileridir. Özgün dillerinde-ki etkiyi dilimize aktarmada baflar›l› oldu¤u kabul edilen bir çevirmendiAttila Tokatl›.

Çeviri, sorumlulu¤u fazla olan bir ifl. Bu ifli günümüzde büyük birciddiyet ile yürüten çevirmenlerimiz var elbet. Örne¤in Ahmet Cemal,YKY’den ç›kan R. Musil’in baflyap›t› Niteliksiz Adam roman›n›n birincicildini türkçeye kazand›rm›flt›r. Almancadan yapt›¤› bu çeviriyi zevkleokudum. Selahattin Hilav bu roman›n girifli hakk›nda “Müthifl bir sine-matografisi” var demifl ve uzun uzun R. Musil hakk›nda konuflmufltu.Öteki iki cildin çevirisini bir çok kifli gibi ben de merakla bekliyorum. Bugünlerde dünya klasik romanlar›n›n yeni çevirileri tart›fl›lan bir konu.Genellikle 300-400 sayfal›k kitaplar›n çevirileri çok k›sa zamanda “birçok dile vak›f!” çevirmenler taraf›ndan yap›l›yor, k›sa zamanda yay›nahaz›rlan›yor olmas› soru iflaretleri b›rak›yor.

*Aral›k ay›nda hikâye alan›nda önemli bir eksikli¤i tamamlayan yeni

127

bir dergi yay›nland›. Ad› “Notos Öykü”. Notos; “Güney Rüzgar›” veya“Lodos” anlam›na geliyor Yunancada. Mitolojide de yeri var. Semih Gü-müfl “Notos Öykü” dergisini özenle haz›rlam›fl. Dilerim rüzgâr› hiç kesil-mesin, uzun yol als›n. Derginin “Günün Konusu” bölümünde, “Bu ki-taplar› kim çevirdi?” bafll›¤› alt›nda, çevirmenleri belli olmayan, ancakhaz›rlayanlar›n adlar›n› belirten dünya klasik roman çevirilerinin çok k›-sa sürede nas›l yap›labildikleri hakk›ndaki görüfller ilgi çekecek düflü-cesindeyim. Bir zamanlar zevkle okudu¤um Attila Tokatl›’n›n çevirdi¤iSavafl ve Bar›fl roman›n›n yeni çevirmeninin ad› belli olmamas›na karfl›n,haz›rlayan›n M. Ali ‹plikçio¤lu oldu¤unu ö¤reniyoruz “Notos Öykü”der-gisinden. Bu yeni çeviride bir “intihal” (afl›rma) sorunu yoktur umar›m.

*

Attila Tokatl›’n›n 50’li y›llarda sinema e¤itimini IDHEC’te yapm›floldu¤unu, Türkiye’ye dönünce, Denize ‹nen Sokak (1960), Gel Bar›fla-l›m (1964) adlar›nda iki filmin yönetmenli¤ini yapt›¤› az bilinir. Denize‹nen Sokak filmiyle Locarno Film fienli¤i’nde “Onur Ödülü” alm›flt›r.Ayr›ca Venedik Film Festivaline gönderilen ilk Türk filmi olan Denize‹nen Sokak, 1960 y›l›nda Venedik’te özel bir bölümde gösterilmifltir.

Daha sonra, Denize ‹nen Sokak 1. ‹zmir Festivali’nde “En BaflarılıSenaryo” ve ‘En Baflarılı Oyuncu’ ödüllerini alm›fl olmas›na karfl›n filminkopyas› hiçbir yerde yok. Alp Zeki Heper bu anlamda daha flansl›. Enaz›ndan Soluk Gecenin Aflk Hikâyeleri filminin bir kopyas›n›n MSÜ Si-nema Televizyon Bölümü arflivinde bulundu¤unu yaz›yor Ümit Bayazo¤-lu Uzun, ‹nce Yolcular adl› kitab›nda.

Attila Tokatl› sinema yönetmenli¤i yapmaktan vazgeçmek zorundakal›yor türlü nedenlerden dolay›. Ama hiçbir zaman sinemadan kopmu-yor. At›f Y›lmaz dahil, bir çok film projesine senaryo çal›flmalar›yla katk›-da bulunur. Fakat yapt›¤› iki filmden de iz yok. Onun sinemas› hakk›n-da hemen hemen hiçbir fley bilmiyoruz. De¤erlendirme yapam›yoruz.Onun sinema anlay›fl› da t›pk› Alp Zeki Heper gibi bir s›r bizler için. Tür-kiye’nin IDHEC’i bitirmifl iki sinema adam›n›n kaderi birbirine benzi-yor. IDHEC sinemam›za fazla gelmifl san›r›m. ‹kisinin de günümüzün enönemli iletiflim araçlar›ndan biri olan bilgisayar teknolojisinin sundu¤uinternette arama motorlar›na isimlerini yaz›nca yapt›klar› filmlerin, oku-duklar› okullar›n, çevirilerinin bilgileri k›saca var. Bir çok kifli için abar-t›l› bir flekilde her türlü ayr›nt›n›n olmas›na karfl›n onlardan bu esirgen-mifl sanki. Hiç yaflamam›fllar gibi bir tek foto¤raflar›na bile ulaflamad›m.Alp Zeki Heper’in filmleri gibi yüzü hakk›nda da hiçbir fikrim yok. Atti-la Tokatl›’y› tan›d›¤›m için yüzü haf›zamda.

Attila Tokatl›’n›n ölümünden üç-dört y›l önce “Entelektüel” diye bir

128

dergi ç›karma düflüncesi vard›. Bunun için çaba gösteriyordu. Heyecan-l›yd›. San›r›m iki say› ç›karabildi. ‹lk say›s›nda çingene fliirleri bölümüvard›. Bana fliirlerin çevirilerini vermifl, desenler istiyordu. Ben de befl al-t› adet çizdim. Kulland› m›, kullanmad› m›? Bilmiyorum. Bu dergileri hiçgörmedim. O s›ra rahats›zlan›p, hastaneye yat›r›lm›flt›. Bunlarla u¤rafla-cak zaman› yoktu. Sonra tedavi oldu. Hastaneden ç›kt›. Ama çok sevdi¤irak›y› içmekte engeller koymufltu doktorlar›. Gene de bu engellere fazlauymad› Eskisi kadar s›k görüflemiyorduk.

