Girişimci Özellikler Ve Girişimcilik Türü Tercihi Üzerinde Ebeveyn Etkisi: Mehmet Akif Ersoy...

598

Transcript of Girişimci Özellikler Ve Girişimcilik Türü Tercihi Üzerinde Ebeveyn Etkisi: Mehmet Akif Ersoy...

BİLİM HAKEM KURULU

Ünvan Ad - Soyad Üniversite Prof.Dr. Ali ACAR Selçuk

Prof.Dr. Şahin AKINCI Selçuk

Prof.Dr. Serdar ALTINOK Gazi

Prof.Dr. Aliye Mavili AKTAŞ Selçuk

Prof.Dr. Tahir AKGEMCİ Selçuk

Prof.Dr. N. Ata ATABEY Selçuk

Prof.Dr. Coşkun ATAYETER Karamanoğlu Mehmetbey Prof.Dr. Kemalettin CONKAR Kocatepe Prof.Dr. M. Sami DENKER Dumlupınar

Prof.Dr. Yılmaz GÖBENEZ Marmara

Prof.Dr. Orhan GÖKÇE Selçuk

Prof.Dr. Sıtkı GÖZLÜ İTÜ

Prof.Dr. H. Kürşat GÜLEŞ Selçuk

Prof.Dr. Vasfi HAFTACI Kocaeli

Prof.Dr. Ahmet KALENDER Selçuk

Prof.Dr. Fehmi KARASİOĞLU Selçuk

Prof.Dr. Osman OKKA Selçuk

Prof.Dr. Adem ÖĞÜT Selçuk

Prof.Dr. Seval Kardeş SELİMOĞLU Anadolu

Prof.Dr. Halim SÖZBİLİR Kocatepe

Prof.Dr. Haluk Hadi SÜMER Selçuk

Prof.Dr. M. Şerif ŞİMŞEK Selçuk

Prof.Dr. Mahmut TEKİN Selçuk

Prof.Dr. Çağatay ÜNÜSAN Selçuk

Prof.Dr. Emine YENİTERZİ Selçuk

Doç.Dr. Muhittin ACAR Hacettepe

Doç.Dr. Ali ALAGÖZ Selçuk

Doç.Dr. Mikail ALTAN Selçuk

Doç.Dr. Hüseyin ALTUNBAŞ Selçuk

Doç.Dr. Veysel BAŞPINAR Ankara

Doç.Dr. Yunus CERAN Niğde

Doç.Dr. Akif ÇUKURÇAYIR Selçuk

Doç.Dr. Rıfat İRAZ Selçuk

Doç.Dr. Süleyman KARAÇOR Selçuk

Doç.Dr. Zeynep KARAÇOR Selçuk

Doç.Dr. Abdullah KOÇAK Selçuk

Doç.Dr. Veysel KULA Kocatepe

Doç.Dr. Abitter ÖZULUCAN Niğde

Doç.Dr. Raif PARLAKKAYA Selçuk

Doç.Dr. Ali ŞAHİN Selçuk

Doç.Dr. Salim ŞENGEL Bilecik

Doç.Dr. Nurhan ÜNÜSAN Selçuk

Doç.Dr. Doğan UYSAL Selçuk

Doç.Dr. Muammer ZERENLER Selçuk

Doç.Dr. Özdemir KOÇAK Selçuk

Yrd.Doç.Dr. İsa ALTINIŞIK Selçuk

Yrd.Doç.Dr. Ömer BAKAN Selçuk

Yrd.Doç.Dr. Aykut BEDÜK Selçuk

Yrd.Doç.Dr. Melek Acar BOYACIOĞLU Selçuk

Yrd.Doç.Dr. M. Nejat Özüpek Selçuk

Yrd.Doç.Dr. Fatma TAŞ Selçuk

Yrd.Doç.Dr. Semra TUNÇ Selçuk

Yrd.Doç.Dr. Baki YILMAZ Selçuk

��NDEK�LER

Konya’ Da Özel Hastane Yöneticilerinin Mü�teri Odaklı Pazarlamaya Bakı� Açıları Ve Karlılı�a Etkileri Üzerine Bir Ara�tırma Yrd.Doç.Dr. F. Atıl B�LGE, Ö�r. Gör. M. Erhan SUMMAK Ö�r. Gör. Selçuk KARAYEL..................................................................1 Kurumsal Yöneti�im �lkeleri I�ı�ında Kriz Yönetimi Açısından Krizi Fırsata Çevirme: Türk Bankacılık Sektöründe Bir Uygulama Dr. A. Aslan �ENDO�DU...................................................................... 15 Türk Borçlar Kanunu Tasarısının Kira Sözle�mesinin Sona Ermesine �li�kin Hükümleri Yrd.Doç.Dr. Ay�e ARAT........................................................................ 27 Anonim Ortaklıklarda Birle�me Süreci Ve Muhasebele�tirme Yöntemlerinde Meydana Gelen Geli�meler Aziz KA�ITCI ........................................................................................ 35 Bddt’nin (Bilgisayar Destekli Denetim Teknikleri) Bankacılık Sektörüne Etkileri Yrd.Doç.Dr. Mustafa AY, Yrd.Doç.Dr., Baki YILMAZ........................ 51

��letmelerin Rekabet Avantajı Sa�lamasında Bilgi Yönetiminin Rolü Ercan Ç�ÇEK........................................................................................... 67

Çalı�anlarda Kariyer Tatmini Ve Örgütsel Ba�lılık �li�kisi Yrd.Doç.Dr. Hüseyin �LER�, Yrd.Doç.Dr. Abdullah KARAMAN, Gülsüm ENG�Z ...................................................................................... 78

Veri Zarflama Analizi Ve Hastane Etkinli�inin Ölçülmesinde Kullanımı Dr. Yunus Emre ÖZTÜRK .................................................................... 97 Türk Sa�lık Sektörü Ve Üniversite Hastaneleri Dr. Yunus Emre ÖZTÜRK .................................................................. 119

The Role Of Health Related Factors On Consumer Attitudes Towards Organic Products In Turkey Yrd. Doç. Dr. Eyyup YARA�, Yrd. Doç. Dr. Tülay YEN�ÇER�, Dr. Bahar YA��N ................................................................................. 147

Türkiye’ De Tekstil-Hazır Giyim Sektörleri Ve Rekabet Gücü FatihMANGIR, Ahmet AY.................................................................. 175 Uluslararası Sermaye Hareketleri Ve Finansal Liberalizasyonun Etkileri Fatih MANGIR, M. Levent YILMAZ ................................................. 191

2000-2001 Finansal Krizlerin Konya Organize Sanayi Bölgeleri’nde Faaliyet Gösteren Firmaların �stihdamına Olan Etkileri Fatih Mehmet ÖCAL............................................................................ 213

Konya Organize Sanayi Bölgeleri’nde Faaliyet Gösteren Firmaların Sahiplerinin Sosyo-Kültürel Açıdan �ncelenmesi/2008 Fatih Mehmet ÖCAL............................................................................ 231

Kurum �çi �leti�im Düzeyinin Belirlenmesine Yönelik Bir Alan Ara�tırması (Konya Mali Mü�avirlik Büroları Örne�i) E. Fazıl ÇÖLLÜ, M.Erhan SUMMAK ................................................ 249

Küçük AsyaFatih Mehmet Berk............................................................ 263

E-Devlet Uygulamalarının Hizmet Kalitesine Etkileri Dr. H. AIpay Karasoy .......................................................................... 279

Türkiye’de Dolaylı Ve Dolaysız Vergiler Ve Ekonomiye Etkileri Yrd. Doç. Dr. Haldun SOYDAL, Ar�. Gör. M. Levent YILMAZ ...... 295

Çevre Muhasebesi Ve Çevre Maliyetlerinin Üretim Maliyetlerine Etkileri Yasemin SOYLU, Hüseyin �LER� ....................................................... 309

Küresel Kamusal Mallar Ve Finansmanı Global Publıc Goods And Fınancıng �sa ALTINI�IK, Hasan Sencer PEKER ............................................... 323

Kobiler’in Avrupa Birli�ine Giri� Sürecinde Tutundurma Faaliyetleri Ve �hracata Olan Etkisi Denizli Metal E�ya Ve Teçhizat Sanayinde Bir Ara�tırma Yrd.Doç.Dr.Duygu KOÇO�LU .......................................................... 333

Kobiler �çin Uluslararası Finansal Raporlama Standartları Ve Kapsamlı Uluslar Arası Muhasebe Ve Finansal Raporlama Standartlarından Farklılıkları Doç.Dr.Raif PARLAKKAYA.............................................................. 343

Küresel Mali Kriz Ve Türkiye Lale Alkıno�lu KARAMIZRAK.......................................................... 361

Pazarlamanın Postmodern Yönelimi Ve Küreselle�me Ekseninde ��letme Yapılarındaki Dönü�üm Doç.Dr.Muammer ZERENLER, Ö�r.Gör.Dr.Derya ÖZ�LHAN, Ö�r.Gör.�brahim AKGÖBEK .............................................................. 391

Bankacılık Sektöründe Veri Zarflama Analizi Yöntemini Kullanarak Verimlilik Ara�tırması Murat Bay............................................................................................. 409

Hem�irelerin Tıbbi Hata Yapmaya E�ilimlerinin Ve Hasta Bakımında Gösterdikleri Özenin Belirlenmesi Yrd. Doç. Dr. Musa ÖZATA ............................................................... 417

Postmodern Açıdan Kamu Yönetiminde Küçülme (Downsizing) Olgusu Ö�r.Gör. Mür�it I�IK, Dr.Yunus Emre ÖZTÜRK............................... 431

Mü�teri Sadakat Programları Ve Muhasebe Uygulamaları Doç. Dr. Raif PARLAKKAYA............................................................ 455

Ko�u Bandı Üretim Teorisi ve Ekolojik Modenle�me Teorisi Arasındaki Temel Tartı�malar Yrd. Doç. Dr. Nahide KONAK ........................................................... 469

Halkla �li�kiler Açısından Belediyelerin Kamu Beklentilerini Ö�renme Yöntemleri M. Nejat ÖZÜPEK ............................................................................... 489

Halkla �li�kiler Ve Propaganda �li�kisi Üzerine Kuramsal Bir De�erlendirme Özlem GÜLLÜO�LU.......................................................................... 505

Giri�imci Özellikler Ve Giri�imcilik Türü Tercihi Üzerinde Ebeveyn Etkisi: Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Ara�tırması Prof. Dr. Hasan �B�C�O�LU, Yrd. Doç. Dr. Kür�at ÖZDA�LI, Ar�. Gör. Ali Murat ALPARSLAN...................................................................... 521

Enverî Ve Dîvânı Ömer SAVRAN ................................................................................... 539

Sources of Knowledge and Other Factors that Generate Multifactor Productivity Improvements: Evolving Debate in Different Theories of Productivity Yavuz YILDIRIM ................................................................................ 547

Yabancı Dil Ö�retim Yöntemlerinde Sözsüz �leti�im Ve Beden Dili Fatih Mehmet Berk............................................................................... 575

1

KONYA’ DA ÖZEL HASTANE YÖNET�C�LER�N�N MÜ�TER� ODAKLI PAZARLAMAYA BAKI� AÇILARI ve

KARLILI�A ETK�LER� ÜZER�NE B�R ARA�TIRMA

Yrd.Doç.Dr. F. Atıl B�LGE [email protected]

Selçuk Üniversitesi – Turizm ��letmecili�i ve Otelcilik YO

Ö�r. Gör. M. Erhan SUMMAK [email protected]

Selçuk Üniversitesi – Sosyal Bilimler MYO

Ö�r. Gör. Selçuk KARAYEL [email protected]

Selçuk Üniversitesi – Sosyal Bilimler MYO

ÖZET

Bu çalı�manın hedefi; Konya ilinde faaliyette bulunan özel hastanelerin, pazarlama stratejilerini rasyonel ve optimal bir �ekilde kullanıp kullanmadıkları hakkında fikir sahibi olmaktır. Bu ara�tırmada, ayrıca, ba�arılı olan hastane yöneticilerinin hedeflerini yükseltmelerine, yeterince ba�arılı olamayanların ise, do�ru stratejiler belirlemesine yardımcı olmak hedeflenmi�tir. Bu nedenle Konya ilinde yer alan özel hastane yöneticilerine anket çalı�ması uygulanmı�tır. Ula�ılan sonuçlar, hastane yöneticilerinin mü�teri odaklı pazarlama faaliyetlerine bakı� açılarının ne oldu�u konusunda, önemli bilgileri içermektedir.

Anahtar Kelimeler: Mü�teri Odaklılık, Kârlılık, Modern Pazarlama

PERSPECTIVES of PRIVATE HOSPITAL MANAGERS ABOUT CUSTOMER FOCUSED MARKETING AND A RESEARCH ON

THE EFFECTS OF PROFITABILIT

ABSTRACT

The aim of this study is to determine whether the private hospitals operating in Konya province use marketing strategies rationally and optimally or not. Moreover this study aims to increase the objectives of successful managers or to help the managers which are not successful enough about determining the right strategies. A questionnaire is applied to the private hospitals in Konya. The results of research revealed important findings regarding to the perspectives of private hospital managers about customer focused marketing.

Keywords: Customer focused, Profitability, Modern Marketing

2

1. G�R��

Mü�teri odaklılık, mü�teri memnuniyeti gibi ifadeler, son yıllarda, sürekli telaffuz edilen söylemler halini almı�tır. Bunun nedeni, dünyanın neresinde olursa olsun her i�letmenin kâr elde etmek zorunda olması ve bu zorunlulu�u yerine getirmenin her geçen gün daha da çetin bir hal almasıdır. ��letmeler mutlaka kâr elde ederek ticari faaliyetlerini sürdüreceklerdir. Bu durum, ilk i�letme anlayı�ından günümüze kadar de�i�memi�tir ama günümüzün kâr elde edebilme �artları, o günlerdekinden çok farklıla�mı�tır.

Günümüz �artlarının en önemli özelli�i, rekabet etmek ve nihai hedef olan kârlılı�ı yakalamak için, ba�ta belirtti�imiz mü�teri odaklılık ve mü�teri memnuniyeti kavramlarını i�letme kültürü haline getirebilmektir. Bu kültüre sahip olmak için ise, insan kaynakları ile teknolojinin yönetimle senkronize bir �ekilde ve belirlenen hedefler do�rultusunda çalı�ması gerekmektedir. O halde hangi i� kârlı, bu i� nasıl yapılacak, bu i�i kimler yapacak, bu ki�iler i�letmeye nasıl kazandırılacak, i� ile çalı�an nasıl uyumlu hale getirilecek, gelir sa�layacak olan do�ru pazarlama stratejileri nelerdir gibi i�letme için hayati önem ta�ıyan soruların cevaplarını bulmak, yönetimlere dü�mektedir.

Bu nedenle de çalı�mada, i�letmelerin pazarlama faaliyetleri de�erlendirilirken, yöneticilerin bakı� açısından hareket edilmi�tir. Tüm i�letmelerde gelir elde etme sorunu aynı iken, çözüm noktasında sektörlere göre bazı farklılıklar olabilmektedir. Bu çalı�mada son yıllarda büyük bir büyüme ivmesi kazanan hastane hizmetleri sektörü ele alınmı�tır.

Bu sektör Turizm – Perakendecilik – Lojistik sektörleri gibi hızla büyümeye ba�layan ve hizmet a�ırlıklı bir sektördür. Ayrıca insan sa�lı�ına hitap etmesi ve mü�teri kesiminin “hasta” oldu�u dikkate alınırsa, memnun etmek ve memnuniyeti süreklile�tirmenin zor oldu�u bir sektördür. Turizm ve Perakendecilik sektörlerinde ki gibi e�lenceli yanları yoktur. Sadece iyile�meyi ve kesin sonuç almayı bekleyen hastalardan olu�an mü�teri portföyü bulunmaktadır. Üstelikte kamu hastaneleri ile mücadele etmek de zordur, çünkü özel hastane masrafları ile kamu hastanelerinin masrafları arasında önemli farklar olabilmektedir.

Bütün bu durumlar, bu sektörde yer alacak tüm giri�imcilere ve yöneticilerine önemli sorumluluklar yüklemektedir. Bu yükümlülüklerin ba�ında ise, pazarlama stratejilerinin rasyonel ve optimal kullanılması gelmektedir. Bu ara�tırma ile özel hastane yöneticilerinin, sorumluluklarını nasıl yerine getirdikleri ve kurumlarına kâr sa�lamada ne ölçüde ba�arılı oldukları incelenmi�tir. Ara�tırma, ba�arılı olanlara mevcut durumlarını daha da yükseltme, yeterli olmayanlara ise yeni hedefler belirleme konusunda yardımcı olma açılarından önemli katkılar sa�layacaktır.

3

2. MÜSTER� ODAKLI PAZARLAMA

Pazarlama bölümü ve pazarlama faaliyetleri, i�letmelerin kârlılık elde etmelerinde, lokomotif bir görev üstlenmi� durumdadır. Tüm i�letme çalı�anları ile yöneticileri, günümüzün küreselle�en rekabet ortamında, geleneksel anlayı�ları terk etmek ve mü�teri odaklılık gibi ifadeleri sadece söylemde de�il uygulamaya dahil etmek zorundadırlar. Pazarlama, i�letmenin kârlılı�ını sa�layıcı dinamik bir fonksiyona sahip bölüm olmakla beraber, i�letmede yer alan di�er bölümlerin deste�ine ihtiyacı vardır. O halde günümüzün rekabet �artları ve bu �artlarda gelir elde etmeye çalı�an pazarlamanın rasyonel stratejileri nelerdir?

Bu iki sorunun net cevabı �udur; Mü�teri odaklı kültürle olu�turulan pazarlama stratejileri. Günümüzün rekabet �artları mü�teri odaklılı�ı gerektirirken, mü�teri odaklı pazarlama stratejileri de kârlılık için çözümler üretmektedir. Pazarlama bilimin de çok önemli bir yere sahip olan Philip KOTLER’ e göre pazarlama; Ürün satmak de�il, mü�terileriyle kar�ılıklı uzun vadeli ve kazançlı bir ili�ki kurmaktır (Kotler, 2005:XI). Pazarlama, kar�ılanmamı� ihtiyaç ve istekleri saptar. Tespit edilen pazarın ve kâr potansiyelinin boyutlarını belirler, ölçer ve hesaplar. �irketin en iyi hizmeti hangi kesimlere verdi�ini netle�tirerek en uygun ürün ve hizmetleri tasarlar ve piyasaya sunar (Kotler, 2006: 12). Mü�teri odaklı pazarlama, piyasanın ana sorununa odaklanır. Bunlarda i�letmenin iç mü�terileri olarak adlandırılan, i�letme çalı�anları ve i�letme dı�ı mü�terileridir. Esas meselede budur. �irketler, mü�terileri ve çalı�anları konusunu her zaman akıllarında tutmalıdırlar, çünkü onlar tatmin olmazlarsa �irketin kapanması bile söz konusu olabilir (Kotler, On Ölümcül Pazarlama Günahı, 2005: 29).

Mü�teri odaklı pazarlama, aynı zamanda, pazarlama elemanına ve yöneticisine de bazı görev ve sorumluluklar yüklemi�tir. Pazarlama faaliyetlerini yerine getirecek olanların sorumluluklarını �u �ekilde sıralayabiliriz; Yasalara uymak, mü�teriler ba�ta olmak üzere tüm muhataplara etik davranmak, pazarın istek ve ihtiyaçlarını dikkate almak, talep olu�turacak ürün ve hizmetleri ara�tırıp – sunmak, kendisinin – mü�terisinin – yöneticisinin ve i�letmesinin sürekli geli�imini sa�lamaktır (Babacan, 2009:3).

Hizmet sektöründe, çalı�anların (iç mü�terilerin) aracılı�ı ile mü�teri memnuniyetini yakalamak daha ön planda oldu�u için, hizmet beklentisi hastane sektöründe çok daha fazla ön plana çıkmaktadır. Hastanelerde, hasta durumunda olan mü�terinin, hizmet beklentisi ise kolaylıkla kar�ılanamayacak hizmet türüdür. Mü�teri, hastaneyi ba�ka bir i�letmeye kolaylıkla tercih edebilir. Bu durum mü�teri odaklılı�ın hastane için önemini artırmaktadır. O halde mü�teri odaklı pazarlama için, sadece rekabete ve rakibi geçmeye de�il, rekabetüstü olmaya odaklanmak gerecektir.

4

�u an ya�amakta oldu�umuz rekabet �artlarında, pazarlamanın en önemli i�levi, mü�terinin, ürün veya hizmeti satınalmaya ikna edilmesi ve süreklili�inin sa�lanması olmalıdır. Bu i�levleri yerine getirebilmek için pazarlama faaliyetlerinin, bu do�rultuda olu�turulacak sisteme, stratejiye ve vizyona ihtiyacı vardır. Kârlı olan mü�terilerin belirlenmesi ve pazarlama stratejilerinin bu kesim üzerine yo�unla�tırılması gerekmektedir. Mü�teri sadakatini sa�lamak ana hedeftir. Bu geli�meler dikkate alındı�ında, i�letmelerin belirlemek zorunda oldukları stratejilerin, bilimsel temelli pazarlama faaliyetlerini kapsamasına dikkat etmek oldu�u anla�ılmaktadır.

Bilimsel temelli pazarlama faaliyetleri, mü�teri odaklı pazarlama �eklinde ifade edilmektedir. Bu pazarlama stratejisinde; hedef mü�teriye ait veriler toplanmalı, analiz edilmeli ve piyasada, teknolojide, mü�teri taleplerinde meydana gelebilecek de�i�ikliklere kar�ı esnek politikalar olu�turulmalıdır. O zaman pazarlama stratejilerinin ba�langıç noktası; pazara sunulacak olan faydaların neler olması gerekti�ini belirlemektir. Mü�teri odaklı olan stratejiler olu�turulmaz ise, pazarlama ve dolayısı ile i�letme faaliyetlerinden sonuç alabilmek mümkün de�ildir (Kırım, 2001: 5-6).

Mü�teri odaklı pazarlama yönetimini zorunlu hale getiren i� dünyasındaki geli�imlere baktı�ımızda, kar�ımıza �u sorunlar çıkmaktadır; Mü�teri beklentilerinde ya�anan farklılıklar, ürün ve hizmetlere olan doyma noktasına çabuk ula�ma ve yeni ürün yada daha fazla ve iyi hizmet beklentisi, rakip i�letme sayısındaki artı� ve sonuç olarak yo�un rekabet ile kâr marjlarının giderek azalması durumlarıdır.

Hastaneler gibi hizmet sektörlerinin durumu, ürün a�ırlıklı sektörlerden farklı de�ildir. Hatta hizmet sektöründe, hizmet memnuniyetini sa�layabilmek giderek daha da güç hale gelmektedir. Ürün hatalarından geri dönmek mümkün iken, hizmet hatalarından geri dönmek kolay olmamaktadır. Tüketiciler i�letmelere ürün de meydana gelecek sorunları yeniden telafi etme �ansını verirken, hizmet hatalarını telafi etme �ansını pek vermemektedirler. Hizmet aksamalarında ki genel tüketici tercihi, i�letmenin rakibi olan di�er i�letmeye geçmek �eklinde olmaktadır. Tüketici yeni i�letmesinde, hizmet aksaması oluncaya kadar kalmaktadır. Yeni tercih etti�i i�letmede de hizmet aksaması olursa, ya daha ba�ka i�letmeye veya önceki vazgeçti�i i�letmeye geri dönebilmektedir.

De�i�kenli�in çok fazla oldu�u ve sadakati sa�lamanın zorla�tı�ı bu rekabet ortamında, i�letmelere sunulabilecek öncelikli reçete, mü�teri odaklı pazarlama olmakla beraber, bu politikanın ba�arılı olabilmesi için, ba�ta yöneticiler olmak üzere tüm i�letme çalı�anlarının bu politikaya destek vermesi ve bu politikayı geli�tirecek çalı�malarda bulunması hayati önem ta�ımaktadır. Mü�teri odaklı pazarlama stratejilerinden önce, bu stratejileri uygulama niyeti, i�letmenin her kademesinde mevcut olmalıdır. Bu nedenledir ki bu ara�tırma konusunu, yöneticilerin mü�teri odaklı pazarlama stratejilerine bakı� açılarına

5

ayırdık. Yönetim ve çalı�anların inanmadıkları politikaları ba�arı ile uygulayıp sonuç almaları, bu politikaları uygularken kar�ıla�acakları sorunlara direnmeleri ve sabretmeleri mümkün de�ildir.

Bu bakı� açısı ise, i�letmenin vizyonu olmalıdır. Bakı� açısındaki de�i�iklik do�ru hedef belirlemeyi, hedefin do�ru belirlenmesi do�ru politikaların ortaya konmasını, do�ru politikalar ise esas ula�ılmak istenen kârlılık hedefini berberinde getirecektir. Ancak buraya kadar bahsetti�imiz mü�teri odaklı pazarlama anlayı�ı, i�letmenin yönetim anlayı�ı ile uyum içinde olmalı ve i�letme yönetimi hedefleri ile pazarlama hedefleri birbirlerine paralel olmalıdır. Yönetim ve çalı�anlar tarafından yeterince desteklenmeyen mü�teri odaklı pazarlamanın ba�arılı olabilmesi mümkün de�ildir.

3. KARLILIK HEDEFL� YÖNET�M ANLAYI�I

Mü�teri odaklı pazarlama stratejilerinin uygulanmasının önündeki önemli engellerinden birisi, yönetim anlayı�ının kârlılık hedefli olmamasıdır. �lk bakı�ta ifade de yanlı�lık var dü�üncesi hakim olabilir ancak mü�teriye ko�ulsuz odaklanmayan pazarlamanın yönetim ile uyumsuzlukları var ise, yönetimin kârlılık hedefinden söz etmek mümkün de�ildir. Hedef bir kerelik satı�lar de�il, kârlı olan tüm süreçlerde ve mü�terilerde süreklili�i sa�lamaktır.

Tepe yönetimler; lider yönetim olmadı�ı ya da bu konuda öncü adımları kendisi atmadı�ı ve di�er alt kademe yöneticilere yetki devri vermedi�i, inisiyatif kullanma alanı bırakmadı�ı için mü�teri odaklı faaliyetleri ya yerine getirememekte ya da gecikmektedirler (Bilge, 2010:70). Bahsedilen de�i�imleri sıralayacak olursak �u konular kar�ımıza çıkmaktadır (Altunı�ık, �uayib, 2001: 71); Talebin olu�masını belirlemek yerine talep olu�turmak, küreselle�me, rekabet yapısında de�i�im (küresel rekabet ve rekabetüstü olunmasının gereklili�i), yava�layan pazar büyüme oranları, moda etkisi, mikro pazarların olu�umu, teknolojik de�i�im hızı, ürünler arası farklılıkların azalması, ürünlerin harcı-alem (sıradan) ürün olması (ürünlerin geni�letilmi� ürün haline gelmemesi), marka isminin yanı sıra hangi faydayı mü�teriye sundu�unun daha önemli hale gelmesi, da�ıtım kanallarında ya�anan hızlı de�i�im, de�i�en mü�teri trendleri (Çok tarzlı ya�am, mü�teri bilincinin artması, mü�teri beklentilerinde artı�, zaman yönetiminin önemini artırması, azalan mü�teri sadakati, ma�aza markalarının ve markasız ürünlerin yükseli�i).

Yukarıda belirtilen �artlardan dolayı, i�letmeler, stratejilerini de�i�en pazar ko�ullarına uyarlamalıdırlar. Bu nedenle i�letmeler a�a�ıdaki �u hususlara önemle dikkat etmelidirler; Tüm faaliyetlerdeki odak noktası; mü�teri olmalıdır. Ürün ya da hizmetin sundu�u fayda ve de�er, pazara sunulmalıdır. ��letmede pazarlama birimi ile di�er birimler arası koordinasyon sa�lanmalı ve tüm i�letme ortak vizyon etrafında hareket edebilmelidir. Pazarlama faaliyetlerinde bilimsel metotlardan ve bili�im teknolojisinden faydalanılmalıdır. �ç mü�teriler (çalı�anlar) yönetime ortak edilmelidir.

6

Pazar ko�ullarının de�i�im hızına uyum sa�lamak zorunda olan i�letmeler, stratejilerini ve yönetim anlayı�larını, modern pazarlamanın politikası olan mü�teri odaklılık etrafında olu�turmak ve pazarlama biriminin öncülü�ünde hareket etmek zorundadırlar. Bu anlayı�, yönetimler tarafından, i�letmenin tüm çalı�anlarına “kurum kültürü” olarak yerle�tirilmelidir. Kurum kültürü, kurum içerisinde geli�en davranı�lar, gelenekler, kurallar toplamıdır. Ulusal veya küresel tüm i�letmelerin pazarlama açısından temel gayesi; ürettikleri ürün ya da hizmetlerin satın alınmasını te�vik edecek mü�teri odaklı “kurum imajı” nı gerçekle�tirmektir.

��letmelerin küresel rekabet ortamında mü�teri odaklı pazarlama stratejilerinde ba�arı sa�layabilmeleri “ö�renen organizasyonları” olu�turabilmelerine ba�lıdır. Ö�renen organizasyonlar, neyi nasıl yapacaklarını bilen ve ö�rendiklerini tüm kuruma ve kuruma yeni katılanlara aktaran organizasyonlardır. Hedefini ve belirlenen hedefe nasıl varılaca�ını do�ru tespit eden kurulu�, ö�renen organizasyondur. Mü�teri odaklılık; pazar, rakipler, ekonomi, siyasi kararlar ve etkileri ile tedarikçi ve aracı kurulu�lardan do�ru – zamanlı bilgilerin elde edilmesini ve bu bilgilerin, i�letme içinde, ilgili ki�ilerle payla�ılarak pazarlama stratejisine dönü�türülmesini gerektirmektedir. Bu nedenlerdi ki, kâr hedefli i�letme ö�renen organizasyon olmak zorundadır.

Bu gaye ile kâr hedefli yönetimler bilginin elde edilmesi, elde edilen bilginin payla�ılması ve tüm kurumca onaylanıp kurum kültürü haline getirilmesi konusunda gerekli sistemi kurmalıdırlar. Bireysel ö�renme ve geli�menin ö�renen organizasyon kurmada ilk adım oldu�u tüm organizasyona aktarılmalıdır. Günümüz i�letmelerindeki en önemli sorun; mü�teri odaklılık, mü�teri memnuniyeti, kurumsalla�ma ve sürekliliklerinin sa�lanması ile kalite gibi konularda, tüm çalı�anların, bakı� açısını de�i�tirme konusundaki yetersizliklerdir. Yukarıda belirtilen konularda nelerin yapılaca�ı belli olmasına ra�men, yönetimler ve çalı�anlar bu konularda yeterince hassas olmaz ve üzerlerine dü�en sorumluluklarını yerine getirmezler ise, rekabette ticari hayatlarını sürdürebilmeleri mümkün gözükmemektedir.

7

4. ARA�TIRMA SONUÇLARININ DE�ERLEND�R�LMES� Ara�tırma sonuçlarının de�erlendirilmesinde, ara�tırma konusu için

sorulan soru ve de�erlendirilmesi yapılmı�tır. 1. Kurumdaki göreviniz nedir? a. ( ) Ba�hekim b. ( ) Ba�hekim Yardımcısı c. ( ) Müdür d. ( ) Müdür Yardımcısı e. ( ) Di�er

Sıklık % Yüzde

Müdür 3 60,0

Halkla �li�kiler Sorumlusu 2 40,0

Toplam 5 100,0

Ara�tırmaya katılanların % 60’ ı Müdür düzeyinde iken, % 40’ı Halkla �li�kiler düzeyinde yetkili ki�ilerdir.

2. Kaç yıldır yöneticilik yapıyorsunuz? a. ( ) 1 - 3 Yıl b. ( ) 4 - 6 Yıl c. ( ) 7 - 10 Yıl

Sıklık % Yüzde

1 - 3 Yıl 1 20,0

4 - 6 Yıl 3 60,0

7 - 10 Yıl 1 20,0

Toplam 5 100,0

Ara�tırmaya katılanların % 60’ ı 4 ila 6 yıllık sürelerde yöneticilik yaptıklarını belirtmi�lerdir.

3. Kurumunuzun mülkiyeti a. ( ) Sa�lık Bakanlı�ı Hastanesi b. ( ) Özel Hastane c. ( ) Üniversite Hastanesi d. ( ) Kâr Amaçsız Hastane

Sıklık % Yüzde

2 5 100,0

Ara�tırmanın tamamı Özel statüde olan hastanelerde yapılmı�tır. 4. Mü�terilerin ( hastaların ) sizi tercih etme nedeni sizce

a�a�ıdakilerden hangisidir? (Birden fazla �ıkkı i�aretleyebilirsiniz) a. ( ) Mecburiyet b. ( ) Fiyat c. ( ) Hastanemizin merkezi konumu d. ( ) Pazarlama faaliyetleri e. ( ) Mü�terilerle olan ileti�im f. ( ) Hizmetlerimizdeki çe�itlilik g. ( ) Hizmet sunumundaki kalite

Sıklık % Yüzde

7 5 100,0

Ara�tırma kapsamında yer alan tüm hastane yöneticileri, hastalarının kendilerini tercih etme nedeni olarak, mü�teri ileti�imini belirtmi�lerdir.

5. A�a�ıdakilerden hangisi hastanenizin faaliyet türünü belirler? a. ( ) Özel Dal b. ( ) Genel Hastane

8

c. ( ) Özel Dal + E�itim ve Ara�tırma Hastanesi d. ( ) Genel + E�itim ve Ara�tırma Hastanesi

Sıklık % Yüzde

1 1 20,0

2 4 80,0

Toplam 5 100,0

Ara�tırma konusu olan hastanelerin % 80’ i Genel Hastane statüsündedir.

PAZARLAMA FAAL�YETLER�NE BAKI�

Kes

inli

kle

Kat

ılm

ıyor

um

Kat

ılm

ıyor

um

Kar

arsı

zım

Kes

inli

kle

Kat

ılıy

orum

Kat

ılıy

orum

A�a�ıda verilen ifadelere ili�kin görü�ünüzü “Kesinlikle Katılmıyorum”, “Katılmıyorum”, “Kararsızım”, “Kesinlikle

Katılıyorum”, “Katılıyorum” seçeneklerinden en uygun gördü�ünüzün kar�ısındaki kutucu�a ( X ) i�areti koyarak

belirtiniz. Katkılarınız için �imdiden te�ekkür ederiz.

1 2 3 4 5

1 Pazarlama faaliyetleri, hizmet kalitesini artırmaya yönelik faaliyetlerdir.

2 Pazarlama konusuna önem vermeyen hastanelerin, gelecekte rekabet edebilmeleri zorla�acaktır.

3 Pazarlama faaliyetleri, rekabet avantajı sa�lar.

4 Pazarlama faaliyetleri, hizmet sektöründe daha çok uygulama alanı bulur.

5 Sa�lık hizmetlerinde kalitenin artması için, kurumlar arası rekabet olu�malıdır.

6 Hastane, hizmet sundu�u ki�ilerin isteklerine kar�ı daha duyarlı olmak zorundadır.

7 Pazarlama faaliyetleri, kaynakların do�ru ve etkin kullanılmasını sa�lar.

8 Pazarlama faaliyetleri, para israfıdır.

9 Pazarlama, tüketiciyi herhangi bir mal veya hizmeti tercih etmeye zorlamaktadır.

10 Pazarlama, tüketiciyi yönlendirir. 11 Pazarlama, sa�lık hizmetlerinin kalitesini dü�ürür.

12 Pazarlama, sa�lık kurulu�larının birbiriyle gereksiz yere yarı�masına neden olur.

13 Pazarlama, sa�lık hizmetlerinde gereksiz talep yaratır.

14 Pazarlama, sa�lık hizmetleri alanında uygulanamaz

9

Ara�tırmaya katılan yöneticilerin yukarıdaki sorulara verdikleri cevaplara baktı�ımızda �u sonuçlar elde edilmi�tir: Yöneticiler, pazarlama faaliyetlerini, hizmet kalitesini artırmaya yönelik faaliyetler olarak de�erlendirmi�lerdir. Pazarlamaya önem vermeyen hastanelerin gelecekte rekabet edemeyeceklerini ve pazarlamanın rekabet avantajı sa�layaca�ını belirtmi�lerdir. Yöneticiler pazarlama faaliyetlerinin hizmet sektöründe daha çok uygulama alanı bulaca�ına ve kalitenin artması için rekabetin de artmasının gereklili�ine inanmakta ayrıca hastanelerin, mü�teri isteklerine kar�ı duyarlı olmalarının önemini vurgulamaktadırlar. Yöneticiler, pazarlama faaliyetlerini israf gibi görmemekte, hatta, kaynakları etkin kullanma aracı olarak dü�ünmektedirler. Yöneticiler, pazarlamanın sa�lık sektöründe uygulanabilece�i ve rekabeti geli�tirerek mü�terilere daha iyi hizmet dönü�ü sa�layaca�ı konusunda hemfikirdirler.

PAZARLAMA FAAL�YETLER�N�N ETK�NL��� 1. Hastanenin, sa�lık hizmetleri pazarı hakkındaki dü�ünceleri nasıldır? ( ) a. Yönetim, hasta ihtiyaçlarını temel alarak hizmet sunmayı

dü�ünmektedir. ( ) b.Yönetim, geni� hastane hizmetleriyle, en iyi hizmeti sunmaya

çalı�maktadır. ( ) c. Yönetim, finansal geri dönü� sa�layacak hizmetleri sunmayı

dü�ünmektedir. Yöneticiler % 60 oranında C �ıkkını i�aretleyerek, finansal geri

dönü�ü olan hizmetleri tercih ettiklerini belirtmi�lerdir. 2.Hastanenin, tanıtım ve toplum e�itimi programlarındaki durumu

nedir? ( ) a. Bu alandaki aktiviteleri sınırlıdır. ( ) b. Hastanenin birkaç programı vardır. Ancak, koordinasyon sınırlı

düzeydedir. ( ) c. Hastane, görevli bir ki�inin rehberli�i altında, bilgilendirme ve

sosyal yardım hizmetleri konusunda gayret eden, iyi koordine edilmi� bir programa sahiptir.

Yöneticilerden alınan cevapların %40’ı (a) �ıkkına, %40’ı (c) �ıkkına aittir. Bu sonuçlardan, ara�tırmaya katılan hastanelerin sadece % 40’ının etkin tanıtım ve toplum e�itim programı uyguladı�ı, dolayısıyla, bu önemli konuda önemli çalı�maların yapılmadı�ı anla�ılmaktadır.

3. Hastane, hekimleri etkilemeyi ve kurumda tutmayı nasıl ba�armaktadır?

( ) a. Hekim ihtiyacı tespiti ve atamaları Sa�lık Bakanlı�ı tarafından yapılmaktadır.

( ) b.Hekimleri i�e almada sorumluluk, mevcut hekimlere bırakılmı�tır. ( ) c. Yüksek ücretler veya en son teknoloji gibi özendirici araçlar

kullanılmaktadır.

10

Elde sonuçların %60’ı (c) �ıkkına i�aret etmektedir. Günümüz rekabet �artlarına uygun olarak yüksek ücretler ve teknolojik cazibe, doktorları özel hastanelerde çalı�maya te�vik etmede araç olarak kullanılmaktadır.

4. Pazarlama fonksiyonlarını yürüten pazarlama sorumlusu var mıdır? ( ) a. Hayır, böyle bir ki�i yoktur. ( ) b.Evet, fakat bu ki�inin planlama, karar verme sürecinde sınırlı

katılımı vardır. ( ) c. Evet, bu ki�i hem pazarlama hizmetlerinin sunumuna hem de

hastane politikasının belirlenmesine katılmaktadır. Bu soruya verilen cevapların %60’nın (c) �ıkkına ait oldu�u

dikkate alındı�ında, artık hastanelerde, pazarlama çalı�maları yapan yönetici ve çalı�anların olması, pazarlamaya olan bakı� açısının olumlu yönde de�i�meye ba�ladı�ını göstermektedir. Bu durum ise, rekabetin yo�unla�tı�ını ve pazarlamanın öneminin i�letmeler açısından arttı�ını ortaya koymaktadır.

5. Pazarlama odaklı fonksiyonların (halkla ili�kiler, reklam, tanıtım gibi) hastane içinde koordinasyonu ne boyuttadır?

( ) a. Çok iyi de�ildir. Bazen bu fonksiyonlar arasında dü�ük üretkenli�e neden olan çatı�malar olmaktadır.

( ) b. Orta. Fonksiyonlar arasındaki birliktelik tatmin edici düzeyde de�ildir.

( ) c. Çok iyi. Bu fonksiyonlar arasında etkili koordinasyon ve kontrol vardır.

Ankete verilen cevapların %60’ı orta, %20’si çok iyi olarak i�aretlenmi�tir. Bu durumda Konya bölgesindeki hastanelerin ço�unlu�u, pazarlama fonksiyonlarının koordinasyonunda, ciddi geli�meler sa�lama noktasında adımlar atmı�lardır.

6. Hizmetleri ve teknolojileri de�erlendirmek için formel bir prosedür var mı?

( ) a. Formel bir prosedür yok. ( ) b. Prosedür var, fakat, pazarlamaya ait önemli girdileri

kapsamamaktadır. ( ) c. Prosedür iyi geli�tirilmi�tir ve pazarlamaya ait önemli girdileri

kapsamaktadır. Ara�tırmaya katılan i�letmelerden sadece %40’nın formel prosedürleri

bulunmaktadır. Pazarlama girdilerini kapsamayan prosedürleri bulunan i�letmelerin oranı da %40 dır. Formel prosedürleri olmayan i�letme oranı ise, %20 oranındadır.

Formel yapının olu�turulma düzeyinin tüm hastanelerde yer almadı�ı anla�ılmaktadır. Yöneticiler, pazarlama girdilerinin, hizmet iyile�tirici çabalar açısından önemli oldu�una inanmak zorundadırlar. Gelir getirici pazarlama girdileri, maliyet olarak de�erlendirilmemelidir.

11

7. Hastane yönetimi, hasta memnuniyeti konularında ara�tırmalar yapmakta mıdır?

( ) a. Çok nadir veya asla. ( ) b. Bazen, fakat resmi temele dayanmamaktadır. ( ) c. Evet, resmi temele dayanan ve sistematik bir �ekilde. ��letmelerin tamamı, bu soruya, sistematik �ekilde yapılan hasta

memnuniyeti yapılmaktadır cevabı vermi�lerdir. Bu durum, pazarlama fonksiyonlarının sa�lıklı bir �ekilde yapılmasını sa�lamak açısından oldukça önemlidir.

8. Hastane, de�i�ik tedavi yöntemlerine olan taleplere ait bilgiler toplar mı?

( ) a. Nadir veya asla ( ) b. Bazen ( ) c. Evet, sistematik ve sürekli toplanmaktadır. Verilen cevapların %40’ının (c) �ıkkına, %40’ının ise (b) �ıkkına ait

olması hastanelerin, de�i�ik tedavi yöntemlerine ait bilgilerinin toplanması konusunda yeterli düzeyde olmadıklarını göstermektedir. Ancak, ara�tırmaya konu olan hastanelerin ço�unlu�unun (%80) bu konuda giri�imde bulunması önemli bir konudur.

9. Hastaneniz, de�i�en �artlara uyum sa�layan bir bilgi sistemine sahip midir?

( ) a. Bilgi sınırlıdır ve bilgi sistemi belirli bir temele dayanmamaktadır. ( ) b.Yeterli kayıtlar vardır. Kayıtlar rutin olarak güncellenmektedir. ( ) c. Bilgi sistemi, sistematik, güncel ve analiz edilebilirdir.

Verilen cevaplara göre, hastanelerin sadece %20’ sinin bilgi sistemi güncel, sistematik ve analiz edilebilir durumdadır. Bu durum, ciddi bir �ekilde üzerinde durulması gereken konudur.

10. Hastane, hasta hizmetlerini düzenli olarak de�erlendirmekte ve izlemekte midir?

( ) a. Hastane, farklı hizmetlerin uygulanabilirli�ini de�erlendirmemektedir.

( ) b. Hastane, mevcut hizmetleri belirli zamanlarda de�erlendirmektedir.

( ) c. Hastane, düzenli ve sistematik olarak mevcut hizmetleri de�erlendirmektedir.

Hastanelerin tamamı, hastalarına sundukları hizmetleri, düzenli olarak de�erlendiklerini belirtmi�lerdir. Bu durum, bir önceki soruda belirtilen bilgi sistemi için önemli bir veri kayna�ı te�kil etmektedir.

11. Hastane, yıllık olarak, pazarlama planı ve stratejik pazar planlaması yapar mı?

( ) a. Stratejik pazar planlaması, sadece sorunlu durumlarda yapılmaktadır.

( ) b. Stratejik pazar planlaması, düzenli fakat bazı yetersizlikleri vardır.

12

( ) c. Stratejik pazar planlaması düzenli olarak ve çok iyi bir �ekilde yapılmaktadır.

Bu soruya verilen cevapların da�ılımına bakıldı�ında %60 (b), %40 (c) �eklinde cevaplar bulunmaktadır. Hastanelerin tamamı stratejik pazar planlaması yapmaya ba�lamı�lardır. Ancak, bu durum, modern pazarlama açısından olması gereken düzeyde de�ildir.

12. Hastane yönetimi, farklı hizmetlerin kârlılık ve maliyetlerini biliyor mu?

( ) a. Böyle bilgilere ula�ılamıyor. ( ) b. Sınırlı düzeyde bilgiye ula�ılabiliyor. ( ) c. Hastane yönetimi, farklı hizmetlerin kârlılık ve maliyetlerini

bilmektedir. Hastane yönetimlerinin tamamı, hizmetlerinin maliyetini ve kâr

düzeyini bilmektedir. Bu durum maliyet ve kârlılık analizinin yapıldı�ının göstergesi olmakla beraber, maliyet azaltıcı ve kârlılık artırıcı çalı�malarla desteklenirse stratejik pazar planlamasının hedefine ula�ması açısından da adım atılmı� olur.

13. Pazarlama kaynakları, günlük olarak etkili bir �ekilde kullanılmakta mıdır?

( ) a. Kaynaklar yeterli �ekilde kullanılmamaktadır. ( ) b. Kaynaklar yeterlidir ancak rakiplerle kıyaslandı�ında yeterli

derecede de�ildir. ( ) c. Kaynaklardan etkili �ekilde yararlanılmaktadır. Soruya verilen cevapların da�ılımında %60 (b) %40 (c) �ıklarının yer

alması, hastanelerin sahip oldukları kaynakları, rasyonel ve optimal bir �ekilde kullanmaya ba�ladıkları sonucunu ortaya çıkarmaktadır.

14. Yönetim, pazarlama harcamalarının sonuçlarını incelemekte midir? ( ) a. Hayır. ( ) b. Sınırlı düzeyde. ( ) c. Evet. Bu sonuçların %40’ı (b), %60’ı (c) ait oldu�una göre, yönetimlerin,

pazarlama çalı�malarına ayırdıkları gelirin sonuçlarını takip etme gereklili�inin öneminde oldukları anla�ılmaktadır.

5. SONUÇ

Ara�tırmaya katılan hastanelerdeki yöneticilerin, yöneticilik yaptıkları yıllara bakıldı�ında, yöneticilik sürelerinin çok fazla olmadı�ı anla�ılmaktadır. Ancak mü�teri odaklı pazarlama stratejileri, maliyet ve kârlılık analizleri, stratejik pazarlama planı gibi konularda, dü�ünce bazında, önemli sayılabilecek adımlar atmaya çalı�tıkları gözlemlenmi�tir. Yöneticiler, pazarlama faaliyetlerini, hizmet kalitesini artırmada önemli bir araç olarak görmektedirler. Ayrıca pazarlama stratejilerini, hastane kaynaklarının do�ru kullanımı ve çalı�anlar ile hasta (mü�teri) memnuniyetini sa�lama konusunda, i�letmelerinin, “olmazsa olmaz” �artı �eklinde yorumlamaktadırlar. Yöneticiler, finansal geri

13

dönü�ü olan hizmetleri tercih ettiklerini ve bu geri dönü�ünde mü�teri odaklı pazarlama stratejileri ile mümkün olabilece�ini belirterek, pazarlama çalı�malarına verdikleri önemi ortaya koymu�lardır. Yöneticiler, bazı eksikliklere ra�men, bilgiye ula�ma ve bu bilgiyi pazarlama stratejisine dönü�türme konusunda da a�amalar kaydettiklerini beyan etmi�lerdir. Sonuç olarak; Yo�un rekabet ortamında, ticari faaliyeti sürdürmenin ve dolayısı ile kâr elde etmenin en önemli aracı olan pazarlama faaliyetleri konusunda, hastanelerin ciddi yatırımlar yapmaya ba�ladı�ı ve bu stratejileri uygulamaya geçirme konusunda oldukça istekli oldukları anla�ılmaktadır. Buradan da hastane yöneticilerinin mü�teri odaklı pazarlamaya bakı� açılarının, hedefledikleri kârlılı�ı getirecek düzeyde olumlu oldu�u anla�ılmaktadır.

6. KAYNAKÇA

ALTUNI�IK Remzi, ÖZDEM�R �uayip, (2001), “Modern Pazarlama”, De�i�im Yayınları, Sakarya.

BABACAN, Muazzez, (2009), “Pazarlama Mevzuatı”, Detay Yayıncılık, Ankara.

B�LGE, F. Atıl, (2010), “Mü�teri �li�kileri Yönetimi”, Gazi Kitabevi, Ankara.

KIRIM, Arman, (2001), “Strateji ve Birebir Pazarlama”, Sistem Yayıncılık, �stanbul.

KOTLER, Philip, (2005), “A’ dan Z’ ye Pazarlama”, Mediacat Yayınları, �stanbul.

KOTLER, Philip, (2006), “Günümüzde Pazarlamanın Temelleri”, (Çev:Ümit �ENSOY), Optimist Yayınları, �stanbul.

KOTLER, Philip, (2005), “On Ölümcül Pazarlama Günahı”, (Çev:Banu ADIYAMAN), Mediacat Yayınları, �stanbul.

14

15

KURUMSAL YÖNET���M �LKELER� I�I�INDA KR�Z YÖNET�M� AÇISINDAN KR�Z� FIRSATA ÇEV�RME: TÜRK

BANKACILIK SEKTÖRÜNDE B�R UYGULAMA Dr. A. Aslan �ENDO�DU1

Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler M.Y.O. [email protected]

ÖZET Kriz, tehdit ve fırsat boyutları olan bir kavram olup, kurumsal

yöneti�imin temel ilkelerini uygulayan örgüt yönetimleri, kriz dönemlerinde krizi fırsata çevirme ba�arısı elde edebilmektedir. Krize en duyarlı sektörlerin ba�ında gelen bankacılık sektörü bu özelli�i nedeniyle uygulama alanı olarak seçilmi�tir. Ara�tırmanın temel amacı; “Türkiye’de Faaliyet Gösteren Bankaların Kurumsal Yöneti�im Uygulamaları Çerçevesinde Krizi Fırsata Çevirme Yakla�ımları”nı ölçmektir. Bu ba�lamda, görgül ara�tırma ile elde edilen verileri, Türk Bankacılık Sektöründe faaliyet gösteren banka yöneticileri açısından aydınlatıcı bulgulara dönü�türmek ve yararlı önerilerde bulunmaktır. Anahtar Kelimeler: Kurumsal Yöneti�im, Kriz Yönetimi, Krizi Fırsata Çevirme.

Converting the Crisis into an Opportunity in the Light of Corporate Governance Principles for the Crisis Management: A Case Study at the Turkish Bank Business

ABSTRACT The crisis is a kind of term that covers menace and opportunity

dimensions and the corporate management that use the basic principles of the corporate governance can get the ability of converting the crisis into an opportunity. The banking business is chosen as it is the most vulnerable sector during those periods. The main aim of the study is; “Evaluating the approach of the ability of converting the crisis into the opportunities of the Turkish Banks within the principles of corporate governance applications”. In this sense, the data obtained through the empirical research will help the executive staff of the bank management and put forward useful suggestions and provide enlightening scientific findings for them.

Key words: Corporate Governance, Crisis Managent, Converting the Crisis into an Opportunity. 1 A. Aslan �endo�du, Kurumsal Yöneti�im Uygulamaları Çerçevesinde Basel II Kriterleri Açısından Türk Bankacılık Sektöründe Kriz Yönetimi Yakla�ımları: Kuramsal ve Görgül Bir Ara�tırma adlı Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü ��letme Anabilim Dalı, Konya, 2009, özetidir.

16

G�R�� Kurumsal yöneti�imin tarihsel süreçteki izlerine bakıldı�ında 1929

Dünya Ekonomik Buhranına kadar ula�makla birlikte, esas çalı�malar 1990’lar ve yo�un olarak ta yüzyılın sonlarındadır. ABD enerji devi Enron, Arthur Andersen skandallarına ilaveten, WorldCom, Global Crossing skandalları ve Avrupa’da ya�anan Parmalat (�talya), Ahold (Hollanda) ve Çin’deki Yanguangxia �irketlerinin ya�amı� oldu�u benzeri finansal fiyasko ve skandallar sonrasında, OECD, IMF, IOSCO gibi uluslararası örgütlerce yapılandırılan tavsiye kararları ı�ı�ında ulusal seviyede çok çe�itli hukuki düzenlemeler yapılmı�tır. Nihayetinde, OECD, 1999 yılında “Kurumsal Yöneti�im �lkeleri”ni yayınlayarak, kavramı bir disiplin haline getirmi�tir.

Kriz yönetiminde odaklanılması gereken temel önceliklerinden birisi, kriz belirtilerinin ortaya çıkması ya da sezilmesi durumlarında kriz ortamını bütünüyle engelleyebilmek olmalıdır. Bir i�letmenin temel önceli�i, kriz ortamına hiç girmemek olmalıdır. Ancak, bütün çabalara kar�ın kriz ortamına girilmi�se, bu durumda kriz ortamından en az kayıpla çıkmak ve krizi fırsata çevirmek için gerekli faaliyetlerde bulunması gerekmektedir.

Kurumsal yöneti�im ve kriz yönetimi temeline inildi�inde, türbülanslı dönemlerin yerine istikrara kavu�maya yönelik çabalar paydası altında birle�mektedir. Bu ba�lamda çalı�manın temel amacı, Türk Bankacılık Sektöründe, kurumsal yöneti�im ve kriz yönetiminde, krizi fırsata çevirme ba�ıntısını kuramsal boyutta inceleyerek, görgül yakla�ımla elde edilen verileri, aydınlatıcı bulgulara dönü�türmek, banka yöneticilerine ve konunun ilgililerine yararlı öneriler halinde sunmaktır.

1. BÖLÜM KURUMSAL YÖNET���M Kurumsal yöneti�im, bir örgütün nasıl yönetilmesi gerekti�i ile

ilgilidir. Bu açıdan bakıldı�ında, kurumsal yöneti�imin asıl ilgilendi�i, üst yöneticilerin çalı�malarında denetim ve sivil toplum örgütlerine hesap verebilirli�idir (Finlay, 2000: 560). Kurumsal yöneti�im, yönetim kuruluna atıfta bulunur. Yönetimsel yanıt vermeyi sa�lamak için kurumsal yatırımcı ve i�tirakçiler firma stratejisini izlerler (Wright vd., 1998: 73).

Yöneti�im yönetimden farklı olarak; yönetim, ileti�im ve etkile�im kavramlarının birle�iminden olu�mu�tur ve birlikte yönetmek anlamına gelmektedir. Son yıllarda yaygın olarak kullanılmaya ba�lanan “yöneti�im (governance)” kavramı, yöneticiler ile yönetilenler arasındaki ileti�imin (http://www.ruveyda.com/yonetisim.htm), önemini ortaya çıkarması açısından büyük de�er ta�ımaktadır.

Ararat vd. (2003)’e göre; daha az geli�mi� piyasalardaki kurumlar zayıftır ve sahiplik tek elde yo�unla�mı�tır. Aytaç vd. (2000) tarafından Türkiye’de yapılan ara�tırmada; incelenen 203 firmanın % 45’inde oy hakkının % 50’nin üzerindeki oranının bir hissedarın kontrolünde oldu�u tespit edilmi�tir. Benzer �ekilde Yurto�lu (2000) tarafından Türkiye’de yapılan

17

ara�tırmada incelenen 257 �irketin 99 tanesinde en az % 50 hisseye sahip olan bir hissedarın varlı�ı tespit edilmi�tir. 227 �irkette ise 5 ya da daha az hissedarın en az % 50 hisseye sahip oldu�u belirlenmi�tir (Ararat vd., 2003: 59). Çalı�malardan çıkan sonuç ise, �irketlerin büyük ölçüde aile �irketi �eklinde bir yapılanma gösterdikleri ve zayıf kurumsalla�maya sahip oldukları �eklindedir.

Kurumsal yöneti�imin öneminin artmasına neden olan ba�lıca geli�meler, özel sektörün öne çıkan i�levi, ülkelerin ekonomik olarak birbirlerine olan ba�ımlılıklarının artması ve dünya çapında ya�anan krizler ile �irket skandalları olarak kabul görmektedir (Atamer, 2006: 9).

ABD’de ya�anan Enron, Arthur Andersen skandallarına ilaveten, WorldCom, Global Crossing skandalları ve Avrupa’da ya�anan Parmalat (�talya), Ahold (Hollanda) ve Çin’deki Yanguangxia �irketlerinin ya�amı� oldu�u benzeri finansal fiyasko ve skandallar sonrasında, OECD, IMF, IOSCO gibi uluslararası örgütlerce yapılandırılan tavsiye kararları ı�ı�ında ulusal seviyede çok çe�itli hukuki düzenlemeler yapılmı�tır. Benzeri fiyaskoların tekerrürünü önleme amaçlı ve ma�durların zararını giderici (Kayacan, 2005: 3), kötüye kullanan taraflara yaptırım uygulayıcı önemli adımlar atılmı�tır.

Kurumsal yöneti�im alanındaki son yıllardaki modern geli�im do�rultusunda, OECD ülkelerinde konuyla ilgili olarak �u temel ilke belirlenmi�tir: “Kurumsal yöneti�im yapısı, ilgililerin haklarını mevzuatta öngörüldü�ü �ekilde tanımalı, zenginlik ve i� alanları yaratılmasında örgütler ile ilgililer arasında etkin bir i�birli�ini ve mali yönden güçlü i�letmelerin ayakta kalmasını te�vik etmelidir” (Colley vd., 2004: 79). Bu ba�lamda, kurumsal yöneti�imin ilkeleri dört ba�lıkta toplanmı�tır:

- �effaflık �lkesi (Transparency Principle), - Hesap Verebilirlik �lkesi (Accountability Principle), - Adillik �lkesi (Fairness Principle), - Sorumluluk �lkesi (Responsibility Principle). OECD Kurumsal Yöneti�im �lkelerini TÜS�AD 2000 yılında,

Türkçe’ye çevirerek, “Kurumsal Yönetim �lkeleri” adı altında kitap olarak yayınlamı�tır. SPK’da bu ilkeleri 2003’de web sitesinden Türkçe ve �ngilizce olarak yayınlamı� ve bu ilkelerin uygulanmasının Türk sermaye piyasalarına, i�letmelerine ve tasarruf sahiplerine önemli katkılar sa�layaca�ını duyurmu�tur (Berghe vd., 2002: 146). SPK Kurumsal Yöneti�im hedeflerini a�a�ıdaki �ekilde sıralanmı�tır (Kayacan, 2006: 61):

- Hissedar haklarının güçlendirilmesi, - Finansal raporlama sürecinde �effaflı�ın artırılması, - Muhasebe yeknesaklarının geli�tirilmesi, - Yaptırımların ve bunların icrasının geli�tirilmesi, - Yönetim kurullarının ba�ımsızlı�ı, - �irketler ve iflas hukukunun güçlendirilmesi, - Rekabetin te�vik edilmesi, - Haksız kazancın önüne geçilmesi.

18

Öte yandan, son yıllardaki kurum skandalları sonucu yeni bir dizi yasa ve düzenlemeler yapılmı�tır. Bunların en ünlüsü 2002 yılında yürürlü�ü konulan Sarbanes-Oxley kanunlarıdır. Bu kanun, ABD’de son 50 yılın en radikal de�i�ikliklerini içermekte, �irketlerin kurumsal yöneti�im ve denetimindeki zayıflıkları rapor etmede çok serttir ve en a�ır cezaları içermektedir (http://216.239.59.104/search?q=cache:2vpRO3TasFsJ:iibf.ogu). Sarbanes Oxley kanunu Amerika’da �effaflı�ı te�vik etmek için çok geni� ve kapsamlı olarak tasarlanmı�tır (Bessire, 2005: 426). Sarbanes Oxley kanunu, i� devamlılı�ı ve risk yönetimi planı üzerinde durmakta, bu alandaki en iyi uygulamaların kurumlara adapte edilmesi gerekti�ini vurgulamaktadır (Jackson, 2005: 138). Sarbanes-Oxley Kanunu’nun yürürlü�e girmesi ile birincil amaç ABD’de ya�anan �irket ve muhasebe skandallarının ardından kamuoyunun güveninin tekrar kazanılmasıdır (Gökalp, 2005: 108-109).

Türkiye’de kurumsal yöneti�imin karma�ıklı�ını daha iyi anlayabilmek için, kamu ve özel sektörün her ikisinde de profesyonel yöneticilerin ortaya çıkı�ına bakmak gerekir. Her iki sektörde de bürokratik giri�imci ve bürokratik yönetici ile birlikte sanayinin geli�imine ba�lı olarak özellikle de devlet ba�lamında politik sermayenin önemi artmı�tır. �� dünyasında elit kesimde süreklilik ve de�i�im, politik-ekonomik çevredeki de�i�ikliklerle yakın ili�ki içerisinde oldu�u görülmektedir (Yamak, 2006: 215-216). Bu ba�lamda, sa�lıklı bir yapının ortaya çıkması güç görünmektedir.

2. BÖLÜM KR�Z YÖNET�M� VE KR�Z� FIRSATA ÇEV�RME Kriz kavramı, çe�itli biçimlerde tanımlanmı�tır. Mindszenthy, Watson

ve Koch (1988)’e göre; “bir kriz herhangi bir tehdit ya da kaos yaratıcı bir olay ve genellikle bir �eyden acı çekme �eklinde olabilir”. Barton (1993) ise krizi, “kriz esasında, potansiyel negatif sonuçlara sahip tahmin edilemeyen olaydır” (Reid, 2000: 1), �eklinde tanımlamaktadır.

Kriz, Yunanca’da “karar” anlamına gelen “krisis” kavramından gelmektedir. Bu özel bir karar anını de�il, bir sürecin içinde bir durumdan di�erine geçi� ba�larken ortaya çıkan bir “kararsızlık” anını ifade etmektedir (Tutar, 2004: 13). Krizin olası üç sonucu �unlardır (Fearn, 1996: 63):

1. ��letmedeki yıkımın, davaların ve kilit yönetime yönelik olası suçlamaların i�teki yangına yol açması.

2. ��letmenin varlı�ını devam ettirmesi adına belki büyük ölçüde finansal pozisyona ba�lı olarak, halkın gözünde imaj ve saygı kaybetmesi.

3. ��letmenin çok zor ko�ullarda, kamuoyundaki sava�ı kazanması ve belki de öncekinden daha iyi konuma gelmesi.

Çince’de kriz tehdit ve fırsat kavramlarını bünyesinde barındırmaktadır. Bu ba�lamda, kriz iyi yönetilebilirse fırsata dönü�ebilir ve kriz öncesinden daha güçlü bir konuma gelinebilir.

19

Sanayi-ötesi ça�da, kriz olgusu sosyo-ekonomik ya�amın ayrılmaz bir parçası olarak de�erlendirilmesi ve kriz sürecine kar�ı reaktif de�il, proaktif bir örgütsel davranı� sergilemelidir (Ö�üt, 2003: 285).

Kriz yönetimi, olası kriz durumuna kar�ılık, kriz sinyallerinin yakalanarak de�erlendirilmesi ve örgütün kriz durumunu en az kayıpla atlatabilmesi için gerekli önlemlerin alınması ve uygulanması sürecidir. Kriz yönetiminin temel amacı, örgütü, kriz durumuna kar�ı hazırlamaktır (Can, 1999: 318).

Etkin yönetici kriz durumunda etkileme gücünü de kullanarak (Çoro�lu, 2003: 26), çalı�anlarına krizden çıkma konusunda yol gösterici olmalıdır. Karizmatik liderli�in ortaya çıkması için bir ön �art de�ilse de, kriz bunun ortaya çıkmasına katkıda bulunur (Hurst, 2000: 174). Bu ba�lamda, kriz yönetiminde lider ve ekibinin ba�arısının, krizi fırsata çevirmede etkili olaca�ı ifade edilebilir.

3. BÖLÜM TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNDE KR�ZLER VE FIRSAT BOYUTU Türk Bankacılık Sektörü, 1990’lar ve 2000’lerin ba�ında ekonomi ve

siyaset alanındaki kırılgan yapıya paralel olarak krizlere açık bir yapı sergilemi�tir. Ya�anılan ilk ciddi kriz Nisan 1994 Krizi olmakla birlikte, yıkıcı etkileri açısında birbiri ardına gelen Kasım 2000 ve özellikle de �ubat 2001 krizleri onarılması çok güç yaralar açmı�tır.

5 Nisan 1994 krizi ile Kasım 2000 ve �ubat 2001 krizlerinde de Dünya Bankası’ndan büyük montanlı krediler alınmı�tır (Kavalsky, 2006: 7-8). Bu ba�lamda, Türk Bankacılı�ı’nda her kriz döneminde alınan bu tür dı� kaynaklı kredilerin, anapara yanında faiz yükünün de a�ır oldu�u göz önüne alınırsa bir çe�it borç ba�ımlılı�ı yarattı�ı söylenebilir. Ya�anılan Kasım 2000 ve �ubat 2001 krizleri öncesinde, kurumsal yöneti�imin –�effaflık, adillik, hesap verebilirlik ve sorumluluk– temel ilkelerinin, hiçe sayıldı�ı görülmektedir.

Krizlerin bir yönünün de fırsat boyutu oldu�u göz önüne alınırsa, Türk Bankacılık Sektörü’nün bu açıdan 2000-2001 dönemini takip eden zaman diliminde ba�arılı bir sınav verdi�i söylenebilir. BDDK’nın kurulması ve aktif bir biçimde sektörü disipline etmesiyle ba�layan süreçte, 1 Kasım 2005 tarihinde yürürlü�e giren 5411 Sayılı Bankalar Kanunu reform niteli�inde pek çok maddeyi içermektedir. Bunların ba�ında, sektöre yeni giri�lerin önünü tıkayan, güçlü sermaye yapılanmasını �art ko�an ve banka birle�melerini te�vik ederek bankaların ekonomik açıdan sa�lamla�masını sa�layan sermaye boyutuna getirilen nakden ödenmi� sermayesinin asgari 30 Milyon TL (5411 Sayılı Bankalar Kanunu madde 7/f) olması gelmektedir. Ayrıca, kurumsal yöneti�im, etik ilkeler ve denetim sistemine getirilen yeniliklerde sistemi sa�lamla�tırma yönünde önemli adımlar olmu�tur.

2008’in ortalarından itibaren �iddetini artıran Küresel Kriz’in ABD ortaya çıkı�ının temel nedenlerinin ba�ında gösterilen mortgage kredisi için bir

20

kar�ıla�tırma yapılırsa, Türkiye’de mortgage kredi kullanıcı sayısı 70 milyonluk nüfus içinde sadece 500 bin civarındadır. Kredi dönü�ünde sorun ya�ansa bile bunlar hiçbir bankayı zora sokacak ölçekte görünmemektedir (Ekinci, http://www.ekonews.com/index ). Ayrıca riskli açılımlara imkan veren türev piyasaların geli�memi� olması bir bakıma avantaj olarak de�erlendirilebilir. Bu ba�lamda, bankacılık sektörümüzü bekleyen zorluk, konut kredisi kaynaklı ve türev piyasa açılımlı olmasa da dünya ile etkile�imli olma ve ekonomik resesyon kaynaklı olacaktır.

Kriz boyutundaki ö�renme ve de�erlendirme kapsamında, hiçbir zaman krizin tamamen atlatıldı�ı veya bir daha söz konusu olmayaca�ı fikrine ula�ılmaması, olası geli�melere kar�ı tedbirin elden bırakılmaması (Çelik, 1995: 109), ba�lamında, krize kar�ı gerekli tedbirlerin alınması gerekti�i söylenebilir. Bu konuda TCMB, BDDK ve SPK’nın küresel krizin etkilerini azaltmaya yönelik önlem paketlerinin açıklanmasının, küresel krize kar�ı duyarlılık açısından memnuniyet verici oldu�u de�erlendirmesi yapılabilir.

4. BÖLÜM GÖRGÜL ARA�TIRMA 4.1. Ara�tırmanın Amacı ve Kısıtları Ara�tırmanın temel amacı; “Türkiye’de Faaliyet Gösteren Bankaların

Kurumsal Yöneti�im Uygulamaları Çerçevesinde Krizi Fırsata Çevirme Yakla�ımları”nı ölçmektir. Bu ba�lamda, görgül ara�tırma ile elde edilen verileri, Türk Bankacılık Sektöründe faaliyet gösteren banka yöneticileri ve konunun ilgilileri için yararlı ve aydınlatıcı bulgulara dönü�türmektir.

Ara�tırmanın kısıtları; Görgül ara�tırmanın hazırlanması ve evrenin belirlenmesi sürecinde, 31 Mart 2009 tarihi itibariyle, Türkiye’de faal olan tüm bankalar ve tüm katılım bankalarının genel müdürlük üst düzey yöneticileri esas alınmı�tır. Bu ba�lamda, Türkiye Bankalar Birli�i’ne kayıtlı 45 banka ve Katılım Bankaları Birli�i’ne kayıtlı 4 bankanın genel müdürlük üst düzey yöneticileri (Genel Müdür, Genel Müdür Yrd., Daire B�k/Birim Md., Yön. Kur. B�k., Yön. Kur. B�k. Yrd., Yön. Kur. Üyesi) uygulama alanı olarak baz alınmı�tır. Ara�tırma evreninde bulunan bütün bankaların üst düzey yöneticilerinin hepsine birden ula�mak mümkün olmadı�ından, her bankayı temsil eden bir üst düzey yönetici ve bu üst düzey yöneticilerin toplamı, ara�tırmanın örneklemi olarak belirlenmi�tir.

Kurumsal Yöneti�im ve Kriz Yönetiminin bankanın üst düzey yönetimince ele alınması ve uygulamanın tepe yönetimini öncelikli olarak ilgilendirdi�i göz önüne alınırsa sınırlamanın anlamlı oldu�u öngörülmektedir.

4.2. Ara�tırmanın Modeli Kurumsal yöneti�imin gereklerini tam olarak uygulayan bankaların,

mü�terileri nezdinde güven ve saygınlı�ı yanı sıra, olası krizlere kar�ı direncinin artaca�ı ve krizi fırsata çevirebilece�i, bu ba�lamda, küresel rekabet ortamında yabancı bankaların sektöre katılımlarını artırmaları da göz önüne alındı�ında bu durumun stratejik rekabet üstünlü�ü sa�layaca�ı varsayılmaktadır.

21

Sebep-sonuç ili�kisini ortaya koyan modelde, kurumsal yöneti�im uygulamaları ile krizi fırsata çevirme arasındaki ili�ki ölçülmü�tür. Ara�tırmanın ba�ımsız de�i�keni “Kurumsal Yöneti�im”, ba�ımlı de�i�keni ise “Krizi Fırsata Çevirme”dir. Ara�tırmanın modeli a�a�ıda yer almaktadır.

�ekil 1. Kurumsal Yöneti�im ve Krizi Fırsata Çevirme �li�kisi

Ara�tırmada, kurumsal yöneti�im (�effaflık, hesap verebilirlik, adillik, sorumluluk) ve krizi fırsata çevirme arasındaki ili�kiye bakılmı�tır.

4.3. Ara�tırmanın Metodolojisi Ara�tırma evreni, Türkiye Bankalar Birli�i’nin Mart 2009 verilerine göre,

Türkiye’de faaliyet gösteren 45 banka ve Katılım Bankaları Birli�i’ne ba�lı 4 katılım bankasının tümüdür. Ula�ılabilir bir sayı (49) olmasından dolayı örneklem olarak evrenin tamamına ula�ılması hedeflenmi�tir. Bunun için anket formu yöntemi ile eri�imden yararlanılmı�tır.

Ara�tırma için kullanılan anket formu üç bölümden olu�maktadır. Birinci bölümde; demografik özelliklere ili�kin 4 soru, ikinci bölümde; bankaya ili�kin 4 soru sorulmu�tur. Üçüncü bölüm ara�tırmanın amacına yönelik 43 sorudan olu�maktadır.

Ara�tırma soruları, a�ırlıklı olarak Likert tipi önem derecelendirme sorularından olu�makta olup, bunun yanı sıra çoktan seçmeli ve sabit seçenekli sorularda yer almaktadır. Derecelendirme soruları, kurum üst düzey yöneticilerinin ilgili yargıya atfettikleri göreceli de�erlerin belirlenmesi amacıyla hazırlanmı�tır.

4.4. Ara�tırmanın Hipotezleri Ara�tırmanın ba�ımsız de�i�keni “Kurumsal Yöneti�im” ile ba�ımlı

de�i�keni “Krizi Fırsata Çevirme” arasındaki ili�kileri analiz etmek amacıyla a�a�ıdaki hipotezler belirlenmi�tir:

�effaflık

Hesap

Adillik

Sorumluluk

KR�Z� FIRSATA

ÇEV�RME

(+)

(+)

(+)

(+)

YÖNET���M

22

H1: Yöneti�im faaliyetlerinden �effaflık uygulamaları ile bankaların krizi fırsata çevirme faaliyetleri arasında pozitif yönlü bir ili�ki vardır.

H2: Yöneti�im faaliyetlerinden hesap verilebilirlik uygulamaları ile bankaların krizi fırsata çevirme faaliyetleri arasında pozitif yönlü bir ili�ki vardır.

H3: Yöneti�im faaliyetlerinden adillik uygulamaları ile bankaların krizi fırsata çevirme faaliyetleri arasında pozitif yönlü bir ili�ki vardır.

H4: Yöneti�im faaliyetlerinden sorumluluk uygulamaları ile bankaların krizi fırsata çevirme faaliyetleri arasında pozitif yönlü bir ili�ki vardır.

4.5. Ara�tırma Bulguları 4.5.1. Örneklemin Özellikleri Ara�tırmaya katılan üst düzey yöneticilerin demografik özelliklerine

bakıldı�ında, tamamının üniversite (% 61,8) ve yükseklisans/doktora (% 38,2) mezunu oldu�u, erkek egemen toplum özelli�ini yansıttı�ı (erkek % 94,1, kadın % 5,9) ve a�ırlıklı ya� ortalamasının 40-49 aralı�ında (% 50) oldu�u görülmektedir.

4.5.2. Ara�tırma Sonuçları Kurumsal yöneti�imin alt boyutları olan �effaflık, hesap verilebilirlik,

adillik ve sorumluluk ile krizi fırsata çevirme faaliyetlerine ili�kin ortalama, standart sapma, de�i�kenler arasındaki korelasyon katsayıları ve cronbach’s alpha de�erleri Tablo 1’de verilmi�tir.

Tablo 1. Tanımlayıcı �statistikler, De�i�kenler Arasındaki Korelasyonlar ve Cronbach Alfa De�erleri

Aritmetik Ortalama

Standart Sapma 1 2 3 4 5

1.�effaflık 4,4338 0,5341 (0,71)

2. Hesap verebilirlik 4,3897 0,6803 0,76** (0,90)

3.Adillik 4,6544 0,5331 0,47** 0,74** (0,90)

4. Sorumluluk 4,4632 0,5440 0,29 0,46** 0,75** (0,85)

5.Krizi Fırsata Çevirme Faaliyetleri

3,9044 0,5936 0,28 0,26 0,19 0,39* (0,75)

** Korelasyon 0.01 düzeyinde anlamlıdır (2-tailed). * Korelasyon 0.05 düzeyinde anlamlıdır (2-tailed).

Tablo 1.’de görüldü�ü üzere pearson korelasyon analizi sonucunda yöneti�im faaliyetlerinin alt boyutu olan sorumluluk ilkesi ile krizi fırsata çevirme faaliyetleri arasında pozitif yönlü ve anlamlı bir ili�ki oldu�u tespit edilmi�tir (r=0.39, p<0.05). Bu ba�lamda, H4 hipotezi kabul edilmi�tir. Yani bankaların sorumluluk ilkesi uygulamaları arttıkça krizi fırsata çevirme faaliyetlerinin de artaca�ı ifade edilebilir. H4 hipotezinin kabul edilmesine gerekçe olarak, bankaların sorumluluk ilkesi gere�i, krizi fırsata çevirme

23

faaliyetlerine önem verdi�i ve bu alana odaklandı�ı, üst düzey yöneticilerin sorumluluktan kaçmadı�ı ve proaktif bir yakla�ım sergiledi�i ifade edilebilir.

Ancak, yöneti�im faaliyetlerinin di�er alt boyutları olan �effaflık, hesap verilebilirlik ve adillik ilkeleri ile krizi fırsata çevirme faaliyetleri arasında anlamlı bir korelasyon tespit edilememi�tir. Bu sonuca göre H1, H2 ve H3 reddedilmi�tir.

Kurumsal Yöneti�im faaliyetlerinin krizi fırsata çevirme faaliyetleri üzerindeki etki düzeyini belirlemek amacıyla, basit regresyon analizi uygulanmı�tır.

Tablo. 2. Regresyon Analizi Sonucu

Ba�ımsız De�i�ken

R2 Adjusted

R2 F Beta S. E.

t value

Sig.

Yöneti�im Faaliyetleri

0,111 0,083 4,006 0,334 0,208 2,002 0,05

p<0,05; Ba�ımlı de�i�ken: Krizi fırsata çevirme uygulamaları

Kurumsal Yöneti�im faaliyetlerinin krizi fırsata çevirme uygulamalarını etkiledi�i (p=0,05), belirlilik (determinasyon) katsayısı (düzeltilmi� R2) 0,083 olarak hesaplanmı� olup, krizi fırsata çevirme uygulamalarındaki de�i�imin % 8,3’nün kurumsal yöneti�im faaliyetleri tarafından açıklandı�ı ifade edilebilir. Beta katsayısının (β=0,334) pozitif de�er alması ili�kinin pozitif yönlü oldu�unu göstermektedir.

SONUÇ “Türkiye’de Faaliyet Gösteren Bankaların Kurumsal Yöneti�im

Uygulamaları Çerçevesinde Krizi Fırsata Çevirme Yakla�ımları”nı ölçmeyi amaçlayan bu çalı�mada, banka ve katılım bankası toplamı 49 genel müdürlükten 41 tanesine ula�ılmı� olup, toplam içerisinde % 84’lük orana kar�ılık gelmektedir. Bu i�letmelerden, 32’si banka, 2’si katılım bankası olmak üzere, 34 tanesinden dönü�üm gerçekle�mi� olup, dönü�üm gerçekle�me oranı % 83’tür. Bu oran anlatım sonuçlarının sa�lıklı de�erlendirilmesi bakımından anlamlı ve tatmin edicidir.

Kurumsal yöneti�im ile krizi fırsata çevirme arasındaki ili�ki analizlerinden, Korelasyon analizi sonucunda yöneti�im faaliyetlerinin alt boyutu olan sorumluluk ilkesi ile krizi fırsata çevirme faaliyetleri arasında pozitif yönlü ve anlamlı bir ili�ki oldu�u tespit edilmi�tir (r=0.39, p<0.05). Bu ba�lamda, H4 hipotezi kabul edilmi�tir.

Bankaların sorumluluk ilkesi uygulamaları arttıkça krizi fırsata çevirme faaliyetlerinin de artaca�ı ifade edilebilir. Bu ba�lamda, H4 hipotezi kabul edilmesine gerekçe olarak, bankaların sorumluluk ilkesi gere�i, krizi fırsata çevirme faaliyetlerine çok fazla önem verdi�i ve bu alana odaklandı�ı söylenebilir. Ayrıca, üst düzey yöneticilerin reaktif de�il, proaktif bir yakla�ım içerisinde oldu�u ifade edilebilir.

24

Sorumluluk ilkesi oldukça geni� kapsamlı olup tüm pay sahipleri ve payda�ları kapsamaktadır. Bir güven müessesesi oldu�u bilinen bankaların, sa�lam banka imajının gere�i olarak tüm kesimlere kar�ı sorumluluklarını tam ve hatasız yerine getirmesi zorunludur. Sorumluluk ilkesinin gereklerinin yerine getirilmesi her zaman önemli olmasına kar�ın, kriz dönemlerinde bu ilke bir kat daha önem kazanmaktadır. Bu ba�lamda, sorumluluk ilkesini tam olarak uygulayan bankaların krizi fırsata çevirme açısından rekabet avantajı sa�layaca�ı söylenebilir.

Ancak, yöneti�im faaliyetlerinin di�er alt boyutları olan �effaflık, hesap verilebilirlik ve adillik ilkeleri ile krizi fırsata çevirme faaliyetleri arasında anlamlı bir korelasyon tespit edilememi�tir. Bu sonuca göre H1, H2 ve H3 reddedilmi�tir.

Tadesse (2004), uygulamalı ara�tırmalarında, bankacılık krizlerinde �effaflı�ın daha da azaldı�ının altını çizmektedir (Diamond, 2001: 37-71). Nier (2005) ise, daha fazla bilgilerini payla�an, �effaflı�ı fazla bankaların, krize dü�üldü�ünde daha az riske maruz kalaca�ını vurgulamaktadır (Nier, 2005: 342-354).

Bauer vd. (2008), Japon firmalarında yaptıkları ara�tırmada, yönetim kurulunun hesap verebilirli�i ile kurum performansı arasında anlamlı bir ili�ki tespit edememi�tir (Bauer vd., 2008: 236-251).

Ara�tırmanın sonuçları ı�ı�ında, banka yöneticilerine de birtakım önerilerde bulunmanın yararlı olaca�ı dü�ünülmektedir. Bu öneriler �öyle sıralanabilir:

- Ara�tırma konusu, bankalarda hep üst düzey yönetici ekip içerisinde çalı�ma konusu yapılmakta, orta düzey yöneticiler ise konunun dı�ında kalmaktadır. Bunun yerine beyin fırtınası yöntemiyle konunun uzmanı orta düzey yöneticilerden de yararlanılmasının olası çözüm yollarına hız kataca�ı dü�ünülmektedir.

- Konunun önemi açısından, çözüm yollarının bir parçası olmak üzere tüm banka çalı�anları da kapsam içerisinde de�erlendirilebilir. Bazen hiç beklenmedik çözümler, hiç beklenmedik ki�ilerden çıkabilir. Bu açıdan çözüme yönelik de�erli fikirlerin ödüllendirilece�i, bu yolla sinerji sa�layacak bir atmosferin olu�turulması için tüm çalı�anlar yüreklendirilip, te�vik edilebilir. Bu yolla, konunun çözümünün sadece üst yönetimden beklenmesi yerine, konu hakkında dü�üncesi olan herkesten yararlanılacak bir ortam tesis edilmesi aynı zamanda di�er çalı�anlarda kendisine de�er verildi�i hissini uyandıracak ve i�gören sadakatini artıracaktır.

- Kar odaklı bir yönetim anlayı�ı i�letmelerin ço�unda egemen anlayı� olarak kabul görmektedir. Kurumsal yöneti�imin temel ilkeleri ı�ı�ında bankaların tüm pay sahipleri ve payda�ları da içerisine alacak, empatik bir yakla�ım sergilemesinin, banka açısından yararlı olaca�ı dü�ünülmektedir.

25

KAYNAKÇA

Ararat, Melsa, Mehmet U�ur; “Corporate Governance in Turkey: an Overview and Some Policy Recommendations”, Corporate Governance Journal, Vol: 3, No: 1, 2003.

Atamer, Melis; “Halka Açık Anonim �irketlerde Kurumsal Yönetim ve Do�rudan Yabancı Yatırımlar Açısından De�erlendirilmesi”, Hazine Müste�arlı�ı Uzmanlık Tezi, Ankara, �ubat 2006.

Bauer, Rob, Bart Frijns, Roger Otten, Alireza Tourani; “The Impact of Corporate Governance on Corporate Performance: Evidence from Japan”, Pacific-Basin Finance Journal, Vol: 16, 2008.

Berghe, Lutgart Van den, Christoph Van der Elst, Steven Carchon, Abigail Levrau; Corporate Governance in a Globalising World : Convergence or Divergence?-A European Perspective-, Kluwer Academic Publishers, New York, USA, 2002.

Bessire, Dominique; “Transparency: a Two-Way Mirror”, International Journal of Social Economics, Vol: 32, No: 5, 2005.

Can, Halil; Organizasyon ve Yönetim, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1999. Colley, John L., Jacqueline L. Doyle, George W. Logan, Wallace Stettinius;

What Is Corporate Governance?, McGraw-Hill Companies, New York, USA, 2004.

Çelik, Adnan; ��letmelerde Kriz Yönetimine �li�kin Teorik ve Uygulamalı Bir Çalı�ma, Yayınlanmamı� Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü ��letme Anabilim Dalı, Konya, 1995.

Çoro�lu, Co�kun; �� Dünyasında Gelece�in Yönetimi, Alfa Basım Yayım, �stanbul, 2003.

Diamond, Douglas W., Raghuram G. Rajah; “Banks Short Term Dept and Financial Crises: Theory, Policy Implications and Applications”, Carnegie-Rochester Conference Series on Public Policy, Vol: 54, 2001.

Ekinci, �brahim; “Global Kriz Türkiye’yi Nasıl Etkiler?”, 01 Ekim 2008, http://www.ekonews.com/index.

Fearn, Kathleen; Crisis Communications, Lawrence Erlbaum Associates Inc., New Jersey, 1996.

Finlay, Paul; Strategic Management, Pearson Education Limited, London, 2000.

Gökalp, Füsun; “Genel Hatlarıyla Sarbanes-Oxley Kanunu ve Türkiye’deki �irketlere Etkisi”, Analiz Muhasebe-Finansman Ara�tırma ve Uygulama Dergisi, Cilt: 5, Yıl: 14, Sayı: 14, Ekim 2005.

http://216.239.59.104/search?q=cache:2vpRO3TasFsJ:iibf.ogu.edu.tr/kongre/bildiriler

http://www.ruveyda.com/yonetisim.htm Hurst, David K.; Kriz ve Yenilenme, (Çev: E. Gürdemir), Alfa Basım Yayım,

�stanbul, 2000.

26

Jackson, Peggy M., Sarbanes Oxley for Nonprofits: A Guide to Building Competitive Advantage, John Wiley&Sons Inc., USA, 2005.

Kavalsky, Basil G.; World Bank in Turkey 1993-2004: An IEG Country Assistance Evaluation, World Bank Publications, Washington, 2006.

Kayacan, Murad; “Kurumsal Yönetim �lkeleri ve Ulusal Finansal Raporlama Standartları Açısından Geli�meler”, �zmir Serbest Muhasebeci ve Mali Mü�avirler Odası 10. Türkiye Muhasebe Standartları Sempozyumu, Girne-Kıbrıs, 06-10 Aralık 2006.

Kayacan, Murad; “The Impacts of Globalization and New Corporate Agenda: Global Integrity Issue”, Istanbul Commerce University International Conference Series as of May 25-29th, 2005.

Nier, Erlend W.; “Bank Stability and Transparency”, Journal of Financial Stability, Vol: 1, 2005.

Ö�üt, Adem; “Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi ��letmelerinde Kriz Yönetimi Yakla�ımları: Tekstil Sektörü Örne�i”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 9, 2003.

Reid, Janine L.; Crisis Management, John Wiley&Sons Inc., Kanada, 2000. �endo�du, A. Aslan; Kurumsal Yöneti�im Uygulamaları Çerçevesinde Basel

II Kriterleri Açısından Türk Bankacılık Sektöründe Kriz Yönetimi Yakla�ımları: Kuramsal ve Görgül Bir Ara�tırma, Yayınlanmamı� Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü ��letme Anabilim Dalı, Konya, 2009.

Tutar, Hasan; Kriz ve Stres Yönetimi, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2004. Wright, Peter, Mark J. Kroll, John Parnell; Stategic Management, Prentice

Hall, New Jersey, 1998. Yamak, Sibel; “Changing Institutional Environment and Business Elites in

Turkey”, Society and Business Review Journal, Vol: 1, No: 3, 2006. 5411 Sayılı Bankalar Kanunu.

27

TÜRK BORÇLAR KANUNU TASARISININ K�RA SÖZLE�MES�N�N SONA ERMES�NE �L��K�N HÜKÜMLER�

Yrd.Doç.Dr. Ay�e ARAT* ** THE PROVISIONS OF TURKISH DRAFT LAW OF

OBLIGATIONS RELATED TO EXPIRATION OF LEASE CONTRACT

ÖZET Kira sözle�meleri, ülkemizde her zaman güncelli�ini koruyan bir

konudur. �ehirle�me ile artan konut ihtiyacı, kira sözle�melerinden kaynaklanan problemlerin artmasına yol açmı�tır.Bu sebeple hukukumuzda kira konusunda pek çok düzenleme yapılmı�tır. Yapılan düzenlemeler genellikle kiracıyı korumaya yönelik olsa da, ço�u zaman tatmin edici bulunmamaktadır. Kira sözle�melerinden kaynaklanan ihtilaflar hukukumuzda, Borçlar Kanunu, 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun ve Yargıtay içtihatları ile olu�an uygulamalar çerçevesinde çözüme kavu�turulmaktadır.

Borçlar Kanunu Tasarısı, kira sözle�meleri konusunda çe�itli de�i�iklikler içermektedir. Söz konusu de�i�iklikler kapsam itibariyle son derece geni� oldu�undan çalı�mamız sadece kira sözle�mesinin sona ermeye ili�kin hükümleriyle sınırlandırılmı�tır. Bu çerçevede sona erme hükümleri, mevcut kanunlar ve tasarıdaki hükümlerle kar�ıla�tırılarak de�erlendirilmi�tir.

Anahtar kelimeler; Kira sözle�mesi, kira sözle�mesinin sona ermesi,

Borçlar Kanunu Tasarısı’nda kira sözle�mesinin sona ermesi.

* Selçuk Üniversitesi, Hukuk Fakültesi Ö�retim Üyesi ** Bu makalenin bir kısmı, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mezunlar Derne�i

tarafından 09.05.2009 tarihinde düzenlenen Borçlar Kanunu Tasarısı Paneli’nde bildiri olarak sunulmu�tur.

28

ABSTRACT Lease contracts is always an issue that keeps up to date in our country

Housing demand, increasing with urbanization, has led to increase in the problems caused by lease contracts. For this reason many regulations have been made in our law on rent. Although the regulations are intended to protect the tenants, they are not satisfactory most of the time. In our law, disputes caused by lease contracts are solved within applications of Debts Act, Law on the Lease of Real Property No. 6570 and the Supreme Court case law.

Draft Law of Obligations includes several changes in lease contracts. As the scope of changes in question is extremely broad, our study is limited to only the provisions relating to expiration. In this context, provisions on expiration were evaluated by comparing with the provisions of existing laws and the draft.

Key Words: Lease contract, expiration of lease contract , expiration of lease contract in Draft Law of Obligations.

I.GENEL DE�ERLEND�RME Yakla�ık 8 yıllık bir çalı�manın ürünü olan Türk Borçlar Kanunu

Tasarısı (TBKT), TBMM. Genel Kurulu’na gelmi�tir. Kanun yürürlü�e girdi�inde Borçlar Hukuku alanında önemli de�i�iklikler gerçekle�mi� olacaktır. Bu tür de�i�ikliklerin mevcut olanı daha ileri götürmek adına yapıldı�ı bir gerçektir. Ancak Tasarı’nın tümüne yönelik olarak yapılan, kullanılan dil ve madde numaralarının de�i�tirilmesi konusundaki ele�tirilere katılmamak mümkün de�ildir. Yerle�mi� hukuk terimlerinin ve madde numaralarının de�i�tirilmesi, bu zamana kadar olu�mu� bulunan hukukî birikimin gelecek ku�aklara aktarılması bakımından kopukluk do�uracaktır. Bu yönde yapılan ele�tiriler yerinde ve haklıdır.

Tasarı kira sözle�mesi konusunda pek çok de�i�iklik içermektedir. Ancak konunun uzun ve ayrıntılı olması bir sınırlama yapma gere�ini do�urmu�tur. Bu sebeple çalı�mada sadece kira sözle�mesinin sona ermesi üzerinde ana hatlarıyla bilgi verilmi�, mevcut düzenlemelerle Tasarı’nın getirdi�i düzenlemeler kar�ıla�tırılarak de�erlendirilmi�tir.

II. K�RA SÖZLE�MES� Mevcut Kanunumuz kira sözle�mesini, BK. m. 248-298 arasında, iki

fasıl halinde adi kira ve hasılat kirası olarak düzenlemi�tir. Ayrıca hukukumuzda belediye sınırları içinde veya iskele, liman ya da istasyonlarda bulunan üstü örtülü (musakkaf) ta�ınmazların kiralanmasında 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun (GKHK.) uygulanmaktadır. O halde üzerinde bina bulunmayan ta�ınmazlarla, belediye te�kilatı bulunmayan

29

yerlerdeki ta�ınmazların kiralanması Borçlar Kanunu hükümlerine, bunların dı�ında kalan üstü örtülü ta�ınmazların kirası GKHK.’na tabidir1.

Tasarı, Borçlar Kanunu’ndan ayrı, özel bir kanunla düzenlenmi� olan bu konuyu içeri�ine dahil etmi�tir. Gerçekten de Tasarı’da Ayrım korunmu� ama düzenleme genel kanun içerisine yerle�tirilmi�tir. Tasarı’ya göre kira sözle�mesi genel hükümler, konut ve çatılı i�yeri kiraları ve ürün kirası olmak üzere üç fasıl (ayırım) halinde düzenlenmi�tir. Genel hükümler bölümünün olu�turulması yerinde olmu�tur. Di�er kiralarla ilgili hüküm bulunmayan hallerde, genel hükümlerin uygulanması mümkündür2. Tasarı ile 6570 sayılı Kanunda öngörülen belediye sınırları içinde olup olmama ayrımı kalkmı�, tüm konut ve çatılı i�yerleri için aynı hükümlerin uygulanması sa�lanmı�tır (BKT. m. 338). Ancak 6570 sayılı Kanunla getirilen özel düzenlemenin genel kanun içerisinde yer alması ele�tirilmi�tir. Ekonomik ve sosyal sebeplerle sık sık de�i�ikli�e u�rayan böyle bir konunun, genel kanun içerisinde yer almasının do�ru olmayaca�ı ifade edilmektedir3. Öte yandan 6570 sayılı Kanun’daki düzenlemelerin büyük ço�unlu�unun Tasarı metnine dâhil edilmesine ra�men, söz konusu kanunun yürürlükten kaldırıldı�ının açıkça belirtilmemesi de ele�tirilmekteydi. Bu ele�tiri kanunkoyucu tarafından dikkate alınmı� ve Türk Borçlar Kanunun Yürürlü�ü ve Uygulama �ekli Hakkındaki Kanun Tasarısı m. 15 ile 6570 sayılı Kanunun yürürlükten kaldırıldı�ı hükmüne yer verilmi�tir.

Tasarı kira sözle�mesinin taraflarını tanımlayan kavramlarda de�i�iklik yapmı�tır. Buna göre mevcut kanunda yer alan kiracı-kiralayan kavramları yerine Tasarı’da kiracı-kiraya veren kavramları kullanılmaktadır. Ayrıca Borçlar Kanunu’ndaki kira tanımı de�i�tirilerek, sadece kullanmayı de�il, kullanmayla birlikte yararlanmayı da içine alacak biçimde geni�letilmi�tir. Burada, ürün kirasını da kapsayan bir tanım yapılmaya çalı�ılmı�tır. Ancak kullandırma akitlerinden olan kiranın, yararlanmayı da zaten içinde ta�ıyaca�ı, bunun da malumun ilanından öte bir �ey olamayaca�ı ifade edilmektedir4.

III. K�RA SÖZLE�MES�N�N SONA ERMES� Kira sözle�mesinin sona ermesi bakımından, Tasarı’nın a�ırlıklı olarak

kiracıyı koruyan hükümler ta�ıdı�ı görülmektedir. Örne�in m. 342 (kira bedelinin belirlenmesi dı�ında kiracı aleyhine de�i�iklik yapılamaması ), m. 345 (kira ve yan giderler dı�ında kiracıya bir yük getirilememesi, cezai �art konulamaması) ve m. 353 (kira sözle�mesine ili�kin hükümlerin kiracı aleyhine de�i�tirilememesi) böyledir. Kira sözle�mesinde korunması gereken, di�er tüm

1 Aral, 218; Zevkliler, 178; Akıncı, 118. 2 Akıncı, Tasarı, 1; Acar, 3686. Genel Hükümler’in di�er kira sözle�melerinde de

uygulanması gerekti�i ancak Tasarı’da bu konuya ili�kin bir düzenleme bulunmamasını ele�tiren görü� için bkz. Ba�pınar, 1.

3 Do�anay, 1. 4 Yavuz, 52.

30

sözle�melerde oldu�u gibi menfaatler dengesidir5. Yoksa taraflardan biri de�ildir. Kiracı lehine olu�an a�ırı korumacı bu tavrın e�itlik ilkesine ve sözle�me serbestisi ilkesine aykırı oldu�u, Tasarı’da kiralayanın durumunun da iyile�tirilmesi gerekti�i görü�ü doktrinde hâkimdir6.

Borçlar Kanunu’nda adi kiraya ili�kin olan, Tasarı’da genel hükümler ba�lı�ı altında düzenlenmi� bulunan sona erme sebepleri �öyledir: Genel hükümlere göre kira sözle�mesi süreli sözle�melerde sürenin geçmesi durumunda; belirsiz süreli sözle�melerde ise fesih bildirimi ile ya da ola�anüstü fesih imkânı do�uran önemli sebeplerin varlı�ı halinde (kiracının iflâsı veya ölümü gibi) sona erer (m. 326, 327).

Borçlar Kanunu’nda sona erme sebepleri arasında yer alan kiracının temerrüdü, Tasarı’da kiracının borçları ba�lı�ı altında düzenlenmi�tir. Kiraya verene, sadece kira borcunun de�il, kiralananın kullanımı ile ilgili yan giderlerin ödememesi durumunda kiracıya en az 10 gün süre tanıyarak (bu süre konut ve i� yerlerinde 30 gündür) bir yazılı bildirimle sözle�menin feshedilmesi imkânı tanınmı�tır. Bu süre mevcut kanunda kira borcunun ödenmemesi durumunda 60 gündür (BK. m. 288). Yargıtay’ın uygulaması yakıt gideri dı�ındaki yan giderler için kiracının temerrüde dü�meyece�i yönündedir7. Tasarı yan giderleri m. 340’da ısıtma, aydınlatma, su gibi kullanım giderleri olarak tanımlamı�, ayrıca m. 316’da ola�an kullanım için gerekli temizlik ve bakım giderlerini de kiracıya yüklemi�tir. Kapıcı aidatları da bu kapsamda de�erlendirilebilir. Dolayısıyla Tasarı’ya göre bunların ödenmemesi durumunda da kiracı temerrüde dü�mü� olacaktır.

Kiracının iflâsı BK. m. 290’da kira sözle�mesini sona erdiren bir sebeptir. E�er kiracı teminat verirse, kiralayan kira senesinin sonuna kadar sözle�meyi sürdürmekle yükümlüdür. Tasarı’nın düzenlemesi ise (m. 331) kiralayanı, kiracıdan ya da iflâs masasından teminat isteme yükümüne sokmu�, e�er verilmezse sözle�menin feshedilebilece�i düzenlenmi�tir. Bununla birlikte Tasarı’da teminat verilirse sözle�menin ne kadar sürece�ine ise açıklık getirilmemi�tir. Yani kiralayanın durumu a�ırla�tırılmı�tır.

Kiracının ölümü halinde ise BK. m. 291 hem kiracı hem kiralayana sözle�meyi sona erdirme imkânı tanırken, Tasarı m. 332 kiralayana bu hakkı vermemi�tir.

IV. KONUT VE ÇATILI �� YER� K�RALARI BAKIMINDAN SÖZLE�MEN�N SONA ERMES� Tasarı’nın konut ve çatılı i� yeri kiraları bakımından sözle�menin sona

ermesine ili�kin hükümleri, 6570 sayılı Kanun’da yer alan hükümlerle hemen hemen aynı olmakla birlikte, bazı de�i�iklikler ve eklemeler yapılmı�tır. Tasarı’da konut ve i� yeri kiralarının sona ermesi konusunun m. 346-355

5 Ba�pınar, 2. 6 Yavuz, 58; Kaplan, 28; Arpacı, 3678; Ba�pınar, 2. 7 YHGK. 6.3.1963, E. 6-13,K. 23 (Ankara Barosu Dergisi 1963, S. 2, s.233 vd.).

31

arasında, bir sistematik altında ele alınması isabetli olmu�tur. Bu düzenlemelere göre sona erme bildirim yoluyla veya dava yoluyla gerçekle�ebilir. Bildirim yoluyla sona erme m. 346’da düzenlenmi�tir. Böylece bu konuda tahliye davası açma yönündeki uygulamadan kurtulma amaçlanmı�tır8.

Belirsiz süreli kira sözle�mesinde kiracıya her zaman, kiraya verene ise kiranın ba�langıcından 15 yıl geçtikten sonra, fesih bildirimlerine uymak �artıyla sözle�meyi sona erdirebilme imkânı tanımı�tır (m. 346). 15 yıllık bir üst sınır getirilmesi yerinde olmu�tur. Zira tahliye sebepleri gerçekle�medi�i takdirde kiraya verenin sözle�meyle sonsuza kadar ba�lı olması mülkiyet hakkının özüne dokunan bir nitelik kazanabilir9. Dolayısıyla kira sözle�mesine üst sınırla ilgili süre konulması isabetli bir düzenlemedir. Ancak i�yeri kiraları için ayrı dü�ünmek gerekti�i özellikle kiralanan yeniden kiraya verilecekse sözle�menin sona ermesi için haklı bir sebebin aranmasının do�ru olaca�ı görü�ü de ileri sürülmektedir10. Ayrıca doktrinde 15 yıllık süreyi çok uzun bulan ve en fazla 10 yıl olması gerekti�ini ifade eden görü�ler de vardır11. Tasarı yürürlü�e girdi�inde, bu 15 yıllık süreden hemen yararlanmak isteyen kiralayanları engellemek amacıyla kanun koyucu, Borçlar Kanunun Yürürlü�ü ve Uygulama �ekli Hakkındaki Kanun Tasarısı m. 9 ile bu imkânın, yeni Borçlar Kanunu’nun yürürlü�e girdi�i tarihten ba�layarak be� yıl geçmedikçe kullanılamayaca�ı belirtilmi�tir.

Tasarının 346. maddesinde genel hükümlere atıf yapılarak tarafların bu hükümler çerçevesinde de haklarını kullanabilecekleri düzenlenmi�tir. Örne�in, önemli sebeplerin varlı�ı (m. 330) ya da kiracının iflası (m. 331) burada da fesih imkânı verebilir.

Tasarı m. 348, aile konutunu düzenleyen MK. m. 194 ile paraleldir. Buna göre aile konutu olarak kiralanan ta�ınmazda, kiracının e�inin açık rızası olmadan sözle�meyi feshedemeyece�i düzenlenmi�tir. Kiraya verene bildirimde bulunarak kira sözle�mesinin tarafı sıfatı kazanan e�e de ayrıca feshin bildirilmesi gerekir.

Konut ve çatılı i�yeri kiralarında fesih bildiriminin yazılı yapılması gereklili�i açıkça düzenlemeye kavu�turulmu�tur (m. 347).

Dava yoluyla sona ermeye ili�kin hükümler kiraya veren ve kiracı bakımından ayrı ayrı düzenlenmi�tir. Bu hükümler 6570 sayılı Kanun m. 7’de alt alta sıralanmı� olan hükümlerin sistemli biçimde bir araya getirilmi� halidir.

Tasarı m. 349’a göre, kiraya verenin ihtiyacı ve ta�ınmazın yeniden in�a ve imarı durumunda, fesih dönem ve sürelerine uyularak, belirlenen tarihten ba�lamak üzere bir ay içinde dava açmak suretiyle kira sözle�mesi sona erdirilebilir.

8 Acar, 3689. 9 Akıncı, Tasarı, 5. 10 Akıncı, Tasarı, 5. Konut ve i�yeri kiralarının ayrı hükümlere tabi tutulması

gerekti�i de doktrinde savunulmaktadır. Arpacı, 3678; Yavuz, 58. 11 Hatemi, 3684; Acar, 3691.

32

Kiraya verenin ihtiyacının kapsamı Tasarı ile geni�letilmi�tir. 6570 sayılı Kanun kiraya verenin kendisi, e�i veya çocukları için bu imkânı tanımaktadır. Tasarı da ise kiraya verenin kendisi, e�i, alt soyu, üst soyu ve kanun gere�i bakmakla yükümlü oldu�u ki�ilerin ev ihtiyacı için tahliye davası açılabilece�ini düzenlenmektedir (m. 349/1). Bu olumlu bir geli�medir. Zira toplumumuzda güçlü olan aile ba�ları, gerek anne babanın gerekse torunların ihtiyaçlarını kollamayı gerektirmektedir12. Bu imkân mevcut kiraya verene tanındı�ı gibi ta�ınmazı sonradan iktisap eden yeni malike de tanımı�tır (m. 350).

Tasarı m. 351, kiracıdan kaynaklanan tahliye davası sebeplerini 3 farklı ihtimal bakımından ayrı ayrı düzenlemi�tir.

Kiracının tahliye taahhüdünde bulunması birinci fıkrada yer almaktadır. Tahliye taahhüdü, 6570 sayılı Kanun’da da yer almaktadır. Ancak uygulamanın kiracı aleyhine olu�ması üzerine Yargıtay kira sözle�mesinin yapıldı�ı sırada verilen taahhütleri geçerli kabul etmemektedir13. Tasarı’da bu durum göz önüne alınmı� ve taahhüdün “kiralananın teslim edilmesinden sonra” verilirse geçerli olaca�ı belirtilmi�tir (m. 351/I).

�ki haklı ihtarla tahliye, 351. maddenin ikinci fıkrasında yer almaktadır. Tasarı, mevcut hükümlere göre aranan (6570 sayılı Kanun, m. 7/e), kira sözle�mesinin sona ermesini beklemeden de “ihtarların yapıldı�ı kira yılının bitiminden ba�layarak 1 ay” içinde dava açılabilece�ini düzenlemi�tir. Böylelikle sürekli olarak borcunu ihlâl eden kiracının korunmaması sa�lanmı�tır14.

Kiracının veya e�inin aynı yerde konutu bulunması sebebiyle tahliye 351. maddenin üçüncüsü fıkrasında düzenlenmi�tir. 6570 sayılı Kanun (m. 7/son) bu konudaki düzenlemesinde aynı �ehir veya belediye sınırları içinde bulunan konuttan bahsederken, Tasarı aynı ilçe ya da belde belediye sınırlarından bahsetmektedir. Mevcut düzenlemedeki belediye kavramından büyük�ehir belediyesinin anla�ılabilece�i bununda kiracı aleyhine sonuçlar do�uraca�ı gerçe�i kar�ısında bu düzenleme isabetli olmu�tur15.

�htiyaç sebebiyle tahliye edilen kiralanan, haklı sebep olmadan üç yıl geçmedikçe eski kiracıdan ba�kasına kiralanamaz kuralı korunmakla birlikte (m. 354), 6570 sayılı Kanun’da yer alan cezai hükümler kaldırılmı� (m. 16), yerine tazminat yükümlülü�ü getirilmi�tir. Bir özel hukuk ili�kisinde cezai müeyyidelerin bulunması yerinde olmadı�ından, müeyyidenin tazminata dönü�türülmesi isabetli olmu�tur16.

Tasarı m. 355’de kiracının ölümü, tekrar konut ve i�yeri kiraları için düzenlenmi�tir. Ölen kiracının ortakları, mirasçıları ve kiracı ile birlikte

12 Akıncı, Tasarı, 5; Acar, 3690. 13 YHGK. 21.11.1962, E. 87, K. 66 (Ankara Barosu Dergisi 1963, S. 2, s.257). 14 Akıncı, Tasarı, 5. 15 Arpacı, 3681. 16 Akıncı, Tasarı, 5.

