Ödemiş'te Çoban Dede Türbesi ya da Kızıl Ali Zaviyesi, ayrı basım
-
Upload
independent -
Category
Documents
-
view
0 -
download
0
Transcript of Ödemiş'te Çoban Dede Türbesi ya da Kızıl Ali Zaviyesi, ayrı basım
Mustafa Büyükkolancı’ya Armağan
Essays in Honour of Mustafa Büyükkolancı
Editör / Edited by
Celal Şimşek
Bahadır Duman
Erim Konakçı
ISBN 978-605-4701-53-7
© 2015 Ege Yayınları, İstanbul
Yayıncı Sertifika No / Publisher Certificate No: 14641
Bütün hakları saklıdır. / All rights reserved.
Kapak Tasarımı
Mustafa Bilgin
Bu kitapta yayınlanan makalelerdeki bilimsel içerik ve etik ile ilgili tüm sorumluluklar yazarlarına aittir. Kaynak gösterilerek alıntı
yapılabilir.
The academic content and ethical responsibility of the articles published here rest upon their authors. Quotations may be made with proper
citation.
skı / Printed by
Matsis Matbaa Hizmetleri
Sefaköy / İstanbul
Tel: 0212 624 21 11 www.matbaasistemleri.com
Sertifika No / Certificate No: 20706
Yapım ve Dağıtım / Production and Distribution
Zero Prod. San. Ltd. Şti.
Abdullah Sokak, No. 17, Taksim
34433 Istanbul - Turkey
Tel: +90 (212) 244 7521 Fax: +90 (212) 244 3209
e.mail: [email protected]
www.zerobooksonline.com/eng
www.egeyayinlari.com
ÖDEMİŞ’TE ÇOBAN DEDE TÜRBESİ YA DA KIZIL ALİ ZAVİYESİ
Ödemiş’te Çoban Dede Türbesi ya da Tekke Olarak Bilinen Kızıl Ali (Cüneyd) Zaviyesi
ve Küçük Menderes Havzası’nda İlk Türkmen Yerleşim Tarihi Üzerine Bir Araştırma*
Emin BAŞARANBİLEK**
Eski Sungurlu karyesinin ve mezarlığının hemen yakınında, Ödemiş’ in (Otamış) çeperinde, eski Tekke
Mahallesi’nde yer alan sekizgen planlı kümbet; hem mimarlık açısından hem de Türkmen yerleşim tarihi açısın-
dan incelenmeğe değer bir yapıdır.
Mimarlık Açısından Kızıl Ali Kümbeti
Duvar kalınlığı 66 cm. olan ve temeli doğrultusunda uzanan sekizgen gövdesi üzerinde aynı plan şemasına
oturan yüksek sekizgen piramidal külahla örtülü bir kümbettir (Çiz. 1-2, Res. 1-2).
Taşırılmış, birbirine bindirmeli kayrak taşlarla oluşturulan silme (Res. 3) ile sona eren 530 cm. yüksekliğindeki
gövdesi üzerinde, 763 cm. yükselen piramidal külah sivri taş tepeliği ile son bulur. Yapının yüksekliği 1293
cm.dir. Oturtmalığı ve cenazeliği yoktur. Yapının gövde duvarı moloz taş ve Antik dönemden kalma,
Hypaipa’dan getirilmiş olduğu belirtilen, birisi yazıtlı (Res. 4) devşirme1 blok mermerlerle yekpare olarak örül-
müştür.
Dış cephesi, müdahale edilip kireçle badanalandığı için, yapının hem teknik hem de görsel açıdan okunmasını
engellemektedir.
Doğu cephesi, iki yanal cepheye kare bir görünümle taşırılmış ve bu kısımda dikdörtgen bir çökertme oluşturu-
larak içinde kapı açıklığı bırakılmıştır (Res. 5). Kapı açıklığı; kaynak kullanılmadan, demir pimlerle tutturulmuş
sıcak demirci işi, iki kanadı da açılabilen demir bir kapıyla örtülüdür. Kapı üzerindeki çökertme, sivri kemerli
bir yapı kitabesi yeri ile son bulur. Yapılan bu taç kapının çökertmelerini çevreleyen tuğla ile örülmüş bordür
halindeki mimari geometrik bezemeler, giriş eylemini hareketlendiren bir etki yaratır (Res. 6).
Demir kapıdan girildiğinde, girişinde oluşturulmuş merdiven sahanlığına inilir ve iki basamakla yapı zeminine
çıkılır. Yapı içte de dış plan geometrisine uyan sekizgen planlıdır. Yapı gövdesi, içeride -sanırım 2006 yılında-
sıvanmış, ayrıca boş duran zeminine de betondan bir lahit ile yazısız şahide taşları yapılmış ve yeşil yağlı boya
ile boyanmıştır (Res. 7).
___________________________ * Bu çalışma; araştırmalarım, edindiğim bilgiler ve bunlara bağlı olarak yaptığım çıkarımlar sonucu oluşturduğum bir
tarih tasarımıdır. Kuşkusuz bu tasarım, “ihtiyat kaydıyla tasarım denemesi” olarak görülmelidir; çünkü üzerinde
durulan konu ile ilgili sınırlı belge ve bilginin varlığı bunu gerektirir. Belgeleri ulaştıran E. Müzeci Şinasi Başal ve
Doç. Dr. Bilgin Aydın’a, okuyan Araştırmacı Yazar Cevat Yıldırım’a, kümbetin fotoğraflarını çeken Levent
Aybars Özdemir’e teşekkürlerimi sunarım.
** Arkeolog - Emekli Müzeci. E.mail: [email protected]
1 Reinach 1885, 146-155.
100
Emin Başaranbilek
Yapının sekizgen piramidal külahının, içeriden taş tepeliğine kadar tuğla ile örüldüğü görülür (Res. 8). Özgün
olan bu tuğla dokusu incelendiğinde, içte gövde bitiminden itibaren oluşturulan ahşap bir külah kalıbı üzerine
tuğla ile örüldüğü izlenimi vermektedir. Muhtemelen, sivri taş tepeliği ile bağlanan tuğla yapı üzerine, dışta
silme üzerinden başlayıp tepeliğe doğru daraltılarak ve dolayısıyla hafifletilerek moloz taşla örüldüğü ve
sıvanarak yanal külah yüzeylerinin yapıldığı anlaşılmaktadır. Çünkü sekizgen külah, dışta silme üzerinde, gövde
duvarı kalınlığında bir kesit göstermektedir. Sanırım külah yapımı tamamlandığında, içeride geçici olarak
yapılan ahşap kalıp sökülmüş olmalıdır.
