KRAL-DEVLET YA DA ÖLÜMLÜ TANRI
-
Upload
independent -
Category
Documents
-
view
1 -
download
0
Transcript of KRAL-DEVLET YA DA ÖLÜMLÜ TANRI
1
KRAL-DEVLET YA DA ÖLÜMLÜ TANRI
Kitap Özeti
Yasin YAYLAR
1. BÖLÜM : Jean Bodin
Bodin’in Yaşamı
Machiavelli’ye hayranlık duysa da, özünde egemenliğin tesisini her ne pahasına olursa
olsun gerçekleştirilmesini savunduğu için onu ahlaksız bulan Bodin, yine onun gibi
egemenliğe en üst düzeyde önem vermiş fakat bunun daha akıllı/ahlaklı bir şekilde
gerçekleştirilmesini önermiştir. Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Bodin, özel
mülkiyet ve burjuvazinin diğer tabakalardan üstün olduğunu ve krallar tarafından da böyle
kabul edilmesi gerektiğini önerir.1 Bu ve benzer tavırları Bodin’in bağlı bulunduğu tabakayı
koruması göstermesi açısından dikkat çekicidir. Bundan başka, farklı dönemlerde farklı
düşünce grupları içinde yer almış olması2 şahsi çıkarlarını korumaya özen gösterdiği algısı
uyandırmaktadır. İyi bir hukuk eğitimi almış olan Bodin, devlet egemenliğinin temellerini de
yasalar ve yasaların gücü üzerinde açıklamaya çalışmıştır. Dini yönü çok ağır basmasa da
egemenliği savunmak uğruna kralın Tanrının yeryüzündeki izdüşümü görüşünü desteklemesi
veya krala karşı gelmenin aslında tanrıya karşı gelmek olduğunu kabul etmesi, yeri geldiğinde
laik bir mantıktan din temelli düşünceye kayabildiğini göstermektedir.3 Bundan başka
yaşadığı dönem Fransa’sının en büyük problemlerinden biri olan mezhep çatışmalarını, kralın
her dini görüşe eşit mesafede olması yoluyla sağlanabileceğini ileri sürmüştür. Bu durumda
krallık erkinin güçleneceğini kabul etmiş ve bu görüşü savunan Politikler’e gençlik yıllarında
katılmıştır.4 Yedili Görüşme adlı eserinde Bodin, faklı din ve mezheplere sahip yedi kişiyi
konuşturmuş aslında tüm inanç sistemlerinin temelde aynı şeyi söylediğini iddia etmiştir. Tüm
inanç sistemlerine karşı geliştirdiği bu tavrıyla Hıristiyanlıktan çok deizm ya da doğal din
anlayışına sahip olduğu söylenebilir.5
Bodin’in Devlet Anlayışı
Bodin, Machiavelli’yi temelde dinsizliği ve adaletsizliği yerleştirerek çağındaki
sorunların nedeni olarak görür. Yasalardan ve kamu hukukundan anlamayan Machiavelli gibi
kişiler siyaset felsefesini kutsal gizlerini lanetlemişlerdir.6 Bunun karşıt görüşü olan
Monarkomaklar ise özgürlük çağrısı altında prensliklere karşı ayaklanmayı ve anarşiyi
körükleyerek daha da tehlikeli bir yola girmişlerdir. Oysa hiyerarşik bir yapıya uygun olarak
yönetilen, halkın idareciye sadık olduğu ve idarecinin de Tanrı yasaları doğrultusunda halkı
yönettiği bir düzen ideal düzendir. Bodin bu görüşüyle Skolâstiklere ve Antik düşünürlere
yaklaşmaktadır.7 Ona göre devlet birçok ailenin –ki aileler devleti oluşturan hücrelerdir- ve bu
ailelere ortak olan şeylerin egemen erk tarafında doğrulukla yönetilmesidir.8 Ataerkil ir
1 Mehmet Ali Ağaoğulları- Levent Köker, Kral-Devlet ya da Ölümlü Tanrı, İmge Kitabevi, Ankara, 2009, s. 51.
2 Age. s. 13.
3 Age. s. 41.
4 Age. s. 11.
5 Age. s. 13.
6 Age. s. 15.
7 Age. s. 16.
8 Age. s. 18.
2
anlayış içeren bu görüşe göre ailede babaerkini Tanrıdan almıştır ve bakmakla sorumlu
olduğu aile üzerinde her türlü tasarruf hakkına sahiptir.9 İki kurum arasındaki benzerliklere
dikkat çeken Bodin, aile içinde boyun eğmeyi öğrenen çocuk birey olduğunda da iyi bir
yurttaş olacaktır. Her ne kadar bu metafor mantıklı gözükse de Bodin, devlete neden itaat
edilmesi gerektiğini açıklayamamıştır. Doğal olan baba imgesine karşın yapay olan devlete
itaatin doğal olduğu iddia edilemez.10
Öte yandan ailelerin nasıl olup da devlete dönüştüğünü
açıklamak bakımından da Bodin başarısız olmuştur. Köleliğe karşı olan Bodin, kölelerin
salıverilmeden önce özgür yaşama kültürü ve geçimlerini sağlayacak bir zanaat öğrenmeleri
gerektiğini ileri sürmektedir.11
Bodin’e göre egemen ile yurttaş arasında ontolojik bir bağ
vardır. Buna göre egemen, yurttaşlar ona mutlak olarak boyun eğdiği için vardır. Öte yandan
yurttaş ise kendisini koruyan bir egemen olduğu için vardır.12
Başta da belirtildiği üzere özel mülkü savunan Bodin bu konuda paylaşımı savunan
Platon’la ters düşer. Platon’un iddia ettiği gibi her şeyin paylaşıldığı bir dünyada devlet diye
bir şeyden söz edilemez. Bodin’e göre en büyük nefret eşitlerin birbirine karşı duyduğu
kıskançlıktan kaynaklanmaktadır.13
Bodin’e göre egemenliğin üç temel şartı vardır: mutlak olması, sürekli olması ve
bölünemez/devredilemez olması. Bu şartlar göz önüne alındığında açıktır ki Bodin bize
mutlak monarşiyi önerecek. Egemenliği bir parlamento ya da prenslik tarafından
sınırlandırılmış egemen, egemen değildir. Burada sadece bir yetki devrinden söz edilebilir.
