KRAL-DEVLET YA DA ÖLÜMLÜ TANRI

12
1 KRAL-DEVLET YA DA ÖLÜMLÜ TANRI Kitap Özeti Yasin YAYLAR 1. BÖLÜM : Jean Bodin Bodin’in Yaşamı Machiavelli’ye hayranlık duysa da, özünde egemenliğin tesisini her ne pahasına olursa olsun gerçekleştirilmesini savunduğu için onu ahlaksız bulan Bodin, yine onun gibi egemenliğe en üst düzeyde önem vermiş fakat bunun daha akıllı/ahlaklı bir şekilde gerçekleştirilmesini önermiştir. Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Bodin, özel mülkiyet ve burjuvazinin diğer tabakalardan üstün olduğunu ve krallar tarafından da böyle kabul edilmesi gerektiğini önerir. 1 Bu ve benzer tavırları Bodin’in bağlı bulunduğu tabakayı koruması göstermesi açısından dikkat çekicidir. Bundan başka, farklı dönemlerde farklı düşünce grupları içinde yer almış olması 2 şahsi çıkarlarını korumaya özen gösterdiği algısı uyandırmaktadır. İyi bir hukuk eğitimi almış olan Bodin, devlet egemenliğinin temellerini de yasalar ve yasaların gücü üzerinde açıklamaya çalışmıştır. Dini yönü çok ağır basmasa da egemenliği savunmak uğruna kralın Tanrının yeryüzündeki izdüşümü görüşünü desteklemesi veya krala karşı gelmenin aslında tanrıya karşı gelmek olduğunu kabul etmesi, yeri geldiğinde laik bir mantıktan din temelli düşünceye kayabildiğini göstermektedir. 3 Bundan başka yaşadığı dönem Fransa’sının en büyük problemlerinden biri olan mezhep çatışmalarını, kralın her dini görüşe eşit mesafede olması yoluyla sağlanabileceğini ileri sürmüştür. Bu durumda krallık erkinin güçleneceğini kabul etmiş ve bu görüşü savunan Politikler’e gençlik yıllarında katılmıştır. 4 Yedili Görüşme adlı eserinde Bodin, faklı din ve mezheplere sahip yedi kişiyi konuşturmuş aslında tüm inanç sistemlerinin temelde aynı şeyi söylediğini iddia etmiştir. Tüm inanç sistemlerine karşı geliştirdiği bu tavrıyla Hıristiyanlıktan çok deizm ya da doğal din anlayışına sahip olduğu söylenebilir. 5 Bodin’in Devlet Anlayışı Bodin, Machiavelli’yi temelde dinsizliği ve adaletsizliği yerleştirerek çağındaki sorunların nedeni olarak görür. Yasalardan ve kamu hukukundan anlamayan Machiavelli gibi kişiler siyaset felsefesini kutsal gizlerini lanetlemişlerdir. 6 Bunun karşıt görüşü olan Monarkomaklar ise özgürlük çağrısı altında prensliklere karşı ayaklanmayı ve anarşiyi körükleyerek daha da tehlikeli bir yola girmişlerdir. Oysa hiyerarşik bir yapıya uygun olarak yönetilen, halkın idareciye sadık olduğu ve idarecinin de Tanrı yasaları doğrultusunda halkı yönettiği bir düzen ideal düzendir. Bodin bu görüşüyle Skolâstiklere ve Antik düşünürlere yaklaşmaktadır. 7 Ona göre devlet birçok ailenin –ki aileler devleti oluşturan hücrelerdir- ve bu ailelere ortak olan şeylerin egemen erk tarafında doğrulukla yönetilmesidir. 8 Ataerkil ir 1 Mehmet Ali Ağaoğulları- Levent Köker, Kral-Devlet ya da Ölümlü Tanrı, İmge Kitabevi, Ankara, 2009, s. 51. 2 Age. s. 13. 3 Age. s. 41. 4 Age. s. 11. 5 Age. s. 13. 6 Age. s. 15. 7 Age. s. 16. 8 Age. s. 18.

Transcript of KRAL-DEVLET YA DA ÖLÜMLÜ TANRI

1

KRAL-DEVLET YA DA ÖLÜMLÜ TANRI

Kitap Özeti

Yasin YAYLAR

1. BÖLÜM : Jean Bodin

Bodin’in Yaşamı

Machiavelli’ye hayranlık duysa da, özünde egemenliğin tesisini her ne pahasına olursa

olsun gerçekleştirilmesini savunduğu için onu ahlaksız bulan Bodin, yine onun gibi

egemenliğe en üst düzeyde önem vermiş fakat bunun daha akıllı/ahlaklı bir şekilde

gerçekleştirilmesini önermiştir. Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Bodin, özel

mülkiyet ve burjuvazinin diğer tabakalardan üstün olduğunu ve krallar tarafından da böyle

kabul edilmesi gerektiğini önerir.1 Bu ve benzer tavırları Bodin’in bağlı bulunduğu tabakayı

koruması göstermesi açısından dikkat çekicidir. Bundan başka, farklı dönemlerde farklı

düşünce grupları içinde yer almış olması2 şahsi çıkarlarını korumaya özen gösterdiği algısı

uyandırmaktadır. İyi bir hukuk eğitimi almış olan Bodin, devlet egemenliğinin temellerini de

yasalar ve yasaların gücü üzerinde açıklamaya çalışmıştır. Dini yönü çok ağır basmasa da

egemenliği savunmak uğruna kralın Tanrının yeryüzündeki izdüşümü görüşünü desteklemesi

veya krala karşı gelmenin aslında tanrıya karşı gelmek olduğunu kabul etmesi, yeri geldiğinde

laik bir mantıktan din temelli düşünceye kayabildiğini göstermektedir.3 Bundan başka

yaşadığı dönem Fransa’sının en büyük problemlerinden biri olan mezhep çatışmalarını, kralın

her dini görüşe eşit mesafede olması yoluyla sağlanabileceğini ileri sürmüştür. Bu durumda