Selahattin Hilav daha çok Beyo¤lu insan›yd›. Bal›k Pazar›’nda gün-lük nevalesini alm›fl, evine giderken görürdüm. Ayak üstü sohbet eder-dik, bir fleyler içerdik. 50’li y›llarda gitti¤i; Cahit Irgat, Metin Elo¤lu, Or-han Veli, Mücap Ofluo¤lu gibi bir çok dostuyla bulufltu¤u ünlü Lambomeyhanesinin izlerini tafl›d›¤›n› hissederdim ço¤u zaman. Buna karfl›nAttila Tokatl›’n›n ise Ca¤alo¤lu insan› oldu¤u izlenimi bende daha çokyer etmifltir. Bazen bir yay›nevinde, bazen bir dergide görebilirdiniz. Sir-keci Gar Lokantas› onunla özdeflleflmiflti. Ö¤le rak›s›n› orada içerdi s›ks›k. Hat›rlad›¤›m bir baflka fley, sadece Yeni ve Kulüp rak›lar›n›n oldu¤ugünlerde Attila Tokatl› yeteri kadar içti¤i kan›s›na var›nca, törensi bir ha-vada, son kadehi Alt›nbafl rak›s› isterdi. Alt›nbafl, öbür rak›lara göre hemdaha iyi, hem daha pahal›yd›. Günümüzde ortaya ç›kan rak› çeflitlerinigörmesini çok isterdim. Geceleri ise Beyo¤lu’ndayd›.

Attila Tokatl›, yemek borusu y›rt›lmas› tan›s›yla bir kere daha hasta-neye yat›r›ld›. Yak›n dostu Fethi Naci’nin 1999’da YKY’dan ç›kan DönüpBakt›¤›mda adl› kitab›ndan Attila Tokatl›’y› hastanede ziyareti hakk›n-daki yaz›s›ndan bir paragraf› ödünç alaca¤›m. Onun son anlar›n› anlatanen duyarl› yaz› benim için. Fethi Naci flöyle yaz›yor: “Son gidiflimi çok iyian›ms›yorum. Yeni y›l›n ilk günüydü. Hangi y›l 86’m›, 87’mi? Hastanedeyatt›¤› blok de¤ifltirilmifl. Daha genifl bir oda. Genifl, ayd›nl›k, havadar.Çok alçak sesle konuflabiliyordu. Söyleyecek bir fley bulam›yordum. Birara yata¤›n›n bafl ucunun de¤il, ayak ucunun pencereye dönük oldu¤unugördüm. Söyleyecek bir fley bulamam›flt›m. ‘Yata¤›n› böyle yerlefltirmele-ri iyi olmufl. fiu çam a¤açlar›n›n güzelli¤ine bak! Yatt›¤›n yerden seyrede-bilirsin’. Attila gülümsemiflti. Ama ne gülümseme! Daha o anda içinde‘ölüm boyu’ bir uzakl›¤› tafl›yan bir gülümseme... Yüzüyle ‘Yaklafl’ der gi-bi iflaret etti, kula¤›m› a¤z›na yaklaflt›rd›m; bir fley söyledi anlayamad›m,anlayamad›¤›m› anlad›, bütün gücünü toplayarak, duyabilece¤im bir ses-le konufltu:

– Rahat ölebileyim diye...”

*Attila Tokatl› 22 fiubat 1988’de öldü. Ahmet Cemal, 2006 Kas›m

129

ay›n›n son iki haftas›nda Cumhuriyet Gazetesinde yazd›¤› köfle yaz›lar›n-da, yak›flt›rman›n Selahattin Hilav’a ait oldu¤unu söyledi¤i “A¤›r Ay-d›n!”lar hakk›nda yazd›. Sözü edilen yaz›larda bu tip ayd›nlar›n kelimeoyunlar›yla anlafl›lmamay› çok önemsedikleri yaz›yor özetle. Attila Tokat-l› “A¤›r Ayd›n!”lardan de¤ildi. Yazd›klar›n›n okunup anlafl›labilmesineözen gösterirdi her zaman. Zaten onun kufla¤›n›n derdi de buydu. Sela-hattin Hilav, Memet Fuat, Melih Cevdet Anday’›n yaz›lar›nda ne kadaranlafl›labilir bir dil kulland›klar› ortada.

Türkiye’nin iki IDHEC mezunu Alp Zeki Heper 41 yafl›nda, AttilaTokatl› 54 yafl›nda çok erken bu dünyadan göçtüler. Yapt›klar›n›n izlerivar sadece. Onlar› tan›yanlar var olduklar› sürece onlar da var olabilecek-ler mi? Bu konuda Semih Poroy, Cumhuriyet Kitap’›n 19 Ekim 2006 ta-rihli ekinde, Aziz Nesin hakk›nda yazm›fl: “Aziz Nesin’in s›kl›kla sözünüetti¤i bir ‘ölüm biçimi’de fluydu: ‘Bir insan fiziksel olarak ölür, ama onu,yine onu fiziksel tan›yanlarda yaflar. Öleni en son tan›yanlar öldü¤ü za-man, iflte o zaman kifli gerçekten ölmüfl olur’. Semih Poroy devam ede-rek; “Onu en son tan›yanlar bile öldüklerinde, umuyorum ki de¤erli el-ler bu dosyalar› Aziz Nesin’e yak›fl›r biçimde yay›nlayabilir, yay›nlar›n›sürdürebileceklerdir” dile¤inde bulunuyor. Bu Aziz Nesin için kadar At-tila Tokatl›, Selahattin Hilav, Memet Fuat, Nâz›m Hikmet ve bu anlam-da bize de¤er katan bir çok kifli için de geçerli, ortak bir dilek olmal›...

130

EGE’N‹N ‹K‹ YAKASINDAN AKDEN‹Z’E YELKEN AÇMAK Ziya Gürel

Karya’ya Thesalial›lar’›n egemen olmas› s›ras›nda, Do¤u-Bat› ayr›m-c›l›¤›n›n ilk örne¤i de tarihe geçmifl oldu. Bu öykü, Atina Prytane-ion’unundan gelmifl, kendilerini yar›madadan Anadolu’ya ayak basm›flen soylu kavim sayan ‹onlar›n, gösterdikleri ac›mas›zl›kla bafllayan bir se-rüvendir. Attikos’tan efllerini bu yeni kolonilere getirmeyen askerler,ana-babalar›n›, erkeklerini öldürdükleri Karya’l› kad›nlarla birlikte yafla-maya bafllam›fllard›. Tarihin Babas› Herodot, yürekleri da¤layan bu ola-y›, “Can›na k›y›lan yak›nlar›n›n ac›s›yla Karya’l› kad›nlar kendi aralar›n-da berkittikleri yeminle bir yasa koymufllar, bu yasay› anadan k›za sür-dürmüfllerdi. Bu yasa erkeklerle birlikte yeme¤e oturmamak, yeni koca-lar›n›n ad›n› anmamakt›r; böyle yapmakla babalar›n›n, ilk kocalar›n›n veçocuklar›n›n ölümünü ödetmek istemifllerdir, bu cinayetleri ifllediktensonra kendileriyle beraber yaflamaya kalk›flanlara. Bu olay›n geçti¤i yerMiletos’tur.” diye anlat›r.

