16 ve Ötesi, KTÜ Kampüsünde Geçen Çocukluğumdan Notlar

10
16 ve ötesi 1 Karadeniz Teknik Üniversitesi kampüsünde geçen çocukluğumdan notlar Dr. Ayşe Nur Albayrak Doğduğumuz, büyüdüğümüz kent, hayata bakışımızı ve kimliğimizi de şekillendirici bir güce sahip. Tanıdığımız insanları, edindiğimiz kültürü ve mekâna ilişkin ilk birikimlerimizi orada ediniyoruz. Yolumuz başka kentlere uğrasa, hatta başka kentlere-ülkelere göç etsek bile hayatımızı çocukluğumuzdan getirdiğimiz izler üstünde inşa ediyoruz. Benim KTÜ maceram da biraz böyle. Eğer ailem ben çocukken KTÜ’de yaşamaya karar vermese, bugün muhtemelen, şu an olduğumdan farklı bir insan olurdum. 80’lerin KTÜ kampüsü, sosyo-ekonomik ve kültürel boyutlarıyla olduğu kadar, mekânsal özellikleriyle de kentten ayrışan bir karaktere sahipti. Kampüs sadece öğrencilere değil içinde yaşayan herkese bir şeyler öğretti; bir yaşam alanı olarak hepimizi içine aldı ve geliştirdi. Hayatının bir dönemini KTÜ’de geçirip de keyifle anmayan çok az kişi vardır. Benim şansım çocukluğumu KTÜ’de geçirmiş olmak. Çocuk olmak, insanı üniversite ortamının çekişmelerinden, akademik yükseltmelerden, kriterlerden, kadro dertlerinden hatta bir yere kadar geçim sıkıntısından uzak tutuyor. Başka çocukların sahip oldukları eşyalar ve kıyafetler üzerinden üretilmiş bazı dertler vardı kuşkusuz ama 80’lerde onlar bile çok önemli değildi. Kampüste öğrendiğim ilk yer lojmanlardı. Bu bölümde arazi, Trabzon standartlarında görece düz olsa da, bir miktar eğimliydi. Apartmanlar eşyükselti eğrilerine paralel sıralar halinde, çoğunlukla bitişik nizam olarak yerleştirilmiş ve bizim aşağı, orta ve yukarı diye adlandırdığımız üç mahalle oluşmuştu. Aşağı ve Orta Mahalle, sonunda otoparkları olan, iki çıkmaz yolun etrafında kümeleniyordu. Yukarı Mahalledeki apartmanlar ise, kampüsün güney çıkışında, Kalkınma Mahallesine ve daha sonraları Tıp Fakültesi’ne bağlanan yol üzerinde, güney yamaçtaki koruya bakacak şekilde, tek sıra halindeydi. Her apartmanın çevresinde, apartmanın oturduğu düzlemi çevreleyen, insan ölçeğinde istinat duvarları vardı. Böylece dar ve mahrem bahçeler oluşuyor, bu bahçeler genellikle alt katta oturan ailelerin zevkine göre farklı sarmaşık ve çiçeklerle ya da kabak, lahana gibi sebzelerle yeşillendiriliyorlardı. Bu duvarlar, sıra apartmanlar boyunca devam ediyor, yer yer topografyadan kaynaklanan farklılıkları destekleyen, kimlikli mekânlar ortaya çıkıyordu. Apartmanların bir ünite olarak tasarımları ve arazideki konumları da topografya ile uyumluydu. Bazı apartmanlar sıradan koparılarak yerleştirilmiş, monotonluktan kaçınılmıştı. Böylece çocukların kullanımlarıyla zenginleşen mekânlar üretiliyordu. Evimizin bulunduğu 16.Blok, Orta Mahalledeki sıranın başında, birbirine bitişik diğer binalardan ayrı konumlanmıştı. Bina ayrık olduğu için çevresinde dönmek mümkün oluyordu ve ters yönde koşarak tur tamamlamaya çalışan çocuklar ve bir ebe ile oynanan dönme dolap için gereken de buydu. Oyun için en verimli kullanılan alan ise, evin hemen önündeki törensel oyun alanıydı. Bu alan, o yaştaki bir çocuk için bir futbol sahası büyüklüğünde algılansa da aslında uzun kenarlarının iki ucunda iki farklı yönde merdiveni olan, apartmanın yüksek girişinden de merdivenlerle ayrılan, paralel kenarımsı bir 1 Albayrak, A.N., 2015, 16 ve Ötesi, Çocukluk Mekanlarımız kitabı içinde, Ed: Y.Çakırer-Özservet, Çizgi Kitabevi, Sebat Ofset, İstanbul, Temmuz, ISBN:978-605-9108-63-8, 61-68.