krallık erkinin güçleneceğini kabul etmiş ve bu görüşü savunan Politikler’e gençlik yıllarında

katılmıştır.4 Yedili Görüşme adlı eserinde Bodin, faklı din ve mezheplere sahip yedi kişiyi

konuşturmuş aslında tüm inanç sistemlerinin temelde aynı şeyi söylediğini iddia etmiştir. Tüm

inanç sistemlerine karşı geliştirdiği bu tavrıyla Hıristiyanlıktan çok deizm ya da doğal din

anlayışına sahip olduğu söylenebilir.5

Bodin’in Devlet Anlayışı

Bodin, Machiavelli’yi temelde dinsizliği ve adaletsizliği yerleştirerek çağındaki

sorunların nedeni olarak görür. Yasalardan ve kamu hukukundan anlamayan Machiavelli gibi

kişiler siyaset felsefesini kutsal gizlerini lanetlemişlerdir.6 Bunun karşıt görüşü olan

Monarkomaklar ise özgürlük çağrısı altında prensliklere karşı ayaklanmayı ve anarşiyi

körükleyerek daha da tehlikeli bir yola girmişlerdir. Oysa hiyerarşik bir yapıya uygun olarak

yönetilen, halkın idareciye sadık olduğu ve idarecinin de Tanrı yasaları doğrultusunda halkı

yönettiği bir düzen ideal düzendir. Bodin bu görüşüyle Skolâstiklere ve Antik düşünürlere

yaklaşmaktadır.7 Ona göre devlet birçok ailenin –ki aileler devleti oluşturan hücrelerdir- ve bu

ailelere ortak olan şeylerin egemen erk tarafında doğrulukla yönetilmesidir.8 Ataerkil ir

1 Mehmet Ali Ağaoğulları- Levent Köker, Kral-Devlet ya da Ölümlü Tanrı, İmge Kitabevi, Ankara, 2009, s. 51.

2 Age. s. 13.

3 Age. s. 41.

4 Age. s. 11.

5 Age. s. 13.

6 Age. s. 15.

7 Age. s. 16.

8 Age. s. 18.

2

anlayış içeren bu görüşe göre ailede babaerkini Tanrıdan almıştır ve bakmakla sorumlu

olduğu aile üzerinde her türlü tasarruf hakkına sahiptir.9 İki kurum arasındaki benzerliklere

dikkat çeken Bodin, aile içinde boyun eğmeyi öğrenen çocuk birey olduğunda da iyi bir

yurttaş olacaktır. Her ne kadar bu metafor mantıklı gözükse de Bodin, devlete neden itaat

edilmesi gerektiğini açıklayamamıştır. Doğal olan baba imgesine karşın yapay olan devlete

itaatin doğal olduğu iddia edilemez.10

Öte yandan ailelerin nasıl olup da devlete dönüştüğünü

açıklamak bakımından da Bodin başarısız olmuştur. Köleliğe karşı olan Bodin, kölelerin

salıverilmeden önce özgür yaşama kültürü ve geçimlerini sağlayacak bir zanaat öğrenmeleri

gerektiğini ileri sürmektedir.11

Bodin’e göre egemen ile yurttaş arasında ontolojik bir bağ

vardır. Buna göre egemen, yurttaşlar ona mutlak olarak boyun eğdiği için vardır. Öte yandan

yurttaş ise kendisini koruyan bir egemen olduğu için vardır.12

Başta da belirtildiği üzere özel mülkü savunan Bodin bu konuda paylaşımı savunan

Platon’la ters düşer. Platon’un iddia ettiği gibi her şeyin paylaşıldığı bir dünyada devlet diye

bir şeyden söz edilemez. Bodin’e göre en büyük nefret eşitlerin birbirine karşı duyduğu

kıskançlıktan kaynaklanmaktadır.13

Bodin’e göre egemenliğin üç temel şartı vardır: mutlak olması, sürekli olması ve

bölünemez/devredilemez olması. Bu şartlar göz önüne alındığında açıktır ki Bodin bize

mutlak monarşiyi önerecek. Egemenliği bir parlamento ya da prenslik tarafından

sınırlandırılmış egemen, egemen değildir. Burada sadece bir yetki devrinden söz edilebilir.

Egemenliğin diğer şartı olan süreklilik esasının sağlanması içinse babadan-oğla geçen

monarşiden daha iyi bir seçenek yoktur. Egemenliğin devri ya da bölünmesi ise esasında

egemenliğin kaybedilmesidir. Bu haliyle de eşyanın doğasına aykırıdır.14

Ancak iktidar farklı

biçimlerde dağıtılabilir. Ne var ki bu devletin yapısının değiştiğini göstermez.

Bodin üç çeşit devlet biçimi olduğunu söyler. Bunlar egemenliğin tek kişide

bulunduğu monarşi, egemenliğin azınlığın elinde bulunduğu aristokrasi ve egemenliğin halkın

elinde bulunduğu demokrasidir. Bodin, bu aristokrasi ve demokrasiyi yermektense onların

eksik yönlerini sunarak mantıklı seçeneğin monarşi olduğunu kanıtlama yoluna gitmiştir.15

Mesela demokraside her kafadan bir ses çıktığı için hiçbir iş sonuna kadar götürülemez. Diğer

yandan demokrasi bazı insanların diğerlerinden daha yetenekli olduğu ilkesini göz ardı eder.

Bu haliyle de yönetimden anlamayan tüm halkı yönetime dahil eder.16

Böyle bir ülkedeyse

düzenden ve barıştan bahsedilemez. Aristokraside ise yönetimin seçkinlere verilmesi

hizipleşmeye neden olur. Mantıklı olansa yönetimin seçkinler içinde en yetenekliye verilmesi

yani monarşidir. Monarşide mutlak egemen kral olduğu için kimsenin etkisinde kalmaz.