M.Ö. 1000’de kuzeyden gelerek Peleponez’e, Halikarnasos’a yerle-flen; Ege k›y›lar›nda birçok Satrapl›k ve Tiranl›k oluflturan Dorlar’a da;M.Ö. 700-549 y›llar›nda sald›r›lar›yla karfl›laflt›klar› do¤ulu Med’lere veM.Ö. 525’te, hem Yunan yar›madas›nda, hem de ‹onya’da tam bir ege-menlik kuran Perslere de ortak bir ad verilmiflti: “Barbarlar.” Akhalar,diye an›lan Ege’nin bat› k›y›lar›n›n ‘su insanlar›’, böylelikle kendilerininKarya’l›lara, Troya’l›lara uygulad›klar› kan dökücülü¤ün üstüne kal›n birperde çekerek gizlemek istemifllerdir. Bugünün emperyalistleri, baflvur-duklar› çifte de¤erlendirmeli yöntemleri, büyük olas›l›kla geçmiflin bukaranl›k köflesinden al›nt›lam›fl olmal›lar.

Böylesine yo¤unlaflan göçler, sald›r›lar sonucunda, Tanr›lar›n say›s›da ikiye katlanm›fl, onlar da birbirleriyle geçinemez olmufllard›. Herodot(MÖ. 492-426), bu durumu flöyle dile getirir.:

“Peki nereden geliyordu bu tanr›lar? Ta bafltan beri mi vard›? Bi-çimleri nas›ld›? Daha düne kadar bir fley bilinmiyordu. Zira Homeros veHesiodos benden herhalde dört yüz y›ldan eski de¤illerdir. Yunanl›lariçin tanr›lar›n soy zincirini tertipleyen, tanr›lar›n s›fatlar›n›, görevlerini,kendilerine özgü niteliklerini belirten, görüfllerini anlatanlar onlard›r.Onlardan önce geldiklerini söyleyen flairler, bence onlardan sonra-d›r….”1

131

Bizansl› Stephanos, sözlü¤ünün Thurium’u aç›klayan bölümüne ta-rihçinin gömüt tafl› için yaz›lm›fl bir yaz›t› alm›flt›r: “Bu topraklar, Lykeso¤lu Herodotos’un kemiklerini örtmektedir; eski ‹on tarihçilerinin pren-si Dor topraklar›nda do¤mufltu. Yurttafllar›n›n sald›r›lar›na dayanamaya-rak kaçm›fl ve Atinal›lar›n kurmakta oldu¤u Thurium’u ikinci yurdu yap-m›flt›r.”

Herodot, Helen ›rk›ndan gelenlerin yaz›y› ve ticareti Fenikelilerdenö¤rendiklerini bulgular›yla aç›klar. Kendisi de, ‹oncas›n› Samos’ta iler-letmifl, yine bu adadan bafllad›¤› uzun yolculu¤u s›ras›nda, Karadenizçevresini, Fenike ülkesini, Perslerin sa¤lad›¤› olanaklarla bu büyük im-paratorlu¤u ta ‹skenderiye’ye kadar gezmifltir. En görkemli dönemini ya-flayan Atina’da da bulunmufl, burada Sophokles’le dostluk kurmufl.

‹ranl› anlat›c›lara dayanarak Herodot da ilk kavgan›n Fenikelilercebafllat›ld›¤›n› yazar. Eritre denizi denilen K›z›ldeniz’den Hint Okyanu-su’na uzanan denizlerden kalk›p, geldikleri o günkü ülkeleri Do¤u Akde-niz k›y›lar›yd›.. Fenikeliler, M›s›r’dan, Asurya’dan toplad›klar› mallar›her bölgede, ama en çok Argos denilen bugünkü Yunanistan’da satt›lar.Yine bir gün Argos k›y›lar›nda ba¤lad›klar› teknelerindeki mallar› görme-ye gelen befl-alt› k›z› ambarlar›nda tutsak al›p yelken açt›lar. Bu k›zlararas›nda kral ‹nakhos’un k›z› ‹o da vard›. ‹flte güzeller güzeli ‹o, M›s›r’aböyle getirilmifl; savafllar böyle bafllam›flt›.

‹kinci sald›r› Grekler’den gelmiflti. Ama belki de bu denizciler Girit-li idiler. Tekneleriyle Fenike’deki Tyra’ya yanafl›p, kral k›z› Europe’yi ka-ç›rm›fllard›. ‹ki taraf da ödeflmifl oldular, derken, bu kez Yunanl›lar Kolk-his’teki Aia kentine kürekle gelerek, kral k›z› Medeia’y› kald›rm›fllar. Bü-tün bunlar›n üstünden iki kuflak sonra, bütün bu kaç›rmalar yüzündenpek de ceza gören olmad›¤›n› gören Priamos’un o¤lu Yunanistan’dan birkad›n kaç›rmak istemifl ve güzel Helen’i Troya’ya getirmiflti.

O güne dek olan biten fley yaln›zca basit bir karfl›l›kl› k›z kaç›rmaolay› iken, Akhalar büyük bir ordu oluflturarak Anadolu üstüne yürümüfl-lerdi. Oysa Persler bile, her ne kadar kad›n kaç›rmay› hiç hofl görmeselerde, bütün bu kald›r›lan kad›nlar›n kendileri istekli olmasalard› kaç›r›lma-lar›n›n olanaks›zl›¤›n› aç›klamak zorunda kalm›fllard›. Herodot da, bugüzel k›zlar› hepsinin, “Hem a¤lar›m, hem de giderim” havas›nda olduk-lar›n› do¤rulamaktad›r.

