Osmanlı Şehrinde Çocuk Olmak / Being Child in the Ottoman City

36
YRD. DOÇ. DR. YASEM İ N ÇAKIRER ÖZSERVET MARMARA ÜN İ VERSITES İ - YEREL YÖNET İ MLER BÖLÜMÜ

Transcript of Osmanlı Şehrinde Çocuk Olmak / Being Child in the Ottoman City

Y R D . D O Ç . D R . Y A S E M İ N Ç A K I R E R Ö Z S E R V E T

M A R M A R A Ü N İ V E R S I T E S İ - Y E R E L Y Ö N E T İ M L E R B Ö L Ü M Ü

Çocuk, bir ülkenin, toplumun, medeniyetin, ülkenin, ırkın, düşüncenin teminatı olarak görülür.

İslam aleminde ise masumiyetin ve günahsızlığın sembolüdür.

•  Çocukluk Tarihi geçmişi çok yeni olan bir araştırma alanıdır. Batıda 50 yıllık bir geçmişe sahiptir. Biz de ise, oldukça ihmal edilmiş az çalışılan bir alandır.

•  Batıda 20. yy.ın ikinci yarısında çocukların yetiştirilmesine yönelik kaygılar, eğitim sistemindeki gelişmeler, çocuk emeğine yönelik düzenlemeler bu alana ilgiyi uyandırmıştır.

•  Bu ilgi batı toplumlarıyla sınırlı kalmış görünmektedir. Sınırlı sayıdaki çalışma ile bzide çocukluk tarihi Tanzimat öncesi döneme gitmekte zorluk çekmektedir. Bu alanda son derece dağınık ve yetersiz çalışmalar mevcuttur.

Osmanlı Şehrinde Çocuk Olmak Dr. Yasemin Çakırer Özservet

Eski dönemlerin çocukları “küçük yetişkinler” olarak görüdüğü ve 7 yaşından itibaren yetişkinler gibi giyinip onlar gibi hareket ettikleri söylenmektedir. Ancak, 20.yy.ın çocukluğunu ortaçağda ya da Osmanlı’da bulmaya çalışmak ve o dönemde insanların çocukluk düşüncesine sahip olmadıklarını iddia etmek yanılgıdır.

•  17. yy.da çocukların sevimli

eğlenceli varlıklar olarak görülüp bir algı değişmesi yaşandığı ve 18. yy.da yetişkinlerden farklı bir olgunluğa sahip oldukları farkedilip modern çocukluk anlayışı ortaya çıkmaya başladığı ifade edilmektedir.

•  Çocuklar okulların yaygınlaşmasıyla birlikte daha önce yetişkinlerin dünyasına çok erken yaşta girebilirlerken şimdi okullar aralarında bir duvar olmuş ve yetişkinlik devresi sonraki döneme geçmiştir. Yetişkinlerin de çocuklara dair sorumlulukları böylece artmaya başlamıştır. Osmanlı Şehrinde Çocuk Olmak

Dr. Yasemin Çakırer Özservet

Modern toplumda çocuk artık ailenin merkezindedir. Prout ve james’e göre, çocukların olgunlaşmamış olması biyolojik bir gerçekliktir ama bu olgunlaşmamışlığın algılanışı ve anlamlandırılışı bir kültür olgusudur. Çocukluk sınıf, cinsiyet ve etnisiteden bağımsız ele alınamaz. Çocukların yetişkinlere bağımlı olmalarının yanında hem kendilerinin hem de etraflarındaki dünyanın şekillenmesinde aktif oldukları da farkedilmelidir. Böyle bir model Osmanlı toplumunda çocuklar üzerine yapılacak araştırmalar için de işlevsel demektedir Yahya Araz.

Osmanlı toplumunda aile, kadın ve toplumsal cinsiyet üzerine yapılan çalışmalar çocukların yaşamlarına dair önemli ipuçları sağlamıştır. Çoğunluğu mahkeme kayıtları ve fetva mecmualarına dayanarak yapılmış çalışmalardır.

Osmanlı Şehrinde Çocuk Olmak Dr. Yasemin Çakırer Özservet

A. Ubicini:

“…Çocuklarını bundan daha fazla sevgi, özen ve şefkat içinde yaşatan bir memleket bilmiyorum. İşin garibi, bütün bu şefkatle ihtimamın annelerden çok babalarda derinleşmiş olmasıdır. Cuma günleri (Cuma Osmanlı’da tatil günüdür) veya bir bayram günü, Osmanlı Türkü’nün, çocuğunun elinden tutup sokakta gezdirmesi, adımlarını çocuğun adımlarına göre ayarlaması, çocuğun yorulduğunu görünce omzuna alması veya bir aralık dinlendiği kahve peykesinde yanına oturtup en derin şefkatle konuşarak çocuğun bütün hareketlerini dikkatle takip etmesi görülecek şeydir.”

