KAMUSALLIK YA DA KARAKÖY ÇALIŞTAY’I ÜZERİNE NOTLAR

23
KAMUSALLIK YA DA KARAKÖY ÇALIŞTAY’I ÜZERİNE NOTLAR- (Some Notes on the Karaköy Workshop), Karaköy Atölyesi 2013, Gür, Ş.Ö., Dur, A., Somel, M.E., 2014 (ISBN: 978-605-85154-1-3) PROF. DR. ŞENGÜL ÖYMEN GÜR; “Tekerleğin çeperini otuz çubuk paylaşır, Onu yararlı yapan ortasındaki boşluktur. Çamurdan bir kap biçimlendir, Onu yararlı yapan içindeki boşundur, Bir odaya kapılar pencereler aç, Odayı yararlı yapan bu boşluklardır. Bu nedenle, çıkar orada olandan elde edilir, Yarar, orada olmayandan.” Lao Tsu, Tao Te Ching, 11.yy, * çeviri: G. Feng, J. English, 1972+ “YAŞANABİLİR KARAKÖY” ÇALIŞTAYI 27-31 Mart 2013 tarihleri arasında Bursa’da gerçekleştirilen 25. Uluslararası Yapı ve Yaşam Kongresi. “Yaşanabilir Kentler” konusunu gündeme taşıdı. Yaşanabilirlik, kentsel topraklar üzerindeki spekülatif baskılara, hızlı ve plansız kentleşmenin etkilerine ve bunların kentlilerin esenliği üzerindeki olumsuz yansımalarına duyarlılığı yansıtan temel bir kavramdır. “Yaşanabilir Kentler” teması üzerine yoğunlaşarak yaşanabilirliğin çok çeşitli boyutlarının irdelendiği ve kentleri yaşanabilir kılan etmenlerin belirlendiği Bursa platformunda; herkes için erişilebilir, kapsayıcı, duyarlı olmak toplumsal, kültürel ve ekolojik açıdan sürdürülebilir olmak dayanıklı ve doğal afetlere karşı korunmuş olmak elverişli ve nitelikli kamusal mekânlara sahip olmak sağlıklı ve güvenli olmak kentsel kimliğe sahip olup aidiyet duygusunu teşvik edici olmak kentli hakkına sahip vatandaşlardan oluşmak, gibi parametreler ön plana çıkmıştır. 1 Kentlerin yaşanabilir olması için sağlıklı, güvenli, sürdürülebilir ve nitelikli çevreler olmaları, yaşanabilirliğin kentin kendine özgü yerel karakteristikleri ve kentli hakları dikkate alınarak sağlanması önemlidir. Başarılı ve sürdürülebilir bir kentsel değişim bir dizi girişim sonucunda ortaya çıkar ve bunların en önemlilerinden birisi, yaşam kalitesini ve yaşayanların aidiyet duygusunu geliştirecek biçimde yaşam mekânlarının nitelik ve çekiciliğinin arttırılmasıdır. Forumun sonuç bildirgesinde 21. yüzyılda kentsel mekânların niteliğinin kentlerdeki ekonomik canlanma için bir zorunluluk olduğu, kentle ilgili karar süreçlerinde kentli katılımının etkin bir şekilde sağlanması gerektiği ve bu kavramların çevre tasarımı ile ilgili tüm disiplinlerin eğitiminde işlenmesi ve uygulamalarına yansımasının şart olduğu sonucuna varılmıştır. 2 1 Bu maddeleri yazar kendi yorumlamıştır. 2 Prof. Dr. Şengül Öymen Gür, Prof. Dr. Neslihan Dostoğlu, Prof. Dr. Nilüfer Akıncıtürk, Prof. Dr. Derya Oktay, Prof. Dr. Cana Bilsel ve Prof. Dr. Handan Türkoğlu tarafından kaleme alınan metinden.

Transcript of KAMUSALLIK YA DA KARAKÖY ÇALIŞTAY’I ÜZERİNE NOTLAR

KAMUSALLIK YA DA KARAKÖY ÇALIŞTAY’I ÜZERİNE NOTLAR- (Some Notes on

the Karaköy Workshop), Karaköy Atölyesi 2013, Gür, Ş.Ö., Dur, A., Somel, M.E., 2014

(ISBN: 978-605-85154-1-3)

PROF. DR. ŞENGÜL ÖYMEN GÜR;

“Tekerleğin çeperini otuz çubuk paylaşır,

Onu yararlı yapan ortasındaki boşluktur.

Çamurdan bir kap biçimlendir,

Onu yararlı yapan içindeki boşundur,

Bir odaya kapılar pencereler aç,

Odayı yararlı yapan bu boşluklardır.

Bu nedenle, çıkar orada olandan elde edilir,

Yarar, orada olmayandan.”

Lao Tsu, Tao Te Ching, 11.yy, * çeviri: G. Feng, J. English, 1972+

“YAŞANABİLİR KARAKÖY” ÇALIŞTAYI

27-31 Mart 2013 tarihleri arasında Bursa’da gerçekleştirilen 25. Uluslararası Yapı ve Yaşam Kongresi. “Yaşanabilir Kentler” konusunu gündeme taşıdı. Yaşanabilirlik, kentsel topraklar üzerindeki spekülatif baskılara, hızlı ve plansız kentleşmenin etkilerine ve bunların kentlilerin esenliği üzerindeki olumsuz yansımalarına duyarlılığı yansıtan temel bir kavramdır. “Yaşanabilir Kentler” teması üzerine yoğunlaşarak yaşanabilirliğin çok çeşitli boyutlarının irdelendiği ve kentleri yaşanabilir kılan etmenlerin belirlendiği Bursa platformunda;