Ne var ki, iflte o günlerde, Anadolu’nun bereketli do¤as› antik ça¤›nyazarlar›na esin vermeye; geliflen deniz tacirlerinin ifltah›n› kabartmayabafllam›flt›. Herodot da, mitolojiye pek kulak asmayarak, Europe’i, Ze-us’un falan filan niyetlerle kaç›rmad›¤›n›, böylesine as›ls›z komplo ku-ramlar›na inanmam›z›n çok büyük aptall›k olaca¤›n› geçmiflin derinlikle-rinden bize f›s›ldar.

132

Roma dönemi ile bunu izleyen Bizans’ta, bu tutkuya dönüflen elegeçirme ve sonsuzca vars›llaflma iste¤inin yepyeni yöntemler gelifltirdi¤i-ni izleriz. Art›k tek tanr›l› dinin göstergelere, ikonalara dönüfltürülmüflbuyruklar› izlenmektedir.

Göstergeler dizgesi olarak resim, tüm Bizans dünyas›n› bir arada tu-tan görsel dili yaratm›flt›r. Baflka diller konuflan milyonlarca insan, resimdilinin anlat›s› çerçevesinde ortak bir oylumda bir araya gelmifllerdir. Bi-zans dünyas› kendinden önceki uygarl›klardan ayr›larak gelifltirdi¤i dinidüzen biçimiyle (vaaz+ikon) ortak yaflam, ruhsal birlik ve kutsall›k dü-flüncelerini tek bir uzamda toplam›flt›r. Bunun sonucunda da Bizans kül-türü olarak ortaya ç›kan yap›y› yaratm›fllard›r. Bu yönüyle oluflturulansistem, Bizans dünyas›n›n kurmak istedi¤i Kozmopolis’in en önemli ta-mamlay›c›s›d›r. Evrenselcilik, yeni bir yeryüzü kurgulamas›d›r; bugününve öteki dünyan›n egemeni olan devlet, tüm insanlar›n sevgi içinde yafla-yacaklar›, evrensel ahlak›n öngördü¤ü yüce düzendir. Bizans’›n kurmakistedi¤i düzen olan dünya düzenidir. Anlafl›l›yor ki, bugünün küresellefl-mecilerinin öngördü¤ü al›nt›c›l›¤›n, kolajc›l›¤›n belki de ilk uygulamas›-n› Bizansl›lar kendilerinden öncekilerin kuram› olan Pax Romana’y› ‹n-cil öyküleriyle harmanlayarak yapm›fllar. Bizans, yapayl›kla ve siyasetenortaya at›lm›fl flu Bat› ile Do¤u karfl›tl›¤›n›n baflar›yla buluflturulduklar›belki de son tarihsel durakt›r.2

Osmanl› döneminde de, ayn› birlikte yaflama, üretme gelene¤i sür-müfltü. Art›k tanr›lar›n kalabal›¤› aras›nda savafl›lm›yor, s›n›rlar içindeçok baflka dinlere inanan cemaatlerin yepyeni bir seküler anlay›flla Padi-flah›n kullar› olmalar› sa¤lan›yordu. Her imparatorlukta oldu¤u gibi d›-flardaki küffara (bizden olmayanlara) sefer eylenip, yeni topraklar eldeediliyordu.

18. yüzy›ldaki bu Osmanl› tablosunu, Evangelinos Mihailidis, Sey-reyle Dünyay› adl› yap›t›nda, geçmifle de dönüfller yaparak, o büyülü an-lat›m›yla gözler önüne sermifltir.3 Meflkte, fliirde, hat’ta, minyatürde; tümsanatsal biçimlendirmelerde, bugün dinledi¤imiz Rembetikolar›n hüz-nünden s›yr›lm›fl c›v›l c›v›l bir kaynaflma; karfl›l›kl› etkileflimin coflkusu-nu izleriz. Ne var ki Müslüman olmayanlar, hor görülür olmufltu.

‹lk Büyük Savaflta antik ça¤lardan gelen co¤rafi, ›rksal ayr›mc›l›k,din ayr›l›klar›yla da körüklenerek bir cehennem kazan› haz›rland›,Ege’nin, Ortado¤u’nun ortas›na yerlefltirildi. Bugün de alt›ndaki atefl za-man zaman harlat›larak fokurdayan ayn› lanetli kazand›r. Do¤duklar›topraklardan ayr›lmak zorunda kalanlar›n insanc›l özlemleri, hüzünleri,Maria Yordanidu (1897-1989)4, Dido Satiriyu’nun, Sait Faik’in, Ayla Kut-lu’nun anlat›mlar›yla; Rembetiko’nun ezgileriyle bugün de duyumsan›r..Nikos Kazancakis evrensel bir solukla, Ege’nin iki yakas›ndan Akdeniz’e

133

yelken açar. Vassili Vasilikos, Erdal Öz , bizim denizin iki yakas›nda daortak bir yazg› imiflcesine yaflanan faflist darbelerin, iflkencelerin unutul-mamas› için; bir kez daha yaflanmamas› için kalemlerini gelece¤e sipereden yazarlard›r.

Ak›p giden zaman› yakalamak olas› m›? Ama Sardes’li, yani Anado-lulu ozan Alkman, yafll›l›k hallerini ça¤r›flt›rarak bunu flu dizelerde baflar-m›fl:

YAfiLILIK

Bal sesinin ahengi içi g›c›klayanGenç flark›c› k›zlar,Derman›m kalmad› gayr› dizlerimde;Ah ne olur, ne olur bir kutsal kufl olsam!O, dalgalar›n beyaz çiçekleri üzerindeDiflileriyle birlikte uçan,Denizin erguvan renginden renk alan,Gözüpek, büyülü bir kufl olsam.5

Alkman, M.Ö. 7. yüzy›lda yaflam›fl. Herodot’dan üç yüz y›l önce ne-redeyse ayn› yolu izleyerek Sardes’ten, Mora k›y›lar›ndaki Sparta’ya git-mifl. Yaflay›p tüketti¤imiz yüzy›l›n ozan› Yannis Ritsos, Alkman’a kat›la-rak bir “ay›fl›¤› sonat›nda” geçmifle seslenmektedir:

B›rak ben de geleyim seninle. Ne kadar da güzel ayBu akflam! ‹yidir ay iyidir. – kimse görmeyecekNas›l da a¤arm›fl oldu¤unu saçlar›m›n. Ay Alt›n rengine dönüfltürecek gene. Sen de anlayamayacaks›n.B›rak ben de geleyim seninle.6

