TÜRKİYE'DE ÇOCUK OLMANIN TARİHİ: DOĞAN KARDEŞ DERGİSİ

25
1 TÜRKİYE’DE ÇOCUK OLMANIN TARİHİ: DOĞAN KARDEŞ DERGİSİ 1 Tuğba ÇELİK 2 Çocuklar, göremeyeceğimiz bir zamana gönderdiğimiz canlı mesajlardır. Neil Postman Çocuk kavramının saygınlığı, yüzyıllar boyu türlü zorlukların üstesinden gelerek elde edilmiştir. Bu yazıda, Türkiye’nin çocukluk tarihini betimlemede ve çocuk kavramına saygınlık kazandırmada çok önemli bir payı bulunan Doğan Kardeş dergisinin niteliği ve içeriği tartışılacaktır. Yapı Kredi Bankası’nın kurucusu Kazım Taşkent’in İsviçre'de bir yatılı okulda okuyan ve 10 Nisan 1939 yılında Alpler’de meydana gelen bir heyelanda ölen on yaşındaki oğlu Doğan Taşkent'in anısını yaşatmak için 1945’te kurduğu Doğan Kardeş dergisi, Türkiye’nin çocuklarını 1978’e dek derinden etkilemiştir. 1978’de kapanan dergi 1988’de tekrar yayımlanmaya başlamıştır. Bu yazıda Doğan Kardeş’in ilk yirmi yılı ele alınacak; 3 bunun öncesinde dünyanın ve Türkiye’nin çocukluk tarihine genel hatlarıyla değinmek gerekecektir. Çocuk Olmak Kolay Değil Aydınlanma çağından (17-18. yy.) önce, neredeyse tüm dünya ülkelerinde cinsiyet ve sınıf ayrımcılığının varlığı bilinmektedir. Yüz hatta binlerce yıl boyunca eğitim, yalnızca seçkin ailelerin erkek çocukları içindi. Cinsiyetçiliğin henüz çocukluk evresinde başladığını görmek için Sümer ( M.Ö 4000- M.Ö. 2000) tabletlerine bakmak yeterlidir. Bu tabletlerde erkek çocuklarını tablet (o dönemin kitap defteri yerine geçen eğitim gereci) okurken; kız çocuklarını ise yün eğirirken betimlenmiş görürüz. Sümerler seçkin erkek çocuklarına eğitim hakkı vermiş, seçkin olsun olmasın tüm kız çocuklarını bu haktan yoksun bırakmıştır. Bu durum bile kaba bir hesapla kadının yeri evidir savının, en az 6000 yıllık bir geçmişinin olduğunu gösterir. Antik Yunan’da ( M.Ö. 756- M.Ö. 146) da asker, bürokrat ve sanatçı olması için yalnız seçkin ailelerin erkek çocukları yetiştirilirdi. Sağlıksız doğan çocuklara yaşam hakkı tanınmaz, sakat doğan çocuklar, yerleşim yerinin uzağında bir yerde, ölüme terk edilirdi (Başaranbilek, 2011). Sağlıklı çocukların yaşamı da kolay değildi. Modern çağlardan önce çocuk, yetişkinliğe henüz erişememiş “acemi insan” olarak görülmüştü; Yunanlılar bu acemileri adam etmek için sopa kullanırdı. Platon ve Protogaras, çocuk eğitiminde sopa kullanılmasını onaylayan Yunan düşünürlerdendir (Postman, 1995: 19). 1 Çelik, T. (2014). Türkiye’de Çocuk Olmanın Tarihi: Doğan Kardeş Dergisi. (içinde) Hasan Ersel. Kazım Taşkent, Yapı Kredi ve Kültür Sanat. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. 193-232. 2 Yrd. Doç. Dr. Niğde Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü 3 Doğan Kardeş dergisinin ilk yöneticisi Vedat Nedim Tör’ün, derginin başarısındaki katkısı tartışılmazdır (Alpay, 2013: 174). 1932-1935 yılları arasında Ankara’da çıkarılan Kadro dergisini Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Şevket Süreyya Aydemir, Burhan Asaf Belge gibi isimlerle birlikte çıkaran Vedat Nedim Tör, Kazım Taşkent’in kurucusu olduğu Doğan Kardeş dergisini çocuklara uygun bir kültür-sanat dergisi olarak tasarlamıştır. Yazın dünyasındaki deneyimini Doğan Kardeş dergisine aktaran Tör, 1964’te Doğan Kardeş dergisinden ayrılınca dergi, yazınsal olma özelliğinden sıyrılmaya başlamış, 70’li yıllardan itibaren ise büsbütün çocukları tüketime iten, reklam ve TV yıldızlarıyla dolu bir dergiye dönüşmüştür. Bu çalışmada kullanılan Doğan Kardeş dergisi örnek metinleri, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Milli Kütüphane süreli yayın arşivinden yararlanılarak 1945, 1946, 1947, 1948, 1950, 1951, 1959, 1960 ve 1962 tarihli Doğan Kardeş dergilerinden random yöntemiyle seçilmiştir.

Transcript of TÜRKİYE'DE ÇOCUK OLMANIN TARİHİ: DOĞAN KARDEŞ DERGİSİ

1

TÜRKİYE’DE ÇOCUK OLMANIN TARİHİ: DOĞAN KARDEŞ DERGİSİ1

Tuğba ÇELİK2

Çocuklar, göremeyeceğimiz bir zamana gönderdiğimiz canlı

mesajlardır. Neil Postman

Çocuk kavramının saygınlığı, yüzyıllar boyu türlü zorlukların üstesinden gelerek elde

edilmiştir. Bu yazıda, Türkiye’nin çocukluk tarihini betimlemede ve çocuk kavramına saygınlık kazandırmada çok önemli bir payı bulunan Doğan Kardeş dergisinin niteliği ve içeriği tartışılacaktır. Yapı Kredi Bankası’nın kurucusu Kazım Taşkent’in İsviçre'de bir yatılı okulda okuyan ve 10 Nisan 1939 yılında Alpler’de meydana gelen bir heyelanda ölen on yaşındaki oğlu Doğan Taşkent'in anısını yaşatmak için 1945’te kurduğu Doğan Kardeş dergisi, Türkiye’nin çocuklarını 1978’e dek derinden etkilemiştir. 1978’de kapanan dergi 1988’de tekrar yayımlanmaya başlamıştır. Bu yazıda Doğan Kardeş’in ilk yirmi yılı ele alınacak;3 bunun öncesinde dünyanın ve Türkiye’nin çocukluk tarihine genel hatlarıyla değinmek gerekecektir.

Çocuk Olmak Kolay Değil Aydınlanma çağından (17-18. yy.) önce, neredeyse tüm dünya ülkelerinde cinsiyet ve

sınıf ayrımcılığının varlığı bilinmektedir. Yüz hatta binlerce yıl boyunca eğitim, yalnızca seçkin ailelerin erkek çocukları içindi. Cinsiyetçiliğin henüz çocukluk evresinde başladığını görmek için Sümer ( M.Ö 4000- M.Ö. 2000) tabletlerine bakmak yeterlidir. Bu tabletlerde erkek çocuklarını tablet (o dönemin kitap defteri yerine geçen eğitim gereci) okurken; kız çocuklarını ise yün eğirirken betimlenmiş görürüz. Sümerler seçkin erkek çocuklarına eğitim hakkı vermiş, seçkin olsun olmasın tüm kız çocuklarını bu haktan yoksun bırakmıştır. Bu durum bile kaba bir hesapla kadının yeri evidir savının, en az 6000 yıllık bir geçmişinin olduğunu gösterir.

Antik Yunan’da ( M.Ö. 756- M.Ö. 146) da asker, bürokrat ve sanatçı olması için yalnız seçkin ailelerin erkek çocukları yetiştirilirdi. Sağlıksız doğan çocuklara yaşam hakkı tanınmaz, sakat doğan çocuklar, yerleşim yerinin uzağında bir yerde, ölüme terk edilirdi (Başaranbilek, 2011). Sağlıklı çocukların yaşamı da kolay değildi. Modern çağlardan önce çocuk, yetişkinliğe henüz erişememiş “acemi insan” olarak görülmüştü; Yunanlılar bu acemileri adam etmek için sopa kullanırdı. Platon ve Protogaras, çocuk eğitiminde sopa kullanılmasını onaylayan Yunan düşünürlerdendir (Postman, 1995: 19).

1 Çelik, T. (2014). Türkiye’de Çocuk Olmanın Tarihi: Doğan Kardeş Dergisi. (içinde)

Hasan Ersel. Kazım Taşkent, Yapı Kredi ve Kültür Sanat. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

193-232. 2 Yrd. Doç. Dr. Niğde Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü 3 Doğan Kardeş dergisinin ilk yöneticisi Vedat Nedim Tör’ün, derginin başarısındaki katkısı tartışılmazdır (Alpay, 2013: 174). 1932-1935 yılları arasında Ankara’da çıkarılan Kadro dergisini Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Şevket Süreyya Aydemir, Burhan Asaf Belge gibi isimlerle birlikte çıkaran Vedat Nedim Tör, Kazım Taşkent’in kurucusu olduğu Doğan Kardeş dergisini çocuklara uygun bir kültür-sanat dergisi olarak tasarlamıştır. Yazın dünyasındaki deneyimini Doğan Kardeş dergisine aktaran Tör, 1964’te Doğan Kardeş dergisinden ayrılınca dergi, yazınsal olma özelliğinden sıyrılmaya başlamış, 70’li yıllardan itibaren ise büsbütün çocukları tüketime iten, reklam ve TV yıldızlarıyla dolu bir dergiye dönüşmüştür. Bu çalışmada kullanılan Doğan Kardeş dergisi örnek metinleri, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Milli Kütüphane süreli yayın arşivinden yararlanılarak 1945, 1946, 1947, 1948, 1950, 1951, 1959, 1960 ve 1962 tarihli Doğan Kardeş dergilerinden random yöntemiyle seçilmiştir.

2

Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasından hemen sonra (M.Ö 5. Yüzyıl) Hıristiyanlık yaygınlaşmış, çocukların toplumsal durumu iyileşmeye başlamıştır. Hıristiyanlık, çocuğu masum, saf ve edilgin tanımlar. Çocuğu her durumda affetmek, kuşatmak ve korumak gerektiğini öğütler. Aziz Augustine (354-430) yetişkinliğin köklerinin çocuklukta gizli olduğunu, erken çocukluğu önemsemek gerektiğini iddia eder; ancak bu görüş Ortaçağ’da ilgi görmez. Ortaçağ’da çocukların “saf” ve “temiz” bir öz taşıdığı görüşünün benimsenmesi sürdürülse de onların eğitim almaları gerektiği düşünülmez (Onur, 200: 24). Ortaçağ, antik dönemin paideia’sını4 unutmuş; yalnızca seçkin erkek çocuklarının gidebildiği okulları gözden çıkarmıştır. Eğitim yalnızca dini eğitime dönmüş, bu eğitim de kiliselerde verilmekle sınırlı kalmıştır. Yedi yaşında sona eren çocukluk, yetişkinliğe geçmek için bir hazırlık süreci değil, atlatılması gereken bir süreç olarak görülmüştür. Bu nedenle yetişkinler, çocuklara ayrı bir yaşam sunmamış, onların yanında ayıp sayılacak her tür eylemi (kağıt ve talih oyunları, cinsel şakalar vs.) sakınmadan gerçekleştirmişlerdir. Çocuğa kazandırılması beklenen ayıp kavramı bu dönemde yoktur. Bütün bunların yanı sıra Ortaçağ’da bir kişinin kendi çocuğunu öldürmesi de suç değildir. Çocuğa miras düşmez; insanlar çocuklarına karşı derin bir sevgi ve koruma duygusu taşımaları gerektiğini düşünmezler. Çocuk, bir sermaye, köle gibi görülür; kısırlık ise sermayesizliği ve soyun tükenmişliğini çağrıştırdığı için felaket olarak algılanır (Postman, 1995: 26-28; Tan, 1989: 78-82).

Çocukluğun evrimini ortaya koyan kapsamlı ilk araştırma kitabını Philippe Aries, 1960’da L’Enfant et la vie familiale sous l’ancien regime (Eski devirlerde çocuk ve aile yaşamı) adıyla yayımlar. Bu kitabında çocukluğun modern ailede ortaya çıktığını, aydınlanma çağından önce çocukluk diye bir sürecin tanımlanmadığını ortaya koyan yazar, çocukların yetişkin dünyasından uzak olduğunu, öyle ki “çocuk” ya da “ergen” anlamına karşılık gelen sözcüklerin ne Fransızcada ne de İngilizcede olduğunu dile getirir. Fransızcadaki l’enfant ve İngilizcedeki child sözcüğü şimdiki açık anlamlarını on yedinci yüzyılda ancak kazanmışlardır (Tan, 1989:77). Bu dillerde yer alan çocukluk çağrıştırıcı sözcükler [garçon, fils, (fr); son, boy(eng) vs.], uşak, hizmetçi anlamlarına gelecek biçimde kullanılıyordu.

Avrupa’da başlayan Rönesans ve Reform hareketleri çocukluk algısını baştan sona değiştirir. Postman (1995:8 ) bu durumu “Çocukluk fikri Rönesans’ın büyük icatlarından biridir. Belki de en insani olanıdır” sözleriyle yüceltir. Reform hareketlerinin önde gelen düşünürlerinden Calvin, çocuğun masumiyetini reddetmiş, çocukların günahla doğduğunu ve iyi yetiştirilmeleri koşuluyla iyi insan olabileceklerini öne sürmüştür. İlk kez bir çocuk gelişimi modeli ortaya koyan Püritenler, çocuk yetiştirmeyi önemsedikleri için ebeveynlerin çocuk yetiştirmesine yardımcı olacak türde el kitapları yazmayı, çocukların okuması için özel kitaplar hazırlamayı akıl etmişlerdir (Onur, 2005: 24).

16. yüzyıl Avrupa düşünürleri eğitim ve çocuk üzerine yeni düşünceler geliştirdiler. Bu düşüncelerde temelde iki tür çocukluk imgesi ortaya çıktı: Diyonizoscu ve Apolloncu çocuk imgesi. Diyonizoscu çocuk imgesi, çocuğun içinde bir ilk kötülük ya da çürümüşlük olduğu; Apolloncu çocuk imgesi ise çocukların masum ve iyi olduğu ilkesine dayanıyordu. Descartes, “tin-beden ikiliği” (cartesian dualism) görüşünü ortaya atar; böylece insan doğasının bedensel ve tinsel olmak üzere ikiye ayrıldığı konuşulmaya başlanır. Locke, yeni

4 Paideia (Pediya: Yun), Yunan şehir devletinin ideal üyesinin eğitimini ve yüceltilmesini ifade eden bir

kavramdır. Kuramsal ve kılgısal eylemleri birleştirmeye dayalı bir toplumsallaşma esasına göre odaklanan bu

aristokratik eğitim kuramsal bakımdan retorik, gramer ve felsefe ile aritmetik ve tıp bilgisine dayanırdı.

Jimnastik ve güreş ise öğrenciyi ahlaki ve fiziksel açıdan yurttaş haline getirmek için kullanılırdı. Yunanca

konuşulan dünyada yalnızca Spartalılar “agoge” adını alan, kendilerine özgü bir askeri eğitimi yeğler,

Atinalılardan farklı olarak temel sanat ve bilim eğitiminden uzak dururdu. –yn.

3

doğan bir çocuğun belleğinin “boş levha” (tabula rasa) olduğunu, çocuğun doğuştan iyi ya da kötü olduğunun söylenemeyeceğini öne sürer. Locke, “insan çevresiyle biçimlenir” görüşüyle, çocuğun sorumluluğunu aileye, eğitime ve çevreye bırakır. Rousseau ise çocuğun doğuştan iyiliği görüşünü yeniden canlandırır: Ona göre çocuk doğuştan iyidir fakat çevre onu olumsuz yönde değiştirir. Dolayısıyla çocuk eğitiminin kentlerden ve yanlışlıklarla dolu toplum yaşamından uzak, doğayla baş başa yapılması gerekir (Onur, 2000: 25). Bugün bildiğimiz kampüs sistemi Rousseau’nun önerisiyle doğar. Rousseau’nun eğitime yaptığı önemli katkılardan biri de, oyunun çocuk için gerekli olduğu görüşüdür (Onur, 2005:35).