Yanına sadece yeteneklileri alarak onların fikirlerine danışır. Gökte tek bir güneş tek bir tanrı

9 Age. s. 20.

10 Age. s. 21.

11 Age. s. 23.

12 Age. s. 24.

13 Age. s. 25.

14 Age. s. 32.

15 Age. s. 32.

16 Age. s. 47.

3

olduğuna göre, bir ülkede de tek bir egemen olmak durumundadır.17

Monarşik yönetim

çeşitlerinden olan aristokratik monarşi ve parlamenter yönetim içeren ılımlı monarşiye ise

karşı çıkar.18

Bodin’de Egemenliğin Sınırları

Bodin’in egemenlik kuramını açıklarken gösterdiği tutarlılığı egemenliğin sınırları

açıklarken görmek mümkün değildir. Egemenin, tanrısal ve doğal yasalarla sınırlı olduğunu

iddia etse de, tebaayı egemenin vicdanına bırakmaktadır. Ona göre tanrıya savaş açan kral en

büyük suçu işlemiştir. Fakat anlaşmalardan kaynaklanan yükümlüklerle siyasal zorunluluklar

arasında bir çelişki söz konusu olursa o zaman ne olacaktır.19

Bundan başka krallığın temel

yasaları ve üstün yasalar egemenin uymak zorunda olduğu diğer yasalardır. Buna göre tahta

ardıllık sırası ya da kamu mülklerinin devredilmemesi kuralları egemen tarafından ihlal

edilemez. Çelişki şudur ki egemen bir yandan yasaların kaynağı iken diğer yandan yasalarla

kuşatılmıştır.20

Egemen için bir diğer sınırsa özel mülkiyete hiçbir şekilde karışamamasıdır.

Özel mülk doğal olarak aileye ait olduğu için egemenin erk alanı dışındadır. Benzer şekilde

egemen kafasına göre vergi salarak halkının malını gasp edemez. Öyle ki böyle bir hareket

halkı ayaklandırarak egemenin egemenliğini kaybetmesine neden olabilir.21

Bodin’in bu

çelişkilere düşmesinin temel nedeni, bir yandan egemeni güçlendirmek isterken bir yandan da

burjuvazinin çıkarlarını korumaya çalışmasıdır.

Tüm bunların ışığında, Bodin’in bahsettiği mutlak egemeni kontrol edebilecek ya da

sınırlayabilecek bir mekanizma olmadığı görülmektedir. Akla gelebilecek her türlü kötülüğü

gaddarlığı yapan bir monarkı de facto ya da de jure önleyebilecek bir şey söz konusu değildir.

Bu mantıkla Bodin, safdillik ederek kraldan ahde vefaya uygun davranmasını beklemektedir.

Yani halk kendisine itaat ederse, o da onlara kötü davranmayacaktır.22

Bodin’in ahlaklı ve

adaletli gördüğü bu monarşi meşru (kralca) monarşidir. Korkulması gerekense despotça ya da

senyörce monarşi türleridir.

Siyasal Dinamik

Bodin devletleri bir organizmaya benzetir. Buna göre devletler doğar, büyür uzun ya

da kısa bir çöküşten sonra da yok olurlar. Bu haliyle devletler çok kaygan bir zeminde

bulunurlar. Çok sağlam görünen bir devlet, düşmanı tarafından birden yıkılır.23

Devletlerde

kaçınılmaz olarak görülen bir diğer şeyse değişim ve değişikliktir. Değişim eğer iradi olursa

usulca gerçekleşir ve şiddet içermediği için en hayırlı değişikliktir. Değişiklikten kastedilense

egemenliğin değişmesi değildir. Bundan yasa ya da anayasa değişiklikleri kastedilmektedir.

Halk her türlü değişikliğe direnç göstereceği için yasaların konulması/kaldırılması çok sancılı

17

Age. s. 48. 18

Age. s. 35. 19

Age. s. 37. 20

Age. ss. 38, 39. 21

Age. s. 39. 22

Age. s. 41. 23

Age. s. 54.

4

olabilmektedir. Özellikle anayasa değişiklikleri her daim tepkiyle hatta bazen ayaklanmaya

karşılanabilmektedir.24

İklim Kuramı

Bodin içine düştüğü bir diğer çelişkiyi ise geliştirdiği iklim kuramıyla açıklamaya

çalışmıştır. Her ne kadar kendisi monarşinin en ileri ve en makul yönetim biçimi olduğunu

savunsa da, tarih incelendiğinde kimi devletlerin demokrasi altında en parlak günlerini

yaşadığı görülmektedir.25

Bodin’e göre bunun tek mantıklı açıklaması vardır: farklı uluslara

farklı yönetim biçimleri uymaktadır. Bu durum ulusların doğasından kaynaklanmaktadır.

Mesela kuzeyliler kaba saba insanlar olduğu için sertlikten anlarlar. Güneylilerse dindar

oldukları için dinle yönetilirler. Ortada bulunan Fransızlarsa ılımlıdırlar bu yüzden akılla ve

adaletle yönetilirler.26

Kısaca özetlemek gerekirse, Bodin siyasete ahlaksal ve hukuksal açıdan eğilmeyi

tercih etmiştir. Zaten Machiavelli ile ters düşme nedeni de budur. Ne var ki Machiavelli

egemenliğin tesisini tartışırken, Bodin egemenliğin sağlandığı Fransa’da kurulu devletin

sorunlarına değinmiştir.27

2. BÖLÜM :Bodin’den Hobbes’a

a. Althusius

Kalvinci bir çevrede yetişmiş olan Althusius, hukuk eğitiminin ardından pek çok kamu

görevinde bulunmuştur. Kent ile kilise arasındaki sorunlarda tek yargıçtı ve görüşleri

tartışmasız kabul görüyordu.28

Althusius, siyaset bilimine kazandırdığı sembiyotik terimi nedeniyle dikkatleri üzerine

çekmiştir. Terimle toplumsal yaşamın kurulması, yönetilmesi ve korunması için insanları bir

arayı getirme sanatını kastetmektedir. İnsanı kendi kendine yetmeyen bir varlık olarak gören