33

oturanlar, sözle�me ve kanun hükümlerine uydukları sürece kira sözle�mesini sürdürebilirler. Tek ba�ına ölümün gerçekle�mesi kiraya veren bakımından bir tahliye sebebi te�kil etmemektedir.

V. SONUÇ Türk Borçlar Kanunu Tasarısı., uzun çalı�maların ürünüdür. Bu çalı�ma

süresi boyunca Tasarı tartı�ılmı�, ele�tirilmi�, ele�tirilerin bir kısmı dikkate alınarak çe�itli de�i�iklikler yapılmı�tır.

Tasarı’nın geneli hakkında, aslında çok fazla de�i�iklik getirmedi�i, dilinin ve madde numaralarının de�i�tirilmesinin do�ru olmadı�ı yönünde çe�itli görü�ler ortaya konulmu�tur. Bu ele�tiriler haklıdır. Ancak Tasarı’nın kanunla�masıyla birlikte tüm bu tartı�malar geride kalacaktır.

Kira hukuku bakımından Tasarı’nın en büyük özelli�i mevcut ikili sistemi (BK. ve 6570 sayılı GKHK.) tek kanun çatısı altında toplamasıdır. Öte yandan sözle�menin zayıf tarafı olarak görülen kiracı yine korunmu�, kiralayanın durumu de�i�memi�tir. Belirsiz süreli kira sözle�melerinde kiralayana, kira süresinin ba�langıcından itibaren 15 yıl sonra sözle�meyi feshedebilme imkanı tanınması; ihtiyaç sebebiyle tahliyede 6570 sayılı Kanun ihtiyacı olan ki�ileri sadece kendisi, e�i, çocukları kabul ederken, Tasarı’nın bu hükmü üst soy ve kanunen bakmakla yükümlü olunan ki�ileri de içine alacak �ekilde geni�letmesi, kira sözle�mesinin sona ermesi konusunda getirilen düzenlemelerin ba�lıcaları olarak sayılabilir.

KAYNAKÇA

Acar, F.: Kira Sözle�mesi ve Kefalet, 4. Oturum, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı’nın De�erlendirilmesi Sempozyumu, Legal Hukuk Dergisi, Ekim 2005 (s. 3685-3691).

Akıncı, �.: Türk Borçlar Kanunu Tasarısı’nın Kira Sözle�mesine �li�kin Hükümlerinin De�erlendirilmesi, 16.02.2007 tarihinde Kayseri Barosu ve Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin birlikte düzenledikleri “Türk Borçlar Kanunu Tasarısı’nın De�erlendirilmesi Sempozyumu”nda bildiri olarak sunulmu�tur, (http://www.sahinakinci.com/tebligler).

Akıncı, �.: Kar�ıla�tırmalı Borçlar Hukuku Özel Hükümler, Türk-Kazak Hukuku, Konya 2004.

Aral, F.: Borçlar Hukuku Özel Borç �li�kileri, Ankara 2000. Arpacı, A.: Kira Sözle�mesi ve Kefalet, 4. Oturum, Türk Borçlar Kanunu

Tasarısı’nın De�erlendirilmesi Sempozyumu, Legal Hukuk Dergisi, Ekim 2005 (s. 3677-3681).

Ba�pınar, V.: Hukuk Tekni�i Açısından Türk Borçlar Kanunu Tasarısı’nın De�erlendirilmesi, 16.02.2007 tarihinde Kayseri Barosu ve Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin birlikte düzenledikleri “Türk Borçlar

34

Kanunu Tasarısı’nın De�erlendirilmesi Sempozyumu”nda bildiri olarak sunulmu�tur, (http://veyselbaspinar.com/index.php/oezgecmi).

Do�anay, �.: Yeni Türk Borçlar Kanunu Tasarısı, (http://www�haberinyeri.net/Makaleler/Yeni-Turk-Borclar-Kanunu-Tasarisi_12273.html)

Hatemi, H.: Kira Sözle�mesi ve Kefalet, 4. Oturum, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı’nın De�erlendirilmesi Sempozyumu, Legal Hukuk Dergisi, Ekim 2005 (s. 3682-3685).

Kaplan, �.: Borçlar Kanunu Tasarısı Hakkındaki Görü�lerim, Terazi Hukuk Dergisi, Eylül 2008, Sayı: 25.

Yavuz, N.: Türk Borçlar Kanunu Tasarısı Hakkında Genel De�erlendirme ve Öneriler, Terazi Hukuk Dergisi, Nisan 2008, Sayı: 20.

Zevkliler, A.: Borçlar Hukuku Özel Borç �li�kileri, Ankara 2004.

35

ANON�M ORTAKLIKLARDA B�RLE�ME SÜREC� VE MUHASEBELE�T�RME YÖNTEMLER�NDE MEYDANA

GELEN GEL��MELER

Aziz KA�ITCI*

ÖZET

Dünya ekonomisinde ya�anan hızlı küreselle�menin sonucu olarak artan rekabet kar�ısında �irketlerin ayakta kalabilmesi için etkin maliyet yönetimi ve uluslararası arenada rekabet edebilecek faaliyet büyüklü�üne ula�maları gerekmektedir. Ekonomik büyümenin do�al bir ürünü olan i�letme birle�meleri hem uluslararası pazarlarda rekabet edebilecek faaliyet büyüklü�üne ula�mayı hem de ölçek ekonomisinden faydalanarak maliyetlerin a�a�ıya çekilmesini sa�lar. Çalı�mada Anonim Ortaklıklar da birle�me sürecinde ortaya çıkan özel durumlar ve uluslararası muhasebe standartlarında meydana gelen de�i�iklikler ele alınmı�tır.

Anahtar Kelimeler: Birle�me, Devralma, TFRS 3

CORPORATE MERGING PROCESS AND DEVELOPMENTS IN ACCOUNTING METHODS

ABSTRACT

As a result of fast globalization and fierce competition corporations need to meet the requirements related to efficiency of cost management and optimum corporation size. Mergers and acquisitions which are the natural results of economic growth give the opportunity to compete in international environment and decreasing costs by the use of economies of scale. In this study special conditions for corporate that occurs in merger and changes in international financial reporting standards for merging issues has been investigated.

Key words: Mergers, Acquisitions, IFRS 3

Bu makale Anonim Ortaklıklarda Birle�me Süreci ve Muhasebele�tirme Yöntemlerinde Meydana Gelen Geli�meler isimli yüksek lisans tezinin özetidir.

1. G�R��

Son yıllarda teknolojide ya�anan geli�meler, üretim sistemlerinin kolaylıkla ülkeler arasında transferi ve benzeri sebeplerden ekonominin arz yönü talep yönüne göre daha hızlı büyümü�tür. Arzın talepten daha hızlı büyümesi yo�un bir rekabeti de beraberinde getirmi�tir. Artan rekabetin fiyatlar üzerindeki olumsuz etkileri i�letmelerin büyümesini de olumsuz yönde etkilemi�tir.

* Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler MYO, Ö�retim Görevlisi

36

��letmeler yo�un rekabet altında fiyatlarını artıramazlar. Bu durumda yapılması gereken maliyetlerin azaltılarak karlılı�ın artı�ını sa�layabilmektir. Ayrıca yeni pazarlara girilmesi de karlılık üzerinde olumlu etkiler yaratabilecektir. Maliyetlerin azaltılması ve yeni pazarlara girmek yeni yatırımları da zorunlu kılabilir. Bunun da i�letmeler için ek bir mali külfet do�uraca�ı son derece açıktır. ��letme birle�meleri ile ölçek ekonomilerinden yararlanılarak maliyetlerin a�a�ıya çekilmesi ve yeni pazarlara açılmak daha kolay olabilmektedir. Ayrıca uluslararası piyasalarda rekabet edebilecek büyüklü�e ula�makta mümkün olabilir.

��letme birle�meleri uzun bir süreçtir. Birle�me görü�melerini birle�menin gerçekle�ti�i ülkede ki yasal düzenlemeler �ekillendirecektir. Dolayısıyla i�letmelerin büyürken dı�sal büyüme yollarından olan i�letme birle�melerini seçmeleri ülkedeki i�letme birle�meleri ile ilgili uygulanmakta olan yasal düzenlemelere sıkı sıkıya ba�lıdır. Yasal düzenlemeler i�letme birle�meleri için kimi zaman te�vik edici kimi zamanda yasal bir set olabilmektedir.

Birle�me i�lemlerini etkileyen önemli konulardan biriside uygulanacak muhasebe yöntemidir. Seçilen muhasebele�tirme yöntemi birle�me i�lemi sonucunda ula�ılacak yeni sermayenin da�ılımını ve birle�me i�leminin vergilendirilmesi gibi bir çok konuyu da önemli ölçüde etkileyecektir.

Ülkemizde son yıllarda yakalanan hızlı ekonomik büyüme ve Avrupa Birli�i yolunda alınan mesafeler i�letme birle�melerini de olumlu yönde etkilemektedir. Türkiye de büyük ölçekli birle�melerin ba� aktörleri anonim ortaklıklardır. Bu çalı�manın amacı da anonim ortaklıklarda birle�meye ili�kin vergisel konular ve birle�me i�lemlerinde uygulanmakta olan Uluslararası Muhasebe Standartlarında meydana gelen geli�meler ve birle�me i�lemlerinin Tek Düzen Hesap Planında muhasebele�tirilmesidir.

2. ANON�M ORTAKLIKLARIN B�RLE�MELER�NDE ÖZELL�K ARZEDEN KONULAR

��letme birle�meleri hukuk, vergi, muhasebe ve finans alanlarını kapsayan özel bir konudur. Bu bölümde i�letme birle�melerinde kar�ı kar�ıya kalınan özel durumlar ele alınacaktır.

2.1. Anonim Ortaklıkların Birle�melerinde De�er Tespiti

�irket birle�melerinde de�er tespiti, de�i�tirme biriminin (birle�me oranı) hesaplanması, devrolan ortaklı�ın pay sahiplerine verilecek yeni ortaklı�ın hisse senetlerinin miktarı açısından son derece önemli bir konudur. De�i�tirme birimi devrolan ve devralan �irketlerin cari de�erleri kıyaslanarak tespit edilir. Bu �irketlerin cari de�erleriyle neyin kastedildi�i ve nasıl hesaplanaca�ının ortaya konması gerekir. Uygulamada �irket de�erlerinin tespitinde kullanılan birçok

37

yöntem vardır.1 Ancak �irket birle�me ve devralmalarında kullanılan de�erleme yöntemleri üç ba�lık altında sıralanabilir.

a) �skonto Edilmi� Nakit Akımlar Yöntemi

b) Borsa Fiyatları Yöntemi

c) Özsermaye Yöntemi

2.1.1. �skonto Edilmi� Nakit Akımlar Yöntemi

�skonto Modeli de�erlemesi yapılacak varlıktan elde edilmesi beklenen nakit akı�larının �imdiki de�erlerine dayanmaktadır. Model, bir varlı�a yatırım yapan yatırımcının bu varlıktan elde edece�i gelirlere dayandı�ı varsayımı üzerine kurulmu�tur. 2 Bu yöntemde, �irketin aktif ve pasif yapısının tek tek de�erlerinin toplamı bir kenara bırakılarak, �irket faaliyet sonuçları baz alınmaktadır. Faaliyet sonuçlarının yanlı� öngörülmesi halinde sonuç yanlı� olur. Bu yöntemde ileriye yönelik projeksiyonların do�ru yapılması, sa�lıklı sonuç vermesinin kaçınılmazlı�ını ortaya koyar. Gelece�e yönelik öngörüler ki�isel yargılara göre farklıla�abilece�inden, birle�meye taraf olanlar arasında mutabakat güçlü�ü yaratır. Sermaye Piyasası Kurulu, özellikle yöntemin sübjektifli�i nedeniyle bu de�erleme yöntemine sıcak bakmamaktadır. Buna göre yapılan bir uygulamaya da bu güne kadar izin verilmemi�tir.3

2.1.2. Borsa Fiyatları Yöntemi

Hisse senetleri Borsa’da i�lem gören halka açık anonim ortaklıkların borsa fiyatları baz alınarak de�i�tirme biriminin tespit edilebilmesi hususu, Sermaye Piyasası Kurulu’nun 106/1273 sayılı toplantısında görü�ülmü�; hisse senetleri borsada i�lem gören �irketlerin borsa fiyatları esas alınarak de�i�tirme biriminin tespit edilebilmesi için gerekli ko�ulları a�a�ıdaki gibi belirlenmi�tir.4

- Birle�meye taraf olan �irketlerin son bir yıldaki halka açıklık oranlarının en az %15 olması ve hisse senetlerinin borsada i�lem görmesi, (Tebli�de bu oran %25 olarak yeniden düzenlenmi�tir.)

- Birle�me sözle�mesinin onaylanaca�ı genel kurul toplantısından önce, borsa fiyatı üzerinden hesaplanan de�i�tirme biriminin yer aldı�ı Kurulca belirlenecek standartlar Seri 1, No: 26 Tebli�inin 24. maddesine göre belirtilecek gazetelerde yayınlanarak tasarruf sahiplerine duyurulması,

1 TARAKÇI Hızır, Kurumlarda Sona Erme, Polaris Yayınları, �stanbul 2003, s. 210 2 KARAN Mehmet Baha, YATIRIM Analizi ve Portföy Yönetimi, Gazi Kitabevi, Ankara 2001, s. 333 3 TARAKÇI Hızır, a.g.e., s. 228 4 TARAKÇI Hızır, a.g.e., s. 228

38

2.1.3. Özsermaye Yöntemi

Özsermaye yönteminde, �irket de�eri olarak her �irketin özsermaye tutarı dikkate alınır. Söz konusu özsermaye kayıtlı de�erlere göre tespit ediliyorsa defter de�erlerine göre özsermayenin tespiti söz konusu olur. E�er her bir �irketin bilanço kalemlerinin cari de�erleri bilirki�iler vasıtasıyla tespit edilirse düzeltilmi� defter de�erlerine göre (cari) özsermayenin tespiti söz konusu olur. Halka Açık Anonim Ortaklıklar da Cari özsermayelerin esas alınması halinde, de�erlemeye konu gayrimenkullerin Kurulca listeye alınan ekspertiz �irketleri tarafından de�erlenece�i bahsi geçen tebli�in 7. maddesinde belirtilmektedir. Sermaye Piyasası Kurulu, hem kayıtlı özsermaye hem de cari özsermayelerin de�i�tirme biriminin hesaplanmasında dikkate alınmasını kabul etmektedir. 5

2.2. De�i�tirme Birimi ve Artırılacak Sermaye Tutarının Hesaplanması

Birle�menin gerçekle�tirilmesinde en önemli hususlardan biri de�i�tirme biriminin tespitidir. Çünkü birle�mede devrolan ortaklı�ın, devralan ortaklı�a intikal edecek malvarlı�ı kar�ılı�ında, bunların pay sahiplerine tesbit edilen de�i�tirme birimine göre devralan ortaklı�ın payları verilir. Bunun gibi yeni kurulu�ta da birle�meye katılan ortaklıkların malvarlıklarının de�erine göre yeni kurulacak ortaklıkta sermayeye katılırlar.6 Devralma yoluyla birle�me ve yeni kurulu� �eklinde ki birle�meler için de�i�tirme birimi ve artırılacak sermaye tutarı ayrı ayrı hesaplanacaktır.

2.2.1. Ortaklık Devralma Yoluyla Birle�me Sonrasında Ula�ılacak Sermaye Tutarı

Sermaye Piyasası Kurulunun yayınlamı� oldu�u Seri:1 No:31 “Birle�me ��lemlerine �li�kin Esaslar Tebli�i”nin 17. maddesinde ortaklık devralma yoluyla birle�me sonrasında ula�ılacak sermaye tutarının hesaplanı� �ekli verilmi�tir. Maddeye göre; Özkaynak veya rayiç de�er yöntemlerinin kullanılması durumunda, ortaklık devralma yoluyla birle�me i�lemi sonrasında ula�ılacak sermaye artırımının tutarı �u �ekilde hesaplanır.

5 TARAKÇI Hızır, a.g.e., s. 229 6 AKAY Hüseyin, ��letme Birle�meleri ve Muhasebesi, Yaylım Matbaası, �stanbul 1997, s.101

39

Konuyu bir örnek yardımıyla açıklayalım. Pınar A.�’i Turkuaz A.�.’ine devrolacaktır. Tarafların ödenmi� sermayesi ve özsermayeleri a�a�ıdaki gibidir.

TL Devralan Turkuaz A.�. Devrolan Pınar A.�. Ödenmi� Sermaye 175.000 250.000

Özsermaye 1.540.000 1.200.000

2.2.2. Yeni Ortaklık Kurulması Yoluyla Birle�me Sonrasında Ula�ılacak Sermaye Tutarı

Yeni kurulu� suretiyle gerçekle�tirilen birle�melerde ise devrolan �irketlerin özsermaye toplamları kadar yeni kurulan ortaklı�ın sermayesi olu�turulacaktır ve bu sermaye toplamı kar�ılı�ında çıkarılan hisse senetleri, özsermayeleri oranında devrolan ortaklıklara kar�ı birle�menin kar�ı edinimi olarak verilecektir. Ayrıca de�i�tirme biriminin hesaplanmasına gerek yoktur.7

2.3. Birle�me Primi

Birle�me primi çıkarma primine (emisyon primine) kar�ılıktır. Birle�ilen ortaklık bakımından, birle�me bir sermaye artırımı olarak kendini gösterir. E�er ortaklı�ın gizli veya muhasebede kayda geçmi� yedek akçeleri bulunuyorsa, katılan ortaklık kendisine teslim edilecek payların nominal de�erinden üstün de�erde bir net aktifi devroldu�u ortaklı�a verecektir. Aradaki fark, devrolunan ortaklıkta birle�me primini olu�turur.8 Birle�me primini bir örnek yardımıyla açıklayalım. Turkuaz A.�.’i, Pınar A.�.’ini devralacaktır. Ödenmi� sermaye ve özsermaye bilgileri a�a�ıdaki �ekildedir.

7 AKAY Hüseyin, a.g.e., s.101 8 ÖNGEN Safiye, Vergi Muhasebesi, Yakla�ım Yayıncılık, Ankara 2000, s. 866

40

TL Devralan Turkuaz A.�. Devrolan Pınar A.�. Ödenmi� Sermaye 250.000 1.250.000

Özsermaye 1.800.000 1.250.000 Buna göre birle�me oranı %59,01 olacak, birle�me sonrası ula�ılacak sermaye ise 423.611 TL olacaktır. Devralan Turkuaz A.�.’nin yapması gereken sermaye artırım tutarı ise 173.611 TL olacaktır. Bu durumda Devralan Turkuaz A.�.’nin varlıklarında 1.250.000 TL’lik bir artı� olurken, pasifte (sermaye hesabında) sadece 173.611 TL’lik bir artı� meydana gelecektir. Bu durumda 1.076.389 TL’lik fark birle�me primi olarak do�acaktır.

Birle�me primi, emisyon primi olarak kabul edilir ve anonim �irketlerde kurumlar vergisine tabi tutulmaz. K.V.K.’nun 8. maddesinin 5 numaralı bendine göre, kurumların rüçhan hakkı kuponlarının satı�ından elde ettikleri kazançlar ile anonim �irketlerin kurulu�larında veya sermayelerini artırdıkları sırada çıkardıkları hisse senetlerinin itibari de�erlerinin üzerinde elden çıkarılmasından sa�lanan kazançlar, kurumlar vergisinden istisna edilmi�tir.9 Kurumlar vergisinden istisna edilen bu kazaçların ortaklara da�ıtılması durumunda G.V.K.’nun 94/6b-i ve 6b-ii maddeleri uyarınca tevkifata tabi tutulacaktır. Vergilendirmemenin sürmesi bunların da�ıtılmaması haline ba�lıdır. E�er, bunlar sermayeye eklenirse, bu i�lem kar da�ıtımı sayılmadı�ından tevkifat söz konusu olmaz.10

E�er devralan kurumun ödenmi� sermayesi özsermaye toplamına e�itse bu durumda birle�me primi de do�mayacaktı. Yani yukarda ki örne�imizde devralan Pınar A.�.’i olsaydı birle�me primi do�mayacaktı. Çünkü Pınar A.�.’nin ödenmi� sermayesi ve özsermayesi birbirine e�ittir. Örne�imizi buna göre yeniden uyarlarsak, yani devralan Pınar A.�.’i olursa:

TL Devralan Pınar A.�. Devrolan Turkuaz A.�. Ödenmi� Sermaye 1.250.000 250.000

Özsermaye 1.250.000 1.800.000 Bu durumda birle�me oranı %40,98 olacak, birle�me sonrası ula�ılacak sermayede 3.050.000 TL olacaktır. Devralan Pınar A.�.’inin yapması gereken sermaye artırım tutarı 1.800.000 TL’dir. Pınar A.�.’i 1.800.000 TL’lik sermaye artı�ı kar�ılı�ında, varlıklarında da 1.800.000 TL’lik bir artı� ortaya çıkaca�ı için birle�me primi do�mayacaktır.

2.4. Devredilen Sabit Kıymetlere �li�kin Amortisman

Kurumların, Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 37,38 ve 39. maddelerine göre birle�melerinde ve devirlerinde devreden �irket tüm aktif ve pasifiyle kül halinde di�er bir �irkete devrolaca�ından, devrolunan �irketin birle�me tarihine

9 ULUSOY Metin, Birle�me, Devir, Bölünme, Hisse De�i�imi ve ��tirak Yoluyla �irketlerin Yeniden Yapılandırılması, Yakla�ım Yayıncılık, Ankara 2004, s. 64 10 TARAKÇI Hızır, a.g.e., s. 386

41

kadar olan dönem için, devralan �irketin ise birle�me tarihinden sonraki dönem için amortisman hesaplamaları gerekmektedir.11

Kurumların, Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 36. maddesine göre birle�me ve devirlerinde münfesih �irketten, devralan �irkete intikal eden duran varlıkların toplam de�eri özsermayeyi olu�turmaktadır. Özsermayenin hesaplanması ise K.V.K. ve Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre yapılması gerekti�inden duran varlıkların amortismanlar dü�üldükten sonraki de�erinin esas alınması gerekir. Çünkü duran varlıklar bu de�er üzerinden devredilecek ve devralan �irket tarafından devralınan yeni de�er üzerinden amortisman ayrılacaktır.12 Ancak bu tür birle�melerde amortismana tabi bu iktisadi kıymetlerin yeniden de�erlemeye tutulabilmesi Vergi Usul Kanunu’nun mükerrer 298/12 maddesi hükmü gere�ince devir alınan yıl içinde mümkün bulunmamaktadır.13

2.5. Birle�me ve Devir Halinde Yenileme Fonu

Devrolan kurumun, devir öncesinde amortismana tabi iktisadi kıymetlerinin satı�ından sa�ladı�ı kazancı V.U.K.’nun 328. maddesi uyarınca yenileme hesabına almı� olması ve bu fonun, yenilemeye konu sabit kıymetin itfası tamamlanmadan önce devrin gerçekle�mesi halinde devrolunan �irketin varlı�ında devam ediyormu�çasına i�leme tabi tutulmalıdır.14 Devralan kurum bilançosunda yer alacak de�er artı� fonu, bu kurum tarafından sermayeye ilave dı�ında herhangi bir suretle bilançoda yazılı ba�ka bir hesaba nakledilmesi, geçmi� yıl zararlarına mahsup edilmesi veya i�letmeden çekilmesi halinde, bu i�lemin yapıldı�ı dönemin kazancı sayılarak vergilendirilir.15

2.6. Birle�me ve Devir Durumunda Yatırım �ndirimi Uygulaması

Devir, birle�me ya da nev’i de�i�ikli�i durumlarında, sadece yatırım konusu aktif kıymetler devredilmemekte, söz konusu ortaklı�ın tüm mal varlı�ı yeni �irkete devrolunmakta ya da �irket nev’i de�i�tirmek suretiyle ticari ya�ama devam etmektedir. Bu durumu dikkate alan idare, 187 seri no’lu Gelir Vergisi Genel Tebli�inin VI-B bölümünde konuyu a�a�ıdaki �ekilde açıklamı�tır.16

11 ARPACI Altar Ömer, “Kurumların Avantajlı Birle�me �ekli: Devir Müessesi, Vergi Sorunları Dergisi, Maliye Gelirler Kontrolörleri Derne�i Aylık Yayını”, Sayı 178, Temmuz 2003, s. 67-68 12 UFUK Mehmet Tahif, “Kurumlar Vergisi Kanunu’nda Düzenlenen Devir �le �lgili Sorunlar”, Maliye Postası Dergisi, Maliye Postası yayınları, Yıl.21, Sayı 469, 15 Mart 2000, s.31 13 ARPACI Altar Ömer, a.g.m., s. 68 14 ARPACI Altar Ömer, a.g.m., s. 68 15 UFUK Mehmet Tahif, a.g.m., s. 31 16 KAPLAN Mürsel Ali, “Birle�me, Devir Ya Da Nev’i De�i�ikli�i Hallerinde Yatırım �ndiriminden Yararlanmak Mümkün Müdür”, Maliye Postası Dergisi, Maliye Postası Yayınları, Yıl.22, Sayı 486, 1 Aralık 2000, s.31

42

“Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 36,37,38. maddelerinde belirtilen birle�me, devir veya nev’i de�i�ikliklerinde, münfesih kurumun vergilendirme ile ilgili bütün yükümlülükleri hukuken yeni �irkete geçmektedir. Bu nedenle münfesih kurumdan, di�er bir ifade ile yatırım indirimine konu aktif de�erleri devir eden konumundaki kurumdan, evvelce uygulanan yatırım indirimi dolayısıyla zamanında tahakkuk ettirilmeyen vergiler geri alınmayacaktır. Yeni �irket ise yatırım indiriminden yararlanma �artlarını ta�ıması kaydıyla kalan yatırım indiriminden yararlanmaya devam edecektir.”

3. ULUSLARARASI MUHASEBE STANDARTLARINDA ��LETME B�RLE�MELER�

Uluslararası Muhasebe Standartları Komitesi, IAS 22 numaralı ��letme Birle�melerini düzenleyen Uluslararası Finansal Raporlama Standardını 31 Mart 2004 tarihinden itibaren yine i�letme birle�melerini düzenleyen IFRS 3 ile de�i�tirmi�tir. IAS 22’de ��letme Birle�melerinin muhasebele�tirilmesinde iki tane temel yöntem bulunmaktaydı. Bunlar Satın Alma (�ktisap) Yöntemi ve Menfaatlerin Birle�tirilmesi Yöntemidir.

3.1. Satın Alma Yöntemi

Satın Alma Yöntemi(Purchase Method of Accounting); bir i�letmenin (iktisap eden), aktiflerin transferi, bir borç taahhüdüne girilmesi veya hisse ihracı kar�ılı�ında, di�er bir i�letmenin ( iktisap edilen) net varlıkları ve faaliyetleri üzerinde kontrol elde etmesiyle olu�an bir i�letme birle�mesidir.17 Birle�me sonucunda, bir i�letme, di�er i�letme veya i�letmeleri kontrolü altına alabiliyorsa bu tür birle�meler satın alma türü birle�meler olarak nitelendirilir. Bu tür birle�melerin özelli�i, kontrolü ele geçiren bir i�letmenin, bir ba�ka ifade ile alıcı i�letmenin belirlenebilmesidir.18

Satın alma muhasebesinde, a�a�ıdaki basamaklar takip edilir:19

1- �ktisap edenin Belirlenmesi: Tüm i�letme birle�meleri, satın alma yöntemi ile muhasebele�tirilmek zorunda oldu�undan tüm birle�melerde iktisap edenin tarafın belirlenmesi gerekir. �ktisap eden taraf, di�er tarafın kontrolünü ele geçirmi� olan taraftır. Bazı durumlarda bunu belirlemek zor olabilir. Bu durumlarda; (i) makul de�eri belirgin biçimde daha yüksek olan tarafın, (ii) tarafların nakit veya di�er varlıklar kar�ılı�ında hisse senedi aldıkları

17 ATAMAN AKGÜL Ba�ak ve AKAY Hüseyin, Uluslararası Muhasebe Standartları, Türkmen Kitabevi, �stanbul 2004, s. 116 18 KARAPINAR Aydın, “�irket Birle�meleri ve Uluslararası Muhasebe Standartlarına Göre De�erlendirilmesi, Muhasebe ve Denetime Bakı� Dergisi”, Yıl:3, Sayı:8, Ocak 2003, s. 87 19 ARIKAN Özlem, “Uluslararası Finansal Raporlama Standartlarında Yapılan Son De�i�ikliklerle ��letme Birle�melerinin Finansal Raporlanması”, Muhasebe ve Denetime Bakı� Dergisi, Yıl:4 Sayı:13, Eylül 2004, s. 67

43

durumlarda, nakit veya di�er varlıkları alan tarafın, (iii) taraflardan birinin yönetiminin, birle�ik i�letmenin yönetiminin seçiminde kontrol gücüne sahipse bu i�letmenin, iktisap eden taraf oldu�u kabul edilir. Bir i�letme birle�mesi, yeni bir i�letmenin kurularak birle�en i�letme ortaklarına ihraç etti�i hisse senetlerinin verilmesi yoluyla gerçekle�tirilmi�se, bu durumda da birle�en i�letmelerden biri iktisap eden olarak belirlenmelidir.

2- �ktisabın Maliyetinin Belirlenmesi: �ktisap, maliyet de�eri üzerinden muhasebele�tirilir. Maliyet, iktisap eden tarafından ihraç edilen hisse senetleri, elden çıkarılan varlıklar, kabul edilen yükümlülüklerin makul de�erleri ile do�rudan birle�me i�lemi için katlanılan giderlerdir. �ktisabın maliyeti belirlenirken, iktisap eden tarafından çıkarılan hisse senetleri makul de�erleri ile de�erlenir ve bu hisse senetlerinin de�i�im tarihindeki piyasa fiyatı makul de�er olarak esas alınır. Ancak piyasanın dar olması nedeniyle piyasa fiyatının güvenilir bir gösterge olmadı�ı veya hisse senetlerinin düzenli olarak i�lem gördü�ü bir piyasanın olmadı�ı durumlarda, ihraç edilen hisse senetlerinin makul de�eri, iktisapçı i�letmenin veya iktisap edilen i�letmelerin makul de�eri (bunlardan hangisi daha net saptanabiliyorsa) esas alınarak tahmin edilir.

3- �ktisap tarihi itibariyle, iktisap maliyetinin, iktisap edilen i�letmenin tanımlanabilir varlık ve borçlarına da�ıtılması: �ktisap edilen i�letmenin varlık ve borçları, mali tablolara makul de�erleri üzerinden alınır.

�ktisap edenin belirledi�i satın alma fiyatı elde edilen varlıklara da�ıtılır. Elde edilen varlıkların makul de�erinin üstündeki fazlalık ise �erefiye olarak muhasebele�tirilir.20

3.2. Menfaatlerin Birle�tirilmesi Yöntemi

Menfaatlerin birle�tirilmesi yönteminde varlıklar, borçlar ve birle�meye taraf �irketlerin faaliyet sonuçları hiçbir düzeltme yapılmadan kayıtlı de�erleriyle toplanır.21 Menfaatlerin birle�tirilmesi yönteminin amacı, birle�en i�letmelerin, �imdi mü�tereken sahip olunmakla birlikte sanki aynı i�letmeler eskiden oldu�u üzere devam ediyormu� gibi muhasebele�tirilmesidir. Çıkarların havuzlanması yöntemi, iktisapta ortaya çıkan herhangi bir pe�tamallı�ı kabul etmez ve yalnızca, satın alma bedelinin nakit veya di�er varlıkların ödenmesi halinde de�il, ilke olarak oy haklı adi hisse senetlerinin mübadelesiyle olu�tu�u durumlarda kullanılır. Menfaatlerin birle�mesi yönteminde, birle�tirilen varlıklar, borçlar ve ihtiyatlar mevcut kayıtlı de�erleriyle kaydedilirler.22 Ödenmi� sermaye olarak kaydedilmi� tutar ve ilave nakit veya di�er varlıklar biçimindeki herhangi bir ek bedel toplamı ile iktisap edilen sermayenin 20 EMERY Douglas R., FINNERTY John D., STEWE John D., Principles of Financial Management, Printice Hall, 1998, s. 735 21 EMERY Douglas R., FINNERTY John D., STEWE John D., a.g.e., s. 735 22 DURMU� Ahmet Hayri, Uluslararası Muhasebe Standartları (1-31), Türkiye Muhasebe Uzmanları Derne�i Yayını No:7, �stanbul 1992, s. 176-177

44

arasındaki fark, özsermayede ayarlama yapılmak suretiyle muhasebele�tirilir. Menfaatlerin birle�mesinde, özü itibariyle herhangi bir iktisap meydana gelmemekte, i�letme birle�mesi öncesinde mevcut risk ve menfaatlerin birle�me sonrasında da mü�terek olarak payla�ımı devam etmektedir. Bu yöntemde bir �erefiye veya negatif �erefiye olu�maz.23

Menfaatlerin birle�mesi yönteminin uygulanabilmesi için;24

- Birle�en i�letmelerin oy hakkına sahip hisse senetlerinin tamamı veya tamamına yakın kısmının el de�i�tirmi� olması ( bir ba�ka deyi�le bir i�letmenin, bir di�er i�letmenin hisse senetlerinin tümü veya tümüne yakın bir bölümü için hisse senedi ihraç etmi� olması),

- Bir i�letmenin makul de�erinin di�er bir i�letmenin makul de�erinden önemli ölçüde farlılık göstermemesi ve

- Birle�meye konu i�letmelerin hissedarlarının birle�meden sonra yeni i�letmede birle�me öncesiyle aynı oranda oy hakkına sahip olmaları gerekmekteydi.

Menfaatlerin birle�mesi yöntemi ve satın alma yönteminin kar�ıla�tırması yapılacak olursa;25

TABLO 1: Satın Alma ve Menfaatlerin Birle�tirilmesi Yöntemlerinin Kar�ıla�tırılması

Satın Alma Yöntemi Menfaatlerin Birle�mesi Yöntemi 1- Elde edilen Varlıklar ve borçlar makul de�erleriyle kaydedilir. Net varlıkların makul de�eri üzerindeki miktar �erefiye olarak kaydedilir.

1- Varlıklar ve borçlar birle�me öncesi defter de�eri ile kayıt altına alınır, defter de�erinden fazla bir maliyet olmadı�ı için �erefiye ortaya çıkmaz.

2- Elde edilen firmanın ertelenmi� kazançları tanınmaz. Yani elde edilen firmada ertelenmi� kazançların bir parçası olmaz.

2- Elde edilen firmanın ertelenmi� kazançları elde eden firmanın ertelenmi� kazançlarına eklenir. Yasal sermayenin korunması için bazı düzeltmeler yapılabilir.

3- Özsermaye hisselerin makul de�eriyle kaydedilir.

3- Özsermaye hisseleri elde edilen i�letmenin defter de�eriyle kaydedilir.

3.3. IFRS 3 �le Getirilen Yenilikler Uluslararası Muhasebe Standartlarında daha önceden IAS 22 ile düzenlenen i�letme birle�meleri 31 Mart 2004 tarihinden itibaren kaldırılmı� ve yerine IFRS 3 getirilmi�tir. ��letme birle�melerini düzenleyen IFRS 3 ile birlikte aynı zamanda Varlıklardaki De�er Dü�ü�lü�ünü düzenleyen IAS 36 ve Maddi

23 ATAMAN AKGÜL Ba�ak ve AKAY Hüseyin, Uluslararası Muhasebe Standartları, Türkmen Kitabevi, �stanbul 2004, s. 122 24 ARIKAN Özlem, a.g.m., s. 66 25 JETER Debra, CHANEY Paul, Advenced Accounting, John Wiley Sons. Inc., 2000, s. 27

45

Olmayan Duran Varlıkları Düzenleyen IAS 38’de de revizyona gidilmi�tir. IFRS 3’teki belirgin de�i�iklikleri;26

TABLO 2: IFRS 3 ile Getirilen Yenilikler

Muhasebe Metodu

��letme Birle�melerinin Muhasebele�tirilmesinde Tek Geçerli Yöntem Satın Alma Yöntemi olarak belirlendi. Menfaatlerin Birle�mesi Yöntemi yasaklandı.

Edinilen Borçlar ve Varlıklar Edinilen bütün tanımlanabilir varlıklar, borçlar ve durumsal yükümlülükler makul de�erinin %100’ü olarak ölçülür.

�erefiye Amortismana tabi tutulmaz, ancak de�er kayıplarına kar�ı yıllık olarak test edilir.

Negatif �erefiye Kar veya Zarar olarak anında muhasebele�tirilir. Yeniden Yapılandırma Maliyetleri

Edinme tarihinde bir yükümlülü�ün varlı�ı ölçüsünde kabul edilir.

22 numaralı standart uyarınca; bir tarafın di�erinin kontrolünü ele geçirdi�i iktisaplarda, satın alma muhasebesi; kontrolü ele geçiren tarafın belli olmadı�ı “gerçek birle�melerde” hakların birle�tirilmesi yöntemi kullanılıyordu. Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu a�a�ıdaki nedenlerle hakların birle�tirilmesi yöntemini yürürlükten kaldırmı�tır:27 - Menfaatlerin muhasebele�tirilmesinde, varlık ve yükümlülükler kayıtlı de�erleriyle mali tablolara alınırlar. Bu uygulamanın altında yatan mantık, ortakların malvarlıksal haklarının tümüyle yada büyük oranda devam ettirmeleri, gerçekte bir iktisap i�lemini bulunmaması, birle�menin amacının birle�meye taraf i�letmelerin ticari çıkarlarının birle�tirilmesinden ibaret olmasıdır. Bu tür birle�meler sonucunda, ortakların malvarlıksal haklarının devam etti�i do�ru olmakla birlikte, bu hakların birle�me i�lemi sonrasında de�i�ti�i çünkü ortakların ortakların artık birle�ik i�letmenin net varlı�ı üzerinden hak sahibi olaca�ı hususu gözden kaçırılmamalıdır. Menfaatlerin birle�tirilmesinde, varlık ve yükümlülüklerin tümü, defter de�eri üzerinden mali tablolara alındı�ı ve varlık ve yükümlülüklerin makul de�eri hesaba katılmadı�ı için, mali tablo kullanıcıları, birle�menin yarataca�ı nakit akı�larının zamanlaması ve büyüklü�ünü kestirmekte zorlanacaklardır.

- ��letme birle�melerinde satın alma yönteminin kullanılabilmesi için kontrolü ele geçiren tarafın belirli olması gerekmektedir. Menfaatlerin birle�mesi yönteminin taraftarları, bazı durumlarda bu tespiti yapmanın oldukça güç oldu�unu; böylesi durumlar oldukça ender görülmekle birlikte; bu durumlarda iktisapçıyı belirlemenin, rasgele bir seçim yapmak anlamına gelebilece�ini savunmaktadır. Ancak, Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu, 26 http://www.iasplus.com/standard/ifrs03.htm 27 ARIKAN Özlem, a.g.m., s. 75

46

menfaatlerin birle�tirilmesi yönteminin, hiçbir ko�ulda satın alma yönteminden daha iyi bir sonuç vermeyece�i sonucuna ula�mı�tır.

- 22 numaralı standart uyarınca birle�me i�lemlerinde menfaatlerin birle�tirilmesi ve satın alma yöntemi adı altında iki ayrı muhasebele�tirme yönteminin kullanılması, mali tabloların kar�ıla�tırılabilir olma özelli�ini azaltıyordu. Kullanılmasına izin verilen iki yöntemin birbirinden oldukça farklı sonuçlar yaratması, benzer i�lemlerin, arzu edilen muhasebe sonuçlarına ula�mak için farklı �ekilde yapılandırılmasına yol açıyordu.

��letme birle�melerinin muhasebele�tirilmesinde menfaatlerin birle�tirilmesi yönteminin kullanılması durumunda �erefiyenin ortaya çıkmayaca�ını daha önceden belirtmi�tik. Maddi olmayan duran varlıklar arasında yer alan �erefiye; �irketlerin satın alınmasında, ödenen bedel ile satın alınan �irketin rayiç bedel üzerinden hesaplanan net varlıkları arasındaki farktır.28 Edinim tarihinde yatırım maliyetinin, edinilen i�letmenin makul de�ere göre de�erlenmi� varlık ve yükümlülükleri üzerinde, edinilen i�letmenin payını a�an kısmı pozitif �erefiye olarak konsolide bilançoda raporlanır. Edinilen i�letmenin makul de�ere göre de�erlenmi� varlık ve yükümlülükleri üzerinde edinen i�letmenin payının, yatırım maliyetini a�an kısmı ise negatif �erefiye olarak ifade edilir.29 IAS 22’de satın alma yönteminin uygulanması sonucu ortaya çıkan �erefiyenin yararlı ömrü üzerinde sistematik bir temele göre itfa edilmesi gerekti�i belirtilmekteydi. IFRS 3’te dikkat çeken bir di�er nokta ise �erefiye ile ilgili yapılan düzenlemedir. IFRS 3 ile birlikte revizyona u�rayan IAS 38’de, maddi olmayan duran varlıkların faydalı ömrü belirli ve belirsiz olmak üzere ikiye ayrılmı� ve itfası buna göre düzenlenmi�tir. Standardın önceki versiyonunda, maddi olmayan duran varlı�ın ömrü, belli istisnalar haricinde her zaman belirli kabul edilmekte ve bu ömrün 20 yılı a�amayaca�ı belirtilmekteydi. Bu düzenlemeye yeni versiyonda son verilmi� ve faydalı ömrü belirsiz kabul eden varlıkların itfa edilmeyece�i belirtilmi�tir. Bilindi�i üzere, standartlarda �erefiye,

- ��letme içerisinde üretilen �erefiye

- ��letme Birle�melerinde elde edilen �erefiye olmak üzere iki �ekilde açıklanmaktadır. Bunlardan i�letme içerisinde üretilen �erefiye 38 no’lu standartta açıklanmakta olup, i�letme tarafından kontrol edilememesi ve maliyeti güvenli olarak ölçülememesi nedeniyle varlık olarak kabul edilmemekte iken, i�letme birle�melerinden elde edilen �erefiye ise varlık

28 AKI�IK Orhan, “Bir Maddi Olmayan Duran Varlıklar Kalemi: �erefiye; Amerikan, Uluslararası ve Türk Muhasebe Standartları �çindeki Yeri”, Muhasebe ve Denetime Bakı� Dergisi, Yıl:3, Sayı:9, Mayıs 2003, s. 87 29POROY ARSOY Aylin, “Ba�lı Ortaklıkların Bilançolarının Makul De�erle De�erlenmesi ve �erefiyenin Hesaplanması”, Muhasebe ve Denetime Bakı� Dergisi, Yıl:3, Sayı:10, Eylül 2003, s. 131

47

olarak kabul edilmektedir. Ancak, IFRS 3’de i�letme birle�melerinden edinilen �erefiyenin itfa edilmeyece�i bunu yerine en az yılda bir kez de�er dü�üklü�ü testine tabi tutulaca�ı açıklanmı�tır.30

SONUÇ

��letme birle�meleri ekonomik konjonktürde ki geli�imin do�al bir sonucudur. Ekonomide ya�anan hızlı büyümeler �irketleri agresif büyüme politikalarına iter. Bu güne kadar Türkiye ekonomisinde daha çok zorda olan i�letmelerin kurtarılmasında kullanılan i�letme birle�meleri, ekonomide ya�anan olumlu geli�meler neticesinde hızla gündeme oturmu�tur. Günümüz ekonomisinde artan rekabet ko�ulları ile ba� edebilmek için i�letmelerin gerekli büyüklü�e sahip olmaları gereklidir. ��letmeler birle�me yöntemiyle rekabet edebilecek büyüklü�e ula�abilir ve ölçek ekonomisinin faydalarından yaralanarak maliyetlerini a�a�ıya çekebilirler. Aynı zamanda i�letme birle�meleri yeni pazarlara girme konusunda da büyük avantaj sa�layacaktır. Günümüz ekonomisinde giderek artması beklenen i�letme birle�meleri uygulama açısından bir çok kanunla düzenlenmektedir.

Birle�me i�lemi Ticaret Kanunumuzda ve Vergi Kanunlarımızda düzenlemesine ra�men birle�me i�lemlerinin muhasebele�tirilmesini düzenleyen herhangi bir düzenleme yoktur. Bu nedenle birle�me i�lemlerinin Uluslararası Muhasebe Standartlarında yer alan kriterlerde göz önünde bulundurularak düzenlenmesi gerekmektedir. Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu tarafından yasaklanan Menfaatlerin Birle�mesi yöntemi Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 37. maddesinde geçen ‘Devir” hali ile örtü�mektedir. Dolayısıyla i�letme birle�melerinin muhasebele�tirilmesine ili�kin yasal düzenlemeler yapılırken bu durum göz önünde bulundurulmalıdır. Menfaatlerin birle�mesi yöntemi sonuçları bakımıyla birle�en i�letmelerin ortakları açısından sakıncalı olmakla beraber, Kurumlar Vergisi Kanunu’na göre vergisiz birle�menin �artlarındandır.

Uluslararası Muhasebe Standartlarının ��letme Birle�melerini düzenleyen IAS 22’nin yerine getirilen IFRS 3 ile birlikte IAS 28’de de revizyona gidilmi� ve bunun sonucunda �erefiyenin amortismanı kaldırılmı�, bunun yerine de�er dü�üklü�ü testi getirilmi�tir. Ancak Tek Düzen Hesap Planı’nda Maddi Olmayan Duran Varlıklar da meydana gelen de�er dü�üklü�üne kar�ı bir hesap bulunmamakla beraber vergi kanunlarımızda da bu tür bir uygulama yoktur. Tek Düzen Hesap Planında Maddi Olmayan Duran Varlıklar kaleminde açılacak “266 Maddi Olmayan Duran Varlıklar De�er Dü�ü� Kar�ılı�ı” hesabı ile “�erefiye” de meydana gelen de�er dü�üklüklerinin gösterilebilmesi için gereklidir.

30 ATAMAN AKGÜL Ba�ak, “Maddi Olmayan Duran Varlıkların �tfasına �li�kin IAS 38 �le IFRS 3 Standardında Yer Alan Düzenlemeler ve Türk Vergi Mevzuatıyla Kar�ıla�tırılması”, Muhasebe ve Finansman Dergisi, MUFAD Yayınları, Sayı:25, Ocak 2005, Ocak 2005, s. 45

48

KAYNAKÇA

AKAY Hüseyin, ��letme Birle�meleri ve Muhasebesi, Yaylım Matbaası, �stanbul 1997

AKI�IK Orhan, “Bir Maddi Olmayan Duran Varlıklar Kalemi: �erefiye; Amerikan, Uluslararası ve Türk Muhasebe Standartları �çindeki Yeri”, Muhasebe ve Denetime Bakı� Dergisi, Yıl:3, Sayı:9, Mayıs 2003

ARIKAN Özlem, “Uluslararası Finansal Raporlama Standartlarında Yapılan Son De�i�ikliklerle ��letme Birle�melerinin Finansal Raporlanması”, Muhasebe ve Denetime Bakı� Dergisi, Yıl:4 Sayı:13, Eylül 2004

ARPACI Altar Ömer, “Kurumların Avantajlı Birle�me �ekli: Devir Müessesi”, Vergi Sorunları Dergisi, Maliye Gelirler Kontrolörleri Derne�i Aylık Yayını, Sayı 178, Temmuz 2003

ATAMAN AKGÜL Ba�ak ve AKAY Hüseyin, Uluslararası Muhasebe Standartları, Türkmen Kitabevi, �stanbul 2004

ATAMAN AKGÜL Ba�ak, “Maddi Olmayan Duran Varlıkların �tfasına �li�kin IAS 38 �le IFRS 3 Standardında Yer Alan Düzenlemeler ve Türk Vergi Mevzuatıyla Kar�ıla�tırılması”, Muhasebe ve Finansman Dergisi, MUFAD Yayınları, Sayı:25, Ocak 2005, Ocak 2005

DURMU� Ahmet Hayri, Uluslararası Muhasebe Standartları (1-31), Türkiye Muhasebe Uzmanları Derne�i Yayını No:7, �stanbul 1992

EMERY Douglas R., FINNERTY John D., STEWE John D., Principles of Financial Management, Printice Hall, 1998

http://www.iasplus.com/standard/ifrs03.html

JETER Debra, CHANEY Paul, Advenced Accounting, John Wiley Sons. Inc., 2000

KAPLAN Mürsel Ali, “Birle�me, Devir Ya Da Nev’i De�i�ikli�i Hallerinde Yatırım �ndiriminden Yararlanmak Mümkün Müdür, Maliye Postası Dergisi, Maliye Postası Yayınları, Yıl.22, Sayı 486, 1 Aralık 2000

KARAN Mehmet Baha, Yatırım Analizi ve Portföy Yönetimi, Gazi Kitabevi, Ankara 2001

KARAPINAR Aydın, “�irket Birle�meleri ve Uluslararası Muhasebe Standartlarına Göre De�erlendirilmesi”, Muhasebe ve Denetime Bakı� Dergisi, Yıl:3, Sayı:8, Ocak 2003

ÖNGEN Safiye, Vergi Muhasebesi, Yakla�ım Yayıncılık, Ankara 2000

POROY ARSOY Aylin, “Ba�lı Ortaklıkların Bilançolarının Makul De�erle De�erlenmesi ve �erefiyenin Hesaplanması”, Muhasebe ve Denetime Bakı� Dergisi, Yıl:3, Sayı:10, Eylül 2003

49

TARAKÇI Hızır, Kurumlarda Sona Erme, Polaris Yayınları, �stanbul 2003

UFUK Mehmet Tahif, “Kurumlar Vergisi Kanunu’nda Düzenlenen Devir �le �lgili Sorunlar”, Maliye Postası Dergisi, Maliye Postası yayınları, Yıl.21, Sayı 469, 15 Mart 2000

ULUSOY Metin, Birle�me, Devir, Bölünme, Hisse De�i�imi ve ��tirak Yoluyla �irketlerin Yeniden Yapılandırılması, Yakla�ım Yayıncılık, Ankara 2004

50

51

BDDT’N�N (B�LG�SAYAR DESTEKL� DENET�M TEKN�KLER�) BANKACILIK SEKTÖRÜNE ETK�LER�*

Yrd.Doç.Dr. Mustafa AY* Yrd.Doç.Dr. Baki YILMAZ*

ÖZET

Günümüzde teknoloji alanında ya�anan de�i�im ve geli�imler, denetimde de yansımasını bulmu� ve etkin, sa�lıklı denetim için yo�un bilgisayar kullanımını beraberinde getirmi�tir. Denetimde bilgisayardan yararlanma süreci, denetime uygun hazırlanmı� programlara, geleneksel �ekilde elde edilen denetim verilerinin girilmesi ve istenilen çıktıların alınması �eklinde olmaktadır.

Bu ba�lamda BDDT (Bilgisayar Destekli Denetim Teknikleri), denetçinin önceden elle yaptı�ı yo�un ve yorucu çalı�maların ço�unu hızlı ve etkili bir �ekilde yapmasına olanak vererek, denetime ayrılan zaman ve maliyetten tasarruf eden önemli bir sistem olarak ortaya çıkmaktadır.

BDDT’ler, Türkiye’de de ba�ımsız denetim kurulu�larınca, profesyonel i�letmelerde olu�turulan iç denetim sistemlerinde ve ayrıca bankacılık sektöründe de yo�un bir �ekilde kullanılmaya ba�lanmı�tır.

Bu çalı�ma ile, ülkemiz bankacılık sektöründe; BDDT uygulamaları ve etkinli�i incelenmektedir.

ABSTRACT

Today changes and developments lived in technology area have found their reflection on the audit as well and brought along intensive computer use for accurate control. Process of benefiting from computer in the audit occurs by entering the control data got conventionally to the programs prepared in accordance with the control and by taking desired outputs.

In this context, CAAT (Computer Aided Audit Techniques) provide most of intensive and tiring studies made manually by the controller to be done fast and effectively and so come out as an important system saving from time and cost assigned for the control.

* Bu makale, 09-10 Haziran 2005’de Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık Okulu, Uluslararası Finans Sempozyumunda Bildiri Olarak Sunulmu�tur. * Selçuk Üniversitesi, Cihanbeyli Meslek Yüksek Okulu Ö�retim Üyesi * Selçuk Üniversitesi, �ktisadi ve �dari Bilimler Fakültesi Ö�retim Üyesi

52

In Turkey, CAATs have started to be used in independent audit institutions, internal audit systems formed in professional enterprises and also in the banking sector intensively.

With this study, CAAT applications and activity in the banking system of our country are examined.

G�R��

Dünyada küreselle�menin hız kazandı�ı bir dönemde teknolojik geli�meler bir çok i�letme uygulamasını etkilemektedir. Özellikle son on yılda bilgisayar teknolojisinde ya�anan geli�me hızı, di�er teknolojik geli�meleri gölgede bırakmı�tır. Bilgisayar teknolojisinde ya�anan bu hızlı geli�me ve de�i�imlerle birlikte bilgisayarların kullanım alanları ve kullanım sıklı�ı da artmı�tır. ��letmeler her geçen gün bilgisayarları biraz daha fazla kullanır hale gelmi�lerdir. Bu da elle yapılan (manuel) i�lemleri, kayıtları ve dolayısı ile ka�ıdı daha az kullanılır hale getirmi�tir. Manuel olarak uzun sürede ve oldukça zahmetli yapılan i�lemler bilgisayarlar aracılı�ıyla birkaç tu�la ve daha az hata oranı ile gerçekle�ebilmektedir. Özellikle; hemen hemen ka�ıtsız bir ortamda çalı�ılması, geli�mi� bilgisayar sistemlerinin son derecede büyük sayılardaki ticari i�lemler ve kayıtları i�leyebilmesi özellikleri göz önüne alındı�ında, klasik ele dayalı metotlarla yapılan muhasebe ve denetimin yerini her geçen gün biraz daha bilgisayar destekli muhasebe ve denetime bırakmasının kaçınılmaz oldu�u rahatlıkla görülmektedir (Selditz, 1999:s.106). Örne�in, bilgisayar teknolojisinin muhasebe ve denetim alanında etkin bir �ekilde kullanılması geli�melerini yakından takip eden AICPA (American Institute of Certified Public Accountants) ve CICA (Chartered Accountants Of Canada) gibi profesyonel meslek örgütleri denetim standartlarını bu geli�melere paralel olarak güncellemektedirler (Williamson, 1997:s.69).

Türkiye’de de birçok kamu ve özel sektör i�letmesi yanında özellikle finans sektöründe, teknolojideki bu geli�melere paralel olarak bilgisayar kullanımı konusunda hızlı bir dönü�üm süreci ya�anmakta ve artık i�letmelerde, faaliyetlerin büyük bir kısmı gerçekle�tirilirken bilgisayarlardan yararlanılmaktadır. Bu geli�im, i�lemlerin daha hızlı ve etkin bir �ekilde yapılmasına olanak vermektedir. Ancak, i�letmelerde bilgisayarların daha yo�un kullanılması �eklindeki geli�meler bazı olumsuzlukları da ortaya çıkarabilmektedir (Özbilgin, 2003:s.123). Örne�in, önceden yazılı olarak gerçekle�tirilen i�lemlerin sanal ortama ta�ındıktan sonra izlenme, kontrol altına alınma ve denetlenmesi ile ilgili bazı güçlükler ortaya çıkmaktadır. Aynı zamanda sistemlerin daha karma�ık bir yapıya dönü�mesi, i�letmelerin bilgi teknolojileri ile ilgili risklerinin türleri ve bunların içerikleri üzerinde olumsuz etkiler do�urmakta, yeni risk faktörleri olu�turmaktadır.

Ya�anan bu geli�meler, sadece bu sistemlerden elde edilen verilerin de�il, aynı zamanda bu verileri üreten sistemlerin de önemli oldu�unu

53

göstermi�tir. Dolayısıyla, i�lemlerini böyle sanal ortamda gerçekle�tirmeye ba�layan kurulu�ların denetiminde elde edilen verilerin daha anlamlı olabilmesi için, bu verileri olu�turan bilgisayar sistemlerinin ve bu sistemler üzerindeki i�lem ve uygulamaların düzgün ve güvenilir bir �ekilde çalı�ması gerekmektedir.

Bu gereklilik denetim objesinin de�i�mesine ba�lı olarak denetim süreci ve denetim tekniklerinin de de�i�mesi ihtiyacını ortaya çıkarmı�tır. ��te bu duruma uyum sa�lamak için, geli�tirilen yeni denetim yöntemlerinden (Dunmore, 1989:s.45) bir tanesi de BDDT’lerdir. Gerek Dünyada ve gerekse ülkemizde i�letmelerdeki bir çok uygulamanın artık bilgisayarlarla yapıldı�ı hepimizin malumudur. Bu durum i�letmelerle ilgili olarak kullanılan veri tabanının artık büyük bir kısmının digital ortamlarda bulunması sonucunu ortaya çıkarmı�tır. Bu durum kendili�inden denetim uygulamalarının da aynı veri tabanını kullanmasını zorunlu kıldı�ından BDDT’lerin önemi artmaktadır. Nitekim 2001 yılında A.B.D. de ya�anan “Enron Skandalı” ve Türkiye’de 2003 yılında Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu tarafından T. �mar Bankası T.A.�.’e ait bankacılık i�lemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin kaldırılması ve bu bankanın Tasarruf Mevduat Sigorta Fonuna intikaline sebep olan “çifte kayıt olayı” BDDT’yi her kesim için daha da güncel ve tartı�ılması gereken bir kavram haline getirmi�tir. Bu ba�lamda bu çalı�mamızda bankacılık sektöründe BDDT’lerin kullanım düzeyi ve etkinli�i ara�tırılmaktadır.

1.B�LG�SAYAR DESTEKL� DENET�M TEKN�KLER� (BDDT)

Bugünün i� dünyasında elektronik formatlardaki bilgilerin artı�ı elle denetimi yetersiz bırakmı�tır. Güçlü yazılım uygulamaları sayesinde giderek elle denetimden çok daha ayrıntılı ve hızlı bir denetim anlayı�ı yaygınla�maktadır (Lanza, 1998:s.26). Bu çerçevede ortaya çıkan BDDT’leri; denetimi yapılan organizasyonun ve dolayısıyla bilgisayarlı muhasebe sisteminin güvenilirli�inin, bilgisayar imkanları kullanılarak denetlenmesi süreci olarak tanımlanabilir (Aksoy, 2002:s.796). Denetimi yapan denetçi açısından ele alındı�ında ise BDDT, denetlemede verimlili�i artıran araç ve teknikler olmanın yanı sıra denetçilerin ki�isel verimlili�ini artıran teknikler olarak da tanımlanmaktadır (Ünlüsoy, 2002:s.28). BDDT’ler uygulamada, çok çe�itli bilgisayar programları ile gerçekle�tirilmektedir.

Bugün piyasada, sadece veri örneklemesi yapan basit programlar yanında, son derece karma�ık hesaplamalar ve çe�itli analizler yapan ve çok de�i�ik dosyalarda birbirinden farklı, fakat birbiriyle ili�kilendirilebilen bilgileri çe�itli �ekillerde kar�ıla�tırabilen son derece geli�mi� program paketleri mevcuttur (Glover, Romney, 1998:s.48).

BDDT’nin uygulanması ile ilgili geldi�imiz a�ama bilhassa son 40-50 yıllık geli�menin bir sonucudur. BDDT’ler 1960’lardan bu yana sürekli

54

geli�mektedir. 1960’lı yıllarda ICL1900 gibi bilgisayarların ortaya çıkmasıyla çok sayıda bilginin elektronik ortamda saklanması mümkün hale gelmi�tir. Yine o yıllarda büyük dosyaların hızla incelenmesi olanaklı hale gelmi�tir. Bu geli�im ki�isel bilgisayarların veri ve dosya incelemesine yönelik ba�lıca araç haline gelmesi biçiminde sürmü�tür. Bu dönemde denetim alanında IDEA ve ACL gibi birçok yazılımlar geli�tirilmi�tir (INTOSAI, 1996:s.3). Bu geli�im günümüzde de devam etmekte, denetim ihtiyaçlarına yönelik bir çok teknolojik araç ve yazılım geli�tirilmektedir.

BDDT’ler genel amaçlı üretilmi� çe�itli paket programların kullanımıyla, denetim faaliyetinde önemli ölçüde otomasyonu gerçekle�tirerek denetçilere önemli ölçüde avantajlar sa�lamaktadır. Bu avantajlar �öyle sıralanabilir (Salamasick, Fraczkwski, 1995:s.20):

• Koordinasyon: Otomasyon kavramı bilginin elektronik transferini beraberinde getirmektedir. Bu da elektronik ortamda saklanan ve da�ıtılan verilerin denetçilere istedikleri anda ula�masını sa�layarak zaman ve maliyet tasarrufu sa�lamaktadır.

• Standardizasyon: Programlara yerle�tirilen standart denetim �ablonları her denetim için bir kılavuz görevi yapmaktadır. BDDT programları standart denetim �ablonları sayesinde denetçilere standart bir denetim metodolojisi sunarken, farklı durumlar için esneklik sa�lamaktadır.

• Rahatlık ve Kolaylık: Otomasyonun denetçilere sa�ladı�ı en önemli avantaj denetim çalı�masının birçok a�amasında sa�ladı�ı rahatlık ve kolaylıktır.

• Gözetim ve Kontrol: BDDT sayesinde de�i�ik co�rafi bölgelerde olu�turulan veriler anında denetçiler tarafından incelenebilecektir.

• �leti�im �mkanları: Elektronik posta yoluyla denetçilere geni� ileti�im olanakları sa�lanmı�tır.

BDDT ve metodolojisi, IIA (The Institute Of Internal Auditors)’nın bu alanda olu�turdu�u “…verilere do�rudan eri�im, tüm veriye eri�im, her formattaki veriye eri�im, orijinal verinin de�i�tirilememesi, denetim izi, sürekli denetim ve kontrol…” gibi bazı standartlara da konu olmu�tur (www.komtas.com/tr).

Bu konuda Ryan Kastner, 5 Ekim 1999’da The �nternal Auditor’de yayınlanan Automating Bank Audits adlı makalesinde, bankanın denetçileri COBOL ile hazırlanmı� anabilgisayar sistemlerinde muhafaza edilen dosyaları ACL programı aracılı�ıyla herhangi bir yazılım ve donanım bilgisine ihtiyaç duymadan kendi bilgisayarlarında inceleyebilecekleri Windows ortamına aktarmaktadırlar. Daha önceden sekiz saat gibi uzun süren veri ara�tırması, transferi, tanımlanması ve sınıflandırılması i�lemleri yakla�ık on dakikada gerçekle�tirilebilmektedir. Bu �ekilde bilgiler denetçilerin incelemesine hazır

55

hale geldikten sonra ACL programındaki 1000’den fazla komutu olan testlerden denetçinin iste�ine göre seçilenler i�leme konulmakta ve sonuçları raporlanmaktadır. ACL programının kullanılmasıyla test etme hazırlıkları seksen saatten yakla�ık bir saate inerken test edilecek alanları 40’dan 180’e çıkartır, örne�ini vererek, ba�ımsız denetim firmaları tarafından en yaygın olarak kullanılan ACL programı yardımıyla First National Bank of Omaha iç denetim birimi denetim çalı�malarında çok rahatladı�ını ifade etmektedir.

BDDT’lerin uygulaması satın alınan veya kurum içindeki birimler tarafından geli�tirilen yazılımlarla gerçekle�tirilir. Genellikle, sistem analizine yönelik BDDT’ler için gerekli programlar kurumca yazılır, dosya incelemesine yönelik BDDT’ler için gerekli programlar ise dı�arıdan hazır olarak satın alınır (INTOSAI, 1996:s.6).

2.TÜRK�YE’DE FAAL�YETTE BULUNAN BANKALARDA BDDT’LER�N KULLANIM DÜZEY� VE ETK�NL��� ÜZER�NE B�R DE�ERLEND�RME

Çalı�manın bu bölümünde Türkiye’de faaliyette bulunan bankalarda BDDT’lerin kullanım düzeyi ve etkinli�i üzerine yapılan ara�tırmanın amacı ve yöntemi hakkında bilgi verilerek ara�tırma bulguları sunulacaktır.

2.1.Ara�tırmanın Amacı

Hızla geli�en bili�im teknolojisiyle birlikte bankacılık sektöründe son yıllarda internet bankacılı�ı, telefon bankacılı�ı ve bunun gibi birçok yenilik ya�anmaktadır. Bu yeniliklere paralel olarak i�lemlere ili�kin denetim teknikleri de geli�erek BDDT’lerin Türkiye’deki bankalarda önemi giderek artmaktadır. Ara�tırmada temel amaç bu tekniklerin Türkiye’de bankalarda kullanım düzeyi ve etkinli�inin de�erlendirilmesidir. Bu ba�lamda ara�tırmanın alt amaçları, ara�tırma kapsamındaki bankalar için a�a�ıdaki �ekilde saptanmı�tır:

• Bili�im teknolojileri denetim biriminin olu�turulup olu�turulmadı�ı.

• BDDT’lerin kullanılıp kullanılmadı�ı.

• BDDT’lerin nasıl olu�turuldu�u.

• Denetim i�lemlerinin nasıl yürütüldü�ü.

• BDDT’lerin kullanımında kar�ıla�ılan sorunların önem dereceleri.

• Kullanılan BDDT’lerin faktörlere göre memnuniyet dereceleri.

• BDDT’lerin kullanılmasından sonra denetçilerin çalı�ma ko�ullarındaki de�i�iklikler.

• Bankadaki hangi faaliyetlerde BDDT’lerin kullanıldı�ı ve kullanım düzeyi.

56

• BDDT’lerin kullanım amacı ve bu amaçlara ula�ma düzeyi.

• BDDT’lerin kullanımı sonucunda, geleneksel denetim süreciyle kıyaslandı�ında ya�anan de�i�imler.

2.2.Ara�tırmanın Yöntemi ve Örnekleme

Ara�tırmayla ilgili verilerin toplanmasında anket yönteminden yararlanılmı�tır. Ara�tırma Türkiye Bankalar Birli�ine kayıtlı bulunan (http://www.tbb.org.tr/asp/bankalar1.asp) kamusal sermayeli ticaret bankaları (3 adet), özel sermayeli ticaret bankaları (19 adet), Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu’na devredilen bankalar (1adet), Türkiye’de kurulmu� yabancı bankalar (5 adet), Türkiye’de �ube açan yabancı bankalar (7 adet), kamusal sermayeli mevduat kabul etmeyen bankalar (3 adet), özel sermayeli mevduat kabul etmeyen bankalar (8 adet), yabancı sermayeli mevduat kabul etmeyen bankalar (2 adet); olmak üzere 48 adet banka ile sınırlandırılmı�tır. Bu ba�lamda ara�tırma 48 banka üzerinde gerçekle�tirilmi�tir. Yapılan anket çalı�ması sonucunda 11 Mayıs 2005 tarihi itibarı ile de�erlendirmeye uygun 20 adet anket formu elde edilmi�tir. Bu sayı %42’lik bir geri dönü� oranına kar�ılık gelmektedir. Ara�tırmanın gerçekle�tirilmesi açısından yeterli kabul edilmi�tir.

2.3.Ara�tırma Bulguları ve De�erlendirilmesi

Ara�tırmaya katılan bankalarda Bili�im Teknolojileri Denetim Biriminin olu�turulup olu�turulmadı�ına ili�kin bilgiler Tablo-1’de görüldü�ü gibidir.

Tablo-1’de 20 bankadan alınan bilgilere göre 18 bankanın bünyesinde Bili�im Teknolojileri Denetim Birimi olu�turdu�u 2’sinin ise olu�turmadı�ı saptanmı�tır.

Tablo-1.Bankalardaki Bili�im Teknolojileri Denetim Biriminin Varlı�ı

Seçenek Sayı Yüzde Evet 18 90,0 Hayır 2 10,0 Toplam 20 100,0

Tablo-1 incelendi�inde ara�tırmaya katılan bankalarda bili�im teknolojileri denetim birimi olu�turanların oranının %90 oldu�u buna kar�ılık olu�turulmama oranının ise %10 oldu�u saptanmı�tır.

Ara�tırmaya katılan bankalarda olu�turulan bili�im teknolojileri denetim biriminin kaç yıldır faaliyette bulundu�una ili�kin bilgiler Tablo-2’de görülmektedir. Buna göre Bili�im Teknolojileri Denetim Birimi olu�turan 18 bankanın 2’sinde bu birimin henüz kuruldu�u, 8’inde 1-4 yıldır, 5’inde 4-7 yıldır, 2’sinde 7-10 yıldır, 1’inde de 10 yılı a�kın süredir faaliyet gösterdi�i anla�ılmaktadır.

57

Tablo-2.Bankalardaki Bili�im Teknolojileri Denetim Birimlerinin Faaliyet Süreleri

Seçenek Sayı Yüzde 1 yıldan az 2 11,1 1-4 yıl 8 44,4 4-7 yıl 5 27,8 7-10 yıl 2 11,1 10 yıl ve üzeri 1 5,6 Toplam 18 100,0

Tablo-2 incelendi�inde %44,4’lük oranla bankalardaki bili�im teknolojileri denetim birimlerinin 1-4 yıldan beri faaliyette oldu�u görülmektedir. Bu durumda;Türkiye’de bankaların önemli bir kısmında bili�im teknolojileri denetim biriminin yeni oldu�u söylenebilir. Oransal da�ılımlara büyüklük sırasıyla baktı�ımızda %27,8 oranıyla 4-7 yıl, %11,1’lik oranıyla 1 yıldan az, yine %11,1’lik oranıyla 7-10 yıl, %5,6’lık oranıyla 10 yıl ve üzeri seçene�inin i�aretlendi�i saptanmı�tır.

Ara�tırmanın amacına yönelik en önemli sorulardan bir di�eri de bankaların BDDT’leri kullanıp kullanmadıklarıdır. Tablo-3’de bu soruya anketimize katılan 20 bankanın tümünün de “Evet” cevabını verdi�i görülmektedir.

Tablo-3.Bankalardaki BDDT’lerin Kullanım Oranları

Seçenek Sayı Yüzde Evet 20 100,0 Hayır - -

Tablo-3 incelendi�inde ara�tırmaya katılan bankaların % 100 oranında BDDT’leri kullandı�ı görülmektedir. Buda Türkiye’de bankaların bilgisayara dayalı denetim teknik ve araçlarının geli�imi kar�ısında duyarsız kalmadı�ı ve kendi kurumlarını bu yenilikler çerçevesinde geli�tirdiklerini açıkça göstermektedir.

Ara�tırmaya katılan bankaların hepsinin kullandı�ı BDDT’lerin kaç yıldan beri kullanıldı�ının belirlenmesine yönelik bilgiler Tablo-4’de görülmektedir. Burada 6 bankanın 1 yıldan daha kısa süredir, 9 bankanın 1-4 yıldır, 4 bankanın 4-7 yıldır ve 1 bankanın da 10 yıldan daha uzun süredir BDDT kullandı�ını göstermektedir.

Tablo-4.Bankalardaki BDDT’lerin Kullanım Süreleri

Seçenek Sayı Yüzde 1 yıldan az 6 30,0 1-4 yıl 9 45,0 4-7 yıl 4 20,0 7-10 yıl - - 10 yıl ve üzeri 1 5,0 Toplam 20 100,0

58

Tablo-4 incelendi�inde bankalarda BDDT’leri 1-4 yıldan beri kullananların oranının %45 oldu�u görülmektedir. Buna göre Türkiye’deki bankaların önemli bir kısmında BDDT uygulamalarının yeni ve geli�mekte oldu�u söylenebilir. Nitekim bankaların %30’unun 1 yıldan daha kısa bir süredir BDDT’leri kullanması bu görü�ü güçlendirmektedir. Bankaların %20’lik kısmı 4-7 yıl ve %5 lik kısmında ise 10 yıl ve daha uzun süredir BDDT’lerin kullanıldı�ı görülmektedir.

Ara�tırmaya katılan bankalarda olu�turulan BDDT’lerin nasıl olu�tu�una dair bilgiler Tablo-5’de görüldü�ü gibidir. Bu tabloda 11 bankada BDDT uygulamaları için kullanılan programların bir kısmının dı�arıdan satın alındı�ı di�er kısmın ise kurum içinde geli�tirildi�i, 5 bankada BDDT için kullanılan programların tamamının kurum içinde yapıldı�ı, 4 bankada ise tamamının dı�arıdan satın alındı�ı görülmektedir.

Tablo-5.Bankalarda kullanılan BDDT’lerin Kurulma �ekli

Seçenek Sayı Yüzde Her iki seçene�ide kullanarak olu�turuldu 11 55,0 Kurulu�umuzda olu�turulan yazılım birimi tarafından olu�turuldu

5 25,0

Bankacılık denetimi ile ilgili programlar satın alarak olu�turuldu

4 20,0

Toplam 20 100,0

Tablo-5 incelendi�inde ara�tırmaya katılan bankaların %55’inin BDDT’leri kendi kurulu�larındaki yazılım birimi ve bankacılık faaliyetleri için özel olarak üretilen denetim programlarını satın alarak birlikte olu�turduklarını, %25’lik kısmının BDDT’leri kendi yazılım birimi tarafından olu�turdu�unu, %20’lik kısmının ise, özel olarak hazırlanan paket programlardan faydalandıkları anla�ılmaktadır. Bu sonuç bize bankaların büyük bir kısmının yazılım ve denetim konularında uzman personel istihdam ettiklerini göstermektedir.

Ara�tırmaya katılan bankaların denetimle ilgili i�lemleri nasıl yürüttükleri, yapılan i�lemlerin elle (manuel) mi yoksa bilgi teknolojileri yardımıyla mı yapıldı�ı sorularına verdikleri cevaplara ili�kin sonuçlar Tablo-6’da gösterilmi�tir.

Tablo-6 ya göre, 8 bankada i�lemler hem elle hem de bilgisayarlarla, 7 bankada i�lemler tamamen bilgisayarlarla, 3 bankada bilgisayarlar olmasına ra�men elle, 2 bankada ise yeterli bilgi i�lem teknolojisi olmadı�ından elle yürütüldü�ü anla�ılmaktadır.

59

Tablo-6.Bankalarda Denetim ��lemlerinin Yürütülme �ekli

Seçenek Sayı Yüzde ��lemler hem bilgi teknolojileriyle hem de elle yürütülmektedir 8 40,0 ��lemler tamamen bilgi teknolojileriyle yürütülmektedir 7 35,0 Bilgi teknolojileri yeterli fakat i�lemler elle yürütülmektedir 3 15,0 Bilgi teknolojileri i�lemlerin yürütülmesi açısından yetersiz, bu yüzden i�lemler elle yürütülmektedir

2 10,0

Di�er - - Toplam 20 100,0 Tablo-6 incelendi�inde ara�tırmaya katılan bankaların % 40’ında i�lemleri tamamen bilgi teknolojisiyle yapılamadı�ı, denetim i�lemlerinin bir kısmının elle yürütüldü�ü; %35’lik oranında ise denetim i�lemlerini tamamen bilgi teknolojileriyle yürüttü�ü; %15’lik kısmında ise bilgi teknolojilerinin yeterli fakat denetim i�lemlerinin elle yapıldı�ı; %10’da bilgi teknolojilerinin yetersiz bu yüzden i�lemlerin elle yürütüldü�ü görülmektedir. Teknolojinin hızla ilerledi�i gerçe�i göz önünde bulundurulursa yakın gelecekte bankaların denetimle ilgili i�lemlerini tamamen bilgi teknolojilerinden faydalanarak yapaca�ı söylenebilir.

Ara�tırmaya katılan bankalara BDDT’lerin kullanımında kar�ıla�ılan sorunların önem dereceleri sorulmu�tur. Tablo-7’de sorunların be�li likert ölçe�ine göre de�erlendirilmesi istenmi�tir.Tablo 7 de kullanılan ölçekte 0 hiç önemli de�il ve 4 çok yüksek derecede önemli kabul edilerek 0 ve 4 aralı�ında bankaların BDDT kullanımında kar�ıla�tı�ı sorunlara verdi�i önem belirlenmeye çalı�ılmı�tır.

Tablo-7.Bankacılıkta BDDT’lerin Kullanımında Kar�ıla�ılan Sorunların Önem Dereceleri

Sorunlar Ortalama Standart Sapma Hackerlar 3,05 1,00 Güvenilirlik 2,90 0,85 Virüsler 2,85 0,93 Maliyetlerin yüksek olu�u 2,75 0,91 Programlarla ilgili teknik destek yetersizli�i 2,65 1,09 Personelin programla ilgili e�itim eksikli�i 2,55 1,36 Mevcut programların ihtiyaçları kar�ılayamaması 2,40 1,10 Uzman personel yetersizli�i 2,25 1,07 Notlar:(i) n=20; (ii) ölçekte 0=hiç önemli de�il ve 4=çok yüksek derecede önemli anlamındadır; (iii) Friedman çift yönlü Anova testine göre (�2=12,943; p=0,074).

Tablo-7’deki sorunların önem derecelerini dikkate aldı�ımızda hackerlar 3,05 ortama ile kar�ıla�ılan sorunlarla ilgili ilk sırayı, güvenilirlik 2,90 ortalama ile ikinci sırayı, virüsler 2,85 ortalama ile üçüncü sırayı almaktadır. Bu sıralamaya dayanarak bankaların kar�ıla�tı�ı en önemli sorunların güvenlikle ilgili oldu�u söylenebilir. Daha sonra sırasıyla, 2,75 ortalamayla

60

maliyetlerin yüksek olu�u, 2,65 ortalama ile programlarla ilgili teknik destek yetersizli�i, 2,55 ortalama ile personelin programla ilgili e�itim eksikli�i, 2,40 ortalama ile mevcut programların ihtiyaçları kar�ılayamaması, 2,25 ortlama ile uzman personel yetersizli�i gibi sorunlar gelmektedir. Yine bu sıralamaya dayanarak ara�tırmaya katılan bankaların uzman personel sıkıntısının di�er sorunlarla kar�ıla�tırıldı�ında en dü�ük seviyede kaldı�ı görülmektedir.

Ara�tırmaya katılan bankalara BDDT’lerin kullanımındaki faktörlere göre memnuniyeti sorulmu�tur. Tablo-8’deki faktörler be�li likert ölçe�i �eklinde sorulmu�tur. Ölçekte 0 hiç memnun de�ilim ve 4 çok yüksek derecede memnunum anlamındadır.

Tablo-8.Bankalarda BDDT’lerin Kullanımıyla �lgili Faktörlerin Memnuniyet Dereceleri

Faktörler Ortalama Standart Sapma Programların güvenilirli�i 3,20 0,52 Programların maliyeti 2,90 0,72 Programların etkinli�i 2,90 0,72 Programların geli�en teknoloji kar�ısındaki yenilenebilirli�i 2,75 0,72 Programların e�itim hizmetleri 2,70 0,80 Programların teknik servis deste�i 2,65 0,81 Notlar:(i) n=20; (ii) ölçekte 0=hiç memnun de�ilim ve 4=çok yüksek derecede memnunum anlamındadır; (iii) Friedman çift yönlü Anova testine göre (�2=10,584; p=0,060)

Tablo-8 incelendi�inde ara�tırmaya katılan bankaların 3,20 ortalama ile programların güvenli�inden, 2,90 ortalama ile programların maliyetinden, yine 2,90 ortalama ile programların etkinli�inden memnun oldukları anla�ılmaktadır. Ara�tırmaya katılan bankaların faktörlere göre ortalama memnuniyet dereceleri, programların geli�en teknoloji kar�ısındaki yenilenebilirli�i 2,75, programların e�itim hizmetleri 2,70, programların teknik servis deste�i 2,65 olarak belirlenmi�tir.

Ara�tırmaya katılan bankaların BDDT’lerin kullanmasından sonra çalı�ma ko�ullarında ve ortamlarında ya�anan de�i�ikliklerin faktörlere göre de�erlendirilmesi yapılmı� sonuçlar Tablo-9’da gösterilmi�tir. Tablo-9’da faktörlerle ilgili be�li likert ölçe�i kullanılarak, ölçekte 0 çok azaldı ve 4 çok arttı �eklinde anlamlandırılmı�tır

61

Tablo-9.Bankalarda BDDT’lerin Kullanılmasıyla Çalı�ma Ko�ullarındaki Ya�anan De�i�im

Faktörler Ortalama Standart Sapma �� hızı 3,15 0,59 Etkinlik 3,15 0,49 Koordinasyon 3,05 0,60 Motivasyon 2,95 0,83 Verimlilik 2,90 0,45 Bilgi ve tecrübe 2,90 0,72 �� yükü 1,30 0,80 Notlar:(i) n=20; (ii) ölçekte 0=çok azaldı ve 4= çok arttı anlamındadır; (iii) Friedman çift yönlü Anova testine göre (�2=48,484; p<0,001) sonuçlar istatistiksel bakımdan anlamlıdır.

Tablo-9’da görüldü�ü gibi ara�tırmaya katılan bankalarda BDDT’lerin kullanılmasından sonra çalı�ma ko�ullarında ya�anan olumlu de�i�imleri faktörler bazında de�erlendirdi�imizde denetim hızının ortalama 3,15 ve denetim etkinli�inin de yine ortalama 3,15 olarak çok yükse bir �ekilde gerçekle�ti�ini söyleyebiliriz. Benzer �ekilde ortalama de�erlerle koordinasyon 3,05, motivasyon 2,95, verimlilik 2,90, bilgi ve tecrübe 2,90 olarak olumlu de�i�ime u�ramı�tır. �� yükünün 1,30 ortalama oranıyla di�er faktörlere göre dü�ük olması anlamlıdır. Bu durum bankalarda BDDT’lerin kullanılmasıyla i� yükünün azaldı�ı anlamında yorumlanabilir.

Tablo-10’da bankacılık faaliyetlerinde BDDT’lerin kullanım düzeyi belirlenmi�tir. Tablo-10’da da faaliyetler be�li likert ölçe�i �eklinde sorulmu�tur. Ölçekte 0 hiç kullanılmıyor ve 4 çok yüksek derecede kullanılıyor anlamındadır.

Tablo-10.BDDT’’lerin Bankacılık Faaliyetlerindeki Kullanım Düzeyi

Faaliyetler Ortalama Standart Sapma ATM sistemi 3,22 0,88 Internet/Intranet kullanımı 3,17 0,71 Internet bankacılı�ı sistemi 3,11 0,83 Network (A�) sistemi 3,11 0,83 Kredi sistemi 3,00 0,59 E-posta haberle�me sistemi 2,94 0,87 EFT sistemi 2,89 0,96 Bireysel bankacılık sistemi 2,89 0,90 Ça�rı merkezi sistemi 2,78 0,94 Ana bankacılık sistemi 2,72 0,83 POS sistemi 2,56 0,98 Notlar:(i) n=20; (ii) ölçekte 0=hiç kullanılmıyor ve 4=çok yüksek derecede kullanılıyor anlamındadır; (iii) Friedman çift yönlü Anova testine göre (�2=18,419; p<0,05) sonuçlar istatistiksel bakımdan anlamlıdır.

62

Tablo-10’da bankacılık faaliyetleri ile ilgili BDDT’lerin kullanım düzeyleri oldukça yüksek oldu�u görülmektedir. 3,22 ortalama ile ATM sistemi kullanım düzeyi en yüksek faaliyettir. Bunun dı�ında kalan faaliyetlerin kullanım düzeyi sırasıyla Internet/Intranet kullanımı ortalama 3,17, Internet bankacılı�ı sistemi ortalama 3,11, Network (A�) sistemi ortalama 3,11, kredi sistemi ortalama 3,00, e-posta haberle�me sistemi ortalama 2,94, EFT sistemi ortalama 2,89, bireysel bankacılık sistemi ortalama 2,89, ça�rı merkezi sistemi ortalama 2,78, ana bankacılık sistemi ortalama 2,72, POS sistemi ortalama 2,56; olarak saptanmı�tır.

Tablo-11 ve Tablo-12’de sırasıyla ara�tırmaya katılan bankaların BDDT’leri kullanmadaki amaçları ve bu amaçlara ula�ma düzeyleri gösterilmektedir. Tablo-11’deki ölçekte 0 hiç önemli de�il ve 4 son derecede önemli anlamındadır. Tablo-12’deki ölçekte ise 0 hiç ula�ılmadı ve 4 çok yüksek düzeyde ula�ıldı anlamındadır.

Tablo-11.Bankalardaki BDDT’lerin Kullanılmasındaki Amaçların Önem Düzeyi

Amaçlar Ortalama Standart Sapma Bankanın güvenilirli�ini artırmak 3,39 0,50 Denetimin etkinli�ini artırmak 3,28 0,57 Kurum içi hızlı ve güvenilir veri alı�veri�i sa�lamak 3,22 0,73 ��lemlerdeki hileleri tespit edebilmek 3,22 0,55 Personelin denetimini sa�lamak 3,11 0,58 ��lemlerdeki hataları tespit edebilmek 3,11 0,58 Di�er bankalarla rekabette üstünlük sa�lamak 3,11 0,68 Kaliteyi yükseltmek 3,06 0,80 Kurumda optimal veri akı�ını ve koordinasyonu sa�lamak 3,06 0,73 ��gücünden tasarruf etmek 3,06 0,54 Kurum dı�ı hızlı ve güvenilir veri alı�veri�i sa�lamak 3,00 0,69 Denetim süresini kısaltmak 3,00 0,84 Denetim maliyetlerini azaltmak 2,94 0,73 Bilgiye hızlı ve ucuz ula�mak 2,83 0,38 Notlar:(i) n=20; (ii) ölçekte 0=hiç önemli de�il ve 4= son derecede önemli anlamındadır; (iii) Friedman çift yönlü Anova testine göre (�2=13,188; p=0,433).

Tablo-11’e incelendi�inde, ara�tırmaya katılan bankalar, BDDT’leri kullanmak istemelerindeki belirtti�imiz amaçları yüksek düzeyde önemli bulmu�lardır. En önemli gördükleri amaçtan en az önemli gördükleri amaca do�ru bir sıralama yapıldı�ında; bankanın güvenilirli�ini artırmak ortalama 3,39, denetimin etkinli�ini artırmak ortalama 3,28, kurum içi hızlı ve güvenilir veri alı�veri�i sa�lamak ortalama 3,22, ��lemlerdeki hileleri tespit edebilmek ortalama 3,22, personelin denetimini sa�lamak ortalama 3,11, ��lemlerdeki hataları tespit edebilmek ortalama 3,11, di�er bankalarla rekabette üstünlük sa�lamak ortalama 3,11, kaliteyi yükseltmek ortalama 3,06, kurumda optimal

63

veri akı�ını ve koordinasyonu sa�lamak ortalama 3,06, i�gücünden tasarruf etmek ortalama 3,06, kurum dı�ı hızlı ve güvenilir veri alı�veri�i sa�lamak ortalama 3,00, denetim süresini kısaltmak ortalama 3,00, denetim maliyetlerini azaltmak ortalama 2,94, bilgiye hızlı ve ucuz ula�mak ortalama 2,83 �eklinde saptanmı�tır.

Tablo-12.Bankalardaki BDDT’lerin Kullanılmasındaki Amaçlara Ula�ma Düzeyi

Amaçlar Ortalama Standart Sapma

��lemlerdeki hileleri tespit edebilmek 3,06 0,64 Di�er bankalarla rekabette üstünlük sa�lamak 3,06 0,64 Denetimin etkinli�ini artırmak 3,00 0,69 Bankanın güvenilirli�ini artırmak 3,00 0,69 Kurum içi hızlı ve güvenilir veri alı�veri�i sa�lamak 2,94 0,73 Denetim süresini kısaltmak 2,94 0,73 Kurumda optimal veri akı�ını ve koordinasyonu sa�lamak 2,89 0,83 ��gücünden tasarruf etmek 2,89 0,68 ��lemlerdeki hataları tespit edebilmek 2,89 0,76 Denetim maliyetlerini azaltmak 2,72 0,57 Kurum dı�ı hızlı ve güvenilir veri alı�veri�i sa�lamak 2,61 0,85 Personelin denetimini sa�lamak 2,56 0,62 Bilgiye hızlı ve ucuz ula�mak 2,50 0,71 Kaliteyi yükseltmek 2,44 0,70

Notlar:(i) n=20; (ii) ölçekte 0=hiç ula�ılmadı ve 4=çok yüksek düzeyde ula�ıldı anlamındadır; (iii) Friedman çift yönlü Anova testine göre (�2=23,926; p<0,05)

sonuçlar istatistiksel açıdan anlamlıdır.

Tablo-11 ve Tablo-12 aslında birbirleriyle yakından ilgili ve birbirlerini açıklayan tablolardır. Daha açık bir ifadeyle Tablo-11’de belirtilen BDDT’lerin kullanılmasındaki amaçlara ne kadar ula�ıldı�ı Tablo-12’de gösterilmektedir.

Buna göre bankalardaki BDDT’lerin kullanılmasındaki amaçlara ula�ma düzeyi en yüksekten en küçü�e do�ru sırasıyla, i�lemlerdeki hileleri tespit edebilmek ortalama 3,06, di�er bankalarla rekabette üstünlük sa�lamak ortalama 3,06, denetimin etkinli�ini artırmak ortalama 3,00, bankanın güvenilirli�ini artırmak ortalama 3,00, kurum içi hızlı ve güvenilir veri alı�veri�i sa�lamak ortalama 2,94, denetim süresini kısaltmak ortalama 2,94, kurumda optimal veri akı�ını ve koordinasyonu sa�lamak ortalama 2,89, i�gücünden tasarruf etmek ortalama 2,89, i�lemlerdeki hataları tespit edebilmek ortalama 2,89, denetim maliyetlerini azaltmak ortalama 2,72, kurum dı�ı hızlı ve güvenilir veri alı�veri�i sa�lamak ortalama 2,61, personelin denetimini sa�lamak ortalama 2,56, bilgiye hızlı ve ucuz ula�mak ortalama 2,50, kaliteyi

64

yükseltmek ortalama 2,44 �eklinde saptanmı�tır. Bu durum belirtilen amaçlara genelde ula�ıldı�ını göstermektedir.

Tablo-13’de ara�tırmaya katılan bankalara geleneksel denetim süreciyle kıyaslandı�ında BDDT’lerin ne tür de�i�imlere yol açtı�ını tespit edebilmek için görü�leri be�li likert ölçe�ine göre sorulmu�tur. Ölçekte 0 kesinlikle katılmıyorum ve 4 kesinlikle katılıyorum anlamındadır.

Tablo-13.BDDT’lerin, Geleneksel Denetim Süreciyle Kıyaslandı�ında Ya�anan De�i�im

Görü�ler Ortalama Standart Sapma

Denetimin koordinasyonu ve verimlili�i artmı�tır. 3,15 0,59 Denetim sürecinde verilerdeki hatalar tespit edilmektedir. 3,15 0,67 Denetimde etkinlik artmı�tır. 3,05 0,76 Denetim hizmetinin kalitesi artmı�tır. 3,00 0,56 Denetim sürecinde verilerde hileler tespit edilmektedir. 3,00 0,65 Denetim süresi azalmı�tır. 2,95 0,69 Uzman personel gereksinimi artmı�tır. 2,70 0,86 Denetim maliyeti azalmı�tır. 2,70 0,66

Notlar:(i) n=20; (ii) ölçekte 0=hiçbir zaman ve 4= her zaman anlamındadır; (iii) Friedman çift yönlü Anova testine göre (�2=9,333; p=0,230).

Tablo-13’e incelendi�inde ara�tırmaya katılan bankalar için tespit edilen BDDT öncesi ve sonrası ya�anan de�i�imlerden en yüksek düzeyde kabul göreni, denetim koordinasyonun ve verimlili�inin artması ortalama 3,15, denetim sürecinde verilerdeki hataların tespit edilmesi ortalama 3,15, denetim etkinli�inin artması ortalama 3,05, denetim hizmetinin kalitesinin artması ortalama 3,00, denetim sürecinde verilerde hilelerin tespit edilmesi ortalama 3,00, denetim süresinin azalması ortalama 2,95, uzman personel gereksiniminin artması ortalama 2,70, denetim maliyetinin azalması ortalama 2,70 �eklinde saptanmı�tır. Bu sonuçlar BDDT’lerin kullanılmasıyla geleneksel denetim sürecinde önemli bir de�i�iklik meydana geldi�ini açık olarak göstermektedir.

SONUÇ

Bilgisayar destekli denetim dünyada ya�anan teknolojik geli�melere paralel olarak Türk bankacılık sistemini de etkilemi� ve bankalarda kullanılan geleneksel denetim usul ve mekanizmalarını de�i�ime zorlayarak BDDT’leri daha önemli ve güncel hale getirmi�tir. Bu ba�lamda ara�tırmaya katılan bankaların verileriyle yapılan incelemelerin sonuçları a�a�ıda sıralanmı�tır.

• Türkiye’deki bankalar açısından BDDT’lerin olu�um süreci yeni olmasına ra�men bankaların büyük bir kısmında benimsendi�i görülmektedir.

65

• Türkiye’deki bankalarda BDDT’lerle ilgili bilgisayar yazılım birimi ve uzman personel bulundu�u saptanmı�tır.

• Türkiye’deki bankaların denetimle ilgili i�lemlerin büyük bir kısmının bilgi teknolojilerinden faydalanılarak yapıldı�ı, fakat bir kısmının ise halen elle yapıldı�ı anla�ılmaktadır.

• BDDT’lerin kullanımında kar�ıla�ılan en önemli sorunların güvenlikle ilgili sorunlar oldu�u saptanmı�tır.

• BDDT’lerin kullanılmasıyla birlikte bankalarda çalı�ma ko�ullarında olumlu de�i�imler ya�anmı�tır.

• Bankacılık faaliyetlerinin tamamında BDDT’lerin kullanım oranının yüksek oldu�u saptanmı�tır.

Bu ba�lamda ara�tırmaya katılan bankalarda BDDT’lerin yüksek oranlarda kullanıldı�ı ve bu kullanım neticesinde bankacılık denetiminin etkinli�inin arttı�ı saptanmı�tır. BDDT’lerin daha etkin uygulanması için hem dünyada hem de Türkiye’de bankalarda çalı�malar yapıldı�ı ve yeni programlar ve teknolojik araçları geli�tirme çabalarının oldu�u anla�ılmaktadır.

Genel olarak de�erlendirildi�inde yapılan çalı�manın asıl önemli sonucu “bankalarda bilgi teknolojilerini kullanma bilincinin üst düzeyde geli�mi� oldu�u” gerçe�inin saptanmasıdır.

Sonuçta bankalarla ilgili olarak BDDT’nin geli�tirilmesi çabalarının kurumsalla�tırılması gereklili�i ortaya çıkmaktadır. Çünkü böyle bir çaba özellikle bankacılık alanında yapılan i�lemlerin kalitesini artırarak, bankalarda, bir yandan denetim i�lemlerinin standardizasyonuna katkı sa�larken di�er yandan da sektörde hilenin önlenmesi, rekabet üstünlü�ü, etkinlik, veri alı�veri�i, zaman maliyeti, koordinasyon, i�gücü tasarrufu, i�lem hatalarının azaltılması, denetim maliyeti, hız, kalite ve nihayet güvenilirlik vb. gibi avantajları direkt olarak sa�layacaktır.

KAYNAKÇA

Aksoy Tamer, Tüm Yönleriyle Denetim, AB ile Uyum Sürecinde Denetimde Yeni Bir Paradigma,Yetkin Basımevi, Ankara: 2002.

Dunmore David B., “Farewell to the Information Systems Audit Profession”, The Internal Auditor, Vol:46, Issue:1, Feb, 1989.

Glover Steven M., Romney, Marshall B., “The Next Generation Software”, The Internal Auditor, Vol:55, Issue:4, Aug, 1998.

INTOSAI EDP Committee, CAATS Student Notes, Sep, 1996.

Kastner Ryan, “Automating Bank Audits”, The Internal Auditor, Vol:41, Issue:5, Oct, 1999.

66

Lanza Richard B., “Take My Manuel Audit, Please”, Journal of Accountancy, Vol:185, Issue:6, Jun, 1998.

Özbilgin �zzet Gökhan, “Bilgi Teknolojileri Denetimi ve Uluslararası Standartlar”, Sayı�tay Dergisi, Sayı:49, Nisan/Hazian, 2003.

Salamasick Mark, Frackwski Wayne, “Using Groupware for Auidit Automation”, The Internal Auditor, Vol:52, Issue:2, Apr, 1995.

Selditz Jane, “Taking Advantage Of Technology”, The Secured Lender, Vol:55, Issue:7, Nov/Dec, 1999.

Ünlüsoy Emre, “BDD Bir Tercih De�il Zorunluluk”, Active Prodactive, Mart/Nisan, 2002.

Williamson Louise A., “The Implications of Electronic Evidence”, Journal of

Accountancy, Vol:183, Issue:2, Feb, 1997.

www.komtas.com/tr

www.tbb.org.tr

67

��LETMELER�N REKABET AVANTAJI SA�LAMASINDA B�LG� YÖNET�M�N�N ROLÜ

Ercan Ç�ÇEK*

Özet

Dünyanın giderek daha da küresel bir yapıya kavu�ması, hızlı teknolojik geli�meler, mü�teri beklentilerinin hızla geli�mesi ve de�i�mesi i�letmeleri, çok etkin biçimde yeniden yapılanmaya zorunlu kılmı�tır. Bu ba�lamda, bilgi, bilgi yönetimi, bilgi teknolojileri kavramları i�letmeler tarafından daha yo�un olarak ele alınmaya ba�lanmı� ve pek çok i�letme bu kavramların yönetiminde ba�arılı olmak için yeniden yapılanma sürecine girmi�tir. Bilgi yönetimi, i�letmelerin önüne rekabetçi üstünlük elde etme konusunda önemli veriler sunmaktadır. Bu çalı�ma, bilgi yönetiminin i�letmelere rekabetçi üstünlük elde etme konusundaki önemini incelemeyi amaçlamaktadır.

Anahtar Kelimeler: Bilgi, bilgi yönetimi, rekabetçi üstünlük.

The Role of Information Management to Gain Competitive Advantage in Business

Abstract

Increasingly globalization of world, rapid advances in technology, improving and changing customer expectations enforce businesses to restructure themselves. In this context, businesses deal with information, information management, information technologies concepts more and many businesses enter the restructuring process in order to be successful in management of the concepts. Information management provides some important data to businesses to gain competitive advantage. The purpose of this study is to examine the importance of information management to gain competitive advantage.

Keywords: Information, information management, competitive advantage.

1.Giri�

��letmelerin varlıklarını sürdürebilmeleri ve rekabetçi konumlarını koruyabilmeleri için rakip i�letmelerden farklı ve etkili yönetim stratejilerini uygulamaları gerekmektedir. Bu durumun geçekle�tirilebilmesi için günümüzde i�letmeler yönetim süreçlerinde, bilgi ve bilgiye dayalı sistemlere a�ırlık vermektedirler.

* Yrd. Doç. Dr., Mersin Üniversitesi Erdemli Uygulamalı Teknoloji ve ��letmecilik Yüksekokulu, ��letme Bilgi Yönetimi Bölümü.

68

Bilgi ve bilginin yönetimi, i�letmelerin gelece�i açısından büyük önem ta�ımaktadır. Günümüzde çok sayıda i�letme, örgütsel ö�renme ve bilgi yönetimi konularında önemli atılımlarda bulunmaktadırlar. Bilgi yönetimi konusunu, pek çok i�letme yalnızca teknoloji boyutu ile ele almakta ve bu �ekilde uygulamaktadır. Bazı i�letmeler ise, bilgi yönetimi konusunu, toplam kalite yönetimi, de�i�im mühendisli�i ve ö�renen organizasyonlar temelinde de�erlendirmektedirler. Yukarıda adı geçen yakla�ımların her birinin bilgi yönetiminde önemli bir yeri bulunmaktadır. Ancak, hiçbiri bilgi yönetimini tek ba�ına açıklayamamaktadır. Bilgi yönetimi; ö�renme, organizasyon, bilgi teknolojileri, insan, süreçler, kurumsal kültür ve bilgi unsurlarından olu�an bir bütündür. Bilgi yönetimini, do�ru bir �ekilde anlayabilmek ve yorumlayabilmek için, yukarıda sayılan tüm unsurları birlikte ele alıp de�erlendirmek gerekmektedir.

Bilgi kavramını, temel stratejik bir de�er olarak kabul etmek pek çok büyük i�letmenin ba�arısının altında yatan temel anlayı�tır. Ba�arılı i�letmeler, bilgileri etkili ve verimli �ekilde yaratma, yerini saptama, eri�me ve payla�ma gereklili�ini ve bu bilgileri sorun ve fırsatlara yansıtma ihtiyacını uzun zaman önce fark etmi�lerdir. Bu çerçevede, gerekli yer ve zamanlarda kullanılmayan bilgi yararsızdır. Yeri saptanabilecek ve önemli bir kararın verilmesinde kullanılacak küçük ölçekli bir bilgi belki de kullanılmayan büyük miktarlardaki bilgiden daha yararlı ve önemlidir (Tiwana, 2003).

2. Bilgi Yönetimi Kavramı

Günümüzde bilgiyi yaratmak, elde tutmak, payla�mak ve kullanmak için geli�tirilmi� yeni yakla�ımlar bulunmaktadır. Bu yakla�ımlar; i�letmelerin örgütsel yapı ve i�leyi�leri ile mü�terilere yakla�ım tarzlarında oldukça önemli dönü�ümlere neden olmaktadırlar. Bu de�i�imi gören ve bu de�i�im yapısına uygun adımlar atan, daha açık bir ifade ile bilgi yönetimi konusunda gerekli yatırımları zaman kaybetmeden hayata geçiren i�letmelerin oldukça önemli bir rekabet üstünlü�ü sa�ladıkları kabul edilen bir gerçektir. Günümüzde, i�letmelerin sahip oldukları insan kaynakları, bilgi teknolojileri ve mü�teri sermayesi, i�letmelerin piyasadaki de�erini ve rekabetçi üstünlüklerini belirleyen temel faktörler olarak de�erlendirilmektedir.

Yirminci yüzyılda en büyük zenginlik kayna�ına ula�an ülkeler, petrol kaynaklarına sahip olan ülkeler ve en büyük organizasyonlar, petrol üreten, i�leyen ve ticaretini yapan i�letmeler olmu�tur. Yirmibirinci yüzyılda ise, bu durum, temel bir paradigma de�i�imine u�ramı�tır. �çinde bulundu�umuz yüzyılda, artık en çok bilgi kaynaklarına sahip olan, bilgiyi üreten ve bilginin ticaretini yapan i�letmeler en büyük zenginlik kayna�ına sahip olacaklardır (Barutçugil, 2002).

Bilgi yönetimi, bir bilgi ça�ı kavramıdır. Bilgi yönetimi kavramı, bilgi toplumunun ekonomi alanındaki dönü�üm sürecini ba�latan yeni ekonominin ve

69

küreselle�meyi i� dünyasına ta�ıyan e-i� olgusunun bir sonucu olarak ortaya çıkmı�tır. 1990’ların ortalarından bu yana bilgi ve ileti�im teknolojileri ile bilgi a�larının ekonomi alanında yaygınla�ması yeni ekonominin ortaya çıkmasına, i� dünyasında bir dizi de�i�ikli�in ya�anmasına, yeni kavram ve i�lemlerin do�masına yol açmı�tır. Bilgi ve ileti�im teknolojilerinin günümüzde oldukça yaygın kullanılması sonucunda, bilgi kavramı üretimin temel de�i�keni, tedarik-üretim-dönü�üm ve pazarlama i�lemlerinin en hızlı biçimde yapılmasına yarayan bir araç i�levi görmü�tür. Bunun sonucunda geli�tirilen bilgi sistemleri, ortaya çıkan tüm veri ve bilgilerin, a� sistemleri aracılı�ı ile payla�ılmasını sa�layarak, küreselle�menin geli�mesine çok önemli katkılar sa�lamı�tır (Çapar, 2006).

Bilgi yönetimi, en açık tanımı ile; bilgiyi yaratmak, payla�mak ve geli�tirmek için kullanılacak yeni yöntem ve süreçler olarak tanımlanmaktadır. Bilgi yönetimi, örgütsel amaçların elde edilebilmesi için bireylere, takımlara ve bütün örgüte, bilginin bir bütün ve sistematik olarak yaratılması, payla�ılması ve uygulanması için yeni olanaklar sa�layan yeni bir bilim dalıdır (Barutçugil, 2002).

Bilgi yönetimine ait bir di�er tanım ise �u �ekilde verilebilir: bilgi yönetimi; rekabet üstünlü�ünü artırmak için, bilgiyi yaratma, elde etme ve harekete geçirmeye yönelik stratejiler ve süreçler bütünü olarak ifade edilebilir. Bilgi yönetimi ayrıca, içsel ve dı�sal olarak payla�ılacak bilginin, kimlerle ne �ekilde ve nasıl payla�ılaca�ını ve daha sonra nasıl kullanılaca�ını da içermelidir (Özgener, 2002).

Bilgi yönetimi kavramını bir ba�ka açıdan �u �ekilde tanımlamak mümkündür, bilgi yönetimi, bilgi ve ileti�im teknolojilerinin veri ve bilgi i�leme kapasitesi ile be�eri sermayenin yenilikçi ve yaratıcı kapasitesini birle�tiren ve be�eri sermayenin yaratıcı gücünden en üst düzeyde yararlanmayı hedefleyen örgütsel bir süreçtir ( Aktan ve Vural, 2005).

Bilgi yönetimi, bir i�letmenin bilgi varlıklarının (veri tabanları, dokümanlar, politikalar, prosedürler, bilgi türleri) tanımlanması, ele geçirilmesi, de�erlendirilmesi, eri�ilmesi ve payla�ılması ile ilgili faaliyetler bilgi yönetiminin temel çalı�ma alanına girmektedir. Bu model, ancak i�letme içinde iyi i�leyen bir ileti�im sistemi ile kurulabilir. Bu nedenle, bilgi yönetiminde ileti�im boyutu oldukça büyük önem ta�ıyan bir konudur (Sa�san, 2006).

3. Bilgi Yönetiminin ��letmeler Açısından Önemi

Küresel i�letmelerin birço�unun, küresel kaynakları etkin biçimde kullanabilmeleri için tedarikçileri ile bu bilgileri payla�maları gerekmektedir. Küresel kaynak kullanımında kritik ba�arı faktörleri için, merkezi tedarik yapısı, tedarikçilerle kurulan küresel ba�lantılar, bilgi ve veri teknolojilerinin uygunlu�u gibi unsurlar büyük önem ta�ımaktadır (Trent vd, 2003). Tedarik zinciri yönetiminde ba�arılı olabilmek için, süreçlerin yenilenmesi ve iç ve dı�

70

fonksiyonlar arasındaki ba�lantının kontrol edilmesi gerekmektedir. Bu durumun hayata geçirilebilmesi için, i�letmelerde bilgi sistemlerinin etkin bir �ekilde uygulanması gerekmektedir. Organizasyonlar arası bilgi sistemlerinin etkin biçimde kullanılabilmesi için, bilgi teknolojisi kaynakları, ileti�im a�ları, bilgi teknolojisi donanımını, veri transferi için standartlar ile yetenekli ve deneyimli insan kaynaklarının bir arada olması gerekmektedir (Williamson vd., 2004).

Bilgi yönetiminin temel görevlerinden biri, çe�itli düzeylerde üretilen, yayılan ve payla�ılan bilginin örgüt için bir varlık olu�turmasına olanak sa�layacak her türlü çalı�manın yapılmasını incelemek ve ara�tırmaktır. Daha açık bir ifade ile örgütsel bilgi yönetiminin görevi, gerek kurum içerisinde gerekse de kurumun çevresinde meydana gelen her türlü bilgi eylemlerinin yerine getirilmesi için gerekli i� stratejilerini olu�turarak mevcut altyapıyı sa�layacak faaliyetleri gerçekle�tirmektir (Sa�san, 2006).

Bilgi yönetiminin bir di�er amacı da, örgütsel amaca hizmet eden her türden bilgiyi elde etme, açı�a çıkarma, ayıklama, geli�tirme, yaygınla�tırma, denetleme etkinlikleri olarak ifade edilebilir. Etkili bir bilgi yönetimi, örgütlerde de�er yaratmanın yanı sıra, örgütsel kademelerin azaltılmasına, i� süreçlerinin yeniden tasarlanmasına ve süreç performansının kontrol edilmesine olanak sa�lamaktadır (Yeniçeri ve �nce, 2005).