Çocuğu değerli bir varlık olarak ele almanın en önemli aşamalarından biri de matbaanın icadıdır. Okuma-yazma bilmek, kişilerin toplumsal yaşamda iyi konumlara gelmelerini sağlıyordu. Yetişkinler okuma-yazmayı öğrenmiş olanlardı; çocuklar ise öğrenmek zorunda olanlar. Okuma-yazma bilmek yetişkinlerle çocukları birbirinden ayırdı. Böylece okullar önem kazandı. Çocuklar okullarda okuma-yazmayı öğrenerek yetişkin olma hakkını kazanıyordu. Okuma-yazmanın öğrenildiği yer olan okul, böylece çocukluğu zorunlu kıldı (Postman, 1995: 52). Bu zorunluğa rağmen, çocukluğun alt sınıflara ulaşabilmesi zaman almıştır. Örneğin 1890’ların sonlarına kadar Amerikan liselerine, 14-17 yaş arası nüfusun ancak %7’si okula kaydolabilmiştir. Kalan diğer %93 çocuk, yetişkin emek gücü olarak çalışma hayatında kaldı (Postman, 1995: 7-8). 1780’lerin sonuna dek İngiltere’de elbise ya da yiyecek çalan çocukların asılabilmesi, bir başka acıklı durumdur. Öyle anlaşılıyor ki Avrupa’da çocuk haklarının alt toplumsal sınıflara ulaşabilmesi 19. yüzyılın sonlarını bulmuştur.

Modern çocukluk algısının doğuş yeri olan Avrupa, çocuk eğitiminde de öncü hareketlerin merkezidir. 1544’te basılan Thomas Phaire’in The Bake of Children adlı kitap, pediatri üzerine yazılan ilk kitaplardan biridir (Postman, 1995: 43). Öte yandan İskoçlar, 19. Yüzyıla kadar Avrupa’daki en büyük temel okul sistemini, en gelişmiş orta okul sistemini geliştirdi ( a.g.e, 1995: 75). İngiltere’de 1480’de yalnızca 34 okul varken bu sayı 1660’da 444’e yükseldi. Çocuklara, doğum sıralarına göre aynı isimlerin verilmesinden (I. Henry, II. Elizabeth vs.) vazgeçilerek 17. yüzyılda her çocuğa ayrı isim verme geleneği başladı. ( a.g.e, 1995: 60). Johan Amos Comenius adlı Alman eğitimci tarafından 1658’de yayımlanan ‘Orbis Picturs’ (Resimlerle Görünen Dünya) adlı resimli çocuk kitabı, din dışı çocuk edebiyatına dönük ilk yapıt oldu. Latince ve Almanca yazılan bu resimli kitap, okuma-yazma öğretimi için tasarlanmıştı (Yıldırım, 2006: 9). 1850’lere gelindiğinde ise çocukluk, Batı dünyasının tamamına hem toplumsal bir ilke hem de toplumsal bir gerçek olarak yerleşti.

1900’lerde Avrupa’da çocuk, aileye, akrabalara ya da topluma ait bir canlı olarak görülmemeye, birey olarak öne çıkmaya başlar. Erikson’un geliştirdiği eğitim modeline göre çocuk, yalnızca toplumun aynası değildir; aynı zamanda kültürün yaratıcısıdır. Bu anlamda çocuk, başlı başına dinamik bir güçtür (Tan, 1989: 84). “...Çocukluk insanı insanlığa başlatan ilk sahnedir. Çocuk güveni ve güvensizliği bu devrede öğrenir. Dünya ya güvenilir bir ortamdır ya da korkularla doludur. Yetişkinler ve çevre çocuğun dünyaya bakışını belirler. Bu bakış, çocuk büyüyüp yetişkinlere karıştığı zaman da fazla değişikliğe uğramadan devam eder ( Şahin, 2010: 3)”. Bruner, Bloom, Hunt gibi eğitimciler, çocuğu küçümseyen düşüncelere karşı çıkmışlar, çocuğun dört yaşına kadar belleğini ve yeteneklerini kendi kendine düzenlediğini ortaya koymuşlardır ( Tan, 1989: 85).

Avrupa’dan tüm dünyaya yayılan çağdaş çocukluk algısı, bugün değerini korumaktadır. Çocuk hakları, çocuk eğitimi üzerine çalışmalar gerçekleştiren üniversiteler, enstitüler, kurumlar üretken bir konumda işlemeye devam etmektedir.

Türkiye’de Çocuk Olmak

4

Osmanlı döneminde bürokrat yetiştirmek amacıyla kurulan “devşirme” sistemi çocukluğun tarihi ile ilgili çarpıcı bir örnektir. Osmanlı dönemi seyyahlarından Benedict Curipeschitz’in gözlemlerinde anlattığı gibi her yıl, her köyden ya da bölgeden mutlaka üç, dört, hatta beş Müslüman olmayan delikanlı ya da erkek çocuk toplanırdı. Toplama işinde köyün en güzel ve en yetenekli gençlerini seçmek esastı (akt. Onur, 2005: 64-65). Ailelerine her çocuk için mutlaka ödeme yapılırdı. Evlerine geri dönmelerine asla izin verilmeyen devşirme çocukların seçiminde, ailelerin rızasını almak gerekmiyordu. Bazı aileler için giden çocukları acı bir kayıp iken, bazı aileler için çocuklarının saraya gitmesi yoksulluktan kurtulmaları anlamına geliyordu. İki durumda da çocuklar, sermaye nesnesi durumundaydı.

Osmanlı’da saraylı çocuğun hüzünlü tarihine kaydedilecek diğer iki durum kardeş katli ve kafes sistemidir. Kardeş katli, Fatih Sultan Mehmet’ten önce varsa da uygulanmıyordu; bu yasa onun iktidarında yürürlüğe konuldu. Taht kavgası olmasın diye, padişah olan şehzadenin, diğer şehzadeleri öldürtmesine izin veriliyor, öldürülen şehzadelerin çocukları da kafese kapatılıyordu. Kafesteki çocuklar ailelerinden, toplumdan soyutlanmış halde yaşatılıyordu (Onur, 2005: 65).

Osmanlı Devleti’nin son dönemlerine dek Afrika’dan getirilen esirlerin satın alındığı; evde hizmetçilik, bahçıvanlık gibi görevlerde kullanıldığı bilinmektedir. Osmanlılarda cariyeliğin varlıklı ailelerde 1800’lerin sonlarında hala sürdüğünü Namık Kemal’in İntibah romanındaki Dilaşup’tan, Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası romanındaki Canan’dan anlayabiliriz. Dilaşup da Canan da küçük yaşta satın alınmış cariyelerdir. Halide Edip Adıvar, çocukluk ve gençlik anılarını topladığı Mor Salkımlı Ev’de, evlerine getirilen Afrikalı çocuk köleden söz eder.

Saraylı çocuğun tehlikeli hayatından, varlıklı ailelerin köle çocuklarından uzak sıradan Osmanlı halkının çocukları üzerine de değerlendirme yapmak gerekir. 1836 yılını İstanbul’da geçiren Julia Pardoe (2004) Türkler üzerine gözlemlerini şöyle anlatır:

“Türk karakterlerindeki diğer bir üstün özellik de ana baba sevgisinin güçlü olması; aslında genel anlamda çocuk sevgisi de diyebilirim. Hiçbir şey bir Türk babanın şefkatinden daha güzel olamaz; çocuğun zekasının gelişmekte olduğunu gösteren her belirtiyi göklere çıkarır; bebeklere, tam anlamak açısından şahit olmayı gerektiren bir keyifle sevecenlik gösterir, çocuğunun her ihtiyacını düşünür, her istediğini yerine getirir ve onun rahatı için kendininkini feda eder (...) Gerçekten de Osmanlılar çocuk sevgisini o dereceye vardırıyorlar ki sürekli başkalarının çocuklarını evlat ediniyor ve duygusal biçimde ‘manevi evlat’ olarak anıyorlar’ (Pardoe’den akt. Onur, 2008: 184).”

Aktarılanlara göre çocuk sevgisi Osmanlı’da, Avrupa’ya göre daha yoğun yaşanmaktadır. 1877’de Osmanlı toplumu hakkındaki kitap yayımlayan Franz Von Werner (Murad Efendi) ise Pardoe’den farklı düşünmektedir. ‘Türkiye’de çocuk yaşamı’ başlığı altındaki gözlemleri şunlardır:

1- Osmanlı’da oyuncaklar, Eyüp’te satılır. Avrupa’da yaygınlaşan zeka ve beceri oyuncakları yerine, burada tahtadan yapılma at, deve gibi oyuncaklar vardır.

2- Çocuklara duyulan sevgi çocuğu tinsel açıdan besleyecek türden değil, içgüdüseldir. Çocuklar birey olarak görülmediğinden onlara doğum günü, ad günü gibi kutlamalar düzenlenmez. Erkek çocukları için sünnet törenleri yapılır; o da her erkek çocuğunun başına bir kez gelir. Çocukların aile ile ilişkileri ataerkil ve serttir.

3- Çocuklar, rütbe ve güce değer vermeyi öğrenirler. Yolda karşılaştıkları bir memura dahi başlarını eğerek selam veren çocuklar, erken yaşta kendilerinden güçlü olana itaat etmeyi ve susmayı benimserler. (Onur, 2008: 188).

Batı’da çocuğun modernleşmesi 16. Yüzyılda başlarken Osmanlı 19. yüzyıla dek bekler (Onur, 2008: 198). Montaigne 1580’de yazdığı Denemeler’de çocukların

5

yetiştirilmesi üzerine bugün hala geçerli sayılabilecek düşüncelere yer vermiştir fakat Osmanlı’nın aydınlanmacı düşünceyle tanışmasını sağlayan Tanzimat aydınları, okulları yenilemeye ancak rüştiyeden başlayabilmişlerdir. Tanzimat aydınlarının, ilkokuldan yani sıbyan okullarından başlayarak Osmanlı’nın eğitim anlayışını değiştirmelerine izin verilmemiştir. Harita ya da resim ‘gâvur icadı’ olarak görüldüğünden çocuklar bu görsellerle ilkokulda tanışamadılar. Çocuk eğitimindeki çağdaş arayışlar Osmanlı tarafından daha dikkatle ve iyi niyetle karşılansaydı Türkiye Cumhuriyeti’nin imarı belki çok daha erken gerçekleşebilirdi. Çünkü çocuklar değişime ve yeniliğe çabuk ayak uydurur. Çocukların değişime açık oluşunu oyunlarından anlayabiliriz: “Yangınların tulumbayla söndürüldüğü çağlarda ‘tulumbacılık’ oynayan çocukların itfaiye çağında da ‘itfaiyecilik’ oynadıkları görülüyor. 1888 doğumlu Refik Halit Karay “şimendifercilik”; 1894 doğumlu Fallih Rıfkı Atay “gemicilik”; 1912 doğumlu Adnan Ergeneli “trencilik”; 1936 doğumlu Hilmi Yavuz ‘vatmancılık’ oynamıştır ( Onur, 2008: 204)”. Oyunlarını hızla değiştiren çocuklar, bakış açılarını, yaşamı kavrayış yollarını da kendilerine sunulan olanaklara göre hızla biçimlendirirler.

Avrupa’da eğitim kurumlarında neredeyse büsbütün yasaklanmasına karşın, Osmanlı eğitim sisteminde dayak, olağan karşılanıp hatta tavsiye ediliyordu (Onur, 2008: 199). Meşrutiyet dönemi aydınlarına göre çocukluk, uzatılmaması gereken bir süreçti. çocuğun Çocuğun bir an önce yetişkinliğe ulaşması gerekiyordu. Karabuda (2007) Türkiye’deki dayak kültürünü betimlerken “Yüz yıllardır uygulanması ara verilmeden süren, ülke çapında yaygın ve yaşamsal önemli sosyal bir sorun olan dayakla ilgili sözcük ve deyimlere başka hiçbir yabancı dilde rastlamadığımı itiraf edeyim” der. Karabuda’nın dayakla ilgili derlediği deyimlerden bazıları şunlardır: Sindire sindire dövmek, evire çevire dövmek, pestilini çıkarıncaya kadar dövmek, eşek sudan gelinceye dövmek, gebertinceye kadar dövmek (Karabuda’dan (2007) akt. Onur, 2008: 24)”. Bu deyimlere “dayak arsızı” ifadesiyle “Dayak cennetten çıkmadır” “Kızını dövmeyen dizini döver” gibi atasözlerini ekleyerek, Türkçenin dayak konusundaki söz varlığını toplumbilimsel açıdan tartışmak mümkündür.

Yazın, toplumda bir kavramın nasıl algılandığına dönük önemli ipuçları verir. Sevda Şener Türk tiyatrosunda çocuğun olumlu bir konumu olmadığını şöyle açıklar:

“Tiyatroda çocuk pek az oyunda mutlu bir beraberliğin övünç ve sevinç kaynağı olarak ele alınmıştır. Genellikle çocukluk ileriki yaşların dramını oluşturacak bir mutsuzluk dönemidir. Bu dönem hüzünle, esefle, acıyla anımsanır. Mutsuzluğun kaynağında ya yoksulluk ya da büyüklerin anlayışsızlığı yatar. Çocuk, genellikle yoksullukla, umarsızlıkla, acıyla, ölümle birlikte sunulur. Bir mutluluk dönemi olarak anımsanan çocukluk bile günün acıklı durumu ile karşıtlık oluşturması bakımından hüzün vericidir. Çocuğu, onu çocuk yapan kişilik özellikleriyle bir karakter olarak veren oyunlar ise azınlıktadır ( Şener, 2011: 95-96)”.

Çocukluğa duyulan özlemin, çocuklukta yaşanan mutsuzlukların, mutsuzluklarda çocukluğa sığınmanın Türk yazınına niçin bu derecede yayıldığını da sorgulamak gerekir.

1928’de Harf Devrimi’nin gerçekleştirilmesinden sonra başlatılan okuma-yazma seferberliği ile Türkiye, çağdaş çocuklukla tanışmaya başlar. Toplumsal sınıf gözetilmeksizin, her çocuğun eğitim hakkının olduğu bir ülkeye dönüşen Türkiye, bugünkü çocukluk algısına cumhuriyetle kavuşur. Cumhuriyet devrimleriyle çağdaş bir toplum olmaya çalışan Türkiye’nin çocuğa ve çocukluğa bakışında önemli aşamalar kaydedilse de bu konuda halen toplumsal ve kurumsal düzeyde eksikler bulunmaktadır.

Kağıtçıbaşı 1980’de Çocuğun Değeri araştırmasını Türkiye’de gerçekleştirir. Buna göre “Bir çocuk isteme sebebi olarak ‘yaşlılıkta güvenilecek birinin olması’nı önemseyenler ABD ve Almanya’da sadece %7-8 kadarken, Türkiye’de hem kadınlar hem erkekler arasında %77’dir (Kağıtçıbaşı, 2011: 25).

6

“Böyle bir bağlamda çocuğun bağımsızlığı işlevsel değildir. Hatta bağımsız bir kişilik gelişimi, aile gereksinmelerinden çok kişinin kendi gereksinmelerine öncelik tanıyabileceğinden, aile için bir tehlike sayılabilir (…) Ana- babaya saygılı ve bağımlı büyüyen çocuk ise aileyi terk etmeyecek, onlardan ayrı bir hanede yaşasa bile duygusal ve maddi katkısını ana-babasından esirgemeyecektir ( Kağıtçıbaşı, 2011: 24-25)”.