Transcript of 16 ve Ötesi, KTÜ Kampüsünde Geçen Çocukluğumdan Notlar

16 ve ötesi1

Karadeniz Teknik Üniversitesi kampüsünde geçen çocukluğumdan notlar

Dr. Ayşe Nur Albayrak

Doğduğumuz, büyüdüğümüz kent, hayata bakışımızı ve kimliğimizi de şekillendirici bir güce sahip.

Tanıdığımız insanları, edindiğimiz kültürü ve mekâna ilişkin ilk birikimlerimizi orada ediniyoruz.

Yolumuz başka kentlere uğrasa, hatta başka kentlere-ülkelere göç etsek bile hayatımızı

çocukluğumuzdan getirdiğimiz izler üstünde inşa ediyoruz. Benim KTÜ maceram da biraz böyle.

Eğer ailem ben çocukken KTÜ’de yaşamaya karar vermese, bugün muhtemelen, şu an olduğumdan

farklı bir insan olurdum. 80’lerin KTÜ kampüsü, sosyo-ekonomik ve kültürel boyutlarıyla olduğu

kadar, mekânsal özellikleriyle de kentten ayrışan bir karaktere sahipti. Kampüs sadece öğrencilere

değil içinde yaşayan herkese bir şeyler öğretti; bir yaşam alanı olarak hepimizi içine aldı ve geliştirdi.

Hayatının bir dönemini KTÜ’de geçirip de keyifle anmayan çok az kişi vardır. Benim şansım

çocukluğumu KTÜ’de geçirmiş olmak. Çocuk olmak, insanı üniversite ortamının çekişmelerinden,

akademik yükseltmelerden, kriterlerden, kadro dertlerinden hatta bir yere kadar geçim sıkıntısından

uzak tutuyor. Başka çocukların sahip oldukları eşyalar ve kıyafetler üzerinden üretilmiş bazı dertler

vardı kuşkusuz ama 80’lerde onlar bile çok önemli değildi.

Kampüste öğrendiğim ilk yer lojmanlardı. Bu bölümde arazi, Trabzon standartlarında görece düz olsa

da, bir miktar eğimliydi. Apartmanlar eşyükselti eğrilerine paralel sıralar halinde, çoğunlukla bitişik

nizam olarak yerleştirilmiş ve bizim aşağı, orta ve yukarı diye adlandırdığımız üç mahalle oluşmuştu.

Aşağı ve Orta Mahalle, sonunda otoparkları olan, iki çıkmaz yolun etrafında kümeleniyordu. Yukarı

Mahalle’deki apartmanlar ise, kampüsün güney çıkışında, Kalkınma Mahallesi’ne – ve daha sonraları

Tıp Fakültesi’ne – bağlanan yol üzerinde, güney yamaçtaki koruya bakacak şekilde, tek sıra halindeydi.

Her apartmanın çevresinde, apartmanın oturduğu düzlemi çevreleyen, insan ölçeğinde istinat

duvarları vardı. Böylece dar ve mahrem bahçeler oluşuyor, bu bahçeler genellikle alt katta oturan

ailelerin zevkine göre farklı sarmaşık ve çiçeklerle ya da kabak, lahana gibi sebzelerle

yeşillendiriliyorlardı. Bu duvarlar, sıra apartmanlar boyunca devam ediyor, yer yer topografyadan

kaynaklanan farklılıkları destekleyen, kimlikli mekânlar ortaya çıkıyordu. Apartmanların bir ünite

olarak tasarımları ve arazideki konumları da topografya ile uyumluydu. Bazı apartmanlar sıradan

koparılarak yerleştirilmiş, monotonluktan kaçınılmıştı. Böylece çocukların kullanımlarıyla zenginleşen

mekânlar üretiliyordu.