OSMANLI’DA ÇOCUKLUK ALGISI VE ÇEŞİTLİ DÖNEMLER

Osmanlı Şehrinde Çocuk Olmak Dr. Yasemin Çakırer Özservet

1.  Çocuğun doğumundan itibaren ilk 40 gün ve anne sütünden Kesilme, (Süt annelik) Anne sütünden diğer gıdalara geçiş dönemi, Yürümeye ve konuşmaya başladığı dönem 2. Çocuk erkekse sünnet edilme süreci (sünnet törenleri) 3. Sıbyan mektebine başlaması (Amin alayı) 4. Buluğa ermesi (yetişkin sayılması) (Erkek için 7 yaş, kız için 9 yaş)

1.  Dönem Sütannelik üzerine çalışmalar

Sütanneliğin Osmanlı toplumunda da Müslüman olmayan cemaatleri de içine alacak şekilde kentli zengin kesimlere hitap ettiği düşünülmektedir. Osmanlı saraylarında erken dönemlerden itibaren yaygındır. Daye adı verilen kadınlar çocuklu ya da çocuğu henüz ölmüş cariyelerdir. Köle pazarlarında emzirme dönemindeki köle kadınların 17. yy.da satıldığı söylenmektedir. İslam bebeğin beslenmesinden babayı sorumlu tutmaktadır.

Kendilerine bakabilecek beceri ve imkanlardan yoksun küçük çocukların korunması ve kollanması gerektiği düşüncesi, Osmanlı hukuk düzenlemelerinin ayırt edici özelliklerinden birini oluşturmaktadır. Çocuklar söz konusu olduğunda hukuk pekala esnetilebilirdi. Çocuklarla ilgili yasaların ebeveynlerinin onlar üzerindeki tasarruflarını dahi kısıtlayacak şekilde tasarlanması söz konusuydu.

Osmanlı Şehrinde Çocuk Olmak Dr. Yasemin Çakırer Özservet

3. Dönem

Okullu olma ve SIBYAN MEKTEPLERİ

Çocuklara mektebe gidip gelme kolaylığı olması için hemen her mahallede bir tâne bulunduğundan, halk arasında "Mahalle Mektebi" de denmiştir. Sıbyan mekteplerinin birçoğu taş binâlar olduğu için "Taş Mektep" de denilmiştir. Bu mektepler ya câmilerin avlusunda, yakınında ya da câmilere bitişik tek bir odadan ibâret binâlardır. Câminin müştemilâtından bir odanın mektep olarak kullanıldığı da olmuştur. Çocukların mânevî bir atmosfer içinde dînî eğitim almaları ve bunu uygulamalı olarak öğrenmeleri söz konusudur. Medrese mezunu sıbyan mektebi hocaları, umûmiyetle mektebin yanındaki ya da yakınındaki câminin imamı veya müezzini olurlardı. Eğer çocuk sayısı fazlaysa, muallimin yetiştirdiği talebelerinden kendisine kalfa olarak seçtikleri de ders okuturdu. Bir sıbyan mektebinde ortalama 30 çocuk okurdu. Bu çocuklar her akşam evlerine gitmeden önce mektebi yaptıranın rûhuna fâtiha okurlardı.

ÖRNEK: Vefa’da meşhur Vefa Bozacısı’na uzanan Cemal Yener Tosyalı Caddesi üzerinde Rokoko üslubunda bir sebil ve üstünde bir sıbyan mektebi... Bu eser 1700′lü yılların ikinci yarısında Hazine Katipliği, Çavuşbaşı, Sadaret Kethüdası, Nişancı, Defterdar Emini, ve Arpa Emini gibi görevlerde bulunan Recai Mehmet Efendi tarafından 1774 yılında yaptırılmış.