Dünya için yeni; Türkiye için çok daha yeni olan modern çocukluk ve onun imarı, kurumsal ve toplumsal düzeyde duyarlı ve özenli çalışmalara muhtaçtır. Çocuğa verilen değer bağlamında çağdaş toplumlarla Türkiye arasındaki farkın kapatılması için yapılması gereken önemli ve öncelikli işler bulunmaktadır. Örneğin dünyada yaklaşık 256 adet çocuk müzesi bulunmasına karşılık Türkiye’de henüz bir çocuk müzesi yoktur.

Dünyada ve Türkiye’de Çocuk Yazını Erdoğan’a (2011: 84) göre “Kelile ve Dimne sıradan çocuklar için değil, devlet

yönetecek, hükümdar olacak çocuklar için yazılmıştır. Aesop ve La Fontaine’in metinleri de çocuklar için değildir” der. Beydeba’nın M.Ö. 1. Yüzyılda Sanskritçe kaleme aldığı Kelile ve Dimne, Mehapur hükümdarının ileride hükümdar olacak üç şehzadesini yola getirmek üzere yazılmıştır. M.Ö. 6. yüzyılda yaşadığı düşünülen Ezop (Aisopos)’un Ezop Masalları adıyla basılan kitabı, hayvan hikayelerinden yola çıkarak büyüklere dersler vermek amacıyla yazılmıştır. 17. yüzyılın ortalarında da Jean de la Fontaine tarafından Kelile ve Dimne ve Ezop Masalları’ndan esinlenilerek oluşturulan La Fontaine Masalları varlıklı, güç sahibi ailelerin çocukları ve yetişkinler içindir.

Yalnızca çocuklar için öykülerin, masalların, romanların yazılma geçmişi çok eskilere dayanmaz. Örneğin Fransız çocuk edebiyatı 1650’lerde Pernault ile başlar. Kül Kedisi, Uyuyan Güzel, Kırmızı Başlıklı Kız ve Çizmeli Kedi gibi masalların yazarı, varlıklı bir ailede doğup büyüyen Pernault, kendi çocuklarına okumak için yazdığı masallarıyla döneminde ün kazanmıştır. Pernault’dan kısa bir süre sonra, 1719’da Daniel Defoe, Robinson Crusoe’u yazmıştır.

Aydın(1997:33-35)’a göre Refik Halit Karay’ın Eskici öyküsüne dek Türk edebiyatında çocuk yoktur. Keloğlan hariç, destan ve masallardaki tüm çocuklar, okura birer kahraman adayı olarak tanıtılır. Örneğin Dede Korkut Hikayeleri’nin unutulmaz karakteri Boğaç, olağanüstü biçimde dünyaya gelen bir çocuktur. Diğer halk masallarındaki çocuklar da ya padişahın oğludur ya da yoksulluğun üstesinden olağanüstü nitelikleriyle gelmiş kahraman çocuklardır. Çocuk, Türk yazınında “kahraman olmadığı sürece” anlatılmaya değer bulunmamıştır. Oyun oynayan, ana babalarıyla çatışan, korkan ya da yanlışlar yapan çocuklara destanlarda, masallarda, halk hikâyelerinde rastlanmaz.

18. yüzyılda şair Nabi’nin oğluna öğüt vermek amacıyla yazdığı Hayriyye de Sümbülzade Vehbi’nin Nabi’ye nazire olarak yazdığı Lütfiyye adlı öğüt kitabı dil bakımından çocuklara uygun değildir. Türk çocuk yazınının başlangıç örnekleri olarak Ahmet Mithat’ın (1844- 1912) Hace-i Evvel ve Kıssadan Hisse (1871) adlı kitaplarını göstermek doğru olur. Hace-i Evvel, aritmetik, coğrafya, doğa bilgileri içerir; Kıssadan Hisse ise “sabırsızlık”, “eşek şakası”, “az tamah çok ziyan getirir”, “iki tilki” gibi fabl türünde kısa öyküler içerir. İki kitap da yalnızca çocukların okuması için yazılmıştır (Alpay, 2013:168). Bu iki kitabı dışarıda tutarsak, Tanzimat dönemi Türk yazınında çocuk karakterlerin tümü ‘yeni yetme’dir. Onlar, çocukları erken yaşta evlendirmemek gerekir savını güçlendirmek amacıyla geliştirilmiş karton kahramanlardır. Meşrutiyet döneminde Recaizade Mahmut Ekrem’in oğlu Nijad’a yazdığı şiirden de Nijad’a dair bir şey öğrenemeyiz; şiirde yalnızca şairin çektiği evlat acısı vardır (Aydın, 1997: 34-35). Tevfik Fikret’in 1914’te Şermin adlı şiir kitabı yayımlanmıştır (Zengin; Zengin, 2007:115). Şermin, Türk edebiyatında çocuğu özgürce kavrayabilen, çocuğun dünyasına yaklaşmayı başarabilen ilk kitaplardan biri olmayı başarmıştır.

7

Cumhuriyetin ilk dönemlerinde savaştan çıkan bir ülkenin yazarları ve şairleri, çocuklar için manzumeler yazmışlardır. Bu manzumelerde Anadolu, Anadolu insanı, Kurtuluş Savaşı gibi konular seçilmiştir. Bu metinler, şiddetin içinden çıkıp gelmiş ya da savaşın yeniden başlayabileceği korkusu ile dolu, yeni kurulan ülke için her gün canla başla çalışması gerektiğini düşünen “yetişkine benzer çocuklar” için yazılmıştır.

1936’da Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu’nun çabalarıyla pek çok çeviri kitap yayımlanır. Dünya yazınından yapılan çeviriler, çocukların evrensel değerlerle tanışması ve özdeşim kurması bakımından değerlidir. Bunun yanı sıra cumhuriyetin ilk dönemlerinde, çocukların ulusal ve geleneksel kültürle de buluşması için kitap çalışmaları yapılmaya başlanmıştır. Naki Tezel ‘Çocuk Masalları’nı (1943), Eflatun Cem Güney ‘Dertli Kaval’ı (1945), Nar Tanesi’ni (1946), ‘Bir Varmış Bir Yokmuş’u (1956), ‘Dede Korkut Masalları’nı ( 1958) hazırlayıp yayımlar. 1960’larda çocuk yazını için yapılan girişimler yalnız resmi kurumlar değil özel yayınevleri tarafından da desteklenmeye başlar. 1964 yılında Doğan Kardeş Yayınları çocuk romanı yarışması açmış; bu yarışmada Mehmet Şeyda’nın ‘Bir Gün Büyüyeceksin’ romanı birinci olmuştur. Bu yarışmanın öncesinde ve sonrasında da Doğan Kardeş Yayınları çok sayıda çocuk kitabını yayımlamış, çocukların kitap sevgisini ve okuma alışkanlığını beslemiştir. 1970’de Milliyet Yayınları da küçük boy ciltli çocuk kitapları dizileriyle çocuk yazınına ivme kazandırmıştır ( Zengin; Zengin, 2007: 116).

Türkiye’de ilk resimli çocuk kitabı 1964’te Mıstık (Mustafa Eremektar) tarafından yazılıp resimlenen Tembel Karakaçan adlı öykü kitabıdır. Bundan sonra Nuri Abaç, Nevzat Akoral, Abidin Dino, Mürşide İçmeli, Kayhan Keskinok, Orhan Peker, Adnan Turani vd. Çocuk kitaplarını resimlemeye başlamışlardır. Örneğin Orhan Peker, Çetin Öner’in Gülibik’ini; Nezihe Meriç’in Alagün Çocukları’nı resimlemiştir (Kaya, 2011). 1966’da Va-nu kısaltması ile tanınan Vala Nurettin, karısı Nihal Karamağralı ile birlikte yazdığı Korkusuz Murat adlı romanıyla 1964 yılında Doğan Kardeş çocuk romanları yarışmasında, ikincilik ödülünü almıştır. Nazım Hikmet, çocuklar için yazdığı Sevdalı Bulut’u 1968’de yayımlamıştır(Alpay, 2013: 169).

1970’lerde Türk çocuk yazını için bir milat yaşanır: Gülten Dayıoğlu Fadiş’i yazar. Bu yapıttan sonra Türk çocuk yazını; birey olduğunu fark eden, özgür, duyarlı, sevgi dolu, evrensel değerleri yücelten, meraklı çocukları anlatmaya başlar.

Dünyada ve Türkiye’de Çocuklar İçin Süreli Yayınlar Çocuk dergileriyle ilgilenen çocukların derslerine ilgisinin azalacağı düşüncesinin

oranı, ülkemizde hala yüksektir. Oysa çocukların süreli yayınları izlemesinin çok sayıda yararı vardır: Çocuklar, süreli yayınları okuyarak düşünmeyi ve beğenmeyi alışkanlığa dönüştürürler. Güncel olayları dergilerde izleyen çocuklar, farklı konulara ilgi duyar, yazmaya çizmeye istekli olur, söz varlığını geliştirir ve tanımadığı akranlarıyla dolaylı ve doğrudan iletişim kurar (Yılar 2010: 48).

Ülkü Tamer (akt. Onur, 2008: 192) “Bizde genellikle çocuk yayınları küçümsenir. Kitaplarda da süreli yayınlarda da böyledir bu. ‘Çocuk işte’ denilip geçilir. Büyükler için yapılan yayınlara gösterilen özen onlara gösterilmez (…). Oysa çocuklar için belki daha fazla özen göstermek gerekiyor. İleride okur olacaklar. Onlara okuma sevgisi aşılamak yetmez. İyi okur olmalarını da sağlanmak zorundayız” der. Liz Rosenberg Bir Çocuğun Lirik Kitabı’nın önsözünde “Eğer bütün Noel yıllıklarını, okul süreli yayınlarını ve özellikle çocuklar düşünülerek yazılan dizeleri içinde barındıran dergileri tamamen satın alabilseydim, onları herkesin gözü önünde yakardım. Hem de bunu kendi ellerimle yapardım... Yanlış anlayışa göre, çocuklar gençlerden daha iyi olmadığı için onlara çer-çöp benzeri şiirler yazılmasına izin vardır. Bugünlerde, çocuk şiirlerindeki artışa rağmen, bunların ne kadarı gerçek şiir olarak kabul edilebilir?” diye sorar. Çocuk yazını

8

kapsamında olan çocuk süreli yayınlarına özen gösterilmeli ve çocuk eğitimi bağlamında bu dergilerinin sayısının ve niteliğinin artırılması yönünde çaba göstermek gerekir.

Dergiciliğin tarihi, bilim tarihiyle iç içedir. İlk dergi 1665 yılında ‘Journal de Scavant’ adıyla Fransa’da yayımlanmıştır. İlk dergiler bilimsel niteliklidir, temel amaçları farklı yerlerde yaşayan bilim adamları arasındaki ilişki kurmaktır. Avrupa’daki ilk çocuk dergileri, derginin icadından yüz yıl sonra ortaya çıkar. İlk çocuk dergileri etik değerleri yücelten, öğretici dergilerdir. 1722 yılında Leipzig’de yayınlanan ‘Leipziger Wochenblatt für Kinder’ çocuk dergiciliğinin ilk örneği olarak kabul edilir. Bu ilk derginin içeriğini öyküler, fabllar, doğa yasalar, mektuplar, oyunlar oluşturur. John Newbery tarafından 1751’de çıkarılan The Lilipution Magazine resimli dergi İngiltere’nin ilk çocuk dergisi olarak karşımıza çıkar. Bu dergide bilmeceler, şiirler, öyküler, fıkralar yer alır. 1788’de Juvelle Magazina adıyla yayımlanan başka bir İngiliz çocuk dergisi de döneminde çok okunup izlenmiştir. 1824’te yayımlanmaya başlayan The Child’s Companion ise 100 yıl çıkmayı başaran bir çocuk dergisi olarak özel bir konumdadır ( Yılar, 2010: 48).

Cüneyd Okay (1999)’ın Eski Harfli Çocuk Dergileri adlı çalışmasında 1869’dan 1928’e dek Türkiye’de yayımlanmış çocuk dergilerinin bibliyografyası ve dergilerini tanıtılmıştır. Bu çalışma kapsamında öne çıkan dergileri, diğer ilgili alan yazınla destekleyerek ele alalım:

İlk Osmanlı çocuk dergisi olan Mümeyyiz Sıtkı Bey tarafından haftalık olarak kırk dokuz sayı çıkmıştır. İlk sayısı 1869 tarihli olan Mümeyyiz 49 sayı çıkmış, daha çok rüştiye çocuklarına hitap etmiştir. İçeriğinde öyküler, haberler, şiirler, eğitsel yazılar bulunan, her sayısı biçim ve içerik açısından özenli olan bu dergi, yanlış eğitim yöntemlerini eleştirmiş, eğitime yeni yaklaşımlar sunmuştur. Osmanlı’nın ilk çocuk ve eğitim dergisi olarak kabul edilebilecek olan Mümeyyiz, dayaktan başlayarak pek çok yanlış eğitim uygulamasını eleştirmiştir. Dili yalındır, anlaşılırdır; çünkü amaç çocuklara kolayca ulaşmaktır. Sıtkı Efendi tarafından çıkarılan bu dergi, haftalık ve her sayısı ayrı renkte tasarlanmıştır (Yılar, 2010: 49; Onur, 2008: 192).

İlk sayısı 1876’da yayımlanan Arkadaş, Mehmet Şemsettin tarafından çıkarılmıştır. Arkadaş dergisinde hayvanlar, teknolojik araçlar tanıtılır, Osmanlı’dan ve Avrupa’dan haberler verilir. Avrupa’daki yeni gelişmeleri izlemesi ve bunları çocuklara yansıtması bakımından Arkadaş, biçimiyle de içeriğiyle de 19. yüzyılın Batılı anlamdaki ilk çocuk dergisidir.

1880’de yayımlanmaya başlayan Bahçe çağdaş bir görünümdedir. Bilim kadar yazına da değer vermiş, eğlendirirken öğretmeyi başarmıştır. Çocukların daha fazla dergi okumaları düşüncesiyle Bahçe’nin fiyatı 40 paradan 20 paraya indirilmiş ve dergiye bir daha zam yapılmamıştır.

Çocuklara Kıraat 1881’de çocuklara dikiş nakış, örgü biçki yapmayı öğretmeyi amaçlayan, resim ağırlıklı bir dergi olarak yayın hayatına başlamıştır. Avrupa kentlerini, eğitim sistemini; dünyanın farklı bölgelerindeki önemli yapıları tanıtmayı öncelemiş, eğitici ve öğretici yazılara da yer vermiş olan bu dergi, resmi uyarı alır. Uyarı almasının nedeni insan ve hayvan resimlerine yer vermesidir. Bir süre sonra, bütünüyle kapatılır.

II. Abdülhamit döneminin baskıcı idaresinden çocuk dergileri önemli ölçüde etkilenmiştir. Çocuklara Ta’lim dergisi padişaha övgüler yağdıran bir dergi olup çıkmıştır. Çocuklara Mahsus Gazete’nin padişah sevgisini söze döküş biçimi akla durgunluk verecek canlılıktadır. Oysa istibdat öncesindeki Mümeyyiz, Sadakat, Etfal ve Arkadaş dergilerinde bu gibi şeylere rastlanmaz. İstibdat sürecinde yazık ki çocuk dergileri, yetişkin gazete ve dergilerinde olduğu gibi padişaha dualarla başlayıp teşekkürle bitmiştir (Kür, 2011: 108-109). II.Meşrutiyet’in ilanından (1908)sonra çocuk dergileri özgürleşir. Çocuk hakları,

9

kadın hakları ve insan hakları çocuk dergilerinde açıkça konu edilmeye başlanır (Kür, 2011: 110).

1896’da yayımlanmaya başlanan Numune-i Terakki, Cumhuriyet döneminden itibaren yaygınlaşmaya başlayan sınıf dergilerinin öncüsü gibidir. Öğrencilere, derslerinde yardım etmek amaçlanır. Dolayısıyla derginin içeriği yalnızca bilgidir; öznel yazılara, yazınsal metinlere, karikatürlere ve resimlere yer verilmez.