Yannis Ritsos, (1909-1990), fliir ve devrim için yaflam›n› adayan birflair. Alman iflgalini, ‹ngiliz egemenli¤ini, Yunan iç savafl›n›, AlbaylarCuntas›n› gördü, yaflad›.. O da sürüldü, tutukland›. Bunca kabagüçle kar-fl›laflmalar›na karfl›n, onun sesi de sevecen, aç›k yürekli ve insanc›ld›r. Bi-zim bu k›y›lardan yükselen Nâz›m Hikmet’in, Sabahattin Ali’nin, OrhanKemal’in, Ahmed Arif’in, Da¤larca’n›n sesleniflleri gibi yumuflac›k vekardeflçedir. ‹flte bu Herodot’un “Mare Nostrum” dedi¤i, Bizim Denizi-miz Ege’nin tutkusudur; sevdal› bar›fl özlemidir. Halikarnasos’lu Cevatfiakir’in türküsüdür.7

[email protected]

134

(1) Herodotos, Tarih, Çev.: Müntekim Ökmen, T. ‹fl B. K.Y.(2) Eren Gürel, “Resim Dilinde Zaman Aç›l›m›n›n ‹rdelenmesine Bir Örnek:

Bizans Resminde Mekân›n Toplumsal Boyutu”, Ege Ün. Ed. F. Sanat Tarihi B. Li-sansüstü tezi. 2001.

(3) Evangelinos Mihailidis, Seyreyle Dünyay› - Temafla-i Dünya ve Cefakar-uCefakefl, Sunanlar: Robert Anghegger-Vedat Günyol, Cem Yay›nevi

(4) Maria Yordanidu, Loksandra-‹stanbul Düflü, Çev: Osman Bleda, Belge Ya-y›nlar› Mare Nostrum Dizisi, 3.bask›, 1995.

(5) Orhan Veli, Çeviri fiiirler, Haz›rlayan: As›m Bezirci, Can Y. 1984(6) Yannis Ritsos, fiiirler, Türkçesi: Özdemir ‹nce, Herkül Milas, ‹onna Kuçu-

radi, Varl›k fiiir, 3. Bask›-2000 (7) Halikarnas Bal›kç›s›, Anadolu’nun Sesi, Yeditepe Yay›nlar›, 1971, “Anado-

lulu düflünürler maddenin en küçük parças›na, daha çok bölünmez anlam›na gelen‘atom’ dediler. Onun için onlara ‘atomcu’ denildi. Tüm atomcular Kolofonlu’dur (‹z-mir ile Efes aras›ndaki bölge). Thales, Aneksimandros, Anaksimenes, Leucippe veHekateos; hepsi Miletosludur. Heraklitos Efeslidir. Demokritos ise,Trakya’da Abde-ra kentindendir ama buray› da ‹onyal›lar kurmufltur. Demokritos Atina’dan uzakdurmak isterdi. Anaksagoras Urla’n›n yak›n›ndaki Kilizman’dand›r. Epiküros Si-saml›d›r. Bunlar›n aras›nda Ksenofes ile Sisaml› Pitagoras’tan birlikte söz etmekdo¤ru olur. ‹kisi de ‹onyal›d›r, birbirlerine z›tl›klar› insano¤lu uygarl›¤›n› önemle et-kileyen olay olduktan baflka, Anadolu Helenistan ayr›nt›s›n› ayd›nlat›r. (...) Büyü,Din, Ak›l aflamalar›ndan söz etmifltik. Bu üç devrim, do¤udan bat›ya esen bir rüzgâ-r›n tafl›d›¤› bulutlar gibi, Anadolu üstünden Helenistana yol alm›flt›r,” (sayfa 58) di-ye anlat›r Cevat fiakir Kabaa¤açl›. Kitab›n›n bir yerinde Sokrates’le bafllayan, Platonve Aristo Akademileriyle süren Helen mistisizmine de¤inirken, Anadolu’da do¤abi-limcilerin (Fizyogratlar); Helenistanda ise, ruhbilimcilerin (Feylesofoslar) yaflad›¤›n›belirtirken, akl›na geliveren bir güdürmeceyi sat›r aralar›na ilifltirmeden yapamaz:“‹nsan bedeninin topraktan yarat›lan bir koruyucu k›l›f oldu¤una; bunun içine ru-hun hapsedildi¤ine inanan Feylosofoslar, ruhlar› yanl›fl bir yerden ç›kmas›n diye ku-ru fasulye yemezlerdi. Bu nedenle Atina’da kuru fasulye tüketimi yok denecek kadarazd›.”

135

GÜNCE’DENMehmet Y›ld›r›m

AArriiff DDaayy›› ÖÖllmmüüflfl

7 Kas›m 1976, K›z›ltoprak

Arif Day› ölmüfl, öleli on befl gün olmufl. Akflam Mukadder’den duy-dum, sars›ld›m.

Ölüm bu “Nerede kaç yafl›nda” diyor ozan.Arif Day› köylümüzdü. Altm›fla yak›nd› yafl›. Ama geçkin gösteriyor-

du.Arif Day›, “Topraktan ö¤renip kitaps›z bilen” bir Türk köylüsüydü. Ozand›, ama tek bir dizesi kalmad› kendinden sonra. Ona köyde

“Deli Arif” derlerdi. Anadolu’da ya yi¤itlere ya da çok fley bilenlere “de-li” denir. Arif Day› bu topra¤›n sesini Karacao¤lan’dan Yunus’dan PirSultan’dan Veysel’den devralan bir mirasç›yd›. Bir çok Anadolu halk fla-irinin dizeleri ezberindeydi. Sohbetlerinde fliirlerle süslerdi konuflmas›-n›.

Köy dü¤ünlerinin aran›lan kiflisiydi. Türküleri, taklitçili¤i, flakalar›beklenirdi. 1940-1945 y›llar› aras›n› ‹stanbul’da geçirmiflti. Baflka köylü-ler gibi ‹stanbul’un küçük kabu¤una s›k›fl›p kalmam›fl, k›sa zamandauyum sa¤layarak, sinemalar›na gitmifl, berdufllu¤unu yapm›fl, k›yakç›lar-la ayn› masada oturmufl, ‹smail Dümbüllü ile bir y›l çal›flm›fl, yemekleri-ni, tatl›lar›n›, k›zlar›n› tatm›flt›. Ama koyun ve keçi sevgisi bütün bunlar-dan bask›n ç›k›nca memleket topra¤›na dönmüfltü. Arif Day›’n›n Em-rah’›n “fleytan bunun neresinde” fliirini tek kiflilik bir oyuna dönüfltür-mesi çocuk gözlerimde ve beynimde o kadar derin bir iz b›rakt› ki bu günbana hiçbir tiyatro ya da gösteri Arif Day›’n›n çocuklu¤umda yaflatt›¤› ogüzellikleri veremiyor.