Fatih Sultan Mehmet ile birlikte özellikle fakir ailelerin çocukları ve yetimlerin bu okullara alınması şart koşulmuş, ayrıca padişahlar tarafından yaptırılan mekteplerde öğrencilerin giysi ihtiyaçları ve aşevleri bünyesinde günlük yeme içme ihtiyaçları da karşılanmıştır

Haseki Külliyesi, Medrese ve Sıbyan Mektebi

Mimari bünye olarak sübyan mekteplerinin plan şeması, öğrencilerin yer aldığı geniş bir asıl oda ve buna bitişik muallim (öğretmen) ve kalfa (öğretmen yardımcısı) odasından oluşmaktadır. Yapılar kubbelidir, kimi zaman iki kattan oluşmaktadırlar. İç mekân düzenlemesi incelendiğinde yalın bir dekorasyona sahip olduğu görülür. Hocanın oturduğu mihrap benzeri bir girintiden oluşan kısım bulunmaktadır ve öğrencilerin oturması için minderleri ve önlerinde rahleleri başlıca kullanım objelerdir. Okullarda muallim ve kalfanın yanısıra bevvab adı verilen okulu açıp,

kapamakla, mahalleden çocukları toplayıp okula getirmekle ve çocukların temizlik, su, asayiş gibi işleriyle ilgilenmekle sorumlu yardımcı bir kişi daha bulunmaktadır

Çocuk, 4 yıl 4 ay 4 günlük olunca amin alaylarıyla, Bed'i Besmele merâsimleriyle mektebe başlar, Kur'an, ilmihâl ve ahlâk öğrenirdi. Okula kız-erkek karışık giderlerdi ve eğitim mecbûrî idi. Hepsi anaokulu statüsünde olduğu için, sıbyan mekteplerine gelen öğrenciler arasında sınıf taksîmâtı yapılmaz, sâdece dersleri aynı seviyede götüren öğrencileri grup grup ayıran muallim, başarılarına göre sınıfçıklar oluştururdu. Sıbyan mektepleri sabah namazından sonra açılır, ikindi namazıyla tâtil olurdu. Haftanın 6 günü mektebe giden çocuklara Cuma günü tatildi. Şimdiki okullarda olduğu gibi teneffüs yoktu. Zâten buna gerek de yoktu. Zîrâ öğrencilerden bir grup, hocanın karşısında dersini okurken, diğer çocuklar serbest kalırlar, isteyenler kendi aralarında oyun oynarlarken, isteyen dinlenir, dersine iyi çalışmamış olanlar da dersine hazırlanırdı. Muallim, gürültü yapmaları dışında hiçbir şeylerine müdâhale etmezdi. Tek bir teneffüs vardı: Öğle yemeği molası. Bu sırada çocuklar, zâten yakın olan evlerine gider, yemeklerini yiyip namazlarını kılar, tekrar mektebe koşarlardı.

AMİN ALAYI Bed-i Besmele töreni Ya da Âmin alayı" genellikle kandillerde veya pazartesi, perşembe günleri düzenlenmiştir. Sözkonusu merasimler, hâli vakti yerinde aileler ve şehzâdeler için, bir düğün kadar ciddiye alınır; halk arasında değil, İstanbul'daki çok özel mekânlarda yapılır ve merasime padişah ile devlet ricali de katılırdı. Çocuk yeni kıyafetiyle, zihin açıklığını ve hayatının yeni safhasında muvaffak olmasını sağlamak hususunda himmetlerini istemek için ailesi tarafından İstanbul'da ekseriya Eyüp Sultan'a götürülürdü. Merasim günü çocuklar, temiz kıyafetleriyle mektebe toplanırlar; önlerinde hocaları, kalfa ve bevvabları olduğu hâlde, ilâhi takımını takip eder ve işaret edilen yerlerde 'âmin' diye bağırarak çocuğun evine gelirlerdi. Eve gelen mektep çocukları, yeni başlayacak çocuğu yanlarına alarak ilâhiler ve büyük bir kalabalık eşliğinde yola düzülürdü. En önde hoca ile başının üzerinde rahle taşıyan bevvab yürürdü. Rahlenin üzerinde çocuğun minderi ile cüz kesesi bulunurdu. Mektebe başlayan çocuk faytona veya iki yanında birer kişinin yürüdüğü midilliye bindirilirdi. Çocuğun peşi sıra ilâhi takımı ve diğer çocuklar yürürdü. Kadınlar ise en geride yürürlerdi. Âdet olduğu üzere ilâhilerle şehirde dolaşan alay tekrar eve gelirdi. Burada da ilâhi okunup, mektep gülbankı çekildikten sonra alay sona ererdi. Daha sonra alaya iştirak edenler, minder ve seccadelerle döşenmiş, öd ağacıyla tütsülenmiş odada hocanın çocuğa ilk dersi vermesini beklerdi. Misafirler arasında ulemâdan biri olduğunda, hoca yerini ona bırakırdı. Minderine oturup rahlesinin üzerine Elifba cüzünün ilk sayfasını açan çocuk, eline odun, kemik, pirinç, gümüş veya altından yapılmış 'hilâl' adlı çubuğu alarak, hocanın vereceği işareti ve söyleyeceği sözleri beklerdi. İlk derste çocuğa Elifba cüzünün en başındaki dua kısmı ile birkaç harf (genellikle sadece elif harfi) okutulurdu.