Yapının kuzey, güney ve batı cephelerinde yer alan dikdörtgen biçimli çökertmelerden kuzey ve batıdakine yu-
varlak kemerli birer pencere yerleştirilmiş (Res. 9), güneydeki köreltilmiş pencere görünümünde olana içeride
mihrap oluşturulmuştur. Bu pencerelere içeriden bakıldığında, kuzey cephedeki pencerenin bir kısmının
sonradan örtüldüğü anlaşılıyor. İçeride, kapı ve pencerelerin üstlerinde ahşap lento bulunmaktadır.
Bu kümbet, havzada yer alan piramidal planlı ve külahlı kümbetler arasında; külahı en yüksek olandır.
Bu yapı ile ilgili olarak yayın taraması yaptığımda, ne mimarisini ne de tarihini anlatan bir kitaba ve makaleye
rastlamadım.
Ödemiş ortaokulunda 12.9.1932-31.3.1936 tarihleri arasında tarih-coğrafya öğretmenliği yapan, Aydınoğulları
Beyliği incelemesi bugüne değin bilim çevrelerinde önemli bir kaynak kabul edilen Prof. Dr. Himmet Akın’ın
kitabında bu yapıdan söz edilmiyor2. Anadolu kümbetleriyle ilgili geniş kapsamlı bir araştırma yapan Dr. Orhan
Cezmi Tuncer, Anadolu’da saptadığı ve listesini verdiği 344 kümbetten 237’sini incelemeye almış olmasına
karşın; bu yapı, üç ciltlik kitabın listesinde yer almıyor3.
Ayrıca, bu yapıyı ve çevresinde var olabilecek dönem yapılarını zaviye olarak düşündüğümüzde; fetih dönemi
zaviyelerinin süreç içerisinde yok olması ya da değişime uğraması, tarihsel açıdan ve de mimarlık açısından pek
araştırılamaması, konuyu analitik bir yaklaşımla değerlendirmemizi gerekli kılıyor.
Tarihin ve Sanat Tarihinin Bize Aktardığı
Paul Wittek’in belirttiği gibi “XIII. yy.ın ilk yarısında Moğol/İlhanlı baskısı, Asya’daki Türk aşiretlerinin ve dervişlerinin Anadolu’ya göçünü hızlandırdı. Horasan, İran ve Irak’tan İlhanlı baskısı ve vergileri dolayısıyla
Türkmenlerin Anadolu’ya göçü ile Batı Anadolu etnik ve siyasi bakımdan 1300’de Türk oldu. Denizli yöresi
1204 yılından sonra, Karya 1261 yılından itibaren Türklerin eline geçti. Balıkesir çevresinin fethi 1302 – 1306, Manisa çevresinin 1313, Aydın’ın 1282, Küçük ve Büyük Menderes havzalarının 1278–1304/1308 tarihlerinde
tamamlandı. 1291 yılında Menteşe Beyliği’nin Milas’ta Sultan II. Mesud adına bastırdığı sikke; artık Batı
Anadolu’da siyasi egemenliğin Türklere geçtiğinin bir anlatımı ve kanıtı oldu”4.
A. Munis Armağan’ın anlatımıyla, “Fetih ve yerleşim sürecinin ana kurumu zaviyelerdir. Bu kurum; sözlüklerde
tekke, dergah, hankâh, asithane, imaret ve ribat karşılığı olarak kullanılmasına karşın, dönem kayıtlarında
tümüyle “zaviye” olarak geçer. Ahi, sultan, baba, dede, şeyh, abdal gibi dinsel ve sosyal kimlikleri ile aşiretlerinin, cemaatlerinin başında yer alan Horasanîlerin fetih sürecine “vurucu güçleriyle” katılmaları,
onların aynı zamanda “emir-i kebir” olduklarının da kanıtıdır. Kim olursa olsun geleni gideni ağırlama ve
doyurma işlevini gören bu zaviyeler çevresinde Türkmen yerleşimlerinin oluşmasını bu dinsel ve sosyal önderlik sağlamıştır. Tahrir, mufassal, icmal, timar, yaya, konar-göçer, cemaat, kadı ve vakıf defterlerinde bu dinsel ve
sosyal kimliklerin zaviyelerine ait kayıtlar; Türklerin yerleşim hareketlerinin saptanmasında kaynak oluşturur”5.
__________________________
2 Akın 1968.
3 Tuncer 1991.
4 Wittek l999.
5 Armağan 2006.
101
Ödemiş’te Çoban Dede Türbesi ya da Kızıl Ali Zaviyesi
Bu gerçekliğe dayanarak, halkın tekke diye tanımladığı bu yapı ilk dönem zaviyelerinden olmalıdır. Böyle
mekânlar, göç halindeki Türkmen topluluklarının ve gelen geçen yolcuların sosyal gereksinmelerini karşılayan,
onlara öğün yemekleri sunan, güvenliklerini sağlayan merkezler idi ve ilk Türk yerleşimlerinin oluşumunu da
gerçekleştiren bir sosyal konuma sahipti. Bu sosyal olguların yapılanmasına bakıldığında; Heterodoksi
dervişlerin bu yerleşim sürecinde öncülük ettikleri bilinmekte, kendi adlarıyla kurulan ya da yeniden yaşama
kavuşturulan -şenlendirilen- yerleşmelerin oluşumunu sağladıkları tarihi kayıtlarda görülmektedir.
Semavi Eyice, “Osmanlı kuruluş ve yayılış devrinin sosyal bünyesinde çok büyük bir yer tutan Ahîlik
müessesesini ve batının şövalye-rahipleri gibi fetholunan yerlerin Türkleşmesinde, ordunun gayretlendirilmesinde bariz tesirleri olan gezgin dervişleri veya kolonizatör dervişleri bu arada hatırlamamağa
imkân yoktur” demekte ve bunların çoğunun kökünü Türk ana yurdundan aldığını belirterek “Ahîlik
müessesesinin de XVI. yy.dan sonra tamamen ilk mahiyet ve mânâsını kaybederek bir esnaf teşkilatı hâlini almış” olduğunu söylemektedir6.
Ömer Lütfi Barkan’ın saptadığına göre , “1530-1540 tarihleri arasında yapılan tahrirlere göre Kastamonu,
Alaiye, Hamit, Karahisar-ı Sahip livaları dahil bütün Anadolu sancaklarını ihtiva eden Anadolu eyaletinin büyük bir kısmında, Anadolu vilayetinde 626 zaviye ve hankâh, Karaman eyaletinde 272 zaviye, Amasya,
Çorum, Sivas, Trabzon, Malatya taraflarını ihtiva Rum vilayetinde 275 zaviye ve hankâh vakıf yoluyla
işletilmektedir”7. Bunların toplamı 1172 zaviye eder ki, eğer Balkanlarda ve diğer Osmanlı coğrafyalarında
bulunanları da eklersek 1500’den fazla zaviyenin varlığından söz edebiliriz.