Arif Day› koyunlar› çok severdi; ömrünün ço¤u çobanl›kla geçmiflti.Onun çobanl›¤› Sivas topra¤›nda ünlüydü. Koyunlar onun önünde ko-yun de¤il de sanki birer insand›. Sormufltum;

– Arif Day› neden koyunlar› çok seviyorsun?– ‹nsanlarda sevilecek hal kalmad› ye¤en, demiflti.Çocuklu¤umun o dipdiri an›lar› Arif Day›’da simgeleflmiflti. Geçen y›l Ekim ay›nda kardeflim Mukadder’in dü¤ünü için köye gi-

derken ozan Nihat Behram ve foto¤raf sanatç›s› ‹sa Çelik dostlar›m› dabirlikte götürmüfltüm.

136

‹kisi de Arif Day›’ya hayran kalm›fllard›. ‹sa Çelik türlü türlü foto¤-raflar›n› çekmifl sonra onlar› Spor Sergi Saray›ndaki etkinliklerde ‹stan-bul halk›na izletmiflti.

Bizim dü¤ün hakk›ndaki görüfllerini sordu¤umda, dü¤ünlerin eti,kemi¤i, bal›, flekeri Arif Day› derin bir iç çekip, “Bakma dedi son senele-rinin en iyi dü¤ününü yapt›n›z. fiimdi millet her fleyin modas›nda.”

Gözlerini köyün do¤usundaki Çingey Tepesine dikti, sanki dokun-san a¤layacakt›, bir çocuk gelip, “Arif Day› Seymenler gelmifl seni istiyor-lar,” demesiydi.

Sivas’tayd› ben ‹stanbul’a gelirken, son görüflmemiz oldu. Bir kah-veye girip sohbet ettik. Çok fleyler söyledi. Niyetim bu sene köye gitti¤im-de uzun uzun konuflup not almakt›. Ö¤renece¤im çok fley vard›. Nasip ol-mad›. Koyun ve keçilerin içinde öldü Arif Day›. Hiçbir zaman karn› doy-mad›, köyün yoksulu idi. fiimdi burada para topluyorlarm›fl geç evlendi-¤i ve çocuklar› küçük oldu¤u için.

fien olas›n Arif Day›.Koyunlar, keçiler, ustan›z, âfl›¤›n›z öldü, bafl›n›z sa¤ olsun.

8 Kas›m 1976, K›z›ltoprak

Arif Day›’n›n etkisinden kurtulamad›m. Vatan gazetesine gidip Ni-hat Behram’a söyledim üzüldü.

“Bilirsin dedim Arif Day›n›n bilge ve ozan kiflili¤i vard› onun için yasen ya ben bir yaz› yazsak nas›l olur?’’

“O,” dedi, “içimizde buruk tatl› bir an› olarak yaflas›n. Tan›nm›fl birkiflili¤i olmad›¤› için yaz› yazmay› gönlümüz istese de yazamay›z.”

Hakl› buldum. Evet kim diyecektik, ne diyecektik ve nas›l anlata-cakt›k Arif Day›y›?

Küçümencik ayd›nlar, devrimci tosuncuklar, her gün boy boy çarflafçarflaf ç›k›yordu gazetelerde. Onlardan s›ra gelmiyor ki Arif Day›lara.

137

TAR‹HTE B‹R GÜN 5 Aliflan Çapan

Bara yanaflt›¤›mda k›sa süreli bir flaflk›nl›k geçiriyorum, “Extra ColdGuiness de var burada Wendy, hangisinden istersin?” diye avluya do¤rusesleniyorum. “Bildi¤inden flaflma sen, bugünlerde her fleyin ekstras›n›ç›kartmaya bafllad›lar, bir boka da benzemiyor zaten, insan›n midesineoturuyor” diyerek omuz silkiyor. Woodlands’day›z, küçük bir taflra pu-b›nda. Yüz metre ilerde bir at kestanesi var. Alt›nda ‹ngiltere’nin deniz-den en uzak noktas› yaz›yor. Biralar› dökmemeye dikkat ederek masayayöneldi¤imde buraya ilk geliflimi düflünüyorum. ‹çerde oturmufltuk o za-man. Pencerenin dibinde, müzik kutusunun yan›nda. Wendy, sonra biraralar koridorlar›n› cilalayaca¤›m belediye binas›n›n köflesindeki otobüsdura¤›ndan alm›flt› beni arabas›yla. Eflyalar› eve b›rakt›k. Bana flöyle birbak›p, “Bir tek atmaya ç›kmak ister misin?” dedi. “‹sterim” dedim. Bel-li belirsiz gülümsedi, “Haydi o zaman, flu arkada köflede bir pub var ora-ya gidelim.” Bulutlu gri bir ö¤leden sonras›yd›, ‹kinci Dünya Savafl›’n›nsona erme y›ldönümüydü, kim bilir nereden akl›mda kalm›fl.

Ben masaya iliflirken, o da montunun cebinden sigaras›n› ç›kar›yor.“Aynen devam m›?” diye soruyorum, mor-beyaz paketi iflaret ederek.“Yok” diyor, “azaltt›m baya¤›, yine de vazgeçemiyorum. Biliyorsun Alantamamen b›rakt›, neredeyse üç y›ld›r a¤z›na sürmüyor. “‹yi olmufl” diyo-rum “kuru kuru öksürüyordu zaten uzun zamandan beri.” Biralar›m›z›tokuflturuyoruz, biran›n yo¤un, aç›k kahverengi köpü¤ü usul usul barda-¤›n kenar›ndan masaya do¤ru ilerlerken, “Ne iyi ettin de geldin,” diyor,Wendy. “Özlemiflim seni”. Arkadafl›m›n düflük göz kapaklar›ndan güç-lükle seçilebilen gözlerindeki sevince ortak oluyorum. Görüflmeyeli nere-deyse yedi y›l olmufl, arada ne bir mektup ne de bir telefon. fiimdi karfl›-l›kl› oturup havadan sudan konuflurken arada görüflmeden, konuflmadangeçirdi¤imiz y›llar›n bizi tuhaf bir flekilde yak›nlaflt›rd›¤›n› farkedip irki-liyorum. Benimle ilgili bir fley olsa gerek bu, e¤er aradan geçen zamanlailgili de¤ilse.