Sıbyan mektepleri ücretli idi. Bu ücret velîlerden alınır, devlet aslâ müdâhale etmezdi. Fakat bu ücret illâki akça (para) olmak zorunda değildi. Velîlerin imkânı nispetinde bâzen yiyecek, bâzen giyecek, bâzen de ev eşyası dahi ücret sayılırdı. Hattâ kurban bayramı yakınsa, mektebin muallimine velîler tarafından süslenmiş bir koç hediye edilirdi. Çocuğun tahsil derecesi yükseldikçe, muallime bir hediyeyle teşekkür edilmesi âdettendi. Ayrıca okulun ısınma ve diğer giderlerini de velîler karşılardı. Fakir çocuklar ile öksüz ve yetimler için kurulmuş vakıflar vardı. Kimsesiz ve fakir çocuklara her yıl "kapama" adıyla elbise ve ayakkabı almaları için ödenekler ayrılır, belli zamanlarda harçlık dağıtılır ve günde iki öğün de yemek verilirdi. 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile sıbyan mekteplerinin varlıklarına son verilmiştir.

İlginç bir ayrıntı da; sıbyan mektebi muallimlerinin halkın arasına karışıp oturamamalarıydı. Kahvehânelerde ya da esnaflarla dükkanların önünde, çay ocaklarında oturup sohbet etmeleri hoş karşılanmazdı. Hocalığın ve ilmin izzetini korumak için avamın arasına karışmamaları gerekiyordu.  Bir diğer ilginç ayrıntı ise; sıbyan mektebi muallimlerinin mahkemede şâhitliklerinin kabul edilmeyişiydi. Zîrâ çocuklarla uğraşmaktan çocuk fıtratı oluşabilir ya da fazla merhametli, fazla duygusal davranabilirlerdi. Terbiye ve ahlâka çok önem verilen sıbyan mekteplerinde, daha o yaşta iken nerde nasıl davranılacağı bütün teferruatıyla öğretilirdi. Cezâ metodu da falakaydı. Fakat bu, çok ağır suçlarda tatbik edilirdi. Umûmiyetle tek ayak üstünde durma, dersini defâlarca yazma gibi cezâlar uygulanırdı.

Külliye dışında inşa edilen mektepler sokakların kesişme noktalarına yerleştirilmekteydi. Amaç, çift yönden ışıklandırma ve havalandırmadır. Mektepler genelde iki katlı ve üst katta dershaneler bulunurdu. Rutubetten ve sokak gürültülerinden korunmak amaçlıdır. Dersler kışın bu üst katta olurken yazın genellikle bahçede olurdu.

Sıbyan mekteplerinde çocukların çevrelerini tanımaları ve dinlenmeleri için çeşitli geziler tertip edilirdi. Özellikle ilkbahar aylarında Veli Efendi Çayırı, Beykoz Çayırı, Kağıthane mesiresi, Çoban Çeşmesi Mesiresi, Silahtar Ağa Çeşmesi Çayırı, Göksu Çayırı, Baltalimanı Çayırı gibi yerlere gezintiye götürülürdü çocuklar. Nakil vasıtalarının yetersilziğinden dolayı genellikle yakın yerlere gidilirdi. Boğazın karşısına gidilecekse kayığa binilirdi. Ertesi gün dinlensinler diye genellikle Perşembe günleri gidilirdi. Ramazan ayında mektepler hafifler, her gün yarıms aaat erken çıkılırdı. Ayrıca Perşmebe öğleden sonra ve Cuma günleri tatildi. Amin alayı olduğu gün de tören sonrası serbest kalırdı öğrenciler.

4. Dönem Buluğa erme ve sonrası ilk yetişkinlik dönemi 13 Mayıs 1696 tarihinde Afyon Mahkemesi’nde Ümmühan adındaki köylü bir kızın, “Ben on beş yaşındayım, baliğa ve akile olmam hasebiyle kendi adıma karar alabilecek hakka sahibim.” diye haykırması ve üzerine “Çocukluğumda nişanlandırıldığım Yazıcızade Mustafa ile evlenmek istemiyorum. Ben kendimi Allah’ın emri ve Peygamber’in şeriat mutahharası üzerine ... Ahmed’e evlendiriyorum.” demesi toplumun belli bir yaştan sonra çocuklara yetişkin gözüyle baktığını ortaya koyuyor. Bu örnekte, karara mahkemenin karşı çıkmaması Osmanlı toplumunda çocuk haklarının üstünlüğünü de ortaya koyuyor.

