Mikro ve Makro Ekonomik Göstergeler
Transcript of Mikro ve Makro Ekonomik Göstergeler
TÜRKİYE TEMSİLCİLİĞİ
İŞLETME BÖLÜMÜ
Mikro ve Makro
Ekonomik Göstergeler LİSANS PROGRAMI
SUNAN : Tarık MORGÜL
SUNULANSUNULAN: Doç. Dr. Murat AYAN: Doç. Dr. Murat AYAN
1
YALOVA, Eylül 2013
İÇİNDEKİLERİÇİNDEKİLER
GİRİŞGİRİŞ................................................................................................................44I. BÖLÜMI. BÖLÜM..........................................................................................................551. TEMEL KAVRAMLAR............................................5
1.1. EKONOMİ VE EKONOMİ BİLİMİ ..................................51.1.a. Mikro Ekonomi .......................................51.1.b. Makro Ekonomi ........................................6II. BÖLÜMII. BÖLÜM......................................................................................................15152. EKONOMİK GÖSTERGELER .....................................15
2.1. Mikro Ekonomik Göstergeler ............................152.1.a. Ekonomik Sistemler ..................................152.1.a.1. Kapitalist Sistem .................................162.1.a.2. Sosyalist Sistem ..................................192.1.a.3. Karma Ekonomik Sistem .............................212.1.b. Piyasa, Talep ve Arz ................................212.1.b.1. Piyasa ............................................212.1.b.2. Talep .............................................222.1.b.3. Arz ...............................................252.1.b.4. Piyasa Dengesi ....................................272.1.c. Üretimin Maliyetleri ................................302.2. Makro Ekonomik Göstergeler ............................432.2.a. Milli Gelir ........................................432.2.a.1. Milli Gelir Hesapları .............................432.2.a.2. Milli Gelirin Hesaplanması ........................442.2.a.3. Milli Gelir ile İlgili Diğer Kavramlar ............452.2.a.4. Milli Geliri Belirleyen Faktörler .................482.2.b. İstihdam ve İşsizlik ................................492.2.b.1. İşsizlik Çeşitleri ................................512.2.c. Gelir Dağılımı ......................................532.2.c.1. Gelir Dağılımı ve Türleri .........................542.2.c.2. Gelir Dağılımı Eşitsizliği Ölçütleri ..............592.2.d. Dış Ticaret .........................................632.2.d.1. Dış Ticaret Türleri ...............................642.2.d.2. Nasıl Hesaplanır? .................................652.2.d.3. Nasıl Değerlendirilir? ............................662.2.e. Ödemeler Dengesi ve Ödemeler Dengesi Bilançosu ......662.2.e.1. Ödemeler Dengesi Bilançosu ........................67
2
2.2.e.2. Cari İşlemler .....................................672.2.e.3. Sermaye Hareketleri ...............................692.2.e.4. Resmi Rezerv Hesabı ...............................692.2.e.5. Net Hata ve Noksan Hesabı .........................692.2.e.6. Ödemeler Dengesi Nasıl Yorumlanır? ................692.2.f. Büyüme ve Kalkınma ..................................702.2.f.1. Ekonomik Büyüme ...................................702.2.f.2. Ekonomik Büyümenin Ölçülmesi ......................712.2.f.3. Ekonomik Kalkınma .................................722.2.f.4. Ekonomik Kalkınma ve Ekonomik Büyüme Arasındaki Farklılıklar ...............................................722.2.f.5. Ekonomik Kalkınmanın Ölçülmesi ....................732.2.f.6. Ekonomik Kalkınmayı Belirleyen Unsurlar ...........752.2.f.7. İktisadi Büyümenin Türleri ........................762.2.f.8. İktisadi Büyümenin Özellikleri ....................772.2.g. Para-Banka ..........................................782.2.g.1. Para Teorisi ......................................782.2.g.2. Paranın İşlevleri .................................782.2.g.3. Paranın Çeşitleri .................................792.2.g.4. Bankalar ve Para Yaratma Süreci ...................792.2.g.5. Para Arzı .........................................802.2.g.6. T.C. Merkez Bankası Para Arzı Tanımları ...........812.2.g.7. Para Talebi .......................................812.2.g.8. Para Değerindeki Değişmelerin Ölçülmesi (Fiyat Endeksi) ...................................................832.2.g.9. Merkez Bankası ....................................832.2.g.10. Para Politikası Araçları .........................842.2.g.11. Enflasyon ........................................87
KAYNAKÇA KAYNAKÇA ......................................................................................................9090TABLO ÇİZELGESİTABLO ÇİZELGESİ LİSTESİ LİSTESİ
Tablo 1.1. X Malının Talebi ................................22Tablo 1.2. X Malının Arzı ..................................26Tablo 1.3. Ekonomik Kâr ve Muhasebe Kârı ...................31Tablo 1.4. İşçi Sayısına Göre Maliyet Tablosu ..............32Tablo 1.5. Toplam, Sabit ve Değişken Maliyetler Tablosu . . . .34Tablo 1.6. Ortalama Maliyetler ve Marjinal Maliyet .........36Tablo 1.7. Marjinal Maliyet ................................36Tablo 1.8. Kasaba Yoğurtları Maliyet Tablosu ...............38Tablo 1.9. Başka Para Yaratma ve Yasal Karşılıklar Tablosu . 79
ŞEKİL ÇİZELGESİŞEKİL ÇİZELGESİ LİSTESİ LİSTESİ
3
Şekil 1.1. Bir X Malının Talebi ............................24Şekil 1.2. Bir X Malının Arzı ..............................26Şekil 1.3. Bir X Malının Piyasa Dengesi ....................28Şekil 1.4. Karşılaştırmalı Statik Analiz ...................29Şekil 1.5. Üretim Fonksiyonu ...............................33Şekil 1.6. Ortalama Maliyetler ve Marjinal Maliyet .........36Şekil 1.7. Marjinal Maliyet ile Ortalama Toplam Maliyet . . . .37Şekil 1.8. Kasaba Yoğurtları Toplam Maliyet Eğrisi .........39Şekil 1.9. Kasaba Yoğurtları Ortalama ve Marjinal Maliyet Eğrisi .....................................................39Şekil 1.10. Uzun Dönemde Maliyetler Eğrisi .................41Şekil 1.11. Ölçek Ekonomileri Eğrisi .......................42Şekil 1.12. Lorenz Eğrisi ..................................61Şekil 1.13. Lorenz Baskın ..................................61Şekil 1.14. Lorenz Eğrisinde Dağılımlar ....................63Şekil 1.15. Likidite Eğrisi ................................82
GİRİŞ
Dünyada karşılaşılan en ciddi sorunlar, ekonomik
sorunlardır. İşsizlik, enflasyon, adaletsiz ve eşit olmayan
gelir dağılımı, ücret ve maaş yetersizliği, ülkeler arasındaki
gelişmişlik farkları. Bunların tümü ekonomik sorunlardır ve
daha niceleri vardır. İnsanları savaşlara zorlayan nedenler de
ekonomik nedenlerdir. İnsanlar kıt kaynakların kullanımını
doğru yaparlarsa, daha mutlu bir yaşam ve daha kaliteli bir
hayat süreceklerdir. Bunun için ekonomistler bu sorun ve
nedenlere çözüm aramaya başlamıştır. Buda insanların ekonomiyi
anlamaları ve öğrenmeleri için bir amaç olmuştur. Ekonomistler,
tüm ekonomik olaylardaki sebep- sonuç ilişkisini analiz ile
çözümler. Sonrada bunları bir doğru halinde kamuoyuna açıklar.
4
Ekonomi bilimi bunun için vardır. Ekonomi bilimi de konularını
iki şekilde ele alır.
Mikro ekonomi ve Makro ekonomi.
Makro ekonomi bir şehrin uçaktan kuşbakışı incelenmesine
benzer. Oradaki yapılar birbirine bağlılık arz eder. Dağlar,
ovalar, barajlar, göller, yollar, köprüler, ormanlar, vb.
Mikro ekonomi ise bu şehrin içine girilerek caddelerin,
sokakların hatta binaların tek tek incelenmesidir.
Ekonomi sosyal bir bilim dalıdır. Toplumdaki birey ve
örgütlerin, mal ve hizmet üretimini, tüketimini ve
değişimlerini inceleyen bir bilim dalıdır.
Bir insanı tanımak için karakterini bilmek gerekir.
İnsanlarda ekonomiyi anlamak için onun temelini oluşturan mikro
ekonomiyi ve makro ekonomiyi bilmesi gerekir. Bu projede
ekonomideki temel kavramlar, mikro ekonomik göstergeler ve
makro ekonomik göstergeler anlatılmaya çalışılmıştır.
Daha huzurlu, daha mutlu, daha refah bir dünya için
insanlık ekonomiyi iyi anlamalı ve yorumlamalıdır.
5
I. BÖLÜM
1. Temel Kavramlar
1.1. Ekonomi ve Ekonomi Bilimi
İnsanoğlu ilkel kavim yaşantısı içerisinde temel
ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olarak çeşitli malları temin
etme mücadelesine giriştiğinden bu yana ekonomi kavramı ile
özdeşleşmiştir. İlkel kavim yaşantısı içerisinde ihtiyaçların
karşılanmasına yönelik olarak, trampa ekonomisi dediğimiz malın
malla takas edildiği bir mübadele şekline bağlı olarak,
insanoğlu ihtiyacı olan çeşitli malları temin etmeye
çalışmıştır. 1 Sonsuz insan ihtiyaçlarına yetecek mal ve
hizmet yoktur. Bu kavramı anlatmak üzere "kıt kaynaklar"
kavramı kullanılır. Bir malın üretim aşamasında alternatif
kullanım alanları olduğundan bu kullanım alanları arasında bir
tercih yapılır. Örneğin demir otomobil yapımında
kullanılabileceği gibi demiryolu, köprü, baraj yapımında da
kullanılabilir. Bu tercihi aile, firma, devlet gibi karar
birimleri yapar. Tercih daima maksimum tatmini sağlayacak
şekilde yapılır.
İşte ekonomi sınırlı, kıt kaynakların(örneğimizde
demir) sınırsız insan ihtiyaçlarını (otomobil, köprü, baraj)
karşılamakta kullanımını inceleyen sosyal bir bilimdir. 2
1 (Genel Ekonomi) , http://www.sabek.com.tr/SUNU/Genel%20Ekonomi%20Temel%20Kavramlar.pdf2 (Ekonomi), http://ekonomik.tripod.com/ekonomik1.html
6
Ekonomi bir bilim dalı olarak, kaynakların sınırlı, buna
karşılık insanoğlunun ihtiyaçlarının sonsuz olması nedeniyle,
çeşitli sorulara yanıt arayan bir bilim dalı olarak ortaya
çıkmış ve gelişme göstermiştir. Ekonomi Bilimi, bu yönüyle
kısıtlı kaynaklar ile hangi malın, kimin için, ne miktarda
üretileceği ve kimler tarafından tüketileceği sorularına ve
fiyatın oluşum mekanizmasını algılamaya çalışan bir bilim
dalıdır.
Ekonomi Bilimi çeşitli sorulara yönelik cevapları Mikro ve
Makro İktisat (Ekonomi) başlıkları altında aramaktadır. 3
1.1.a. Mikro Ekonomi
Tüketicilerin ve firmaların ekonomik davranışlarını;
ihtiyaç, fayda, değer, fiyat kavramları ile araştıran iktisat
dalıdır. Piyasa türlerini, piyasaların işleyiş mekanizmasını ve
farklı piyasa koşullarında firma dengesinin nasıl oluştuğunu da
araştırır. Daha basit bir ifadeyle bir şirketin veya
tüketicinin kendi iş işleyişi ve dış ekonomik ilişkilerini
bireysel olarak inceleyen iktisat dalıdır. 4
1.1.b. Makro Ekonomi
Ülke ekonomisi ve dünya ekonomisini ilgilendiren konu
başlıklarını inceleyen bir ana alt daldır. İstihdam, büyüme,
enflasyon, kamu dengesi, dış ticaret, ödemeler dengesi gibi
konu başlıkları makro ekonominin ilgi alanına girer. 5
3 (Genel Ekonomi), http://www.sabek.com.tr/SUNU/Genel%20Ekonomi%20Temel%20Kavramlar.pdf4 (Mikro Ekonomi ve Makro EKonomi Nedir?) , http://teknonline.com/mikro-ekonomi-ve-makro-ekonomi-nedir.html5 (Genel Ekonomi) , http://www.sabek.com.tr/SUNU/Genel%20Ekonomi%20Temel%20Kavramlar.pdf
7
İhtiyaç
İhtiyaç, karşılanmadığı zaman acı ve üzüntü,
karşılandığında ise mutluluk (haz) veren bir duygudur. İnsanın
hayatta kalabilmesi için mutlaka karşılanması gereken
ihtiyaçlara (soluma, gıda, giyinme, barınma, savunma vb.)
“hayati”; “biyolojik” veya zorunlu ihtiyaçlar, bu kapsama
girmeyenlere ise kültürel ve sosyal ihtiyaçlar adı verilir. Bu
süreç, İhtiyaçlar Hiyerarşisi veya İhtiyaçlar Piramidi ile
açıklanmaya çalışılmıştır. Piramidin tabanında, zorunlu,
piramidin orta bölümünde kültürel ve piramidin tepesinde sosyal
ihtiyaçlar yer almaktadır.
Fayda
Mal veya hizmetlerin herhangi bir ihtiyacı giderebilme
yeteneği veya derecesidir. Tüketici herhangi bir malı
kullandığında bundan bir tatmin elde eder. Tüketicinin elde
ettiği bu tatmine “fayda” diyoruz. Örneğin, vücudumuzun temel
ihtiyaçlarını karşılama özelliğine sahip olan su faydalıdır.
Fayda bir başka açıdan, herhangi bir mal ve hizmetin, taşıdığı
özelliklere bağlı olarak, her hangi bir ihtiyacı giderebilme
yeteneği ise, her tüketicinin aynı maldan elde ettiği fayda
farklılık gösterebilir.
Değer
Mal ve hizmetlere verilen öneme “değer” denir. Birey
ve/veya toplum, bir mal veya hizmetin değerini, o mal ve
hizmetin sağladığı fayda, o mal veya hizmetin yeryüzünde bol
8
veya kıt olması ve o mal ve hizmetin kalitesine bağlı olarak
tayin eder. Eğer, bir malın değeri salt sağladığı fayda ile
ölçülebiliyor olsa idi, suyun elmastan daha değerli olması
gerekirdi. Ancak, insanoğlu bir malın değerini belirlerken, bir
mal ve hizmete tüketiciler ne kadar sınırlı ölçüde ulaşabiliyor
ise, o ölçüde değer vermektedir. Yani, insanoğlunun bencil
olması, sınırlı sayıda mal veya hizmete daha yüksek bir değer
biçilmesine neden oluşturmaktadır. Dolayısı ile, malın
sağladığı fayda, malın bol veya kıt olması ve malın kalitesi,
yani üç farklı unsurun birleşimi malın değerinin belirlenmesini
sağlamaktadır.
Fiyat
Bir mal veya hizmetin değerinin parasal ifadesine 'fiyat'
denilmektedir. Her hangi bir mal veya hizmetin değeri, o
ekonomide geçerli olan ortak değer ölçüsü ile
parasallaştırılarak fiyata dönüştürülür. Bu ortak değer
ölçüsünün mutlaka bugünkü anlamda kağıt ve madeni para olması
şart değildir. İlkel kavim yaşantısında para niyetine
kullanılmış tarımsal ürünler, metal parçaları, kolyeler ve
altın ve gümüş para da ortak değer ölçüsü olarak
değerlendirilmelidir ve kullanılmışlardır. Bir ulusal
ekonomide, onbinlerce mal ve hizmetin değeri ortak değer ölçüsü
ile fiyata dönüştürüldükten sonra, ortaya çıkan fiyat
topluluğuna fiyatlar genel seviyesi veya fiyatlar genel düzeyi
denmektedir. Fiyat istikrarı, bir ulusal ekonomi için
vazgeçilmez bir unsurdur. Merkez Bankası'nın asli fonksiyonu
fiyat istikrarını sağlamaktır. Günümüzde, sıfıra yakın
9
oranlarda, yani yıllık bazda yüzde 1'lik, yüzde 2'lik
enflasyona sahip gelişmiş ekonomiler, göreceli olarak fiyat
istikrarına sahip ülkeler olarak kabul görmektedir. Nitekim, AB
kriterine göre yıllık enflasyon oranı tavanı, en düşük
enflasyon oranına sahip 3 AB ülkesinin ortalama enflasyon
oranına 1,5 puanın eklenmesi ile bulunur ki, bu oranın 2002
yılı için geçerli olan değeri yüzde 2.7'dir.
Enflasyon ve Deflasyon
Bir ulusal ekonomide, fiyatlar genel seviyesinin veya
düzeyinin düzenli ve sürekli olarak artması veya yükselmesi
sürecine enflasyon denir. Enflasyon, Latince Inflatio; yani
şişkinlik kelimesinden türetilerek oluşturulmuş bir kavramdır.
Mal ve hizmetlerin fiyatlarını temsil eden fiyatlar genel
seviyesindeki düzenli ve sürekli azalma veya düşüş ise
deflasyon olarak adlandırılır. Bir ulusal ekonominin enflasyon
veya deflasyon tehdidinde olup olmadığı, oluşturulan fiyat
indeksleri ile hesap edilir. Türkiye'de bu hesaplama, Tüketici
Fiyatları İndeksi TÜFE ve Toptan Eşya Fiyatları İndeksi TEFE
kullanılarak hesap edilmektedir.
Devalüasyon ve Revalüasyon
Bir ülkenin para biriminin ulusal sınırlar içerisinde
enflasyon nedeniyle değer yitirmesi sonucu, ülkenin para
biriminin değerinin yabancı paralar karşısında değerinin
ayarlanması ve bu nedenle ülkenin yerel para birimi cinsinden
döviz kurlarının değer kazanması sürecine devalüasyon, ülkenin
para birimi değer kazandığında, yabancı paralarının döviz kuru
10
cinsinden değer yitirmesi sürecine de revalüasyon denmektedir.
Devalüasyon ve revalüasyon, yanı ülkenin para biriminin diğer
ülke paraları cinsinden değerinin dalgalanması, o ülkenin
rekabet durumu derinden etkilemektedir. Bir ülkenin para
biriminin yabancı paralar karşısındaki değeri Merkez Bankası
müdahalesi ile korunuyor ise gerçekçi bir kurdan söz etmek
zordur. Merkez Bankalarının uyguladığı farklı döviz kuru
politikalarının bu anlamda etkileri görülmektedir. Para
biriminin yabancı paralara veya altına dönüştürülmesine yönelik
kısıtlamalar ise bir başka sorundur. Buna karşılık, para
birimi, diğer paralar ve altına serbestçe dönüştürebiliyor ise,
bu duruma Konvertibilite denir.
Mal ve Hizmet
İnsanın ihtiyaçları mallar ve hizmetlerle karşılanır.
İhtiyaçları temin özelliğine sahip herşeye “mal” denir. Ekmek,
ayakkabı birer mal iken, berberin saç kesmesi veya doktorun
hasta muayene etmesi birer “hizmet”tir.
Üretim
İnsan ihtiyaçlarını gidermekte kullanılacak mal
hizmetlerin yaratılması, elde edilmesi veya meydana getirilmesi
sürecidir. Mal veya hizmetlerin üretimi üretim faktörleri
kullanılarak gerçekleştirilir. Ekonomi bilimi, mal ve
hizmetlerin üretilmesinde kullanılan üretim faktörlerini doğal
kaynaklar, emek, sermaye ve girişim üretim faktörleri ile
tanımlamıştır. Üretilen malların bir kısmı ileride kullanılmak
11
üzere bozulmadan saklanıyorsa, saklanan bu kısma "stok” adı
verilir.
Üretim İmkanları Eğrisi
Üretim faktörlerinin miktarı ve teknoloji sabitken, bir
toplumun üretebileceği ve üretemeyeceği mal demetlerini ayıran
bir sınır çizgisidir. Eğrinin sağındaki noktalar,
üretilemeyecek mal demetlerini gösterir. Eğrinin solundaki
noktalarda ise, kaynaklar ya tam kullanılamamakta, ya da kötü
kullanılmaktadır. Bu durumda, bu eğri üzerinde, yukarıdaki bir
noktanın veya aşağıdaki bir noktanın tercihi, Fırsat Maliyeti
olarak değerlendirilebilir. Fırsat maliyeti, bir malı üretmek
için bir başka malın üretiminden vazgeçilen miktar olarak
tanımlanabilir. Örneğin, biraz daha otomobil üretmek için,
buğday üretiminin bir kısmından vazgeçmek gibi. Fırsat
maliyeti, bu anlamda daha fazla otomobil üretildiğinde,
üretiminden vazgeçilen buğdayın sağlayacağı avantajlardan
vazgeçmenin bir bedelidir.
Ekonomik hayatta, ister firma bazında, isterse de ülke
ekonomisi bazında Azalan Verim Yasası geçerlidir. Her ne kadar,
Adam Smith Artan Verimlilik anlayışını gündeme getirmiş olsa
da, günümüzde, tarımsal üretimde ve sanayi üretiminde artan
nüfusa bağlı olarak David Ricardo'nun savunduğu üzere, Azalan
Verim Yasası geçerlidir.
Firma bazında, doğal kaynaklar, emek ve sermaye üretim
faktörleri, yani hammadde, işgücü ve makine-techizat miktarı
arasında oluşturulan hassas dengeye Optimal Faktör Bileşim
Oranı, diyoruz. Eğer, üç üretim faktörü arasındaki hassas denge
12
bozulup, bir veya iki üretim faktörünün miktarı sabit tutulur
iken, birinin miktarı arttırılır ise, bu o firmada üretim
esnasında yakalanmış olan verimlilik seviyesinin azalmasına
neden teşkil eder. Bu nedenle, verimlilik azaldıkça üretim
maliyetlerinin de arttığı görülür. Marjinal kaynak maliyeti, bu
anlamda her bir ek faktör kullanılması sonucu firmanın
maliyetinde meydana gelen artışlar olarak ta tanımlanabilir.
Üretim Faktörleri
Firmaların mal ve hizmet üretimi gerçekleştirmek için
kullanmak zorunda oldukları her unsur üretken kaynaklar veya
üretim faktörleri olarak adlandırılılır. Bu faktörler, üretimi
gerçekleştirmek için kullanılan Doğal Kaynaklar (Hammadde ve
Toprak), Emek (İşgücü), Sermaye (Milli Servet) ve Girişim
(Teşebbüs) üretim faktörleridir.
Doğal kaynaklar üretim faktörü, hammadde ve topraktan
oluşur. Toprak tarım ve taş ve toprağa dayalı sanayi benzeri
alanlarda hammadde olma ve mal ve hizmet üretimi için kurulacak
bir tesisin inşası için gerekli olan arazi anlamında
gayrimenkul olma özelliği ile ortaya çıkar.
Emek insanın kafa ve vücut çabasıdır. Emek üretim faktörü
bir ulusal ekonomide istihdam edilen işgücünü temsil eder. En
vasıfsız iş gücünden en tepe yöneticiye kadar üretimde görev
alan her birey emek faktörü içerisinde yer alır. Bir bireyin
emek üretim faktörü içerisinde yer alması, alın teri
karşılığında ücret alması ile mümkün olabilir.
Sermaye üretim faktörü, bir ulusal ekonomide mal ve
hizmetlerin üretilmesi, üretildikten sonra tüketim merkezlerine
13
taşınması ve tüketilmesi için kullanılan tüm alt ve üst yapı
unsurlardır. Binalar, demirbaş, yollar, köprüler, barajlar,
fabrikalar, makinalar, taşıt araçları, içme suyu veya doğal gaz
sistemleri, yani yer üstünde ve altında bulunan tüm fiziki
unsurlar sermaye üretim faktörü kapsamına girer ve tüm bu
değerlerin toplamı Milli Servet’i temsil eder.
Girişim üretim faktörü ise, diğer üç üretim faktörünü
piyasalarından temin eden ve mal ve hizmet üretimini organize
eden faktördür. Mal ve hizmet üretiminin gerçekleşmesi için
yatırım yapan ve birikimlerini kaybetme riskini göze alarak mal
ve hizmet üretiminde görev alan üretim faktörüdür. Bir nevi
orkestra şefidir.
Üretim faktörleri GSMH’nın yaratılmasına sağladıkları
katkı nedeniyle Milli Gelir'den bir pay almaya hak kazanırlar.
Milli Gelir'den doğal kaynaklar üretim faktörünün aldığı paya
rant, emek üretim faktörünün aldığı paya ücret, sermaye üretim
faktörünün aldığı paya faiz ve girişim üretim faktörünün aldığı
paya ise ise kar geliri diyoruz. Milli Gelir ülkenin ulusal
sınırları içerisinde mal ve hizmet üretiminde görev alanlara
ödediğimiz faktör gelirlerini tanımlamaktadır. Eğer, Türk
vatandaşı olup, dünyanın başka ülkelerinde mal ve hizmet
üretiminde görev alan insanlarımız var ise, örneğin yurt
dışındaki işçilerimiz, onların yabancı ülkelerde kazandıkları
üretim faktör gelirlerini Türkiye'ye göndermeleri halinde,
yurtdışından gelen rant, ücret, faiz veya kar cinsinden faktör
gelirlerine ise Dış Alem(den gelen) Faktör Gelirleri
denilmektedir.
14
İktisadi Sistem
Toplumu oluşturan bireylerin yetenekleri ve aldıkları
eğitim ölçüsünde mal ve hizmet üretiminde görev almaları
sonucunda oluşan sosyal organizasyona İktisadi Sistem (Ekonomik
Sistem) denilmektedir. Bugüne kadar uygulanabilmiş veya
uygulaması süren 2 ekonomik sistem, Kapitalist ve Kollektivist
Ekonomik Sistem’lerdir. İlkinde makine ve teçhizatın mülkiyeti
sermaye sınıfında, ikincisinde mülkiyet işçi sınıfındadır.
İktisadi sistem, ulusal ekonomide ihtiyaçlar ile üretim
arasında dengeyi en etkin şekilde sağladığı savunulan bir
mekanizmanın bütünüdür. İktisadi sistemleri kapalı ekonomi
sistemleri ve mübadele ekonomisi sistemleri olarak ta iki
grupta toplamak olanaklıdır.
Kapalı ekonomi sisteminde üreticiler yalnız kendi
gereksinimleri için üretimde bulunurlar. Gereksinimler basit
olduğundan üretim tekniği de ilkeldir. Mübadele ekonomisi
sistemlerinde ise, her birey kendi gereksinmesinden çoğunu
üretip bu fazlayı, diğer gereksinmelerini karşılamak için
ihtiyaç duyduğu, ama üretemediği mallarla mübadele eder. Bu
sonucu yaratan, iş bölüşümü ve uzmanlaşmadır.
Fiyat Teorisi
Fiyat herhangi bir malın mübadele veya değiş tokuş
değeridir. Uygarlık tarihi boyunca insanoğlu malların ve
hizmetlerin değerlerinin kökenlerini ve değerlerinin
birbirlerinden farklı oluşlarının nedenlerini merak
etmişlerdir. Fiyat teorisi de, mal ve hizmet fiyatlarının nasıl
oluştuğunun analiz edilmesidir.
15
Tüketici Dengesi
Tüketicinin mal ve hizmetleri kullanarak fayda sağladığını
biliyoruz. Tüketicinin amacı ise, belli şartlar altında
ulaşabileceği en yüksek faydaya ulaşmaktır. Bu amaca
ulaştığında tüketici dengededir. Bu durumda tüketici dengesi;
tüketicinin belli şartlarda en yüksek tatmini elde ettiği
durumdur.
Piyasa Dengesi
Piyasa dengesi, bir malın talep edilen miktarının arz
edilen miktarına eşit olması durumudur. Piyasanın dengede
olması için satıcıların satmak istedikleri, veya satmayı
planladıkları, miktarın fiilen sattıkları miktara ve alıcıların
satın almak istedikleri veya satın almayı planladıkları
miktarın, fiilen satın aldıkları miktara eşit olması gerekir.
Piyasa Ekonomisi
Üreticilerin ve tüketicilerin, arz ve talep koşullarına
bağlı olarak aldıkları ekonomik kararlara uygun kaynak
dağılımının gerçekleştiği ekonomik yapı için kullandığımız bir
tanımlamadır.
Firma Maliyetleri
Firmalar mal ve hizmet üretimi esnasında toplam sabit
maliyetlere ve toplam değişken maliyetlere katlanırlar. Her
ikisinin toplamı firmanın katlandığı toplam maliyeti verir.
Toplam sabit maliyet, üretim olsun veya olmasın firmanın
16
katlanmak zorunda olduğu maliyetlerdir. Bu nedenle, dikey
eksende bir değer noktasından başlayarak Q üretim miktarı yatay
eksenine paralel hareket eden bir doğruyla temsil edilir. Bu
nedenle, birim sabit maliyet üretim arttıkça değişen ve azalan
bir doğruya sahiptir. Yani, üretilen birim arttıkça, üretilen
mal başına birim sabit maliyet azalır.
Toplam değişken maliyet ise, üretim oldukça ortaya çıkan
bir maliyettir ve bu nedenle sıfır orijininden başlar. Birim
değişken maliyet ise, üretimin belirli bir aşamasına kadar
sabit bir değer olarak giden, belirli bir aşama geçildikten
sonra küçük bir sıçrama ile yine sabit bir değer olarak devam
eden bir merdiven şeklindeki doğruyla temsil edilir.