Semavi Eyice ise, “İlk Osmanlı Devrinin İçtimai Bir Müessesesi: Zaviyeler ve Zaviyeli Camiler” [Bazı
araştırmacılar bu tür yapılar için “tabheneli camiler” terimini kullanmaktadır] adlı makalesinde; incelediği
mimarlık örneklerinden yanları kanatlı binaların bir kısmının günümüze kadar zaviye adı altında geldiğini,
zaviyelerin Asya’da olduğu gibi yeni yurtlarında da şehirlerarası yollarda kurulduğunu, arandığı takdirde her
halde Anadolu’da başka örneklerin de ortaya çıkacağını belirterek “…bugün bunlardan hâlâ namaza açık olanlar halk arasında cami olarak tanınmakta ise de yakın zamana kadar imaret denildiğinin tespit edildiğini”
anlatmakta ve “Ayrıca bu çeşit binalardan bazıları için evvelce tekke oldukları yolundaki bazı inanışın uzun
zaman yaşadığını, mimari terkip bakımından incelediği tipin öncüsü olduğunda şüphe bulunmayan birtakım
binaların da “hankâh, tekke ve zaviye olarak şöhret bulduğu”nu söylemekte ve bütün bunları örnekleriyle
açıklamaktadır. İlk Osmanlı yayılış devrinin kronik, vakfiye ve diğer vesikalarında yüzleri bulan zaviyeden
hemen hemen hiçbir örneğin sanat tarihine ve mimari tipolojisine bu nev’in temsilcisi olarak girmediğini
belirtmekte, bunu garip ve anormal bulmaktadır. “Doğrudan doğruya zaviye olarak yapılan ve bir şeyhe tahsis
edilenlerin de var olduğunu” söylemekte ve zaviyelerin günümüze gelmemesinin nedenini de “bu çeşit yapıların bir kısmının basit ahşap yapılar olmasında, diğer bir kısmının da nispeten erken devirlerde mahiyet
değiştirmelerinde” aramakta ve “Osmanlı yayılış devri zaviyeleri ve zaviyeli imaretlerinin esas görevlerini kaybedip, kendilerinden bekleneni yapamaz duruma girince, doğrudan doğruya bir mahalle camii veya mescidi
hâlini aldıklarını, hatta bazılarında da bu sırada ihtiyaç yüzünden bünyesinde bir takım değişiklikler
yapıldığını” ve “çoğu ahşap olan son devir tekke ve dergahlarının herhalde büyük bir kısmı da manâ ve ruhunu kaybederek çok değişen tarikatların ilk zaviyelerinin arsalarına kurulmuş olduğu” kanısındadır8.
Semavi Eyice, “Niğbolu’da Türklere esir düşerek uzun yıllar aralarında yaşayan Hans Schiltberger, mescid
(meesgitt), zâviye (sephia) ve imaret (emared) olmak üzere üç ayrı çeşit ibadet yeri (tempel) olduğunu” belirtir
ve zaman kayıtlarına da değinerek konuya açıklık getirmiş olur: “Bunlardan mescid günlük ibadete mahsustur.
Zaviye bir şeyhe tahsis olunmuştur ve bir manastır gibidir. İmaret ise yanında büyüklerin türbesi de olan ve
herkesin barınabileceği ve yiyip içebileceği bir tesistir. İmaret daha genel, zaviye daha dar mânalı olmakla beraber, her ikisi
_______________________
6 Eyice 1962-1963,24.
7 Barkan 1962.
8 Eyice 1962-1963, 28.
102
Emin Başaranbilek
de mahalle mescid (yani cami)inden bariz olarak ayırt edilmiş bulunmaktadır. Şu halde zaviye ve imaret sadece
namazlara tahsis olunan cami (veya mescit) lerden ayrıdır”9.
Zaman zaman bilinçsiz müdahaleler sunucu pencerelerinde ve bazı yerlerinde bozulmalara ve özgünlük yitimine
uğrayan araştırdığımız bu yapı, acaba hangi tarihte ve kimler tarafından yaptırılmıştır? Yapı üzerinde herhangi
bir kitabe bulunmaması, bu konuda bazı araştırmalar yapmamızı ve ihtiyat kaydıyla çıkarımlarda bulunmazı
gerekli kılmaktadır. Bu bakımdan, bu yapının yakın geçmişteki -son yüz yıllık- durumunu araştırmak ve yerinde
incelemekle işe başlamak gerekiyor.
Çocukluğumda bu çevre
Çocukluğumun ve ilk gençliğimin (1945–1965) geçtiği Ödemiş’te, bu yapı ile ilgili anımsadıklarım; yapıda ve
çevresinde yapılan tahribatın ve değişimin izlerini taşır. Bugün olduğu gibi Ödemiş’in Karşıyaka Caddesi’nin
Köşebaşı Camisi ile kesiştiği yerden Ali Oba Sokağı’na girilirdi. Bu sokakta köşede bir kahve ve birkaç evle,
sokağın tren yoluna yakın olan yerinde birkaç ev vardı; konar-göçer bir aileden gelen Tekeli Recep’in evi gibi.