Bilgi kavramı günümüzde en temel stratejik de�er olarak ifade edilmekte ve rekabet üstünlü�ü elde etme ve bu yapıyı sürdürme konusunda en önemli unsur olarak ele alınmaktadır. Örgütlerin bu yapıyı koruyup geli�tirebilmeleri için, stratejik bilgi yönetiminden etkili bir biçimde yararlanmaları gerekmektedir. Stratejik bilgi yönetiminde her türlü bilgi, stratejik bir de�ere sahip de�ildir. Açık, kolay ifade edilebilir, kodlanabilir ve kolaylıkla aktarılabilen bilgi, stratejik bilgi olarak de�erlendirilmemektedir. Bu türden bilgiler kolaylıkla elde edilebilir ve de�i�tirilebilir. Stratejik bilgiyi, di�er bilgi türlerinden ayıran temel unsurlar; de�erli olması, rakipler arasında kıt olması, kolay taklit edilememesi, aynı derecede önemli ikamelerinin olmaması, i�letmeye özgü olması, aktarımının kolay olmaması ve temel yetenekler olu�turma becerisine sahip olması �eklinde ifade edilebilir (Barca, 2002).

4. Bilgi Yönetiminin ��letmelerin Rekabetçi Üstünlük Elde Etme Konusundaki Önemi

Giderek küreselle�en ve belirsizliklerin arttı�ı bir dünyada rekabette önde olmanın temel anahtarı bilgi kavramında yer almaktadır. Pazar ortamındaki de�i�iklikler, teknolojilerin giderek daha kısa zamanda eskimesi, rakip i�letmelerin sayısının dünya genelinde hızla artması, yeni ürün ve hizmetlerin çok kısa zaman içinde eskimesi, günümüz i� dünyasının temel özelliklerini yansıtmaktadır. Bu çerçevede, rekabette öne geçmek için bilgiyi yaratmak, varolan bilgileri yorumlamaktan çok daha önem kazanmaktadır. Yeni

71

ekonomide yeni bilgiler üretmenin temel kayna�ı i�letme çalı�anlarıdır. Bu ba�lamda, bilgi yaratan i�letmenin temel yakla�ımı, bireysel bilgiyi, i�letmenin bütününe yayabilecek bir sistem geli�tirmek olmalıdır (Nonaka, 1998).

Bilgi kavramı, sahibi oldu�u i�letmeye sürdürülebilir bir rekabet avantajı sa�lamaktadır. Kullanıldıkça azalan maddi varlıkların tersine, bilgi kullanıldıkça artar ve var olan dü�üncenin yanında yeni dü�üncelerin ortaya çıkmasına olanak sa�lar. Genel olarak bilgi payla�ımında bulunan herhangi bir kayıp ya�amazken, bilgi sa�layan önemli avantajlar elde etmektedir (Odaba� , 2008).

Çalı�an bireylerin sahip oldukları bilgiler ve bunların toplamından olu�an i�letmenin ortak bilgisi, herhangi bir i�letmenin geli�tirebilece�i gerçek rekabet üstünlü�üdür. Geçti�imiz yıllarda özel amaçlı donanımlar ve di�er görünür varlıklar, rekabetçi üstünlü�ün temel kayna�ı olarak de�erlendirilmekteydi. Günümüzde ise, bu varlıklar dünyanın herhangi bir yerinden hızla ve kolay bir biçimde kopyalanabilmekte ve yeniden üretilebilmektedir. Kolay ve hızlı kopyalanamayan ve bu nedenle gerçek farklılık yaratan varlıklar, sadece i�letmenin kendine özgü varolan bilgi kaynaklarıdır ( Barutçugil, 2002).

Günümüzde i�letmeler, varlıklarını sürdürebilmek ve sürdürülebilir rekabet avantajı elde edebilmek için bütün süreçlerini bilgi yönetimi ekseninde yeniden yapılandırma ihtiyacı duymaktadırlar. Bilgi yönetiminde ba�arılı olmak için günümüz i�letmeleri arasında, bilgiyi üretme, elde etme ve transfer etmede bir yetkinlik geli�tirme konusunda çok yo�un bir rekabet ya�anmaktadır. Aynı zamanda yeni bilgiyi rekabet avantajı yaratmaya dönü�türebilmek için i�letmeler davranı�larını, yapılarını, uygulamalarını sürekli de�i�tirmekte, yenilemekte ya da gözden geçirmektedirler. Bu ba�lamda, i�letmelerin temel hedefleri ise bilgi temelli varlıklar / entelektüel sermayeyi dönü�türülebilecek olu�umları belirlemek, geli�tirmek ve korumaktır (Barca, 2002).

�çinde bulundu�umuz dönemde i�letmeler, küresel faaliyetlerinde yeni zorlukların arttı�ını kabul etmelidirler. Bu çerçevede ortaya çıkan en önemli zorluklardan biri, i�letme bölümlerinin uzaklı�ından kaynaklanan ileti�im ve koordinasyon zorluklarıdır. Günümüzde pek çok endüstri küresel rekabet olgusuyla kar�ı kar�ıyadır ve rakip i�letmeler dünyanın her yerinde e� zamanlı olarak tepki verebilmektedirler (Czinkota vd.,1998).

Etkin bir bilgi yönetimi, genel bir i�letme stratejisi ile ilgilidir. Bir ba�ka ifade ile, i�letmenin bilgi yönetimi giri�imleri i�letme stratejisi ile ba�lantılıdır. Buradaki amaç, bilginin etkin kullanımının iyi tanımlanmı� bir i�letme stratejisini nasıl destekleyece�i veya sa�layaca�ının belirlenmesidir (�pçio�lu ve Erdo�an, 2004).

Bilginin etkili bir biçimde yönetilebilmesi ve kullanılabilmesi, günümüzde i�letmeler açısından en önemli rekabet avantajı durumuna gelmi�tir.

72

Bunun sonucunda, pek çok sektörde, en iyi bilgi birikimine sahip olan ya da bunu en etkili biçimde kullanan i�letmelerin ba�arıya ula�tı�ı görülmektedir. Bu ba�lamda, ba�arılı i�letmeleri di�er i�letmelerden ayıran temel farklardan biri bilgi kavramı ile entelektüel sermaye kavramına vermi� oldukları önemden kaynaklanmaktadır. Entelektüel sermaye, bir i�letmedeki insanlar tarafından bilinen ve o i�letmeye rekabet avantajı kazandıran bütün unsurların toplamını ifade eden bir kavramdır. Entelektüel sermaye kavramının, aynı zamanda maddi olmayan, soyut bir niteli�i de bulunmaktadır. Burada ifade edilmek istenen �ey, çalı�an personelin sahip oldu�u bilgi birikimidir. Entelektüel sermaye kavramını daha açık bir ifade ile belirtmek gerekirse, entelektüel sermaye, zenginlik yaratmak üzere uygulamaya aktarılan entelektüel malzemeyi ifade etmektedir. Bir ba�ka ifade ile, bilgi, entelektüel mülkiyet ve deneyimden olu�an bir bütünü ifade etmektedir. Sonuç olarak entelektüel sermaye, bütünsel beyin gücünü ortaya çıkaran bir kavramdır (Stewart, 1997).

Küresel piyasalarda, etkili bir �ekilde bilgiyi kullanmak için tedarikçi i�letmelerle kurulan ili�kilerin çok etkili olması gerekmektedir. Tedarikçi i�letmeler, kendileri ile çalı�an i�letmelere yeni i� yöntemleri ve yeni teknolojiler uygulamalarına olanak sa�larlar. Buna kar�ılık, i�letmeler de bilgiyi hızlı biçimde de�erlendirerek, yeni fikirler, yeni bakı� açıları geli�tirerek tedarikçilerine yenilik kazandırırlar. Tedarikçilerin de etkili teknik çabaları, i�letmelere geli�mesi için fırsat verir. Tedarikçi i�letmeler, ayrıca bilgi akı�ı konusunda, bir i�letmeden di�erine bilgi aktarma konusunda önemli bir fonksiyon olarak görev alırlar (Rugman ve Hodgetts ,2000).

��letmeler günümüzde, bilgi sistemleri aracılı�ı ile, mü�terilerle olan ili�kilerden i� süreçlerine, pazara girme stratejilerinden performans ölçümüne kadar her alanda teknolojiden yararlanmakta ve bu �ekilde kendi bilgi yönetimi sistemlerinin olu�masına katkıda bulunmaktadırlar. Günümüzde, i�letme faaliyetlerinin daha çok bilgi temeline oturması, i�letmeler arası rekabetin de yeni bir yapıya dönü�mesine yol açmı�tır. Bunun sonucunda, bir i�letmenin bilgi yönetimi stratejisi, aynı zamanda o i�letmenin rekabet stratejisini de yansıtmaktadır (Yeniçeri ve �nce., 2005).

Yönetim sistemleri modeli, yönetim fonksiyonlarının dı�arıya ta�ınması ve dı� çevreyle ba�lantı kurulabilmesi için, etkili ileti�ime ihtiyaç oldu�unu göstermi�tir. Yönetim bilgi sistemleri, bu ileti�im kanalını daha etkin yönetmeyi mümkün hale getirmi�tir (Weihrich vd., 1993). Rakip i�letmelere kıyasla, üstün bir i� performansına sahip bir i�letmenin rekabet avantajı var oldu�u söylenebilir. Sürdürülebilir rekabet avantajı, i�letmenin mevcut ve gelecekteki rakiplerinin taklit çabalarına kar�ın, farklı kalmayı ba�arabilen bir de�er yaratma stratejisi uygulaması durumudur (Krogh v.d., 2002).

73

5. Bilgi Yönetimi Sürecinin Temel Unsurları

Kurumsal olarak bilginin amacı, gelecekte ortaya çıkacak ya da içinde bulunulan durumla ilgili olu�acak bir karma�ıklı�ı en aza indirgemek ya da ortadan kaldırmaktır. Bu çerçevede, bilgi yönetiminin amacı ise, sözü edilen durumlarda karar almayı gerektirecek bilgiyi sa�lamaktır. Her sistemin oldu�u gibi bilgi yönetimi sisteminde de bir takım unsurlar bulunmaktadır (Anameriç, 2005).

Hemen her sistemi olu�turan unsurlar gibi bilgi yönetimi sistemi de personel, bütçe, teknoloji, kültürel altyapı, yasal düzenlemeler ve standartlar gibi önemli unsurlardan olu�maktadır. Söz konusu unsurlar, bilgi yönetimi sisteminin tasarımı, kurulu�u, uygulanması ve yenilenmesi evrelerinin her a�amasında yer alması gereken unsurlardır (Odaba�, 2005).

�ekil 1. Bilgi Yönetimi Sistemi

Bilgi yönetimi, insan, teknoloji, örgütsel kültür ve süreçlerden olu�an bir bütünü temsil eden bir kavramdır. Bilgi yönetimin ba�arılı bir biçimde uygulanabilmesi için, adı geçen bu unsurların uyumlu ve ba�lantılı bir �ekilde bütünle�tirilmesi gerekmektedir (Özgener, 2002).

a. Bilgi Çalı�anları: Ba�arılı örgütler, günümüzde yalnızca tesislere, donanıma ve yeni teknolojilere yatırım yaparak amaçlarını tam olarak gerçekle�tiremezler. Bu unsurlara ek olarak en önemli varlıklarını olu�turan çalı�anlarına da yatırım yapmak durumundadırlar. Çalı�anların bireyler olarak

Sistemin Temel unsurları -Personel -Yasal düzenlemeler -Bütçe

Bilgi Sa�lama

Bilgi Payla�ımı

Bilgi Kullanımı

Bilgisayar ve �leti�im Teknolojileri - �leti�im kanalları - Web hizmetleri - Network a�ı - Veritabanı - Yazılım ve donanım

Nitelik Geli�tirme -Zaman Yönetimi -Kalite Yönetimi -Sürekli E�itim

Bilgi Yönetimi Birimi -Bilgi yönetimi ilkeleri -Bilgi yönetimi sorumluları

��letme Kültürü -��letmenin yönetim türü -�deal yönetim türü -Standartlar ve i�birli�i

74

sahip oldukları bilgiler ve bunların toplamından olu�an örgütün ortak bilgisi, bir i�letmenin geli�tirebilece�i temel rekabetçi üstünlü�üdür (Barutçugil,2002).

b. Teknoloji: Teknoloji, yeni bilginin yaratılmasında rol oynayan kritik unsurlardan birini olu�turmaktadır. Burada önem ta�ıyan esas konu, amaca uygun teknolojilerin seçilmesi durumudur. Etkili bir bilgi yönetimin önemli bir unsurunu olu�turan teknoloji; i� istihbaratı, i�birli�i, bilgi ke�fi, bilgi haritalama bilgi teknolojileri, bilgi depolama, bilgi transferi ve güvenlik gibi konuları kapsamaktadır.

c. Örgütsel Kültür: Bilgi yönetimin ba�arısında en önemli faktör, örgütsel kültürdür. Örgütsel kültür, bir i�letmede olu�an inançlar, gelenekler, de�er sistemleri, davranı� normları ve i� yapma biçimlerini kapsayan bir bütün olarak tanımlanabilir. ��letmelerde bilgiyi etkin bir biçimde yönetmek için örgüt kültürünü �ekillendirme büyük önem ta�ımaktadır. Bunun için bireyler arası ileti�imi ve i�birli�ini güçlendirmek ve etkili motivasyon sistemleri geli�tirmek gerekmektedir.

d. Süreçler: Örgütsel yapı, esnek bir biçimde tasarlanmalıdır. Bilgi, hem i�letme içinde olu�turulan ve hem de i�letme dı�ından elde edilen bir kavramdır. Bu ba�lamda, i�letme açısından önem ta�ıyan esas konu, hem içerideki bilginin ve hem de dı�arıdaki bilginin etkili bir biçimde yönetilmesi konusudur. Süreçler, i�letmenin di�er sistemleri ile uyumlu ve i�letme kültürünü destekleyen standartlardır ve bu süreçler sürekli olarak gözden geçirilmeli ve etkili biçimde yönetilmelidir (Barutçugil, 2002).

6. Bilgi Yönetiminin ��letmelere Sa�layaca�ı Temel Avantajlar

��letmeler ve yöneticiler, kar�ı kar�ıya kalacakları fırsat ve tehditleri ö�renmek ve analiz etmek için bilgi yönetimine dayalı sistemlerden yararlanmaktadırlar. ��letmeler bilgiyi geli�tirerek, koruyarak, yenileyerek ve i�leyerek performanslarını ve dolayısı ile rekabet güçlerini artırabilmektedirler. ��letmelerin rekabet güçleri büyük ölçüde biriktirdikleri bilginin miktarına, özgünlüne, ticarile�tirilebilir olup olmadı�ına ve kalitesine ba�lıdır. Rekabetin gittikçe �iddetlendi�i, teknolojik de�i�imler ve yeniliklerin sürekli arttı�ı bir dünyada, sahip olunan rekabet gücünü korumak, yeni ortama ve yeni rekabet düzeyine uygun bilgileri derlemeye, i�lemeye, geli�tirmeye kısaca güçlü bir bilgi yönetim stratejisine sahip olmaya ba�lıdır (Vural,2005).

Bilgi yönetiminin i�letmelere sa�layaca�ı temel avantajları �u �ekilde özetlemek mümkündür (Tiwana, 2003):

- Bilgi yönetimi, i�letmelerin ürün ve hizmetlerine katma de�er kazandırır.

- Bilgi yönetimi, i�letme içi ve dı�ı bilgi akı�ına hız ve etkinlik kazandırır.

- Bilgi yönetimi yenilikçi ve yaratıcı uygulamalara hız kazandırır.

75

- Bilgi yönetimi, fiziksel malvarlı�ının aksine, artan ölçülerde getiri sa�lar.

- Kullanılan her varlık zamanla de�er kaybeder, oysa bilgi kullanıldıkça de�er kazanan bir kavramdır.

- Bilgi yönetimi gereksiz i� tekrarlarını önler ve hataların tekrarlanmasını engeller.

- Bilgi yönetimi, i�letmede bilgi kaybını önler.

- Bilgi yönetimi, dü�ünsel i�birli�ini te�vik eder.

- Bilgi yönetimi, i�letmenin gelece�ini öngörme yetene�ini artırır.

- Bilgi yönetimi, i�letmelere süreç yeterlili�i kazandırır.

�çinde bulundu�umuz dönemde i�letmeler, varlıklarını sürdürebilmek ve sürdürülebilir rekabet avantajı elde edebilmek için bütün süreçlerini, ‘bilgi yönetimi’ ekseninde yeniden yapılandırma ihtiyacı duymaktadırlar. Bilgi yönetiminde etkili olmak için, günümüz i�letmeleri arasında, bilgiyi üretme, elde etme ve transfer etmede bir yetkinlik geli�tirme konusunda çok yo�un bir rekabet ya�anmaktadır. Aynı zamanda yeni bilgiyi rekabet avantajı yaratmaya dönü�türebilmek için i�letmeler davranı�larını, yapılarını, uygulamalarını sürekli de�i�tirmekte, yenilemekte ya da gözden geçirmektedirler. Bu ba�lamda i�letmelerin temel hedefleri ise ‘bilgi temelli varlıklar/entelektüel sermaye’ dönü�türülebilecek olu�umları belirlemek, geli�tirmek ve korumaktır (Geyik ve Barca, 2002).

7. Sonuç ve De�erlendirme

Günümüzde pek çok i�letme, gelecekte ba�arının anahtarının çalı�an personelinde ve onların amaçlarını elde etmek için, kullandıkları bilgide oldu�unu ke�fetmi�tir. Bilgiyi üretmek ve etkin biçimde kullanmak i�letmeler için temel bir rekabet avantajı haline dönü�mü�tür.

Küreselle�me, giderek artan rekabet ve de�i�imin adete sabit bir de�er haline dönü�tü�ü bu ortam, i�letmeleri daha dinamik bir yapıya dönü�meye zorlamaktadır. Hızla de�i�en ve geli�en bu rekabet ortamında i�letmelerin ba�arılı olmalarında en temel faktörlerden biri, etkili bir bilgi yönetimi stratejisini hayata geçirmektir.

Günümüzde bilgiyi etkin bir �ekilde kullanan i�letmeler rekabet açısından ön planda yer almaktadır. ��letmelerin bilgiyi elde etmek, bilgiyi geli�tirmek ve bilgiyi payla�mak ve de�erlemek anlamında yaptıkları faaliyetler bilgiyi yönetmek adına yapılan faaliyetlerdir. ��letmelerde kullanılan bilgi yönetimi, verimlilik alanında oldu�u kadar etkinlik ve yenilik yapma süreçlerine de katkıları olan rekabetçi bir kavramdır.

��letmeler verimlilik ve yenilik yapma süreçlerinde bilgiyi anahtar faktör olarak görmektedirler. Stratejik bilgiyi elde etmek ve yönetmek

76

belirsizli�in hakim oldu�u i� dünyasında rekabet için vazgeçilmez bir unsurdur. ��letmeler rekabet alanında, bilgiyi en önemli girdi ve çıktı olarak görmektedirler.

Bilginin stratejik temel bir faktör oldu�u günümüz i� dünyasında, i�letmelerin rekabet gücünü korumak ve artırmak için sahip oldukları entelektüel sermaye varlıklarının kalitesini artırmaları gerekmektedir. Entelektüel sermaye bir i�letmenin sahip oldu�u ve sadece o i�letmeye ait olan bir de�er kayna�ıdır.

Bilgi patlamasının ya�andı�ı bu dönemde, i�letmeler açısından önem ta�ıyan husus, bilgi yönetiminde yararlı olan bilgi ve veriler ile yararsız olanların birbirinden ayırt edilmesi konusudur. Bilgi karma�asına yol açmayacak �ekilde bu bilgilerin düzenlemesi ve kullanılması gerekmektedir.

Sonuç olarak, bilgiyi stratejik bir de�er kayna�ı olarak gören i�letme yöneticileri, bu konuda bir örgüt kültürü olu�turarak, bir bilgi vizyonu geli�tirmeleri ve bu vizyonu çalı�anları ile payla�maları gerekmektedir. Rekabet dünyasında ba�arı için en temel ko�ullardan biri bu amacın gerçekle�tirilmesine ba�lıdır.

KAYNAKÇA

Anameriç, H., (2005), “ Bilgi Sistemleri ve Yönetimde Bilgi Sistemleri Kullanımı”, Bilgi Ça�ı Bilgi Yönetimi ve Bilgi Sistemleri, Çizgi Kitabevi, Konya.

Aktan, V. ve Vural, �.Y.,(2005), “ Bilgi Ça�ında Bilginin Yönetimi”, Bilgi Ça�ı Bilgi Yönetimi ve Bilgi Sistemleri, Çizgi Kitabevi, Konya.

Barca, M.,(2002), “Yeni Ekonomide Bilgi Yönetiminin Stratejik Önemi”, 1.Ulusal, Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, Bildiriler Kitabı, Kocaeli, s.519.

Barutçugil, �.,(2002), Bilgi Yönetimi, Kariyer Yayınları, �stanbul.

Çapar, B., “Bilgi Yönetimi: Nasıl Bir �nsangücü?”, www. bilgiyonetimi.org/cm/pages, (04.08.2006).

Czinkota, M. R., Ronkainen,I. A., Moffett, M. H, . Moynihan, E. O, (1998), Global Business, The Dryden Pres, USA.

Geyik, M. ve Barca, M. (2004), “Etkin Bilgi Üretimi �çin Örgütler Nasıl Tasarlanmalıdır?”, 3.Ulusal Bilgi Ekonomi ve Yönetim Kongresi, Eski�ehir,s.519.

�pçio�lu, �., Erdo�an, Z.,(2004), “��letmelerde Liderlik ve Bilgi Yönetimi Arasındaki �li�kinin �ncelenmesine Yönelik Bir Ara�tırma”, 3.Ulusal Bilgi Ekonomi ve Yönetim Kongresi, Eski�ehir.

77

Krogh, G. V., �chijo, K., Nokana, �., (2002), Bilginin Üretimi, Çev. Günhan Günay, Rota Yayın Yapım Tanıtım, �stanbul.

Nonaka, I.,(1998), “The Knowledge-Creating Company”, HBR on Knowledge Management, 1998,s.26.

Odaba�, H.,(2008), “Bilgi Yönetimi ve Yüksek Ö�renim Kurumlarında Kurumsal Açık Eri�im”,13.Türkiye’de �nternet Konferansı, ODTÜ, Ankara.

Odaba�, H.,(2005), “Bilgi Yönetimi Sitemi”, Bilgi Ça�ı Bilgi Yönetimi ve Bilgi Sistemleri, Çizgi Kitabevi, Konya.

Özgener, �., (2002), “Global Ölçekte De�er Yaratan Bilgi Yönetimi Stratejileri”, 1.Ulusal, Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, Bildiriler Kitabı, Kocaeli,s.485.

Rugman, A. M., Hodgetts, R. M.,(2000), �nternational Business A Strategic Management Approach, Pearson Education Limited, Mcgraw-Hill, Second Edition.

Sa�san , M., “Bilgi Yönetiminin Kavramsal Çerçevesi ve Ba�kent Üniversitesi �leti�im Fakültesi Bilgi ve Belge Yönetimi”, www.bilgi yönetimi org., (06.08.2006).

Stewart, T. A., (1997), Entelektüel Sermaye, Çev.Nurettin Elhüseyni, BZD Yayıncılık, �stanbul.

Tiwana, A.,(2003), Bilginin Yönetimi, Çev. Elif Özsayar, Rota Yayın Yapım Tanıtım, �stanbul.

Trent, R. j., Monczka, R. M.,(2003), �nternational Purchasing And Global Sourcing- What Are The Differences?,Journal Of Supply Chain Management; Fall.

Weihrich, H., Koontz, H.,(1993), Management A Global Perspective, Mc Graw- Hill.

Williamson, E. W., Harrison, D. K., Jordan, M., (2004), �nformation Systems Development Within Supply Chain Management, �nternational Journal Of �nformation Management 24.

Vural, �.Y., (2005), “Bilgi Yönetimi Entelektüel Sermaye ve Yenilikçilik” Bilgi Ça�ı Bilgi Yönetimi ve Bilgi Sistemleri, Çizgi Kitabevi, Konya.

Yeniçeri, Ö., �nce, M.,(2005), Bilgi Yönetim Stratejileri ve Giri�imcilik, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, �stanbul.

78

ÇALI�ANLARDA KAR�YER TATM�N� VE ÖRGÜTSEL BA�LILIK �L��K�S�*

Yrd.Doç.Dr. Hüseyin �LER�**

Yrd.Doç.Dr. Abdullah KARAMAN***

Gülsüm ENG�Z****

Özet

Örgütlerde, verimlili�i etkileyen en büyük faktörün insan oldu�unun anla�ılması üzerine, insanın motivasyonuna yönelik yakla�ımlar her geçen gün artmakta ve yenilenmektedir. ��te bu yakla�ımlardan en güncel ve uygulamada en popüler olanlardan bir tanesi de kariyer planlaması ve yönetimidir. �nsanlar, günümüzde i�letmeler tarafından ilk etapta ücret ve sosyal imkânlardan ziyade, kariyerlerinin geli�imlerini sa�layacak bir pozisyon ve buna uygun bir ortam talep etmektedir.

Kariyerle ilgili kazançlar, bireylerin kariyer hedeflerine ula�masına ve farklı kariyer yolları izlemesine olanak sa�lamanın yanı sıra ilginç ve harekete geçirici görevleri, daha iyi ücret, terfi veya benzeri ödülleri içermektedir. Kariyer planları ve hedefler, çalı�anları geli�imleri için motive eder ve çalı�anların gelecekteki pozisyonlara hazırlanmalarının yanı sıra bulundukları pozisyonlarda da maksimum performans ile çalı�malarını sa�lar. Bireysel kariyer planları ve kurumun çalı�anlarına gösterdi�i ilgi kuruma ba�lılı�ı artırır.

Bu çalı�ma da çalı�anlarda kariyer yönetimi, örgütsel ba�lılık ve kariyer yönetiminin örgütsel ba�lılı�a etkisi konuları incelenmi�tir. Çalı�ma kapsamında sa�lık sektöründe örnek olay çalı�ması yapılmı� ve kariyer yönetiminin örgütsel ba�lılı�a etkisi analiz edilmi�tir

Anahtar Kelimeler: Kariyer Yönetimi, Örgütsel Ba�lılık

Abstract

After the realization that human is the most effective factor on efficiency of organizations, various approaches are developed day by day and also renewed. Here is just one of these recent and popular approaches, called as carreer planing and management. Nowadays, people demand a position which will provide a career development and a proper enviroment for this position, prior to salary and social security.

* Bu makale T.C. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü ��letme Anabilim Dalında hazırlanan aynı ba�lıklı yüksek lisans tezinden üretilmi�itr. ** Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler MYO Ö�retim Üyesi *** Selçuk Üniversitesi Turizm ��letmecili�i ve Otelcilik Yüksekokul Ö�retim Üyesi **** Selçuk Üniversitesi ��letme Anabilim Dalı Yönetim Organizasyon Bilim Dalı Yüksek Lisans ö�rencisi

79

Beside making one to reach the career targets and allow different career paths, career acquisitions consist of motivating jobs, better wages, promoting or similar awards. Career plans and aims, make employees to perform with their maksimum capacity beside motivating employee to develop and preparefor future positions. Self career planning and care of the organisation to the employee, increase the commitment to organisation.

In this work, organisational commitment, career management and the effect of career management to organisational commitment were analyzed. With this scope, example event (case) studied in health sector and the effect of career management to organisational commitment was analyzed.

Key Words: Career Management, Organizational Commitment

G�R��

Günümüzde i�letmelerin çevresi daha hızlı de�i�mekte, ya�anan küreselle�me bu de�i�imin ivmesini arttırmaktadır. De�i�ime do�ru yanıtları vermek, uyum kabiliyetini geli�tirmek ve de�i�imi yöneterek geli�mek bu gün daha hassas analizleri, çalı�maları gerektirmektedir. De�i�im sadece çevrenin makro ve fiziksel unsurlarında olmamakta, sosyal yapı, ihtiyaçlar, ili�kiler, kuramlar da de�i�mekte ve elbette geli�mektedir. 2000’li yılların insan ihtiyaçlarının, 1940 veya 1970’lerinkilerle aynı oldu�unu asla dü�ünemeyiz. Gelir düzeyi farklıla�an bireyin harcamaları, e�itim düzeyi yükselen ki�inin beklentileri, tatmin �ekli, hayatı algılayı�ı farklıla�maktadır. Bu de�i�im insanların örgütlerle olan ili�kilerini de de�i�tirmektedir.

Bu gün organizasyondaki birey, ba�arılı olmanın temel anahtarıdır. Bir maliyet unsuru de�il, entelektüel birikim ve sermayedir; geli�tirilmesi gereken örgütün en önemli unsurudur. Örgütteki insanın örgüte olan katkısını en üst düzeye çıkarmak günümüz modern yönetim anlayı�ının temel çalı�ma konularından biridir. Bireyin amaçlarının örgüt amaçlarıyla uyumla�tırılması, gerekti�inde davranı�larının düzenlenmesi, örgüt kültürünün benimsetilmesi, çatı�maların yönetilmesi, örgütün geli�tirilmesi, örgütteki insanın örgüte olan katkısının arttırılması ile ili�kilidir.

1. Kariyer Kavramı Ve Kariyerle �lgili Temel Konular

Kariyer, ki�inin ya�amı boyunca edindi�i i�e ili�kin deneyim ve faaliyetlerle ilgili olarak algıladı�ı tutum ve davranı� dizisidir (Halil, 1994:306).

Bir ba�ka tanıma göre kariyer, bir insanın çalı�abilece�i yıllar boyunca herhangi bir i� alanında adım adım ve sürekli olarak ilerlemesi, deney ve yetenek kazanması anlamına gelir (Tortop, 1992:92).

Kariyer ile ilgili tüm tanımları inceledi�imizde ortak noktalarının, çalı�an ki�inin ba�arı derecesini simgeleyen i�le igili pozisyonlarda ilerlemesi

80

ve örgüt basamaklarından yukarıya do�ru çıkarak yükselmesini temel alan bir kavram oldu�u görülmektedir (Aytaç, 1997, 17).

Kariyer kavramının özelliklerini �öyle sıralayabiliriz;

� Kariyer kavramı, yalnızca yüksek statüdeki ya da hızlı ilerleme olanakları bulunan i�leri yapan bireylerle ilgili de�ildir. Daha esnek bir anlam ta�ımaktadır. Organizasyondaki yöneticilerin kariyeri olabilece�i gibi bir sekreterin hatta odacının da kariyerinin olabilece�i söylenebilir.

� Kariyer kavramı, sadece dikey hareketlerle ilgilenmez. Yani örgütteki hiyerar�ik yükselmenin yanında yatay olarak �u anda yaptıkları i�ten memnun olan, yükselmek istemeyen personeli de kapsar.

� Kariyer kavramı, bir örgütte i�e alma ve / veya alınma ile e� anlamlı de�ildir. Birden fazla örgütü ve birden fazla faaliyeti kapsayabilir.

� Bugün artık kariyer beklentileri, farklı ya�larda olan çalı�anlar için farklı anlamlar ta�ıyabilmektedir. Örne�in, 25 ya�ındaki insanların kariyer beklentileri ile 45 ya�ındaki insanların kariyer beklentileri farklıdır, çünkü ihtiyaçları aynı de�ildir.

Örgütsel kariyer yönetimi ise , i� gören ihtiyaçlarını tatmin etmek ve kariyer hedeflerine ula�mak için gerekenleri planlama, stratejileri saptama ve bunları uygulama sürecidir (Aldemir, Ataol ve Budak, 1998:216).

Kariyer hem bireyin hem örgütün, ki�inin i� ya�amındaki önemini vurgulamaktadır. Bireyin ihtiyaçlarını kar�ılama iste�i, kariyerin kapsamını belirler, her ne kadar bu kapsam ki�iden ki�iye de�i�se de genelde belli ihtiyaçların giderilmesini içermektedir (Aytaç, 1997:1).

Kurum açısından, personeli kariyer planlamaları için motive etmekteki ba�arısızlık; bo� pozisyonların tamamlanmasında ki zorluk, daha dü�ük personel, dada az ba�lılık, e�itim ve geli�tirme programlarına ayrılan fonların dikkatsiz ve özensiz kullanımı ile sonuçlanabilir. Birey açısından ise kariyer yönetimi, yetersiz yönetim �eklinde hayal kırıklı�ı, kurum içinde bireyin kendisini yetersiz hissetmesi ve uygun görevlendirme yapılmadı�ında kurum içi ve dı�ı birle�meler, yeniden yapılanmalar, küçülmeler gibi nedenlerle i� de�i�ikli�ine sebep olabilmektedir (Neo, 1999:329).

Kariyerin önemini anlamada 3 temel neden bulunur (Argüden, 1998:39):

• Kariyerin yönünü belirlemede proaktif bir yakla�ım kullanılması,

81

• Bireyler hayat dönemlerinde çe�itli kariyer a�amalarından geçeceklerinden dolayı yöneticiler çalı�anların ve meslekta�larının deneyimlerini anlamalıdırlar.

• Kariyer yönetimi karlı bir i�tir ve insanı do�ru yerde kullanarak iyi bir yatırım yapar.

Örgütsel kariyer yönetiminde temel amaç, örgütün etkinlik ve verimlili�inin arttırılması yanında bireylerin örgüt içinde geli�im ve ilerlemelerini sa�layarak gelecekte ihtiyaç duyaca�ı vasıflı eleman gücünü �imdiden �ekillendirmeyi de sa�lamak olarak ifade edilebilir(Argüden, 1998:39).

Kariyer yönetiminin örgüte olan faydaları a�a�ıdaki gibi sıralanabilir(Erdöl, 2000:51):

� �irketin gelece�i için çalı�anların becerilerini ve mevcut amaçlarını stoklamak,

� Gelecekteki insan kaynakları ihtiyacını daha iyi analiz etmek, kar�ılamak,

� Bireysel düzeydeki de�i�meyi daha iyi anlayabilmek için örgütsel de�i�meyi kolayla�tırmak,

� Bireysel geli�im planları kanalı ile bireysel de�i�meyi ve geli�meyi kolayla�tırmak,

� Çalı�anların gerçekçi olmayan ve gizli beklentilerini açı�a çıkarmak,

� �irketin gelecekteki hedefleri ile çalı�anların bireysel hedeflerini uyumla�tırmak,

� Çalı�anların beklentilerini anlayarak nitelikli i�gücünün dı�a transfer olmasını engellemek.

2.Örgütsel Ba�lılık

Örgütsel ba�lılık kavramı: “Örgüt amaçları ile bireyin amaçlarının gittikçe daha çok bütünle�mesi ve uygun duruma gelme süreci” olarak tanımlanmı�tır (Hall, 1970:176).

Örgütsel ba�lılık, bir kimsenin, örgütünün amaç ve de�erlerine taraflı ve etkili ba�lılı�ı olarak tanımlanmaktadır. Bu ba�lılık, araçsal bir de�erden öte, ki�inin, rolünü salt örgütün iyili�i için, örgütün amaç ve de�erleriyle ili�kili olarak yapmasıdır. Ba�lılık duyan i� görenler, örgütün amaç ve de�erlerine güçlü bir biçimde inanır, emir ve beklentilere gönüllüce uyar. Bu üyeler ayrıca, amaçların istenen �ekilde gerçekle�mesi için asgari beklentilerin çok üstünde çaba ortaya koyar ve örgütte kalmada kararlılık gösterir. Ba�lılık gösteren i� görenler içsel olarak güdülenirler (Balay, 2000:3).

82

Her organizasyon üyelerini örgütsel ba�lılı�ını artırmak ister. Ara�tırmalara örgütsel ba�lılı�ı yüksek çalı�anların görevlerini yerine getirmede daha çok çaba gösterdi�ini ortaya koymaktadır. Buna ek olarak örgütsel ba�lılı�ı yüksek çalı�anların örgütte daha uzun süre kaldıkları ve örgüt ile olumlu ili�kilerinin oldu�u ifade etmektedir. Buna ba�lı olarak yüksek performanslı, e�itimli bir i� görenin uzun süre örgüte katkısının devam etmesi verimlilik artı�ı sa�lar, çünkü örgütsel ba�lılı�ı yüksek çalı�an örgüte kalır, örgütsel amaçların gerçekle�mesi için çaba harcar ve ayrılmayı dü�ünmez (Kele�, 2006:46).

Örgütsel ba�lılık kriterleri tamamen aynı olmamakla beraber, ki�ilerin ba�lılıklarını de�erlendirmede genel bir fikir vermektedir. Çalı�anların örgütsel ba�lılıklarını göstermede kullanılabilecek göstergeler �u �ekilde gruplandırılabilir(�bicio�lu, 2000:14):

1. Örgütün Amaç ve De�erlerini Kabul Etme ve �nanma Derecesi

2. Fedakarlık ve Extra Katkı Derecesi

3. Örgütsel Üyeli�i Devam Ettirme �ste�i

4. Örgütsel Kimli�i �le Kimliklenme

5. �çselle�tirme

2.1. Örgütsel Ba�lılı�ın Sonuçları

Ba�lılı�ın sonuçları, ba�lılı�ın derecesi ile ilgili olarak olumlu ya da olumsuz olabilir. Örgütsel amaçlar kabul edilebilir olmadı�ında üyelerin yüksek düzeydeki ba�lılı�ı örgütün da�ılmasını hızlandırabilirken, amaçlar makul ve kabul edilebilir oldu�unda yüksek düzeyde bir ba�lılı�ın etkili davranı�larla sonuçlanması ihtimali vardır. Örgütsel ba�lılı�ın sonuçlarına ili�kin olarak, davranı�sal sonuçların ba�lılıkla en güçlü ili�kiler içinde oldu�u bulunmu�tur. Bunlardan özellikle i� doyumu, güdülenme, katılım ve örgütte kalma arzusu örgütsel ba�lılıkla olumlu, i� de�i�tirme ve devamsızlık ise ba�lılıkla olumlu, i� de�i�tirme ve devamsızlık ise ba�lılıkla olumsuz ili�kili bulunmu�tur. Performans ile örgütsel ba�lılık arasındaki ili�ki genel olarak karı�ık ve ılımlı bulunmasına kar�ın; ba�lılı�ın belli yerel odaklarının (denetçiler ve çalı�ma grupları gibi), rol davranı�ına ili�kin normları belirlemesi nedeniyle, performans ile ili�kisinin anlamlı düzeyde yüksek oldu�u ileri sürülmü�tür. (Balay, 2000:83-85)

Örgütsel ba�lılık düzeyleri ile bu düzeylerin bireye ve örgüte yönelik olumlu ve olumsuz sonuçları irdelenmi�tir. Bu ba�lamda dü�ük, ılımlı ve yüksek örgütsel ba�lılıktan söz edilebilir:

83

2.1.1. Dü�ük Örgütsel Ba�lılık

Bu ba�lılık düzeyinde birey, kendisini örgüte ba�layan güçlü tutum ve e�ilimlerden yoksundur. Dü�ük örgütsel ba�lılı�ın bireye ve örgüte dönük önemli sonuçları vardır.

Dü�ük örgütsel ba�lılık söylenti, itiraz ve �ikâyetlerle sonuçlandı�ından örgütün adına zararlar gelmekte, mü�terilerin güveni kaybolmakta, yeni durumlara uyum sa�layamamakta ve gelir kayıpları meydana gelmektedir. Örgütte yayılan informal zararlı ileti�im, örgütün otorite yapısını tehdit etmekte ve üst yönetimin me�rulu�unu sorgulanır hale getirmektedir(Randall, 1987, 463).

2.1.2. Ilımlı Örgütsel Ba�lılık

Örgüte ılımlı düzeyde ba�lılık, her zaman olumlu sonuçlar do�urmayabilir. Üst yönetim ve i�verenlerine yeterince önem vermeyen bu bireyler, örgütün üst kademelerine geldiklerinde kimisi ba�lılıkları kapsamında, kendilerini kolaylıkla ba�aramayacakları bir uzla�ma zorunlulu�u içinde bulurlar. Bu ba�lılık düzeyinde çalı�anların yaratıcılık, yardımseverlik, fikir önerme, irade ve fedakarlık gibi üyelik davranı�ları önemlidir. Çünkü, bu davranı�lar örgütü beklenmeyen durumlardan koruyabilecek esneklili�i sa�lar. Ancak, bu düzeydeki çalı�anlar topluma sorumluluk ile örgüte sadakat arasında bir bocalama ya da çatı�ma ya�arlar. Bu da kararsızlı�a ve örgütün verimsiz i�leyi�ine yol açabilir (Randall, 1987, 465).

2.1.3. Yüksek Örgütsel Ba�lılık

Örgütle olan bütünle�me burada tamdır. Çalı�anlar örgütle uyum halindedirler. Örgütsel ba�lılı�ın yüksek düzeyde olmasının, örgütler tarafından istenen en önemli etmenlerden biri oldu�u söylenebilir. Adil ödüllendirme, i� görenlerin güçlendirilmesi ve aynı zamanda yapılan i�lerin entegrasyonu, bir ba�ka deyi�le, çalı�anlar arasında i� birli�inin yaygınla�ması ve yönetim ile astlar arasında güvenilir bir ili�kinin olu�ması gibi olumlu uygulamalar, çalı�anların örgütsel ba�lılıklarının yüksek olmasını sa�layacaktır. Bu uygulamaların sonucunda ise, verimlili�in artması ve kaliteli üretimin gerçekle�mesi, bir taraftan çalı�anların çalı�tıkları i�letmeye olumlu sonuçlar yaratırken, di�er taraftan da, çalı�anlar tarafından olumsuz sonuçlar yaratabilirler. Ba�ka bir deyi�le kendisini i�ine adayan çalı�anlar, ailesine ve kendisine zaman ayıramayacaklardır (Karatepe, Halıcı, 1998:45).

Yüksek düzeyde ba�lılık, örgüt içinde pek çok olumlu sonuçlar ortaya çıkarır; her �eyden önce çalı�anın örgütüne yüksek düzeyde ba�lılı�ı, örgüte güven duygusu verir. Bu güven verici i� gücü, örgüt amaçlarını isteyerek kabul eder ve en verimli bir �ekilde ürün ortaya çıkarır(Randall, 1987, 465).

Yüksek düzeyde ba�lılı�a sahip çalı�anlardan olu�an örgütlerde bireyler, örgüt dı�ında daha aktif olabilirler. Yüksek ba�lılı�a sahip çalı�anların,

84

örgütlerini örgüt dı�ındaki insanlara olumlu açılardan belirtmeleri daha muhtemeldir. Bu çalı�anlar böylece, yüksek kaliteli i� görenlerin örgütte i�e alınmasını sa�layabilirler.

Yüksek düzeyde ba�ımlı çalı�anlar, örgütteki politikaların de�i�en �artlara göre yeniden gözden geçirilmesini sa�lamak ve geçmi� uygulamalara göre de�i�iklikleri gerektiren stratejik fırsatların farkına varmada çok ba�arılı olmayabilirler(Mowday, 1982:142) .

3. Ara�tırmanın Amacı

Günümüz i� hayatında ya�anan de�i�im ve geli�meler bir taraftan örgütlerin yapı ve i�levlerini etkilerken di�er taraftan da özellikle nitelikli personelin organizasyondan beklentilerinde önemli geli�melere neden olmu�tur. Bu kapsamda organizasyona önemli kazanımlar sa�layan nitelikli personelin örgütte tutulması ve tatmin edilmesi önemli hale gelmi�tir. Söz konusu gerek nitelikli personelin beklentilerinin en üst düzeyde gerçekle�tirilmesi ve gerekse örgütte tutulabilmesi bir bakıma çalı�anların sahip oldu�u bilgi, yetenek, beceri ve güdülerinin geli�tirilmesi ve organizasyon içindeki ilerleyi�lerinin planlanmasıyla mümkün olabilecektir. Bu kapsamda, yirmi birinci yüzyıla girerken i�letmelerin yeniden yapılanma ve yönetimi konularında önemli de�i�ikliklerin olması i� ya�amında bireysel düzeyde kariyer planlaması ve geli�iminden çok, örgütsel düzeyde etkili kariyer yönetimine geçi�i zorunlu hale getirmi�tir. Bütün bu de�i�imler, insan kaynakları uygulamaları çerçevesinde örgüt ve personelin gelecekteki konum ve i�levlerini de etkileyebilecektir. Bu ba�lamda bu çalı�ma ile insan kaynakları uygulamaları kapsamında örgütlerde etkin bir kariyer yönetiminin gerçekle�tirilmesinin örgütsel ba�lılı�a etkisinin ara�tırılması amaçlanmı�tır.

4. Ara�tırmanın Kapsamı Ve Kullanılan Yöntem

Bu ara�tırma ampirik bir çalı�ma niteli�inde oldu�undan, uygulamalı ara�tırmalarda kullanılan araçlardan ilki olan anket yöntemi kullanılmı�tır. Anket formunun hazırlanmasında gerek bu konuda daha önceden yapılmı� teorik çalı�malardan gerekse çalı�manın teorik kısmında yer alan konulardan hipotezlere uygun olarak test etmeye layık görülen kısımların soru haline dönü�türülmesinden yararlanılmı�tır. Anket formu otuz sorudan olu�turulmu� ve Meyer-Allen tarafından geli�tirilen 5 noktalı Likert tipi ölçek olan üç bile�enli “örgütsel ba�lılık modeli” ölçe�i kullanılmı�tır. Bilindi�i üzere Likert Sistemi ‘Kesinlikle katılmıyorum’, ‘Katılmıyorum’, ‘Fikrim yok’, ‘Katılıyorum’,‘Tamamen katılıyorum’ �eklinde be�li cevap tekni�i içeren bir sistemdir.

Anket formu sa�lık sektöründe faaliyet gösteren i�letmede çalı�anlara uygulanmı�tır. Ara�tırmada elde edilen veriler SPSS programında de�erlendirilmi�tir. Ankette kariyer yönetimi ve örgütsel ba�lılı�ı ölçen sorulara

85

verilen cevaplar de�erlendirilmi� ve daha sonra hipotezler sınanmaya çalı�ılmı�tır.

Ara�tırmamızda ankete sorularından elde edilen verileri de�erlendirmek için iki ayrı grubun belli bir de�i�kene ait ortalamalarını kar�ıla�tırmak amacıyla Mann Witney U Testi kullanılmı�tır. Ayrı uygulama yöntemlerinin her birinin örnekleme yoluyla seçimi ayrı gruplara uygulanması sonucunda, bu yöntemlerden hangisinin etkili oldu�unu anlamak, ba�ka bir de�i�kenle yöntemler arasında etkililik yönünden bir farkolup olmadı�ını belirlemek için Anova Testi kullanılmı�tır.

4.1.Ara�tırmanın Sınırlılıkları

Her alanda meydana gelen de�i�imin çalı�anları da etkiledi�i, i� görenlerin bir i�e sahip olmanın yanı sıra i� doyumuna sebep olan kendini gerçekle�tirme ve sorumluluk alarak kendini gerçekle�tirme çabası içinde oldukları, i�letme içinde ilerleme olanaklarını kullanarak üst pozisyona yükselmek için çe�itli faaliyetler içinde oldukları, kariyer planlaması yapılan i�letmelerde sadakatlerinin arttı�ı, kariyerlerinin geri kalan kısmını kariyer planlaması yapılan i�letmede geçirmek istedikleri, kendilerini ilerleme olanakları gösterilen i�letmeye ait hissettikleri varsayılmı�tır.

4.2.Ana Kütle Ve Örneklem

Ara�tırmamız sa�lık sektöründe Ankara’da hizmet veren Özel Kavaklıdere Umut Hastanesi’nde yapılmı�tır. Hastanede çalı�an 184 ki�iden, 100 çalı�an ki�iye ula�ılarak, çalı�anlarda kariyer tatmininin örgütsel ba�lılı�a etkisini ölçen anket çalı�ması yapılmı�tır.

5. Ara�tırma Bulgularının Analizi Ve Bulguların De�erlendirilmesi

�lk olarak anket sorularına verilen cevaplar SPSS programı yardımıyla Güvenilirlik Testi yapılarak, Ölçe�in Güvenilirli�ini belirlemek amacıyla yapılan güvenilirlik analizi sonucunda Cronbach's Alpha 0,848 (%84,8) olarak bulunmu�tur. Ölçek yüksek düzeyde güvenilirdir. Ara�tırmada kullanılan ölçekler sırası ile incelendi�inde ölçeklerin güvenirlilik katsayıları a�a�ıdaki �ekilde bulunmu�tur.

Tablo- 5.1.: Ara�tırmada Kullanılan Ölçeklerin Güvenilirlik Katsayıları

Ölçek Madde sayısı

Cronbach alpha de�eri

Kariyer yönetimi 10 0,85

Kariyer planlama ve geli�tirme 7 0,81 Örgütsel ba�lılık 8 0,78

86

5.2. Demografik Bilgiler Ara�tırmaya katılanların demo�rafik bilgileri A�a�ıda Tablo 4.1.1’de

görüldü�ü gibidir.

Tablo- 5.2.1.: Ara�tırmaya Katılanların Demo�rafik Da�ılımları

Cinsiyet Sayı Yüzde Kadın 56 56,0 Erkek 44 44,0 Toplam 100 100,0

Ya� 18-30 37 37,0 31-44 57 57,0 45 ve üzeri 6 6,0 Toplam 100 100,0

E�itim Sayı Yüzde �lkö�retim Mezunu 5 5,0 Lise Mezunu 58 58,0 Üniversite Mezunu 24 24,0 Yüksek Lisans 9 9,0 Doktora 4 4,0 Toplam 100 100,0

Çalı�ma Süresi Sayı Yüzde 1 yıldan az 7 7,0 1-5 yıl 30 30,0 6-10 yıl 39 39,0 11-15 yıl 21 21,0 16 yıl ve üzeri 3 3,0 Toplam 100 100,0

Tablo- 5.2.1’de görüldü�ü gibi ara�tırmaya katılanların %56’sı kadın ve

%44’ü erkek �eklindedir. Ara�tırmaya katılanların %37’sini 18-30 ya� aralı�ındaki ki�iler %57’sini 31-44 ya�, %6 sı ise 45 ya� ve üzeri ki�ilerden olu�maktadır. E�itim düzeyleri ise % 5 i ilkö�retim, %58’i lise, %24’ü üniversite, % 9’u yüksek lisans ve % 4’ü doktora mezunudur. Ara�tırmaya katılanların çalı�ma süreleri ise % 7’si 1 yıldan az, %30’u 1-5 yıl aralı�ında, % 39’u 6-10 yıl arasında, % 21’i 11-15 yıl aralı�ında, %3’ü 16 yıl ve üzeri i�letmede çalı�mı� ki�ilerdir.

5.3. Kariyer Yönetimine �li�kin Bilgiler

��letme çalı�anlarının kariyer yönetimi uygulamalarına ili�kin de�erlendirmelerini tespit etmek amacıyla a�a�ıda Tablo 5.3.1.’deki faktörler be�li likert ölçe�i �eklinde sorulmu�tur. Ölçekte 1 kesinlikle katılmıyorum ve 5

87

kesinlikle katılıyorum anlamındadır. Sonuçlar Tablo 5.3.1.’de görüldü�ü gibidir.

Tablo- 5.3.1.: Ara�tırmaya Katılanların Kariyer Yönetimine �li�kin Tutumları

Kariyer Yönetimi ili�kin ifadeler _ X

Std. Sap.

9 Kendimi bu i�letmenin bir parçası olarak görüyorum 4,40 0,72

8 ��yerimde kariyer yönetimi yapılmakta, bu da i�letmeye kar�ı sadakatimi artırmaktadır.

4,32 0,68

5 ��letmede çalı�anlara yönelik kariyer planlama ve geli�tirmesi uygulaması vardır.

4,11 0,58

10 �lerleme ve terfi olanakları memnun edicidir. 4,11 0,75

6 Açık pozisyonlara personel seçiminde bireyin kariyer hedefleri dikkate alınmaktadır

3,98 0,72

2 ��letmenizde çalı�anların performansının de�erlendirilmesine çok önem verilmekte, çok zaman ve çaba harcanmaktadır.

3,88 0,83

7 ��letmede kariyer planlama ve geli�tirmeye ba�lı olarak en yüksek terfi pozisyonuna gelebilece�imi söyleyebilirim.

3,82 0,82

1 ��e en uygun insanı seçmeye i�letmede önem verilmektedir. 3,71 1,06

3 Terfiler ve maa� artırımları performans de�erlemeye göre yapılmaktadır.

3,51 0,83

4 Çalı�anlar arasında maa� farklılıkları bireylerin i�letmeye katkıları arasındaki farklılıkları çoklukla yansıtmaktadır.

3,44 0,73

Notlar: (i) n=100, (ii) ölçekte 1 kesinlikle katılmıyorum ve 5 kesinlikle katılıyorum anlamındadır. (iii) Friedman çift yönlü Anova testine göre (�2=453,405; p<0,001) sonuçlar istatistiksel bakımdan anlamlıdır.

Çalı�anların kariyer yönetimine ili�kin tutumları incelendi�inde en önemli konu (4,40) ortalama ile çalı�anların kendisini i�letmenin bir parçası olarak görmeleridir. Çalı�anlar kendilerini i�letmenin bir parçası olarak görmeleri i�letmede çalı�anlara uygulanan kariyer yönetiminin etkisini bize göstermektedir. ��letmede kariyer planlama sürecinin etkili bir �ekilde sürdü�ü ve kariyer yönetimi uygulanarak ki�ilerin i�letmeyi benimsediklerini bize göstermektedir. Çalı�anların kariyer yönetimine tutumları incelendi�inde ikinci önemli konunun (4,32) ortalama ile i�letmede kariyer yönetimi uygulamasının çalı�anların i�letmeye olan sadakatlerini artırmasıdır. Kariyer yönetimi yapılması çalı�anların i�letmeye ba�lamakta ve i�letmede çalı�anların daha verimli çalı�masında rol oynamaktadır. Di�er maddelere bakacak olursak, Çalı�anlara yönelik kariyer planlama ve geli�tirmesi uygulaması vardır (4,11); ilerleme ve terfi olanakları memnun edicidir (4,11); açık pozisyonlara personel seçiminde bireyin kariyer hedefleri dikkate alınmaktadır (3,98); i�letmenizde çalı�anların performansının de�erlendirilmesine çok önem verilmekte, çok zaman ve çaba harcanmaktadır (3,88); i�letmede kariyer planlama ve geli�tirmeye ba�lı olarak en yüksek terfi pozisyonuna gelebilece�imi

88

söyleyebilirim (3,82); i�e en uygun insanı seçmeye i�letmede önem verilmektedir (3,71); terfiler ve maa� artırımları performans de�erlemeye göre yapılmaktadır (3,51) ve çalı�anlar arasında maa� farklılıkları bireylerin i�letmeye katkıları arasındaki farklılıkları çoklukla yansıtmaktadır (3,44) �eklinde sıralanmaktadır.

Ara�tırmaya katılanların kariyer yönetimine ili�kin tutumlarında cinsiyete göre bir farklılık olup olmadı�ı ara�tırılmı�tır. Sonuçlar a�a�ıda Tablo 5.3.2’deki gibidir.

Ara�tırmaya katılanların kariyer yönetimine ili�kin tutumlarında ya� gruplarına göre bir farklılık olup olmadı�ı ara�tırılmı�tır. Sonuçlar a�a�ıda Tablo 5.3.3’deki gibidir.

Tablo- 5.3.2.: Ara�tırmaya Katılanların Ya� Gruplarına Göre Kariyer Yönetimine �li�kin Tutumları

Ya� Grupları

18-30 (n=37)

31-44 (n=57)

45 ve üzeri (n=6)

Anova Testi

�fadeler

_ X

S.S. _ X

S.S. _ X

S.S. F p

Terfiler ve maa� artırımları performans de�erlemeye göre yapılmaktadır.

3,51 0,87 3,60 0,75 2,67 1,03 3,541 <,05

��letmede kariyer planlama ve geli�tirmeye ba�lı olarak en yüksek terfi pozisyonuna gelebilece�imi söyleyebilirim.

3,51 0,80 4,00 0,78 4,00 0,89 4,369 <,05

Notlar:(i) n=100; (ii) Ölçekte 1 kesinlikle katılmıyorum ve 5 kesinlikle katılıyorum anlamındadır.; (iii) Parantez içindeki rakamlar gruba giren örnek sayısını göstermektedir.

Tablo 5.3.2. incelendi�inde “terfiler ve maa� artırımları performans de�erlemeye göre yapılmaktadır” ve “i�letmede kariyer planlama ve geli�tirmeye ba�lı olarak en yüksek terfi pozisyonuna gelebilece�imi söyleyebilirim” maddelerinde gruplar arasında istatistiksel bakımdan anlamlı bir fark elde edilmi�tir.

Ara�tırmaya katılanların kariyer yönetimine ili�kin tutumlarında e�itim düzeylerine göre bir farklılık olup olmadı�ı ara�tırılmı�tır. Sonuçlar a�a�ıda Tablo 5.3.3.’deki gibidir.

89

Tablo-5.3.3.: Ara�tırmaya Katılanların E�itim Düzeylerine Göre Kariyer Yönetimine �li�kin Tutumları

E�itim Düzeyi

�lkö�retim-Lise (n=63)

Üniversite (n=24)

Yüksek Lisans-Doktora (n=13)

Anova Testi

�fadeler

_ X

S.S. _ X

S.S. _ X

S.S. F p

Terfiler ve maa� artırımları performans de�erlemeye göre yapılmaktadır.

3,32 0,76 3,83 0,96 3,85 0,69 4,886 <,05

��letmede çalı�anlara yönelik kariyer planlama ve geli�tirmesi uygulaması vardır.

4,02 0,58 4,04 0,46 4,69 0,48 8,578 <,05

��letmede kariyer planlama ve geli�tirmeye ba�lı olarak en yüksek terfi pozisyonuna gelebilece�imi söyleyebilirim.

3,83 0,77 3,54 0,93 4,31 0,63 3,887 <,05

Notlar:(i) n=100; (ii) Ölçekte 1 kesinlikle katılmıyorum ve 5 kesinlikle katılıyorum anlamındadır.; (iii) Parantez içindeki rakamlar gruba giren örnek sayısını göstermektedir.

Tablo-5.3.3.incelendi�inde “terfiler ve maa� artırımları performans de�erlemeye göre yapılmaktadır”, “i�letmede çalı�anlara yönelik kariyer planlama ve geli�tirmesi uygulaması vardır” ve “i�letmede kariyer planlama ve geli�tirmeye ba�lı olarak en yüksek terfi pozisyonuna gelebilece�imi söyleyebilirim” maddelerinde gruplar arasında istatistiksel bakımdan anlamlı bir fark görülmektedir.

5.4. Örgütsel Ba�lılı�a �li�kin Bilgiler

��letme çalı�anlarının örgütsel ba�lılıklarına ili�kin de�erlendirmelerini tespit etmek amacıyla a�a�ıda Tablo- 5.4.1.’deki faktörler be�li likert ölçe�i �eklinde sorulmu�tur. Ölçekte 1 kesinlikle katılmıyorum ve 5 kesinlikle katılıyorum anlamındadır. Sonuçlar Tablo- 5.4.1’de görüldü�ü gibidir.

90

Tablo- 5.4.1.: Ara�tırmaya Katılanların Örgütsel Ba�lılık Düzeyleri

Örgütsel Ba�lılık ifadeleri _ X

Std. Sap.

23 Kariyer geli�iminde ki�isel kariyer planıyla kurumun kariyer planının uyum içerisinde olması önemlidir.

4,43 0,67

18 ��letmede yaptı�ım i� tatmin edicidir. 4,33 0,73 22 Kariyer yönetimi için kariyer e�itiminin verilmesi gereklidir. 4,31 0,68

19 ��imdeki ba�arı durumum de�erlendirilir ve sonuçları hakkında bilgi verilir.

4,01 0,59

21 Kariyer planlaması yapmak çalı�anın i�letmeden ayrılmamasında etkilidir.

4,00 0,85

25 Bu i� yerine çok �ey borçluyum. 3,74 0,84 24 Bir i�letmeden di�erine geçmeyi uygun bulmuyorum. 3,67 1,04

20 Bir insanın i�yerine her zaman sadakat göstermesi gerekti�ine inanmıyorum.

2,00 1,06

Çalı�anların örgütsel ba�lılık düzeyleri incelendi�inde en önemli konu (4,43) ile kariyer geli�iminde ki�isel kariyer planıyla kurumun kariyer planının uyum içerisinde olması önemlidir konusu gelmektedir. Çalı�anların geleceklerini yönelik kariyerleri ile verecekleri kararları kurumun kendilerine sa�ladıkları kariyer olanakları ile örtü�mesi örgütsel ba�lılık düzeyini de artıracak ve kurumdan ayrılma oranı azalacaktır. Çalı�anların i�letmede yaptıkları i�lerden (4,33) ile tatmin oldukları görülmektedir. ��inden memnun ve tatmin olan bir çalı�anın örgütsel ba�lılık düzeyi artacaktır. Bu i�letmede aynı zamanda ki�ilerin yaptıkları i�leri severek yaptıklarını göstermektedir. Daha sonra önemli madde olarak (4,31) ile kariyer yönetimi için kariyer e�itiminin önemli oldu�u konusudur. ��letmede yapılan kariyer yönetimini çalı�anların benimsemesi için öncelikle yapılan i�in içeri�ini bilmeleri ve bu konuda bilinçli olması gerekir. Kariyer yönetimi benimseyen çalı�anların kurumdaki pozisyonları ve ki�isel olarak kariyer planları ile ilgili daha sa�lıklı kararlar vermelerine olanak sa�lanır.Kariyer planlaması yapmak çalı�anın i�ten ayrılmamamsında etkilidir (4,00)’dır. Küresel rekabet ve bilgi ça�ını ya�adı�ımız günümüzde çalı�anlar daha i� olanakları ve kariyer hedeflerini gerçekle�tirebilecekleri i�letmeleri seçmektedir. Dolayısıyla kariyer planlaması yapmak çalı�anların örgütsel ba�lılı�ını artıracaktır. Bu i� yerine çok �ey borçluyum ( 3,74); Bir i�letmeden di�erine geçmeyi uygun bulmuyorum (3,67); Bir insanın i�yerine her zaman sadakat göstermesi gerekti�ine inanmıyorum (2,00) ortalama ile sıralanmaktadır.

Ara�tırmaya katılanların örgütsel ba�lılıklarına ili�kin tutumlarında cinsiyete göre bir farklılık olup olmadı�ı ara�tırılmı�tır. Sonuçlar a�a�ıda Tablo-5.4.2.’deki gibidir.

91

Tablo-5.4.2.: Ara�tırmaya Katılanların Cinsiyetlerine Göre Örgütsel Ba�lılıklarına �li�kin Tutumları

Cinsiyet

Kadın (n=56)

Erkek (n=44)

Mann-Whitney U Testi

�fadeler

_ X

Std. Sap.

_ X

Std. Sap

Z p

��imdeki ba�arı durumum de�erlendirilir ve sonuçları hakkında bilgi verilir.

3,89 0,56 4,16 0,61 -2,463 <,05

Kariyer planlaması yapmak çalı�anın i�letmeden ayrılmamasında etkilidir. 3,80 0,84 4,25 0,81 -2,843 <,05

Kariyer yönetimi için kariyer e�itiminin verilmesi gereklidir.

4,16 0,73 4,50 0,55 -2,301 <,05

Kariyer geli�iminde ki�isel kariyer planıyla kurumun kariyer planının uyum içerisinde olması önemlidir.

4,30 0,74 4,59 0,54 -1,999 <,05

Bu i� yerine çok �ey borçluyum. 3,61 0,82 3,91 0,83 -2,101 <,05

Not: (i) n=100 (ii) parantez içindeki rakamlar her bir gruba giren ki�i sayısını göstermektedir.

Tablo-5.4.2. incelendi�inde “i�imdeki ba�arı durumum de�erlendirilir ve sonuçları hakkında bilgi verilir”, “kariyer planlaması yapmak çalı�anın i�letmeden ayrılmamasında etkilidir”, “kariyer yönetimi için kariyer e�itiminin verilmesi gereklidir”, “kariyer geli�iminde ki�isel kariyer planıyla kurumun kariyer planının uyum içerisinde olması önemlidir” ve “bu i� yerine çok �ey borçluyum” maddelerinde cinsiyete göre istatistiksel bakımdan anlamlı bir farklılık oldu�u ve erkek katılımcıların ba�lılık düzeylerinin bayanlara göre daha yüksek oldu�u görülmektedir.

Ara�tırmaya katılanların örgütsel ba�lılıklarına ili�kin tutumlarında ya� gruplarına göre bir farklılık olup olmadı�ı ara�tırılmı�tır. Sonuçlar a�a�ıda Tablo- 5.4.3. ’deki gibidir.

Tablo-5.4.3.: Ara�tırmaya Katılanların Ya� Gruplarına Göre Örgütsel Ba�lılıklarına �li�kin Tutumları

Ya� Grupları

18-30 (n=37)

31-44 (n=57)

45 ve üzeri (n=6)

Anova Testi

�fade

_ X

S.S. _ X

S.S. _ X

S.S. F p

Bir insanın i�yerine her zaman sadakat göstermesi gerekti�ine inanmıyorum.

1,95 0,91 1,88 1,02 3,50 1,38 7,194 <,05

Notlar:(i) n=100; (ii) Ölçekte 1 kesinlikle katılmıyorum ve 5 kesinlikle katılıyorum anlamındadır.; (iii) Parantez içindeki rakamlar gruba giren örnek sayısını göstermektedir.

92

Tablo 5.4.3. incelendi�inde “bir insanın i�yerine her zaman sadakat göstermesi gerekti�ine inanmıyorum” maddesinde gruplar arasında istatistiksel bakımdan anlamlı bir fark vardır.

Ara�tırmaya katılanların örgütsel ba�lılıklarına ili�kin tutumlarında e�itim düzeylerine göre bir farklılık olup olmadı�ı ara�tırılmı�tır. Sonuçlar a�a�ıda Tablo- 5.4.4. ’deki gibidir.

Tablo- 5.4.4.: Ara�tırmaya Katılanların E�itim Düzeylerine Göre Örgütsel Ba�lılıklarına �li�kin Tutumları

E�itim Düzeyi

�lkö�retim-Lise

(n=63)

Üniversite (n=24)

Yüksek Lisans-Doktora (n=13)

Anova Testi

�fade

_ X

S.S. _ X

S.S. _ X

S.S. F P

��imdeki ba�arı durumum de�erlendirilir ve sonuçları hakkında bilgi verilir.

3,92 0,58 4,04 0,62 4,38 0,51 3,494 <,05

Kariyer planlaması yapmak çalı�anın i�letmeden ayrılmamasında etkilidir.

3,87 0,89 4,42 0,58 3,85 0,90 4,004 <,05

Kariyer yönetimi için kariyer e�itiminin verilmesi gereklidir.

4,17 0,71 4,46 0,59 4,69 0,48 4,157 <,05

Kariyer geli�iminde ki�isel kariyer planıyla kurumun kariyer planının uyum içerisinde olması önemlidir.

4,32 0,67 4,58 0,72 4,69 0,48 2,59 <,05

Notlar:(i) n=100; (ii) Ölçekte 1 kesinlikle katılmıyorum ve 5 kesinlikle katılıyorum anlamındadır.; (iii) Parantez içindeki rakamlar gruba giren örnek sayısını göstermektedir.

Tablo 5.4.4. incelendi�inde “i�imdeki ba�arı durumum de�erlendirilir ve sonuçları hakkında bilgi verilir”, “kariyer planlaması yapmak çalı�anın i�letmeden ayrılmamasında etkilidir”, “kariyer yönetimi için kariyer e�itiminin verilmesi gereklidir” ve “kariyer geli�iminde ki�isel kariyer planıyla kurumun kariyer planının uyum içerisinde olması önemlidir” maddelerinde gruplar arasında istatistiksel bakımdan anlamlı bir fark oldu�u görülmektedir.

93

SONUÇ VE ÖNER�LER

Üçüncü dalga toplumu, Enformasyon toplumu veya Hizmetler Sınıfı Toplumu gibi de�i�ik kavramlarla isimlendirilen bilgi toplumunda örgütlerin en önemli sermayelerinin insan unsuru oldu�u anla�ılmı�tır. �nsan sermayesinin bu kadar önemli hale gelmesi, örgüt ve çalı�anların i�birli�i ve sadakatine dayanan örgütsel ba�lılı�a duyulan ihtiyacı artırmaktadır.

Günümüzde örgütlerin yapı ve süreçlerini derinden etkileyen küreselle�me, i�letmelerin ve bireylerin ayakta kalabilmeleri için her alanda rekabetçi konuma gelmelerini bir zorunluluk haline getirmi�tir. Bu küresel rekabet ortamında i�letmelerin ba�arılı olabilmesi ve örgütsel verimlili�i arttırabilmeleri sadece yapı-süreç ve teknolojik de�i�ikliklerle de�il, aynı zamanda ve en önemlisi insan kayna�ını e�itmek, geli�tirmek ve gelece�e hazırlamakla mümkün olabilecektir. Fakat, günümüzün belirsiz, sınırları kalkmı� ve sürekli de�i�en dünyasında gerek i�letmelerin ve gerekse bireylerin her alanda oldu�u gibi kariyer planlama ve geli�tirme konusunda da beklentilerinin sürekli de�i�mesine neden olabilmektedir. Bu kapsamda küreselle�en i� hayatında yeniden �ekillenen farklı kariyer yolları ve yakla�ımları örgütlerin ve bireylerin gelece�e yönelik karar ve beklentilerini yönlendirmede önemli açılımlar sa�layabilece�i ifade edilebilir

Örgüt ve çalı�anlar arasındaki ili�kinin oda�ını örgütsel ba�lılık olu�turmaktadır. Örgütlerin günümüzde içerisinde bulundu�u �iddetli rekabet, küçülerek büyüme, �irket evlilikleri gibi durumlarda ba�arılı olabilmeleri için örgütsel ba�lılık, örgüt yönetimlerine çe�itli avantajlar sa�lamaktadır. Çalı�anların hedef ve de�erleriyle örgütün hedef ve de�erlerinin bütünle�mesi, örgüt yararına gönüllü olarak fazladan çaba sarf etme ve örgüt üyeli�inin devamını isteme anlamına gelen ba�lılık pek çok problemi kendili�inden çözüme kavu�turacak ve örgütlerin rekabet ortamında bir adım öne çıkmalarına neden olacaktır.

Örgütsel ba�lılı�ın sa�lanılmasında yöneticilerin dikkate alması gereken yönetsel önlemler �unlar olabilir.

• Yönetim politika ve uygulamalarında adaletli olunması ve hiçbir çalı�anın hakkının yenilmemesine dikkat edilmelidir. Yapılan ara�tırmalar göstermektedir ki yersiz, yetersiz ve yanlı� uygulamalar çalı�anların örgütlerine ba�lılık göstermemelerinin temel nedenini te�kil etmektedir.

• Çalı�anların beklentileri belirlenerek, bunları tatmin etmeye yönelik giri�imlerde bulunulmadır. Böylece çalı�anlar i�leri sayesinde tatmin olduklarından i�letmeye kar�ı verimliliklerini artıracaklardır.

• Örgütte çalı�anların amaçları arasında uyumun adil bir �ekilde gerçekle�tirilmelidir. Bu sayede örgüt içinde amaç çatı�ması ya�anmayacak ve verimli bir çalı�ma ortamı sa�lanacaktır.

94

• Mutlaka ba�arılı çalı�anları ödüllendiren bir ödül sistemi tesis edilmelidir. Bu sayede çalı�malarının kar�ılı�ını adaletli olarak elde eden çalı�anlar i�letmeye kar�ı güven duyacaklardır.

• Çalı�anların performans de�erlendirmeleri zamanında yapılmalı ve çalı�anlara ildirilmelidir. Bu sayede çalı�anlar verimlerinin farkında olup buna göre kendilerini geli�tireceklerdir.

• Görev ve rol tanımları rol çatı�masına yol açmadan örgüte ba�lılık duygusu olu�turacak biçimde açık ve anla�ılır biçimde ortaya konulmalıdır. Böylelikle çalı�anlar ilerleyecekleri konumlardan haberdar olduklarından performansları artacaktır.

• Çalı�anların önemli kararlarda fikirleri alınmalı, onlara da söz hakkı tanınmalıdır. Kararlarına önem verildi�i çalı�an, kendini i�letmenin bir parçası hissedecektir.

• Her bir çalı�ana birey olarak de�er verildi�i hissi kazandırılmalıdır. Bu sayede çalı�an-i�letme ba�lılı�ı sa�lanacaktır.

• Çalı�anlara yaptıkları i�in örgüt için ne denli önemli oldu�u bilinci kazandırılmalıdır. Böylece çalı�an kendine de�er verildi�ini görüp i�letmesine daha sıkı ba�lanacaktır.

• Çalı�anların bilgi ve becerilerinin geli�tirilmeli ve bilgi ve becerilerine uygun i�lerde çalı�tırılmalıdır. Böylece çalı�an ile yaptı�ı i� arasında uyum sa�lanacak, çalı�an yaptı�ı i�ten tatmin olacaktır.

• Görev ve sorumlulu�a denk yetkiler verilmelidir. Aksi takdirde sadece görev verilip sorumluluk verilmedi�inde çalı�an yapmasını istenen i�i gerekli verimde yapmayacaktır.

• Çalı�anlara görevlerinin yerine getirilmesinde gerekli özerkli�in verilmesi gerekmektedir.

Kariyerin do�ası ve biçimi hızla de�i�en ve geli�en insan kaynakları uygulamaları çerçevesinde sürekli de�i�mekte, evrim geçirmekte ve kariyer geli�imi bugün çok daha önemli bir hale gelmektedir. Bu anlamda i�letmelerin insan kaynaklarına yatırım anlamında kabul edilen yeni kariyer yakla�ımlarını yakından takip etmeleri ve bu yakla�ımları çalı�anların i� tatminini arttıracak �ekilde örgüt yapılarıyla bütünle�tirerek uygulamaları etkin ve rekabetçi bir örgüt yaratabilme yönünde seçilebilecek en iyi yol olarak gözükmektedir

Sonuç olarak, yo�un rekabetin ya�andı�ı dünya pazarlarında örgütlerin ayakta durabilmeleri ve rekabet edebilmeleri için sahip oldukları en önemli sermaye olan insan kayna�ını etkin ve verimli biçimde kullanmaları gerekmektedir. Ekonomik ve siyasi istikrarsızlı�ın bir gelenek haline dönü�tü�ü ülkemizde sık sık ya�anılan krizlerin neden oldu�u pek çok örgütsel

95

problemden en az zararla kurtulabilmekte örgütsel ba�lılık örgüt yönetimlerine önemli açılımlar sunabilmektedir.

KAYNAKÇA

Aldemir C. A. Ataol ve G. Budak, Personel Yönetimi, 3.b., Barı� Yayıncılık, �zmir, 1998

Argüden M., Örgütsel Kariyer Yönetimi ve Yapı Kredi Bankası Uygulaması, A.Ü. Sosyal Bilimler Enstistüsü Yüksek Lisans Tezi, 1998

Aytaç Serpil, Çalı�ma Ya�amında Kariyer Yönetimi Planlaması Geli�tirilmesi Sorunları, 1. Baskı, Epsilon Yayıncılık, �stanbul 1997

Balay Refik, Yönetici ve Ö�retmenlerde Örgütsel Ba�lılık, Nobel Yayın Da�ıtım, Ankara, Kasım 2000

Can Halil, Organizasyon ve Yönetim, Siyasal Kitabevi, 3. Baskı, Ankara, 1994

Erdöl C., Kariyer Planlama Sistemi, Kariyer Yönetimi, Kariyer Geli�tirme, Kariyer Sorunları ve Koçluk Uygulamaları, Gebze �leri Teknoloji Enstitüsü, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Gebze, 2000

Hall, Douglas T.; Benjamin Schneider ve H. T. Nygren. “ Personal Factors in Organizational Identification”. Administrative Science Quarterly, Vol.: 15, Issue: 2, (Jun, 1970)

�bicio�lu H., Örgütsel Ba�lılıkta Paradigmatik Uyumun Yeri, Dokuz Eylül Üniversitesi �ktisadi ve �dari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt:15, Sayı: 1, 2000

Karatepe O. ve Halıcı A., �� Tatmininin Örgütsel Ba�lılık Üzerindeki Etkilerine Yönelik Ampirik Bir De�erlendirme, 6. Ulusal Yönetim Kongresi,1998

Kele�, Hatice, Necla Çelik , �� Tatmininin Örgütsel Ba�lılık Üzerindeki Etkisine �li�kin �laç Üretim ve Da�ıtım Firmalarında Yapılan Bir Ara�tırma, Konya, 2006

Mowday, Richard T.; Lyman W. Porter ve Richard M. Steers. Employee-Organization Linkages : The Psychology of Commitment, Absenteeism, and Turnover. New York: Academic Press, 1982

Noe,Raymond A., �nsan Kaynaklarının E�itim ve Geli�imi, Çeviren Prof.Dr.Canan Çetin, �stanbul: Beta Basım Yayın Da�ıtım, 1999

Nelson Debra ve J. Quick, Organizational Behaviour, New York: West Publishing Company,1997

96

Randall, D.M., Commitment And Organization: The Organization Nan Revisited, Academy Management Reviev, 1987

Tortop Nuri, Personel Yönetimi, TODA�E, Devlet �statistik Enstitüsü Matbaası, 1992

97

VER� ZARFLAMA ANAL�Z� VE HASTANE ETK�NL���N�N ÖLÇÜLMES�NDE KULLANIMI

Dr. Yunus Emre ÖZTÜRK1

ÖZET

Veri Zarflama Analizi (VZA), son yıllarda yönetim bilimlerinde çok yaygın olarak kullanılan bir metottur. Veri Zarflama Analizi do�rusal programlamanın özel bir uygulama �ekli olup, aynı amaç ve hedeflere sahip i�letmelerin göreceli olarak verimlili�ini ölçmede kullanılmaktadır. VZA matematiksel programlama tekniklerini kullanarak çok sayıda girdi ve çok sayıda çıktıyı de�erlendirir ve benzer karar verme birimlerinin (Decision Making Unit - DMU) etkinlik (efficiency) analizini yapar. VZA’nın en önemli avantajı, klasik etkinlik yakla�ımlarından farklı olarak girdi ve çıktıların a�ırlıklarının analizci tarafından belirlenmesidir. Bu çalı�ma, özellikle son yıllarda ilgili literatürde kullanımı artan veri zarflama analizinin hastanelerin göreli etkinlik ölçümünde nasıl kullanıldı�ı ile ilgili betimleyici ve sorgulayıcı bir bakı� açısıyla bilgi vermeyi amaçlamaktadır.

Anahtar Kelimeler: Veri Zarflama Analizi, Hastane Etkinli�i

DATA ENVELOPMENT ANALYS�S AND US�NG HOSP�TAL EFF�C�ENCY

ABSTRACT

Data Envelopment Analysis (DEA) has become one of the most widely used methods in management science. Data envelopment analysis (DEA) is an application of linear programming that has been used to measure the relative efficiency of operating units with the same goals and obfectives. DEA uses mathematical programming techniques to evaluate multi input-multi output data and finds the relative efficiency scores of similar Decision Making Units (DMUs). On the contrary to classical efficiency approaches, the most important feature of DEA is that the determination of weights for inputs and outputs by the analyzer is not required.

Keywords: Data Envelopment Analysis, Hospital Efficiency

G�R��

Günümüzde i�letmelerin gerek duydu�u kaynaklar giderek azalmakta; kıt kaynakların etkin �ekilde kullanımının önemi ise giderek artmaktadır. Dolayısıyla ekonomik büyüme ve kalkınmanın temel hedefi, etkinli�in arttırılmasıdır. ��letmelerin kaynaklarını etkin �ekilde kullanıp kullanmadıklarının ölçümü, aynı sektörde faaliyet gösteren ve benzer üretim

1 Ö�r.Gör. Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu

98

faktörleri kullanarak, benzer ürünler üreten i�letmelerle kar�ıla�tırılmaları yolu ile gerçekle�tirilebilir. Bu noktada birden çok girdi-çıktının oldu�u ve girdi-çıktıların farklı ölçü birimlerine sahip oldu�u durumlarda, i�letmelerin göreli etkinli�ini ölçmeyi amaçlayan veri zarflama analizi (VZA) yöneticilere önemli bir yardımcı araç sunmaktadır. Do�rusal programlama tabanlı bir teknik olan VZA'da temel varsayım, tüm i�letmelerin benzer stratejik hedeflere sahip olması ve aynı tür girdi kullanıp aynı tür çıktı üretmesidir.

VZA, analitik bir fonksiyonel yapıya gerek duymaması, çoklu girdi ve çoklu çıktıyı aynı anda de�erlendirebilmesi, etkin ve etkin olmayan karar verme birimlerini birbirinden ayırarak etkin birimler içinden referans noktaları olu�turması, girdi ve çıktıların ortak bir birimle ifade edilemedi�i durumlarda dahi kullanılabilmesi gibi özelliklerinden dolayı ön plana çıkarılmakta, uygulama alanını geni�letmektedir. Bu nedenle VZA, hastaneler, okullar, sa�lık birimleri, bankalar, pazar ara�tırması, tarım, ula�tırma, kamu idaresi gibi birçok farklı kurulu�un etkinli�inin de�erlendirilmesinde ba�arı ile uygulanmaktadır.

VER�ML�L�K ETK�NL�K VE ETK�L�L�K KAVRAMLARI

Verimlilik (productivity), bir üretim ya da hizmet sürecinin belli bir dönem sonunda üretilmi� olan ürün ve hizmetlerle (çıktı), bu üretimi gerçekle�tirmek amacıyla kullanılan üretim kaynaklarının (girdi) birbirine oranlanması ile elde edilen bir katsayıdır. “Verimlilik = Çıktı / Girdi” formülü ile ifade edilmektedir.

Tek girdi - tek çıktı durumu dikkate alındı�ında, herhangi bir karar verme biriminin (KVB)2 verimlili�i, çıktının girdiye oranı olarak tanımlanmaktadır. Ba�ka bir deyi�le, (0,0) noktasından ba�layan ve karar verme birimini temsil eden noktadan geçen do�runun e�imi, bu karar verme birimi için verimlilik de�erini vermektedir (Tarım, 2001: 11). A�a�ıdaki �ekilde tek girdi - tek çıktı durumu için gözlenen çe�itli karar verme birimleri verilmi�tir.

2 KVB, bir takım girdileri bir takım çıktılara dönü�türmekten sorumlu i�letme veya ekonomik kurulu�lar, departmanlar, hükümet programları vb. olarak tanımlanır. Kısaca "karar birimi" olarak da nitelendirilir. (KVB - Decision Making Units" ya da "DMU's)

99

�ekil 1. Verimlilik

Kaynak: Tarım, 2001: 11

Bu karar verme birimleri içerisinde en yüksek verimlili�e F karar verme biriminin sahip oldu�u görülmektedir. Bunun nedeni ise, di�er karar verme birimlerine nazaran daha az kaynak (girdi) kullanmasına kar�ın daha çok ürün ya da hizmet (çıktı) üretmesidir. Bu karar verme biriminden geçen ve e�imi verimlilik düzeyini gösteren do�ru kesiksiz çizgi ile gösterilmi�tir. Gözlemler arasında en dü�ük verimlili�e A karar verme birimi sahiptir. B ve C karar verme birimleri birbirinden çok farklı ölçekte çalı�malarına ra�men aynı verimlilik düzey indedirler. Benzer �ekilde, D ve E karar verme birimleri de aynı verimlilik düzeyinde olup, verimlilik de�eri F'den küçük, di�erlerinden büyüktür.

Etkinlik (eficiency) kavramı verimlilik formülünün paydası yani girdilerle ilgilidir. Etkinlik, girdi unsurlarının ya da üretim kayna�ının fiili kullanım durumunun belli teknikler ile saptanmı� standartlara kıyaslaması ile bulunan bir gösterge olarak kabul edilebilir. “Etkinlik = Fiili de�er / Standart De�er” formülü ile ifade edilmektedir (Pilyavsky ve Staat, 2008: 146).

��letme yönetiminde "Teknik Etkinlik, Fiyat Etkinli�i ve Ölçek Etkinli�i" olmak üzere, üç türlü etkinlik kavramının öne çıktı�ı görülmektedir. Bu kavramlar Farrel’in 1957 tarihinde yazmı� oldu�u "The Measurement of Productivite Efîciency" adlı makalesinde yer almaktadır. Farrell'e göre, bir i�letmenin elinde bulundurdu�u girdi bile�imini en uygun biçimde kullanarak mümkün olan en çok çıktıyı üretmedeki ba�arısı "Teknik Etkinlik"; girdi ve çıktı fiyatlarını göz önüne alarak en uygun girdi karmasını seçmedeki ba�arısı "Fiyat Etkinli�i"; uygun ölçekte üretim yapmadaki ba�arısı ise "Ölçek Etkinli�i" olarak tanımlanmaktadır. Bu bile�enlerin hepsi birden bir i�letmenin "Genel Ekonomik Etkinli�ini" belirlemektedir (Yolalan, 1993).

Etkililik (effectiveness) kavramı ise verimlilik formülünün payı yani çıktılarla ilgilidir. Etkililik, bir karar biriminin daha önceden belirlenen

100

amaçlara ne derecede ula�tı�ını gösteren bir orandır. Gerçekle�en çıktıların planlanan çıktılara oranlanmasıyla ifade edilmektedir. Dolayısıyla etkililik çıktılarla ilgili bir kavram iken etkinlik eldeki kaynakların kullanımıyla (girdilerle) ilgili bir kavramdır (Yavuz, 2003: 2).

ETK�NL�K ÖLÇÜM YÖNTEMLER�

Etkinlik konusunda birçok çalı�ma yapılmı� ve bu çalı�malar içinde birçok model önerilmi�tir. En çok kullanılan etkinlik ölçüm yöntemleri üç ana ba�lık altında toplanmaktadır ( Bozda� vd., :2001:1):

• Oran Analizi

• Parametrik Yöntemler

• Parametrik Olmayan Yöntemler

Parametrik ve parametrik olmayan yöntemleri, "sınır yakla�ımı" (frontier approach) adı altında tek bir grupta toplamak da mümkün olabilir. Etkinli�in ölçümü için yukarıda sıralanan yöntemlerden en basit olanı oran analizidir. Bu yakla�ımda her bir oran etkinlikle ilgili boyutlardan sadece bir tanesini göz önüne alırken di�erlerini göz ardı etmektedir, dolayısıyla oran analizi tek boyutlu bir yöntemdir. Bu durumda, ele alınan tek boyutun etkinli�inin i�letmenin etkinli�i olarak de�erlendirmek de sakıncalı bir yakla�ımdır. Zira oran analizi sonucunda bulunan oranların bazıları, i�letmenin son derece ba�arılı oldu�u görünümünü verirken, bazıları da i�letmenin son derece ba�arısız oldu�u sonucunu vermektedir. Çoklu girdi ve çoklu çıktısı olan üretim ya da hizmet sistemlerinde oran analizini kullanmak anlamlı olmamaktadır.

Etkinlik ölçüm yöntemlerinden ikinci grup ise parametrik yöntemlerdir. Bu yöntemlerde, etkinlik ölçümü gerçekle�tirilecek olan endüstri dalına ili�kin üretim fonksiyonunun analitik bir yapıya sahip oldu�u varsayımı yapılır ve bu fonksiyonun parametrelerinin belirlenmesine çalı�ılır. Cobb-Douglas tipi üretim fonksiyonuna ili�kin parametrelerin belirlenmesi bu tür yöntemlere örnek olarak gösterilebilir. Parametreli yöntemlerde genel olarak regresyon analizleri ile tahmin yapılırken, üretim fonksiyonu ço�unlukla tek çıktı ile birçok girdiyi ili�kilendirerek tanımlamaktadır. Regresyon analizi, bilinen bulgulardan bilinmeyen gelecekteki olaylarla ilgili tahminler yapılmasına imkân verir. Regresyon, de�i�kenler arasındaki ili�kiyi ve do�rusal do�ru kavramını kullanarak, bir tahmin e�itli�i geli�tirir. Bu yöntemle bir de�i�kenin skorları bilindi�inde, di�er de�i�kenin skorları tahmin edilebilir. Regresyon analizi, birçok girdi ile çıktıyı içerebildi�inden oran analizinden daha üstün ve kapsamlıdır. Etkinlik analizinde, regresyon analizi, girdi düzeylerinin bir fonksiyonu olarak karar verme biriminin çıktı düzeyinin belirlenmesinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Regresyon analizi ile etkinlik ölçümü, regresyon do�rusuna göre yapılmaktadır. Regresyon do�rusunun

101

üzerinde kalan noktalar etkin, do�ru altında veya do�ru üstünde kalan noktalar etkinsiz olarak nitelendirilebilir. Etkinlik ölçümünde regresyon analizinin bazı dezavantajları söz konusudur. Bunlardan biri en iyi performansa göre etkinlik analizi yerine ortalama performansa göre etkinlik analizi yapmaktadır. Di�er bir sakıncası ise birden çok girdi de�i�kenine kar�ılık tek çıktının analizini yapmakta; çoklu girdi ve çoklu çıktı arasındaki ili�kiyi açıklamada yetersiz kalmaktadır (Özata, 2004: 91).

Parametrik yöntemlere alternatif olarak geli�tirilen, parametrik olmayan yöntemler ise, do�rusal programlama tabanlıdır ve parametrik yöntemlerde oldu�u gibi etkinlik sınırını belirleyip, birimlerin bu sınıra olan uzaklı�ını ölçmeyi hedeflemektedir. Ancak parametrik yöntemlerden farklı olarak, üretim fonksiyonunun yapısı ile ilgili herhangi bir varsayımda bulunmamaktadır. Çünkü bu yöntemlere etkinlik sınırı, varsayılan bir durum de�il, gözlenen birimler tarafından olu�turulmaktadır. Parametrik olmayan yöntemlerde, birbirinden ba�ımsız birden fazla girdi ve çıktı modelde yer almakta, ancak bunlar tek bir etkinlik ölçüsüne indirgenerek, her boyutun aynı anda ölçülmesine olanak tanımaktadır. Bu çalı�manın konusu olan VZA, karar verme birimlerinin göreli etkinliklerinin ölçülmesi amacı ile kullanılan parametresiz bir etkinlik yöntemidir. VZA'nın regresyon analizinden en önemli farkı, regresyon analizinin ortalamayı göstermesine kar�ın, VZA'nın en iyi performansla ilgilenip, sınır do�rusundan sapmalarla bütün performansları de�erlendirmesidir (Yolalan, 1993: 86).

VER� ZARFLAMA ANAL�Z�

Günümüzde üretim ve hizmet süreçlerinde bir tane girdi ile bir tane çıktının elde edildi�i süreçler yok denecek kadar azdır. Ço�unlukla çok sayıda girdi kullanılarak çok sayıda çıktı elde edilir. Bu tür süreçlerde tek bir girdiye ya da çıktıya odaklanarak ba�arılı ve ba�arısız uygulamaları seçmek do�ru sonuçlar vermeyecektir. O halde ba�arılı ve ba�arısız uygulamaları seçerken ölçülebilen tüm girdileri ve çıktıları göz önünde bulunduran ve bunların etkilerini ölçümlemeye dâhil edebilecek bir yöntem kullanmak gerekmektedir. Dolayısıyla; yukarıda belirtildi�i gibi, parametrik olmayan bir yöntem olan Veri Zarflama Analizi (Data Envelopment Analysis) ile çoklu girdi ve çoklu çıktısı olan karar verme birimlerinin göreli etkinli�i ölçülebilmektedir. Elde edilen etkinlik de�eri ile karar verme birimi, kendi üretim yapısı hakkında detaylı bilgi edinirken, aynı zamanda sektöründe yer alan ve incelemeye alınan di�er karar verme birimleri ile kendi durumunu kar�ıla�tırabilmektedir. Karar verme birimleri arasındaki kar�ıla�tırma, girdilerin çıktılara dönü�türülmesi sürecine göre yapılmaktadır. Bu amaçla, Veri Zarflama Analizi, gözlenen ya da incelemeye alınan karar verme birimleri içinde en az girdi bile�imini kullanarak en çok çıktı bile�imini üreten "en iyi" karar verme birimlerini belirlemektedir. Belirlenen bu "en iyi" karar verme birimleri etkinlik sınırını olu�tururken, herhangi bir karar verme biriminin etkinli�i bu sınıra olan uzaklı�ına göre

102

ölçülmektedir. En iyi gözlemlerin olu�turdu�u sınır "referans" olarak alınır ve di�er karar verme birimlerinin bu sınıra olan radyal uzaklıkları (ya da etkinlik düzeyleri) ölçülerek etkin olup olmadıklarına karar verilir.

Yukarıda verilen açıklamaları biraz detaylandırırsak; etkinli�i ölçülecek karar birimine ait girdi ve çıktıları içeren bir veri seti oldu�unda, VZA yardımıyla referans grupların bütün birimlerine dayanarak do�rusal programlama yardımıyla bir “kuramsal etkinlik sınırı” olu�turulmaktadır. Bu durumda kuramsal birime ait çıktı, referans grubundaki bütün çıktıların a�ırlıklı ortalamaları yardımıyla hesaplanmaktadır. Kuramsal birime ait girdi ise, yine bütün referans grubundaki girdilerin a�ırlıklı ortalamaları ile belirlenmektedir. Do�rusal programlama modelindeki kısıtlar, kuramsal birim çıktılarının, incelenen birim çıktılarından büyük veya e�it olmasını gerektirmektedir. Kuramsal birimin girdilerinin, incelenen birimin girdilerinden daha dü�ük olması, kuramsal birimin aynı veya daha fazla çıktıyı daha dü�ük girdi kullanarak elde etti�ini göstermektedir. Bu durumda kuramsal birimin incelenen birimden daha etkin oldu�u yorumu yapılmaktadır (Özata. 2004: 93).

�ekil 2. VZA’ da Etkinlik Sınırı

Kaynak: Özata. 2004: 93

�ekil 2’de görüldü�ü gibi VZA, en yüksek performans gösteren karar birimlerinin etkinlik düzeylerini bir sınır olarak belirlemekte ve en yüksek performansı gösteren karar birimlerini ölçü olarak kabul ederek di�er karar birimlerini bu ölçüye göre kıyaslamaktadır. En iyi performans en az girdi ile en yüksek çıktının elde edilmesiyle sa�lanmaktadır. Bu durumda olan karar birimlerinin etkinlik düzeyi 1’e (%100) e�it kabul edilmekte ve etkin sayılmaktadır. Sınır çizgisinin altında kalanların, yani etkinlik düzeyi 1’den küçük olanların ise, etkin olmadı�ı sonucuna varılmaktadır. Karar birimlerinin etkinlik düzeyi 0’dan küçük, 1’den büyük olamamaktadır.

103

. �lgili Literatür

Farrell, 1957 yılında yayımlanan, "The Measurement of Productive Efficiency" adlı çalı�masıyla günümüzde yaygın olarak kullanılmakta olan VZA’nın teorik öncülü�ünü yapmı�tır. Farrell'ın bu çalı�ması üretim etkinli�ini açıklamaya yöneliktir. Etkinlik ölçümünde dönüm noktası olan bu çalı�masında Farrell, bu alanda kullanılan emek verimlili�i endeksi, sermaye verimlili�i gibi önceki yöntemlerin, tutarlı ölçümler ortaya koymasına ra�men, bu yöntemlerin birden fazla girdinin, tatmin edici bir toplam etkinlik ölçütüne ula�mak için, bir arada ölçülmesinde ba�arısız oldu�unu vurgulamı�tır. Bu sebepten verimlili�in ölçülmesi için, daha iyi yöntem ve modellerin geli�tirilmesine ihtiyaç oldu�unu ifade etmi�tir. Farrell, çok girdili modellerin toplam etkinlik ölçütüne ula�mak için aktivite bazlı bir yöntem önerisinde bulunmu�tur. Bu ba�lamda, ortaya koydu�u ölçütler, kendi ifadesiyle “Atölyeden, ekonominin tümüne”, üretim yapan her organizasyona uygulanabilmektedir (Farrell, 1957; 254). Süreç içerisinde, Farrell "verimlili�i", "etkinlik" kavramına ta�ımı�tır.

Veri Zarflama Analizinin (VZA) (Data Envelopment Analysis) ilk uygulaması, W.W.Cooper'ın danı�manlı�ında Edwardo Rhodes'in Carnegie Mellon Üniversitesindeki "Kent ve Kamu" konulu doktora tezi ara�tırmasına yardım etmek amacıyla okullar üzerinde gerçekle�tirilmi�tir. Edwardo Rhodes bu çalı�masında "Program Follow Through”u de�erlendirmi�tir. Bu program dezavantajlı ö�renciler (ço�unlukla siyahlar ve Latin Amerikalı ö�renciler) için e�itim programıdır ve federal hükümetten destek sa�lanarak ABD'deki kamu okullarına uygulanmı�tır. Analiz, Program Follow Through'a katılmı� ve katılmamı� okul gruplarının performansını kar�ıla�tırmayı içermektedir. Veri olarak, yapılan sosyal testlerin sonucundaki ölçümler alınmı�tır. Rhodes, yaptı�ı bu çalı�mada, önce regresyon ve korelâsyon tekniklerini denemi�, ancak elde etti�i sonuçları tatmin edici bulmayınca, farklı teknikler ara�tırma yoluna gitmi�tir. Ara�tırmalar esnasında, Rhodes, Farrell'in makalesini fark ederek üzerinde çalı�tıkları kesirli programlama modelini, VZA olarak isimlendirilen lineer programlama modeline uyarlamı�tır. Dolayısıyla çok boyutlu ve parametrik olmayan ölçüm tekni�i olarak VZA, ilk kez literatürde bugünkü anlamı ile A. Charnes, W.W. Cooper ve E.Rhodes (CCR Modeli, 1978) tarafından European Journal of Operational Research dergisinde yayınlanan makalelerinde kullanılmı� ve daha sonra yönetim biliminde, kamu sektörü karar alma birimlerinin kar�ıla�tırılmalı teknik verimliliklerinin analizinde yeni bir araç olarak benimsenmi�tir (Cooper, 2005:5). Rhodes'in Ölçekten Sabit Getiri varsayımı (CRS- Constant to Return Scale) altında geli�tirdikleri ilk model (CCR) daha sonra Banker, Charnes ve Cooper (1984) tarafından Ölçekten De�i�ken Getiri (VRS- Variable Return to Scale) formunda da düzenlenerek, etkinlik ölçümüne yeni bir boyut kazandırılmı�tır. VZA'nın bu formu ise BCC modeli olarak anılmaktadır. CCR ve BCC modellerinin ortaya çıkması ile birlikte VZA'nın teorik geli�imine katkıda bulunacak çalı�malar hız kazanmaya ba�lamı�tır (Phillips,2005: 319).

104

. Amaçları

VZA yönteminin kullanılabilmesi için, öncelikle aynı kararların uygulandı�ı ve benzer örgütsel yapıya sahip olan karar verme birimlerinin seçilmesi zorunludur. Karar verme birimlerinin etkinli�inin ölçülebilmesi için, bu birimlere ait girdi ve çıktı de�i�kenleri belirlenmelidir. VZA modelinin ayrı�tırma yetene�inin çok olabilmesi için, girdi ve çıktı sayısının çok olması arzulanır. Bu nedenle, mümkün oldu�unca çok sayıda girdi ve çıktı elemanı seçilmelidir. Ancak seçilen girdi ve çıktı elemanlarının her karar birimi için kullanılıyor olması gerekmektedir. Veri Zarflama Analizinin uygulamadaki amaçlarını �u �ekilde sıralayabiliriz (Atan vd, 2002):

• Kar�ıla�tırılan birimlerin her biri için girdi-çıktı boyutlarından herhangi birinde göreli etkinsizli�in kaynaklarının ve miktarlarının belirlenmesi,

• Etkinli�e göre birimlerin sınıflandırılması,

• Kar�ıla�tırılan birimlerin yönetimlerinin de�erlendirilmesi,

• Birimlerin kontrolleri dı�ındaki program ve politikaların verimliliklerini de�erlendirmek ve program etkinsizli�i ile yönetsel etkinsizlikleri ayırt etmek,

• De�erlendirme altındaki birimler için kaynakların yeniden atanması amacıyla niceliksel bir temel olu�turması. Bu yeniden atama politikalarının genel amacı, sınırlı kaynakları istenilen çıktıları üretmekte daha etkin kullanılabilecek birimler arasında de�i�tirmektir.

• Birimler arasındaki kar�ıla�tırma ile do�rudan do�ruya ili�kili olmayan amaçlar için etkin birimlerin yada etkin girdi-çıktı ili�kilerinin belirlenmesi,

• Spesifik girdi-çıktı ili�kileri için yürürlükteki standartların gerçekle�en performansa göre incelenmesi ve gözden geçirilmesi,

• Önceki çalı�madaki sonuçlarının kar�ıla�tırılması

. Kuramsal Temel

A�a�ıdaki �ekilden hareketle, VZA’nın kuramsal temeli grafiksel olarak açıklanmaya çalı�ılacaktır. �ekil 3’te tek girdi kullanarak tek çıktı üreten A, B, C, D, E, F, G, H, I karar birimlerinin (KB) üretim süreci incelenmektedir(Özata. 2004: 94).

�ekilde A, B, C karar birimleri en yüksek verimlilik düzeyine sahip olup, üzerilerinde bulundukları do�runun e�imi verimlilik düzeylerini göstermektedir. Bu karar birimlerinin bulundu�u ölçek büyüklü�ü Banker (1984) tarafından en verimli ölçek büyüklü�ü olarak tanımlanmı�tır. Optimum ölçekte üretim yapabilme ba�arısı ise ölçek etkinli�i olarak adlandırılmaktadır. Bu durumda A, B ve C karar birimlerinin ölçek etkin oldukları söylenebilir.

105

�ekil 3. VZA’nın Grafiksel Gösterimi

Kaynak: Özata, 2004: 94

Karar birimlerinin herhangi bir israfta bulunmadan üretim gerçekle�tirmeleri teknik etkinlik olarak ifade edilmektedir. Di�er bir ifadeyle teknik etkinlik, girdi bile�iminin en verimli �ekilde kullanılarak mümkün olan maksimum çıktıyı üretme ba�arısıdır (Tarım, 2001:14). Teknik etkin karar birimlerinin olu�turdu�u sınır üretim sınırı (üretim fonksiyonu) olarak adlandırılmaktadır. Bu sınır ise: D, E, C, F karar birimleri tarafından olu�turulmu�tur.

E karar birimi teknik etkinlik sınırı üzerinde bulunmakla birlikte en optimum ölçek büyüklü�ü üzerinde yer almamaktadır. Bu durumda E karar biriminin teknik verimlilik sınırından ayrılmamak kaydıyla C karar birimini örnek olarak hareket etmesi durumunda verimlili�i artarak optimum ölçek büyüklü�ünü yakalamaktadır. Bu durum ölçekten artan getiri olarak adlandırılmaktadır. Aynı �ekilde F karar biriminin C karar birimini örnek alarak ölçe�ini küçültmesi durumunda verimlilik düzeyi artacaktır. Bu durum ise ölçekten azalan getiri olarak adlandırılmaktadır. Ölçekten artan ve azalan getirinin birlikte olması durumu Banker, Charnes, Cooper tarafından ölçekten de�i�ken getiri (Variable Return to Scale- VRS) olarak adlandırılmaktadır(Özata. 2004: 94).

Ölçekten sabit getiri varsayımı (Constant to Return Scale- CRS) altında bir karar biriminin hem teknik etkinli�i, hem de ölçek etkinli�ini yakalaması durumu toplam etkinlik olarak adlandırmaktadır. Bu durumda:

Toplam etkinlik= Teknik Etkinlik* Ölçek etkinli�i

olarak formülize edilebilir. �ekilde bu tam toplam etkinli�e ula�an tek karar birimi ise C olarak gözükmektedir.

106

G, H, I karar birimleri ise, kullandıkları girdilerle daha fazla çıktı elde etmeleri gerekirken, daha az çıktı ürettiklerinden kaynak israfında bulunmu�lar ve etkinlik sınırının altında kalmı�lardır. Örnek olarak bu karar birimlerinden H’nin durumu incelenecek olursa:

H karar biriminin teknik etkin duruma gelebilmesi için ya kullandı�ı girdiyi azaltması ya da çıktısını artırması gerekmektedir. H karar birimi girdi yönelimli hareket etti�inde yani çıktılarını sabit tutmak �artıyla, girdilerini azaltmak için harekete geçerek D karar birimini örnek alması durumunda, D karar biriminin kullandı�ı girdi düzeyine ula�acak ve böylece teknik etkinlik sınırına gelecektir. Ölçe�e göre sabit getiri varsayımı altında ölçek etkin olabilmesi için ise aynı �ekilde A karar biriminin kullandı�ı girdi seviyesine kadar hareket etmesi gerekecek ve bu noktaya ula�ması durumunda ise ölçek etkin konuma gelecektir.

H karar birimi çıktı yönelimli hareket etti�inde, yani girdilerini sabit tutmak �artıyla, çıktılarını artırmak için harekete geçerek E karar birimini örnek alması durumunda ise, önce E karar biriminin üretti�i çıktı düzeyine ula�acak ve böylece teknik etkinlik sınırına gelecektir. Ölçe�e göre sabit getiri varsayımı altında ölçek etkin olabilmesi için ise aynı �ekilde B karar biriminin üretti�i çıktı seviyesine kadar hareket etmesi gerekecek ve bu noktaya ula�ması durumunda ise ölçek etkin konuma gelecektir. Tam ölçek etkin ve tam teknik etkin olması durumunda ise toplam etkin olabilecektir (Özata. 2004: 94).

. VZA Modelleri ve Matematiksel Gösterimi

VZA’nın toplam faktör verimlili�i esasına dayandı�ı yukarıda belirtmi�ti. m adet girdi kullanarak, s adet çıktı üreten bir karar birimi (k) için toplam faktör verimlili�i �u �ekilde formüle edilebilir:

=

=

m

iikik

s

rrkrk

Xv

Yu

1

1

Yukarıdaki formülde:

Yrk r= 1,...,s karar biriminin üretti�i çıktı miktarını,

Xik i= 1,...,m karar biriminin kullandı�ı girdi miktarını,

urk r= 1,...,s karar biriminin çıktılara verdi�i a�ırlık katsayısını,

vik i= 1,...,m karar biriminin girdilere verdi�i a�ırlık katsayısını simgelemektedir. Yukarıda verilen formül yardımıyla elde edilen toplam girdi ve toplam

çıktı de�erleri sanal de�erler olup, tüm girdi ve çıktıların tek bir de�er yardımıyla gösterilmesine imkân sa�lamaktadır. Ancak, burada dikkat edilmesi

107

gereken husus girdi ve çıktılara verilecek faktör a�ırlıklarının nasıl belirlenece�idir.

Faktör fiyatlarının bilindi�i ve kârlılı�ın nihai amaç oldu�u durumda faktör a�ırlıkları olarak faktör fiyatları kullanılabilir. Ancak kamu kesiminde oldu�u gibi, çe�itli ürünlerin ve hizmetlerin fiyatlarının kesin olarak belirlenemedi�i veya kârlılı�ın tek amaç olmadı�ı durumlarda a�ırlık tahsisi için bir yönteme gereksinim vardır. VZA bu tür bir i�levi görmektedir (Tarım, 2001: 49). Bunun için VZA karar birimlerinin kullandı�ı ve üretti�i çıktılara sanal faktör a�ırlıkları atamakta ve bu faktörler yardımıyla etkinlik skorlarının 0-1 aralı�ında olu�masını sa�layarak, göreli etkinli�in ölçümünü gerçekle�tirmektedir. Etkinlik skorlarının 0-1 aralı�ında olu�ması �u kısıtlar yardımıyla sa�lanmaktadır: Hiçbir karar biriminin (j) etkinlik skorunun 1 (% 100) üzerinde yer almamasını sa�layan kısıt:

nJ

Xv

Yu

m

iijik

s

rrjrk

,.......,1;1

1

1 =≤

=

=

b) Kullanılacak girdi ve çıktı a�ırlıklarının negatif olamamasını sa�layan kısıt:

urk ≥ 0 : r= 1,...s vik ≥ 0 : i= 1,...m Bu e�itsizlikler setini do�rusal programlama formuna çevirip Simpleks

ya da benzeri algoritmalarla çözüme ula�mak için maksimizasyon formundaki amaç fonksiyonunun paydasının 1'e e�itlenip bir kısıt haline getirilmesi yeterlidir. Charnes ve ark., (1978) tarafından geli�tirilen ve geli�tiren ki�ilerin soyadlarının ba� harfleriyle CCR olarak adlandırılan model a�a�ıda verilmi�tir. Bu model ölçe�e göre sabit getiri (CRS) varsayımı altında geli�tirilmi�tir (Ulucan, 2000).