Firma Maliyetleri
Kar, belli bir miktar ürünün satışından elde edilen para
veya satış hasılatı ile, o miktar ürünün maliyeti arasındaki
farktır. Karlılık, işletme sermayesinin erimemesi için mutlaka
ulaşılması gereken bir değerdir. Firmanın amacı karın
azamileştirilmesidir. Kar azamileşince firma dengededir.
Firmanın karının azami olmasının ilk şartı, marjinal maliyetin
marjinal hasılata eşit olmasıdır. İkinci şart, bu eşitliğin
sağlandığı yerde marjinal maliyet eğrisinin yükselen bir eğri
olmasıdır. Kronik enflasyonun geçerli olduğu ülkelerde ise
yalnızca kar etmek yeterli değildir, aynı zamanda enflasyonun
üzerinde bir kar gerekli ve zorunludur.
GSMH
17
Gayri Safi Milli Hasıla, kabaca bir yıl içerisinde bir
ulusal ekonomide üretilen mal ve hizmetlerin toplam katma
değerine, ithalattan elde edilen vergi gelirleri ve net dış
alem faktör gelirlerinin eklenmesi ile bulunan bir değerdir.
Bir ulusal ekonominin ulusal sınırlar içinde ve dışında
yarattığı bir yıla mahsus en büyük değerdir. Gayri Safi Milli
Hasıla'nın üretilmesinde Milli Servet kullanılır. Türkiye'nin
tahmini milli serveti 2.5 trilyon dolar civarındadır ve Türkiye
her yıl milli servetinin yüzde 7.5 ile 10'u arası bir GSMH
yaratmaktadır. Oysa ABD'de bu oran yüzde 50 seviyelerindedir.
Yani, Türkiye verimlilik açısından sorunlu bir ekonomidir.
GSMH, iki şekilde hesap edilmektedir. Nominal GSMH ve Reel
GSMH. Eğer, GSMH hesaplamanın yapıldığı yıl geçerli olan mal ve
hizmet fiyatları; yani cari fiyatlar kullanılarak hesap
ediliyorsa, içinde enflasyon veya deflasyondan kaynaklanan
deformasyonu da taşıyor demektir. Bu nedenle, fiyat
hareketlerinin aldatıcı etkisinden temizlemek için ayrıca Reel
GSMH hesaplanır. Reel GSMH; belirli bir baz yılın mal ve hizmet
fiyatları dikkate alınarak, yani Türkiye için enflasyondan
arındırılmış olarak hesap edilen bir GSMH değeridir. Bir yılın
nominal GSMH değeri, enflasyondan, daha doğru bir değişiklikle
fiyatlardaki dalgalanmalardan arındırılarak, Reel GSMH değerine
dönüştürülecek ise, bunun için Deflatör kullanılır. GSMH
Deflatörü, nominal serileri reel serilere dönüştürmek amacıyla
kullanılan bir endekstir. 2002 yılı için hem nominal cinsinden,
hem de reel cinsinden GSMH hesaplamak mümkündür.
Büyüme
18
Ekonomik büyüme reel GSMH’daki artıştır. Bir ekonomide
daha çok mal ve hizmet üretildiği sürece, reel GSMH artar ve
toplum daha fazla tüketme olanağına kavuşur. Reel GSMH’da, bir
önceki döneme göre meydana gelen yüzde artış oranına “ekonomik
büyüme
oranı” denmektedir. Yani, 2002 yılının Reel GSMH oranı, 2001
yılının Reel GSMH oranına
bölündüğünde veya oranlandığında çıkan yüzdesel değişim değeri,
o ekonominin ekonomik
büyüme hızıdır.
Durgunluk, Resesyon, Depresyon
Eğer, bir ulusal ekonomide ekonomik büyüme yavaşlıyor ise
bu durum durgunluk (stagnation) olarak tanımlanır. Kabul
edilebilir ölçüde kısa bir zaman dilimi için (6 ay ile 1 yıl
arası) ekonomik büyümede bir gerileme yaşanır ise bu durum
resesyon olarak tanımlanmaktadır. Ancak, eğer ekonomik büyümede
gözlemlenen gerileme şiddetli ve derin ise ve uzun bir zaman
dilimini kapsıyor ise, bu tür bir gerilemeyi depresyon olarak
tanımlıyoruz. Örneğin, 1929 Buhranı gibi.
Phillips Eğrisi
A. William Phillips'in ortaya koyduğu bir yaklaşım olması
nedeniyle, onun soyadı ile anılan bu analiz, bir anlamda içinde
enflasyonun şişkinliğini barındıran nominal ücretler ile
istihdam seviyesi arasındaki ters orantılı ilişkiyi
tanımlamaktadır. Pek çok ekonomist bu ilişkiyi, bir ölçüde
enflasyon ile işsizlik arasındaki ters orantılı ilişkiyi
19
tanımlayan bir analiz olarak ele almayı tercih etmiştir. Yani,
her ulusal ekonomi bir miktar işsizliği azaltmak için bir
miktar enflasyona, bir miktar enflasyonu azaltmak için bir
miktar işsizliğe katlanmak zorundadır.
Stagflasyon
İngilizce durgunluk (stagnation) ve enflasyon (inflation)
kelimelerinin birleştirilmesinden üretilmiş olan stagflasyon,
ekonominin durgunluğun yaşandığı bir ortamda
yüksek bir enflasyon ve işsizliği de beraber yaşaması
sürecidir. Yani, üç ekonomik sorun bir arada yaşanmaktadır. Bu
durum, Phillips Eğrisi yaklaşımının da artık 1970'li yılların
dünyasında geçerli olmadığını göstermiştir. Özellikle, Vietnam
Savaşı ile birlikte ABD ekonomisinde görülen sorunlar ve Petrol
Krizi ile birlikte dünyanın önde gelen ekonomilerinde 1970'li
yıllarda gözlemlenmiş bir özel ekonomik dengesizlik sürecidir.
Milli Gelir
Ekonomi Bilim’inin tanımladığı dört üretim faktörü olan
doğal kaynaklar, emek, sermaye ve girişim üretim faktörlerine
dağıtılan rant, ücret, faiz ve kar gelirlerinin toplamı Milli
Gelir’i verir. Milli Gelir, GSMH değerinden Amortismanlar ve
Dolaylı Vergiler düşürüldükten sonra bulunan bir değerdir.
Milli Gelir, üretim faktörleri arasında, her bir üretim
faktörünün mal ve hizmet üretimine kattığı ve hak ettiği pay
kadar dağıtılabiliyorsa, yani bir haksızlık söz konusu değilse,
bu duruma Adaletli Gelir Dağılımı diyoruz. Eğer, bir veya
birden fazla üretim faktörü milli gelirden hakettiğinden daha
20
fazla pay alıyor ise, bu duruma Gelir Dağılımı Adaletsizliği
diyoruz.
Tüketim
Milli Gelir'den kabaca direkt vergilerin düşürülmesi ile,
Kullanılabilir veya Harcanabilir Gelir'e ulaşılır.
Kullanılabilir Gelir bireyler ve kurumlar tarafından iki
şekilde kullanılır; Tüketim Harcamaları ve Tasarruflar. Mal ve
hizmetlerin insan ihtiyaçlarını doğrudan doğruya giderecek
şekilde kullanılmasına “tüketim” denir. Bu kullanımın parasal
değeri tüketim harcamalarını oluşturur.
Tasarruf
Kullanılabilir Gelir'den tüketim harcamaların
karşılanmasından sonra, bireyler ve kurumlar tarafından halen
harcanmamış bir artık değer kalır ise, bu değer tasarruf olarak
adlandırılır. Makro ekonomide Toplam Yurtiçi Tasarruflar
ifadesi ile geçer. Tasarruf Paradoksu ise, halkın daha yüksek
oranda tasarruf etmesi ile tüketim harcamalarının azalmasının,
yatırım harcamalarında da daralmaya neden olması nedeniyle,
ekonomik büyümenin yavaşlaması ve tasarrufların azalmasıdır.
Yani, tasarruf eğiliminin artması uzun vadede toplam
tasarrufların azalmasına yol açmaktadır. Bu durum bir
paradokstur.
Kalkınma
Ekonomik büyüme ülkenin üretim hacmindeki bir artıştır.
Dolayısıyla ekonomik büyüme sadece sayısal bir kavram olarak
21
ele alınmaktadır. Oysa ekonomik kalkınma ekonomideki niteliksel
gelişmelerdir. Ekonomik kalkınma toplumun yaşam
standartlarında, üretilen malların kalitesinde veya üretim
organizasyonunda iyileşmeler yaşanan bir ortamı ifade
etmektedir.
İstihdam
Bir ulusal ekonomide, mal ve hizmet üretiminde görev almak
üzere çalıştırılmaya hazır nüfusa istihdam denmektedir. Neo-
klasik iktisatçılar ulusal ekonominin her zaman Tam İstihdam
seviyesinde, yani tüm üretim faktörlerinin en optimal ölçülerde
üretimde kullanıldığı
varsayımını kabul etmişlerdir. Oysa, 1929 Buhranı sonrası,
Keynesyen İktisatçılar ekonominin eksik istihdam koşullarında
da çalışabileceğini ve dengede olabileceğini öne sürmüşlerdir.
İşsizlik
Çalışma ve gelir sağlama kararında olan bireylerin,
hizmetlerinden yararlanmak üzere çalıştırılmalarına “istihdam”
denmektedir. Çalışma isteğine ve yeteneğine sahip olup, cari
ücret haddi ile çalışma saatlerini kabul ettiği halde iş
bulamayan kimseye “işsiz” denir. Toplam işgücü içerisinde işsiz
olanların yüzdesine ise “işsizlik oranı” denmektedir.
İşsizliğin çeşitli türlerinden bahsetmek mümkündür. İşsizlik
türleri; kısmi ve yaygın, geçici ve sürekli olmak üzere tasnif
edilebilir. Kısmi ve geçici işsizlik, yer ve meslek değiştirme
sırasında belirir. Bu türden işsizliğin en tipik olanı
“konjonktürel işsizlik”tir. Konjonktürel işsizlik, üretim
22
hacminde zaman zaman ortaya çıkan daralmaların yarattığı
işsizliktir. Ekonominin bütün sektörleri ile toplu ve devamlı
olarak durgun bir düzeyde kaldığı dönemlerde ise “yapısal
işsizlik” belirir. Uluslararası Çalışma Örgütü ILO normlarına
göre bir başka tanım 'Eksik İstihdam'dır. Buna göre, eğer
istihdam istatistiklerinin hesaplandığı dönem içerisinde kişi
tümüyle işsiz kalmış ise, bu durum işsizlik kavramı ile, aynı
dönem içerisinde sadece 15 gün çalışmış ise eksik istihdam
olarak tanımlanmaktadır. Yani, işsizliğe göre eksik istihdamın
tek farkı kısa bir süre için çalışmış olması, ama geri kalan
zamanda işsiz olmasıdır. Bu nedenle, kimi zaman gerçek
işsizliği hesap etmek için işsizlik oranı ile eksik istihdam
oranının toplanmak uygulaması görülmektedir. 6
II. BÖLÜM
2. Ekonomik Göstergeler
2.1. Mikro Ekonomik Göstergeler
2.1.a. Ekonomik Sistemler
İşletmeler ekonomik sistemin temel birimleridir. Ekonomik
sistem, bir ülkenin sahip olduğu kaynakların, gereksinme ve
isteklerinin karşılanması amacıyla, vatandaşları -bireyler ve
kurumları- arasında dağılımını temel alan kurallar bütünüdür.
Ekonomik sistemler, sahip olunan kaynakların sahiplik ve
6 (Genel Ekonomi), http://www.sabek.com.tr/SUNU/Genel%20Ekonomi%20Temel%20Kavramlar.pdf
23
denetleme şekline göre farklı yapılar kazanır. Bu kaynaklar
üretim faktörleri olarak nitelenir.
Ekonomik sistemlerin bazılarında üretim faktörleri, özel
kişi ya da kuruluşlar tarafından yönetilir, diğerlerinde üretim
faktörlerinin sahibi devlettir. Ekonomik sistemleri üretim ve
dağılımla ilgili karar sürecine göre gruplandırmak da olasıdır.
Plânlı ekonomilerde, üretim faktörlerinin tümü veya büyük kısmı
devlet denetimindedir, üretim ve dağılım kararları devlet
tarafından alınır. Pazar ekonomilerinde ise, üretim ve kaynak
dağılımı, arz-talep dengesine göre bireyler yani üretici ve
tüketiciler tarafından şekillendirilir.
Plânlı ekonomiler ve pazar ekonomileri iki uç kuramsal
noktayı temsil eder. Uygulamada, iki sistemin özelliklerini
taşıyan karma pazar ekonomisi (karma ekonomik sistem),
ülkelerin çoğunda görülen bir sistemdir. 7
2.1.a.1. Kapitalist Sistem
Üretim araçlarının özel mülkiyetine ve bu araçların onlara
sahip olmayan emekçiler tarafından işletilmesine dayanan bir
insan toplumunun hukuksal statüsü; özel girişim ve piyasa
serbestliğine dayanan üretim sistemi, esas olarak büyük çapta
gelişmiş teknik sermayeye ve mali sermayenin egemenliğine
dayanan iktisadi sistem.
Marxçı terminolojide, temel emekçilerin, üretim
araçlarını ellerinde bulunduranlar tarafından sömürülmesi
yoluyla sistemli bir biçimde artı değer elde edilmesine bu artı
değerin önemli bir bölümünün ek sermaye haline getirilerek yeni
bir artı değere dönüştürülmesine dayanan iç çelişkilerden7 (Ekonomik Sistem) , http://notoku.com/ekonomik-sistem/
24
dolayı yıkılmaya mahkum siyasi, iktisadi ve toplumsal rejim.
Verimlilik üzerine yoğunlaştığı için, sürekli gelişme ortamı
yaratabilen, fakat, adalet kavramını yok saydığı içinde
insanların tepkisini fazlasıyla çeken sistem. Kapitalizm, tanım
özellikleri konusunda iki farklı yaklaşım vardır. Bunlardan
birine göre kapitalizm üretimin kar amacıyla yapıldığı ve
pazarda satıldığı ekonomik sistemin adıdır. Öteki tanımda ise
kapitalizmin ücretli emeğe dayalı bir ekonomik sistem, bir
üretim tarzı olduğu vurgulanır. Birinci tanımı savunanlara göre
kar için üretim eski çağlardan beri vardır ama bu kapitalizmin
eski çağlardan beri var olduğu anlamına gelmez. Çünkü o
zamanlar kar amaçlı üretim mevcut üretim tarzının esasını
oluşturmayan oldukça küçük bir bölümü idi. Kar amaçlı üretimin
sistemin temelini oluşturabilmesi için mal, para, emek ve
sermaye akımlarının olması gerekir. Bu serbestliğin sağlandığı
bir düzenin ortaya çıkabilmesi için 15. yüzyılı beklemek
gerekmiştir. Ancak 15. yüzyıl Avrupa'sında kapitalizm ortaya
çıkabilmiştir. İkinci tanımı savunanlar ise kapitalizmin ayırt
edici unsuru olarak ücretli emeğin varlığını göstermektedirler.
Yani kapitalizmde, emeğinden başka satacak bir şeyi olmayanlar
(işçiler) ücret karşılığında üretim araçları sahiplerinin bu
araçlarını kullanarak üretimi gerçekleştirirler. Böyle bir
sistem ancak 17. ve 18. yüzyılların Avrupa'sında ortaya
çıkabilmiştir. Dikkat edilirse bu iki görüşün tanımları farklı
unsurları vurgulamakla birlikte, kapitalizmin ortaya çıktığı
yer ve zaman konusunda aralarında hayli yakınlık vardır.
Kapitalizmin Avrupa'da, feodalizmin yıkılması sürecinde ortaya
çıkmış olduğu konusunda anlaşmaktadırlar.
25
Kapitalist Ekonomi Nasıl İşler
İçinde yaşadığımız sistem zengini daha zengin, fakiri de
daha fakir yapıyor. Dünyadaki üretim kapasitesi ve zenginlik
artmasına rağmen sokaklarda yaşayan çocukların, işçilerin,
yoksulların sayısı azalmıyor, aksine artıyor. Yani toplum
olarak daha çok üretmemize karşın daha çok yoksullaşıyoruz. Bu
gün toplam üretim 1960’lara göre 8 kat daha büyük. Ancak
üretimdeki bu artış ne yazık ki çok adaletsiz paylaşılmakta.
1950’lerde dünya nüfusunun en zengin 20’lik kesimi toplam
gelirin yüzde 30’unu alırken bu gün bu kesimin payı yüzde 60’ı
geçti. Küçük bir azınlık gittikçe zenginleşirken çalışanlar
daha fazla yoksullaşmakta, hayatlarımız bu adaletsizlik
yüzünden daha da çekilmez hale gelmekte. İnsanlık bu kadar
yüksek bir teknoloji ve zenginliğe sahipken hala her yıl
yaklaşık 30 milyon kişi açlık nedeniyle ölüyor. Türkiye’de her
10 bin kişiye 1 sağlık ocağı düşerken 2 tank düşüyor. Bu
işleyiş kapitalizmin doğasından kaynaklanmaktadır. Çünkü
kapitalizmde öncelik insan değil kardır. Hiçbir girişimci
şunları düşünerek fırın açmaz. Elimde epeyce bir sermaye var.
Bari ben bu sermayeyi bir fırın açmak için kullanayım. Böylece
insanlar rahat rahat karnını doyurur. Yatırım yapacak bir
girişimcinin kafasında öncelikle kar vardır. Şöyle düşünür:
Elimdeki bu sermayeyi nasıl kullanırsam kar eder, daha fazla
sermaye sahibi olurum? Girişimci, eğer ekmek üretmek kar
getirecekse fırın açar, aksi halde açmaz. Ekmeğe ihtiyaç olup
olmaması girişimcinin yatırım kararında belirleyici olmaz.
Üretimde kar olgusunun varlığı kapitalist ekonominin
26
tıkanmasına, sistemin insanların ihtiyaçlarına yanıt
vermemesine neden olur. 8
Bireyci bir modeldir. Sözcük köküne bakıldığında, üretici
gücün para ve dolayısıyla sermaye birikimi olduğu savunulur.
Yeterince paraya yani sermaye birikimine sahip olan herkes
ticaret ve üretim yapabilir. Kamu hukuku ve kamu yararı kavramı
da bulunmakla birlikte özel hukuk ve kişi hakları ön plandadır.
Özel teşebbüsün üretim ve ticareti gerçekleştirdiği
sistemlerdir. Sermaye gücü ve birikimi önemlidir. Sermaye az
sayıda insanın elinde yoğunlaşır. Özel sektör esastır. Serbest
Piyasa Ekonomisi geçerlidir. Piyasadaki üretim ile ürün ve
hizmet fiyatları arz ve talep kanunları çerçevesinde serbestçe
şekillenir. Yani ürün az bulunuyorsa ve ona yönelen talep de
mevcutsa, fiyatı yüksek olur, ürün çoksa fiyatı düşer. Özetle
yeterli sermayesi olanlar bir işletme kurup, üretim veya
ticaret yapar, ürünü piyasaya sunar ve fiyat belirler. Fiyat
uygunsa alınır, değilse fiyatı azaltır. Ya da aşırı talep varsa
fiyatı yükseltir. Rekabet önemli bir unsurdur. Burjuva
sınıfının, parasal gücü olanların piyasaları ve siyasi hayatı
yönlendirmesi göz ardı edilemez bir gerçektir.
Üretici Güç: Sermaye
Özel Sektör (Üretim araçlarında özel mülkiyet)
Serbest Piyasa Ekonomisi Kişi Yararı (Özel Hukukun ön
plana çıkması)
Çok Partili Siyaset
8 (Kapitalist Ekonomi) , http://www.umutdolu.net/egitim-kultur/ekonomi/kapitalist-ekonomi.asp
27
Üretim araçlarına özel sektörün sahip olması gerektiği öne
sürülür. Devletin hemen her konuda üretim ve ticaretten uzak
durması, yalnızca yasal düzenlemeleri yapması, toplumsal düzeni
sağlaması ve başka bir şeye karışmaması savunulur. İdeal (salt)
kapitalist sistemde eğitim, sağlık dahil her alandan devletin
çekilmesinin en doğru uygulama olduğu iddia edilir. Böyle bir
sistemde devlet yasama dışında yürütme görevi olarak sadece
milli savunma/askerlik ve adalet/yargı işlevlerini üstlenir.
Vergi toplamak ve para basmak dışında ekonomiye müdahale etmez.
Fakat mutlak (ideal) anlamda böyle bir modelin de
uygulanabilirliği şu an için mümkün değildir. Hemen her ülkede
devlet az veya çok, bir biçimde pek çok alanda etkin ve etkili
olmaktadır. Ve hatta ekonomi, ticaret ve üretime müdahale
etmekte veya etmek zorunda kalmaktadır. Bu nedenle günümüzde
“Müdahaleci/Denetimli Kapitalizm” yaklaşımı değişik düzeylerde
pek çok ülke tarafından benimsenmiştir. Birey esas alınarak,
kişisel özgürlükler üzerinde durulur. Fakat bu görüşe çelişik
olarak bu sistemlerde fakir ve ezilen kitleler azımsanamayacak
düzeydedir. Doğru işleyen ilkeli Kapitalist ülkelerde Fırsat
Eşitliğine önem verilir. Ancak pek çok Kapitalist ülkede güce
veya paraya sahip olmayanlar daima ezilir.
Olumsuz Yönleri:
1. Sermaye az sayıda kişide yoğunlaşır.
2. Gelir dağılımı adaletsizdir.
3. Parasal ve/veya statü gücü olmayanlar Fırsat
Eşitliğinden yeterince yararlanamazlar. 4. Güçlü firmalar
zayıfları yok eder. Piyasada tekelleşme sonucu fiyatlar
aşırı
28
yükselebilir.
5. Az ya da çok daima işsizlik mevcuttur.
6. Enflasyon, yüksek faiz ve düşük ücretler nedeniyle
insanların hayat standartları çok
gerileyebilir.
UYGULAYANLAR: Günümüzde Dünya’da çoğu ülkede
“Müdahaleci
Kapitalizm” uygulanmaktadır.
2.1.a.2. Sosyalist Sistem
Devletçi bir modeldir. Kelime anlamı itibariyle
bakıldığında üretici gücün insan, insan emeği ve dolayısıyla
toplum olduğu düşüncesinden yola çıkılarak oluşturulmuş bir
sistemdir. Devletçilik prensibi mutlak olarak geçerlidir.
Devlet üretime hakim güç olarak ön plana çıkar. Bu modeli
savunan iktisatçılar tarafından toplumun esas alındığı iddia
edilse de, yetkiyi toplum adına devlet kullandığı için, etkin
güç daima devlettir. Kişilerarası eşitlik vurgusu yapılır. Kamu
yararı ve toplum ön plandadır. Kolektif (topluluk olarak, kitle
halinde) hareket etme ve buna uygun bir biçimde örgütlenme ve
çalışma planlanır. Devletin, ticari amaçlı üretim araçlarına
(fabrikalara, tarım arazilerine, hayvan çiftliklerine) ve temel
tamamlayıcı kurumlarına (bankalar, kooperatifler) mutlak egemen
ve sahip olmasıdır. Özel teşebbüs, üretim araçlarına sahip
olamaz. Devlet toplum adına tüm piyasayı kontrolü altında
tutar. Serbest Piyasa Ekonomisi geçerli değildir. Bunun yerine
Merkezi Planlama esastır. Bir yıl içinde tüm ülkede ne üretilip
29
ne kadar tüketileceği önce yerel ve bölgesel olarak hesaplanır,
daha sonra tek merkezde (başkentte) eşgüdümlü olarak
değerlendirilir ve düzeltmeler yapılır. Özetle temel
prensipleri şunlardır:
Üretici Güç: Emek
Devletçi Ekonomi (Üretim araçlarında devlet
mülkiyeti)
Merkezi Planlama
Kamu Yararı (Genel Hukukun ön plana çıkması)
Tek Partili Siyaset
Toplumların çeşitli sınıflardan oluştuğu gerçeği dikkate
alınarak hangi sosyal sınıfın yönetime egemen olması gerektiği
ve asıl üretici gücün hangi sınıf olduğu sorusundan hareket
edilir. Bu yaklaşıma göre tarih, aslında sınıf mücadelelerinin
toplamından ibarettir. İşçi Sınıfı (Proleteraya)’nın egemenliği
esastır (fakat bu durum çoğu zaman göstermelik olarak
kalmıştır). İşçi sınıfına özel bir önem verilir (en azından
söylemlerde). Hatta kimi durumlarda gerçek üretici güç olması
nedeniyle bu sınıfa zaman zaman örtülü bir kutsiyet atfedilir.
Bankacılık sistemi etkin değildir, çünkü ihtiyaç duyulmaz. Faiz
büyük oranda ortadan kalkmıştır. Sosyalist sistemler değişik
aşamalardan geçebilir. Hangi aşamaya kadar ilerleneceği bir
tercih problemidir.
1. Önce üretim araçları devletleştirilir. Özel sektör
üretimden dışlanır. Yabancı sermaye dahil, tüm özel sektör kamu
kurumuna dönüştürülmüştür. Özel sektör yoktur.
30
2. Daha sonra gayrimenkuller (evler, arsalar, araziler)
devletleştirilir. Özel mülk sahibi olunamaz. Devlet evleri ve
arazileri yurttaşlarına kullanmaları için verir. Karşılığında
kira almaz.
3. En son temel hizmetlerin (elektrik, su, telefon, toplu
taşıma, okul, sağlık) ücretsiz hale getirilmesi. Zaten
devletleştirilmiş olan bu hizmetlerin kamu yararına ücretsiz
hale kullandırılmasıdır.
Tek partili rejimlerdir. (Bu partinin adı çoğu zaman
“Komünist Parti”dir. Ama değişik isimler de kullanılabilir,
örneğin “Sosyalist Parti” veya bazı arap ülkelerinde olduğu
gibi “Baas Partisi”.) Devlet ve parti örgütü ayrı ayrı iki
koldan en küçük yerleşim birimlerine kadar indirilmiştir ve
görünürde yönetime katılımcılık vardır. Fakat bu katılımcılık
tepedeki tek bir adamın (Devlet Başkanı ve/veya Parti
Başkanı)’nın mutlak otoritesi sebebiyle işlerliğini yitirmiş
durumdadır. Çoğu zaman yarı veya tam diktatörlere dönüşen bu
liderler sistemin en büyük sorunu olmuşlardır.
Olumsuz Yönleri:
1. Çoğunlukla baskıcı ve antidemokratik uygulamalarda
bulunmuşlardır.
2. Merkezi planlama verimli ve etkin olamamıştır.
3. Dine yönelik olumsuz yaklaşım ve uygulamalar tepki
toplamıştır.
4. İçe kapalı ekonomiler sebebiyle hayat standartları
gelişmemiştir.
31
5. Kapalı toplum anlayışı, gelişen Dünya’ya ayak
uyduramamıştır.
6. Halkçılık iddialarına karşın, halkın istekleri dikkate
alınmamıştır.
UYGULAYANLAR: Dağılanlar / Terkedenler: Sovyetler
Birliği (Rusya,
Kazakistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Özbekistan, Ukrayna,
Tacikistan, Ermenistan, Kırgızistan, Litvanya, Estonya,
Moldova), Doğu Bloku (Polonya, Çekoslovakya, Romanya,
Macaristan, Doğu Almanya, Bulgaristan), Arnavutluk, Yugoslavya,
Güney Yemen, Afganistan, Kamboçya, Benin, Etiyopya, Kongo,
Somali, Moğolistan .
Sürdürenler: Çin (Karma Ekonomiye dönüşmektedir), Küba,
Vietnam, Kuzey Kore, Libya.
2.1.a.3. Karma Ekonomik Sistem
Sosyalist ve Kapitalist sistemlerin uyumlu bir bileşimi
olarak düşünülebilir. Kısmen devletçi kısmen özel sektöre
dayalı bir üretim mevcuttur. Hem Serbest Piyasa Ekonomisi
geçerlidir hem de Merkezi Planlama yapılır. Kamu yararı ve
kişilik hakları eşit öneme sahiptir. Özel sektörün girmek
istemediği veya gücünün yetmediği alanlarda devlet yatırımları
devreye girer. Devlet ekonomik hayatı yönlendirir ve müdahil
olur. Devlet üretim araçlarına çeşitli oranlarda sahiptir fakat
özel sektör de yasak değildir. Siyasi hayatta ise genellikle
çok partili ve parlamenter rejimler benimsenir.
32
Olumsuz Yönleri:
1. Devlet hantal ve aşırı bürokratik bir yapıya
kavuşabilir.
2. Devlet sektöründe rekabet olmadığı için kalitesiz
üretim yapılabilir.
3. Özel sektör teşvik edilmezse gelişmeyebilir.
4. Devlet sektörü gelişen teknolojiye ayak
uyduramayabilir.
5. Özelleştirmeler yanlış yapılarak, bozuk bir
kapitalistleşme sürecine girilebilir.
6. Planlamalar yanlış gerçekleştirildiğinde verimsiz
üretimler ortaya çıkabilir.
UYGULAYANLAR: Terkedenler: Türkiye, Mısır,
Hindistan.
Sürdürenler: Çin (Sosyalisttir fakat uygulamada ise Karma
Modele dönüşmektedir), Venezuella, Tunus. 9
2.1.b. Piyasa, Talep ve Arz
2.1.b.1. Piyasa
Bir mal ya da bir hizmetin denge fiyatının ve denge
miktarının belirlenme sürecinde talep ve arzının karşılaştığı
her türlü yer, kolaylık veya olanağa piyasa denir.