Çocuklara Mahsus Gazete, 1896’dan 1908’e dek yayımlanan Osmanlı’nın en uzun süreli çocuk dergisidir. Dergide Avrupa dergilerinden alınmış nitelikli resimlere, öğretici yazılara, şiirlere, çevirilere, dünya kentlerinin tanıtımlarına yer verilmiştir. Ayrıca dergi, ilk kez bir çocuk oyununu yayımlamıştır (Namus ve Zaruret: Charles Lauren. Çev. Selanikli İsmail Ata) Dergi, zaman zaman çalar saat, çeyrek altın lira gibi promosyonlar da vermiştir.

Çocuk Bahçesi’nin ilk sayısı, Selanik’te 1905’te yayımlanır. Bu dergide Mehmed Emin Yurdakul, Tevfik Fikret, Rıza Tevfik, Hüseyin Cahit Yalçın, Celal Sahir Erozan da yazar. Fakat bu kişiler “sakıncalı” sayıldığından derginin kapatılması emri verilir. Dergi, okullardan haberler vermesi, eğlenceli yazılara ve dikkat çekici eğitsel etkinliklere yer vermesi nedeniyle değerlidir.

İlk sayısı 1914’te çıkan Mini Mini adlı dergi, okurlarına telefon, yağlıboya tablo, kolonya, kartpostal gibi armağanlar dağıtmıştır. Bu armağanlar Osmanlı’nın çağdaş Avrupa uygarlığına yönelmek istediğinin bir göstergesi gibidir (Onur, 2008: 189).

Okay’ın Eski Harfli Çocuk Dergileri adlı çalışmasında olumsuz örnek oluşturabilecek dergilere de rastlanır. Örneğin Balkan savaşlarının çıktığı yıllarda bazı dergiler çocuk yaştaki okurlarına düşmanlık ve intikam duyguları aşılamaktan çekinmemektedir. Talebe Defteri (1913- 1915) onlardan biridir. 1913’te yayımlanan dergilerden Çocuk Duygusu’nda Türk Oyunu adında şöyle bir oyun tarifi vardır:

“Oynayacak çocuklar bir araya toplanır. Çocuklardan birisi sorar: - Arkadaş sen kimsin? Öndeki cevap verir:- Ben bir Türküm. Nereye gidiyorsun?- Düşmanlarımla harp etmeye gidiyorum ya gazi olacağım ya şehid.- Biz de Türküz. Bizi de al! Oyunun ilerleyen kısımlarında beraberce harp edilir (N: 10, 8 Ağustos 1329/ 21 Ağustos 1913)”.

1869-1913-14 yılları arasında yayımlanmış olan çocuk dergilerinde onlara Bey, Beyefendi gibi sözcüklerle hitap edilir. Bu dergilerde çocuklara geleceğin yetişkinleri olarak bakılır; ülke haberlerinden, sorunları açıkça yansıtılırdı. Çocukları memleket sorunlarıyla ilgilenmeye erken yaşlarda alıştırmak amacı neredeyse tüm çocuk dergilerinde vardı ( Kür, 2011: 108).

1923’te çıkan Çıtı Pıtı dergisi çocukları yazmaya özendiren bir dergi olarak önemlidir. 1926 yılında çıkmaya başlayan Gürbüz Türk Çocuğu dergisi ise sağlığa vurgu yapan bir dergi olarak öne çıkar.

Cumhuriyet döneminde, özellikle 1928 Harf Devrimi’nden sonra çocuk dergi sayısı artsa da çoğunun ömrü kısadır: Çocuk Sesi (1928); Afacan Arkadaş (1928); Mektepli (1928); Çocuk ve Rüya (1928); Yavru Türk (1930). Cumhuriyet döneminde çocuk dergiciliği kurumsal olarak da önemsenmeye başlanır. Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu tarafından Çocuk Esirgeme Kurumu Çocuk Dergisi (1936- 1948) ile Çocuk ve Yuva dergisi çıkarılır ( Zengin; Zengin, 2007: 116).

1928-1945 yılları arasında 23 çocuk dergisi yayımlanır. Cumhuriyet aydınlarından ve 1957- 60 döneminde milletvekili olan M. Faruk Gürtuna, Çocuk Sesi (1923), Afacan ( 1934), Gelincik (1936) ve Çocuk Gözü (1945) dergilerinin yayıncısı olmuştur. Gürtuna, dergilerinde kendi masal ve şiirlerine de yer verir (Alpay, 2013: 174). Bu tavır, cumhuriyet aydınlarının çocuk eğitimine ve gelişimine ne ölçüde değer verdiğinin bir kanıtı niteliğindedir.

10

1940’lardan sonra kısa zamanda en çok tanınan çocuk dergileri Çocuk Haftası (1943) ve Doğan Kardeş (1945)’tir. 1950’den 1960’a kadar 51 çocuk dergisi çıkmıştır; bunlardan 33’ü çizgi romandır (Yıldırım, 2006: 24). Türkiye’deki çocuk dergiciliği, dünyadan da etkilenerek yerini çizgi romana bırakmaya başlamıştır. Türkiye’deki ilk çizgi roman ‘Çocuk Dünyası’ dergisinin ‘Kara Maske’ ekidir (Çelepoğlu, 2010: 125).

1979’da Diyanet Çocuk, 1981’de Türkiye Çocuk, 1982’de Milliyet Çocuk, 1983’te Şeker Çocuk, 1989’da Vakıf Çocuk gibi dergiler yayımlanmaya başlamıştır (Alpay, 2013: 175). Ülkü Tamer’in yönettiği Milliyet Çocuk, 1970 öncesindeki Doğan Kardeş dergisinin yazınsal olma tutkusunu, diri tutmayı amaçlamıştır.

Doğan Kardeş dergisi, sürdürdüğü özgün yayın politikası, çağdaş Türkiye’nin çocukluğuna ve çağdaş Türk çocuk yazınına sunduğu katkılar nedeniyle etraflıca betimlenmeli ve tartışılmalıdır.

Çağdaş Türkiye’nin Çocukluğu: Doğan Kardeş Dergisi Sedat Sever Çocuk ve Edebiyat adlı kitabında şunları söyler:

“Çağdaş bir toplumun duyarlı ve etkin bir üyesi olabilmek, bireyin tüm duyu ve

düşünceleriyle yaşadığı evreni algılamasını gerektirir. Bir resme bakmak, bir sergiyi

gezmek, bir dans gösterisini izlemek ya da bir roman, bir şiir, bir öykü okumak; kişiyi,

dünyaya sanatçı gözüyle bakan bir duyarlık ile tanıştırır. Sanatsal iletilerle etkileşimi

yoğunlaşan birey ise, duygu ve düşünce boyutuyla yetkinleşmeye, tepkilerini

bilinçlendirmeye yönelir(...) Sanatın bireysel ve toplumsal işlevlerinden etkilice

yararlanılabilmesi için, kişilerin erken çocukluk dönemiyle birlikte, anlam evrenlerine

uygun görsel, işitsel ve dilsel iletilerle beslenmesi gerekir(2003: 12)”.

Çocukların sanatla iç içe büyümelerini sağlamak için onların düzeyine uygun nitelikli

kültür sanat dergilerinin sayısını artırmak gerekir. Kültür sanat dergilerinde yer alan

haberlerle etkileşen çocuk, sanatla ve kültürle beslenmek için kendisine güvenilir yol

göstericiler bulacaktır.

Kazım Taşkent’in kuruculuğunu, Vedat Nedim Tör’ün yönetimini üstlendiği Doğan Kardeş çocuk dergisi, Yapı Kredi Bankası’nın desteğiyle 1945 yılında yayımlanmaya başlar. Önce aylık, daha sonra haftalık olarak çıkan Doğan Kardeş, çocuk kitapları yayımcılığının gelişmesine, birçok tanınmış çizerin yetişmesine önayak olmuştur. Dergi, Selma Emiroğlu, Gevher Bozkurt, Altan Erbulak, Yalçın Çetin, Güngör Kabakçıoğlu, Mıstık (Mustafa Eremektar), Emine Bora gibi çok sayıda çizerin meslek yaşamlarının ilk adımlarına ev sahipliği yapmıştır (Kaya, 2011: 113-114). Ahmet Kutsi Tecer ve Ümit Yaşar Oğuzcan’ın şiirlerine; Akşit Göktürk ve Tomris Uyar’ın çevirilerine; henüz çocuk ya da ilk gençlik yıllarında olan Nezihe Araz’ın, Gülten Dayıoğlu’nun, Erhan Bener’in, Aziz Nesin’in, Muzaffer İzgü’nün, İpek Erdem’in, Pınar Kür’ün, Talat Halman’ın yazılarına yer veren Doğan Kardeş, Türkiye’nin yazın dünyasına önemli katkılar sağlamıştır. Derginin okurları olan Suna Kan, İdil Biret, Ayşegül Sarıca, Mayda Arkan, Doğan Kardeş müsamerelerinde çocuk yaşta konserler vermişlerdir.

1950’de Türkiye’nin ilk çocuk sinemasının hizmete sunulması, 1957 yılında Doğan Kardeş dergisi ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın işbirliğiyle ilk kez ilkokullar arası kompozisyon yarışmasının düzenlenmesi, 1964’te Yapı Kredi’nin 20. Kuruluş yıldönümü nedeniyle ‘Doğan Kardeş Çocuk Romanı Armağanı” adı altında ilk çocuk romanı yazma yarışmasının yapılması, 1991’de dünyada ve ülkemizde ilk kez çocuk kurultayının düzenlenmesi Doğan Kardeş’i bir tür okul olarak görmemizi sağlar (Günaydın, 2005). Bu okul, sevilerek izlenen bir okuldur. Doğan Kardeş’e yazdıkları mektupları yayımlanan geleceğin ünlü

11

sanatçılarından bazıları şunlardır: İdil Biret, Suna Kan, Sevin Okyay, Oya Baydar, Altan Erbulak, Müjdat Gezen, Pınar Kür, Halit Refiğ...

Doğan Kardeş, çıktığı ilk sayıdan itibaren yaratıcı, sanata ve bilime değer veren çalışkan, yenilikçi bir çocuk modeli yaratmayı amaçlamıştır. Derginin düzenlediği müsamerelerle piyano ve keman çalan çocuklar, yarışmalarla resim yapan, şiir ve öykü yazan çocuklar öne çıkarılmıştır. “Sanatta üretkenlik” bir söz olarak kalmamış, bu kavram, çocuklara yaşıtlarının çalışmalarından örnekler gösterilerek kazanılmış bir değer haline getirilmiştir (Günaydın, 2005:16).

Doğan Kardeş’in 1945’ten 1978’e dek süren yayın hayatı, derginin Türkiye’nin siyasi tarihine ışık tutması bakımından da değerlidir. Türkiye’nin tek partili dönemden çok partili hayata geçiş süreci, Celal Bayar’ın cumhurbaşkanlığı, Kore Savaşı, 1960 ihtilali, Kıbrıs sorunu, İran-Irak savaşı ile ilgili yazılar dergi sayfalarına yansır. Çocuklar sanata ve bilime yönlendirilip sağlık, eğitim gibi konularda bilinçlendirilirken, onların dönemin değerlerine ve ülke politikasına yakın tutulması da amaçlanır, gündeme ilişkin bakış açıları çocuklara yansıtılır (Söğüt, 2003).

Doğan 1945’te 26,5x20 boyutlu ön ve arka kapak renkli, 20 sayfa olarak çıkmaya başlamıştır. 1960’da 17,5 x25 boyutlu birinci hamur kâğıda, 32 sayfa olarak basılıp yoluna devam etmiştir. 1960’lardan sonra Doğan Kardeş dergisinde giderek kalitesiz çizgi romanlar yayımlanmaya başlanmış, dergi eski özenli çizgisinden çıkarılmıştır. Dergi 1978’de kapanmıştır; 1988’de yeniden yayımlanmaya başlasa da, Doğan Kardeş artık bir sanat-kültür dergisinden çok bir çizgi roman dergisi olmuştur.

Üretim odaklı, sanatsever, bilime saygı duyan bir çocuğu yetiştirmeyi amaçlayan “Doğan Kardeş” dergisini anlatabilmek için Vedat Nedim Tör’ün dergiden henüz ayrılmadığı; sanat, bilim ve genel kültürün dergiye hâkim olduğu 1963-1964’e kadar çıkan sayılardan söz etmek gerekir.

“Dergi, sayfalarında kentli çocuğu ve modern yaşamı anlamaya çalışmaktadır. Köyde yaşayan çocuğa yönelik yayın yapmayı düşünmediği görülmektedir. Sadece kentte yaşayan çocuk köye gezmeye gider ve oradaki yaşamı tanır ( Yıldırım, 2006: 133)”.

Doğan Kardeş dergisi, bazı araştırmacılar tarafından kentli ve batılı çocuğu modellediği yönünde eleştirilmiştir (Yıldırım, 2006; Günaydın, 2005; Arzuk, 2007). Türkiye’de, cumhuriyetle birlikte yükselen “aydınlanmacı” düşüncenin bir devamı niteliğinde olmak yönünde eleştirilen Doğan Kardeş dergisinin köylü olan çocuğu modellemesi o dönemin ruhu itibariyle tartışılacak bir seçim bile değildir. Çocukları şehrin değerleriyle donatmak, bugünkü köyleri de kentli değerlerle donatmayı uygarlık saydığımız bir biliş biçimine denk gelir. Yoksulluğun, kaba saba ilişkilerin, bedensel çalışmanın, çocukluğun inkârının egemen bir alan olduğu köy yaşamına karşı Aydınlanma’dan gelen kentsel değerleri koymak bütünüyle eleştiri konusu olamaz. Çocuklar aydınlanmacı düşünürlerin görüşleri ve etkileriyle birlikte kölelikten ve şiddetten; içgüdüsel biçimde sevilip hiçbir hakkı olmaksızın ailesinin istekleri doğrultusunda yaşamaya zorunlu tutulmaktan kurtulmuşlardır. Kentler hala medeniyetin doğduğu ve büyüdüğü yerlerdir. Sanat, bilim ve spor Antik Yunan’dan bu yana her zaman kentlerde büyümüş, çeşitlenmiştir. Sanat varlığını ve değerini kentte kazanır. Dergi ve gazeteler, kentin ve kentlinin vazgeçilmez bir parçasıdır. Bu yüzden Doğan Kardeş’in tiyatro, resim, müzikten söz ederken kent odaklı olması doğaldır. Öte yandan Doğan Kardeş dergisinde yıllar boyu masallara, efsanelere, halk hikâyelerine, karagöze geniş yer ayrılmış, böylece yerel değerler ve geleneksel sanat çağdaş kent kültürüne eklemlenmiştir.

Aydınlanma düşüncesi Avrupa’da doğmuş, Avrupa’dan da tüm dünyaya yayılmıştır. Çocuklar aydınlanmacı düşünürlerin görüşleri ve etkileriyle birlikte kölelikten ve şiddetten; içgüdüsel biçimde sevilip hiçbir hakkı olmaksızın ailesinin istekleri

12

doğrultusunda yaşamaya zorunlu tutulmaktan kurtulmuşlardır. Kentler hala medeniyetin doğduğu ve büyüdüğü yerlerdir. Sanat, bilim ve spor Antik Yunan’dan bu yana her zaman kentlerde büyümüş, çeşitlenmiştir. Sanat varlığını ve değerini kentte kazanır. Dergi ve gazeteler, kentin ve kentlinin vazgeçilmez bir parçasıdır. Bu yüzden Doğan Kardeş’in tiyatro, resim, müzikten söz ederken kent odaklı olması doğaldır. Öte yandan Doğan Kardeş dergisinde yıllar boyu masallara, efsanelere, halk hikâyelerine, karagöze geniş yer ayrılmış, böylece yerel değerler ve geleneksel sanat çağdaş kent kültürüne eklemlenmiştir.

Çevresine çok sayıda çocuk okur toplayan Doğan Kardeş, içerdiği denemeler, masallar, gezi yazıları, şiirler, konser yazıları, resim ve heykel yazıları, bahçe ve ev oyunları tanıtımları, genel kültürü artırıcı bilgilendirici makalelerle çocuklar için bir sanat ve kültür okulu olmayı başarmıştır.