ISLAHHANELER (1863- 1907) Sokaklarda yaşayan çocukların develtin himayesine alınması amacıyla kurulmuşlardır. Eğitim süresi 5 yıldır ve yatılıdır. Islahhaneler özellikle Balkanlarda Tatarlar ve Çerkezler gibi göçmen çocukları için düşünülmüştü.

Kimsesiz Çocuklar Darül eytam -1914 ten sonra açılmaya başlamıştır. ârüleytam Üsküdar civarında kurulacaktı. Geniş bir araziye ihtiyaç vardı. Acıbadem’de, Ahmed Eyyüb Paşa’nın vârislerine ait yer, münasip görüldü. Tahminen 125 dönüm bağ ve tarladan oluşmaktadır. Bu dârüleytam erkek öğrencilere hizmet verecekti. Altı-on yaş arası erkek çocuklardan akrabasız ve kimsesiz olanlar taşradan buraya getirilecekti. Getirilecek çocukların sayısı 500’le sınırlandırıldı. Bütün bu gayretlere karşın, Acıbadem’deki dârüleytam ön görülen tarihte (1901’de) açılamamıştır. Darul hayri Ali 1903’te açılan ilk yetimhanedir. İlk dârüleytam İstanbul’da Said Halim Paşa’ya ait Bebek Yalısıı’nın kuruma verilmesiyle hizmete girdi. I. Dünya Savaşı esnasında İstanbul’da ikisi kızlara ait olmak üzere dokuz dârüleytam bulunuyordu. Daha sonra bu sayının İstanbul ve Anadolu’da toplam 80 rakamına ulaştığı ifade edilmektedir. 1914’te Bebek dârüleytamıyla eş zamanlı olarak Kadıköy ve Galata semtlerinde bu müesseseler hizmete girdi. Böylelikle başlangıçta tek bir bina olarak Düşünülen yerin üç ayrı yerde açılması sağlandı.

Çocuk edebiyatı Tanzimat döneminden önce çocuk dergisi niteliğinde yayın bulunmamakla birlikte, sözlü kültürde ninni, bilmece, oyun, tekerleme, masal, efsane ve destanlar ye ralırken, çocuk mesnevileri ve divan şiirleri de yazılı edebiyatta yer almıştır. Nabi’nin Hayriyesi, Sünbülzade Vehbinin Lütfiyesi örneklerdir.

Osmanlı Çocuk Tarihi Özetle Genel Yapısı -  Çocuk sosyolojisi, Çocuk antrolpoljisi ve çocuk tarihi alanları en eksik

alanlardan biridir. -  En çok çalışılan konu çocuk oyunları konusudur ve bu da folklorik düzeyde

ele alınmış durumdadır. -  Anı edebiyatı üzerinden son dönemde çocuk tarihine odaklananlar

bulunmaktadır. -  Osmanlı çocuk dergileri (Tanzimattan sonra) ayrı bir araştırma sahası

olmuştur. -  Çocuk terbiyesi üzerinde odaklanan dini eserlerde kısımlar…

VAKIFLAR VE HİZMET ALANLARI Cami, mescid, namazgah Kütüphane Tekke zaviye dergah Çeşme sebil kuyu bend kemer Hamamlar Şifahaneler Ribad ve kaleler Menzil hanları ve güvenlik yapıları Kervansaraylar Aşevleri Misafirhaneler Kimsesiz çocukların yuvaları Yetimhaneler Dullara destek fonları Zayıf bünyeliler için tabhaneler Dargelirliler için dinlenme tesisleri Sosyal yardım fonları Bayramlarda çocuklar için fonlar Evlatlık ve hizmetçilerin kırdıkları eşyalar için destek fonları Kaynak:Vakıf ve çocuk-İbrahim Ateş- Vakıflar genel müdürlüğü yayınları-1987

Başlangıç niteliğindeki bu çalışmayla kısmen Osmanlı Çocuğunun kentteki mekanlarına değinilmeye çalışılmış ve olası çalışma alanı belirlenmeye çalışılmıştır. -  Eğitim yapıları (sıbyan mektepleri) -  Barınma alanları (konut, yetimhane gibi) -  Yetişkinlerle ortak alanları (çıraklık müessesi ile

tüm sinai, ticari ve zanaat alanları, kız çocuklar için evle ilgili alanlar)

-  Gezinti, dinlenme, seyir alanları (çayırlar, mesireler, bayram şenlikleri alanları gibi)