Althusius, insanların siyaset sayesinde esenlikle bir arada tutulması gerektiğini ileri

sürmüştür. İnsan doğası itibariyle toplum içinde yaşamaya mahkumdur. Birlikte yaşayan

insanları birbirlerine bağlayan üç faktör vardır: malların birlikteliği, görevlerin birlikteliği ve

hukukun birlikteliği.29

Althusius da Bodin gibi devletin temelini aileye dayandırır. katılımı

iradi olmayan tek topluluk olan ailedir. Bunun haricinde insanların kendi istençleriyle

katıldıkları bir üst yapılanma olan korporasyon, onun üstü olan site sonrasında eyalet ve tüm

bunların üstünde devlete katılım tercih meselesidir. Althusius, işte bu radikal yaklaşımıyla

çağdaşlarından ayrılır. Öyle ki halkın yaptıkları sözleşme ile yönetilme yetkilerini

devrettikleri kral/prensi terk etme hakkı vardır.30

Bodin gibi çağdaşları egemenliği krala

24

Age. s. 56. 25

Age. s. 58. 26

Age. s. 58. 27

Age. s. 61. 28

Age. s. 69. 29

Age. s. 71. 30

Age. ss. 82, 83.

5

bağışlamışlarken, Althusius,egemenliğin halkta olduğunu ama bunu kullanma yetkisini

krala/yöneticiye verdiklerini belirtir. Cümleden çıkarılabileceği üzere, Althusius için rejimin

ne olduğunun önemi yoktur. Önemli olan yöneticinin görevini yasalar çerçevesinde yerine

getirmesidir.31

Egemenliği halka vermiş olması ve seçimlerden bahsetmesi nedeniyle

demokrat görülse de, Tanrı katında hak din olan Protestanlığın devlet tarafından kabul

edilmesi gerektiğini düşünmesi, dini yönden sapkınlığa düşen vatandaşların cezalandırılması

gerektiğini dile getirmesi bu algıyı zayıflatmaktadır. 32

Seçim görevini eforlar dediği bölge temsilcilerine vermesi, yöneticinin de bu eforlar

meclisi tarafından denetlenmesi, yöneticinin sınırsız bir egemenliğinin olmadığını gösterir.33

Hatta tiranlaşan yöneticiyi doğru yola sevk etmek bu eforların görevidir. Durumun daha da

kötüye gitmesi durumunda eforun/eforların devletten ayrılması ve dolayısıyla yöneticiyle

savaşması söz konusudur.34

Özetle halkın egemenliğini savunarak demokratik bir yönetim öngörüyor gibi olsa da

halkın dini yönden denetlenmesini önermesi gibi totaliter yaklaşımları veya kilisenin devletin

kontrolünde olmasını savunması Althusius’u çağdaşlarıyla aynı çizgiye getirmektedir.

b. Grotius

Henüz genç sayılabilecek bir yaşta hukuk doktoru olan Grotius, siyasetle de çok genç

yaşlarda tanışmıştır. Bu durum kendisine güzel kapılar açmış olsa da ilerleyen yıllarda

ailesiyle birlikte gözetim altında tutulduğu şatodan kaçıp Paris’e yerleşmesine neden

olmuştur.35

Grotius’un siyasal düşünceye en büyük katkısı devletlerarası ilişkilere getirdiği

hukuksal bakış açısı olmuştur.36

Bununla ilgili en belirgin olay, Birleşik Doğu Hindistan

Şirketinin deniz ticareti tekelinde tutmak için Portekiz gemsine el koyması üzerine görüşlerine

başvurulmasıdır. Da lure Pradea adını verdiği bu eserde olayı adalet, hak ve adalet üzerine

savlarla açıklama yoluna gitmiştir.37

Grotius savlarını temellendirirken Aristotalesçi görüşün

aksine ahlak ve siyasetin matematik gibi tümden gelimsel bir mantıkla açıklanabileceğini ileri

sürmüştür.38

Her ne kadar matematiksel-mantıksal bir açıklama yoluna gitmiş olsa da

skolastik anlayıştaki hukukun Tanrısal kaynaklı olduğu görüşünü devam ettirmiştir. Buna

göre insan doğasına uygun olan hukuka da uygundur. Grotius bunu da doğal hukuk olarak

tanımlar.39

Doğal hukuk mantığı çerçevesinde insan, özvarlığını ve mülkünü korumak

hakkına sahiptir. Bu durum onun diğerleriyle savaşmasını gerektirebilir. Fakat Grotius’a göre

bu da doğal karşılanmalıdır.40

Öte yandan Grotius’un bu görüşü özel mülkiyeti de kabul

ettiğinin delilidir.

31

Age. s. 78. 32

Age. s. 81. 33

Age. s. 79. 34

Age. s. 83. 35

Age. ss. 89, 90. 36

Age. s. 90. 37

Age. s. 91. 38

Age. s. 92. 39

Age. s. 94. 40

Age. ss. 98, 99.

6

Althusius ile benzer şekilde belirli bir rejimin iyi olduğunu kabul etmez. Ona göre

egemenliğin özel taşıyıcısı durumunda olan kişi ya da kişiler söz konusudur.41

Ayrıca Grotius

egemenliğin doğal hukuktan kaynaklandığını savunur.42

Ne var ki Althusius gibi tiranlaşan

yöneticiye karşı direnmeyi doğal bir hak olarak görmez.43

Çünkü devletin amacı eğer dirlik ve

düzeni sağlamak ise, buna zarar vererek esenliği bozan direnme hakkını yasaklayabilir. Aksi

takdirde devletten değil, toplum bağı oluşturmayan kalabalık sürürsünden bahsedilebilir.

c. Vitoria

İspanyol kuramcılardan olan Vitoria, modern uluslararası hukukun kurucusu kabul

edilir. Fakat siyasal toplum, kilise ve insan hakları üstüne yaptığı çalışmalar onu siyaset

kuramcıları için önemli hale getirmiştir.44

Vitoria da diğer kuramcılar gibi devletin kaynağının

insan doğasına bağlar ve gereksinimlerinin karşılanmasını sağlayan bir yapı olarak görür.