herkes için erişilebilir, kapsayıcı, duyarlı olmak

toplumsal, kültürel ve ekolojik açıdan sürdürülebilir olmak

dayanıklı ve doğal afetlere karşı korunmuş olmak

elverişli ve nitelikli kamusal mekânlara sahip olmak

sağlıklı ve güvenli olmak

kentsel kimliğe sahip olup aidiyet duygusunu teşvik edici olmak

kentli hakkına sahip vatandaşlardan oluşmak, gibi parametreler ön plana çıkmıştır.1 Kentlerin yaşanabilir olması için sağlıklı, güvenli, sürdürülebilir ve nitelikli çevreler olmaları, yaşanabilirliğin kentin kendine özgü yerel karakteristikleri ve kentli hakları dikkate alınarak sağlanması önemlidir. Başarılı ve sürdürülebilir bir kentsel değişim bir dizi girişim sonucunda ortaya çıkar ve bunların en önemlilerinden birisi, yaşam kalitesini ve yaşayanların aidiyet duygusunu geliştirecek biçimde yaşam mekânlarının nitelik ve çekiciliğinin arttırılmasıdır. Forumun sonuç bildirgesinde 21. yüzyılda kentsel mekânların niteliğinin kentlerdeki ekonomik canlanma için bir zorunluluk olduğu, kentle ilgili karar süreçlerinde kentli katılımının etkin bir şekilde sağlanması gerektiği ve bu kavramların çevre tasarımı ile ilgili tüm disiplinlerin eğitiminde işlenmesi ve uygulamalarına yansımasının şart olduğu sonucuna varılmıştır.2

1 Bu maddeleri yazar kendi yorumlamıştır.

2 Prof. Dr. Şengül Öymen Gür, Prof. Dr. Neslihan Dostoğlu, Prof. Dr. Nilüfer Akıncıtürk, Prof. Dr. Derya Oktay,

Prof. Dr. Cana Bilsel ve Prof. Dr. Handan Türkoğlu tarafından kaleme alınan metinden.

Bu bağlamda 2013 Haziran ayında 5 adet mimarlık bölümünden (Beykent, Yeni Yüzyıl, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Fatih Sultan Mehmet ve Yeditepe Üniversiteleri) yaklaşık 80 öğrencinin katılımıyla Salt Galata’da gerçekleşen Karaköy Çalıştayı’nın en başat amacı “Yaşanabilir Karaköy” olmuştur. Çalıştayda;

1. Kentli hakkının savunulduğu 2. Kimlik ve aidiyet duygusunun korunduğu 3. Yaşanabilir ve nitelikli kamusal alanların örgütlendiği 4. Sosyal ve ekolojik sürdürülebilirliğin sağlandığı 5. Sağlıklı ve güvenlikli bir Karaköy girişimi hedeflenmiştir.

Yaşanabilirlik yeni kentsel tasarımlarda mutlaka aranması ve işlenmesi gerekli bir kavramdır ama yenilenmesi, canlandırılması düşünülen yerler de bu kavramdan muaf değildir. Çünkü yaşanabilirlik kentlerin tarihi bir alışkanlığıdır. Tarihte yaşanabilir ve nitelikli ortak alanlar ve yaşam alanları sunmayı sağlayabilmiş olan yerleşmelerden ancak “kent” diye söz ediyoruz. Bu noktada kent tarihine girecek değilim ama kent olmak belli coğrafyaların kaderi değildir; kentler, iyi yönetilmiş emeğin sonuçlarıdırlar. Bruegel’in Proverbi Fiamminghi konulu tablosu (1559) kentsel canlılığı, paylaşımı, dostluğu ve

dayanışmayı belki de en güzel anlatan yapıtlardan bir tanesidir (Resim 1). Kentlerin kamusal

alanlarının çocuklar tarafından nasıl yaratıcı biçimlerde kullanılabileceğini yine Bruegel 1560lı yıllarda

müthiş bir tabloya dökmüştür (Resim 2). Kural tanımaz Hiyeronimus Bosch (1450-1516) fantezilerini

mekansallaştırırken kentsel zamanın farklı bireyler tarafından nasıl farklı farklı algılanabileceğini ve

zengin kullanılabileceğini anlatmıştır (Resim 3). Kentler ürettikleri halka tamamen açık kentsel

alanlarla uygarlaşır ve yücelirler. Çeşitli ölçeklerde meydanlar, pazar ve panayır yerleri bunların

başında gelir (Resim 4, 5).

Resim 1. Pieter Bruegel; Proverbi Fiamminghi (1559)

Resim 3. Lucas van Valckenborch (1535-1597); Pazaryeri (1585)

Resim 4. Canaletto (Giovanni Antonio Canal, 1697-1768)’nun Venedik San Marco Meydanı Karaköy müdahalesi bir dönüşüm girişimidir. Dönüşümle ilgili olarak kaleme aldığım yazılarda

dönüşümün çeşitli stratejilerinden söz etmiştim (Gür, 2012; Gür 2013a; Gür 2013b). Ama dönüşümün

‘Yer’lerinden hiç söz etmemiştim. Bildiğim kadarıyla kimse de etmedi. Oysa dönüşüm alanları ortak

karakterler üzerinden tipleştirilebilirlerse gelecekteki girişimlere bir kolaylık sağlanmış olabilir.

DÖNÜŞEN YERLERİN KARAKTERİSTİKLERİ

Dönüşüm özgeliğini yerin kendi potansiyelinden alır: Neydi? Ne oldu? Ne olabilir? Bu sorular yerin eskime türünü ortaya koyar. Zaman ancak mekânda yaşanan değişikliklerle kavranabilir. Mekân değişir, dönüşür, eskir… Zaman geçer… Zamana bağlı eskime tipleri başlıca 5 kümeden oluşur: 1. kavramsal eskime (piramitler, tapınaklar ve zamanla terkedilecek her türlü soyut işlev) 2. işlevsel eskime a) tamamen atıl kalma (kullanılmayan fabrika alanları, terkedilmiş afet konutları, diğer adıyla ‘boş alanlar=terrain vague’). b) geleneksel konut ve diğer bina tipolojilerinden çeşitli sosyokültürel nedenlerle vazgeçilmesi (eski ve köhne tarihi evler, arkeolojik kalıntılar, vb.) 3. fiziksel eskime (sağlıklı olsa kullanılabilecek bazı bina türlerinde gözlenen yıpranma, yaşlanma, bombardımanların ve doğal afetlerin neden olduğu tahribat) 4. teknolojik eskime (artan gereksinmeye yanıt vermeyen yolların genişletilmesi, çağdaş donanımlara ve ulaşım biçimlerine duyulan gereksinme, vb.) 5. İşlevsel ve fiziksel eskimenin bir arada olma durumu Değişim dalgasının sonucunda “Yer” önemini yitirmeye başlar, anılar ve kimlik tükenir. İletişim sanallaşır. Kültürel ve bölgesel değerler erir.