Bu sokak, evlerin bitiminde, yükseltilmiş demiryolu hattını geçerek devam ederdi. Konumuz olan bu yapıya
varıncaya değin ortasından atık suların geçtiği, iki tarafında yürüme yolu bulunan derin bir dere yatağı
görünümündeydi. Demiryolunu geçip bu yapıya doğru giderken Ali Oba Sokağı’nın iki tarafında incir bahçeleri
ve tarlalar vardı. Yapıya doğru yaklaşırken yolun kuzeyinde tek-tük evler; güneyinde ise bir-iki tarla ve yakın
köşesinde ise üzeri kiremit örtülü musallası bulunan Tekke Mezarlığı10 vardı. Ali Oba Sokağı; bir ucu Beşgöz
Çeşmesi’ne diğer ucu Zungurlu Mezarlığı’na11 uzanan yol ile kesiştiğinde, güneyinde yer alan Tekke Mezarlığı
ile son bulur ve yapının doğuya bakan kapısının önünden devam eden Ali Oba sokağı, buradan itibaren
‘Kurucadere’ olarak anılırdı. Zamanla kurumuş olmasına karşın, yaklaşık 3-4 m. derinliğinde bir dereydi ve
Zungurlu Mezarlığı’nın arkasından geçerek Kavukçu deresine ulaşırdı; ortasından atık sular geçerdi. Bu yüzden
derenin kuzeyinde, yüksekte kalan tarlanın toprak kıyısı, bahçe yolumuzun patikası olmuştu. Küçük Menderes
kıyısında Lokman Kuyusu, Papaz Kuyusu, Kum Kuyusu, Kavukçuya ulaşan bu yolda dedemin Kuyucu Hafız
Kuyusu, Kavukçu kuyusu (Çakıcı Çeşmesi), Aktaş Kuyusu, Bayram Kuyusu, Karahayıt Kuyusu, Kavak Kuyu,
Gırabi Kuyu gibi menzillere ulaşılır, buralarda bulunan ulu çınarların altında deve katarları, koyun ve sığır
sürülerinin dinlenmesi ve sulanması için mola verilirdi. Son zamanlarda bu kuyular köreltildi, ulu çınarları asfalt
kazanlarına odun oldu…
Aydın dağlarına Antik Dönemden beri geçit veren12, çocukluğumda edindiğim bilgiye göre de, bu yapıdan
uzanan yol ve dağın Küçük Menderes tarafında bulunan, Evliya Çelebi’nin sanırım Beş Boy olarak
adlandırdığı13 Mendegüme olmak üzere, Bodamya, Pirinççi, Bıçakçı, Mezgitli, Adagide, Adagüme, Kazanlı,
Balabanlı, Boynuyoğun, Tire, Ayasulug gibi yerleşmeleri ve köyleri eskiden Ödemiş’e bağlayan ana yol idi. Bu
yerleşmelerden ve yakınındaki belde ve köylerden, yaylak ve kışlaklardan gelen yolcu, bu yapının ve Tekke
Mezarlığı’nın yanından batıya uzanan Ali Oba Sokağı’na girer ve bugünkü Köşebaşı Camisi’ne geldiğinde
Ödemiş’e varmış olurdu. Bu caminin karşısında bugünkü Karşıyaka Caddesi’nde bulunan ve bugün hâlâ var
olan eski evin önünde mermerden bir bini taşı vardı. Yakınlarında bir han olmalıydı. Bu mahallin hemen
batısında da Abdallar mahallesi yer alır.
Çocukluğumda ve ilk gençliğimde incir bahçemize giden yol, özetle Ali Oba Sokağı’ndan, eski Tekke
mahallesinden, Tekke mezarlığının yanından, bu yapının önünden ve Kurucadere’den, geçerdi. Tekke ile
Sungurlu Mezarlığı
___________________________
9 Eyice 1962-1963, 24.
10 Tekke Mezarlığı, 1989–1994 yılları arasında Ödemiş Belediyesi tarafından tesviye edilerek arsaya dönüştürülüp
üzerine İtfaiye Teşkilatı yapısı inşa edilmesi ve imara açılmasıyla tahrip ve yok edilmiştir.
11 Zungurlu Mezarlığı, önünden geçen Adagide ve Bademliye ulaşan karayolunun, bugünkü Karşıyaka Caddesi’ne
yeni bir yol ile birleştirilmesi ve bu yeni karayolunun ve bazı köprülerin bu mezarlıktan toplanan mezar taşlarıyla
yapılması sırasında 1926 yılında tesviye, tahrip ve yok edilmiştir. Zungurlu Mezarlığı 1945 yılında yeniden “Asri
Mezarlık” olarak düzenlenmiştir.
12 Meriç 2009.
13 Evliya Çelebi 2006.
103
Ödemiş’te Çoban Dede Türbesi ya da Kızıl Ali Zaviyesi
arasında, Tekke’ye yakın, kırma çatısı kiremit örtülü, küçük bir mescit vardı. (Bugün mescidi, minare eklenmiş
ve dışı seramik kaplanmış durumda görüyoruz.)
Kümbetin önünde, Tekkeönü denilen düzlükte, zaman zaman yağmur duaları yapılır ve Çoban Dede’den
(Çoban Baba da denirdi) istekleri için yardım beklenirdi. Ama bu yatırın kim olduğu, nereden geldiği, ne zaman
geldiği bilinmez, kendisinin bir eren olduğu belirtilerek, ona kut yüklenirdi. Türbenin demir kapısı açık durur,
içinde toprak zemininden başka bir şey görülmezdi.
Tesadüfün Değerlendirilmesi
Ödemişli Halil Hafız (Halil Dural) babamın arkadaşı idi. Bildiği, öğrendiği, duyduğu her şeyi not eder, belge
bulduğunda değerlendirirdi. Bu işi yaşamı boyunca sürdürdü. Dr. Sabri Yetkin’in belirttiği gibi “91 senelik
ömrü boyunca çok titiz biçimde bilgi ve belge toplayan, “muhteşem bir biriktirici olan” Halil Bey’in çalışmaları, notları, müsveddeleri ve gazete kupürlerinin toplam 8 klasör, 10 küsur tane irili ufaklı defter ve
binlerce küçük not kağıdı idi. Mesleği müzik ve folklor öğretmenliği olan Halil Dural’ın bu zengin arşiv
malzemesi, yayınlanmayı bekleyen eski Türkçe ve el yazması şeklinde birçok kitap metnini bünyesinde barındırmaktadır”14.
İşte bu arşiv malzemesini yukarıda belirtildiği şekilde değerlendiren Dr. Sabri Yetkin, eğer Halil Dural’ın
Ödemiş Tarihi adlı kitabını yayına hazırlamasa, Ödemiş Belediyesi de 2004 yılında yayımlamasa idi; bu yapı ile
ilgili bazı önemli bilgileri de edinemeyecektik. Halil Dural, bu yapının fotoğrafının yer aldığı kitabında bu
türbenin 1425 yılında Osmanlılarca İpsili kalesinde kuşatılıp askeriyle birlikte katledilen Cüneyd Bey’in
naaşının ailesi tarafından Ödemiş’e getirilerek çiftliğinin bulunduğu Sungurlu’ya defnedildiğini ve türbenin
kendisine tahsis edildiğini belirtiyor. Bu konuda yaptığı değerlendirmelerde ihtiyat kaydı bulunmadığı gibi,
kaynak da göstermiyor15. Halil Dural, “Sungurlu Köyündeki Cüneyt Bey Türbesi” başlığı altında yaptığı
saptamada yapının durumunu, yakın geçmişteki tahribat ve değişimlerini anlatır16. Anlatımına göre,“Türbenin
mürür-ı zamanla sıvaları dökülmüş ve dış bedenlerinde ağaçlar bitmiş ve bir hayli de yıpranmıştı.” Yunan
işgalinde işgal kuvvetleri, türbe etrafındaki karaağaçların altına bir karakol yapmışlar (1921 yılı). Adagide,
Bademiye ve havalisinden Ödemiş’e gelen-geçen Türkleri bu suretle kontrol ediyorlar. Kurtuluştan sonra
metruk durumda olan türbe ve çevresinin iyileştirilmesi için Katırcı İsmail Ağa’nın oğlu Recep Bey, dervişlerin
ricası üzerine, halkın Tekke diye tanımladığı bu yapıyı tamir ettirir. Bu yapı dervişlerin ve halkın uğrağı olur.