Egemenliğin diğer şartı olan süreklilik esasının sağlanması içinse babadan-oğla geçen
monarşiden daha iyi bir seçenek yoktur. Egemenliğin devri ya da bölünmesi ise esasında
egemenliğin kaybedilmesidir. Bu haliyle de eşyanın doğasına aykırıdır.14
Ancak iktidar farklı
biçimlerde dağıtılabilir. Ne var ki bu devletin yapısının değiştiğini göstermez.
Bodin üç çeşit devlet biçimi olduğunu söyler. Bunlar egemenliğin tek kişide
bulunduğu monarşi, egemenliğin azınlığın elinde bulunduğu aristokrasi ve egemenliğin halkın
elinde bulunduğu demokrasidir. Bodin, bu aristokrasi ve demokrasiyi yermektense onların
eksik yönlerini sunarak mantıklı seçeneğin monarşi olduğunu kanıtlama yoluna gitmiştir.15
Mesela demokraside her kafadan bir ses çıktığı için hiçbir iş sonuna kadar götürülemez. Diğer
yandan demokrasi bazı insanların diğerlerinden daha yetenekli olduğu ilkesini göz ardı eder.
Bu haliyle de yönetimden anlamayan tüm halkı yönetime dahil eder.16
Böyle bir ülkedeyse
düzenden ve barıştan bahsedilemez. Aristokraside ise yönetimin seçkinlere verilmesi
hizipleşmeye neden olur. Mantıklı olansa yönetimin seçkinler içinde en yetenekliye verilmesi
yani monarşidir. Monarşide mutlak egemen kral olduğu için kimsenin etkisinde kalmaz.
Yanına sadece yeteneklileri alarak onların fikirlerine danışır. Gökte tek bir güneş tek bir tanrı
9 Age. s. 20.
10 Age. s. 21.
11 Age. s. 23.
12 Age. s. 24.
13 Age. s. 25.
14 Age. s. 32.
15 Age. s. 32.
16 Age. s. 47.
3
olduğuna göre, bir ülkede de tek bir egemen olmak durumundadır.17
Monarşik yönetim
çeşitlerinden olan aristokratik monarşi ve parlamenter yönetim içeren ılımlı monarşiye ise
karşı çıkar.18
Bodin’de Egemenliğin Sınırları
Bodin’in egemenlik kuramını açıklarken gösterdiği tutarlılığı egemenliğin sınırları
açıklarken görmek mümkün değildir. Egemenin, tanrısal ve doğal yasalarla sınırlı olduğunu
iddia etse de, tebaayı egemenin vicdanına bırakmaktadır. Ona göre tanrıya savaş açan kral en
büyük suçu işlemiştir. Fakat anlaşmalardan kaynaklanan yükümlüklerle siyasal zorunluluklar
arasında bir çelişki söz konusu olursa o zaman ne olacaktır.19
Bundan başka krallığın temel
yasaları ve üstün yasalar egemenin uymak zorunda olduğu diğer yasalardır. Buna göre tahta
ardıllık sırası ya da kamu mülklerinin devredilmemesi kuralları egemen tarafından ihlal
edilemez. Çelişki şudur ki egemen bir yandan yasaların kaynağı iken diğer yandan yasalarla
kuşatılmıştır.20
Egemen için bir diğer sınırsa özel mülkiyete hiçbir şekilde karışamamasıdır.
Özel mülk doğal olarak aileye ait olduğu için egemenin erk alanı dışındadır. Benzer şekilde
egemen kafasına göre vergi salarak halkının malını gasp edemez. Öyle ki böyle bir hareket
halkı ayaklandırarak egemenin egemenliğini kaybetmesine neden olabilir.21
Bodin’in bu
çelişkilere düşmesinin temel nedeni, bir yandan egemeni güçlendirmek isterken bir yandan da
burjuvazinin çıkarlarını korumaya çalışmasıdır.
Tüm bunların ışığında, Bodin’in bahsettiği mutlak egemeni kontrol edebilecek ya da
sınırlayabilecek bir mekanizma olmadığı görülmektedir. Akla gelebilecek her türlü kötülüğü
gaddarlığı yapan bir monarkı de facto ya da de jure önleyebilecek bir şey söz konusu değildir.
Bu mantıkla Bodin, safdillik ederek kraldan ahde vefaya uygun davranmasını beklemektedir.
Yani halk kendisine itaat ederse, o da onlara kötü davranmayacaktır.22
Bodin’in ahlaklı ve
adaletli gördüğü bu monarşi meşru (kralca) monarşidir. Korkulması gerekense despotça ya da
senyörce monarşi türleridir.