KARAKÖY NEYDİ-NE OLDU?

Karaköy tarihini ben yazmadım, onu yazılı buldum3: ‘Boğaziçi’nin Avrupa tarafında, Haliç’in ağzında

yer alan Karaköy, Beyoğlu ilçesine bağlı bir semttir. Bizans ve Osmanlı dönemlerinde, bölgede Karai

Musevilerinin yaşaması dolayısıyla buraya “Karailerin köyü”4 denmiştir.

Tarih boyunca bir liman ve ticaret merkezi olma özelliğiyle ön plana çıkan Karaköy, Bizans zamanından

beri bir limana sahiptir. Yaklaşık olarak 1000 yılında Bizans İmparatoru, Cenovalı tüccarlara bu

bölgede yerleşme ve iş yapma iznini vermiştir. Cenovalılar kendilerini ve ambarlarını korumak için

birçok dayanıklı istihkâmlar yapmışlardır. Bunlara bir örnek olan Galata Kulesi en yüksek ve en

kuvvetli olanıdır.

İstanbul’un fethinden hemen sonra bölgede Cenevizliler, Venedikliler, Katalanlar, Rumlar, Ermeniler,

Gürcüler, Yahudiler ve Osmanlılar görülürken, 1478 yılında bölge nüfusunun hemen hemen yarısının

Müslüman olduğu görülür. 1500’den itibaren ise daha çok İspanyol engizisyonundan kaçan Sefarad

Yahudileri buraya yerleşmişlerdir.5

3 http://www.degisti.com/index.php/archives/tag/karakoyun-eski-ve-yeni-fotograflari-karakoy-tarihcesi

4http://tdtk.rize.edu.tr/?p=126 sitesinden alınan bilgiye göre Karaim kelimesinin kökeni hakkında pek çok görüş

ortaya atılmıştır. “Kara” kökünün Arapça okumak, kıraat etmek anlamına gelen ve Kur’an ile aynı kök olan “Karae”den geldiği söylenir. Diğer yandan Arapça ile aynı dil ailesinden olan İbranicede yine okumak anlamına gelen “Karai”den geldiği ve Karailerin sadece Eski Ahit’i otorite kabul ettikleri ve genel Yahudi topluluğunun benimsedikleri diğer Tevrat yorumlarını göz önüne almadıkları söylenir. Karay, Kara’ya mensup olan demektir ve sonundaki Arapça aidiyet eki “i” Türkçe ses uyumuna göre düşüp “y” olmuştur. Karaylar, İbranicede çoğul takısı “im” getirilerek Karaim şeklinde telaffuz edilir (yazarın eki). 5 http://tr.wikipedia.org/wiki/Sefarad İbrani dilinde "Sefarad", İspanya anlamına gelmektedir. İspanya dışında

Portekiz, İtalya, Kuzey Afrika, İstanbul, Anadolu, Ege Adaları ve Bizans İmparatorluğu'ndan kalan Musevilerin de hepsi bu adla anılır (yazarın eki).

Karaköy, 1854-1856 Kırım savaşı için savaşmaya gelen Britanyalıların, Fransızların, İtalyanların

akınına maruz kalmıştır. Rıhtım yetersizliği, ordunun ve askeri donanımların boşaltılmasını

zorlaştırmış, hatta bir Fransız şirketi Karaköy’e iskele yapmak istemiştir. 19. yüzyılın sonlarında

Karaköy bölgesi, bankaların ve sigorta şirketlerinin toplanma yeri olmuş; Osmanlı Bankası, İtalyan ve

Avusturya sigorta şirketleri şube ofisleri ve gayrimüslimlere ait muhtelif bankalar peş peşe burada

açılmıştır’ (Resim 5).

Resim 5. Eski Karaköy Karaköy’ün eski resimleri burada bir zamanlar saygın, cıvıltılı ve bakımlı bir topluluğun ömür sürdüğünü; ortak alanlarının oyalayıcı işlevler sunduğunu göstermektedir. Aşağıdaki resimde(Resim 6), sol köşede papyonlu koyu renk takım elbiseli kişi pabuçlarını parlatıyor. Son derece iyi giyimli şapkalı hanımefendiler çocuklarını da yanlarına almış sabah yürüyüşü yaparken çiçekçi kadından demet demet çiçekler satın alıyorlar. Resmin ortasında resmi kıyafetli beyin hemen arkasında farklı yaşlarda iki küçük çocuk yaşlı bir beyefendiye ya bir şeyler sormakta ya da onu faytonlara davet etmektedirler. Resmin sağ tarafında atların çektiği gölgelikli faytonlar yağız ve bakımlı atlarıyla müşteri beklemekte, mahallenin köpeği korkusuzca yanlarında oyalanmaktadır. Adımlar rahat ve gevşek, dükkânlar çoktan açık, korumacı tenteleriyle kalabalık ve seçkin bir müşteri grubunu ağırlamaktadır.