CCR VZA Modeli

108

Kısıtlar:

urk ≥ 0 : r= 1,...,s vik ≥ 0 : i= 1,...,m

Yukarıdaki model n adet organizasyonel karar birimi için her birinin kendi parametreleri ile hazırlanıp n kere çözülmelidir. Özellikle etkin referans setlerinin belirlenmesinde destek sa�layan dual model ise a�a�ıda gösterilmi�tir.

Dual CRR VZA Modeli

min wk = qk

Kısıtlar:

Bu modeldeki λ dual de�i�keni etkin referans setlerini belirlemede kullanılmaktadır. k organizasyonel karar-biriminin primal modelinde pozitif de�erler verilen tüm λkj dual de�i�kenlerin kar�ılık geldikleri karar-birimleri etkindir. Bu karar-birimlerinin olu�turdu�u sete karar-birimi k’nın “referans seti,” adı verilir. Genellikle, e�er k verimli ise, o zaman referans setindeki tek karar birimi kendisi olacaktır ve dual de�i�ken λkk’nin de�eri 1.0' a e�it bulunacaktır. Etkin olmayan karar birimleri için referans seti, etkinli�in yakalanabilmesi için çıktıların hangi oranda arttırılması (ya da girdilerin hangi oranda azaltılması) sorusunun cevabını da sa�lamaktadır.

Charnes ve ark., (1978) tarafından geli�tirilen ve yukarıda matematiksel formu verilen CCR modelleri, karar birimlerinin toplam etkinlik skorlarını hesaplamaktadır. Toplam etkinlik skoru, teknik etkinlik ve ölçek etkinli�i de�erlerinin çarpımıdır. Teknik etkinlik skorlarını elde etmek için Banker ve ark., (1984) a�a�ıda matematiksel formu verilen ve geli�tiren ki�ilerin ba�

109

harfleriyle BCC olarak adlandırılan modeli geli�tirmi�lerdir. BCC modeli, ölçe�e göre de�i�ken getiri (VRS) varsayımını içermektedir (Ulucan, 2000).

BCC VZA Modeli s

max hk = Σ urk Yrk - µo r=1

Kısıtlar

Dual BCC VZA Modeli

Kısıtlar

110

.Güçlü ve Zayıf Yönleri

VZA’nın her analiz sisteminde oldu�u gibi bazı güçlü ve zayıf yönleri vardır. VZA dikkatli bir �ekilde uyarlanıp do�ru kullanıldı�ında birçok güçlü yön ortaya çıkmaktadır. Bunları �u �ekilde özetleyebiliriz:

• Geleneksel etkinlik ölçümlerinin ço�u süreçleri esas almakta ve girdiler ile çıktılar arasında açık bir fonksiyonel ili�kinin formülasyonuna ihtiyaç duymaktadır. VZA ise parametrik yöntemlerde oldu�u gibi girdi ve çıktı arasında fonksiyonel bir ba�ıntıya ihtiyaç duymaz.

• Homojen olan birimler kendi aralarında kıyaslanabilir.

• Analizde, girdi ve çıktılar için sadece miktar bilgisine ihtiyaç duyulmakta fiyat bilgisi istememektedir. Fiyat bilgisine ihtiyaç duyulmaması, ço�u zaman fiyat kullanımının zor veya imkânsız oldu�u kar amacı gütmeyen kurulu�lar için performans de�erlendirmesinde kullanılmasını sa�lamaktadır (Odec, 2000: 504).

• Karar verme birimleri direkt olarak di�er bir karar verme birimi ile ya da bu birimlerin de�i�ik kombinasyonları ile kar�ıla�tırılabilinir.

• Çok sayıda girdi ve çıktıya sahip karar verme birimleri etkinlik ölçümünde kullanılabilir. Ayrıca, analizde yer alan etkin ve etkin olmayan KVB’ler belirledi�i gibi, etkin olmayan KVB’lerin, etkinsizlik kaynak miktarlarının da tanımlanmasını, bu birimlerin etkin rol modellerinin belirlenmesini ve etkinli�in sa�lanabilmesi için alternatif yolları da önermektedir

Aynı �ekilde her yöntemde oldu�u gibi VZA’da de bazı zayıf yönler ya da yöneteme özgü bazı sınırlılıklar bulunmaktadır. Bunları da �u �ekilde özetleyebiliriz:

• VZA, göreli erkinli�i ölçer, mutlak etkinli�i ölçmez. Ba�ka bir deyi�le; analiz ile etkin bulunan KVB'ler, kendi ba�larına de�erlendirildi�inde gerçekten etkin olup olmadıkları hakkında yorum yapmak güçtür (Colbert, 2000:657).

• VZA genel olarak fiziksel girdi ve çıktı ölçüleri ile test edildi�inden teknik girdi ve çıktı verimlili�i ile sınırlıdır. Yöntemin yetenekleri çıktı ve girdilere göreli fiyatlar ve ya öncelikli a�ırlıklar atanarak güçlendirilebilir.

• VZA'da gözlem kümesinde bulunan a�ırı derecede büyük ya da küçük girdi ve çıktı de�erlerine sahip olan bazı karar birimleri, etkinlik sınırının belirlenmesinde problem yaratabilmektedirler.

• VZA, veri hatalarına kar�ı oldukça duyarlıdır. Bu nedenle, etkinlik ölçümünde kullanılan parametrik yöntemlerde oldu�u gibi girdi ve çıktı verilerinin olabilecek hatalardan arındırılması için özen gösterilmelidir.

111

. Uygulama A�amaları

VZA yönteminin di�er yöntemlerde oldu�u gibi bazı a�amalardan geçerek uygulanmaktadır. VZA’nın uygulama a�amalarını �u �ekilde sıralayabiliriz:

• Uygulama yapılacak karar birimlerinin seçimi: VZA'da ilk a�ama, birbirleriyle kar�ıla�tırmalı etkinlik ölçümü yapılacak olan karar birimlerinin seçimini içerir. Bu birimlerin üretim teknolojisi açısından birbirlerine benzer olmaları, di�er bir deyi�le gözlem kümesinin homojen olması elde edilecek sonuçların anlamlı olması açısından önemlidir. Bir grubun homojen olması demek, o grubu olu�turan karar birimlerinin aynı girdi-çıktı karmalarına sahip olmaları ve dı�sal etkenlerin birbirinden çok farklı olmadı�ı anlamına gelir. Gözlem kümesinin içerdi�i karar birimi sayısının belirli bir de�erin üstünde olması ile türetilecek etkinlik ölçütlerinin birbirlerinden farklı olması olana�ı sa�lanır. Aksi takdirde herhangi bir girdi-çıktı oranında avantajlı olan karar birimi tüm a�ırlıkları kendi açısından en çoklar ve etkinlik sınırına eri�ir. Bununla birlikte karar birimi sayısının artması da kümenin homojenli�ini bozarak gereksiz faktörlerin modele dahil olmasına sebep olmaktadır. Bu nedenle, etkinlik ölçümünün anlamlı olması için gözlem kümesinin seçiminde çok titiz davranılması gerekmektedir (Yolalan, 1993: 89)

• Uygulamada kullanılacak girdi ve çıktı de�i�kenlerinin belirlenmesi: VZA'da kullanılan girdi ve çıktılar çalı�madaki karar birimleri konusundaki kar�ıla�tırmanın temelini olu�turduklarından, büyük bir dikkatle seçilmelidir. Her ne kadar fonksiyonel bir varsayım bulunmasa da üretim sürecine nedensel olarak ba�lı girdi ve çıktıların belirlenmesi gereklidir. Aynı karar birimi için farklı girdi ve çıktı grupları farklı etkinlik de�erleri alabilir. Veri Zarflama Analizi'nde ya�anabilecek sıkıntılardan daha önceden de yer verildi�i gibi, e�er modelde önemli bir de�i�ken göz ardı edilirse, dı�arıda bırakılan bu de�i�keni etkin kullanmakta olan karar birimlerinin etkinli�i dü�ük çıkacaktır. Literatürdeki uygulamalarda modele yeni girdi ve çıktılar eklenmesiyle daha önce etkinsiz görünen karar birimlerinin sınır üzerinde yer alabildi�i görülmü�tür. Ancak çok fazla girdi ve çıktı eklenmesi çözüm de�ildir, zira sayı arttıkça VZA’nın ayrı�ma yetene�i dü�mektedir. Ayrıca girdi ve çıktı sayılarının artı�ı karar birimlerinin sayısında da artı� gerektirir. Sonuçta bir VZA çalı�masına dahil edilecek girdi ve çıktı sayısı olabildi�ince küçük olmalı, ancak çalı�mada incelenen karar birimlerinin gerçekle�tirdi�i üretimi de do�ru olarak yansıtabilmelidir.

• Verilerin Elde Edilebilirli�i ve Güvenilirli�i: VZA için girdi ve çıktılar tanımlandıktan sonra tüm karar verme birimleri için bu girdi ve çıktı verilerinin elde edilmesi gereklidir. Herhangi bir birim için gerekli velilerin elde edilememesi durumunda söz konusu birim çalı�madan çıkarılır. VZA'nın göreli do�ası sebebiyle bir birimin çıkarılması kalan birimlerin göreli verimliliklerinin oldu�undan yüksek görünmesine neden olabilir. Ayrıca verilerin elde edilmesi

112

kadar güvenilirlikleri de önemlidir. Do�ru olmayan veriler ait oldukları birimin etkinlik de�erini etkilemelerinin yanında, göreli verimlilikleri nedeniyle tüm birimlerin etkinlik de�erlerim tartı�malı hale getirir(Yavuz. 2001:50).

• Uygulanacak VZA yönteminin belirlenmesi: Amaca yönelik olarak girdi veya çıktı yönelimli bir uygulama yapılabilir.

• Uygulamanın yapılması: Do�rusal programların çözümünde bilgisayardan yararlanılmaktadır. Modelleri çözmek için do�rusal programlama paket programlarından herhangi biri kullanılabilir. Ancak; son yıllarda piyasaya sürülen ve Windows altında çalı�abilen Özel VZA programları da bulunmaktadır (Warwick Windows DEA. IDE. EMS. Frontier Analyst, BYU-DEA. Pioneer. SAS/DEA vb.). Bunların Özellikle raporlama ve sunum olanakları açısından oldukça geli�mi� oldu�u söylenebilir

• Sonuçların alınması: Etkin olan ve etkin olmayan karar birimlerinin belirlenmesi,

• Etkin Olmayan Karar Verme Birimleri �çin Hedef Belirlenmesi: VZA yönteminin uygulanmasından elde edilen en büyük fayda, etkin olmayan karar verme birimlerine performanslarını iyile�tirebilmeleri için, elde edilebilir hedefler konulmasıdır. Söz konusu hedefler, genel olarak, etkin olmayan karar verme birimlerinin referans kümesinde bulunan etkin birimlerin a�ırlıklı ortalamasıdır. Hesaplamalarla elde edilen sonuçlar, etkin birimlerin elde edilebilir bir teknoloji kullandıkları kabulünü içerdi�inden, etkinsiz birim için de ula�ılabilir oldukları kabul edilmektedir. Ancak; pratikte bu her zaman mümkün olmaz. Etkinsiz birimlerde fiziksel kısıtlar olabilir ya da kontrol edilemeyen girdiler olabilir. Hedeflere do�ru giri�ilen iyile�tirme çabaları sonuçsuz kalabilir (Yavuz, 2001: 53).

• Etkin olmayan karar birimlerinin etkin çalı�abilmeleri için referans alacakları karar birimlerinin belirlenmesi.

HASTANE ETK�NL���N�N ÖLÇÜLMES�NDE VZA KULLANIMI

Hastaneler, hastane departmanları ve tıbbi bakım merkezlerinin etkinlik ölçümleri klasik olarak oran analizleri, farklı ekonometrik yöntemler ile ölçülmektedir. Bu birimlerdeki etkinsizliklerin tahmini ve tanımlanması için uzun yıllar regresyon analizinin kullanıldı�ı görülmektedir (Giokas:2002:261-268). Ancak hastaneler, hastane departmanları, tıbbi bakım merkezleri etkinliklerinin de�erlendirilmesinde, VZA'nın di�er yöntemler ile kıyaslandı�ında daha iyi sonuçlar verdi�i Sherman (1984) ve Ehreth'in (1994) yaptı�ı çalı�malarda gösterilmi�tir. Dolayısıyla VZA yöntemiyle ilgili literatürde, hastane etkinli�inin ölçümüne yönelik birçok ara�tırma bulunmaktadır. Bu ara�tırmalar içerisinden konuyla ilgili olan ve bu çalı�manın olu�turulmasında faydalanılanlar kısaca a�a�ıda özetlenmi�tir.

113

Hastane etkinli�inin ölçülmesinde, VZA'nın kullanıldı�ı ilk uygulama 1981'de H. David Sherman'ın doktora tezi ile ba�lamaktadır (O'Neill vd. 2007:162). Sherman, 15 hastanenin cerrahi ve muayene bölümlerini de�erlendirilmesinde VZA'yı kullanırken daha sonra, asistanı Jon Chilingerian ile birlikte, VZA'dan elde etti�i sonuçları di�er istatistik modellerle de kar�ıla�tırmı�tır (Celini vd., 2000: 409). Ayrıca 1984’te, tıbbi bakım ve cerrahi bölümlerinin performanslarının de�erlendirildi�i bir di�er makale, yine Sherman tarafından yayınlanmı�tır (Sherman, 1984: 922-938).

Grosskopf ve Valdmanis (1987) tarafından yapılmı� bir çalı�mada kamuya ait hastanelerde etkinlik düzeyi ile mülkiyet biçimi arasındaki ili�ki belirlenmeye çalı�ılmı�tır. Bu amaçla çalı�maya dahil edilen hastaneler, mülkiyetlerine göre kar amacı olmayan hastaneler ve kamu hastaneleri olmak üzere göre iki bölüme ayrılmı� ve her bir karar biriminin etkinli�i, kendi grubunun etkinlik sınırına göre hesaplanmı�tır. De�erlendirmeye alınan 82 hastane için kullanılan girdiler: Hekim sayısı, di�er sa�lık personeli sayısı, poliklinik oda sayısı ve net duran varlıklar olarak; çıktılar ise: Ayaktan tedavi edilen hasta sayısı, yatan hasta sayısı, ameliyat sayısı, acil serviste bakım verilen hasta sayısı olarak sıralanmı�tır. Çalı�ma bulgularına göre kamu hastaneleri kar amacı olmayan hastanelere göre daha etkin çalı�maktadır.

Chilingerian (1995) tarafından bir hastanedeki 36 hekimin altı aylık çalı�maları de�erlendirilerek etkinlik düzeyleri belirlenmi�tir. Çalı�mada VZA ve tobit regresyon analizi kullanılarak iki kademeli uygulama yapılmı� ve çalı�ma sonucunda hekimlerden 24'ünün etkin çalı�madı�ı tespit edilmi�tir.

Athanassopoulos ve Gounaris (2001) tarafından Yunanistan'daki kamuya ait 98 hastanenin etkinlikleri de�erlendirilmi� ve ara�tırma kapsamına alınan hastanelerin önemli ölçüde etkinlik sının altında çalı�tıkları tespit edilmi�tir. Gruca ve Nath (2001) VZA yöntemini kullanarak Ontario'daki kamu hastanelerinde mülkiyet yapısı, büyüklük ve yerle�im yerinin teknik etkinlik üzerine etkisini ara�tırmı�tır. Ara�tırmada girdi de�i�keni olarak: Hem�ire sayısı, yardımcı hizmetli sayısı, yönetim hizmetleri çalı�an sayısı, toplam yatak sayısı, tıbbi, cerrahi malzemeler ve ilaçların parasal tutan; çıktı de�i�keni olarak ise: Yatan hasta sayısı, poliklinik hasta sayısı, uzun süreli bakım sayısı alınmı�tır. Ara�tırma sonucuna göre hastanelerin mülkiyet yapısı, büyüklük ve yerle�im yeri ile teknik etkinlik düzeyi arasında ili�ki oldu�u anla�ılmı�tır.

O'Neill vd. (2007) hastane etkinli�inin VZA ile ölçülmesi konusuyla ilgili olarak VZA’nın ilk uygulandı�ı 1984 yılından itibaren ortaya konulan çalı�maları toparlayarak taksonomi (sınıflandırma) yapmı�tır.

114

�ekil 4. Hastanelerde VZA ile Etkinlik Ölçümü Çalı�malarının Yıla ve Ülkelere Göre Durumu

Kaynak: O'Neill vd., 2007:162

Bu çalı�maya göre yukarıdaki �ekilde de görülece�i üzere hastanelerde VZA ile etkinlik ölçümünün ilk olarak yapıldı�ı 1984 yılından 1991 yılına kadar yapılan 30 yayın ABD’deki hastanelerde gerçekle�tirilmi�tir. Özellikle 1998 yılından itibaren Avrupa’da VZA çalı�maları hastane etkinli�inin ölçülmesinde giderek kullanımı artmı�tır. Ayrıca 1997 yılından itibaren di�er ülkelerde de hastane etkinli�inin VZA ile ölçülmesi çalı�maları yapılmaya ba�lanmı�tır. Bunlar içerisinde literatürde en önemlileri olarak Kanada (Gruca, 2001; Quellette vd. 2004), Kenya (Kirigia, 2002), Tayvan (Chang, 1998) ve Türkiye’de (Kavuncubasi vd.,1997; �ahin vd, 2000; Özata, 2004) yapılan çalı�maları sıralayabiliriz.

SONUÇ

Geride kalan yüzyılın ilk çeyre�inde; hastanelerin sistemdeki i�levlerinde meydana gelen önemli de�i�iklikler, bugüne kıyasla çok daha dü�ük maliyetlerle çalı�abilen hastanelerin, birçok toplumda sa�lık sorunlarına köklü çözümler getirilebilecek kurulu�lar olarak görülmelerinde etkili olmu� ve bunun sonucu olarak da hastaneler kısa bir sürede sa�lık sisteminin odak noktası olmu�lardır. Ancak geli�mede sınır tanımayan tıp bilimi ve buna ba�lı olarak ba� döndürücü bir hızla geli�en tıbbi teknoloji, toplumların refah düzeylerinin yükselmesine ba�lı olarak bireylerin hastane hizmetlerini daha sık kullanmaları ve daha kaliteli hizmet isteminde bulunmaları sonucunda 1960'lı yıllardan itibaren hastanelerin sundukları hizmetlerin maliyetleri yalnızca bireylerin finansal güçlerini de�il, birçok toplumda sa�lık sigortası sistemlerini, hatta hizmetlerin kamu tarafından finanse edildi�i toplumlarda kamunun ödeme

115

gücünü bile zorlamaya ba�lamı�tır. Bunun sonucu olarak, kar�ılarında bireylerden çok daha güçlü olan tüketici örgütlerini, sa�lık sigortalarını ve devleti bulan hastaneler, giderlerini kabul edilebilir ölçülerde tutabilmek amacıyla bilimsel ilkeler içinde yönetilmek zorunda kalmı�lar, birçok toplumda da buna zorlanmı�lardır.

Sosyal nitelikleri a�ır basan hastanelerin, ekonomik i�letmelerin yönetiminde oldu�u gibi, i�letme biliminin ilkeleri içinde yönetilmeyecekleri görü�ü, uzun yıllar boyunca toplumların sa�lık gibi oldukça hassas oldu�u bir konuda geni� taraftar toplamı�tır ve bu görü� günümüzde de belli ölçüde kabul görmektedir. �üphesiz ki, bedensel veya ruhsal açılardan arındırılmı� bir bedenin maliyetinin ne oldu�u ya da ne olması gerekti�i, üzerinde tartı�ılmayacak kadar önemli bir konudur. Ancak, mevcut ko�ullar altında ele alındı�ında, ülkemiz de dâhil olmak üzere, birçok toplumda sa�lık hizmetleri, özellikle de hastanelerin sundukları tedavi edici sa�lık hizmetleri, bir pazarı olan ve bu pazarda belli bir fiyata satın alınan hizmetler niteli�indedir. Bu niteli�inden ötürü, hastane hizmetleri her �eyden önce ekonomik bir maldır ve bu hizmetleri ortaya koyan hastanelerin de ekonomik ilkeler içinde yöneltilmeleri bir gerekliliktir. Bunun yanı sıra, hastaneler birçok yönleriyle ba�ka ekonomik i�letmelerin niteliklerine sahiptirler. Öte yandan, günümüzde birçok toplumun sa�lık sistemi içinde tek ba�ına bir sektör durumunda olan hastaneler, toplumun tüm bireylerine hizmet sunan; milli gelirin önemli sayılabilecek bir bölümünün harcamasını gerçekle�tiren, çok de�i�ik ö�reti gruplarından önemli ölçüde i�gücünü istihdam eden; yönetim açısından birçok karma�ık sorunları bulunan; sosyal güvenlik, sa�lık sigortası ve e�itim gibi ba�ka sistemlerle çok önemli ve yakın ili�kileri bulunan kurumlardır.

Organizasyonların kaynaklarını etkin �ekilde kullanıp kullanmadıklarının ölçümü, aynı sektörde faaliyet gösteren ve benzer üretim faktörleri kullanarak, benzer ürünler üreten organizasyonlarla kar�ıla�tırılmaları yolu ile gerçekle�tirilebilir. Bu noktada birden çok girdi-çıktının oldu�u ve girdi-çıktıların farklı ölçü birimlerine sahip oldu�u durumlarda, i�letmelerin göreli etkinli�ini ölçmeyi amaçlayan veri zarflama analizi (VZA) yöneticilere önemli bir yardımcı araç sunmaktadır. Do�rusal programlama tabanlı bir teknik olan VZA'da temel varsayım, tüm i�letmelerin benzer stratejik hedeflere sahip olması ve aynı tür girdi kullanıp aynı tür çıktı üretmesidir. Buradan hareketle kullandıkları teknoloji, hukuki ve yönetimsel yapı, büyüklük ve dı� çevre ko�ulları gibi birbirleriyle benzer özellikler ta�ıyan üniversite hastanelerinin etkinliklerinin ölçülmesinde VZA tekini�i, net ve mantıklı sonuçların alınmasında gerekli bir yöntemdir.

116

KAYNAKÇA

Atan, M., Göksel, A. ve Karpat, G.(2002) “Ankara'daki Anadolu Liselerin Toplam Etkinli�inin Veri Zarflama Analizi (VZA) ile Saptanması”, XI. E�itim Bilimleri Kongresi, KKTC Yakın Do�u Üniversitesi, Kıbrıs .23-26 Ekim.

Athanassopoulos A, Gounaris C. (2001) “Assessing the technical and allocative efficiency of hospital Operations in Greece and its resource allocation implications.” European Journal of Operational Research;133:416-31.

Banker, R., Charnes, A., Cooper, W. W. (1984) “Some Models for Estimating Technical and Scale Ineffıciencies in Data Envelopement Analaysis”, Management science, Vol; 30 (9), pp 1078-1092.

Bozda�, Nihat; Atlan, �enol, Atan, Murat (2001) ; “Toplam Etkinlik Ölçümü: Türkiye'deki Özel ve Kamu Bankaları için Bir Uygulama”, http://idari.cu.edu.tr/sempozyum/bil54.htm. (e.t.: 03.04.2009)

Celini Roberto; Pignataro, Giacomo; Rizzo, �lde (2000) "Competition and Efficiency in Health Çare: An Analysis of the Italian Case", International Tax and Public Finance, Vol: 7, Number: 4-5, p. 507.

Chang H.H.(1998) “Determinants of hospital efficiency: the case of central government-owned hospitals in Taiwan”. Omega;26: 307–17.

Charnes, A., Cooper, W.W. and Rhodcs, E. (1978) “Measuring the Effıciency of Decision Making Units”, European Journal of Operational Research, Vol: 2, pp 429-444.

Chilingerian, J.A. (1995) “Evaluating Physician Effîciency in Hospitals: A Multivariate Analysis of Best Practices” European Joumal of Operational Research, Vol: 80 (3), pp 548-574.

Colbert Amy. Reuven R. Levary, Michael C. Shaner, (2000) "Determining the Relative Effıciency of MBA Programs Using DEA". European Journal of Operaıional Research, Vol: 125. Issue: 3,. pp. 656— 669.

Ehreth J.L. (1994) “Development and Evaluation of Hospital Performance Measures for Policy Analysis”, Medical Care, Vol: 32, No: 6, , pp. 568-587.

Farrell, M.J. (1957) “The Measurement of Productivite Efficiency”, Europen Journal of Operational Research, Vol: 13, pp. 253-281.

Giokas D. (2002) “The Use of Goal Programming, Regression Analysis, and Data Envelopment Analysis for Estimating Efficient Marginal Cost of Hospital Services”, Journal of Multi-Criteria Decision Analysis, Vol: 11, Issue: 4-5, pp. 261-268.

117

Grosskopf S, Margaritis D, Valdmanis V. (2004) “Competitive effects on teaching hospitals.” European Journal of Operational Research;154:515-25.

Grosskopf S, Valdmanis V. (1987) “Measuring hospital performance. A non-parametric approach” Journal of Health Economics;6:89–107.

Gruca TS, Nath D. (2001) “The technical efficiency of hospitals under a single payer system: the case of Ontario community hospitals.” Health Care Management Science;4:91-101.

Kavuncubasi S, Ersoy K, , Ozcan YA, Harris II JM. (1997) “Technical efficiency of Turkish hospitals: DEA approach”. Journal of Medical Systems;21:67–74

Kirigia JM, Emrouznejad A, Sambo LG. (2002) “Measurement of technical efficiency of public hospitals in Kenya: using data envelopment analysis”. Journal of Medical Systems;26:39–45.

Odeck, J (2000).: “Assessing the Relative Efficiency and Productivity Growth of Vehicle Inspection Services: An Application of DEA and Malmquist Indices”, European Journal of Operational Research, Vol: 126, Number: 3, pp. 501-514.

O'Neill, Liam; Rauner, Marion; Kurt Heidenberger, Markus Kraus,(2007) "A Cross-National Comparison and Taxonomy of DEA-based Hospital Effıciency Studies", Socio-Economic Planning Sciences, 42, pp.158–189

Özata Musa (2004). Sa�lık Bili�im Sistemlerinin Hastane Etkinli�ini Artırılmasında Yeri ve Önemi, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi. Konya.

Phillips, Fred (2005), “25 Years of Data Envelopment Analysis”, International Journal of Information Technology & Decision Making, Vol: 4, No: 3, p. 319.

Pilyavsky Anatoly, Stat, Matthias (2008) “Efficiency and Productivity Change in Ukrainian Health Care”. Journal of Productivity Analysis, Norwell: Apr. Vol. 29, Iss. 2; p. 143

Quellette P, Vierstraete V. (2004) “Technological change and efficiency in the presence of quasi-fixed inputs: a DEA application to the hospital sector”. European Journal of Operational Research;154:755–63.

Sherman, H.D.( 1984) "Hospital Efficiency Measurement and Evaluation", Medical Care, Vol: 22, No: 10, pp. 922-938.

�ahin I, Ozcan YA.(2000) “Public sector hospitals efficiency for provincial markets in Turkey”. Journal of Medical Systems;24:307–20.

118

Tarım, A. (2001) VZA-Matenıatiksel Programlama Tabanlı Göreli Etkinlik Ölçümü Yakla�ımı , Sayı�tay Yayınları; s. 11

Ulucan, A. (2000) “�irket Performanslarının Ölçülmesinde Veri Zarflama Analizi Yakla�ımı: Genel ve Sektörel Bazda De�erlendirmeler”, Hacettepe Üniversitesi iktisadi ve �dari Bilimler Fakültesi Dergisi, Vol: 18, s. 405–418.

Yavuz �. (2001), Sa�lık Sektöründe Etkinlik Ölçümü Veri Zarflama Analizine Dayalı Bir Uygulama, MPM Yayınları, Ankara No:654.

Yavuz, �. (2003). Verimlilik ve Etkinlik ölçümüne Yeni Yakla�ımlar ve �llere Göre �malat Sanayinde Etkinlik Kar�ıla�tırmaları, MPM Yayınları,.No: 667,Ankara

Yolalan, R. (1993) ��letmeler Arası Göreli Etkinlik Ölçümü, MPM Yayınları, No: 483,Ankara.

119

TÜRK SA�LIK SEKTÖRÜ VE ÜN�VERS�TE HASTANELER�

Dr. Yunus Emre ÖZTÜRK1

ÖZET

Sa�lıkla ilgili ara�tırma ve uygulama merkezleri olarak e�itim hastaneleri kapsamında yer alan üniversite hastaneleri üstlendikleri tıp ve di�er sa�lık disiplinlerinin e�itimi, sa�lıkla ilgili ara�tırmalar ve daha çok ilerlemi� ve ciddi sorunları olan hastaların tedavi hizmetleri ile Türk Toplumunun sa�lık düzeyinin yükseltilmesinde önemli rol oynarlar. Dolayısıyla günümüzde üniversite hastaneleri yataklı sa�lık hizmetlerinin verildi�i kurumlar olmaktan çıkarak, ileri düzeyde özellik arz eden te�his ve tedavi hizmetlerinin verildi�i kurumlar haline gelmi�tir. Bu çalı�manın amacı sa�lık hizmetleri sistemi, Türk Sa�lık Sektörü ve üniversite hastanelerinin genel durumunu betimleyici ve sorgulayıcı bir yöntemle ortaya koymaktır.

Anahtar Kelimeler: Türk Sa�lık Sektörü, Üniversite Hastaneleri

TURKISH HEALTH SECTOR AND UNIVERSITY HOSPITALS

ABSTRACT

As being health research and application centers university hospitals are evaluated within education hospitals and they play an important role regarding to the medical and other health discipline educations, health care researches and progressed diseases cares in order to heighten the health level of turkish citizens. As a result university hospitals are leaving their classical role of treatment and changing to advanced diagnosis and treatment establishments. The aim of this study is to put forth the health services system, Turkish health services and general state of university hospitals in consideration in a descriptive and interrogative manner.

Key words: Turkısh Health Sector, Unıversıty Hospıtals

G�R��

Toplumlarda bireyi yüksek düzeyde sa�lıklı kılma ve güçlerini en yüksek düzeyde kullanmalarını sa�lama görevi sa�lık hizmetlerinin sorumlulu�una bırakılmı�tır. Bu görev, sa�lı�ın korunması, hastalıkların önlenmesi, hastalı�ın te�his ye tedavisi ile rehabilitasyonla ilgili fonksiyonları kapsamaktadır. Sa�lık hizmetleri tarafından yürütülen bu fonksiyonların her birine verilen önem ülkelerin sa�lık bakım politikaları do�rultusunda de�i�mektedir.

1 Ö�r.Gör. Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu

120

Hizmet sunumunun ikinci ve üçüncü basama�ını olu�turan hastanelerin temel örgütlenme amacı, bireylerin özel sa�lık sorunları ve gereksinimlerine yönelik ki�isel bakım ve tedavilerini gerçekle�tirmektir. Bu amaç son derece dinamik ve de�i�ken kurumlar olarak hastaneleri, di�er endüstri kurumlarından farklı kılmaktadır. Günümüzde, sermaye, teknoloji, mal ve hizmet piyasalarında oldu�u gibi, Türk Sa�lık Sektörü de ciddi bir de�i�im süreci içerisine girmi�tir. Özellikle son yirmi yılda sa�lık sistemlerinde önemli de�i�imler ya�anmı�tır. Sa�lık sistemlerindeki de�i�imler sa�lık hizmetleri arz ve talep modellerini de�i�tirmi� ve hastanelerin rolleri bundan etkilenmi�tir. Sosyal nitelikleri a�ır basan hastanelerin, ekonomik i�letmelerin yönetiminde oldu�u gibi, i�letme biliminin ilkeleri içinde yönetilmeyecekleri görü�ü, uzun yıllar boyunca toplumların sa�lık gibi oldukça hassas oldu�u bir konuda geni� taraftar toplamı�tır ve bu görü� günümüzde de belli ölçüde kabul görmektedir. �üphesiz ki, bedensel veya ruhsal açılardan arındırılmı� bir bedenin maliyetinin ne oldu�u ya da ne olması gerekti�i, üzerinde tartı�ılmayacak kadar önemli bir konudur. Ancak, mevcut ko�ullar altında ele alındı�ında, ülkemiz de dâhil olmak üzere, birçok toplumda sa�lık hizmetleri, özellikle de hastanelerin sundukları tedavi edici sa�lık hizmetleri, bir pazarı olan ve bu pazarda belli bir fiyata satın alınan hizmetler niteli�indedir. Bu niteli�inden ötürü, hastane hizmetleri her �eyden önce ekonomik bir maldır ve bu hizmetleri ortaya koyan hastanelerin de ekonomik ilkeler içinde yöneltilmeleri bir gerekliliktir. Bunun yanı sıra, hastaneler birçok yönleriyle ba�ka ekonomik i�letmelerin niteliklerine sahiptirler. Öte yandan, günümüzde birçok toplumun sa�lık sistemi içinde tek ba�ına bir sektör durumunda olan hastaneler, toplumun tüm bireylerine hizmet sunan; milli gelirin önemli sayılabilecek bir bölümünün harcamasını gerçekle�tiren, çok de�i�ik ö�reti gruplarından önemli ölçüde i�gücünü istihdam eden; yönetim açısından birçok karma�ık sorunları bulunan; sosyal güvenlik, sa�lık sigortası ve e�itim gibi ba�ka sistemlerle çok önemli ve yakın ili�kileri bulunan kurumlardır.

Ayrıca amaçlarını, sosyal, ekonomik, e�itsel ve mesleksel özellikleri açısından, birbirinden farklı disiplinlerin ortak hizmetleri ile yürütme sorumlulu�u da üniversite hastanelerine organizasyon açısından çok karma�ık bir özellik kazandırmaktadır. Bu özellik, hastaneleri toplumların de�i�en ve geli�en sa�lık bakım gereksinimlerini yeterli düzeyde kar�ılayabilmek için i�leyi� ve yönetim açısından örgütsel modellerini sık sık gözden geçirmek zorunda bırakmaktadır.

1.SA�LIK H�ZMETLER� S�STEM�

1948 yılında kabul edilen �nsan Hakları Evrensel Bildirgesi, sa�lık hakkını "Herkesin gerek kendisi gerek ailesi için, yiyecek, giyim, konut, tıbbi bakım, gerekli sosyal hizmetler dâhil olmak üzere sa�lı�ını ve refahını sa�layacak uygun bir ya�ama düzeyine ve i�sizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, ya�lılık ya da geçim olanaklarından iradesi dı�ında yoksun bırakacak di�er hallerde güvenli�e hakkı vardır " biçiminde tanımlamı�tır (Tümerdem,1992:6). Ayrıca, her bireye

121

“sa�lık hakkı” talebini kar�ılama görevi Anayasanın 56. maddesine göre devlete verilmi�tir.

Dolayısıyla bireylerin ve toplumların sa�lıklarını korumak, hastalandıklarında tedavilerini yapmak, tam olarak iyile�meyip sakat kalanların ba�kalarına ba�ımlı olmadan ya�ayabilmeleri için rehabilitasyon yapmak ve toplumların sa�lık düzeyini yükseltebilmek için yapılan planlı çalı�maların tümüne “sa�lık hizmetleri” denilmektedir. Sa�lık hizmetleri ki�inin sa�lı�ını korumak, daha iyiye götürmek ve hastalandı�ı zaman onu yeniden sa�lı�ına kavu�turmak için yapılması gereken tüm hizmetleri kapsar. Dünyanın birçok ülkesinde uzun yıllar sadece hastalıkların tedavisi �eklinde anla�ılmı�, ancak giderek çe�itli hastalıklar ve mikroplarla mücadele, çevre sa�lı�ı ve hijyen konusundaki geli�meler ya da hastalıkların bula�ma süreci ve süresi konusundaki bilgilerin artması gibi nedenlerle sa�lık hizmetlerinin farklı alanlarda yo�unla�tı�ı gözlenmi�tir. Birey sa�lı�ının toplum sa�lı�ı ile sıkı ili�ki içinde oldu�u anla�ılarak geni� halk kitleleri tarafından tedavi edici hizmetlerin yanı sıra koruyucu sa�lık hizmetlerine de daha fazla önem verilmeye ba�lanmı�tır. Bu alanda, hem kamu kurulu�larının hem de üçüncü sektöre ait sa�lık kurumlarının birçok ülkede toplum sa�lı�ına önemli katkıları olmaktadır. Aslında, toplumun tüm üyelerinin gelirlerine bakılmaksızın sa�lık hizmetlerinden yararlandırılması temel insan haklarından olan “ya�ama hakkı”nın bir parçası olarak ele alınmalıdır (Fi�ek 1983:6).

Sa�lık hizmetlerinin temel amacı; ki�ilerin hasta olmamalarını sa�lamak, ki�ileri hastalıklardan korumaktır. Ancak, her türlü çabaya kar�ın herkesi, her hastalıktan korumak mümkün olmaz, bazıları hastalanır. ��te o zaman, sa�lık hizmetlerinin ikinci amacı olan; hastaların tedavisi söz konusu olur. Ayrıca bugünkü bilgilerle ve var olan yöntemlerle her hasta tam olarak tedavi edilemez; bazıları ölür, bazıları ise sakat kalır. Sa�lık hizmetlerinin üçüncü amacı; sakatların ba�kalarına ba�ımlı olmadan, kendi kendilerine yeter biçimde ya�amalarını sa�lamak, yani rehabilite etmektir (Sa�lık Bakanlı�ı, 2002:5).

Buradan hareketle sa�lık hizmetlerinin kategorizasyonu konusunda en yaygın olarak kabul edilen yakla�ım, hizmetleri, koruyucu sa�lık hizmetleri, tedavi edici sa�lık hizmetleri ve rehabilitasyon hizmetleri olarak üç ba�lık altında incelemektir. Sınıflamada koruyucu sa�lık hizmetleri olarak adlandırılan hizmetler, insanların hasta olmasını önleyecek bir takım tedbirlerle, tehlike meydana gelmeden tehlikenin kendisine kar�ı bir mücadeledir. Tedavi edici sa�lık hizmetleri hastalık, sakatlık gibi tehlikelere u�rayanları tehlikenin zararlarından kurtarıcı bir hizmettir. Sosyal Devlet ilkesinin bir gere�i olarak, devletin temel görevlerinden birisi de vatanda�larına koruyucu, tedavi edici, önleyici, rehabilite edici sa�lık hizmetlerini sunmak ve bu yolla insanların sa�lıklı olarak geçirecekleri zamanı uzatmaktır.

122

2.TÜRK SA�LIK SEKTÖRÜNÜN ÖRGÜTLENMES�

Sa�lık hizmetleri sunumu, sa�lık sektöründe yer alan tüm kurum ve kurulu�ların ortak katılımını gerektirmekte ve bu durum sa�lık sektörü olarak adlandırılan yapının ortaya çıkmasını sa�lamaktadır. Sa�lık sektörü; sa�lık elde etmek ve toplumu sa�lıklı kılmak amacını gerçekle�tirmek üzere çok geni� bir alanı kapsayan sa�lıkla ilgili mal ve hizmet türündeki ürünü arz etmek ve talep etmek üzere kurulan sistem ve alt sistemler ile bunların içinde yer alan kurum, kurulu�, statü, ürün vb. unsurların tümünü belirtmek için kullanılan genel ve kapsayıcı bir kavramdır (Sargutan, 1999).

Türkiye’de sa�lık sektörü 1961 tarih ve 224 sayılı "Sa�lık Hizmetlerinin Sosyalle�tirilmesi" hakkındaki kanunun öngördü�ü biçimde, kademeli hizmet anlayı�ı çerçevesinde örgütlenmi�tir. Türk sa�lık sektörünün oldukça karma�ık bir yapısı vardır. Türk sa�lık sektöründeki aktörlerden bazıları kamu, yarı-kamu ve özel kurumlar ile dernek-vakıfların açtı�ı kurumlardır. Tablo 1.'de do�rudan ya da dolaylı olarak sa�lık sektöründe yer alan kurumlar, sa�lık hizmetleri sunumu, sa�lık hizmetleri finansmanı ile ilgili olup olmamalarına ya da sa�lık hizmetlerinin sunumunda idari karar alma yetkisine sahip olup olmamalarına göre gruplara ayrılmı�tır.

Tablo 1. ��levlerine Göre Türk Sa�lık Sektöründe Yer Alan Kurum ve Kurulu�lar

POL�T�KA OLU�TURMA Türkiye Büyük Millet Meclisi Devlet Planlama Te�kilatı Sa�lık Bakanlı�ı Yüksek Ö�retim Kurumu Anayasa Mahkemesi �DAR� KARAR ALMA Sa�lık Bakanlı�ı �l Sa�lık Müdürlükleri SA�LIK H�ZMETLER� F�NANSMANI Maliye Bakanlı�ı Sosyal Güvenlik Kurumu ( SSK Ba�-Kur, Emekli Sandı�ı ) Özel Sigorta �irketleri Kendi kendini finanse eden kurumlar Uluslararası Ajanslar

SA�LIK H�ZMETLER� SUNUMU Kamu: Sa�lık Bakanlı�ı Üniversite Hastaneleri Savunma Bakanlı�ı Özel: Özel Hastaneler Vakıf Hastaneleri Azınlık Hastaneleri Özel Çalı�an Pratisyen/Uzman Hekimler Ayakta Tedavi Klinikleri Laboratuarlar ve Tanı Merkezleri Eczaneler Tıbbi Cihaz ve Malzeme Satıcıları Sivil Toplum Örgütleri: Kızılay Vakıflar, Dernekler

Kaynak: Sa�lık Bakanlı�ı, 2007: 102

123

Türk Sa�lık Sektöründe politika belirleyici kurumlar olarak TBMM, DPT, Sa�lık Bakanlı�ı (SB), YÖK ve Anayasa Mahkemesi sıralanmaktadır. �dari karar alma yetkisi bulunan kurumlar ise Sa�lık Bakanlı�ı ve il sa�lık müdürlükleridir. Türkiye’deki sa�lık hizmetlerinin finansmanını sa�layan kurulu�lar olarak ise Maliye Bakanlı�ı, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), özel sigorta �irketleri sıralanmaktadır. Sa�lıkta Dönü�üm Programı (SDP) kapsamında Sosyal Güvenlik Kurumu özerk bir kurum olarak, Emekli Sandı�ı, SSK ve Ba�-Kur’un (2008 yılından itibaren Ye�il Kart bütçe olarak bu kapsama alınmı�tır) bu kurum çatısı altında birle�tirilmesine karar verilmi�tir. Türk Sa�lık Sektöründe hizmet sunucusu olarak Sa�lık Bakanlı�ı’na ba�lı hastaneler, üniversite hastaneleri ve özel sektöre ba�lı hastaneler önemli rol oynamaktadır (Sa�lık Bakanlı�ı, 2007: 103).

3.TÜRK SA�LIK SEKTÖRÜNÜN F�NANSMANI

Türk Sa�lık Sektörü (TSS), günümüze gelinceye kadar önemli dönü�ümler geçirmektedir. Özellikle sa�lık finansmanı ve hizmet sunumu sistemlerinde parçalanmayı ve duplikasyonu (tekrarlama) engellemek; sa�lık sigortasına ve sa�lık hizmetlerine genel eri�imi sa�lamak için kurumsal ve yapısal reformlar SDP kapsamına alınarak 2003 yılından ba�layarak uygulanmaktadır. 2003 yılından önce TSS'de, sa�lık hizmetlerini finanse eden ve sunan çe�itli kamu kurumları bulunmaktaydı. Bunların bazıları arasında hiyerar�ik; bazıları arasında ise sözle�meye dayalı ili�kiler söz konusuydu. Bunlar toplumun farklı kesimlerine hizmet vermekteydi, bu da kapsamda bo�luklar do�urmaktaydı. Sosyal güvenlik kurumları; kayıtlı sektörde maa�lı çalı�anları, serbest çalı�anları, çalı�an veya emekli devlet memurlarını kapsıyordu. Hükümet tara-fından finanse edilen bir program (Ye�il Kart programı) da, dü�ük gelirli sigortasızları kapsıyordu.

Türkiye’de 2003 yılına kadar sa�lık sektörünün finansmanın büyük bir kısmı, (yakla�ık %60 ila %70’i) kamu kaynaklarından, kalan kısmı ise özel kaynaklardan elde edilmekteydi. Türkiye’de sa�lık alanında yapılan kamu harcamaları; SB, Hudut ve Sahiller Sa�lık Genel Müdürlü�ü, üniversiteler, Sosyal Yardımla�ma ve Dayanı�mayı Te�vik Fonu, Di�er Bakanlıklar ve kurumlar, yerel yönetimler, devlet te�ebbüsleri, devlet memurları ve sosyal güvenlik kurumlarınca üstlenilen harcamaları içermekteydi. Özel harcamalar; cepten yapılan ödemeleri, �irketler ve bireyler tarafından finanse edilen politikalara yönelik özel sa�lık sigortası ödemelerini kapsamaktaydı. �ekil 1’de 2003 yılına kadar Türk sa�lık sektöründeki fon akı�ı düzenlemeleri gösterilmektedir.

124

�ekil 1. 2003 Yılına Kadar Türk Sa�lık Sektörünün Finansman Yapısı

Kaynak: OECD, 2009: 21

2003 yılına kadar, kamu sa�lık finansmanı ile ilgili düzenlemelerin özünde 1946 yılında kurulan, 1960'lar ve 1970'ler boyunca önemli ölçüde geli�en bir sosyal güvenlik sistemi vardı. Bu sistemde, üç ayrı sa�lık sigorta fonu bulunmaktaydı: (i) Kamu ve özel sektördeki mavi yakalı i�çiler için Sosyal Sigortalar Kurumu yani SSK (ii) Esnaf ve Sanatkârlar ve Di�er Ba�ımsız Çalı-�anlar için Sosyal Sigortalar Kurumu yani Ba�-Kur (iii) Devlet Memurları Emeklilik Fonu yani Emekli Sandı�ı. Çalı�an devlet memurları Emekli Sandı�ına dâhil edilmemi�ti ve harcamaları do�rudan devlet bütçesinden kar�ılanmaktaydı. 1992 yılında Hükümet, "Ye�il Kart" uygulamasını ba�lattı (Sa�lık Bakanlı�ı, 2007: 103).

2003 yılından sonra Türk Sa�lık Sektörünün finansman sisteminde meydana gelen de�i�iklikler SDP kapsamında yürütülmü�tür. SDP, Türk sa�lık sektörünün uzun zamandan beri var olan sorunlarını ele almak için tasarlanmı�tır, bu sorunlar: i) Di�er OECD ve orta gelirli ülkelere kıyasla geri kalmı� olan sa�lık sonuçları ii) Sa�lık hizmetlerine eri�imdeki hakkaniyetsizlikler iii) Sa�lık hizmetleri finansmanı ve sunumunda verimsizli�e yol açan ve mali sürdürülebilirli�i zayıflatan parçalı yapı iv) Dü�ük hizmet kalitesi ile hastalara sınırlı cevap verebilirliktir (OECD, 2009: 36).

125

�ekil 2. Türk Sa�lık Sektörünün Finansmanı 2008 (GSS Yasasının Kabulünden Sonra)

Kaynak: OECD, 2009: 48

SDP kapsamında öngörülen kurumsal ve organizasyonel de�i�iklikler �ekil 1. ve �ekil 2. kıyaslandı�ında ortaya çıkmaktadır. SDP kapsamında SSK, Ba�-Kur, Emekli Sandı�ı ve Ye�il Kart programlarını tek bir �emsiye (SGK) altında birle�tirecek tek bir satın alıcı bünyesinde GSS’nin kurulması 2008 yılında çıkarılan yasa ile hayata geçmi� bulunmaktadır. Finansman açısından, sosyal güvenlik yasasının GSS ile ilgili bölümleri, TBMM’den ancak Nisan 2008’de geçebilmi�tir. Ye�il Kart uygulaması, henüz SGK tarafından bütünüyle benimsenmemi�tir; ancak bunun 2009 itibarıyla ba�arılabilmesi için planlar yapılmı�tır. Ye�il Kart almaya hak kazanmak için tanımlanan gelir düzeyinin fazlasına sahip birçok Türk vatanda�ı kayıt dı�ı sektörde çalı�makta ve birço�unun sosyal güvenlik kaydı bulunmamakta ya da sa�lık sigortası için prim ödemesi yapmamaktadır. Ye�il Kart almaya hakkı olanlar ve önceden sigortası olmayanlar için SGK’nin nasıl para ve mal varlı�ı soru�turması yapaca�ına ili�kin yeni prosedürler henüz belirlenmemi�tir (OECD, 2009: 39).

126

2003’ten beri SDP’nin uygulanması, sa�lık sisteminde bazı önemli de�i�ikliklere yol açmı�tır. Türkiye’deki devlet hastanelerinin ço�unlu�u, daha önceden Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından yönetilenler de dâhil olmak üzere, artık tek bir çatı (Sa�lık Bakanlı�ı) altında entegre edilmi�tir. Böylelikle prensipte sa�lık hizmetleri satın alıcısı ile hizmet sunucusu birbirinden ayrılmı�tır. Bu reformların sonucu olarak, çe�itli sosyal güvenlik kurumları artık tek bir kurum altında, yani SGK bünyesinde birle�mi�tir. Bu kurumlar, ortakla�a yararlanılan veri tabanları ile talep ve kullanım yönetim sistemlerini payla�maktadır.

4.TÜRK SA�LIK SEKTÖRÜNÜN MEVCUT DURUMU

Bir ülkedeki sa�lık sektörünün mevcut durumunun ortaya konulmasında en önemli veriler olarak toplam sa�lık harcaması, ki�i ba�ına dü�en sa�lık personeli sayısı ve memnuniyet durumu sayılabilir. Dolayısıyla Türk Sa�lık Sektörünün mevcut durumu, hem tıbbi hem de tıbbi olmayan etkenlerce belirlenmektedir. Halk sa�lı�ı için çok sayıda belirleyici oldu�unu belirten geni� bir literatür bulunmaktadır. Örne�in, Gottret ve Schieber (2006) literatürü ara�tırarak devletin sa�lık harcamaları ile sa�lık sonuçları üzerindeki di�er kesit unsurları arasındaki ili�kinin yeni kanıtlar ortaya koymu�lardır. Hükümetin sa�lık harcamalarındaki artı�ların, 5 ya� altı ölüm oranının azaltılması üzerinde, e�itim, yol ve temizlik alanındaki hükümet harcamalarındaki benzer artı�lardan daha büyük ve net bir etkisi oldu�unu tespit etmi�lerdir. Jamison (2006) ise geli�mekte olan ve geli�mi� ülkelerdeki sa�lık sonuçlarının geli�imini etkileyen kilit unsur olarak sa�lık harcamalarını göstermi�lerdir. Dolayısıyla Türkiye’deki sa�lık sektörünün mevcut durumunun ortaya konulmasında en önemli veri olarak “toplam sa�lık harcaması” gösterilebilir.

Toplam Sa�lık Harcaması (TSH) OECD sa�lık hesapları sistemine göre sa�lık için yapılan cari harcama ve yatırım harcamasının toplamından olu�maktadır. Cari sa�lık harcaması ise; tüm tedavi, rehabilitasyon, koruyucu ve halk sa�lı�ı, yardımcı tıbbi hizmetler ile bu hizmetlerin yönetimi ve topluma sunulması için gerekli ilaç, tıbbi sarf ve tedavi malzemeleri, sa�lık personeli maa� ve ücretleri için yapılan harcamaları kapsamaktadır.

127

�ekil 3. Cari Sa�lık Harcaması, Toplam Sa�lık Harcaması ve GSY�H’nın Yıllar �tibariyle De�i�imi, 1999-2006, Türkiye

Kaynak: Sa�lık Bakanlı�ı, 2007: 102

�ekil 3.’de Cari Sa�lık Harcamasının, Toplam Sa�lık Harcamasının ve GSY�H’nın 1999–2006 yılları itibari ile de�i�imi görülmektedir Grafik incelendi�inde yapılan sa�lık harcaması ile GSY�H’nın de�i�iminin birbirine paralel oldu�u görülecektir.

128

Tablo 2. Toplam Sa�lık Harcamasının Finansman Kurumlarına Göre Da�ılımı, 1999–2006, Türkiye

Kaynak: Sa�lık Bakanlı�ı, 2007: 102

Türkiye Toplam Sa�lık Harcaması (TSH) 2000 yılı için 8.248 milyon YTL olup ki�i ba�ına yapılan sa�lık harcaması yakla�ık olarak 122,3 YTL ya da ilgili yılın ortalama dolar kuruna göre yakla�ık 195 ABD$’dır. Bu de�er, Satın Alma Gücü Paritesi (SGP)’ne göre 463 ABD$’dır. Tablo 2.’de 1999-2006 yıllarını kapsayan ilgili de�erler görülmektedir.

Türkiye’deki sa�lık sektörünün mevcut durumunun ortaya konulmasında bir di�er kriter ise ki�i ba�ına dü�en hekim sayısı gösterilebilir. Özellikle vatanda�ların sa�lık hizmetlerine eri�imlerinde hakkaniyetin sa�lanması açısından ki�i ba�ına dü�en hekim sayısının artırılması gerekmektedir. Zaruri

129

sa�lık hizmetlerine eri�imde makul bir e�itli�in yakalanması (yani “e�it ihtiyaç için e�it tedavi” olması) birçok ülkede ba�lı ba�ına önemli bir hedef olarak görülmektedir. Bunun ayrıca, bir ulusun ortalama sa�lık durumu üzerinde de kayda de�er sonuçları kesinlikle olacaktır. Müdahale olmaksızın, bütün ülkeler, “ters hizmet kuralı” deneyimini (sa�lık hizmetlerine eri�im e�iliminin sa�lık hizmetlerine duyulan ihtiyaç ile ters orantılı olması) ya�amaktadır. Çünkü dü�ük gelirliler, genellikle kötü sa�lık durumu ile ili�kilendirilmektedir. Daha iyi bir ortalama sa�lık durumunun sa�lanması için, bir ülkedeki sa�lık harcamalarının da�ılımının de�i�tirilerek zengin lehine de�il fakir lehine yapılması genel sa�lık harcamalarının artırılması kadar etkili olabilir. SDP kapsamında hekimlerin co�rafi da�ılımı, çok daha e�it hale gelmi�tir. SB, 2003 ve 2007 yılları arasında yeni atanan sa�lık personeli sayısının kayda de�er �ekilde artırdı�ını bildirmi�tir.

�ekil 4. Nüfus Ba�ına Dü�en Hekim Sayısı, Türkiye ve Di�er OECD Ülkeleri

Kaynak: OECD, 2009: 67

130

Yeni personelin 16.000’i ki�i ba�ına dü�en sa�lık personeli açısından sıkıntılı bölgelerde görevlendirilmi�tir. �ekil 4’e göre, 2006 yılında Türkiye’de 1000 nüfusta 1,6 olan hekim yo�unlu�u, di�er OECD ülkelerinden daha dü�üktür. Türkiye’deki hekim yo�unlu�u, 2006 yılında OECD ortalamasının yarısı civarındadır. Türkiye’deki hekimlerin %50’sinden biraz fazlası uzman olup yakla�ık %20’si de uzman olmaya çalı�an asistan pozisyonundadır ve sadece %30’u pratisyen hekim olarak çalı�maktadır. �ekil 4.’ten de görülece�i üzere hekim yo�unlu�u açısından Türkiye OECD ortalamasının çok altında yer almaktadır. Bu durum hizmetlerdeki hakkaniyet düzeyinin azalmasına yol açmaktadır. Türkiye’de özellikle bu sorunun çözümlenmesinde üniversite hastaneleri kilit role sahip bulunmaktadır.

Türkiye’deki sa�lık sektörünün mevcut durumunun ortaya konulmasında son olarak de�erlendirilebilecek di�er önemli kriter ise “hasta memnuniyeti”dir. Sa�lık hizmetleri memnuniyetinin ölçülmesi yöntemi, Türkiye'nin yanı sıra bazı Avrupa ülkelerinde de kullanılmaktadır. Böylece beklentilerin tüm ülkede aynı �ekilde oldu�u varsayılarak uluslararası kıyaslama yapmak mümkün hale gelmektedir.

Tablo 3. Türkiye’deki Sa�lık Hizmetlerinden Hastaların Memnuniyet Düzeyleri

Kaynak: OECD, 2009: 82

Türkiye'de yapılan ara�tırmada, ara�tırmaya katılmaya gönüllü olan 42 hekim muayene mahallinden 33 tanesi seçilmi�tir. Her bir muayene mahallinde,

131

birbirini izleyen en az 30 yeti�kin hastaya anket soruları sorulmu�tur. Cevap verme oranı %77 olmu�tur. Tablo 3. de Türkiye’deki ve (ortalama olarak) 10 Avrupa ülkesinden olu�an bir gruptaki sa�lık hizmetlerine ili�kin 23 soruya “iyi” ya da “mükemmel” cevaplarını veren hastaların oranlarını göstermektedir.

�ekil 5. Türkiye'de Genel Olarak Sa�lık Hizmetlerinden Memnun Olanların Oranı ve 2003-2007 Yılları Arasındaki De�i�im

Kaynak: TU�K, 2008: 38

Türkiye �statistik Kurumu (TU�K), 2008 yılında 2878 örnek hanede, 6465 ki�iyle yüz yüze gerçekle�tirdi�i “ya�am memnuniyeti ara�tırması” sonuçlarına göre Türkiye’de genel olarak sa�lık hizmetlerinden memnun olanların oranının 2003- 2007 yılları arasındaki de�i�imi �ekil 5.’te gösterilmi�tir. TÜ�K tarafından yayımlanan ve Türk vatanda�larının sa�lık hizmetlerinden genel memnuniyet oranının SDP’nin ba�latılmasından hemen önce 2003 yılında %39,5 iken; 2005’te %55,2’ye ve 2007 yılında %66,5’e yükseldi�ini gösteren ya�am memnuniyeti anketi sonuçlarına dikkat çekmi�tir. Bu oranlara bakıldı�ında özellikle SDP’den sonra sa�lık hizmetlerinden memnuniyetin arttı�ını söyleyebiliriz (TU�K, 2008:42).

5.TÜRK SA�LIK SEKTÖRÜNDEK� HASTANELER

Türkiye’de sa�lık hizmetleri arzı, kamu ve özel hizmet sunucular tarafından sa�lanmaktadır. Bu kapsamda en önemli kamu hizmet sunucusu Sa�lık Bakanlı�ına ba�lı hastaneler ve üniversite hastaneleridir. Ancak SSK hastanelerinin, bazı kamu kurulu�ları ve belediye hastanelerinin sundukları sa�lık hizmetinin SB’ye devredilesi ile birlikte SB hastaneleri en büyük sa�lık hizmet sunucu birimler haline gelmi�lerdir. Üniversite hastaneleri gerçekle�tirilen son de�i�iklikten sonra SB’den sonra en önemli hizmet sunucusu konumundadır.

132

Türkiye’de 2007 yılı itibari ile 170.291 yatak kapasiteli 1202 adet hastane bulunmaktadır. Bu hastanelerin 807’si SB’ye, 56’sı Üniversitelere, 305’i özel mülkiyete, 6’sı belediyelere, 19’u dernek ve vakıflara, 3’ü yabancılara ve 5’i ise azınlıklara aittir.

Tablo 4. Türkiye’deki Hastanelerin Kurumlara Göre Da�ılımı

Kaynak: Sa�lık Bakanlı�ı, 2008’den alınan verilere göre olu�turulmu�tur.

Sa�lık Bakanlı�ı birinci ve ikinci basamak sa�lık hizmetlerinin temel tedarikçisi ve koruyucu hizmetlerin de tek tedarikçisidir. Sa�lık Bakanlı�ı, birinci, ikinci, ihtisasla�mı� yataklı ve ayakta tedavi kurumları ile çok geni� bir a� dâhilinde hizmet vermektedir. Kamu sektöründeki bu geni� a�, özel sektörde hem ayakta hem de yataklı tedavi hizmeti veren daha az sayıdaki özel kurumla tamamlanmaktadır.

2004-2005 yılları arasında hastanelerin ayakta tedavi hizmeti veren bölümlerine ba�vuru sayısı % 22,5 civarında artarken, 2005-2006 yılları arasında %16,1’lik bir artı� söz konusudur. Hastane bazında ayakta tedavi kurumlarına ba�vuru sayısı tablo 5.’de belirtilmi�tir.

133

Tablo 1. Türkiye’deki Hastanelere Ba�vuran Hastaların Kurumlara Göre Poliklinik Durumu, 2002-2006

2Kaynak: Sa�lık Bakanlı�ı, Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlü�ü, 2006

Sa�lık Bakanlı�ı’nın sa�lık ocakları tarafından tanı ve tedavi için daha üst kurumlara sevk edilen hastaların sayısı, Sa�lık Bakanlı�ının ayakta tedavi kurumlarına giden hastaların % 9’una e�ittir. Bu da do�rudan hastanelerin ayakta tedavi imkânlarına ba�vuran insanların büyük bir kısmının birinci basamak sa�lık kurumundaki hekimin tavsiyesini almadan kendi kararına göre hareket etti�ini göstermektedir. Sa�lık harcamalarında artı�a ve gereksiz i� yükü olu�turarak hakkaniyete ters dü�en bu durumun, aile hekimli�i modeli ile a�ılması dü�ünülmektedir(www.saglik.gov.tr).

Tablo 1.’ten görülece�i üzere SB hastanelerinin 2005 yılındaki poliklinik sayısı % 80,5 artmı� bulunmaktadır. Bu durumun en önemli nedeni; SSK hastanelerinin SB’ye devredilmesi ile 2004 yılından sonraki veriler SB hastanelerine aktarılmasından kaynaklanmaktadır.

6.TÜRK�YE’DEK� ÜN�VERS�TE HASTANELER�

Sa�lık sistemi içerisinde do�rudan hasta tedavisi ve bakımını amaçlayan hastanelerin önemli bir bölümü de e�itim ve ara�tırma kurumları olarak faaliyet göstermektedir. Bu kurumlar hasta tedavisi hizmetleri yanı sıra, çe�itli sa�lık disiplinlerinin e�itimi ve tıbbi ara�tırma faaliyetlerini de üstlenmektedir.

2 Özel Hastanelerin 2002–2006 yılları arasındaki artı� oranı dikkat çekicidir. Bunun en önemli nedeni olarak SDP kapsamında gerçekle�tirilen yeni düzenlemelerdir. Bu durum aynı zamanda SB’nın sa�lıkla ilgili politikalarında liberalle�me e�ilimini de göstermektedir. Bu e�ilimin gittikçe hız kazanması son yıllarda hastane süreçlerindeki DKK uygulamalarının sayısını ve kapsamını artırmaktadır.

134

Sa�lıkla ilgili ara�tırma ve uygulama merkezleri olarak e�itim hastaneleri kapsamında yer alan üniversite hastaneleri ise üstlendikleri tıp ve di�er sa�lık disiplinlerinin e�itimi, sa�lıkla ilgili ara�tırmalar ve daha çok ilerlemi� ve ciddi sorunları olan hastaların tedavi hizmetleri ile toplumların sa�lık düzeyinin yükseltilmesinde önemli rol oynamaktadırlar.

Mezuniyet öncesi ve sonrası tıp e�itimi, sürekli tıp e�itimi, tıbbi ara�tırmalar, akademisyen yeti�tirme-geli�tirme ve muhtelif sa�lık hizmetleri gibi altı önemli misyonu birlikte ta�ıma görevi üniversite hastanelerinin sorumlulu�unu di�er hastane türlerine göre arttırmaktadır. Bu sorumlulu�u yerine getirmede temel ilke, söz konusu altı misyon arasında birinin di�erine üstünlük kurmasına fırsat vermeyecek bir dengenin olu�turulmasıdır.

�ekil 6. Türkiye’deki Üniversite, E�itim ve Hizmet Hastanelerinin Sorumluluk Yükü

Kaynak: Üniversite Hastaneleri Birli�i; 2009: 9

Di�er sa�lık kurulu�larından farklı olarak e�itim, ara�tırma ve hasta bakımı i�levlerinin aynı yapı içerisinde örgütlenmesinin sa�lanması son derece önemli çabaları gerektirmektedir. Ayrıca sa�lık bilimlerinde bilimsel bilginin artması, teknolojik ilerlemeler ve farklı alanlarda uzmanla�manın getirdi�i sorunlar üniversite hastanelerini daha kompleks bir çevre içerisinde mücadele etmeye itmektedir. Böylesi bir durumla mücadele etmek zorunda kalan üniversite hastanelerinin daha esnek bir organizasyon yapısına sahip olması gerekmektedir.

6.1. Türk Sa�lık Sistemi �çerisinde Üniversite Hastanelerinin Yeri

Türk Sa�lık Sisteminde Üniversite hastaneleri, üçüncü basamak sa�lık kurulusu olarak tanımlanmı�lardır. Sa�lık Bakanlı�ına ba�lı e�itim hastaneleri ile birlikte ülkemizin en ileri düzeyde sa�lık hizmeti sunan sa�lık kurulu�larıdır.

SB 2008 verilerine göre Türkiye’de toplam 56 adet üniversite hastanesi bulunmaktadır. Hastane yataklarının %14.8’ini Üniversite hastaneleri, %67’sini

135

SB Hastaneleri, %10’unu özel ve vakıf hastaneleri olu�turmaktadır. Üniversite Hastaneleri toplam hastane sayısının %4.2’si iken yatak oranı %14.8’dir. Bu Üniversite Hastanelerinin genellikle daha yüksek yatak sayısına (ort. 536) sahip oldu�unu göstermektedir (bknz. Tablo 5.).

�ekil 7. Türkiye’deki Üniversite Hastanelerinin Di�er Kurum Hastanelerine Göre Durumu

Kaynak: Sa�lık Bakanlı�ı, 2008:11 Özel hastanelerde kurum ba�ı ortalama yatak 49, SB Hastanelerinde 159 dur. Kurum Ba�ına muayene edilen hasta sayısı (*1000/Yıl) Üniversite Hastanelerinde 268 iken SB Hastanelerinde 1.548 olmu�tur. Üniversite Hastaneleri poliklinik hizmetinin % 6’sını kar�ılamaktadır. Buna kar�ılık Üniversite Hastaneleri yatan hastaların %14 üne hizmet vermektedir.

�ekil 8. Türkiye'deki Hastanelerde Muayene Edilen Hastaların Kurumlara Göre Da�ılımı (Bin Ki�i), 2002-2007

Kaynak: Sa�lık Bakanlı�ı, 2008: 15

136

Üniversite hastanelerinin Türk Sa�lık Sistemi içerisinde önemini artıran bir di�er durum ise sa�lık insan gücünün sa�landı�ı temel kaynak olmasıdır. Toplumun sa�lık düzeyinin yükseltilmesi ve sa�lıklı bir hayatın devam ettirilmesinde sa�lık çalı�anlarının büyük önemi vardır. Bu nedenle sa�lık alanında çalı�an sa�lık personelinin sayısı ve e�itimi önem ta�ımaktadır. Bu ba�lamda Türkiye’deki üniversite hastaneleri sa�lık insan gücünün yeti�tirilmesinde ve sektöre arz edilmesinde en önemli kurumdur. Sa�lık hizmetlerinin yürütülebilmesi için sa�lık personelinin yeterli sayıda ve ça�da� normlara göre yeti�tirilmesi ve ülke çapında dengeli bir da�ılım ve plan yapılması önemlidir. Ülkemizdeki tıp fakültesi sayısı 1986 -1987 ö�retim yılında 21 iken, 2006-2007 ö�retim yılında bu sayı 47'ye, bu fakültelerdeki ö�renci sayısı ise aynı dönemde 29.759'dan ancak 33.537'ye ula�mı�tır. Yani, fiziki altyapı ve e�itim kadrosu artarken ö�renci sayısı göreceli olarak azalmı�tır. Ö�retim üyesi sayısı ise bu dönemde 2007'den 8512'ye yükselmi�tir. Ö�renci sayısı/ ö�retim üyesi sayısı oranı da 14.8'den 3.9'a dü�mü�tür. Bu oran bazı Avrupa ülkelerinin ö�renci sayısı/ ö�retim üyesi sayısı oranı ile kar�ıla�tırıldı�ında ülkemizde ö�retim üyesi ba�ına dü�en ö�renci sayısının dü�ük oldu�u görülmektedir (Bknz. �ekil 9.). Dolayısıyla Türkiye’de daha fazla tıp ö�rencisi yeti�tirecek sayıda tıp fakültesi ve ö�retim üyesi bulunmaktadır. (Sa�lık Bakanlı�ı, 2008b: 7).

�ekil 9. Bazı AB Ülkelerinde ve Türkiye'de Ö�retim Üyesi Ba�ına Dü�en Ö�renci Oranları

Kaynak: Sa�lık Bakanlı�ı, 2008b: 31

Zira; Türkiye’de 100.000 ki�iye dü�en aktif çalı�an uzman hekim sayısı (73,04) Dünya Sa�lık Örgütünce tanımlanan Avrupa Bölgesi (272,06) ülkeleri ve 27 AB üyesi ülke ortalamasından (220,09) oldukça dü�üktür. Bu durumda Türkiye’deki tıp ö�rencilerinin sayılarının artırılarak; orta vadede, ö�retim üyesi ba�ına dü�en ö�renci oranının AB ülkelerinin ortalamasına çıkarılması gerekmektedir (Sa�lık Bakanlı�ı, 2008b: 32).

137

Üniversite hastanelerinin Türk Sa�lık Sistemi içerisindeki konumunun ortaya konulmasında son olarak vatanda�ların üniversite hastanelerinden aldıkları sa�lık hizmetlerindeki memnuniyet düzeyine de de�inmek faydalı olacaktır.

�ekil 10. Üniversite Hastaneleri ve Di�er Hastane Hizmetlerinden Memnuniyet Düzeyleri 2003-2007

Kaynak: TU�K, 2008: 41

TÜ�K’in 2003 yılında yaptı�ı Ya�am Memnuniyeti Ara�tırması’na göre, ankete cevap verenlerin %41’i SB hastanelerinden memnunken, üniversite hastanelerinden memnun olanların oranı %47 ve özel hastanelerden memnun olanların oranı da %49’da bulunmaktaydı. 2007’de yapılan ara�tırmaya göre ise SB hastanelerinden memnuniyet %67, üniversite hastanelerinden memnuniyet %69 ve özel hastanelerden memnuniyet %61 olmu�tur. Memnuniyet kamu hastaneleri için 26 puan yükselirken, üniversite hastaneleri için 22 ve özel hastaneler için 12 puan artmı�tır (TU�K, 2008: 38).

6.2. Üniversite Hastanelerinin Kurulu� Amaçları ve Kurulu� Prosedürü

Hasta tedavisinde ileri ve uzmanla�mı� personeli içeren üniversite hastaneleri, ba�lı bulundukları üniversite ile birlikte hasta tedavisi, sa�lık personeli e�itimi ve sa�lıkla ilgili ara�tırmaların yanı sıra, toplum sa�lı�ını geli�tirmeyi de amaçlamaktadırlar. Ba�langıçta tıp ö�rencilerinin uygulama merkezleri olarak hizmet veren üniversite hastaneleri, sa�lık bilimlerindeki geli�meler do�rultu-sunda, giderek di�er sa�lık profesyonellerinin e�itimleri için de uygun ortamı olu�turma amacını üstlenmi�lerdir (Martin vd., 2008: 50).

Dolayısıyla üniversite hastaneleri, e�itim-ö�retim faaliyetlerine uygulama alanı olu�turmak ve topluma sa�lık hizmeti sunmak temel amaçlarıyla kurulurlar. Selçuk Üniversitesi Sa�lık Ara�tırma ve Uygulama Merkezi Yönetmeli�i madde 5’te üniversite hastanelerinin amacı �u �ekilde belirtilmi�tir: "Merkezin amacı; Tıp Fakültesi ile Üniversiteye ba�lı Hem�irelik Yüksekokulu, Sa�lık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Sa�lık Bilimleri Enstitüsünün e�itim-ö�retim

138

ve ara�tırma faaliyetlerinin ve muayene, te�his ve tedavi için Merkeze ba�vuran hastaların ayakta veya yataklı tetkik ve tedavilerinin en iyi �ekilde gerçekle�tirilmesini sa�lamaktır (Selçuk Üniversitesi: 2006: 1).” Di�er üniversite hastanelerinde de bu hedefler do�rultusunda kurulu� gerçekle�mektedir. Üniversitelere ait tıp fakülteleri ba�ta olmak üzere, sa�lık hizmetleriyle ilgili tüm alanlarda üniversiteye ait di�er fakülte, yüksekokul, enstitü gibi birimlerle i�birli�i yaparak sa�lıkla ilgili ara�tırmalar yapıp kaliteli ve dengeli bir sa�lık hizmeti sunumu gerçekle�tirme gayreti içerisinde bulunmaları yönetmelikte vurgulanmaktadır.

Bu ba�lamda üniversite hastanelerinin iki temel amacı bulunmaktadır. Bunlar, e�itim ve sa�lık hizmeti sunumudur. E�itim hizmetlerini, ba�ta tıp fakültesi ö�rencilerinin ile uzmanlık e�itimi alan ara�tırma görevlisi hekimlere ve di�er sa�lık personeline ara�tırma ve uygulama olana�ı sa�layan bir kurum olma, topluma sa�lık hizmeti sunma i�levlerini ise; tıp fakültesi ö�retim üyelerinin birebir denetim ve gözetiminde te�his ve tedavi hizmeti vererek gerçekle�tirirler. Bu esas amaçlar altında kurulu� amaçlarını �u ba�lıklar altında sıralayabiliriz:

• Sa�lıklı ya�am ve kaliteli tedavi hizmeti konusunda inceleme, ara�tırma ve uy sulamalarda bulunmak,

• Kamu kurum ve kurulu�larıyla kurulu� amaçlarıyla ilgili i�birli�i yapmak,

• Toplumu sa�lıklı ya�am konusunda bilinçlendirmek,

• Hastane amaçları do�rultusunda kamu ve özel sektör kurulu�larına projeler hazırlamak, e�itim programları düzenlemek, bilimsel mütalaada bulunmak,

• Toplumu sa�lıklı ya�am konusunda bilinçlendirmek üzere kitap, dergi, bro�ür basımları yapmak, yazılı ve görsel basın organlarında program düzenlemek.

• Hastane yönetim kurulunun kararla�tıraca�ı di�er faaliyetlerde bulunmak

Türkiye’deki üniversite hastanelerinin kurulu� prosedürüne bakacak olursak; üniversite ara�tırma hastaneleri, yasal mevzuatımızda "hastane'" olarak de�il ara�tırma ve uygulama merkezi olarak yer buldu�undan, üniversiteler ara�tırma ve uygulama hastanesi kurarlarken, ara�tırma merkezi kurulu�unda ki süreci takip etmektedirler. Yüksek ö�retim Kurumu, bu merkezlerin kurulmasına bir takım kriterler aramı� ve bunu 22.2.2000 tarih ve 11 oturum ve 2000.11.500 sayılı Yürütme kurulu kararında açıkça sıralamı�tır. Buna göre bir ara�tırma ve uygulama merkezi kurmak isteyen herhangi bir üniversite bir takım �artları

139

ta�ımak durumundadırlar. Bu �artlara sahip olan üniversiteler bu hastanelerin kurulmasında �u yolu izlemektedir :

1. Merkezin kurulu�, çalı�ma usul ve i�lemlerini belirten yönetmelik tasla�ının hazırlanması,

2. Yönetmeli�in üniversite senatosunca kabulü,

3. Onay için tasla�ın Yüksek Ö�retim Kuruluna gönderilmesi,

4. Yüksek Ö�retim Kurulunca onaylanan tasla�ın resmi gazetede yayınlanmak üzere Ba�bakanlı�a gönderilmesi,

5. Resmi gazetede Yayınlanması

Yönetmeli�in resmi gazetede yayınlandı�ı günden itibaren üniversite hastanesinin kurulu� prosedürü tamamlanmı� kabul edilerek faaliyete ba�latılmaktadır.

6.3. Üniversite Hastanelerinin Yasal Dayana�ı

2547 sayılı Yüksekö�retim Kanunu’nda üniversite hastanelerine ili�kin bir düzenleme getirilmemi�tir. Ba�ka temel bir düzenleme de bulunmadı�ından; üniversite hastanelerinin kurulu�u, 2547 sayılı Yüksekö�retim Kanunun 3. maddesinde “Uygulama ve Ara�tırma Merkezi” olarak tanımlanmı�tır. Bu tanımda uygulama ve ara�tırma merkezi; “Yüksekö�retim kurumlarında e�itim ö�retimin desteklenmesi amacıyla çe�itli alanların uygulama ihtiyacı ve bazı meslek dallarının hazırlık ve destek faaliyetleri için e�itim - ö�retim, uygulama ve ara�tırmaların sürdürüldü�ü bir yüksekö�retim kurumu” �eklinde tanımlanarak yetersiz ve sorunlu yasal bir dayanak elde etmi�tir.

Üniversite hastanelerinin yasal dayanak ve i�leyi�i düzenleyen ortak herhangi bir düzenlemenin bulunmayı�ı sa�lık sisteminde büyük bir eksiklik ve yasal bir bo�luk olu�turmaktadır. Bazı üniversite hastaneleri hiçbir yasal dayana�ı olmadı�ı halde, kendi hastanelerinde uygulanmak üzere yönetmelikler çıkarmı�lardır. Ancak, yasaya dayanmayan yönetmeliklerin uygulamadaki geçerlili�i ve yasallı�ı ise tartı�malıdır. Tüm bunların sonucunda da, bu hastanelere yönelik özel bir yasanın bulunmaması sebebiyle, üniversite hastanelerinde uygulamalar açısından bir uyum söz konusu olmamakta, her hastane, bir di�erinden farklılık göstermektedir.

2009 tarihinde Hacettepe Üniversitesinde yapılan Üniversite Hastaneleri Birli�i toplantısında bu sorun dile getirilerek ortak bir çalı�ma ile bütün üniversite hastanelerini kapsayacak yeni bir yasal düzenlemenin yapılması gere�i üzerinde durulmu�tur (Üniversite Hastaneleri Birli�i; 2009: 17).

Ayrıca üniversiteler finansal konularda da çe�itli mali hükümlerin yer aldı�ı kanunlar kapsamında faaliyet göstermektedirler. Örne�in alım, satım ve finans kaynaklarını usulüne uygun kullanımı 2886 sayılı Devlet �hale Kanununa göre

140

yapılmaktadır. 1050 sayılı Muhasebeyi Umumiye Kanunu ve Sayı�tay Denetim Kanunları alımlarının ne �ekilde yapılaca�ı ile ilgili hükümleri içermektedir. Üniversite hastanelerinin hasta bakım ve tedavisi ile ilgili etik konularında Sa�lık Mevzuatı hükümlerine ba�vurulmakta, do�rudan etkili olmadı�ı halde hem�ire ve di�er sa�lık disiplinlerinin görev ve yetkileri ile ilgili konularda Sa�lık Bakanlı�ı Yataklı Tedavi Kurumları i�letme Yönetmeli�i geçerli sayılmaktadır. Uzmanlıkla ilgili konular ise Tababet Uzmanlık Tüzü�üne göre yürütülmekte ve ö�renci e�itim ve ö�retimi ile ilgili yönetmeliklerin olu�turulması ise ilgili Yüksekö�retim Kurumlarının yetkili organlarına bırakılmaktadır.

6.4. Üniversite Hastanelerinin Yönetsel Yapısı

2547 sayılı Yüksekö�retim Kanunu’nda üniversite hastanelerinin yapılanması ve örgütlenmesi konusuna ili�kin bir düzenleme getirilmemi�tir. Türkiye'de üniversite hastaneleri “ara�tırma ve uygulama merkezi” adı altında direkt olarak Üniversite Rektörlerine ba�lı olarak faaliyet göstermektedirler. Dolayısıyla üniversite tüzel ki�ili�ini temsil eden Rektör aynı zamanda üniversite hastanesinin tepe yöneticisi durumundadır. Türkiye’deki kamu hastaneleri için genel itibariyle yönetimde üst yetkili, asıl mesle�i hekimlik olan ba�hekimdir. Ancak 2547 sayılı Yüksekö�retim Kanunun ara�tırma ve uygulama merkezi ile ilgili kısmında “ba�hekimlik” unvanı yer almamaktadır. Üniversite hastanelerinin tamamında SB hastane yapılanması taklit edilerek, yönetsel yapılarına bu pozisyon uyarlanmı�tır.

Üniversite hastanelerinin yönetsel yapısının olu�turulmasında gerek kurulu� a�amasında gerekse faaliyet a�amalarında bir takım kurum ve birimler etkide bulunmaktadırlar. Bunların ba�ında YÖK gelmektedir. Ayrıca üniversite rektörü, üniversite senatosu, üniversite yönetim kurulu ve tıp fakültesi yönetimi üniversite hastanelerinin yönetsel yapısına etkide bulunan di�er kurum ve birimlerdir. Türkiye’de üniversite hastanelerinin yönetsel yapısı ile ilgili olarak, 2547 sayılı kanuna dayalı olu�an yönetim organları a�a�ıda sıralanmı�tır.

6.4.1. Üst Kurulu�lar

Yüksek ö�retim üst kurulu�ları, yüksek ö�retim kurulu, yüksekö�retim denetleme kurulu ve üniversitelerarası kuruldan olu�maktadır. Bu kurullarda yasada belirlenen amaç, hedef ve ilkeler do�rultusunda yüksek ö�retim kurumlarının kurulması e�itim ö�retim faaliyetlerinin uygulanmasına yönelik kısa ve uzun vadeli planların yapılması ve faaliyetlerin ana amaç ve ilkelere uygunlu�unun denetlenmesi gibi üst düzeyde kararlar alınmaktadır. YÖK yönetimsel anlamda üniversite hastanelerinin en üst kurulu�larıdır.

6.4.2. Üniversite Yönetim Organları

Üniversite hastaneleri ara�tırma ve uygulama merkezleri olarak do�rudan üniversite rektörlü�üne ba�lı faaliyet gösteren kurumlardır. Üniversite

141

organlarının üniversite hastaneleri ile ba�lantıları söz konusudur. Bu organlar, yasada rektör, senato ve üniversite yönetim kurulu olarak belirlenmi�tir.

6.4.2.1. Rektör

Üniversite tüzel ki�ili�inin temsilcisi olan rektör aynı zamanda üniversite hastanelerinin de tepe yöneticisi konumundadır. Rektör, üniversitelere ba�lı tüm birimlerde e�itim-ö�retim, bilimsel ara�tırma ve yayın faaliyetlerinin yanı sıra, yatırım programları, bütçe ve kadro ihtiyaçlarının planlanması ve üniversite görevli tüm personelin atanma, görevlendirilme ve denetimlerinde yetkili en üst düzey organdır.

Üniversite hastanelerinin tıp fakültesi ile ba�lantısı rektörün fakülte dekanına devretti�i yetki ile sınırlıdır. Rektör tıp fakültesi dekanından ba�ka, görevlendirece�i herhangi bir ö�retim üyesini de hastane yönetiminde yetkili kılabilir. Nitekim bu tıp fakülteleri içinde yer almalarına kar�ın di�er ara�tırma ve uygulama merkezleri, rektörün bu merkezlere atadı�ı müdürler tarafından yönetilmekte ve tıp fakültesi yönetimi ile yasal anlamda ili�kileri olmamaktadır.

6.4.2.2. Senato

Senatonun üniversite hastanelerinin yönetim ve kararlar üzerinde etkisi ile ilgili do�rudan bir görevi yasada yer almamakla birlikte, rektörün onayından sonra resmi gazetede yayınlanarak yürürlü�e girecek olan tüm birimlerle ilgili yönetmeliklerin hazırlanması görevi üniversite hastaneleri açısından önemli sayılmaktadır. Nitekim hastane ile ilgili yönetmeliklerin tümü senatodan geçtikten sonra yürürlü�e konmu�tur. Senatoda hastaneyi temsilen tıp fakültesi dekanı bulunmaktadır.

6.4.2.3. Üniversite Yönetim Kurulu

Rektörün ba�kanlı�ında dekanlardan ve üniversiteye ba�lı, de�i�ik ö�retim birim ve alanlarını temsil edecek �ekilde senato tarafından dört yıl süre için seçilecek üç profesörden olu�ur. Üniversite yönetim kurulu idari faaliyetlerde rektöre yardımcı organ olup, yüksek ö�retim üst kurulu�ları ile senato kararlarının uygulanması, üniversiteye ba�lı birimlerin önerileri do�rultusunda yatırım programları ve bütçe tasarısı tasla�ının hazırlanarak rektöre sunulması ve üniversite yönetimi ile ilgili rektörün getirece�i konularda karar alınması gibi i�levleri yerine getirmektedir.

Üniversite yönetim kurulunun yatırım ve bütçe hazırlanması gibi görevleri üniversite hastanelerini geni� kapasiteli kurumlar olarak daha fazla ilgilendirmektedir. Di�er e�itim kurumlarının e�itim ve bilimsel ara�tırmalara yönelik yatırım programları, hasta bakım hizmetlerinin yer aldı�ı yataklı tedavi kurumları ile ilgili faaliyetlerden dolayı üniversite hastanelerinde çok daha önemli yer tutmaktadır.

142

6.4.3. Fakülte Yönetim Organları

Üniversite hastanelerini, tıp fakültelerinden ba�ımsız dü�ünmek mümkün de�ildir. Hastanelerde görev yapan tıp hekimi ö�retim üyeleri, ö�retim görevlileri ve ara�tırma görevlisi asistanlar Tıp fakültesinin personeli ve mensuplarıdır. Hastanelerin tepe yönetici durumunda olan ba�hekim, aynı zamanda tıp fakültesinin bir ö�retim üyesidir. Tıp fakültesi dekanları, fakülte kurulu ve fakülte yönetim kurulu aracılı�ıyla hastane yönetimi ile ilgili kararlar alıp uygulamaya konulmasını sa�lar.

Yüksekö�retim Kurumları Yasasında dekan, fakülte kurulu ve fakülte yönetim kurulu olarak belirlenen fakülte yönetim organları tıp fakültesi içinde yer alan üniversite hastanelerinin yönetiminde de de�i�ik düzeylerde etkili olmaktadır. Tıp fakültesinin e�itim ö�retim ve di�er akademik faaliyetleri yanı sıra, hastane hizmetlerinin yönetimi ile ilgili kararların da büyük bir kısmı bu organlar tarafından alınmaktadır.

6.4.4. Üniversite �dari Organları

Yüksek Ö�retim Kurumları yasasına göre üniversitelerin idari organizasyonları içinde yer alan birimler �unlardır ( Resmi Gazete, 1983:7).

• Genel sekreterlik

• Yapı ��leri ve Teknik Daire Ba�kanlı�ı

• Personel Daire Ba�kanlı�ı

• Ö�renci ��leri Daire Ba�kanlı�ı

• Sa�lık, Kültür ve Spor Daire Ba�kanlı�ı

• Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Ba�kanlı�ı

• Bilgi ��lem Daire Ba�kanlı�ı

• Hukuk Mü�avirli�i

• Üniversite Hastanesi Ba�müdürlü�ü

Rektörlük bünyesinde yer alan bu idari organlar rektörlü�e ba�lı fakülte, yüksek okul, enstitü ve ara�tırma merkezlerinde olu�turulan benzer birimlerle ba�lantılı olarak fonksiyonlarını yürütürler.

Üniversite hastaneleri, aynı zaman da ait oldukları üniversitelerin bir alt birimi olduklarından üniversitenin idari organlarından, bu organların görev alanlarına giren konularda destek alırlar. Örne�in hastane kadrosunda görevli bir hem�irenin sicil i�lemlerini personel dairesi ba�kanlı�ı yürütür. Hastanenin devletçe kar�ılanacak ödeme ve bütçe planlamasını strateji dairesi ba�kanlı�ı, bili�im hizmetleri sunumunu bilgi i�lem dairesi ba�kanlı�ı yapar. �dari örgütlenme, genel sekreter ba�ta olmak üzere, daire ba�kanları, �ube müdürleri,

143

müdür yardımcıları, �efler, memurlar �eklindedir. Merkezdeki bu örgütlenmenin yanında üniversite hastaneleri ba�müdürü idari anlamda genel sekretere ba�lı olarak görevini hastane içerisinde yürütür.

SONUÇ

Türkiye’de sa�lık hizmetleri arzı, kamu ve özel hizmet sunucular tarafından sa�lanmaktadır. Bu kapsamda en önemli kamu hizmet sunucusu Sa�lık Bakanlı�ına ba�lı hastaneler ve üniversite hastaneleridir. Ancak SSK hastanelerinin, bazı kamu kurulu�ları ve belediye hastanelerinin sundukları sa�lık hizmetinin SB’ye devredilesi ile birlikte B hastaneleri en büyük sa�lık hizmet sunucu birimler haline gelmi�lerdir. Üniversite hastaneleri gerçekle�tirilen son de�i�iklikten sonra SB’den sonra en önemli hizmet sunucusu konumundadır.

Türk Sa�lık Sektörü içerisinde üniversite hastaneleri, üçüncü basamak sa�lık kurulusu olarak tanımlanmı�lardır. Sa�lık Bakanlı�ına ba�lı e�itim hastaneleri ile birlikte ülkemizin en ileri düzeyde sa�lık hizmeti sunan sa�lık kurulu�larıdır. B 2008 verilerine göre Türkiye’de toplam 56 adet üniversite hastanesi bulunmaktadır. Hastane yataklarının %14.8’ini Üniversite hastaneleri, %67’sini SB Hastaneleri, %10’unu özel ve vakıf hastaneleri olu�turmaktadır. Üniversite Hastaneleri toplam hastane sayısının % 4.2’si iken yatak oranı %14.8’dir. Bu Üniversite Hastanelerinin genellikle daha yüksek yatak sayısına (ort. 536) sahip oldu�unu göstermektedir.

Türk Sa�lık Sektörü içerisinde do�rudan hasta tedavisi ve bakımını amaçlayan hastanelerin önemli bir bölümü e�itim ve ara�tırma kurumları olarak faaliyet göstermektedir. Bu kurumlar hasta tedavisi hizmetleri yanı sıra, çe�itli sa�lık disiplinlerinin e�itimi ve tıbbi ara�tırma faaliyetlerini de üstlenmektedir. Sa�lıkla ilgili ara�tırma ve uygulama merkezleri olarak e�itim hastaneleri kapsamında yer alan üniversite hastaneleri üstlendikleri tıp ve di�er sa�lık disiplinlerinin e�itimi, sa�lıkla ilgili ara�tırmalar ve daha çok ilerlemi� ve ciddi sorunları olan hastaların tedavi hizmetleri ile toplumun sa�lık düzeyinin yükseltilmesinde önemli rol oynamaktadırlar.

Di�er sa�lık kurulu�larından farklı olarak e�itim, ara�tırma ve hasta bakımı i�levlerinin aynı yapı içerisinde örgütlenmesinin sa�lanması son derece önemli çabaları gerektirmektedir. Üniversite hastaneleri di�er i�letmeler gibi çevreden bazı girdileri almakta, bunları bir süreçten geçirmekte ve nihai olarak bir çıktı ortaya koymaktadır. Ancak bu hastaneler, di�er i�letmelerden bazı açılardan farklılık göstermektedir. Bu farklılıklardan en önemlisi daha karma�ık yapıda olmalarıdır. Karma�ık olmalarının ba�lıca nedeni hastaneleri etkileyen etmenlerin yani dı� çevrenin ve ürün yelpazesinin karma�ıklı�ıdır. Ba�ka bir ifadeyle, hastaneleri etkileyen çevre oldukça karma�ık, girdiler fazla ve süreç a�amasındaki i�levler oldukça girifttir. Karma�ıklı�ın bir ba�ka nedeni ise her

144

hasta için farklı bir uygulama gerektirebilece�i varsayımı ve sonuçta hizmet süreci ba�lı ba�ına de�i�mesi dolayısıyla da hizmetin ortaya çıkması için gereken çıktıların çe�itlenmesidir. Bunun sonucunda hastanelerin çevrelerinden aldıkları girdi sayısı iyice artmakta ve çevreye ba�ımlılıkları oldukça yüksek düzeye çıkmaktadır. Ayrıca sa�lık bilimlerinde bilimsel bilginin artması, teknolojik ilerlemeler ve farklı alanlarda uzmanla�manın getirdi�i sorunlar üniversite hastanelerini daha kompleks bir çevre içerisinde mücadele etmeye itmektedir. Günümüzün küresel pazarında ya�am mücadelesi veren di�er organizasyonlar da oldu�u gibi üniversite hastaneleri de ayakta kalabilmek için ve rekabet güçlerini koruyup güçlendirebilmek için birçok yeni stratejiyi uygulamak durumunda kalmaktadırlar. Dolayısıyla böylesi bir durumla mücadele etmek zorunda kalan üniversite hastanelerinin farklı alternatif organizasyon modellerine ve daha esnek bir organizasyon yapısına sahip olması gerekmektedir. Ayrıca günümüzde hastane organizasyonları, sürekli de�i�en ve dalgalanan çevrede maliyetleri dü�ürmek, buna paralel olarak hasta bakım kalitesini artırabilme sorunuyla kar�ı kar�ıyadırlar.

KAYNAKÇA

Fi�ek N. (1983) Halk Sa�lı�ına Giri�, HU ve DSÖ Hizmet Ara�tırma ve Ara�tırıcı Yeti�tirme Merkez Yayını,s.6.

Hayran, O. (1997) Hastane Yöneticili�i, Nobel Tıp Kitapları, �stanbul.

Jamison, D. (2006), Investing in Health, in D. Jamison et al. (eds.), “Disease Control Priorities in Developing Countries”, Second Edition, World bank and Oxford University Press, Washington, D.C. and New York, pp. 3-34.

Kavuncuba�ı, �. (2000), Hastane Sa�lık Kurumları Yönetimi. Siyasal Kitapevi, Ankara

Kısa, A. (2002). Sa�lık Kurumları Yönetimi, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eski�ehir.

Sa�lık Bakanlı�ı (2008), Yataklı Tedavi Kurumları �statistik Yıllı�ı 2007, Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlü�ü Yayını, Ankara

Sa�lık Bakanlı�ı (2008b), Türkiye Sa�lık �nsangücü Durum Raporu, Yayın no:759, Ankara

Sa�lık Bakanlı�ı (2002), Aday Memur Hazırlayıcı Ders Notları, Ankara

Sa�lık Bakanlı�ı (2007a), Türkiyede Sa�lı�a Bakı� 2007, Hıfzısıhha Mektebi Müdürlü�ü, Ankara

Sargutan, E. (1999) Türk Sa�lık Sektörünün Yapısı, Sa�lık-�� Yayınları, Ankara.

145

Selçuk Üniversitesi, (2006) Selçuk Üniversitesi Sa�lık Ara�tırma Ve Uygulama Merkezi Yönetmeli�i

Tümerdem Y. (1992). Halk Sa�lı�ı I (Toplum Hekimli�i). Üniversite Yayın No : 3625, Fak. Yayın No : 182. �stanbul,; 11-6.

Martin, Melisa; McFadden,Alex Sandra Wolfskill (2008) “Redeploying your workforce the West Virginia University Hospitals success story” Healthcare Financial Management, Westchester: Dec. Vol. 62, Iss. 12; p. 48 (5 pages)

Özyurt, Öz can (2004), Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanelerinde 2001-2002 Yıllarında Verilen Hizmetlerin De�erlendirilmesi, Erciyes Üniversitesi Sa�lık Bilimleri Enstitüsü, Yayınlanmamı� Yüksel Lisans Tezi, Kayseri

OECD, (2009) Sa�lık Sistemi �ncelemeleri Türkiye, www.sourceoecd.org/socialissues/9789264051089 (e.t.:09.01.2009)

TU�K, (2008) Ya�am Memnuniyeti Ara�tırması 2003-2007, http://www.tuik.gov.tr/Kitap.do?metod=AnaKategori&KT_ID=1&KITAP_ADI=Sosyal+G%FCvenlik+ve+Sa%3Fl%3Fk (e.t.:13.04.2009)

Üniversite Hastaneleri Birli�i (2009) Üniversite Hastaneleri Birli�i Toplantısı Raporu, www.stip.selcuk.edu.tr/uhb_rapor.pdf (e.t.:13.04.2009)

146

147

THE ROLE OF HEALTH RELATED FACTORS ON CONSUMER ATTITUDES TOWARDS ORGANIC PRODUCTS IN TURKEY

Yrd. Doç. Dr. Eyyup YARA�*

Yrd. Doç. Dr. Tülay YEN�ÇER�**

Dr. Bahar YA��N***

ABSTRACT

This study attempted to gain knowledge about the role of health-related factors on attitudes towards organic products among Turkish consumers. A self-administered questionnaire was conducted on a representative sample of 347 Turkish adults. The relations between health-related factors and attitudes towards organic food consumption were studied by estimating a structural equation model. Three of the five hypotheses of the research were supported empirically. According to research results, health consciousness, self efficacy and preventive health behaviors affect attitude towards organic products positively.

Keywords: Organic products, health consciousness, preventive health behaviors, self efficacy, health knowledge, structural equation modeling.

TÜRK TÜKETICILERIN ORGANIK ÜRÜNLERE KAR�I TUTUMLARINDA SA�LIKLA ILI�KILI FAKTÖRLERIN ROLÜ

ÖZET

Bu çalı�mada, Türk tüketicilerin organik ürünlere kar�ı tutumlarında sa�lıkla ilgili faktörlerin rolü hakkında bilgi edinilmeye çalı�ılmı�tır. Bu amaçla 347 ki�ilik bir örnek üzerinde, bir anket vasıtasıyla uygulama yapılmı�tır. Sa�lıkla ilgili faktörler ile organik ürünler arasındaki ili�ki yapısal e�itlik modeli aracılı�ıyla incelenmi�tir. Be� ara�tırma hipotezinden üçü istatistiki bakımından anlamlı bulunmu�tur. Ara�tırma sonuçlarına göre, organik ürünlere ili�kin tutumlar üzerinde sa�lık

* Aksaray Üniversitesi, �ktisadi ve �dari Bilimler Fakültesi, ��letme Bölümü, AKSARAY, [email protected] ** Aksaray Üniversitesi, �ktisadi ve �dari Bilimler Fakültesi, ��letme Bölümü, AKSARAY, [email protected] *** �stanbul Universitesi, I�letme Fakületesi, Pazarlama Anabilim Dalı, �STANBUL, [email protected]

148

bilinci, öz etkinlik, koruyucu sa�lık davranı�larının pozitif yönde bir etkisi oldu�u görülmü�tür.

Anahtar sözcükler: organik ürünler, sa�lık bilinci, koruyucu sa�lık davranı�ları, öz etki, sa�lık bilgisi, yapısal e�itlik modeli.

INTRODUCTION

Organic food market has grown substantially over recent years across the globe and the market for organic food is described as promising due to consumers’ increasing awareness of health related issues (Michaelidou and Hassan, 2008; Lockie et al., 2004; Padel and Foster, 2005; Gifford and Bernard, 2006; Honkanen et al, 2006; Baker et al., 2004; Soler et al., 2002; Beharrel and McFie, 1991; Oude Ophius, 1991; Collins et al.,1992; Swanson and Lewis, 1993; Byrne et al., 1994). Consequently, investigating drivers or motives for organic food consumption has become an important marketing research issue in recent years (Michaelidou and Hassan, 2008; Squires et al., 2001; Baker et al., 2004). Many surveys of consumer attitudes and characteristics have been conducted to identify the reasons for this increased trend (Magkos et al, 2006; Thompson, 1998). Several reasons have been proposed within the literature for this movement towards organic products (Michaelidou and Hassan, 2008). The preference for organic food has been associated with multiple factors (Magkos et al, 2006). Many people buy organic food mainly due to their increased concern towards personal health (Özçelik and Uçar, 2008; Michaelidou and Hassan, 2008; Tregear et al., 1994; Wandel and Bugge, 1997; Grankvist and Biel, 2001; Magnusson et al., 2001, 2003; Lockie et al., 2002). Consumers perceive organic products as a healthier alternative to conventional foods in that they contain more nutrients which enhance personal well-being (Michaelidou and Hassan, 2008; Tregear et al., 1994; Magnusson et al., 2001; Baker et al., 2004; Lockie et al., 2004; Lea and Worsley, 2005; Padel and Foster, 2005; Williams and Hammit, 2001). Organic products are also considered safer, better in taste and more enjoyable than conventional products (Schifferstein and Oude Ophuis, 1998; Padel and Foster, 2005; Roddy et al., 1996; Zanoli and Naspetti, 2002; Fotopoulos et al., 2003; Baker et al., 2004). Previous studies indicate health to be the predominant motive for purchasing organic food and shaping attitude (Schifferstein and Oude Ophuis, 1998). The quality or safety of conventional food products; environmental considerations and animal welfare and personal values have also been found to motivate the purchase of organic products (Williams and Hammit, 2001; Makatouni, 2002; Baker et al., 2004;

149

Gifford and Bernard, 2006; Sparks and Shepherd, 1992; Grunert and Juhl, 1995; Schifferstein and Oude Ophuis, 1998; Laroche et al., 2001; Vindigni et al., 2002; Lockie et al., 2004; Magnusson et al., 2003; Dreezens et al., 2005; Lea and Worsley, 2005; Michaelidou and Hassan, 2008).

There are also some research studies that has focused on examining the effects of motives, beliefs and values on attitudes towards organic products, purchase intentions and/or purchase frequency but results of these studies are reporting mixed results (e.g. Magnusson et al., 2003, 2001; Padel and Foster, 2005; Honkanen et al., 2006). For instance, Magnusson et al. (2003) in comparison to environmental motives, found health to be the stronger predictor of attitude and purchase intention towards organic foods. In contrast, Honkanen et al. (2006) found that environmental and animal motives have a strong influence on attitude. Tarkiainen and Sundqvist (2005) also refute health as a predictor of attitude towards organic foods although previous studies indicate health to be the predominant motive for purchasing organic food and shaping attitude (Schifferstein and Oude Ophuis, 1998). Further, Baker et al. (2004) found discrepancies in the motives explaining attitude towards organic foods between UK and German consumers (Michaelidou and Hassan, 2008). In addition to these conflicting findings, other specific motives such as health knowledge, self efficacy, preventive health behaviors and their role as predictors of attitude and intention has not been explored in the context of organic purchases.

These gaps in the literature highlight that our understanding of the role of motives that underlie attitude towards organic products is still underdeveloped (Michaelidou and Hassan, 2008; Newsom et al., 2005). This study contributes to understanding the motives behind the purchase of organic products by clarifying the roles of health knowledge, health consciousness, self efficacy and preventive health behaviors in predicting attitude. In particular, this study focuses on health consciousness in an attempt to clarify its value in predicting attitude towards organic products, given the conflicting findings reported in the literature (e.g. Magnusson et al., 2003; Tarkiainen and Sundqvist, 2005). Concurrently, it is attempted to clarify the role of health knowledge, self efficacy and preventive health behaviors in shaping attitude, which have been omitted in the context of organic food purchase. Therefore, in this study health knowledge, health consciousness, self efficacy and preventive health

150

behaviors are modeled simultaneously together with an attitude relationship.

LITERATURE REVIEW

Organic farming and organic food

Organic farming is a potential way to lower input costs, decrease reliance on nonrenewable resources, attain high-value markets and premium prices, and enhance farm income. Organic farming systems exclude the use of synthetic (man-made) chemicals in crop production and prohibit the use of antibiotics and hormones in livestock production. Organic agriculture is defined as an ecological production management system that promotes and enhances biodiversity, biological cycles and soil biological activity. It is based on minimal use of off-farm inputs and on management practices that restore, maintain and enhance ecological harmony (Beaudreault, 2009).

Organic agriculture is produced with an objective to produce healthy and quality foods without using synthetic chemical products (Gracia and Magistris, 2007). In organic farming, each stage of the process, from production to consumption, is supervised and certified. The aim of organic farming is to provide the maximum level of protection for the environment, plants, animals and human health without polluting the soil and water resources or the quality of air (Özçelik and Uçar, 2008). Thus, organic agriculture not only preserves the environment but it also improves public health, bringing significant benefits both to the economy as well as to the social cohesion of rural areas (Gracia and Magistris, 2007).

In December 2000, the National Organic Standards Board of the U.S. Department of Agriculture (USDA) established a national standard for the term "organic." Organic food, defined by how it cannot be made rather than how it can be made, must be produced without the use of sewer-sludge fertilizers, most synthetic fertilizers and pesticides, genetic engineering (biotechnology), growth hormones, irradiation and antibiotics. Organic products are obtained by processes friendly to the environment, by cultivation techniques that consider both the attributes of the final product and the production methods (Chinnici et al., 2002). Thus, increasing demand for organic food is expected to continue in the future (Tsakiridou et al., 2008).

151

The physical distribution of organic products

Organic products may be purchased from many different retail outlets. These range from permanent physical retail outlets such as supermarkets and health food shops, to temporary retail outlets such as a weekend market. Virtual markets such as home delivery may include Internet-based purchases. Hence, great diversity exists in the distribution of organic products (Pearson and Henryks, 2008).

All stages in the supply chain must ensure that the product passes along them without artificial chemicals being used in order to maintain the certified organic status. For a short supply chain, maintaining the organic status is relatively easy to ensure, such as the producer selling directly to the customer at a weekend market. However, a longer supply chain, such as a producer-wholesaler-manufacturer-retailer-customer, is more difficult. Hence, it is not surprising that the longer supply chain has only recently evolved in the industry (Pearson and Henryks, 2008).

Reasons for buying organic food

A review of the literature on organic food consumption shows that several attempts have been made to examine consumers' perception of organic food, factors that have facilitated or prevented the organic food choice, consumers' attitudes, as well as reasons for purchase/non-purchase (Essoussi and Zahaf, 2008).

There are number of reasons that consumer choose to purchase organic food products, as well as some barriers. Reasons of buying could be grouped according to general and commodity-specific concerns (Yiridoe et al., 2005). Examples of general concern included food safety, human health, environmental impact, whereas commodity attributes included taste, freshness and packaging (Yiridoe et al., 2005). Surveys have identified additional positive attributes that consumer associate with organic food products which include improved taste (Davies et al., 1995), being better for environment (Lea and Worsley, 2005), and being better for wildlife (Goldman and Clancy, 1991). The order, or priority, for these reasons varies. For instance, health is very important to customers who purchase organic products because of their own medical problems. On a broader level, other individuals may purchase organic food as a way of enabling them to support a food production system that is more sustainable in its impact on the natural environment (Pearson and Henryks, 2008).

Conversely, the main reasons that prevent consumers from buying organic food included expensiveness, limited availability, unsatisfactory quality, satisfaction

152

with current purchases, lack of trust, limited choice, lack of perceived value and lack of misunderstanding of organic ways of production (Essoussi and Zahaf, 2008; Fotopoulos and Krystallis, 2002; Wier and Calverly, 2002; Larue et al., 2004; Verdurme et al., 2002; Worner and Meier-Ploeger, 1999). Overall, the most important reason for purchasing and consuming organic food appears to be health concerns (Hutchins and Greenhalgh, 1997; Squires et al., 2001), whereas research conducted on consumers' environmental concerns as a reason for consuming organic food are mixed (Essoussi and Zahaf, 2008; Kristensen and Grunert, 1991).

Consumer attitudes to organic food have also been explored in a small number of qualitative studies (Torjusen et al., 2001). Consumers do not always buy sustainable products as consequences of environmental concern or to benefit the community or due to personal beliefs but mainly to give priority to health, to be part of the social group, to distinguish from others and to accomplish the need to try out new technologies (Vermeir and Verbeke, 2004).

The Organic consumer

Research on consumer preferences and demand for organics is increasingly attracting academic interest (Tsakiridou et al., 2008). In the majority of studies, many consumers denote that they have a preference for and an interest in organically produced foods (Misra et al., 1991; Wandel and Bugge, 1997; Wilkins and Hillers, 1994). Although the concept of “organic food” seems to be well known to many consumers (Roddy et al., 1996; Von Alvensleben, 1998), the proportion of consumers who purchase organic foods on a regular basis is low (Grunert, 1993; Wandel and Bugge, 1997; Roddy et al., 1996; Fotopoulos and Krystallis, 2002).