Evimizin bulunduğu 16.Blok, Orta Mahalle’deki sıranın başında, birbirine bitişik diğer binalardan ayrı

konumlanmıştı. Bina ayrık olduğu için çevresinde dönmek mümkün oluyordu ve ters yönde koşarak

tur tamamlamaya çalışan çocuklar ve bir ebe ile oynanan dönme dolap için gereken de buydu. Oyun

için en verimli kullanılan alan ise, evin hemen önündeki törensel oyun alanıydı. Bu alan, o yaştaki bir

çocuk için bir futbol sahası büyüklüğünde algılansa da aslında uzun kenarlarının iki ucunda iki farklı

yönde merdiveni olan, apartmanın yüksek girişinden de merdivenlerle ayrılan, paralel kenarımsı bir

1 Albayrak, A.N., 2015, 16 ve Ötesi, Çocukluk Mekanlarımız kitabı içinde, Ed: Y.Çakırer-Özservet, Çizgi

Kitabevi, Sebat Ofset, İstanbul, Temmuz, ISBN:978-605-9108-63-8, 61-68.

platformdan ibaretti. Bu taş platformu batı yönünde çevreleyen bir yeşil alan kullanım imkânlarını

çeşitlendiriyor, oyun alanını genişletiyordu. Görece diğer apartmanların sahip olduğundan daha geniş

bir ön bahçeye –oyun alanına – sahip olmanın avantajı tüm oyunlara bir mülk sahibi gibi dâhil olma

hakkını elde etmekti. Özellikle “evin önünden ayrılma” komutuyla sokakta oynamasına izin verilen bir

çocuk için, diğer çocukların oynamak için tercih ettiği bir ev önüne sahip olmak o zamanlarda da az

bulunur bir lükstü.

Fotoğraf 1: 16.Bloğun girişi 2014/KTÜ (Fotoğraf: A. N. Albayrak)

Bu alanı en verimli kullandığımız oyun tombalaydı. İki takım halinde oynanan oyunu özetle, kaleyi

savunanların top tehdidini bertaraf ederek dokuz taşın üst üste dizilmesi hedefini gerçekleştirmeye

çalışmak olarak tarif edebiliriz. Öncesinde, kampüs genelinde, üst üste dizilmeye müsait taşları

aramak gibi etkinliklere izin veren bu oyun, aynı zamanda bir ustalık ispatı işlevine sahipti. En hızlı

koşanlar, kaleyi savunan oyuncunun attığı toplardan kaçabilecek çeviklikte olanlar, topu yakalayıp en

hızlı şekilde kaleye iletenler, topla en isabetli vuruşları yapanlar, taşları en dengeli dizebilenler ve tabii

ki böyle mükemmel takımları bir araya getiren ve yönetenler oyunda öne çıkar, kendini gösterirdi.

Apartman girişindeki merdivenlerin yarattığı sahne – tribün etkisi sadece tombala, yakar-top gibi

oyunlar için değil tiyatro denemeleri için de kullanışlıydı. Özellikle yaz akşamları gerçekleşen

etkinliklerde apartmanın ön cephesindeki balkonlar da birer loca gibi mekânı tamamlar, izleyici

kapasitesini artırırdı. Kampüsteki çocuk tiyatro gruplarının pek çok provası bu alanda yapıldı.

Televizyondaki programlardan esinlenildiğini sandığım, taklitlerin yapıldığı, şarkıların söylendiği ya da

kısa skeçlerin, fıkraların canlandırıldığı bir oyun bile üretmiştik. Bir adı var mıydı şu an

hatırlamıyorum. Hava soğuk ya da yağışlı olduğunda – ki yağış Karadeniz’de her mevsim olur – oyun

ekipmanları apartmanın içine taşınır, apartmanın merdivenleri de tribün olurdu. Daha çok yaşça

büyük abilerin, ablaların –ki genelde liseye ya da üniversiteye gidiyor olurlardı – yönlendirdiği,

küçüklerin yeteneklerini sergilemek için sıraya girdiği samimi ortamlardı.