Resim 6. Karaköy, 1888

Çalıştay metnindeki saptamada “Azapkapı'dan Tophane'ye kadar olan kıyı şeridi kentin doğal limanıdır. Haliç tarafında tersane ile başlayan morfoloji, Perşembe Pazarı’nda tersaneye malzeme temin eden ticaret yapıları ile devam eder. Tophane yönünde, liman, posta, yolcu fonksiyonları yoğunlaşmaktadır. Bu kıyı şeridinin hemen yukarısında tarihi finans merkezleri bulunur. Aynı zamanda uluslararası ticaret bu alanda yoğunlaşmaktadır. Finans, ticaret, ulaşım ve antrepolar tarihsel süreçte paralel olarak gelişmişlerdir. Dini inancın camileri, kiliseleri, sinagogları yine bu bölgededir. Burada her dil konuşulur ve eğitimi verilir. Ticaretin dört farklı mekânı yine bu alanda bulunur; doğu tipi ticaret yapıları: örneğin Rüstem Paşa Hanı; batı tipi ticaret yapıları örneğin: St. Piyer Hanı; karma ticari yapılar: Ömer Abed Hanı, Liman Han, Çinili Han, vb. ve Fatih Bedesteni gibi önemli bir bedesten tipi de yine bu bölgededir. Galata ve Atatürk Köprüleri Karaköy bölgesini tarihi yarımadaya bağlar” denmektedir. Ancak, artık içinden tramvay geçen, köprünün ve vapurların taşıdığı insanlara yer açmaya çalışan Karaköy meydanı, meydan olma niteliğini çoktan yitirmiştir. Ürkütücü bir insan trafiğine maruz kalmış olan Karaköy, her türlü meyve-sebze ve balık kokusunun karıştığı kıyıları, köhnemiş ve yıkılmaya yüz tutmuş konutlarıyla gerek fiziksel ve gerekse işlevsel eskime göstermiştir. Hiçbir itibarı kalmamış, kimsenin yer tutmak istemediği, insanların yolgeçen hanı gibi kullandığı zavallı bir semt ve kâr amaçlı girişimcilerin gözlerini diktiği lezzetli bir av haline gelmiştir. Bir kentlinin sahip olması gereken tüm sunular yukarıdaki karede mevcuttu (Resim 6). Belki aynı kare yeniden üretilemez ama Karaköy’ün fiziksel ve işlevsel yenilenmesi, “Şehir Hakkı” kapsamında yeniden ele alınıp, kıyı bandı şartlarına uygun olarak tasarlanabilir.

ESKİ KARAKÖY’E YENİ TABLO NASIL ÇİZİLİR?

Karaköy dünyanın en eşsiz kıyısında-Boğaz’da yer almaktadır. En karakteristik özelliği kıyı olmasıdır ve

bu özellik tasarımcı ekiplerin belli sorgulamalar yapmasını gerektirecektir. Bu makalede yerin önemli

özellikleri olan kamusal alan ve kıyı kültürü kavramları üzerinden gidilerek bir irdeleme yapılacaktır.

Karaköy ve Kamusal Alan Kavramı

Karaköy’ün bir kamusal alanı var mıydı? Bu soruya en iyi yanıtı oralarda yaşamış eskiler verebilir. Çünkü kamusal alan terimi kritik bir terimdir. Tasarım disiplinlerinden olanlar, özellikle mimarlar ve kentsel tasarımcılar, iki bina parçası arasında sıkışmış kalmış alandan bile kamusal alan diye söz ederler. Bu da hiç doğru değildir! Özellikle Avrupa Komisyonu “Avrupa Kamusal Alanı” şeklinde bir alt komisyon düzenledikten ve Beyaz Kitap’ı (Livre Blanc) yayınladıktan sonra kavram hakkında ciddi bir kafa karışıklığı oluştu (Dacheux, 2012). Araştırmacılar farklı kabullere göre bu kavrama gönderme yapıyorlar: Evsel olmayan mekânların tümü, halkın toplandığı kentsel alanlar, politik tartışmaların gerçekleştiği medyatik alanlar, aleniyet ilkesine tabi olan demokratik talepler gibi alt açılımlar hep aynı kavram altında kullanılıp asal anlamı belirsizleştiriyorlar. Demokrasinin temeli olan kamusal alan, kendini kuran bir toplumsal ilişki kavramına gönderme yapar. Kantçı aydınlanmanın temel motiflerinden biridir. Ona göre insan tek başına hiçbir genetik yeteneğini kullanamaz. Tüm aklını, görüşlerini özgürce savunabileceği toplumsaldan alır. Bireydense kamunun kendi kendini aydınlatması daha gerçekçi bir olasılıktır.6

6 Emmanuel Kant’ın 1784 tarihinde yayımlanmış iki metni de bunu söyler. Kozmopolit Açıdan Evrensel Bir

Tarih Düşüncesi konulu ilkinde “doğanın yüce tasarısına ulaşmak amacıyla… insan denen varlığın kusursuz bir biçimde adil bir sivil toplum tesis etmesi gerekir” der. Kant’ın Aydınlanma Nedir? Sorusunun yanıtı da burada yatar.