In relation to growth potential of consumer demand and its limits, many surveys have identified and ranked motivations for buying organic food and have generally painted a positive picture of robust demand, confirming the growth witnessed in the value of the retail market throughout the 1990s and into the twenty-first century (Padel and Foster, 2005). However, the observable slow down in market growth may indicate a discrepancy between an evident willingness to buy, captured by these surveys, and actual purchasing behaviour (Makatouni, 2002). Researchers also talk about differences between the perceived organic consumer and the actual organic consumer (Padel and Foster, 2005). On this basis, it is necessary to be cautious of the very positive conclusions that some studies reach.

When the customer profile of the outlets for organic food is examined, it is registered that they consist of people with higher education and income level, most in their middle ages or above (Özçelik and Uçar, 2008; Kaya, 2003). However, the consumption of organic food is comparatively low (Kihlberg and Risvik, 2007). The main reasons for the comparatively low consumption of

153

organic products are the income levels of consumers, wrong or inadequate knowledge, too high prices of organic products and the lack of consumer consciousness and marketing infrastructure (Davies et al., 1995; Roddy et al., 1996; Kaya, 2003; Shepherd et al., 2005; Kihlberg and Risvik, 2007). The high prices of organic products mainly arise from the expensive production processes. In a piece of research, one-third of the participants stated that they would buy organic foods if their prices were lower (Davies et al., 1995). Consumers who have knowledge of organic food, are aware of its benefits and think that organic food is healthier and tend to buy organic food more frequently (Özçelik and Uçar, 2008; Gil et al., 2000).

The organic food market in Turkey

In Turkey organic farming activities started in 1985 by exporting to European importers. Organic production areas are especially in Aegean Region (39%) followed by Black Sea region (18%), Mediterranean region (13%), Middle Anatolia region (13%), East Anatolia region (13%), Marmara region (3%) and South East Anatolia region (1%).

In Turkish organic market, food and cosmetic products are heavily produced. The size of domestic market is five million dollars and 65% of the market consists of food products. The most popular organic food products are dried fruits and grains. Consumption of organic legumes is consisting almost half of the total organic products. Organic food consumption statistics of domestic market are shown in Table 1. Recently, products like tea, hazelnut, marmalade and tomato paste are also supplied to the market.

Table 1: Organic Food Consumption in Turkey

Organic products are especially sold in super and hypermarkets (65%) and in specialized organic food shops (35%) in Turkey. Although the share of organic products is increasing in the market in recent years it is only 1-2% of the total market.

Years Quantity (ton) 2002 4.990,31 2003 15.274,85 2004 12.082,22 2005 29.454,17 2006 66.265,99

154

RESEARCH OBJECTIVES

The healthcare process has changed irrevocably in recent years with the emergence of the “healthcare consumer” (Reeder, 1972) who, rather than being passive, has taken a more active role in his/her own healthcare (Gould, 1988). This paper examines self efficacy-exercising and diet, health knowledge, health consciousness, self efficacy and preventive health behaviors as health-related factors and their role on attitudes towards organic products among Turkish consumers and identifies which factors affect consumers' attitudes towards organics.

The ultimate goal was to better understand the structural relations between consumers’ health-related motivations and attitudes towards organic food products so that organic producers could formulate proposals for better promotion and marketing of organic products and develop more effective strategic marketing planning. Besides organic producers, researchers who are interested in organic consumption will also benefit from the study. Some of the health-related factors examined in this study have been omitted in previous organic consumption studies. Understanding the role of these new factors on consumer attitudes are also thought to provide insights to researchers in understanding consumer behavior.

RESEARCH HYPOTHESIS

Individual-level trait factors often play a critical role in explaining consumer behavior beyond traditional demographic factors (Dutta-Bergman, 2003; Dutta-Bergman and Wells 2002). Especially in the context of multiple health behaviors such as healthy eating, exercising and abstaining from alcohol, self-efficacy has emerged to be an important determinant of behavior. Self-efficacy is strongly correlated with health-oriented lifestyle decisions such as food consumption, dietary behavior and other health outcomes (Dutta and Youn 1999; Moorman and Matulich 1993; Swenson and Wells 1995). In the context of this study it is believed that attitudes towards organic products may be formed as a result of health-oriented lifestyle such as exercising and diet. Therefore, it is hypothesized:

H1: Self-efficacy-exercising and diet will positively affect attitude towards organic products.

Health knowledge refers to the individual’s storehouse of information about preventive healthcare behaviors (Jayanti and Burns, 1998).

155

Johnson and Johnson (1985) showed that health knowledge influences choice of healthy foods and nutritious eating, whereas Boeckner, Kochn and Rockwell (1990) found a positive correlation between health knowledge and improved dietary habits. It is generally believed that knowledge facilitates information search, and highly knowledgeable consumers acquire and retain more information compared the people with less knowledge (Jayanti and Burns, 1998). In this study it is predicted that health knowledge will be an important predictor of attitude towards organic products, and hypothesized that:

H2: Health knowledge will positively affect attitude towards organic products.

Health consciousness is an indicator of the consumer’s intrinsic motivation to maintain good health, reflecting enduring involvement in health (Dutta-Bergman, 2003; MacInnis et al., 1991). Health consciousness refers to the degree to which health concerns are integrated into a person’s daily activities (Jayanti and Burns, 1998). Health consciousness also assesses the readiness to undertake health actions (Michaelidou and Hassan, 2008; Becker et al., 1977). Health-conscious consumers are aware and concerned about their state of well-being and are motivated to improve and/or maintain their health and quality of life, as well as preventing ill health by engaging in healthy behaviors and being self-conscious regarding health (Gould, 1988; Plank and Gould, 1990; Kraft and Goodell, 1993; Newsom et al., 2005). Such individuals tend to be aware of, and involved with, nutrition and physical fitness (Kraft and Goodell, 1993). Previous research has identified interest in health as a primary motive for the purchase of organic food (Grankvist and Biel, 2001; Lockie et al., 2002). In addition, health consciousness has been found to predict attitude, intention and purchase of organic foods (Magnusson et al., 2003, 2001). Furthermore, as organic product buyers are more aware that food intake does affect their health, they appreciate healthy and natural foods and are more willing to choose healthier foods to improve their health (Michaelidou and Hassan, 2008; Schifferstein and Oude Ophuis, 1998). Although the relationship between health consciousness and attitude has not been uniformly supported in all studies (Tarkiainen and Sundqvist, 2005), it is hypothesized that:

156

H3: Health consciousness will positively affect attitude towards organic products.

Self-efficacy is often referred to as an indicator of personality strength (Dutta-Bergman, 2003) and as a belief that target behaviors which mitigate health threats can be successfully implemented (Jayanti and Burns, 1998). It reflects the extent of confidence consumers have in their ability to make health choices and decide on actions (Dutta-Bergman, 2003; Bandura, 1977; Scheufele and Shah 2000). It is argued that consumers that have a high level of self-efficacy are more likely to take charge of their health (Dutta-Bergman, 2003; DeVito et al., 1982). In the context of this study it is believed that attitudes towards organic products may be an expression of self efficacy. Therefore, it is hypothesized:

H4: Self-efficacy will positively affect attitude towards organic products.

Preventive health behaviors refers to behaviors that will prolong one’s healthy life or practices that otherwise lessen the effects of infectious disease, chronic illness or debilitating ailments (Jayanti and Burns, 1998). Whether an individual engages in a specific preventive healthcare practice depends on a variety of factors that encompass social influences, family support or urging, commercial messages, recommendations of physicians and other healthcare spokespersons, habit, self-confidence, beliefs and values, situational factors, financial considerations, emotional factors, physical barriers, and even misperceptions (Jayanti and Burns, 1998). In this study it is predicted that preventive health behaviors will likely be an important predictor of attitude towards organic products, and hypothesized that:

H5: Preventive health behaviors will positively affect attitude towards organic products.

The aforementioned hypotheses are graphically represented via the research model (Figure 1). This model depicts Self Efficacy-Exercising and Diet, Health Knowledge, Health Consciousness, Self Efficacy and Preventive Health Behaviors as antecedents of consumer attitudes towards organic products.

157

Figure 1: Research Model

MEASUREMENT

Multiple items were used to measure each of the constructs. Self efficacy-exercising and diet scale had two items and it was adapted from Jayanti and Burns (1993). Health consciousness was measured with a three item scale developed by Kraft and Goodell (1993). Self efficacy scale (two items) was adapted from Jayanti and Burns (1993). Health knowledge scale had three items and it was a modified version of a similar scale used by Brucks (1985). Preventive health behaviors scale (two items) was adapted from Jayanti and Burns (1993) who modified the scale originally developed by Moorman and Matulich (1993).

Consumer attitudes towards organic products were measured with three item scale developed by Shepherd, Magnusson and Sjöden (2005).

All of the items utilized five-point Likert scale response categories, ranging from “strongly disagree (1)” to “strongly agree (5)” to

Health Behaviors

PHB13 e11 1

Health

Knowledge HK4 e1

1 1

HK3 e2 1 HK2 e3 1

Health Consciousness

HC5 e4

HC4 e5

HC3 e6

1 1

1

1

Self Efficacy SE4 e7

1 1

SE3 e8 1

Self Efficacy Exercising and Diet

SEED1 e9

SEED2 e10 1

1

Preventive PHB12 e12 1

1

1

Attitudes towards Organic Products

ATOP4

e15

1

1 ATOP3

e16

1

e18

1

ATOP1

e19

1

158

accompany statements regarding self efficacy-exercising and diet, health knowledge, health consciousness, self efficacy, preventive health behaviors and attitudes towards organic products. Based on previous studies in the area of organic food consumption and health (Kraft and Goodell,1993; Jayanti and Burns, 1998; Chinnici et al., 2002; Radman, 2005; Brucks, 1985) the questionnaire was designed in five distinct sections elaborating with:

1. Self efficacy- exercising and diet, health knowledge, health consciousness, self efficacy and preventive health behaviors as predictors of attitudes towards organic products (Kraft and Goodell,1993; Jayanti and Burns, 1998; Brucks, 1985; Moorman and Matulich,1993).

2. Consumers' attitudes towards organic products (Shepherd et al., 2005).

3. Consumers' buying behavior towards organic products (Chinnici et al., 2002; Radman, 2005).

4. Food choice factors (Lennernas et al., 1997; Wandel and Bugge, 1997; Verbeke, 2001).

5. The demographic characteristics of the respondents (Age, education, occupation, family size, income, marital status, gender).

SAMPLING AND DATA COLLECTION

This study was conducted in Turkey. Beginning from the mid-1980s, Turkish society has witnessed a rapid transformation in many aspects, due to economic restructuring. The structural reform in the economy, that placed an emphasis on a liberal, market-oriented, and outward-looking development strategy, resulted in the rise of corporate power and the introduction of foreign capital through partnerships with Turkish firms, which made possible the large investments required to meet new consumer demand.

In 2007 Turkey’s estimated GDP of US$663.4 billion (at the official exchange rate) showed a real increase of 5 percent over the previous year. The World Bank forecasted an increase of 5.8 percent in 2008. Between 2002 and 2007, the growth rate has been consistently between 5 and 6 percent. Turkey is self-sufficient in most foods, although some agricultural commodities are imported. A relatively large percentage of

159

Turkey’s land is devoted to agriculture, but the productivity of agricultural lands varies greatly. The rate for 2007 was 8.5 percent.

Data for this study is obtained from consumers living in Aksaray. Aksaray with 186.645 population is geographically located in the middle of Turkey. Cultural, economic and income indicators of Aksaray is similar to Turkey’s general profile. In order to reach a sample that consists of people from different age and income groups in Aksaray, random sampling method was applied. The survey lasted from January to March, 2009 and was conducted at various locations in Aksaray. Face-to-face interviews were conducted based on a prepared questionnaire and respondents were required to be above 15 years. In the survey, respondents were asked to indicate whether they had purchased organic food products over the past six months. Furthermore, socio-demographic and attitudinal responses were also recorded. A total of 400 respondents were surveyed; 347 were subsequently retained in the final analysis after deleting those with incomplete or suspect relevant information. The socio-demographic characteristics of the respondents are given in Table 2.

Table 2: The Socio-Demographic Characteristics of the Respondents

Age n % Income Level n %

15-25

26-35

36-45

46-+

Total

170

103

49

25

347

49.0

29.7

14.1

7.2

100.0

Low

Medium

High

Total

78

212

57

347

22.5

61.1

16.4

100.0

160

Occupation n % Family Size (Person)

n %

Civil servant

House wife

Student

Merchant

Labor

Retired

Entrepreneur

Total

112

31

133

6

15

6

23

347

32.3

8.9

38.3

1.7

4.3

1.7

6.6

100.0

1

2

3

4

5

6

7

8+

Total

5

23

51

101

76

52

24

15

347

1.4

6.6

14.7

29.1

21.9

15.0

6.9

4.4

100.0

Education n % Gender n %

High School and lower

University and over

Total

205

142

347

59.0

41.0

100.0

Female

Male

Total

206

141

347

59.4

40.6

100.0

Overall, 347 complete and usable questionnaires were obtained. As seen in Table 2, the sample comprises 206 (59%) women and 141 men (41%). The respondents’ age ranged from 15 to over 46 years. Most of the respondents were between the age categories of 15-25 and followed by the age category of 26-35. Students (38%) were in majority in the sample, followed by civil servants (32%). The sample was represented by medium income level (61%). High school and lower grade respondents comprised the 59% and university and over grade respondents comprised the 41% of the sample. Family size was mostly (29%) 4 people.

The sampling of 347 respondents allowed access to respondents with a broad range of income, age, and respondents’ employment roles ranged from civil servants to entrepreneurs.

Demographic characteristics of the sample are overlapping with previous researches. A study conducted by the Food Marketing Institute (2001)

161

found that organic shoppers are more likely to be females and the largest percentages of these shoppers were between the ages of 25–39 (Beaudreault, 2009).

RESEARCH FINDINGS

Before the hypotheses were tested, the validity and the reliability of the scales used in the study were tested. The reliability of the scales was tested through internal consistency, by using Cronbach’s alpha which is a commonly used measure of reliability. In addition to the internal reliability, construct validity was also evaluated in order to identify whether the indicators “accurately” measure what they are supposed to measure or not (Churchill, 1996: 404). The test of the construct validity was done through factor analysis. In marketing the factor analysis is used for decreasing item numbers, developing scales and transforming data (Kinnear and Taylor, 1996: 626).

The summary of the reliability and the validity analyses’ results are seen in Table 2. For the reliability of the scales, “Cronbach �”, the internal consistency coefficient, was calculated, and the � value was found for Self Efficacy- Exercising and Diet scale to be 0.620, for Health Knowledge scale to be 0.778, for Health Consciousness scale to be 0.713, for Self Efficacy scale to be 0.664, for Preventive Health Behavior scale to be 0.595 and for consumer attitudes towards organic products scale to be 0.749. Accordingly, it was agreed that all the scales used in this study were valid and reliable.

Table 3: The Results of Validity and Reliability Analyses

Scales Number of

Variable

Alfa Coefficients (Reliability

Analysis)

Total Variance (Validity-

Factor Analysis)

Self Efficacy- Exercising and Diet

2 .620 72.528

Health Knowledge 3 .778 69.451

Health Consciousness 3 .713 63.774

Self Efficacy 2 .664 74.868

Preventive Health Behaviors 2 .595 71.316

Consumer Attitudes towards Organic Products

3 .749 66.954

The factor analysis conducted for the validity of health-related factors resulted in five factors. The loading values of the first factor, which was examined under the title of Self Efficacy-Exercising and Diet, were between 0.617 and 0.731.

162

The second factor was examined under the title of Health Knowledge, and its loading values were between 0.711 and 0.777. The loading values of the third factor, which was examined under the title of Health Consciousness, were between 0.599 and 0.757. The fourth factor was examined under the title of Self Efficacy and its loading values were between 0.666 and 0.746. Finally, the loading values of the fifth factor, preventive health behaviors, changed between 0.578 and 0.737.

The factor analysis conducted for the validity of consumer attitudes towards organic products scales resulted in one factor. The loading values of the factor were between 0.549 and 0.814.

After determining the reliability and the validity of the scales used in the research, structural equation modeling was used to test the research hypotheses which is a combination of factor analysis and multiple regression analysis. Structural equation modeling techniques are distinguished by two characteristics: (1) estimation of multiple and interrelated dependence relationships and (2) the ability to represent unobserved concepts in these relationships and account for measurement error in the estimation process (Hair et al.,: 1998: 584). In this research, the research hypotheses were tested by using AMOS 6.0.

The evaluation criteria and values related with the fitness of the data and the model are given in Table 4 in details.

Table 4: Fit Measures

Fit Measures Measurement Model Ideal Model

Discrepancy (χ2) 188.437 0.000 CMIN

Degrees of freedom 75 0 DF

P 0.000 P

Discrepancy / df (χ2/df) 2.512 CMINDF

Goodness of Fit Index .932 1.000 GFI

Adjusted GFI .891 AGFI

Normed Fit Index .871 1.000 NFI

Relative Fit Index .819 RFI

Incremental Fit Index .918 1.000 IFI

Tucker-Lewis Index .882 TLI

Comparative Fit Index .916 1.000 CFI

RMSEA .066 RMSEA

Hoelter .05 Index 177 HFIVE

Hoelter .01 Index 196 HONE

163

As can be seen from Table 4, in evaluating the goodness of fit between the model and the data, the first measure is the likelihood ratio chi-square statistics. This value has a statistical significance (p=0.000). Another criterion in the evaluation of the data and the model is fitness of fit value (GFI) which was found 0.932 in this study. The closeness of this value to the one (1) represents the validity of the model. So as it can be seen, the fitness of the model and the data through that value is adequate. In addition to that, the other criteria NFI (0.87), RFI (0.819), IFI (0.918), TLI (0.882) and CFI (0.916) also indicate the fitness. Besides, the RMSEA value of the model is 0.066. This falls well within the recommended levels of 0.05 and 0.08 (Garretson et al., 2002: 96, Hu and Bentler, 1999).

At last, in order to determine the required minimum sample size to test the research hypotheses at the stated level of confidence interval, Hoelter .05 and Hoelter .01 indexes were used. To test the hypotheses at 95% confidence interval level and 0.05 significance level, the required minimum sample size was determined as 177 and to test the hypotheses at 99% confidence interval level and 0.01 significance level, the required minimum sample size was determined as 196. As it can be seen from the Table 4, the sample size is much higher than the required minimum sample sizes by Hoelter .05 and Hoelter .01 indexes.

Table 5 includes the regression coefficients related with the testing of research hypotheses. The third hypothesis of the research “H3: Health consciousness will positively affect attitude towards organic products” is accepted at the significance level of �= 0.01; the fourth hypothesis of the research “H4: Self-efficacy will positively affect attitude towards organic products” is accepted at the significance level of �= 0.05 and the fifth hypothesis of the research “H5: Preventive health behaviors will positively affect attitude towards organic products” is accepted at the significance level of �= 0.10. Besides, the first hypothesis of the research “H1: Self Efficacy-Exercising and Diet will positively affect attitude towards organic products” and the second hypothesis of the research “H2: Health knowledge will positively affect attitude towards organic products” are rejected. Overall, these results suggest that health consciousness, self-efficacy and preventive health behaviors are very important factors in shaping attitude towards organic products, on the other hand, self efficacy-exercising and diet and health knowledge doesn’t play a role in shaping consumer attitudes towards organics.

164

Table 5: Regression Weights

Estimate Std.

Error T

value P

Std. Regressi

on Weights

Consumer Attitudes towards Organic Products

<-- Self Efficacy- Exercising and Diet

-.085 .074 -1.154 .248

H1 is rejected.

-0.093

Consumer Attitudes towards Organic Products

<-- Health Knowledge

.048 .079 .609 .543

H2 is rejected.

0.045

Consumer Attitudes towards Organic Products

<-- Health Consciousness

.664 .101 6.582 .000

H3 is accepted.

0.580

Consumer Attitudes towards Organic Products

<-- Self Efficacy .203 .086 2.370 .018

H4 is accepted.

0.180

Consumer Attitudes towards Organic Products

<-- Preventive Health Behavior

.119 .064 1.863 .062

H5 is accepted.

0.153

Extant research highlights health consciousness as the most important motive for explaining attitude, intention and behavior towards organic foods (Tregear et al., 1994; Wandel and Bugge, 1997; Zanoli and Naspetti, 2002; Magnusson et al., 2003; Baker et al., 2004; Padel and Foster, 2005). Similar to this stream of research, findings in this study indicate health consciousness to be the most important motive shaping attitude towards organic products in relation to other motives, namely self-efficacy and preventive health behaviors. These findings may suggest that respondents are conscious and alert to changes about their health, as well as responsible for the state of their health, so they associate more health benefits (e.g. health preservation, health improvement) with organic products.

On the other hand self efficacy and preventive health behaviors are also found to be the following important predictors of attitude. This indicates that respondents’ favorable attitude towards organic products are critically results of their strong personality that they are confident to

165

make health choices and take charge of their health by behaving in a way that prolong their healthy life.

The covariance values among the self efficacy-exercising and diet, health knowledge, health consciousness, self efficacy and preventive health behavior are illustrated in Table 6.

Table 6: Covariance Values

Estimate

Standard Error

t-value

P

Health Knowledge <--> Self Efficacy-Exercising and Diet

0.249 0.064 3.868 0.000*

Health Consciousness

<--> Self Efficacy-Exercising and Diet

0.197 0.061 3.219 0.001*

Self Efficacy <--> Self Efficacy-Exercising and Diet

0.177 0.064 2.741 0.006*

Preventive Health Beh

<--> Self Efficacy-Exercising and Diet

0.388 0.102 3.809 0.000*

Health Knowledge <--> Health Consciousness 0.289 0.050 5.725 0.000*

Health Knowledge <--> Self Efficacy 0.139 0.049 2.839 0.005*

Health Knowledge <--> Preventive Health Behaviors 0.129 0.072 1.798 0.072*

* Health Consciousness

<--> Self Efficacy 0.175 0.049 3.562 0.000*

Health Consciousness

<--> Preventive Health Behaviors 0.112 0.070 1.607 0.108

Self Efficacy <--> Preventive Health Behaviors 0.264 0.079 3.353 0.000*

* p < 0.01

** p < 0.10

As it can be seen from the Table 6, at the significance level of �: 0.01, there are statistically significant and positive relationships between Health Knowledge and Self Efficacy-Exercising and Diet; Health Consciousness and Self Efficacy-Exercising and Diet; Self Efficacy and Self Efficacy-Exercising and Diet; Preventive Health Behaviors and Self Efficacy-Exercising and Diet; Health Knowledge and Health Consciousness; Health Knowledge and Self Efficacy; Health Consciousness and Self Efficacy; Self Efficacy and Preventive Health Behaviors. And also, there are statistically significant and positive relationships between Health Knowledge and Preventive Health Behavior at the significance level of �: 0.10. Besides, no significant relationship between Health Consciousness and Preventive Health Behaviors are observed.

166

CONCLUSION

Recently, consumers, due to health concerns, environmental consciousness, social status consideration and other reasons, are interested in organic farming products (Özçelik and Uçar, 2008).

This paper contributes to knowledge by first studying multiple health-related factors, namely self efficacy-exercising and diet, health knowledge, health consciousness, self efficacy and preventive health behaviors in the context of organic production, and second, by simultaneously modeling these factors as predictors of attitude towards organic products. The findings reported in this study are important in further understanding of the role of health-related factors in shaping attitudes towards organic products. Findings of the study indicated that health consciousness, followed by self efficacy and preventive health behaviors, is the most important predictor of attitude towards organic products. This finding provides some support for previous research (Magnusson et al., 2003) which indicates that health consciousness is a motive for shaping attitude towards organic products, and at the same time contradicts Tarkiainen and Sundqvist (2005), who refute health as a predictor of attitude towards organic foods.

Research results also showed that, besides health consciousness, individuals seem to be driven also by other motives, including self efficacy and preventive health behaviors, in shaping their attitudes towards organic products. This indicates that respondents’ favorable attitudes towards organic products are critically results of their strong personality that they are confident to make health choices and take charge of their health by behaving in a way that prolong their healthy life.

LIMITATIONS AND IMPLICATIONS

Like many other empirical studies this research might also have some limitations in reference to sampling, data collection and generalization of the findings. The samples drawn for the study may not be enough to generalize the study results.

This research has made it possible to improve the understanding of Turkish consumers’ attitudes and the factors that have influence in forming their attitudes towards organic products. Results of the study is of value to companies in the organic market as it provides reference framework that should be used for the marketing planning of organic

167

food products to launch specific promotional campaigns as well as to introduce adequate marketing policies.

REFERENCES

Baker, S., Thompson K.E.&Engelken J. (2004), Mapping the Values Driving Organic food choice, European Journal of Marketing, 38 (8), 995–1012.

Bandura, A. (1977), Self-Efficacy: Toward a Unifying Theory of Behavioral Change, Psychological Review, 84, 191-215.

Beaudreault, A.R. (2009), Natural: Influences of Students' Organic Food Perceptions, Journal of Food Products Marketing, 15, 379–391.

Becker, M.H., Maiman, L.A., Kirscht, J.P., Haefner, D.P. & Drachman, R.H. (1977), The Health Belief Model and Prediction of Dietary Compliance: a Field Experiment, Journal of Health and Social Behaviour, 18, 348–366.

Beharrel, B.&McFie, J.H. (1991), Consumer Attitudes to Organic Foods, British Food Journal, 93(2), 25-30.

Boeckner, L.S., Kohn, H.&Rockwell, S.K. (1990), A Risk-Reduction Nutrition Course for Adults, Journal of the American Dietetic Association, 90(2), 260-263.

Brucks, M. (1985), The Effects of Product Class Knowledge on Information Search Behavior, Journal of Consumer Research, 12(1), 1-16.

Byrne, P.J., Bacon, J.R. & Toensmeyer, U.C. (1994), Pesticide Residue Concerns and Shopping Location Likelihood, Agribusiness, 10(6), 491 – 501.

Chinnici, G., D'Amico, M.&Pecorino, B. (2002), A Multivariate Statistical Analysis on the Consumers of Organic Products, British Food Journal, 104(3/4/5), 187-199.

Churchill A. G. (1996), Basic Marketing Research Third Edition, The Dryden Press, Harcourt Brace College Publishers.

Collins, J.K., Cuperus, G.W., Cartwright, B., Stark, J.A. & Ebro, L.L. (1992), Consumer Attitudes on Pesticide Treatment Histories of Fresh Produce, Journal of Sustainable Agriculture, Vol. 3, No. 1, 81-98.

168

Davies, A., Titterington, A.J. &Cocharane, C. (1995), Who Buys Organic Foods? A Profile of the Purchasers of Organic Food in Northern Ireland, British Food Journal, Vol. 97, No. 10, 17-23.

DeVito, A. J., Bogdanowicz, J. & Reznikoff, M. (1982), Actual and Intended Health-Related Information Seeking and Health Locus of Control, Journal of Personality Assessment, Vol. 46 No. 1, 63-69.

Dreezens, E., Martijn, C., Tenbult, P., Kok, G.& De Vries, N.K. (2005), Food and Values: an Examination of Values Underlying Attitudes towards Genetically Modified-and Organically-Grown Food Products”, Appetite, Vol.44, 115–122.

Dutta, M. J. & Youn, S. (1999), Profiling Healthy Eating Consumers: a Psychographic Approach to Social Marketing, Social Marketing Quarterly, Vol. 5 No. 4, 5-21.

Dutta-Bergman, M.J. &Wells, W. D. (2002), The Values and Lifestyles of Idiocentrics and Allocentrics in an Individualist Culture, Journal of Consumer Psychology, Vol. 12, No. 4, 42-54.

Dutta-Bergman, M.J. (2003), Developing a Profile of Consumer Intention to Seek out Health Information beyond the Doctor, Health Marketing Quarterly, Vol. 21, No. 1/2, 91-112.

ESSOUSSI, L.H. &ZAHAF, M. (2008), DECISION MAKING PROCESS OF COMMUNITY ORGANIC FOOD CONSUMERS: AN EXPLORATORY STUDY, JOURNAL OF CONSUMER MARKETING, VOL. 25, NO. 2, 95-104.

Fotopoulos, C., & Krystallis, A. (2002), Purchasing Motives and Profile of Greek Organic Consumer: a Countrywide Survey, British Food Journal, Vol. 104 No. 9, 730-764.

Fotopoulos, C., Krystallis, A. & Ness, M. (2003), Wine Poduced by Organic Grapes in Greece: Using Means-end Chains Analysis to Reveal Organic Buyers Purchasing Motives in Comparison with the Nonbuyer, Food Quality and Preference, Vol. 14, 549–566.

Garretson, J., Dan, F. & Scot, B. (2002), Antecedents of Private Label Attitude and National Brand Promotion Attitude: Similarities and Differences, Journal of Retailing, Vol. 78, 91-99.

Gifford, K. &Bernard, J.C. (2006), Influencing Consumer Purchase Likelihood of Organic Food, International Journal of Consumer Studies, Vol. 30, 155–165.

169

Gil, J.M., Gracia, A. & Sánchez, M. (2000), Market Segmentation and Willingness to Pay for Organic Products in Spain, International Food and Agribusiness Management Review, Vol. 3, 207-226.

Goldman, B.J.& Clancy, K.C. (1991), A Survey of Organic Produce Purchases and Related Attitudes of Food Cooperative Shoppers, American Journal of Alternative Agriculture, Vol. 6, 89-95.

Gould, S.J. (1988), Consumer Attitudes toward Health and Health Care: a Differential Perspective, The Journal of Consumer Affairs, Vol. 22 No. 1, 96-118.

Gracia, A. & Magistris, T. (2007), Organic Food Product Purchase Behaviour: a Pilot Study for Urban Consumers in the South of Italy, Spanish Journal of Agricultural Research Vol. 5 No. 4, 439-451.

Grankvist, G. & Biel, A. (2001), The Importance of Belief and Purchase Criteria in the Choice of Eco-labelled Food Products, Journal of Environmental Psychology, Vol. 21, 405–410.

Grunert, G.K. (1993), Green Consumerism in Denmark: Some Evidence from the EKO Foods Project, Der Markt, Vol. 32 No.3, 140-51.

Grunert, S.C. & Juhl, H.J. (1995), Values, Environmental Attitudes and Buying Organic Foods, Journal of Economic Psychology, Vol. 16, 36–62.

Hair, J., Anderson, R., Tatham R.& Black, W. (1998), Multivariate Data Analysis with Readings, Fifth Edition, Prentice- Hall International, Inc.

Honkanen, P. Verplanken, B.& Olsen, S.O. (2006), Ethical Values and Motives Driving Organic Food Choice, Journal of Consumer Behaviour, Vol. 5, 420–431.

Hu, L.& Bentler, P.M. (1999), Cutoff Criteria for Fit Indexes in Covariance Structure Analysis: Conventional Criteria versus New Alternatives, Structural Equation Modeling, Vol. 6 No.1, 1-55.

Hutchins, R.K.&Greenhalgh, L.A. (1997), Organic Confusion: Sustaining Competitive Advantage, British Food Journal, Vol. 99, No. 9, 336-338.

Jayanti, R.K. & Burns, A.C. (1998), The Antecedents of Preventive Health Care Behavior: an Empirical Study, Academy of Marketing Science Journal, Vol. 26 No. 1, 6-15.

170

Johnson, D.W.&Johnson, R.T. (1985), Nutrition Education: a Model for Effectiveness, a Synthesis of Research, Journal of Nutrition Education, Vol. 17, 1-44.

Kaya, H.G. (2003), Dünya'da ve Türkiye'de Organik Tarımsal Ürün Ticareti ve Tüketici Reaksiyonları, available at: http://www.bahce.biz./organik/organik_ticareti.htm (accessed 28 June 2008).

Kihlberg, I. & Risvik, E. (2007), Consumer of Organic Foods-Value Segments and Liking of Bread", Food Quality and Preference, Vol. 18, No.3, 471-81.

Kinnear, T.&Taylor, J. (1996), Marketing Research An Applied Approach Fifth Edition, McGraw-Hill, Inc.

Kraft, F.B. & Goodell, P.W. (1993), Identifying the Health Conscious Consumer, Journal of Health Care Marketing, Vol. 13, No. 3, 18–25.

Kristensen, K. & Grunert, S.C. (1991), The Effect of Ecological Consciousness on the Demand for Organic Foods", in Bradley, F. (Ed.), Marketing thought around the world, Proceedings of European Marketing Academy Conference, 1991, Dublin, 299-318.

Laroche, M., Bergeron, J. & Barbaro-Forleo, G. (2001), Targeting Consumers who are Willing to Pay more for Environmentally Friendly Products, Journal of Consumer Marketing, Vol. 18, 503–520.

Larue, B., West, G., Gendron, C.&Lambert, R. (2004), Consumer Response to Functional Foods Produced by Conventional, Organic or Genetic Manipulation, Agribusiness, Vol. 20, No. 2, 155-66.

Lea, E.& Worsley, T, (2005), Australians’ Organic Food Beliefs, Demographics and Values, British Food Journal, Vol.11 No. 107, 855-869.

Lennernas, M., Fjellström, C., Becker, W., Giachetti, I., Schmitt, A., Remaut de Winter, A.M.&Kearney, M. (1997), Influences on Food Choice Perceived to be Important by Nationally-Representative Samples of Adults in the European Union, European Journal of Clinical Nutrition, Vol. 51 No. 2, 8-15.

Lockie, S., Lyons, K., Lawrence, G. & Grice, J. (2004), Choosing Organics: a Path Analysis of Factors Underlying the Selection of

171

Organic Food among Australian Consumers, Appetite, Vol. 43, 135–146.

Lockie, S., Lyons, K., Lawrence, G.&Mummery, K. (2002), Eating Green: Motivations behind Organic Food consumption in Australia, Sociologia Ruralis, Vol. 42, 23–40.

MacInnis, D. J., Moorman, C. & Jaworski, B. J. (1991), Enhancing and Measuring Consumers’ Motivation, Opportunity, and Ability to Process Brand Information from Ads, Journal of Marketing, Vol. 55, No. 4, 32-53.

Magkos, F., Arvaniti, F. & Zampelas, A. (2006), Organic Food: Buying more Safety or just Peace of Mind? A Critical Review of the Literature, Critical Reviews in Food Science and Nutrition, Vol. 46, No. 1, 23-56.

Magnusson, M.K., Avrola, A., Hursti Koivisto, U.K., Aberg, L.& Sjoden, P.O. (2001), Attitudes towards Organic foods among Swedish Consumers, British Food Journal, 103, 209–226.

Magnusson, M.K., Avrola, A., Hursti Koivisto, U.K., Aberg, L. & Sjoden, P.O. (2003), “Choice of Organic Foods is Related to Perceived Consequences for Human Health and to Environmentally Friendly Behavior, Appetite, Vol. 40, 109–117.

Makatouni, A. (2002), What Motivates Consumers to Buy Organic Food in the UK? Results from a Qualitative Study, British Food Journal, Vol. 104, 345–352.

Michaelidou, N.&Hassan, L.M. (2008), The Role of Health Consciousness, Food Safety Concern and Ethical Identity on Attitudes and Intentions towards Organic Food”, International Journal of Consumer Studies, Vol. 32, 163–170.

Misra, S., Huang, C.L.& Ott, S. (1991), Georgia Consumers' Preference for Organically Grown Fresh Produce, Journal of Agribusiness, Vol. 9, No. 2, 53-65.

Moorman, C. & Matulich, E. (1993), A Model of Consumers’ Preventive Health Behaviors: the Role of Health Motivation and Health Ability, Journal of Consumer Research, Vol. 20, No. 2, 208-229.

Newsom, J.T., McFarland, B.H., Kaplan, M.S., Huguet, N.&Zani, B. (2005), The Health Consciousness Myth: Implications of the Near

172

Independence of Major Health Behaviours in the North American Population, Social Science and Medicine, Vol. 60, 433–437.

ÖZÇELIK, A.Ö.&UÇAR, A. (2008), TURKISH ACADEMIC STAFFS' PERCEPTION OF ORGANIC FOODS, BRITISH FOOD JOURNAL, VOL. 110 NO. 9, 948-960.

Padel, S.&Foster, C. (2005), Exploring the Gap between Attitudes and Behaviour: Understanding why Consumers Buy or do not Buy Organic Food, British Food Journal, Vol. 107, 606–626.

Pearson, D.&Henryks, J. (2008), Marketing Organic Products: Exploring some of the Pervasive Issues, Journal of Food Products Marketing, Vol. 14, No. 4, 95-108.

Plank, R.E. & Gould, S.J. (1990), Health Consciousness, Scientific Orientation and Wellness; an Examination of the Determinants of Wellness Attitudes and Behaviours, Health Marketing Quarterly, Vol. 7, 65–83.

Radman, M. (2005), Consumer Consumption and Perception of Organic Products in Croatia” British Food Journal, Vol. 107 No. 4/5, 263-273.

Reeder L.G. (1972), The Patient-Client as a Consumer: Some Observations on the Changing Professional-Client Relationship, Journal of Health and Social Behavior, Vol. 13, No. 4, 406-412.

Roddy, G., Cowan, C.A.& Hutchinson, G. (1996), Consumer Attitudes and Behaviour to Organic Foods in Ireland, Journal of International Consumer Marketing, Vol. 9, No. 2, 41-63.

Scheufele, D. A.,& Shah, D. V. (2000), Personality Strength and Social Capital: the Role of Dispositional and Informational Variables in the Production of Civic Participation”, Communication Research, Vol. 27, No. 2, 107-131.

Schifferstein, H.N.J. & Oude Ophuis, P.A.M. (1998), Health-Related Determinants of Organic Food Consumption in the Netherlands, Food Quality and Preference, Vol. 9, 119–133.

Shepherd, R., Magnusson, M.&Sjödën, P.O. (2005), Determinants of Consumer Behavior Related to Organic Foods, Ambio, Vol. 34, No. 4/5, 352-359.

Soler, F., Gil, J.M. &Sanchez, M. (2002), Consumers' Acceptability of Organic Food in Spain, British Food Journal, Vol. 104, No. 8/9, 670-687.

173

Sparks, P.& Shepherd, R. (1992), Self Identity and the Theory of Planned Behaviour: Assessing the Role of Identification with Green Consumerism, Social Psychology Quarterly, Vol. 55, 388–399.

Squires, L., Juric, B. & Cornwell, T.B. (2001), Level of Market Development and Intensity of Organic Food Consumption: Cross-Cultural Study of Danish and New Zealand Consumers, Journal of Consumer Marketing, Vol. 18, No. 4/5, 392-409.

Swanson, R.B.&Lewis, C.E. (1993), Alaskan Direct-Market Consumers: Perception of Organic Produce, Family and Consumer Sciences Research Journal, Vol. 22, No. 2, 138-155.

Swenson, M. R.&Wells, W. D. (1995), Target Marketing for Health Communication, Social Marketing Quarterly, Vol. 2, No. 1, 5-9.

Tarkiainen, A.& Sundqvist, S. (2005), Subjective Norms, Attitudes and Intentions of Finnish Consumers in Buying Organic Food, British Food Journal, Vol. 107, 808–822.

THOMPSON, G.D. (1998), CONSUMER DEMAND FOR ORGANIC FOODS: WHAT WE KNOW AND WHAT WE NEED TO KNOW, AMERICAN JOURNAL OF AGRICULTURAL ECONOMICS, VOL. 80, 1113-1118.

Torjusen, H., Lieblein, G. Wandel M. & Francis, C.A. (2001), Food System Orientation and Quality Perception among Consumers and Producers of Organic Food in Hedmark County, Norway, Food Quality and Preference, Vol. 12, 207–216.

Tregear, A., Dent, J.B.& McGregor, M.J. (1994), The Demand for Organically-Grown Produce, British Food Journal, Vol. 96, 21–26.

TSAKIRIDOU, E., BOUTSOUKI, C., ZOTOS, Y. & MATTAS, K. (2008), ATTITUDES AND BEHAVIOUR TOWARDS ORGANIC PRODUCTS: AN EXPLORATORY STUDY, INTERNATIONAL JOURNAL OF RETAIL & DISTRIBUTION MANAGEMENT, VOL. 36, NO. 2, 158-175.

Verbeke, W. (2001), Beliefs, Attitude and Behaviour towards Fresh Meat Revisited after the Belgian Dioxin Crisis, Food Quality and Preference, Vol.12, No. 8, 489-498.

Verdurme, A., Gellynck, X. &Viaene, J. (2002), Are Organic Food Consumers Opposed to GM Food Consumers?", British Food Journal, Vol. 104, No. 8, 610-23.

174

Vermeir, I.&Verbeke, W. (2004), Sustainable Food Consumption: Exploring the Consumer Attitude-Behavior Gap”, Working Paper [04/268], Ghent University, Faculty of Economics and Business Administration, Belgium, October 2004.

Vindigni, G., Janssen, M.A.&Jager, W. (2002), Organic Food Consumption: a Multi-Theoretical Framework of Consumer Decision Making, British Food Journal, Vol. 104, 624–642.

Von Alvensleben, R. (1998), Ecological Aspects of Food Demand: the Case of Organic Food in Germany, AIR-CAT 4th Plenary Meeting: Health, Ecological and Safety Aspects in Food Choice, Vol. 4, No.1, 68-79.

Wandel, M.& Bugge, A. (1997), Environmental Concern in Consumer Evaluation of Food Quality, Food Quality and Preference, Vol. 8, No. 1, 19-26.

Wier, M.& Calverly, C. (2002), Market Potential for Organic Foods in Europe, British Food Journal, Vol. 104, No. 1, 45-62.

Wilkins, J.L.&Hillers, V.N. (1994), Influences of Pesticide Residue and Environmental Concerns on Organic Food Preference among Food Cooperative Members and Non-members in Washington State, Journal of Nutrition Education, Vol. 26 No. 1, 26-33.

Williams, P.R.D.& Hammitt, J.K. (2001), Perceived Risks of Conventional and Organic Produce: Pesticides, Pathogens and Natural Toxins, Risk Analysis, Vol. 21, 319–330.

Worner, F. & Meier-Ploeger, A. (1999), What the Consumer Says, Ecology and Farming, Vol. 20 No.January-April, 14-15.

Yiridoe, E.K., Bonti-Ankomah, S.&Martin, R.C. (2005), Comparison of Consumers Perceptions and Preferences toward Organic versus Conventionally Produced Foods: a Review and Update of the Literature, Renewable Agriculture and Food System, Vol. 20, 193-205.

Zanoli, R.&Naspetti, S. (2002), Consumer Motivations in the Purchase of Organic Food: a Means-end Approach, British Food Journal, Vol. 104, pp. 643–653.

175

TÜRK�YE’ DE TEKST�L-HAZIR G�Y�M SEKTÖRLER� VE REKABET GÜCÜ

FatihMANGIR1 Ahmet AY2 ÖZET

Tekstil ve hazır giyim sektörü dünya ekonomilerinin geli�im ve kalkınma sürecinde en önemli ve en eski sanayii dallarından biridir. Emek yo�un üretim teknolojisine dayandı�ı için geli�mekte olan ülkelerde rekabet avantajları do�mu� bu yüzden dünya da kısıtlayıcı tedbirlerin çok sık uygulandı�ı sektör olmu�tur. Eme�in bol oldu�u ülkelerinin sa�ladı�ı maliyet avantajı, bu sektörde küresel rekabetin daha yo�un ya�anmasına neden olmu�tur. Avrupa’nın en büyük üretim kapasitesi ile yirmi yıldır ülke ihracatının lokomotifi olan Türk Tekstil (ve Hazır Giyim / Konfeksiyon) Sanayi sa�ladı�ı milli hasıla ve yarattı�ı istihdam bakımından ülke ekonomisinin temel direklerindendir. Böylesi bir ortamda bu payın koruyabilmesi için sektörde önceliklerin ve mevcut durumun iyi bir �ekilde tespit edilmesi ve rekabet süreci içinde kalite ve teknoloji avantajların etkin kullanabilmesi gerekmektedir.

Anahtar Kelimeler: Rekabet gücü, Tekstil, Hazır Giyim

TEXTILE AND CLOTHING INDUSTRIES IN TURKEY AND POWER OF COMPETITION

ABSTRACT

The Textiles and clothing industries are the oldest and most essential industry of the world economies’ developing and growth process. Since textile and clothing industries depend on product of labor, the developing countries have gained competition advantages but this also led to increasing restrictions have been applied in this sector. The cost advantages for the labor abundant countries have caused intensive global competition in this sector. Being the locomotive sectors of export and creating value and employment for national income, textile and clothing sectors are the main pillar of Turkish economy and own to the largest share of production capacity in European Union. In order to save this share in this situation, priorities and current profile of the sector has to be underlined and quality and technological advantages should be assessed efficiently.

Key Words: Competition, Textile, Clothing Industry

1. G�R��

Tekstil ve hazır giyim sanayi, ülke ekonomilerinin büyüme stratejilerinde önemli bir yere sahip sektörleridir. Küreselle�meyle birlikte ekonomiler büyümelerin de yer alan sektörlerde de�i�en kompozisyon, ortaya

1 Dr. Selçuk Üniversitesi, �.�.B.F, �ktisat Bölümü, [email protected] 2 Doç.Dr., Selçuk Üniversitesi, �.�.B.F, �ktisat Bölümü,[email protected]

176

tekstil ve hazır giyim sanayilerinin liderli�ini koymu�tur. Türkiye ekonomisi ve sanayisi içinde önemli bir yere sahip olan bu sektörün de�i�en dünya rekabet �artlarına uyum sa�lamaya çalı�maktadır. 1990’lı yıllarda Gümrük birline giri�, 2001 yılında ya�anılan ekonomik kriz ve 2008 yılına kadar korunma önlemi kapsamında büyük üretim ve ihracat potansiyeline sahip olan Çin’e kar�ı uygulanacak kotaların tamamen kalkması Türk tekstil ve hazır giyim sektörü için önemli kilometre ta�ları olmu�tur. Türkiye’ye ya�anılan ve ya�anılacak ekonomik geli�melere kar�ı ihracatta önemli bir ekonomi olmak için sahip oldu�u avantajları do�ru kullanmalıdır. Sektörün sorunları ve mevcut rekabetin anla�ılması için Türk ihracatındaki tekstil ve hazır giyim sektörünün analizinin yapılması gereklidir. Tablo 1. Türk Tekstil ve Hazır giyim Kronolojisi Yıl Kilit Geli�meler

1923 Yeni Türkiye Cumhuriyeti: 8 fabrika ve K�T sisteminin getirilmesi

1933 Sümerbank’ın kurulması

1960 Sanayile�menin ba�laması

1970 Küresel tekstil ve hazır giyim sanayi geli�mi� ülkelerden geli�mekte olanlara kaymaya ba�laması

1974 Çok Elyaflılar Anla�ması (MFA)

1980 �hracata dayalı büyüme stratejileri\ihracat oranında artı�.

1981 Tekstil ve hazır giyim üretiminin çe�itli �ehirlerde yaygınla�ması.

1982 Tekstil ve hazır giyim üretiminin �stanbul ve çevresinde yaygınla�ması

1984 AB’nin Türkiye’ ye miktar kısıtlaması uygulaması.

1985 Tekstil ve hazır giyim sanayinde özel sektör yatırımlarının artması.

1990 Yıllık %12.2 oranında büyüme ile en hızlı büyüyen sektör.

1994 Türk ekonomisinde ekonomik kriz.

1995 Sümerbank’ın özelle�tirilmesi.

1995 Sektörün mikrodan mezo ve makro organizasyonlara geçi�i

1995 Tekstil ve Giyim Anla�ması (ATC)

1996 Gümrük Birli�i Anla�ması

1996 Türk tekstil ve hazır giyim firmalarının toplam sayısının 15.000’i geçmesi

1999 Sanayinin toplam ihracatta en yüksek paya eri�mesi

2000 Türk ekonomisinde ekonomik kriz

2001 Sektördeki oyuncuların karlılı�ının azalması

2005 Dünya hazır giyim tüketiminin 930 milyar ABD dolarını geçmesi

2006 Dünya hazır giyim ihracatının 1 milyar ABD dolarını geçmesi

2007 Tekstil ve hazır giyim sektörünün ihracat hacminde en yüksek noktaya ula�ması Kaynak: Eraslan vd. , 2008

177

1. Tekstil ve Hazır Giyim Sektörünün Türkiye �hracatındaki Yeri

Türkiye ekonomisinde dı�a açılma süreciyle birlikte ekonomide dı�a kapalı ithal ikamecilik politikası yerini ihracata dönük stratejik uygulamalara bırakmı� ve bu uygulamalarla birlikte ihracat ve ithalat miktarlarında artı� kaydedilmi�tir. Özellikle �hracat ekonominin dı�a açılabilmesi ve dünya ekonomileri ile entegre olabilmesi için ba�latılan te�vik uygulamalarının sonucunda ( ekonomik kriz dönemleri hariç) iyi bir performans göstermi�tir. 1980’de 2,9 Milyar dolar olan ihracat hacmi yakla�ık 4,5 kat artmı� ve 1990 yılında 13 Milyar dolar Seviyelerine gelmi�; Ancak, Çe�itli iç ve dı� faktörlerin olumsuz etkisiyle 1990–1993 döneminde artı� hızı yava�lamı�, anılan dönem boyunca ancak 15 Milyar dolar düzeyine gelebilmi�tir (�enol, 2007: 2).

Tablo 2. Türkiye’nin Dı� Ticaret Veri ve Göstergeleri (1980–2001) (Milyon Dolar)

Yıllar �hracat �thalat Dı� Ticaret Açı�ı

�hracatın �thalatı Kar�ılama Oranı %

1980 2.910 7.909 -4.999 36.8 1981 4.703 8.993 -4.230 52.6 1982 5.746 8.843 -3.097 65.0 1983 5.728 9.235 -3.507 62.0 1984 7.134 10.757 -3.623 66.3 1985 7.958 11.343 -3.385 70.2 1986 7.457 11.105 -3.648 67.1 1987 10.190 14.158 -3.968 72.0 1988 11.668 14.335 -2.273 81.0 1989 11.625 15.792 -4.167 73.6 1990 12.959 22.302 -9.343 58.1 1991 13.593 21.047 -7.454 64.9 1992 14.715 22.871 -8.156 64.4 1993 15.349 29.429 -14.080 52.2 1994 18.106 23.270 -5.160 77.8 1995 21.637 35.709 -14.072 60.6 1996 23.224 43.627 -20.402 53.2 1997 26.246 48.657 -22.412 53.9 1998 26.974 45.921 -18.947 58.7 1999 26.588 40.691 -14.103 65.3 2000 27.774 54.502 -26.728 50.9 2001 31.186 40.506 -9.320 77.0

Kaynak: �SO, Türkiye Ekonomisi 2002, ISSN 1303–4030, s. 106.

1980 yılındaki Türkiye ve dünya sektörsel ihracat yapısı incelendi�inde, ihracat içersinde iki ürün grubunun ön plana çıktı�ı gözlemlenmektedir. Türkiye’nin ihracatında en büyük payı %65’lik oranla alan tarım ürünlerini %12 oranıyla tekstil ürünleri takip etmektedir. Ancak daha sonraki dönemlerde ihracatta tarımın payı azalırken tekstil sektörünün payı artı� göstermi�tir. Bunun nedenleri olarak, Avrupa Birli�i ile 1 Ocak 1996 tarihinde Gümrük Birli�i’nin gerçekle�tirilmesi sonucunda Avrupa

178

Kömür Çelik Toplulu�u ile toplulu�un yetki alanına giren ürünleri kapsayan serbest dola�ım ba�lanması, sanayi ürünleri ithalatından alınan vergi ve fonların azaltılması, ithalatta gözetim ve korunma önlemlerine, kota uygulamalarına, dahil de ve hariçte i�leme rejimine, haksız ticari uygulamalarına gidilmesi, tekstil ithalatına ili�kin düzenlemelerim yapılması gösterilebilir (Karluk, 2002:339). Yapılan bu uygulamalardan sonra tekstil ve hazır giyim sektörünün ihracattaki payı 2000’li yıllarda % 37’lere yükselmi�tir.

Tablo 3. 1980, 1990, 1999 ve 2000 Yılı Dünya ve Türkiye �hracatının Sektörel Da�ılımı (Yüzde Paylar)

Kaynak: http://www.dtm.gov.tr/ead/strateji/Strateji.doc

Günümüzde, tekstil ve hazır giyim sektörü, gayri safi yurt içi hasıla, imalat sanayi ve toplam sanayi üretimindeki pay, ihracat, ekonomiye sa�ladı�ı net döviz girdisi, istihdam, yatırımlar, dı�a açıklık ve makro-ekonomik büyüklükler açısından dü�ünüldü�ünde Türkiye’nin en önemli sektörlerinden biri konumundadır. �hracatta sektörünün önemli bir kısmını olu�turan tekstil sektöründe de artı� devam etmi�, 1998 yılında 2,631 milyar $ olan tekstil ihracatı 2007 sonuna gelindi�inde 9,5 milyar dolara seviyesine çıkmı�tır. Gerçekle�en bu artı�a ra�men, tekstil artı� hızı ihracat artı� hızının gerisinde kalmı�tır. �öyle ki tekstil ihracatının genel ihracat içersindeki payı 1998 yılında %9,4 iken bu oran 2007 yılında %6,2’ye dü�mü�tür (ITKIB, 2006). Türkiye’nin tekstil ihracatı 2008 yılında 6.8 milyar dolar olarak gerçekle�mi�tir (�TK�B,2008).

Tablo 4. Tekstil Sektörü �hracatı

2003 2004 2005 2006 2007 Tekstil Sektörü Toplam �hracatı (milyar $) 5,6 6,8 7,4 8,0 9,5 Yüzde De�i�im (%) 25% 22% 9% 8% 17% Kaynak: DTM (2007)

179

Ancak dü�ü�e ra�men, son yıllarda dünya hazır giyim sektöründe ya�anan durgunluk, petrol fiyatlarındaki artı�lar yeni rekabet ortamından kaynaklanan zorluklar ve ana pazarımız olan AB ekonomisinde görülen durgunluk dikkate alındı�ında, tekstil ihracatında görülen performans olumludur.

Ancak, ya�anan devalüasyon dikkate alındı�ında çok tatmin edici oldu�u söylenemez. 2001 yılında ya�anılan kriz ve devalüasyonun olumsuz etkisi sonrası hazırgiyim ve konfeksiyon ihracatındaki artı� %2,1 olarak gerçekle�mi�tir.

Tekstil sektörü ihracatında en önemli payı tutan Hazır giyim ve konfeksiyon mamullerinde ise, 2006 yılı ilk çeyre�inde 3,3 milyar dolar de�erinde ihracat gerçekle�irken 2007 yılında gerçekle�en hazır giyim ve konfeksiyon ihracatı 3,7 milyar $ olup tekstil sektörünün yakla�ık yarısı bu mamullerden olu�mu�tur.

Tablo 5. Genel �hracat Performansı �çinde Hazır Giyim ve Konfeksiyon �hracatının Payı

Ocak-Mart 2006 Ocak- Mart 2007 De�i�im (%) Türkiye Genel �hracatı

18.503.534 23.155.998 25.1

Hazır Giyim ve Konfeksiyon �hracatı

3.307.874

3.720.704

12.5

Hazır Giyim ve Konfeksiyon

�hracatının Payı

17.9

16.1

Sanayi Ürünleri 15.879.524 20.059.002 26.3 Hazır giyim Konfeksiyon

�hracatının Sanayi Ürünleri

�hracatındaki Payı

20.8

18.5

Kaynak: DTM (2007)

Hazır giyim ve konfeksiyon ihracatında görülen artı�a ra�men Türkiye genel ihracatındaki pay 2006 yılı ile kar�ıla�tırıldı�ında % 17.9’dan % 16.1”e gerilemi� yine sanayi ürünleri ihracat payı içersinde 2006 yılında 20.8 olan a�ırlı�ı 2007 yılında %18.5 olarak gerçekle�mi�tir. 2008 yılı ihracat istatistiklerine göre Türkiye’den gerçekle�tirilen hazır giyim ve konfeksiyon ihracatı 15.7 milyar dolardır (�TK�B, 2008). 2009 Haziran-Ocak ayı dönemi içersinde ise 6.2 milyar dolar hazır giyim ihracatı gerçekle�mi�tir (�TK�B, 2009)

Sektörde ya�anan geli�melerin daha iyi anla�ılması için Türkiye’nin tekstil ihracatında önemli yer tutan ülkelerle yapılan ticaretin incelenmekte fayda bulunmaktadır. Avrupa birli�i ülkeleri Türkiye’nin uzun yıllardır bir numaralı tekstil ihracat pazarıdır (Oran, 2004). ITKIB 2007 raporuna göre, AB–27 ülke grubuna 2007 yılında, 3,5 milyar dolarlık tekstil ihracatı gerçekle�tirilmi�tir.

180

2006 yılına kadar Avrupa birli�i ülkelerinde en çok �talya ile ihracat yapılırken 2006 ve 2007 yıllarında Almanya bu ülkenin önüne geçerek 863.888.732 milyon $ bir ihracat hacmi yakalanmı�tır. Bu ülkeyi daha sonra Rusya, �talya ve A.B.D ülkeleri takip etmektedir.

Tablo 6. Ba�lıca ülke Grupları ile Tekstil �hracatı

Ülkeler 2006 2007 Pay (2007) % Almanya 814.287.756 863.888.732 9 Rusya federasyonu

569.464.514 762.295.452 8

�talya 660.595.533 752.311.469 8 A.B.D. 595.407.085 621.428.424 7 Romanya 363.757.505 456.998.864 5 �ngiltere 422.530.333 442.217.379 5 Fransa 323.609.201 375.147.337 4 Polonya 262.416.784 345.412.348 4 �spanya 267.307.237 305.229.480 3 Bulgaristan 261.102.959 264.563.175 3 Di�erleri 3.526.566.572 4.274.890.108 45 Toplam 8.067.045.479 9.464.382.768 100 Kaynak: DTM (2007)

2007 yılında ülkemiz 8,73 Milyar Dolar tekstil ihracatı ile dünya ihracatının yüzde 3,7’sini kar�ılamaktadır (Uzuno�lu ve Ünal, 2008:3).

2008 yılında tekstil sektöründe ba�lıca ülke grupları arasında Ab-27 ve di�er Asya ülkeleri hariç di�er tüm ülke gruplarında artı� kaydedildi�i görülmektedir. Ancak yine de AB-27 ülke grubu ile 3.4 milyar dolarlık bir ihracat gerçekle�mi� böylece AB’nin toplam tekstil ihracatındaki payı %49,6 olarak gerçekle�mi�tir (�TK�B,2008)

Türk hazır giyim sektörü, dünya piyasalarının en önemli tedarikçilerinden biridir. Hazır giyim sektörü için 1996 yılı ba�ı AB ile GB’ye geçi�, yeni bir geli�im noktası olmu�tur. GB’ne girmenin hazır giyim sektörü üzerinde kapasite artı�ı ve teknolojik geli�im ve makine yatırımlarının artı�ı gibi olumlu etkileri olmu�tur. Bu dönem hızlı sanayile�meyi ve üretim teknolojisin de uluslararası standartları yakalamayı da beraberinde getirerek Türkiye ekonomisini bu sektörde iddaalı hale getirmi�tir.

2007 yılında ülkemizin dünya hazır giyim ihracatındaki payı yüzde 4,1 olup, yapılan ihracatın de�eri 14 Milyar Dolar’dır.

181

Tablo 7. Türkiye �hracat Payları

2007 (Milyar Dolar) Dünya �hracatında Payı (%)

Çin 115,2 33,4 ,Avrupa Birli�i (27) 103,4 29,9 Hong Kong 28,8 8,3 Türkiye 14 4,1 Banglade� 10,1 2,9 Hindistan 9,7 2,8 Vietnam 7,2 2,1 Endonezya 5,9 1,7 Meksika 5,1 1,5 A.B.D. 4,3 1,2 Kaynak: �TK�B (2008)

Dünya hazır giyim ihracatında AB, Çin, Hong Kong, Türkiye, Meksika, Hindistan ve ABD ilk sıralarda bulunmaktadır. Çin, AB bir bütün olarak ele alındı�ında bile, hazır giyim ihracatında 1. sıraya yükselmi�tir. Türkiye ise 2007 yılı göstergelerine göre Hong Kong’tan sonra gelmektedir. Bunun en önemli nedeni olarak tekstil ve hazır giyim sektöründe kullanılan emek ücretleri ve üretim maliyetleri gösterilmektedir.

Ülkeler bazında 2007 yılı örme hazır giyim ithalatında A.B.D. (%26), Almanya (%8), �ngiltere (%7), Japonya (%7), Hong Kong (%6), Fransa (%6), �talya (%5), �spanya (%4), Belçika (%3), Hollanda (%2) ve Kanada’nın (%2) ilk sıralarda oldu�u görülmektedir. Örülmemi� hazır giyim ithalatında da benzer �ekilde A.B.D. (%23), Almanya (%9), �ngiltere (%7), Japonya (%7), Fransa (%6), Hong Kong (%5), �talya (%5), �spanya (%4), Belçika (%3), Hollanda (%2) ve Kanada (%2) ilk sıralarda yer almı�tır. 2007 yılı itibarıyla dünya toplam hazır giyim ithalatının %76’sını (247 milyar dolar) AB(27), A.B.D. ve Japonya gerçekle�tirmi�tir (Sevim,2009:16): .

Hazır giyim sektörü ihracatında payının azalmasına ra�men Almanya en çok miktarda ticaret yapılan ülke olma sırasını korumaktadır. Almanya’nın payı 1996’da %47,3’ten 2008’de %24,5’e kadar gerilemi�tir. Türkiye 2008 yılı hazır giyim ihracatının %75’ini ilk 10’da yer alan Almanya (%24,5), �ngiltere (%14,7), Fransa (%7,1), Hollanda (%7,0), �spanya (%6,8), �talya (%5,5), Danimarka (%3,5), A.B.D. (%2,2), �sveç (%1,9) ve Belçika’ya (%1,8) gerçekle�tirmi�tir (�TK�B, 2008).

2. Tekstil ve Hazır Giyim �hracatın Ba�lıca Sorunları

Tekstil ve hazır giyim sektörünün ba�arılı olabilmesi ve sa�lıklı bir yapıya kavu�ması için bu sektöre ait sorunların iyi analiz edilmesi, çözüm önerilerinin tespitinde önemli bir adım olacaktır.

182

Tekstil ve hazır giyim sektörünün iç ve dı� faktörlerden kaynaklanan sorunlarını �G�AD �u �ekilde özetlemektedir (�G�AD, 2009):

� Bilhassa Gümrük Birli�i sonrasında yapılan a�ırı yatırımın neden oldu�u kapasite fazlalı�ı,

� Firmaların öz sermayelerinin yetersizli�i,

� Finansmanın ise kısa vadeli ve pahalı olması,

� Sanayide kullanılan enerjinin rakip ülkelerden pahalı olması,

� ��çili�in giderek pahalı hale gelmesi,

� Pamuk ba�ta olmak üzere istikrarlı hammadde fiyatlarının olu�amaması,

� Yurt dı�ı pazarlarda da�ıtım kanallarına sahip olamama,

� Hem tekstil, hem de hazır giyimde moda ve marka olu�turma konusundaki ba�arısızlık,

� Ar-Ge ye yeterince önem verilmemesi,

� Teknik ve kalifiye eleman gere�i için e�itim konusunda sektörün büyümesine paralel bir geli�me olmaması,

� Sektörde kayıt dı�ılı�ın artması ve bunun da haksız rekabete yol açması,

Bu sorunlardan hareketle Tekstil ve hazır giyim sektöründe genel olarak yapısal, maliyet ve finansman, Ar&Ge, marka ve pazarlama, kotaların kalmasıyla ya�anılan Çin faktörü ana ba�lıklarında toparlanabilir.

2.1. Maliyet ve Finansman Sorunları

Maliyetlerle ilgili ilk temel sorun ihracatçıların iç piyasadan tedarik ettikleri hammadde mal ve hizmetlerin fiyatları devamlı artmaktadır. Maliyetler artarken, döviz kurlarının dü�mesi ihracatçıları zor durumda bırakmaktadır. En son tespitlere göre, hazır giyim sektörünün toplam maliyetinin % 54'ünü ham madde maliyetleri olu�turmakladır. Bu durumda, dövizde ya�anan dalgalanmalar sektördeki fiyat istikrarına etkilemekte ve hammadde fiyatlarındaki yüksek artı�lara neden olmaktadır. Bu yüzden hammadde ve ara

malı konusunda ya�anan güçlükler, sektörün maliyetlerini arttırmakta, ithalatçılara sabit fiyat garantisi vermelerini engellemekte ve vaatlerin zamanında yerine getirilmesini güçle�tirmektedir.

Bunun yanında, sektörün ikinci önemli maliyet kalemi, i�çilik giderleridir. Türkiye kesintilerin net ücrete oranı açısından Avrupa ülkeleri içinde en yüksek orana sahiptir. Asgari ücret üzerinden yapılan hesaplamaya göre çalı�anın i�verene maliyeti içinde, SSK i�ci ve i�veren payı, gelir vergisi stopajı ve di�er kesintilerin oranı % 4’dir (T�M, 2007). Bu oran �rlanda’da %9, Lüksemburg’da %9, �ngiltere’de %18,2, Portekiz de ise %23,4’tür

183

(ADS�AD,2008). Maliyetlerin üreticilere olan yükünün yüksekli�i sektörü kayıt dı�ına çalı�maya itmektedir.

�ekil 1. Bazı Ülkelerde �stihdam Üzerindeki Yükler (Kesintilerin Net Ücrete Oranı %)

Kaynak: OECD Labour Statistics,2008

Bu sorunlar dı�ında, sektör için son derce önemli boyutlara ula�an di�er sorunlar, girdi niteli�indeki enerji kullanım maliyetlerinin, dünya fiyatlarının üzerinde olması ve ta�ıma maliyetlerinin yüksekli�idir. Sektörün ( özellikle iplik, kuma� ve terbiye açısından) temel maliyet kalemleri içerisinde yer alan enerji, özellikle elektrik fiyatlarının dünya fiyatlarının çok üzerinde seyretmesi Türk mallarının yabancı pazarlarda rekabet avantajını törpüleyen bir unsur durumundadır (�TK�B,2008).

184

Tablo 8. Sektörel Stratejiler; Üretimde Rekabet Ko�ullarının Rakip ve Çevre Ülkelerle E�itlenmesi

ÜLKELER KURUMLAR VERG�S� ORANI %

�ST�HDAM YÜKLER� ÇIPLAK ÜCRET�N YÜZDES�

ORTALAMA ��GÜCÜ MAL�YET� ÇIPLAK ÜCRET DOLAR\SAAT

ENERJ� F�YATLARI SANAY� K�LOVAT SAAT\DOLAR

ROMANYA ARNAVUTLUK MISIR ÖZBEK�STAN POLONYA

16.0 23.0 20.0 15.0+8.0 19.0

21.0 30.7 25.0 31.0 41.9

1.60 1.10 0.85 0.60 3.80

0.96 0.65 0.21 0.25 0.70

�N H�ND�STAN BANGLADE� TUNUS V�ETNAM ENDONEZYA

33.0 33.7 37.5 35.0 28.0 10.0-30.0

35.0 16.8 0.0 21.8 17.0 10.0

0.60 0.67 0.28 2.05 0.28 0.55

0.55 0.80 0.40 0.45 0.35 0.40

TÜRK�YE 30.0(1) 42.8 2.88 1.07

Kaynak: TGSD (2008), Ufuk 2015 (2009), www.tgsd.org.tr

Ayrıca sektör, finansman ve kredi maliyetleri nedeniyle önemli sorunlar ya�amaktadır. Buna kar�ılık, enflasyon oranının yüksek olması ve döviz kurları artı� oranının üzerinde gerçekle�mesi, i�letme sermayesinin yeni yatırımlara dönü�türülmesini engellemektedir (WTO, 2001).

2.2. Nitelikli �� Gücü Sorunları

Hazır giyim sektöründe, üretim ve kalite kontrol birimlerinde özellikle, teknik lise mezunu nitelikli ara eleman ve tekniker ihtiyacı yüksektir. Buna ra�men bu ihtiyaç kar�ılanamamaktadır. �� gücünün vasıfsız olması, üretim verimlili�ini dü�ürmekte, maliyetleri yükseltmektedir.

Bu durumun giderilebilmesinde, mesleki ve teknik e�itim veren liselerin e�itim programlarının geli�tirilmesi ve okul-sanayi i�birli�i içerisinde ö�rencilere deneyim kazandırılması, önemli rol oynayacaktır.

Yine sektör, moda özelli�i ta�ıyan ürünlerin yaratılmasında çok önemli olan stilist, modelist ve desenci açısından yetersizdir. Son yıllarda bu konuya önem verilerek, eleman yeti�tirecek kursların sayısı artmasına ra�men, Türk hazır giyim sektörünün ihtiyacının çok daha kısa sürede giderilmesi gerekmektedir.

2.3. Ara�tırma/Geli�tirme-Kalite-Verimlilik Sorunları

Küreselle�en dünya da ekonomik sektörler de rekabet edebilmek için ARGEyapmak bir zorunluluktur. Özellikle teknoloji de ayakta kalabilecek, etkin ve etkili üretime katkıda bulunabilecek AR-GE çalı�maları rekabet gücünü artırıcı bir özellik ta�ımaktadır. Bu ba�lamda teknoloji üretimi için bir �ey yapmayan ülkeler üretimde taklit etme yoluna gitmektedirler. Çünkü teknoloji

185

üreten ülkeler çe�itli kanunlarla korunmakta ve böylece teknoloji satabilen büyük firmalar yaratabilmektedirler.

Dünya ekonomilerinde üretimde kaliteyi yükseltebilmek adına AR-GE çalı�malarına a�ırlık verilmekte, üretimde ara�tırma merkezlerinin sayısı artmakta ve çe�itli laboratuarlar olu�turularak sektörler geli�tirilmeye çalı�ılmaktadır.

Türk tekstil ve hazır-giyim sanayinin dünyadaki konumu kaliteli ancak yüksek fiyatlı olmayan ürün kategorisindedir. Sanayinin Uzakdo�u’da gerçekle�tirilen dü�ük fiyatlı büyük üretimle rekabet etmesi imkânsızdır. Sanayinin rekabet gücü kaliteli ve farklı ürün üretebilme kabiliyeti ile ba�lantılıdır. Farklı ürün üretebilmesi için ise tekstil i�leme ve boyama süreçleri Ar-Ge’ye yönlendirilecek kaynak ve vasıflı i�gücüne ihtiyaç duymaktadır (Erarslan vd., 2008: 295). Bu nedenle sektörün Ar-Ge odaklı stratejiler geli�tirmesi büyük bir ihtiyaçtır.

AR-GE uygulamaları Çin gibi ülkelerden daha fazla olsa da yaygınla�tırılması hususunda dikkat edilmesi gereken genel hususlar a�a�ıda özetlenmi�tir:

� Firmalar da AR-GE bilincinin oturması için gerekli yatırımlarda bulunmak,

� �irketler de Ar&Ge ve teknolojik geli�meleri izleyen birimlerin tam anlamıyla olu�turulması ve KOB� mantı�ıyla hareket etmekten kaçınmak,

� AR-GE uygulamalarının ba�latılması için gerekli projelerinin olu�turulması,

� AR-GE te�vik mevzuatının tam olarak anla�ılması, toplumda Ara�tırma ve Geli�tirme kavramlarının anla�ılması,

� AR-GE projelerinin iyi yönetilmesi ve seçilmesi. Projelerin uzun süreli tutulması,

� Ulusal bir dokümantasyon sistemi olu�turmak ve yönlendirici bir organizasyonların artması,

� Profesyonel danı�man ve danı�manlık �irketlerinin kullanılması.

Di�er �irketlerle ileti�imin geli�tirilmesi ve dolayısıyla Ar-Ge uygulamalarında bulunulan firma örneklerinden yararlanması

2.4. Yatırım-Teknoloji Sorunları

Sektörde, yatırım yerleri daha ziyade büyük yerle�im merkezlerinde yo�unla�mı�tır. ��gücü, enerji, vs, gibi faktörler dikkate alındı�ında bu bölgelerin yatırım yeri olarak de�erlendirilmesi rantabl olmamaktadır. Dolayısıyla bu bölgelerde yeni i�letmelerin kurulması ve salt kapasite artırıcı yatırımlar te�vik edilmemelidir. Bunun yerine; kaliteli yeni ürün tipleri geli�tirilip, üretim ve

186

verimlili�i artıran, esneklik kazandıran, küçük partileri i�leyebilen, özel ni� ürünleri üreten, ba�ta yüksek performanslı teknik tekstiller olmak üzere bilgi yo�un ürünleri üreten, enerji, su, kimyasal madde ve hammadde kullanımında tasarruf, geri kazanım ve tekrar kullanım sa�layan, çevre dostu üretimi destekleyen, Ar- Ge, Ür-Ge ve yenilikçilik yeteneklerini geli�tiren, yeniden yapılanma, yerle�im, yurtiçi ve yurtdı�ı �irket evlilikleri sonucu gerekli olacaktır.

2.5. Çin Faktörü

1995 yılında Dünya Ticaret Örgütü (WTO) Tekstil ve Giyim E�yası Antla�ması'yla 10 yıllık bir geçi� süresi vermi� ve Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) 2005 yılının ba�lamasıyla birlikte dünya ekonomisine serbesti getirme konusunda çalı�malarını tamamlayarak tekstil kotalarının dünya çapında kaldırılmasını gerçekle�tirmi�tir. Kotalarının kalkması tüm ülkeleri özellikle geli�mekte olan ülkeleri etkileyecektir. Çünkü 2003 yılında tek ba�ına dünya tekstil ihracatı toplamı olan 400 milyar dolarlık ihracatı yapan A.B.D bu miktarın yarısını ithal etmi�tir (E�ilmez, 2005). Ve kotalar kaldırılırsa A.B:D bile tek ba�ına büyük bir Pazar olacaktır. Kotaların kaldırılmasından en fazla olumlu etkiyi sa�laması beklenen ülke Çin olup, en büyük üretim avantajı olan ucuz emek ile rekabette di�er ülkeler büyük bir üstünlük sa�layacaktır. Kısa vade de bu ucuz i�gücü kayna�ı ile üretim maliyetlerini dü�ürecek olan “Çok Uluslu �irketler” daha sonra, bir milyarı a�an bu pazarın gelir düzeyinin de artması ile birlikte bu piyasalara ürünlerini satmaya ba�layacaklardır (Ek�io�lu, 2004).

Çin üzerinde kotaların kaldırılmasının Türkiye gibi ülkelerde ilk etkisi tekstil ürünleri ihracatında dü�ü� ve bunun sonucunda reel ücretlerin gerilemesidir.

DPT’nin raporuna göre, kotaların tamamen kalkmasıyla tekstilde önümüzdeki 10 yılda ciddi bir küçülme gerçekle�ecek ve 600 bin ki�inin de i�siz kalaca�ı belirtilmektedir (DPT, 2007).

Çin faktörü 2005 yılından itibaren etkisini hissettirecekken Türk Malalarının uluslar arası piyasalarda avantaj elde edebilmek için sermaye yo�un ürünlerin üretimine geçerek, Çin’ de kaliteli üretim yaparak maliyetleri azaltmak ve en önemlisi de Markala�ma mantı�ını oturtmaktır (Ek�io�lu, 2004).

Tablo 9. Türkiye’nin Üretim Maliyetleri Rekabeti

TÜRK�YE Ç�N H�ND�STAN �TALYA POLONYA FAS TUNUS MEKS�KA

Arsa Fiyatı

Dolar/m2 30 5 10 100–150 100 30–40 50 60–80

�n�aat maliyeti

Dolar/m2 500 300–400 300–399 600 700 450 250 400–499

Elektrik

Cent/kwh 03.A�u 02.Oca 02.A�u 01.Haz 01.May Oca.54 01.Eyl 01.A�u

187

Su

Cent/m3 95 45 60 30-90 85 60 70 80

Nakliye

Dolar/ton 1600 2200 2000 1100 1000 1900 2000 1400

��çi Ücreti

Dolar/saat �ub.14 0.61 0.6 16.65 �ub.52 Oca.92 Oca.89 Oca.51

Maliyet

ABD=100 51-53 33-35 33-35 127 56–58 40-43 40-43 38–39

Maliyet ++ ++++ ++++ Farklı ++ +++ +++ +++

Rekabet ürün

Edebilirlik grubu

Kaynak: Türkiye Giyim Sanayicileri Derne�i, Türk Hazır Giyim Sektörü Ufuk 2010 Yol Haritası Global Hedefler Ve Politikalar, Ocak-2004

Türkiye Giyim Sanayicileri Derne�i tarafından yapılan kıyaslama analizinde Türkiye’nin Ç�N’e kar�ı en zayıf durumda oldu�u kriter “Üretim Maliyetleri” dir. Bu durum Çin’le olan rekabet ortamında sanayicimizin en zor durumda oldu�u kriter olmakla beraber hükümet düzeyinde makro de�i�iklikler-sanayici lehine- yapılmadı�ı sürece, Türk sanayicisinin dünya ülkeleriyle rekabet edebilme �ansı kalmamaktadır.

2.6. Hukuksal Sorunlar

�hracat �le ilgili gümrük, kambiyo, banka, sigorta, ta�ımacılık i�lemlerindeki bürokrasi tüm firmaları oldu�u gibi hazır giyim ihracatçılarını da olumsuz etkilemektedir. Ayrıca kota uygulamasını getirmi� oldu�u, kota tahsisindeki ve kotalı ürün ihracatındaki ilave i�lemler, hazır giyim ve tekstil sektörü ihracatını güçle�tirmektedir. Gerek genel ihracat, gerekse kotalı ihracat i�lemlerinin azaltılması konusunda, henüz bir ba�arıya ula�ılamamı�tır.

Kota, anti-damping soru�turmaları ve vergileri gibi korumacı politikalar, tekstil ve hazır giyim sektörünü, gerek ihracat hacmi olarak ve gerekse ihracat bürokrasisi nedeniyle kısıtlamaktadır. Bununla birlikte kotaların, katma de�eri yüksek hazır giyim ürünlerinin ihracatını artmasına ve kota kapsamı dı�ına çıkabilmek için, az da olsa ürün çe�itlemesi yapılmasına yol açtı�ını da belirtmek gerekmektedir. Di�er yandan kota uygulaması, sektörün geli�me açısını belirsizle�tirmekte, yatırım politikaları belirlenmesini zorla�tırmaktadır. Ancak kota uygulayan AB ülkeleri ve ABD'nin bir geçi� süresi içerisinde kotaların kaldırılması konusundaki tavırları olumludur. Bununla birlikte, bu ülkelerin, kota uygulaması dı�ında, geli�mekte olan ülkelere gönüllü ihracat kısıtlamaları gibi di�er ticareti sınırlayıcı önlemleri empoze etmeye ve anti-damping soru�turmalarını sıkça gündeme getirmeye yönelik e�ilim ta�ıdıkları anla�ılmaktadır (Satıcı, 2002).

188

GENEL DE�ERLEND�RME VE SONUÇ

�hracata dayalı ekonomik büyüme stratejisini uygulamaya ba�lamasıyla ihracatın en önemli sektörü haline gelen tekstil ve hazır giyim sektörü oldukça önemli bilgi ve tecrübeler elde etmi�tir. Ancak uzun süreler fason üretim ile ihracat yapması kendine has moda yaratmaması, ürünün de�erinin ve satı� fiyatının dü�ük olmasına neden olmu�tur.

Tekstil ve hazır giyim sektörü, ürün geli�tirme, tasarım, üretim, yan sanayi, lojistik, finansman, toptan a�ı ve perakendede tam entegrasyon sa�layabildi�i için global perakende sektörünün de�i�im ve trendlerine uyum kabiliyeti olumlu olmu� ancak, tüm güçlü yönlerine ra�men pazarlama, yurt dı�ı tanıtım ve marka bilincinin tam oturmaması ile uzun süreli teknoloji, AR&GE ve e�itim politikası eksikli�i sektör için büyük problem olmu�tur.

Türk hazır giyim sektörünün de, kota kısıtlamalarının kaldırılması ile birlikte daha da �iddeti artacak olan bu rekabette varlı�ını sürdürebilmesi, kendi markasını yaratmasına ba�lıdır. Bunun için sektör, önce marka yaratmanın gereklerini yerine getirmelidir.

Türk tekstil ve hazır giyim sanayii yapısı gözden geçirildi�inde, dünyadaki yeni rekabet ortamında önemli oranda pazar kaybedildi�i, üretim, karlılık, firma sayısı ve istihdamda gerileme ya�andı�ı bir durum söz konusudur. Tüm bu geli�melere ya�anılan son küresel krizde eklendi�inde, tekstil ve hazır giyim sanayinin toplam istihdam ve firma sayısı kan kaybetmeye devam etmektedir. Sonuç olarak sektör küresel anlamda sürdürülebilir bir rekabet gücüne sahip olması için sektörel uzmanla�ma ve hızlı teslim gibi çe�itli alanlarda sahip oldu�u rekabet gücünü ve geli�me potansiyelini sürdürmelidir. Ve bu avantajlarını maliyet, kalite ve çe�itlili�i ile en etkin �ekilde birle�tirmeli ve AB pazarında sahip oldu�u payı sürekli kılarken yeni pazarlarda ni� ürünler ile yükselen bir büyüme e�ilimi elde etmesi hedeflenmelidir. Bunu ba�ardı�ında, rekabet etti�i ülkelere kar�ı üretim miktarı ve istihdamı azalsa da ihracat ve yaratılan katma de�er sürdürülebilecektir.

KAYNAKÇA

ADS�AD (2008), Tekstil Sektöründe Sorunlar Ve Çözüm önerileri Raporu, www.adsiad.org.tr/ozeldosyalar/tekstil_sorunlar.doc (23.09.2009)

DPT (2007), Dokuzuncu Kalkınma Planı: Tekstil, Deri ve Giyim Sanayii Özel �htisas Komisyonu Raporu

Ek�io�lu Onur Ozan (2004), “Çin’ e kar�ı Markala�ma ve yeni yüzyılda rekabet”, Ekonomik Ve Sosyal Kalkınma Hareketi, http://kalkinma.org/

Erarslan �. Hakkı, Bakan �smail ve Kuyucu Helvacıo�lu Aslı Deniz (2008),“ Türk Tekstil Ve Hazır giyim Sektörünün Uluslararası Rekabetçilik

189

Düzeyinin Analizi”, �stanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Yıl:7 Sayı:13 Bahar 2008 s.265-300

�G�AD (2009), Tekstil Sektörü De�erlendirme Raporu, www.igiad.com

�SO, Türkiye Ekonomisi 2002, ISSN 1303–4030, s. 106.

�TK�B (2007), Yeni Rekabet Ortamında Türk Tekstil Ve Hazırgiyim Sektörü, http://www.itkib.org.tr (12.08.2009)

�TK�B (2008), Tekstil, Konfeksiyon, Deri Ve Halı �hracatında Sorunlar Ve Çözüm Önerileri, http://www.itkib.org.tr (12.08.2009)

�TK�B (2008), Türkiye'de Ve Dünya'da Teknik Tekstiller Üzerine Genel Ve Güncel Bilgiler, http://www.itkib.org.tr (12.08.2009)

Karluk Rıdvan (1996); Uluslararası Ekonomi, Teori ve Politikalar, Beta Yayınevi, �stanbul.

OECD Labour Statistics,2008

Satıcı O�uz (2002), T.M.M.O.B. 10. Yıl Paneli

Sevim Ümit (2009), Hazır Giyim, Dı� Ticaret Müste�arlı�ı, �GEM Yayınları

�enol Ço�kun (2007), “Türkiye’nin �hracatı Üzerine Bir De�erlendirme”, Gümrük Dünyası Dergisi, Sayı 52

TGSD (2008), Ufuk 2015 (2009), www.tgsd.org.tr (15.07.2009)

T�M (2007), “�hracatın Sorunları Ve Çözüm Önerileri”, http://www.tim.org.tr (15.07.2009)

Türkiye Giyim Sanayicileri Derne�i, Türk Hazır Giyim Sektörü Ufuk 2010 Yol Haritası Global Hedefler Ve Politikalar, Ocak-2004

Uzuno�lu Hande ve Ünal �lknur (2008),” Türk Hazır Giyim ve Tekstil Sektörünün 2008 Yılı Rekabet Durumu”, AR&GE Bülten Kasım

WTO (2001) International Trade Slalistics, Hazır Giyim Sektörünün Dünyadaki Gücü

190

191

ULUSLARARASI SERMAYE HAREKETLER� VE F�NANSAL L�BERAL�ZASYONUN ETK�LER�

Fatih MANGIR1

M. Levent YILMAZ2

ÖZET

Neo-klasik teori tarafından desteklenen liberalizasyon uygulamaları, geli�mekte olan ülkelerde 1970’li yıllar sonrası hız kazanmı�tır. Küreselle�me ile birlikte uluslararası sermaye hareketleri daha verimli/karlı alanlara do�ru hareket etmekte, böylece yatırımcılar sürekli kar pe�inde ko�makta geli�mekte olan ülkelerde tüketim ve yatırım imkânlarını arttırarak büyümelerini sürdürmeye çalı�maktadırlar. Ancak daha sonra ortaya çıkan finansal krizlerle birlikte, ekonomi literatüründeki önemli tartı�malardan biri, uluslararası finansal liberalizasyon uygulamaları sonrası “göreceli yoksul ülke ya da bölgelerin, geli�mi� ülke büyüme oranına sahip olup olmayaca�ı”dır. Neo-klasik büyüme modeline göre ekonomiler, ba�langıç de�erlerinden ba�ımsız olarak ortak bir dura�an-durum dengesine yakınsarlar.

Geli�mekte olan ülkelerin geli�mi� ülkelere göre daha hızlı büyüyece�i anlamına gelen yakınsama teorisi birçok ampirik çalı�manın da temel konusu olmu�tur.

Finansal liberalizasyon ve uluslararası sermaye hareketlerinin geli�mekte olan ülkeler de tüketim ve gelir yakınsaması, ulusal yatırım ve büyüme, makro ekonomik politika ba�arısı, makro ekonomik politika hedeflemeleri ve bankacılık sistemi üzerine potansiyeler faydaları olabildi�i gibi, uluslararası sermaye hareketleri kırılganlı�ı, sistematik riskler (Asimetrik Enformasyon, Ahlaki Tehlike, Bulu�ma Etkisi), yabancı banka riskleri gibi potansiyel maliyetleri de bulunmaktadır. Bu çalı�mada uluslararası sermaye hareketleri ve finansal liberalizasyon süreci açıklandıktan sonra geli�mekte olan ülkelere olan potansiyel fayda ve maliyetleri analiz edilecektir.

Anahtar Kelimeler: Finansal Liberalizasyon, Geli�mekte Olan Ülkeler, Uluslararası Sermaye

INTERNATIONAL CAPITAL MOVEMENTS AND EFFECTS OF FINANCIAL LIBERALIZATION

ABSTRACT

Liberalization applications supported by neo-classical theory have gained momentum after 1907s in developing countries. Together with globalization of international capital flows move to more efficient / profitable areas, so 1 Dr. Selçuk Üniversitesi, �.�.B.F, �ktisat Bölümü, [email protected] 2 Ar�. Gör. Selçuk Üniversitesi, �.�.B.F, �ktisat Bölümü, [email protected]

192

investors have been working to seek to profit consistently in developing countries by increasing consumption and investmen opportunities to continue growth. But then with the resulting financial crisis, one of the most important discussions in the economy literature are, after the international financial liberalization applications “ whether relatively poor cities or countries having growht rate as developed countries or not”. Economies, according to the neo-classical model, will converge regardless of the initial value to a common stationary-state equilibrium.

In developing countries, financial liberization and international stock movements has also potential costs like consuming and incoming convegency, national investment and growth, macro economic political achievement, macro economic political aims, stock movement vulnerability and systematical risks (asymmetrical information, moralistic danger, invention, meeting effect) and foreign bank risks. In this project after international stock movements and financial liberization process is announced, potential benefits and costs to developing countries will be analized.

Key Words: Financial Liberalization, Developing Countries, International Capital

G�R��

�kinci Dünya Savası ertesinde uluslararası finans sistemi, 1944 yılında Bretton Woods Anla�masıyla temeli atılan altın para standardı sisteminin 1971’de terk edilmesiyle, 1973’te yerini serbest para sistemine bırakmı� ve büyük de�i�ime u�ramı�tır.

1980’lerde uluslararası ölçekte kapitalist ekonomini de petrol krizlerine ba�lı olarak meydana gelen kriz tıkanıklı�ına çözüm olarak Neo-liberal politikalar geli�tirilmi�tir. Çok kapsamlı bir ara�tırma konusu olan neo-liberalizmin iktisat politikaları bakımından iki temel önermesi �öyle sıralanabilir: piyasaların deregülasyonu ve özelle�tirme.

Küresel ekonomik sistemde ya�anan bu önemli de�i�im, finansal piyasalar da finansal entegrasyonu da hızlandırmı�, finansal liberalizasyon ve uluslararası sermaye hareketlili�i olgularına ili�kin zengin bir literatürün olu�masına neden olmu�tur.

Neo-liberal sürecin temel belirleyicileri serbest piyasaya, liberalle�meye a�ırlık veren bir ekonomik model olu�udur. Dı� ticaret, sermaye hesapları, finansal piyasaların liberalle�mesi ve devletin ekonomideki rolünün minimize edilmesi gibi konular 1980’lerin ba�ında IMF ve dünya bankası gibi kurulu�larca gündeme getirilmi�tir.

�thal ikameci politikalar uygulayan Brezilya (1964–67), Türkiye (1978–80), Meksika (1982) gibi ülkelerde önemli krizler ya�anmı� büyümelerinde tıkanmalar görülmü�tür. Neo-liberal politikalar ı�ı�ında uygulamalar özellikle

193

Asya ülkelerinde ba�arı göstermi� ve finansal liberalisazyon uygulamaları hız kazanmı�tır.

Ancak son 20 yılda uluslar arası sermaye hareketlerine açılan ülkelerde yeniden krizler görülmü� bu yüzden bu uygulamalar üzerinde ciddi ele�tiriler yapılmaya ba�lamı�tır.

1. Finansal Liberalizasyon ve Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Faydaları & Maliyetleri

Pratikte finansal liberalizasyon, sermaye hareketlerinin ülkeler arasında serbestçe dola�ımını engelleyen unsurların ortadan kaldırılması olarak tanımlanmaktadır. Böylece ulusal ekonomilerde yerli ve yabancı sermaye arasındaki ayrımcılık ortadan kalkacak ve yabancı sermayeyi çekmek için uygulamalar ba�layacaktır (Le, 2000: 3). Bu amaçla özellikle geli�mekte olan ülkeler, finansal piyasalarda fiyat ve miktar kontrollerinin kaldırılmasına ya da azaltılmasına gidilerek finansal serbestle�meye gitmektedirler (Parasız, 1998: 243).

Neo-klasik teori tarafından desteklenen liberalizasyon uygulamaları, geli�mekte olan ülkelerde 1970 sonrası hız kazanmı�tır(Bini: 2005). Küreselle�me ile birlikte uluslararası sermaye hareketleri daha verimli/karlı alanlara do�ru hareket etmekte böylece yatırımcılar sürekli kar pe�inde ko�makta geli�mekte olan ülkelerde tüketim ve yatırım imkanlarını arttırarak büyümelerini sürdürmeye çalı�maktadırlar. Ancak daha sonra ortaya çıkan finansal krizlerle birlikte, ekonomi literatüründeki önemli tartı�malardan biri, uluslararası finansal liberalizasyon uygulamaları sonrası “göreceli yoksul ülke ya da bölgelerin, geli�mi� ülke büyüme oranına sahip olup olmayaca�ı”dır. Neo klasik büyüme modeline göre ekonomiler, ba�langıç de�erlerinden ba�ımsız olarak ortak bir dura�an-durum dengesine yakınsarlar.

Bu de�er bir dura�an-durum büyüme oranıdır. Bunu sa�layacak olan da, fiziksel sermayenin azalan getiriyle çalı�ıyor olmasıdır(�anlı:1996).

�ekil 1. Geli�mekte Olan Ülkelere Sermaye Akı�ı

Kaynak: Bismut, Claude (2006), ““Long-Run Growth and International Saving Flows” www.oecd.org/dataoecd/58/37/35936369.ppt (12.12.2006).

194

Neoklasik teorinin söyledi�i gibi, �ekil 1’ dede görüldü�ü üzere sermaye hareketleri fazlası geli�mi� ülkelerden geli�mekte olan ülkelere do�ru sıfırlanıncaya kadar hareket etmektedir. Geli�mekte olan ülkelerin geli�mi� ülkelere göre daha hızlı büyüyece�i anlamına gelen yakınsama teorisi birçok ampirik çalı�manın da temel konusu olmu�tur. Steve Dowric ve Duc-Tho N guyen (1989) OECD ülkeleri arasında pozitif bir yakınsama ve Baro, Sala-i Martin (1991,1992b) ise A.B.D, Avrupa Bölgesi ve Japonya için yakınsama oranını %2 civarında hesaplamı�lardır. Buna kar�ı Romer (1987) ve Rebelo (1981) ise geli�mekte olan ülkelerde yakınsama izine rastlamadıklarını belirtmi�lerdir(Robert: 1992).

Sermaye piyasası liberalizasyonu ve büyüme ili�kisi üzerine yapılan ara�tırmalarda ise Bekaert, Harvey ve Lundblad (2003) sermaye piyasasının liberalizasyonun sermayenin maliyetini azalttı�ını, yatırım artı�ına yol açtı�ını ve büyümeyi arttırdı�ını göstermi�lerdir(Bekaert, Geert: 2003) ( kriz dönemleri hariç). Chari ve Henry (2004)’ nin yaptı�ı çalı�malar ise, firmaların hisse senetlerini dı� dünyaya açarak daha likit olmalarının daha çok yatırımcıyı ülkeye çekmelerine neden oldu�u yönündedir(Anusha, Peter: 2994).

Uluslararası finansal liberalizasyonun faydaları ve maliyetleri bireysel yatırımcılar ( uluslararası risk farklıla�tırılması gibi) ve liberalizasyon sürecini ba�latan ülkeler açısından farklılık göstermektedir.

1.1. Potansiyel Faydalar

Finansal liberalizasyonun potansiyel faydaları �öyle sıralanmaktadır: Tüketim Ve Gelir Yakınsaması, Ulusal yatırım ve büyüme, Makro Ekonomik Politika Ba�arısı, Makro Ekonomik Politika Hedeflemeleri ve Bankacılık sistemi üzerine potansiyeler faydalar(Baele, Lieven:2004).

1.1.1. Tüketimin ve Gelir Yakınsaması

Uluslararası sermaye hareketlerinin pozitif faydaları de�erlendirmesinde ilk incelenecek madde azgeli�mi� ülkelerin finans piyasalarını dı� dünyaya açmaları sonrası artan uluslararası sermaye hareketlerinin tüketimi arttıraca�ı ve geli�mi� ülkelerle olan gelir farklılıklarını kapatacakları yönündedir. Yakınsama teorisi içersinde geçen ve neo-klasik söylemce de desteklenen dönemler arası tüketim yakla�ımı “bireyler neden tüketimlerini dönemler arası ikame eder?” sorusuna verilecek cevapla daha net anla�ılabilir. Dönemler arası modelde cari i�lemler dengesinin üretim, yatırım ve kamu harcamalarıyla ilgili geçici bir �ok sonucu tüketimde ortaya çıkabilecek dalgalanmaları gideren (tampon) bir i�levi oldu�u kabul edilir. Uluslararası sermaye giri�leri sonrası, artan cari açıkla birlikte, bireylerin zaman içerisinde özel nihai tüketim malı harcamaları ve yatırım harcamaları artacaktır.

Bunun nedeni, finansal liberalizasyon sonrası sermaye piyasası ve banka sektörü aracılı�ıyla hane halkının kullanaca�ı kredi üzerindeki kısıtın kalkması

195

ve depozito oranlarının artması beklentisi içinde olan özel ve kamu kesimi tüketim harcamalarını arttırmasıdır. Yine yüksek faiz oranlarına ba�lı gelen uluslararası sermaye kredi olanaklarını artırıp özellikle dayanıklı tüketim mallarına olan talebi arttıracaktır. Aynı zamanda geli�mekte olan ülkelerde yüksek kamu harcamaları ve bütçe açı�ı ve enflasyon ulusal tasarrufu emip cari açıkla birlikte tüketim patlamasına yol açmaktadır. Aron ve Muellbauer’in yaptıkları çalı�malara göre, �ngiltere’de ve �skandinavya bölgesinde 1980’lerde ve Meksika’da 1990’lı yıllarda milli gelire göre tüketim artı�ları görülmektedir(Aron, Janine ve Muellbauer, John: 2000). Bu durum hayat döngüsü hipotezince de desteklenmektedir, gelecekteki gelir akımlarının yüksek tahmin edilmesi, cari dönem tüketim ve yatırım harcamaları uluslararası sermaye giri�lerinin kredi hacmini arttırması nedeniyle artmaktadır(Heffernan:1987).

Tablo 1. Dünya Genelinde Tüketim (%GSY�H)

1983 1993 2003 Avrupa 79.9 77 75 Yüksek Gelirli Ülkeler 70 67 68 Orta Gelirli Ülkeler 80 79,9 75 Dü�ük Gelirli Ülkeler 88 87 82

Kaynak: Dünya Bankası (2005), http://www.worldbank.org (12.12.2006).

Tablo 1 bu süreci daha net olarak görmemizi sa�lamaktadır. Dünya genelinde uluslararası sermaye hareketlerinin hızla artı�ına ba�lı olarak kamu ve özel sektöre ba�lı tüketim harcamalarının GSY�H’ya oranları yüksek seviyelerde seyretmi�tir. 2003 yılında Avrupa ülkelerinin tüketim harcamaları GSY�H’larının %79.9’unu olu�tururken bu oran geli�mekte olan ülkelerde %82’yi bulmu�tur. Tüketim artı�larının di�er bir nedeni geli�mekte olan ülkelerin uluslararası sermaye hareketleriyle birlikte yakalamı� oldukları yüksek büyüme oranlarıdır. Geli�mekte olan ülkeler 1960-1973 döneminde toplam küresel büyümenin yüzde 15’ini sa�lamı� iken, bu oran 1973-2001 döneminde yüzde 22, 2001-2005 döneminde ise yüzde 37’yi bulmu�tur(Dünya Bankası:2005).

Artan büyümeye ba�lı olarak geli�mekte olan ülkelerde ki�i ba�ına dü�en GSY�H oranları da bir artı� sa�lanmı�tır.

196

Tablo 2. Çe�itli Ülkeler ve Türkiye’de Ki�i Ba�ına Dü�en GSY�H (1820-2003, 1990 Doları Baz Alınarak)

Ülkeler 1820 1870 1913 1923 1950 1973 2003

Türkiye 643 825 1213 712 1623 3477 6731

Brezilya 646 713 811 1046 1672 3882 5563

Yunanistan 641 880 1592 1988 1915 7655 13677

Endonezya 612 654 904 949 840 1504 3555

Kore Cum. 600 604 869 1131 854 2824 15732

Meksika 759 674 1732 1884 2365 4853 7137

�spanya 1008 1207 2056 2290 2189 7661 17021

�sveç 1198 1662 3096 3047 6739 13494 21555

ABD 1257 2445 5301 6164 9561 16689 29037

Dünya Ortalaması 667 873 1526 2113 4091 6516

Kaynak: Maddison, Angus (2007) “World Population, GDP and Per Capita GDP, 1-2003 AD” http://www.ggdc.net/maddison (12.12.2007)

Geli�mekte olan ülkeler uluslararası sermaye hareketlerini te�vik ederek ekonomik büyümelerini arttırmakta ve yine toplam olarak küresel gelirden artan paylar almaktadır. Birçok geli�mekte olan ülkede artan liberalizasyon süreciyle birlikte ki�i ba�ına dü�en GSY�H oranları dünya ortalamasına yakla�maktadır.

1.1.2. Ulusal Yatırım ve Büyüme

Ekonomik büyüme için yatırım yapılması bir zorunluluktur. Finansal liberalizasyon teorisinin en önemli varsayımı yabancı sermaye hareketlerinin tasarrufları ve yatırımı arttıraca�ı yönündedir. Cari açık sadece ihracat ve ithalat arasındaki farka de�il aynı zamanda yatırım ve tasarruf arasındaki farkı da ifade etmektedir. Bu yüzden cari hesap dengesinin sa�lanmamasının arkasında yatan di�er bir nedende yatırım tasarruf e�itli�inin sa�lanamamasıdır.

Felstein (1992)’e göre, kısa dönemde yabancı sermaye hareketleri ulusal yatırım ve tasarruf arasındaki fark iken, uzun dönemde cari açık dengesizli�i yatırımdaki de�i�ikliklerden kaynaklanmaktadır(Feldstein, Martin:1992). Bu nedenden dolayı, geli�mekte olan ülkeler için sermaye hareketleri ulusal yatırımlar için yabancı finansman olanakları sa�layacaktır.

Bu fırsatı yakalayabilmek için ulusal rekabet gücünü artıracak bir yatırım programına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu programda, gerek yerli gerek yabancı sermayenin hissetti�i güvensizli�in giderilerek yeniden güven kazanmak fevkalade önem ta�ımaktadır. 1994’de, GATT’ın DTÖ’ ye dönmesiyle, yatırım ko�ullarına daha teknik standartlar getirilmi� banka hizmetlerinden mülkiyet haklarına kadar her �ey küreselle�menin do�rultusunda yeniden düzenlenmi�tir.

197

�ekil 1. Liberalizasyon Yatırım �li�kisi

Kaynak: Bekaert, Geert, v.d. (2005), “Financial Liberalization and the Real Economy”, www.cass.city.ac.uk/ conferences/emg_ finance/Papers/ Bekaert_ Geert.ppt (29.11.2006).

Gerekli altyapı çalı�maları ve hukuki düzenlemeler sonrası ülkeye gelen yabancı sermaye yatırımları yeni istihdamlar yaratacak aynı zamanda yatırım ve tüketim harcamalarıyla birlikte ekonomik büyümede artı� sa�lanacaktır(Globalization101.org: 2007). Bu yüzden finansal liberalizasyon sürecinde özelle�tirme, vergi politikaları, sermaye hesabı liberalizasyonu, çok uluslu �irketlere uygun kanuni ve yapısal düzenlemeler belirlenen ilk hedefler olmaktadır( Dünya Bankası:2007). Yabancı sermaye hareketlerinin ülkede yatırım miktarına olan etkisi mikro (endüstri içi) ve makro (endüstriler arası) seviyede gerçekle�ecektir. Bununla birlikte yabancı sermayenin yatırımlara olan etkisi ülkede uygulanan döviz kuru, faiz ve enflasyon uygulamalarındaki ve buna ba�lı sermaye hareketlerinin ülkeye giri� ve çıkı�larına göre de de�i�ebilmektedir.

Finansal liberalizasyon sonrası dünya ekonomileriyle liberalizasyon çabaları ülkelerin yatırım ve büyümeleri, ulusal tasarrufun artı�ı, sermayenin maliyetinin azalması ve teknolojinin transferi �eklinde do�rudan gerçekle�ece�i gibi, üretimde uzmanla�ma ve risk payla�ımı gibi dolaylı yollardan gerçekle�ebilir(Eswar, Kenneth, Shang-Jin ve Kose, Ayhan: 2003). Bu potansiyel faydaların etkisi Uluslararası do�rudan yatırımların kapasite arttırıcı etkisi daha kesin, kısa süreli sermaye hareketlerinde ise kısıtlıdır. DYY, sermayenin yeni türden girdileri teknolojik getirisi ve uzmanla�ma sayesinde be�eri sermayenin nitelik kazanmasını sa�layacaktır. Böylece maliyetlerde azalacak ve ulusal yatırımların da te�vik edilmesi söz konusu olacaktır.

Finansal kalkınma

Büyüme

Finansal Liberalizas

Finansal Kısıtları kalkması

Yatırım

Büyüme fırsatları

Yatırımın etkinli�i

Sermayenin maliyeti

198

Finansal liberalizasyonun uygulamalarının hız kazandı�ı dönemlerde geli�mekte olan ülkelerde yatırım ve dı� ticaret hacimlerinde artı� gözlemlenirken, finansal baskılama uygulanan dönemlerde ülkedeki yatırım miktarları ve dı� ticaret hacminde bir azalı� söz konusudur. Buna göre liberalizasyonun ba�langıç a�amaları olan 1980–82 dönemi ihracat oranı %32,7 olup, yatırımların hız kazandı�ı dönem 1996-97 yılları arasında gerçekle�en ihracat %34,0 olarak gerçekle�mi�tir. Yine geli�mekte olan ülkelerde net dı� ticarette artı�a ba�lı olarak 1996-1997 yılları arasında % 43,2 oranında do�rudan yabancı yatırım giri�leri görülmü�tür.

Tablo 3. Ticaret ve Uluslararası Sermaye Akımlarında Geli�mekte Olan Ülkelerin Rolü

1980–82 1987–90 1996–97 �hracat (Dünya%) 32.7 27.2 34.0 �thalat (Dünya %) 30.4 25.4 34.3 Toplam (Milyar$)ª 1,856 2,864 5,459 Do�rudan Yatırım (Dünya %) 32.7 14,3 43,2 Portfolyo Yatırımı (Dünya%) 7.7 3.1 13.3 Toplam (Milyar$)ª 107 355 1,319

a – Geli�mekte olan ve sanayi ülkeleri toplamı

Kaynak: Stallings, Barbara (2001),” Globalization and Liberalization: The Impact on Developing Countries”, www.eclac.cl/.../publicaciones/ xml/4/9074/ P9074. xml&xsl= /de/tpl-i/p9f.xsl&base= /tpl/ imprimir.xsl (22.08.05).

1.1.3. Makro Ekonomik Politika Hedeflemeleri

Uluslararası finansal liberalizasyonla birlikte ülke ekonomisinde uluslararası sermaye hareketlerini, yeni fonlar yaratarak yurtiçi tasarrufları ve yatırımların arttırabilirken, di�er taraftan uluslararası sermaye hareketlerinin hız kazandı�ı dönemlerde makro ekonomik dengesizlikler ortaya çıktı�ında finansal krizler görülebilmektedir.

Bu yüzden, finansal liberalizasyon sürecinde makro ekonomik politikalar olu�turulurken dikkat edilmesi gereken noktalar, sermaye hareketlerinin kırılgan yapısı, reel faiz ayarlamaları bu ayarlamaların arkasında yatan enflasyon beklentisinin kırılması, optimum döviz kuru politikası, kamu harcamalarının azaltılması, sa�lıklı bir banka sektörü, sürdürülebilir cari hesap dengesi gibi alanları kapsamaktadır(Montiel, Peter ve Servén, Luis: 2004). Geli�mekte olan ülkelerde uluslararası sermaye hareketleri ve büyüme arasındaki ili�ki Grafik 3’te görülmektedir. Makro ekonomik istikrarın sa�landı�ı yıllarda uluslararası sermaye hareketlerinde artı� görülürken büyümenin azaldı�ı daralma dönemlerinde uluslararası sermaye hareketleri azalmı�tır.

199

Grafik 2. Geli�mekte Olan Ülkelerde Sermaye Hareketi ve Büyüme Arasındaki �li�ki

Kaynak: Birle�mi� Milletler (2003), “Macroeconomic Stability in developing Countries”, www.un.org/esa/desa/ousg/presentations/200203_macro.pdf, s.3 (23.05.2005).

Uygulanan politikaların ba�arısı sermaye hareketlerinin yatırımlarla olan ba�lantısıyla yakından ilgilidir. Yatırımlara yönelmeyen, spekülatif amaçlarla yönetilen uluslararası sermaye hareketleri makro ekonomik bir istikrarsızlık söz konusu oldu�unda ülkeyi terk edebilecektir.

Krizlerle kar�ıla�ılmaması için kısa dönem politika önceli�i, makroekonomik dengenin ve mali piyasanın bütünlü�ünün sa�lanması olmalıdır. Böyle bir ekonomik arayı� içinde, açık ekonomilerde sermaye akı�ının devamı makroekonomik ve finansal istikrarı verimli kaynakların da�ılımı ve yüksek büyüme oranlarının sa�lanması ile gerçekle�tirecektir. Yabancı sermaye akımlarının büyümeye yansıması, makroekonomik istikrarın sa�lanması, dü�ük enflasyon , bütçe açı�ının kapatılması, cari açı�ın risk ta�ımamasının yanında istihdam, e�itim ve refah artı�ı gibi alanları da kapsamaktadır. Bunu sa�lamak devletin oldu�u kadar özel sektöründe çaba göstermesi gereken bir durum olup ülkenin borç sistemi yakından takip edilmeli ve derin bir finans yapısı için yapısal önlemler alınmalıdır.