Fotoğraf 2: 14. ve 15. Bloğun arasındaki futbol alanı 2014/KTÜ (Fotoğraf: A. N. Albayrak)

Önceleri, evin önünden uzaklaşma yönündeki ilk adımlar sokak, çocuk parkı ve 14 ve 15. Blok

arasında kalan geniş alanla sınırlıydı. Bu alan daha çok, büyük çocukların futbol oynadığı, üzerinde

oynanmaktan çimeni azalmış, bakımsız bir sahaydı. O zamanlar top oynayacak boş alanlar bulmak

mümkün oluyordu. Çıkmaz sokaklarda trafiğin yoğun olmayışı, hatta otoparklardaki araç sayısının

azlığı da beton zeminde geniş bir oyun alanı sağlıyordu. Burada geniş katılımlı yakar-top turnuvaları

düzenlenir, tenis idmanları yapılır ve istop gibi oyunlar oynanırdı.

Fotoğraf 3: 16’dan çocuk parkının yerine yapılan otopark, çocuk parkı otoparkın arkasında 2014/KTÜ

(Fotoğraf: A. N. Albayrak)

Çocuk parkı, ilkokulla lojmanlar arasındaki bir geçiş alanı, akşamüstleri çardakta, asmaların altında

oturma imkânı, kum havuzunda imalat ve demirlerde akrobasi demekti. Park birbirinden farklı

uzunlukta alçak duvarlarla birkaç parçaya bölünmüş ve farklı işlevlerle mekânın akması sağlanmıştı.

Oyun elemanları çok sağlıklı değilse de – bir kazanın izini hala yüzümde taşırım – grup halinde

oynamak için pek çok mekân seçeneği vardı. Güzel bir parktı ama şimdi yerinde araziye yama gibi

iliştirilmiş bir otopark, kuzeyde kalan boşluğa sıkıştırılmış standart bir oyun grubu bulunmakta. Oysaki

gerek arazi ve bitki örtüsü gerekse mekânın kullanıcı profili, daha yenilikçi çözümler üretilmesine

fırsat sağlayacak bir zenginlik içermekteydi. Şimdi nispeten güvenli, eskiye göre sıkıcı.

Parkın bir köşesinde ilk yapıldığı dönemlerde kahvehane ya da bira evi olarak kullanıldığı anlaşılan

terk edilmiş bir yapı vardı. Zemine gömülmüş bir etkiyle girişi alçaltılmış küçük kare bir meydancığa

açılan yapı, çevresindeki bitki örtüsünün de desteğiyle bir macera ve keşif alanına dönüşmüştü.

Kapısındaki kilit kuşkusuz içeriye girmemize engel değildi. İçerdeki cam kırıkları, büyüklerin neden

burada oynamamızı istemediklerini kısmen açıklasa da bir şekilde çocuk parkındaki oyunların sonu

gazino dediğimiz binanın girişine inen merdivenlerde son bulurdu.

Parkın sonunda sadece 5 sınıfı olan tek katlı, küçük bir ilkokul vardı, Mimar Sinan İlkokulu. O yıllarda

temel eğitim 5 yıldı ve sonrasında ortaokul ve lise 3’er yıldı. Eğer Anadolu lisesine giderseniz 1 yıl da

hazırlık okurdunuz. Hayat gibi eğitim sistemi de basitti. Koridorun başındaki sınıfta 1. sınıfa başlar, her

yıl bir yandaki sınıfta okur ve koridorun sonundaki 5.sınıfı bitirdiğinizde mezun olurdunuz. Daha sonra

bu okula bazı eklemeler yapılmış olsa da zaman içinde ihtiyacı karşılayamaz hale geldi ve sanırım

çocuk parkının ortadan kalktığı dönemlerde okul da yıkıldı. Çevresindeki tüm boş alanlara yeni

apartmanlar (lojmanlar) yapıldığı için okulu yerinde büyütme imkânı kalmamıştı. Eskiden merkezde

tüm çocuklara yürüme mesafesinde olan okul, kampüsün güneyinde, nispeten uzak bir alana taşınmış

durumda; sanırım şimdi çocuklar ilkokula servisle gidip geliyor.