Siyasal iktidarın kaynağını tanrı olarak gören Vitoria, egemenliği tümüyle krala vermez.

Burada kraldan bahsedilmiş olması Vitoria için en makul yönetimin monarşi olmasından

dolayıdır. Kral yasalara göre hükmetmek zorundadır fakat etmiyorsa bu onun sorunudur.

Halka krala karşı direnme hakkı vermez.45

Çünkü Vitoria, siyasal toplumun halkın rızasıyla

oluşturulmuş bir toplum sözleşmesine dayandığı kabul etmez. Sömürgeye karşı olan Vitoria

kafir algısına da karşıdır. Müslüman ya da Yahudilerin mallarına el konulmasını doğru

bulmaz. Özgürlük, mal ve cam güvenliğini Hıristiyanlığa bağdaşık görmez.46

Bu hoşgörülü

yaklaşımının temelinde bütün insanlığı içine alan haklar kuramı yatar. Bu kuram gereği, dini

ne olursa olsun tüm insanlar doğuştan eşittir.47

Bu kuram da aslında insanın tanrının

yeryüzündeki görüntüsü olduğu görüşüne dayanır.

Uluslararası hukuk ilkesi olarak kabul edilebilecek savaşma kriteri olarak üç madde

sayar. Bunlar yeterli haklı neden, meşru otorite ve doğru amaçtır. Buna göre savaşacak olan

toplum ciddi bir haksızlıkla karşılaşmış olmalı, meşru bir otoriteye sahip olmalı ve yalnızca

haksızlığa uğradığı zararın telafini amaçlamalıdır.48

Bunlardan başka Vitorio’nun ilk kez dile getirdiği plebisit ve dinsel hoşgörü gibi

kavramlar onu devrinde çığır açar hale getirmiştir.49

Vitoria’dan başka kayda değer İspanyol kuramcılardan biri de Las Casas’dır. Onu

önemli kılan sömürge haline getirilen yeni kıtayı anlatırken olumsuz Batı uygarlığına karşı

geliştirdiği İyi vahşi kavramıdır. Las Casas, kıtada yaşanan soykırıma karşı tepkisini dile

getirirken, “inanıyorum ki bu kadar haksız, zorba, barbar bir biçimde işlenen iğrenç, şerefsiz,

41

Age. s. 104. 42

Age. s. 105. 43

Age. s. 106. 44

Age. s. 112. 45

Age. s. 113. 46

Age. s. 114. 47

Age. s. 118. 48

Age. s. 119. 49

Age. s. 120.

7

inançsız suçlar yüzünden tanrı öfkesini İspanya üzerine boşaltacaktır; çünkü böylesine bir

yıkım ve kıyım pahasına el konulan kanlı zenginliklerden tüm ülke pay aldı” demektedir. 50

Bir diğer önemli İspanyol düşünür Mariana’dır. O da devletin temelinde aileye

dayandığını düşünür. Çıplak, zayıf ve savunmasız doğan insan başkalarının yardımına

muhtaçtır. Bu durum ilerleyen dönmelerde de devam eder. İnsan ihtiyaçlarının karşılanması

için barış ve adaleti sağlayacak yaygın bir siyasal birliktelik kurmak ister. Tabi olarak bu

birliktelik yasallığını toplum üyelerinin rızasından alır. Bu da şuna varır: kral yasal olduğu

sürece kaynağını halktan alır.51

Mariana’yı düşünürlerinden ayıran bir diğer nokta ise özel

mülkiyet olarak sadece gayrimenkulleri görmemesidir. Ona göre insanın parası da onun şahsi

mülküdür ve el konulamaz veya aşırı vergilendirmeye tabi tutulamaz.52

d. Francisco Suarez

Granada doğumlu olan Suarez iyi bir hukuk eğitimi almış, ardından üniversitede uzun

yıllar ders vermiştir. Suarez devletin iç içe geçmiş doğal kümlerden oluştuğun iddia etmiştir.

Buna göre en temelde aile vardır. İnsan ihtiyaçlarını karşılayabilseydi en başta aile denen bu

yapıya gerek olmazdı.53

Aslında bu düzen tanrının buyurduğu düzendir ve yapay değildir.

Böyleyken siyasi iktidarın kullanımını iradeye bağlar. De Opere adlı eserinde siyasal birlik,

aile ve bireyleri, toplumun yöneticisine bağlayan ve bu topluluğun varlık koşulu olan açık ya

da gizli bir anlaşmaya bağlıdır.54

Buna göre Suarez yöneticileri iktidarın sahipleri değil halkın

hizmetkârları olarak görür.55

Bu da onları iktidarlarında halka karşı sorumlu kılar. Aksi

takdirde, tiranlaşan kral yasallığını yitirir ve halkın direnme hakkı doğar.56

Zorba kralın

tahttan indirilmesine ve öldürülmesineyse konsensüs şartı koyar. Suarez’in bu kuramına göre

yönetimin şekli, halkın rızasına dayandığı sürece önemsizdir. Kalıtımsal monarşi dahi olsa ilk

kralın tahta geçişinde halkın rıza vardıysa, sorun yoktur. 57

3. BÖLÜM: Thomas Hobbes

Yaşamı

“Ben ve korku ikiziz” diyen Hobbes, 1588’de İngiltere’de doğmuştur. İspanyanın

İngiltere’ye saldıracağı haberi korkusuyla erken doğmuş, tüm yaşamı boyunca da korku ile

yaşamıştır. Bu durum siyaset felsefesini de korku ve güvensizlik üzerine temellendirmesine

neden olmuştur.58

Kuramında sürekli bir güven ve istikrar arayışı vardır. Oxford

üniversitesine giden Hobbes, buradan ayrıldıktan sonra pek çok varlıklı ailenin çocuğuna özel

öğretmenlik yapmıştır. Bu durum bu ailelerin sahip olduğu geniş kütüphanelerden

50

Age. s. 133. 51

Age. s. 143. 52

Age. s. 144. 53

Age. s. 146. 54

Age. s. 147. 55

Age. s. 149. 56

Age. s. 150. 57

Age. s. 151. 58

Age. s. 166.