Birincil olarak, bir piyasa belli bir mal ve hizmet için
tanımlanmıştır. Ancak piyasa terimi bir mal ya da hizmet
9 (KARAKURT), Siyasal-Ekonomik Sistemler, http://www.belgeler.com/blg/2qnr/siyasal-ekonomik-sistemler
33
kümesine de uygulanabilir. Tofaş Şahin piyasası gibi, otomobil
piyasası gibi.
İkincil olarak, piyasa fiyatlar karşısında tercihlerini
açıklayan alıcıların ya da talep edenlerin ve keza fiyatlar
karşısında tercihlerini açıklayan üreticilerin yada arz
edenlerin karşılaştıkları yerdir.
Üçüncül olarak piyasa alıcıların ve satıcıların
karşılaştığı yerdir. Bazı piyasalar coğrafi olarak çok iyi
belirlenmiştir. Örneğin meyve ve sebzelerin piyasası, kentlerde
pazar yerleridir.
Buna karşılık bazı piyasaların yeri çok iyi
belirlenmemiştir. Sanat eserlerinin ya da hazine bonolarının
piyasası böyledir.
Bir malın piyasa dengesi fiyat ve miktarının o malın talep
ve arzını eşitlediği durumdur.
2.1.b.2. Talep
Önce bireysel ve piyasa talebinden hareketle talep
fonksiyonunu, daha sonra talepte meydana gelen kaymaları
inceleyelim.
Talep Fonksiyonu
Bar X malıyla ilgili Tablo 1.1 deki verileri göz önüne
alalım. X malının piyasasının A ve B gibi iki tüketiciden
oluştuğu farzedilmiştir.
Tablo 1.1. X Malının Talebi
Fiyat (P)
Talep Edilen Miktar (aylık kilo)A B PİYASA A+B
34
16
14
12
10
8
6
4
2
0
5
10
15
20
25
30
35
40
0
15
30
45
60
75
90
105
120
0
20
40
60
80
100
120
140
160
A tüketicisinin bireysel talebi, tüm olası fiyatlarda
satın almak istediği miktar arasındaki ilişkidir. Nitekim eğer
X malının fiyatı 16 TL ise A satın alımda bulunmayacaktır. Eğer
fiyat 14 TL’ ye düşerse A, 5 kg talep edecektir. Eğer fiyat 12
TL’ ye düşerse A 10 kg satın almak isteyecektir. Aynı durum
B’nin talebi için de geçerlidir. Örneğin fiyat 16 ise B’nin
talebi sıfır, fiyat 14 ise B’nin talebi 15 kg.’dır.
X malının piyasa talebi tüketicilerin taleplerinin yatay
toplamıdır. 16 TL fiyat düzeyinde piyasa talebi 0+0=0,14 TL
düzeyinde piyasa talebi 5+15=20 kg vb. dir.
Tablo 1.1. gerek bireysel gerek piyasa düzeyinde fiyatla
talep edilen miktar arasında negatif bir ilişki olduğunu ortaya
koymaktadır. Bu ilişkiye talep yasası denir.
Bir tanım vermek gerekirse, bir malın talebi o malın talep
edilen miktarıyla fiyatı arasındaki bir ilişkidir. (Ceteris
Paribus).
Bu tanım üç önemli özellik içermektedir.
35
Fiyat-miktar ilişkisi şu sorunun cevabıdır. Malın tüm
olası fiyatlarında tüketici
ne kadar miktar satın almak istemektedir? Bu anlamda talep,
ekonomide, efektif tüketim değildir. Talep satın alma niyetleri
kümesini açıklar.
Ceteris Paribus (diğer koşullar değişmezken) tümcesi
önemlidir. Bu ibare
fiyatın dışındaki talep edilen miktarı etkileyebilecek diğer
değişkenlerin sabit olarak düşünüldüğünü vurgulamaktadır.
Örneğin tüketicinin gelirinin, zevklerinin ve diğer malların
fiyatlarının değişmediği farzedilmektedir.
Talep belli bir dönem için tanımlanır. Örneğin Tablo
1.1 ‘de süre 1 ay olarak
belirlenmiştir.
Fiyat-miktar ilişkisi cebirsel bir formülle ve grafik
olarak bir fonksiyonu şeklinde gösterilebilir.
QD=QD (P) (1)
Formülde
QD : Talep edilen miktarı
P : Malın fiyatını göstermektedir.
Tablo 1.1 ‘de gösterildiği gibi bu ilişki fiyatın her
olası değerine bir miktarın tekabül ettiğini ortaya
koymaktadır. Bu ilişki bir ters fonksiyon biçiminde de
yazılabilir.
Böylece
P=P(QD)
olacaktır. (1’)
Talep Yasasına göre <0 dir.
36
Şekil 1.1, hem A ve B’nin dA ve dB bireysel taleplerini hem
de A ve B ‘nin taleplerinin yatay toplamı olan piyasa talep
fonksiyonunu (D) göstermektedir. Böylece P=12 için A tarafından
talep edilen miktar 10 ( dA üzerinde a noktası) ve B tarafından
talep edilen miktar 30 (dB üzerinde b noktası) olacaktır. Bu
miktarların toplamı 40 dır ve E noktası piyasa talep eğrisinin
bir noktasıdır. P=6 için benzer bir akıl yürütme piyasa talep
eğrisi üzerinde bir ikinci F noktasını vermektedir.
Şekil 1.1 deki fonksiyonlar doğrusaldır. Bu durumda bir
denklem olarak piyasa talep eğrisini şöyle yazabiliriz.
P=a-bQb (2)
QD= -
37
Şekil 1.1. Bir X Malının Talebi
Tablo 1.1 deki veriler [2] ilişkisini şu şekilde
yazmamıza izin vermektedir.
P=16-0,05 QD
QD=160-10P (3)
Talep Fonksiyonun Yer Değiştirmesi
Talep eğrisi, gelir, tüketicilerin zevki ve diğer malların
fiyatları gibi talep eğrisi
çizilirken sabit kabul edilen faktörlerden birisi değiştiği
zaman, yer değiştirir yada kayar. Bu faktörlere talebi kaydıran
faktörler denir.
38
Şekil 1.1 ‘i yeniden ele alalım. A ve B ‘nin geliri
artsın. 12 TL. fiyat düzeyinde iki
tüketici 40 kilo yerine ( E noktası ) daha fazla miktar örneğin
6 kilo satın alabilir. E talep eğrisinin yeni noktasıdır. Aynı
akıl yürütme tüm diğer fiyatlar için de yapılabilir. Örneğin
P=6 için D talep eğrisi sağa D ‘ye kayabilir. Mutatis mutantis,
satın alma gücünde bir azalma olması durumunda talep eğrisi
sola kayacaktır.
2.1.b.3. Arz
Arz Fonksiyonu
Talebi incelerken göz önüne aldığımız X malı iki firma ya
da arzedici C ve D tarafından üretilmektedir. Tablo 1.2 bu iki
üreticinin davranışını özetlemektedir.
C ve D firmalarının bireysel arzı , X malını olası tüm
fiyatlarında piyasaya sunmayı diledikleri X miktarıdır. Böylece
fiyatın sıfır ya da 1 TL olduğu zaman hiçbir firma üretim
yapmak yada satmak istememektedir. Eğer X malının fiyatı 4 TL
ise, C firması 8 kg., D firması 12 kg üretmek istemekte ve
piyasa arzı 20 kg olmaktadır.
Tablo 1.2 fiyatla arzedilen miktar arasında pozitif bir
ilişki olduğunu ortaya koymaktadır. Fiyat düzeyi ne kadar
yüksekse, üretimde bulunmak o kadar karlı olmaktadır.
Arz, bir malın olası tüm fiyatlarında üretilmek istenen
miktarıdır. (Ceteris Paribus )
Arzın bu tanımı iki olgu içermektedir.
Ceteris Paribus ya da ‘’diğer koşullar değişmezken’’
ibaresi, fiyatın dışındaki
39
arzı etkileyebilecek tüm diğer faktörlerin sabit olduğunu
vurgulamaktadır. Fiyatın dışında arzı etkileyen temel etmenler
üretim tekniği ve üretim faktörlerinin fiyatı (hammadde, emek,
sermaye ) diğer bir deyişle maliyetlerdir.
Talep gibi arz da bir veri dönem için düşünülür.
Tablo 1.2 de fiyatla arzedilen
miktar arasındaki ilişki bir arz fonksiyonu şeklinde
gösterilebilir.
Q5=Q5(P) (4)
Eşitlikte Q5 : arzedilen miktarı
P: malın fiyatını göstermektedir.
Arz fonksiyonundaki ilişkiyi tersine çevirerek ters
fonksiyon şeklinde de yazabiliriz.
P=P(Qs);dPdPQs> 0 dir. (4’)
Tablo 1.2. X Malının Arzı
Fiyat (P)
Talep Edilen Miktar (Aylık Kilo)C D PİYASA C+D
0
2
4
6
8
10
12
0
0
8
16
24
32
40
0
0
12
24
36
43
60
0
0
20
40
60
75
100
40
14
16
48
56
72
84
120
140
Şekil 1.2. Bir X Malının Arzı
Şekil 1.2. bireysel C ve D firmalarının SC ve SD, arz
fonksiyonlarını göstermektedir. Bireysel arz fonksiyonlarının
yatay toplamı S piyasa arz eğrisini oluşturur. Böylece P=6 için
C tarafından arzedilen miktar 16 (SC üzerindeki a noktası), D
tarafından arzedilen miktar 24 (SD üzerinde b noktası) dir ve
piyasa arzı 40 dır. N noktası piyasa arz eğrisi üzerindeki bir
noktadır. P=12 için benzer şekilde M noktasına ulaşılır.
41
1.2. Şeklindeki fonksiyonlar doğrusal olduğundan, S piyasa
arz fonksiyonu şöyle yazılabilir.
P=a+b+QS
QS= - ab +Pb (5)
Tablo 1.2. deki veriler aşağıdaki denklemleri vermektedir:
P=2+0,025QS
QS= - 20+10P
Arz Fonksiyonun Yer Değiştirmesi
Arz eğrisi çizilirken sabit oldukları farzedilen
faktörlerden biri değiştiği zaman arz
fonksiyonu yer değiştirir. Örneğin teknolojik bir yenilik arz
eğrisini sağa kaydırır. Gerçekten bir yenilik üretim
maliyetinde bir düşüşe ve firmaların belli bir miktarı daha
düşük fiyat düzeyinde üretmelerine izin verir. Bir diğer
deyişle aynı fiyat düzeyinde firmalar daha fazla üretmeye
teşvik edilirler. Şekil 1.2 de eğer yenilikten önce P=6
fiyatında firmalar 40 kg (H noktası) üretiyorlarsa, daha sonra
70 kg arzetmek (H’ noktası ) isteyeceklerdir. Aynı mantık P=12
ve tüm diğer fiyatlar için geçerlidir. S arz eğrisi sağa S’
konumuna yer değiştirir. Mutatis Mutandis, benzer bir akıl
yürütme S eğrisinin sala yer değiştirmesi için de geçerlidir.
2.1.b.4. Piyasa Dengesi
Denge
Piyasayı etkileyen güçlerde herhangi bir değişim eğilimi
olmadığı zaman bir piyasa
42
dengededir. Bir diğer deyişle mal arzı talebine eşit olduğu
zaman piyasa dengededir denilebilir. Fiyat ve miktarın bu
düzeyinde talep ve arzın değişmesi için herhangi bir neden
yoktur.
QD=QS
olduğu zaman X malının piyasası dengededir. Yani [3] ve [6]
denklemlerine göre
160-10P=-20+10P, dolayısıyla
P=9 dur.
[3] ve [6] ilişkisinde bu değeri yerine koyduğumuz a
QD=160-10(9)
QD=70 bulunur.
QS=-20+10(9)
QS=70 elde edilir.
Şekil 1.3 piyasa dengesinin E noktasında gerçekleştiğini,
o noktada arzın talebe eşit olduğunu göstermektedir. P=9
fiyatında tüketiciler 70 kg X malı satın almak ve firmalar 70
kg arzetmek istemektedir. Bu fiyat aynı zamanda hem alıcıların
hem satıcıların niyetlerini tatmin ettiğinden piyasa dengesini
gerçekleştirmektedir.
43
Şekil 1.3 Bir X Malının Piyasa Dengesi
Şekil 1.3 aşırı talep ve aşırı arzın olduğu iki
dengesizliği ortaya koymaktadır. P=4 fiyat düzeyinde
tüketiciler 70 kg X malı satın almak istemektedir. (D
üzerindeki N noktası), buna karşılık firmalar yalnızca 40 kg
mal arz etmek istemektedir (S üzerindeki M noktası). Talep
fazlası 150 kg dır. P=4 fiyatında tatmin olmamış tüketiciler 20
kg dan daha fazla miktar elde etmek için daha yüksek fiyat
ödemeye hazırdır. Üreticiler üzerindeki bu baskı onları
fiyatlarını yükseltmeye yöneltecektir. Aynı durum denge
fiyatının altındaki tüm fiyatlar için geçerlidir. Taralı üçgen
EMN bir aşırı talebi göstermekte ve bu aşırı talep satış
fiyatının artmasına neden olmaktadır.
44
Eğer fiyat denge fiyatının üstündeyse, örneğin P=12 ise
KL=60 kadar bir aşırı arz söz konusu olacaktır. Arzedenler
yeterli pazar bulamadıkları için, pahalı bir stoklamaya gitmek
yerine fiyatı düşürmeyi tercih edecektir. Şekil 1.3 de denge
fiyatının üstündeki fiyatlarda noktalı KEL üçgeniyle gösterilen
bir aşırı arz meydana gelecektir. Bu aşırı arz fiyatın
düşmesine neden olacaktır.
Yukarıda açıklanan denge bir kısmi dengedir. Çünkü
yalnızca X malını ilgilendirmektedir. X malının fiyatının diğer
malların piyasaları üzerindeki sonuçları göz önüne
alınmamaktadır. Bu yansımaların ortaya koyduğu sonuçlar
kitabımızın 10. Bölümünde genel denge çerçevesinde
incelenecektir.
Dengede Değişmeler
Şekil 1.4. de başlangıçta piyasa F noktasında dengededir
ve denge fiyatı P0 dır. Şimdi
herhangi bir nedenle talep eğrisinin D den D’ ne kaydığını
düşünelim. Yeni denge E1 olacaktır. Bu denge düzeyine ilişkin
fiyat düzeyi P1 dir.
Şimdi talep eğrisi veriyken arz eğrisinin S den S’ ne
kaydığını farzedelim. Bu
durumda denge noktası E den E2 ye kayacak fiyat düzeyi P1
olacaktır.
45
Şekil 1.4. Karşılaştırmalı Statik Analiz
Acaba ekonomi başlangıç E denge noktasından nihai denge
noktaları E1 ve E2 ye hızlı ya da yavaş bir şekilde geçerse aynı
yolu izleyecekler midir? Bu sorunun cevabı hayır olacaktır.
Eğer ekonomi bir denge noktasından diğerine bazı dengesizlik
aşamalarından sonra ulaşırsa o takdirde E,E’,E1 ya da E,E’’, E2
yollarını izleyecektir.
Eğer yalnızca E ve E1 ya da E2 noktaları karşılaştırılırsa
karşılaştırmalı statik analiz söz konusudur. Eğer aradaki
aşamalar incelenirse dinamik analiz yapılması gerekir. 10
2.1.c. Üretimin Maliyetleri
Arz talep konusunda işletmeler fiyat yükseldikçe arz
ettikleri malın miktarını arttırmak isterler. Bu yüzden arz
eğrisi pozitif eğimlidir, yani artan bir eğime sahiptir. Ancak
arz eğrisindeki artışın elbette bir sınırı vardır. Kısa
dönemde, firmanın üretim kapasitesi yükseltilemeyeceği için bir10 Prof. Dr. İlker PARASIZ, Mikro Ekonomi, S.5,6,7,8,9,10,11,12,13,14(PARASIZ, 1. Baskı, Nisan 2004)
46
işletme açısından yaklaşıldığında arzın sınırsızca artırılması
mümkün değildir. Yeteri kadar uzun bir dönem içinde işletmenin
arz kapasitesini artırarak daha yüksek bir arz miktarına
ulaşması mümkün olabilir.
İşletmenin Temel Amacı
Herhangi bir piyasada faaliyet gösteren bir işletmenin
temel amacı karını maksimum kılmaktır. Bunun yollarından biri
satışları artırmaktan geçer. Ancak bu konudaki tek değişken
satışlar değildir elbette; üretilen malın maliyeti de önemli
bir unsurdur.
Toplam Gelir ve Toplam Maliyet
Toplam gelir, firmanın yaptığı satışların satılması ile
elde ettiği toplam hasılat olarak tanımlanabilir. Toplam Gelir,
satılan mal miktarının satış fiyatı ile çarpılması sonucunda
elde edilir.
Toplam maliyet firmanın üretimi gerçekleştirebilmek
amacıyla satın aldığı tüm girdilere yaptığı ödemelerden oluşur.
Bunların arasında, hammadde satın alınması, ücret ödemeleri,
faiz ödemeleri, kira vb. gibi üretimin gerçekleştirilmesinde
rol oynayan tüm unsurlara ait ödemeler yer alır.
Firmanın Karı
İşletmenin maksimum kılmak istediği kar bu durumda, toplam
hasılat ile toplam
maliyet arasındaki fark olarak hesaplanabilir :
Kar = Toplam Hasılat – Toplam Maliyet
Karın artırılması için toplam hasılatın yükseltilmesi ve /
veya toplam maliyetin azaltılması gerekmektedir.
Maliyet ve Fırsat Maliyeti
47
Firmanın maliyeti yukarıdaki gibi üretimi
gerçekleştirmek için katlanması gereken
tüm masrafların yanı sıra iktisadi analiz açısından anlamlı
görülen bir başka maliyet unsurunu fırsat maliyetlerini de
içermelidir. Bazı durumlarda, sadece üretimin maliyetleri
açısından soruna yaklaşıldığında kar elde ediliyormuş gibi
görünebilir ancak, aynı miktarda kaynağın değişik bir malı
üretimine harcanması halinde daha çok kar elde edilmesinin
mümkün olduğu görülüyorsa burada iktisadi anlamda bir zarardan
söz edilebilir.
Görünür ve Görünmeyen Maliyetler
İktisadi analiz sırasında kullanılan maliyet
kavramlarından biri de görünmeyen maliyetlerdir. İktisadi
analiz çerçevesinde bir işletmenin maliyetleri görünür
maliyetler ve görünmeyen maliyetler olarak iki grup altında da
toplanabilir. Görünür maliyetler, karşılığında doğrudan parasal
bir ödemenin gerçekleştirildiği maliyetleri içerir. Örneğin,
ücret ödemeleri, hammadde ödemeleri vb. gibi. Görünmeyen
maliyetler ise karşılığında doğrudan parasal ödemenin
yapılmadığı maliyet unsurlarını kapsar. Bu tip maliyetlere
örnek olarak düşük verimlilik gösterilebilir. Üretim hattının
tasarımından kaynaklanan bir sorun nedeniyle bir ürün daha
ucuza üretilebilecekken daha yüksek bir maliyetle üretiliyorsa
üretim hattının organizasyonu bir görünmeyen maliyet unsuru
olarak değerlendirilebilir.
Ekonomik Kâr ve Muhasebe Kârı
Ekonomik anlamda kâr, işletmenin elde ettiği toplam satış
gelirlerinden görünür ve görünmeyen bütün maliyetlerin
48
düşülmesi ile elde edilir. Diğer bir deyişle iktisadi anlamda
kâr için maliyet anlamında gözönünde tutulan unsur fırsat
maliyetidir.
Muhasebe anlamında kar ise işletmenin satış gelirlerinden
sadece görünür maliyetlerin düşülmesiyle elde edilir. Diğer
bir deyişle muhasebe anlamında kar hesabı görünmeyen
maliyetleri içermez. Toplam hasılat, görünür maliyetleri
aştığında muhasebe anlamında kâr elde edilir. İktisadi
anlamda bir işletmenin kârlı olabilmesi hasılatın görünür ve
görünmeyen maliyetlerin toplamından daha büyük olması halinde
mümkündür. Her iktisadi faaliyetin mutlaka bir fırsat maliyeti
de bulunacağından muhasebe anlamında kâr hep iktisadi kâr
düzeyinden daha yüksek olur. Bazı durumlarda muhasebe
anlamında kârlı gözüken bir faaliyet iktisadi açıdan zarar
ediyor olabilir.
İktisatçı Açısından Muhasebeci
Açısından
İktisadi
Kâr
Muhasebe
KârıDolaylı Maliyet Dolaysız MaliyetDolaysız MaliyetTablo 1.3. Ekonomik Kâr ve Muhasebe Kârı
Üretim Fonksiyonu ve Toplam Maliyet
Çizelgede kullanılan işgücü miktarına (işçi sayısına) göre
çeşitli maliyetleri göstermektedir.
İşçi Sayısı Ürün(000) EmeğinMarjinalÜrünü
Sabit
Maliyet
İşçi
Maliyeti
49
Toplam
fırsatgeli geli
0 0 50 01 80 80 50 202 150 70 50 403 210 60 50 604 250 40 50 805 280 30 50 100
Tablo 1.4. İşçi Sayısına Göre Maliyet
Tablosu
Üretim Fonksiyonu
Üretim fonksiyonu üretilen mal miktarı ile bu üretimi
gerçekleştirmek için gerekli olan üretim girdisi arasındaki
ilişkiyi gösteren bir fonksiyondur. Yukarıdaki çizelge
incelenecek olursa üretim miktarı arttığında toplam maliyetin
de yükseldiği görülebilir. Dolayısıyla “üretim fonksiyonu”nun
da artan eğimli bir eğriye sahip olduğu söylenebilir.
Marjinal Ürün
Marjinal ürün, üretimde kullanılan herhangi bir girdi ile
üretim miktarı arasındaki ilişkiyi gösterir. Örneğin “emeğin
marjinal ürünü” denildiğinde üretimde kullanılan işgücü miktarı
ile üretim miktarı arasındaki ilişkiden sözediliyordur. Emeğin
marjinal ürünü, üretimde kullanılan işgücünde bir birimlik
artış olduğunda üretilen mal miktarında meydana gelen artışı
gösterir. Genel anlamıyla marjinal ürün aşağıdaki formül ile
hesaplanır:
Marjinal Ürün = Üretilen Mal Miktarındaki Artış /
Kullanılan Girdideki Artış
Azalan Marjinal Ürün 50
Marjinal ürün pozitif olduğunda, kullanılan girdide de bir
artış olduğunda üretilen mal miktarının bir miktar arttığı
anlamına gelir. Ancak bu artışın oranı ile kullanılan girdideki
artışın oranını karşılaştırmak daha ilginç sonuçlar verir.
Çizelge incelenecek olursa, Marjinal ürünün azalan bir oranda
arttığı görülebilir. Bu girdi miktarında yapılan artış
oranına göre elde edilen üretim artış oranının giderek
azaldığını göstermektedir.
Örneğin iki makinanın olduğu bir işletme düşünelim. Bir
işçi çalışırsa sadece bir makina kullanılacağından üretim
kapasitenin yarısı kadar olacaktır. İkinci bir işçi
kullanılmaya başlandığında üretim ikinci makinanın da devreye
girmesi ile iki katına çıkacaktır. Üçüncü bir işçi
çalıştırıldığında işgücü %50 artırılmış olacak ancak üretimdeki
artış %50 kadar olmayacaktır çünkü işletmenin kapasitesi iki
makina ile sınırlıdır ve üçüncü işçi ancak yardımcı bazı
hizmetlerde kullanılabilecektir.
51
Şekil 1.5. Üretim Fonksiyonu
Üretim Fonksiyonu ve Azalan Marjinal Ürün
Yukarıdaki çizim, diğer üretim faktörleri veri iken işgücü
ile üretim miktarı arasındaki
ilişkiyi gösteren üretim fonksiyonunu göstermektedir. Emeğin
marjinal ürününün azalmasına bağlı olarak üretim fonksiyonun da
eğimi azalarak artan bir eğimdir ve üretim miktarı olarak
belirli bir değeri aşamaz (kapasite sınırını hatırlayınız).
Diğer bir deyişle başlangıçta, işgücü miktarı düşükken yani
istihdam edilen işçi sayısı az iken, işgücü kullanımını örneğin
%25 artırıldığında üretimdeki artış %50 gibi daha yüksek bir
oranda gerçekleşmektedir. Ancak eğrinin yukarılarına doğru
gidildiğinde yani istihdam edilen işgücü miktarı yüksekken
gerçekleştirilen aynı oranda işgücü artışı bu defa %10 gibi
52
daha düşük bir üretim artışı sağlamaktadır. Belirli bir
noktadan sonra da üretim fonksiyonu yatay hale gelmekte, yani
işgücünde gerçekleştirilen artışın üretim artışı yaratamadığı
görülmektedir.
Üretim Fonksiyonu ve Toplam Maliyet Eğrisi
Toplam maliyet eğrisi, üretim miktarı ile maliyetler
arasındaki ilişkiyi gösteren eğridir. Toplam maliyet
eğrisinin eğimi üretim fonksiyonu eğrisinin simetriği
şeklindedir. Üretim miktarı düşükken üretimin artırılması
toplam maliyeti fazla yükseltmez. Ancak kapasite sınırına
yaklaşıldıkça gerçekleştirilen üretim artışının toplam maliyet
üzerinde büyük artışlar yarattığı söylenebilir. Bunun nedeni
marjinal ürünün giderek azalmasıdır; bu, marjinal ürün ile
toplam maliyet arasındaki ilişkiyi de görünür kılmaktadır.
Sabit ve Değişken Maliyet Kavramları
Üretim Maliyetleri sabit ve değişken maliyetler olarak
ikiye ayrıştırılabilir:
Sabit Maliyetler, üretim miktarı ne olursa olsun
katlanılması gereken
maliyetleri kapsamaktadır. Örneğin tesis kirası üretim yapılsa
da yapılmasa da ödenmesi gereken bir maliyettir. Sabit
maliyetler üretim miktarına bağlı olarak değişmezler.
Değişken Maliyetler ise üretimin düzeyine göre
farklılaşan maliyetlerdir.
Örneğin ücret maliyeti; üretim düzeyi yükseldikçe kullanılan
işgücü miktarı ve buna bağlı olarak ücret ödemeleri artar.
Toplam Sabit ve Değişken Maliyetler
53
Toplam maliyet sabit maliyet ile değişken maliyetin
toplamına eşittir.
Toplam Sabit Maliyet (TSM)
Toplam Değişken Maliyet (TDM)
Toplam Maliyet (TM) iken TM = TSM + TDM olur.
Tablo 1.5. Toplam, Sabit ve Değişken Maliyetler
Tablosu
Ortalama Maliyetler
54
Miktar Toplam
Maliyet
Sabit
Maliyet
Değişen
Maliyet0 3,00 3,00 0,001 3,30 3,00 0,302 3,80 3,00 0,803 4,50 3,00 1,504 5,40 3,00 2,405 6,50 3,00 3,506 7,80 3,00 4,807 9,30 3,00 6,308 11,00 3,00 8,00
Ortalama maliyet, toplam maliyetin üretim miktarına
bölünmesi ile elde edilir. Bu
açıdan bakıldığında, ortalama maliyetler, birim başına maliyeti
gösterirler.
Ortalama Sabit Maliyet (OSM)= TSM / Q
Ortalama Değişken Maliyet (ODM)= TDM / Q
Ortalama Toplam Maliyet (OTM)= TM / Q
OTM = OSM + ODM
Tablo 1.6. Ortalama Maliyetler Tablosu
Marjinal Maliyet
Marjinal Maliyet (MM), firmanın üretimi 1 birim arttığında
Toplam Maliyette
meydana gelen artışı gösterir. Bu anlamıyla marjinal maliyet
bir birim daha fazla üretmenin maliyetinin ne kadar olduğunu
yansıtır. Marjinal maliyet aşağıdaki gibi hesaplanabilir:
55
Miktar OSM ODM OTM0 - - -1 3,00 0,30 3,302 1,50 0,40 1,903 1,00 0,50 1,504 0,75 0,60 1,355 0,60 0,70 1,306 0,50 0,80 1,307 0,43 0,90 1,338 0,38 1,00 1,389 0,33 1,10 1,4310 0,30 1,20 1,50
MM = Toplam Maliyetteki Değişim / Üretim Miktarındaki
Değişim
MM = ΔTM / ΔQ
Miktar Toplam
Maliyet
Marjina
l
Maliyet
Miktar Toplam
Maliyet
Marjina
l
Maliyet0 3,00 -1 3,30 0,30 6 7,80 1,302 3,80 0,50 7 9,30 1,503 4,50 0,70 8 11,00 1,704 5,40 0,90 9 12,90 1,905 6,50 1,10 10 15,00 2,10
Tablo 1.7. Marjinal Maliyet
Ortalama Maliyetler ve Marjinal Maliyet
56
Şekil 1.6. Ortalama Maliyetler ve Marjinal
Maliyet
Maliyet Eğrilerinin Eğimleri
Üretim miktarı arttıkça marjinal maliyet yükselir.
Bunun nedeni azalan
marjinal ürün yasasıdır. Kapasite sınırına yaklaşıldıkça
üretimi bir birim daha artırmanın maliyeti çok daha yüksek
olur.
Ortalama toplam maliyet eğrisi U-şeklindedir.
Ortalama sabit maliyet eğrisi üretim miktarı arttıkça
payı çok azalır, sıfıra
yaklaşır.
Çok düşük üretim düzeylerinde ortalama maliyet eğrisi
yüksektir çünkü, birim
57
başına düşen sabit maliyet bu noktalarda çok yüksek olur.