Doğan Kardeş dergisinin içeriği ve değeri; 1940’lı, 50’li ve 60’lı yıllarında yayımlanmış sayılarından rastlantısal olarak seçilen metinlerle desteklenerek aşağıdaki başlıklar altında betimlenmiştir.

a- Kişisel Gelişim Desteği Çocuk dergilerinin doğal olarak çocuk eğitimine duyarlı olması beklenir. Çocuk

dergilerinde, okuru örseleyen, ötekileştiren tek bir durumun bile olmaması gerekir. Çocuklar, okudukları dergide kendilerini bulmalı, akranlarının etkinlikleriyle karşılaşmalı, kişisel sorunlarına çözümler bulabilecek ipuçları yakalamalıdır. Başarılı bir çocuk dergisi, okuru ile ilişkilerini her zaman içtenlikli ve uyumlu tutmalıdır.

Çocuğu, birey olarak gören Doğan Kardeş dergisi, çocuk okurlarının mektuplarını kabul eder. Bu mektuplar Doğan Kardeş’in önemli bir kaynağını oluşturur. Çocuklar, Doğan Kardeş’e yazdıkları mektuplarında kendileri için önemli olan sorunlarını ve beklentilerini anlatırlar. Dergi, çocuklara kulak verir; onların sorunlarını küçümsemez. Bu tavır, derginin önemli bir rehberlik işini üstlendiğini gösterir. Çocuklar, ailelerine söyleyemediklerini, öğretmenleri ile paylaşamadıklarını Doğan Kardeş’e yazarlar. Dergi yazarları da onlara içtenlikle, sağduyuyla arka çıkar, gerektiğinde onları uyarır ve ruhsal açıdan korur.

Doğan Kardeş’in okuruna sunduğu kişisel gelişim hizmetleri 1945 yılındaki ilk sayılarda Allo Allo Ayşe Abla bölümüyle başlar. Bu bölümde okurlardan gelen mektuplara yanıtlar verilir. O yıllarda Ankara Radyosu’nda çalışan ve asıl adı Neriman Hızır olan Ayşe Abla’nın Doğan Kardeş okurlarına yanıtları, bilgelik ve içtenlik doludur. Ayşe Abla, yalnızca okur mektuplarına yanıt vermez, dergiye aynı zamanda masal ve gezi yazıları da yazar.

1945’in henüz üçüncü sayısındaki bir kız çocuğunun Ayşe Abla’ya mektubu ilgi çekicidir. Derginin düzenlediği resim yarışmasına katılmak isteyen çocuk, anne babasının ona “ressam” lakabı takmasına dertlenmiştir. Rezan takma adını kullanarak Doğan Kardeş’e mektup yazar. Takma adla mektup yazdığını ve ailesiyle yaşadığı küçük sorunu açıklıkla dile getirir. Ayşe Abla’nın yanıtı şöyle:

“Allo! Allo! İstanbul, Rezan... Bir defa kendi ismini kullanmamakla sahiden ayıp ettin... Ama bunu açıkça

söylemekle de ayıbını hafiflettin... Bir daha sefere mektuplarına kendi adını yazarsan daha samimi davranmış olursun... Ben, isteseydin adını açığa vurmazdım... Utanmak meselesine gelince: İnsan annesinin babasının ona biraz takılmasından korkar, utanır mı hiç? Onlar, seninle “Ressam” diye alay ederken, sen emin ol ki, senin de istidadınla adeta iftihar ediyorlardır. Bırak canları isterse, sana biraz takılsınlar, ne çıkar? Bunda darılıp üzülecek, utanıp korkacak ne var?

Resimleri sergiye göndermek meselesine gelince, ne duruyorsun evladım, göndermek istediklerini hemen bir zarfa koy, hem madem ki, İstanbul’da oturuyorsun, kalk git istersen onları Doğan Kardeş’in adresine kendi elinle teslim et... Hele onlar sergide bir derece kazansın, ismin gazetelerde yazılsın, resimlerin yabancı memleketlerde sergilere

13

konup halka gösterilsin, bak bakalım o zaman kimse seninle alay edebilecek mi? ( Doğan Kardeş, 1945, Sayı 3, Sayfa 3)”.

Ayşe Abla’nın Rezan’a yanıtında; her zaman doğruları söylemek, esnek olmak, kendine güven duymak sezdirilmiştir. Bu öneriler bugün için de geçerliğini korumaktadır.

Ayşe Abla bir başka okurunun “Hangi yabancı dili öğrenmeliyim?” sorusunu yanıtlar: “Allo! Allo! İstanbul, Emel Uzgör, Fransızca, İngilizce, Almanca, hangisi olursa olsun birini öğren kızım. Hangisini

öğrenmek daha faydalıdır diye soruyorsun... Her dil faydalıdır. Zaten asıl faydalı olan şey şu veya bu dil değil, bir yabancı dil öğrenmektir. Okulda hangi dil sınıfında olursan ol, ona iyi çalış ve hakkıyla öğrenmeye uğraş (...) Emel Uzgör senin sorun üzerine aklıma bir şey geldi ama onu yalnız sana değil, Doğan Kardeş’in bütün kardeşlerine söyleyeceğim...

Allo! Allo! Doğan Kardeş’in kardeşleri! Şu son zamanlarda, sokaklarda, sinemalarda falan, gözüme, daha doğrusu kulağıma

sık sık çarpan bir şey oluyor. İngilizce bilmediklerinden yüzde yüz emin olduğum bir çok çocukların ağzında bir yığın yes, no ve ona benzer bir çok İngilizce kelime. Hem de kendilerini etraflarına duyurmak sevdasıyla yüksek sesle sarf edilen kelimeler... Bu bana bir az acayip bir gösteriş gibi geliyor. Hem de çok yersiz bir gösteriş. Siz ne dersiniz?..

Ben, şöyle diyorum: Bir yabancı dil bilmek faydalıdır, lüzumludur. Hatta güzel bir şeydir. Fakat ne gösteriş yapılmaya değer bir maharettir, ne de bilmekle öğünülecek bir şey. Yabancı dil bilen kimseler, eğer bununla öğünürlerse, bu ayıp bir şey olur.

Tekrar ediyorum çocuklar, bir yabancı dil öğrenin, hem de mutlaka öğrenin, ama onu sokaklarda, yüksek sesle kullanarak (affedersiniz) caka satmak için değil, bilginizi genişletmek yolunda faydalanmak için öğrenin! ( Doğan Kardeş, 1945, Sayı 5, Sayfa 3)”.

Ayşe Abla, yanıtında yabancı dil öğrenmenin değerini vurgularken dil duyarlığını ve görgü kuralları da hatırlatılır. Ayşe Abla’nın biçemi öğreticidir; ama bu onun dili çocuğu kendinden soğutma değil, çocuğu kazanma yönündedir.

Doğan Kardeş’in tüm yazılarında kullanılan içtenlikli dil, çocukların dergiye güvenmesine ve dergiyi sevmesini sağlamıştır.

Derginin çocukların kişisel gelişimlerine katkı sağladığını yalnızca okur mektupları göstermez. Doğan Kardeş dergisinde iyi bir alışkanlığı kazandırmak üzere kısa öyküler, masallar anlatılır. Onlardan biri Kurnaz Serçe masalıdır:

“Kediler, neden kahvaltıdan sonra yıkanır, biliyor musunuz? Serçenin biri, yerden arpa taneleri toplarken, bir köşede gizlenen bir kedi onu

yakalamış, tam yiyeceği sırada serçe: - Bu kadar memleket gezdim, hiçbir yerde el, yüz yıkanmadan bir şey yendiğini

görmedim, demiş. Kedi bu sözden utanmış. Serçeyi yere bırakarak, yaladığı eliyle yüzünü silmeğe

başlamış. Serçe de pır deyip havalanmış. İşte o günden beri kediler, önce kahvaltılarını ederler, ondan sonra güzelce elini,

yüzünü yıkarlar (Doğan Kardeş, 1960, Sayı 493, Sayfa 9)”. Bu öyküde serçenin kurtuluşundaki kurnazlıktan çok kediye kazandırdığı temizlik

alışkanlığı öne çıkar. Doğan Kardeş dergisinde iyi alışkanlıklar buyurgan, kuru bir dille değil, yaşama dönük, sezgisel olarak kavranabilen bir dilin esnekliğiyle sunulur.

b-Sanata Duyarlı Çocuklar Yetiştirmek Doğan Kardeş, çocukları sanata yakın tutmaya çalışır. Başta yazın olmak üzere resim,

müzik, karikatür, tiyatro, bale, heykel Doğan Kardeş dergisine uzak değildir. Dergide klasik sanatçı ve yapıtlardan söz edilmekle yetinilmez, dönemin çağdaş sanatıyla da güçlü ilişkiler kurulur. Bunun yanı sıra sanat, Doğan Kardeş dergisinde yalnızca izlenen ve tüketilen bir

14

olgu olarak görülmez. Sanatın üreticisi olmak değerlidir; bu nedenle dergide çocuklar süreğen olarak sanatta üretken kılınmaya güdülenir.

Radyo Çocuk Kulübü köşesinde, çocuk seslendirme sanatçılarının ilgi ve alışkanlıkları, okudukları kitaplar tanıtılır. Radyo’da yaşadıkları ilginç anılara da yer verilir. Rebap Tanal ve Tunçer Birand tanıtılan çocuk seslendirme sanatçılarından ikisidir.

Doğan Kardeş dergisinde Okul Temsilleri köşesinde, çocukların okulda sergileyebilecekleri piyesler bulunur. Sırma Saç’la Üç Ayı, Altın Kaz, Çirkin Ördekçik, Rüzgarla Güneş, Tarla Kuşu ile Yavruları bu piyeslerden bazılarıdır. Vedat Nedim Tör de “Evcilik Oynuyoruz” ve “Yurdumuzu Geziyoruz” gibi okul piyesleri ile bu köşeye katkıda bulunur. Okul Temsilleri bölümünde tiyatro gündelik yaşamın ve eğitim ortamlarının vazgeçilmez bir parçası haline gelsin istenir.

Ah Ne Güzel! köşesinde heykel, resim ve mimarlık yapıtları tanıtılır. Görsel yapıtlara bakmak, onlara değer vermek öğretilir. Örneğin Mona Lisa, Akropolis, Velasquez’in bir tablosu, Apollon başı tanıtılır. Sultanahmet Camii’nin yanına şu açıklama yazılır: Bu eserde, nasıl göklere doğru bir yükseliş var? İnsan, onu seyrederken, ruhunun da yükseldiğini duyuyor (Doğan Kardeş, 1945, Sayı 3, Sayfa 27). Beğeniyi söze dökme biçimiyle, çocuk sanat yapıtına coşkuyla çağrılmaktadır.

Doğan Kardeş dergisinde karikatüre özel bir değer verilir. Selma Emiroğlu Doğan Kardeş’in kapak resimlerini, Cin ile Can’ı, Oya’nın Hikâyesi’ni, Pelikan’la Maymun, Kara Kedi Çetesi’ni çizer. Aynı yıllarda radyoda soprano sanatçısı olarak çalışan Selma Emiroğlu, karikatürlerini dergiye çizerken henüz 18 yaşındadır. Türkiye’nin başarılı çizgi romancılarından Yalçın Çetin, Doğan Kardeş dergisine karikatür gönderen çocuklardandır. Hikmet Duruer 1951’de Doğan Kardeş dergisine Köpekler Adası adında bir çizgi roman hazırlar. Ayrıca dergide sık sık çizgi öykülere yer verilir. Onlardan biri Dev Sanatçı Michelangelo Buonarroti (1960)’dir.

Doğan Kardeş dergisinde çok çeşitli nedenlerle yarışmalar açılır. Bunlardan biri de tasarım yarışmasıdır. Yarışmanın 1948’de yayımlanan 83. sayıdaki duyurusu şöyledir:

“Doğan Kardeş okuyucuları göğüslerine takacak bir rozet istiyorlar. Biz de bunun için bir yarış açıyoruz. En güzel rozeti yapana 50 lira mükafat vereceğiz. Haydi bakalım kendinizi gösterin (Doğan Kardeş, 1948, sayı 83, sayfa 3)”.

Rekabet duygusunu getiren yarışmalar, sanatsal üretimi artırmayı ve üretimlerin daha iyi olması için çabalamayı getirir.

Doğan Kardeş, müziğe sayfalarında özellikle yer ayırır. Örneğin Beethoven’ın yaşamöyküsüne (Doğan Kardeş, 1947, sayı 44, Sayfa 9); Chopin’e (Doğan Kardeş, 1947, Sayı 45, Sayfa 9), Mozar’ta ( Doğan Kardeş, 1945, Sayı 4, Sayfa 31) bir tam sayfa yer vermiştir. Dergi, okurlarına nota ekleri de verir. Onlardan biri Nezihe Tüzer’in Dağlar şarkısının notalarıdır (Doğan Kardeş, 1947, Sayı 43, sayfa 13)”.

1950’de Doğan Kardeş dergisi 8-17 yaş arası okurlarının resimlerini toplayıp Amerika’nın Maryland, İllinois, Colorado ve Virginia eyaletlerindeki müzelerde sergilenmek üzere göndermiştir. Habere göre Virginia Eyaleti Sanat Eğitimi Müdür Sara Joyner “Bunlar şimdiye kadar görmüş olduğum en güzel okul sanatı parçalarıdır” demiş ve Virginia’daki sanat öğretmenlerinin yararlanması için bu sergilenen resimlerin fotoğraflarını istemiştir (Doğan Kardeş, 1950, Sayı 175, Sayfa 2).

Doğan Kardeş, 1951’de ilk çocuk sinemasını açar. Yapı Kredi Bankası’nın Amerika’dan ve İngiltere’den getirttiği ve işletmesini Doğan Kardeş’e verdiği öğretici ve eğlendirici kültür filmleri tatil boyunca Beyoğlu Atlas Sineması’nda gösterilir. Doğan Kardeş dergisinde yalnız sinemaya ve tiyatroya değil, sahne sanatlarından baleye de yer ayrılır. “Bir Bale Gösterisi” adlı yazıda hem bale hem de İstanbul’da sahnelenen bale gösterileri tanıtılır:

15

“Mart ayında İstanbul’da Yeni Tiyatro’da bir bale gösterisi yapıldı. Balerinler güzel müzik parçaları eşliğinde çok güzel danslar yaptılar yabancı ülkelerin halk oyunlarına dayanılarak düzenlenmiş balelerden, bizim kendi halk oyunlarımızdan örnekler gösterdiler. İki tane de konulu, hikâyeli, bale oyunu oynadılar. Hem bu balerinlerin birkaç tanesinden başkası sizin yaşınızda küçük çocuktu (Doğan Kardeş, 1962, Sayı 518; Sayfa 37)”.

Yurt dışından gelen çocuk sanatçıların konserleri de Doğan Kardeş dergisinde iple çekilir. Türkiye’deki çocuklara örnek olması bakımından önem verilir. Viyanalı Sanatkar Çocuklar başlıklı yazı bu duyarlığa örnektir:

“Geçen ay, Avusturya Kültür Ataşeliğinin güzel bir teşebbüsüyle İstanbul’a gelen Viyana Gençler Triosu’nu dinleyebilen kardeşlerimiz çok bahtiyardırlar.

Bilirsiniz ki trio demek piyano, keman, viyolonsel karması üçlü bir müzik topluluğu demektir. Bu Viyana Gençler Triosu’nda piyano çalan erkek çocuk 13, keman çalan erkek çocuk 15, viyolonsel çalan kız da 14 yaşındaydılar. Henüz çocuk denilebilecek yaşlarına rağmen o kadar ustaca çaldılar ki, bütün dinleyicileri hayran bıraktılar (...) ( Doğan Kardeş, 1960, sayı 491, Sayfa 9)”.

Doğan Kardeş, kurulduğu yıldan itibaren okullardan destek alarak müsamereler hazırlar. Birinci Doğan Kardeş Müsameresi Programı 1945 yılının yedinci sayısında ilan edilir:

“Bu yıl, Doğan Kardeş müsamerelerinin birincisi 16 Kasım’da Tepebaşı’ndaki Çocuk Tiyatrosu’nda saat 16.00’da verilecektir.