8

faydalanmasına ve Avrupa’nın pek .ok yerini gezmesine imkan sağlamıştır.59

Yaşadığı dönem

İngiltere’sinin siyasi çalkantıları da kuramını geliştirmesine katkı sağlamıştır. Kralcıların

cumhuriyetçilere karşı ayaklanması ve yaşanan iç savaş, Hobbes’un tek elde egemenlik

kavramını geliştirmesine neden olmuştur. Cumhuriyetçilerin, I. Charles’a zorla parlamento

kurdurtması ve onun bu parlamentoyu engellemesi, iç savaşa neden olmuştur. Olaylara

müdahale eden Oliver Cromwell, kraliyet güçlerini alt ederek I. Charles’ı astırır ve

“Commonwealth”i kurar.60

Bu aslında Cromwell’in askeri diktatörlüğüdür. Monarşiyi

savunan Hobbes ise korktuğu için bu dönemi İngiltere dışında geçirir. En önemli eserlerini bu

dönemde veren Hobbes, aynı zamanda daha sonra Cromwell’in yerine kral olarak tahta

geçecek olan II. Charles’a ders verir. Bu kendisine itibar kazandırmış olsa da ateist eserleri

incelemek üzere kurulan komisyonun eserlerini sakıncalı bulması nedeniyle korkuya kapılır

ve yine İngiltere’yi terk eder.61

Tüm bu korkuları hayatın tehlikelerinden kaçınması sağlamış

ve 91 yaşına kadar yaşamıştır.

Felsefesi

Hobbes, felsefesini kurarken Galileo’nun geometri ve mekanik konusundaki

düşüncelerinden etkilenir ve doğadaki her şeyin devinim ilkesine göre hareket ettiğini kabul

eder. Böylece dine ve dünya dışı değerlere hiçbir şekilde başvurmayan kendi içine kapalı

mekanik materyalist bir sistem geliştirir.62

Bu haliyle en karmaşık yapay cisim olan devletin

bilimidir.63

Ne var ki bu karmaşık sistemi açıkladığını düşünen Hobbes, bu konuda hiç de

mütevazı değildir. Nitekim De Corpore adlı eserinde “eğer fizik yeni bir şeyse, siyaset

felsefesi bundan da yenidir. Siyaset felsefesi benim yapıtım De Cive den daha eski değildir”

diyerek modern devleti ilk tanımlayan kişi olduğunu gösterir.64

Hobbes’a göre siyaset

biliminin amacı siyasal olayların ardındaki neden –sonuç ilişkisini açıklamak ve bu sayede

barışı sağlamaktır.65

Fakat şimdiye kadar kimse bunu başaramamıştır. Ona göre bunu

kendinden önceki düşünürlerin başaramama nedeni bunun için bilimsel bir yönteme sahip

olmamalarından kaynaklanmıştır.66

Bu yöntem ayrıştırıcı-birleştirici yöntemdir. Buna göre bir

şeyi anlamak için onu oluşturan parçaları anlamak gerekmektedir. Devleti de anlamak için

onu dağılmış farz edip, insanı tanımak gerekmektedir. İnsan doğası nedir, hangi nedenler

onarlı devlet kumaya iter, bir devlet çatısı altında birleşenler nasıl davranmak zorundadır gibi

soruların cevaplarını bulmak gerekir. Bu şekilde devleti oluşturan en küçük parça olan insan

doğası anlaşıldıktan sonra, onun kurduğu devlet anlaşılabilir.

Hobbes, insan doğasını açıklarken insanın en temel güdüsünün güvenlik olduğunu ileri

sürer. Bu mantıkla insanın gözünde yaşamını koruyan ve sürdürmesini sağlayan her şey

59

Age. s. 167. 60

Age. s. 173. 61

Age. s. 174. 62

Age. ss. 175, 177. 63

Age. s. 178. 64

Age. s. 166. 65

Age. s. 182. 66

Age. s. 183.

9

iyidir.67

Buna göre en kötü şeyse ölümdür. Hobbes, Aristoteles’in aksine insanın doğuştan

toplumsal olmadığını savunur.68

Ona göre toplumsallık sonradan kazanılır.

Doğa Durumu

En basit ifadesiyle doğa durumu devletin bulunmadığı durumdur.69

İnsanların bir

birliği değil kalabalığı oluşturduğu durum. Böyle bir durumda insanların korktukları ortak bir

güç olmadığı için kargaşanın hüküm süreceğini var sayar. Merkezi bir iktidarın bulunmadığı

bu durumda sürekli olarak şiddetli bir ölüm tehlikesi ve ölüm korkusu hüküm sürer.70

İnsanlar

için korkulacak ortak güç olarak ise egemen devleti gösterir. Bunu da başyapıtına isim olarak

verdiği Leviathan olarak adlandırır. İbranice bir kelime olan Leviathan, büyük bir su

canavarıdır.71

Hobbes, siyasetin bulunmadığı bir durumun ürünü olan savaşı doğa durumunun

özelliği olarak kabul eder. Savaş insan doğasını ve yaşam koşullarının bir ürünüdür.72

Savaşta

güç ve hile kullanılmasını ise en büyük iki erdem olarak kabul eder. Herkesin birbirleriyle her

türlü aracı kullanarak savaşmasının üç nedeni vardır. Bunlar: rekabet, güvensizlik ve onurdur.

Birincisi insanlara kazanç, ikincisi güvenlik, üçüncüsü ise şöhret için insanı saldırganlığa iter.