Türbe 10 Muharrem 1343 H. [01.08.1925/Cumartesi] günü merasimle açılır. Başına Hacı Sadullah Sudanî
adında bir türbedar getirilir.
Türbe törenle açıldığında “Halk fevc fevc [bölük bölük] gelip Kızıl Ali Baba’yı ziyarete ve hacata [isteklere]
başlıyor. Ve bu surette türbedar dünyalığa kavuşmuş, gelen ziyaretçilere telkinlerde bulunmaya başlamış.”
Türbedarın anlatımına göre Şeyhin “ Yedibin müridi vardı. Türbenin inşasında kullanılan taşları müritleri elden
ele yere düşürmeden taşıdılar. [Elden ele taş taşıma söylemi bu tür yapılar için halk inancı olarak yansısa da
yapı bedeninde devşirme taşların da kullanıldığı görülüyor. Yedibin müridi ise Şeyhin emir-i kebir olduğunun
bir ifadesi.] Civarda her gün pilav kazanları kaynatılır, halka ikram edilirdi. Vakıf tarlaları çok idi, boldu. Şimdi bunların hepsi mülk olmuşlardır” 17.
1925 Yılında 11 Şubat günü Şeyh Sait Bingöl’de isyanı ve bu isyanın kısa sürede Elazığ ve Diyarbakır’a
yayılması nedeniyle 25 Şubat 1925 tarihinde “Dinin politik amaçlarla suistimal edilemeyeceği hakkında” 556
numaralı kanun” kabul edildi. İsyan doğuda durmadan yayılıyordu. İsyan bastırıldıktan sonra; 30 Kasın 1925
tarihinde toplanan T.B.M.M. “Tekke ve zaviyelerle türbelerin kapatılması ve türbedarlıklarla birtakım
ünvanların yasaklanmasına ve kaldırılmasına dair, 677 Sayılı kanun”u kabul etti ve yürürlüğe koydu.
___________________________
14 Dural 2004.
15 Dural 2004.
16 Dural 2004, 59-62.
17 Dural 2004, 62.
104
Emin Başaranbilek
Yasa gereğince, Çoban Dede/Baba Türbesi de kapatılınca, türbedar da “memleketi terke mecbur kalmış”, bu su-
retle kapatılan türbe Ödemiş topçu bölüğünün kullanımına bırakılmış. Türbedeki kitabe ve taşları sökülüp,
yapının batısındaki diğer bir mezarlıkta [Tekke Mezarlığı] açılan çukura yerleştirilmiş; cesede dokunulmamış,
zemini tesviye edilmiş ve bu yapı bir süre topçu mermi deposu olarak kullanılmış. Ahrandı dağı eteğinde yeni
bir cephanelik yapılınca bu yapı boşaltılmış. O günden beri kendi haline terk edilmiştir.
Benim, çocukluk ve ilk gençliğinde gördüğüm, Halil Duran’ın anlattığı, bu terk ve tahrip edilmiş halidir.
Ancak Halil Dural, 6 Mart 1925 tarihinde türbeyi ziyareti sırasında, taç kapısı üzerinde bulunan yapı kitabesini
de defterine not eder:
“Hengam-ı rıhlette taşıdı taşları
İnşa oldu yedi yüzde Cüneyt dergahı”.
“Göç ederken taşıdı taşları
İnşa oldu yedi yüzde Cüneyd dergahı”, anlamına gelen bir beyit.
Kitabeden de anlaşılacağı üzere –yapı kitabesi sonradan konulmuş da olsa– bu yapı bir dergâh ve H.700
tarihinde inşa edilmiş.
Halil Dural, iki dervişin metnini kendilerinin yazıp türbe duvarına yerleştirdiği iki yeni kitabeyi de defterine not
eder. Bunlardan, Derviş onbaşı Servet Efendi tarafından yazılan kitabede:
‘’Bu âli kubbenin zir-i zemininde yatan sultan
Sakın terk-i edep etme sana âli himmettir bu,
Zuhurî asr-ı Orhanî’de yedi yüz hem yirmide
Teferrüt eylemiş heybetli bir sahip-kırandır bu
Bu sultanın dediler namına yaran pür himmet
Kızıl Ali Cüneydî babayı arifandır bu.
…
Kızıl Ali babaya Servet bu tarihi söyledi,
Selçukîler zamanında inşa edilen Cüneydî Bağdadi
Kızıl Ali Baba’’ dizeleri yer alıyor.
Anlatının Özü
Bu yeni kitabeden edindiğimiz ise, her ne kadar tarih bilgisi yeterli olmayan onbaşının sanırım şahideden
okuduğu ve öğrendiği: yatırın kim olduğu (Cüneyd-i Bağdadi Kızıl Ali Baba) ve ölüm tarihidir (720 H. [1320
M.] ).
Yukarıda aktarılan tarihsel veriler ile olaylarda belirtilen tarihsel adları ve Halil Dural’ın kitabelerden okuduğu
tarihleri ve adları yan yana koyduğumuzda, havzanın Türk yerleşim tarihi ile ilgili ilginç ve bugüne değin açığa
çıkarılamayan bir durumla karşılaşıyoruz. Türklerin havzada ilk yerleşim tarihleri ve havza yerleşmeleri
konusunda yeniden düşünmemizi ve çıkarımlarda bulunmamızı sağlayacak bir olgu ile buluşuyoruz. Bu olgu,
yardımcı olmakla kalmıyor, ayrıca Küçük Menderes havzasının ilk Türk yerleşim tarihinin de gözden
geçirilmesi gerektiğinin ipuçlarını veriyor. Buna dayanak olan maddi-tarihsel belge ise üzerinde araştırma
yaptığımız, çıkarımlarda bulunduğumuz, halkın Türbe ya da Tekke dediği bu yapıdır.