1.1.4. Bankacılık Sistemi Üzerine Etkisi

Finansal serbestle�me sonrası sermaye hareketlerinin di�er bir önemli etkisi de bankacılık ve mali kurumlar üzerinde meydana getirdi�i de�i�ikliklerdir. Liberalizasyon uygulamalarının banka sektörü üzerindeki etkisi oldukça önemlidir. �lk olarak, finansal baskılama döneminde negatif reel faizlerden dolayı finans dı�ı kesimlere paralarını yatıran yatırımcılar bu dönemden sonra uygulanan pozitif reel faizle birlikte piyasa i�lem hacimlerini arttıracaktır.

�kinci olarak, finansal liberalizasyon aynı zamana banka sisteminin etkinli�ini arttırarak, finansal istikrarın sa�lanmasına neden olacaktır (Agenor, Richard: 2001). Di�er bir etki ise finansal liberalizasyon uygulamaları para basma

0

10

20

30

40

50

60

70

80

90

1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001

Net Sermaye Hareketleri GSMH

200

yetkisini elinde bulunduran Merkez Bankası üzerinde siyasi baskı ve müdahalelerinin kaldırılması sa�layacak uygulamaları zorunlu kılmaktadır.

Aynı zamanda, finansal liberalizasyon bankaların borç verme gücünü iyile�tirip rekabet gücünü de arkasına alarak dünya çapında bir standarda gitmelerini sa�layacaktır(Hübler, Olaf: 2007). Bu geli�melere paralel olarak, serbestle�tirme sonrası bankaların kredi olanakları iyile�ecek, böylece kredi arayan firmalar ve KOB�’lerinde talep ettikleri kredilerin maliyetlerinin azalması sa�lanacaktır(Maurice, Obstfeld ve Kenneth, Rogoff: 1996).

Ancak bu olumlu geli�melerin gerçekle�mesi için, uluslararası finansal liberalizasyon sürecinde serbestle�meye ba�lamasıyla birlikte bankacılık sisteminin iyi bir �ekilde regüle edilmesi gerekmektedir. Aksi taktirde, ülkedeki özel sektörün özellikle bankaların büyük açık pozisyon riskini ta�ımaları söz konusu olabilecektir. Açık pozisyon, bir bilançoda finansal varlı�ın pasif tarafta yani borç olarak bulunması anlamına gelmektedir(Somça�, Selim: 2006). Banka krizlerinde temel neden, açık ekonomi uygulamalarından dolayı artan açık pozisyonlara sahip banka mevduatlarına verilen devlet güvencesi, sıkı regülasyonların olmaması, ahlaki tehlike ve asimetrik enformasyondur(Philip: 2005).

Aynı zamanda, uluslararası finansal liberalizasyon süreci sonrası bankacılık sistemi içersinde i�lem maliyetlerinin dü�ecek, yatırımlara ayrılan krediler artacak ve reel sektöre kaynak aktarımı etkinle�ecektir. Liberalizasyon süreciyle birlikte sisteme yabancı bankaların girmesiyle rekabet artacak, bu da ulusal piyasada finansal hizmetlerin daha nitelikli yapılmasını sa�layacaktır. Tablo 7’de açıkça görüldü�ü üzere birkaç ülke hariç geli�mekte olan ülkelerde uygulanan liberalizasyon politikaları uygulamaları sonrası bankaların aktiflerinin artmasıyla özel sektöre açılan kredilerin arttı�ı görülmektedir.

Pek çok ülkede bu oran giderek yükselmi� ve % 100’leri a�mı�tır. Çin ve Tayland’da bu oran % 100’ün üzerine çıkarken, Kore ve Malezya’da % 90 civarındadır. Tablo 4. Geli�mekte Olan Ülkelerde Özel Sektöre Açılan Krediler (%GSY�H) 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 Kore 0.5 0.54 0.6 0.66 0.72 0.79 0.84 0.92 0.94 Çin 0.87 0.93 1.01 1.13 1.21 1.25 1.25 1.36 1.48 Tayland 0.98 1 1.21 1.15 1.08 0.85 0.74 0.81 0.79 �ili 0.49 0.53 0.54 0.56 0.59 0.61 0.63 0.61 0.61 Meksika 0.29 0.18 0.25 0.23 0.19 0.17 0.15 0.17 0.15 Endonezya 0.53 0.55 0.61 0.53 0.2 0.21 0.21 0.22 0.24 Malezya 0.83 0.92 1.02 1.05 1 0.94 1.01 0.99 0.97 Brezilya 0.33 0.28 0.29 0.3 0.29 0.28 0.29 0.28 0.28 Filipinler 0.38 0.49 0.56 0.48 0.42 0.39 0.36 0.33 0.31 Türkiye 0.18 0.21 0.25 0.22 0.21 0.22 0.22 0.14 0.16 Kaynak: O�uz, Esen (2005), “ Bankacılık Krizleri, Yeniden Yapılandırma Programları ve Türk Bankacılık Sektörü”, Siyasal, Yıl:1, Sayı:1, Bahar 2005.

201

Geli�mekte olan ülkelerde fonların toplanması ve da�ıtılmasında bankacılık sitemi etkin bir rol oynamaktadır. Ancak, ekonominin geli�me süreci tamamlandıkça bankacılık sistemi yerini, sermaye piyasası kurumlarına bırakmaktadır. Bu nedenle, kalkınmasını sa�lamı� olan geli�mi� ülkelerde, bankacılık sisteminin sistemdeki payı % 90’lardan % 40’lara kadar dü�mektedir(Oksa, Suna: 2003). Bunun temel nedeni sistemin güçlü bankaları ayakta tutması, zayıf ve iyi yönetilmeyen bankaları ise krizlerde ortadan kaldırması olarak gösterilmektedir.

1.1.2. Potansiyel Maliyetler

Finansal liberalizasyon sonrası ülke deneyimleri, uluslararası finansal liberalizasyonun faydaları oldu�u gibi maliyetlerinin de oldu�unu göstermektedir. Ülkeler açısından maliyetlere yol açan faktörler, uluslararası sermaye hareketleri kırılganlı�ı, Sistematik Riskler (Asimetrik Enformasyon, Ahlaki Tehlike, Bulu�ma Etkisi), Yabancı banka riskleridir.

1.2.1. Uluslararası Sermaye Hareketleri Kırılganlı�ı

1990’lar boyunca, 50’nin üzerinde ülke serbest piyasa ko�ullarına dayanan uygulamalarla ekonomilerini yabancı sermaye hareketlerine açmı�lardır. Bu ülkeler küresel finans sistemine ekonomilerini ve piyasalarını uyarlamak ve büyümelerini sürdürebilmek için gerekli yatırım ve tasarruf miktarını destekleyecek yabancı sermaye ihtiyacı duymaktaydılar.

Bu ülkelerin para ve maliye politikaları ülke ekonomisine gelen uluslararası sermaye giri�ine ba�lı olarak, dı� dünyaya ba�ımlı hale gelmektedir. Uygulanan döviz kuru sistemine paralel ulusal paranın de�er kazanması, talep artı�ının tetikledi�i enflasyon oranları, reel döviz kuru de�erlenmesi, ödemeler dengesi açıkları ve bütçe açıkları gibi ekonomik göstergelerde uluslararası sermaye hareketlerinin geli�mekte olan ülkelere giri�ini olumsuz etkileyecektir(Agenor: 2001).

Do�u Asya ve Latin Amerika ülkelerinde benzer sorunlar görüldü�ü için finansal Liberalizasyon uygulamalarında krizlerle kar�ıla�mı�lardır(Birle�mi� Milletler:2003).

Ülkenin böyle bir sorunla kar�ıla�masının temel nedeni ülkedeki finansal piyasanın derin olmaması ve bankaların bilançolarında görülen kur riskidir. Geli�mekte olan ülkelerde sermaye akımlarının önündeki iki temel kısıt, yatırımcıların daha güvenli ve az risksiz geli�mi� ülkeleri tercih etmeleri ve geli�mekte olan ülkelerde yabancı yatırımı özendirici kurumsal yapılanmanın olmamasıdır(Cesar, Tamayo: 2006).

Uluslararası sermaye hareketlerinin az geli�mi� ülkelerde seyri, ülkenin sahip oldu�u makroekonomik politikaların ba�arısına göre de�i�mektedir(Kletzer, Kenneth ve Kohli, Renu: 2001). Bu yüzden, birçok geli�mekte olan ülke için sermaye piyasasına eri�im devamlılık arz etmemektedir. Yani ülkeler iyi

202

zamanlarında piyasadan borçlanabilirken ekonomik durumların kötüye gitti�i zamanlarda kredi kısıtlamalarıyla kar�ıla�mı�lardır. Uluslararası sermaye hareketleri makro ekonomik politikalara, bankacılık sistemine ve beklenmedik politik ve ekonomik geli�melere kar�ı duyarlıdır. A�ırı sermaye giri�i kar�ısında de�er kazanmı� yerli para uluslararası sermayenin bu duyarlılı�ına ba�lı olarak kaçması sonucunda de�er kaybına u�ramakta ve finansal krizlerin habercisi olabilmektedir(Durusoy, Serap: 2007). Ya�anılan krizler sonrası ülkeler, kısa süreli sermaye hareketlerine kar�ı kırılganlıklarını azaltmaya çalı�mı�lar ve zaman zaman olumlu ekonomik performanslar yakalamı�lardır.

Shibuya geli�mekte olan ülkelerde sermaye hareketlerinin makroekonomik etkilerini Nash dengesi3 modelini kullanarak açıklamaya çalı�mı�tır. Bu modelde, uluslararası sermaye hareketleri ülke ekonomisinde Pareto4 dü�ük sermaye dengesi ya da Pareto yüksek sermaye dengesi durumlarında incelenmektedir. Böylece ekonomide Pareto dü�ük sermaye dengesi durumunda sermaye kaçı�ları, Pareto yüksek sermaye dengesinde ise refah görülecektir(Shibuya Hiroshi: 2001). Makroekonomik politikaların a) döviz kuru sistemleri, b) verimli yatırım alanları, c) dünya faiz oranı, d) döviz kuru riski, e) uluslararası yatırımcıların davranı�larını göz önünde bulundurarak yönlendirmesi böylece risk faktörünü ortadan kaldırması gerekmektedir. Tüm bu maddeler aynı zamanda bir ülkenin ödemeler dengesini etkileyen unsurlardır(Ural, Mert: 2007). Çünkü ekonominin dı�a açılmasıyla birlikte gelen uluslararası sermaye hareketleri e�er spekülatif amaçlı kullanılıp reel sektöre aktarılmazsa ülkenin ihracat kapasitesi zayıflar ve ülke belli bir süre sonra dı� açıklarla kar�ıla�abilinir.

Geli�mekte olan ülkelerde uluslararası sermayenin kırılganlı�ını arttıran yol önemli bir neden de, kriz öncesi kamu veya özel sektörde dövize ba�lı kısa dönemli borç miktarının yüksek olmasıdır.

1995 yılında Meksika’da, 1998 yılında Rusya, 1999 yılında Brezilya’da bu borç a�ırlıklı olarak devlete, 1997 yılında Endenozya, Kore ve Tayland’da ise özel sektöre aittir. Ancak her durumda da kısa süreli borç ve nispi olarak kıt uluslararası likit varlıklar sermayenin tersine dönmesine yol açmı�tır(Rodrik Dani ve Velasco Andrés: 1999).

3 Nash dengesinde hiçbir oyuncu, di�erlerinin davranı�ı veri iken, kendi davranı�ını de�i�tirerek daha iyi bir konuma gelemez. Ancak Nash (ya da cournot) dengesi, her zaman pareto optimum ko�ulunu sa�layan bir denge de�ildir. Yani ba�kaları davranı�ını de�i�tirmezken, bir oyuncu davranı�ını de�i�tirerek avantaj sa�layamaz ama kimi zaman ortakla�a ve aynı anda bir davranı� de�i�ikli�i ile birden fazla oyuncu daha iyi bir konuma gelebilir. 4 Ekonomik yapıdaki kusurlar nedeniyle Pareto- etkin dengeden sapmalar uygulanan politika güçlü ve istikrarlı oldu�u sürece sermayenin Pareto-etkin dengeye ula�tırdı�ı dü�ünülmektedir.

203

2005 yılında geli�mekte olan ülkelere yönelik özel sermaye hareketleri 647 milyar $’a ula�mı� ve bu ülkelerin GSY�H’larının % 5.7 sine yakla�mı�tır (Dünya Bankası: 2007).

Tablo 5. Geli�mekte Olan Ülkelerde Kısa Süreli Borçlar (1998 - 2005, Milyar $) 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 Toplam -65.3 -17.3 -6.3 -23.7 0.5 55.0 68.4 67.7 Do�u Asya ve Pasifik -44.7 -13.3 -9.9 1.7 6.8 18.5 32.6 39.5 Avrupa ve Orta Asya 6.1 0.5 8.4 -5.9 4.7 31.0 19.9 23.0 Latin Amerika ve Karayipler

-28.3 -4.9 -0.9 -14.6 -10.5 2.6 7.3 -2.8

Orta Do�u ve Kuzey Afrika

-28.3 -4.9 -0.9 -14.6 -10.5 2.6 7.3 -2.8

Güney Asya -1.3 0.1 -0.9 -0.9 1.8 0.7 2.6 1.6 Kaynak: Dünya Bankası (2007), “Financial Flows to Developing Countries: Recent Trends and Prospects”, http://siteresources.worldbank.org/INTGDF2007/Resources/3763069-1179948748801/GDF07_Chap2.pdf (22.08.2007)

Tablo5’den görüldü�ü üzere kısa süreli borçlar 2001 sonrası artı� göstererek 2005’da 67.7 milyar $ yükselmi�tir. Kısa süreli hareketlerin en yo�un oldu�u bölge 39.5 milyar $ ile Do�u Asya ve Pasifik ülkeleridir. Uluslararası sermaye hareketlerinin kırılganlı�ına ba�lı olarak, 1976–2002 yılları arasında 38 ülke en az bir dönem kısa süreli borçlanmanın yol açtı�ı krizler ve ciddi ekonomik resesyonlarla kar�ıla�mı�tır. Tablo 9’da görüldü�ü üzere ya�anılan krizler sonrası, 1998 yılında yükselen piyasalarda yüzde 7,6 oranında bir üretim kaybı ya�anmı�tır.

204

Tablo 6. Finansal Krizlerin Maliyetleri

Kriz Sayısı

Ortalama �yile�me Zaman

Kriz Ba�ına Dü�en Kümülatif Üretim Kaybı

Üretim Kaybı Olan Krizler

Üretim Kaybı Bulunan Kriz Ba�ına Dü�en Kümülatif Üretim Kaybı

Para Krizleri 158 1,6 4,3 61 7,1 Sanayile�mi� 42 1,9 3,1 55 5,6 Yükselen Piyasalar

116 1,5 4,8 64 7,6

Bankacılık Krizleri

54 3,1 11,6 82 14,2

Sanayile�mi� 12 4,1 10,2 67 15,2 Yükselen Piyasalar

42 2,8 12,1 86 14,0

Para ve Bankacılık Krizleri

32 3,2 14,4 78 18,5

Saniyele�mi� 6 5,8 17,6 100 17,6 Yükselen Piyasalar

26 2,6 13,6 73 18,8

Kaynak: IMF (1998)’den aktaran Kaba�, Tolga (2004), Geli�mekte Olan Ülkelerde Finansal Krizleri Belirleyen Faktörler ve Uluslararası Finans Sistemi,s.15, Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü

Açık bir ekonomide makro ekonomik politika uygulanmalarında sermaye hareketlerinin neden oldu�u sorunlar çözülerek iç denge ile dı� dengenin kurulmasını sa�lamak amaçlanmaktadır. �ç denge, dü�ük enflasyon ve i�sizlik oranları içinde ekonominin düzenli biçimde büyümesi olarak tanımlanabilir. Dı� denge ise dı� ödemeler bilançosunda bir açık veya fazlanın önlenmesini ya da dı�arıdan sa�lanan gelirin dı�arıya yapılan ödemelere e�itlenmesini ifade etmektedir.

Makro ekonomik politikalar hazırlanırken dı� dengenin sa�lanması için dı� borç kompozisyonun da kısa vadeli sermaye hareketleri içerdi�i risk yüzünden dikkat edilmesi gereken bir husustur. Çünkü, dı� dünyaya açık bir ekonomide hem iç hem de dı� dengelerinin sa�lanması zor bir görevdir. Bu zor görevi kolayla�tıran ö�eler ise kamu açıklarını kalıcı bir biçimde azaltarak i�levsel bir bütçe yapısına ula�mak, kamu borç stokunu sürdürülebilir bir düzeye indirmek ve böylece sürdürülebilir bir büyüme ortamının olu�masına katkıda bulunmak ve enflasyonla mücadeleyi desteklemek olmaktır. Para politikası ise spekülatif hareketlerden uzak ve ba�ımsız bir Merkez bankası tarafından yürütülmelidir. Böylece uluslararası sermaye hareketlerinin kırılgan yapısı minimuma indirilebilecektir.

205

1.2.3. Sistematik Riskler (Asimetrik Enformasyon, Ahlaki Tehlike, Bula�ma Etkisi)

Piyasaya sürülen malın kalitesinin tam olarak bilindi�i piyasalarda, alıcı ve satıcı arasında herhangi bir maliyet kaybı söz konusu olmayacaktır. Ancak alıcı ve satıcı malın alımı ve satımında di�erinden farklı bilgilere sahipse, bu onun yaptı�ı i�lemden zarar etmesi anlamına gelecektir. Piyasa aksaklı�ının sonucu, kar�ı tarafın eylemini ve malın kalitesini tam olarak bilmemek, böylece zarar etmek olgusu, asimetrik enformasyon (limon problemi)5 olarak tanımlanmaktadır (Narayanan, Kahmi:2004).

Asimetrik bilgi sorunu, finansal istikrarsızlı�ında temel nedenlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Finansal istikrar iki temel ko�ula ba�lıdır: (i) finansal sistemde temel kurumların istikrarlı olu�u, yani dı� yardım veya müdahale olmadan sözle�melerden do�an yükümlülüklerini yerine getirmelerine imkan verecek tam güvenin söz konusu olması, (ii) temel piyasaların istikrarlı olu�u, yani piyasa katılımcılarının piyasadaki arz-talep dengesini yansıtan fiyatlar üzerinden güvenle i�lem yapması ve temel göstergelerde köklü bir de�i�iklik olmadı�ı durumlarda kısa dönemde fiyatlarda önemli dalgalanmaların olmaması(Aras ve Müslümov:2004).Finansal pazarlarda güven eksikli�i yani katılımcıların bilgi düzeyinin farklı olması ile sözle�melerin kontrol ve uygulanma süreçlerinin maliyetli olması, asimetrik bilgi sorununu ortaya çıkarmakta ve finansal pazar ve kurumların i�levlerini yerine getirmelerini engellemektedir.

Asimetrik bilgi sorunu, ters seçim (adverse selection), ahlâkî tehlike (moral hazard) ve temsilcilik sorunu (agency problem) �eklinde de kendini göstermektedir (Ricardo: 2003).

Ahlâkî tehlike olarak ifade edilen sorun, bir sözle�meden sonra olu�an, kredi alan ve verenin bakı� açısına göre ahlâkî olmayan (arzu edilmeyen) faaliyetlerde bulunarak, kredi verenin çıkarını zedeleme tehlikesine neden olan asimetrik bilgi sorunudur. Bu arzu edilmeyen faaliyetler veya davranı�lar, kredinin geri ödenmeme riskini önemli ölçüde artırmaktadır. Ahlâkî tehlike söz konusu ise, kredi alan yüksek riskli projelere yatırım yapmakta, yüksek getiri kazanırsa bundan kazançlı çıkmakta, sermayeyi kaybederse kaybın önemli kısmı kredi verene yüklenmektedir. Bu durumda, finansal sistem ödünç verece�i kayna�ı kaybetmektense, çok az sayıda güvenilir mü�teriye kredi

5Akerlof’un klasik “limon” problemi 1970’de yayınladı�ı makalesinde ikinci el araba piyasası örne�inden geli�tirilmi�tir. Bu örnekte, Akerlof, ikinci el araba piyasasında, satıcıların satılan ürün hakkında yeterli bilgiye sahip oldu�u halde, alıcı bilgisinin yetersiz oldu�unu, yani alıcı ve satıcı arasındaki ili�kide asimetrik bilgi sorununun bulundu�unu ifade etmektedir. Bu durumda, bu pazarda aldanabilece�ini dü�ünen alıcıların ürüne de�erinin altında fiyat vermesi veya pazardan çekilmesi sonucu ikinci el piyasasının çökmesi söz konusu olabilecektir. Bkz Akerlof (1970).

206

açmayı tercih etmekte; bu da finansal sistemin etkin çalı�masını engelleyerek piyasa dengesinin birinci en iyi durumundan sapmasına yol açmaktadır.

Böyle durumlarda kredi ödünç almaya istekli olanların riski en yüksek yatırımcılar olması (ters seçim sorunu) veya kredi alan yatırımcıların, kredi veren açısından kabul edilemeyecek yüksek riskli projelere yatırım yapması (ahlâkî tehlike sorunu) kuvvetle muhtemeldir. Bu durum ise genel olarak, kredilerin geri ödenmeme riskini a�ırı yükseltecek ve nihai olarak, finansal istikrarsızlı�a yol açacaktır. Böylesi bir kriz durumunda fon yöneticilerinin, satmanın rasyonel temelleri olmadı�ını mü�terisine anlatması zordur (temsilcilik sorunu).

Ahlaki tehlike konusunda, özellikle liberal kar�ıtı görü� IMF’nin iki yolla ahlaki tehlike yarattı�ını ileri sürmektedirler. Birincisi, hükümetleri uyguladıkları kötü politikaların sonuçlarına katlanmaktan kurtararak, onları hatalarını tekrara te�vik etmi�tir. �kincisi ise, ihtiyatsız yatırımcıları da kurtararak, onların umursamazlıklarını ödüllendirmi�tir (Özbilen, 2000b).

Geli�mekte olan ülkelerin uyguladıkları liberal politikalar ulusal para biriminde spekülatif baskılara yol açabilecek, böylece kısa dönem kırılganlıklara neden olabilecektir. Kısa dönem sermaye hareketlerinin tersine dönmesi borç alanların likitide problemi ya�amalarına yol açarak borç maliyetlerini yükseltecektir. Ülkenin rezervlerindeki kısa dönem sermayenin artması ülke riskinin de artması demektir. Kısa dönem borç miktarının artması aynı zamanda banka ve sistematik finansal krizlerinde habercisi niteli�indedir. Yine sermaye hareketlerinin kırılganlı�ı Do�u Asya krizlerinde oldu�u gibi sürü psikolojisi ve bula�ma (contagion) gibi sistem �oklarına yol açacaktır.

1990’lı yılların finansal krizlerinin temel özelli�i krizin bula�ıcı etkisinin olmasıdır. Meksika 1994 devalüasyonu di�er Latin Amerika ülkelerini ( Tekila etkisi), Tayland 1997 parasal krizi Do�u Asya ülkelerini etkilemi� 1998 Rusya Krizi ise Brezilya’da real’in devalüasyonu ile sona ermi�tir (Boschi ve Goenka, 2004).

Hızlı hareket eden ve yüksek hacimde i�lem gören sermaye piyasalarına sahip günümüz küresel dünyasında sabit döviz kuru ve dü�ük enflasyonu simgeleyen politikalar, geli�mekte olan ülkelere önemli derecede yüksek kar kovalayan uluslararası sermaye hareketi çekmi�lerdir.

1.2.4. Yabancı Banka Riskleri

Finansal hizmetlerde ya�anan küresel geli�meler geli�mi� ülkelerdeki bankalar için özellikle sermaye piyasalarından ve banka dı�ı kesimlerden gelen çok ciddi bir rekabet baskısı yaratmı�tır. Geli�mi� ülkeler açısından finansal hizmetler sektörüne yönelik geli�meler (Bankacılar Dergisi: 2005) :Küresel rekabet, Banka dı�ı sektörlerden gelen baskı, Geleneksel hizmetlerin kar marjlarının

207

dü�mesi, Sınır ötesi faaliyetlerin cazip hale gelmesi, Operasyon giderlerinin dü�ürülmesi amacıyla ölçek ekonomisi arayı�ı �eklinde olmu�tur.

Geli�mekte olan ülkelerde küreselle�me sonrası ya�anan en önemli geli�me ise yabancı bankaların sayısının artmasıdır. 1995 yılında Do�u Asya ve Pasifik ülkelerinde 103 olan yabancı banka sayısı 2006 yılına gelindi�inde 165, Latin Amerika’da 253’ten 284’e, Güney Asya’da ise 8’den 16’ya yükselmi�tir.

Bu artı�ın ço�u �ubele�me �eklinde gerçekle�ti�i gibi, katılımlar ve do�rudan yabancı yatırım �eklinde de olmu�tur. Yabancı bankaların en büyük dezavantajı, ev sahibi ülke tarafından bankaya devlet deste�i verilmemesidir(Lee Hwok-Aun: 2004).

Tablo 7. Toplam Banka Sektöründe Yabancı Bankaların Sayısı

Toplam Yabancı Banka Sayısı 1995 2006 Do�u Asya ve Pasifik 103 165 Latin Amerika 253 284 Orta Do�u ve Kuzey Afrika 36 57 Güney Asya 8 16 Kaynak: Dünya Bankası (2006), http://www.worldbank.org (21.02.2007).

Yabancı bankaların ölçek ekonomilerini ve rekabeti arttırmak, risk da�ılımını düzenlemek gibi avantajları söz konusudur. Yabancı bankalar özel sektöre açılan kredilerin artmasını sa�layarak ülke ekonomisinin büyümesine katkıda bulunabilirler.

Yapılan çalı�malarda yabancı bankaların ekonomideki varlıkları oranında istikrarı sa�ladıkları belirtilmektedir. Yabancı bankalar kredi politikalarında daha tutucu davrandıkları için krizlerden çok etkilenmemektedirler. Arjantin ve Meksika’da 1994–1999 yıllarını inceleyen ara�tırmalarda yabancı bankaların daha az de�i�ken ve daha güçlü bir kredi portföyüne sahip oldukları ortaya konulmu�tur (Erdönmez, 2004).

Ancak, yabancı bankaların finansal sisteme giri�inin birçok faydaları olmakla birlikte, maliyetleri de söz konusu olabilmektedir. Yabancı bankalar küçük ölçekli ( ticaret dı�ı mallar üreten) firmalara krediler açacak ve bununla birlikte ticari mal üreten büyük firmalara da ulusal bankalardan daha çok kredi vereceklerdir(Detragiache, 2006). E�er yabancı bankalar büyük ölçekli firmalarda yo�unla�ırsa, finansal sektörün verimlilik ilkesine katkıları daha az olacaktır. Daha önemlisi küçük ölçekli firmalara açılan yüksek miktarda krediler, çıktı, istihdam ve gelir da�ılımı üzerinde ters etkiler yaratabilecektir. �kinci olarak, dü�ük maliyetli operasyonları gerçekle�tiren yabancı bankalar ulusal bankaların rekabette kalabilmeleri için birle�melerine yol açabilecek, bu durumda “kaybetmek için çok büyük ” (literatürde too big to fail) olarak bilinen probleme neden olabilecektir. Çünkü bu bankalar devletin kendilerinin iflas

208

etmesine engel olaca�ını dü�ünerek, daha çok risk alacaklardır ( ihtiyari tedbir), (Huberto M. ve Malek: 2005).

GENEL DE�ERLEND�RME VE SONUÇ

Uluslararası sermaye hareketlerinin kullanılmasındaki temel argüman, sermayenin ucuz ve bol oldu�u bölgelerden kıt ve pahallı oldu�u bölgelere do�ru hareket etmek istedi�idir. Buna paralel olarak, geli�mekte olan ülkelere yönelik sermaye hareketleri uluslararası finans sisteminin geli�imiyle birlikte miktar olarak de�i�iklikler göstermektedir.

1980’li yıllarıyla birlikte geli�mekte olan ülkelerde hız kazanan finansal liberalizasyon ekonomilerde uluslar arası sermaye hareketlerinin hacimsel artı�ını ve hızını arttırmı�tır. 1. ve 2. Dünya Sava�ı yılları arasında uluslar arası para sisteminde ya�anan geli�meler, daha sonrasında Bretton Woods sisteminin yıkılması ve 1973 petrol krizi ya�anması geli�mekte olan ülkelerde meydana gelen borç sorununa çözüm olabilmek için IMF gibi uluslararası finansal kurumlar öncülü�ünde finansal liberalizasyon politikaları uygulamalarının hız kazandı�ı dönemler olmu�tur.

Finansal liberalizasyon, finans piyasasında ki faiz oranları üzerindeki kontrollerinin kaldırılması ve uluslararası sermaye hareketlerinin serbestle�tirilmesini amaçlayan politikalardan olu�maktadır.

Literatür de uluslararası sermaye yatırımlarının etkileri üzerine görü�ler tartı�malıdır. Uluslar arası sermaye hareketlerinin yatırım aracı olarak kullanılmasından çok faiz ve kur üzerinden rant elde etme amaçlı kullanıldı�ı dolayısıyla ülkelere faydadan çok zarar getirdi�i iddiası tartı�manın bir yönüyken di�er bir yönü uluslar arası sermayenin geli�mekte olan ülkelerde tasarruf açı�ını azalttı�ı yatırımları arttırdı�ı dolayısıyla büyümeye yardımcı oldu�u yönündedir.

Geli�mekte olan ülkeler finansal liberalisazyon uygulamaları ile bir yandan büyümelerinin devamı için tasarruf sa�larken makroekonomik istikrarsızlık ve sermaye hareketlerinin ani giri� çıkı�larının arttırdı�ı krizler ya�amı�lardır. Kriz ya�anılan 1990’lı yılların ortak noktası tüm ülkelerde finansal serbestle�me politikalarına ba�lı uygulamaların gerçekle�mesidir.

Bu yüzden geli�mekte olan ülkeler, kısa süreli sermaye hareketlerinden çok uzun vadede ve yatırıma yönelik do�rudan yabancı yatırımları ülkelerine çekmeye çalı�maktadırlar. Ani giri� çıkı�larla, ülke ekonomisinde makroekonomik de�i�kenleri daha çok etkileyen portföy yatırımlarının tersine, do�rudan yabancı yatırımlarının ülke ekonomisine katkılarının daha olumlu oldu�u kabul edilmektedir. Uluslararası sermaye hareketlerinin geli�mekte olan ülkelerdeki ekonomik etkileri genel olarak, yatırım, rekabet gücü ve parasal göstergeler, arz ve talep dengeleri, ödemeler dengesi, mali sektör ve fiyatlar üzerindedir.

209

Ya�anan krizler, geli�mi� ülkelerde de dahil olmak üzere birçok ülkede ve uluslararası finans çevrelerinde, sermaye hareketlerinin serbestli�ini savunan politikaların sorgulanmasına ve alternatif politika uygulamalarının gereklili�ini ve önemini vurgulayan görü�lerin ortaya çıkmasına neden olsa da küresel finans sistemin entegrasyonu hızla devam etmektedir.

KAYNAKÇA

Agenor, Pierre Richard, 2001. “Benefits and Costs of International Financial Integration: Theory and Facts”,World Bank Working Paper., s.14

Ate� �anlı (1996), “Ekonomik Büyüme Yakla�ımlar ve Yakınsama Sorunu”, idari. cu.edu.tr /sanli/ sanli1.pdf, s.15, (22.02.2007).

Aras Güler ve Müslümov (2004), “Kredi Piyasalarinda Asimetrik Bilgi Ve Bankacılık Sistemi Üzerindeki Etkileri, “www3.dogus.edu.tr/amuslumov/research/Article/Muslumov%20-%20 Asimmetry % 20-%20IF%20-%202004.pdf (14.02.2006).

Arestis Philip (2005), “Financial Liberalisation And The Relationship Between Finance And Growth,” www.landecon.cam.ac.uk/research/reuag/ccepp/pdf/wp0505.pdf, s.11, (19.09.2006).

Aron, Janine ve Muellbauer, John (2000),”Financial Liberalization, Consumption and Debt in South Africa.” http://www.csae.ox.ac.uk/workingpapers/pdfs/20-22text.pdf,s.1, (01.11.2006).

Bankacılar Dergisi (2005), “Türkiye’de Yabancı Bankalar”, www.tbb.org.tr /turkce/dergi/ dergi52/ 1-yabancibankalar.pdf, s.4, (02.10.2006).

Baro, Robert J, vd. (1992), “Capital Mobility in Neoclassical Models of Growth” ideas.repec.org/p/nbr/nberwo/4206.html,s.103, (08.12.2006).

Bebczuk Ricardo (2003), “Asymmetric Information in Financial Markets Introduction and Application”, www.ecampus.com/book/0521797322 - 67k, s.7, (17.02.2007).

Baele, Lieven vd. (2004), “Measuring Financial Integration in the Euro Area”, www.ecb.int/pub/pdf/scpops/ecbocp14.pdf, s.2, (09.01.2007).

Bekaert, Geert vd. (2003)” Liquidity and Expected Returns: Lessons from Emerging Markets”, http://www.kelley.iu.edu/clundbla/liquidity_Sept_8_2003.pdf (23.11.2006).

Blecker, Robert A. (2001), “Fınancıal Globalızatıon, Exchange Rates, And Internatıonal Trade”,

210

http://www.peri.umass.edu/fileadmin/pdf/financial/fin_Blecker.pdf, s. 7, (03.07.2006).

Boschi Melisso ve Goenka, Aditya (2004),” International capital flows and transmission of financial crises.”, www.eea-esem.com/EEA-ESEM/2006/Prog/print_day.asp?day=3 - 287k, s.1, (18.12.2006).

Cesar, E. Tamayo (2006), “Capital Flows, Exchange Rates And Growth: Evidence From Developing Countries”, http://www. banrep.gov.co /documentos/ conferencias/ medellin/2006/ CapitalFlows.pdf, (07.03.2007)

Chari Anusha ve Henry Peter (2004),” Capital Account Liberalization, Risk Sharing and Asset Prices" NBER, June

Detragiache, Enrica vd. (2006),” Foreign Banks in Poor Countries: Theory and Evidence”, http://www.imf.org/external/pubs/ft/wp/2006/wp0618.pdf, s.4, (14.01.2007).

Durusoy, Serap (2007), “Finansal Liberalle�menin Sorgulanmasının Nedenleri “,http: //www. dtm. gov.tr/ dtmadmin/upload/EAD/TanitimKoordinasyonDb/finans.doc (07.03.2007).

Dünya Bankası (2007),”The Globalization of Corporate Finance in Developing Countries”, siteresources.worldbank.org/INTGDF2007/Resources/37630691179948748801/GDF07_Chap3.pdf (03.01.2007).

Erdönmez, Pelin Ataman (2004),”Finansal Krizler Sonrası Geli�mekte Olan Ülkelerde Yabancı Bankalar”, Bankacılar Dergisi, Sayı 51,s.23

Ennis Huberto M. ve H. S Malek. (2005),” Bank Risk of Failure and the Too-Big-to-Fail Policy”, http://www. richmondfed.org /publications/ economic_ research/ economic_ quarterly/ pdfs/spring2005/ennismalek.pdf , s.1, (09.10.2006).

Globalization101.org (2007), “Investment and Globalization”, http:// www.globalization 101. org/ uploads /File/Investment/invall.pdf, (23.04.2007).

Horowıtz Shale (2005), “Domestic Bank-Centered’ Financial Liberalization: Origin, Crisis, and Response”, journals.cambridge.org/production/action/cjoGetFulltext?fulltextid=301971, s.112, (20.06.2006).

Feldstein, Martin. 1992. “The Budget and Trade Deficits Aren’t Really Twins.” National Bureau of Economic Research Working Paper No. 3966.,s.6, http://www.nber.org/papers/w3966.pdf (05.12.2005).

211

Heffernan,1987:120’den aktaran Aklan Adanur Nejla (2001),” Para �kamesi Süreci Ve Türkiye Örne�i”, http://www.bayar.edu.tr/~iibf/dergi/pdf/C8S12001/NAA.PDF (02.12.2006).

Hübler, Olaf (2007), “ Financial Liberalization in Emerging Markets: ideas.repec.org/p/han/dpaper/dp-364.html, (19.02.2007).

Lee Hwok-Aun (2004) “ Regulating multinational bank entry and participation in less developed countries: Where do we draw the line(s)?”, www.people. umass.edu/.../econ721/Student%20Postings/Term%20papers,%20fall,%202004/HALee.termpaper.721.doc, (04.07.2007).

Kletzer, Kenneth ve Kohli, Renu (2001),” Financial Repression And Exchange Rate Management In Developing Countries: Theory And Empirical Support From India”, http://www. icrier.org/ pdf/ken1.pdf, (10.12.2006)

Maurice, Obstfeld ve Kenneth, Rogoff (1996), Foundations of International Macroeconomics, Cambridge, M assachusetts: The M IT Press,

Montiel, Peter ve Servén, Luis (2004),” Macroeconomic Stability in Developing Countries: How Much Is Enough?”, ideas.repec.org/p/wbk/wbrwps/3456.html (08.08.2005).

Narayanan, Kahmi (2004) “Asymmetric Information in Economic Analysis”, http://www.hss.iitb.ac.in/courses/hs613kn1.pdf ( 30.03.2005).

Oksa, Suna (2003), “ Finansal Piyasalarda Yeni Yasal Düzenlemeler (Reregülation) �htiyacı ve Türk Finans Sistemi”, http://bsy.marmara.edu.tr/TR/makaleler/finansal.htm (10.09.2004).

Özbilen, �evki (2000b),” Küresel Mali Kriz Ve Imf Politikalarinin Ulusal Mali Sisteme Etkileri”, http://www.econturk.org/Turkiyeekonomisi/sevki1.pdf, (22.12.2006).

Prasad Eswar, Rogoff Kenneth, Wei Shang-Jin ve Kose,M. Ayhan (2003),” Effects of Financial Globalization on Developing Countries: Some Empirical Evidence” www.imf.org/ external / np/ res/ docs/2003/031703.pdf, (22.02.2006).

Shibuya Hiroshi, (2001),” Economic Takeoff and Capital Flight”, www.esri.go.jp/jp/archive/e_dis/e_dis010/e_dis008a.pdf, (02.05.2005).

Smaghi Lorenzo Bini (2005), “Financial globalization and integration: What’s next? A forward-looking perspective”, http:// www. ecb.int /press/key/date/ 2006/html/sp060718_1.en.html, (04. 11. 2006).

212

Somça�, Selim (2006), Türkiye'nin Ekonomik Krizi / Olu�umu ve Çıkı� Yolu, 2006 Yayınevi, �stanbul,

Rodrik Dani ve Velasco Andrés (1999),” Short-Term Capital Flows” papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract_id=194648 - 31k, (19.05.2005).

Ural, Mert (2007),” Dı� Denge,�ç Denge ve Döviz Kuru Sistemleri”, Ve Ab �le Müzakereler” www.deu.edu.tr/userweb/aylin.duygulu/dosyalar/m.ppt, (10.12.2007).

213

2000-2001 F�NANSAL KR�ZLER�N KONYA ORGAN�ZE SANAY� BÖLGELER�’NDE FAAL�YET GÖSTEREN F�RMALARIN

�ST�HDAMINA OLAN ETK�LER�

Fatih Mehmet ÖCAL*

ÖZET

Bu çalı�mada, beklenilenden daha büyük boyutlarda ülkemiz ekonomisinin daralmasına neden olan, enflasyonu dü�ürme ve kamu açıklarını kapatma yolunda uyguladı�ı program sırasında kar�ıla�tı�ı ve ancak yüksek bedeller ödeyerek atlatabildi�i 2000 Kasım ve 2001 �ubat finansal krizlerin, Konya Organize Sanayi Bölgeleri’nde (KOSB) faaliyet gösteren firmaların istihdam seviyelerinde ne gibi bir etkiler meydana getirdi�i, anket uygulaması yöntemi uygulanarak analiz edilmi�tir. Analizlerde MS Office Excel programı ile Statistical Package for Social Sciences 11.0 (SPSS–Sosyal Bilimler için �statistik Paketi) sürümü kullanılmı�, bir temel olu�turması amacıyla konu ile ilgili öncelikle temel bilgiler verilmi�, daha sonra yapılan anket uygulaması sonucu elde edilen veriler ı�ı�ında konu de�erlendirilmi�tir.

Analiz sonucu 2000 Kasım ve 2001 �ubat finansal krizleri nedeniyle Konya’daki OSB’inde faaliyet gösteren firmaların %61,9’unun personel çıkararak istihdam düzeyinin azalması, firmaların iktisadi kriz ve dalgalanmalara kar�ı sa�lam bir iktisadi alt yapılarının olmadı�ını, iktisadi refleks göstermede ve kurumsalla�ma sürecinde eterli düzeye ula�amadıklarını göstermektedir. %40 gibi oldukça yüksek bir firma sahibi kesimin personel çıkarma nedenleri olarak ilk önce iktisadi krizleri göstermesi, firmaların iktisadi açıdan yeterli sermaye birikimi olu�turamadıklarını, ekonomik krizler kar�ısında direnecek mali gücü olu�turmada ve krizi ba�arılı bir �ekilde yönetemediklerini ortaya koymaktadır.

Anahtar Kelimeler: Organize Sanayi Bölgesi, �ktisadi Kriz, Sanayile�me, Kriz Yönetimi, Kurumsalla�ma.

THE EFFECTS OF THE FINANCIAL CRISES IN THE YEARS OF 2000 AND 2001 ON THE PROCESS OF EMPLOYMENT OF

THE FIRMS IN KONYA ORGANIZE INDUSTRIAL TERRITORIES

���������

In this study, the financial crises of November in 2000 and February in 2001- which caused larger shrinkage in our national economy than expected and which is overcome only with great difficulty inspite of the applied economic program to decrease the inflation and to meet the public deficit- and what kind of effects these crises do have on the employment rates of the active firms in Konya Organize Industrial Territories (KOIT) are analyzed through survey

214

method.In the analysis, MS Office Excel program and Statistical Package for Social Sciences 11.0 type (SPSS–Sosyal Bilimler için �statistik Paketi) are used and in order to make the subject matter clear, the general and basic information of the matter is given at first and then the survey results are evaluated according to the datas at hand.

The results of the analysis showed that because of the the financial crises of November in 2000 and February in 2001, nearly %62 of all the active firms in the OIT reduced their employment rates by dismissals, and that the firms have no reliable substructures against economic crisis or economic fluctuations, and that they could not reach the required level in the process of becoming an institution, in preventing economic crises nor in reacting against the crises. Such a high rate as %40 of these firms claimed the economic crises to be the first reason for their dismissals and this proves that the firms could not make accumulation of capital, and that they could not create economic power to stand against the crises, and that they could not manage the economic crises succesfully.

Key Words: Organize Industrial Territory, Economic Crisis, Industrialisation, Crisis Management, Institutionalisation.

G�R��

Sanayile�ebilme iste�i, tarihin her döneminde tüm ülkelerin ba�armak için sürekli u�ra�tı�ı ve ula�mak istedi�i bir amaç olmu�tur. Günümüzde oldu�u gibi içinde bulundukları zamana göre sanayile�mede öne geçen ülkeler iktisadi, sosyal ve kültürel politikalar ba�ta olmak üzere her türlü bölgesel ve evrensel ölçekli dünya politikalarının olu�turulmasında ve uygulamasında, devamlı ba�rolü oynamı�lardır. �çinde bulundu�umuz XXI. yüzyılda dünya politikalarına yön vermede etkin olan ülkelerin Amerika Birle�ik Devletleri, Japonya, Almanya, �ngiltere, Fransa, �talya, Rusya gibi geli�mi� ve sanayile�mi� ülkeler olması, sanayile�mesini tamamlayamamı� ülkelerin ise geri planda kalmaları tesadüf de�ildir. Ülkelerin geli�ip kalkınmasıyla sanayile�menin aynı anlama geldi�i günümüzde gelece�in, sanayile�me sürecini tamamlayıp bilgi toplumu düzeyi e�i�ini geçmeyi ba�arabilen ülkelerin olaca�ı kesindir. Türkiye dünya politikalarında söz sahibi olabilme iddiasında ise, yapısal nitelikteki toplumsal, siyasi ve iktisadi sorunlarını bir an önce çözmekten, sanayile�me sürecini tamamlayarak bilgi toplumuna ula�maktan ba�ka çaresi bulunmamaktadır.

Kısa sürede sanayile�me sürecini tamamlamak için bir dengeli sanayile�me modeli olan ve dünyada ilk önce 1896 yılında �ngiltere’de (Manchester), daha sonra ABD, �talya, Kanada, Çin, Hindistan ve sanayicinin üretime ba�layıncaya kadar yapaca�ı giderlerden kurtularak bu yolla üretimde kullanabilece�i sermayelerinin azalmasının önlenmesi, belli bir bölgenin tamamına sanayicinin kullanaca�ı hizmetlerin götürülerek dü�ük bir maliyetle

215

tüm sanayicilerin bu hizmetlerden yararlanmasının sa�lanması, �ehirlerin geli�i güzel yerlerinde küçüklü büyüklü imalat yapan birimlerin ortaya çıkıp �ehir planlaması ve çevre düzenini bozarak hava kirlili�ine yol açmasının önlenmesi amacıyla 1961 yılında Bursa’da pilot bir OSB kurulması teklifi ile ülkemizde görülen OSB ile sanayile�me uygulaması, Konya’da 1970 yılında Konya I.OSB’nin kurulmasıyla ba�ladı. Günümüzde Konya’da I. Organize Sanayi Bölgesi ile birlikte 2006 yılında II. ve III. OSB’nin birle�mesiyle olu�an KOSB bulunmakta ve IV.OSB’nin kurulması çalı�maları tamamlanmak üzeredir.

1.SANAY� ve ORGAN�ZE SANAY� BÖLGELER� KAVRAMI

1.1. Kavram Olarak Sanayile�me ve Sanayile�me Süreci

Ekonominin temel sektörlerinden olan sanayi sektörü, hammaddelerin ürünlere dönü�türülme süreci demek olan sınai faaliyetleri içerir. Üretim faktörlerinden emek ile sermayeyi kullanarak hammadde ve yarı mamül maddelerden mamül elde edilmesi süreci �eklinde dar anlamda imalatçılık, müte�ebbisin kurdu�u mal ve hizmet üreten, gelir getiren faktörlerin birle�tirilmesi �eklinde geni� anlamda tanımlanabilen sanayi kavramı (Karluk, 2005, s, 205), dar kapsamlı olarak imalat sanayi, geni� kapsamlı olarak da madencilik ve enerji sektörlerini kapsamaktadır (Kepenek ve Yentürk, 1994, s.344). Avustralya’lı �ktisatçı Colin Clark ise sanayile�menin tanımını dar anlamda ülke ekonomisinde sanayi sektörünün tarım ve hizmetler sektörüne oranla geni�lemesi ve üretimde makinala�manın yo�un olarak kullanılması, geni� anlamda ise yeni üretim tekniklerinin uygulanarak ürün kalitesinin yükseltilmesi, üretimin azalan maliyetlerle sa�lanması yanı sıra toplumdaki iktisadi, sosyal ve toplumsal tüm de�i�meler biçiminde yapmı�tır. Artık günümüzde geli�mi� ülkeler denilince ilerlemi� ülkeler (Karluk, 1995, s. 67), anlamına gelen sanayile�me aynı zamanda kar üreten, ortak bir üretim sürecini payla�an otomobil endüstrisi gibi herhangi bir meslek, i�, ticaret grubu ve önemli miktarda sermaye yatırımı içeren, üretime odaklanmı� bir ekonomi üretim alanıdır (Industry, 2007). Sanayile�mi� ülke tek ba�ına ihraç ürünlerinin %80-90’lık kısmının sanayi ürünleri olan ülke de demek de�ildir. Aynı zamanda ihraç edilen ürünlerin yüksek teknoloji içeren ürünler olması, söz konusu ülkenin sanayile�mi� bir ülke oldu�unu açık olarak gösterir (Eren, 1989, s. 181). Günümüz ekonomileri, sanayi sektörünün geli�me hızının tarım sektörüne göre oldukça yüksek olmasından dolayı, sanayi sektörüne ve sanayile�meye yönelik kalkınma yolunu seçmi�lerdir (Ersoy, 1981, s. 63). Tarımın önemli ölçüde iklim ko�ullarına ba�lı olması, tarım ürünlerinin ekonomik de�erinin sanayi ürünlerine göre göreceli olarak dü�ük olması ülkelerin sanayile�me çabalarını hızlandırmı�tır (Eren, 1989, s. 180). Bunun yanı sıra uygulamaya konulan sanayi politikaları ba�ta olmak üzere büyümek ve kalkınmak isteyen tüm ülkelerin tarım, vergi, gelir, yatırım, para, döviz politikaları gibi akla gelebilecek uygulamaya konulan tüm iktisadi politikalarının aynı özellikler ta�ımadı�ı, herhangi bir ülkede ba�arılı sonuçlar

216

vermi� bir sanayile�me politikasının her zaman mutlak ba�arılı sonuçlar verece�i anlamına gelmedi�i de geçmi�te ya�anan örneklerle ortaya çıkmı�tır. Yeni kalkınma yolundaki bir çok ülke 1950’li yıllarda, sanayile�meyle kalkınmayı e� anlamlı kabul ederek sanayile�meye öncelik vererek geli�mi� Avrupa ülkeleriyle Amerika Birle�ik Devletleri’ni örnek almı�lar ve aynı zamanda da büyük bir hataya dü�mü�lerdir. Çünkü sanayile�mek isteyen ülkelerin, örnek aldıkları Amerika Birle�ik Devletleri ve Avrupa ülkelerindeki gibi ne önceden geli�mi� bir tarım sektörleri ne tarım yapacak geni� toprakları ve ne de geli�mi� denilebilecek nitelikte ulusal ve uluslararası ticari ve mali sektörleri vardı. Yani geli�mi� ülkelerde sanayile�me için gerekli ve mevcut olan özel tasarruf, giri�imcilik zihniyetiyle (Hiç, 1991, s. 71), sanayi yatırımlarını çalı�tırabilecek ve geli�tirebilecek sınai kalifiye i�gücü ve sınai altyapı geli�mekte olan ülkelerde olmadı�ı için, bir çok ülke sanayi atılımını gerçekle�tirememi�tir. Toplumların kendine özgü özelliklerini dikkate almayan sanayile�me politikalarının, ülkelerin geli�mesini sa�laması bir yana kaynakların bo� yere kullanılmasına yol açarak ülke insanının dü�ük refah seviyesi içinde ya�amalarına neden olmakta, ba�ta sanayile�me olmak üzere tüm iktisat politikalarını kendi toplum yapılarıyla uyumlu bir �ekilde uygulamaya koyan ülkeler ise hem refah içinde ya�amakta hem de dünyada meydana gelen tüm olaylarda söz sahibi olmakta, saygın ülkeler olarak nitelendirilmektedir. �ktisadi ve sosyal açıdan hızlı bir geli�me göstermenin sanayile�me sürecinde ba�arının yakalanmasıyla mümkün oldu�u gerçe�inden yola çıkarak günümüzde sanayile�me, özellikle geli�mekte olan ülkelerin ba�armaları gereken tek hedefi durumuna gelmi�tir (Dülgero�lu, 1993, s. 2).

1.2. Kavram Olarak Organize Sanayi Bölgeleri

Organize Sanayi Bölgeleri için yapılan ba�lıca tanımlar �unlardır;

- (Genel) Organize Sanayi Bölgeleri, elektrik, su, kanalizasyon, banka, kantin, sa�lık kurumu ve benzeri imkanlarla donatılmı� uygun bir alanda, teknik ve genel hizmetlerin de sa�landı�ı, ekonomik bir ölçek içinde gruplanmı� fabrika yerle�im birimleridir (Özdemir, 1990, s. 8).

- (Birle�mi� Milletler) Birbirleriyle i�birli�i halinde üretim yapan orta ve küçük boy i�letmelerin, planlı bir alanda ve ortak altyapı hizmetlerinden yararlanacak �ekilde, standart fabrika binaları içinde toplanmalarıdır (�ktisadi Ara�tırmalar Vakfı, 1995, s. 43).

- (VI. Be� Yıllık Kalkınma Planı) A�ır sanayi kompleksleri dı�ında, küçük ve orta ölçekli sanayi türlerinin, belirli bir plan dahilinde yerle�tirilmeleri için sınırları tasdikli çıplak arazi parçalarının gerekli alt yapı hizmetleriyle ve ihtiyaca göre belirlenecek sosyal kurumlarla donatıldıktan sonra, planlı bir �ekilde ve belirli standartlar dahilinde sanayi için tahsis edilmi� ve i�letilebilir duruma getirilmi� bölgelerdir (�stanbul Sanayi Odası, 1995, s. 43).

217

- (Sanayi ve Ticaret Bakanlı�ı) Karma ekonomi �artları altında, küçük ve orta ölçekli sanayilerin geli�tirilmesi için gerekli olan planlı yerle�me alanlarının, alt yapı ve ortak hizmet ihtiyaçlarının in�a edilerek sa�lanması yoluyla belli standartlarda geli�tirilmesi ve organize edilmesidir. Bu tanımda geçmekte olan “karma ekonomi �artları” ifadesinden kamu ve özel sektör kurulu�larının Organize Sanayi Bölgeleri’nde birlikte sınai üretim faaliyetlerinde bulunabilecekleri anlamı çıksa da, uygulamada Organize Sanayi Bölgeleri’nde özel sektör sanayi kurulu�larının yer aldı�ı görülmektedir (Özdemir, 1990, s. 15).

- (Organize Sanayi Bölgeleri, 4562 Sayılı Kanun) Sanayinin uygun görülen alanlarda yapılanmasını sa�lamak, kentle�meyi yönlendirmek, çevre sorunlarını önlemek, bilgi ve bili�im teknolojilerinden yararlanmak, imalat sanayi türlerinin belirli bir plan dahilinde yerle�tirilmeleri ve geli�tirilmeleri amacıyla, sınırları tasdikli arazi parçalarının gerekli altyapı hizmetleriyle ve ihtiyaca göre tayin edilecek sosyal tesisler ve teknoparklar ile donatılıp planlı bir �ekilde ve belirli sistemler dahilinde sanayi için tahsis edilmesiyle olu�turulan ve bu kanun hükümlerine göre i�letilen mal ve hizmet üretim bölgeleridir (Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kurulu, 2007, s. 7).

1.3. OSB’lerin Ba�lıca Hedefleri

Organize Sanayi Bölgeleri’nin balıca kurulu� hedeflerini;

- Sanayinin disipline edilmesi,

- �ehirlerin planlı geli�mesine katkıda bulunması,

- Sanayile�menin az geli�mi� bölgelere kaydırılarak yaygınla�tırılması,

- Tarım alanlarının sanayi bölgeleri olarak kullanılmasının önlenmesi,

- Sa�lıklı, ucuz, güvenilir altyapı ve sosyal tesisler kurulması,

- Mü�terek arıtma tesisleri kurularak çevre kirlili�inin önlenmesi,

- OSB’in devlet gözetiminde, kendi organları tarafından yönetilmelerinin sa�lanması (Organize sanayi Bölgeleri Üst Kurulu, 2009) �eklinde sıralamak mümkündür.

1.4. Dünya’da Organize Sanayi Bölgeleri Uygulamaları

Sanayi devriminin olu�turdu�u iktisadi ve sosyal geli�melerin dünyayı etkilemesi sonucu, özellikle Batı Avrupa Ülkeleri ve ABD’de XIX. yüzyılın sonlarına do�ru sanayi, ticaret, konut gibi temel sektörlerin geli�mesine ba�lı olarak ilk olarak 1896 yılında �ngiltere’de, 1899’da ABD’de, 1904 yılında �talya’da uygulamaları görülen Organize Sanayi Bölgeleri, 1950’li yıllardan sonra geli�mekte olan ülkelerde geni� uygulama alanı bulmu�tur (Ardo�an ve Di�erleri, 1983, s. 9-15). Ülkeler çalı�ma �artlarını iyile�tirmek ve özellikle yabancı firmaların kendi ülkelerine yatırım yapmalarını te�vik etmek, istihdam

218

seviyesini yükseltmek amacıyla kendi ülkelerindeki OSB’nde yatırım yapmalarını sa�lamak için adeta bir yarı� içerisine girmi�ler ve tüm imkanlarını seferber etmi�lerdir. Ülkelerin OSB’lere yatırım yapılması ve çalı�ma �artlarını iyile�tirmek amacıyla sa�ladıkları hizmet ve te�vikler toplu olarak;

- Arazilerin istimlak edilmesi ve gerekli alt yapı ve hizmetlerinin verilmesi,

- Üretim vergisi ve yerel vergilerden 10 yıl muafiyet, 99 yıl kiralama,

- Fabrika in�a maliyetlerinin yarısının kar�ılanması,

- Gelir vergisinden 5 yıl muafiyet sa�lanması,

- �lk kurulma a�amasında yatırımcıların fikrini alarak elektrik, su, nakliye, fabrika kurulumu ve vergilerde indirim yapılması,

- Telekomünikasyon, güvenlik sistemleri, ticari bankalar, postane, hastane, okullarla alı�veri� merkezlerinin sanayicinin hizmetine sunulması,

- Yabancı yatırımcıları te�vik etmek amacıyla vergi avantajları sa�lanması, vize ve çalı�ma izni alma gibi i�lemlerini kolayla�tırılması,

- Yol, alt yapı, çevre düzenlemesi, do�al gaz gibi yatırımları firmaların kullanımına sunulması,

- Rahat bir ortamda çalı�abilmeleri için TV odaları, mutfak, banyo, çama�ırhane ve yatakhanelerin i�çilerin kullanımına sunulması,

- Kalifiye i�gücünün temini için yatırımcılara ve ö�rencilere Teknik E�itim Merkezi tarafından mekanik elektrik bakımı, bilgisayar gibi teknik alanlarda de�i�ik sürelerde e�itim verilmesi ve yapılan sınavda ba�arılı olunması ko�ulu aranması,

- Elektronik donanım, ileti�im olanakları yanı sıra i�çilerin sosyal ihtiyaçlarını kar�ılamaları için park, kantin, sa�lık ve bankacılık hizmetlerinin sa�lanması,

- Organize Sanayi Bölgeleri’ne kolayca ula�ılmasının teminiyle OSB ve firmalarla ilgili genel ve güncel bilgilerin internet aracılı�ıyla ilgililerin kullanımına sunulması,

- Hükümetler tarafından Organize Sanayi Bölgeleri’nde faaliyetler için önemli miktarlarda kaynak aktarılması,

- OSB’lerde rant gelirlerinin önlenmesi için firmaların arsa satı�ı yapıldıktan sonraki ilk 6 ay içerisinde, fabrika binalarının yapımını tamamlamayanların ve ilk 1 ay içinde fabrikanın % 25’ini yapmayanların satı� sözle�melerinin iptal edilmesi ve satı� sırasında toplam bedelin % 25’inin alınması (Öcal, 2008, s. 71) �eklinde sıralanabilir.

219

Dünyanın farklı co�rafyalarındaki çe�itli ülkelerin Organize Sanayi Bölgeleri’nin geli�tirilmesi ve yabancı yatırımcıları kendi ülkelerindeki Organize Sanayi Bölgeleri’nde yatırım yapmaları için sa�ladıkları vergi ba�ta olmak üzere bir çok muafiyet ve te�viklerin yanı sıra, Organize Sanayi Bölgeleri’nde çalı�an i�gücü için rahat bir çalı�ma ortamı hazırlamaları ve e�itimleri için devletlerin bütçelerinden aktardıkları büyük miktardaki kaynaklar, OSB’in geli�iminin ülke ekonomilerinin geli�mesinde ne denli katkılarda bulundu�unu net bir �ekilde göstermektedir.

1.5. Türkiye’de Organize Sanayi Bölgeleri Uygulamaları

Sürekli kısıtlı iktisadi ve teknik olanaklar içinde, yetersiz alt yapı, fabrika binalarının in�a edilmesi, kalifiye eleman konusundaki yetersizlikler gibi bir çok olumsuz faktörlerle ba�a çıkmaya çalı�an Türk sanayisi ve sanayicisi için, planlı ve programlı bir sınai kalkınma fikrinin önem kazanmasıyla 1961 yılında dönemin hükümeti tarafından hazırlanan bir raporla, Organize Sanayi Bölgeleri’nin sanayinin geli�mesine olumlu katkılarda bulunaca�ına i�aret edilerek, Bursa’da pilot bir OSB kurulmasını teklif edilmesiyle (Özdemir, 1990, s. 14) ülkemiz gündemine giren OSB’in planlı bir te�vik çerçevesinde ele alınıp de�erlendirilmesi, ancak Kalkınma Planları’ndan sonra oldu (Yücel, 1987, s. 20). Bursa OSB’nde alt yapı yatırımlarının tamamlanmasıyla birlikte birkaç yıl gibi çok kısa süre içinde %70 oranında dolulu�a ula�ması OSB’nin kurulmasına yönelik e�ilimleri güçlendirdi ve 1964 yılından itibaren Konya, Manisa, Bartın ve Ankara OSB’nin kurulması planlanarak Türkiye’de OSB’in yaygınla�masının önü açıldı. Böylece 1983 yılı sonuna kadar geçen yakla�ık 22 yıllık sürede Konya, Bursa, Manisa, Gaziantep, Eski�ehir ve Erzurum olmak üzere 6 adet OSB, 1983-1988 yılları arasında da Bilecik, Bursa-�negöl, Tekirda�-Çerkezköy ve Eski�ehir OSB’in yapımı tamamlandı (Özdemir, 1990, s. 15). Günümüz itibariyle 257 OSB 67,048,98 ha. (Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kurulu, 2009) alanda faaliyetlerini sürdürmesine ra�men 25 OSB’nin yer seçimi, 28 OSB’nin kamula�tırma, 19 OSB’nin planlama, 51 OSB’nin altyapı in�aat a�amasında iken ancak 134’ünün i�letme a�amasında olması ülkemizin OSB’in sürecinde daha çok yol alması gerekti�ini ortay koymaktadır ve ki�i ba�ına dü�en OSB alanının sadece 9.5 m². (Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kurulu, 2009) olması da yukarıdaki görü�ümüzü do�rulamaktadır.

1.6.Ülkemizde Organize Sanayi Bölgeleri’nin Kurulu� Süreci

Ülkemizde 15.04.2000 tarih ve 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu ile bu Kanuna göre hazırlanan 01.04.2002 tarih ve 24713 sayılı Resmi Gazete' de yayımlanan Organize Sanayi Bölgeleri Uygulama Yönetmeli�i’ne göre yapılmakta olan OSB’lerin kurulu� a�aması süreci, maddeler halinde ana hatlarıyla sıralanmı�tır.

- OSB' ler; kurulması öngörülen yerde varsa sanayi odası, yoksa ticaret ve sanayi odası, o da yoksa ticaret odasından en az biri ile talepleri halinde il özel

220

idaresi veya OSB’nin içinde bulunaca�ı il, ilçe veya belde belediyesinin, büyük�ehirlerde ayrıca büyük�ehir belediyesinin temsilcilerince imzalı ve valinin olumlu görü�ünü muhtevi kurulu� protokolünün Bakanlıkça onaylanması ve sicile kaydı ile tüzel ki�ilik kazanır (4562 S.K.Md.4/9).

- Kurulması dü�ünülen OSB' de, kurucu olmak isteyen kurum/kurulu� temsilcileri, gerekçeli rapor hazırlayarak mü�terek bir dilekçe ekinde Valili�e sunarlar. Söz konusu ba�vurunun Valilik tarafından uygun bulunması halinde, talep Vali tarafından Sanayi ve Ticaret Bakanlı�ı'na müracaatta bulunur. Söz konusu raporda, kurulu� yeri olarak belirlenen alternatif alanlarla ilgili de bilgi verilir.

- Sanayi ve Ticaret Bakanlı�ı uzmanlarınca 17.01.2008 Tarih ve 26759 Sayılı Resmi Gazete' de yayımlanan OSB Yer Seçimi Yönetmeli�i gere�ince, teklif edilen OSB mahallinde etüt çalı�maları yapılır. Ancak öneri alanların bulunması halinde yine aynı Yönetmelik gere�i, söz konusu alan için il özel idaresinin, belediye sınırları veya mücavir alan sınırları içerisinde olması halinde ilgili belediyenin olumlu görü�ünün alınması gerekmektedir.

- Etüt çalı�malarını müteakip Sanayi ve Ticaret Bakanlı�ı koordinatörlü�ünde 9 ayrı Kurum ve Kurulu� temsilcilerinden olu�an Yer Seçimi Komisyonuna bilgi verilerek toplantıya davet edilir.

- Müte�ebbis Te�ekkül olmak isteyen Kurum ve Kurulu�lar ile koordinasyon halinde önerilen il veya ilçede toplanan Yer Seçme Komisyonu; öncelikle salon toplantısında bilgilendirilir ve daha sonra alternatif alanlarda inceleme yapılır.

- Yer Seçimi Yönetmeli�i OSB yer seçme kararının "Oy Birli�i" ile alınması hükmüne amirdir. Oy birli�i kararı alınabilmesi için Kurum/Kurulu� temsilcilerinin ek bilgi talepleri kar�ılanır ve oy birli�i sa�lanan alan OSB yeri olarak seçilmi� olur. Oy birli�i kararı sa�lanamayan alanlarda OSB kurulu� i�lemleri yapılamaz.

- Yer Seçme Komisyonu'nun oy birli�i kararı ile uygun bulunan alanın, öncelikle jeolojik ve jeoteknik etüdün yapılması, jeolojik etüdün uygun olması halinde �htisas OSB'ler için ÇED olumlu belgesinin alınması ve daha sonra arazide mera var ise meralık vasfının kaldırılması çalı�maları Müte�ebbis Te�ekkül olmak isteyen Kurum ve Kurulu�lar tarafından yaptırılarak Sanayi ve Ticaret Bakanlı�ı'na sunulur.

- Tüm çalı�maların olumlu olması halinde Sanayi ve Ticaret Bakanlı�ı’nca yer seçimi kesinle�tirilen OSB, Yatırım Programına teklif edilir. Kredi talebi olmayan OSB’lerin Yatırım Programında yer almadan da yer seçimi i�lemleri devam edebilir.

- Yer Seçimi kesinle�en OSB’nin planlara i�lenmesi için (Belediye sınırları dahilinde) ilgili belediyeye, (Belediye sınırları haricinde) Bayındırlık ve

221

�skan Müdürlü�ü’ne; Kamu Yararı Kararı talebi, Kamula�tırma, proje ve altyapı çalı�malarına ba�lanması için ise ilgili Valili�e, Sanayi ve Ticaret Bakanlı�ı’nca bildirilir.

Bu a�amada Müte�ebbis Te�ekkül olmak isteyen Kurum ve Kurulu�lar "Kurulu� Protokolü" gere�ince kurum temsilcilerini tespit ederek Müte�ebbis Te�ekkül ve di�er organlar olu�turularak Sanayi ve Ticaret Bakanlı�ı’ndan Sicil Numarası alınarak OSB Tüzel Ki�ili�i olu�turulur.

- 4562 sayılı Kanun'un 5 inci maddesine göre Kamula�tırma yetkisi olan OSB Tüzel Ki�ili�i, OSB alanında kamula�tırma yapabilir. Kamula�tırma/Satın alma yöntemleri ile mülkiyetinin tamamı OSB Tüzel Ki�ili�ine geçen alan üzerinde yapılacak imar ve parselasyon planları, Sanayi ve Ticaret Bakanlı�ı’nın onayına sunularak �l �dare Kurulu Kararı ile �mar Planı kesinle�erek yürürlü�e girer. Onaylı OSB �mar Planları ilgili kurumlara bilgi için Sanayi ve Ticaret Bakanlı�ı tarafından gönderilir.

- Bundan sonra Kanun ve Yönetmelik hükümlerine göre altyapı ve arsa tahsis i�lemleri gerçekle�tirilir (Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kurulu, 2009).

2. KONYA’DA FAAL�YET GÖSTEREN ORGAN�ZE SANAY� BÖLGELER�

2.1. Konya Organize Sanayi Bölgeleri’ne Genel Bakı�

Konya Belediyesi tarafından (Türkiye Odalar ve Borsalar Birli�i, 1987, s. 1) Sanayi ve Teknoloji Bakanlı�ı (Sanayi ve Ticaret Bakanlı�ı) ile birlikte alt yapı ve üst yapı çalı�malarının 1966 yılında ba�ladı�ı (Küçük�enel, 1993, s.1) ve 150 hektar alan üzerinde 1967-70 yılları arasında tamamlanarak hizmete giren Konya I. Organize Sanayi Bölgesi (Vural, 1993, s. 1) ile ba�layan Konya’daki OSB uygulamaları, I. OSB’inde otomotiv yan sanayi, tarım makinaları, döküm, ka�ıt, ambalaj, sulama sistemleri, in�aat malzemeleri, de�irmen makinaları gibi sektörlerde üretim faaliyetlerini sürdüren firmaların (Ceylan, 2007) kısa süre içinde sanayicilerin ihtiyaçlarını kar�ılamada yetersiz kalması üzerine, 15.07.1976 tarihinde Bakanlar Kurulu Kararıyla II.OSB (Vural, 1993, s. 1), II.OSB’nin tevsi alanı olarak Bakanlar Kurulu’nun 17 Mayıs 1996 tarihli kararıyla ve Konya Sanayi Odası, Büyük�ehir Belediyesi ve �l Tüzel Ki�ili�i tarafından e�it hisseli olarak III.OSB kurulmu�, 20 Aralık 2005 tarihinde Sanayi ve Ticaret Bakanlı�ı’nın aldı�ı kararla Konya II. ve III. Organize Sanayi Bölgesi Konya II. Organize Sanayi Bölgesi olarak birle�mi� ve 6 Mayıs 2006 Genel Kurul kararıyla da Bölge “Konya Organize Sanayi Bölgesi (KOS)” adını almı�tır (Konya Organize Sanayi Bölge Müdürlü�ü, 2006, s. 1). Halen sanayicilerin üretimlerini kar�ılamada bu bölgelerin de kısa süre içinde yetersiz kalaca�ının anla�ılması üzerine IV.OSB’nin kurulması çalı�malarına ba�lanılmı�tır ve önemli mesafeler alınmı�tır. Konya’da OSB’lerde 2006 yılı sonu itibariyle 390, 2007 yılı Mayıs ayı itibariyle ise toplam 430 firmanın faaliyetini sürdürmesi, 14-15 bin ki�i istihdam edilmesi, ülke ekonomisine 500

222

milyon Euro girdi sa�laması (Türkyılmaz, 2007, s. 26) ve Konya’daki OSB’lerin ülke ekonomisine önemli iktisadi katkılar yaptı�ı kabul edilmekle birlikte, Konya’daki OSB’deki tüm tesislerin faaliyete geçti�inde 50 bin ki�iye istihdam sa�layabilecek kapasitesinin oldu�unun belirtilmesi (Büyükhelvacıgil, 2007), Konya’daki OSB’lerinin geli�imlerinin yeterli düzeyde olmadı�ını ve çok çalı�ılması gerekti�ini açıkça göstermektedir.

2.2. 2000-2001 Finansal Krizlerinin Konya Organize Sanayi Bölgeleri’nde Faaliyet Gösteren Firmaların �stihdam Seviyesine Olan Etkileri

Konya Organize Sanayi Bölgeleri’nde faaliyet gösteren 381 firmanın örneklem kitlesi olarak seçildi�i ve ülkemizin ya�adı�ı 2000 Kasım ve 2001 �ubat finansal krizlerinin firmaların istihdam düzeylerine olan etkilerinin ortaya çıkarılmasının amaçlandı�ı bu çalı�mada, anket uygulaması sonucu elde edilen verilerin analizi yapılmı�tır.

Ekonometrik çalı�malarda sürekli kullanılan veri türleri, de�i�kenlerin geçen belli bir zaman dilimindeki de�i�ikleri gösteren zaman serisi ve zaman içinde gün, hafta, ay gibi belli bir andaki tüketici, hane halkı, firma sahibi gibi tekil birimlerle ilgili verileri gösteren yatay kesit verileridir (Uygur, 2001, s. 102). Bu iki veri tipi uygulamalarda ayrı ayrı oldu�u gibi genel olarak birlikte kullanılmaktadır ve bu ara�tırmada karma, panel veriler olarak tanımlanan veri türü kullanılmı�tır.

Yapılan alan ara�tırmalarının amacı, örneklem kitleye sorulan sorulara verilen yanıtların analizi yapılarak bilimsel do�rulara ula�maktır. Firmaların mümkün olan en yüksek oranda yanıtlayabilecekleri soruların yer almasına özen gösterilerek hazırlanan bu anket uygulaması, OSB’inde faaliyet gösteren firma sahiplerine ve yetkililerine çalı�manın ne amaçla yapıldı�ı, kapsamı ve önemi anlatılarak teslim edilmi�, acele edilmeden ve itinayla doldurulması için de bir ay sonra teslim alınmaya ba�lanaca�ı yani postayla gönderilme durumunun söz konusu olmadı�ı, ayrıca anket formlarının doldurulması sırasında kar�ıla�ılabilecek sorunların giderilmesini için zaman zaman gelinece�i belirtilerek, anket formlarının do�ru ve gerçek bilgilerle olarak doldurulmasının sa�lanması amaçlanmı� ve anket formları kontrol edilerek teslim alınmı�tır.

Anket formlarından elde edilen veriler önce MS Office Excel programına aktarılmı�, sonra Statistical Package for Social Sciences 11.0 (SPSS–Sosyal Bilimler �çin �statistik Paketi) sürümü kullanılarak analiz yapılmı�tır. Ayrıca sosyal bilimlerde ara�tırmalarda devamlı kullanılan SPSS programının yanı sıra verilerin analiz, grafik ve tablo olu�turulmasında MS Office Excel programı kullanılmı�tır.

223

2.3. Konya Organize Sanayi Bölgeleri’ndeki Firmaların Da�ılımı ve Anket Formlarının Geri Alımının De�erlendirilmesi

Firma yetkililerine, yapılan çalı�manın önemi, amacı ile ilgili olarak gerekli ön açıklamalar ve bilgiler aktarılıp teslim edildikten sonra, firma yetkilileri tarafından doldurulup teslim edilen veya ankete olumsuz yakla�an firmaların sayısı ve oranı ile ilgili bilgiler Tablo 1’de gösterilmi�tir.

Tablo 1. Osb’lerde Faal Olan Firmalar Ve Anket Formlarının Da�ılımı

Organize Sanayi Bölgeleri

Faal Firma Sayısı

% Alınan Form

Sayısı Alınan Anket Formu ( %)

I. OSB 150 27,6 70 46,7 II. OSB 168 48,4 123 73,2 III. OSB 63 24,0 61 96,8 Toplam 381 100,0 254 66,7

* Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonuçlarına Göre Düzenlenmi�tir.

Tablo 1.’de görüldü�ü gibi, 2007 yılı itibariyle OSB’lerde faaliyetteki firma sayısı 381, firmalarca doldurulup geri alınan anket formu sayısı 254, geri alma oranı ise %66,7’dir. Anket formlarının geri alınma sayıları ve oranları her bir Organize Sanayi Bölgesi için ayrı ayrı incelendi�inde, I. OSB’nde faaliyet gösteren firmalardan alınan anket formu oranı %46,7 ile en dü�ükken, II. OSB’nde %73,2 ve III. OSB’nde %96,8’dir. I. OSB’nde faaliyet gösteren firma sahiplerinin ankete II. ve III. OSB’ndeki firma sahiplerine göre daha az ilgi göstermeleri, kurulu� yılları itibariyle di�er OSB’lerdeki firmalara göre daha eski olmasına ba�lı olarak, firma sahiplerinin kendi i� konularında tecrübeli olmalarına ra�men dünyanın hızla geli�en iktisadi de�i�imlerine uyum gösterememeleri, ya�ça ilerlemi� olmalarının verdi�i alı�kanlıklarından kolayca vazgeçememeleri nedeniyle yönetimlerini genç ku�aklara ve profesyonel yöneticilere devretme bilincinin olu�maması, anket ve istatistiki çalı�malara fazla ra�bet etmemeleriyle açıklanabilir.

2.4. Konya Organize Sanayi Bölgeleri’nde Faaliyet Gösteren Firmaların �stihdam Açısından De�erlendirilmesi

Konya’daki OSB’lerdeki faaliyette gösteren firmaların ülkemizin ya�adı�ı 2000 ve 2001 finansal krizlerinin istihdam düzeyine olan etkileri ve yapılan anket uygulaması sonucu elde edilen veriler a�a�ıda de�erlendirilmi�tir.

224

Tablo 2. Firmaların Çalı�an Personel Sayısı Bakımından Da�ılımı

Pers. Say. 1990 % 1995 % 2000 % 2005 % 2007 %

1 - 9 10 15,6 25 18,9 24 15,2 39 16,5 29 11,4

10 - 19 18 28,2 38 28,8 46 29,1 54 22,9 66 26,0

20 - 29 9 14,1 16 12,2 25 15,9 40 16,9 37 14,6

30 - 39 7 10,9 11 8,4 7 4,4 19 8,1 24 9,5

40 - 49 8 12,4 13 9,8 22 13,9 27 11,5 31 12,2

50 + 12 18,8 29 21,9 34 21,5 57 24,1 67 26,3

Toplam 64 100 132 100 158 100 236 100 254 100

* Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonuçlarına Göre Düzenlenmi�tir.

Konya OSB’nde faaliyet gösteren firmalar çalı�an personel açısından incelendi�inde, 1990 ve 2000 yılında 10-19 ki�i çalı�tıran firma oranı sırasıyla %28,2 ve %29,1 yine ilk sırada yer alırken, 2005 ve 2007 yıllarında 50 ve üzeri personel çalı�tıran firmaların oranı sırasıyla % 24,1 ve % 26,3 ile ilk sıraya yükselmi�tir. Verilerin incelenmesinde görülece�i gibi, 50 ve üzeri personel çalı�tıran firmaların oranının 16 yıllık sürede %18,8’den % 26’3’e yükselmesi ve 2005, 2006 yıllarında en fazla personel çalı�tırılan grubu olu�turması, OSB’lerde faaliyet gösteren firmaların 8-10 ki�ilik küçük atölye konumundan kurtulmaya ba�ladı�ını göstermesi bakımından önemlidir. Nitekim 1990 yılında 1-9 ki�i çalı�tıran firmaların oranının %15,6’dan 2007 yılında %11,4’e dü�mesi bu görü�ü desteklemektedir. Konya genelinde sanayi istihdam oranı’nın %9,1 ile Türkiye ortalaması olan %13.6’nın altında olması (Türkiye �statistik Kurumu, 2006, s. 6) ve yine aynı �ekilde tam kapasiteye ula�tı�ında 50 bin ki�iye istihdam sa�layaca�ı belirtilen OSB’lerde halen yakla�ık 20 bin ki�inin istihdam edilmesi (%13.3) (Türkyılmaz, 2007, s. 26) Konya’da bulunan OSB’lerin belli bir a�ama kaydetmesine ra�men, olması gereken seviyenin oldukça altında oldu�unu göstermektedir.

Tablo 3. Firmaların Personel Çıkarmaları Bakımından Da�ılımı

Personel Çıkması Firma Sayısı % Evet 157 61,9 Hayır 97 38,1 Toplam 254 100,0

* Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonuçlarına Göre Düzenlenmi�tir.

Konya OSB’nde faaliyet gösteren firmaların %61,9 gibi yüksek bir kesiminin nedenleri çe�itli olmak üzere personel çıkarmaları, firmaların ortaya çıkan ekonomik kriz ve dalgalanmalara kar�ı sa�lam bir mali altyapılarının olmadı�ını, esnek bir üretim ve yönetim düzeni kuramadıklarını, kar�ıla�tıkları iktisadi krizlere kar�ı hemen bir iktisadi savunma sistemi ve kurumsal bir yapı olu�turamadıklarını ortaya koymaktadır.

225

Tablo 4. Firmalarda Personel Çıkarılma Nedenleri Bakımından Da�ılımı

Personel Çıkma Nedeni Firma Sayısı % % Ekonomik Kriz 63 40,2 24,9 Disiplinsizlik 29 18,4 11,4 Kalifiye Olunmaması 22 14,1 8,7 Kendi �ste�i 43 27,3 16,9 Toplam 157 100 254

* Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonuçlarına Göre Düzenlenmi�tir.

Konya OSB’nde faaliyet gösteren ve personel çıkaran firmaların %40,2 ile en fazla personel çıkarma nedeni olarak ekonomik krizleri göstermeleri, firmaların iktisadi açıdan yeterli sermaye birikimi olu�turamadıklarını, ekonomik krizler kar�ısında direnecek mali gücü olu�turmada ve kriz ortamının yönetiminde ba�arılı olamadıklarını ve kurumsalla�ma sürecini tamamlayamadıklarını göstermektedir. Personel çıkarma nedeni olarak ikinci sırada %27,3 ile kendi iste�iyle çıkma gelmektedir ki bu durumda ekonomik krizlere ba�lı olarak çalı�ma ortamının bozularak çalı�anların maa�larının bekledikleri düzeyde artırılmamasına ve çalı�anların “firma çıkarmadan kendimiz çıkalım” mantı�ıyla hareket etmeleriyle açıklanabilir.

Tablo 5. Firmaların Çıkarılan Personel Sayıları Bakımından Da�ılımı

P. Say. 1990 % 1995 % 2000 % 2005 % 2007 % 1 – 9 8 12,6 20 15,1 25 15,8 45 19,0 51 20,1

10 – 19 1 1,6 1 0,8 9 5,8 8 3,4 13 5,1 20 – 29 3 1,3 2 0,8 30 - 39 3 1,3 2 0,8 40 - 49 1 0,6 1 0,4 2 0,8 50 + 1 0,6 1 0,4 2 0,8

Toplam 9 21 36 61 72 G.Topl. 64 14,2 132 15,9 158 22,8 236 25,8 254 28,4

* Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonuçlarına Göre Düzenlenmi�tir.

Konya’da ki OSB’lerde faaliyet gösteren firmalar personel çıkarmaları bakımından incelendi�inde firmaların %61,9’unun çe�itli nedenlerle personel çıkardıkları, %38,1’inin ise personel çıkarmadıkları görülmektedir. Genel tablo bu �ekilde olmakla birlikte 1990-2007 dönemi 1990-2000 ve 2001-2006 olarak ikiye bölünüp incelendi�inde, 1990-2000 yıllarını kapsayan 11 yıllık sürede personel çıkaran firmaların toplam oranı %52,9 iken, 2001-2007 döneminde personel çıkaran firmaların toplam oranının ise %54,2 ile 1990-2000 döneminden fazla olması, ülkemizin ya�adı�ı iki ekonomik krize ba�lı olarak talebin ve piyasaların daralması, küreselle�en dünyada rekabet ko�ullarının çok daha a�ırla�masına ba�lı olarak kalifiye i�gücünün gereklili�i ve firmaların talep etti�i özellikleri ta�ıyan elemanların nitelikleri ile mevcut elemanların niteliklerinin e�itim politikalarının sanayinin ihtiyaçlarıyla paralel bir yapıda olmaması ve teknik eleman yeti�tirmede ülke olarak ba�arılı olamamamız ile açıklanabilir. Bir yanda çok miktarda bo�, e�itimsiz ve üstelik genç nüfus

226

varken di�er yanda firmaların kalifiye eleman sıkıntısı çekmesi, ülkemizin en ba�ta e�itim ve nitelikli personel yeti�tirme konularında ba�arısız oldu�unu ve bir an önce sanayi firmalarının talepleriyle uyu�an e�itim politikalarının sanayicilerle i�birli�i yaparak uygulamaya konmasını gerektirmektedir. Aksi halde tüm ülkelerin kıyasıya rekabet içinde oldu�u günümüz dünyasında, ülkemizin oldu�u gibi Konya’daki sanayi firmalarının ayakta kalabilmesi mümkün de�ildir. 1990 yılından 2007 yılına kadar geçen sürede personel çıkaran firmaların büyük bir ço�unlu�unun 1-9 ki�i çalı�tıran firmalar olması ve personel çıkaran firmaların oranının günümüze do�ru artı� göstermesi, özelikle küçük ölçekli firmaların piyasa ko�ullarına uyum sa�lamada ba�arılı olamadıklarını da ortaya koymaktadır ki bu durum ayrıca firmaların sermayelerini birle�tirerek daha büyük ölçekli firmalar tesis etme a�amasına geçmeleri gere�ini de net bir �ekilde göstermektedir.

SONUÇ

Sanayile�meyi bir an önce ba�armak amacıyla bir model olarak dünyada ilk olarak 1896 yılında �ngiltere’de (Manchester), daha sonra ABD, �talya, Kanada gibi geli�mi� ülkelerle birlikte 1950’li yıllardan itibaren Çin, Hindistan, Tayland, Singapur gibi ülkeler olmak üzere geli�mekte olan ülkelerde geni� uygulamaları görülen Organize Sanayi Bölgeleri yoluyla sanayile�me süreci ülkemizde 1961 yılında Bursa’da ba�ladı ve alt yapı, üst yapı, fabrika binası in�ası, su, elektrik gibi olanakların dü�ük maliyetli ve uygun ödeme ko�ulları ile sanayicilerin kullanımına sunulması sonucu Organize Sanayi Bölgeleri’nin sayısı kısa zamanda artarak günümüzde 257’ye ula�tı. Organize Sanayi Bölgeleri’nin sayısının hızla artmasına ra�men ülkemiz ekonomisine olan katkısının yeterli düzeyde olmadı�ı ve Organize Sanayi Bölgeleri’nin sorunlarının çözümü için devlet, sanayici ve sivil toplum örgütlerinin el ele vermesi gerekmektedir.

Te�ebbüsüne 1966 yılında ba�lanan ve 150 hektar alan üzerinde 1967-1970 yılları arasında tamamlanarak hizmete giren Konya I. Organize Sanayi Bölgesi’nin kurulmasıyla ilk uygulamaları görülen Organize Sanayi Bölgeleri sürecinde, �u an Konya’da 3 Organize Sanayi Bölgesi’nde yakla�ık 500 firmanın faaliyette bulunması, 20 bin civarındaki ki�iye istihdam sa�laması ve yıllık 500 milyon Euro �ehir ve ülke ekonomisine katkı sa�laması Konya’lı sanayicilerin Organize Sanayi Bölgeleri’nin önemini ve i�levini kavradıklarını göstermesi bakımından sevindirici olmakla birlikte, bir an önce arsa tahsisleri ve in�a halindeki fabrika binalarının tamamlanarak üretime geçmeleri durumunda ülke ekonomisine çok daha fazla katkı yapaca�ı açıktır. Yeter ki �ehrin yetkili tüm kamu, sivil kurum ve kurulu�larının yöneticileri, Konya’nın ortak menfaatleri paydasında bulu�abilsin.

Ülkemizin ya�adı�ı 2000 Kasım ve 2001 �ubat finansal krizleri kar�ısında Konya Organize Sanayi Bölgeleri’nde faaliyet gösteren firmaların, istihdam

227

düzeylerindeki de�i�imin ortaya konulmasına yönelik yapılan anket uygulaması sonucu elde edilen sonuçlar maddeler halinde sıralanmı�tır;

Konya OSB’nde faaliyet gösteren her 5 firmadan 3’ünün (%61,9) personel çıkarmaları, firmaların ortaya çıkan ekonomik kriz ve dalgalanmalara kar�ı sa�lam bir mali altyapılarının olmadı�ını, esnek bir üretim ve yönetim düzeni kuramadıklarını, kar�ıla�tıkları iktisadi krizlere kar�ı hemen bir iktisadi savunma sistemi ve kurumsal bir yapı olu�turamadıklarını ortaya koymaktadır.

Konya OSB’nde faaliyet gösteren 10-19 ki�i çalı�tıran firmaların oranı sırasıyla 1990 ve 2000 yılında %28,2 ve %29,1 ile ilk sırada iken, 2005 ve 2007 yıllarında 50 ve üzeri personel çalı�tıran firmaların oranının sırasıyla % 24,1 ve % 26,3 ile ilk sıraya yükselmesi ve en fazla personel çalı�tırılan grubu olu�turması, firmaların 8-10 ki�ilik küçük atölye a�amasından orta ölçekli imalathaneler konumuna geçmesi önemli bir geli�medir. Nitekim 1990 yılında 1-9 ki�i çalı�tıran firmaların oranının %15,6’dan 2007 yılında %11,4’e dü�mesi bu görü�ü desteklemektedir.

Konya OSB’nde faaliyet gösteren ve personel çıkaran firmaların %40,2 ile en fazla personel çıkarma nedeni olarak ekonomik krizleri göstermeleri, firmaların iktisadi açıdan yeterli sermaye birikimi olu�turamadıklarını, ekonomik krizler kar�ısında güçlü bir mali yapılarının olmadı�ını ve kriz yönetiminde yeterli düzeyde ba�arılı olamadıklarını ve kurumsalla�ma sürecini tamamlayamadıklarını göstermektedir. Personel çıkma nedeni olarak ikinci sırada %27,3 ile kendi iste�iyle çıkmanın gelmesi, ekonomik krizlere ba�lı olarak çalı�ma ortamının bozularak çalı�anların maa�larının bekledikleri düzeyde artırılmamasına ve çalı�anların “firma çıkarmadan kendimiz çıkalım” mantı�ıyla hareket etmeleriyle açıklanabilir.

Konya’da ki OSB’lerde faaliyet gösteren firmalar personel çıkarmaları bakımından incelendi�inde firmaların %61,9’unun çe�itli nedenlerle personel çıkardıkları, %38,1’inin ise personel çıkarmadıkları görülmektedir. Genel durum böyle olmakla birlikte 1990-2006 dönemi 1990-2000 ve 2001-2006 olarak ikiye ayrılarak incelendi�inde, 1990-2000 yıllarını kapsayan 11 yıllık sürede personel çıkaran firmaların toplam oranı %52,9 iken, 2001-2006 yıllarını kapsayan 6 yıllık dönemde personel çıkaran firmaların toplam oranının ise %54,2 ile 1990-2000 döneminden fazla olması, ülkemizin ya�adı�ı iki ekonomik krize ba�lı olarak talebin ve piyasaların daralması, küreselle�en dünyada rekabet ko�ullarının çok daha a�ırla�masına ba�lı olarak kalifiye i�gücünün gereklili�i ve firmaların talep etti�i özellikleri ta�ıyan elemanların nitelikleri ile mevcut elemanların niteliklerinin e�itim politikalarının sanayinin ihtiyaçlarıyla paralel bir yapı sergilememesi ve teknik eleman yeti�tirmede ülke olarak ba�arı sa�layamadı�ımızın göstergesidir. Bir yanda çok sayıda bo�, e�itimsiz ve üstelik genç nüfusa sahipken di�er yanda firmaların kalifiye eleman sıkıntısı çekmesi, ülkemizin en ba�ta e�itim ve nitelikli personel yeti�tirme konularında yetersiz kaldı�ını ve bir an önce sanayi firmalarının

228

talepleriyle uyumlu e�itim politikalarının sanayicilerle i�birli�i yaparak uygulamaya konmasını gerektirmektedir. Aksi halde tüm ülkelerin kıran kırana rekabet içinde oldu�u günümüzde, ülkemizin oldu�u gibi Konya’daki sanayi firmalarının orta ve uzun dönemde ayakta kalabilmeleri mümkün de�ildir.

1990 yılından 2007 yılına kadar geçen sürede personel çıkaran firmaların büyük bir ço�unlu�unun 1-9 ki�i çalı�tıran firmalar olması ve personel çıkaran firmaların oranının günümüze do�ru artan bir seyir göstermesi, özelikle küçük ölçekli firmaların piyasa ko�ullarına ve olası iktisadi krizlere gereken iktisadi tepkiyi gösteremediklerini ortaya koymaktadır ki bu durum ayrıca firmaların sermayelerini birle�tirmelerinin gereklili�ini ortaya koymaktadır.

KAYNAKÇA

Ardo�an, Leman ve Di�erleri. (1983). Türkiye’de Dünya’da Sanayi Bölgeleri ve Uygulamaları, Ankara: Türkiye Odalar ve Borsalar Birli�i (TOBB) Yayınları No:311, Geli�im Matbaası.

Büyükhelvacıgil, Tahir. (2007). Konya: Mülakat.

Ceylan, Ali. (2008). Konya: Mülakat.

Dülgero�lu, Ercan. (1993). Türkiye’de Organize Sanayi Bölgeleri. Ankara: Makine Mühendisleri Odası Yayını.

Eren, Aslan. (1989). Türkiye’nin Ekonomik Yapısının Analizi. Mu�la: Bilgehan Basımevi.

Ersoy, Turan. (1981). �stihdam Sorunu ve ��sizli�in Azalması. Ankara: DPT Yayını.

Hiç, Süreyya. (1991). Türkiye Ekonomisi 1, 2. Baskı. �stanbul: Mente� Kitabevi.

“Industry”, (2007). http://en.wikipedia.org/wiki/Industry, Eri�im Tarihi: 22.01.2007.

�ktisadi Ara�tırmalar Vakfı (�AV), (1995). Adana Ekonomisinin Geli�mesi Organize Sanayi Bölgesinin Geli�medeki Yeri ve Önemi, �stanbul: �AV Yayını.

Organize Sanayi Bölgelerine �lgi Artıyor, (Haziran-1995). �stanbul Sanayi Odası, Sayı: 351, 43.

Karluk, Rıdvan. (2005). Cumhuriyetin �lanından Günümüze Türkiye Ekonomisinde Yapısal Dönü�üm, Gözden Geçirilmi� 10. Baskı, �stanbul: Beta Yayınları.

Karluk, Rıdvan. (1995). Türkiye Ekonomisi Tarihsel Geli�im–Yapısal De�i�im, �kinci Baskı, Eski�ehir: Beta Yayınları.

229

Kepenek, Yakup ve Yentürk, Nurhan. Türkiye Ekonomisi, (1994). Geli�tirilmi� 6. Basım, �stanbul: Remzi Kitabevi.

(KOSB) Konya Organize Sanayi Bölgesi, (2006). Konya Organize Sanayi Bölge Müdürlü�ü, Konya.

Küçük�enel, Tevfik. (1993). II. Organize Sanayi Bölgesi, Konya Sanayi Odası Dergisi, Yıl:1, Sayı:1, 1.

(OSBÜK) Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kurulu, (2007). Türkiye’de Organize Sanayi Bölgeleri’nin Kurulu�u ve Geli�imi Raporu, Ankara: OSBÜK.

(OSBÜK) Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kurulu, (2007). Türkiye’de Organize Sanayi Bölgeleri’nin Kurulu�u ve Geli�imi Raporu, Ankara: OSBÜK.

Öcal, Fatih Mehmet. (2008). Organize Sanayilerinin Bölgesel Etkileri ve Konya Sanayisi, Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya.

Özdemir, Mahmut. (1990). Türkiye’de Organize Sanayi Bölgeleri, Ankara: M-N Ofset.

(TÜ�K) Türkiye �statistik Kurumu, (Kasım 2006). Bölgesel Göstergeler Konya–Karaman TR 52, Yayın No:3031, Ankara: TÜ�K Matbaası, 6.

(TOBB) Türkiye Odalar ve Borsalar Birli�i. (1987). Konya Organize Sanayi Bölgesi Projesi, Ankara: TOBB Yayını.

Türkyılmaz, Vahit. (A�ustos 2007). We will be industrial capital of Turkey, Yıl:3, Sayı: 28, 26.

Uygur, Ercan. (2001). Ekonometri Yöntem ve Uygulama, Ankara, �maj Yayıncılık.

Vural, Atilla. (01.12.1993). Konya �kinci Organize Sanayi Bölgesi, Konya: OSBÜK.

Vural, Atilla, (18.10.1993). Konya �kinci Organize Sanayi Bölgesi, Konya: OSBÜK.

Yücel, Asuman. (Mayıs 1987). Türkiye’de Arazi Kullanımı ve Sanayi Yer Seçiminde Kamu Sektörü–Özel Sektör �li�kileri Organize Sanayi Bölgeleri, Ankara: DPT Yayınları, 20.

Elektronik Kaynaklar

http://www.osbuk.org/index.php?page=content/osbuygulama&id=1 (Eri�im Tarihi: 10.06.2009)

http://www.osbuk.org/doc/osb_fiziki_durum_nisan.xls (Eri�im Tarihi: 15.06.2009)

230

http://www.osbuk.org/doc/osb_alan_olculeri_nisan.xls (Eri�im Tarihi: 15.06.2009)

http://www.osbuk.org/index.php?page=content/osbuygulama&id=1 (Eri�im Tarihi: 15.06.2009)

231

KONYA ORGAN�ZE SANAY� BÖLGELER�’NDE

FAAL�YET GÖSTEREN F�RMALARIN SAH�PLER�N�N

SOSYO-KÜLTÜREL AÇIDAN �NCELENMES�/2008

Fatih Mehmet ÖCAL* Yrd. Doç. Dr., �ırnak Üniversitesi �ktisadi ve �dari Bilimler Fakültesi

ÖZET

Bu çalı�mada öncelikle sanayi, sanayile�me, Organize Sanayi Bölgeleri kavramı ile i�levi, hedefi ve önemi üzerinde durulmu�, dünyada ve ülkemizde Organize Sanayi Bölgeleri’nin geli�im süreci genel hatlarıyla anlatılmı�tır. Daha sonra Konya ili merkezinde kurulu bulunan Organize Sanayi Bölgeleri’nde faaliyet gösteren firmaların geli�im süreci, sektörel da�ılımı, içinde bulundu�u sorunlar ve çözüm önerileri ile ilgili bilgiler verilmi�, son olarak ise Organize Sanayi Bölgeleri’nde faaliyet gösteren firmaların sahiplerinin sosyo-kültürel durumları, yapılan anket uygulaması sonucu elde edilen veriler ı�ı�ında de�erlendirilmi�tir.

Anahtar Kelimeler: Organize Sanayi Bölgesi, Sanayi, Sanayile�me, Meslek, E�itim Düzeyi, Yabancı Dil, Memleket.

The Investigation About Socio-Culturally of the Lords of the Firms that Has Been Working in the Organise Industry Zones in Konya/2008

ABSTRACT

Firstly it was touched on their terms, aims and the importance of industry, industrialization, Organize Industry Zones; and it was told the process of the organise Industry Zones in Turkey and the world generally, Then it was informed about the process, sectorial distribution, their problems and solutions of the firms that has been working in Organise Industry Zones that was founded in the city centre of Konya. At finally, It was evaluated that the socio-cultural conditions of the lords of the firms by means of the results of a questionaire.

Keywords: Organise Industry Zone, Industry, Industrialisation, Job, Education Level, Foreign Language, Country.

G�R��

Her ülkeyi do�rudan veya dolaylı ama bir �ekilde etkileyen sanayile�me olgusu, ülkelerin gündeminde devamlı yer almı�, sanayile�me yolunda hemen ilerleyip geli�mi� ülkeler sınıfına yükselebilmek, tüm ülkeler için ba�lıca hedef olmu�tur. Sanayi �nkılabı öncesine kadar uzanan ülkemizdeki sanayile�me çabaları, günümüze kadar devamlı olarak sürdürülmeye çalı�ılmı�tır. Ülkelerin geli�ip kalkınmasıyla sanayile�menin aynı anlama geldi�i içinde bulundu�umuz

232

ça�da, dünya ülkeleri arasında saygın bir yer edinebilmek, dünya politikalarında söz sahibi ve etkin ülkelerden biri olma iddiasında olan ülkemiz, sanayile�me sürecini bir an önce tamamlayıp dünya üzerindeki tüm politikaların belirlenmesinde ba�rolü oynayan, sanayile�me sürecini tamamlayıp bilgi toplumu sürecini yakalamı� ülkelerle aynı kulvarda ko�mak ve o ülkelerle yarı�mak zorundadır.

Kısa sürede sanayile�me sürecini tamamlamak için bir dengeli sanayile�me modeli olan ve ilk önce 1896 yılında Manchester’da daha sonra ABD, �talya, Kanada, Çin ve Hindistan ülkelerde örnekleri görülen Organize Sanayi Bölgeleri (OSB) modeli ile sanayile�me süreci ülkemizde, 1961 yılında Bursa’da pilot bir OSB kurulması teklifi ile ba�ladı. Küçük ölçekli sanayi yapısından orta ölçekli sanayi yapısına geçi�in 1960’lı yılların ortalarından itibaren olu�maya ba�ladı�ı Konya’da, ülke genelinde OSB’nin kavram olarak bile ne oldu�u tam bilinmiyorken OSB kurma te�ebbüsüne Konya Belediyesi tarafından ba�landı. Te�ebbüsüne 1966 yılında ba�lanan ve 150 hektar alan üzerinde 1967-1970 yılları arasında tamamlanarak hizmete giren Konya I. OSB’nin sanayi firmalarının ihtiyaçlarını kar�ılayamaması üzerine 6 yıl gibi kısa süre sonra, 1976 yılında Bakanlar Kurulu Kararı II. OSB kuruldu. Firmaların üretim kapasitelerinin artması ve daha geni� alanlarda üretim yapma ihtiyacının ortaya nedeniyle 1996 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla III. OSB, Konya II. OSB tevsi alanı olarak kurulmu�, 2005 yılında Sanayi ve Ticaret Bakanlı�ı ve 6 Mayıs 2006’da Genel Kurul kararı ile Konya II. ve III. OSB birle�tirilerek, “Konya Organize Sanayi Bölgesi (KOS)” adını almı�tır.

Konya’da kurulan OSB’lerde faaliyette bulunan firmalara yönelik 2007 yılında anket uygulaması yöntemi uygulanarak yapılan bu çalı�mayla, firma sahiplerinin sosyo-kültürel durumlarının ortaya konulması hedeflenmi�tir. Bir temel olu�turması amacıyla konu ile ilgili öncelikle temel bilgiler verilmi�, daha sonra yapılan anket uygulaması sonucu elde edilen veriler ı�ı�ında, durum de�erlendirmesi yapılmı�tır.

1. SANAY� VE ORGAN�ZE SANAY� BÖLGELER�

1.1.Sanayi ve Sanayile�me

Sanayi, genel olarak hammaddelerin ürüne dönü�türülme süreci demek olan sınai faaliyetleri içerir. Dar anlamda üretim faktörlerinden emek ve sermaye kullanarak hammadde ve yarı mamül maddelerden mamül (nihai ürün) elde edilmesi süreci �eklinde bir nevi imalatçılık olarak tanımlanan sanayi kavramı, geni� anlamda müte�ebbisin kurdu�u mal ve hizmet üreten, gelir getiren faktörlerin birle�tirilmesi demektir (Karluk, 2005:205). Avustralya’lı �ktisatçı Colin Clark tarafından sanayile�me dar anlamda ülke ekonomisinde sanayi sektörünün tarım ve hizmetler sektörüne oranla geni�lemesi ve üretimde makinala�manın yo�un olarak kullanılması, geni� anlamda ise yeni üretim tekniklerinin uygulanarak ürün kalitesinin yükseltilmesi, üretimin azalan

233

maliyetlerle sa�lanması yanı sıra toplumdaki iktisadi, sosyal ve toplumsal tüm de�i�meler biçiminde tanımlamı�tır (Karluk, 1995:67). Artık günümüzde geli�mi� ülkeler denilince sanayile�me bakımından ilerlemi� ülkeler anla�ılması, ekonomik geli�meyle sanayile�me arasındaki ba�ın ne kadar güçlü oldu�unu açık bir �ekilde göstermektedir.

Ülke ekonomilerinin geli�mesi ve ekonomide sanayi sektörünün a�ırlı�ının artması demek olan sanayile�me, sadece toplam üretim içindeki sanayi ürünleri payının artması anlamına gelmez. Bunun yanında, yapılan toplam ihracat içinde sanayi ürünlerinin oranının artması, sermayenin teknoloji seviyesinin geli�mesi, buna ba�lı olarak imalat sanayi üretiminin ve teknolojik i�gücü verimlili�inin artmasının sa�lanması oranında (Eren, 1989:181) sanayile�meden söz edilir.

1.2. Sanayile�menin Önemi

Günümüz dünyasında hemen tüm ülkeler, kıran kırana bir �ekilde sanayile�me ve geli�me mücadelesi içindedirler. Bazı ülkeler sanayile�me süreci içinde yer alarak geli�mi�ler, yeterli düzeyde ba�arılı olamayan ülkeler ise kendilerini ister istemez de olsa sanayile�me mücadelesinin ortasında bulmu�lardır. Çünkü içinde bulundu�umuz yüzyıl içinde iktisadi geli�mi�lik, sosyal refah, siyasi istikrar ve dünya ülkeleri arasında saygın bir konumda olmanın yolunun ancak sanayile�meyle mümkün oldu�u, sanayile�menin de toplumun büyük ço�unlu�unun deste�ini almı�, güçlü, kararlı sanayi politikaların uygulanmaya konmasıyla ancak sa�lanabilece�i genel kabul görmü� bir olgudur (Özdemir, 1990:4). Günümüzde ülkeler, tarım sektörünün geli�me hızının sanayi sektörüne (Ersoy, 1981:63) ve tarım ürünlerinin ekonomik de�erinin sanayi ürünlerine göre göreceli olarak dü�ük olmasının yanı sıra, tarımın büyük ölçüde iklim ko�ullarına ba�lı olarak yapılması sonucu, tüm ülkelerde sanayile�meye do�ru bir geli�me gözlemlenmi�tir (Eren, 1989:180). �ktisadi ve sosyal açıdan hızlı bir geli�me göstermenin sanayile�me sürecinde ba�arının yakalanmasıyla mümkün oldu�u gerçe�inden yola çıkarak, günümüzde özellikle geli�mekte olan ülkeler için sanayile�me, haklı olarak ba�armaları gereken birinci amaçları haline gelmi�tir (Dülgero�lu, 1993:2). Ba�ta sanayile�me olmak üzere tüm iktisat politikalarını kendi toplum yapılarına paralel olarak uygulamaya koyan ülkeler, hem refah içinde ya�amakta hem de dünyada meydana gelen tüm geli�melerde etkin ve belirleyici rol üstlenebilmektedirler.

1.3. Organize Sanayi Bölgeleri Tanımı ve Unsurları

Çe�itli ülkelerde farklı biçimlerde tanımlanan OSB genel olarak, elektrik, su, kanalizasyon, banka, kantin, sa�lık kurumu ve benzeri imkanlarla donatılmı� uygun bir alanda, teknik ve genel hizmetlerin de sa�landı�ı, ekonomik bir ölçek içinde gruplanmı� fabrika yerle�im birimleri (Özdemir, 1990:8) olarak

234

tanımlanmaktadır. A�a�ıda Organize Sanayi Bölgeleri’nin çe�itli tanımları sıralanmı�tır.

Birle�mi� Milletler; Birbirleriyle i�birli�i halinde üretim yapan orta ve küçük boy i�letmelerin, planlı bir alanda ve ortak altyapı hizmetlerinden yararlanacak �ekilde, standart fabrika binaları içinde toplanmalarıdır (�ktisadi Ara�tırmalar Vakfı, 1995:43).

VI. Be� Yıllık Kalkınma Planı çalı�maları kapsamında; Organize Sanayi Bölgeleri, a�ır sanayi kompleksleri dı�ında, küçük ve orta ölçekli sanayi türlerinin, belirli bir plan dahilinde yerle�tirilmeleri için sınırları tasdikli çıplak arazi parçalarının gerekli alt yapı hizmetleriyle ve ihtiyaca göre belirlenecek sosyal kurumlarla donatıldıktan sonra, planlı bir �ekilde ve belirli standartlar dahilinde sanayi için tahsis edilmi� ve i�letilebilir duruma getirilmi� bölgelerdir (�stanbul Sanayi Odası, 1995:43).

Sanayi ve Ticaret Bakanlı�ı; Karma ekonomi �artları altında, küçük ve orta ölçekli sanayilerin geli�tirilmesi için gerekli olan planlı yerle�me alanlarının, alt yapı ve ortak hizmet ihtiyaçlarının in�a edilerek sa�lanması yoluyla belli standartlarda geli�tirilmesi ve organize edilmesidir (Özdemir, 1990:15).

4562 sayılı kanunun 15.04.2000 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlü�e giren �ekliyle; Sanayinin uygun görülen alanlarda yapılanmasını sa�lamak, kentle�meyi yönlendirmek, çevre sorunlarını önlemek, bilgi ve bili�im teknolojilerinden yararlanmak, imalat sanayi türlerinin belirli bir plan dahilinde yerle�tirilmeleri ve geli�tirilmeleri amacıyla, sınırları tasdikli arazi parçalarının gerekli altyapı hizmetleriyle ve ihtiyaca göre tayin edilecek sosyal tesisler ve teknoparklar ile donatılıp planlı bir �ekilde ve belirli sistemler dahilinde sanayi için tahsis edilmesiyle olu�turulan ve bu kanun hükümlerine göre i�letilen mal ve hizmet üretim bölgeleridir (Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kurulu, 2007:7).