Wendy’yle tan›flt›¤›m›zda her sabah alt›da kalk›p, arabaya atlay›p ikisaat uzaktaki Black Country’ye gidiyordu, Birmingham’a. Befl bindenfazla ö¤rencisi olan bir meslek yüksek okulunda ö¤rencilere dan›flmanl›khizmeti veren büroyu yönetiyordu. Çocuklar›n büyük bir ço¤unlu¤u,yoksul, hayattan beklentileri örselenmifl, isyankâr zenci gençlerdi.Wendy her gün on saatten fazla çocuklar›n envai çeflit sorunlar›na kofltu-

138

rur, akflam olunca yine arabas›na atlay›p iki saat direksiyon sallad›ktansonra eve gelir, yemek haz›rlar, yemekten sonra da evin köpe¤i H›çk›-r›k’› dolaflt›rmaya ç›kard›. Bazen ona bakt›kça insan olman›n ne kadarciddi ve zor oldu¤unu, onun katland›¤› fedakârl›klar›n onda birini tafl›ya-mayaca¤›m› düflünür, kendimle ilgili ümitsizli¤e kap›l›rd›m. Zamanla bukonular›n düflünmekle hiçbir alakas› olmad›¤›n› ö¤rendim. YeryüzündeWendy gibiler olmasayd› belki de hiçbir zaman ö¤renemeyecektim.

On alt› yafl›ndayken bir y›l boyunca Wendy’nin evinde kald›m. O¤luRhys, k›z› Katie ve kardefli Alan ile birlikte. Wendy hayatta eme¤indenve dürüstlü¤ünden baflka hiçbir kuvvet tan›mayan külyutmaz bir iflçi ço-cu¤uydu. Görmüfl geçirmiflti. “Stratford’da otururken konu komflu ço-cuklar› rahats›z ediyordu, biliyor musun? Kate daha okula bile gitmiyor-du. Komünist piçleri diyorlarm›fl çocuklara, oysa biz marksisttik. Zatenmesele komünist ya da marksist olmak de¤il, istedi¤ini olabilmekti. Pe-zevenkleri düflünebiliyor musun? Pabuç b›rakmad›k tabi onlara, amaböyle fleyler insanda boktan bir tortu b›rak›yor.”

“Eeee, nas›ls›n bakal›m?” diyor kafllar›n› hafifçe yukar› kald›rarak.Asl›nda pek bir fley söylemeyece¤imi de biliyor. “‹yidir valla Wendy” di-yorum, “zaman ak›p gidiyor iflte.” Biramdan büyükçe bir yudum, siga-ramdan derin bir nefes al›p, biraz ilerdeki masan›n üstündeki k›r›nt›lar›t›rt›klayarak dolanan serçeye dal›p gidiyorum. “Asl›na bakarsan pek deemin de¤ilim,” diyorum k›sa bir sessizlikten sonra. Böyle bir söz ederkensesimin bu kadar gür ç›kmas›na flafl›r›yorum. Wendy, hayatta aray›fl ad›-n› takt›¤›m›z cehenneme samimiyetle inanan nadir insanlardan, “Fazlah›rpalama kendini” diyor, istifini bozmadan. “her fley olaca¤›na var›r.”Gözlerimi serçeden masaya çevirirken akl›ma Auguste Renoir’›n o¤lunasöyledi¤i bir söz geliyor, “Hayatta baz› anlar vard›r evlat, bütün dünya,bütün insanlar sana karfl›ym›fl gibi hissedersin, hakl› oldu¤una olan inan-c›n bir zehir gibi birikir içinde. ‹flte öyle anlarda bir derenin üzerindeak›p giden bir yaprak oldu¤umu düflünürüm, sen sen ol bunu unutma.”

Wendy’nin kardefli Alan eski bir hippi art›¤›. Yetmifllerin sonundanseksenlerin bafl›na kadar yedi sekiz y›l, sokaklarda, iflgal evlerinde yafla-m›fl. “Arada telefon ederdi,” diyor Wendy. “Nerede oldu¤unun bile far-k›nda de¤ildi, ama sadece sesini duymak, hayatta oldu¤unu bilmek bilebeni rahatlat›yordu.” “Çaresizlik ne kadar da çaresiz bir durum di mi?”diye ifli flakaya dökmeye yelteniyorum. “Çaresizlik insan›n kendi yaratt›-¤› bir durumdur,” diye kestirip at›yor Wendy, belli ki böyle lak›rd›larakarn› tok. Galli bir madenci ailesinin k›z› Wendy. Dedesi de babas› damaden iflçisi. Odas›nda oldukça büyük bir madenci foto¤raf› var. Sankimadenden yeni ç›km›fl bir iflçi. Üstü bafl› kir pas içinde, foto¤raf belki debir patlamadan ya da göçükten hemen sonra çekilmifl. Ama bütün o kire,