Bazı Çıkarımlar Buraya değin aktardığım anılarımda ve yukarıda belirttiğim alıntılarda geçen bazı sözcük ve adların,
incelediğimiz konuya açıklık getireceği inancındayım. Bu bakımdan yazımızda geçen zaviye, dergah, tekke,
türbe, kümbet, emir-i kebir, Ödemiş, Sungurlu/Zungurlu, Tekke mahallesi, Kurucadere, Ahrandı, Şeyh
Cüneyd, Cüneyd
105
Ödemiş’te Çoban Dede Türbesi ya da Kızıl Ali Zaviyesi
dergahı, Abdal, Ali oba, Kızıl Ali, Kızıl Ali Cüneydî Baba, Cüneydî Bağdadî Kızıl Ali Baba gibi sözcük ve
isimlerin tarihsel ve sosyal süreç içerisindeki yerini açığa çıkarmamız gerekiyor.
Halkın tekke/türbe dediği konumuz olan bu yapıya ve mahalleye bakıldığında, bu mahal; Sungurlu karyesinin
hemen yakınında, Tekke Mahallesi’ndedir. Ödemiş’e yaklaşık 1-2 km. mesafededir; sözünü ettiğimiz bu iki
yerleşimin çeperinde oluşmuş bir mahalledir. Geçiş menzilinde olması dolayısıyla Türklerin havzaya yerleşim
olgusunun aydınlanmasını da ortaya çıkaracak niteliktedir. Tire örneğinde de olduğu gibi, Tekke mahalleleri
genelde kentlerin yakınlarına kurulmuş mahallerdir. Bu mahallenin, adıyla anılan mezarlığı ile birlikte yirmi-
otuz yıl öncesine değin var olması, kesif bir yerleşim göstermemesi, tarihsel süreç içindeki yapısına da uygun
düşmektedir; çünkü tekke mahalleleri yoğun nüfuslu yerler değildir.
Bu mahal ile eski Ödemiş arasında kalan yerleşim mahalli ise Abdallar Mahallesi olarak anılır ve Ödemiş’in ilk
mahallelerinden biridir. “Abdalan taifesi”nin Beydilli aşireti ile birlikte Ödemiş’e yerleşen Türkmenler olduğu
söylenebilir.
İşte bu tarihsel süreç; Türk aşiretlerinin ve dervişlerinin Batı Anadolu’ya akınları ya da göçü ile Türkmen yerle-
şimlerinin oluştuğu bir süreçtir.
Konumuz olan yapı ve çevresi, belirtilen bu tarihsel ve sosyal çerçeve içinde değerlendirildiğinde; Ödemiş kenti
ve hatta Küçük Menderes havzası üzerinde ilk Türk yerleşim tarihi konusunda bazı çıkarımlarda bulunma olana-
ğını yakalamış oluruz.
Şöyle ki:
Zungurlu Mezarlığı, havzada ilk Türkmen yerleşimlerinden biri olan Sungurlu karyesi’nin mezarlığıdır ve do-
layısıyla bu mezarlık Aydınoğulları dönemi mezarlığıdır; zamanla Ödemiş karyesinin, kasabasının ve şehrinin
mezarlığı olmuştur.
Eski Adagide yolu üzerinde, bu yapının batı karşı köşesinde yer alan mezarlık, Tekke mahallesinin mezarlığıdır.
Halk arasında bu yapının “tekke” olarak da anılması, mezarlığın ve mahallenin de bu adla adlandırılması dikkat
çekicidir. Bu mahalle ve mezarlık, havzada ilk Türkmen yerleşimlerinin kanıtlarıdır.
Şimdi, yukarıda koyu harflerle yazdığım sözcükleri teker teker araştırarak sırasıyla bazı çıkarımlarda bulunalım:
Ödemiş (Otamış), Sungurlu/Zungurlu, Tekke mahallesi, Kurucadere, Ahrandı gibi yer isimleri Osmanlı arşiv
belgelerinde ilk dönemlerde karye, mahal olarak geçer ve bu yerlerle ilgili tasnifli kayıtlardan bilgiler edinilmektedir.
Kimi belgelerde gördüğümüz “Gazi Umur paşa vakfetmiş”, “İsa Bey vakfeylemiş”, “Gazi Umur Paşanın atası
Mehmet Beyden”, “Mehmet Bey zamanında Aziz yermiş” gibi ifadeler, bu ve bu gibi yerlerin iskân gördüğü ve
Aydınoğlu Beyliği’nin kuruluşundan beri de kayıtlarının tutulduğunu anlatır.
A. Munis Armağan’ın araştırmalarına göre, “Kızıl Ali Dede; Isparta (Ağlasun, Gönen, Gölhisar), Kocaeli, Menteşe Balat, Birgi, Tire, Bayındır ve İzmir’de adıyla anılan köy oluşumlarıyla zenginleşmekte; çiflik vakıfları
ise Tire, Yalvaç, Tavşanlı Kuruçay’da görülmektedir”18.
Yukarıda sözünü ettiğimiz, eskiden beri var olan Ali Oba Sokağı da, adını, buraya Türkmen yerleşimini
sağlayan Kızıl Ali’den almış olmalıdır.
Ateş’in anlatımıyla, “Cüneyd-i Bağdadî, Bağdat’ta doğmuş ve büyümüştür. Soyu İrandan Nehaventten
gelmedir. “Hazzaz” ipek tüccarı lakabıyla anılır. Doğum tarihi belli değildir, fakat ölümü H. 298 (M.910)
yılına tekabül eder. İmam Şafiî’nin öğrencisi, ebu Sevr’den Fıkıh, Hasan İbn-i Arefe’den hadis dinlemiş, şer-i
ilimlerde iyice yetiştikten sonra tasavvufa dönmüş ve dayısı Serî as-Sakatî’nin, Haris el-Muhasibi’nin ve Ebu Hamza el-Bağdadî’nin sohbetlerinde bulunmuştur. …Cüneyd, amelî ve nazarî tasavvuf yolunu açmış, tasavvufu
sistemleştirmiştir”19.
_______________________
18 Armağan 2006, 251.
19 Ateş 1993, 10-11.
106
Emin Başaranbilek
Aşkar’ın açımlamasıyla “Cüneyd-i Bağdadi tasavvıf ekolünün en önemli temsilcilerinden biri olan Hücrivi, …
akla önem vermekle beraber geniş, hür ve hoşgörülü bir anlayışa sahiptir. Hücrivi, tasavvufun özünü kavrayabilmek ve ifade edebilmek için akıl ve mantık ölçülerinin sonuna kadar kullanılması taraftarıdır”20.