Siyasal Dinamik
Bodin devletleri bir organizmaya benzetir. Buna göre devletler doğar, büyür uzun ya
da kısa bir çöküşten sonra da yok olurlar. Bu haliyle devletler çok kaygan bir zeminde
bulunurlar. Çok sağlam görünen bir devlet, düşmanı tarafından birden yıkılır.23
Devletlerde
kaçınılmaz olarak görülen bir diğer şeyse değişim ve değişikliktir. Değişim eğer iradi olursa
usulca gerçekleşir ve şiddet içermediği için en hayırlı değişikliktir. Değişiklikten kastedilense
egemenliğin değişmesi değildir. Bundan yasa ya da anayasa değişiklikleri kastedilmektedir.
Halk her türlü değişikliğe direnç göstereceği için yasaların konulması/kaldırılması çok sancılı
17
Age. s. 48. 18
Age. s. 35. 19
Age. s. 37. 20
Age. ss. 38, 39. 21
Age. s. 39. 22
Age. s. 41. 23
Age. s. 54.
4
olabilmektedir. Özellikle anayasa değişiklikleri her daim tepkiyle hatta bazen ayaklanmaya
karşılanabilmektedir.24
İklim Kuramı
Bodin içine düştüğü bir diğer çelişkiyi ise geliştirdiği iklim kuramıyla açıklamaya
çalışmıştır. Her ne kadar kendisi monarşinin en ileri ve en makul yönetim biçimi olduğunu
savunsa da, tarih incelendiğinde kimi devletlerin demokrasi altında en parlak günlerini
yaşadığı görülmektedir.25
Bodin’e göre bunun tek mantıklı açıklaması vardır: farklı uluslara
farklı yönetim biçimleri uymaktadır. Bu durum ulusların doğasından kaynaklanmaktadır.
Mesela kuzeyliler kaba saba insanlar olduğu için sertlikten anlarlar. Güneylilerse dindar
oldukları için dinle yönetilirler. Ortada bulunan Fransızlarsa ılımlıdırlar bu yüzden akılla ve
adaletle yönetilirler.26
Kısaca özetlemek gerekirse, Bodin siyasete ahlaksal ve hukuksal açıdan eğilmeyi
tercih etmiştir. Zaten Machiavelli ile ters düşme nedeni de budur. Ne var ki Machiavelli
egemenliğin tesisini tartışırken, Bodin egemenliğin sağlandığı Fransa’da kurulu devletin
sorunlarına değinmiştir.27
2. BÖLÜM :Bodin’den Hobbes’a
a. Althusius
Kalvinci bir çevrede yetişmiş olan Althusius, hukuk eğitiminin ardından pek çok kamu
görevinde bulunmuştur. Kent ile kilise arasındaki sorunlarda tek yargıçtı ve görüşleri
tartışmasız kabul görüyordu.28
Althusius, siyaset bilimine kazandırdığı sembiyotik terimi nedeniyle dikkatleri üzerine
çekmiştir. Terimle toplumsal yaşamın kurulması, yönetilmesi ve korunması için insanları bir
arayı getirme sanatını kastetmektedir. İnsanı kendi kendine yetmeyen bir varlık olarak gören
Althusius, insanların siyaset sayesinde esenlikle bir arada tutulması gerektiğini ileri
sürmüştür. İnsan doğası itibariyle toplum içinde yaşamaya mahkumdur. Birlikte yaşayan
insanları birbirlerine bağlayan üç faktör vardır: malların birlikteliği, görevlerin birlikteliği ve
hukukun birlikteliği.29
Althusius da Bodin gibi devletin temelini aileye dayandırır. katılımı
iradi olmayan tek topluluk olan ailedir. Bunun haricinde insanların kendi istençleriyle
katıldıkları bir üst yapılanma olan korporasyon, onun üstü olan site sonrasında eyalet ve tüm
bunların üstünde devlete katılım tercih meselesidir. Althusius, işte bu radikal yaklaşımıyla
çağdaşlarından ayrılır. Öyle ki halkın yaptıkları sözleşme ile yönetilme yetkilerini
devrettikleri kral/prensi terk etme hakkı vardır.30
Bodin gibi çağdaşları egemenliği krala
24
Age. s. 56. 25
Age. s. 58. 26
Age. s. 58. 27
Age. s. 61. 28
Age. s. 69. 29
Age. s. 71. 30
Age. ss. 82, 83.
5
bağışlamışlarken, Althusius,egemenliğin halkta olduğunu ama bunu kullanma yetkisini
krala/yöneticiye verdiklerini belirtir. Cümleden çıkarılabileceği üzere, Althusius için rejimin
ne olduğunun önemi yoktur. Önemli olan yöneticinin görevini yasalar çerçevesinde yerine
getirmesidir.31
Egemenliği halka vermiş olması ve seçimlerden bahsetmesi nedeniyle
demokrat görülse de, Tanrı katında hak din olan Protestanlığın devlet tarafından kabul
edilmesi gerektiğini düşünmesi, dini yönden sapkınlığa düşen vatandaşların cezalandırılması
gerektiğini dile getirmesi bu algıyı zayıflatmaktadır. 32
Seçim görevini eforlar dediği bölge temsilcilerine vermesi, yöneticinin de bu eforlar
meclisi tarafından denetlenmesi, yöneticinin sınırsız bir egemenliğinin olmadığını gösterir.33
Hatta tiranlaşan yöneticiyi doğru yola sevk etmek bu eforların görevidir. Durumun daha da
kötüye gitmesi durumunda eforun/eforların devletten ayrılması ve dolayısıyla yöneticiyle
savaşması söz konusudur.34
Özetle halkın egemenliğini savunarak demokratik bir yönetim öngörüyor gibi olsa da
halkın dini yönden denetlenmesini önermesi gibi totaliter yaklaşımları veya kilisenin devletin
kontrolünde olmasını savunması Althusius’u çağdaşlarıyla aynı çizgiye getirmektedir.