Tüm bu tanımları dikkate alarak Organize Sanayi Bölgeleri’nin unsurları (Çezik ve Eraydın, 1982:2)

- Organize Sanayi Bölgeleri’nde sınai üretimde bulunan i�letmelerin birbirleriyle uyumlu olarak faaliyet göstermeleri, i�letmelerin birbirlerinin tamamlayıcısı konumunda olmaları veya aynı üretim dalında faaliyette bulunmaları,

- Organize Sanayi Bölgeleri’ne faaliyet gösteren firmaların küçük ve orta ölçekli i�letmeler olmaları,

- Sınai üretim faaliyetinde bulunan i�letmelerin planlı, programlı bir �ekilde bir bölgede toplanmalarının sa�lanarak �ehirlerin çe�itli yerlerinde geli�i güzel bir �ekilde ortaya çıkması muhtemel düzensiz yapıla�ma ve �ehirle�menin önüne geçilmesi,

235

- Sanayi i�letmelerinin belirli bir bölgede �ehir merkezinden uzakta üretim faaliyetinde bulunmaları sa�lanarak, yerle�im birimlerinin hava kirlili�inin olumsuz etkilerinden zarar görmemelerinin sa�lanması,

- Firmaların ula�ım, su, kanalizasyon, sosyal tesisler gibi ortak alt yapı hizmetlerinin Organize Sanayi Bölgeleri’ndeki i�letmelerin kullanımına sunulması ve bu sanayi kurulu�larının dü�ük maliyetle yararlanmalarının sa�lanması �eklindesıralanabilir.

1.4. Organize Sanayi Bölgeleri’nin Önemi ve ��levi

Organize Sanayi Bölgeleri’nin ilk ortaya çıkı�ından günümüze kadar geçen yüzyılı a�kın sürede sanayinin geli�mesini sa�layan, verimlili�ini artıran, ürünün kalitesini yükselten, maliyetleri dü�üren bir sanayile�me modeli olmu�tur. Organize Sanayi Bölgeleri bir çok geli�mi� ülkede, sanayile�menin kalabalık �ehir merkezlerinden daha uygun alanlara yönelmesini sa�lamak amacıyla uygulandı�ı bir devlet politikası niteli�ine dönü�mü�tür (Ardo�an ve Di�erleri, 1983:11). Hızlı ve yo�un de�i�im geçiren yerle�im merkezlerinde �ehirle�meyi yönlendirmek ve sınai faaliyetlerin düzenli bir �ekilde geli�mesini sa�lamak amacıyla Organize Sanayi Bölgeleri önemli bir görevi yerine getirmektedir. Çünkü sanayile�me açısından geli�mi� bölgelerin, önemli bir çekim gücüne sahip oldukları bilinmektedir. Sanayi kurulu�larının da�ınık ve birbirinden kopuk olmasının �ehir planlaması açısından birtakım sorunlara neden oldu�u açıktır. �ehirle�me ve sanayile�me ili�kilerini düzenlemek açısından önemli etkileri olan Organize Sanayi Bölgeleri, sanayi birimlerinin çevrede meydana getirece�i olumsuz etkilerin denetimini yapmak, sanayi kurulu�larının topluca bulundu�u yerlerde daha kolay ve ucuz üretim yapmalarını sa�lamak, daha dü�ük maliyetle altyapı hizmetlerinden yararlanmak bakımından önemli olanaklar sunmaktadır (Çezik ve Eraydın, 1982:53).

Organize Sanayi Bölgeleri sanayinin kurulup geli�mesi için gerekli fiziki ihtiyaçlarını kar�ılanmasını sa�lamasının yanı sıra, gelece�in müte�ebbislerinin yeti�melerini sa�lamak için de adeta pratik e�itim olanakları sunmaktadır (Ardo�an ve Di�erleri, 1983:11). Müte�ebbisler yatırım yapacakları sınai kurulu�ların dü�ük maliyetlerle sahibi olabilmekte, en ba�ta katlanmak zorunda oldukları arsa, altyapı, su, kanalizasyon, elektrik, çevre düzenlemesi gibi bir çok yatırımı ya hazır bulmakta ya da dü�ük maliyetlerle kullanabilmekte, firma faaliyete ba�ladıktan sonra da kullandı�ı enerji, su, yakıt gibi hizmetlerden yine uygun ekonomik ko�ullarda faydalanabilmekte, bu durum da müte�ebbislerin yatırım yapma isteklerini olumlu yönde etkilemektedir. Ayrıca sınai kurulu�ların faaliyette bulundukları sektörler açısından birbirlerini tamamlar nitelikte olmaları ve belli bir bölgede toplanmaları, hem i�letmeler arası bilgi akımını kolayla�tırmakta hem de devlet tarafından yapılan hizmetlerden daha uygun ekonomik ko�ullarda faydalanılmasını sa�layarak, firmaların yatırım yapma isteklerini olumlu yönde etkilemektedir.

236

Ülkelerin kalkınıp geli�mesi, refah seviyelerinin artması, toplum ihtiyaçlarını giderecek üretim araçlarının ve buna ba�lı olarak üretim miktarlarının artmasıyla gerçekle�ir. Küçük sanayi i�letmelerinin, toplumların sürekli artan ve de�i�en ihtiyaçlarını kar�ılamada tam olarak ba�arılı oldu�u söylenemese de, geli�mekte olan ülke ekonomilerinin yükünü çekme fonksiyonu büyük oranda küçük ve orta boy i�letmelere dayandı�ı için, bu ülkelerin refah seviyelerinin yükselmesi söz konusu i�letmelerin geli�mi�lik düzeylerine ba�lıdır. Bu noktada orta ve küçük ölçekli sanayi kurulu�larının te�vik edilip geli�mesi için Organize Sanayi Bölgeleri uygun ortamlar hazırlamaktadır (Özdemir, 1990:13). Organize Sanayi Bölgeleri bir çok ülkede te�vik tedbirleri olarak kullanılmı�, dengeli ekonomik büyüme ve bölgelerarası geli�me farklılıklarının giderilmesi amacıyla kalkınmada geri kalmı� bölgelerin sanayilerinin geli�tirilmesi amacıyla fiziki te�vik tedbirleri olarak kullanılmı�tır (�ktisadi Ara�tırmalar Vakfı, 1995:44). Bu �ekilde Organize Sanayi Bölgeleri uygulamalarıyla bir yandan düzenli, planlı bir sanayile�me ve �ehirle�me sa�lanırken, di�er yandan sanayi kurulu�larının üretim faaliyetinde bulunmaları için her türlü ihtiyaçlarının uygun ekonomik maliyetlerle kar�ılandı�ı belli bir üretim bölgesinde toplanmasının ortaya çıkardı�ı Dı�sal Ekonomiler’den de yararlanma olana�ına sahip olmaktadırlar (Türkiye Odalar ve Borsalar Birli�i, 1988:60).

Tüm bu açıklamalardan anla�ılaca�ı gibi temel olarak Organize Sanayi Bölgeleri, planlı kentle�meye katkı yapması, sanayile�menin az geli�mi� bölgelere kaydırılarak bölgesel dengeli geli�meye yardımcı olması, tarım alanlarının sınai üretim faalieyetleri için kullanılmasının önlenmesi, bölgede faaliyet gösteren firmaların genelde birbirini tamamlayacak sektörlerden olu�arak dı�sal ekonomiler olu�turması ve bu durumdan tüm firmaların yararlanması bakımlarından oldukça önemli i�levler yaptı�ı ortadadır.

1.5. Organize Sanayi Bölgeleri’nin Kurulu� ��lemleri Süreci

Organize Sanayi Bölgeleri’nin kurulu� i�lemleri, in�aat yapım süreci ve i�letmesinin hangi yetkili kurum ve kurulu�lar tarafından yapılaca�ı konusu ülkelere göre de�i�iklikler göstermektedir. Örne�in Organize Sanayi Bölgeleri’nin kurulup i�letilmeleri �ngiltere’de devlete ba�lı kamu kurumlar, Hollanda, Belçika, �talya ve Fransa’da Mahalli �darelerle, Sanayi ve Ticaret Odaları’nın birlikte kurdukları te�ekküllerin yetki ve sorumlulukları altında gerçekle�tirilmektedir. Ülkemizde Organize Sanayi Bölgeleri’nin ilk kurulu� a�amasından en son i�letmeye geçi� a�amasına kadar en yetkili kamu kurulu�u Sanayi ve Ticaret Bakanlı�ı’dır (Ardo�an ve Di�erleri; 1983:20).

1.6. Dünya’da ve Türkiye’de Organize Sanayi Bölgeleri’nin Geli�imi

Sanayi devriminin olu�turdu�u iktisadi ve sosyal geli�melerin dünyayı etkilemesi, XIX. yüzyılın sonlarına do�ru özellikle Batı Avrupa Ülkeleri ve

237

ABD’de sanayi, ticaret, konut gibi temel sektörlerde önemli de�i�ikliklere neden oldu. Bu sektörlerin geli�mesine ba�lı olarak artan talep kar�ısında topraklar çe�itli ve ayrıntılı planlarla alt parçalara bölünerek bu sektörlerin faaliyet alanları olarak kullanılmaya ba�landı(Ardo�an ve Di�erleri, 1983:9-15).

Güneyde Mersey Nehri, kuzeyde Irwell Nehri, kuzey ve batısında Manchester Liman Kanalı ile çevrili olan ve �ngiltere’nin liman kenti olan Manchester’da 1896 yılında kurulan ilk olarak kurulan Trafford Park Organize Sanayi Bölgesi (Trafford Park, 2007), daha sonra 1899’da ABD’de, 1904 yılında da �talya’da uygulamaları görülen Organize Sanayi Bölgeleri, 1950’li yıllardan sonra geli�mekte olan ülkelerde geni� uygulama alanı bulmu�tur (Ardo�an ve Di�erleri, 1983:9-15).

Organize Sanayi Bölgeleri uygulamalarına, ülkemizde planlı kalkınma dönemleriyle birlikte ba�lanmı�tır. Türk sanayinin geli�mesinde takip edilecek yolun planlama ile sa�lanaca�ı görü�ü benimsenince, sanayile�menin Organize Sanayi Bölgeleri aracılı�ıyla te�vik edilmesi uygulamasına Bursa Sanayi Odası’nın giri�imiyle pilot bölge olarak seçilerek 1961 yılında altyapı in�aatı çalı�malarına giri�ilmesi ve Dünya Bankası’ndan alınan krediyle 1966 yılında i�letmeye açılan Bursa Organize Sanayi Bölgesi ile ba�landı (Türkiye Odalar ve Borsalar Birli�i, 1988:57). Bursa Organize Sanayi Bölgesi’nde alt yapı yatırımlarının tamamlanmasıyla birlikte birkaç yıl gibi çok kısa süre içinde %70 oranında dolulu�a ula�ması Organize Sanayi Bölgeleri’nin kurulmasına yönelik e�ilimleri güçlendirdi ve 1964 yılından itibaren Konya, Manisa, Bartın ve Ankara Organize Sanayi Bölgeleri’nin kurulması planlanarak Türkiye’de Organize Sanayi Bölgeleri’nin yaygınla�masının önü açıldı. Organize Sanayi Bölgeleri’nin geli�im seyrine 1962-1994 dönemi itibariyle bakıldı�ında, bu dönemde 120 adet OSB’nin yapımına ba�lanmı�, bunlardan 8432 ha. (8.432.000 m2) büyüklü�ünde 35 adet Organize Sanayi Bölgesi’nin altyapı yatırımları tamamlanıp hizmete açılmı�, 29 tanesi kamula�tırma, 17 tanesi yeni proje a�amasında olup, bu Organize Sanayi Bölgeleri’nden �stanbul–Tuzla Deri tamamlanıp, Manisa, �zmir–Menemen Deri, �zmir–Atatürk, Tekirda�–Çerkezköy olmak üzere 5 tanesinin de Atık Su Arıtma Tesislerinin in�aatı tamamlanmı�tır (�ktisadi Ara�tırmalar Vakfı, 1995:47-58). 32 yıllık sürede OSB’lerin ülkemiz sanayisinin geli�mesine yaptı�ı katkının yeterlili�i tartı�ılmakla birlikte, OSB’lerin sanayiye olumlu katkılarda bulundu�u açıktır.

1995-2007 dönemi sonu itibariyle geçen 13 yıllık sürede kullanıma açılan Organize Sanayi Bölgeleri’nin sayısının 85’e ve kapladı�ı alanın ise 15.417 hektara (ha) ula�ması, (Sanayi ve Ticaret Bakanlı�ı, 2008) ayrıca 2008 yılında 11 OSB projesinin tamamlanmasının planlanması, ülke olarak Organize Sanayi Bölgeleri yoluyla sanayile�me sürecinde belli bir a�ama kaydetti�ini göstermi� olmakla birlikte, tamamlanmı� OSB’lerde parsellerin %88’inin tahsisinin yapılmasına ra�men ancak %59’luk kısmında (Devlet Planlama Te�kilatı, 2007:164) 257 OSB 67,048,98 hektar alanda üretim faaliyetlerinin devam

238

etmesi ve ki�i ba�ına dü�en OSB alanının 9.5 m² olması (Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kurulu, 2009) OSB’lerin son on yıllık dönemde önemli bir geli�me içinde oldu�unu göstermekle birlikte sorunların tamamen çözümü için, daha çok mesafe alınması gerekti�ini net olarak ortaya koymaktadır.

1.7. Konya Organize Sanayi Bölgeleri’ne Genel Bakı�

Ekonomisi öncelikle tarıma dayanan, daha sonra tarımda kullanılan tarımsal araçları kendi bünyesinde üretip tarımsal sanayi de öne çıkan, sanayile�me çabalarının 1950 yıllarında ba�ladı�ı, devlet yardımlarından pek yararlanmadı�ı için KOB�’lerin yo�un oldu�u, 15’i ilçelerde 21’i merkezde olmak üzere toplam 36 sanayi sitesinin kuruldu�u bir kent olan Konya’da (Küçükdere, 1996:28), Organize Sanayi Bölgesi kurma te�ebbüsü Konya Belediyesi ile ba�lamı�tır (Türkiye Odalar ve Borsalar Birli�i, 1987:1). Te�ebbüsüne 1966 yılında ba�lanan ve 150 hektar alan üzerinde 1967-1970 yılları arasında tamamlanarak hizmete giren Konya I. Organize Sanayi Bölgesi’nde 1993 yılı sonu itibariyle toplam 72 adet sanayi i�letmesinde yakla�ık 4000 ki�iye istihdam sa�lanırken a�ırlıklı olarak tarım makinaları ve otomotiv yan sanayi üretimiyle u�ra�an i�letmelerin yanı sıra mermer, alüminyum tüp, in�aat malzemeleri firmaları da yer almaktadır (Vural, 1993:1). 1999 yılında faaliyette olan firma sayısı 87’ye yükselmi�, 26 firma ile otomotiv yan sanayi imalatıyla u�ra�an firmalar ilk sırada, 17 firma ile tarım makinaları imalatıyla u�ra�an firmalar ikinci sırada yer almı�tır (Sanayi ve Ticaret �l Müdürlü�ü, 1999:30). Konya I. OSB’de 2008 yılı Temmuz sonu ilk itibariyle 150 firma faaliyetini sürdürürken, istihdam edilen ki�i sayısı 3323’tür. (Ceylan, 2008).

Konya I. Organize Sanayi Bölgesi’nde faaliyetlerini sürdüren firmaların ihtiyaçları kar�ılamada yetersiz kalması üzerine, Bakanlar Kurulu’nca 15.07.1976 tarihinde uygun görülerek 23 Temmuz 1976 tarih ve 15655 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmasıyla kurulan II. Organize Sanayi Bölgesi’nde, (Vural, 1993:1) hızla kurulu�, altyapı, arsa tahsisi ve üst yapı çalı�malarına ba�lanmı�tır. II. Organize Sanayi Bölgesi’nde 1994 yılında tahsisi yapılan sanayi parseli 246, üretime ba�layan firma sayısı 74, in�aat çalı�maları devam eden firma sayısı 137 ve proje a�amasındaki firma sayısı 14 iken, (Sanayi ve Ticaret �l Müdürlü�ü, 1995:43). 2006 yılında 5200 olan istihdam sayısı, (Sanayi ve Ticaret Bakanlı�ı, 2006:8) Konya II. Organize Sanayi Bölgesi tevsii alanı olarak Bakanlar Kurulu’nun 17 Mayıs 1996 tarihli kararı ve 22639 mükerrer sayılı Resmi Gazetede yayınlanmasıyla kurulan Konya'da III. Organize Sanayi Bölgesi, (Konya Organize Sanayi Bölge Müdürlü�ü, 2006:2) 20 Aralık 2005 tarihinde Sanayi ve Ticaret Bakanlı�ı’nın aldı�ı karar do�rultusunda Konya II. ve III. Organize Sanayi Bölgeleri olarak birle�tirilmi� ve daha sonra 6 Mayıs 2006 Genel Kurul kararıyla adı tanımlanan “Konya Organize Sanayi Bölgesi’nde (KOS)”, (Konya Organize Sanayi Bölge Müdürlü�ü, 2006:1) Gıda, Dokuma, Giyim, Orman, Basım, Rezerve Kauçuk, Lastik, Plastik, Kimya,

239

Demir, Çelik, Demir Dı�ı Metaller, Madeni E�ya, �n�aat, Tarım Alet ve Makinaları gibi çe�itli sektörlerde istihdam edilen personel sayısı yakla�ık 15.000 ki�iye yükselmi� ve ülke ekonomisine 500 milyon Euro katkı yapmaktadır (Türkyılmaz, 2007:26) ve 2009 ilk altı aylık aylık dönem itibariyle 304 firma faaliyetine devam etmektedir (Konya OSB Fabrika �simleri, 2009).

2. KONYA OSB’�NDE FAAL�YET GÖSTEREN F�RMALARIN SAH�PLER�N�N SOSYO-KÜLTÜREL AÇIDAN �NCELENMES�

Bu çalı�mada, Dünyada 18. yüzyılın sonlarında, ülkemizde ise 1961 yılından itibaren uygulamaları görülen ve sanayile�me sürecini hızlandırmak amacıyla yeni bir model olarak ortaya çıkan Organize Sanayi Bölgeleri uygulamalarının özelde de Konya’daki OSB’lerde faaliyet gösteren firma sahiplerine yönelik anket uygulaması yöntemi ve elde edilen veriler ı�ı�ında sosyo-kültürel yapısının ortaya konulması amaçlanmı�tır.

2.1. Anketin Kapsamı ve Örneklem Kitlesi

Konya ili merkezinde OSB’lerindeki faaliyet gösteren firmaların sahiplerinin sosyo-kültürel durumlarının ortaya çıkarılması amaçlanan anket uygulaması yöntemi ile firma sahiplerine konu ile ilgili çe�itli sorular yöneltilmi�tir.

Konya’da 2006 yılı sonu – 2007 yılı ilk altı aylık dönemi itibariyle I.,II. ve III. Organize Sanayi Bölgeleri’nde faaliyet gösteren faaliyet gösteren 381 sanayi firmasının örneklem kitlesi olarak seçildi�i bu çalı�mada, Konya’daki OSB’lerinde faaliyet gösteren firma sahiplerinin sosyo-kültürel yapıları incelenmi�tir.

2.2. Ara�tırmanın Yöntemi

Ekonometrik çalı�malarda sürekli kullanılan veri türleri, zaman serisi ve yatay kesit verileridir. Zaman serisi verileri, de�i�kenlerin geçen belli bir zaman dilimindeki de�i�ikleri gösterirken, yatay kesit verileri zaman içinde gün, hafta, ay gibi belli bir andaki tüketici, hane halkı, firma sahibi gibi tekil birimlerle ilgili verilerin gözlenen de�erlerini ifade eder (Uygur, 2001:102). Bu iki veri tipi uygulamalarda ayrı ayrı olarak kullanılırken, bir çok çalı�mada birlikte kullanılmaktadır ki bu ara�tırmada da karma, panel veriler olarak tanımlanan veri türü kullanılmı�tır.

Yapılan alan ara�tırmalarının amacı, örneklem kitleye sorulan sorulara verilen yanıtlar ı�ı�ında analiz, kar�ıla�tırma ve yorumlar yapılabilecek sonuçlara ula�abilmektir. Anket uygulaması yöntemi, sosyal bilimlerde yo�un bir �ekilde kullanılan veri ve bilgi toplama yöntemlerindendir. Bu çalı�mada anket yöntemi uygulanarak firmalardan mümkün olan en yüksek oranda yanıtlayabilecekleri soruların yer almasına özen gösterilerek olu�turulan bu

240

anket formu, 2006 yılı Kasım ayından itibaren OSB’inde faaliyet gösteren firma sahiplerine ve yetkililerine, çalı�manın ne amaçla yapıldı�ı, kapsamı ve önemi anlatılmı�, acele edilmeden ve itinayla doldurulması için de 2007 yılının �ubat ayından itibaren teslim alınmak için gelinece�i yani postayla gönderilme durumunun söz konusu olmadı�ı, ayrıca 2007 yılı Ocak ve �ubat ayları içerisinde anket formlarının doldurulmasıyla ilgili olası kar�ıla�ılabilecek soruların giderilmesi amacıyla zaman zaman gelinece�i belirtilerek, anket formlarının do�ru olarak doldurulmasının sa�lanması amaçlanmı�tır.

2.3. Verilerin Toplanması, Düzenlenmesi ve Analizi

2006 yılı Kasım ayından itibaren Konya’daki OSB’lerinde faaliyet gösteren firmalara verilen anket formlarının toplanmasına 2007 yılında ba�lanmı�, anket formlarının doldurulması kontrol edilerek teslim alınmı�, henüz doldurulmayan, eksik doldurulan anket formlarının doldurulmayan kısımlarının nasıl doldurulaca�ı anlatıldıktan sonra, sa�lıklı ve do�ru doldurulmasını temin için belirli aralıklarla tekrar gelinece�i belirtilmi�, anket formlarının doldurulması a�amasında düzenli olarak kontrolü yapılarak mümkün oldu�unca tam, do�ru ve ciddi bir �ekilde doldurulması temin edilmeye çalı�ılarak, anket formlarının teslim alınması i�lemi 2007 yılı ikinci yarısında tamamlanmı�tır.

Anket formlarını geri alma i�lemi sırasında firma yetkililerinin anketleri doldurma ve gerekli hassasiyeti gösterme konusunda pek de istekli oldu�u söylenemez. Faal firma sayısı 381 olmasına ra�men kaybolma, unutma, nerede oldu�unu bulamama gibi nedenlerden dolayı bir firmaya ortalama en az 4 anket formu ve toplamda da 1250 anket formunun verilmesi bunun en büyük ispatıdır ki “neredeyse zorlaya zorlaya anket formlarının doldurtulmasının sa�landı�ını söylemek” hiç de abartılı olmayacaktır. Her �eye ra�men anket formlarının firmalara 2006 yılı Kasım ayı itibariyle teslim edilip 2007 yılı ortasında 381 firmanın 254’ünden yani %67’sinden alınması sa�lanmı�, ancak di�er firma yetkililerine 4-5 defa anket formu verilmesine ra�men kendileri ve firmalarıyla ilgili kesinlikle bilgi vermek istemedikleri için, di�er firmaların anket uygulamasına katılımlarının sa�lanması mümkün olmamı�tır.

Anket formlarından elde edilen veriler önce MS Office Excel programına aktarılmı�, sonra Statistical Package for Social Sciences 11.0 (SPSS–Sosyal Bilimler için �statistik Paketi) sürümü kullanılarak analiz yapılmı�tır. Ayrıca sosyal bilimlerde ara�tırmalarda devamlı kullanılan SPSS programının yanı sıra verilerin analiz, grafik ve tablo olu�turulmasında MS Office Excel programı kullanılmı�tır.

241

2.4. Konya Organize Sanayi Bölgeleri’nde Faaliyet Gösteren Firmaların Da�ılımı ve Uygulanan Anket Formlarının Geri Alımının De�erlendirilmesi

Firma yetkililerine, yapılan çalı�manın önemi, amacı ile ilgili olarak gerekli ön açıklamalar ve bilgiler aktarılıp teslim edildikten sonra, firma yetkilileri tarafından doldurulup teslim edilen veya ankete olumsuz yakla�an firmaların sayısı ve oranı ile ilgili bilgiler Tablo 1’de gösterilmi�tir.

Tablo 1. Osb’lerde Faal Olan Firmalar Ve Anket Formlarının Da�ılımı

Organize Sanayi Bölgeleri

Faal Firma Sayısı %

Alınan Form Sayısı

Alınan Anket Formu ( %)

I. OSB 150 27,6 70 46,7 II. OSB 168 48,4 123 73,2 III. OSB 63 24,0 61 96,8 Toplam 381 100,0 254 66,7

*Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonucu Elde Edilen Veriler I�ı�ında Düzenlenmi�tir.

Yukarıdaki Tablo 1.’de görüldü�ü gibi, 2007 yılı itibariyle OSB’lerde faaliyet gösteren toplam firma sayısı 381, firmalardan doldurulup geri alınan anket formu sayısı 254, geri alma oranı ise %66,7’dir. Anket formlarının geri alınma sayıları ve oranları her bir Organize Sanayi Bölgesi için ayrı ayrı incelendi�inde, I. OSB’nde faaliyet gösteren firmalardan alınan anket formu oranı %46,7 ile en dü�ükken, II. OSB’nde %73,2 ve III. OSB’nde %96,8’dir. I. OSB’nde faaliyet gösteren firma sahiplerinin ankete II. ve III. OSB’ndeki firma sahiplerine göre daha az ilgi göstermeleri, kurulu� yılları itibariyle di�er OSB’lerdeki firmalara göre daha eski olmasına ba�lı olarak, yılların kazandırdı�ı alı�kanlıklarından kolayca vazgeçememeleri nedeniyle, firma sahiplerinin firma faaliyetlerinde yetki ve sorumlulukları tam olarak çocuklarına devredemediklerinden ve kendi i� konularında tecrübeli olmalarına ra�men anket, istatistik bilgilerine dayalı çalı�malara fazla ilgi göstermek istememeleri ile açıklanabilir.

2.5. Konya Organize Sanayi Bölgeleri’nde Faaliyet Gösteren Firmaların Sahiplerinin Çe�itli Sosyo-Kültürel Açılardan �ncelenmesi

Konya’daki OSB’lerdeki faaliyette gösteren firma sahiplerinin sosyo-kültürel durumlarının ortaya konulmasına yönelik yapılan anket uygulaması sonucu elde edilen veriler ı�ı�ında yapılan yorumlar, a�a�ıda belirtilmi�tir.

2.5.1. Firma Sahiplerinin Ya� Gruplarına Göre Da�ılımı

Konya’daki OSB’lerde faaliyet gösteren firmalarınn sahipleri ya�ları açısından incelendi�inde, yo�unlu�u %35 ile 40-49 ya� grubu olu�turmaktadır. Bu veri Konya’daki OSB’lerde faal olan firmaların sahiplerinin, firma yönetimlerini genç ku�aklara devretmede pek ba�arılı olmadıklarını, firma

242

yönetimlerindeki etkinli�in orta ve üstü ya� gruplarında oldu�unu göstermektedir. Nitekim firma sahiplerinin %7,1 ile en dü�ük oranı 20-29 ya� grubunu olu�turması ve % 12,6 olan 60 ya� üzeri grubun bile oldukça gerisinde kalması, arkadan gelen genç firma sahibi ve yönetici ku�ak yeti�tirme konusunda, Konya’daki OSB’inde faaliyet gösteren firmaların gerekli de�i�imi gösteremedi�ini ortaya koymaktadır.

Tablo 2. Firma Sahiplerinin Ya� Gruplarına Göre Da�ılımı

Firma Sahiplerinin Ya�ları Firma Sayıları % 20 – 29 18 7,1 30 – 39 45 17,7 40 – 49 89 35,0 50 – 59 70 27,6 60 + 32 12,6

Toplam 254 100 * Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonucu Elde Edilen Veriler I�ı�ında Düzenlenmi�tir.

2.5.2. Firma Sahiplerinin Ya�ları �tibariyle Organize Sanayi Bölgeleri’nde Faaliyet Gösteren Firmalar Bakımından Da�ılımı

Konya’daki faaliyet gösteren firma sahipleri ya�ları açısından ve her OSB için ayrı ayrı incelendi�inde, 60 ya� ve üzeri firma sahiplerinin en yo�un oldu�u OSB’nin %15,7 ile I.OSB’nde faaliyet gösteren firmalar olması, firma sahiplerinin firma yönetiminde genç ku�aklara yetki ve sorumluluk devretme konusunda yeterli düzeyde cesareti gösteremediklerini ve yönetimde kontrolü ellerinde tutmak istediklerini ortaya koymaktadır. II. OSB’inde 60 ve üzeri ya� grubunun sahibi oldu�u firmaların oranının % 8,9 ile en dü�ük oranı olu�turması, aynı zamanda genç ya� grubu olarak nitelenebilecek 30-39 ya� grubu firma sahiplerinin %20,3 ile en yo�un II.OSB olması, yetki ve sorumluluk devri konusunda daha geli�mi� bir dü�ünce yapısında olduklarını göstermektedir. Genç firma sahiplerinin oran olarak III. OSB için dü�ük olması, özellikle I.OSB’deki firmaların üretim taleplerini kar�ılamada yetersiz kalmasına ba�lı olarak faaliyetlerini, daha geni� alt yapı ve üst yapı olanaklarına sahip III.OSB’nde devam ettirmek istemeleriyle açıklanabilir.

Tablo 3. Firma Sahiplerinin Ya�ları �tibariyle Organize Sanayi Bölgeleri’nde Faaliyet Gösteren Firmalar Bakımından Da�ılımı

OSB Ya�

20 – 29

30 – 39

40 – 49

50 – 59

60 +

Toplam

I. OSB 5 11 24 19 11 70 II. OSB 9 25 43 35 11 123 III. OSB 4 8 20 20 9 61 Toplam 254

* Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonucu Elde Edilen Veriler I�ı�ında Düzenlenmi�tir.

243

2.5.3. Firma Sahipleri’nin Memleketlerine Göre Da�ılımı

Konya’daki faaliyet gösteren firma sahipleri memleketleri açısından incelendi�inde firma sahiplerinin %87,4’ünün Konya’lı olması, Konyalılar’ın kendi memleketlerinde yatırım yaptıklerını göstermesi bakımından olumlu olarak yorumlanabilirse de, ba�ta tüm kamu ve sivil toplum kurulu�larının yöneticileri olmak üzere tüm kurumların, Konya’nın avantajlı oldukları konuları ulusal gündeme ta�ımada, Konya’nın tanıtımını yapmada ve Konya dı�ında faaliyet gösteren ulusal firmalarla yabancı firmaların yatırımlarını Konya’ya çekebilme açısından ba�arılı olamadıklarını, ortak akıl birlikteli�ini sa�layamadıklarını göstermektedir.

Tablo 4. Firma Sahipleri’nin Memleketlerine Göre Da�ılımı

Memleket Firma Sayısı % Konya 222 87,4 Konya Dı�ı 32 12,6 Toplam 254 100,0

* Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonucu Elde Edilen Veriler I�ı�ında Düzenlenmi�tir.

2.5.4. Firma Sahipleri’nin Babalarının Mesleklerine Göre Da�ılımı

Konya’daki faaliyet gösteren firma sahipleri baba meslekleri açısından incelendi�inde %33,9 gibi yüksek bir oranın babalarının mesleklerini devam ettirdikleri, bunu %25,2 ile babaları çiftçi olanlar takip ederken, %8,2 ile babaları i�çi olanlar en az sanayici grubu olu�turmaktadır. Bu verilerden firma sahiplerinin çocuklarının babalarının yaptıkları mesleklerden önemli ölçüde etkilendiklerini, ikinci en yüksek oran olan babaları çiftçi olan firma sahipleri ise miras yoluyla tarlaların bölünerek küçülmesine ba�lı olarak çiftçilikten elde edilen gelirin göreceli olarak dü�mesi ve teknolojiye dayalı sanayi üretimi katma de�erinin tarım üretimine göre yüksek olmasının görülmesi ile açıklanabilir.

Tablo 5. Firma Sahipleri’nin Babalarının Mesleklerine Göre Da�ılımı

Baba Meslekleri Firma Sayıları %

Çiftçi 64 25,2

��çi 21 8,2

Memur 36 14,1

Tüccar 47 18,6

Sanayici 86 33,9

Toplam 254 100,0

* Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonucu Elde Edilen Veriler I�ı�ında Düzenlenmi�tir.

244

2.5.5. Firma Sahiplerinin Firmalarını Kurma Çe�idine Göre Da�ılımı

Konya OSB’nde faaliyet gösteren firma sahiplerinin %33,9’u baba mesle�ini devam ettirirken, çıraklıktan yeti�erek firmalarını bu duruma getirenlerin oranı %31,4, ortaklık yaparak firmamızı kurduk yanıtı verenler ise %28,4 olmu�tur. E�itimini alarak firmayı kurduk �eklinde yanıtlayanların % 6,3 gibi en dü�ük oranı te�kil etmesi, bilgiye sahip olma, ona ula�ma ve takip etmenin uluslararası bazda daha önem kazandı�ı günümüzde firmaların kısa, orta ve uzun vadede geli�melere uyum sa�lama bakımından olumsuz olarak etkilenebilece�ini ve sınai geli�meyle paralel bir ülke e�itim politikamızın artık olması gerekti�ini göstermesi bakımından önemlidir.

Tablo 6. Firma Sahiplerinin Firmalarını Kurma Çe�idine Göre Da�ılımı

��in Kurulma Çe�itleri Firma Sayısı % Baba Mesle�i 86 33,9 Ortaklık Yaptım 72 28,4 E�itimini Aldım 16 6,3 Çıraklıktan Bu Duruma Getirdim 80 31,4 Toplam 254 100,0

* Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonucu Elde Edilen Veriler I�ı�ında Düzenlenmi�tir.

2.5.6. Firma Sahiplerinin E�itim Düzeylerine Göre Da�ılımı

Konya OSB’nde faaliyet gösteren firma sahiplerinin %42,9’unun lisan üstü ve üniversite mezunu olması olumlu bir sonuçken, ilkö�retim mezunlarının % 32,3 ile ikinci sırada yer alması ve Meslek Yüksek Okulu, genel lise ve teknik lise mezunu firma sahipleri oranının toplamının ancak %24,8 olması ve ilk ö�retim mezunlarının altında kalması, belli bir süre ve seviyede e�itim almalarına ra�men kendi i�lerini yeterince kuracak düzeye gelmediklerini, bu durumun ise alınan e�itimin uygulamaya yönelik olmadı�ını, çalı�ma hayatına ilkokuldan sonra ba�layan ki�ilerin piyasanın içinde bir nevi yo�rulduklarından dolayı, i� hayatında daha ba�arılı olduklarını göstermektedir. Bu sonucun aynı zamanda e�itim politikalarının teorik ve demode olmu�luktan kurtarılıp, zaman geçirilmeden bir an önce uygulamaya yönelik uyarlanmasının gereklili�ini de ortaya koymaktadır.

Tablo 7. Firma Sahiplerinin E�itim Düzeylerine Göre Da�ılımı

E�itim Düzeyleri Firma Sayısı % Lisans Üstü 17 6,7 Lisans 92 36,2 MYO 8 3,1 Meslek / Teknik Lise 23 9,1 Genel Lise 32 12,6 �lk Ö�retim 82 32,3 Toplam 254 100,0

* Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonucu Elde Edilen Veriler I�ı�ında Düzenlenmi�tir.

245

2.5.7. Firma Sahiplerinin Yabancı Dil Bilmelerine Göre Da�ılımı

Konya OSB’nde faaliyet gösteren firma sahiplerinin %39,4 gibi yüksek kabul edilebilecek bir oranda kendileri için yeterli düzeyde en az bir yabancı dili bilmeleri, dünyanın neredeyse herkes için avuç içi kadar küçüldü�ü, tüm ülkelerin birbiriyle ticari ili�ki ve kıyasıya rekabet içinde oldu�u günümüzde, OSB’lerde faaliyet gösteren firmalar açısından sevindirici bir geli�me olmasının yanı sıra, kar�ılıklı ileti�imin ve geli�iminin hızlanmasının sa�lanması bakımından da önemli avantajlar sa�layacaktır.

Tablo 8. Firma Sahiplerinin Yabancı Dil Bilmelerine Göre Da�ılımı

Yabancı Dil Firma Sayısı % Biliyor 100 39,4 Bilmiyor 154 60,6 Toplam 254 100

* Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonucu Elde Edilen Veriler I�ı�ında Düzenlenmi�tir.

SONUÇ

Sanayile�meyi hızla gerçekle�tirmede bir model olan, dünyada ilk olarak 1896 yılında �ngiltere’de, Bursa’da pilot bölge uygulaması ile 1961 yılında ülkemizde, I. Organize Sanayi Bölgesi’nin kurulması ile 1966 yılında Konya’da ba�layan Organize Sanayi Bölgeleri uygulamalarının, ülkemiz ve Konya sanayine önemli katkıları oldu�u kabul edilen bir gerçekse de, olması gereken katkıyı yapmadı�ı da kabul edilen bir di�er gerçektir ki Organize Sanayi Bölgeleri’nin ve bu bölgelerde faaliyet gösteren firrmaların sorunlarının çözümlenmesi için ba�ta ilgili kamu kurumları ve sivil toplum örgütleri olmak üzere tüm kesimlerin gayretleri, bu konuda alınması gereken uzun bir yol oldu�unu da açıkça göstermektedir.

Konya Organize Sanayi Bölgeleri’nde faaliyet gösteren firmaların sahiplerinin sosyo-kültürel durumlarının anla�ılması amacına yönelik yapılan anket uygulamasından elde edilen çıkarımlar �u �ekilde sıralanabilir;

- Firma yönetimlerinde genç ku�aklara yetki ve sorumluk devretme konusunda ba�arılı olamamı�lardır.

- Firma sahiplerin çok büyük oranda Konyalı olması, kendi memleketlerinde yatırım yapmaları bakımından olumlu olarak yorumlanmakla birlikte, aynı zamanda ba�ta sivil toplum kurulu�ları ve yöneticileri olmak üzere tüm kurumların, Konya’nın tanıtımını yapamadıkların, Konya’nın avantajlı oldukları konuları ulusal gündeme ta�ıyamadıklarını ve buna ba�lı olarak ulusal ve uluslararası firmaların yatırımlarını Konya’ya çekebilme açısından ba�arılı olamadıklarını göstermektedir.

- Firma sahiplerinin önemli bir kesimin baba mesleklerini sürdürmesi, e�itimini alarak firma kuranların oranının çok dü�ük olması, firma sahiplerinin

246

geli�en dünya ko�ullarına ba�lı yeni i� kollarına atılmadıklarını, babalarından ö�rendiklerini devam ettirme yolunu seçtiklerini ortaya göstermektedir.

- Konya OSB’nde faaliyet gösteren firma sahiplerinin yakla�ık yarıya yakınının lisan üstü ve lisans mezunu olması olumlu bir durumken, ilkö�retim mezunlarının ikinci sırada yer alması ve Meslek Yüksek Okulu, genel lise ile teknik lise mezunu firma sahipleri oranının toplamının ilk ö�retim mezunlarının altında kalması, alınan e�itimin ülke ko�ullarıyla uyu�madı�ını ve uygulamaya yönelik olmadı�ını, çalı�ma hayatına ilkokuldan sonra ba�layan ki�ilerin piyasanın içinde bir nevi yo�rulduklarından dolayı, i� hayatında daha ba�arılı olduklarını göstermektedir. Bu sonucun aynı zamanda e�itim politikalarının teorik ve demode olmu�luktan kurtarılıp, zaman geçirilmeden bir an önce uygulamaya yönelik uyarlanmasının gereklili�ini de ortaya koymaktadır.

- Firma sahiplerinin yakla�ık %40’ının kendilerini ifade edebilecek düzeyde en az bir yabancı dil bilmesi, dünyanın neredeyse herkes için adeta avuç içi kadar küçüldü�ü, tüm ülkelerin birbiriyle ticari ili�ki ve kıyasıya rekabet içinde oldu�u günümüzde, OSB’lerde faaliyet gösteren firmalar açısından sevindirici bir geli�medir.

KAYNAKÇA

Ardo�an, Leman ve Di�erleri. (1983). Türkiye’de Dünya’da Sanayi Bölgeleri ve Uygulamaları, Türkiye Odalar ve Borsalar Birli�i (TOBB) Yayınları No:311. Ankara: Geli�im Matbaası.

Çezik, Asuman ve Eraydın, Ayda. Türkiye’de Organize Sanayi Bölgeleri (1961–1981). (1982). Ankara: DPT Yayınları. No:1839.

(DPT) Devlet Planlama Te�kilatı. (2007). 2008 Yılı Programı Bakanlar Kurulu Kararı, Ankara: DPT.

Eren, Aslan. (1989). Türkiye’nin Ekonomik Yapısının Analizi, Mu�la: Bilgehan Basımevi.

Ersoy, Turan. (1981). �stihdam Sorunu ve ��sizli�in Azalması, Ankara: DPT.

Ceylan, Ali. (2008). “I. Organize Sanayi Bölgesi”. Mülakat. Konya,: 14 A�ustos 2008.

Dülgero�lu, Ercan. Türkiye’de Organize Sanayi Bölgeleri, (1993). Ankara: Makine Mühendisleri Odası Yayını.

�ktisadi Ara�tırmalar Vakfı (�AV). (1995). Adana Ekonomisinin Geli�mesi Organize Sanayi Bölgesinin Geli�medeki Yeri ve Önemi, �stanbul: �AV Yayını.

�stanbul Sanayi Odası (�SO), (1995). Organize Sanayi Bölgelerine �lgi Artıyor, Sayı: 351. Haziran-1995. �stanbul: �SO Yayını.

247

Karluk, Rıdvan. Cumhuriyetin �lanından Günümüze Türkiye Ekonomisinde Yapısal Dönü�üm. (2005). Gözden Geçirilmi� 10. Baskı. �stanbul: Beta Yayınları.

Karluk, Rıdvan. Türkiye Ekonomisi Tarihsel Geli�im–Yapısal De�i�im. (1995). �kinci Baskı, Eski�ehir: Beta Yayınları.

Konya Organize Sanayi Bölge Müdürlü�ü. (2006). Konya Organize Sanayi Bölgesi. Brifing. Konya.

“Konya OSB Fabrika �simleri”. http://www.kosb.gov.tr/tr/default.asp. Eri�im Tarihi: 01.07.2009.

Küçükdere, Mustafa. “Tarihi Ba�kentten Sınai Ba�kente Do�ru”. (A�ustos 1996). Sayı:13. Konya: Konya Sanayi Odası Dergisi.

(OSBÜK) Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kurulu, OSB’lerin Fiziki Durumu http://www.osbuk.org/doc/osb_fiziki_durum_nisan.xls. Eri�im Tarihi: 06.06.2009.

Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kurulu (OSBÜK). (2007). Türkiye’de Organize Sanayi Bölgeleri’nin Kurulu�u ve Geli�imi Raporu. Ankara.

(OSBÜK) Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kurulu, OSB Alan Ölçülerine Göre �llerin Sıralaması. http://www.osbuk.org/doc/osb_alan_olculeri_nisan.xls, Eri�im Tarihi: 06.06.2009.

Özdemir, Mahmut. Türkiye’de Organize Sanayi Bölgeleri. (1990). Ankara: M-N Ofset.

Sanayi ve Ticaret Bakanlı�ı, Organize Sanayi Bölgeleri Geli�im Grafi�i. http://www.sanayi. gov.tr/webedit/gozlem.aspx?sayfaNo=1530. Eri�im Tarihi: 05.08.2008.

Sanayi ve Ticaret Bakanlı�ı Strateji Geli�tirme Ba�kanlı�ı. (Nisan 2006). �llerin Sanayi ve Ticaret Durum Raporu. Konya.

Sanayi ve Ticaret �l Müdürlü�ü, 1999 Yılı Konya �l’inin Yıllık Ekonomik ve Ticaret Durumu Hakkında Rapor, (2000). Konya.

Sanayi ve Ticaret �l Müdürlü�ü, 1994 Yılı Konya �l’inin Yıllık Ekonomik ve Ticaret Durumu Hakkında Rapor.(1995). Konya.

“Trafford Park”, www.msim.org.uk, Eri�im Tarihi: 14.05.2007

(TOBB) Türkiye Odalar ve Borsalar Birli�i, Orta Anadolu Bölgesi Ekonomik Raporu. (1988). Ankara: Türkiye Odalar ve Borsalar Birli�i Genel Yayını No: 56.

Türkiye Odalar ve Borsalar Birli�i, Konya Organize Sanayi Bölgesi Projesi, (1987). Ankara: TOBB Yayını.

248

Türkyılmaz, Vahit. “We will be industrial capital of Turkey”. (A�ustos 2007). Ankara: Yıl:3. Sayı 28. Society of Europen Journalists TRUE. Umut Basım Sanayi.

Uygur, Ercan. Ekonometri Yöntem ve Uygulama, (2001). Ankara: �maj Yayıncılık.

Vural, Atilla. “Konya �kinci Organize Sanayi Bölgesi”. (01.12.1993) Konya: Brifing.

Vural, Atilla. “Konya II. Organize Sanayi Bölge Müdürlü�ü”. (18.10.1993). Brifing. Konya.

249

KURUM �Ç� �LET���M DÜZEY�N�N BEL�RLENMES�NE YÖNEL�K B�R ALAN ARA�TIRMASI

(KONYA MAL� MÜ�AV�RL�K BÜROLARI ÖRNE��)

∗E. Fazıl ÇÖLLÜ ∗∗ M.Erhan SUMMAK

ÖZET

Bu ara�tırma yeminli mali mü�avir bürolarında kurum içi ileti�im düzeyini belirlemek amacıyla yapılmı�tır. Birlikte çalı�an insan etkile�im kurmak zorundadır; i�görenler ihtiyaçlarını, dü�üncelerini, planlarını, uzmanlıklarını birbirlerine aktarmak zorundadırlar. �leti�im bu ba�lamda bilginin payla�ıldı�ı, etkinliklerin koordine edildi�i ve daha iyi kararlar alma anlamına gelmektedir

�leti�im, kurumsal yapı, amaç ya da i�levleri ne kadar farklı olursa olsun bütün örgütlerde i�levleri, grupları ve bireyleri tek bir amaçta toplayan bir araç olacaktır. Bunun bir sonucu olarak etkili kurum içi ileti�im; resmi kurumlar, özel sektör ve sivil toplum kurulu�ları için çok önemli bir faktördür.

�yi i�leyen bir muhasebe ve denetleme düzenini kurmadan, iktisadi olarak kalkınmı� ve istikrarlı bir seviyeye yükselmi� bir ülke dü�ünülemez. Bu ba�lamda yeminli mali mü�avirlik ülkemizin ekonomik açıdan kalkınması açısından önemli katkıları olan meslek dalıdır. Yeminli mali mü�avirlik bürolarında verilen hizmetin etkinli�i ve verimlili�ini etkileyen unsurlardan biri de kurum içi ileti�imin etkin bir �ekilde i�leyi�idir.

A RESEARCH TO DETERMINE INTRA-ORGANIZATION

COMMUNICATION (THE CASE OF KONYA PUBL�C ACCOUNTANT OFF�CES)

ABSTRACT

This study is carried out in order to determine the intra-organization communication level. People working together have to communicate. Employees need to communicate their needs, thoughts, plans and experiences to each other. At this point communication means the sharing of knowledge, coordination of activities and making sound decisions.

Communication is a medium that incorporates the functions, groups and events at a common point. As a result of this fact efficient intra-organization communication is an important factor for public sector, private sector and non governmental organizations.

It is impossible to think about reaching to a developed and stable level without constructing an effective and sound working accounting and supervision department. With this respect public accountant professionals are

important regarding to the development and stability of our country. One of the important factors affecting the services being served in public accountant offices is the efficient flow of intra-organizational communication.

∗ Ö�retim Görevlisi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler M.Y.O. Konya. e-mail: [email protected] ∗∗ Ö�retim Görevlisi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler M.Y.O. Konya. e-mail: [email protected]

250

1. Giri� Örgütsel ileti�im; kurum içinde kurum üyelerinin birbirleriyle mesaj ve

anlam payla�ma süreçleri olarak nitelendirilebilirken, kurum dı�ında ise daha çok kurumun tüzel ki�ili�iyle zaman zaman da yine üyeleriyle dı� çevre arasında mesaj ve anlam payla�ma süreci olarak tanımlanabilir.

Ara�tırmalar etkili ileti�im sistemiyle örgütsel performans arasında ili�ki oldu�unu ortaya koymu�tur. Daha iyi bilgilendirilmi� çalı�anların daha iyi çalı�anlar olacaklarına inanılmaktadır. Kurum içi ileti�imin iyi i�ledi�i i�yerlerinde çalı�an verimlili�i yüksektir ve i� gücü devri de dü�üktür. Yeminli mali mü�avirlik bürolarında kurumsal ileti�im verimlilik açısından önem arz etmektedir.

Kalkınma çabası içerisinde bulunan ülkelerin, di�er ileri ülkelerde oldu�u gibi mali mü�avirlik mesle�ine gereken önemi vermeleri zorunludur. Çünkü gerek kaynakların belirlenmesinde güvenilir bilgilerin sa�lanması, gerekse ülke çapında denetim fonksiyonunun yaygınla�tırılmasında bu mesle�e büyük ihtiyaç vardır.

2. Yeminli Mali Mü�avirlik Mesle�i Çok iyi bir i�letme iktisadı bilgisi bulunan, mali hukuk ve muhasebe

kültürüne dayanarak; i�letmelerin muhasebe, hesap, istatistik, bütçe ve her türlü mali konuların planlaması ve bu alanlardaki problemlerin çözümü ile u�ra�an mali mü�aviri; genel olarak, i�letmelerin ekonomik, mali ve hukuki durumları ile vergiye ili�kin i�lemlerini her�eyden önce muhasebe kurallarına, gerçeklere ve yasalara uygunluk açısından inceleyerek, gerekti�inde bu konulardaki tarafsız görü�ünü ilgililer yararına sunan uzman ki�idir. (Uçar, M., 1996: 120),

Yeminli mali mü�avirlik mesle�inin konusu, 3568 Sayılı yasaya göre, gerçek ve tüzel ki�ilerin veya bunların te�ebbüs ve i�letmelerinin mali tablolarının ve beyannamelerinin mevzuat hükümleri, muhasebe prensipleri ve muhasebe standartlarına uygunlu�unu ve hesapların denetim standartlarına göre incelenmesi ve tasdik edilmesidir. Yeminli mali mü�avirler ile sözle�me yapanların ise defter ve belgeleri, kamu idaresinin yetkili memurlarınca incelenmi� sayılır. Bu açıdan yeminli mali mü�aviri, tasdik konusuyla sınırlı kalmak üzere vergi inceleme yetkisi verilmi� yarı kamu elemanı olarak ta tanımlamak mümkündür. (Canikli, N., 1996: 57)

Vergilerin zamanında ve gerçek kâr oranında devlet bütçesine kazandırılmasında yeminli mali mü�avirlik mesle�inin ülke ekonomisine katkısı büyüktür. Ülkemizde muhasebe ve denetleme mesle�i yasal bir çerçeve içerisine oturtulmasıyla yolsuzlukların önüne geçilebilecektir.

Ba�ımsız muhasebe ve denetleme mesle�i, serbest piyasanın vazgeçilmez bir kurumudur.1

Ba�ımsız muhasebe ve denetleme mesle�i serbest piyasa ekonomisinin emniyetini sa�layan bir subab i�levini görür ve güvencesidir. (Yazıcı, M., 1987: 10)

251

3. Kurumsal �leti�im Örgüt, toplumsal gereksinimlerin bir bölümünü kar�ılamak üzere önceden

belirlenmi� amaçları gerçekle�tirecek görev ve rolleri yapmak için güçlerin, eylemlerini e�güdümleyen i� görenlerden olu�an toplumsal, açık bir sistemdir (Geçikli, 2004: 108). Dolayısıyla açık sistemin bir gere�i olarak kurumsal ileti�im ön plana çıkmaktadır.

�leti�im sistemine ihtiyaç duyulmayan hiçbir sosyal olu�um ve is dü�ünülemez. �leti�im sistemini sa�lıklı bir biçimde yapılandıramayan hiçbir kurumun yasaması pek mümkün görünmemektedir. Çünkü açık sistem olan kurumların dı� çevrelerinden sürekli girdi almaları ve aynı çevreye çıktı vermeleri gerekmektedir. Bu da çevreyle etkile�im kurarak mümkün olabilir. Buradan yola çıkarak kurumlarda etkin bir yönetimin ancak iyi bir ileti�im a�ıyla mümkün olaca�ı söylenebilir. Bunun da ötesinde ileti�im, kurum faaliyetlerinin temelini olu�turmaktadır (Gökçe, 2001: 138, 139).

�leti�imin olmadı�ı yerde örgütler olmaz çünkü bütün toplumsal etkile�imlerin içinde ileti�im vardır. �leti�im örüntüleri sayesinde, örgüt içindeki faaliyetlerin daha sa�lıklı ve sistemli bir �ekilde yürütülmesi hedeflenir. Fakat bazı durumlar bu ileti�im sistemlerini engelleyici hatta bozucu durumlar ortaya çıkarabilir(Ertürk, 2006:45).

Kurum üyeleri arasında olması gereken etkile�imi saptayan ö�e örgütsel ileti�imdir. Çevresinden etkilenen ve aynı �ekilde çevresini etkileyen karma�ık bir açık sistem meydana getiren örgütsel ileti�im; iletilerin akısını, amacını, yönünü ve araçlarını da içermektedir. Bunun yanı sıra örgütsel ileti�im; insanları, onların tutumlarını, duygularını, ili�kilerini ve becerilerini de içermektedir (Vural, 2003: 140).

Çok farklı görü�ler olmasına ra�men birkaç ortak nokta pek çok anlayı�ın içinden tespit edilebilir:

� Örgütsel ileti�im; içsel ve dı�sal çevrenin her ikisi tarafından da etkilenen ve bu çevrelerin her ikisini de etkileyen birden çok ö�eden olu�an açık bir sistemde ortaya çıkar.

� Örgütsel ileti�im mesajları ve onların akı�ını, amacını, yönünü ve aracını içerir.

� Örgütsel ileti�im insanları ve onların tutumlarını, duygularını, ili�kilerini ve becerilerini kapsar. Bu i�levsel model örgütsel ileti�imin tanımının olu�masına önderlik eder:

� Örgütsel ileti�im; çevresel belirsizli�in üstesinden gelmek için birbirine ba�lı ili�kiler a�ı içerisinde mesajların olu�turulması ve de�i�tirilmesi sürecidir.

� Örgütsel ileti�imin bu algılaması yedi anahtar kavramı içerir: süreç, mesaj, a�, kar�ılıklı ba�lılık, ili�ki, çevre ve belirsizlik (Goldhaber, 1990: 16).

Örgütsel ileti�im; kurumda meydana gelen, kurumla ilintili ve kurumun yaptı�ı �leti�im demektir. Kurumda olan ileti�im dendi�inde, örgütsel ileti�im kurum içi ili�kileri ifade eder. Kurumun yaptı�ı ileti�im anlamında ise kurumun

252

dı� çevresiyle yaptı�ı ileti�imi, planlanmı� ili�kiyi, örne�in kurumun yaptı�ı propaganda ya da halkla ili�kiler çalı�malarını kapsar (Erdo�an, 2005: 260).

Bütün kurumların ba�arıya ula�ması için çalı�anlar arasındaki etkili ileti�im büyük öneme sahiptir. �ster büyük ya da küçük olsun bir kurumun kendi içinde bölümler arasında ya da dı� dünyayla yaptı�ı bilgi payla�ımı kurumu birbirine ba�layan bir yapı�tırıcıdır. �ster üst düzey bir yönetici olsun ya da alt düzey bir çalı�an kurumun bir üyesinde di�erlerinin i�lerini yapmak için ihtiyaç duydukları bilgiler olacaktır. Aynı zamanda di�erleri de o kurum üyesi için büyük önem ta�ıyan bilgilere sahip olacaktır. ((Bovée ve Thill, 2000: 7).

Kurumlar; kurumsal ileti�im açısından hedef kitlelerini temel olarak kurum içindekiler ve dı�ındakiler olmak üzere ikiye ayırmaktadırlar. Kurum içindekiler kurumun üyeleri ya da çalı�anlardan olu�maktadır. Bu kimseler kurumu hem içeriden hem de dı�arıdan gözlemleme olana�ına sahip oldukları için kurum açısından önemli bir etkinli�e sahiptirler. Çünkü kurum içi ileti�imin muhatabı olan bu gruplarda kurumla ilgili olarak olumlu bir görü� olu�tu�unda, bu durum onların yakın çevrelerini dolayısıyla da kurumun dı� çevresindeki kitleyi etkileyecektir. (Okay, 1999: 177)

4. Kurum �çi �leti�im Kurum içi ileti�im, ki�i ve grupların ötesinde, kurumun isleyi�i ve

amaçların gerçekle�tirilmesi ile de yakından ilgilidir, kurumun isleyi�ini ve amaçlarını gerçekle�tirmek için kurumu olu�turan çe�itli bölümler arasında ve kurum ile çevresi arasında devamlı bir bilgi ve dü�ünce alı�veri�i sa�layan toplumsal bir süreçtir (Güney, 2001: 199-200)

Günümüzde artık, örgütler insan odaklı bir yönetim anlayı�ını benimsemi� ve bu da beraberinde ileti�im olgusunun öne çıkmasına neden olmu�tur. Örgüt ve birey üzerinde önemli etkileri olan ileti�im, yöneticilerin ba�arısı ve örgütün etkinli�inde de büyük rol oynayan bir süreçtir ve bu sürecin etkin bir �ekilde yönetilmesi gerekmektedir.

�nsan ili�kileri kuramcıları için kurumsal ileti�im, i�görenlere yalnızca yukarıdan a�a�ıya, ise ili�kin bilgi ve emir verme i�leviyle sınırlı de�ildir. Di�er bir deyi�le ileti�im yalnızca kar�ılıklı bilgi alı�veri�ini sa�layan bir araç olmayıp, i�görenlerin is doyumunu ve moralini de önemli ölçüde etkileyen ve verimlili�i artıran bir öneme sahiptir.(Gürgen, 1997: 48)

Kurum üyelerinin hizmet verdikleri kurulu�tan maddi beklentileri kadar manevi (saygınlık, statü kazanma, saygı görmek gibi sosyal; is doyumu elde etmek, takdir edilmek gibi psikolojik) beklentileri de vardır. Ço�unlukla i�görenlerle kurum arasında maddi beklentilerle ilgili yazılı bir anla�ma söz konusu olup, manevi beklentiler bunun dı�ında kalır, oysa i�görenlerin kuruma ba�lılıklarını, dolayısıyla i� verimini maddi faktörler kadar manevi unsurlar da etkiler. (Pelteko�lu, 2001: 336)

Bütün örgütsel çevrelerde iki temel ileti�im a�ı vardır. Bunlar biçimsel ve biçimsel olmayan ileti�im a�larıdır (Richmond vd., 2005: 27). Biçimsel ve biçimsel olmayan ileti�im kanalları kurumdan kuruma farklılık gösterir (Ewald

253

ve Burnett, 1997: 41). Bir kurumun iç ve dı� ileti�im a�ları ba�lamında biçimsel (resmi) ve biçimsel olmayan (gayr-ı resmi) ileti�im kanalları mesajın nereden gönderildi�ine göre tanımlanır. Biçimsel kanallar; mektuplar, raporlar, kısa notlar, öneriler, konu�malar ve sözlü sunumları kapsar. Biçimsel olmayan ileti�im kanalları ise ofis dedikodusu, bireysel temaslar, arkada�lıklar gibi kanalları içerir. (Erdo�an, 2005: 269)

Biçimsel kanaldaki ileti�imin yönü ileti�im akı�ı olarak bilinir (Boone vd, 1997: 20). �leti�im kurumda üç yönde akar: dikey, yatay ve çapraz (Kutani�, 2003: 134). Dikey ileti�im kurumdaki farklı hiyerar�ik düzeydeki çalı�anlar arasında gerçekle�en ileti�imi içerir (Kreps, 1989: 203; Richmond vd, 2005: 28). Dikey ileti�im, yöneticiler ve çalı�anlar arasında a�a�ı ve yukarı do�ru ileti�ime odaklanır (Richmond vd., 2005: 28; Lahif ve Penrose 1997: 26). Yatay ileti�im ise kurumda aynı düzeydeki çalı�anlar arasında gerçekle�en ileti�imdir. Bir kurumda e�it düzeyde ya da çok yakın düzeylerde çalı�anlar arasındaki ileti�ime odaklanır. Kurumun tamamına yayılan bir ileti�imdir (Richmond vd., 2005: 28; Lahif ve Penrose 1997: 26). Çapraz ileti�im ise farklı çalı�ma birimlerindeki birbirinin astı ya da üstü olmayan çalı�anlar arasındaki bilgi alı�veri�idir (Ober, 2001: 13).

5. Kurum �çi �leti�imin ��levleri �leti�im kurumlarda pek çok i�levleri yerine getirir. Örgütsel ba�lamda

ileti�im altı i�levi yerine getirir. Bu i�levler; bilgi verme, düzenleme, bütünle�(tir)me, yönetim, ikna etme ve sosyalle�tirmedir (Richmond vd., 2005: 25) :

� �leti�imin bilgi verme i�levi: Bu i�lev, ki�iye dönük, yansız ve açıklayıcıdır. Çalı�anların islerini etkili bir �ekilde yapabilmeleri için onların ihtiyaç duydukları bilgiyi sa�lama i�levini yerine getirir. �nsanlar isleriyle ilgili süreç ya da politika de�i�ikliklerinden haberdar edilmek ihtiyacı duyarlar. Bazen bu i�lev yüksek çalı�ma düzeyindeki insanlar tarafından dü�ük çalı�ma düzeyindeki insanlara ya da tersi biçiminde mesaj gönderimi seklinde gerçekle�tirilir. Di�er zamanlarda ise, insanların bilgi ihtiyacı onları bilgi ihtiyacı duyan ve onu gidermek isteyen di�er insanlarla temasta bulunmaya zorlar.

� �leti�imin düzenleme i�levi: Bu i�lev, ileti�imin kurumda düzenleyici politikaları yönetmesi ya da mesajların kurumun devamlılı�ını sa�lamasıdır. Örne�in bir çalı�an bazı kural ya da düzenlemeleri ihlal etti�i ve bunu tekrar yapmaması yönünde yönetici tarafından bilgilendirilebilir. �leti�imin düzenleyici i�levi genellikle pek hös de�ildir ancak kurumun düzenleyici operasyonları için gereklidir.

� �leti�imin bütünle�tirici i�levi: Ortak bir hedefe do�ru görevlerin es güdümüne, is bölümüne, grup es güdümüne ya da is birimlerinin birle�tirilmesine odaklanır. Di�er bir deyi�le ileti�im insanları birlikte çalı�maya yönlendirir ve görevlerin es güdümünü sa�lar böylece "sol el sa� elin ne yaptı�ını bilir". Bu i�lev insanları birlikte çalı�tıran ve

254

islerin daha sorunsuzca yürümesini sa�layan bir yakla�ımdır. Örne�in danı�manlar çalı�anların birbirlerinin islerinin aynını yaptıklarını göreceklerdir. Oysa ki daha fazla birle�tirici ileti�im olsaydı biri bir isi yaparken di�eri de onunla ilgili di�er bir isi yapacaktı.

� �leti�imin yönetim i�levi: Üç amacı yerine getirmeye çalı�ır. �leti�im; (a) personelin neye ihtiyaç duydu�una, (b) onları daha iyi duruma getirecek bilgiyi ö�renmeye ve (c) personelle ili�kiler geli�tirmeye odaklanır. E�er birisi bireyler arası ili�ki hedefini ve anla�ılmı� hedefi bilirse o, çalı�anları nasıl yönetece�ine ili�kin daha iyi bir sansa sahip olabilir.

� �leti�imin ikna edici i�levi: Yönetim i�levinin bir sonucudur. Burada yönetici çalı�ana özel bir �ey yaptırmak için onu etkileme çabası içerisindedir. Aslında bir emir aynı i�levi yerine getirebilir, bu yakla�ım üstler ve astlar arasında daha iyi ili�kiler kurar.

� Sosyalle�tirme i�levi: Di�er i�levler açıkça görünmesine ve nadiren yöneticiler ve çalı�anlar tarafından ihmal edilse de sosyalle�tirme i�levi sıkça görmezden gelinir. Bu belki de ileti�imin en önemli i�levidir. Bir kurumda ileti�imin sosyalle�tirme i�levi birisinin o kurumda iyi bir �ekilde ya�ayıp ya�amadı�ına bakılarak anla�ılabilir. Sosyalle�tirme herkesle arkada� olma anlamını ta�ımaz. Bu i�lev kurumda ileti�im a�larıyla bütünle�me anlamına gelir. Bu i�lev kimin kimle ne konu�ması gerekti�ini ayrıca ne konu�maması gerekti�ini de belirtir. Belirli özel �artlarda ne söylenmesi ve ne söylenmemesi gerekti�ini de ortaya koyar. Bir çalı�anın di�er çalı�anlara nasıl hitap etmesi (bayan, doktor) gerekti�ini belirtir. Kurumun resmi olmayan kurallarını belirtir.

255

KURUM �Ç� �LET���M DÜZEY�N�N BEL�RLENMES�NE YÖNEL�K B�R ALAN ARA�TIRMASI

(KONYA MAL� MÜ�AV�RL�K BÜROLARI ÖRNE��) SORU 4 Tablo 1: ��yeri içindeki bütün ki�iler ve bölümlerin birbirleriyle

koordineli ve i�birli�i içinde çalı�ması.

Frekans %

Kesinlikle Katılmıyorum 0 0

Katılmıyorum 0 0

Kararsızım 4 12,1

Kesinlikle Katılıyorum 14 42,4

Katılıyorum 15 45,5

Toplam 33 100,0 Tablo 1’e göre “��yeri içindeki bütün ki�iler ve bölümler birbirleriyle

koordineli ve i�birli�i içinde çalı�maktadır.” �eklindeki yargı cümlesine ankete katılanların %42,4’i “Kesinlikle katılıyorum”, %45,5’i “Katılıyorum”, �eklinde cevap vererek, önemli bir kısmı i�yerinde koordineli bir çalı�manın yapıldı�ını ifade etmektedirler. Bu sonuç ara�tırmamızın yapıldı�ı i�yerlerinde kurum içi ileti�imin iyi i�ledi�inin bir göstergesi olarak anla�ılabilir.

SORU 30 Tablo 2: ��yerinin vizyonu, misyonu ve hedeflerinin çalı�anlara

aktarılması.

Frekans %

Kesinlikle Katılmıyorum 2 6,1

Katılmıyorum 1 3,0

Kararsızım 6 18,2

Kesinlikle Katılıyorum 7 21,2

Katılıyorum 17 51,5

Toplam 33 100,0 Tablo 2’e göre, “��yerimizin vizyonu, misyonu ve hedefleri bize

anlatılmaktadır” �eklindeki yargı cümlesine ankete katılanların %21,2’si “Kesinlikle katılıyorum”, %51,5’i “Katılıyorum”, %18,2 “Kararsızım” �eklinde

256

cevap vermek suretiyle önemli bir kısmı i�yerinin vizyon ve misyonunun kendilerine anlatıldı�ını ifade etmektedirler. Misyon ve vizyonun çalı�anlar tarafından bilinmesi kurum içi ileti�imin etkin bir �ekilde yürütülmesinin bir sonucu olarak anla�ılabilir.

SORU 33 Tablo 3: ��yeri içerisinde ileti�im zamanında gerçekle�mesinin, karar

alma sürecinin hızına etkisi.

Frekans %

Kesinlikle Katılmıyorum 2 6,1

Katılmıyorum 2 6,1

Kararsızım 1 3,0

Kesinlikle Katılıyorum 14 42,4

Katılıyorum 14 42,4

Toplam 33 100,0

Tablo 3’e göre, “��yeri içerisinde ileti�im zamanında gerçekle�ti�i için çalı�malarla ilgili karar alma süreci hızlıdır.” �fadesine ankete katılanların toplamda %84,8 oranında “Kesinlikle katılıyorum”, “Katılıyorum” �eklinde cevap vererek ��yeri içerisinde ileti�im zamanında gerçekle�mesinden dolayı, karar alma sürecinin hızlı i�ledi�ini ifade etmektedirler. Bir kurumda kararların yerinde ve hızlı bir �ekilde alınabilmesi, kurum içi ileti�imin etkin ve zamanında yapılabilmesine ba�lıdır.

SORU 38 Tablo 4: ��yeri içerisinde günlük kısa bilgi akı�ını sa�layan toplantıların

düzenli olarak yapılması

Frekans %

Kesinlikle Katılmıyorum 3 9,1

Katılmıyorum 4 12,1

Kararsızım 12 36,4

Kesinlikle Katılıyorum 3 9,1

Katılıyorum 11 33,3

Toplam 33 100,0 Tablo 4’e göre, “��yeri içerisinde günlük kısa bilgi akı�ını sa�layan

toplantılar düzenli olarak yapılır.” �eklindeki yargı cümlesine ankete

257

katılanların toplam olarak %21,2’i “Kesinlikle Katılmıyorum” ve “Katılmıyorum” demekte %42,4’ü ise “Kesinlikle katılıyorum” ve “Katılıyorum” demektedir. Bu oranlara göre yeminli mali mü�avirlik bürolarında “toplantı” çok sık ba�vurulan bir kurum içi ileti�im yöntemi olmadı�ı sonucuna ula�ılabilir.

SORU 39 Tablo 5: ��yerinde sözel ileti�im

Frekans %

Kesinlikle Katılmıyorum 2 6,1

Katılmıyorum 1 3,0

Kararsızım 0 0

Kesinlikle Katılıyorum 12 36,4

Katılıyorum 18 54,5

Toplam 33 100,0 Tablo 5’e göre, “��yerinde ileti�im genellikle yüz yüze görü�melerle sözel

olarak yapılır.” Yargı cümlesine ankete katılanların toplam olarak 90,9’u“Kesinlikle katılıyorum” ve “Katılıyorum” �eklinde cevaplamı�lardır. Sözel ileti�imin bu derece yo�un olması, yeminli mali mü�avir bürolarında kurum içi formel ve informel ileti�imin çok önemli bir oranda yüz yüze görü�melerle sözel olarak gerçekle�tirildi�ini göstermektedir. Sözel ileti�im bürolarda, en basit hızlı ve geri bildirim alması en kolay ileti�im yöntemidir.

SORU 40 Tablo 6: ��yeri içerisinde ileti�im aracı olarak bili�im sistemleri düzenli

olarak kullanımı

Frekans %

Kesinlikle Katılmıyorum 1 3,0

Katılmıyorum 5 15,2

Kararsızım 2 6,1

Kesinlikle Katılıyorum 15 45,5

Katılıyorum 10 30,3

Toplam 33 100,0

258

Tablo 6’ya göre, ��yeri içerisinde ileti�im aracı olarak bili�im sistemleri (internet, ıntranet, mail) düzenli olarak kullanılır. �fadesine ankete katılanların toplam olarak, %84,9’u “Kesinlikle katılıyorum” ve “Katılıyorum” demektedir.

Bu sonuca göre yeminli mali mü�avir bürolarında kurum içi ileti�im aracı olarak bili�im sistemlerinin (internet, ıntranet, mail) oldukça yo�un olarak kullanıldı�ı sonucuna ula�ılabilir. Bu durum da yeminli mali mü�avir bürolarında teknolojik geli�meye ayak uyduruldu�unun bir göstergesi olarak algılanabilir.

SORU 41 Tablo 7: Personelin görevleriyle ilgili konularda yöneticileriyle

görü�ebilmesi.

Frekans %

Kesinlikle Katılmıyorum 1 3,0

Katılmıyorum 1 3,0

Kararsızım 3 9,1

Kesinlikle Katılıyorum 12 36,4

Katılıyorum 16 48,5

Toplam 33 100,0 Tablo 7’e göre, “Personel görevleriyle ilgili konularda yöneticileriyle

kolaylıkla görü�ebilir.” �fadesine ankete katılanların toplam olarak % 84,9’u “Kesinlikle katılıyorum” ve “Katılıyorum” demektedir. Bu oran yeminli mali mü�avir bürolarında çalı�anların görevleriyle ilgili konularda yöneticilerle kolayca görü�ebildiklerini göstermektedir. Oranın yüksekli�i kurum içi ileti�imde a�a�ı ve yukarı do�ru ileti�im kanallarının etkin bir �ekilde i�ledi�inin bir göstergesi sayılabilir.

SORU 45 Tablo 8: ��yerindeki hiyerar�ik yapı

Frekans %

Kesinlikle Katılmıyorum 4 12,1

Katılmıyorum 1 3,0

Kararsızım 3 9,1

Kesinlikle Katılıyorum 13 39,4

Katılıyorum 12 36,4

Toplam 33 100,0

259

Tablo 8’e göre, “��yerinde kim kimden emir alabilir, kim kime emir

verebilir (hiyerar�ik yapı) açıkça bellidir.” Yargı cümlesine ankete katılanların %75,8’i “Kesinlikle katılıyorum” ve “Katılıyorum” �eklinde cevap vermi�tir. Bu yüksek oranlı cevaptan, yeminli mali mü�avir bürolarında hiyerar�ik yapının dolayısıyla da kurum içi formel ileti�im kanallarının i�in gereklerine uygun olarak olu�tu�u görülmü�tür.

6. Sonuç: ��yeri içindeki bütün ki�iler ve bölümlerin birbirleriyle koordineli ve

i�birli�i içinde çalı�ması konusunda ankete katılanların toplam olarak %87,9’u koordineli ve i�birli�i içinde çalı�tıkları yönünde olumlu olarak cevap vermi�lerdir. Bir örgütte koordinasyonun sa�lanmı� olması o örgütte kurum içi ileti�im mekanizmalarının olu�tu�unun ve i�ledi�inin bir göstergesi olarak kabul edilebilir.

��yerinin vizyonu, misyonu ve hedeflerinin çalı�anlara aktarılması konusunda ankete katılanların %72,7’si olumlu sayılabilecek yönde cevap vermi�lerdir., “Kararsızım” diyenler %18,2, katılmayanlar toplam olarak %9,2 gibi dü�ük oranlarda ortaya çıkmı�tır. ��yerinin vizyon ve misyonunun i�görenlere aktarılmı� olması kurum içi ileti�imin iyi i�ledi�inin daha önemlisi etkin ve verimli olarak gerçekle�tirildi�inin bir delili olarak kabul edilebilir.

��yeri içerisinde ileti�im zamanında gerçekle�mesinin, karar alma sürecinin hızına etkisi konusunda ise ankete katılanların toplamda %84,8 oranında olumlu yönde kar�ılık vermi�lerdir. Bir kurumda kararların yerinde ve hızlı bir �ekilde alınabilmesi, kurum içi ileti�imin etkin ve zamanında yapılabilmesine ba�lıdır. Yüksek oranda alınan bu olumlu cevap çalı�anların ileti�im zamanında gerçekle�mesiyle karar alma sürecinin hızı arasındaki ili�kiyi kavramı� olmalarını göstermesi açısından da dikkat çekicidir.

Kurum içi ileti�imin kurum içinde günlük kısa bilgi akı�ını sa�layan toplantılar �eklinde yapıldı�ını söyleyen %42,4’lük cevaba kar�ılık %21,2’lik bir oranda toplantı yapılmadı�ı yönünde cevap alınmı�tır. Bu cevaplardan bir büro içerisinde icra edilen yeminli mali mü�avirlik bürolarında i�in do�ası gere�i “toplantı”nın çok sık ba�vurulan bir kurum içi ileti�im yöntemi olmadı�ı sonucuna ula�ılabilir. Çünkü tablo 5’tende anla�ılabilece�i gibi, personel zaten ço�unlukla yüz yüze ili�ki ve ileti�im içindedir.

Ankete katılanların toplam olarak 90,9’u i�yerinde ileti�imin sözel orak yapıldı�ını ifade etmi�lerdir. Yeminli mali mü�avir bürolarında kurum içi ileti�imde, sözel ileti�im yönteminin, yüksek oranda kullanılmasının sebebi di�er sorulara verilen cevaplardan da anla�ılabilece�i gibi i�in bir büroda gerçekle�tirilmesinden kaynaklanmaktadır. Buna ek olarak di�er faktörler, sözel ileti�imin di�er ileti�im türlerine göre ta�ıdı�ı kolaylık ve hızlılık gibi üstünlüklerdir.

��yeri içerisinde ileti�im aracı olarak bili�im sistemleri (internet, ıntranet, mail, vb.) düzenli olarak kullanıldı�ına ankete katılanların toplam olarak,

260

%84,9’u katılmaktadırlar. Yeminli mali mü�avir bürolarında bilgi i�lem araçları zaten i�in bir gere�i olarak zorunlu olarak yo�un bir �ekilde kullanılmaktadır. Bu teknolojik sistemler aynı zamanda kurum içi ileti�imin gerçekle�tirilmesinde aynı yo�unlukla kullanılmaktadır.

Yeminli mali mü�avir bürolarında çalı�anların, %84,9’luk gibi yüksek bir kısmı yöneticilerin ileti�ime açık olduklarını ifade etmi�lerdir. Yöneticilerle rahat ileti�im kurabilmek çalı�anların verimlili�ini, i� tatminini ve örgütsel ba�lılı�ını olumlu yönde etkileyecektir.

��yerindeki hiyerar�ik yapının olu�um düzeyini ölçmeyi amaçlayan soruya ankete katılanların %75,8’i hiyerar�ik yapının varlı�ı kabul eden �eklinde cevap vermi�tir. Hiyerar�ik yapının i�in gereklerine göre olu�tu�u i�yerlerinde aynı zamanda örgütsel statü ve roller buna ek olarak formel ileti�im kanalları da belirlenmi� demektir. Böylece kurumda etkinlik ve verimlilik sa�lanmı� olur.

Bu sonuçlara ı�ı�ında, Konya’daki yeminli mali mü�avir bürolarında kurum içi ileti�im seviyesinin yeterli bir seviyede oldu�unu ve yönetici ve çalı�anların kurum içi ileti�imin gere�ini ve önemini kavramı� olduklarını ifade edebiliriz.

7. Kaynakça

Bovee, C. L., Thill, J. V. (2000). Business Communication Today, New Jersey: Prentice Hall.

Gecikli, F.(2004) "Örgütsel �leti�imin Yöneticiler Açısından De�erlendirilmesi ve Örgütsel �leti�im Yönetimi”, �stanbul Üniversitesi �leti�im Fakültesi Dergisi, No: 20, Sayfa: 107-116, �stanbul.

Gökçe, O. (2001). “Örgütte �nsan �li�kileri”, Davranı� Bilimleri. Editörler: Gökçe O., N., Atabey, A. Konya.

Ertürk, Y.Dilek. (2007), “Etkin Örgütsel �leti�im �çin Örgütsel Davranı�ın Analizi”, (Editör:Yıldız Dilek Ertürk), Halkla ili�kiler Alanına Örgütsel Davranı� Yansımaları, Nobel Yayın Da�ıtım, Ankara.

Vural, Z. B. A. (2003). Kurum Kültürü ve Örgütsel �leti�im, �stanbul: �leti�im Yayınları.

Goldhaber, G. M. (1990). Organizational Communication. Dubuque, IA: Wm. C. Brown.

Erdo�an, �. (2005). �leti�imi Anlamak, Geli�tirilmi� 2. Baskı, Erk Yayınları, Ankara.

Ewald, H. R., Burnett, R. E. (1997). Business Communication, New Jersey: Prentice Hall.

Bovee, C. L., Thill, J. V. (2000). Business Communication Today, New Jersey: Prentice Hall.

Okay, A. (1999). Kurum Kimli�i. Ankara: Media Cat Yayınları. Güney, (2001). “Bireylerarası �leti�im”, Yönetim ve Organizasyon, Editör:

Salih Güney, Ankara: Nobel Yayın Da�ıtım. Haluk Gürgen, Örgütlerde �leti�im Kalitesi, �stanbul: Der Yayınları1997,

261

Filiz Balta Pelteko�lu, Halkla �li�kiler Nedir, �stanbul: Beta Basım Yayım Da�ıtım, Geni�letilmi� 2. baskı, 2001,

Richmond, V. P., McCroskey, J. C., McCroskey, L. L. (2005). Organizational Communication For Survival, Pearson Education, Inc.

Kreps, G. L. (1989). Organizational Communication Theory and Practice. Londra: Longman.

Lahiff, J. M., Penrose, J. M. (1997). Business Communication, New Jersey: Prentice Hall.

Ober, S. (2001). Contemporary Business Communication, Houghton Mifflin Company.

Uçar, M., (1996), "Türkiye'de Yeminli Mali Mü�avirlik Mesle�i", Yakla�ım Dergisi. Yıl 4. Sayı 39. Mart s. 120.

Canikli, N., (1996), "Yeminli Mali Mü�avirlik Müessesesi. Tam Tasdik Uygulaması. 19 ve 20 Numaralı Tebli�ler". Yakla�ım Dergisi. Yıl 4. Sayı 39. Mart . s. 57.

Yazıcı, M., (1987), “Yeminli Mali Mü�avirlik ve Muhasebecilik (Görü�ler ve de�erlendirmeler)” Türkiye Ticaret Sanayi. Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret Borsaları Birli�i. Yayın No: Genel 26 A.P.K. 7, Ankara, s. 10-12

262

263

KÜÇÜK ASYA*

Fatih Mehmet Berk**

Anadolu yarımadası, Küçük Asya (Asia Minor) olarak bilinmesine ra�men, sahip oldu�u co�rafi ve iklimsel birliktelikten dolayı Roma �mparatorlu�u bünyesinde birçok devleti ve vilayeti bünyesinde barındırmı�tır. Bundan dolayı da ele alınırken, birçok kayna�a sahip, köprü vazifesi gören, önemli yolları bünyesinde barındıran, stratejik konumu olan bir ülke olarak de�erlendirmek daha do�ru olacaktır. Küçük Asya, merkezi yükseklikte ve içinden nehirlerin geçerek denize ula�tı�ı ve geçerken de geçti�i vadileri verimli kıldı�ı, kurak platosu olan bir yarımadadır. Özellikle batı sahilleri, ola�anüstü iklimi ve zengin topraklarıyla ilk ça�lardan itibaren medeniyetin ve tarımsal zenginli�in be�i�i olmu�tur. Buna ilave olarak, yüzünü batı ülkelerine dönmü� olan Ege adaları ile do�u topraklarında ye�ermi�, derin bir mazisi olan Babil ve Pers gibi. medeniyetler arasında do�al bir köprü vazifesi görür. Küçük Asya, merkezi bir nokta olan Konstantinople’e alternatifli olarak kuzey ve güney olmak üzere iki noktadan ula�mayı sa�layan yollara sahiptir. Bu gerçek, arazilerin verimlili�i ve mineral zenginli�i ile de birle�ince bu topraklara bu ayrıcalı�ı kazandırmı� ve daha sonraki yıllarda Roma �mparatorlu�u’nun en zengin bölgelerinden birisi olmu�tur.

Küçük Asya’ın herhangi bir bölümünü Romalılar i�gal etmeden önce, Romalı tüccarlar ve ticari gemiler Yunan ve Kyklad Ada’larında (Ege Adaları) geni� bir faaliyet alanı bulmu� ve bu bölge, antik dünyanın en i�lek limanlarından birisi olan Delos ba�ta olmak üzere tüccarlarla dolup ta�mı�tır. Çılgın bir kralın, krallı�ını Romalılara bırakması ve Küçük Asya eyaletinin ortaya çıkmasıyla birlikte, tüccarlar, satıcılar ve ticaretle u�ra�an birçok sınıf kendi i� alanlarına uygun olabilecek verimli arazi bulmak için Küçük Asya’ya akın etmi�ler ve a�amalı olarak kuzeye ve güneye yayılarak etkinliklerini artırmı�lardır. Bazı tarihçiler, Roma’nın siyasetinin �ekillenmesinde ticari faktörlerin etkin oldu�unu söylerler. ��adamlarının sayısının artmasıyla birlikte, bunların güvenli�ini sa�lama gereksinimi do�mu� ve muhtemelen de bunların �ikâyetleri ve talepleri do�rultusunda M.Ö. I. yüzyılın ilk çeyre�inde Ege Denizi’nde vuku bulan korsan olaylarını bastırmak için farklı çabalara giri�ilmi�tir.

* �ngilizce’den çevirisini yaptı�ımız Küçük Asya adlı bölüm, Cambridge University Press tarafından 1924’te basılan, M. P. Charlesworth’ın “Trade-Routes and Commerce of the Roman Empire” adlı eserin 77 ve 96 sayfaları arasındaki “Asia Minor” adlı be�inci bölümdür. ** Okt., Fatih Mehmet Berk, Selcuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu Ö�retim Elemanı[email protected]

264

Yazılı kaynaklar, ticarette düzenli bir artı�ın varlı�ını teyit eder. Kendini kurtarıcı olarak ilan eden, Pontus kralı Mithradates’in kendi eyaletinde �talyan vatanda�larını katletme emri vermesiyle, bu rakam ürkütücü oranda 80.000’lere ula�ır. Buna ra�men, Mithradates yenildi�i zaman, kar�ı konulamaz olan Pompeius’un orduları tarafından Mithradates’in bölgesinde yeni eyaletler olu�turulmu� ve �talyanlar yeniden akın etmeye ba�lamı�lardır. O dönemin ileri gelenlerinden birisinin ifadesine göre, bizim dönemizden önceki I. yüzyılda refahın en zirve noktasına ula�tılar. Aslında Pompeius’un ordunun ba�ında olması kesinlikle Roma’daki etkin olan zengin sınıfın desteklemesine dayanıyordu ve Pompeius önceden oldu�u gibi, �imdi de bu zengin sınıftan gelecek olan yeni imkânlara güveniyordu. Bu imkânlar, sadece yeni kurulan eyaletlerde de�il, fakir yerli krallara ödünç para verilerek karlı bir i�in yapıldı�ı birçok vassal krallıklarda1da görülür. Fakat bu amaçla kurulan krallıklar, amaçlarına uygun olarak çok az hizmet ederler. Sınırların güvenli�i, entrika �üphelerinden ve önemsiz çeki�melerden geçilmedi�i için imparatorlar, bu krallıklardan tamamen kurtulmak amacıyla nüfuz alanları eyalet statülerine devrederler. Bu, kraliyete verilen vergilerden kurtulma anlamına geldi�i için, eyaletlere büyük bir avantaj sa�lar. Fakat bu krallıkların güvenli�i, do�u sınırları ile Roma arası ileti�im ile sa�landı�ından dolayı yapılacak daha çok �ey vardır.

Anadolu yarımadası, Do�u’da Asya kıtasından Armenia’nın yüksek ve çetin arazileriyle ayrılır ve tepelik olan Kappadokia ve Kommagene krallıklarını, Euphrates’in (Fırat) sularının uç kısmının kesi�ti�i Halys (Kızılırmak) ve Lykos (Çürüksu) nehirlerinin kaynaklarını ba�rında besler. Güneye do�ru gittikçe daha çok da�lık olmasına kar�ın, Kilikia ve Suriye’nin me�hur “Kapılarıyla” di�er taraflara rahat bir �ekilde geçilir. Tüm eri�im a�ları, açık bırakılan kuzey ve güney’in iki belirgin rotasını takip etmek zorundadır. Kuzeyde Halys ve Sangarius (Sakarya) gibi iki büyük nehir verimli arazilerin arasından akar ve ticari rotanın ana hatlarını çizer. Di�er önemli nehirler ise Ege’ye akan Hermus (Gediz), Kaikus (Bakırçay) ve Kayster (K.Menderes)’dir. �nsanlar, bu nehirler aracılı�ıyla Phrygia ve Galatia’dan sahil kesimine inebilmektedirler. Tatta gölü(Tuz gölü) ve etrafındaki tuzlu ovalarıyla birlikte so�uk ve çıplak bir arazi yapısına sahip olan Lykaonia ve Sarus (Seyhan Nehri) ve Kilikya nehirlerinin derin geçitlerinden geçip denize ula�tı�ı, güneydeki Taurus (Toros) Sırada�ları, önemli ölçüde ileti�imi engellemektedir. Roma

1 Client Kingdom olarak ifade edilen bu kelime bir devletin ba�ka bir devlete askeri i�gal, ekonomik ba�ımlılık ya da resmi antla�malar yoluyla ba�ımlı hale gelmesidir. (ç.n.)

265

döneminde Asya,2 sadece bu�day ve meyve gibi ürünlerinin tarımsal zenginli�i ile de�il, aynı zamanda koyun ve sı�ırları, orman ürünleri ve maden kaynakları ile de tanınıyordu. Tüm bu kaynaklar, geçmi� zamanlarda daha da çoktu. Anadolu’yu çok iyi bilen co�rafyacı Strabon’a göre, önceki zamanlarda geli�mi� olup, son zamanlarda geçmi�teki süksesini kaybeden, terk edilmi� madenleri ve i�yerleri olan pek çok �ehir vardı. Anadolu, tek bir ülke hâkimiyeti bünyesinde kendi kendine yetebilen bir ülkedir ve erken dönem kaynaklardan ö�rendi�imize göre imparatorlu�un merkezi Halys’in kuzeyinde Pteria3 �ehri civarında yo�unla�mı�tır. Bu hesaba göre, Melitene’ den (Malatya) kuzeye Mazaka’ ya (Kayseri) do�ru hareket eden ve Halys vadisine do�ru yönelen ve Pteria’ya ula�an kuzey yolu daha sık kullanılmı�tır. Bu yol, buradan güneybatıya yönelir ve Sangarious vadisi boyunca dönerek da�lar üzerinden Hermus vadisine ve ilerleyen yıllarda Lydia krallı�ının merkezi olacak olan Sardis’e ula�ır. Fakat Lydia’nın yıkılmasıyla birlikte Miletus ve Ephesus �ehirleri daha da bir önem kazanır ve yol Maeander vadisi üzerinden Laodikea 4ve Apamea (Dinar), Synnada (�uhut) ve Pessinus’u5 geçip Ankyra’ya ve Melitene’ye ula�ır. Herodotos’un “Kral Yolu” diye tanımladı�ı yol, bu yoldur. Bu ana artere ilaveten, Bosphorus’ tan (�stanbul Bo�azı) kar�ı tarafa yapılan ticaret, tüm zamanlarda önemini korudu�u için Ankyra’dan çıkan ve Sangarius üzerinden Bosphorus’a ula�an yol, her zaman önemini muhafaza etmi�tir. Bir di�er çok eski ve sık kullanılan ara yol ise kuzey sahilinden ba�lar, Sinope ve Amaseia (Amasya) üzerinden Mazaka’ya ve daha sonra ise Tyana (Kemerhisar) ve Kilikya Kapıları’ndan Tarsus’a ula�ır. Anadolu’nun bu bölümünde pek çok dini merkez vardır ve bu yerler birçok kez yıllık toplantılara ve fuarlara ev sahipli�i yapmı�, do�al ticaret merkezleridir. Büyük �skender’in Anadolu’yu fethi ve Helenistik krallıkların ço�almasıyla birlikte yeni bir rota olu�mu�tur; kuzey yolu önemini kaybetmi� ve Küçük Asya’nın güney bölümü Seleucid �mparatorlu�u’nun bir parçası haline gelmi� ve bundan dolayı Apamea’daki eski yoldan ba�layan Antiokheia6 ve Laodikeia Katakekaumene (Ladik) gibi Seleucid kentleri geçip Ikonium’a(Konya) ula�an ve daha sonra eski kuzey yolunun Kilikya Kapılarıyla kesi�ip, Tarsus’a ula�tı�ı yer olan Tyana’ya do�ru kum çölüne yönelen ve Suriye’deki Antiokheia ve Euphrates’e kadar ula�an bir yol olu�mu�tur. Olu�an bu yol, tüm yollar içinde en önemli yol olma özelli�ini kazanmı�tır.

2 Metinde birçok yerde geçen Asia kelimesi, Asia Minor’ın kısaltılmı� �ekli olup, Küçük Asya olarak tanımladı�ımız Anadolu’yu ifade eder.(ç.n.) 3 Yozgat’ın Sorgun ilçesi yakınlarında �ahmuratlı Köyü’nde ki antik kent.(ç.n.) 4 Lykos ırma�ının güneyinde, Denizli �li'nin 6 km. kuzeyinde yer alan antik kent.(ç.n.) 5 Ana tanrıça Kybele'ye ithafen Sivrihisar �lçesi'nin Ballıhisar Köyü'nde kurulmu� antik bir kent.(ç.n.) 6 Yalvaç, Büyük �skender’in Komutanlarından Seleukos tarafından kurulan bir Pisidia kenti. (ç.n.)

266

Romalıların Asya’yı kontrol altına almaya ba�layıp, yava� yava� yeni eyaletler eklemeye ba�laması, var olan yollara yo�un bir trafi�in de eklenmesiyle birlikte, Romalılar do�u ve batı arasında gidip gelmeye ba�ladılar. Prokonsül Manlius Aquillius, Ephesus’tan ba�layıp Tralles(Aydın) üzerinden Laodikea ve Apamea’ya ula�an Kral Yolu’nu geli�tirir ve tamir ettirir. Ayrıca Antonius, Servilius Isaurikus ve Sulla gibi komutanların Kilikya’daki ba�arısız seferlerine neden olan korsan ve hırsızlara kar�ı önlemler alınır. Pompeius, Pontus Kralı Mithridates'i Pontus’un kuzeybatı bölgesinde kovalarken Kafkaslar’a sızar ve Hindistan’dan Oxus7 vadisine do�ru akan ticareti ö�rendi�i Hazar Denizi’ni ke�feder. Armenia’ın yüksek bölgelerinden ba�layan, Lykus vadisi ve Halys vadisi boyunca uzanan ve Komana’daki büyük dini merkeze kadar ula�an eski bir yol vardır. Burada, Mithradates, Pontus’dan ba�layıp Amaseia’ya kadar uzanan ticaret yolunu korumak için, kurmu� oldu�u kurumların be� tanesini buraya in�a etti. Güneyde, Cicero’nun eyaletini ziyaret etmek için kullandı�ı Helenistik bir yol vardır; bu yol Tralles ve Laodikea boyunca uzanır, Apamea ve Philomelium’u (Ak�ehir) geçerek ordusunun kamp yaptı�ı Ikonium’a (Konya) varır. Daha sonra ise Laranda (Karaman) ve Kybistra (Konya-Ere�li) üzerinden, me�hur kapılardan geçerek Tarsus’a varır. Cicero’nun hedeflerinden birisi de Pindenissus’un8 çete liderlerini ele geçirmek ve tepelik olan bu iç bölgede giderek daha da kötüle�en ve birbirini takip eden iç sava� sorunlarını çözmekti. Antony (Marcus Antonius), Amyntas adında Galatia’lı bir hükümdara ülkeyi sükûnete erdirmesi konusunda yetki vermesine ra�men, ülkeyi barı� ve refaha erdirmek Augustus’a nasip oldu. Pisidia ve Isauria’nın birçok yerine Galatia ve güney kesimi korumak amacıyla koloni ve garnizonlar olu�turuldu ve bu yerle�im yerlerinin birbirleriyle ve denizle ileti�imini sa�lamak amacıyla askeri yol a�ları kuruldu. Strabon, Selge civarında in�a edilen köprülerden bahseder ve muhtemelen de St. Paul, bu yollardan seyahat etmi� olmalıdır; Ikonium, Lystra ve Laranda ile birle�ir ve Augustus’un mil ta�larının da �ahit olarak kar�ımıza çıktı�ı bu yollarda, Side’nin deniz limanları ve Apamea, Selge9 ve Kremna 10 ile birle�ir. O andan itibaren, ülke iyi yönetildi�i için Likyalılar’ın veya Homonadalıların11 ve Kliataelilerin nadir isyanları, geçici rahatsızlıktan öteye gitmeyen sorunlar oldular. Yol sorununda gözlemledi�imiz durum ise, askeri birliklerin, Kuzey Suriye’den hareket etmesinin kolay olması ve Ephesus’tan hareket eden birisinin Orontes (Asi) nehri üzerindeki Seleukia’ya Kıbrıs üzerinden daha hızlı gitmesiydi. Nasıl ki bu olay, kara yolunun önemini azalttıysa, sınırların vassal hükümdarlar (Client Princes) tarafından yönetilen tampon devletler ile

7 Ceyhun veya Amuderya nehri olarak ta bilinen Orta Asya’nın en uzun nehri. (ç.n.) 8 Cicero’nun Kilikia valili�i sırasında fethetti�i özgür Kilikia’lıların bir kenti 9 Antalya’nın do�usunda antik bir Pisidia kentidir. (ç.n.) 10 Burdur'a 45 km. uzaklıkta bulunan Bucak ilçesinin 25 km. do�usundaki Çamlık Köyü'ndeki antik kent. (ç.n.) 11 Pisidia ile Isauria arasında, Seydi�ehir yöresinde bir ilk ça� kenti. (ç.n.)

267

korunmaya devam edilmesi, bu devletlerin muteberli�ini aynı oranda azaltmı�tır. Fakat yerel hükümdarlarla ya�anan ve birkaç yıl süren sorunlar, Parthia’nın büyüyen gücü, Kafkasya bölgesinden gelen ticaretin artan hacmi, düzenli bir �ekilde korunması gereken sınır ihtiyacını ortaya çıkardı. Bundan dolayı da Flavian Hanedanına mensup Roma �mparatorları, Euphrates’e kadar olan tüm geçitleri Roma garnizonları ile denetlemek için krallıklarını eyaletlere dönü�türmeye karar verdiler. Pontus ve Lesser Armenia (Küçük Ermenistan) direkt olarak Roma hâkimiyeti altına girdiler ve Kilikia’nın iç bölgeleri eyaletin geri kalan bölgeleriyle ve Kappadokia ile birle�tiler; Satala12 ve Melitene’de güçlü bir garnizon kuruldu ve bu kurulan iki garnizon Vespasian tarafından yaptırılan bir yolla birbirine ba�landı. Samosata (Adıyaman-Samsat) ve Zeugma’daki geçitlere hâkim olmakla birlikte ve bu üst bölgenin kontrolünü ele geçirmek, tüm Euphrates’in Roma hâkimiyeti altına girmesi demekti. Kuzey yollarının tüm düzeni ilk kez Flavian Hanedanlı�ı zamanında oldu: Domitian’ın Asya’nın tüm yollarını tamir edip düzenlemesine ra�men, Vespasian adı bu bölgede daha çok geçer; Domitian’a ait bir yazıt, O’nun Galatia, Kappadokia, Pontus, Pisidia, Paphlagonia, Lykaonia ve Armenia Minor’ın tüm yollarını yeniden düzenledi�ini kanıtlar. Nerva ve daha sonra gelen komutanlar süregelen i�lere devam ettiler ve Pannonia13 temel askeri merkez oldu�u için özellikle de Kuzey Yoluna daha fazla önem verdiler ve bu �ekilde do�u sınırlarına en kısa yoldan takviye gönderme �ansına sahip oldular. Nerva, iki güzide �ehir olan Tavium14 ve Amaseia (Amasya) arasında bir yol in�a etti ve Halys üzerindeki bu tarihlerde yapılan bir köprü bu yolun önemini göstermektedir. Lykaonia’da Derbe ve Lystra arasındaki yolun Titus tarafndan onarıldı�ını görüyoruz. Hadrianus’un da yolların bakımına önem verdi�i yaptı�ı hizmetlerden anla�ılmaktadır; Apollonia ve Ikonium yakınlarında ve ayrıca Gangra (Çankırı), Tavium15 ve Juliopolis’ten16 Ankyra’ya ula�an yollarda Hadrianus dönemine ait mil ta�larının izlerini görürüz. Bu �ehirlerden Tavium ve Juliopolis kentleri, Byzantium ve Pannonia’ya yönelen iki ana yolun çıktı�ı noktadır. Bu yüzden sınır güvenlili�ine olan gereksinim, eski ihmal edilen kuzey yolunu tekrar gündeme ta�ımı�tır.

Artık, bu çok sık kullanılan yolların kabataslak bir planını ortaya koyabiliriz; fakat unutulmamalıdır ki yolları eksiksiz anlatmak imkânsızdır ve

12 Gümü�hane'nin Kelkit ilçesine ba�lı Sadak köyü sınırları içinde bulunan antik kent.(ç.n) 13 Pannonia Kuzey ve Do�usundan Tuna, Batısından Noricum ve daha yukarıda �talya, Güneyinden Dalmaçya ve daha a�a�ıda Moesia eyaletleriyle çevrili olan Roma �mparatorlu�u eyaleti. (ç.n) 14 Yozgat'ın 30 km batısındaki Büyüknefes köyünde yeralan bir Galat kenti.(ç.n.) 15 Bir Galat kenti olan Tavium, Yozgat'ın 30 km batısındaki Büyüknefes köyünde yer alır. (ç.n) 16 Juliopolis, eski Gordio Koume’ye verilen isimdir. Son Bizans devrinde ismi tekrar de�i�tirilmi� ve Basileon olmu�tur.(ç.n)

268

birçok küçük yol göz ardı edilmek zorunda kalınmı�tır. Bizim asıl amacımız, ticaret a�ında yaygın olarak kullanılanları vurgulamaktır. Güneyden ba�ladı�ımız zaman, do�u’ya hareket eden her �eyin Ephesus’tan ba�ladı�ını görürüz. Ephesus’un büyük limanı ve iskelesi sevkiyat için geni� bir alana sahipti ve karayolu ile gelen ticari ürünler Ephesus’ta toplandı�ı için Asya’nın en büyük ve en zengin pazarıydı. Ephesus’tan ba�layan yol “zengin insanlarla dolu olan” Tralles’i geçip, Maeander vadisinden halkına geçim kayna�ı olan, yumu�ak boyalı yünü ile me�hur Laodikea’ya ve Asya’nın ikinci büyük pazarı olan ve �talya’dan ürünlerin geldi�i Apamea’ya, oradan da bir Roma kolonisi olan Pisidia’daki Antiocheia’ya geliyordu. Philomelium’dan güneye dönüp, iri yünlü koyunları ve yaban e�ekleri için güzel meralara sahip olan Lykaonia ovalarında zikzak çizip Ikonium’a ula�ıp, Laranda ve Kilikya Kapıları üzerinden Tarsus’u geçip, Suriye’deki Antiocheia’ya veya da�ların kar�ı tarafındaki Zeugma’daki Euphrates’e ula�ıyordu. Tüm bu ayrıntılardan anla�ılıyor ki, tüm güney yolu ticaret için zengin kaynaklarla dolu �ehirlerden geçiyordu. Merkez yol olarak adlandırabilece�imiz bir sonraki yol, Hermus vadisine kadar uzanıp mükemmel ve zengin bir topra�ı olan Sardis’i geçip, bir tarım �ehri olan Philadelphia (Ala�ehir) üzerinden mermer madenleriyle me�hur ve Roma’ya büyük oranda mermer ihraç eden Synnada’ya ula�ır. Yol buradan tüm Galatia’nın en önemli ticari kenti olan Sangarius nehri üzerindeki Pessinus’a do�ru kuzeydo�u’ya yönelir. Buradan geli�mekte olan iki �ehir Ankyra ve Tavium’a yönelir ve yolların ikiye bölündü�ü �ehirle�mi� olan bu bölgenin kav�a�ında bir kol güneye, Melitene’ye, di�eri ise kuzeye, Armenia ve Armenia’nın ilerisinden gelen ticaretin odak noktaları olan Nikapolis ve Satala’ya yönelir. Son olarak Nikomedia’dan ba�layan ve hemen çatalla�an ve a�a�ı kolunun ticaretin yo�un olarak ya�adı�ı ve Plinius’un tüccarları koruması için imparatordan burada bir bölük kurmasını talep etti�i �ehir olan Juliopolis’i geçip, Ankyra’daki merkez yol ile bulu�ur. Di�er üst kol ise, Klaudiopolis ve Krateia’yı (Gerede) geçip Pontus’un önemli �ehirlerinden olan Amaseia’ya ula�ır ve böylece etrafındaki �ehirlere göre bir üretim merkezi olan, at ve kereste ticaretinin yo�un olarak ya�andı�ı bir �ehir olan Sinope’ye yakınla�ır. Sinope’deki ticaret, Nikopolis ve Satala üzerinden Armenia ticaretinin yo�un oldu�u Komana’ya gelir. Bu yollar, ana do�u ve batı yolları olup, buna ilaveten bunlarla ba�lantılı olan ara yollar da vardır. Örne�in, Sinope ve Tarsus arasındaki yol eski bir yoldur ve bu sıra dı�ı haline Asya önemli ölçüde daraldı�ı zaman dönü�mü�tür. Bu güzergâh üzerinde Ameseia ilk önemli duraktı; buradan Tavium’a do�ru uzanan bir sol kol ile dini bir merkez olan Komana ve Megalopolis üzerinden geçen muhtemelen de daha eski olan bir sa� kol uzanır. Muhakkak ki di�er önemli �ehirler olan Ephesus, Sardis, Smyrna, Thyateira (Akhisar) ve Pergamum arasında ileti�imi sa�layan yollar vardı. Pisidia’daki tüm Augustus kolonileri birbiriyle ba�lantılıydı. Klaudius’un, Ikonium ve çevre illere olan ilgisi bu bölgedeki ileti�imi daha da artırmı�tır.