Okul dışında, üniversite kütüphanesinden yararlanmak da bize özel bir durumdu. Her ne kadar bizim

evin kendisi bir nevi kütüphane olsa da bazen üniversite kütüphanesinde de araştırma yapardık. Ödev

yapmak için olduğu kadar vakit geçirmek için yurtlara gittiğimiz de olurdu. Babam ve ablam yurtlarda

çalıştığı için yönetim ofislerinde, kantinde, hatta bazen katlarda dolaşabilirdik. Evle yurtların yakınlığı

da bu ziyaretleri artırıyordu. Ofiste kırtasiye malzemeleriyle üretilen oyunlar – tabii ki kâğıt israf

etmemek koşuluyla – sınırsızdı. Daktiloyla yapılan yazı denemeleri okula başladıktan sonra bir içerik

kazandı. Facit marka hesap makinesinin nasıl çalıştığını hala anlamış değilim ama tuşlarıyla oynamak

eğlenceliydi.

Fotoğraf 4: Arka bahçeden Yukarı Mahalle ve Orta Mahalle bir arada (Ortadaki apartman 16.Blok)

2014/KTÜ (Fotoğraf: A. N. Albayrak)

Nedendir bilmem evin arkasındaki alanı pek kullanmazdık. Burası daha çok Orta Mahalle ile Yukarı

Mahalle’yi ayıran ya da birleştiren bir yeşil alandı. Hafızama kazınansa senede bir, en fazla iki defa

yağan karda bir sonsuzluğa dönüşen “arka bahçede” oynanan kartopları, yapılan kardan adamlar,

soğuktan donan göl – küçük bir su birikintisi – , soğuğa rağmen gün boyu süren oyunlar ve belki de

kampüsteki her yaştan insanın bir araya geldiği nadir kar eğlenceleri. Erik, incir gibi meyve ağaçlarının

da bulunduğu bu alanda aslında piknikten futbola pek çok aktivite yapmak mümkündü. Epeyce geniş

ve kısmen doğal peyzajını koruyan bu alan, mahalle diye adlandırdığımız ev sıralarının algılanmasını

kolaylaştıran bir açıklık görevini görüyordu.

Kendi mahallemizde oynamak istemediğimizde ilk tercihimiz Yukarı Mahalle’deki kaleydi. Kampüsün

güney çıkışının hemen yanındaki korunun başlangıcında yer alan kale, nispeten yüksek bir konumda,

çevresi taş duvarlarla çevrili, bir tarafında sahne görevi gören bir platformu olan bir alandı.

Kampüsteki taş duvarlarda kullanılan malzemeden artanlar da kalede yığılmıştı. Bu taşlar kale

duvarlarını sağlamlaştırmaktan sahneyi büyütmeye pek çok amaçla kullanılırdı. Biraz tehlikeli olsa da,

yaratıcılığı geliştirici bir süreçti ve sanırım ilk inşa deneyimlerimizi hayal gücümüzün de yardımıyla

kalede gerçekleştirdik. Güney girişindeki yol genişletilirken ilk gözden çıkarılan alan ne yazık ki kale

olmuş. Basitliğine karşın kampüsteki en özgün mekândı; şu anda yerinde bir yol ve güney girişini

kontrol eden güvenlik noktası var.

Fotoğraf 5: Yukarı Mahalle’de iç bahçeler 2014/KTÜ (Fotoğraf: A. N. Albayrak)

Kalenin girişinde yer aldığı koru o zamanlar, içinde birkaç salıncak olan, doğal bir yürüyüş alanıydı.

Tepeye, tıp fakültesine doğru tırmandıkça insan eliyle üretilmiş peyzaj bütünüyle geride kalır,

çalılıklarla kaplı geniş alanlar ortaya çıkardı. Burada, patikalarda yamaç boyu doğa yürüyüşü yapma,

kayalara tırmanma gibi zaman zaman zorlayıcı da olan aktiviteler yapılırdı. Az bir malzemeyle piknik

yapılabildiği gibi, ateş yakıp patates közlemek gibi daha komplike işlere girişildiği de olurdu. Ama bu

alanın esas keyfi yaz başlarında ortaya çıkan dağ çileği ve böğürtlen toplama aktivitesiydi. Dağ çileği

bulmak gerçekten zordu, çok azdılar ve küçücük çilekleri görebilmek pek mümkün değildi. Çok lezzetli

olmasalar bu kadar zahmete değmezdi. Gün sonunda toplanan tüm çilekler bir araya getirilir ve

çocukça bir adalet duygusuyla ekip üyeleri arasında eşit bölüşülürdü. Böğürtlense sonsuzluk gibiydi. O

dönemde kampüs henüz güneye yayılmadığından, çok geniş bir arazi çalılıklarla kaplıydı ve böğürtlen

toplama işi günlerce sürerdi. Yaşım küçük olduğu için, ben daha çok arazide böğürtlen yeme kısmına

odaklanırdım. Böğürtlenleri bulmak, toplamak ve taşımak Akif abimin uzmanlığıydı. Eve kova kova

taşınan böğürtlenler annem tarafından böğürtlen şurubu haline getirilir ve yaz boyu sıcak günlerde

tüm ev halkı tarafından afiyetle tüketilirdi. En sevdiğim reçelin böğürtlen reçeli olması o günlerden

bugüne gelen bir izdir.