Program: 1-Birkaç söz (Merak etmeyin, çok kısa olacak!) 2-Piyano Konseri: (İstanbul Konservatuvarı Öğretmenlerinden Bayan Rana Erksan’ın

yetiştirdiği sanatkâr çocuklar tarafından) 3-Balet ve Solo Rakslar: (Bayan Krassa Lidya’nın öğrencileri tarafından.) 4-Akordiyon Konseri: (Bay Arto Benon’un öğrencileri tarafından.) 5-Cemal Nadir Amca ile Selam Emiroğlu abla, size karikatür nasıl yapılır anlatacaklar.

Çok sevdiğiniz Cemal Nadir amca ve Selma Emiroğlu ablayı bu fırsatla görmüş ve tanımış olacaksınız.

6-Zeybek Raksı: Olcay Öncel tarafından. 7-Yüksel Bars’ın Raksları (Doğan Kardeş, 1945, Sayı 7, Sayfa 3)”. Giriş ücretinin 50 kuruş olduğu müsamereden elde edilen gelir, Veremle Mücadele

Cemiyeti’ne verilecektir. Müzik ve dans gösterilerinin yanı sıra bugün “atölye çalışması” diye adlandırılan bir etkinliğe ( Karikatür nasıl yapılır?) yer verildiğini görmek şaşırtıcı ve takdire değerdir.

Doğan Kardeş, 1947’de yayımlanan bir sayısında 1948’de çıkarılan 5245 sayılı Harika Çocuklar Yasası’ndan söz eder:

“Ankara’daki Sevil adlı kardeşimizden şu mektubu aldık: İdil kardeşin adını duymayan kalmadı. Bu İdil 6 yaşında bir kız. Hiç ders almadığı

halde, çok güzel piyano çalıyor! Hem ne çalış. En güç parçaları, bir duyuşta ezberliyor ve hiç unutmadan, falso yapmadan çalıveriyor. İdil aynı zamanda musiki eserler de besteliyor. Şimdiye kadar on beş eser bestelemiş. Bunların notasını Ankara Konservatuarı öğrencilerinden Evlin abla yazıyor! Çünkü İdil daha nota da bilmiyor. Bana, Sinek, Kedilerin Kavgası, Ayasofya’nın Mozaikleri, Bak Cami Sana Ne Getirdim, gibi eserlerini çaldı da şaşakaldım. (...)

Hükümetimiz İdil kardeşi anası ve babası ile birlikte tahsile göndermek için bir kanun hazırlıyor. İdil gibi yüksek istidatlı kardeşlerimizin ilerlemeleri ve millete faydalı

16

olabilmeleri için, böyle bir kanunun çıkmasına Doğan Kardeş’in de çok sevineceğini bildiğimden bu mektubu yazdım ( Doğan Kardeş, 1947, Sayı 43, sayfa 3)”.

Sanata dönük etkinliklerin haberlerinin yanı sıra sanatı ilgilendiren yasaların da dergide yer bulması, sanatın ve sanatçıların her bakımdan desteklenmesi gerektiği düşüncesini erken yaşlarda kazandırmayı sağlar.

c-Çocuklar İçin Yazınsal Metinler

Doğan Kardeş dergisinde yazınsal türlerden özellikle masal, öykü, şiir ve tiyatroya yer

verilir. Süreli yayınlarda kısa metinler daha kullanışlı olduğundan sözü edilen türlerin öne

çıkması doğaldır. Doğan Kardeş Yayınları kurulduktan sonra, dergi romana da yer verir.

Doğan Kardeş Yayınları kitaplarının arasında çok sayıda çeviri ve yerli çocuk romanı yer

alır. Romanın yanı sıra deyimler, sözlükler, anılar, yaşamöyküleri, masal derlemeleri de

basılır. Bu kitaplar, okurlara ayrıca satılmakta; fakat dergide süreğen olarak

tanıtılmaktadır. Hikmet Duruer, “Doğan Kulübünün Dünya Gezisi” adında bir spor romanı

yayımlanır.

Doğan Kardeş süreğen olarak yarışmalar düzenler. 1946 yılında düzenlenen 3. Doğan

Kardeş şiir yarışmasını Nurcan Erkmen Tramvay şiiriyle kazanır. Yarışmada beğenilen

diğer öykülerin yazarlarına, armağan olarak öykü kitabı verilir. Şiir ve öykü yarışmaları

yoluyla çocuklar, kendi yazın dünyalarının etkin kişileri durumuna gelir, bir yazın

gündemine sahip olurlar.

Türkiye’nin en başarılı çevirmenlerinden Nihal Yalaza Taluy, Doğan Kardeş dergisi

için çok sayıda Rus edebiyatından metinler çevirmiştir. Adem Şakar’ın, Enver Esenkova’nın

Selçuk K. Emre’nin, Kalus Eckstein’in, Nahit Tendar’ın çevirdiği öyküler çocukları dünya

edebiyatıyla tanıştırır. Bulgar, Rus, İspanyol, İtalyan, Fransız edebiyatından çok sayıda

çeviri, Doğan Kardeş okurları olan çocukların evrensel kültürü ve sanatı benimsemesini

sağlar.

Evrensel kültüre eklemlenebilecek yerel yazınsal kaynaklar Doğan Kardeş dergisinde

değer görür. Eflatun Cem Güney, halk efsanelerini, masalları, hikâyelerini Doğan Kardeş

dergisinde yayımlar. Karagöz ve Karagözcük köşesinde, çocuklara kişisel gelişim ve genel

kültür olanakları sağlanırken Karagöz, yerli ve bilge bir imgesel kişilik olarak kullanılır.

Doğan Kardeş dergisinde zaman zaman yerli ve yabancı yazarların yaşamöykülerine yer ayrılır. Onlardan biri Ahmet Rasim’dir. “Çocukluğunu Unutamayan Yazar” başlıklı yazıda Ahmet Rasim’in yaşamındaki zorluklar ve nasıl yazar olduğu anlatılır (Doğan Kardeş, 1960, Sayı 491, sayfa 24).

Dergideki genellikle masalların, efsanelerin, öykülerin Ayşe Abla, Fahrünnisa Seden,

Ayhan Doğru, F. Girgin, Hikâyeci Teyze, Ayhan Büker imzalı olduğu görülmektedir.

Kurgusal metinlerde kullanılan dil açık ve gösterişsizdir. Bunun yanı sıra derginin dili

içtenliği ve özenli sözdizimiyle göz alıcıdır. Masallar genellikle hayvanlar; padişahlar ve

çocukları çevresinde gelişir. Efsaneler, köyde ya da modern çağın uzağındaki dönemlerdeki

Anadolu’da yoksul insanların arasında geçmektedir. Öyküler ise macera içerikli geziler ya

da kent odaklı, orta sınıf ailelerin çocukları çevresinde biçimlendirilmiştir. Bu metinlerin

hangi yaş grubuna seslendiği sorusuna verilecek yanıt, bu metinlerin yetişkinler tarafından

okunduğunda bile zevk uyandırabileceği yönündedir. Dolayısıyla Doğan Kardeş dergisi,

içeriğinin yanı sıra diliyle de bir dergiden bekleneceği gibi okur yelpazesini geniş

tutabilmiştir.

17

Doğan Kardeş, şiir konusunda çocuklara diğer yazınsal türler kadar olanak tanımaz.

Dörtlükler ya da uyaklı dizelerden oluşmuş her metni, belki çocuklar yazdığı için şiir sayılıp

yayımlamıştır. Bu nedenle çocuklar genelde arkadaşlık, kedi, oyun, okul gibi tema ve

nesneler üzerine bilindik söz kalıpları ve söz varlığı ile dörtlükler, dizeler yazmışlar, özgün

şiir dizeleri oluşturamamışlardır. Bunun yanı sıra Oya Baydar, Halit Refiğ, Öztürk Serengil

gibi o günün geleceğinin sanatçılarının çocuk yaşta şiirle ilgilendiklerini Doğan Kardeş’in

eski sayılarına bakarak görmek eğlencelidir.

Yazınsal eğitimi önemseyen derginin bir de Dil Köşesi vardır. Bu köşede Eflatun Cem

Güney’in derlediği deyimlere yer verilir. Deyimler sıralandıktan sonra, okurlardan bu

deyimleri tümce içinde kullanmaları istenir.

Doğan Kardeş dergisi çocuklarındır; dergi onların yazılarını yayımlamaya özellikle

gönüllüdür. Yazıların daha nitelikli hale gelmesi için dergi zaman zaman yazılı

yönlendirmelere başvurur. Bugünün popüler eğitim alanlarından olan “yaratıcı yazma”

eğitimi Doğan Kardeş ile çocuk okurları arasında yıllar önce gerçekleştirilmiştir:

“Güzel yazılar yazmaya heveslenen kardeşlerimizin birçoğu hemen hemen aynı konuları seçiyorlar. Böyle olunca da hemen hemen aynı şeyleri tekrarlayıp duruyorlar. Bir günde bakıyorsunuz ‘kedim’ başlıklı 10 yazı birden postadan geliyor. Güzel yazı yazmaya heveslenen kardeşlere tavsiyelerimiz:

1- Artık yazıla yazıla, söylene söylene cıcıkları çıkan konuları rahat bırakınız. 2- İllaki bunlardan birini yazmak istiyorsanız herkesin söylediklerinden başka

şeyler söylemeye çalışınız. Başkalarının söylediklerini tekrarlamak marifet değil. 3- Yazılarınızda sade, özentisiz, yapmacıksız olunuz. Çocuk kalınız, büyükleri

taklit etmeye yeltenmeyiniz. Herkes kendi yaşındaki gibi yazarsa o vakit yazılar güzel olur. Haydi bakalım güzel yazılarınızı bekliyoruz ( Doğan Kardeş, 1962, Sayı 514, Sayfa 3)”. Okurlarının yazılarını yayımlamak isteyen Doğan Kardeş dergisi, yukarıda görüldüğü

gibi özgün ve özenli olmaya davet etmektedir. Doğan Kardeş dergisinde 1962 yılında Karagöz Oynuyoruz adlı bir bölüm açılır. Bu

bölümde Karagöz, oğlu Karagözcük’ün sorunlarını, meraklarını dinler, ona bildiklerini anlatır. Bu bölümde geleneksel Karagöz’den öte Karagöz imgesi vardır. Karagöz bu bölümde bilinenin tersine saf ve kaba değil; ince ve zekidir. Karagöz, çok sayıda bilinen yanlışı düzeltir. Bu yanlışlardan biri de şiiri yanlış seslendirme üzerinedir.

“(...) Karagöz: sadelik yalnız yazıda değil, konuşmada, okumada giyinmede her şeyde

güzeldir. Bazı en basit şeyleri bile yapmacık bir sesle söyleyen var, ne sinir. Şiir okurken de seslerini ezip büzen, yükseltip alçaltan, uzatıp inleyenler var, çok kötü.

Karagözcük: Evet, öğretmenimiz de öyle diyor, babacığım. Güzel şiir okuyan çok az diyor, hepimiz yapmacıklı okuyorsunuz diyor. Şiir okurken sesinizi zorlamayınız, tabii okuyunuz, diyor. Yapmacıklı şiir okumak modası artık geçti, diyor (Doğan Kardeş, 1962, sayı 514, Sayfa 7)”.

Şiir okumaya dönük bu öneriler günümüzde geçerliğini sürdürmektir. Doğan Kardeş dergisi yazınsal metinleri önemsediği kadar onların üretimine destek

olmak, genç yazarlar, şairler yetiştirmek ister. Bugün, yetişkinler için çıkan çok sayıda yazın ve kültür-sanat dergisi bulunmaktadır; ancak çocuklar için bu tür bir dergi yoktur. Bu bilgi, Doğan Kardeş dergisinin yazına ve sanat dünyasına yaptığı katkıları anlamak bakımından değerlidir.

d- Sporla Güçlenmek Doğan Kardeş dergisinde çocuklar çeşitli spor dallarına yönlendirilirler.

18

Beden Terbiyesi ve Spor Mütehassısı Doktor Abbas Sakarya’nın mektubuyla Doğan Kardeş okurlarına yüzme nasıl öğrenilir, şöyle tarif edilir:

“Doğan Kardeş, yüzme öğrenirken şunlara dikkat etmeği sakın unutma: Üşütmek tehlikelidir. Onun için denize iyi havalarda ve suların ılık olduğu zamanlarda

gir. Suda çok kalma. Çıktıktan sonra, sıkı sıkı iyice kurulan. Sakın, ıslak don ve mayo ile kalayım deme.

Yüzmeyi nasıl öğrenmeli? 1- Evvela biraz kumsalda oynayıp hareket et. Vücudun biraz kızışınca, 2- Suya alışmak için dizlerine kadar suya gir. Sonra, 3- Ellerini yere değdirerek suya yüzü koyun yat, ayaklarını aşağı yukarı, sağa sola

oynat. 4- Birkaç gün böyle suda oynadıktan sonra, yüzme bilen amcanla biraz derine

girerek kendini hiç korkmadan seni kalçalarından tutan amcana bırak. O seni yüzüstü suya yatırır, el ve ayaklarını nasıl hareket ettirmen lazım geldiğini söyler. Birkaç gün içerisinde, göreceksin ki, amcan seni tutmadan da, sen kendi kendine dört beş metre yüzebileceksin. (Doğan Kardeş, 1945, sayı 3, Sayfa 24)”

Derginin çıktığı ilk yıl, yüzme yarışması düzenlenmek istenir. Katılım çok düşük olduğundan yarış iptal edilir. Bunun üzerine yüzme ile ilgili bilgiler ve yüzmenin yararları derginin sayılarında anlatılmaya devam edilir. Sonunda ilgi çekilir ve yeterli bir katılımla yüzme yarışmasını gerçekleştirmek mümkün olur. Doğan Kardeş, çocukları sporla tanıştırmaya ve ona alıştırmaya inanmış bir dergidir. Spora ve özellikle yüzmeye güdüleme, zaman zaman yarışma armağanlarına da yansır. 1947’de “Başından geçen en gülünç olayı en güzel biçimde anlatacak olan okur”a bir deniz mayosu verileceği söylenmektedir.

19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı tüm resmi bayramlar gibi Doğan Kardeş dergisinin de gündemindedir. 1947’nin 19 Mayıs’ı dergi kapağında yer alır. Derginin üçüncü sayfasında 19 Mayıs’ın değeri sporla ilişkilendirilerek, etkili bir dile ifade edilir.

“19 Mayıs bayramında, Türkiye’nin her yerinde İdman Şenlikleri yapıldı. Atatürk’ün Samsun’a ayak basması ile başlayan yeni Türkiye’de açık havayı seven, güzel vücutlu olmak isteyen, sağlığının kıymetini bilen, uzun zaman verimle çalışabilmek için kuvvetli ve sağlam olmanın lüzumuna inanan bir gençlik yetişti. Biz de ağabeylerimiz, ablalarımız gibi dinç, gürbüz, neşeli olacağız: Atatürk rahat uyuyabilir ( Doğan Kardeş, 1947, Sayı 45, Sayfa 3)”.

Sporun sağlığa iyi geleceği her zaman doğrudan, öğretici bir dille söylenmez. Çocukları spora yöneltmek tanıtılan oyunlarla da anlatılır:

“Güzel ve eğlenceli oyunlardan bir de el topu oyunudur. İnsan, topa vurmak için yukarıya doğru uzadıkça, boyu da uzar, ciğerleri temiz hava ile dolar, göğsü genişler. Kısaca güzel vücutlu olmak istiyorsanız, el topu oynayınız. Kambur oturmaktan sırtları eğrilmiş, başları öne düşük kardeşler için el topu oynamak çok iyi gelir. Sırt adaleleri kuvvetlenir ve böylelikle sırtları kamburluktan kurtulur ( Doğan Kardeş, 1950, Sayı 174, Sayfa 3)”.