b. Grotius
Henüz genç sayılabilecek bir yaşta hukuk doktoru olan Grotius, siyasetle de çok genç
yaşlarda tanışmıştır. Bu durum kendisine güzel kapılar açmış olsa da ilerleyen yıllarda
ailesiyle birlikte gözetim altında tutulduğu şatodan kaçıp Paris’e yerleşmesine neden
olmuştur.35
Grotius’un siyasal düşünceye en büyük katkısı devletlerarası ilişkilere getirdiği
hukuksal bakış açısı olmuştur.36
Bununla ilgili en belirgin olay, Birleşik Doğu Hindistan
Şirketinin deniz ticareti tekelinde tutmak için Portekiz gemsine el koyması üzerine görüşlerine
başvurulmasıdır. Da lure Pradea adını verdiği bu eserde olayı adalet, hak ve adalet üzerine
savlarla açıklama yoluna gitmiştir.37
Grotius savlarını temellendirirken Aristotalesçi görüşün
aksine ahlak ve siyasetin matematik gibi tümden gelimsel bir mantıkla açıklanabileceğini ileri
sürmüştür.38
Her ne kadar matematiksel-mantıksal bir açıklama yoluna gitmiş olsa da
skolastik anlayıştaki hukukun Tanrısal kaynaklı olduğu görüşünü devam ettirmiştir. Buna
göre insan doğasına uygun olan hukuka da uygundur. Grotius bunu da doğal hukuk olarak
tanımlar.39
Doğal hukuk mantığı çerçevesinde insan, özvarlığını ve mülkünü korumak
hakkına sahiptir. Bu durum onun diğerleriyle savaşmasını gerektirebilir. Fakat Grotius’a göre
bu da doğal karşılanmalıdır.40
Öte yandan Grotius’un bu görüşü özel mülkiyeti de kabul
ettiğinin delilidir.
31
Age. s. 78. 32
Age. s. 81. 33
Age. s. 79. 34
Age. s. 83. 35
Age. ss. 89, 90. 36
Age. s. 90. 37
Age. s. 91. 38
Age. s. 92. 39
Age. s. 94. 40
Age. ss. 98, 99.
6
Althusius ile benzer şekilde belirli bir rejimin iyi olduğunu kabul etmez. Ona göre
egemenliğin özel taşıyıcısı durumunda olan kişi ya da kişiler söz konusudur.41
Ayrıca Grotius
egemenliğin doğal hukuktan kaynaklandığını savunur.42
Ne var ki Althusius gibi tiranlaşan
yöneticiye karşı direnmeyi doğal bir hak olarak görmez.43
Çünkü devletin amacı eğer dirlik ve
düzeni sağlamak ise, buna zarar vererek esenliği bozan direnme hakkını yasaklayabilir. Aksi
takdirde devletten değil, toplum bağı oluşturmayan kalabalık sürürsünden bahsedilebilir.
c. Vitoria
İspanyol kuramcılardan olan Vitoria, modern uluslararası hukukun kurucusu kabul
edilir. Fakat siyasal toplum, kilise ve insan hakları üstüne yaptığı çalışmalar onu siyaset
kuramcıları için önemli hale getirmiştir.44
Vitoria da diğer kuramcılar gibi devletin kaynağının
insan doğasına bağlar ve gereksinimlerinin karşılanmasını sağlayan bir yapı olarak görür.
Siyasal iktidarın kaynağını tanrı olarak gören Vitoria, egemenliği tümüyle krala vermez.
Burada kraldan bahsedilmiş olması Vitoria için en makul yönetimin monarşi olmasından
dolayıdır. Kral yasalara göre hükmetmek zorundadır fakat etmiyorsa bu onun sorunudur.
Halka krala karşı direnme hakkı vermez.45
Çünkü Vitoria, siyasal toplumun halkın rızasıyla
oluşturulmuş bir toplum sözleşmesine dayandığı kabul etmez. Sömürgeye karşı olan Vitoria
kafir algısına da karşıdır. Müslüman ya da Yahudilerin mallarına el konulmasını doğru
bulmaz. Özgürlük, mal ve cam güvenliğini Hıristiyanlığa bağdaşık görmez.46
Bu hoşgörülü
yaklaşımının temelinde bütün insanlığı içine alan haklar kuramı yatar. Bu kuram gereği, dini
ne olursa olsun tüm insanlar doğuştan eşittir.47
Bu kuram da aslında insanın tanrının
yeryüzündeki görüntüsü olduğu görüşüne dayanır.