Fotoğraf 6: Bölümlere giden yaya yolu 2014/KTÜ (Fotoğraf: A. N. Albayrak)

Fotoğraf 7: Spor alanları 2014/KTÜ (Fotoğraf: A. N. Albayrak)

O yıllarda KTÜ kampüsü, çocukların doğanın cömertliğini öğrendikleri, kendi sınırlarını test ettikleri bir

öğrenme mekânı idi. Bir çocuk bu meyve ya da bu ot yeniliyormuş dediğinde itiraz etmez tadına

bakardık. Herhangi bir şekilde hiçbirimizin zehirlenmemiş olmasının belki de şansımızla bir ilgisi

vardır. Kampüsün bitki çeşitliliği de deney sayımızı artıran bir etkendi. Fakültelerin arasında,

keşfedilmeyi bekleyen pek çok bahçe vardı. Okullar tatil olduğunda soluğu bu bahçelerde alırdık.

Büyüdükçe, arkadaş grubu farklılaştıkça kampüsün daha uç noktalarına doğru gezilerimizi

derinleştirdik, öğrendikçe kampüsü “daha tanıdık”, “bize ait bir yer” haline getirirdik. Orman fakültesi

yolundaki ıhlamurlardan, 18.Bloğun arkasındaki incir ağacına, 17.Bloktaki ortancalardan bekârlar

lojmanı önündeki leylaklara kadar pek çok bitki ile mekânı tanımlayacak ölçüde bağlar geliştirmiştik.

Kampüsün çocuklara ve gençlere sunduğu bir diğer imkân da spor alanları ve yaz okullarıydı. O

yıllarda bu etkinlikleri yaz okulu diye adlandırmazdık gerçi ama basketboldan tenise, hentboldan

yüzmeye pek çok spor dalında kurslar düzenlenir, heveslilere eğlence, yeteneklilere fırsat sunulurdu.

Kapalı spor salonunun dışında tenis kortu, açık sahalar ve bir çim futbol sahası vardı. Bunun dışında

kampüste pek çok açık alan ve bahçe, sportif etkinliklerde antrenman için kullanılacak elverişlilikteydi.

Nitekim bu imkânları kullanarak ulusal düzeyde tanınmış sporcular da oldu ve onlarla bir zamanlar

beraber oynadığımız oyunlar, keyifli anılar haline geldi. O dönemlerde çarşının yanındaki sahalarda

izlediğimiz maçlarla, antrenmanlarla spor bilgimizi geliştirdik. TRT’nin tek kanallı döneminin siyah-

beyaz yayınlarındaki zengin içerik de bu farkındalığa mutlaka katkı sağlamıştır.

Fotoğraf 8: Spor alanları – arkada öğrenci yurtları 2014/KTÜ (Fotoğraf: A. N. Albayrak)

Fotoğraf 9: Lojmanlardan çarşıya ve spor alanlarına giden yol 2014/KTÜ (Fotoğraf: A. N. Albayrak)

Fotoğraf 10: Tıp Fakültesi yolu üstündeki çok katlılar 2014/KTÜ (Fotoğraf: A. N. Albayrak)

Yukarı Mahalle’deki kampüsün güney kapısının hemen dışına yapılan 11 katlı blokların ne zaman inşa

edildiğini hatırlamıyorum. Bu bloklar görece daha zayıf bir çevre düzenine ve donatıya sahipti.

Topografyaya dikkat edilmeden tasarlanan bu alanda dik merdivenlerle birbirine bağlanan bloklar

manzara açısından da kampüsün batısında gelişen Kalkınma Mahallesi’ni görmekteydi. Sonradan

başka çok katlılar da yapıldı ve güneydeki bölge kampüsün genel karakterinden iyice uzaklaştı.