Aynı doğrultuda Habermas Hukuk ve Demokrasi (1992)’de hukukun meşru biçimde üretilebileceği “iletişimsel iktidar” dan söz eder. Ona göre kamusal alan, ‘devlet sistemi, ekonomik alan ve sivil toplum gibi özerk sistemleri birbirine bağlayan bir aracılık mekanıdır. Habermas’a göre politik kamusal alan ne bir kurum ne de bir örgüt olarak kabul edilemez. Richard Sennett ve Hannah Arendt de bu söyleme eklemeler yaparlar. Sennett, Authority’de (1979) özel alan ile kamusal alan arasındaki sınırların belirsizliğini sorgular; kamusal yaşamın ve kent toplumsallığının çökmekte olduğundan söz eder.7 Yaşamın hızı, gündelik yaşamın sıkıntıları, kent olmanın otoriteler tarafından belirlenir olması, fiziksel mekanların yok edilişi doğal olarak insanlığı bu noktaya getirmiştir. Arendt’e (1983) göre kamusal alan kavramı eski Yunan’dan kalma, 2000 yaşında bir kavramdır. Düşünür, İnsanlık Durumu’nda kamusal alan ve politik alanın birbiriyle kusursuzca örtüştüğü bir sistemin zamanında varolmuş olduğunu savunur.8 ‘Yunanlılar toplumsal alanın bölünmesini kurumsallaştırmıştır. Oikos, özel, ailesel alanı simgeliyordu, agora, yurttaşların birbiriyle karşılaştıkları, özel veya kamusal sorunlarını tartıştıkları fiziksel alanı ifade ediyordu, ekklesia ise yurttaşların sosyal ve siyasal sorunları, görüş ve önerilerini serbestçe ve retorik tekniklerle, soru-yanıt biçiminde tartıştıkları demokratik kamusal alandı. Oikos ve Agora’da iletişim özel, kamusal alanda iletişim, bilgi aktarımı, görüş değiş tokuşu, değerler gibi ciddi vatandaşlık meseleleriyle ilgiliydi.’ Bu tartışmaların bazen medyatik görsel bir sürece dönüşmüş olması da ayrıca eleştiri konusu olmuştur (Floris, 2012). Sonuçta bu açıklamanın başarısı yurttaşın ortak alanı ile kamusal alan ayrımını anlaşılabilir bir biçimde yapmasında yatar. Tassin (2012) ortak alan ile kamusal alan arasındaki zamansal derinliğe de açıklık getirerek özellikle tasarımcılar açısından önemli bir vurgu yapar: Ortak alan benzer bir topluluğun üyelerini birleştirirken, kamusal alan farklı topluluklardan bireyleri birbirine bağlar, dolayısıyla politik bir cemaat oluşturur. Özetlersek, kamusal alan, politikanın meşrulaştırılma yeri, politik cemaatin temeli ve politikanın görünürlük kazandığı bir sahnedir. İşte tam da bu nedenle Karaköy bir kamusal alan mıydı sorusuna yanıt vermek, eskilerle özgürce görüşebilmeyi ya da siyasi tarihi derinlemesine bilmeyi gerektirir ki birincisi tamamen olanaksız, ikincisi de bu kısa yazıda benim açımdan imkansızdır. Zaten bu çalıştayın amacı da bu olmadığına göre Karaköy’ün ortak alan olma özelliğine odaklanılmalıydı. Öyle de oldu! Diğer yandan, kentsel ortak alanlar kavramı da hiç basit bir kavram değildir ki! Şehir ütopyalarının uzun tarihi, şehri gönlümüze göre şekillendirmek için verilen çabaların arşivi gibidir. Bir yandan kimi düşünürler kenti ortak bir amaca hizmet eden bir fabrika gibi görmemiz gerektiğini söylerken (örneğin, Hardt ve Negri), diğer yandan özel mülkiyetin verimli koşullar doğurduğunu savunanlar da olmuştur (Hardin, 1968). Nüfusun artmasından dolayı alınması gerekli önlemler kapsamında öne sürülmüş olan Hardin tezi, aslında İngiltere’de uygulanan, çitle çevrilmiş yarı özel alanlar pratiğini esas alıyordu. İngiliz ‘square’leri bunu biraz daha incitmeden yaparlardı. Ama yakın zamanlarda birçok dünya ülkesinde yaşanan ve talana dönen özelleştirme girişimleri, ortak alanların kamuya kapatılışı, mekânsal denetimlerin artışı, güvenlikli siteler gibi küçük ölçekli ama sayıları her geçen gün artan sahiplenişler, polis ve özel güvenlik denetimleri ortak alanların yeniden yaratılması amaçlı uğraşları zorunlu kılmıştır. Ortak alanların yeniden yaratılması fikri toplumsal olduğu kadar fiziksel; kültürel olduğu kadar da ekolojik bir anlayıştan türer. Ciddi bir ölçek ve gönüllü iştirak sorunu içerir.

7 Richard Sennett, Otorite, Kamil Dursun (çev.), Ayrıntı 2011.

8 Arendt, H., La Condition de l’homme moderne, Paris: Calmann-Levy, 1983.

Ortak alan potansiyel bir alan olup aynı anda dinamik bir yapı olarak algılanmalıdır. Hardt ve Negri’den alıntı yaparak Harvey (2012) şöyle der:

“(ortak alan)Hem emeğin ürettiği bir şeydir, hem de gelecekteki üretim araçlarını içerir. Bu ortak alan paylaştığımız yeryüzünden ibaret değildir; aynı zamanda meydana getirdiğimiz dilleri, tesis ettiğimiz toplumsal pratikleri, ilişkilerimizi tanımlayan toplumsallık tarzlarımızı ve benzer unsurları da içerir” (s.124).

Ortak alan hem kolektif hem de ticari olma durumundadır. Katılımı arttırmak bazen turizmi teşvik amaçlı planlanmalara yol açabilir. Salt bir geçiş alanı olmak ortaklığın düşmanıdır. Ortak alanın hem kalıcı hem de geçici kullanıcısı olmak zorundadır (Gür 2001). Yukarıdaki resimde çiçekçi kadın kalıcı, müşteri ve çocuklar geçicidir. Ama toplumsal alanların en iyi yaşayanları müdavimleri olanlardır. Müdavimler geçici sınıfında olmakla birlikte orada olmaktan duydukları hazdan dolayı oraya sık sık gidenlerdir. Kamusal alanları ayakta tutan yurttaşlar asıl bunlardır. Bireylerin ve toplumsal grupların gündelik etkinlikleri ve mücadeleleri bir kentin toplumsal yaşamını yaratır; böylelikle içinde herkesin barınabileceği ortak çerçeve meydana gelir. Kültürel açıdan yaratıcı özelliğe sahip bu ortak alanlar tam olarak tahrip edilemezler, ama aşırı istismar nedeniyle zamanla niteliklerini yitirebilir ve bayağılaşabilirler. Karaköy’de yaşanan tam da budur! Karaköy’ün bir zamanlar ortak alan olma özelliğinin en açık kanıtı günümüze bir biçimde kalmış fotoğraflardır. Yukarıda bir tanesinin okuması yapılmış ve bir zamanlar Karaköy’ün inanılmaz bir ortak alan barındırdığı kanıtlanmıştır. Ancak aşırı trafikle yüklenmesi apaçık bir istismardır. Meydan neredeyse tüm olumlu niteliklerini yitirmiştir. İnsanlar duramaz, soluk alamaz hale gelmiştir. Ortak alandan istenen dinamizm bu değildir. Bir çalıştay öğrencim şöyle bir saptamada bulunmuştur:

“Hocam! saatlerce gözlemledim Karaköy kıyısını; bir turist gördüm. Balıkçıya geldi, ekmek arası sipariş etti, yedi, kıyıda güney yönünde birkaç adım attı. Katılabileceği hiçbir etkinlik göremeyince geri döndü ve hızla uzaklaştı”.

Karaköy kimseleri kendinde tutamayacak kadar yıldızı sönmüş, olumlu enerjisini yitirmiş bir yer ya da yok-yer! Pis, bakımsız, unutulmuş bir yok-yer! Ama uygun hamleler, uygun işlevler ve nitelikli tasarımlarla eski haline tam olarak döndürülemese de iyileştirilebilir bir yer. İşte bu nedenle Karaköy (2013) Çalıştayı’nın hedefleri arasında uygun hamleler, uygun işlevler ve nitelikli tasarımlar vardı. Kısacası olgu, topyekûn bir müdahale, ciddi ve iyi düşünülmüş bir program gerektiriyordu! Bu nedenle bazı ilke kararları alındı:

Yaş, medeni durum, sınıf farkları, etnik gruplar, turistler ve gelip geçenlerin gereksinmeleri göz önünde bulundurulmalıydı.