Uluslararası hukuk ilkesi olarak kabul edilebilecek savaşma kriteri olarak üç madde
sayar. Bunlar yeterli haklı neden, meşru otorite ve doğru amaçtır. Buna göre savaşacak olan
toplum ciddi bir haksızlıkla karşılaşmış olmalı, meşru bir otoriteye sahip olmalı ve yalnızca
haksızlığa uğradığı zararın telafini amaçlamalıdır.48
Bunlardan başka Vitorio’nun ilk kez dile getirdiği plebisit ve dinsel hoşgörü gibi
kavramlar onu devrinde çığır açar hale getirmiştir.49
Vitoria’dan başka kayda değer İspanyol kuramcılardan biri de Las Casas’dır. Onu
önemli kılan sömürge haline getirilen yeni kıtayı anlatırken olumsuz Batı uygarlığına karşı
geliştirdiği İyi vahşi kavramıdır. Las Casas, kıtada yaşanan soykırıma karşı tepkisini dile
getirirken, “inanıyorum ki bu kadar haksız, zorba, barbar bir biçimde işlenen iğrenç, şerefsiz,
41
Age. s. 104. 42
Age. s. 105. 43
Age. s. 106. 44
Age. s. 112. 45
Age. s. 113. 46
Age. s. 114. 47
Age. s. 118. 48
Age. s. 119. 49
Age. s. 120.
7
inançsız suçlar yüzünden tanrı öfkesini İspanya üzerine boşaltacaktır; çünkü böylesine bir
yıkım ve kıyım pahasına el konulan kanlı zenginliklerden tüm ülke pay aldı” demektedir. 50
Bir diğer önemli İspanyol düşünür Mariana’dır. O da devletin temelinde aileye
dayandığını düşünür. Çıplak, zayıf ve savunmasız doğan insan başkalarının yardımına
muhtaçtır. Bu durum ilerleyen dönmelerde de devam eder. İnsan ihtiyaçlarının karşılanması
için barış ve adaleti sağlayacak yaygın bir siyasal birliktelik kurmak ister. Tabi olarak bu
birliktelik yasallığını toplum üyelerinin rızasından alır. Bu da şuna varır: kral yasal olduğu
sürece kaynağını halktan alır.51
Mariana’yı düşünürlerinden ayıran bir diğer nokta ise özel
mülkiyet olarak sadece gayrimenkulleri görmemesidir. Ona göre insanın parası da onun şahsi
mülküdür ve el konulamaz veya aşırı vergilendirmeye tabi tutulamaz.52
d. Francisco Suarez
Granada doğumlu olan Suarez iyi bir hukuk eğitimi almış, ardından üniversitede uzun
yıllar ders vermiştir. Suarez devletin iç içe geçmiş doğal kümlerden oluştuğun iddia etmiştir.
Buna göre en temelde aile vardır. İnsan ihtiyaçlarını karşılayabilseydi en başta aile denen bu
yapıya gerek olmazdı.53
Aslında bu düzen tanrının buyurduğu düzendir ve yapay değildir.
Böyleyken siyasi iktidarın kullanımını iradeye bağlar. De Opere adlı eserinde siyasal birlik,
aile ve bireyleri, toplumun yöneticisine bağlayan ve bu topluluğun varlık koşulu olan açık ya
da gizli bir anlaşmaya bağlıdır.54
Buna göre Suarez yöneticileri iktidarın sahipleri değil halkın
hizmetkârları olarak görür.55
Bu da onları iktidarlarında halka karşı sorumlu kılar. Aksi
takdirde, tiranlaşan kral yasallığını yitirir ve halkın direnme hakkı doğar.56
Zorba kralın
tahttan indirilmesine ve öldürülmesineyse konsensüs şartı koyar. Suarez’in bu kuramına göre
yönetimin şekli, halkın rızasına dayandığı sürece önemsizdir. Kalıtımsal monarşi dahi olsa ilk
kralın tahta geçişinde halkın rıza vardıysa, sorun yoktur. 57
3. BÖLÜM: Thomas Hobbes
Yaşamı
“Ben ve korku ikiziz” diyen Hobbes, 1588’de İngiltere’de doğmuştur. İspanyanın
İngiltere’ye saldıracağı haberi korkusuyla erken doğmuş, tüm yaşamı boyunca da korku ile
yaşamıştır. Bu durum siyaset felsefesini de korku ve güvensizlik üzerine temellendirmesine
neden olmuştur.58
Kuramında sürekli bir güven ve istikrar arayışı vardır. Oxford
üniversitesine giden Hobbes, buradan ayrıldıktan sonra pek çok varlıklı ailenin çocuğuna özel
öğretmenlik yapmıştır. Bu durum bu ailelerin sahip olduğu geniş kütüphanelerden
50
Age. s. 133. 51
Age. s. 143. 52
Age. s. 144. 53
Age. s. 146. 54
Age. s. 147. 55
Age. s. 149. 56
Age. s. 150. 57
Age. s. 151. 58
Age. s. 166.
8
faydalanmasına ve Avrupa’nın pek .ok yerini gezmesine imkan sağlamıştır.59
Yaşadığı dönem
İngiltere’sinin siyasi çalkantıları da kuramını geliştirmesine katkı sağlamıştır. Kralcıların
cumhuriyetçilere karşı ayaklanması ve yaşanan iç savaş, Hobbes’un tek elde egemenlik
kavramını geliştirmesine neden olmuştur. Cumhuriyetçilerin, I. Charles’a zorla parlamento
kurdurtması ve onun bu parlamentoyu engellemesi, iç savaşa neden olmuştur. Olaylara
müdahale eden Oliver Cromwell, kraliyet güçlerini alt ederek I. Charles’ı astırır ve
“Commonwealth”i kurar.60
Bu aslında Cromwell’in askeri diktatörlüğüdür. Monarşiyi
savunan Hobbes ise korktuğu için bu dönemi İngiltere dışında geçirir. En önemli eserlerini bu
dönemde veren Hobbes, aynı zamanda daha sonra Cromwell’in yerine kral olarak tahta
geçecek olan II. Charles’a ders verir. Bu kendisine itibar kazandırmış olsa da ateist eserleri
incelemek üzere kurulan komisyonun eserlerini sakıncalı bulması nedeniyle korkuya kapılır
ve yine İngiltere’yi terk eder.61
Tüm bu korkuları hayatın tehlikelerinden kaçınması sağlamış
ve 91 yaşına kadar yaşamıştır.