Üretim miktarı arttıkça OTM azalır.
Minimum noktasından sonra OTM tekrar yükselmeye
başlar; çünkü bu defa,
ODM yükselmeye başlamıştır. Bu durumda U şeklindeki toplam
maliyet eğrisinin minimum olduğu nokta, ortalama birim
maliyetin diğer bir deyişle ODM’nin en düşük olduğu noktadır.
Bu nokta işletme için en uygun üretim ölçeğini ifade eder.
Üretim düzeyi bu noktada değilse firma yatırım yaparak
maliyetlerini düşürmek ve daha üst bir üretim ölçeğinde minimum
maliyet noktasına ulaşmak isteyecektir. Eğer üretim düzeyi
istikrarlı olarak minimum maliyet noktasının solunda kalıyorsa
bu defa firmanın ölçeğini küçültmesi gerekli olur.
Marjinal Maliyet ile Ortalama Toplam Maliyet
Arasındaki İlişki
Eğer, Marjinal Maliyet Ortalama Toplam Maliyetin altında
kalıyorsa, ortalama toplam maliyet düşüyor demektir. Tersi
geçerli olduğunda MM, OTM’nin üzerinde seyrettiğinde OTM’nin
yükseldiği görülür. MM, OTM’yi minimum olduğu noktada keser. Bu
nokta hatırlanabileceği gibi işletmenin “etkin ölçek”
noktasıydı. Marjinal maliyet eğrisinin ortalama maliyet
eğrisini kestiği noktanın üstünde kalan kısmı aynı zamanda
firmanın arz eğrisini gösterir. Şekil 1.7. Marjinal Maliyet
ile Ortalama Toplam Maliyet Arasındaki İlişki
58
Değişik Maliyet Ölçüleri
Kasaba Yoğurtları maliyet tablosu aşağıdaki çizelgede
bulunmaktadır. Buna göre sabit maliyetleri 18 YTL’dir. Hiç
üretim yapılmasa da bu maliyet oluşmaktadır. Değişken Maliyet
ise 1 birim üretildiğinde 10 YTL’den başlayıp 171 YTL’ye kadar
çıkmaktadır. Ortalama maliyetler toplam maliyetlerin üretim
birimine bölünmesi ile bulunmuştur. Maliyet tablosuna göre
Kasaba Yoğurtlarının 7 000 ton’luk üretim düzeyinde marjinal
maliyeti ile ortalama maliyeti kesişmektedir. Burası aynı
zamanda ortalama toplam maliyetin minimum olduğu noktadır.
Yoğurt
Miktar
ı
(BinTo
n)
Toplam
Maliye
t
Sabit
Maliye
t
Değişk
en
Maliye
t
Ortala
ma
Sabit
Maliye
t
Ortala
ma
Değişk
en
Maliye
t
Ortala
ma
Toplam
Maliye
t
Marjin
al
Maliye
t
0,00 18,00 18,00 0,00
59
1,00 28,00 18,00 10,00 18,00 10,00 28,00 10,002,00 36,00 18,00 18,00 9,00 9,00 18,00 8,003,00 42,00 18,00 24,00 6,00 8,00 14,00 6,004,00 46,00 18,00 28,00 4,50 7,00 11,50 4,005,00 52,00 18,00 34,00 3,60 6,80 10,40 6,006,00 60,00 18,00 42,00 3,00 7,00 10,00 8,007,00 70,00 18,00 52,00 2,57 7,43 10,00 10,008,00 83,00 18,00 65,00 2,25 8,13 10,38 13,009,00 100,00 18,00 82,00 2,00 9,11 11,11 17,0010,00 123,00 18,00 105,00 1,80 10,50 12,30 23,0011,00 153,00 18,00 135,00 1,64 12,27 13,91 30,0012,00 189,00 18,00 171,00 1,50 14,25 15,75 36,00
Tablo 1.8. Kasaba Yoğurtları Maliyet Tablosu
Maliyet Eğrilerinin Özellikleri
Çizimlerden ve Çizelgeden de görülebilecek kimi özellikler
şu şekilde özetlenebilir:
Marjinal maliyet genellikle üretimin artışı ile
birlikte yükselir. MM’in düşüş
gösterdiği bölümler kapasite kullanımının çok düşük kaldığı
üretim düzeylerine denk düştüğü için kriz dönemleri dışında pek
karşılaşılabilecek bir durum değildir.
60
.
.
. . .
.
2
.
4 6 8 100,00
20
40
60
80
100
120
140
121 3 5 7 9 11 13
160
180
200
..
... .
Şekil 1.8. Kasaba Yoğurtları Toplam Maliyet
Eğrisi
61
Şekil 1.9. Kasaba Yoğurtları Ortalama ve Marjinal
Maliyet Eğrileri
Ortalama maliyet eğrisi U şeklindedir. Bunun nedeni
de düşük üretim
düzeylerinde birim başına düşen sabit maliyetin yüksek olması,
yüksek üretim düzeylerinde de değişken maliyetin ölçek
uyumsuzluğu dolayısıyla aşırı yükselmesidir.
Marjinal maliyet eğrisi, Ortalama toplam maliyet
eğrisini minimum olduğu,
“etkin ölçek” noktasında keser. MM eğrisinin bu noktanın
üstünde kalan kısmı firmanın arz eğrisini oluşturur.
Uzun Dönemde Maliyetler
İktisatta dönemlendirme önemli bir unsurdur.
Dönemlendirme kronolojik / takvime bağlı olarak değil üretim
sürecinin niteliğine göre yapılır. İktisadi analizde kullanılan
başlıca üç dönem vardır:
Çok kısa dönem ya da piyasa dönemi
Kısa dönem
Uzun dönem -
Çok kısa dönem ya da piyasa dönemi olarak adlandırılan
dönem firmaların
piyasadaki gelişmelere tepki verirken üretimde ayarlama
yapamayacakları kadar kısa bir takvim döneminden bahsedilir.
Bunun anlamı eğer piyasada bir talep şoku yaşanır ve mala
62
yönelik aşırı bir talep artışı gerçekleşirse bu satılan mal
miktarında bir yükseliş yoluyla karşılanamaz. Firmaların bu
türden bir üretim kapasitesi kullanımına hemen uyum
göstermeleri mümkün değildir. Bu durumda, piyasadaki denge
noktası fiyat ayarlaması yoluyla yeniden kurulur. Fiyatlar
yükselir, aşırı talebin bir bölümü bu yolla silinir ve yeni
denge noktası kurulur. Yeni denge noktasında satılan miktar şok
öncesi dönemdeki kadardır ancak fiyatlar daha yüksek bir
noktada oluşur.
Uzun Dönemde Maliyetler II
Kısa dönem olarak adlandırılan dönemde firmalar yatırım
yapamazlar ancak eldeki fiziki kapasiteyi fiyatların olanak
tanıdığı sınıra kadar yeni istihdam ve hammadde temini yoluyla
artırırlar. Böylece piyasada oluşmuş bulunan dengesizlik bir
ölçüde üretim ve satışların artışı yoluyla, bir miktar da
fiyatların yükselmesiyle yeniden kurulmuş olur. Yeni denge
noktasında satılan mal miktarı önceki şok öncesi ve piyasa
dönemindekine göre daha yüksektir; fiyat ise, şok öncesi döneme
göre daha yüksek piyasa döneminde oluşan fiyata göre ise daha
düşüktür.
Uzun dönemde ise sektördeki firmalar yeni talep
koşullarına kendilerini uyarlayacak şekilde yatırımlarını
gerçekleştirirler ve üretim miktarı artar. Bu dönemde talep
artışından kaynaklanan şok esas olarak üretim artışı yoluyla
emilmiş olur. Yeni denge noktasında satılan miktar en yüksek
noktasına ulaşmıştır. Fiyat ise şok öncesi dönemin civarında
muhtemelen belki de biraz daha altındadır. Sektörde kapasite
63
yeni talep koşullarında etkin üretimi gerçekleştirecek düzeye
yükselmiş, istihdam ve üretim artmıştır.
Uzun Dönemde Maliyetler III
Söz konusu dönemlendirmeye göre firma için maliyetlerin
niteliği değişebilir. Kısa dönemde sabit maliyet kabul edilen
bazı maliyet kalemleri uzun dönemde değişken maliyet niteliğine
geçebilir. Örneğin, işgücü, çok kısa dönemde sabit maliyet
olarak kabul edilebilir. Çok kısa dönemde yaşanan bir talep
dalgalanmasına bağlı olarak işten çıkarmak ya da yeni işçi
almak mümkün değildir (çünkü işten çıkarmanın da işe almanın da
bir maliyeti vardır). Bu durumda, işgücü çok kısa dönem için
sabit maliyet kabul edilebilir. Uzun dönemde ise talep
koşullarındaki değişim artık kalıcı kabul edilebilir ve üretim
kapasitesine bağlı istihdam düzeyi bu koşullara göre
ayarlanabilir. Uzun dönemde işgücü maliyeti değişken maliyet
olarak kabul edilebilir.
Pek çok maliyet kalemi kısa dönemde sabit uzun dönemde
değişken maliyet niteliği taşıdığından dolayı firmanın uzun
dönem ve kısa dönem maliyet eğrilerinin şekli / niteliği
değişiklik gösterir. Genel bir değerlendirme yapılacak olursa,
uzun dönem maliyet eğrileri kısa dönem eğrilerine göre daha
yatay eğriler özelliği taşır. Uzun dönem toplam maliyet eğrisi
aşağıdaki çizimden de görülebileceği gibi kısa dönem ortalama
maliyet eğrilerini minimum noktalarından / etkin ölçek
noktalarından birleştiren bir zarf eğrisi şeklindedir.
64
Şekil 1.10. Uzun Dönemde Maliyetler Eğrisi
Ölçek Ekonomileri
Ölçek ekonomisi, üretim düzeyindeki değişmelere bağlı
olarak ortaya çıkan maliyet artışlarını ya da azalışlarını
ifade eder. Pozitif ölçek ekonomisi üretim miktarındaki
değişmeye bağlı olarak maliyetlerde bir azalma olması durumunu
gösterir. Örneğin, üretim miktarı arttığından dolayı hammadde
satın alımında pazarlık gücünün artırılarak daha düşük
maliyetli alım yapılması bir ölçek ekonomisidir. Negatif ölçek
ekonomisi ise üretim miktarındaki değişmeye bağlı olarak
maliyetlerin artması durumunu ifade eder. Örneğin, üretim
arttığında mekanın yetersiz olması dolayısıyla üretim hattında
bir düzensizlik oluşur ve buna bağlı olarak hatalı üretim oranı
artarsa negatif ölçek ekonomisi oluşmuş olur.
65
Şekil 1.11. Ölçek Ekonomileri Eğrisi
Pozitif ölçek ekonomisi, yukarıdaki çizimde yer alan
eğrinin sol tarafında, üretim artarken uzun dönem ortalama
maliyet eğrisinin azaldığı bölgede ortaya çıkar.
Negatif ölçek ekonomisi, eğrinin sağ tarafında üretim
artarken uzun dönem ortalama maliyet eğrisinin de yükseldiği
bölgede ortaya çıkar.
Ölçeğe göre sabit getiri durumu ise eğrinin orta bölümünde
üretim artarken uzun dönem ortalama maliyet eğrisini sabit
kaldığı bölgede ortaya çıkar. 11
2.2. Makro Ekonomik Göstergeler
2.2.a. Milli Gelir
11 (LEVENT), Mikro Ekonomi Üretimin Maliyetleri, http://www.belgeler.com/blg/2hk3/uretimin-maliyetleri-6
66
Bir yıl esnasında üretime katılan şahısların elde
ettikleri gelirlerin bütünü, yani müstahsil üretim
faktörlerinin geliri milli geliri oluşturur. Milli Gelir, bir
yılda üretilen mal ve hizmetlerin bütününün net değeridir.
Safi Milli Hasıla’dan hareketle milli gelir hesaplanır.
Fakat milli gelir toplumu oluşturan bireylerin gelirlerinin
toplamından farklı bir kavramdır. Milli gelir üretici hizmet ve
faaliyet sonucunda elde olunan gelirlerin toplamına eşittir. Bu
yüzden transfer ödemeleri nedeniyle elde olunan gelirler, miras
olarak elde olunan paralar, emeklilik maaşları milli gelir
içinde yer almazlar.
Milli Gelir=Safi Milli Hasıla (faktör fiyatlarıyla)
Buna karşılık piyasa fiyatlarıyla hesaplanan SMH’dan
hareketle milli geliri bulmak istersek, bu defa SMH’dan
vasıtalı vergileri çıkartmamız gerekir. Bu yolla da bir yıl
içinde üretim faktörleri sahiplerinin üretici hizmetleri
karşılığı olarak elde ettikleri gelirlerin toplamına ulaşılır.12
2.2.a.1. Milli Gelir Hesapları
Bir ülkede belirli bir dönemde ekonominin genel durumunun
belirlenmesi için mili gelir hesapları kullanılmaktadır. Milli
gelir hesapları ekonomik faaliyetlerin genel bir özetini
sunmanın yanında, ülkede ki üretim, gelirler ve harcamalar
arasındaki karşılıklı ilişkileri de göstermektedir. Böylece
milli gelir hesapları ülkedeki üretim, gelir ve istihdam
düzeyinin nasıl belirlendiğini ortaya koymaktadır.
Belli bir dönemde mal ve hizmet üretimine katılan
faktörlerin bunun karşılığında aldıkları payların toplam12 (UNAY), http://www.ekodialog.com/Konular/mil_kis_kul_gelir.htm l
67
değerini gösteren milli gelir hesapları, ekonominin genel
durumu hakkında bilgi verirken; uluslararası kalkınma
karşılaştırmalarında da bir gösterge niteliği taşımaktadır.
Gayrı Safi Milli Hasıla (GSMH):
Bir ülkede belirli bir dönemde (bir yıl içinde) üretilen
nihai mal ve hizmetler toplamının piyasa fiyatlarına göre para
ile ifadesidir.
Amortisman:
Ekonomide her yıl mal ve hizmetler üretilirken geçen
yıldan devralınan makine, bina, yol, köprü gibi sermaye
teçhizatında belirli miktarda meydana gelen eskime, aşınma ve
yıpranmanın para ile ifadesine amortisman denilmektedir.
Safi Milli Hasıla:
Bir ülkede belirli bir dönemde (bir yıl) üretilen nihai
mal ve hizmetlerin piyasa fiyatlarına göre hesaplanan değerine
eşit olan gayrı safi milli hasıla o ülkenin ele alınan dönemde
iktisadi gücündeki gerçek artışı göstermemektedir. Çünkü GSMH
üretim sırasında meydana gelen aşınma ve eskimeleri dikkate
almamaktadır. Oysa bir ülkede belli bir dönemde mal ve hizmet
üretimi yolu ile iktisadi gücünde meydana gelen gerçek artışı
hesaplamak için; üretim sırasında sermaye teçhizatında aşınma
ve eskime suretiyle meydana gelen değer kaybını üretimin piyasa
değerinden düşmek gerekmektedir. İşte gayrı safi milli
hasıladan amortisman payı düşüldüğü zaman safi milli hasıla
elde edilmektedir.
SMH= GSMH – A
2.2.a.2. Milli Gelirin Hesaplanması
68
Milli gelir üç şekilde hesaplanmaktadır.
Üretim Yöntemi ile Milli Gelir:
Bir ekonomide bir yılda üretilen nihai mal ve hizmetlerin
piyasa değeri ile ifade edildiği bir hesaplama yöntemidir.
Tarım, sanayi hizmetler gibi tüm sektörlerde üretim
faktörlerinin yarattığı nihai mal ve hizmetler piyasa fiyatları
ile değerlendirilmektedir. Burada ifade edilmesi gereken husus,
milli gelir hesaplamasında nihai mal ve hizmetlerin dikkate
alınmasıdır. Çünkü ara malı dediğimiz mallar da hesaplamada göz
önüne alındığında çift sayma olur ki milli gelir rakamı gerçek
değerinden daha yüksek çıkar. Örneğin bir arabanın fiyatı milli
gelire dahil edildikten sonra; arabanın yapımında kullanılan
parçalar ara mal olarak adlandırılır ve bunların değeri milli
gelire dahil edilmez. Uygulamada çift saymadan kaçınmak için
katma değerlerle hesaplama yapılmaktadır. Bir malın
üretimindeki her safhada, üretimin sadece o safhasında mala
ilave edilen katma değer hesaplamaya dahil edilmektedir.
Buna göre üretim yolu ile milli gelir hesaplanırken;
üretilen nihai mal ve hizmet miktarları o dönemin fiyatları ile
çarpılıp toplanmaktadır. Buna dış yatırım gelirleri ilave
edilip; elde edilen GSMH’dan amortisman ve dolaylı vergiler
çıkarılınca milli gelir bulunmaktadır.
69
Gelir Yöntemi ile Milli Gelir:
Gelir yöntemi ile milli gelirin hesaplanmasında dört temel
faktör geliri dikkate alınmaktadır. Kişiler gelirlerini; emek
geliri olarak ücret, sermaye geliri olarak faiz ve kira,
girişim geliri olarak kâr, doğal kaynak geliri olarak rant
şeklinde kazanmaktadır.
Her kişinin ifade edilen şekilde kazandığı gelirini
saptayıp, bunları toplamak suretiyle milli geliri hesaplamak
mümkündür. Şu halde bir yıl içinde elde edilen ücret, maaş,
faiz, kira, kâr ve rantlar toplandığında bir ülkenin milli
geliri bulunmaktadır.
Vergi alışkanlığının zayıf, araştırma ve istatistiklerin
yetersiz olduğu bir ülkede milli geliri gelir yöntemi ile
hesaplamak oldukça güçtür. Bu nedenden dolayı Türkiye’de de
milli geliri bu yöntemle hesaplamanın zorluğu sebebiyle milli
gelir hesaplamaları üretim yöntemi ile yapılmaktadır. Bununla
birlikte Türkiye İstatistik Kurumu’nun milli geliri gelir
yöntemi ile hesaplama girişimleri bulunmaktadır.
Harcama (Tüketim) Yöntemi ile Milli Gelir:
Harcama yöntemi ile milli gelirin hesaplanmasında bir
ekonomide bir yılda nihai mal ve hizmetler için yapılan
harcamaların toplamı gözönüne alınmaktadır. Bu yöntemde belirli
dönemde (bir yıl) yapılan tasarrufların tamamının gayrı safi
yatırım harcamaları ile tasarruf edilen değerleri ayrı ayrı
belirleme esasına dayanmaktadır. Tüketim harcamaları aile
bütçesi anketlerine göre, tasarruflar ise bankalardaki cari
hesaplar, alacak ve pay senetleri alım-satımında tasarruf
hareketlerini gösteren bilgilere göre hesaplanmaktadır. Bu
70
bakımdan toplam harcamalar toplam gelire eşittir. Çünkü
yaratılan gelirler bir yandan tüketime diğer yandan yatırıma
gittiğinden; yatırım ve tüketim toplamı bir bakıma gelir
toplamına eşit olmaktadır. Harcama yönünden milli gelire dış
alem gelirleri de katılmaktadır.
Milli geliri hesaplama yöntemlerinden Türkiye için
kullanılanı yukarıda da ifade edildiği üzere üretim yöntemi
olup; diğer iki yöntem deneme ve kontrol amacıyla
kullanılmaktadır.
2.2.a.3. Milli Gelir ile İlgili Diğer Kavramlar
Milli gelir; üretim faktörlerinin (ülke halkının) gelir ve
satın alma gücünü göstermektedir. Milli geliri hesaplamada
amaç; ülkenin zaman akımı içinde üretim kapasitesi
değişikliğini ve ülke halkının refah seviyesi değişmelerini
ölçmek ve izlemektir. Bu nedenle ülke halkının gelirlerinin ve
satınalma güçlerinin seviyesinin bilinmesi için gayrı safi
yurtiçi hasıla, kişisel gelir, harcanabilir gelir, kişi başına
gelir ile nominal ve reel gelir kavramlarının da bilinmesi
gerekmektedir.
Gayrı Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH)
Gayrı safi yurtiçi hasıla belirli bir dönemde (bir yıl)
bir ülkenin ulusal sınırları dahilinde üretim faktörlerinin
kullanılmasıyla oluşan nihai mal ve hizmetlerin toplam değerini
yansıtmaktadır. Gelişen ekonomik ilişkiler ülkelerarası
ticaretin gittikçe artmasına olanak sağlamaktadır. Böylece bir
ülke vatandaşı başka bir ülkede çalışarak elde ettiği gelirleri
71
kendi ülkesine transfer edebilmektedir. Ülkelerin milli gelir
düzeyinin sağlıklı olarak belirlenmesi açısından GSMH’dan dış
alem gelirleri çıkarılarak GSYİH’ya yani sadece ülke sınırları
içinde üretilen mal ve hizmetlerin parasal değerine
ulaşılmaktadır.
GSYİH’ya önceki dönemdeki mal ve hizmet değerleri değil;
sadece cari dönemdeki üretim değerleri piyasa fiyatlarına göre
dahil edilmektedir. 13
GSYİH+Dış Alem Gelirleri- Dış Alem Giderleri= GSMH
Dış Alem Gelirleri(Ülke Dışındaki Yerli Üretim
Faktörlerinin - Dış Alem Giderleri( Ülke İçindeki Yabancı
Üretim Faktörlerinin Gelirleri) =Dış Alem Net Faktör Geliri
O halde
GSYİH+ Dış Alem Net Faktör Geliri = GSMH 14
Kişisel Gelir
Kişisel gelir, halkın belli bir dönemde fiilen elde ettiği
gelirdir. Elde edilen gelirin bir kısmı emekli sandığı ve
sosyal sigorta kurumlarına ödenen sigorta primleri,
dağıtılmayan şirket kârları ve kurumlar vergisi olarak
kesildiğinden milli gelirden düşülmekte, buna karşın devletin
kişilere verdiği sübvansiyonlar ile transfer ödemeleri ise
ilave edilerek, kişisel gelire ulaşılmaktadır. Buna göre
13 (ÜLGEN), İktisada Giriş II, http://alms.auzef.org/FileUploads/Src/f1f163ba-32aa-41ae-a0a0-88cfe8c0dcb8/iktisada_giris.pdf14 (Makro Ekonomi), http://www.dersnotlari.net/iktisat/haz1.htm
72
kişilerin paylaşabileceği mili geliri ifade eden kişisel geliri
aşağıdaki şekilde ifade etmek mümkündür.
Kişisel Gelir= Milli Gelir - (Emekli Sandığı Kesintileri +
Sosyal Sigorta Aidatları + Dağıtılmayan Şirket Kârları +
Kurumlar Vergisi) + (Subvansiyonlar + Transfer Ödemeleri)
Harcanabilir Gelir
Harcanabilir gelir, kişinin serbestçe kullanabileceği
geliri olup, kişisel gelirden doğrudan vergiler çıkarıldıktan
sonra elde edilen gelire denir. Doğrudan vergiler; gelir
vergisi, kurumlar vergisi, veraset ve intikal vergisi, banka ve
sigorta muamele vergisi gibi vergilerdir. Bu tür vergiler
gelire orantılı olarak ödenmektedir. Bu nedenle kişiler belli
bir dönemde elde ettiği gelirin tamamını kullanamamakta, bir
kısmını gelir vergisi, taşıt vergisi, veraset vergisi, banka ve
sigorta muamele vergisi olarak devlete doğrudan vergi olarak
vermekteir. Buna göre kişinin harcanabilir geliri elde ettiği
gelirden doğrudan vergiler ödendikten sonra kalan kısmıdır.
Harcanabilir Gelir = Kişisel Gelir – Doğrudan Vergiler
Kişiler harcanabilir gelirlerinin bir kısmını tüketim
harcamaları, bir kısmını ise tasarruf olarak kendi tercihlerine
göre serbestçe bölüştürebilmektedir. Bu durumda bir ekonomide
tüketim harcaması ile tasarrufların hangi düzeyde olacağı
harcanabilir gelir düzeyine bağlı olmaktadır.
Kişi Başına Milli Gelir
Ülkelerin gelişmişlik düzeylerinin belirlenmesi amacıyla
yapılan analizlerde kullanılan ölçü milli gelir olmayıp; kişi
başına milli gelirdir. Herhangi bir ülkenin milli geliri o ülke
73
nüfusuna bölündüğünde kişi başına milli geliri elde
edilmektedir.
Kişi Başına Milli Gelir = MilliGelirÜlkeNüfusu
Kişi başına milli gelir seviyesi bir ülke ekonomisinin
zenginliği hakkında tam, sosyal refah düzeyi bakımından kısmi
bir fikir vermektedir. Bir ülkede kişi başına gelir düzeyi
yüksek ise o ekonomi zengindir. Böyle bir zenginlik sosyal
refah düzeyinin zorunlu şartı olmakla birlikte yeterli şartı
değildir. Zira sosyal refah düzeyinin yüksek olabilmesi için
milli gelirin bireyler ve aileler arasında az çok eşit bir
şekilde dağıtılması gerekmektedir. Aksi halde adaletsiz bir
gelir dağılımında ise az sayıda bir grup refah içinde olurken;
büyük çoğunluk sıkıntı içinde bulunabilir.
Ayrıca ülkeler arası gelişmişlik düzeyinin belirlenmesi
amacıyla yapılacak kişi başına milli gelir
karşılaştırılmalarının sağlıklı yapılabilmesi için milli gelir
rakamların uluslararası ödemelerde kabul edilen para cinsinden
olması gerekmektedir ki; genellikle dolar cinsinden
değerlendirmeye tâbi tutulmaktadır.
Nominal Milli Gelir ve Reel Milli Gelir
Milli gelirin zaman sürecindeki gelişmesi izlenmek
istenildiğinde fiyatlar genel düzeyindeki değişmeleri saptamak
gerekmektedir. Çünkü günlük hayatta hem üretim miktarı, hem de
fiyatlar sürekli arttığından ancak bu yolla gerçek değerlere
ulaşılabilmektedir.
74
Böyle bir durumda üretim miktarının artış oranı,
fiyatlardaki artış oranından daha fazla ise milli gelir artışı
reeldir. Örneğin üretim %7 artarken; fiyatlar %5 artmışsa bu
reel bir artışı ifade etmektedir. Eğer fiyatlardaki artış
oranı, üretimin artış oranından fazla ise milli gelirdeki artış
nominal olacaktır. Örneğin fiyatlar %4 arttığında üretim artışı
%2 oranında ise milli gelir nominal olarak artmıştır.
Nominal milli gelirdeki artış bir ülkede belli bir dönemde
gerçekleştirilen üretimin sadece parasal değeri hakkında fikir
vermekte olup; ekonomik büyüme ve refah seviyesi açısından
sağlıklı bilgiyi yansıtmamaktadır. Çünkü milli gelirdeki
artışın bir kısmı üretimdeki artıştan kaynaklanabileceği gibi
önemli bir kısmı fiyatlardaki artıştan oluşabilir. Böylece
fiyatların sürekli yükseldiği (enflasyonlu) ekonomilerde
nominal milli gelirdeki artışlar gerçek artışları
yansıtmamaktadır. Bu durumda fiyat artışları milli gelirde
gerçek bir artış olmamasına rağmen milli geliri artmış gibi
gösterebilmektedir.
Reel milli gelire ise; üretilen mal ve hizmetlere o yılın
cari fiyatları ile değilde, temel yılın fiyatları baz alınarak
ulaşılabilmektedir. Sabit fiyatlarla milli gelir olarak ta
tanımlanan reel milli gelirin bulunabilmesi için; nominal milli
gelirin temel olarak alınan yılın fiyat endeksine bölünmesi
gerekmektedir.
Reel Milli Gelir = NominalMilliGelirFiyatEndeksi
75
Nominal Milli gelirdeki yüzde değişme ile fiyatlar genel
düzeyindeki yüzde değişme aynı ise reel milli gelirde bir
değişme olmamaktadır. Reel milli gelirdeki artış; nominal milli
gelirdeki artışın fiyatlar genel düzeyindeki artıştan daha
yüksek olmasına bağlı olmaktadır.
2.2.a.4. Milli Geliri Belirleyen Faktörler
Milli geliri belirleyen faktörleri üretim, harcama ve
gelir yönünden belirlemek mümkündür. Milli gelir harcama
yönünden; tüketim ve yatırım harcamalarından oluşmaktadır.
Milli geliri Y, tüketim harcamalarını C, yatırım harcamalarını
da I ile gösterirsek;
Y= C+ I
olur.
Milli geliri gelir yönünden ifade etmek istediğimizde ise
milli gelir tüketim harcamaları ile tasarrufların toplamına
eşit olmaktadır. Tasarrufları da S ile gösterirsek;
Y= C+S
olur.
Birinci ve ikinci denklemde yeralan gelir düzeyleri ile
tüketim harcamalarının özdeşliği; dengede yatırımlarla
tasarrufların birbirine eşit olacağını göstermektedir.
I = S
.
2.2.b. İstihdam ve İşsizlik
76
Bir ülke halkının yaşam standardı o ülke tarafından
üretilen mal ve hizmet miktarına; diğer bir ifade ile milli
gelir büyüklüğüne ve kişi başına milli gelir düzeyine bağlıdır.
Ekonomide üretimde kullanılan çeşitli faktörler vardır ve
bunlar; emek, sermaye, doğal kaynak ve girişimci olarak ifade
edilmektedir.
Bir ülkede üretim faktörlerinin kullanılabilmesi, yani
üretim imkânlarının arttırılması; o ülkenin iktisadi büyüme
derecesine bağlıdır. Bazen çeşitli nedenlerle mevcut üretim
imkânlarından faydalanılamamakta; çeşitli üretim araçları
devamlı veya geçici olarak atıl kalmaktadır.