Gene Ateş’e göre Şeyh Cüneyd’in “Çeşitli İslam ülkelerinde makamları mevcuttur,” ve ayrıca Cüneyd,
“tasavvufun ortaya çıkışını sağlayan büyük sufilerden biridir”21. Gölpınarlı’dan edindiğimiz bilgiye göre,
“(Menâkıp sahibi Şeyh’in torunu Hafız Halil’e göre) Şeyh Bedreddin’in tarikat silsilesinde 9. sırada Cunayd-ı
Bağdadî yer alır22. Adını Mevlâna ve Hacı Bayram silsilenamelerinde 7. sırada, ayrıca bazı tarikat
silsilenamelerinde de görüyoruz.
Aydınoğlu Mehmet Bey zamanında Birgi’ye gelen İbn Batuta, Şeyh Muhyeddin ve bey tarafından Birgi’de ve
yaylada ağırlanmıştır23. Bütün gezileri boyunca zaviyeden zaviyeye konaklamış ve oralarda ağırlanmıştır.
İsfahan’a vardığında da böyle bir zaviyede kaldığını, ağırlandığını anlatır: “İsfahan’da Cüneyd-i Bağdâdî’nin
müridi Şeyh Ali b. Sehl’in muhteşem zaviyesine indim. O civarın halkı buraya çok saygı gösteriyor. Her taraftan ziyaretçi geliyor. Burada gelen gidene yemek sunulmaktadır. Hamamı da çok güzel. ..Hayır için yapıldığından,
girip yıkananlardan ücret alınmaz”24.
Servet Efendi’nin kitabesindeki anlatımından çıkan sonuç: Kızıl Ali, Cüneyd-i Bağdâdî’nin mürididir [pek olası
görünmüyor], yaptırdığı dergâh “Cüneyd dergâhı” adıyla anılır [Mevlevi Dergâhı, Bektaşi Dergâhı gibi]. Bu
yüzden, (Osmanlı arşiv belgelerinde ve Vakıf kayıtlarında geçen “Kızıl Ali ve Cüneyd zaviyesi” tanımlarından,
Kızıl Ali ile birlikte Cüneyd’in zaviye oluşturduğu anlamı çıkarılmamalı) başka bir Cüneyd aranmamalıdır. Bu
dergâh aynı zamanda Şeyh Cüneyd’in makamıdır. [Kaynağı belli değil, yok.]
Yukarıdaki verileri doğru kabul edersek, Kızıl Ali’nin, Hacı Bektaş-ı Veli ile zamandaş olduğu anlaşılıyor.
Anadolu’da Hacı Bektaş’ın tasavvuf ekolünün yaygınlaşması onun etkinliğinin göstergesidir. Ayrıca Halit
Çal’ın bir makalesinde değindiği gibi25, tekkelerin zaman zaman başka tarikatların eline geçtiği de bir olgudur.
Yoksa başka ülkelerde makamları olan Şeyh Cüneyd’in, Anadolu’da da, en azından ilk dönemlerde, birçok
makamı olurdu.
Kütahya Arslanapa Nahiyesi, Pınarbaşı Karyesinde Şeyh Cüneyd Zaviyesi Vakfı kaydının26, bunun yanı sıra
Osmanlı arşivlerinde “Cündi”, “Cüneyd”, “Cüneydî” sözcükleri geçen bazı belgelerin de incelenmesi gerekiyor.
Bu belgelerde geçen adları ayrı kişiler olarak mı değerlendirmek, yoksa yazımızda adı geçen “Şeyh Cüneyd”e
mi bağlamak gerekir; bu bağlamda yapılacak araştırmaların, konuyu aydınlanacağı kanısındayım.
Halil Dural’ın, anıt girişinde okuduğu H. 700 tarihi (ki yanlış okunacak bir tarih değildir) düşündürücüdür. Bu
tarih, dergâhın inşa tarihini M.1300 olarak vermektedir. Gerçi, bazı kitabelerin sonradan yazıldığı göz önünde
tutulursa, bu tarihi de ihtiyat kaydıyla karşılamak gerekir. Birgi’nin fethi 1308 olarak tarih kayıtlarına geçmiştir.
Bu kitabe, fetihten 8 yıl önce bu dergâhın inşa edilmiş olduğunu belirtiyor. Yapı eğer 1300 yılında yapıldıysa,
Kızıl Ali’nin1320 yılında ölümüne değin tekke, ölümünden sonra da hem tekke hem de -ahşap sandukalı-
türbe/kümbet olarak görevini sürdürmüş olmalıdır. Anadolu’da Eskişehir, Hekimhan’da Atalan Tekkesi
(Kümbeti) örneğinde olduğu gibi bu tür yapılara rastlanır27.
_______________________
20 Aşkar 2001, 73.
21 Ateş 1993, 119
22 Gölpınarlı 1966, 116.
23 İbn Battuta, 287-292.
24 İbn Battuta, 198.
25 Çal 1993, 293-306.
26 Dadaş 2001, 11
27 Tuncer 1991, 2.Cilt, 22
107
Ödemiş’te Çoban Dede Türbesi ya da Kızıl Ali Zaviyesi
Konumuz olan Birgi kayıtlı Kızıl Ali ve Cüneyd Vakfı ile ilgili Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde ulaşabildiğim
6, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde 21 olmak üzere 27 belgenin tümünde; Kızıl Ali ve Cüneyd Zaviyesi, Kızılali
Cüneydî Baba Türbesi, Kızıl Ali ve Cüneyd Baba Tekyesi gibi tanımlar altında, son zamanlara kadar ulaşan tev-
liyet, zaviye hesapları, dersiam kayıtları, muhasebe kayıtları, zaviyedar / türbedar ve şeyh tayinleri gibi konuları
içeriyor.
Sonuç
Acaba bu dergâhın 1300 yılında yapılmış olması olası mıdır?
Aydın’ın fethiyle 1282 yılından sonra Büyük Menderes’e hakim olan Türkmenlerin, Aydın dağlarındaki geçiş
koridorlarını zorlaması ve aşması, Belevi güzergâhından girmesi çeyrek asır sonraya kalmış olamaz. Bir taraftan
Menteşe Beyliği’nin, bir taraftan Aydınoğlu beylerinin sıkıştırdığı bu havzada, özellikle Sasa Bey döneminde
ilk Türkmen yerleşimlerinin oluşması kaçınılmaz gibi görünüyor. Bu bakımdan Kızıl Ali zaviyesi örneği; Türk-
menlerin en azından kırsal alanda dinsel ve kurumsal yapılanmalarını oluşturmakta olduğu anlamı taşıyor.