Felsefesi
Hobbes, felsefesini kurarken Galileo’nun geometri ve mekanik konusundaki
düşüncelerinden etkilenir ve doğadaki her şeyin devinim ilkesine göre hareket ettiğini kabul
eder. Böylece dine ve dünya dışı değerlere hiçbir şekilde başvurmayan kendi içine kapalı
mekanik materyalist bir sistem geliştirir.62
Bu haliyle en karmaşık yapay cisim olan devletin
bilimidir.63
Ne var ki bu karmaşık sistemi açıkladığını düşünen Hobbes, bu konuda hiç de
mütevazı değildir. Nitekim De Corpore adlı eserinde “eğer fizik yeni bir şeyse, siyaset
felsefesi bundan da yenidir. Siyaset felsefesi benim yapıtım De Cive den daha eski değildir”
diyerek modern devleti ilk tanımlayan kişi olduğunu gösterir.64
Hobbes’a göre siyaset
biliminin amacı siyasal olayların ardındaki neden –sonuç ilişkisini açıklamak ve bu sayede
barışı sağlamaktır.65
Fakat şimdiye kadar kimse bunu başaramamıştır. Ona göre bunu
kendinden önceki düşünürlerin başaramama nedeni bunun için bilimsel bir yönteme sahip
olmamalarından kaynaklanmıştır.66
Bu yöntem ayrıştırıcı-birleştirici yöntemdir. Buna göre bir
şeyi anlamak için onu oluşturan parçaları anlamak gerekmektedir. Devleti de anlamak için
onu dağılmış farz edip, insanı tanımak gerekmektedir. İnsan doğası nedir, hangi nedenler
onarlı devlet kumaya iter, bir devlet çatısı altında birleşenler nasıl davranmak zorundadır gibi
soruların cevaplarını bulmak gerekir. Bu şekilde devleti oluşturan en küçük parça olan insan
doğası anlaşıldıktan sonra, onun kurduğu devlet anlaşılabilir.
Hobbes, insan doğasını açıklarken insanın en temel güdüsünün güvenlik olduğunu ileri
sürer. Bu mantıkla insanın gözünde yaşamını koruyan ve sürdürmesini sağlayan her şey
59
Age. s. 167. 60
Age. s. 173. 61
Age. s. 174. 62
Age. ss. 175, 177. 63
Age. s. 178. 64
Age. s. 166. 65
Age. s. 182. 66
Age. s. 183.
9
iyidir.67
Buna göre en kötü şeyse ölümdür. Hobbes, Aristoteles’in aksine insanın doğuştan
toplumsal olmadığını savunur.68
Ona göre toplumsallık sonradan kazanılır.
Doğa Durumu
En basit ifadesiyle doğa durumu devletin bulunmadığı durumdur.69
İnsanların bir
birliği değil kalabalığı oluşturduğu durum. Böyle bir durumda insanların korktukları ortak bir
güç olmadığı için kargaşanın hüküm süreceğini var sayar. Merkezi bir iktidarın bulunmadığı
bu durumda sürekli olarak şiddetli bir ölüm tehlikesi ve ölüm korkusu hüküm sürer.70
İnsanlar
için korkulacak ortak güç olarak ise egemen devleti gösterir. Bunu da başyapıtına isim olarak
verdiği Leviathan olarak adlandırır. İbranice bir kelime olan Leviathan, büyük bir su
canavarıdır.71
Hobbes, siyasetin bulunmadığı bir durumun ürünü olan savaşı doğa durumunun
özelliği olarak kabul eder. Savaş insan doğasını ve yaşam koşullarının bir ürünüdür.72
Savaşta
güç ve hile kullanılmasını ise en büyük iki erdem olarak kabul eder. Herkesin birbirleriyle her
türlü aracı kullanarak savaşmasının üç nedeni vardır. Bunlar: rekabet, güvensizlik ve onurdur.
Birincisi insanlara kazanç, ikincisi güvenlik, üçüncüsü ise şöhret için insanı saldırganlığa iter.
Fakat hepsinin temelinde yatan nedense yaşamını sürdürmedir. 73
İnsanı rasyonel bir varlık kabul eden Hobbes, korku ve güvensizlik ortamından
kendilerini kurtarmak için bir araya gelip üstün bir erk oluşturduklarını ileri sürer. Bunun
sağlanması için kendisine tehlike oluşturabilecek başka büyük bir erk kalmayıncaya kadar,
zorla ya da kurnazlıkla elinden geldiğince çok insana hakim olmak zorundadır.74
Fakat bunu
sağlamak için gücünü artıran insanın karşısındaki insan da gücünü artırır. Bu da eşitler arsında
süre giden sürekli bir savaşa neden olur. Bu nedenle insan yaşamı yalnız, yoksul, kötü, vahşi
ve kısadır. Kısacası insan insanın kurdudur: Homo homini lupus.75
Hobbes’un bahsetmiş olduğu bu durumunun en kötü yanlarından biri de ileri bir
toplumun oluşmasına izin vermemesidir. Çünkü doğa durumunda yaşanan anarşi ortamı
nedeniyle ne sanata, ne sanayiye ne de bilime yer vardır. Öyle ki bu ortamda toplumsal bir
67
Age. s. 186. 68
Age. s. 187. 69
Age. s. 192. 70
Age. s. 193. 71
Age. s. 173. 72
Age. s. 199. 73
Age. s. 200. 74
Age. ss. 200, 201. 75
Age. s. 201.