139

pasa umutsuzlu¤a ra¤men foto¤raftaki yüzde en ufak bir öfke k›r›nt›s›yok. Kararl›, belki isyankâr ama asla öfkeli de¤il. Belki de bu yüzden çoksars›c› bir foto¤raf. Hayat›n bütün çetrefilli¤i ile basitli¤i ayn› anda nas›lbir adam›n yüzünde belirebilir diye düflünüyorum. Y›llar sonra, yaflad›k-lar› bir tart›flmadan sonra G.’nin kendisine vurdu¤unu, parmaklar›n›nk›r›ld›¤›n› anlat›rken, Wendy’nin yüzünde de ayn› ifade var. Bense bu hi-kâyeyi dinlerken, hiç flafl›rmamama flafl›rmakla meflgulüm. Dostluk böylebir fley olsa gerek. Konuflmad›¤›n›z anlar›n yaratt›¤› yak›nl›k, konuflarakkatetti¤iniz mesafeden daha önemli olabiliyor kimi zaman. Biz yine de oy›l boyunca bol bol konufluyoruz. Dünyan›n çivisinin hepten ç›kaca¤›n›nhabercisi günler, Berlin duvar› y›k›l›yor, daha onun tozu duman› da¤›l-madan Mandela serbest b›rak›l›yor. Biz arada Wendy’yle dünya meselele-ri üzerine ahkam keserken mutfaktan, saç› bafl› da¤›lm›fl bir flekilde Alangeliyor. “Size bir fley söyleyeyim mi Çin çok fena geliyor,” diyor. “Bekle-yin görün, yak›nda çok büyük sürpriz yapacaklar.” “Alan sen de çok faz-la BBC dinliyorsun, bu saçmal›klar o yüzden giriyor kafana,” diye tak›l›-yoruz. Alan, “Veggie-burger’im yan›yor” diye mutfa¤a se¤irtiyor. fiimdine zaman Çin’le ilgili yeni bir baflar› hikâyesi duysam, akl›ma Alan geli-yor, gülümsüyorum. Televizyon karfl›s›nda Guiness içip gevezelik etmek-ten s›k›ld›¤›m›zda, köfledeki puba geçip Stella Artois içmeye devam edi-yoruz, bar›n arkas›ndaki ekranda Jimmy White yine dünya snooker flam-piyonlu¤unu kaç›r›yor. ‹skoç arkadafl›m›z Norman, bu ‹rlandal›dan cac›kolmaz manas›na gelecek bir fleyler m›r›ldan›p, bir küfür savuruyor. Herzaman oldu¤u gibi söylediklerinin yar›s›ndan fazlas›n› anlam›yorum.Ama konuflurken gözlerinin içi gülüyor, muhabbeti takip etmeme yar-d›mc› olmaya çal›fl›yor.

Düflüncelerimden s›yr›l›p “Norman ne alemde yahu?” diye sessizli-¤i bozuyorum. “Sorma” diyor Wendy, “geçen y›l kanser oldu, g›rtlak kan-seri. Alt› ay içinde de toparland› gitti. Zavall› Betty mahvoldu, yeni yenikendine geliyor.” Sessizlik geri geliyor.

Norman’› ilk gördü¤üm günü hat›rlamaya çal›fl›yorum. Wood-lands’dan içeri girdi¤imde sa¤daki kalabal›k masadan Wendy bana sesle-niyor. “Aliflan, gel gel sana tan›flt›rmak istedi¤im bir dostum var.” K›saboylu, bembeyaz saçl›, k›rm›z› suratl› güleç bir adam. Lacivert bir kaza¤›var. Altm›fllar›nda olmal›. Samimiyetle el s›k›fl›yoruz. Türk oldu¤umu du-yunca, “Ben de ‹skoçum, ‹ngiliz olmad›¤›n sürece bir sorun yok” diyor.Bir ‹skoç, bir Galli ve bir Türk ‹ngiltere’nin tam orta noktas›nda maka-ralar› koyveriyoruz. Norman t›r flöförü. Neredeyse her zaman yollarda.Ayda bir defa soluklanmak için iki üç günlü¤üne kasabaya döndü¤ünde,solu¤u pubda al›yor. Norman’›n yoldan döndü¤ü günler, masa daha flen-likli olurdu. Yol hikâyeleri bittikten sonra, Norman Betty’ye ald›¤› hedi-

140

yeleri pub sakinlerinin onay›na sunar, alkol duvar›n› çoktan aflm›fl kitlehep bir a¤›zdan, “Çok iyi düflünmüflsün Norman, Betty çok sevinecek,”diye görüfl bildirirdi. Böyle anlarda Wendy kendini tutamaz, “Zaten he-diyenin ne oldu¤u önemli de¤il Norman, niyet önemli,” der, Norman da“hassiktir ordan” diye karfl›l›k verir, herkes kahkahalara bo¤ulurdu. Ogecelerde saat on bir oldu mu kap›y› içerden kilitler, geç saatlere kadariçmeye devam ederdik. Gecenin sonunda Wendy’yle birbirimize yaslana-rak güç bela vard›¤›m›z evin kap›s›ndan içeriye kendimizi zor atard›k.

“Demek Norman da çekti gitti,” diyorum, s›radanlaflmay› göze ala-rak. “Evet ama çok çekmedi hiç olmazsa,” diyor Wendy. Bu aralar anne-sinin hastal›¤›na can› s›k›l›yor. Bu konuyu konuflmad›k ama biliyorum.Bir gün önce Stratford’a annesini ziyarete gitti¤imizde anl›yorum duru-mun ciddiyetini. Yine de bir bira içmek için gitti¤imiz Dirty Duck’ta ha-vay› da¤›tmak için, “Bugünlerde de Stratford’da Teksas’takinden çokAmerikal› var,” diye söyleniyor. Gülerek itiraz ediyorum, “‘Amerikal›la-r› toptan harcama Aliflan’ diyen sen de¤il miydin Wendy?” diyorum.“Olabilir, flimdi sözümü geri al›yorum,” diyor. Ben yine de Amerikal›la-ra karfl› mesafeli bir hoflgörü k›r›nt›s›n› korumaya devam ediyorum. ‹n-san›n ayn› zamanda hem hoflgörülü hem de kararl› olabilece¤iniWendy’den ö¤rendim, flimdi ona ra¤men ona ihanet etmek istemiyorum.

Üç günlük k›sa keyfimizden sonra araya yine zamanlar giriyor. Herzaman oldu¤u gibi ne bir telefon ne de bir mektup. Ama y›llar boyuncaokudu¤um her sat›rda, gördü¤üm her filmde, sokakta yürürken kafamatak›lan her anda flafl›rt›c› bir flekilde Wendy de yan›mda. fiimdi bir za-manlar birlikte gölgesinde çene çald›¤›m›z çarda¤›n alt›nda oturmufl,tam karfl›mda sisler içinde bütün görkemiyle uzanan Sappho’nun adas›-na bak›yorum. ‹kinci Dünya Savafl›’ndan biraz daha uzak, Üçüncü Dün-ya Savafl›’na biraz daha yak›n bir gün. Elimde ortak bir dostumuzun ki-tab›, iflaretledi¤im sayfaya bak›yorum, Krakow yaz›yor. fiu hikâyeye bafl-lamadan önce bir bira açay›m diyerek buzdolab›na yöneliyorum. Kim bi-lir flimdi Galler’in hangi uzak köflesinde, hangi yal›yar›n k›y›s›nda dur-mufl, hangi bitmek bilmez yang›nlar› söndürmeye çal›fl›yordur, arkada-fl›m Wendy Morgan.

141