Kalkınma Mahallesi, ilkokuldaki bazı arkadaşlarımın evlerinin bulunduğu, nadiren kırtasiyeye ya da

ekmek-gazete almaya gittiğimiz bir yerdi. Günümüzde ise, iyice büyümüş, yapılaşmış, içinde pek çok

öğrenci yurdu, kafe, internet-kafe açılmış durumda. Ancak ne yazık ki, adıyla çelişkili bir şekilde

düzensiz büyüyen mahallede eskiden iki katlı olan evler apartmanlara dönüşürken bahçeleri

kaybolmuş. Trabzon’un genelindeki betonlaşma ve yeşil kaybı burada da yaşanmakta ve yanı

başındaki kampüsün olumlu özellikleri çevresindeki gelişmelere ilham verememiş durumda. Oysaki

Kalkınma Mahallesi’ni KTÜ kampüsüne benzer şekilde tasarlamak, çocukken en sevdiğim oyundu.

Yıllarca sürdürdüğüm bu oyun sonucu şehir plancısı olduğumu sanıyorum. Ülkemizde planların

uygulamaya geçememesi kaderi benim hayali planlarımın da başına geldi ve Kalkınma Mahallesi

benim planlarımın aksine bugünkü şeklini aldı.

Fotoğraf 11: 11 Katlı Bloklardan Kalkınma Mahallesi’nin görünümü 2014/KTÜ (Fotoğraf: A. N.

Albayrak)

Geçen yıllar sadece Kalkınma Mahallesi’ni ya da Trabzon’u etkilemiş değil. Kentler gibi üniversite

kampüsleri de sürekli bir değişim ve dönüşüm içinde. Zamanın, kampüsün fiziksel yapısını biraz

yıprattığı görülebiliyor. Eskiden kız yurdu, erkek yurtları ve lojmanların aynı aks üzerinde çarşının ve

spor alanlarının hemen yanında sıralandığı dönemde, günün her saati her yaştan insanı bir araya

getiren, canlı bir sosyal hayattan söz etmek mümkündü. Hala aynı canlılıkta olup olmadığını anlamak

için yine çocuk olmak ve mekânı yeniden deneyimlemek gerek belki de.

Yıllar geçse de, bugünkü kampüs, hatıralarımdaki kampüsten giderek uzaklaşsa da, objektif bir

değerlendirme yapmak gerekirse, KTÜ kampüsü hala Türkiye’deki en güzel kampüsler arasında yer

alır. Kampüsün kentle entegrasyonu da –belki de kentin ölçeği yüzünden – başarılıdır. Çarşı ve

rekreasyon alanlarının erişilebilir konumu, yaya yolları ile sağlanan ulaşım – ya da yürünebilir

nitelikteki yollar – , toplu taşıma imkânları, lojman öğrenci yurdu birlikteliğiyle sağlanan güvenli

yaşam alanları, topoğrafyaya uyumlu yapılaşma düzeni ve korunan yeşil alanlar diğer üniversitelerin

kampüslerinin tasarımında dikkate alınması gereken derslerdir. Ancak, KTÜ kampüsünün tasarımını

başarılı kılan, sunduğu mekân hissinin hafızalara kazınmasıdır. Özellikle çocuklukta deneyimlenmiş bir

mekânın, sokak sokak, bina bina hatırlanıyor oluşu, adını bilemediğim tasarımcının başarısıdır. O

yıllarda ne kampüsün tasarımının niteliğinin farkındaydık, ne de kampüs ortamının sunduğu

imkânların. Sadece içinde yaşadık. Elimdekinin farkında olsaydım, belki biraz daha fazla tadını

çıkarabilirdim, kim bilir? Yıllar geçip yolum başka kentlere, başka kampüslere düştükçe; gittiğim,

yaşadığım yerleri, ister istemez, KTÜ ile karşılaştırdım. İbre, çoğu zaman KTÜ’den yana döndü.

Umarım kampüs bu karakterini korumaya devam eder; giderek betonlaşan kentte, bir vaha gibi,

varlığını daha uzun yıllar sürdürür, çocuklara, gençlere, sakinlerine nitelikli ve keyifli bir yaşam alanı

ve kültürel çevre sunmaya devam eder.