10
yaşamdan bile söz edilemez.76
Bu ortamda hiç kimse elindeki şeye dahi sahip çıkamaz. Yani
bu durumda özel mülkiyet de yoktur.77
İşte Hobbes’un tarif ettiği doğa durumunda böyle bir yer olarak iç savaş içinde
yaşayan insanlar gösterilebilir. Hobbes insanların her an savaş nedeniyle böyle bir duruma
düşebileceklerini ön görür. 1640’ların İngiltere’si buna gösterilebilecek en iyi örnektir.78
Ve
insan rasyonalist olduğu için, refah içinde yaşamayacağı bu doğa ortamından kendi kurduğu
yapay ortama sözleşme yoluyla geçer. Bu yapay ortam ise devlettir.79
Toplum Sözleşmesi
İnsanı akılcı kabul eden Hobbes, güvenlikli ve refah bir ortamda yaşamak için
insanların karşılıklı olarak bir sözleşme yaptıklarını ve kendilerinden büyük bir yapıya
kendilerini yönetme hakkını verdiklerini belittir. Zaten Hobbes’a göre en büyük ve sürekli
toplumların kökeninde birbirlerine iyilik duyan insanlar değil birbirlerinden korkan insanlar
vardır.80
İnsanların bilinmeyen yaptıkları bu sözleşmeye göre daha sonra bir tane daha
eklediği 19 kural vardır. Tüm bu kuralların özünde ise şu vardır: başkalarını sana ne
yapmasını istiyorsan, onlara onu yap.81
Sürekli korku içinde yaşayan insanlar bu panik haliyle
ortak bir akla ulaşırlar ve siyasal bir toplumun gerekliliğine karar veririler. Bu oydaşmadan
doğan aslında şudur: haklarını ona (Leviathan) bırakman ve onu bütün eylemlerinde benim
yaptığım gibi yetkili kılman koşuluyla, kendimi yönetmek hakkımı bu kimseye ya da bu
kurula bırakıyorum ve onu yetkili kılıyorum.82
Burada oyçokluğundan bahsetmiş olsa da
Hobbes’un demokrasiyi önerdiği söylenemez. Sadece devletin kökeninde demokrasi
bulunduğunu, diğer yönetim biçimlerinin de bundan türediğini iddia eder.83
Hobbes, burada bilinmeyen bir zamanda yapılmış bir sözleşemeden bahsetmiştir. Peki
ondan sonra gelen insanlar neden bu sözleşmeye uymak zorundadır? Hobbes’a göre bu
oluşturulan büyük erkin yüreklere saldığı korkuyla açıklanabilir. Bundan başka bu refah
ortamında yaşamak isteyen insanlar gönüllü olarak kulluğu kabul etmektedirler.84
Devlet Biçimleri
Hobbes üç tür devlet biçimi olduğunu söyler. Bunlar tek kişinin yönetimde olduğu
monarşi, bir grubun egemen olduğu aristokrasi ve halkın yönetime katıldığı demokrasidir.
Bunların dışındaki yönetim biçimlerininse bunların bozulmuş ya da halkın gözündeki halidir.
Mesela monarşi ve tiranlık da egemenlik tek kişinin elindedir. Eğer halk memnun değilse
kralı halkın gözünde tirandır. Karma yönetim diye bir şey yoktur, sadece kargaşa vardır. 85
76
Age. s. 203. 77
Age. s. 204. 78
Age. s. 205. 79
Age. s. 206. 80
Age. s. 207. 81
Age. s. 210. 82
Age. s. 212. 83
Age. s. 226. 84
Age. s. 224. 85
Age. s. 227.
11
Hobbes, esasında monarşiyi mantıklı bulsa da aristokrasi ve demokrasiyi de kabul
etmiştir. Esas olan iç savaşa mahal vermeyecek güçlü bir egemenin bulunmasıdır. Monarşiyi
kuramının bir uzantısı olarak görmemek gerekir. Öte yandan monarşinin en mantıklı yönetim
biçimi olduğunu kanıtlama yoluna gitmiştir. Mesela kralın yardakçıları nedeniyle devletin
zarara uğratıldığını söyleyenlere demokrasilerde daha fazla istismarcı olduğunu söyler. ayrıca
aristokratik ve demokratik rejimlerde mecliste her kafadan bir ses çıkması nedeniyle karar
almak güçleşir ve hizipleşmelere neden olur.86
Oysa kral tek olduğu için kendisiyle
anlaşmazlığa düşme ihtimali yoktur. Bundan başka, demokrasilerde halkın çıkarlarıyla
yöneticilerin çıkarları her zaman örtüşmez. Fakat monarşilerde halkın çıkarı aslında kralın
çıkarıdır. Çünkü halk ne akar zenginse kral da o kadar zengindir.87
Egemenin Özellikleri
Egemen mutlaktır ve ondan daha üstün bir güç yoktur. Egemen sözleşemeye taraf
olamadığı için hiçbir yükümlülük altında da değildir.88
Diğer yandan güç sahibi olmalıdır.
Kılıçla yapılmayan sözleşmenin ya da kılıç güvencesinde olmayan sözleşmenin sadece sözden
ibaret olduğunu ifade eder.