Buna bağlı olarak önerilen etkinlikler, mevcut etkinliklerden çıkarım yoluyla ve gelecek senaryoları üzerinden belirlenmeliydi.

Etkinlik alanları ve aralarındaki geçişler yumuşak ve kullanışlı olacak biçimde tasarlanmalı, yaya akışı kolaylaştırılmalıydı.

Yine, bu anlamda aşırı trafik önlenmeli; yayanın duraksaması sağlanmalı; gerekirse meydan 1950’lerdeki ulaşım seçenekleriyle sınırlandırılmalıydı.

Süre kısa olduğu için bir çalışma sınırı belirlenmeli ama master planlar tüm kıyıyı halka açacak öngörülerle ele alınmalıydı (Bkz. Potsdam örneği).

Danışmanların da yönlendirmesi olmakla birlikte bunları tüm öğrenci ekipleri kendince saptadı (Bkz. Öğrenci çalışmaları).

Karaköy’ün tarumar edilmiş ortak alanının diğer önemli bir özelliği de Boğaz’a akması, suya kavuşmasıdır. Bu orayı aynı anda bir kıyı olarak algılamamızı gerektirir.

Kıyı Kültürü

Sular ve kıyıları kentlere ayrıcalıklarını veren doğal ögelerdir. Yerleşme başladıktan itibaren de en

önemli ortak sosyal alanlar olma özelliği kazanırlar ve kıyı kültürünü yaratırlar (Resim 7, 8).

Resim 7. Giresun Mayıs Yedisi Şenliği

Resim 8. Giresun Mayıs Yedisi Şenliği Kıyı kültürü resimlere konu olmuş bir özelliktir. Georges Seurat (1859-1891), A Sunday on La Grande Jatte, 1884 tarihli tablosunda (Resim 9) ve yine aynı yıl yaptığı The Bathers at Asnieres konulu tabloda (Resim 10) her yaştan ve her cinsiyetten insanın nasıl da bu ortak alanların tadını çıkardığını çok güzel resmetmiştir: gezenler, dolaşanlar, günlük yürüyüşünü yapanlar, kitap okuyanlar, dinlenenler, besin arayan köpekler, oynayan-zıplayan, koşan çocuklar, sularda serinleyenler, yalnızlar, grup halinde olanlar, fabrika dumanlarından çok uzakta su şakaları yapanlar…

Resim 9. Georges Seurat (1859-1891), A Sunday on La Grande Jatte, 1884

Resim 10. Georges Seurat, the Bathers at Asnieres, 1884

Suyun kendine özgü karakteristiği kıyı kültürünün yapısını oluşturur. Paris’te Sen Nehri kıyılarının

çeşitli rekreasyonları barındırabileceği nihayet fark edilmiştir (Resim 11); Ama Kura Nehrinin

beşiğindeki Tiflis için Kura daha ziyade seyirliktir (Resim 12). Diğer yandan Amsterdam’ın yaşamla

örülmüş kanalları aynı anda kentsel yaşamın ortak alanlarıdırlar (Resim 13). Ülkemizin sularına

gelince; dünyada ne böyle su, ne de böyle bir toprak var (Resim 14). Her şey olabilir!

Resim 11. Paris’te Sen Nehri Kıyıları

Resim 12. Kura Nehrinin beşiğindeki Tiflis

Resim 13. Amsterdam’ın Kanalları

Resim 14. Bakırköy Marina, İstanbul Karaköy Boğaz’dadır. Sahili yoktur. Su trafiği vardır; bu ortadan kaldırılması olanaklı olmayan, mevcut

olmasında da yarar olan, yerin canlılığı arttıran, ulaşım ve erişimi kolaylaştıran bir özelliktir. Tarih

boyunca Karaköy bir geçiş noktası olma özelliği de taşımıştır zaten (Resim 15). Bu özelliği zamanla

buraya hareket halindeki kıyı yapılanmasını getirmiştir (Resim 16, 17). Karaköy’ün dengesi kozmosun

dengesi gibidir: üflesen sarsılacak… Ancak, Karaköy ortak alanının bu hareket halinde olma özelliği

diğer yararlı toplumsal etkinliklerin önünde artık bir engele dönüşmüştür.

Resim 15. Hareket halindeki kıyı-kozmos

Resim 16. Kıyının ve konut bölgesinin bugünkü keşmekeşliği-Haziran 2013 (Foto: Nilgün Kuloğlu)

Resim 17. İnsanlar geçici. Ortak alanın olmazsa olmaz kalıcı ögesi (müdavimi) nerede?-Haziran 2013 (Foto: Nilgün Kuloğlu)

Bir çıkar yol arayışı içinde Batı’ya yüzümüzü çevirdiğimizde şunu görürüz: kıyı kültürünün korunması,

halka açık toplumsal ortak alan olarak görevini sürdürmesi Batı’da çok önemli görülen bir insani

tavırdır. Öyle ki Chomsky’yi (2013), işgal et (occupy) mantığını savunmaya kadar götürmüştür.

Baltık’a kıyısı olan ülkelerden İsveç, Almanya, Danimarka, Finlandiya ve Polonya kıyı kentlerini

geliştirme amaçlı bir ortak araştırma kuruluşu oluşturmuştur (Anonim 1, 2), (Resim 18). Norra

Alvstaranden, Göteborg (İşveç), Lübeck, Berlin, Potsdam, Werder-Havel, Rostock (Almanya), Køge

(Danimarka), Vaasa (Finlandiya) bu kapsamda ele alınmış kıyı dönüşümü projeleridir. Bunların bir

kısmı aşağıda örneklenmiştir (Resim 19-28).

Resim 18. Baltık’a kıyısı olan ülkeler

Resim 19. Göteborg’un (İsveç) belli zaman aralıklarıyla gözden geçirilen kıyıları, sürecin hangi tarih itibarıyla ciddiye alınmaya başladığını gösteriyor.