Buna göre; bir ekonominin karşı karşıya kalacağı en önemli
sorun; kaynakların tam kullanılamaması durumudur. Üretim
faktörlerinin hepsinin kullanılıp; atıl kalmamasına tam
istihdam denilmektedir.
Üretim faktörleri içinde emek faktörü farklı özelliklere
sahiptir. Çünkü emek faktörü insana bağlı olmakta; emeğin
hizmeti stok edilemediğinden kullanılamayan hizmet akıp
gitmektedir. Başka bir ifade ile çalışılmayan dönemlere ait
hizmetlerin biriktirilerek daha sonra üretime dahil edilmeleri
mümkün olamamaktadır. İnsanlar emeklerini
değerlendiremediklerinde işsiz durumuna düşmekte ve herhangi
bir gelir elde edememektedir. Bu durum toplumda sosyal
sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Bir ekonomide en önemli sorunlardan birisi de cari ücret
düzeyinde çalışma gücü ve isteğinde bulunan herkese iş
imkânının olmamasıdır. Bir ülkede istihdam düzeyi denilen
77
herkese iş sağlama imkânının düşük olmasının çeşitli sebepleri
bulunmaktadır.
İstihdam:
Çalışma gücü ve arzusunda olan kişilerin belirli bir ücret
karşılığında hizmetlerinden yararlanılmasıdır. Bir ülkenin
nüfus miktarı ile istihdam arasında yakın bir ilişki vardır.
Nüfus miktarının yaş, cinsiyet, göç gibi demografik özellikleri
istihdam üzerinde etkilidir. Nüfus içinde 15-64 yaş arasındaki
gruba çalışma çağındaki nüfus denilmektedir. Çalışma çağındaki
nüfusun belirli bir kısmı emeğini arzetmekte olup; bu kısmına
aktif nüfus denilmektedir. Yani çalışma çağındaki nüfus
miktarından çalışmak istemeyenlerin sayısı düşüldükten sonra
kalan kısmıdır.
İşgücü:
Bir ülkedeki nüfusun üretici durumda bulunan yani iktisadi
faaliyete katılan kısmına işgücü denilmektedir. Başka bir
tanımla; bir ülkede emek arzını insan sayısı yönünden ifade
eden bir kavramdır.
İşgücüne, 15-64 yaş arasındaki maaş ve ücretliler,
bağımsız olarak çalışanlar, işverenler ve işsizler girmektedir.
Çalışmak istemeyenler ile çalışma yeteneği olmayanlar işgücüne
dahil değildiler.
Çoğu zaman aktif nüfus ile işgücü eş anlamlı olarak
kullanılmaktadır. Ancak aktif nüfusun belirtilebilmesi için
işgücü miktarından geçici çalışanlar ile çalışmak isteyip de iş
bulamayan işsizlerin toplam sayısının düşülmesi gerekmektedir.
İşsizlik:
78
Bir ekonomide her zaman çalışma gücü ve arzusunda
olanların tümü iş bulamamaktadır. Mal ve hizmet talebinin
belirlediği istihdam hacmi, çalışmak isteyenlerin belli bir
bölümü için iş imkânı sağlayabilmektedir.
İşsizlik emek arzının emek talebinden fazla olduğu durumu
yansıtmaktadır. Bu durumda işgücünün bir bölümü emek
piyasasında geçerli olan iş koşulları ile ücreti kabul ederek
çalışmaya razı olduğu halde iş bulamamaktadır.
Bu bağlamda işsizlik; bir kişinin çalışma gücü ve
arzusunda olup ta piyasadaki cari ücret düzeyine razı olmasına
karşın iş bulamama durumudur. Dolayısıyla, ücret düzeyini
beğenmediği için çalışmayanlar işsiz sayılmamaktadırlar.
Bir ekonomide işsizlik oranı ise; belli bir dönemde
çalışacak durumda olan ve iş aramalarına rağmen iş
bulamayanların işgücüne oranıdır.
İşsizlik Oranı = İşsizSayısıİşgücü *100
Günümüzde özellikle gelişmekte olan ekonomilerinin en
önemli sorunlarından biri çalışmak isteğindeki herkese iş
imkânı yaratılması yani tam istihdamdır. Ancak bu tür ülkelerde
sosyal güvenlik kurumlarının gelişmemesi, iş bulamayanlara
işsizlik tazminatı ödenmesini mümkün kılmamaktadır. Böylece
işsizlik büyük bir sosyal sorun olarak ortaya çıkmaktadır.
Gelişmiş ülkelerde ise bu tür sorunlar daha az yaşanmakta olup;
kısa dönemli işsizlikler kolay atlatılırken; uzun dönemli
işsizliklerde sorunlar yaşanmaktadır.
79
2.2.b.1 İşsizlik Çeşitleri
İşsizlik çeşitleri işsizliğin hangi sebeplerden
kaynaklandığı konusunda fikir vermektedir. İşsizliğin sebepleri
gözönüne alınarak yapılan sınıflamaya göre işsizlik
çeşitlerini; yapısal, iradî, gayri idarî, friksiyonel,
konjoktürel ve gizli işsizlik olarak sınıflandırmak mümkündür.
Yapısal İşsizlik
Bir ülkenin ekonomik yapısında meydana gelen değişmeler
hem tüketicilerin talep kalıplarını değiştirmekte, hem de
üretim teknolojisini değiştirmektedir. Böylece ekonominin talep
ve üretim yapısında meydana gelen değişikliklere uyum sürecinin
sebep olduğu işsizliğe yapısal işsizlik denilmektedir.
Ekonomide üretim teknolojisi değişim geçirirken; işgücü
talebinin yapısı da değişmektedir. İşgücü arzının niteliksel
yapısı ise bu değişime hemen uyum gösterememektedir.
Dolayısıyla mevcut iş sayısı ile işsiz sayısı birbirine eşit
olsa bile geçici olarak işsizlik görülmektedir. Bu tür işsizlik
teknolojik gelişme hızının yüksek olduğu dönemlerde
artmaktadır. Yapısal işsizlik teknolojik işsizlik olarak da
tanımlanmaktadır.
Yapısal işsizliğin giderilmesi işgücünün yeni işgücü talep
yapısının gereklerine göre yeniden eğitilmesine bağlı
olmaktadır. Bu nedenle teknolojik işsizlik olarak tanımlanması
nedeniyle; makinaların insanların yerini almasından kaynaklanan
işsizlikle karıştırılmaması gerekmektedir.
İradi İşsizlik
80
İnsanların cari ücret veya kanunla belirlenen ücret
seviyesinde çalışma imkânına sahip olmalarına karşın; çeşitli
nedenlerle çalışmak istemeyip, işsiz kalmak istemeleri
durumunda ortaya çıkan işsizliğe iradi işsizlik denilmektedir.
Bu işsizlikte daha yüksek ücret ve daha iyi çalışma şartları
arandığı için; kişiler kendi iradeleri ile bilerek ve isteyerek
işsiz kalmaktadır.
İradi işsizliğin nedeni insanların hayatlarını
sürdürmeleri konusunda kendilerini güvende hissetmeleridir.
Bunlar ya yüklü bir maddi servete sahip ya da ailede kendinden
başka bir ya da iki kişinin çalışması neticesinde mevcut iş
imkânlarını beğenmeyerek çalışmak istememektedirler.
Gayrı-iradî İşsizlik
Çalışma gücünde ve arzusunda olup; cari ücret düzeyinde ve
mevcut şartlarda çalışmaya razı kişilerin iş bulamamaları
halinde oluşan işsizliğe gayri iradi işsizlik denilmektedir.
Bu işsizliğin iradi işsizlikten farkı kişilerin mevcut
koşullara razı olduğu halde iş bulamamasıdır. Bundaki en önemli
etken ise ekonominin içinde bulunduğu talep ve sermaye
(yatırım) yetersizliğidir.
Bu nedenle acil olarak çözüm bekleyen işsizlik türü gayri
iradi işsizliktir. O nedenle gerekli çalışmaların yapılarak
öncelikle önlenmesi gerekmektedir.
Friksiyonel İşsizlik
Friksiyonel işsizlik insanların mevcut işlerini bırakıp,
başka bir iş aramasına bağlı bir işsizliktir. Amaç daha iyi
çalışma koşulları ve daha yüksek ücret elde etmektir.
81
Ekonomide friksiyonel işsizlere yetecek kadar iş imkânı
vardır. Ancak bu işsizler kendilerine teklif edilen yeni işleri
eski çalıştıkları işleri ile veya elde edecekleri yeni ücretle
eski ücretlerini karşılaştırarak kendilerine uygun iş
aramaktadır. Belli bir anda işsiz gibi gözüken insanların çoğu
belirli bir süre sonra iş bulacaklardır. Çünkü o anda henüz
aradıkları türde iş bulamadıkları için işsizdirler. Friksiyonel
işsizler kısa zamanda durumlarına uygun iş bulma şansına sahip
oldukları için bu işsizlik türü geçici işsizliktir.
İş değiştiren kişilerin iş aramaları süresince işsiz
olmaları durumunu yansıtan friksiyonel işsizlik; ekonominin en
elverişli şartlarında bile görülebilen bir işsizlik türüdür. Bu
nedenle her ekonomide farklı düzeyde görülmekle beraber;
gelişmekte olan ülkelerde friksiyonel işsizlik türüne daha çok
rastlanılmaktadır.
Konjoktürel İşsizlik
Bir ekonomide üretim ve milli gelir devamlı bir yükselme
göstermeyerek zaman içinde dalgalanmaktadır. Bu nedenle
istihdam hacminin konjoktür dalgalanmalarına bağlı olarak
daralması sonucunda ortaya çıkan geçici veya yaygın işsizlik
türüne konjoktürel işsizlik denilmektedir.
Konjoktürün özellikle depresyon ve durgunluk aşamalarında
talep yetersizliği nedeniyle üretim ve yatırımların daralma ve
durgunlaşması insanları işsiz bırakabilmektedir. Konjoktürel
işsizlik kapitalist sistemin doğal bir sonucu olarak kabul
edilmektedir.
Ancak bu işsizlik türü dalgalanma önlemleri ile kısmen
ortadan kaldırılabilmektedir. Ayrıca hükümetlerin uyguladıkları
82
anti depresyonist politikaların yanında işsizlik sigortası gibi
önlemler de konjoktürel işsizliği ve bunun olumsuz etkilerini
gidermede etkili olmaktadır.
Gizli İşsizlik
Çalışır göründüğü halde toplam üretime hiçbir katkısı
olmayanların oluşturduğu işsizlik türüne gizli işsizlik
denilmektedir. Verimliliğin ve ücretlerin düşük olduğu
ekonomilerde gizli işsizlik varsa bir yerine iki ya da daha
fazla kişiye iş verilmiş demektir.
Az gelişmiş ülkelerde özellikle tarım kesiminde küçük aile
işletmeleri egemendir. Bu işletmelerde aile fertlerinin hepsi
iş sahibi görünmektedir. Oysa bunların bir kısmı işletmeyi
terketse bile üretim düzeyinde bir değişme olmamaktadır. Bu
durum aslında bu kişilerin üretime katkıda bulunmadıklarını
göstermektedir. Dolayısıyla gizli işsizdirler. Yani görünürde
bir işleri olmakla birlikte aslında üretime bir katkıda
bulunmamaktadırlar. Gizli işsizlik halinde işgücünün marjinal
verimliliği sıfırdır. Bu nedenle gizli işsiz işten çıkarılsa
bile üretim düşmemektedir.
Diğer yandan az gelişmiş veya gelişme halindeki ülkelerde
gizli işsizlik yapısal ve sürekli iken; gelişmiş ülkelerde
geçici olarak görülmektedir. 15
2.2.c. Gelir Dağılımı
Gelir dağılımının adaletsiz olduğu bir ülkede toplumun
fertlerinin huzursuz olması doğal bir durumdur. Eşitsizlikleri
15 (ÜLGEN), İktisada Giriş II, http://alms.auzef.org/FileUploads/Src/f1f163ba-32aa-41ae-a0a0-88cfe8c0dcb8/iktisada_giris.pdf
83
olabildiğince azaltmak ve gelir payı düşük olan kesimlerin
gelirlerini ekonomik gelişmelere paralel olarak artırmak
toplumsal refah için oldukça önem taşımaktadır. Sadece var
olanı paylaşmak değil, ülkedeki kaynakların dengeli dağılması
sonucunda piyasa genişlemesinin sağlanacağı, ekonomide
başarıların artacağı bir gerçektir.
Toplumun tüm özelliklerini ortaya koyan ve tüm bireylerini
ilgilendiren gelir dağılımı; iktisatçılar tarafından yıllardır
süregelen bir inceleme konusudur. Bu nedenle bazı düşünürler
tarafından, çeşitli yaklaşımlar ortaya konmuştur. Bu
yaklaşımlar ortaya çıkarıldığı dönem ve toplumlar açısından
bakıldığında gelir dağılımı konusunda ışık tutar durumdadır.Gelir, üretim ve hizmet süreçleri sonucu elde edilen parasal
ya da nesnel boyutlu getiridir.
Gelir; bir kişiye, bir topluluğa belli zamanda, belli
yerlerden gelen para olabileceği gibi üretim ve hizmet süreçleri
sonucunda elde edilen parasal ya da nesnel getiri olarak da
değerlendirilebilir.
Gelir dağılımı; belirli bir dönemdeki toplam gelirin elde
edilmesine katkıda bulunanların bu gelirden almış oldukları
paylara denir.
Gelir dağılımı, bir ülkede yaşayan bireyler tarafından
üretilen mal ve hizmetlerden elde edilen toplam gelirin, yine o
ülkedeki bireylere dağılım araçları ile paylaştırılmasını veya
bölüşümünü ifade eder.
Gelir dağılımı bir neden değil, bir sonuçtur. Uygulanan
toplumsal ve ekonomik politikaların, gelişmelerin zaman içindeki
evriminin doğrudan bir yansımasıdır. Üretim araçlarının
mülkiyeti, kamu hizmetlerinin düzeyi, toplumsal ve geleneksel
84
ilişkiler, işgücünün örgütlenme düzeyi ile yatay - dikey
hareketliliği, siyasal katılma biçimleri ve tüm bunların zaman
içindeki değişimi gelir dağılımını belirler.
Gelirin tüketime mi, yoksa yatırımlara mı gideceği gelir
sahiplerince belirlendiği için, gelir dağılımıyla yatırımlar
arasında doğrudan bir ilişki var denilebilir. Bu noktada ekonomi
politikalarına yön veren en önemli öğelerden birisi gelir
dağılımıdır. Gelir dağılımını ortaya koymaktaki amaç sadece
gelirin araştırılması değil, aynı zamanda milli geliri oluşturan
faktörler arasındaki sosyal ilişkileri ve dağılım ilişkilerini de
incelemektir.
2.2.c.1. Gelir Dağılımı Türleri
Bazı kriterler göz önüne alınarak, eldeki verilere dayalı
bir şekilde gelir dağılımı aşağıdaki çeşitlere göre kategorize
edilebilir:
Fonksiyonel gelir dağılımı
Kişisel gelir dağılımı
Sektörel gelir dağılımı
Bölgesel gelir dağılımı
Eğitim durumuna göre gelir dağılımı
Meslek gruplarına göre gelir dağılımı
Sosyal gruplara göre gelir dağılımı
Cinsiyete göre gelir dağılımı
Genellikle ilk dört gelir dağılımı türüne göre
karşılaştırma yapılır; ancak diğer türlerde de karşılaştırma
85
yapılması daha ayrıntılı bir şekilde bilgi edinilmesini
sağlayacaktır.
Fonksiyonel gelir dağılımıÜretim sonucunda ortaya çıkan gelirin, üretim faktörleri
ve sosyo-ekonomik gruplar arasındaki paylaşımını ortaya koyanbir dağılım türüdür. Gelirin faktörel dağılımı olarak da ifadeedilir. Ülke içinde yaratılan milli gelirin, üç temel üretimfaktörü (işgücü, sermaye, toprak) sahipleri arasında nasılbölüşüldüğünü göstermektedir. Bu bölüşümle, üretimin nekadarının emek sahiplerine ücret olarak, sermayedarlara faizolarak ve toprak sahiplerine rant olarak dağıtıldığıincelenmektedir. Bu dağılım, milli gelirin çeşitli sosyal tabakalararasında nasıl dağıldığını, milli geliri üretime katılan üretimfaktörleri sayısı kadar bölerek gösterir. Bu tür dağılım,sosyal sınıfların kendi içlerinde olası farklılıklarıgöstermez.
Kişisel gelir dağılımıToplam gelirin; toplumu meydana getiren bireyler, aileler
ve gruplar arasındaki dağılımını ifade eder. Gelirin fertler ya
da haneler arasındaki dağılımı ön plandadır. Bu dağılım
yapılırken kişiler eşit olarak düşünülür ve sosyal sınıf
farklılıkları göz önüne alınmaz.
Kişisel gelir dağılımından beklenen ilk hedef hane
halkları arasındaki gelir eşitsizliklerinin belirlenmesidir.
Kişisel gelir dağılımı bireysel ve statiktir.
Karşılaştırma yapılırken kişisel gelir dağılımı daha
yaygın kullanılan bir yaklaşımdır. Çünkü fonksiyonel gelir
dağılımı daha sınıf temelli analizler yaparken, kişisel gelir
dağılımı bir ekonominin performansını uluslararası düzeyde
ortaya koymaktadır.
86
Kişisel gelir dağılımı yapılırken; ülke nüfusu en düşük
gelirli gruptan en yüksek gelirli gruba doğru beş eşit bölüme
ayrılır ve her %20‘lik grup başına düşen milli gelir
hesaplanır. Gruplara denk gelen milli gelirin toplam milli
gelire olan yüzdesi hesaplanarak beş grup arasında
karşılaştırma yapılır. En düşük gelirli %20 ile en yüksek
gelirli %20 kesim arasındaki gelir farkı ne kadar büyük olursa,
gelir dağılımındaki adaletsizlik o kadar fazla demektir.
Bu konudaki ilk çalışma Devlet Planlama Teşkilatı
tarafından 1963 yılında yapılmıştır. 1968 yılında Hacettepe
Üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsü’nün yürüttüğü çalışma onu
takip etmiştir. 1987 yılında Devlet İstatistik Enstitüsü
tarafından yapılan Hanehalkı Gelir ve Tüketim Harcamaları
Anketi; beş bölge bazında ve kent-kır ayrımında gelir ve
tüketim farklılaşmasını belirlemek üzere, Türkiye genelini
kapsayan ilk anket olarak düzenlenmiştir. İkinci büyük
araştırma olan ve Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından
uygulanan 1994 Hanehalkı Gelir Dağılımı Anketi’nde 7 coğrafi
bölge, 19 bağımsız il merkezi ve kent-kır ayrımında Türkiye
geneli kapsanmıştır.[5]
Sektörel gelir dağılımı
Milli gelirin ekonomideki üretim sektörlerine (tarım,
sanayi, hizmet, ticaret ve diğer sektörler) göre nasıl
dağıldığını gösteren bir dağılım türüdür.
Sektörel gelir dağılımı, o ülkenin ekonomik gelişimi açısından
da bilgi verir. Yıllar içerisinde o ülkenin endüstrileşme
87
sürecinde hangi konumda olduğu, hangi sektörlere ağırlık
vermesi veya vermemesi gerektiği gibi konularda ülkelere
politika önerileri açısından oldukça önemli bir dağılımdır.
Genel olarak bir ülkede ekonomi geliştikçe tarım
sektörünün gerileme göstermesi, buna karşılık olarak da
hizmetler ve sanayi sektörlerinin gelirden aldıkları payın
artması olağandır. Türkiye ekonomisinin üretim yapısı;
sanayinin ve bilgiye dayalı hizmet sektörlerinin payı yüksek
olan ekonomilerle yarışacak düzeyde değildir. Çünkü Türkiye’de
tarım sektöründeki çalışan birey sayısı, diğer sektörlere göre
oldukça fazladır. Ayrıca çalışan kişilerin bir kısmının da
ücretsiz çalıştırılan aile bireylerinden oluştuğunu düşünecek
olursak; bu sektör başına düşen gelir oldukça düşüktür.
Bölgesel gelir dağılımı
Bir ülkede yaratılan gelirin, çeşitli kriterlere göre
belirlenmiş bölgeler arasındaki dağılımını ifade eder. Bölgeler
coğrafi olarak belirlenebileceği gibi iktisadi kriterlere göre
de (gelişmiş‐az gelişmiş, kent‐kır, sanayi‐tarım gibi)
belirlenmiş olabilir.
Bu dağılımı yapmanın, o ülke için bölgesel gelişme
farklılıklarını ortaya koymada ve politika tedbirlerinin
şekillenmesinde kılavuz olma gibi faydaları vardır.
Bölgeler arasındaki gelir dağılımı dengesizlikleri; tarım,
sanayi, ticaret, hizmet, haberleşme, ulaştırma, sağlık, eğitim,
demografik ve sosyal göstergeler bakımından farklılıkların
olmasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle gelir dağılımındaki
dengesizliklerin tek başına ele alınmaması, buna neden olan
88
sosyo-ekonomik etmenlerin değerlendirilerek çözüm yollarının
buna göre aranması gerekmektedir. Böylece her bölgeye ait
sorunlar, kendi olanakları ve koşulları çerçevesinde çözüme
ulaştırılmış olur.
Türkiye’de bölgesel bazda gelir dağılımına bakıldığında
VII. Beş Yıllık Kalkınma Planı ve sonrası dönemlerde çok fazla
bir değişme meydana gelmemekle beraber Marmara bölgesi en
yüksek, Doğu Anadolu bölgesi ise en düşük kişi başına GSYİH’ya
sahip bölgelerdir.
Eğitim durumuna göre gelir dağılımı
Bir ülke içindeki fertlerin almış oldukları eğitim
düzeyleri bakımından yapılan gelir dağılımı türüdür. Eğitim
düzeyinin artmasıyla orantılı olarak gelir dağılımında da bir
artış beklemek olağan bir durumdur.
Türkiye’de birey sayısı bazında kıyaslama yapıldığında en
fazla kişi sayısına ait kesim ilk ve orta eğitim düzeyindeki
kişilerin oluşturduğu kesimdir. Ancak fert başına ortalama
geliri en düşük olan kesim okur-yazar olmayanlar, en yüksek
olan kesim ise yüksekokul ve fakülte mezunlarıdır.
Meslek gruplarına göre gelir dağılımı
Gelirin çeşitli meslek dallarıyla uğraşan kişiler
arasındaki bölüşümünü ifade eder. Her bir meslek için ayrı ayrı
değil de benzer işlerin sınıflandırılmasıyla oluşan gruplar
(ilmi ve teknik elemanlar, müteşebbisler, hizmet çalışanları,
idari personel, tarım-hayvancılık-ormancılıkla uğraşanlar gibi)
ele alınır.
89
Türkiye’de fert başına en yüksek gelir dağılımı payına
sahip kesim genellikle müteşebbis, direktör ve yönetici olarak
çalışanlar olurken; en düşük paya sahip kesim ise tarımla,
hayvancılıkla, ormancılıkla vb. uğraşanlar olmaktadır.
Sosyal gruplara göre gelir dağılımı
Gelir dağılımında önemli bir tür de sosyal gruplara göre
yapılan dağılımdır. Bu dağılım toplumdaki sosyal grupları
meydana getiren ücretli ve maaşlıların büyük bir kısmını
oluşturan işçi ve memurlar, küçük esnaf ve sanatkarlar, kendi
hesabına çalışanlar ve işverenler arasında yaratılan gelirin
nasıl bölüşüldüğünü ortaya koymaktadır. Sosyal grupların sahip
olduğu ekonomik gelirler de farklı olduğu için, bir grupta da
tam anlamıyla var olan bir eşitlikten söz etmek mümkün
değildir. Gruplar arasındaki dağılımda adaleti sağlayabilmek
için öncelikle gruplar arası ilişkileri iyi belirlemek gerekir.
Sosyal bir devlet olma anlayışına göre toplumdaki gelir
dağılımı eşitsizliklerinin giderilmesi gerekmektedir. Bunun
için de belli ekonomik, sosyal ve mali politikaların
uygulanması şarttır. Gelir bakımından zayıf olan büyük
çoğunluğa, insan onuruna yaraşır bir düzeyde yaşam koşullarını
sağlamak sosyal devletin temel görevlerinden birisidir.
Ücretli ve maaşlılar
İşçiler için yaşama koşullarını belirleyen ve genellikle
tek gelir kaynakları olan ücret, toplumdaki sosyal ve ekonomik
haklarının ana sorunu halindedir. Çünkü ücret, daha iyi yaşama,
barınma, sosyal güvenliğe kavuşma ve sağlıklı yaşama
koşullarının belirlenmesinde temel unsur niteliğindedir.
90
Türkiye’de emek piyasası içinde önemli bir yere sahip olan
işçilerin çalışma hayatı ile ilgili uygulamalar, son yıllarda
gelişme göstermesine rağmen yine de ulaşılmak istenilen refah
seviyesinde değildir.
İşçiler gibi kamu çalışanları da uygulanan ekonomik
politikalardan direkt olarak etkilenmektedirler. Özellikle kriz
dönemlerinde, her sektörde çalışanların ücret gelirlerini
düşürmeye yönelik yapılan uygulamalardan kamu çalışanları da
payına düşeni almakta ve maaşları reel olarak gerilemektedir.
Çünkü genel bütçe içerisinde personel maaşları ve ücretleri
önemli bir yer tutmaktadır.
Küçük esnaf ve sanatkarlar
Bu sosyal gruba dahil kişiler gerek kendi başlarına
ürettikleri mal ve hizmetten dolayı, gerekse büyük sanayilere
yan sanayi olma özelliğini taşımaları nedeniyle ülke
kalkınmasında önemli bir rol oynamaktadırlar.
Türkiye özellikle imalat ve hizmet sektörlerinde; esnaf ve
sanatkarların kurduğu küçük ve orta ölçekli işletmelerin daha
çok var olduğu bir ülkedir. Dünya çapında da genellikle
krizlerin dahi çözüm kaynağı olarak küçük ve orta ölçekli
işletmelere olan güven gittikçe artmaktadır.
İşletmelerin önemli bir bölümünü oluşturan küçük esnaf ve
sanatkar işletmeleri, ekonomiye dinamizm kazandırmak, istihdam
ve yeni iş imkanları yaratmak, esnek yapıları ile yenilikleri
teşvik etmek ve bölgesel kalkındırmayı hızlandırmak gibi birçok
önemli amaçlara sahiptir.
Kendi hesabına çalışanlar
91
Yıllar içerisinde kendi hesabına çalışan birey sayısı
gittikçe azalma göstermektedir. Buna bağlı olarak da kendi
hesabına çalışan birey başına düşen ortalama gelir oranlarında
da ciddi düşüşler görülmektedir. Örneğin; 1987 Hane halkı Gelir
Dağılımı Anketi sonuçlarına göre % 42,8 iken, 1994’de bu oran
azalmış ve % 37,73 olarak gerçekleşmiştir.
İşverenler
İşveren olarak çalışan birey sayısının yıllar bazındaki
istihdamına bakıldığında bir artış görülmektedir. Örneğin;
1987’de bu oran % 3,2 iken 1994’de % 3,7 şeklinde
gerçekleşmiştir. Buna bağlı olarak da bu sosyal grubun elde
ettiği gelir payı da artış göstermektedir.
Emekliler
Emekliler de ücret ve maaş geliriyle geçimini sağlayan
işçi ve memurlar gibidir. Bir ülkede işçi ve memurun geliriyle
ilgili sıkıntılarının benzerini onlar da
yaşamaktadır. Emeklilerin korunması bütün dünyada sosyal
güvenliğin temel sorunlarından birisini oluşturmaktadır. Bu
sorunun çözüme kavuşması anlamında emekli aylıklarının yeterli
düzeyde belirlenmesi ve bu düzeyin korunması, emeklilerin
ekonomik bakımdan ihtiyaçlarını karşılamalarına katkı
sağlayacaktır. Ancak özellikle ülkemizde emekli aylıkları hem
yetersiz hem de yaşanan enflasyon karşısında satın alma gücünü
zorlaştıran bir durumdadır.
Cinsiyete göre gelir dağılımı
Bu dağılım türü kadın ve erkek bireyler bakımından gelirin
dağılımını ele alır. Çalışılan sektörler, eğitim durumu, dahil
92
olunulan sosyal gruplar gibi pek çok kriter bazında bu dağılım
uygulanıp kadın ve erkek arasındaki rakamsal farklılıkları
karşılaştırma olanağı sağlamaktadır.
Erkeklerin elde ettiği gelir, dünya çapında kadınların
gelirinin üzerindedir. Çalışan kadın oranının en düşük olduğu
sektör inşaat sektörüdür. Ancak sadece bu sektörde kadınların
birey olarak sayısının azlığı sebebiyle, ortalama gelirleri
erkeklerden daha yüksektir. 16
2.2.c.2. Gelir Dağılımı Eşitsizliği Ölçütleri
Gelir dağılımı eşitsizliği ölçütleri başlıca üç grup
altında değerlendirilir. Bunlar
objektif ölçütler, normatif ölçütler ve statik ölçütlerdir.
Yukarıda sıralanan eşitsizlik ölçütlerinin şu koşulları
yerine getirmesi gerekir:
1. Pigou – Dalton transfer koşulu: Yoksuldan zengine veya
zenginden yoksula bir gelir transferi eşitsizlikte artışa veya
azalışa sebep olmamalıdır.