Murat Baskıcı’nın “…1261 sonrasında ise, Bizans’ın hakimiyet alanı çok küçüldüğü ve Marmara ile Batı
Anadolu’daki bazı merkezler haricinde Anadolu’yu tümüyle kaybettiği için, ilgi alanındaki kurumların (pronoia, kharsitikia vbg.) pratik olarak çok küçük coğrafyalarda sürmüş veya ortadan kalkmış olduğu unutulmamalıdır”
sözleri28; Munis Armağan’ın “…Türkmen yığınağı 13. yüzyılın sonunda önlenemez bir yerleşim hareketi başlatmakla kalmamış, yerleşim bir bakıma fetihten önce gelmiştir”29 saptamasına destek çıkmış oluyor.
Sonunda, Ayasulug, Tire, Birgi, Beydağ gibi kaleli kentlerin, yani “bazı merkezlerin” 1304-1308 yıllarında
fethiyle hâkimiyetin Aydınoğlu Beyliği’ne geçmesiyle, Bizansın siyasi egemenliği de bu bölgede noktalanmış
bulunuyor.
Halkın Tekke ya da Çoban Baba türbesi olarak adlandırdığı poligonal planlı bu yapının, taşırılmış taç kapısı ve
yüksek külahı gibi mimari özellikleri de göz önünde tutulduğunda, 1300 yılında yapılmış olduğu, yukarıdaki
veriler ışığında -ama gene de ihtiyat kaydıyla- söylenebilir. Bu yapının havzada Türkmenlerin ilk yerleşiminden
kalan mimarlık miraslarımızdan biri olduğu ise ortadadır.
Sungurlu mezarlığının bu yapıya bakan tarafında, yer yer oluşan çöküntülerde görülen yerleşim izleri, Ortaçağ
arkeolojisini ilgilendiren bir konumdadır.
Örneğimize uygun başka yapıların, oluşumların ve belgelerin ortaya çıkmasıyla bu konunun aydınlanacağı kanı-
sındayım.
108 Emin Başaranbilek
Kısaltmalar ve Bibliyografya
Akın 1968 H. Akın, Aydınoğulları Tarihi Hakkında Bir Araştırma, Ankara, 1968.
Armağan 2006 A.M. Armağan, Asya’dan Anadolu’ya Türklerin Anı Defteri, Tire, 2006.
Aşkar 2001 M. Aşkar, Tasavvuf Tarihi Literatürü, Ankara, 2001.
Ateş 1993 S. Ateş, “Cüneyd-i Bağdâdî”, İslam Ansiklopedisi, 8. cilt, İstanbul, 1993, 119-121.
Barkan 1962-1963 Ö.L. Barkan, “Şehirlerin teşekkülü ve inkişaf tarihi bakımından Osmanlı
İmparatorluğunda imaret sitelerinin kuruluşu ve işleyiş tarzına ait araştırmalar”,
İ.Ü. İktisat Fakültesi Mecmuası, XXIII/1-2, İstanbul, 1962-1963, 239-296.
Baskıcı 2009 M.M. Baskıcı, Bizans Döneminde Anadolu - İktisadi Ve Sosyal Yapı (900-1261),
Ankara, 2009.
Çal 1993 H. Çal, “Tokat Zile Yeşilce Köyü Şeyh Eylük Türbesi”, Selçuk Üniversitesi, Prof.
Dr. Yılmaz Önge Armağanı, Konya, 1993, 293-306.
Dadaş 2001 C. Dadaş vd., Osmanlı Arşiv Belgelerinde Kütahya Vakıfları II/3, Kütahya, 2001.
Dural 2004 H. Dural, Ödemiş’in Tarihi (Haz. S. Yetkin), Ödemiş, 2004.
Evliya Çelebi Evliya Çelebi Seyahatnamesi, 9. Kitap (Haz. Y. Dağlı – S. Ali Kahraman – R.
Dankoff), İstanbul, 2005.
Eyice 1962-1963 S. Eyice, “İlk Osmanlı devrinin dinî-içtimaî bir müessesesi: zaviyeler ve zaviyeli
camiler”, İ.Ü. İktisat Fakültesi Mecmuasıi XIII/1-2, İstanbul, 1962-1963, 1-80.
Gölpınarlı 1966 A. Gölpınarlı, Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin, İstanbul, 1966.
İbn Battuta İbn Battûta Seyahatnamesi (Çev. A.S. Aykut) İstanbul, 2005.
Meriç 2009 R. Meriç, Das Hinterland von Ephesos, Archaologische Forschungen Kaystros
Tal, Österreichisches Archaologisches Institute, Heft 12, Wien, 2009.
Reinach 1885 S. Reinach, “Odemisch”, Chronique d’Orient, Paris, 1885, 146-155.
Tuncer 1991 O.C. Tuncer, Anadolu Kümbetleri, 3 cilt, Ankara, 1991.
Wittek 1999 P. Wittek, Menteşe Beyliği (Çev. O.Ş. Gökyay), Ankara, 1999.
109 Ödemiş’te Çoban Dede Türbesi ya da Kızıl Ali Zaviyesi
Çiz. 1 Kızıl Ali tekkesi/kümbeti görünümü (Çizen: Yüksek Mimar Mehmet Başaranbilek)
Çiz. 2 Kızıl Ali tekkesi/kümbeti temel planı (Çizen: Yüksek Mimar Mehmet Başaranbilek)
110
Emin Başaranbilek
Res. 1 Kızıl Ali kümbeti / tekkesi, Ali Oba sokağından Res. 2 Kızıl Ali kümbeti / tekkesi, Tekkeönü
görünüş mevkiinden görünüş
Res. 3 Kızıl Ali kümbeti / tekkesi, kayrak taşlarla oluşturulmuş silme
111
Ödemiş’te Çoban Dede Türbesi ya da Kızıl Ali Zaviyesi
Res. 4 Kızıl Ali kümbeti / tekkesi, –birisi yazıtlı– devşirme blok mermerler
Res. 5 Kızıl Ali kümbeti / tekkesi, taç kapısı Res. 6 Kızıl Ali kümbeti / tekkesi, taç kapıyı çevreleyen tuğla örgülü
mimari bezemeler
Emin Başaranbilek 112
Res. 7 Kızıl Ali kümbeti / tekkesi, iç mekân
Res. 8 Kızıl Ali kümbeti / tekkesi, içi tuğla örgülü pramidal külahın görünümü