Fakat hepsinin temelinde yatan nedense yaşamını sürdürmedir. 73

İnsanı rasyonel bir varlık kabul eden Hobbes, korku ve güvensizlik ortamından

kendilerini kurtarmak için bir araya gelip üstün bir erk oluşturduklarını ileri sürer. Bunun

sağlanması için kendisine tehlike oluşturabilecek başka büyük bir erk kalmayıncaya kadar,

zorla ya da kurnazlıkla elinden geldiğince çok insana hakim olmak zorundadır.74

Fakat bunu

sağlamak için gücünü artıran insanın karşısındaki insan da gücünü artırır. Bu da eşitler arsında

süre giden sürekli bir savaşa neden olur. Bu nedenle insan yaşamı yalnız, yoksul, kötü, vahşi

ve kısadır. Kısacası insan insanın kurdudur: Homo homini lupus.75

Hobbes’un bahsetmiş olduğu bu durumunun en kötü yanlarından biri de ileri bir

toplumun oluşmasına izin vermemesidir. Çünkü doğa durumunda yaşanan anarşi ortamı

nedeniyle ne sanata, ne sanayiye ne de bilime yer vardır. Öyle ki bu ortamda toplumsal bir

67

Age. s. 186. 68

Age. s. 187. 69

Age. s. 192. 70

Age. s. 193. 71

Age. s. 173. 72

Age. s. 199. 73

Age. s. 200. 74

Age. ss. 200, 201. 75

Age. s. 201.

10

yaşamdan bile söz edilemez.76

Bu ortamda hiç kimse elindeki şeye dahi sahip çıkamaz. Yani

bu durumda özel mülkiyet de yoktur.77

İşte Hobbes’un tarif ettiği doğa durumunda böyle bir yer olarak iç savaş içinde

yaşayan insanlar gösterilebilir. Hobbes insanların her an savaş nedeniyle böyle bir duruma

düşebileceklerini ön görür. 1640’ların İngiltere’si buna gösterilebilecek en iyi örnektir.78

Ve

insan rasyonalist olduğu için, refah içinde yaşamayacağı bu doğa ortamından kendi kurduğu

yapay ortama sözleşme yoluyla geçer. Bu yapay ortam ise devlettir.79

Toplum Sözleşmesi

İnsanı akılcı kabul eden Hobbes, güvenlikli ve refah bir ortamda yaşamak için

insanların karşılıklı olarak bir sözleşme yaptıklarını ve kendilerinden büyük bir yapıya

kendilerini yönetme hakkını verdiklerini belittir. Zaten Hobbes’a göre en büyük ve sürekli

toplumların kökeninde birbirlerine iyilik duyan insanlar değil birbirlerinden korkan insanlar

vardır.80

İnsanların bilinmeyen yaptıkları bu sözleşmeye göre daha sonra bir tane daha

eklediği 19 kural vardır. Tüm bu kuralların özünde ise şu vardır: başkalarını sana ne

yapmasını istiyorsan, onlara onu yap.81

Sürekli korku içinde yaşayan insanlar bu panik haliyle

ortak bir akla ulaşırlar ve siyasal bir toplumun gerekliliğine karar veririler. Bu oydaşmadan

doğan aslında şudur: haklarını ona (Leviathan) bırakman ve onu bütün eylemlerinde benim

yaptığım gibi yetkili kılman koşuluyla, kendimi yönetmek hakkımı bu kimseye ya da bu

kurula bırakıyorum ve onu yetkili kılıyorum.82

Burada oyçokluğundan bahsetmiş olsa da

Hobbes’un demokrasiyi önerdiği söylenemez. Sadece devletin kökeninde demokrasi

bulunduğunu, diğer yönetim biçimlerinin de bundan türediğini iddia eder.83

Hobbes, burada bilinmeyen bir zamanda yapılmış bir sözleşemeden bahsetmiştir. Peki

ondan sonra gelen insanlar neden bu sözleşmeye uymak zorundadır? Hobbes’a göre bu

oluşturulan büyük erkin yüreklere saldığı korkuyla açıklanabilir. Bundan başka bu refah

ortamında yaşamak isteyen insanlar gönüllü olarak kulluğu kabul etmektedirler.84

Devlet Biçimleri

Hobbes üç tür devlet biçimi olduğunu söyler. Bunlar tek kişinin yönetimde olduğu

monarşi, bir grubun egemen olduğu aristokrasi ve halkın yönetime katıldığı demokrasidir.

Bunların dışındaki yönetim biçimlerininse bunların bozulmuş ya da halkın gözündeki halidir.

Mesela monarşi ve tiranlık da egemenlik tek kişinin elindedir. Eğer halk memnun değilse

kralı halkın gözünde tirandır. Karma yönetim diye bir şey yoktur, sadece kargaşa vardır. 85

76

Age. s. 203. 77

Age. s. 204. 78

Age. s. 205. 79

Age. s. 206. 80

Age. s. 207. 81

Age. s. 210. 82

Age. s. 212. 83

Age. s. 226. 84

Age. s. 224. 85

Age. s. 227.

11

Hobbes, esasında monarşiyi mantıklı bulsa da aristokrasi ve demokrasiyi de kabul

etmiştir. Esas olan iç savaşa mahal vermeyecek güçlü bir egemenin bulunmasıdır. Monarşiyi

kuramının bir uzantısı olarak görmemek gerekir. Öte yandan monarşinin en mantıklı yönetim

biçimi olduğunu kanıtlama yoluna gitmiştir. Mesela kralın yardakçıları nedeniyle devletin

zarara uğratıldığını söyleyenlere demokrasilerde daha fazla istismarcı olduğunu söyler. ayrıca

aristokratik ve demokratik rejimlerde mecliste her kafadan bir ses çıkması nedeniyle karar

almak güçleşir ve hizipleşmelere neden olur.86

Oysa kral tek olduğu için kendisiyle

anlaşmazlığa düşme ihtimali yoktur. Bundan başka, demokrasilerde halkın çıkarlarıyla

yöneticilerin çıkarları her zaman örtüşmez. Fakat monarşilerde halkın çıkarı aslında kralın

çıkarıdır. Çünkü halk ne akar zenginse kral da o kadar zengindir.87

Egemenin Özellikleri

Egemen mutlaktır ve ondan daha üstün bir güç yoktur. Egemen sözleşemeye taraf

olamadığı için hiçbir yükümlülük altında da değildir.88

Diğer yandan güç sahibi olmalıdır.