2. Gelir ölçeğinden bağımsız olma koşulu: Eşitsizlik
ölçütü aynı şekildeki oransal değişikliklerden
etkilenmemelidir. Herkesin gelirinde aynı oranda değişiklik
olursa (devalüasyon gibi) eşitsizlik değişmemelidir.
3. Nüfus koşulu: Eşitsizlik ölçütleri nüfus artışıyla
değişmemelidir.
4. Simetri koşulu: Eşitsizlik ölçütleri bireylerin
gelirlerinin dışındaki özelliklere karşı duyarsız olmalıdır.
16 (Gelir Dağılımı Kavramı ve Gelir Dağılımı Yaklaşımları), http://ikseruveni.blogspot.com/2011/12/gelir-dagilimi-kavrami-ve-gelir.html
93
5. Ayrıştırma koşulu: Dağılımı oluşturan alt gruplarda
eşitsizlik artıyorsa genelde de eşitsizlik artmalıdır.
Objektif Ölçütler:
Gelirlerin birbirlerinden veya ortalama gelirden
farklarının istatistiksel ölçümlerini kullanarak eşitsizlik
derecesini saptayan ölçütlerdir.
Objektif gelir eşitsizliği ölçütleri içerisinde:
Aralık
Göreli Ortalama Mutlak Sapma
Varyans ve Değişme Katsayısı
Logaritmik Standart Sapma
Logaritmik Sapmaların Ortalaması
Gini Katsayısı3
Kuznets Katsayısı
Genel Entropi Ölçütleri ve Theil Endeksi
Normatif Ölçütler:
Gelir dağılımı oranlarına ek olarak sosyal refah anlayışı
doğrultusunda fayda fonksiyonunu da göz önüne alan ölçütlerdir.
Normatif gelir eşitsizliği ölçütlerinden
Dalton ölçütü
Atkinson Endeksi
gibi başlıca iki grup ölçütten söz edilebilir.
Statik Eşitsizlik Ölçütü:
Gelir dağılımını statik ölçütler kullanarak grafiksel bir
biçimde gösteren ölçüttür.
Başlıca statik gelir eşitsizliği ölçütü:
Lorenz Eğrisi
Lorenz Eğrisi
94
Gelir dağılımı çalışmalarında çok yaygın kullanılan Lorenz
eğrisi, gelir dağılımı
eşitsizliği ölçütlerinin hesaplanmasında temel alınan grafik
ile gösterim şeklidir. (TUSİAD, 2000). Eğrinin yatay ekseninde
bireyler ve hane halkları nüfusunun birikimli yüzde payları,
dikey ekseninde ise bu bireylerin veya hane halklarının elde
ettikleri gelirin birikimli yüzde payları yer alır.
Şekil 1.11’de görülen köşegen (OL) üzerindeki her noktada
nüfus yüzdesi ile bu
nüfusa karşılık gelen gelir yüzdesi birbirine eşittir. Birey ve
hane halklarının nüfus içindeki yüzde paylarının gelirden
aldıkları yüzde paylara eşit olduğu bu noktalardan oluşan ve
her iki eksenle 450 ‘ lik açı yapan OL doğrusu “tam eşitlik
doğrusu” olarak adlandırılır. OAL eğrisi ise, milli gelirin en
yüksek düzeyde eşitsiz bir biçimde dağıldığını belirtir. Lorenz
eğrisi tam eşitlik doğrusu ile OAL eğrisi arasında yer alır.
Gelir dağılımı eşitliğe yaklaştıkça Lorenz eğrisi de OL tam
eşitlik doğrusuna yaklaşır. Bunun tersine Lorenz eğrisi OAL
eğrisine yaklaştıkça gelir dağılımında eşitsizliğin arttığı
görülür.
Gelir dağılımında eşitsizlik var olduğu sürece en düşük
gelir grubu yani nüfusun
en az gelirli % 20’ si, toplam gelirin % 20’ sinden daha azını
alır. Nüfusun en yüksek gelirli % 20’ si ise toplam gelirin %
20’ den daha çoğunu alır. Bu nedenle Lorenz eğrisi her zaman
tam eşitlik doğrusunun altında kalır.
Lorenz eğrisinden, farklı ülkelerin gelir dağılımları
eşitsizliğini veya aynı ülke içinde farklı zamanlara ilişkin
95
gelir dağılımları eşitsizliğini karşılaştırmak için
yararlanılır.
Şekil 1.12 Lorenz Eğrisi
Şekil 1.13 Lorenz Baskın
İki gelir dağılımı karşılaştırıldığında eğer birinci
dağılımın Lorenz eğrisi, dağılımın her noktasında ikinci
96
dağılımın Lorenz eğrisinin üstünde ise bu, birinci dağılımın
eşitliğe daha yakın olduğunu gösterir. Dağılımlardan
birincisine A dağılımı, ikincisine B dağılımı denilirse iki
dağılımın birbirine konumları Şekil 1.12’ de görüldüğü gibi
olur. Bu durumda A dağılımı B dağılımına “ Lorenz baskın” dır
denir.
A dağılımının Lorenz eğrisi, B dağılımının Lorenz eğrisine
göre tüm noktalarda tam eşitlik doğrusuna daha yakındır. Lorenz
baskınlığı durumunda A dağılımı B dağılımına göre eşitsizlik
düzeyi bakımından tercih edilir bir dağılımdır (TUSİAD, 2000).
Gini Katsayısı
Lorenz eğrisi gösteriminden elde edilen Gini katsayısı
gelir eşitsizliği düzeyini tek bir sayı ile tanımlayarak
çeşitli gelir dağılımlarının karşılaştırılmasını sağlar. Gini
katsayısı tam eşitlik doğrusu ve Lorenz eğrisi arasında kalan
alanın, tam eşitlik doğrusu altında kalan üçgenin alanına oranı
olarak tanımlanır. Tanım gereği üçgenin alanı 0.5 dir. Gini
katsayısı tam eşitlik durumunda 0 (yani 0 / 0.5), tam
eşitsizlik durumunda 1 (yani 0.5 / 0.5) değerini alır.
Katsayının 1’ e yaklaşması eşitsizliğin arttığını, 0’ a
yaklaşması azaldığını gösterir.
Gini katsayısının istatistiksel gösterimi, bütün gelir
ikilileri arasındaki farkların
(Yi – Yj ) işaretlerine bakılmadan alınmış aritmetik
ortalamasına (farkların adedi, gözlem sayısının karesi
kadardır) bağlıdır. Ortalama fark olarak belirtilen bu
ortalama, dağılımın aritmetik ortalamasına (µ) bölünürse
97
“göreli ortalama farkı” verir. Gini katsayısı göreli ortalama
farkın yarısı kadardır .
G= 12n2µ ∑i=1
n¿∑j=1
n❑│Yi-Yj│ Yi: i. İnci hanenin geliri
Yj: j. İnci haneningeliri
Gelir grupları arasındaki gelir transferleri Gini
katsayısını etkiler. Gini katsayıları üst ve alt gelir
düzeyindeki yığılmaları dikkate almaz. Bu nedenle yığılmanın
düşük gelir gruplarında yoğun olduğu “gelişmekte olan ülkeler”
ile yığılmanın orta kesimlerde daha yoğun olduğu “gelişmiş
ülkeler” in Gini katsayılarının karşılaştırılması halinde
sonuçlar dikkatle yorumlanmalıdır. Örneğin Şekil 1.13’ de
görüldüğü gibi iki gelir dağılımı karşılaştırılırken birinci
dağılımın (A dağılımı) Lorenz eğrisi dağılımın bazı
bölümlerinde ikinci dağılımın (B dağılımı) üstünde yer alırken
bazı bölümlerinde altına düşebilir. Örneğin Şekil 3’ de “A
alanı = B alanı” dır. Lorenz eğrilerinin kesiştiği böyle bir
durumda Lorenz baskınlığı kriterine bakarak eşitsizlik düzeyine
göre hangisinin daha iyi bir dağılım olduğu söylenemez. Buradan
hesaplanan Gini katsayısı da yanıltıcıolabilir. Bu nedenle
farklı gelir dağılımı ölçütleri dağılımları farklı
sıralayabilir. Öyleyse yeni bir ölçüte gereksinim vardır
(TUSİAD, 2000).
98
Şekil 1.14 Lorenz Eğrisinde Dağılımlar 17
2.2.d. Dış Ticaret
Ticareti, üretilen mal ve hizmetlerin belirli bir ücret
karşılığı son kullanıcılara ulaştırılmasını sağlayan alım-satım
faaliyetlerinin tümü olarak tanımlayabiliriz.
Ticaret genel olarak, iç ve dış ticaret olmak üzere ikiye
ayrılır. Dış Ticaret, malların ve sermayenin ulusal sınırların
dışına akışıyla ilgilidir. Dış ticaret alım satım işlemlerinin
teslimi açısından ithalat ve ihracat olmak üzere iki şekilde
gerçekleşir. Ülke ekonomisinin kalkınmasında ihracat önemli bir
yere sahiptir. Bu nedenle ülkelerde ihracatın artırılması,
ithalatın azaltılması önemli hedefler arasındadır. Ülkelerin bu
hedeflere ulaşmak için aldıkları kararlar ve tedbirler dış dış
ticaret politikasını oluşturur.
17 (BOZDAĞ & BOZDAĞ), Ülkeler Arası Kişi Başına Gelir Karşılaştırması, http://www.nihatbozdag.net/pdf/ulkeler.pdf
99
Dış ticaret politikası açısından bir devletin dış
ticaretini etkileyebilecek unsurların başlıcaları yasaklar,
gümrük resmi, ticaret antlaşmaları, primler, sübvansiyonlar ve
idari korumacılık olarak sınıflandırılabilir. Bunlardan
yasaklar, ithalat ve ihracat yasaklarıyla transit geçiş
yasakları şeklinde bir ayırıma tabi tutulurken; gümrük resmi de
aynı şekilde ithalat, ihracat ve transit ticarette uygulananlar
olarak üçe ayrılmaktadır. Önceden, dış ticareti etkileme
araçları ithalat, ihracat ve transit geçiş yasakları ile
sınırlıyken bu günkü gelişmeler, gümrüklerin doğrudan sonucu
etkileyici bir rol oynadıklarını göstermektedir.
Küreselleşme süreci ile birlikte dünyada ihracat sürecinde
kullanılan belgeler, tanımlar
ve uygulamalar standartlaştırılmaktadır. Türkiye de Gümrük
Birliği Anlaşmasıyla birlikte bu standartlaştırma sürecinin
içinde yer alarak, standartlara uymak için kanun ve
yönetmeliklerinde değişiklikler yapmıştır.
2.2.d.1. Dış Ticaret Türleri
İthalat
Başka ülkelerde üretilmiş malların, ülkedeki alıcılar
tarafından satın alınmasıdır. Dış
alım da denilmektedir. İhracatın karşıtıdır ve onunla birlikte
bir ülkenin dış ticaret dengesini oluşturur. İthalat, özel ya
da tüzel kişilerce kamu iktisadi kuruluşları ya da devlet
tarafından doğrudan yapılabilir. İthalat çeşitleri aşağıdaki
gibi sıralanabilir.
100
Akreditifli İthalat: Alıcının, malın sevkinden önce
bir banka aracılığıyla
satıcının bulunduğu yerdeki bankası nezdinde malın sevk
belgesinin teslimi karşılığında ödenmek üzere kredi
açtırmasıdır.
Mal Karşılığı İthalat: Malın gümrüklenmesi işleminden
sonra bedelini
ödeyerek belgenin çekilmesi ile gerçekleşen ithalattır.
Bedelsiz İthalat: Vergisi olmaksızın ülkeye sokulan
mallar (özel eşyalar,
hediyeler vb)dır.
Belge Karşılığı ithalat: Malın gelmiş olma şartı
aranmaksızın ithalat yapılan
ülkeden yola çıkarılmış olduğunu gösteren belgenin bedelini
ödeyerek bankadan belge alınması ile gerçekleştirilen
ithalattır.
Kredili İthalat: Bedeli daha sonra ödenmek üzere
yapılan vadeli ithalattır.
Geçici Kabullü İthalat: İhraç etme amacıyla yapılan
ithalattır.
Ankonsinyasyon İthalat: Satışın yapılması ve belirli
bir vade sonunda mal
bedelinin transfer edilmesi şartıyla yapılan ithalattır.
İhracat
Bir malın yabancı ülkelere döviz karşılığı yapılan
satışına ihracat denir. Ürünün
101
ihracata yönelik biçimde kaliteli ve uluslararası standartlara
ve piyasa şartlarına uygun biçimde üretilmesinden, yurt dışında
pazarlanması, reklam ve tanıtımının yapılması, dış satımının
gerçekleştirilmesi, en uygun ambalaj ve nakliye biçiminin
seçilmesi, ihracatçının ülkesindeki dış ticaret mevzuatını
bilerek zamanında gerekli işlemleri tamamlaması ve ürünün
istenilen yere zamanında teslimine kadar uzanan çeşitli
aşamalardan geçerek gerçekleşir.
İhracatçı gerçek usulde vergi mükellefi olup bulunduğu
ildeki Ticaret ve Sanayi
Odalarına kayıtlı ve diğer kanunlara göre ihracat yapmasına bir
engel bulunmayan gerçek veya tüzel kişi, tacirdir. İhracat
yapan firma, ihracat yapacağı ülke için hazırlamış olduğu formu
Odalardan temin ederek doldurur. Yurt dışına gidecek malzemenin
faturasını da ekleyerek bir dilekçe ile ilgili Odaya başvurur
ve gerekli incelemeden sonra belgeler tasdik edilir.
İhracatçı Birliklerinin kapsamına giren malları ihraç
edecek olan firmaların, Birliklere
üye olmaları gerekmektedir. Birlik üyelik belgesine sahip
olmadan bu malların ihracı yapılamaz.
Transit Ticaret
Transit ticaret, yurt dışında veya serbest bölgede
yerleşik bir firmadan ya da antrepodan satın alınan malın,
ülkemiz üzerinden transit olarak veya doğrudan doğruya yurt
dışında veya serbest bölgede yerleşik bir firmaya ya da
antrepoda satılmasıdır.
Transit ticaret talepleri, "Transit Ticaret Formu"
düzenlenmek suretiyle bankalara yapılır. Transit ticarete konu
102
olan mallarla ilgili olarak, ithalata ve ihracata ilişkin
vergi, resim, harç ve fon tahsil edilmez. Gümrük İdarelerince
verilebilecek izne istinaden malların Türk gümrük hattını
aşarak işçilik görmek üzere fiktif depo veya antrepolara
alınması "fiili ithal" hükmünde değildir. Uluslararası
anlaşmalarla ticareti yasaklanmış mallar ile Müsteşarlığın
madde politikası itibariyle transit ticaretinin yapılmasını
uygun görmediği mallar transit ticarete konu olamaz. İthalat ve
ihracat yapılması yasaklanmış ülkelerle transit ticaret
yapılamaz. 18
2.2.d.2. Nasıl hesaplanır?
İthalat ve ihracat rakamları hesaplanırken, satılan veya
alınan malların o dönemdeki fiyatları ile mal adedi çarpılır ve
kümülatif olarak hesaplanır. Dış ticaret fiyat endeksleri, bu
fiyatlardan oluşturulmaktadır.
2.2.d.3. Nasıl Değerlendirilir?
Ekonomide canlanma görülen yıllarda, artan gelirlere
paralel olarak tüketim malı ithalatı hızla artar ve dış ticaret
açığının büyümesine neden olur.
İthalatta görülen hızlı artış, TL’sının aşırı ölçüde
değerlendiği ve kurlardaki artış oranlarının, enflasyon
oranlarının çok altında olduğu şeklinde yorumlanabilmektedir.
Yatırım malı ithalatındaki artış olumlu karşılanmaktadır.
Bu durum, iş çevrelerinin ekonominin geleceğine umutla
baktıklarının kanıtıdır.
18 (Dış Ticaret Kavramları), http://www.megep.meb.gov.tr/mte_program_modul/moduller_pdf/D%C4%B1%C5%9F%20Ticaret%20Kavramlar%C4%B1.pdf
103
Sanayicilerin, sonraki dönemlerde ortaya çıkabilecek kur
artışlarını dikkate alarak stok yapmaları sonucunda; hammadde
ve ara malı ithalatında da artış kaydedilir.
Olumlu kabul edilen göstergelerden biri de, tüketim malı
ihracatındaki artışın, hammadde ihracatındaki artış hızından
daha büyük değerlerde olmasıdır.
Büyüme yıllarında; iç pazardaki hızlı talep artışıyla
beraber, ithalatta da hızlı bir artış yaşanır. (Türkiye’de
ithalat, büyümeye endekslidir.) Durgunluk yıllarında ise,
ihracat ön plana çıkmaya başlar.
İhracatın ithalatı karşılama oranının artması, iki şekilde
algılanabilir. Birincisi ithalatın azalmaktadır; ikincisi ise
ihracat artış trendindedir. Ya da ikisi de birden azalıyor
olabilir. Bu durumda da; ihracattaki azalışın, ithalattaki
azalıştan daha az olduğu söylenebilir.
Dış ticaret açığının büyümesi, döviz dengesini tehlikeye
sokabilir.
Yatırım malı ithalatı, ekonomideki canlılığın bir
göstergesi olarak kabul edilirken; tüketim malı ithalatı ise,
yerli sanayi dallarını zor durumda bırakacağından çeşitli
kuruluşlarca göz önünde tutulan bir göstergedir. 19
2.2.e. Ödemeler Dengesi ve Ödemeler Dengesi Bilançosu
Ödemeler dengesi, bir ülkenin bir yıl içerisinde dünyanın
geri kalan kısmı ile arasındaki mal, hizmet ve gelir ile ilgili
işlemleri, mülkiyet değişikliklerini ve bu ekonominin elinde
bulunan altın, özel çekme hakları (SDR) ile dünyanın geri kalan19 (Dış Ticaret Nedir?), http://www.paraborsa.net/i/dis-ticaret-nedir/
104
kısmına yönelik hak ve yükümlülüklerdeki diğer değişiklikleri
ve karşılıksız transferleri gösteren bir tablodur. Bu tablo
sayesinde, söz konusu ülkenin toplam dış borç ve
varlıklarındaki değişmeler gözlenerek, diğer ülkelerle olan
ekonomik ilişkiler gerçekçi bir şekilde görülebilir.
Ödemeler dengesi, söz konusu ülkenin makroekonomik
göstergeleri olan, enflasyon oranı, kalkınma hızı, döviz kuru
ve gelir dağılımı ile de sıkı bir bağlantı içindedir. Bu
bakımdan, ekonomik politikaların belirlenmesinde, ödemeler
dengesi temel bir araçtır.
Ödemeler Dengesi Bilançosu, bilanço tekniği bakımından
oldukça ayrıntılıdır ve incelenmesi uzmanlık gerektirir.
Bilanço, Cari İşlemler ve Sermaye Hareketleri olmak üzere iki
kısma ayrılır. Cari işlemler tarafı, kesin giriş ve çıkışları
ifade ederken, sermaye hareketleri tarafı ise geçici rakamları
ifade eder.
2.2.e.1. Ödemeler Dengesi Bilançosu
A-) Cari İşlemler
I – Dış Ticaret
-İhracat
-İthalat
II – Görünmeyen İşlemler
-Dış Turizm
-Yabancı Sermaye Gelir ve Giderleri
-Uluslararası Bankacılık ve Sigortacılık Hizmetleri
-Uluslararası Ulaşım Hizmetleri
-İşçi Gelirleri
-Özel Hizmetler
105
III – Tek Yanlı Transfer Hesabı
Cari İşlemler Dengesi
B-) Sermaye Hareketleri
-Uzun Vadeli Sermaye İthali
-Uzun Vadeli Sermaye İhracı
-Kısa Vadeli Sermaye İthali
-Kısa Vadeli Sermaye İhracı
C-) Resmi Rezerv Hesabı
-Döviz Hareketleri
-Altın Hareketleri
-IMF Rezerv Pozisyonu
D-) Net Hata ve Noksan
2.2.e.2. Cari İşlemler
İlk olarak, bilançonun cari işlemler tarafına
bakıldığında:
Dış Ticaret: Ülkenin mal alım-satımının ve elde edilen
döviz giriş ve çıkışlarının yer aldığı kalemdir. Dış ticaret
hesaplarında ihracat, ihraç malının taşıma aracına kadar
yapılan masraflarını da kapsar. İthalat rakamları ise, malın
bedeline sigorta ve navlun masraflarının eklenmesi ile ifade
edilir.
Navlun, malların taşınması ya da nakline denir. Burada,
nakliye hizmetiyle bağlantılı olarak taşıyıcı tarafından
sağlanan yan hizmetler de kapsanmaktadır. Navlunun sigorta
altbaşlığı, yükleme süresince menkul mallar üzerine tesis
edilmiş olan sigortayı içerir. Sigorta hizmetleri genel olarak
navlun kalemi içinde oldukça ufak bir kalemdir.
106
Görünmeyen İşlemler: Fiziki mal alım-satımı dışındaki
hizmet ithalat ve ihracatını içerir. Alt kalemleri şunlardır:
Dış turizm: Yabancıların turizm yoluyla bir ülkeye
getirdikleri döviz ile ülke sakinlerinin diğer ülkelerde turizm
amaçlı yaptıkları harcamaları içerir.
Yabancı sermaye gelir ve giderleri: Uluslararası
piyasalarda işlem gören tahvillerden sağlanan faiz gelirleri ve
faiz ödemeleri, resmi dış borç faizleri, yabancı sermaye
şirketlerinin ülkede gösterdikleri faaliyetler sonucu elde
ettikleri karların yurtdışına transferini içerir.
Uluslararası bankacılık ve sigortacılık hizmetleri:
Ülkedeki banka ve sigorta şirketlerinin uluslararası alanda
gösterdikleri faaliyetler sonucu elde ettikleri döviz cinsinden
gelirler ile yabancı banka ve sigorta şirketlerine yapılan
ödemeleri kapsar.
Uluslararası ulaşım hizmetleri: Ülkenin uluslararası
alanda hava, deniz ve kara ulaşımı yoluyla gösterdiği
taşımacılık faaliyetleri sonucu sağladığı döviz gelirleri ve bu
amaçla dış ülkelere yapılan döviz ödemelerini içerir.
İşçi gelirleri: Yurtdışında çalışan işçilerin vasıtasıyla
ülkeye gelen dövizleri kapsar.
Özel hizmetler: Diğer ülkelerdeki özel firmalara leasing,
lisans, franchising, patent, danışmanlık vb. amaçlarla yapılan
ödemeler bu kaleme dahildir.
Resmi hizmetler: Hükümet tarafından, dış ülkelerde tesis
edilen resmi temsilcilik hizmetleri için yapılan ödemeleri
kapsar.
107
Yurtdışında kurulu Türk firmalarının elde ettikleri
gelirler ve Türkiye’de yerleşik yabancı firmaların dışarıya kar
transferleri de görünmeyen işlemler kalemine dahildir.
Tek-Yanlı Transferler Hesabı: Ülkeler arasında,
karşılığında herhangi bir ödeme zorunluluğu bulunmayan bağış ve
hibe şeklindeki tüm işlemleri içerir. Bu kalem içinde;
hükümetlerin yaptıkları gıda ve ilaç gibi ayni yardımlar, mali
yardımlar, eğitim, kültür ve sağlık alanlarında faaliyet
gösteren kuruluşlara yönelik olarak yapılan ödemeler, özel kişi
ve kuruluşlar tarafından diğer ülkelere yapılan karşılıksız
ayni ve nakdi yardımlar yer almaktadır.
2.2.e.3. Sermaye Hareketleri
Ödemeler dengesinin ikinci hesap kalemi ise, sermaye
hareketleri hesabıdır. Sermaye hareketleri kalemi, kişi ve
kuruluşların yabancı ülkelerde gerçekleştirdikleri fiziki
yatırımlar ve ülkeler arasındaki mali kaynak transferlerini
kapsamaktadır. Sermaye hareketleri kalemi sayesinde cari
işlemler dengesindeki fazlalık veya eksiğin ne şekilde
kapatıldığını görmek mümkündür.
Uzun vadeli sermaye hareketleri: Vadesi 1 yıldan daha
fazla olan uluslararası sermaye hareketlerini ifade eder.
Ülkeler arasında gerçekleştirilen “dolaysız sermaye
yatırımları” ile mali piyasalarda tahvil ve hisse senetlerine
yönelik olarak yapılan “uluslararası portföy yatırımları”
kapsamaktadır.
Kısa vadeli sermaye hareketleri: Uluslararası sermaye
akımları içinde özel veya kamu kesimi tarafından
108
gerçekleştirilen ve vadesi bir yıldan kısa olan kısa vadeli
banka mevduatı, finansman bonoları, prefinans kredilerini vb.
gibi işlemleri kapsamaktadır. Bu kapsama giren varlıkların
likiditesi de uzun vadeli olanlara göre yüksektir ve kısa
sürede nakde dönüşme özelliği göstermektedir.
2.2.e.4. Resmi Rezerv Hesabı
Bir ülkenin döviz, altın ve IMF kaynaklarından oluşan
uluslararası rezervlerinin yapısındaki değişmeyi gösterir.
Resmi rezervler, sadece Merkez Bankası’nın sahip olduğu
rezervleri ifade eder. Buna kamu bankalarının, Merkez
Bankası’nda tuttuğu dövizler de dahildir. Uluslararası
rezervler ise, Merkez Bankası’ndaki rezervlere, ticari
bankalardaki döviz rezervi, altın mevcudu ve muhabir
açıklarının eklenmesiyle oluşur. Bu aynı zamanda brüt
rezervdir. Net rezerv ise, bu tutardan muhabir açıklarının
çıkarılmasıyla bulunur.
2.2.e.5. Net Hata ve Noksan Hesabı
Ödemeler dengesinin muhasebe anlamında daima denk olması,
aynı zamanda dengede olduğu anlamına da gelmemektedir.
Uygulamada cari işlemlerle sermaye işlemlerinin
kaydedilmesindeki bazı hata, eksik, gecikme ve unutmalardan
dolayı eşitlik sağlanamamaktadır. İşte bu farkı ortadan
kaldırmak için net hata ve noksan kalemi kullanılır.
2.2.e.6. Ödemeler Dengesi Nasıl Yorumlanır?
Dış ticaret dengesinin negatif değerde olması, ithalatın
ihracattan fazla olduğunu gösterirken tersi durumda ise, bir
dış ticaret fazlasından söz etmek mümkündür.
109
Görünmeyen işlemler hesabının sonundaki denge hesabının
pozitif olması, dış ticarete konu olan hizmet gelirlerinin
hizmet giderlerinden fazla olduğunu gösterirken, negatif bir
sonuç tersi bir durumu ifade eder.
Cari işlemler dengesi hesabının fazla vermesi, yani
pozitif olması bu hesap kalemi içinde yer alan işlem sonucu
sağlanan döviz gelirlerinin döviz giderlerinden fazla olduğunu
gösterir.
Sermaye hesabı dengesinin fazla vermesi ülkeye kaynak
transferi anlamına gelir.
Ülkenin resmi döviz rezervlerinde bir azalmanın görülmesi,
ülkenin döviz gelirlerinin döviz giderlerini karşılayamadığını
veya merkez bankasının piyasaya ulusal para karşılığı döviz
satıcısı olarak müdahale ettiğini gösterir. Döviz rezervlerinde
bir fazlalık ise Merkez Bankası’nın piyasadan döviz satın
aldığını ifade eder.
İthal malları karşılığında yapılan ödemelerde problem
yaşanmaması için, dış ticaret açığının ve borç servisinin
arttığı dönemlerde, döviz rezervlerinin yüksek düzeyde olması
gerekir.
Uluslararası rezervlerin 4 aylık ithalatı karşılayacak
düzeyde olması, döviz rezervlerinin tehlikeli olduğu şeklinde
yorumlanmaktadır. Merkez Bankası’nın döviz piyasalarına
müdahale edebilmesi ve kurlardaki aşırı tırmanışı
frenleyebilmesi için yüksek rezervlere ihtiyaç vardır.
Dünya ticaretinin ve ekonomisinin hızlı bir gelişme içinde
olduğu dönemlerde, ülkemiz ihracat ve turizm gelirlerinde de
belirgin bir artış beklenmektedir. Aynı şekilde; dış dünyada
110
yaşanan bir resesyonun etkileri de, er ya da geç kendini
hissettirmektedir.
Zengin ülkelerde yaşanan resesyonun muhtemel bir sonucu
da, petrol fiyatlarında yaşanabilecek düşüşle beraber, ülkemiz
akaryakıt faturasındaki gözlenen azalma olacaktır. 20
2.2.f. Büyüme ve Kalkınma
2.2.f.1. Ekonomik Büyüme
Bir ülkenin, sahip olduğu kıt kaynakların miktarını
artırarak veya onların kalitelerini iyileştirerek üretim
imkanları sınırını genişletmesi veya üretim teknolojisini ve
kurumsal çerçeveyi değiştirerek daha yüksek üretim düzeylerine
çıkması “ekonomik büyüme” (economic growth) olarak ifade
edilmektedir. Ekonomik büyüme, aynı zamanda üretim
faktörlerinin kişi başına reel milli geliri yükseltecek şekilde
sürekli artması şeklinde de tanımlanabilir.
Milli gelir artışı ekonomik büyüme açısından en önemli
göstergedir.