Resim 19. Göteborg’un ortak araştırmalar sonucu yapılan Master planı

Resim 20. Lübeck (Almanya) kıyı düzenlemesi

Resim 21. Lübeck’in mevcut yapısı ve eksikliklerinin tespiti

Resim 22. Køge kıyı düzenlemesi

Resim 23. Køge Master planı

Resim 24. Vaasa kıyı düzenlemesi

Resim 25. Vaasa’nın Master plan sahası Resim 26. Vaasa Master planının hedefi

Resim 27. Potsdam kıyıları

Resim 28. Potsdam kıyı düzenlemesinin hedefi: kesintisiz yaya ulaşımı

Sözü geçen ülkelerin araştırmacıları sürdürülebilir kıyı geliştirme projelerinin 10 ilkesini aşağıdaki gibi

belirlemişlerdir (Anonim 2; s.43-44):

1. Nehir, dere, kanal, göl ve deniz suyunun kalitesinin sağlanmış olması tüm kıyı geliştirme

projeleri için bir zorunluluktur ve bunu temin etmek yerel yönetimlerin bir sorumluluğudur.

2. Kıyılar mevcut kentsel dokunun ayrılmaz parçası, su kentsel peyzajın bütünleyicisidir. Kıyılar

ulaşım, eğlence ve kültür olarak kentsel dokuya katkı şeklinde planlanmalı; kent ve kentli için

yaşamsal rolünü sürdürmelidir. 3. Kıyı geliştirme projelerine karakter ve anlamın kazandırılması için olaylar, vurgu noktaları ve

doğa gibi kolektif mirasta yeri olan her şey tasarımlarda mutlak surette göz önünde

bulundurulmalı, endüstriyel tarih bile bu kapsamda korunmalıdır.

4. Kıyılar ticaret, konut, kültür gibi işlevsel çeşitlilik içinde suyun varlığını kutsamalı, suyla en

yakın temasta olması gereken hangisiyse suya erişim konusunda ona öncelik verilmelidir.

Eğer mutlaka yapılacaksa konutlar hem biçimsel hem de sosyal anlamda karma olarak

gerçekleştirilmelidir.

5. Kıyılar gerek lokal insanlar ve gerekse turistler için hem görsel hem de ulaşım açısından tüm

yaş ve gelir grupları tarafından erişilebilir olmalı; kamu alanları yüksek kalitede yoğun

kullanıma yönelik tasarlanmalıdır.

6. Kıyı geliştirme projeleri kamu ve özel girişim ortaklığı şeklinde planlanmalıdır. Kamu yetkilileri

projelerin kalitesi konusunda teminat vermeli, alt yapıyı hazırlamalıdır. Serbest girişimciler

pazar çalışmalarını yapmalı ve projeyi hızlandırmalıdırlar. Sonuçta projelerin ekonomik, sosyal

ve ekolojik uzun dönem başarısı önceden sağlanmalıdır.

7. Kamunun katılımı geliştirme projelerinde başından sonuna kadar sağlanmalı; projeler kamuya

sürekli olarak sergilenmeli, görüşleri alınmalı ve bu görüşler projelerde yönlendirici rol

oynamalıdır. Halk fiili katılımının sonuç verdiğine tanık olmalıdır. Sürdürülebilir projelerin ilk

ve zorunlu şartı budur.

8. Kıyılar adım adım geliştirilmeli ve bu potansiyel halkın değerlendirmesine sunulmalıdır. Ortak

alanların, mimarinin ve sanatın bol seçenekli olabilmesi için asla aynı peysaj ve mimarlık

ekiplerine görevler tevdi edilmemeli, geliştirme projeleri parçasal yarışmalar şeklinde hayata

geçirilebilmelidir. Çeşitlilik başarının anahtarıdır. Çeşitlenme, lokal olan ve olmayan ekiplerin

özgür ortamda yarışmalarıyla sağlanır.

9. Kıyılarla ilgili tüm master planlar ilgili kıyının temel işlevsel analizleri ve anlamları üzerine inşa

edilmelidir. Canlandırma projelerinin ön araştırmaları güvenilir verilerden hazırlanmış

raporlar şeklinde olmalıdır. Kente yaşam katan bu projelerin gelişigüzel olma lüksleri yoktur.

10. Kıyıların uluslararası olmak zorunluluğu vardır. Gerek projelerden sorumlu meslek adamları,

gerek yatırımcılar, ve gerekse bilgi akışı sağlayan firmalar uluslararası ağlar şeklinde

oluşturulmalıdır. Venedik bu nedenle Eylül 2000’de bilgiye erişim amaçlı olarak WIN

(Waterfront International Network: Uluslararası Kıyı Network’ü) oluşturmuştur.

Çalıltayda öğrencilerle paylaşılan bu ilkelerin öğrenciler tarafından iyice anlaşılması sağlanmış ve

burada geçen ve üst düzey kararlar içeren bildirimlerin uygun zaman ve zeminlerde belediyeler, imar

kurulları, koruma kurulları ve çevre sağlığı kuruluşlarına duyurulması telkin edilmiştir. Çünkü bu

ilkeler şehir hakkı kapsamında tüm yurttaşların en doğal hakkıdır.

SONUÇ YERİNE: ŞEHİR HAKKI

Henri Lefebvre Şehir Hakkı (The Right to the City) denemesinde daha adil kent düzenleri nasıl olabilir