Spor Doğan Kardeş dergisinde mutluluk ve sağlıkla ilişkilendirilir. Savaşın ve yoksulluğun etkilerinin sürdüğü ülkenin çocuklarına umut ve mutluluk aşılamak için spordan çok şey beklenir. Derginin 50’li ve 60’lı sayılarında spora yönelen çocukların sayılarında belirgin bir artışın olduğu gözlenmektedir.

e- Sağlıklı Çocuklar Güler Yüzlü Olur Doğan Kardeş, çocuk okurlarının sağlıklı olması için sürekli uyarı ve önerilerde

bulunur. Çağın hastalıklarından tifo, verem, sıtma gibi hastalıklara karşı aşı olmak gerektiği sürekli yinelenir. Bu uyarı Çağla Bademi başlıklı yazıda da görülür:

“21. sayımızda sıtmanın insanlara çağla bademinden, ham yemişten değil, bir cins sivri sinekten geçtiğini okuyan kardeşlerin bazıları:

19

_Eh öyleyse bundan sonra bol bol çağla bademi ve ham yemiş yiyebiliriz diyerek midelerini, bağırsaklarını bir güzel bozmuşlar. Hiç çağla bademi, badem, ham yemiş de, yemiş olmadan yenir mi? Yenmesine yenir ama, işte böyle de mide ve bağırsaklar da bozulur. Mide ve bağırsaklar bozulunca da insan zayıf düşer, büyüyüp de güzelleşemez.

Kardeşlerim, olmuş yemiş varken, ham yemiş sakın yemeyelim. İçinizde tifo aşısı olmayan var mı? (Doğan Kardeş, 1946, Sayı 23)”. Doğan Kardeş, çocukların bedensel olarak sağlıklı olmalarıyla ilgilenirken onların ruh

sağlığını da gözden kaçırmamıştır. 1946 yılında Doğan Kardeş dergisi çatısı altında “Güler Yüzlü Fotoğraf Yarışı” başlatılır. Yarışmanın süreci şöyle açıklanır:

“Güler yüzlü fotoğrafları sırasıyla basacağız ve her fotoğrafa bir sıra numarası vereceğiz. Okuyucularımızın en çok beğendikleri 3 fotoğrafın numaralarını bize bildirecekler, en çok oy kazanan üç güler yüzlü kardeşe birer güzel hediye vereceğiz.

Haydi bakalım, güler yüzlü olmanın ayıp, günah ve yasak olmadığını ispat edelim. Bize güler yüzlü fotoğrafınızı en geç 1 Eylül tarihine kadar gönderiniz ( Doğan Kardeş, 1946, Sayı 24, Sayfa 3)”.

Güler yüzlü olmak, dergi okurlarında bir alışkanlığa dönüştürülmek istenir; çünkü sağlıklı ve mutlu olan bir çocuk gülümser. Gülümsemek yaşam sevgisinin ve üretkenliğin göstergesidir.

Dişçiden korkan çocuklar için “Dişçiye gittiniz mi? adlı kısa bir öykü yazılmıştır: “-Dişim ağrıyor. -Neden? -Çürük de ondan. -Dişçiye gittiniz mi? -Korkuyorum. -Korkuyla dişinin ağrısı geçiyor mu? -Geçmiyor, gün geçtikçe daha fazlalaşıyor. -O halde böyle günlerce ağrı çekmek mi daha iyi, yoksa bir defa dişçiye gidip

ağrılardan kurtulmak mı? -Ben daha hiç dişçiye gitmedim de. -İşte zaten ondan korkuyorsun ya... Bir defa gitsen, bütün ağrılarını boşuna çektiğini

anlayacaksın. -Dişçi adamın canını acıtmaz mı? -Belki biraz acıtır, belki de hiç acıtmaz. Fakat herhalde seni ağrılardan kurtarır, iyi

eder. Hiç insan iyilik edenlerden korkar mı? (Doğan Kardeş, 1947, Sayı44, Sayfa 5)”. Doğan Kardeş, çocukların hiçbir sorununu küçümsemez. Bu dergi, çocuk dergisidir;

yazılar çocukların ebeveynleri için değildir. Bu nedenle yetişkinlere çocuğun doktor korkusundan nasıl kurtulacağı anlatılmaz; çocuğa doktor korkusundan nasıl kurtulacağı anlatılır.

f- Bilime Meraklı Çocuklar Doğan Kardeş dergisinde bilim ve bilgi önemsenir. Doğan Kardeş dergisi, bilgiyi

bugünün çocuk dergilerinin pek çoğunda yaptığı gibi ansiklopedik dille aktarmaz. Doğan Kardeş dergisinde bilgi, çocuk okurun düzeyine uygun söz varlığı ve sözdizimiyle söyleşi, sohbet, gezi, anı, röportajlarla sunulur. Yazınsal dille sarmalanmış bilgi, kuru ve ezber olmaktan çıkıp yaşam dönük ve eğlenceli hale getirilir. Örneğin Ankara Hayvanat Bahçesi yazı dizisiyle hayvanlar ve onların özellikleri, gezi yazı diliyle okura ulaştırılır. Bu yazı dizisinde önemli olan yalnızca okurun hayvanların özelliklerini öğrenmesi değil, okurun hayvanları sevmesi, onlara karşı duyarlı olmasını sağlamaktır.

Bilimsel bilginin akademik ortamlarda, en kısa yoldan ve alan yazınla ifadesi doğaldır. Buna karşın, bilgiyi akademik ölçülerde değil yaşamını kolaylaştırmak üzere öğrenen çocuk

20

ve gençler için bilginin yazınsal bir dille sunumu daha akılcıdır. Böylece genç okurlar hem bilime hem dil duyarlığına kavuşacaktır. Bilginin yazınla buluşması gezi, anı, söyleşi, röportaj gibi ikincil düzey yazınsal metinler düzleminde gerçekleşir. Doğan Kardeş dergisinde bilgi bu tür metinlerle örgütlenmiştir. Örnekse Engin Tör’ün yazdığı Aman Ne Marifetli Bir Hayvan yazısı söyleşi diliyle kaleme alınmış, bilgi verici bir metindir:

“(...)Amcam anlattı, kunduzlar memeli hayvanlardanmış. Hem suda, hem karada yaşayabilirlermiş. Yalnız balıklar gibi bütün ömürleri su içinde geçmezmiş. 4-5 dakikada bir, suyun yüzüne çıkıp nefes alırlarmış. Karada paytak paytak yürürlermiş. Pek çok düşmanları olduğu için su içindeki işlerini gece görürlermiş. Kurt, ayı, yaban kedisi, tilki, atmaca başlıca düşmanları imiş. Fakat bunların arasında insanın da olduğunu duyunca çok üzüldüm. Çünkü kunduzun kürkü çok kıymetli imiş. İşte zavallı kunduzcuklar, kendilerini bütün bu düşmanlara karşı koruyabilmek için yuvalarını adeta bir istihkam gibi kurarlarmış. Bakın bunu nasıl yaptıklarını amcam nasıl anlattı?

Kunduzlar, odunculuk, marangozluk, su mühendisliği, mimarlık, yapı ustalığı yaparlar. Şaşa kaldın değil mi? Onun marifetlerini sana bir anlatayım da o vakit bana hak verir misin? (...) Doğan Kardeş, 1945, Sayı 5, Sayfa 8)”.

Kunduzlar, bir hayvan olarak sunulmasına karşın kişileştirme sanatı kullanılır. Bunun yanı sıra kunduzlar üzerinden çalışkan ve üretici olmanın olumlu değerler olduğu sezdirilir.

Hayvanlar Nasıl Avlanırlar? adlı yazı, söyleşi türündedir. Bu yazıda da çocuğa yakın bir söz varlığı ve sözdizimi söz konusudur.

“Her hayvanın avlamak istediği zavallıyı elde etmek için tuttuğu yollar başka başkadır. Kimi güçlü kuvvetli olduğu için küçücük hayvanları kolayca yakalayabilir. Mesela kocaman bir köpek, mini mini bir tavşanı, yahut yeni doğmuş bir kuzuyu, bir pilici rahatlıkla yakalar (...) (Doğan Kardeş, 1950; Sayı 150, Sayfa 6)”.

Görüldüğü gibi acımasız doğa yasaları, yumuşak bir dille çocuğa aktarılır. Bugün de benimsediğimiz “çocuğa görelik” ilkesine bütünüyle uyulmuştur. Avlanan hayvanlardan söz ederken, çocuk okur merhamete çağrılır; derin yapıda avlanmanın bir doğa yasası olduğu sezdirilir.

Doğan Kardeş dergisinde tarihsel bilgiye önem verilir. Tarihçi Rıza Çavdarlı’nın yazılarıyla Doğan Kardeş okurları tarihte yaşamış bir sanatçı, bilim insanı ya da liderle tanışır. Çavdarlı’nın bu yazıları ansiklopedik değildir; deneme, söyleşi, anlatı ya da yaşamöyküsü türündedir. Örneğin Mimar Sinan’ın çocukluğunu ve gençliğini anlatı diliyle şu biçimde anlatır:

“Bir gün, Kayseri’nin fakir köylerinden birinde 12 yaşlarında babasız bir çocuk, bir kervanın peşine takılmış, günlerce insanlar, atlar ve katırlar arasında yürüdükten sonra, İstanbul’a gelmişti.

Bu çocuğa köyünde “Duvarcı Sinan’ derlerdi. O daha üç yaşındayken, arkadaşları gibi çelik çomak oynamaz, bir kenara çekilip çamurdan duvar yapar, evler kurmaya çalışırdı (Doğan Kardeş, 1946, Sayı 23, Sayfa 14)”.

Çavdarlı’nın yazılarında tarih, kişiler kutsallaştırılmayıp sıradan insanın özellikleriyle okura yaklaştırılmıştır.

Tarihle ilgili yazıları Doğan Kardeş dergisinde 1960’larda Enver Naci Gökşen Biraz da Tarih başlığı altında hazırlar. Tarih, dergide yine anlatı, deneme, söyleşi vd. Türü metinlerle sunulur. Aşağıdaki yazıda “pabucu dama atılmak” deyiminin nereden geldiğinin anlatıldığı yazıdan bir bölüm alınmıştır:

“Vaktiyle Maraş’ın pabuçları pek ünlüydü. Yolu bu şehre düşen herkes, oradan bir çift ayakkabı almadan geri dönmezdi. Hele yaya ve atlı olarak bir yolculuğa çıkanlar Maraş’da mutlaka pabuç tazelerlerdi (...) (Doğan Kardeş, 1962, sayı518, Sayfa 12)”.

21

Enver Naci Gökşen tarihi çocuklara anlatırken, yaşayan kültürle ilişki kurmayı göz ardı etmez.

Doğan Kardeş dergisi çocukları bilgiyi edinmeye, bilgiyi üretmeye çağırır. Bu nedenle “Gazetecilik Oynuyoruz” adında bir köşe açar. Bu köşede çocuklar, bir konuda uzman olan bir kişiyle röportaj yapmaktadır. Örneğin Fatma Yıldız, 1946 yılında Tamburi Cemil Bey’in oğlu Mesut Cemil Tel’le bir röportaj gerçekleştirmiştir (Doğan Kardeş, 1946, Sayı 24, sayfa 5). Ömer Güngör adlı çocuk okur, röportaj yapmak için dergiye gelir. “Doğan Kardeş’in babasıyla görüşmek istiyorum” der. “Babası benim” diyen Vedat Nedim Tör’le yaptığı görüşme, “Gazetecilik Oynuyorum” köşesinde röportaj olarak basılır (Doğan Kardeş, 1946, sayı 25, sayfa 6).

Doğan Kardeş dergisinde Ansiklopedi bölümü de açılır. Bu köşede kısa kısa ansiklopedik bilgiler verilir. Bu yazılar biçemi özenli, canlı kurgulanmış yazılardır. Işık Veren Böcekler adlı ansiklopedi yazısı onlardan biridir:

“Amerika’nın bazı bölgelerinde, çok kuvvetli ışık veren böcekler vardır. Bu böceklerin adı Kukuyos’tur. Çalıştığınız masayı aydınlatmak için bunlardan bir tanesinin ışığı yeter.

Antil adalarındaki halk, gece yola çıkarken, 4-5 Kukuyos’u ipe bağlayarak, fener yerine kullanır. ( Doğan Kardeş, 1948, Sayı 106, Sayfa 8)”.

Balıktan Hızlı Yüzen Kuş: Deniz Kargası” adlı bir başka yazı, çocuğu doğaya yaklaştırmayı başaracak niteliktedir:

“Hiç suyun altında yüzen bir kuş gördünüz mü? Tabii ‘Hayır’ diyeceksiniz. Fakat bunu görenler var. Denizin berrak sularında, yeşil yosunlar üzerinden yüzen şeyin bir kuş olduğunu kim söyleyebilir? Eğer iki tarafa açılmış kanatları göze çarpmasa onu gören balık sanır. Deniz kargası adı verilen bu kuş bir kaz büyüklüğündedir ( Doğan Kardeş, 1950, 198, Sayfa 9)”.

1960’lı yıllarda uzay ile yazıların arttığı görülür. 60’lı yıllarda Doğan Kardeş’in bilgi verici metinlerde kullandığı özenli dilde bir gerileme gözlenir. Bilgi verici metinler yazınsallıktan uzaklaşıp nesnel ve kuru bir dile yaklaşmaya başlar. Uzay Gemileri başlıklı metnin girişinden bu durum hemen anlaşılabilir:

“Günümüzde, uzaya gönderilen gemiler, suni peykler ve füzeler bilginlere dünya, atmosfer, kozmik ışınlar ve uzay denilen boşluk hakkında yepyeni önemli ve doğru bilgiler vermektedir. Toplanan bu yeni bilgilerden çeşitli alanlarda faydalanılabilir (Doğan Kardeş, 1962, 514, Sayfa 12)”.

Hız İçinde Hız yazısı ise bilimsel metinlerin kuru bir dille yazılma zorunluğunun olmadığını kanıtlar:

“(...) Geçen yıl eylül sonlarında Max Conrad adında bir genç Amerikalı tek motorlu hafif bir uçakla havalandı ve Afrika’da Casablanca şehrinden, tek başına Atlantiği aşıp Antiller üzerinden geçti, böylece 11.120 kilometrelik mesafeyi, hiç durup dinlenmeden 56 saat 26 dakikada atlayıp Amerika’da Texas’ın El Paso şehrinde yere indi (Doğan Kardeş, 1960, sayı 491, Sayfa 4)”.

Teknolojinin ilerlemesi, pozitif bilimlerin sosyal bilimlere kıyasla değer kazanması, dönemin diğer çocuk dergilerini olduğu gibi Doğan Kardeş’i de etkiler. Tarih, toplumbilim, coğrafyanın yerini uzay araştırmaları, fizik ve tıp bilgileri alır.

g- Yeni Oyunlar Öğrenmek, Birlikte Oynamak Dergi, çocuk okurların oyun kültürünü varsıllaştırır. Doğan Kardeş, oyunun eğitimin

bir parçası olduğunun farkındadır. Bu nedenle dergide bahçe ve ev oyunları tanıtılır. Ev oyunlardan biri şöyledir:

“ Al Oyunu Oyuncular, iki gruba ayrılıp içlerinden birisini, oyunu idare etmek için seçerler.

Oyunu idare eden çocuk, aşağıdaki soruları oyunculara sıra ile sorar ve cevap için yüz

22

sayıncaya kadar bekler. Eğer birinci çocuk, sorulan sorunun cevabını veremezse, rakip grubun bir numaralı oyuncusuna sorar, eğer bu oyuncu cevabı verirse kendi grubu için bir sayı kazanır. Eğer bir soruyu üç oyuncu bilemezse, o soru bırakılıp yerine ondan sonra gelen sorulur. Hangi taraf, rakip tarafın bilemediği sorulara daha çok cevap verirse oyunu o taraf kazanır. Verilecek cevaplar bir kelime olup sonları “Al” ile bitmelidir.