Kaynaklarını büyük ölçüde geliştirmiş ve ileri derecede
sanayileşmiş ülkeler için ilk ve en önemli sorun bu kaynakların
tam çalıştırılmasını sağlamaktır. Henüz kaynaklarını
geliştirememiş ve yeterince sanayileşememiş ülkelerde ise
ekonomik büyümenin başarılması bütün sorunlardan önce gelir ve
onların olumlu çözümlere bağlanıp bağlanamayacağını da büyük
ölçüde etkiler. Bununla beraber, büyüme sorununun gelişmiş
ülkeler açısından da önemli olduğu ve özellikle uzun dönemli
20 (Ödemeler Dengesi ve Ödemeler Dengesi Bilançosu), http://www.paraborsa.net/i/odemeler-dengesi-nedir-odemeler-dengesi-bilancosu-nedir/
111
ekonomik rekabette kritik bir değer taşıdığı unutulmamalıdır.
Gelişmiş bir ülkede bile, eldeki kıt kaynakların tam
kullanımının sağlanmış olması ve bu kıt kaynakların hangi
malların üretiminde, hangi yöntemlerle kullanılacağı ve ürünün
kimler arasında nasıl bölüşüleceği sorunlarının çözülebilmiş
bulunması, hatta bu çözümlerin etkinlik koşullarına uygun
düşmesi yeterli sayılamaz. Bütün bu sorunlara en iyi çözümleri
bulmuş bir ülke durgun bir ekonomiye sahip ise, onun üretim
kapasitesi bir yıldan diğerine hiç değişmeyecektir. Buna
karşılık, diğer ekonomik sorunlara en iyi çözümleri bulamamış
bir ülkede mal ve hizmet üretme kapasitesi her yıl önemli
artışlar gösterebiliyorsa, onun ekonomik hayatı son derece
büyük bir canlılık ve dinamizm gösterecek ve zaman içinde
toplumun refah düzeyi önemli artışlar kaydedecektir. Ekonominin
sağlıklı büyümesi; işsizliğin azalması, alım gücünün artması,
tüketimin toplumun her kesimine üretime katkısı doğrultusunda
dağılarak artması, daha fazla gelir ve satış vergisi ödemeleri,
devlet bütçesinde gelirlerin yükselmesi, yabancı yatırımcıların
bu potansiyelden pay alabilmek için ülkeye kaynak aktarması ve
yerel para biriminin talep edilir hale gelmesi gibi olumlu
makro ekonomik sonuçlar vermektedir.
2.2.f.2. Ekonomik Büyümenin Ölçülmesi
Ekonomik büyüme çeşitli kriterlere göre ölçülebilir. Yani
bir ulusal ekonominin ne ölçüde büyüdüğünü matematiksel olarak
ifade etmek mümkündür. Ama böyle bir ifade bulmak için sağlam
istatistiki bilgilere gereksinme vardır. Bir ekonomideki yıllık
GSMH (Gayri Safi Milli Hasıla) artış oranı, SMH (Safi Milli
112
Hasıla) artış oranı büyüme hızını ifade etmek için kullanılır.
Yine aynı şekilde kişi başına tüketim harcamalarındaki yıllık
artış oranı büyüme hızını belirtmek için kullanılabilir. Bütün
bu kriterlere rağmen genel kabul gören ölçü kişi başına düşen
reel milli gelirdeki artıştır. Büyüme hızı, bir önceki yıla
kıyasla reel milli gelirin yüzde kaç arttığını gösteren bir
orandır. Büyüme hızı (BH) (t) dönemindeki milli gelir artışının
(∆Yt) başlangıç milli gelirine (Yt) bölünmesiyle ifade edilir.
Bu büyüme hızına brüt büyüme hızı denir.
BH = ∆YtYtBuradaki Yt başlangıç reel milli gelirini ve ∆Yt de Yt1 –
Yt farkını ifade eder. Büyüme hızı, fiyat artış ve azalmalarını
dikkate almasına karşılık nüfus artışını dikkate almaz. Yani
büyüme hızı, global bir ifade olup, refah artışının göstergesi
olamaz. Önemli olan ülkede kişi başına olan milli gelir artışı
olduğundan, bir yandan milli gelir artışı, öte yandan da nüfus
artışı dikkate alınmalıdır. Hızlı bir nüfus artışı büyüme
sağlayacağı refah artışına engel olur. Öyleyse, büyüme hızının
ferdi ölçüsü olması için, nüfus artışı dikkate alınarak brüt
büyüme hızından net büyüme hızına geçirilmelidir. Büyüme hızı
sadece global olarak reel milli gelirin ne oranda arttığını
ifade etmesine karşılık; net büyüme hızı kişisel gelirlerin bir
yılda ne oranda yükseldiğini gösterir. Brüt büyüme hızından
(BHb) nüfus artış hızı (n) çıkarılarak net büyüme hızı (BHn)
bulunur.
BHn = BHb – n
113
2.2.f.3. Ekonomik Kalkınma
Ekonomik kalkınma (economic development), bir ekonomide,
üretim (GSMH)
hacminde meydana gelen artış demektir. . Kalkınma ekonomik ve
sosyal yapılardaki değişikliği içerir. Yine kalkınmada,
ekonomik ve sosyal yapı değişikliği zorunludur ve bu yeni
yapılanma içinde toplumun belli bir sınıf ya da grubunun yanı
sıra bölgenin artan refahtan pay alarak refah düzeyinin dengeli
dağılımının sağlanması esastır. Kalkınma, aynı zamanda sosyal
sorunları çözerek büyümedir. Kalkınmanın asıl amacı, insanların
daha iyi yaşamalarını sağlamak için artan ekonomik olanakları
sosyal sorunların çözülmesinde kullanmaktır.
Kalkınmadan söz edilebilmesi için üretim hacmindeki
artışın devamlı, önemli ve reel olması lazımdır. Gerçekten de
öncelikle, üretimdeki artış geçici, yani bir veya birkaç yıl
için değil de, devamlı olmalıdır. Çünkü ancak bu takdirde söz
konusu ekonomide bir iyileşme ve refah artışı olabilir. O
halde, bu bakımdan, tesadüflere bağlı (örneğin, tarımda bir
veya birkaç yıl iyi ürün alınması gibi) geçici artışlar
ekonomik kalkınma anlamına gelmez. Diğer taraftan, üretim
hacmindeki artış önemli olmalıdır. Böylece, toplum,
ihtiyaçlarını eskisine nazaran daha yüksek bir düzeyde
karşılama olanağına kavuşmalıdır. Bu açıdan önemsiz, varlığı
ile yokluğu belirsiz artışlar kalkınma sayılmaz. Ayrıca, üretim
hacmindeki artış reel olmalıdır. Üretim artışı satın alma gücü
düşmüş bir para ile saptanmış ise, bu gerçek bir artış
olmayabilir. Çünkü bu, reel yani mal cinsinden değil de,
114
nominal yani para cinsinden bir artıştır, bunun için de
yanıltıcıdır.
2.2.f.4. Ekonomik Kalkınma ve Ekonomik Büyüme Arasındaki
Farklılıklar
Ekonomik kalkınma kavramı ile ekonomik büyüme ve gelişme
terimlerinin
bazen eş, bazen de farklı anlamlar taşıyacak şekilde
kullanıldığı görülür. Şöyle ki;Eş anlamlı olarak: Büyüme ve
kalkınma eş anlamlı kavramlardır. Bunlar, bir yıllık bir süre
içinde, nüfus başına düşen üretimde meydana gelen artışı
gösterirler.
Farklı anlamlı olarak: Büyüme ve kalkınma kavramları
farklı şeyleri ifade ederler. Büyüme, bilindiği gibi nüfus
başına düşen üretim hacminde, bir yıl içinde, meydana gelen
artış demektir. Kalkınma ise, azgelişmiş (gelişmekte olan)
ülkelerin gelişmesi anlamında kullanılır. Bu ülkeler hem hızla
artan nüfuslarının ihtiyaçlarını karşılamak, hem de gelişmiş
ülkelerle aralarındaki farkı kapatmak durumundadırlar. Bu
sebepten hızlı bir tempo ile gelişmek, yani üretimlerinde büyük
artışlar sağlamak zorundadırlar. Fakat, bu ülkelerde ekonomik,
sosyal, kültürel yönden gelen yapısal engeller gelişmeyi önler
veya sınırlar. Gelişme yolunun açılması bu engellerin
kaldırılmasına bağlıdır. Gerçekten, mesela sermaye birikimi
bakımından büyük güçlüklerle karşılaşırlar. İçinde bulundukları
koşullar (hızlı nüfus artışı, düşük gelir seviyesi ve bundan
doğan tasarruf azlığı gibi) bu ülkelerde hızlı bir sermaye
birikimine imkan vermez. Şu halde yoksul oldukları için
115
tasarrufta bulunup yatırım (sermaye birikimi) yapamazlar;
yatırım yapamadıkları için de tasarruf yapma olanağı veren bir
gelir (üretim) düzeyine ulaşamazlar, yani yoksul kalırlar ve
böylece yoksulluğun kısır döngüsü içinde kıvranıp dururlar.
Bütün bu engellerin aşılması ve gerekli yapısal değişikliklerin
yapılabilmesi için rasyonel ve uzun süreli çabalara ihtiyaç
vardır. Bu da bu amacı gerçekleştirecek politikalarla mümkün
olur. Bu sayede toplumun sosyo-ekonomik yapısı değişir. İşte
kalkınmanın en büyük özelliği budur. Buradan şu tanıma da
ulaşabiliriz: Kalkınma, bir ülkede toplumun sosyo-ekonomik
yapısının değişmesi ve nüfus başına düşen üretim hacminde
meydana gelen önemli ve reel artıştır, refah seviyesinde
beliren yükseliştir. Refah seviyesinde meydana gelen bu
yükseliş, dar ve geniş kapsamlı olarak alınabilir. Dar anlamda
alındığı takdirde bu, nüfus başına düşen tüketim malları
miktarı demektir. Geniş anlamda alındığı zaman, nüfus başına
düşen tüketim mallarıyla, toplumca sağlanan diğer bütün
(kültürel, sosyal, moral, psikolojik…) tatminleri içerir. Geniş
anlamdan kalkınma anlaşılır.
2.2.f.5. Ekonomik Kalkınmanın Ölçülmesi
“Üretim hacminde meydana gelen artış”tan ne anlaşılması
gerekir? Burada çeşitli
ölçüler akla gelebilir. Gerçekten, bundan
Toplam üretim hacminde meydana gelen artış miktarı mı
Üretime katılan işçi başına elde edilen paydaki artış
mı, yani işgücünün
verimliliğindeki artış mı,
116
Nüfus başına düşen üretim miktarındaki artış mı
anlaşılacaktır?
Bu ölçüleri sıra ile incelemek gerekir:
Toplam üretimde meydana gelen artış yalnız başına alındığı
takdirde fazla bir
anlam taşımaz. Eğer ülke nüfusu, toplam üretim kadar veya ondan
daha fazla artarsa, bu takdirde kalkınmadan söz edilemez. Bu
durumda yerinde sayma, hatta yaşama düzeyinin düşmesi hali
vardır.
İşçi başına elde edilen üretim miktarındaki artış, hiç
şüphesiz, yukarıdaki ölçüye göre
daha anlamlıdır. Fakat bu da yalnız üretime katılanları hesaba
kattığı, nüfusun çalışmayan kısmını görmezlikten geldiği için,
yani işçinin verimliliği çoğaldığı halde, nüfusun çalışmayan
kısmının fazla artması yüzünden toplum eskisine nazaran
yoksullaşabilir. Nüfusunun büyük çoğunluğunu 15 yaşından daha
küçük yaştakilerin teşkil ettiği genç nüfuslu ülkeler bunun
örnekleridir. O halde emeğin verimlilik ölçüsü de, burada amaca
uygun değildir.
Ekonomik kalkınmanın en iyi ölçüsü üretimden nüfus başına
düşen paydır, bu payda
meydana gelen artıştır. Çünkü ancak bu halde toplumun yaşama
düzeyinde, refah seviyesinde bir iyileşme, bir yükselme
olabilir. Fakat burada, üzerinde durulması gereken önemli konu
şudur: Nüfus başına düşen üretim, bilindiği gibi bir
ortalamadır. Gerçek durum bu ortalamadan çok farklı olabilir.
Toplam üretimle beraber nüfus başına düşen üretim payı
matematiksel olarak arttığı halde, gerçekte durum böyle
117
olmayabilir. Yani bu artıştan yalnız bazı kişiler, bazı gruplar
yararlanmış, nüfusun büyük bir bölümü bundan pay almamış
olabilir. bu halde olsa olsa bu kişilerin veya grupların
durumları iyileşmiş olur oysa amaç bu değildir. Amaç, toplam
üretimde meydana gelen artışın toplumu oluşturan kişiler
arasında dağılmasıdır. Bundan herkes mümkün olan en adaletli
biçimde yararlanmalıdır. Toplum refahının artışından ve
kalkınmadan ancak bu halde söz edilebilir. Kalkınma ölçüsü
olarak ekonomik ve sosyal ölçüler olarak şunlar kullanılabilir:
Ekonomik: Milli gelir düzeyindeki reel artış, kişi başına
düşen milli gelir artışı, gelir dağılımı vb.;
Sosyal: Okuma-yazma oranı, bebek ölüm oranları, kişi
başına düşen doktor sayısı, okullaşma oranı, nüfus artış oranı,
kişi başına kağıt tüketimi, kitap-gazete-dergi okuma oranı vb.
Kalkınma hızı da ekonomik kalkınmanın önemli bir
göstergesidir. Bir ülkenin reel
milli gelirinde bir yıl süresinde meydana gelen artış o ülkenin
kalkınma hızını gösterir. Örneğin Türkiye’nin sabit fiyatlarla
GSMH’sı bir yılda 50 trilyondan 55 trilyona yükselmişse,
kalkınma hızı %10 artmıştır. Çünkü GSMH bir yılda %10
artmıştır.
2.2.f.6. Ekonomik Kalkınmayı Belirleyen Unsurlar
Nüfus artışı, doğal kaynaklar, sermaye birikimi ve
teknoloji ekonomik kalkınma
açısından önem taşır. Bunları sırayla inceleyelim;
Nüfus artışı: Üretimin temel amacı insan ve onun
refahıdır. Aynı zamanda üretimin bir
118
numaralı unsurudur. Nüfus artışı, hem çalışan insan sayısının
artması, hem de çalışan insanların niteliklerinin iyileşmesi
bakımından önemlidir. Öte yandan dünyada, özellikle azgelişmiş
ülkelerde nüfus hızla artmaktadır. Buna karşılık azgelişmiş
ülkelerde nüfusun çalışabilecek durumda olan büyük bir
kısmından yararlanma olanağı yoktur. Bu ekonomik, sosyal,
teknolojik, moral, psikolojik ve başka pek çok sebeplerin
doğurduğu bir sonuçtur. Oysa çalışan insan sayısıyla refah
seviyesi arasında doğru orantı vardır. Hızlı nüfus artışı
karşısında artan üretim ancak yeni doğanları
besleyebileceğinden ortalama gelir düzeyi ya aynı kalmakta ya
da yavaş yükselmektedir. Nüfus artışı üstelik ekonominin
kaynaklarının kullanılmasına da tesir etmektedir. Beşeri
faktörü geliştirmek zorunluluğu, artan nüfus karşısında
hastahane, okul, diğer alt yapı yatırımlarını arttırmayı
gerekli kılmaktadır. Özellikle nüfus artışı ile öğretim ve
eğitim faaliyetleri paralel ilerlemek zorunda bulunmaktadır.
Hızlı nüfus artışı bir yandan işsizliği çoğaltıp, öte yandan
gizli işsizliğe yol açtığından genellikle ana üretim
faaliyetlerinde emeğin israfına yol açmaktadır. Çünkü emek
biriktirilmesi mümkün olmayan bir üretim faktörüdür.
Doğal kaynaklar: Doğal kaynaklar denilince kullanılabilen
toprakları, ormanları,
ülkenin sahip olduğu yer altı ve yerüstü zenginliklerini
anlamak gerekir. Doğal kaynaklar üretim artışını sağlayan,
ekonomik kalkınmayı hızlandıran faktörlerden biridir. Yapılan
incelemeler dünyada doğal kaynakların dağılımı yönünden
ülkelerarası bir eşitliğin olmadığını ortaya koymuştur. Bazı
119
düşüncelere göre doğal kaynakların bu adaletsiz dağılımı
gelişmiş ve az gelişmiş ülkelerin doğmasında etkili bir faktör
olmuştur. Çünkü, birçok az gelişmiş ülkede doğal kaynaklar kıt
ve yetersizdir. Öyleyse doğal kaynakların titizce
değerlendirilmeleri ve ekonomik kalkınmayı ve büyümeyi olumlu
yönde etkilemeleri için alınacak önlemler hayati önem taşırlar.
Bunun için etkili ve yüksek verimli tarımsal işletmecilik akla
gelen ilk amaç oluyor. Bir ülkenin sahip olduğu toprakların
verimli işletilmesi bir yandan çoğu defa toprak reformunu öte
yandan tarım reformunu gerekli kılmaktadır. Ayrıca yalnız
toprakların değil, toprak altı ve toprak üstü kaynakların israf
edilmeden işletilmeleri önem taşımaktadır. Burada sermayeye,
vasıflı emeğe ve teknolojiye ihtiyaç vardır. Az gelişmiş
ülkelerde bu faktörlerin eksiklikleri ekonomik kalkınmayı
frenlemektedir.
Sermaye birikimi: Üretimi gerçekleştiren büyüme ve
kalkınmayı sağlayan faktörlerden
biri de sermayedir. Sermayenin kaynağı da tasarruftur. Eğer bir
ülkede tasarruf meyli yüksekse sermaye birikimi hızlanır,
tasarruf eğilimi düşükse sermaye birikimi yavaşlar. Az gelişmiş
ülkelerde atıl duran emek ve doğal kaynakların üretime
katılması büyük ölçüde sermaye birikimine bağlıdır. Az gelişmiş
ülkelerde milli gelirin küçük bir oranı tasarrufa
dönüşmektedir. Bunun da nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:
a) Yoksulluk,
b) Sade bir hayat ve gelişmeye önem veren burjuva
ahlakının yerleşmemiş olması,
120
c) Kıymetli eşya ve atıl stok biriktirmek veya
gayrimenkuller edinmek yahut hariçteki
para piyasasına transfer suretiyle tasarrufların verimsiz bir
şekilde kullanılması,
d) Gelişmiş ülkelerin tüketim normlarının taklit edilmesi.
Sonuç olarak düşük tasarruf düşük yatırım demektir. Düşük
yatırım da düşük kalkınma hızı demektir. Düşük kalkınma hızı ya
da milli gelir düşük seviyede tasarruf yaratır. Bu da yoksulluk
kısır döngüsünden başka bir şey değildir.
Teknoloji: Teknoloji, üretim faktörleri bileşiminde
verimliliği arttıran ana öğedir.
Ülkenin sahip olduğu sermaye stoku ne kadar büyükse, bunlar ne
kadar iyi yani teknik bakımdan ne kadar yeni iseler, ülkenin
üretim gücü o kadar fazladır. Diğer yandan ilk bakışta ucuza
mal olacağı sanılan teknolojinin gelişmiş bir ülkeden az
gelişmiş bir ülkeye transferi sermaye, yatırım, dinamik
müteşebbis, vasıflı emek ve adaptasyon gerektirmektedir. Oysa
ki az gelişmiş ülkeler açısından bakıldığından özellikleri
itibariyle teknoloji kullanımını da etkili düzeyde
gerçekleştiremediklerini söyleyebiliriz. Gelişmiş ülkelerde ise
kalkınma ile bilim, teknik, sermaye ve sanayii paralel
gelişmiştir. 21
2.2.f.7. İktisadi Büyümenin Türleri
21 (AKTUĞ), Kavramsal Açıdan Ekonomik Büyüme Ekonomik Kalkınma ve Bölüşüm İlişkileri, http://sosyalpolitikainfo.files.wordpress.com/2010/06/bolusum.pdf
121
Spontane Büyüme: Bu tür büyümede üretim faktörleri
kendiliğinden harekete geçmekte ve belli oranda bir büyüme
sağlamaktadır. Devletin ekonomiye müdahalesi asgari düzeydedir.
Planlı Büyüme: Bu tür büyümede kıt kaynakların hangi
malların üretimine ne oranda tahsis edileceği bir plan
dahilinde yürütülür. Amaç her alanda etkinliğin sağlanması ve
verimin artırılmasıdır. Eğer plan uygulaması tüm sektörler için
zorunlu ise otoriter planlama söz konusu olur. Sovyetler
birliğindeki uygulama bu tür planlamaya örnek gösterilebilir.
Eğer plan uygulaması bazı sektörler için zorunlu ise yol
gösterici planlamadan bahsedilebilir. Türkiye’de 1963 sonrası
dönemde uygulanan planlama yol gösterici planlamaya örnek
gösterilebilir. Sözü edilen dönemdeki planlar kamu sektörü için
zorunlu iken özel sektör için yol gösterici özellik taşımıştır.
Kapalı Büyüme: Bu tür büyüme ülkenin kendi öz kaynaklarına
dayanır. Amaç dışa olan bağlılığın yok edilmesidir. Kapalı
büyümede devlet ekonomiye her bakımdan müdahalede bulunur.
19.yy Japonya’sı ile yakın geçmişte Arnavutluk’ta
gerçekleştirilmeye çalışılan büyüme kapalı büyümeye örnektir.
Açık Büyüme: Bu tür büyümede uluslararası sermaye ve emek
önemli bir yer tutmaktadır. Açık büyüme serbest piyasa
ekonomisini benimsemiş olan tüm ülkelerde görülür.
Durgun Büyüme: Bu tür büyümede milli gelir artış hızı ile
nüfus artış hızı birbirine eşit olduğu için kişi başına gelir
artış hızı sıfır olmaktadır. Yani artan nüfus artan geliri
tamamen bitirerek ekonominin büyümekle birlikte kişi başına
gelir artışını etkilememektedir.
122
Üstel Büyüme: Hızı gittikçe artan büyümedir. Bazı
ülkelerin belli dönemlerinde görülmekle birlikte üstel büyümeyi
devamlı şekilde gerçekleştiren ülkeye rastlanmamıştır.
Biyolojik Büyüme: Bu tür büyüme canlıların büyümesinden
esinlenmiştir. Yani büyüme önce hızlı şekilde daha sonra
yavaşlamaya başlayarak bir yerde durmaktadır. Hatta bu noktadan
sonra gerilemeye başlar.
Dengeli Büyüme: Bu tür büyümenin en önemli özelliği
sektörler arası karşılıklı bağımlılıktır. Bu bağımlılık hem
üretimde hem de tüketimde geçerlidir. Her üretim birimi kendi
çıkıntısına pazar bulmak zorundadır. Dengeli büyümek denge
yatırım malları ile tüketim malları, sanayi malları ile ham
maddeler, gıda maddeleri ile yiyecek malları, iç talep ile dış
talep gibi konularda kurulmaya çalışılır. Kaynak israfının
önlenmesi için bu dengeler zorunludur.
Dengesiz Büyüme: Bu tür büyüme dengeli büyümenin gerçeğe
uymadığı düşüncesiyle doğmuştur. Konuya ilk değinen Fransız
iktisatçısı Perroux tur. Ekonomilerin genellikle
eşitsizliklerin, dengesizliklerin ve hiyerarşinin içinde
bulunduğunu bu özelliklerin kaldırılmaya çalışılması yerine
onlardan faydalanma yoluna gidilmesinin çok daha yararlı
olacağını ifade etmiştir. Bu anlayışa göre ekonomide daha
ileride olan bölgeler ve sektörler lokomotif rolü oynamaktadır.
Ekonomilerdeki öncü bölgeler ve sektörler peşlerine diğer
bölgeleri ve sektörleri takacak, onların büyümelerine ve
gelişmelerine katkı sağlayacaktır.
2.2.f.8. İktisadi Büyümenin Özellikleri
123
İktisadi büyüme rakamla ifade edilebilen bir olgudur.
Bundan dolayı gerek
büyüme hızında gerekse gayri safi milli hasıla, safi milli
hasıla ve milli gelirde meydana gelen değişmeler rakamla ifade
edilebilir.
İktisadi büyüme uzun döneme dayalı bir olgudur.
Yatırımların artırılması
üretim artışının sağlanması ve iktisadi yapının değiştirilmesi
ancak uzun dönemde mümkündür.
İktisadi büyüme nominal değil gerçek bir artışı ifade
eder. Yani iktisadi
büyümede mevcut birime bir ilave söz konusudur. Örneğin;
fiyatların yükselmesi nedeni ile bir yıldan diğer bir yılda
meydana gelen gayri safi milli hasıla artışı fiziki bir artış
değildir.
İkame yatırımlarının iktisadi büyüme ile ilgisi
yoktur. Örneğin;5 katlı eski bir
binanın yıkılıp yerine tekrar 5 katlı bir binanın inşa edilmesi
halinde büyümeden bahsedilemez. Burada ikame yatırımı söz
konusudur. Eğer yıkılan binanın yerine 10 katlı bir bina inşa
edilmiş olsaydı ilave 5 kat büyümeyi ifade edecektir.
İktisadi büyümenin gelir dağılımının iyileştirici bir
özelliği yoktur. Örneğin;
milli gelirin bir yılda %7 oranında büyümesi halinde tüm
fertlerin gelirinde fiilen aynı oranda büyümüş olduğundan
bahsedilemez.
İktisadi büyüme aynı zamanda dinamik bir özelliğe
sahiptir. Büyümeyle
124
birlikte ekonomide genellikle hareketlilik ve istikrarsızlık
baş gösterir. Diğerlerine kıyasla daha hızlı büyüyen bölgelerde
ve sektörlerde hareketliliğin artması doğaldır. Bir yanda bu
gelişmeler olurken diğer yandan bazı bölgelerin gerilemesi ve
bazı sektörlerin önemini kaybetmesi çeşitli yorumların gündeme
gelmesine yol açar. 22
2.2.g. Para - Banka
2.2.g.1. Para Teorisi
Eski zamanlarda uygulanan takas(trampa, mübadele) yöntemi
birçok güçlükler doğurmaktaydı. Bu nedenle insanlar malın malla
değişimi yerine başka bir değişim aracı buldu: Para.
2.2.g.2. Paranın İşlevleri
Ortak bir değer ölçüsü. Tüm mal ve hizmetlerin değeri para
ile ölçülebilir.
Ortak bir değişim aracı.
Tasarruf aracı. Bu özelliğini sürdürebilmesi için zamanla
değer kaybetmemelidir.
Borç ödeme aracı.
Ekonomi politikası aracıdır.
2.2.g.3. Paranın Çeşitleri
Mal Para: İlk toplumlarda başka malların değişiminde
kullanılan mallardır. Ör: deri, midye kabuğu, tütün.
22 (GÜREL), Büyüme ve Kalkınma Kavramlarının Tanımı, http://www.gurelali.com/category/mikro-iktisat/
125
Temsili Para veya Kağıttan Para: Altın ve gümüş
sertifikalar, banknot, kağıt para ve ufaklık para(metal para)
bu türdendir. Ufaklık parada paranın yapıldığı maddenin değeri
ile üzerinde yazan değer farklı olmalıdır. Enflasyonun yüksek
olduğu dönemlerde değerli metalden yapılmış ufaklık paralar
metali kendisinden daha değerli olduğu için piyasadan
kaybolmuştur. Bu kavram Gresham's law(Gresham'ın kanunu) adıyla
bilinen "bad money drives out good"(kötü para iyiyi safdışı
eder) kanunuyla anlatılabilir.
Kaydi Para(Banka Parası): Özellikle gelişmiş ülkelerde
ödemelerin büyük kısmı bizzat para ile yapılmaz. Borçlu kimse
borcunu çek ile ödediğinde çeki alan kimse ya da firma bankadan
nakit almayacak fakat çek tutarını kendi hesabına yazdıracak
veya aktaracaktır. Kaydi para diğer adıyla banka parası gözle
görülür bir para değildir. 23
2.2.g.4. Bankalar ve Para Yaratma Süreci
Bankalar her ülkenin yasasına göre kendisine yatırılan
paranın(mevduatın) bir kısmını ya kendi kasasına nakit olarak
saklayacak ya da merkez bankasına teslim edecektir. Saklanan bu
paralara "yasal karşılıklar" denir. Diyelim yasal karşılıklar
oranı %20 olsun ve bankaya 2000 TL yatırılsın. Banka 2000
TL'nin %20'si olan 400 TL'yi yasal karşılık olarak saklayacak
geri kalan 1600 TL'yi ikinci bir kişiye kredi olarak
verebilecektir. Bu kişi de 1600 TL'yi tekrar bankaya
yatırdığında 1600 TL'nin %20 si olan 320 TL'yi yasal karşılık
olarak saklayıp geri kalan kısmı bir üçüncü kişiye kredi olarak
23 (Para Teorisi), http://ekonomik.tripod.com/ekonomik2.html126
verecek ve işlem aşağıdaki tabloda görüldüğü üzere devam
edecektir.
Dönemler Yatırılan
mevduat
Yasal
karşılık
Verilen kredi
1 2000 400 16002 1600 320 12803 1280 256 1280- - - 1024- - - -- - - 8000
Tablo 1.9. Banka Para Yaratma ve Yasal Karşılıklar
Tablosu
r:yasal karşılık oranı, A:bankaya yatırılan ilk mevduat,
D:Toplam Mevduat, K:Kredi olmak üzere
Bankaların yarattığı toplam kredi:
K=(1-r)*A/r
Toplam mevduat:
D=(1/r)*A
Formülleri ile de hesaplanabilir.