Egemen erki süreklidir ve bölünemez. Krallıktaki veraset sisteminde olduğu gibi diğer
yönetim biçimlerinde de yeni egemenin aralıksız tespit edilmiş olması gerekir. Dahası
egemenlik bölünmemelidir. Hobbes erklerin ayrılığı ilkesine karşı çıkar. Zaten bölünmesi
durumunda doğa durumuna dönüleceğini ileri sürer.89
Buna örnek olarak Cromwell’i örnek
gösterir. Leviathan’ın yani kralın egemenliği sınırlandırılmak istenmiş, bu da iç savaşa neden
olmuştur. Tekrar bu durumdan kurtulmak için insanlar yeni Leviathan yaratmışlardır: Avam
Kamarası (ya da diğer ifadesiyle Cromwell).90
Yasaları egemen yapar fakat yasalara bağlı değildir. Yasalarla sınırlanmış olması
egemenin üstünde bir erke işaret ettiği için egemeni, egemen olmaktan çıkartır. Diğer yandan
Leviathan aslında bir hukuk devletidir.91
Her ne kadar yasalardan bağışık olması devleti bir
tirana çevireceği öngörülse de, Hobbes bunun imkânsız olduğunu ileri sürer. Ona göre
egemenin adaletsizlik ve kötülük yapması olanaksızdır. Bütün buyrukları ve eylemleri iyidir
ve adildir. Çünkü iyilik ve adalet için feragatte bulunan yurttaşlar egemenin iktidarının
pekişmesini sağlayacaktır. Bir diğer ifadesiyle egemenin iyiliği ile halkın iyiliği birbirinden
ayrılamaz. 92
Fakat Hobbes devletin sansürcü yaklaşımını ise destekler. Ona göre kanılar çok
tehlikelidir ve egemene zarar verecek kanıların egemenin esenliği sağlamak için denetlemesi
gayet normaldir.93
Din-Devlet İlişkisi
86
Age. s. 228. 87
Age. s. 229. 88
Age. s. 230. 89
Age. s. 233. 90
Age. s. 232. 91
Age. s. 234. 92
Age. s. 238. 93
Age. s. 239.
12
Hobbes tek egemeni ve egemenliğin bölünmezliğini savunduğu için, yasaların
karşısına dinsel kuralların, kamusal otoritenin karşısına da ruhani otoritenin çıkmasını iç savaş
nedeni olarak görür.94
Kutsal kitapların içerdiği teolojiye yer vermesininse iki nedeni vardır.
Birincisi, bu sayede kendi doktrinini güçlendirmek, ikincisi kendi yorumlarını getirerek bu
kutsal metinlerin otoritesini çökertmek. Hobbes halkın farklı görüşlere inanabileceğini fakat
bunun egemenin otoritesini yok saymaya neden olmaması gerektiğini belirtmektedir.
Egemenin, belli bir dini benimsetmeye zorlasa dahi buna karşı çıkılmaması gerektiğini çünkü
asıl olanın insanın özünde neye inandığıdır. Her ne kadar Hobbes’un hoşgörüyü önerdiği iddia
edilmişse de insanların öz inancına zaten karışılamayacağına göre böyle bir şeyden bahsetmek
yersizdir.95
Bu mantıkla kilise de olabilir, ne var ki Hobbes onu da egemenin otoritesinin
altına yerleştirir.96
Egemenin Sınırları
İnsan tümüyle egemenliğini Leviathan’a bırakmış olsa da hala kendine ait bazı hakları
vardır. Mesela egemen yurttaşın canına veya bedenine zarar veremez, yaşamı için kendisine
gerekli olan şeylerden onu yoksun bırakamaz, affedilmesi garanti edilmiyorsa suçunu itirafa
zorlanamaz ya da zorla askere alınamaz.97
Öyle ki zaten doğadan gelen bu haklarını korumak
ve ihtiyaçlarını karşılamak için sözleşmiş olan insan, bunların ihlaliyle sözleşmeyi bozmuş
olur.98
Hobbes, bu durumda yurttaşa direnme hakkı sunmuş olsa da bu durumda egemen ve
birey doğa durumuna dönmüş olacak ve egemen yine onu ortadan kaldırma yoluna gidecektir.
Haliyle birey için akılcı olan, barış zamanında kendisini koruyan egemenin yanında savaş
zamanında da olmaktır.99
Özetle, Hobbes esenlik içinde bir devlet için egemen bir gücü şart koşar. Bunun için
devletin biçimi önemsizdir. Kurulu bir düzen de hangi yönetim biçimi daha iyidir sorusu ise
yersizidir.100
Tüm ileri sürdüğü düşüncelerle aslında Hobbes modern devleti anlatır. Devletin
kökenine insanı yerleştirmesi, yasalara mutlak itaat, özel yaşam özgürlüğünü tanıması
bunlardan bazılarıdır. Hobbes bu modern devlette gönüllü olarak halkın itaatinden bahsetse de
buradan demokrasiyi savunduğu çıkarılmamalıdır. Hobbes’un anlattığı hala kral-devlettir.
Kralı halk seçse de o halktan ve yasalarından egemenliğin sahibi olarak ayrılmaktadır. Ne
zaman halk asıl egemen olursa o zaman kral-devletten ulus-devlete geçilir.101
94
Age. s. 247. 95
Age. s. 254. 96
Age. s. 251. 97
Age. s. 266. 98
Age. s. 267. 99
Age. s. 268. 100
Age. s. 273. 101
Age. s. 280.