Kılıçla yapılmayan sözleşmenin ya da kılıç güvencesinde olmayan sözleşmenin sadece sözden

ibaret olduğunu ifade eder.

Egemen erki süreklidir ve bölünemez. Krallıktaki veraset sisteminde olduğu gibi diğer

yönetim biçimlerinde de yeni egemenin aralıksız tespit edilmiş olması gerekir. Dahası

egemenlik bölünmemelidir. Hobbes erklerin ayrılığı ilkesine karşı çıkar. Zaten bölünmesi

durumunda doğa durumuna dönüleceğini ileri sürer.89

Buna örnek olarak Cromwell’i örnek

gösterir. Leviathan’ın yani kralın egemenliği sınırlandırılmak istenmiş, bu da iç savaşa neden

olmuştur. Tekrar bu durumdan kurtulmak için insanlar yeni Leviathan yaratmışlardır: Avam

Kamarası (ya da diğer ifadesiyle Cromwell).90

Yasaları egemen yapar fakat yasalara bağlı değildir. Yasalarla sınırlanmış olması

egemenin üstünde bir erke işaret ettiği için egemeni, egemen olmaktan çıkartır. Diğer yandan

Leviathan aslında bir hukuk devletidir.91

Her ne kadar yasalardan bağışık olması devleti bir

tirana çevireceği öngörülse de, Hobbes bunun imkânsız olduğunu ileri sürer. Ona göre

egemenin adaletsizlik ve kötülük yapması olanaksızdır. Bütün buyrukları ve eylemleri iyidir

ve adildir. Çünkü iyilik ve adalet için feragatte bulunan yurttaşlar egemenin iktidarının

pekişmesini sağlayacaktır. Bir diğer ifadesiyle egemenin iyiliği ile halkın iyiliği birbirinden

ayrılamaz. 92

Fakat Hobbes devletin sansürcü yaklaşımını ise destekler. Ona göre kanılar çok

tehlikelidir ve egemene zarar verecek kanıların egemenin esenliği sağlamak için denetlemesi

gayet normaldir.93

Din-Devlet İlişkisi

86

Age. s. 228. 87

Age. s. 229. 88

Age. s. 230. 89

Age. s. 233. 90

Age. s. 232. 91

Age. s. 234. 92

Age. s. 238. 93

Age. s. 239.

12

Hobbes tek egemeni ve egemenliğin bölünmezliğini savunduğu için, yasaların

karşısına dinsel kuralların, kamusal otoritenin karşısına da ruhani otoritenin çıkmasını iç savaş

nedeni olarak görür.94

Kutsal kitapların içerdiği teolojiye yer vermesininse iki nedeni vardır.

Birincisi, bu sayede kendi doktrinini güçlendirmek, ikincisi kendi yorumlarını getirerek bu

kutsal metinlerin otoritesini çökertmek. Hobbes halkın farklı görüşlere inanabileceğini fakat

bunun egemenin otoritesini yok saymaya neden olmaması gerektiğini belirtmektedir.

Egemenin, belli bir dini benimsetmeye zorlasa dahi buna karşı çıkılmaması gerektiğini çünkü

asıl olanın insanın özünde neye inandığıdır. Her ne kadar Hobbes’un hoşgörüyü önerdiği iddia

edilmişse de insanların öz inancına zaten karışılamayacağına göre böyle bir şeyden bahsetmek

yersizdir.95

Bu mantıkla kilise de olabilir, ne var ki Hobbes onu da egemenin otoritesinin

altına yerleştirir.96

Egemenin Sınırları

İnsan tümüyle egemenliğini Leviathan’a bırakmış olsa da hala kendine ait bazı hakları

vardır. Mesela egemen yurttaşın canına veya bedenine zarar veremez, yaşamı için kendisine

gerekli olan şeylerden onu yoksun bırakamaz, affedilmesi garanti edilmiyorsa suçunu itirafa

zorlanamaz ya da zorla askere alınamaz.97

Öyle ki zaten doğadan gelen bu haklarını korumak

ve ihtiyaçlarını karşılamak için sözleşmiş olan insan, bunların ihlaliyle sözleşmeyi bozmuş

olur.98

Hobbes, bu durumda yurttaşa direnme hakkı sunmuş olsa da bu durumda egemen ve

birey doğa durumuna dönmüş olacak ve egemen yine onu ortadan kaldırma yoluna gidecektir.

Haliyle birey için akılcı olan, barış zamanında kendisini koruyan egemenin yanında savaş

zamanında da olmaktır.99

Özetle, Hobbes esenlik içinde bir devlet için egemen bir gücü şart koşar. Bunun için

devletin biçimi önemsizdir. Kurulu bir düzen de hangi yönetim biçimi daha iyidir sorusu ise

yersizidir.100

Tüm ileri sürdüğü düşüncelerle aslında Hobbes modern devleti anlatır. Devletin

kökenine insanı yerleştirmesi, yasalara mutlak itaat, özel yaşam özgürlüğünü tanıması

bunlardan bazılarıdır. Hobbes bu modern devlette gönüllü olarak halkın itaatinden bahsetse de

buradan demokrasiyi savunduğu çıkarılmamalıdır. Hobbes’un anlattığı hala kral-devlettir.

Kralı halk seçse de o halktan ve yasalarından egemenliğin sahibi olarak ayrılmaktadır. Ne

zaman halk asıl egemen olursa o zaman kral-devletten ulus-devlete geçilir.101

[email protected]

94

Age. s. 247. 95

Age. s. 254. 96

Age. s. 251. 97

Age. s. 266. 98

Age. s. 267. 99

Age. s. 268. 100

Age. s. 273. 101

Age. s. 280.