sorusuna yanıt aramaya çalışmıştı (1967). Lefebvre’e göre kapitalist mekânın üretimini kullanım değerinden çok değişim değeri belirler. Bu nedenle şehrin mal-mülk-sermaye sahibi olmayan, yatırım gücü olmayan, ya da Lefebvre’in terimiyle ‘mekânların değişim değeri üzerinde para kazanamayan’ kesimler şehir üzerindeki söz haklarını kaybeder, kentsel kararlara tabi olurlar. Şehir hakları gasp edilmiş olur. Dönüştürme ve soylulaştırma pratikleri bu şekilde işler. Parkların yerini en iyisinden karayolları, raylı taşımacılık ya da AVM’ler alır. Eğer ‘eviniz yeniden sizin olabilecek’ gibi bir kandırmacayla halka gidiliyorsa bilinmelidir ki halkın bir birikimi olmadan bu vaat gerçekleşemez. Birikim söz konusu değilse yeni evin sahibinin yaka rengi değişir. İnsanına sahip çıkma geleneği olmayan demokratik cumhuriyetlerde bu tip uygulamalardan toplulukların çok zarar gördüğü bilinmektedir. Özellikle Yunanistan, Türkiye ve Güney Amerika Cumhuriyetleri bu olumsuzluklardan payını çokça alan toplumlardır. Bu durumu önlemek için Lefebvre, kentsel kaynaklara eşit ve adil erişimin şart olduğundan, şehir hakkının iktidarlardan sökülüp alınması gerektiğinden söz etmiştir. David Harvey ve Peter Marcuse gibi düşünürler ise kentlinin kenti yeniden üreten siyasi ve ekonomik süreçlere müdahale haklarına kavuşturulmasından söz etmişlerdir. Uluslararası insan hakları grupları bu konuda çeşitli kez toplandılar; birincisi 1-4 Şubat 2002 tarihinde yapıldı. Dünya Sosyal Forumu tarafından sponsorluğu yapılan toplantının sonuç bildirgesi İnsan Hakları Dünya Şartıdır (World Charter for the Human Right to the City–yayın tarihi: Ocak 2003). İkinci bildirge, Amerikalar Sosyal Forumunda (Temmuz 2004) UNESCO dahil çeşitli sivil toplum kuruluşlarının katıldığı bir toplantıda çok yazarlı olarak kaleme alınan İnsan Hakları Dünya Şartıdır (World Charter for the Human Right to the City – yayın tarihi: Eylül 2004). Bu konuda çok kapsamlı bir çalışma da Mitchell (2003) tarafından kaleme alınmıştır. Genel olarak Şartların uygulanmaya dair bir pratikleri yoktur. Zaten bu metinler, konut hakkı, sosyal güvenlik, yeterli standartlarda yaşam, tatil, bilgi edinme, örgütlenme standardı, besin, su, sağlık, eğitim, boşanma, katılım ve özgür ifade gibi genel insan hakları maddelerine; toprak edinme, kentsel sağlık sistemleri, kamusal ulaşım, kamu alanlarına ve olanaklarına, doğal kaynaklar ve temel altyapılara sahip olma gibi haklara ilişkin maddeler barındırır. Bunlara “Kentler yüksek yoğunluklu yaşama alanlarından çok daha fazlasıdır” gibi ne demek istediği anlaşılmayan maddeler eklenmiştir. Bu metinlerde kent yerel politikaların bir sonucu olarak görülmekte; özü, ayrıcalığı ve özgeliği göz önünde bulundurulmamaktadır. Karaköy’ün yerelliği ve özgeliği belirlenmeden Karaköy ile ilgili yeni bir tablo resmedilemeyeceği ve eğer böyle bir tablo çizilebilirse Şehir Hakkı kavramına çeşitli girişimlerle işlerlik kazandırmak gerektiği anlaşılmaktadır. Bu çalıştay bu tabloya atılan ilk fırça darbesidir. Gerisi gelmelidir!

KAYNAKLAR

Anonim, Waterfront Urban Development Final Report, European Community. European Regional Develeopment Fund. Interreg IIC-Project-Baltic Region, 2002. Anonim, Waterfront Urban Development Hand Book, European Community. European Regional Develeopment Fund. Interreg IIC-Project-Baltic Region, 2002. Arendt, H., La Condition de l’homme moderne, Paris: Calmann-Levy, 1983.

Chomsky, N., İşgal Et (Occupy). Osman Akınhay (çev.), Agora Kitaplığı, 2013.

Dacheux, É. (der.), Kamusal Alan, Hüseyin Köse ve Esra Koç (çev.), Ayrıntı, 2012.

Floris, B., “Kamusal Alan ve Ekonomik Alan”, Kamusal Alan, Éric Dacheux (der.), Ayrıntı, 2012, s.65-74.

Gür, Ş. Ö., Terrain Vague, Recycling Common Ground:esperienze de riciclo architettonico per la

rigenerazione urbana, Claudio Lamanna (der.), Biennale Sessions 22-23 November Venice, 2012, pp.

52-57.

Gür, Ş.Ö., Galata Kulesi Çevresinin Dönüşüm Sorunsalı, Gür, Ş.Ö. ve Kuyumcu, Y. (der.) Dönüşüm

Konusunda Uygulamalı Bir Araştırma: Galata Çalıştayı 2011-Beykent (A Practise Based Research on

Transformation: Galata Workshop 2011), Beykent Üniversitesi Yayınları, 2013a, pp.1-18.

Gür, Ş.Ö., Küresel Dönüşümler Çağında Konut Sorunu (keynote speech) , III.Konut Kurultayı, EMU-Türk Kıbrıs Mimarlar Odası 9-10 Mart 2012, Lefkoşa, 2013b (yayın yılı). Gür, Ş. Ö., Mekânsal Söylenceler III: Gerçek Mekânlar, Yapı 232, Mart 2001, 39-44.

Hardin, G. , “The tragedy of the commons”, The question of common: The culture and Ecology of Communal Resourses, Tucson, Arizona: University of Arizona Press, 1987 [1968]. Harvey, D., Asi Şehirler, Ayşe Deniz Temiz (çev. ve sun.), Metis, 2012 Kuymulu, M. B., Şehir Hakkı; http://kuymulu.wordpress.com/turkce-yazilar/sehir-hakki/ Lefebvre, H. Şehir Hakkı *Le Droit à la ville, yazım: 1967, basım: 1968, Paris+. Mitchell, G. The Right to the City: Social Justice and the Right to the City, New York: Guilford, 2003. Sennett, R., Otorite, Kamil Dursun (çev.), Ayrıntı 2011. Tassin, É., “Ortak Alan mı Kamusal Alan mı? Topluluk ve aleniyet Karşıtlığı” Kamusal Alan, Éric Dacheux (der.), Ayrıntı, 2012, s.75-88. http://www.degisti.com/index.php/archives/tag/karakoyun-eski-ve-yeni-fotograflari-karakoy-tarihcesi http://tdtk.rize.edu.tr/?p=126 http://tr.wikipedia.org/wiki/Sefarad http://www.notbored.org/writings-on-cities.html; NOT BORED! 14 Eylül, 2006.