Bir kişi ticari senedini belli bir iskonto karşılığında
bankaya kırdırır. Yani eğer senet 10.000 TL ve iskonto oranı %5
ise banka 10.000 TL'nin %5'i olan 500 TL'yi kendi almakta,127
senet sahibine ise 9.500 TL ödemektedir. Bu senedi alan banka
Merkez Bankası'na giderek belli bir iskonto karşılığında senedi
kırdıracaktır. Buna "senedin reeskontu" diyoruz. Eğer reeskont
oranı %3 ise Merkez Bankası ticari bankaya senet karşılığı
olarak 9.700 TL'sı ödeyecektir. İşte bankanın müşteriye verdiği
9.500 TL ile Merkez Bankası'ndan aldığı 9.700 TL arasındaki
fark bankanın karıdır. 24
2.2.g.5. Para Arzı
Bir ekonomide belirli bir anda dolaşımda bulunan her türlü
paranın toplam miktarına para arzı denir. Para arzı bir
stoktur.
Para arzı= Ufaklık para + Kağıt Para(banknot) +
Banka Parası(kaydi para)
Merkez Bankasının piyasaya kağıt para sürme işlemine
"emisyon" diyoruz. Merkez Bankası para arzını dar tanım(M1) ve
geniş tanım(M2) olmak üzere iki şekilde vermektedir. M1;
ufaklık para, kağıt para ve vadesiz mevduat toplamı olarak
hesaplanmaktadır. M2 ise M1'e vadeli mevduatların (hem ticari
hem de tasarruf) ilavesiyle bulunmaktadır.
Para arzı ile ilgili iki kavram önemlidir: Birincisi,
"reel para arzı" ve ikincisi, "paranın dolanım hızı" diğer
adıyla "paranın gelir oluşturma hızı". Ekonomide mal ve hizmet
fiyatları artıyorsa onları satın almak için gerekli para
24 (Bankalar ve Para Yaratma Süreci), http://ekonomik.tripod.com/ekonomik3.html
128
miktarı artacaktır. Fakat bu nominal(parasal) bir artıştır.
Reel para arzının artması için paranın satın alma gücünün
artması gerekir. Gelir dolaşım hızı ise bir birim paranın bir
yılda kaç kez el değiştirdiği daha iyi bir ifadeyle kaç el
değiştirerek ne kadar birimlik gelir meydana getirdiğidir. Bunu
hesap etmek için nominal milli geliri para arzına bölmek
gerekecektir. Görüldüğü gibi dolanım hızı ile milli gelir doğru
orantılıdır.
Kağıt paranın piyasaya fazla miktarda sürülmesi onun değer
kaybetmesine başka bir değişle mal ve hizmet fiyatlarının
yükselmesine (enflasyon) yol açar. 25
2.2.g.6. T. C. Merkez Bankası Para Arzı Tanımları
Para Arzı Tanımları
M1 = Nakitler (Dolaşımdaki para (ufaklık + banknot) +
Vadesiz mevduatlar + Merkez Bankası mevduatları (Dar
tanımlı para arzı)
M2 = M1 + Vadeli mevduatlar (Geniş tanımlı para arzı)
M2Y = M2 + Yurtiçi yerleşiklerine ait Döviz Tevdiat
Hesapları
M2YR = M2Y + Repo
M3A = M2 + Resmi mevduat
M3 = M3A + MB’daki diğer mevduat
M3Y = M3 + Yurtiçi yerleşiklerine ait Döviz Tevdiat
Hesapları
L = M3Y + Repo + VDMK + Yatırım fonları + Özel finans
kurumlarındaki katılım payları 26
25 (Para Arz ve Talebi), http://ekonomik.tripod.com/ekonomik4.html129
2.2.g.7. Para Talebi
Bir ekonomide tüm bireylerin ve kurumların yanlarında,
kasalarında ya da bankalardaki hesaplarında hemen harcanabilir
durumda bulundurmak istedikleri para stokuna para talebi denir
Kişi ve kurumlar üç güdü ile ellerinde para tutmak ister:
İş görme güdüsü: Günlük alışverişin yapılması ve diğer
ihtiyaçların karşılanması. Gelir düzeyi ve eşya fiyatları ile
doğru orantılıdır.
Geleceği düşünme güdüsü: İlerideki muhtemel sıkışık
durumlar için tedbir olarak para tutmak istenir. Bu kişilik
özelliklerinin yanı sıra milli gelir ve fiyatların bir
fonksiyonudur.
Spekülasyon güdüsü: Amaç kazanç sağlamaktır. Özellikle
tahvil piyasasında yapılır. Tahvil ucuzken alınır pahalı iken
satılır. Esas olarak faiz oranlarındaki değişime bağlıdır.
Bu üç güdüyü birleştirerek para talebinin milli gelir,
fiyatlar genel düzeyi ve faiz oranlarının bir fonksiyonu olduğu
görülür.("Mt" para talebi, "Y" milli gelir, "P" fiyatlar genel
düzeyi ve "i" faiz oranı)
Mt = f(Y,P,i)
Likidite Fonksiyonu ve Faiz Oranları:
Kişi ve kurumların faiz oranları yükseldiği zaman
ellerinde tuttukları paradan
26 (ERDOĞAN KURUMLU),KPSS Para, Banka ve Kredi, http://www.pegem.net/dosyalar/dokuman/12012012141503parabankakredi%20baski.pdf
130
dolayı katlandıkları faiz kaybı daha fazla olacağından faiz
yükseldikçe para talebi azalır. Değişik faiz oranlarındaki para
taleplerini bir tablo üzerinde birleştirirsek Likidite
Eğrisi(LT) elde edilir. Bir ekonomide faiz oranı para
talebi(likidite eğrisi) ve para arzının kesiştikleri noktada
oluşacaktır. Para arzı arttıkça aşağıdaki grafiğe göre faiz
oranı düşecektir. Fakat belli bir noktadan sonra LT eğrisi x
eksenine paralel gittiğinden faiz daha fazla düşmeyecektir. Bu
olay ekonomi literatüründe Likidite Tuzağı olarak
bilinmektedir.
Şekil 1.14 Likidite Eğrisi
Ekonomide para miktarı teorilerine(fisher ,cambridge )
göre paranın miktarı arttıkça fiyatlar da artacaktır.
Keynes(ünlü ekonomist) tam istihdam durumundayken yani üretim
faktörlerinin tamamı normal çalışma koşullarında çalışıyorken
bu teorilere katılır; onlardan ayrıldığı nokta eksik istihdam
durumudur. Bu durumda para miktarındaki artış mal ve hizmetlere
talebi artıracağından ve devamında bu talebi karşılamak için
üretim artışı geleceğinden fiyatlar artmayacaktır.131
2.2.g.8. Para Değerindeki Değişmelerin Ölçülmesi(fiyat
endeksi)
Paranın değerindeki değişiklikleri fiyatlardaki
değişikliklere göre saptarız. Ülkemizde iki tür fiyat endeksi
vardır: Toptan eşya fiyat endeksi(TEFE) ve geçinme endeksi.
TEFE'de bir başlangıç yılı seçilir ve bu yılda malların toptan
alım-satımlarına konu olan fiyatlar ortalaması alınarak buna
100 denir. Takip eden yıllarda fiyatlar ortalaması 100'e göre
değerlendirilir. Bir sonraki yıl 120 iki yıl sonra 150 olmuşsa
bu yıllarda enflasyon sırasıyla %20 ve %25 olmuştur. 27
2.2.g.9. Merkez Bankası
11 haziran 1930da 1715 sayılı yasa ile kurulmuş. Özelliği
tek elden para basma yetkisi vardır. Kuruluş safhasında banka
üzerinde hazinenin etkisinin sınırlandırılabilmesi amacıyla
hazinenin payı %15 olarak belirlenmişken daha sonra çıkarılan
yasayla hazine hisse senedi payı %51 e çıkarılmıştır.
Bankaların hisseleri a, b, c, d, sınıfı olmak üzere bölümlere
ayrılmıştır. A sınıfı hisseler hazineye, b sınıfı hisseler
milli bankalara, c sınıfı hisseler diğer bankalara ve
ayrıcalıklı şirketlere, d sınıfı hisse senetleri ise TC
vatandaşlarına ve Türk tüzel kişilerine ayrılmıştır. Bankanın
25 milyon TL sermayesi ve isme yazılı olan 250 bin hisseden
oluşur.
27 (Para Arz ve Talebi), http://ekonomik.tripod.com/ekonomik4.html132
1990 a kadar MB’ sini bir kasa gibi kullanmış 1990dan
sonra ise parasal program ilan ediliyor. İlerleyen yıllarda
bağımsızlığını elde etmeye başlıyor. Yegane görevi olan piyasa
fiyat istikrarını sağlayabilmek için.
Yetkileri:
Para basma yetkisi tek elden merkez bankasına aittir.
Para ve kredi konularında karar alma hükümete öneride
bulunma.
Kredi işlemlerinde uygulayacağı reeskont, ıskonto ve
faiz oranlarını belirleme
yetkisi.
Bankaların denetlenmesi
Görevleri:
TL nin iç ve dış istikrarını(dengesini) korumak
amacıyla tedbirler almak.
Hacim ve tedavülünü(dolaşımını) düzenlemek.
Açık piyasa işlemleri yapmak.
Reeskont işlemleri yapmak.
Bankalardaki mevduatlar için uygulanacak faiz
oranlarının azami ve asgari
sürelerini ve vade tür ve dilimleri belirlemek.
Ülkenin altın ve döviz rezervlerini yönetmek de MB
nin görevidir.
2.2.g.10. Para Politikası Araçları
Zorunlu Karşılık Oranları
133
Bankalar kanununa göre mevduatların belli bir oranını MB
bünyesinde açılacak bir hesapta tutmak zorundadırlar. Bankalar
arası mevduat hariç. Transfer işlemlerinde kullanmak için
bankalar arası mevduat kullanılır.
ZKO artarsa para arzı azalır. Çünkü banka mevduat toplayıp
kredi verir. Oran artarsa kredi rezervleri azalır. Bu yüzden
para arzı azalır.(tersi de doğru olacaktır.)
ZKO TL ve yabancı para; vadeli ve vadesiz mevduata aynı
uygulanacağı gibi farklı da uygulanır. Vadeli mevduatlarda
düşük tutulur.
MB kendi bünyesinde bulunan zorunlu karşılıklar için
bankalara faiz ödeyebilmektedir.
Uygulamada MB aldığı zorunlu karşılıkları bloke eder.
Belli bir döneme kadar özel, bir döneme kadar nihai finansman
olarak kullanılmıştır. Başlangıçta ZK ların MB sına yatırılma
süresi 6 hafta iken sonradan yapılan düzenlemelerle 2 haftaya
indirilmiştir. (amacı nedir) Kısa sürede piyasadaki etkisi
daha çabuk ortaya çıkar.
Disponibilite Oranı
Bankalar taahhütleri karşılığında disponibl değerler
bulundurmak zorundadırlar ve
D.O disponibl değerlerin taahhütlere oranlanmasıyla belirlenir.
D.O.= Disponibil değerler*100/Taahhütler
Taahhütler: Bankalar arası mevduatlar hariç TL mevduatı.
134
Disponibl değer: Likiditesi yüksek değerler nakit ve nakde
çevrilmesi kolay değerler.
Efektif: Nakit yabancı para
Banka toplamış olduğu mevduat karşılığında iç borçlanma
senedi bulundurmak zorundadır.
İç borçlanma senedi: Devletin finansman karşılamak
amacıyla çıkarıp halka arz ettiği bono ve senetlerdir.
Hazine bonoları: Faiz kuponu taşımayan ve vadesi 1 yıl
olan İ.B.S ifade eder. Tahviller: Faiz kuponu taşıyabilir
veya taşımayabilir. Faiz kuponu taşıyan devlet
tahvilleri 3ay, 6ay, 1yıl süreyle geri ödenecek şekilde kupon
taşırlar.
Bu senetlerde MB sına 2 hafta içinde yatırılmalıdır.
Disponibl oranı artarsa para arzı azalır.
İBS şeklinde ayrılan fonlar sadece para arzını koruma
amacında mıdır? Yoksa başka amaç var mıdır? Ayrılan bu değerler
banka için bir güvencedir. Yani kullanılabilir rezerv bankanın
bünyesini sağlamlaştırır.
Açık Piyasa İşlemleri
MB nin para arzının dengesini sağlamak amacıyla piyasada
mevcut menkul kıymetleri
alıp satması sonucu gerçekleşir.
Gelir ortaklığı senetleri: Başbakanlık, toplu konut, kamu
ortaklığı idaresi tarafından büyük yatırımların finansman için
çıkarılan belirli tesislere vadesi 1 yıldan uzun olan
senetlerdir. MB şayet para arzını artırmayı amaçlarsa piyasadan
135
menkul kıymet alır. Tersi doğru MB adi işlemleri bünyesinde
repo ters repo işlemleri gerçekleştirebilmektedir.
Repo: Bir menkul kıymetin belirli bir vade ve faiz oranı
üzerinden geri satın alınmak üzere satışı yapılan sözleşmeyi
ifade eder. O halde taraflardan birisi repo işlemi yaparken
diğeri ters repo yapar. Repodaki karı uygulanacak faiz oranı
belirler. Kişi bu faiz oranına bağlı olarak geri satın alma
fiyatıyla satış fiyatı arasındaki fark belirler.
Repo işlemindeki faiz oranının yükselişinin nedeni?
Piyasada likide sıkıntısı olduğu dönemlerdir.
Repo sözleşmesinin 2 türü vardır.
Açık Repo: Taraflardan birisi istediği zaman
sözleşmeyi fes edebilir. Yine
taraflardan biri istediği zaman teminat olarak kullanılan
senetleri değiştirebilir.
Sürekli Repo: Taraflardan biri sözleşmeyi fes
etmedikçe sözleşme
kendiliğinden yenilenir.
Döviz üzerinden yapılan repoya SWAP denir.
Reeskont Oranı: MB nin bankalara ödünç para işleminde
uyguladığı faiz oranına denir. MB reeskont işlemi yoluyla
bankalara kredi kullandırırken MB sına teminat olarak MB sınca
kabul olunan belgeleri sunması gerekir. Bu belgeler İ.B.S;
büyük şirketlerin çıkarmış oldukları Menkul Kıymetler Borsasına
kayıtlı tahviller olabilir. Reeskont işlemi aynı zamanda MB
sunulan senetlerin yeniden iskontoya tabi tutulması anlamına
gelir. MB bu senetler karşılığında bankalara avansta
kullandırabilmektedir.
136
Reeskont oranı yükseltilirse para arzı üzerindeki etkisi
ne olur? Daraltıcı olur. Çünkü kullanılan krediler üzerinde
azalma vardır.
MB sı mevduatlara uygulanacak faiz oranının azami
seviyesini tespit etme yetkisine sahiptir. MB sının
belirleyeceği faiz oranı diğer alternatif yatırımların
getirisine göre düşük tutulursa bunun anlamı MB sının para ve
kredi politikası üzerindeki etkinliğinin azalmış olmasıdır.
Mevduat Faiz Oranı: MB bankaların mevduata uygulayacakları
faiz oranının azami veya kesin seviyesini tespit etme yetkisine
sahiptir. Para arzını kontrolünü sağlayan araç üç yöntem ile
gerçekleştirilir.
Güdümlü faiz oranı: Faiz oranının ilgili organ
tarafından belirlenmesi.
Enflasyon oranı göz önüne alınır.
Endeksleme: Faiz oranının faiz oranına göre
endekslenmesi.
Serbestlik: Faiz oranının piyasadaki arz talep
dengesine göre belirlenmesi.
Türkiye’deki faiz oranları 1933-1960 yılları arasında
yasa ve kararnamelerle 1961
1970 yılları arasında ise banka kredilerinin tanzim komiteleri
tarafından 1970-1980 arasında da MB tarafından belirlenmiştir.
1 Temmuz 1980 den sonra faizler serbest olarak belirlenmiştir.
Mevduat faiz oranının yükselmesi kredi faiz oranının
yükselmesine neden olur. Bu yüzden bankalar arası centilmenlik
anlaşması yapılmıştır.
137
Reel Faiz Oranı: Net faiz oranından enflasyon faiz
oranı düşülünce bulunur.
Eğer pozitif olursa pozitif reel getiri, negatif olursa negatif
reel getiri olur. Dikkat edilmesi gereken reel faiz oranının
(+) olmasıdır.
MB ‘sının belirlediği faiz oranı enflasyon oranından büyük
olmalıdır.
İkna yolu: MB ‘nin para arzının dengesini sağlamak
amacıyla bankalara telkinde bulunması.
İthalat teminatları: İthalatçıların ithalat lisansı
alabilmek için ithal ettikleri malların TL karşılığı bir
oranını MB sına yatırması anlamına gelir. Bu oranı MB belirler.
1990 yılında kaldırılmıştır.
Asgari ödeme oranı: Asgari ödeme oranı daha çok gelişmiş
ülkelerde uygulanır. Türkiye’de henüz kullanılmıyor. Yatırım
yapmak isteyen kişi yatırımı kredi kullanarak yapmak istiyorsa
yatırım oranının belirli bir oranını imkanlarıyla karşılamak
zorundadır. AÖO en az %50 olması gerekir.
Sekletif kredi kontrolü: Daha çok gelişmiş ülkelerde
kullanılır. Şu an kullanılmıyor. Döviz kazancı elde eden
kuruluşların döviz gelirlerinin belirli bir kısmını MB sına
yatırmalarını ifade eder. Belli kısmı belirleyen ZDD oranıdır.
Bu yöntemde amaç; MB sına diğer döviz depolarını kontrol imkânı
vermesidir.
Zorunlu döviz oranı: Döviz geliri elde eden kuruluşların
ellerinde bulunan dövizlerin beli bir oranını MB ‘na satma
zorunluluklarını ifade eder. 28
28 (ÇAKIR), Para Teorisi ve Politikası, http://www.belgeler.com/blg/2zuj/para-teorisi-ve-politikasi
138
2.2.g.11. Enflasyon
Enflasyon, genel fiyat düzeyinin devamlı artması ve para
değerinin düşmesidir. Toplam mal ve hizmet arzının toplam
talebi karşılayamaması, enflasyonun en önemli özelliğidir.
Ekonomide söz konusu olan enflasyon tipleri; harcamaların
toplam üretim miktarını aşmasıyla oluşan talep enflasyonu ve
maliyet şişmelerinin ürün fiyatlarındaki artışına neden olan
maliyet enflasyonudur.
Maliyet enflasyonu, vasıtalı vergi yükünün ağırlaşması,
devalüasyonlar, faiz hadlerinin yüksekliği ile hammadde ve ara
malları fiyatlarının yükselmesinden kaynaklanabilir.
Ekonomide fiyatların takibi ancak fiyat endeksleri
sayesinde mümkün olmaktadır. Türkiye’de iki çeşit fiyat endeksi
kullanılmaktadır. Bunlar Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE) ve
Toptan Eşya Fiyat Endeksi (TEFE) olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu endeksler, ülke enflasyonu haricinde sektör bazında bilgiler
de vermektedir.
TÜFE’yi ve TEFE’yi oluşturan sektörler ve ağırlıkları şu
şekildedir:
Gıda, İçki, Tütün: 31.09
Giyim, Ayakkabı: 9.71
Konut, Kira: 25.80
Ev eşyası: 9.35
Sağlık: 2.76
Ulaştırma: 9.30
Eğlence, Kültür: 2.95
Eğitim: 1.59
139
Otel, Pastane, Lokanta: 3.07
Çeşitli mal ve hizmetler: 4.38
TÜFE, tüketime açık olan mal gruplarının fiyat değişimini
ifade eder. TÜFE’de toplamda %56.89’luk paya sahip olan gıda ve
kamu sektöründeki küçük artışlar, endekste önemli değişmelere
yol açmaktadır. Bu sektörlerden konut sektörü istikrarlı bir
yapıya sahipken, gıda sektörü dönemsel farklılıklar
gösterebilmektedir.
TEFE’de ise, alt kollar daha az olmasına rağmen bu
kolların kamu ve özel sektör fiyat değişimleri incelenmektedir.
TEFE’de en çok izlenen rakam, “çekirdek enflasyon”dur. Çekirdek
enflasyon, özel imalat sanayi fiyat endeksidir. Yani, imalat
sanayi özel kesiminin o ay içinde yaptığı fiyat hareketini
gösterir.
Tüketici fiyatlarındaki artış oranı, toplu iş
sözleşmelerinde veya memur ve emekli maaşlarının
belirlenmesinde pazarlığa baz olarak alınır ve ayrıca gerçek
ücretlerin hesaplanmasında da kullanılır.
Hiperenflasyon: Enflasyonun yılda %1000’i aşan
düzeylerde artış göstermesi
olarak tanımlanmaktadır. Ayrıca, bir yılda fiyatların %5
arttığı bir ülkede, enflasyonun %70-80’lere yükselmesi de bir
hiperenflasyon olarak algılanabilir. Hiperenflasyon
dönemlerinde; yatırımlar azalır, borsa endeksi düşük
seviyelerde kalır, paradan kaçışla beraber reel kıymetler
taleplerinde aşırı bir artış görülür ve gelir dağılımındaki
dengesizlik had safhalara ulaşır.
140
Milli Gelir Deflatörü: En iyi enflasyon ölçüsü olarak
kabul edilen milli gelir
deflatörü, milli gelir hesabında yer alan tüm mal ve
hizmetlerin fiyat artışını içerir. Bu deflatörü bulmak için,
GSMH’deki cari artış, sabit fiyatlarla hesaplanan reel artışla
karşılaştırılır.
Nasıl hesaplanır?
TÜFE’yi hesaplarken ilk olarak, Türkiye’nin genelini
temsil eden bir örnek kitlenin bir yıl içinde hangi mal ve
hizmete ne kadar para harcadığı hesaplanır. Ayrıca her mal ve
hizmetin toplam içindeki ağırlıkları belirlenir.
Yılın her ayının belirli günlerinde ve belirli alışveriş
merkezlerinden alınan mal ve hizmet fiyatlarındaki değişim,
belirli ağırlıklara göre ölçülür. Her ayın 25’inden sonraki
fiyat artışı bir sonraki ayın enflasyon oranına yansır.
5 ayrı coğrafi bölge ve 16 büyük kent için açıklanan aylık
endeks rakamlarında; kentsel yerlerde 347 mal ve hizmetin,
kırsal yerlerde ise 280 adet malın fiyatları derlenir.
TEFE ise, tarım, madencilik, imalat sanayi ve enerji
sektöründeki 640 ürünün fiyatlarındaki değişimleri inceler.
Nasıl değerlendirilir?
TEFE’nin TÜFE’ye göre daha yüksek olması, maliyet
enflasyonunun yaklaşmakta olduğuna dair bir işaret olarak kabul
edilmektedir. Faiz, ücret, hammadde ve ara malı fiyatlarındaki
artıştan kaynaklanan bu artış, bir süre sonra da tüketici
fiyatlarına yansır.
141
TÜFE, TEFE’den yüksek olmasının, iç talebin canlılığından
kaynaklandığı söylenebilir. Talep enflasyonunun bir belirtisi
olarak kabul edilen bu durum, para arzının ve gelirlerin
yükselişi ile ortaya çıkar.
Enflasyonist beklentiler, yeni fiyat artışları üretir.
Fiyatların sürekli yükseleceği inancı yaygın olduğunda,
enflasyonist ortam sonraki dönemlerin fiyat artışlarını
doğurur.
Döviz kurlarında ve kredi faiz oranlarında, enflasyon
oranının üstünde görülen artışlar yeni fiyat artışlarına neden
olabilir.
Emisyon ve para arzında görülen hızlı artış, bütçe
açığının yüksekliği; sonraki dönemler için, bir tür enflasyon
habercisi olarak kabul edilebilir.
İhracatın artışı, üretim artışı ile paralel gitmiyorsa; iç
piyasaya arzedilen mal azalır ve fiyatlar yükselir.
Enflasyon oranının çok üstünde belirlenen ücret artışları
ve yüksek faizler de fiyatları hareketlendirir.
Yatırımların duraklaması da sonraki dönemlerde arzdaki
artışı önleyeceği için fiyatları yükseltir.
Ekonominin canlı olduğu ve ücretlerin yükseldiği
dönemlerde, fiyatlarda hareketlilik gözlenir.
İstikrarsızlık ve belirsizlik dönemlerinde ise; satıcılar,
içgüdüsel olarak fiyat artışlarını hızlandırır.
Kuraklık nedeniyle tarımsal üretimin düşmesi veya geri
teknoloji nedeniyle maliyetlerin yükselmesi gibi etkenler de,
enflasyonu artırıcı niteliğe sahiptirler.
142
Dünya piyasalarında herhangi bir malın fiyatının
yükselişi, bir süre sonra iç piyasalara da yansır.
İç piyasadaki eksik rekabet, fiyat düzeyinin sürekli
yüksek kalmasıyla sonuçlanır. Tekelleşme ve fiyat anlaşmaları
da enflasyonun en önemli nedenlerindendir.
KaynakçaAKTUĞ, S. (tarih yok). Kavramsal Açıdan Ekonomik Büyüme Ekonomik
Kalkınma ve Bölüşüm İlişkileri. 09 08, 2013 tarihinde http://sosyalpolitikainfo.files.wordpress.com/2010/06/bolusum.pdf adresinden alındı
Bankalar ve Para Yaratma Süreci. (tarih yok). 09 08, 2013 tarihinde http://ekonomik.tripod.com/ekonomik3.html adresinden alındı
BOZDAĞ, N., & BOZDAĞ, E. (tarih yok). Ülkeler Arası Kişi Başına Gelir Karşılaştırması. 09 05, 2013 tarihinde http://www.nihatbozdag.net/pdf/ulkeler.pdf adresinden alındı
ÇAKIR, A. C. (tarih yok). Para Teorisi ve Politikası. 09 08, 2013 tarihinde http://www.belgeler.com/blg/2zuj/para-teorisi-ve-politikasi adresinden alındı
Dış Ticaret Kavramları. (tarih yok). 09 06, 2013 tarihinde http://www.megep.meb.gov.tr/mte_program_modul/moduller_pdf/D%C4%B1%C5%9F%20Ticaret%20Kavramlar%C4%B1.pdf adresinden alındı
Dış Ticaret Nedir? (tarih yok). 09 06, 2013 tarihinde http://www.paraborsa.net/i/dis-ticaret-nedir/ adresinden alındı
Ekonomi. (tarih yok). 08 30, 2013 tarihinde http://ekonomik.tripod.com/ekonomik1.html adresinden alındı
Ekonomik Sistem. (tarih yok). 08 30, 2013 tarihinde http://notoku.com/ekonomik-sistem/ adresinden alındı
ERDOĞAN KURUMLU, D. (tarih yok). KPSS Para, Banka ve Kredi. 09 08, 2013 tarihinde http://www.pegem.net/dosyalar/dokuman/12012012141503parabankakredi%20baski.pdf adresinden alındı
Gelir Dağılımı Kavramı ve Gelir Dağılımı Yaklaşımları. (tarih yok). 09 05, 2013 tarihinde
143
http://ikseruveni.blogspot.com/2011/12/gelir-dagilimi-kavrami-ve-gelir.html adresinden alındı
Genel Ekonomi. (tarih yok). 08 30, 2013 tarihinde http://www.sabek.com.tr/SUNU/Genel%20Ekonomi%20Temel%20Kavramlar.pdf adresinden alındı
GÜREL, A. (tarih yok). Büyüme ve Kalkınma Kavramlarının Tanımı. 09 08,2013 tarihinde http://www.gurelali.com/category/mikro-iktisat/ adresinden alındı
Kapitalist Ekonomi. (tarih yok). 08 30, 2013 tarihinde http://www.umutdolu.net/egitim-kultur/ekonomi/kapitalist-ekonomi.asp adresinden alındı
KARAKURT, D. (tarih yok). Siyasi-Ekonomik Sistemler. 08 30, 2013 tarihinde http://www.belgeler.com/blg/2qnr/siyasal-ekonomik-sistemler adresinden alındı
LEVENT, H. (tarih yok). Mikro Ekonomi Üretimin Maliyetleri. 09 05, 2013tarihinde http://www.belgeler.com/blg/2hk3/uretimin-maliyetleri-6 adresinden alındı
Makro Ekonomi. (tarih yok). 09 05, 2013 tarihinde http://www.dersnotlari.net/iktisat/haz1.htm adresinden alındı
Mikro Ekonomi ve Makro EKonomi Nedir? (tarih yok). 08 30, 2013 tarihinde http://teknonline.com/mikro-ekonomi-ve-makro-ekonomi-nedir.html adresinden alındı
Ödemeler Dengesi ve Ödemeler Dengesi Bilançosu. (tarih yok). 09 06, 2013 tarihinde http://www.paraborsa.net/i/odemeler-dengesi-nedir-odemeler-dengesi-bilancosu-nedir/ adresindenalındı
Para Arz ve Talebi. (tarih yok). 09 08, 2013 tarihinde http://ekonomik.tripod.com/ekonomik4.html adresinden alındı
Para Teorisi. (tarih yok). 09 08, 2013 tarihinde http://ekonomik.tripod.com/ekonomik2.html adresinden alındı
PARASIZ, İ. (1. Baskı, Nisan 2004). Mikro Ekonomi. Bursa: Ezgi Kitabevi.
UNAY, C. (tarih yok). Milli Gelir Nedir, Kişisel Gelir, Kullanılabilir Gelir. 09 05, 2013 tarihinde http://www.ekodialog.com/Konular/mil_kis_kul_gelir.html adresinden alındı
ÜLGEN, G. (tarih yok). İktisada Giriş-II. 09 05, 2013 tarihinde http://alms.auzef.org/FileUploads/Src/f1f163ba-32aa-41ae-a0a0-88cfe8c0dcb8/iktisada_giris.pdf adresinden alındı
144