1-Suda düşen taşıma araçlarından sonu “al” ile biten hangisidir? Sandal 2-Sonu “al” ile biten ve gelecekten haber veren nedir? Fal 3-“Al” ile biten ve atın yürümesini kolaylaştıran şey nedir? Nal (...) (Doğan Kardeş, 1945, Sayı 3, Sayfa 22)”. Bir bahçe oyunu olan Kasket Kapmaca Oyunu da şöyle betimlenir: “Oyuncular iki takıma ayrılırlar. Bahçenin bir ucunda bir takım, öbür ucunda da diğer

takım yer alır. Ortaya tebeşirle bir daire çizilip, ortasına bir değnek dikilir. Bu değneğin üstüne de bir kasket, mendil yahut eşarp konur.

Her takımın oyuncuları 1’den itibaren birer numara alır ve bu numarayı bir kağıda büyükçe yazıp göğüslerine asarlar. Her takımın oyuncuları yerlerinde sıra ile dururlar. Oyunu idare eden kaptan, istediği numarayı, mesela:

-3 numaralı arkadaşlar, marş marş diye bağırınca, her iki takımda 3 numarayı taşıyan oyuncular hemen harekete geçip kasketli almak için koşarlar. İlk erişen oyuncu kasketi alır ve kendi kalesine doğru koşmaya başlar. Bu sefer öteki arkadaşı onu kovalamağa başlar. Bu sefer öteki onu kovalamağa ve ona el değdirmeğe çalışır. El değdirirse başarı ikincinindir. Değdiremezse birincinindir ( Doğan Kardeş, 1948, Sayı 90, Sayfa 11)”.

Çocukların hala sokakta oynayabildiği dönemlerin dergisi olan Doğan Kardeş, sokak oyunlarını varsıllaştırmışa benzemektedir. Bilgisayar oyunlarının zirvede olduğu bu çağda ise Doğan Kardeş’in tanıttığı bu ev oyunları, hiç olmazsa şimdinin dersliklerinde, eğitim ortamlarında oynanmak için kaynak oluşturabilir.

h-Güncel Yaşamla İç İçe Çocuklar Bir çocuğun çevresinde sınırlı sayıda insan bulunur. Doğan Kardeş, çocuğun çevresini

kuşatmaya, doldurmaya çalışır. Bu bağlamda okurlarının örnek alabileceği arkadaş sayısını artırmaya çabalar. Merak Ettikleri adlı bölümde Doğan Kardeş okurları, fotoğrafları ile birlikte tanıtılır. Çocukların özellikle sanata ilgili oluşları dikkat çeker. Tanıtılan çocuklar resim yapmaya, müziğe, tiyatroya, karikatüre meraklı olduklarını ve büyüdüklerinde ressam, müzisyen, mimar, oyuncu olmak istediklerini söylemektedirler.

Doğan Kardeş, çocuk yaşta başarı kazanmış sanatçıları destekler. Onlarla ilgili haberleri yayımlar. Böylece çocuk okurlar, başarılı akranları gibi sanatsever ya da sanatçı olmaya dönük istek duyarlar. Örneğin Suna Kan’la ilgili çıkan şu haber okunmaya değerdir:

“Geçen akşam, Ankara Radyosu’nda, Suna Kan adlı bir keman sanatkarı, orkestra ile beraber Mozart’ın minör keman konçertosunu çaldı.

Suna Kan, dokuz buçuk yaşındadır. Keman gibi en güç bir aletle oyuncak gibi oynamasını biliyor. Değme ustaların bile başaramayacağı güçlükleri, keten helvası yermiş gibi, kolaylıkla alt ediyor. Onu dinlerken, sevinçten ve heyecandan gözlerim yaşardı.

Ellerin nurdan kopsun Suna kardeş! Bana bir fotoğrafını gönderirsen çok sevinirim. Sanatkâr kardeşlerin sayısı gittikçe çoğalıyor. Buna herhalde siz de benim kadar

seviniyorsunuzdur. Ayla ve İdil’den sonra, şimdi de Suna! Dikkat ediyor musunuz hepsi de kız. Darısı erkeklerin başına! ( Doğan Kardeş, 1946, Sayı 24)”.

Bu haberin üzerine Suna Kan, Doğan Kardeş’e ulaşır, dergiye yeniden haber olur: “Ankara Radyosunda verdiği konser dolayısı ile geçen sayıda kendisinden

konuştuğumuz Suna Kan kardeş, evvelki gün gelip beni bulmasın mı? Ne kadar sevindiğimi anlatamam. Annesi babası ile İstanbul’a gelmişler, ilk işleri Doğan Kardeş’i aramak olmuş.

23

Arkasına çiçekli al bir entari giymiş, başına da kıpkırmızı bir kurdele takmıştı. Aman ne şeker bir kız, görmeyin. Allah onu anasına, babasına ve millete bağışlasın.

Orkestra refakatinde verdiği yorucu bir konserden sonra, İstanbul’a dinlenmeğe gelmiş. Sınıfını da pekiyi ile geçmiş. Şimdi günde yalnız yarım saat keman çalışmasına izin vermişler.

Eğer o aynı hızla ilerlerse, üç dört sene sonra yalnız Türkiye’nin değil, bütün dünyanın tanıyıp alkışlayacağı bir sanatkâr olacak. (...) Güzelleşmek ve büyümek için sahifesini dikkatle okuyormuş. Orada söylenenleri hep yapıyormuş. Mesela Tifo aşısı olmuş. Bol bol domates yiyormuş. Boyunu ölçmüş. Öğle yemeğinden sonra, bir saat sırt üstü yatıp uyuyormuş. Bazen gözüme uyku girmiyor, ama yine yatıyorum, diyor. Dişleri de maşallah inci gibi. Şimdi denize de girmeğe başlamış (...) (Doğan Kardeş, 1946, sayı 25, Sayfa 3)”.

İdil Biret’in çocuk yaşta piyanoda başarılı olması Doğan Kardeş tarafından desteklenir. Onun gibi başarılı çocuklardan bir kere değil sık sık söz ederek sanatçı çocuk starlar yaratılmaya çalışılmış, başarılı da olunmuştur. Bir çocuk okur, Doğan Kardeş şiir yarışmasında İdil Biret’e bir şiir yazmış, İdil Biret de mutluluğunu belirtmek üzere dergiye mektup yazmıştır (Doğan Kardeş, 1950, Sayı 175, Sayfa 3).

Doğan Kardeş dergisi, akran ilişkilerini güçlendirmek adına yardım kampanyaları da düzenler. Dergi, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramlarında yardım toplar ve toplananları yoksul ailelere dağıtır. 1962’deki şu haber üzücü ve düşündürücüdür:

“23 Nisan çocuk bayramında yoksul kardeşlerimize dağıtılmak üzere rica ettiğimiz hediye paketleri bu yıl geçen yıllardan az geldi. Önce buna çok üzüldük. Sonra sebebini araştırdık, okullarda Doğu için yapılan yardım kampanyası yüzündenmiş. Biraz avunduk, ama İstanbul’daki ana-babaları verem olan kardeşlerimiz bu yıl çocuk bayramında pek sevinemediler.

Sayıları az da olsa yine bir şeyler bulup gönderen iyi yürekli okuyucularımıza candan teşekkür ederiz ( Doğan Kardeş, 1962, sayı 518, Sayfa 3)”.

Doğan Kardeş, yoksul aileleri ve çocukları düşünmeyi öğretir. Doğan Kardeş arkadaş dayanışmasına da esin verir. Örneğin 1959’da Ankara’da

Doğan Kardeş Çocuk Kulübü kurulmuştur. Kurucular fotoğraf çektirip dergiye göndermişler ve fotoğraflarına şu haberi eklemişlerdir:

“7 Kasım 1959 tarihinde, bulunduğumuz Ankara, Yeni Mahalle’de bir kitap kulübü kurmaya karar verdik. Bu yazının altında isimleri olan arkadaşlarla kurduğumuz kulübün adı “Yenimahalle Doğan Kardeş Kitap Kulübü”dür.

Amaçlarımız: 1- Bulunduğumuz yerde güzel, faydalı kitapları yaymak. 2- Zararlı çocuk yayınları ile elimizden geldiği kadar savaşmak. 3- Boş zamanlarımızı değerlendirmek için yazı, söz, resim ve iş yarışmaları tertip

etmek 4- Aramızda güzel faydalı eğlenceler, spor çalışmaları yapmak 5- Bizler için faydalı bilgiler, günlük olayları, yeni kitapları bildiren bir duvar

gazetesi çıkarmak. Dileğimiz: Arkadaşlarımızın artması, kulübümüzün bizim için her gün daha faydalı ve uzun ömürlü olmasıdır (...) ( Doğan Kardeş, 1960, Sayı 491, Sayfa 18)”. Doğan Kardeş, yarattığı çocuk okur kitlesine okuma alışkanlığını kalıcı biçimde

kazandırmış; üstelik okuma alışkanlığını nitelikli kitaplar odağında oluşturmayı benimsetmiştir.

Çocukluğun Saygınlığı Aydınlanma çağıyla çocuk bir birey olmuştur. Çağımızda çocuğu geleneklerle ve her

türlü sınırlanma duygusuyla baskı altına almaksızın, onun olabildiğince özgürleşmesini

24

sağlamak gerekir. Çocuğun özgür büyüyebilmesi için de bilime ve sanata gereksinmesi vardır. Rousseau’nun doğaya yaklaştırmak istediği; Postman’ın yetişkin dünyasının ayıplar aleminden korumak istediği, Bruner, Bloom ve Hunt’ın kültürden yalnızca etkilenmeyen, aynı zamanda onu üreten kişi olarak söz ettiği çocuk saygın ve özgürdür. Doğan Kardeş dergisi saygın ve özgür çocuğu yetiştirmeyi hedeflemiştir.

Doğan Kardeş dergisi, Türkiye’de cumhuriyetle beraber tanınmaya başlayan modern çocuğun imarında önemli bir sorumluluk üstlenmiştir. Doğan Kardeş dergisi varlığıyla pek çok sanatçıya destek olmuş, genç belleklere sanatçı ve bilim insanı olma düşü kurdurmuştur. Türkiye’de yayımlanan günümüzün eğitsel çocuk dergileri çocuklara ansiklopedik bilgi vermekten öteye gitmemekte; eğlenceli olmayı amaçlayan çocuk dergileri ise çizgi film kahramanlarının oyuncaklarını ve ürünlerini satmaya odaklanmaktadır. Çocukların sanatı ve bilimi yakından izleyebilmelerini, akranlarıyla iletişim kurmalarını sağlayan çocuk dergilerine gereksinme vardır. Doğan Kardeş dergisinin başlattığı sanat ve bilim yanlısı çocuk dergiciliği yeniden hatırlanmalı, günümüzün içeriği ve algısıyla canlanmalıdır. Sanatçı ve bilim insanı adayı çocukların yalnızlığını gidermek, sanatla ve bilimle uğraştıkça derinleşip güzelleşecek çocukların sayısını artırmak amacıyla çıkarılan her dergi, etki alanının kapsamı nedeniyle, tıpkı Doğan Kardeş dergisi gibi, çocukluğun tarihinde her zaman saygıyla anılacaktır.

Kaynaklar Ahioğlu, E. N. (2012). Çocuk Yetiştirme Açısından Türkiye’de Çocukluğun Tarihi.

Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi. Sayı 31. S. 41-52. Alpay, M. (2013). Türk Çocuk Edebiyatı. Güneydoğu Avrupa Araştırmaları Dergisi. Sayı

8-9. s. 167-191. http://www.journals.istanbul.edu.tr/tr/index.php/guneydogu/article/view/14673/13889

(Bu yazıya 29.10. 2013 tarihinde ulaşılmıştır.) Arzuk, D. (2007). Vanishing Memories-Doğan Kardeş Children’s Periodical Between

1945-1993. Basılmamış Yüksek Lisans Tezi. Boğaziçi Üniversitesi. Aydın, L. (1997). Edebiyatımızda Çocuk. 20-21 Şubat 1997 Ana Dili Eğitimi ve Çocuk

Kitapları Sempozyumu. S.33- 36. Başaranbilek, E. ( 2011). “Arkeolojik Eserlerde Çocuk.” Toplumsal Tarihte Çocuk. Tarih

Vakfı Yurt Yayınları. S. 36- 48. İstanbul. Çelepoğlu, A. (2010). “Roman”. Çocuk Edebiyatı. Pegem Akademi Yayınları. S. 165-

179.Ankara Dilidüzgün,S. (2003). Çağdaş Çocuk Yazını. Morpa Kültür Yayınları. İstanbul. Erdoğan, F. (2011). “Toplumsal tarihimizde Çocuk Edebiyatının Yeri”. Toplumsal

Tarihte Çocuk. Tarih Vakfı Yurt Yayınları. S. 79- 86. İstanbul. Güleryüz, H. (2006). Yaratıcı Çocuk Edebiyatı. Pegem Akademi Yayınları. Ankara. Günaydın, G. (2005). Doğan Kardeş Dergisinde Çocuğa Kazandırılması Hedeflenen

Değerler ve Ortaya Çıkan Çocuk Modeli. Mersin üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türkçe Eğitimi Ana Bilim Dalı Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi.

Kağıtçıbaşı, Ç. (2011). “Türkiye’de Değişen Aile ve Çocuğun Değeri”. Toplumsal Tarihte Çocuk. Tarih Vakfı Yurt Yayınları. S. 23-35. İstanbul.

Kaya,İ. (2011). Cumhuriyet Dönemi Kitaplarında Çocuk İmajı”. Toplumsal Tarihte Çocuk. İmge Kitabevi Yayınları. Ankara. S. 111-122. İstanbul.

Kür, İ. (2011). “Süreli Çocuk Yayınlarına Genel Bir Bakış”. Toplumsal Tarihte Çocuk. Tarih Vakfı Yayınları Yurt Yayınları. İstanbul. s. 105-110. İstanbul.

Onur, B. (2008). Türk Modernleşmesinde Çocuk. İmge Kitabevi Yayınları. Ankara. Onur, B. (2005). Türkiye’de Çocukluğun Tarihi. İmge Kitabevi Yayınları. Ankara.

25

Postman, N. (1995). Çocukluğun Yokoluşu. Çev. Kemal İnal. İmge Kitabevi Yayınları. Ankara.

Sever, S. (2003). Çocuk ve Edebiyat. Kök Yayıncılık. Ankara. Söğüt, M. (2003). Sevgili Doğan Kardeş. Yapı Kredi Yayıncılık. İstanbul. Şahin, Abdullah (2010). “Çocuk ve Çocukluk”. Çocuk Edebiyatı. Pegem Akademi

Yayınları. S. 3-15. Ankara. Şener, S. (2011). “Türk Tiyatrosunda Çocuk”. Toplumsal Tarihte Çocuk. Tarih Vakfı Yurt

Yayınları. S. 87-96. İstanbul. Şimşek, H. (2001). XIX. Yüzyıl Çocuk Dergiciliği ve Eğitsel İşlevleri Üzerine. Milli Eğitim

Dergisi. Sayı 151. Temmuz-Ağustos. Eylül. http://dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/151/simsek.htm

(Bu yazıya 29.10.2013 tarihinde ulaşılmıştır.) Tan, M. ( 2011). Çocukluk: Dün ve Bugün”. Toplumsal Tarihte Çocuk. Tarih Vakfı Yurt

Yayınları. Ankara. s. 1-22. İstanbul.

Tan, M. (2013). Çağlar Boyunca Çocukluk. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri

Fakültesi Dergisi. Cilt 22, Sayı 1, ss . 71-88.

Yılar, Ö. (2010). “Çocuk Yayınları”. Çocuk Edebiyatı. Pegem Akademi Yayınları. S. 38-

50. Ankara.

Yıldırım,H. (2006). Doğan Kardeş Dergisi’nde Yer Alan Metinlerinin Tür, İçerik ve

Anlatım Özelliklerinin Çocuk Eğitimi Açısından İncelenmesi. Mersin Üniversitesi Sosyal

Bilimler Enstitüsü Türkçe Eğitimi Anabilim Dalı Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi.

Zengin, A.Y. ; Zengin, Z. ( 2007). Çocuk Edebiyatı. Truva Yayınları. İstanbul.