269

Tüm bu var olan karayollarına ilaveten, deniz yolunun kara yoluna göre daha uygun ve ucuz oldu�unu göz önüne almalıyız. Anadolu yarımadasında pek çok ula�ıma elveri�li nehirler vardır ve sahilleri limanlarla donatılmı�tır. Sadece Yunan kolonileri ve kurumları yoktur, aynı zamanda �ehirler Makedon, Seleucid �mparatorlukları ve Pergamum Kralllı�ı tarafından ya in�a edilmi� ya da yeniden düzenlenmi�tir. Örne�in Pergamum Krallı�ı, var olan ticari merkezi yeniden düzenlemi�tir. Sadece önemli olanları de�erlendirdi�imiz zaman kuzey sahilinde Trapezus (Trabzon), Pharnakia (Giresun) ve Sinope limanları vardır. Tüm bölgede kereste ticareti (ship- timber) yaygındır ve orman ürünleri, balık, tahıl ve yün bol oranda ihraç edilmi�tir. Batıya do�ru kar�ımıza �im�ir kerestesi ile me�hur olan Amastris (Amasra)ve güzel bir limanı olan Herakleia (Karadeniz Ere�li) çıkar. Sangarius nehri ile Bithynia’ya kadar nehir üzerinden ula�ım sa�lanabilir. Batı sahilinde birçok liman ve geli�mi� �ehir vardır: Parion (Biga-Kemer köyü), Lampsakus (Lâpseki), Kyzicus17, Adramyttion (Edremit), Pitane (Çandarlı-çift limanlı bir kent), Mitylene, Antissa (Midilli Adası’nda bir kent), Myrina (Kalabaksaray), Elaia (Bergama-Zeytinda�) ve di�er üç büyük �ehir Khios (Sakız Adası), Ephesus ve Smyrna. Bunlardan Ephesus (Efes) ve Smyrna (�zmir) Asya’nın en önemli �ehirleridir ve Roma’nın imparatorluk döneminde geni� refah seviyesine ula�mı�lardır. Güney sahilinde Myra, Attaleia (Antalya), Side, Kelenderis ve Tarsus gibi limanlar ve sayısız küçük kentler vardır. Tüm bunlara ilaveten büyük ada �ehri ve kalabalık nüfuslu Rhodes (Rodos) adası ihti�amını hiç kaybetmemi�tir. Bu sahil kentleri arasında sürekli bir trafik akı�ı olmu�tur. Küçük ticari gemiler, Kilikia bölgesinin Korykia18 safranını, Pamphylia bölgesinin reçineli sakızlarını, Ephesus’un istiridyelerini, Miletus’un yünlerini, Byzantium’un tuna balı�ını (tunny), Pontus’un kereste, balmumu ve alüminyum sülfatını (alum), �talya ve Ege adalarının �araplarını do�u ve batı arasında ta�ıyıp durdular. Bahsedilen özellikleri, Strabon’un direk geçi�i kar�ıla�tırdı�ı deniz yolculu�unda uzaklıkları ölçerken ve ��� ���� � ν ve Byzantium’un güneyinden, Sestsos19 ve Abydos’u20 geçip, Karia sahiline inen deniz yolculu�undan bahsederken de anlıyoruz. Asya’nın güney ve batı sahili Mısır’dan Roma’ya uzanan yol üzerindedir ve üstelik gemiler meltem rüzgârının direkt yol alı�ı engelledi�i aylarda bu sahil boyunca yol alırlar. Bu hat, Mısır ve Suriye’den ba�layıp Kilikia, Pamphylia ve Lykia

17 Kyzikos antik kenti, Balıkesir �li Erdek �lçesi sınırları içinde, antik dönemde Arktonnessos (Ayı Adası) ya da Arkton Oros (Ayılar Da�ı) olarak anılan Kapıda�ı Yarımadası’nın ana kara ile birle�ti�i kısta�ın güney ucuna yakın kısımda, Erdek-Bandırma karayolu üzerinde, Erdek’ten 8 km. do�uda yer almaktadır. .(ç.n.) 18 Silifke’ye 22 km uzaklıkta olan Cennet obru�unu çevreleyen ilkça� ve erken ortaça� kenti.(ç.n.) 19 Eceabat'a 4 km uzaklıkta, Yalova köyündedir. Akba� limanının güneyinde kurulan antik bir kent(ç.n.) 20 Çanakkale Bo�azı’nın Anadolu yakasında, Nara Burnu üzerinde önemli bir ilk ça� kenti.(ç.n)

270

sahilleri geçip ya Ege Adalar’ı üzerinden Philippi’ye ve böylece Egnetia Yol’u (Via Egnetia) karadan kullanılarak geçilir ya da Krete ve Kythera üzerinden Adriatik’e ula�ılır. St. Paul, Romalı bir komutanın gözetimi altında Kaesarea’dan21 Ephesus’a do�ru giderken kuzeye do�ru gitmekte olan bir Adramyttion gemisine binip Myra’ya u�ramı�, oradan da bir Alexandria teknesine geçip, Krete üzerinden �talya’ya hareket etmi�tir. Kral Herod, Karadeniz’deki Romalı General Agrippa22 ile bulu�mak için Palestine’den deniz yoluyla hareket ederek Rodos, Kos ve Lesbos (Midilli Adası) adaları üzerinden Mytilene ve Byzantium’a varmı�tır. Bu ziyaretlerin tam tersi istikamette seyahat edenlere dair de birçok örnekler vardır: Pompeius Pharsalia’dan ba�layan seferinde Lesbos’a u�ramı� ve daha sonra sahile paralel olarak devam eden yolculu�unda Ephesus ve Kolophon’u geçmi� Rodos üzerinden Pamphylia sahilleri boyunca ilerleyerek küçük bir kent olan Kelenderis’e gelmi�tir. Burada bir sava� konseyine katıldıktan sonra tekrar denize açılmı�, Kıbrıs’ın do�u kö�esini dola�tıktan sonra kestirmeden do�rudan Mısır’a ula�mı�tır. Benzer �ekilde batıdan yola çıkan Antipater ve Piso, güney sahilleri boyunca yol aldıktan sonra Suriye’deki Seleucia’ya varmadan önce Kelenderis’te mola vermi�lerdir. Bu yolun kullanıldı�ına dair en bariz kanıt Yeni Ahit’in “Elçilerin i�leri” bölümünde geçer. Çünkü bu bölüm, ola�an deniz yolculuklarından ve sade vatanda�ın ve tüccarların kar�ıla�abilece�i durumlardan bahseder. Herod ve imparatorlu�a ait elçilerin, hem deniz sevkiyatı hem de bu bölgenin ticaretiyle ilgili anlataca�ı çok �ey vardır. Çünkü her ikisi de onların gözetimi altındadır. Sahilden batıya do�ru akan bu deniz trafi�inde, Kilikia’lı bir halk olan Klitaelilerin isyanlarından en fazla etkilenenler, tüccarlar ve gemi sahipleri olmu�tur. Fakat bu zor co�rafi bölgede tüm olanlara ra�men, ticaret geli�mi�tir.

Roma’dan gelen haberlerin eyaletlere iletilmesi ve buralarda anla�ılmasında zaman çok önemli bir faktördür ve bundan dolayı da kesin bir rakam vermek imkânsızdır. Cicero zamanında bir mektubun en hızlı ula�ma süresi 47 gün olarak varsayılıyordu; Kybistra’da Cicero’ya bir mektup tam 50 günde ula�mı�tır. Fakat �artların geli�mesiyle birlikte ilerleyen yıllarda �mparatorlukta bu zaman dilimi giderek azalmı� ve en az 1/5 oranına dü�mü�tür. Bundan dolayı da Gaius Caesar’ın Limyra’daki23 ölüm haberi Pisae’de 36 gün sonra duyulmu�tur. Kı� mevsimi haberle�me alanında pek fazla engel te�kil etmedi�i için, Makedonya üzerinden geçen karayolu, özellikle de imparatorlu�a ait kurye ve postacılar tarafından sürekli kullanılmı�tır. Bu hizmetler için seçme askerler ve yaya haberciler görevlendirilmi�tir. Bu imkânlardan sıradan tüccarlar yararlanamamı�tır ve sahilden yürüttükleri daha yava� olan güzergâhla yetinmek zorunda bırakılmı�lardır. Karadan yapılan seyahatlerde Ephesus’ten Tralles’e yapılan seyahat 1 gün sürerken Laodikea’ya

21 �srail’de antik bir liman kenti(ç.n.) 22 Agrippa Marcus Vipanius, Romalı general ve siyaset adamı (M.Ö.63–12). (ç.n.) 23 Finike'nin 9 km kuzey do�usunda bulunan antik Likya �ehirlerinden birisidir. (ç.n.)

271

yapılan seyahate 2 gün daha eklemek gerekiyordu. 4 ve ya 5 gün eklendi�inde Philomelium gözüktükten sonra 3 gün içinde de Ikonium’a ula�ılıyordu. Ikonium’dan Mazaka ve Melite’ne üzerinden Euphrates’e ula�mak için 18 gün eklemek gerekiyordu. Bir ki�inin bahsedilen bu tüm yolculu�u tamamlayabilmesi için gerek at sırtında gerekse araba ile 30 güne ihtiyacı vardı. Bu yolculuk, yaya olarak yapılırsa bu süre 35 gün sürüyordu. �stisnai bir süratle imparatorlu�a ait hızlı kuryeler bu güzergâhı 21 günde tamamlayabiliyorlardı. Zeugma’ya güney yolunu takip ederek yapılan yolculuk daha uzun sürüyordu. Sagalassus’tan (Burdur-A�lasun) Apamea’ya yapılan yolculu�un tam bir gün sürdü�ünü biliyoruz. Strabon, Mazaka’dan Kilikia Kapı’larına kadar sürecek olan süreyi 6 gün olarak tahmin eder. Fakat bunun ötesinde Sinope’den Phasis’e olan deniz yolculu�u 3 tam gün sürer ve bu konuda ki bilgi tam olarak de�ildir. Deniz yolculu�unda geminin sınıfı ve birçok limana u�rama gereklili�i ve hava �artları, süreyi uzatan nedenler arasındadır. Örne�in, kuzeye do�ru seyahat ederken, Plinius’un da her zaman �ikâyet etti�i Troad rüzgârları gemileri uzunca bir süre bekletmek zorunda bırakıyordu. Tüm bu olumsuzluklara ra�men, ne deniz yolculu�unun yo�un olmayı�ından, ne gemi sayısının azlı�ından ve ne de yo�un olmayan deniz trafi�inden bahsedemeyiz. Phrygia’da Hierapolis’teki mezar ta�ında yazan bir yazıta göre, bir tüccar Cape Malea’yı (Malea Burnu) 72 kez geçmi�tir. Bu durum istisnai bir durum olmayıp, bunun gibi nice örnekler vardır.

Eyaletlerin kaynaklarına döndü�ümüz zaman iki ba�lık altında incelememiz gerekir; maden kaynakları ve tarım ürünleri. Antik ça�larda Asya’nın batı kesimi krallarına zenginlik sa�lamakla me�hurdu. Paktolos Çayı’nın kumlarının altınla dolu oldu�u söyleniyordu ve Lydia kralının zengin hazinesi deyim haline dönü�mü�tü. Hemen hemen antik ça� dünyasının ihtiyaç duydu�u her tür maden Asya’nın birçok bölgesinde bulunuyordu. Bulunan bazı maden damarlarının ve ocaklarının bugün tükenmi� oldu�u bir gerçek olmasına ra�men hala devam eden birçok maden oca�ı vardır. Vassal krallıklarda maden oca�ı i�letmecili�i imparatorlara aitti. Strabon, Kral Archelaus’un maden mühendislerinin onikse benzer bir ta�ı ke�fettiklerini ve kontrolünün imparatorlara ait oldu�unu belirtir. Bu konuda elimizde yeterli bilgi olmamasına ra�men, imparatorlu�un ikinci yüzyılına kadar, maden i�letmecili�i imparatorluk bünyesinde pek yaygın de�ildi. Anakaraya yakın ve sürekli ileti�im halinde oldukları ve bizim çalı�mamızın bir bölümünü de kapsadı�ı için Kıbrıs’tan ba�lamak daha uygun olacaktır. Bakırın ilk olarak Kıbrıs’ta bulundu�u ve adını buradan aldı�ı söylenir. Eski zamanlarda burada bakırla ilgili yapılan çalı�malara ve buradan pek çok bölgeye gönderildi�ine dair yeterli kanıt vardır. Amathus, Soli ve Kurion’da bakır madenleri vardır ve Tamassos’taki ocak Strabon’a göre bitip tükenmez derecede zengindir. Bakırın yanında belli oranda gümü�, kur�un ve üstübeç (beyaz kur�un-white lead) Kıbrıs’ta bulunmu�tur. Adadaki temel endüstri bakıra dayanmaktadır ve bu endüstri de kereste endüstrisinden büyük ölçüde faydalanmaktadır. Kıbrıs’ta

272

yo�un olarak i�leyen atölye örneklerine ve onların ürettikleri yan ürünlere dair pek çok kaynak vardır. �unu unutmamakta fayda vardır ki Kıbrıs, Akdeniz’de bakır madeninin bulundu�u en önemli yerlerden birisidir. Nasıl ki, Romalılar, kalayın kayna�ı olan hem Gallaecia hem de Cornwall’i kontrol altında tutup tekel olu�turdularsa, Akdenizde’de Kıbrıs, tunç üretiminin yapıldı�ı nadir yerlerden birisi konumuna geçip, tekel olu�turmu�tu. Bu maden ve kur�un her ikisinin de bulunmadı�ı bir yer olan Hindistan’a bolca gönderiliyordu ve bu �ekilde Roma do�udan elde etti�i de�erli ta�lar ve baharatları ödeyebiliyordu. Aslında, böyle kar getiren bir yerde, Caesar’ın Herod’a Kıbrıs’taki maden ocaklarının gelirinin yarısını vermesi, asil bir davranı� olarak addedilebilirdi. Kıbrıs’ta bulunan di�er de�erli ta�lar, kıymet arz edecek durumda de�illerdi.

Anakaraya geçecek olursak bizim inceledi�imiz Roma dönemine ait bölgelerde altın madenine dair bir iz yoktur. Bölgedeki madenler oldukça çok kullanılmı�tır, öte taraftan Armenia’da Kaballa yakınlarında altın madeni ve Kolchis’te Suani’de altın ve gümü� oldu�una dair söylentiler, bu bölgeye olan ilginin sadece sınır bölgesi olu�turmak olmadı�ını, aynı zamanda yeni zenginlik yaratacak madenler aramak ve Hazar’dan Hindistan’a uzanan me�hur yola hâkim olmak oldu�unu göstermektedir. Önceki zamanlarda Pharnakia civarında gümü� madenleri var iken, Strabon döneminde bu kaynaklar tükenmi� sadece demir kalmı�tı ve bu yüzden tüccarların do�al yönelimi de ke�fedilmemi�, bakir topraklar olan, yüksek arazi yapısına sahip kuzeydo�uya do�ru yönelmek olmu�tu. Bu olayları zihnimizde canlandırdı�ımız zaman Nero’nun Kafkasya seferini daha iyi anlayabiliriz. Mysia’da Kisthene civarında bakır madeni bulunmu� fakat Strabo’nun ifadelerine göre kayda de�er bir önem arz etmemi�tir. Demir, Kappadokia’da Kerasus nehri civarında hala tedarik edilebilir durumdadır ve Pharnakia’nın yüksek yerlerinde, Andeira’da demir kayna�ı vardır. Demiri madenini bakırla kapalı eritme sonucu elde edilen “oreichalcos” adıyla bilinen ürün, imparatorluk bünyesinde yüksek fiyata alıcı bulmu�tur. Kibyra (Burdur-Gölhisar) ve çevresi, demiri dövme i�i ile ünlüdür. Kilikia’da Zephyrium (Mersin) civarında kur�un sülfat bulunmu�, tıbbi ve di�er amaçlara hizmet etmek amacıyla ihraç edilmi�tir. Pompeiopolis yakınlarında kırmızı arsenik sülfat (kırmızı zırnık) çıkartılmı� olup, Strabon, burada çalı�an i�çilerin acınası durumunu ilginç bir �ekilde tasvir etmi�tir. �� o derece tehlikeliydi ki, sadece köleli�e mahkûm edilen suçlular burada çalı�ıyordu. Atmosfer a�ırı derecede zehirleyici idi ve i� temposunun a�ırlı�ından dolayı 200’ün üzerinde i�çi hastalık ya da ölüm sebebiyle ayrılmak zorunda kalıyor ve madendeki verimlili�in azalmasına neden oluyorlardı. Bu ifadeler, Diodorus’un benzer hikâyeleriyle kar�ıla�tırıldı�ı zaman oldukça ö�retici olabilir. �spanya’nın Lex Metalli Vipascensis adındaki bir maden toplulu�u örnek olarak incelendi�i zaman, Flavian Hanedanlı�ı ve sonrasındaki dönemde daha insancıl bir politika izlendi�i görülür.

Kappodokia’da ki Argeus Da�ı hem kendisi ve hem de etrafındaki kom�uları için ta� sa�layan bir da�dır. Kom�usu Mazaka’nın birçok binasında

273

bu ta�larla in�a edilmi�tir. Phrygia’da Synnada beyaz mermeri ile me�hurdur ve belli bir süre burada mermer çıkartılmı�tır. Strabon’a göre, Romalıların kontrolü altındaki bu ocaklardan önceki dönemlere oranla daha büyük bloklar kesilmi� ve çıkartılan bu tüm sütunlar, denize olan uzaklı�ına ra�men Ephesus’a, oradan da Roma’ya gönderilmi�tir. O döneme ait birçok �iirde, bu olaya duyulan övgüleri gözlemleyebiliriz. Ariusia adasında da mermer bulunmu�tur fakat Prokonnesus’da (Marmara Adası) bulunan mermer oldukça de�erlidir. Prokonnesus yakınlarındaki Kyzicus (Balıkhisar), büyük oranda buradan gelen mermerler ile in�a edilmi�tir. Marmara Adası’ndaki mermerler, sadece çevresine ihraç edilmekle kalmayıp, Kuzey Gaul’e de gönderilmi� ve hatta burada bulunan bir villa da Marmara Adası’ndan gelen mermerlerin izine rastlanmı�tır. Karia’da mermer ocakları vardır ve buranın halkının mermer kesmeyi icat etti�ine dair bir efsane vardır. Galatia’nın sınırlarındaki Kappadokia’da oniks ta�ına ilaveten Archelaus’un madencileri yüzeyi fildi�ine benzeyen hançer kabzaları ve süsleme de kullanılan bir beyaz ta� buldular. Kappadokia’da ayrıca çok de�erli addedilen, bazen “Sinopik toprak” diye adlandırılan kırmızı bir toprak türü bulunmu�tur. Sinopik, adını ihraç edildi�i liman �ehri Sinope’tan almı�tır. Daha sonraları ise, Ephesus yolu kullanılmaya ba�landıktan sonra daha çok yere ihraç edilmeye ba�lanmı� ve iyile�tirici özellikleriyle ün salmı�tır. Ayrıca, bu topra�ın daha dü�ük kalite de olanı Pontus’da bulunmu�tur. Mat oldu�u için �spanyollar tarafından pek tutulmayan “Specularis lapis” adıyla da bilinen bir mika ta�ı da çokça bulunmu�tur. Aynı kentte Nero zamanında kristalize edilmi� alçı ta�ına benzeyen “Phengites” denilen yarı saydam bir ta� bulunmu�tur. Domitian, bu ta�ı bir revakın duvarlarında kullanmı�tır. �spanya/Sisapo’da ki kırmızı kur�un ile kıyaslanmasına ra�men, Ephesus yakınlarındaki kırmızı kur�un, imparatorlu�un en iyi kırmızı kur�unudur. Kolchis’ten ihraç edilen ise, di�er madenlerle karı�tırılması sonucu kalitesini kaybetmi�tir. Bile�i ta�ı (whetstone), Kilikia’dan etrafa yayılmı�tır ve Anadolu’nun bazı bölgelerinde, bu bahsetmi� oldu�umuz ta�lardan daha az de�erde olan ta� izlerine de rastlanmı�tır.

Topra�ın altında yatan zenginliklere ilaveten, Asya’nın tarımsal zenginli�i muazzamdır. Karadeniz’in güney sahili boyunca Pontus ve Bithynia’da, kereste ticaretinde önemli rol oynayan, ayrıca bazı türleriyle mobilya sektöründe zenginlerin evlerinde masa olarak kar�ımıza çıkan me�e, aka�aç, köknar ve karaçam a�açlarıyla dolu geni� ormanları görebiliriz. Güneyde de, bir zamanlar Kilikyalı korsanların denizde dola�tıkları, küçük fener gemileri için uygun olan, gemi keresteleri mevcuttur. Hatta “phaselus” adını verdikleri bir tekne, adını Likya sahilindeki bir kentten alır. Balmumu, Kytorus ve Amastris civarından gelir ve Strabon, Euxine’nin (Karadeniz) ormanlık olan yüksek yamaçlarında ya�ar. Pitya kentinde çam a�açlarını görebiliriz. Ida Da�ı (Kaz Da�ı) eteklerinde çok fazla a�aç kesimi yapılmı�tır. Mykale Da�ı’n da (Dilek Da�ı) ormanlık alanlar vardır. Argaeus Da�ı (Erciyes Da�ı) etrafındaki bazı bölgeler istisna tutulmak �artıyla, ormanlık alanların

274

olmadı�ı bölgeler, Kappadoika ve Lykaonia vadileridir. Anadolu Yarımadası’nın iklimi, zeytin ekimi için oldukça uygundur. Yunanlılar, Batı Anadolu’ya gelmeden önce, buranın nehir vadilerini, zeytinin ana vatanı olarak nitelendirmek do�ru olmaz. Ayrıca, Melitene’de, Phanaroea civarında, Pisidia bölgesinde Side ve Aspendus’un yüksek tepelerinde de zeytin yeti�tirilmi�tir. Selge’den ihraç edilmeye ba�layınca, buradaki üretim daha da artmı�tır. Son olarak Synnada vadisinde de zeytin yeti�tirildi�ini görüyoruz. Elimizde Kyklades üzerinden Roma’ya giden zeytin tüccarlarına veya “oleari” ile u�ra�anlara ait kayıtlar vardır.

Hemen hemen her bölgenin kendine ait bir �arabı vardır. En me�hurları ise güneybatı sahilinin ve bu sahile yakın olan adaların �araplarıdır. Küçük bir ada olan Arisua’nın en iyi �arabı üretti�i söylenir. Metropolis, Tmolos, Knidos24 ve Smryna’nın �arapları hep takdir edilmi�tir. Samos Adası’nda hiç �arap üretilmemesi oldukça �a�ırtıcıdır, Ephesus’a ait �arap gibi be�enilmez ve Strabon’a göre Mesogis �arabı ba� a�rısı yaptı�ı için Plinius tarafından küstahça reddedilmi�tir. Fakat Philadelphia civarında tarımsal bir kent olan Mysia’da ve Sardis’in verimli topraklarında üzüm asmaları yeti�tirilmi� ve Priapus ve Lampsakus’un üzüm ba�ları ön plana çıkmı�tır. Pisidia’da Ambleda25 �arabı hastalara iyi geldi�i için birçok yere ihraç edilmi�tir ve Laodikea Katakekaumene’nin a�açsız ovaları en güzel �arapları insanların hizmetine sunmu�tur. Sinope ve Themiskyra’nın (Samsun- Terme) etrafındaki Pontus’un tüm kuzey alanı meyve yeti�tiricili�i için oldukça geni� bir alandır ve üzüm asmaları da bu yeti�en ürünler arasındadır ve hatta Phanaroea ve Melitene gibi daha do�u noktalarda bile izlerine rastlanmı�tır.

Muhtemelen Anadolu’nun tüm bölgeleri içinde en de�erli olan bölgesi Sinope ve Trapezus gibi önemli limanları olan Pontus’tur. Sinope, yüzyıllardır ticaret merkezi olmasıyla ün salmı�tır. Kıyı boyunca var olan birçok su ürünü zenginli�ini bünyesine katmı�, birçok lezzetli ürünün yanı sıra, Byzantium’da oldu�u gibi, tuna balı�ından burada da lakerda yapılmı�tır. Kereste ihtiyacını kar�ılayan a�açların yanı sıra üzüm asmaları ve zeytin bolca üretilmi� olup, üzüm, elma, armut ve kiraz gibi pek çok meyve a�acı da bu bölge de yeti�tirilmi�tir. Hatta kiraz fideleri damak zevkine dü�kün olan Lucullus tarafından yeti�tirilmek üzere �talya’ya götürülmü�tür. Fındık ve benzeri türdeki olanlar o derece çok yeti�tirildi ki bazı durumlarda yoldan geçen yolcular rahatlıkla toplayabiliyorlardı. Aslında deniz kenarının verimli arazileri her zaman i�galciler için cazibe merkezi olmu� ve yo�unlukla kar�ıla�tı�ımız sava� ve göçlerin ana nedeni olmu�tur. Sinope’nin etrafında Kappodokika ve

24 Knidos önce bugünkü Datça ilçe merkezinin 1,5 km kuzeydo�usunda Dalacak burnu üzerindeki Burgaz mevkiinde kurulmu�tu. Sonra Yarımadanın batı ucundaki Tekir Burnu üzerine ta�ındı. (ç.n.) 25 Anadolu’da Bey�ehir gölü ile Seydi�ehir arasındaki Kızılca’nın güneyinde yer alan Asar da�ında bir �ehir. (ç.n.)

275

Pontus’un geri kalan bölgelerinde e�ine rastlanmayan yumu�ak bir yüne sahip olan koyunlar, büyük ba� hayvanlar, kazlar ve ördekler oldukça me�hurdur. Arıcılık, burada yaygın olarak uygulanmı� ve Pontik balmumu bu bölgeden farklı amaçlar için ihraç edilmi�tir. �spanya’da bazı kabilelerin haraç olarak koküs vermesi gibi, bu bölgede kom�u bir kabile, haraçlarının bir kısmını balmumu olarak ödemi�tir. Tıbbi amaçlı kullanılan reçine bitkileri, sakız a�açları, sümbül ya�ı bu bölgede yeti�tirilmi�tir. Sonuç olarak özetleyecek olursak, bu bölgede yeti�en ürünlere ilave olarak, bu bölge ticari bir merkez oldu�undan dolayı Armenia ve Kolkhis’ten gelen ürünler ya deniz yoluyla ya da kara yoluyla bu bölgeden geçmi�tir. Kilikia’nın güneyi bir zamanlar korsanlara gemileri için kereste sa�layacak derecede zengin ormanlara sahipti. Günümüzde ise yaban domuzu ve geyik avı için avcılara mükemmel bir alan olu�turmaktadır. Fakat bu bölgenin en önemli ürünü, Korykus Da�ı civarında yeti�en, Roma ve �talya’ya sadece çe�ni ve tıbbi amaçlı de�il aynı zamanda parfüm yapımı için gönderilen safrandır. Pek çok çe�it mısır ve kızıl bu�day burada kendileri için uygun topraklar bulmu�lardır. �ncir, zeytin, hurma ve üzüm asması burada oldukça verimli bir �ekilde yeti�tirilmi� ve Kilikya lahanası çok me�hur oldu�u için, tohumu �talya’ya götürülmü�tür. Kayalıklı ve girintili çıkıntılı bir sahile sahip olan bu bölgede, birçok ticari gemi, buranın limanlarına giri� çıkı� yapmı� ve ço�unlukla bölgenin reçine bitkilerinden elde edilen merhem ve sakız türü ürünleri ta�ımı�lardır. Pisidia ve Kilikia bölgesinde yeti�en süsen çiçe�inden elde edilen sakız, kara buhur, mor renk elde etmede kullanılan koküs ve Phaselis’te üretilen gül parfümü ihraç edilen ürünlerden birkaçıdır. Selge’nin etrafındaki bölge verimli arazileriyle me�hurdur. Zeytini oldukça iyidir. Süsen çiçe�inden elde edilen merhemden oldukça övgüyle bahsedilir. Buranın tepelik arazileri keçi üretimine uygundur ve keçi kılından çorap, tayt, çok sıcak tutan “kilikium” adı verilen ve Augustus zamanında çokça �talya’ya ihraç edilen kı�lık palto vb. ürünler elde edilmi�tir. Tarsus, çadır üretimi ile me�hurdur. Hatırlanaca�ı üzere St. Paul profesyonel bir çadır imalatçısıydı.

�çinde barındırdı�ı medeniyetinin geçmi�i, geçmi�te ve günümüzde geli�en birçok �ehre sahip olması, tarımsal zenginli�i, sanayisi ve zengin nüfusuyla ününe ün katan, Asya’nın bir eyaleti olarak bilinen Anadolu, Roma �mparatorlu�u’nun en önemli alanlarından birisidir. Anadolu’nun birkaç �ehri Roma �mparatorlu�u’nun kült merkezi olmakla onur duymu�lar ve bu bereketli topraklar “Anadolu’nun ba�rahibi olma unvanını” almak için birbirleriyle rekabet ederek her biri kendi adayını çıkarmı�tır. Deniz sahilleri deniz ürünleri açısından hayli zengindir. Linon’dan gelen kabuklu deniz ürünleri dünyanın en lezzetlileridir. Ephesus’un istiridyesi gurmelerin gözünde hayli de�erlidir. Anadolu’nun sahilleri “purple fishery” olarak adlandırdı�ımız kraliyet için önem arz eden erguvan rengini elde etmede kullanılan deniz ürünleri ile de ünlüdür. Sardis civarındaki ovalar oldukça bereketli olup, Strabon sık sık buranın topraklarının bereketlili�ine vurgu yapar. Ayrıca, bu bölgenin ovaları

276

ve bayırları hayvancılık için otlatmaya uygundur. Milesia koyunlarının yünü hep talep edilen bir yün türü olmu�tur. Laodikea yünü en iyi olarak ortaya çıkmasından sonra kalite olarak üçüncü sıraya dü�mü�tür. Bu �ehir, adını yünlü elbise üretimiyle duyurmasından sonra North Gallia dokumacılarıyla yarı�ır hale gelmi�tir ve buradan gelen dokuma tezgâhları sayesinde Nervian cloak (kaban) diye adlandırdı�ımız giysileri taklit etmeye ba�lamı�lardır. Nerenin yünü iyiyse bilin ki mutlaka oranın kuma� boyama sektörü de oldukça geli�mi�tir ve bundan dolayı da yünü rafine etmek için belli kökler kullanılır ve koküs boyası uygulanır. Hierapolis’in suyu, murex (dikenli salyongoz) ve koküs gibi kökboyaları yüne katıldı�ında e�it parlaklık sa�lama da oldukça etkindir. St. Paul’un Yunanistan’de tanı�tı�ı Lydia adındaki bir kadın, Thyateira’ya bir “erguvan satıcısı” (purple seller) olarak geldi�i zaman, Thyateira kenti, kraliyet için asil bir renk olan mor renkli ürünleri satan me�hur bir kent oldu. Plinius, en iyi yermantarlarının Asya’dan özellikle Mytilene ve Lampsakus26 civarındaki bölgeden geldi�ini ifade eder. Bu bölge ayrıca bünyesinde reçine ta�ıyan a�açlarla da dolu olup, Pergamum kralları bu tür a�açları burada yeti�tirmek için çaba sarf etmi�lerdir. Bu yüzden bu bölgenin sarısabır (aloe) ve elmalarına de�er verilmi� tonlarca incir ve di�er meyveler kurutularak ve konserve edilerek �talya’ya ihraç edilmi�tir.

Son olarak Anadolu’nun de�i�ken popülâsyonu hakkında bir �eyler söyleyebiliriz. Sahil kesiminde oturan halkın alı�ılmadık derecede ticarete ilgisi vardı ve Roma �mparatorlu�u bünyesinde bu özelli�ini uygulamak için ola�anüstü bir imkâna sahip oldu. Kıvrak zekâları, uyumlu karakterleri, iyi e�itimleri ve düzgün konu�maları ile hızlı bir �ekilde kozmopolit bir toplulu�a sahip olan Roma’ya ayak uydurdular. Doktorları emsalsizdir; bir doktor isminin azat edilmi� Yunanlı bir köleden olması oldukça �a�ırtıcıdır. Onların nitelikleri onların yüksek mevkilerde görev almasına neden olmu�tur. Yunanlı doktorların sadece imparatorlu�a ait mahkemelerde veya Erken Dönem �mparatorlu�un vazgeçilmez azatlı kölelerinde görebilmemiz bu gerçe�in farkına varabilmemiz için yeterlidir. Josephus’a göre, Anadolu’da özellikle �onia bölgesinde, önemli oranda Yahudi yerle�imi vardır. Bu gözlemi, Yeni Ahit’in Resullerin ��leri adlı bölümde, ticari amaç için yola çıkan Thyateira’lı Lydia ve Pontus’lu Aquila’nın seyahatlerinde, u�radıkları her �ehirde sinagog ile kar�ıla�malarından anlayabiliyoruz. Zengin �ehirlerle dolu, bu tür geli�mi� bir bölgede, esnaf loncaları yerel politikada önemli rol oynar. Buna en güzel örnek gümü�çü olan Demetrius ve arkada�larının çıkardı�ı karga�adır. Hatzfeld’in ola�anüstü makalesinde, bizim dönemimizin birinci yüzyılında Anadolu’da ikamet eden �talyan tüccarlar ya yerel rakipleriyle girdikleri rekabetin getirdi�i stresten dolayı çekip gitmi�ler ya da birle�mek zorunda kalmı�lardır. Fakat bu ticaretin azaldı�ı anlamına gelmemelidir. Plinius, Bithynia’ya gitti�i zaman burada

26 Çanakkale Bo�azı’nın Marmara Denizi yanındaki giri�inde, Anadolu kıyısında ilk ça� kenti.(ç.n.)

277

görmü� oldu�u ekonomik çöküntünün nedenlerini, bölgenin dengesizli�inden ziyade Bithynia’ya da ki yetkililerin duyarsız ve savurgan harcamalarına ba�lamı�tır. Birinci yüzyılın sonlarına do�ru Roma �mparatorlu�u’nun do�usunda tedrici bir de�i�iklik gözlemlendi. �talyanların yerine büyük çapta yerel tüccarlar ticarete el atmaya ve hatta �talya’da ve Roma’da yerle�meye ba�ladılar. Sahip oldukları kayda de�er adaptasyon becerileri ve kendi ırklarını ön plana çıkarmama gayretleri, �talyanlara göre daha iyi oldu�u için ba�arılı olmaları insanları �a�ırtmamalıdır. Hiciv yazarları bunların her yerde olmalarını sert bir �ekilde dile getirmi�lerdir. Bu gelen rüzgârla birlikte, yanlarında kuru erik, incir ve mürdüm eri�i (damson) getirmi�ler ve yerle�tikleri yerde geli�mi�lerdir. Hatta ba�kentin ötesine de uzanarak, kuzeybatının vadilerine do�ru mücevherat, süs e�yaları, kaliteli i�çilik ve lüks tüketim araçlarıyla birlikte yönelmi�ler. Moguntiakum’da, Nikomedia’dan getirilmi� Bithynia eserlerine rastlayabiliriz. Bithynialılara ait izlere bazı yazıtlarda da rastlanır. Burdigala’ya döndü�ümüz zaman, Helvetiiler arasında Lydialılara ait bir kuyumcuya rastlayabilirken, ülkenin di�er bölgelerinden Kappadokialılar ve Karialılara ait olanlara da rastlayabiliriz. Hatta Britanya’ya kadar uzanmı�lardır ve Lindum’da Asyalı Yunanlılara ait bir yazıt ele geçmi�tir. Her �ehirde doktorlarını görebiliriz. Gidi�at tersine dönmeye ba�ladı�ı zaman, artık eyaletler Romalılar tarafından sömürülmeyecek duruma gelmi� fakat Roma �mparatorlu�u, nasıl sömürgecilik yapıldı�ını bu halklara ö�retti�i için, onlar, artık Roma’yı sömürmeye ba�layacaktı. Ele geçirilen Yunanistan, kendisini fethedenin edebiyatından daha fazla fatihini tutsak aldı.

278

279

E-DEVLET UYGULAMALARININ H�ZMET KAL�TES�NE ETK�LER�

Dr. H. AIpay Karasoy

ÖZET

Ülkemizde üzerinde yeni yeni durulmaya ba�lanan e-devlet, verimlili�i artırmak amacıyla ve ça�da� toplum olmanın bir gere�i olarak ortaya çıkmı�tır. Bu anlamda yönetenlerle yönetilenler arasındaki her türlü ödev ve yükümlülüklerin kar�ılıklı olarak “dijital ortamda” sürekli ve güvenli bîr biçimde gerçekle�tirilmesi anlamına gelmektedir. Küreselle�me, dünya ülkelerinin birçok alanda birbirine ba�ımlı hale gelmelerini ifade etmektedir. Böylelikle dünyada siyasal sınırlar ortadan kalkmı� ve dünya küresel bir köy haline gelmi�tir. Bu yapıda devletler, etkinliklerini artırmak için, bili�im teknolojilerinin alt yapılarından yararlanarak, hizmetlerim elektronik ortamda sürdürmeye ba�lamı�tır. Bu uygulamaların tamamı E-Devlet kavramıyla anılmaktadır.

Internet kullanımı hayatımızda birçok kolaylıklar sa�lamasının yanında bir takım sorunlara da yol açmı�tır. Internet kullanımının yaygınla�ması e-devlet uygulamasına geçi�i de hızlandırmı�tır. Günümüz kamu yönetiminin vazgeçilmezi haline gelen e-devlet birçok kamu hizmetinin görülmesinde hız ve etkinlik sa�lamı�tır. Bu çalı�mada, internetin Türkiye’de geli�imi ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan e- devletin geli�imi ele alınıp incelenecektir.

Anahtar kelimeler: �nternet, E-devlet, kalite

THE EFFECTS OF E-GOVERNMENT SERVICE QUALITY APPS

ABSTRACT

E- Government which has recently been signifıcant in our country eınerged as a must of being a modern society and to increase effîciency. in that manner, it means the realization of mutual duties and responsibilities between people who govern and those who are governed in the “digital space”. However, it seems that, the concept of e-government that we deiined in a general manner is discussed in various places where different aspects of it are emphasized. Globalization, become dependent each other of world countries in many areas is stated. In this way political boundaries have disappeared and the world has become a global village. These states taking advantage of their information technology infrastructure and has begun to pursue their services on electronic context for increase their effectiveness. All of these applications be called with E-Government concept.

280

Beside the facilities,the internet usage,also gives rise to some kinds of problems in our lifes.Becoming prevalent of the internet usage also hastaned the transition to e-state pracîices.the e-state practices which are today indispensable for public adminirastions,bring ınomentum and effıciency. In this paper the emergence, development in Turkey and the problems of the internet will be analized.

Key words: Internet, E-goverment, Qality

1- G�R��

Ça�ımız ko�ullarında devletlerin yapısı hizmet devletinden çok refah devletine dönü�mektedir. Bu ba�lamda, devletin esas unsurunu te�kil eden bireyler ve kurumlar için en etkin hizmet �ekli - vakit nakittir ilkesinden hareketle - hızlı ve etkin bir biçimde istenileni yerine getirmektir. Bunu yapabilmek için devletler ve kurumlar, teknolojik geli�meleri sürekli takip ederek bürokrasi basamaklarını mümkün olan en alt seviyeye indirgemeye çalı�maktadırlar. Etkin ve hızlı karar alabilen ve bunları uygulamada ba�arı sa�layan toplumlar önemli yerlere gelmi�lerdir.

Günümüzde organizasyonların ba�arılı olmalarının en önemli ko�ulu, sunulan ürün ve hizmetin hedef kitleye, en dü�ük maliyetle, hızlı ve kaliteli bir �ekilde sunulmasına ba�lı oldu�u büyük ço�unluk tarafından kabul edilmektedir. Kalite-Maliyet-Terinin üçlüsü hayatın her alanında karar verme a�amasında kar�ımıza çıkmaktadır. Kamu yönetiminde yeni yeni uygulanmaya ba�lanan E-Devlet uygulamaları ile devletin hedef kitlesine sundu�u hizmetlerde bilginin en bilinen payla�ımı olan internet tabanlı bili�im teknolojilerinden faydalanılmakta, bürokratik engeller azaltılarak kalite-maliyet-termin üçlüsü en iyi �ekilde birle�tirilmektedir

Bu çalı�mada E-Devlet sistemi, bu sistemin ortaya çıkı�ı, i�levleri, uygulama a�amaları ve kar�ıla�ılan sorunlar ile E-Devlet yardımıyla hizmetlerde kalitenin nasıl yükseltilebilece�i konularına açıklık getirilmeye çalı�ılmı�tır. E-Devletin özelliklerinden yola çıkarak Türk kamu yönetimi hizmetleri üzerine etkileri ve E-Devlet uygulamaları, dünyadan örneklerle kıyaslanmı�tır. E-Devletin önündeki engeller ve E-Devlet uygulamalarının temel bile�enlerinden olan, internet ve di�er teknolojilerin kullanımı anlatılmı�tır.

2- E-DEVLET’�N ORTAYA ÇIKI�I VE ��LEVLER�

2.1. E-DEVLET’�N ORTAYA ÇIKI�I

Elektronik devlet, birey ve kurumların herkesin ula�abildi�i veya kısıtlı sayıda kullanıcı tarafından ula�ılabilen kapalı a� ortamlarında yazı, ses ve görüntü gibi sayısal bilgilerin i�lenmesi, eri�ilebilmesi, saklanması temeline dayanan ve bir de�er yaratmayı amaçlayan kamu hizmetlerinin tümüdür.

281

E-Devlet, kamu kurumlarının bili�im teknolojileri (en yaygım örnek olarak, interneti, mobil ileti�im vb.) kullanarak vatanda�lar, i�letmeler ve di�er devlet birimleri arasındaki ili�kilerini devam ettirmesidir. (Erdal,2002:165-180)

Kamu yönetimine ait verilere ula�mada vatanda�lara, örgütlere ve Örgüt çalı�anlarına kısaca tüm kurulu�lara kamu hizmetlerinin sunulmasında bili�im teknolojilerinin ve özellikle de internet uygulamalarının kullanılması E-Devlet olarak tanımlanabilir. (Stowers, 2003)

Bilgi ve ileti�im teknolojisindeki hızlı geli�meler, devletin elektronik hizmetleri kullanmasının ba�lıca sebeplerindendir. Buradan hareketle E-Devleti, bilgi ileti�im teknolojilerinin kamusal faaliyetleri desteklemesi amacıyla kullanmaktır �eklinde de tanımlayabiliriz. (Saga,2003)E-Devletin bugünkü konuma gelmesi bir süreç içinde olmu�tur. Bu süreci üç dönem halinde inceleyebiliriz: (Leigh ve Atkinson,2003)

Dönem 1: �nternetin Bilgi Payla�ımı Amacıyla Kullanılması(1993 1998): Bu dönemde bilgi sunma amacıyla ortaya çıkan E-Devlet tam olarak vatanda�lara interaktif bir hizmet sunmamı�tır.

Dönem 2: Online Olarak ��lem Yapılması ve Hizmet Sunulması(1998 -2001): Kamu yönetimine ait siteler doksanlı yılların sonlarından itibaren bilgi sa�layıcı konumundan i�lemsel modele do�ru geçi� yapmaya ba�lamı�lardır. Elektronik posta ile bilgi gönderimi online i�lem tamamlamaları çe�itli vergileri, sigorta primlerinin belgelerini internet yoluyla elde edebilme bu dönemin önemli hizmetlerindendir.

Dönem 3: Web Sitelerinin Bütünle�mesi (2001 - 2004): Bu dönemde kamu kurulu�ları, kendilerinin üretmedikleri hizmetlerde dâhil olmak üzere web siteleri vasıtasıyla vatanda�lara geni� kapsamlı hizmet vermeye ba�lamı�lardır.

282

�ekil 1: Bilgi Ça�ında �li�kilerin Yeni Açılımı

Kaynak: E-Governance - an ÎT Enablerd Theme Of Governance, www.adb.org/Documents, s:2 Eri�im: 20.01.2003

E-Devlet; kamu hizmetlerinin eri�im ve yaygınlı�ını, hizmet üretim ve yönetim sürecine vatanda�ların katılımını artırmak, devlet kurumlarının daha rasyonel ve verimli i�lemesini sa�lamak gibi üç amaca hizmet eder. �nternet ve hizmetlerinin yaygınla�ması sayesinde kamu kurumlarında çalı�anların ve çalı�maların verimlili�i büyük ölçüde artarken, devlet-vatanda� ili�kisinin boyutu da de�i�mektedir.

E-Devlet uygulamalarıyla, devlet daha etkin çalı�acaktır. Yeni ileti�im araçları ile çalı�anların ileti�imini ve bilgilerin payla�ım imkânlarını güçlendirecektir. Uzaktan ö�renme gibi teknolojik araçlar ile yer ve zamandan ba�ımsız ileti�im kurulabilecektir. Ayrıca, veri görselle�tirmesi, veri entegrasyonu ve dijital kütüphane teknolojileri gibi bilgi yönetimi araçları, bilginin kullanımı ve yaygınla�tırılmasına olumlu katkılarda bulunacaktır. Veri ambarları gibi teknolojiler, farklı kaynaklardan bilgiyi bir araya getirecek, bunun yanı sıra veri yönetimi ve bilgi arama araçları, birçok konuda planlama ve de�erlendirme amaçlı olarak kullanılabilecektir. (Bilen ve �anver,2002:101-118)

2.2. E-DEVLET UYGULAMASININ ��LEVLER�

Devletlerin, yapıları ve do�aları gere�i kapalı bir sisteme sahip oldukları görülmü�tür. Bu yapılarından dolayı denetimci ve bilgiyi payla�mayan mekanizmalardır. �çe kapanık bu sistem, vatanda�lar tarafından çe�itli vasıtaları yardımıyla kırılmaya çalı�ılmı�tır. E-Devlet uygulamasının en önemli i�levi

283

devleti açık hale getirmesi bir anlamda saydamla�tırmasıdır. E-Devlet, bu i�levi nedeniyle vatanda�ına olabildi�ince yakın, olabildi�ince saydam ve olabildi�ince etkin hizmet sunan devlet olarak tanımlanmaktadır. Bilgiye eri�me hakkı, ça�da� devletlerde tüm bireylerin hakkı olarak kabul görmekte ve devletin dünü, bugünü ve yarını ile ilgili bilgi edinme olanakları, kendilerine sunulmaktadır. �stenilen bilgiye, istenilen zamanda, do�ru bir �ekilde ula�mayı sa�lamaktadır.

E-Devletin i�levlerinden biri de i�lem maliyetlerini ve sürelerini azaltmasıdır. Devlet yerine getirmesi gereken faaliyetleri E-Devlet uygulamasıyla, daha ucuza, daha kaliteli ve daha kısa sürede yapabilecektir. Giderek bürokratikle�en devlet kurumları, yükü ta�ıyamaz duruma gelmektedir. Kâ�ıda dayalı i�lemler, i�lem süresini uzatmakta, ayrıca i�lem maliyetlerini bir hayli artırmaktadır. E-Devlet uygulamaları, bu maliyetleri ve süreleri azaltacak, etkinlik ve verimlili�i arttıracak aynı zamanda vatanda� oturdu�u yerden her türlü i�ini halledebilecektir.

E-Devlet her düzeyde vatanda�ın yönetime katılımını sa�layacaktır. Bili�im kültürünün yaygınla�ması ile katılımcılık kültürü de geli�ecektir. (Yücetürk,2002:145-164)

E-Devlet doküman yönetimine de kolaylık getirecektir. Bugün birçok geli�mi� ülkede hızla kâ�ıtsız ofis ortamı çalı�maları sürdürülmektedir. Türkiye’de ar�ivler kâ�ıtlarla doludur ve bu ar�ivler gün geçtikçe dolmaktadır. E-Devlet uygulaması ile bu yüklerden kurtulmak mümkündür.(Yücetürk,2002:145-164)

E-Devlet uygulamasının ba�arısı, telekomünikasyon altyapısı, yasal-düzenleyici ortam, mali kaynaklar ve kamu organizasyonlarının bilgi teknolojileri ile olan ili�kileri gibi alanlardaki geli�melere ba�lıdır (www.sayı�tay.gov.tr):

Telekomünikasyon altyapısı: Dijital a� �ebekeleri olmadan E-Devlete girmek mümkün de�ildir. Ülkenin fiziksel ko�ullan ve telekomünikasyon alt yapısı bilinerek E-Devlet çalı�maları �ekillendirilebilir.

Yasal ve düzenleyici çevre: Telekomünikasyon altyapısının E-Devlete uygun olarak geli�tirilmesi veya yeniden yapılandırılması çok büyük yatırımlar gerektirir. Oysa birçok ülkenin bu maliyeti kar�ılayabilecek gücü yoktur. Bu yüzden özel yatırımlar te�vik edilmeli ve kanuni düzenlemelerle internet servis sa�layıcıların arasındaki rekabet yükseltilmelidir. Mali kaynaklar: Kamu kurumları kamusal hizmetleri çevrimiçi sa�larsa, bunun için hazine tarafından desteklenmeleri gerekir. E-Hizmet tesliminin bedeli tamamen kar�ılanamaz ise, kamu kurumları hizmetleri sunmak için fiyat talep edecekler ya da hizmetin teslimi özel sektörce yerine getirilecektir.

284

Kamu organizasyonlarının bilgi teknolojileri ile ili�kisi: Devlet kurumlarının bilgi teknolojileri ile olan ba�lantısı bilinirse E-Devleti ve etkinli�ini anlamak daha kolay olacaktır. Kamusal organizasyonların etkinli�i, yönetim kalitesi ve üyelerin performansına ba�lıdır.

3- E-DEVLET�N YAPISI ve A�AMALARI

E-Devletin kamu idari birimleri arsındaki ili�kileri ve çalı�anları arasındaki ili�kileri ile vatanda�lar ve özel i�letmeler arasındaki i�lemlerden olu�an bir yapısı vardır.

�ekil 2: Vatanda� - Devlet- ��letme �li�kisi

Kaynak: E-Governance - an ÎT enablerd Theme Of Governance, www.adb.org/Documents, s:6 Eri�im: 20.01.2003

E- Devletin a�amalarını sıralayacak olursak(larrain, 2003:14);

- Vatanda� ve i�letmelerin internet ortamından yararlı bilgilere ula�ması,

- �ç finans yönetim sistemlerinin bütünle�tirilmesi,

- Direkt ileti�im için gerekli yapılanma (firmalar, devlet ve vatanda� arasında)

- Elektronik hizmetlerin sa�lanması,

- Devletin, geni� portallar olu�turma sıralanabilir.

Tüm dünyada oldu�u gibi Türkiye’de de bütün kurumlar ça�ın gerektirdi�i hız ve etkilili�e ula�abilmek için bilgi teknolojilerine büyük yatırımlar yapmaktadırlar. Türkiye’de yapılan bu yatırımlar sadece kamu kurumlarının hızlı ve etkili kamu hizmet sa�lamalarının bir sonucu de�il aynı zamanda Avrupa Birli�i ile olan uyum çabalarının bir sonucudur. Türk kamu yönetiminde hem merkezi yönetimler düzeyinde hem de yerel yönetimler

285

düzeyinde e-devlet ve e- bürokrasi uygulamaları mevcuttur (Leblebici vd.2003:501-512)

4- E-DEVLET UYGULAMALARININ SORUNLARI

E-Devlet uygulamalarını e-i� uygulamalarından ayıran en önemli faktör uygulamanın çok yönlülü�ü ve çe�itli�idir. Bir devlet uygulaması hem vatanda�ları, hem �irketleri hem de birçok kamu kurumunu aynı anda içine alabilmektedir. 20 ülkede yapılan bir ara�tırmada E-Devlet uygulamalarında kar�ıla�ılan sorunların birbirleriyle paralellik gösterdi�i tespit edilmi�tir (Jupp,2000:l) Bu sorunların ba�ında E-Devlet uygulamasına nereden ba�lanaca�ı ve nasıl ba�lanaca�ı gelmektedir.

E-Devlet uygulamalarında kar�ıla�ılan sorunları; politik sorunlar, sosyal sorunlar, ekonomik sorunlar ve teknolojik sorunlar olmak üzere 4 ana ba�lıkta toplayabiliriz. (Backus,2001:3). Bunları açıklayacak olursak:

Politik Sorunlar: geli�mekte olan ülkelerde E-Devlet uygulamaları demokratikle�me reformları ile birlikte uygulanmaktadır. Internet bu konuda itici bir güç ve modernle�me simgesidir. Ancak geli�mekte olan ülkelerin kısıtlı bütçeleri internetle ilgili kanuni düzenlemelerinin olmayı�ı, bir problem çıktı�ında bunu devlette bir üst düzey birimin sahiplenmeyi�i, karar verme mekanizmasının i�lemez derecede yava� olması ve seçimlere dayalı kısa vadeli hükümet stratejileri bu ülkelerin E-Devlet uygulamalarının önündeki politik engeller olarak sayılabilir.

Sosyal Sorunlar: E-Devlet uygulamaları için yeti�mi� insan gücü gerekmektedir. Geli�mekte olan ülkeler, bu konuda insanları yeti�tirmek isteyecek ama geli�mi� ülkelere göre çok yetersiz kalacaktır. Ayrıca, nitelikli insanları devlet kurumlarında tutmak için, özel kurumlarla rekabet edilmesi zorunda kalınacaktır. Ayrıca geli�mekte olan ülkelerdeki di�er sorunları, beyin göçü, de�i�ime tepki, ki�ilik haklarının çi�nenmesi �eklinde sıralayabiliriz.

Ekonomik Sorunlar: Özel kurumlar, ister yerli ister yabancı olsun, yaptıkları yatırımları de�erlendirmek isteyecek bunun sonucunda, hükümetin esnekli�ini önleyecektir. Ancak bütçeler kontrol edilmezse, bu yolsuzluklara yol açacaktır.

Teknolojik Sorunlar: Yeti�mi� i� gücünün bulunması zorlu�u, yüksek maliyetlerde bilgi eri�im, lisanssız yazılımlar, verilerin karma�ıklı�ı gibi birçok sorun vardır.

5- H�ZMET KAL�TES� VE E-DEVLET �L��K�S�

Kalite kavramı, ki�iden ki�iye ve kurulu�tan kurulu�a, de�i�en amaçlara göre, zaman ve mekan farklılıkları da göz önünde tutularak, farklı biçimlerde tanımlanmı�tır. Kalite konusunda herkesin kabul etti�i ortak tanımları �öyle sıralayabiliriz;

286

− Juran’a göre kalite, kusursuzluktur, ürün ve hizmetlerin kullanıma olan uygunluk derecesidir, mü�teri tatminini sa�lamak amacıyla ürün ve hizmetlerin mü�teri gereksinimlerine uyum ko�ullarını tanımlayan özelliktir. (Juran,1988: 22)

− Crosby’e göre kalite, üretilen ürünün belirtimlerini kar�ılaması gerekti�ini ortaya koyar ve bir ürün veya hizmete ait yerine getirilmesi gereken asgari karakteristikleri belirtir. (Crosby, 1979:26)

− Taguchi’ye göre kalite, üretilmi� olan ürün ve hizmetlerin da�ıtımdan sonra toplumda neden oldu�u minimum zarardır (Bozkurt, 1998: 13)

− Ishikawa’ya göre ise kalite kontrolü uygulamak, en ekonomik ve kullanı�lı ve tüketiciyi daima tatmin eden kaliteli ürünü geli�tirmek, tasarımını yapmak ve üretmek ,satı� sonrası hizmetleri vermektir. (Tekin:1999:64)

− Yine benzer �ekilde kalite, bir ürün yada hizmetin, önceden belirlenen veya olabilecek ihtiyaçları kar�ılama kabiliyetine dayanan özelliklerin toplamıdır.(Efıl,1998:6).

Bu tanımlar incelendi�inde, kalite ile ilgili dört temel faktörün öne çıktı�ı görülmektedir. Bu faktörler;

• Ürün ve Hizmet: Ürün bir mamul veya hizmet olabilir ve bir sürecin amacına ve türüne göre, elde edilen temel çıktıdır.

• Ürün ve Hizmet Özelli�i: Ürün veya hizmetlerin mü�teri beklentilerini kar�ılayabilme özelli�idir. Hizmet sunumu veya mamul üretimi yapılırken verilmesi gereken tüm özelliklerdir.

• Mü�teri: Ürün veya hizmet, tüketen veya kullananların tamamıdır.

• Uygunluk: Ürün ve hizmetlerin, Mü�teri tatmini sa�layacak niteliklere ve gerekliliklere olan ula�ma derecesidir.

Hizmet kalitesi ise; mü�teri beklentileriyle gerçekle�en hizmet performansının kar�ıla�tırılmasıdır(Diken: 1998,97). Hizmet kalitesi için net bir tanım yapmak ve kaliteyi ölçmek oldukça zor bir i�tir, zira üretilen hizmetlerin kalitesinin nasıl oldu�u üreticilerden çok o hizmeti alan tüketiciler tarafından belirlenir ve üretilen hizmet tüketicinin beklentilerine cevap verdi�i ölçüde be�eni kazanır(Karahan:2000:116)

Günümüzde birçok geli�mi� ya da geli�memi� ülke de, hantal bir �ekilde büyüyen devlet, kronikle�en kamu açıkları ve ekonomik istikrarsızlıklarla, vatanda�ların beklentileri arasında güç bir seçim yapmak durumunda kalmı�tır. Özellikle geli�mekte olan ülkelerde, sosyal devlet anlayı�ı

287

do�rultusunda hükümetlerin etkin olamamaları e�itim, sa�lık ve altyapı gibi temel kamu hizmetlerini yerine getirememeleri veya yerine getirmek için yeterli sayıda ve yeterli donanıma sahip personeli istihdam edememelerinin olumsuz etkileri görülmektedir. Bu durum, devletçe sa�lanan hizmetlerin birço�unun etkin olmamasına ve sosyal amaçlar açısından ba�arısızlı�a, üretimin özel sektöre kıyasla daha kalitesiz, daha pahalı yapılmasına ve devlet yapısında politik yozla�malara yol açmaktadır. Devlet hizmetlerinde etkinli�i ve kaliteyi artırabilmenin yolu, kırtasiyecili�i azaltmaktan ve hizmet kalitesini yönetmekten geçer. Toplam Kalite Yönetimi ise, bu yönetim için en etkili araçların ba�ında gelmektedir. (Gökbunar ve Kovancılar,1998,251-266)

TKY uygulamaları ile kamu yönteminde, maliyeti yüksek ve vatanda�ları memnun etmeyen hizmetlerin iyile�tirilmesi yoluyla hem bütçe hedeflerinin yakalanması hem de hizmet üretim maliyetlerinin dü�ürülmesi sa�lanabilmektedir. Ayrıca, hizmet sunulan mü�teri kitlesinin tanımlanması ve kuruma vatanda� yönelimli bir hizmet anlayı�ının kazandırılması ile kıt olan kaynakların do�ru alanlara yönlendirilmesini mümkün kılmaktadır. Tanı katılım, performans ölçümü gibi toplam kalite uygulamaları sayesinde, personelin kuruma ve vatanda�lara, hizmet konusundaki genel anlamdaki kayıtsızlı�ı azaltılabilmektedir. (Tak,2002:143-159).

TKY’nin temel araçlarından olan “sıfır hata, mü�teri odaklı yönetim, önce insan anlayı�ı ve sürekli geli�tirmeye dayalı kalite” anlayı�ını kamu yönetiminde uygulanabilirli�ini olu�turabilecek araçlardan biri de E-Devlet uygulamalarıdır. E-Devlet uygulamaları sayesinde hem kırtasiyecili�in önüne geçilebilecek hem de teknolojik imkânlardan faydalanılarak daha kısa sürede daha fazla i� yapılabilecektir. Yine bu uygulamalar sayesinde yapılan hataların anında kontrolü mümkün olabilecektir.

Bili�im ve ileti�im teknolojilerinin geli�imi özelliklede internet adı verilen küresel ileti�im a�ı, yöneti�im sürecini geli�tirecek, kamu yönetimini etkili ve verimli kılacak, katılımcı ve etkin demokrasiye yeni imkânlar sunacak bir modelin ortaya çıkmasına yol açmı�tır. Bu modelin adı “e- devlet”tir(www. stradigma.com).

Devlet, milletin; sa�lık, güvenlik, e�itim, savunma, haberle�me gibi temel gereksinimlerini kar�ılamak üzere mal ve hizmetleri üretir. Ekonomik kalkınma ve toplumsal refahın atmasıyla birlikte, toplumun, devletin yerine getirdi�i hizmetlerin kalitesine olan beklentisi artmaktadır. Vatanda�lar, hükümetlerden çalı�malarında �effaf olmalarını, kamuda kendilerine daha fazla söz hakkı tanınmasını ve ödedikleri vergilerin iyi de�erlendirilmesini istemektedirler. Fakat bunun için daha fazla vergi vermeyi de kabullenmemektedirler. Hükümetler, i�leri daha az maliyetle daha kaliteli yapmak zorundadırlar.(Gökbunar ve Kovancılar, 1998,251-266) Di�er yandan, devletin vatanda�larının beklentilerine olan d uyarsızlı�ı, hizmeti erin kalitesinde dü�ü�e yol açmaktadır. Daha kaliteli hizmet sunmanın yolu Toplam

288

Kalite Yönetimi Uygulamalarından geçmekte iken, daha hızlı ve daha az maliyetle hizmet sunmanın yolu ise E-Devlet Uygulamalarından geçmektedir. Bu uygulamalar sayesinde kalitenin yanı sıra hizmetlerde esnekli�i ve etkinli�i de sa�lamak mümkün olabilecektir.

Bir yöneti�im modeli olarak e-devletin nihai hedefi, “e-demokrasi” olarak konumlanmaktadır. Bu ba�lamda, e-devlet anlayı�ı birer “mü�teri” olarak görülen yurtta�lara, etkili, verimli ve dü�ük maliyetli süreçlerle “kaliteli hizmet” sunmak birinci hedef olmaktadır. Bunun yanı sıra etkin bir yöneti�im süreci olmasının zorunlu sonucu olarak, “her bir yurtta�a demokratik sürece katılmak için güçlendirilmi� fırsatlar sunmak ve hükümetin temsil etti�i halkın görü�, bilgi ve deneyimlerine ula�ması” için en iyi yol olarak görülmektedir (www.stradigma.com).

6- TÜRK�YE’DE E-DEVLET UYGULAMALARI

Türk Telekom’un yapmı� oldu�u ara�tırmaya göre,Türkiye de internet ba�lantısına sahip ki�i sayısı 4-5 milyon gibi bir rakamla sınırlıdır.(www.genbilim.com, 27.01.2009). Bu rakamlar yetmi� milyon nüfuslu bir ülkede son derece komik rakamlardır.Bu rakamların geli�tirilmesi E-devlet uygulamaları bakımından son derece önemlidir.Ülkemizde E-Devletle ilgili faaliyetlerden bazıları �öyledir: (Cevdet vd,119-130)

− Emekli Sa�lık Projesi (www.em.ekli.gov.tr) : Sa�lık i�lemleri otomasyon altına alınacak, harcamalara denetim getirilecek ve ki�isel bazda izleme yapılacaktır. Bu sistemle %35, günlük i�lem tutan ise 2 Trilyon’dur.

− Gelirler Genel Müdürlü�ü Bilgi ��lem Projeleri (VEDOP: Vergi Daireleri Tam Otomasyon Projesi, (www.gelirler.gov.tr): 21 ilde 153 vergi dairesi elektronik ortamda hizmet vermekte ve vergi gelirlerinin %80’i bu illerden sa�lanmaktadır.

− MOTOP (Nakil Vasıtaları Vergi Daireleri Otomasyon Projesi): Mükellef bilgileri, vergi ve trafik cezalarının izlenmesini sa�lamaktadır.

− Maliye Bakanlı�ı Web Tabanlı Saymanlık Otomasyon Projesi (say2000i): Kamu harcamalarının etkin denetimini sa�lamak amacıyla 3 Mart 1999’da ba�latılmı�tır.

− Çiftçi Kayıt Sistemi ve Tanm-net Projesi: Tarım üretiminin denetimini sa�lamak amacıyla kurulmu�tur ve 10 milyon dolann üzerinde bir proje bedeli vardır.

− Tapu Kadastro Bilgi Sistemi (TAKB�S): Arazi envanterinin bilinmesi amacıyla kurulmu�tur.

289

Tüm bu çalı�malara kar�ın Türkiye E-Devlet ve internet kullanımı sıralamasında son sıralarda yer almaktadır. Türkiye zaman kaybetmeden Bilgi Toplumu Bakanlı�ı kurarak bu faaliyetlerin etkin ve tek elden kontrolünü sa�lamalıdır.

Yukarıda sözü edilen projelerden VEDOP, Bili�im Zirvesi 2002 de “Devletten Bireye kategorisinde” büyük ödüle layık görülmü�tür. Bugüne kadar 83 milyon dolar harcanan projenin ikinci a�amasına yakın tarihlerde geçilecektir. Bu uygulamayla vergi toplama oranının %95’lere ula�aca�ı öngörülmektedir. (BT Haber,2002:8)

Türkiye’nin bugüne kadar ki en büyük çaplı E-Devlet uygulaması ise kısaca MERN�S olarak ifade edilen Merkezi Nüfus �dare Sistemi’dir. �lk a�aması ba�ladıktan 30 yıl sonra tamamlanan çalı�mada, hayatta olan ve olmayan herkese birer kimlik numarası verilmi�tir. Projenin esas amacı, nüfus i�lemlerinin bilgisayarda yapılması, merkezi veritabanının olu�turulması, kimlik numarası verilmesi, taklit edilemeyecek kimlik kartları olu�turmak, her türlü istatistiksel verinin hızlı ve güvenli biçimde elde edilmesidir.

Projeye kapsamında halen Ankara ve ilçelerinde, nüfusa yapılan ba�vurularda, kayıtlı oldu�u yere bakılmaksızın, vatanda�ların i�lemleri gerçekle�tiriliyor. 2003 - 2004 yılında ise, veritabanını kamu kurum ve kurulu�larına açmak, teknolojik geli�melere uyumu sa�lamak ve yeni nüfus cüzdanı projesinin ba�latılması amaçlanıyor. (Bt Haber,2003:6)

7- E-DEVLET UYGULAMALARININ TÜRK KAMU YÖNET�M�N�N H�ZMET KAL�TES�NE ETK�LER�

Türkiye’nin E-Devlet yapılanması dünya sürecine tam anlamıyla hazır de�ildir. Ülkemiz E-Devlet konusunda mesafe kat etmi�tir. Ancak bunun yeterli oldu�unu söyleyemeyiz ve aynı zamanda bunun tabana yayılması da gerekmektedir.

E-Devlet kullanımının artması için ki�isel bilgisayar sahipli�i ve internet kullanımının da artması gerekmektedir. TNS(2001) tarafından yapılan ve 36 ülkeyi kapsayan “Global E-Ticaret Raporu’nda” ara�tırma yapılan ülkelerde ortalama olarak toplam nüfusun % 31’i internet kullanmaktadır.(Ulusoy ve Karakurt, 2002:131-144) Bu ara�tırmada Türkiye’de internet kullanımı 2000 yılında %18 iken 2001’de % 16ya dü�mü�tür. Online alı� veri� ortalama % 15 iken Türkiye’de % l ile en dü�ük seviyededir.

Ülkemizde belediyelerin web sayfalarını konu alan bir ara�tırma yapılmı� ve bunun sonuçlarına göre web sayfalarında sadece yörelerin tarihi ve turistik güzelliklerinin tanıtıldı�ı görülmü�tür. Buna kar�ın E-Devlet uygulamalarının yönetimsel bilgi ve hizmetler ile geri bildirim özelliklerine göre tasarlanmı� sayfaların az sayıda belediye web sayfasında bulundu�u tespit edilmi�tir. Bunun en büyük

290

sebebinin belediyelerdeki yeti�mi� personel eksikli�i ve halkımızın bu yönde bir hizmet talebinin olmayı�ından kaynaklandı�ı tespit edilmi�tir.

Günümüzde, dünya ülkelerinde özel sektörün oldu�u kadar, devletle ilgili i�lemlerin ço�u da elektronik ortamlarda gerçekle�tirilmektedir. Memur ve i�çi alımı, vergi ödemek, vergi iadelerini almak, emeklilik formları doldurmak, evlilik i�lemleri bunun en açık örnekleridir.

Türkiye’de özel sektör ve vatanda�, bürokratik yapının a�ırlı�ı yüzünden kararlarında isteksizlik göstermektedir. Yapılan bir ara�tırmadan elde edilen bulgulara göre Türkiye, dünyada bürokratik i�lemlerin yo�unlu�u bakımından 13’üncü ülke konumundadır. Türkiye’de yapılan bir yatırımı tamamlamak için 172 adet imzaya ihtiyaç duyulmaktadır. ��letmelerin faaliyet süreleri toplamının yüzde 20’si bürokrasi tarafından heba edilmektedir. Bu bürokratik yapı zaman kaybı, i�lem kaybı, kaynak kaybı, moral kaybı anlamına gelmektedir.Türkiye’de resmi bir rakam olmamasına ra�men, bürokrasinin maliyetinin çok önemli boyutlara ula�tı�ı bir gerçektir. Bu bürokrasinin sonucunda ise etkinlik oranı dü�mektedir. Kamu tarafından yapılan yazı�malarda harcanan, ka�ıt, mürekkep, zarf, dosya, moral ve zaman kaybı dikkate alındı�ında müthi� bir israfın oldu�u anla�ılmaktadır.(Ulusoy ve Karakurt, 2002:131-144)

Devleti, hantal yapısından ve etkinsizlikten kurtarmak için, küçük, dinamik ve güçlü kurumlarla çalı�abilen bir yapıya kavu�turmak gerekmektedir. E-Devlet uygulamalarının bürokrasi kaynaklı engelleri ortadan kaldıraca�ı ve devletin daha etkin bir i�leyi�e kavu�turaca�ı muhtemeldir. Devletler sadece internet teknolojisinden yararlanmakla kalmayıp, aynı zamanda internet ekonomisinde yol gösterici olmaları gerekmektedir(Ulusoy ve Karakurt, 2002:131-144).

E-Devlet hükümetin kamu hizmetleri yapısını de�i�tirmek ve modernle�tirmek için kullandı�ı bir araç olarak algılanmalıdır. E- Devlet,halka daha iyi hizmet sunmak için geli�tirilen ileti�im kanallarının tümü olarak algılanmalıdır.E-Devlet kamu hizmetlerindeki sorunları mucizevî bir �ekilde çözen donanım/yazılım ürünlerinin tümü ya da kamu hizmetindeki elektronik ve teknolojik hedefleri yakalamak de�ildir.E- devlet kamu hizmetlerinin halka odaklanmasıdır(www.genbilim.com).

SONUÇ

Küreselle�me günümüzün en önemli kavramlarından biri olarak kar�ımıza çıkmaktadır. Küreselle�me, dünya ülkelerinin birçok alanda birbirine ba�ımlı hale gelmelerini ifade etmektedir. Böylelikle dünyada siyasal sınırlar ortadan kalkmı� ve dünya küresel bir köy haline gelmi�tir. Bu yapıda devletler, etkinliklerini artırmak için, bili�im teknolojilerinin alt yapılarından yararlanarak, hizmetlerim elektronik ortamda sürdürmeye ba�lamı�tır. Bu uygulamaların tamamı E-Devlet kavramıyla anılmaktadır.

291

Türkiye’de internete dayalı uygulamaların geli�memesinin en önemli nedenleri, yasal düzenlemelerin yetersiz olu�u, eri�imin yava� olu�u ve verimli olmayı�ı, yeti�mi� insan yetersizli�i olarak gösterilebilir. Ülkemizde internet kullanım oranını artırmak için bu sorunlar giderilmelidir. Ayrıca internet kullanmayı bilmeyen vatanda�lar için kurslar açılmalı bro�ürler bastırılmalı ve bu konuda e�itilmeleri sa�lanmalıdır.

E-Devlet aracılı�ıyla yönetimler, daha hızlı, daha verimli ve daha etkin hizmet sunarak ülkeler arasında, hizmet düzeyinde rekabet etmektedirler. Vatanda�lar ise, bu sayede resmi evraklarla, bürokratik yapı ve bürokratik i�lemler ile daha az u�ra�arak, yöneti�im kavramına uygun olarak aktif bir �ekilde karar alma mekanizmalarında yer almaktadırlar.

Ülkemizi uygarlık alanında ileri seviyelere ta�ımak için, güncel donanımlara sahip, bilgiyi uluslar arası kullanım standartlarına göre elde eden, i�leyen, saklayabilen bir yönetim sistemi yaratarak evrensel düzeylere ula�tıran ve eksikliklerini gideren uygulamalar yürürlü�e konmalıdır. Bu amaçla dünyadaki teknolojik geli�im ve de�i�imlere ayak uyduran yönetim modelleri benimsenmelidir.

KAYNAKLAR

BACKUS, Michiel, “E-govarnence in Developing Countries”, International Instute for Communication and Development Research Brief, No: l March 2001

B�LEN, Mahmut, Cahit �anver, “Geni�leyen Devletin Bunalımı ve E-Devlet”, 1.Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, 10-11 Mayıs 2002,Hereke - �zmit

BOZKURT, Rıdvan, Kalite �yile�tirme Araç ve Yöntemleri, MPM Yayını, No:630, Ankara, 199 8

CROSBY, Philiph, Quality is Free, Mc-Graw Hill Company, New York 1979

D�KEN, Ahmet, Sanayi ve Hizmet ��letmelerinde Toplam Kalite Yönetimi, Konya Ticaret Odası Kültür ve E�itim Yayınlan Yayın no:8, Konya 1998

EF�L, �smail, Toplam Kalite Yönetimi ve Toplam Kaliteye Ula�mada Önemli Bir Araç ISO 9000 Kalite Güvencesi Sistemi, 3. baskı, Vipa�Yayın Sıra No:l, Ceylan Matbaacılık,Bursa �ubat 1998

E-Governance - an IT Enablerd Theme Of Governance, www.adb.org/Docunıents, 7.9.2000, Eri�im: 20.01.2003

En �yi E- Devlet Projesi:VEDOP, BTHaber, sayı 387, 16-22 Eylül 2002

ERDAL, Murat, , “Elektronik Bilgi Ça�ında Kamu Yönetimi Ve Bir Yerel Yönetim Uygulaması : �stanbul Büyük �ehir Belediyesi”, l.Ulusal

292

Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, 10-11 Mayıs 2002,Hereke - �zmit

GÖKBUNAR, Ramazan, Birol Kovancılar, “Sosyal Refah Devleti ve De�i�im”, Süleyman Demirci Üniversitesi �ktisadi ve �dari Bilimler Fakültesi Dergisi,Y. 1998, S. 3(Güz)

JUPP, Vivienne, “Implementing E-government Rhetoric and Reality” , Accenture Issue, No:2 June 2000.

JURAN, J.M (1988), Quality Control Handbook, 4th Edition, Mc-Graw Hill Int.Edition, New York

KARAHAN, Kasım,Hizmet Pazarlaması, Beta Basım Yayım, �stanbul 2000

LEBLEB�C�, Do�an N., Mustafa Kemal Öktem, Mehmet Devrim Aydın, “Türkiye’de Kamu Kesiminde Bilgi Teknolojileri Uygulamaları ve E-Bürokrasi: Örgütsel Dönü�üm Üzerine Etkiler”, Kamu Yönetiminde Kalite 3.Ulusal Kongresi, Todaie l. Baskı, Kasım 2003

LARRAIN, Claudia Orrego., E-Goverment in Developing Countries: Achievments and Prospects, The Transition to E-government: The Compherensive Strategy of Chile, wwwl.worldbank.org/publicsector/egov/orregp_keynote.pdf Eri�im Tarihi: 20.01.2003

LEIGH, Andrew, Robert D. Atkinson, Breaaking Down Bureaucratic Barries: The Next

Phase of Digital Govenment, Progresive Policy �nstute, Technology and New Economy Project,November 2001, www.ppionline.org/documents/digigov_JSlovOl,pdf Eri�im Tarihi: 20.01.2003

SA�A, Kenji, Vision and Strategy for e-Government, Digital Oppurtunity Forum Session 3, Tokyo, JAPAN, 6 November, 2001.

vvww.glocom.ac.jp/dotforce/dof/handouts final/Sa�a final.pdf, Eri�im : 19.01.2003

STOWERS, Genie N,L., Commerce Comes To Government On The Desktop: E-Commerce Applicatios�n The Public Sector, The Price Waterhouse Coopers Endowment for the Business of Government, February 2001

www.endownrnent.pcwglobal.CQm/pdfs/stowerrepoerts.pdf. Eri�im Tarihi: 25.01.2003

Otuz Yıllık RüyarMERN�S, BTHaber-Dosya, sayı 405, 27 Ocak - 2 �ubat 2003.

293

TAK, Bilçin, “Kamu Kurulu�larında Mü�teri Odaklı Yönetim Anlayı�ına Geçi� Aracı Olarak Vatanda� Tatmin Ara�tırmaları ve Bursa Halkına Yönelik Görgül Bir Çalı�ma” Uluda� Üniversitesi �ktisadi ve �dari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt XXI, Sayı 2, 2002.

TEK�N, Mahmut, Üretim Yönetimi (Cilt II), An Ofset, 4.Baskı, Konya :1999

ULUSOY, Ahmet, Birol KARAKURT , Türkiye’nin E-Devlete Geçi� Zorunlulu�u, 1. Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, 10-11 Mayıs 2002,Hereke - �zmit.

YÜCETÜRK, E. Elif, “Türk Kamu Yönetiminde E-Devlet Uygulamaları Ve Tabana Yayılabilme Yetene�i Bakımından Bir De�erlendirme : Bolu Örne�i”, 1. Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, 10-11 Mayıs 2002, Hereke - �zmit

www.stradigma.com/turkce/haziran2003/print_09html eri�im tarihi 27.01.2009

www.genbilim.com.Eri�im tarihi,27.01.2009

http://www.sayistay.gov.tr/yayin/dergi/icerik/der61m6.pdf

294

295

TÜRK�YE’DE DOLAYLI VE DOLAYSIZ VERG�LER ve EKONOM�YE ETK�LER�

Yrd. Doç. Dr. Haldun SOYDAL Selçuk Üniversitesi ��BF �ktisat Bölümü

Ar�. Gör. M. Levent YILMAZ Selçuk Üniversitesi ��BF �ktisat Bölümü

ÖZET

Türkiye’de son dönemlerde vergi politikaları üzerinde önemli çalı�malar yapılmı� ve özellikle verginin tahsili ve denetimi noktasında önemli adımlar atılmı�tır. 2008 yılı içerisinde ya�anan ve etkilerinin henüz giderilmeye çalı�ıldı�ı Küresel Finans Krizi döneminde hükümetlerin önemli bir gelir kayna�ı olan vergi, ülkemizde de etkin bir politika aracı olarak kullanılmı�tır. Ancak tüm bu yeni düzenlemelere ve de�i�ikliklere ra�men, Türkiye’de halen verginin adaletli tahsili noktasında büyük bir dengesizlik ya�anmakta ve toplam tahsil edilen vergiler içerisinde dolaylı vergilerin oranı yüksek seyrine devam etmektedir. Çalı�mamızda Türkiye’deki dolaylı vergi ve dolaysız vergiler ile ilgili bilgiler verilmi� ve son dönemlerde gerçekle�en oranlar ı�ı�ında vergi politikası ele�tirisi yapılmı�tır.

Anahtar Kelimeler: Vergi, Dolaylı Vergi, Dolaysız Vergi, Kayıt Dı�ı Ekonomi

THE DIRECT AND INDIRECT TAXES IN TURKEY AND THEIR IMPACTS ON ECONOMY

ABSRACT

In recent periods significant studies about the tax policies were done and took important steps especially at the point of taxgathering and tax audit. The tax, that is an important revenue force in terms of the governments in the period of Global Financial Crisis which is lived in year 2008 and have been still tring to abrogate its effects, is also used as an active policy tool.However, although these whole arrangements and changes; in Turkey, it is still lived that a disequilibrium about the informed equity of taxation and the indirect taxes continues its high share in the total collected taxes. In our study, the informations about the indirect taxes and direct taxes in Turkey and criticisms have been made in the light of recently actualed rates.

Keywords: Tax, Indirect Tax, Direct Tax, Informal Economy

1. G�R��

Devletin yüklendi�i fonksiyonları gerçekle�tirmek amacıyla anayasal sınırlar içerisinde ba�vurdu�u ve de�erlendirdi�i çe�itli kaynaklardan elde etti�i gelirlerin tümüne kamu gelirleri denilmektedir. Kamu gelirleri içerisinde %70- 90 gibi önemli bir paya sahip olan vergiler; devletin, gerçek ve tüzel ki�ilerden

296

ödeme güçlerine göre ve herhangi bir hizmete kar�ılık olmaksızın, cebri olarak aldı�ı parasal bir yükümlülüklerdir1.

Temel makro ekonomik hedeflere ula�ma yolunda kullanılan belki de en etkin enstrümanlardan birisi olan vergiler, dönem dönem sosyal, siyasi veya idari amaçlar ile düzenlenmekte bunun sonucunda da özellikle dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içerisindeki payını artırmaktadır. Günümüz Türk Vergi Sistemi’nde yapılan de�i�iklikler ve yenilik çabalarına ra�men halen dolaylı vergilerin toplam vergiler içerisinde payı yüksek oranda seyretmektir. Bu bakımdan her ne kadar vergi denetim ve tahsilât faaliyetlerine büyük önem verilse de sistemin kendi içerisindeki tutarsızlık tahsilât oranlarına da yansımakta, bunun sonucunda da hükümetler tahsilâtının nispeten daha kolay oldu�u dolaylı vergileri ana gelir kayna�ı olarak kullanmaktadır.

Vergilerin ekonomik etkilerinin analizi, literatürde, daha çok vergi indirimleri üzerinde yo�unla�maktadır. Arz yönlü iktisat politikası olarak adlandırılan bu sürecin temel karakterleri Haldun-Laffer etkisi ile açıklanmaktadır. Buna göre, vergi indirimlerinden beklenen sonuç, ekonomik birimlerin kararlarını etkileyerek, özellikle toplam üretim ve vergi gelirlerinde artı� sa�lamaktır2.

Küresel kriz sürecinde etkin bir politika aracı olarak kullanılan vergiler, ülkemizde de bazı sektörlerde olumlu sonuçlar do�urmu�tur. Örne�in dünya ülkelerinin geri kalanında büyük sıkıntı ya�ayan beyaz e�ya ve otomotiv sektörü üzerindeki vergi yükünün hafifletilmesi ile beraber bu sektörlerin ayakta kaldı�ı gözlemlenmi�tir.

Küresel kriz süresince i�sizlikle mücadelede önemli bir enstrüman olarak kullanılan vergi te�vikleri sayesinde i�sizli�in daha da yüksek rakamlara çıkmasının önlendi�i tespit edilmi�tir.

Emek arzı her �eyden önce ücretin bir fonksiyonudur. Bu nedenle, vergilerin emek arzı üzerindeki etkilerinin analizinde ilk akla gelen, do�rudan ücretleri hedef alan vergilerdir. Oysa emek gelirlerini reel olarak azaltan her türlü verginin emek arzı üzerinde benzer sonuçları görülebilir. Emek üzerinden alınan vergilerin artması, emek gelirlerinde azalı� anlamına gelmektedir. Bu durum, çalı�anların bo� zaman tercihini olumsuz yönde etkileyerek daha fazla çalı�mayı ön plana çıkardı�ı gibi, ki�ilerin tasarruflarını ve tüketimlerini kısarak artan vergileri ödeme yolunu tercih etmelerine neden olmaktadır. Gelir etkisi olarak da adlandırılan bu olgunun kar�ı cephesinde ise, artan vergiler nedeniyle çalı�anların daha az vergi ödemek için daha az çalı�mayı tercih etmesi veya bo�

1 Ramazan Arma�an, Türkiye’de Gelir Ve Kurumlar Vergisi Oranlarında �ndirimin Vergi

Gelirleri Üzerine Etkileri, Süleyman Demirel Üniversitesi ��BF Dergisi, Yıl 2007, C 12, S 3, s. 228.

2 Mehmet Durukaya, Servet Ceylan, Vergi Gelirleri ve Ekonomik Büyüme, Maliye Dergisi, Yıl, 2006, Sayı 150, s. 80.

297

zamanın maliyetinin dü�mesine ba�lı olarak i�gücü arzının daraltılması ile ortaya çıkan ikame etkisi yer almaktadır. Çalı�anların gelir gruplarına göre farklılıklar gösterebilir. Bu etkiler dü�ük gelir grubundaki bireyler söz konusu oldu�unda gelir etkisi a�ırlık kazanırken, yüksek gelir grubuna girenler için ise ikame etkisi önem kazanmaktadır3.

Türkiye’de son dönemde vergi politikalarında önemli de�i�iklikler yapılmı� vergi denetimi, matrahların belirlenmesi, vergi yükü ve vergi adaleti gibi birçok alanda yeniliklere gidilmi�tir. Maliye politikalarının uygulanmasında önemli bir araç olan vergi; resesyonun giderilmesinde uygulanan çe�itli alanlardaki indirimlerle etkin bir �ekilde kullanmı� ve ba�arı sa�lanmı�tır. Türkiye ekonomisi dünya ekonomileri içerisinde ilk 20 büyük ekonomiden birisi olmu�tur. Bu nedenle vergi politikalarının regüle edilmesi, etkinli�inin artırılması, bölgeler arası geli�mi�lik farklılıklarının kaldırılması, gelir da�ılımı adaletinin optimal düzeye çekilmesi ve toplumsal refahın artırılması gibi birçok sosyo-ekonomik alanda da vergi önemli bir parametre olarak kendini göstermektedir.

2. DOLAYLI ve DOLAYSIZ VERG� KAVRAMLARI

Serbest ticarete dayanan kapitalist toplumların geli�mesi ile vergi gelirleri kamu ekonomisi için önem kazanmaya ba�lamı�tır. Tarım ekonomilerinde tarımsal ürünlerden alınan vergiler a�ırlık ta�ırken, sanayile�me sürecinde farklı dönemlerde farklı vergilerin önem kazandı�ı söylenebilir4.

Ülkelerin geli�mi�lik düzeylerinin de bir göstergesi niteli�inde olan vergi sistemleri ülkeden ülkeye göre farklılık gösterebilmektedir. Buna göre sanayile�menin ba�langıcında dolaylı vergiler1, ileri a�amasında ise dolaysız vergiler ön plana çıkarken dolaysız vergiler kapsamında gelir ve kurumlar vergisinin en büyük gelir kayna�ı olarak geli�ti�i görülmektedir. Toplumların geli�mesine ba�lı olarak götürü vergilerden gerçek i�lemlere dayanan vergilere, nesnel vergilerden paralı vergilere do�ru bir geli�me görülmektedir5.

Vergi sistemi nüfusun farklı gruplarının ya�am standartlarını farklı �ekilde etkiler. Bu yüzden do�rudan ve dolaylı verginin etkileri ya�am standardı üzerindeki etkileri ekonomide önemli bir konudur6. Maliye Bakanlı�ı Gelirler Genel Müdürlü�ü tasnifi do�rultusunda Türk Vergi Sistemi’ndeki vergiler, önce dolaysız ve dolaylı vergiler olmak üzere iki ana ba�lık altında toplanmı�tır7. Son

3 A. Nemli, Kamu Maliyesine Giri�, Filiz Kitabevi, �stanbul, 1990, s. 160. 4 Mehmet Sena EK�C�, Vergi Gelirlerini Etkileyen Ekonomik Ve Sosyal Faktörler, Elektronik

Sosyal Bilimler Dergisi, Güz 2009, C.8, S.30, s.202. 5 Kenan Buluto�lu, Kamu Ekonomisine Giri�, Batı Türkeli Yayıncılık, �stanbul, 2004, s. 344. 6 Jorgen Aasness, Andreas Benedictow, Mohamed F. Hussein, Distributional Efficiency of Direct

and Indirect Taxes, Economic Research Programme on Taxation, 2002, s. 4 7 Hüseyin �en, Olivera - Tanzi Etkisi: Türkiye Üzerine Ampirik Bir Çalı�ma, Maliye Dergisi Sayı

143, 2003, s.10.

298

yıllarda devlet gelirleri arasında en büyü kalemi dolaylı vergi gelirleri olu�turmaktadır8.

Dolaylı ve dolaysız vergi ayrımı verginin iktisadi mükellef ile vergi idaresi arasına ba�ka birilerinin girip girmemesine göre yapılan bir ayrımdır9. Vergi, asıl mükellef olarak dü�ünülmü� olan ki�inin iktisadi unsurlarından do�rudan alınıyorsa ve aktarılamıyorsa dolaysız yapıdadır. Gelir, kurumlar, emlak vergileri bu gruba örnek olarak gösterilebilir. Mükelleflerin, vergi yüklerini ba�kalarına devretmesi yani yansıtmaları halinde vergi dolaylıdır. Dolaysız vergilerde mükellef vergiyi sonuçta, kural olarak kendi mal varlı�ından ödemek durumunda kalmakta, yasalar önünde vergi mükellefi olarak kabul edilen ki�i ile vergi sonucu malvarlı�ı azalan ki�i aynı olmaktadır. Oysa dolaylı vergilerde vergi mükellefi vergiyi genellikle ödedikten sonra, fiyat mekanizması içerisinde ba�kalarına aktarmaktadır. Buna göre mükelleflerin vergi yüklerini ba�kalarına devredemedi�i vergiler dolaysız, ba�kalarına çe�itli yollarla devredebildi�i vergiler ise dolaylı olarak nitelendirilmektedir. Dolaylı vergilere; üretim, toptan satı�, perakende satı� a�amalarında alınan bazı üretim ve tüketim vergileri örnek gösterilebilir10.

Dolaylı vergiler; üretim ve ithalatla ba�lantılı vergiler olup, üretim birimleri üzerinden alınan vergileri, KDV, ithalde alınan vergiler, ula�tırma ve sigorta gibi hizmetler, finansal i�lemler ve sermaye i�lemleri üzerinden alınan di�er spesifik vergileri ve üretimden alınan sair vergileri kapsar11.

Buna kar�ılık ‘dolaysız vergiler’ gelir ve kurumlar vergileri, servet üzerinden alınan vergiler, sosyal güvenlik primleri bunlar i�verenlerle i�çilerin primlerini, kendi hesabına çalı�anların ve bir i�verene tabi olmaksızın çalı�anların primlerini kapsar12. Dolaysız vergilendirme, uzun zamandır yurt içindeki belirli sektörlerdeki mal ve hizmet üretimini desteklemek amaçlı olarak kullanılmaktadır. Dolaysız vergilendirmedeki en sık kullanılan önlemler ise kurumlar vergisi oranının dü�ürülmesi ve vergi tatilleri, hiç olmazsa, belirli bir süre dü�ük tutulan vergilerdir. Bunlar belirli bir sektöre uygulanabilir. Di�erleri ise hızlandırılmı� amortisman ve yatırım indirimleridir13.

Türkiye ekonomisinde üzerinde durulması gereken önemli bir nokta dolaylı vergilerin yüksekli�idir. Aslında Türkiye ekonomisi, ekonomik büyüklü�üne

8 Halil Nadaro�lu, Kamu Maliyesi Teorisi 5. Baskı, Kan Da�ıtımcılık ve Yayıncılık �stanbul,

1983, s. 233. 9 Metin Erdem, Do�an �enyüz, �smail Tatlıo�lu, Kamu Maliyesi, Ekin K�tabevi. 3. Basım, Bursa,

2003, s. 91. 10 Abdurrahman Akdo�an, Kamu Maliyesi, Geni�letilmi� 11. Baskı, Gazi K�tabevi, Ankara, 2006,

s.283. 11 Biltekin Özdemir, Vergi Sistemlerinde Dolaysız Vergilerden Dolaylı Vergilere Kayı� ya da

Tüketim Vergilerinin Artan A�ırlı�ı, Maliye Dergisi, Sayı 157, Temmuz-Aralık 2009, s. 12 A.g.m. s.12 13 Michael Daly, The WTO and Direct Taxaition, WTO Discussion Paper No 9, Switzerland, June

2005, s.14.

299

göre geli�mi� ülke standartları baz alındı�ında toplam vergi kapasitesi olması gerekenden dü�üktür. Fakat dolaylı vergi oranları bu ülkelerle kar�ıla�tırıldı�ında oldukça yüksektir. Bu yüksek oran, ki�ilerin reel gelirlerini kısarak refahını dü�ürmekte, ortalama tasarruf e�ilimlerini yetersizle�tirmekte dolaylı olarak toplam talebi etkilemekte tüketimi dü�ürmektedir.

Türkiye’de dolaylı ve dolaysız vergilerin geli�imi incelendi�inde, özellikle 1980 sonrasında toplam vergi gelirleri içindeki dolaylı ve dolaysız vergi kompozisyonunda büyük ve hızlı bir de�i�im göze çarpmaktadır. Grafik 1’de 1980-2006 döneminin ba�ındaki dolaylı vergi oranı %35’ler civarında iken, 2006 yılına gelindi�inde bu oran %65-70’lere yükselmi�tir. Dolaysız vergiler bakımından ise dolaylı vergilerin geli�iminin tam tersi bir durum gerçekle�mi�tir14.

Grafik 1. Dolaylı ve Dolaysız Vergilerin Geli�imi

Kaynak: T.C. Maliye Bakanlı�ı Gelir �daresi Ba�kanlı�ı Verileri

Vergi gelirlerinin da�ılımı ile ilgili olarak a�a�ıdaki grafikte detaylı bilgi verilmi�tir. Grafikte dolaylı vergilerin artmasında etkili olan KDV, ÖTV gibi mal ve hizmetlerden alınan vergilerin toplam vergi gelirleri içinde önemli paya sahip oldu�u görülmektedir15.

14 Ferimah Yılmaz, Nuray Tezcan, Vergi Hasılatı Ve Sabit Sermaye Yatırımlarının Ekonomik

Büyümeye Olan Etkisi: Ekonometrik Bir �nceleme, 8. Türkiye Ekonometri ve �statistik Kongresi 24-25 Mayıs 2007– �nönü Üniversitesi Malatya, s. 3.

15 A.g.e. s. 4.

300

Grafik 2. Toplam Vergi Gelirlerinin Da�ılımı

Kaynak: T.C. Maliye Bakanlı�ı Gelir �daresi Ba�kanlı�ı Verileri

Dolaysız vergilerde vergi mükellefleri ile vergi idaresi kar�ı kar�ıya gelmekte ve temel olarak mükellefin beyanı esas tutulmaktadır. Dolayısıyla, matrahın tespitinde yolsuzlu�un yo�un olarak ya�anması beklenebilir. Çünkü bu vergilerde matrahın hesaplanması genelde sübjektif unsurları gerektirmektedir. Ancak dolaylı vergiler bünyesinde bir muameleyi gerektirdi�i için temel olarak satı� üzerinden alınmakta olup, bu vergilerde mükellefler ile idare çok sık kar�ı kar�ıya gelmemektedir16.

Tablo 1.’de de görüldü�ü üzere ülkemizde dolaylı vergilerin GSMH içindeki payı dolaysız vergilere oranla daha yüksek bir �ekilde seyretmektedir. Grafik 3’te ise dolaylı ve dolaysız vergilere ili�kin oranlar gösterilmektedir. Yıllar itibari ile dolaylı vergilerin GSMH içindeki oranı dü�mü� olsa da OECD ülkeleri ile kıyaslandı�ında halen çok yüksek oranlarda seyretmektedir.

Tablo 1. Yıllar �tibariyle Dolaylı-Dolaysız Vergilerin Geli�imi (Milyon TL) YILLAR DOLAYSIZ V. DOLAYLI V. TOPLAM V. GSMH

2000 15.829 17.584 33.413 125.596 2001 26.526 24.048 50.574 176.484 2002 35.869 39.604 75.473 275.032 2003 50.365 56.515 106.880 356.681 2004 62.574 67.011 129.586 428.932 2005 72.268 80.463 152.731 486.401 2006 87.003 94.222 181.225 575.784

2007 99.836 100.989 200.825 646.893

16 Muhlis Ba�digen, Gökhan Dökmen, Yolsuzlu�un Kamu Gelir Ve Giderleri Üzerine Etkisi,

ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi,Cilt 2, Sayı 3, 2006, s.63-64.

301

Grafik 3. Yıllar �tibariyle Dolaylı-Dolaysız Vergilerin Toplam Vergiler �çindeki Payı

Grafik 3’te görüldü�ü gibi toplam vergiler içerisinde dolaylı vergilerin payı yıllar geçtikçe oransal olarak azalırken, dolaysız vergilerin payı artmaktadır. Bu ülkemizin vergi adaletinin sa�lanması noktasında dikkat çekici bir geli�me olarak de�erlendirilebilir. Tablo 2’de ise yıllar itibari ile vergilerin toplam tahsilat/toplam tahakkuk oranları görülmektedir. Tablo 2 ve Grafik 3 beraber de�erlendirildi�inde toplam vergilerin içerisindeki dolaylı vergilerin oransal dü�ü�ünün tahsilat oranlarını artırıcı bir etkisi oldu�unu söylemek yanlı� olmayacaktır.

Tablo 2. Genel Bütçe Vergi Gelirleri Tahsilat Oranları

Toplam Tahsilat / Toplam Tahakkuk, 2000-2009

YILLAR ORAN (%) 2000 90,5

2001 90,3

2002 91,4

2003 92,5

2004 93,0

2005 92,0

2006 92,2

2007 91,1

2008 89,7

2009 87,4 Kaynak: T.C. Maliye Bakanlı�ı Gelir �daresi Ba�kanlı�ı Verileri

302

3. KAYITDI�I EKONOM� ve VERG� GEL�RLER�NE ETK�LER�

Kayıt dı�ı ekonomi, GSMH hesaplarını elde etmede kullanılan bilinen istatistik yöntemlerine göre tahmin edilemeyen ve gelir yaratıcı ekonomik faaliyetlerin tümüdür17.

Kayıt dı�ı ekonominin, mali, ekonomik, politik, sosyal, psikolojik ve hukuki birçok sebebi bulunmaktadır. Bu çerçevede, ülkenin ekonomik sistemi ve yapısal özelliklerinin kayıt dı�ılı�ı olu�turmada rol oynadı�ı görülmektedir. Özellikle, istihdam açısından bakıldı�ında, ekonomide küçük i�letmelerin yaygınlı�ı ile tarım ve hizmetler sektörüne dayalı faaliyetlerin a�ırlıkta olması kayıt dı�ılı�a yol açan önemli etkenlerdir. Ekonominin azgeli�mi�li�i, yüksek enflasyon, ekonomi politikaları, istikrarsızlık, krizler, kayıtlı ekonomide istihdam ve gelir imkânlarının kısıtlı ve yüksek maliyetli olması, kayıt dı�ılı�ı etkileyen unsurlar olarak kar�ımıza çıkmaktadır18.

Türkiye ekonomisinde kayıt dı�ılık büyük bir problem olarak kar�ımıza çıkmaktadır. Bazı tahminlere göre 1993 itibariyle gayri safi milli hasılanın yakla�ık olarak %35'i kadar bir kayıt dı�ı ekonomi bulunmaktadır. 1990'ların ortalarında yapılan SSK denetimlerinde kayıt dı�ında çalı�tırılan i�çi oranı %25-35 arasında de�i�mektedir. Di�er bir hesaplamaya göre sanayi ve hizmetler sektörlerinde kayıt dı�ı çalı�anların toplam çalı�anlara oranı %30'lara yakla�ırken, buna tarım kesimi de katıldı�ı zaman bu oran %50'lere ula�maktadır19.

Kayıt altına alınmaya ciddi çaba gösterilse de yine de ülke ekonomimizde yüksek oranda kayıt dı�ılık mevcuttur. Vergi altına alınamayan bu alanla birlikte adaletli bir �ekilde vergi alınması da sa�lanamadı�ından, hükümetler dolaylı vergi üzerinden devletin maliye dengesini tutturmaya çalı�makta ancak yine de refahın kaybını engellemekte zorlanmaktadırlar. Ayrıca makro ekonomik açıdan Türkiye ekonomisinde tam istihdam seviyesinde ciddi sapmalar olması özellikle yüzde 15’e varan i�sizlik düzeyi, sermaye yetersizli�i gibi üretim faktörlerinin etkin bir �ekilde optimal kullanımının sa�lanamaması da devletin önemli ölçüde vergi kaybına u�ramasına yol açmaktadır. 2008 yılından bu yana kürsel piyasalarda etkisini hissettiren resesyonla birlikte her ne kadar Türkiye ekonomisinde para piyasalarında ciddi bir ekonomik tahribat görülmese de sanayi üretim endeksindeki kapasite kullanım oranlarındaki dü�ü� i�yerin kapanma oranlarındaki yükseli�, iç ve dı� talebe ba�lı toplam arzdaki

17 T. Derdiyok, Türkiye’nin Kayıt dı�ı Ekonomisinin Tahmini, Türkiye �ktisat, Mayıs, TOBB

Yayını, Sayı 13, s. 54. 18 Vuslat Us, Kayıt dı�ı Ekonomi Tahmini Yöntem Önerisi: Türkiye Örne�i, Türkiye Ekonomi

Kurumu, Tartı�ma Metni 2004/17, Haziran 2004, s. 10 19 Osman Altu�, Kayıtdı�ı Ekonomi, Cem Ofset A.�., �stanbul,1994, s.360

303

daralma reel sektör açısından resesyonun etkilerini hissettirdi�ini göstermi� ve dolayısıyla da bu makro ekonomik sonuç olarak vergi gelirlerini daraltmı�tır.

�nsanlar vergiden kaçarken yalnızca kamu finansmanının istikrarını baltalamakla kalmaz, aynı zamanda vergi sisteminin adaletini de bozmu� olurlar ve vergilerini ödeyenler üzerinde daha fazla yük olmasına sebep olurlar. Böylece çalı�mayı ve tasarruf te�vik eden ve kamu hizmetlerinin yerine getirilmesi için gereken yatırım artı�larının kar�ılanması için gereken gelirin yaratılması için modern ve adil bir vergi sistemi geli�tirilmeli ve devlet vergi suiistimalinin önüne geçmelidir20.

Vergiden sakınma ve vergi kaçınmanın da içerisinde bulundu�u kayıt dı�ı ekonomik faaliyetler a�a�ıdaki tabloda gösterilmi�tir.

Tablo 3. Kayıt Dı�ı Ekonomik Faaliyetlerin Sınıflandırması

*Kayıt altına alınmamı� olmak dı�ında

Kaynak: F. Schneider-D.H. Enste(2000), Shadow Economies: Size causes and Consequances, Journal of Economic Literature, 38,1, s.79.

Tablo 3’te de görüldü�ü üzere özellikle kayıt altına alınmadı�ı sürece vergi kaçırmanın ve vergiden sakınmanın suç unsuru bile olu�turmadı�ı ekonomik sistemde, vergi gelirlerinin kayıt dı�ı ekonomik faaliyetler dü�ece�i açıkça görülmektedir.

4. DOLAYLI VE DOLAYSIZ VERG�LER�N EKONOM�YE ETK�LER�

Geli�mi� veya geli�mekte olan ekonomilerde uygulanan iktisat politikalarının temelinde yer alan “büyüme” olgusu, belirli bir dönemde ortaya çıkan üretim ve gelir artı�ıyla açıklanmaktadır. Reel GSMH’deki artı� olarak da

20 The Public Enquiry Unit HM Treasury, Tackling Indirect Tax Fraud, November United

Kingdom, 2001, s.1

304

adlandırılan büyüme sürecine, klasik, neo-klasik ve modern büyüme teorileri farklı de�i�kenlerle ı�ık tutmu�lardır. Bu teorilerde nüfus, ücretler, faiz oranı, tasarruf düzeyi, teknoloji, do�al kaynaklar, verimlilik, sermaye birikimi ve e�itim gibi unsurlar temel belirleyiciler içinde analize katılmakla birlikte, daha çok fiziki ve be�eri sermaye yatırımlarının artırılması çabalarına yer verilmektedir. Devletin maliye politikası aracılı�ı ile ekonomik büyüme hedefine ula�abilmesi için, harcama seçene�inin yanında vergi politikası da belirleyici olabilmektedir. Özellikle tasarruf düzeyi dü�ük geli�mekte olan ekonomilerde vergiler, halkın kamu harcamalarına katılımını sa�layan etkili bir mali araç olarak kullanılmaktadır. Bu ba�lamda, ekonomik büyüme ile vergi gelirleri arasındaki ili�kinin belirlenmesi, vergi politikasının biçimlenmesi açısından önemli sinyaller verecektir21.

Yüksek vergilemenin, tasarruf ve yatırım dürtülerini bozarak büyüme oranlarında bir dü�ü�e sebep olabilmesine ra�men, devletin belirli vergi politikaları, altyapıyı iyile�tirme amaçlı devlet yatırımlarının özel sektör yatırımlarını artırması yolu ile ekonomik büyümeyi artırabilir22.

Türkiye Ekonomisi 2009 yılında yüzde 6 oranında küçülerek dünya ülkeleri arasında, resesyondan en fazla etkilenen ülkeler arasında yer almı�tır. Dünyada ya�anan küresel mali krizin neticesinde ya�anan bu resesyonla beraber ülkemizde de toplam talep düzeyi sürekli dü�mü�, bunun neticesinde sanayi üretim endeksi ve kapasite kullanım oranlarında a�a�ı yönlü bir seyir gerçekle�mi�tir.

Toplam talepteki bu sürekli dü�ü�ün istihdam rakamlarına da olumsuz yansımasının ardından, toplam talebi te�vik edici yönde uygulanan vergi politikaları neticesinde özellikle otomotiv ve beyaz e�ya üzerindeki ÖTV (Özel Tüketim Vergisi)’nin geçici olarak kaldırılması bu sektörlerin ve buna ba�lı di�er sektörlerin ayakta kalmasını sa�lamı�tır. Bütün bu alınan önlemler ve uygulanan politikaların temel amacı ekonomik dengenin sa�lanmaya çalı�ılmasıdır.

Ekonomik dengede ise esas amaç; fiyat dengesinin korunması ve ekonominin tam istihdam düzeyinde süreklili�in korunmasıdır. Esas amaç bu olmakla birlikte, ekonomide dengesizlik ortaya çıktı�ı hatta üstesinden gelinmesi çok güç sorunlar haline dönü�tü�ü ço�unlukla görülmektedir. Cari fiyat düzeyinde toplam talebin toplam arzdan fazla oldu�u yani enflasyonist bir ortamda, talep fazlasını emici veya arzı arttırıcı yönde vergi uygulamaları önem kazanırken, cari fiyat düzeyinde toplam arzın toplam talepten fazla oldu�u yani

21 Mehmet Durkaya, Servet Ceylan, Vergi Gelirleri ve Ekonomik Büyüme, Maliye Dergisi Sayı

150, Ocak Haziran 2006, s. 80. 22 Ye�im Ku�tepeli, Mustafa Bilman, A Preliminary Analysis On The Long-Run Relationship

Between Taxation And Growth In Turkey, Dokuz Eylül University Faculty Of Business Department Of Economics, Discussion Paper No 08/02, Aprili 2008, s. 2.

305

deflasyonist bir ortamda ise, talebi arttırıcı ve talep yetersizli�ini giderici vergi uygulamalarına a�ırlık verilmesi gerekmektedir23.

Ekonomide durgunluk paralelinde istihdam ve gelir düzeyinin dü�mesi, vergi gelirlerinin de azalmasına yol açmaktadır. Bununla birlikte enflasyondaki uygulamanın tersine, vergi yükünü azaltıcı uygulamalara giri�ilmesi talep düzeyinin yükseltilmesi yönünde katkıda bulunacaktır24. Böylesi bir durumda özel sektör üretim kararlarını piyasa fiyatlarına göre vermektedir ve devlet gümrük, üretim vergisi veya te�vik uygulamamalıdır çünkü üretimde etkinli�i dü�ürmektedirler25.

IMF ile yeni bir Stand-By anla�masının reddedilmesi, sürekli artan i�sizlik rakamları, toplam talepteki dü�ü�, azalan kapasite kullanım oranları, dü�en sanayi üretim endeksi gibi pek çok olumsuz parametre ile hareket etmek durumunda olan Türkiye ekonomisinin her zamankinden daha fazla mali disipline ihtiyacı oldu�u açıktır.

Tablo 4. Toplam Vergi Gelirlerinin GSYH �çindeki Payı

Toplam Vergi Gelirlerinin GSYH �çindeki Payı

(Piyasa Fiyatlarıyla%) 2007 Danimarka 48,7 �sveç 48,3

Belçika 43,9 Norveç 43,6 Fransa 43,5 �talya 43,5 Finlandiya 43,0 Avusturya 42,3

�zlanda 40,9 Macaristan 39,5 Hollanda 37,5 Çek Cumhuriyeti 37,4 �spanya 37,2 Lüksemburg 36,5

Portekiz 36,4

23 Akdo�an, a.g.e., s.467. 24 John F. Due’den aktaran, Akdo�an a.g.e., s. 471. 25 Emmanuel Saez, Direct or indirect tax instruments for redistribution:short-run versus long-run,

Journal of Public Economics 88, 2004, s. 505.

306

Almanya 36,2

�ngiltere 36,1 Yeni Zellanda 35,7 Polonya 34,9 Kanada 33,3 Yunanistan 32,0 Avusturalya 30,8

�rlanda 30,8 Slovak Cumhuriyeti 29,4 �sviçre 28,9 Japonya 28,3 ABD 28,3 Kore 26,5

Türkiye 23,7 Meksika 18,0 OECD Toplam 35,8 OECD Amerika 26,7 OECD Pasifik 30,0

OECD Avrupa 38,0 AB 19 38,6 AB 15 39,8

Kaynak: OECD, Revenue Statistics of OECD Member Countries,Paris,2009

IMF’nin kredi deste�i olmadan gelir ve gider hesaplarına ili�kin dengede zorlanması muhtemel görünen Türkiye Ekonomisinde gelir kalemlerinin en ba�ında gelenlerden vergi büyük önem ta�ımaktadır. Bu bakımdan Toplam Vergi Gelirlerinin GSYH �çindeki Payı (Tablo 4)açısından OECD ülkeleri içerisinde son sıralarda bulunan ülkemizin vergi gelirlerini artırıcı politikalara ihtiyaç duyaca�ı bir gerçektir.

5. SONUÇ

Resesyonun etkilerini üzerinden atmaya çalı�an ve IMF olmadan yoluna devam kararı alan Türkiye ekonomisinin her zamankinden daha fazla mali disipline ihtiyaç duyaca�ı önemli bir gerçektir. Bu bakımdan gelir gider dengesinin sa�lanması noktasında önemli bir kaynak olan verginin önemi her geçen gün artmaktadır. Türkiye ekonomisinde son dönemlerde toplam vergiler içerisinde dolaylı vergilerin payı bir dü�ü� gösteriyor olsa da; bu oran halen OECD ülkelerinin çok üzerinde seyretmektedir.

Çalı�mamızda da belirtti�imiz üzere son 10 yıllık veriler ı�ı�ında toplam vergilerin içerisinde dolaylı vergilerin oransal payının dü�mesinin tahakkuk eden vergilerin tahsilatına etkisi oldu�u sonucuna varılmı�tır. Ayrıca bu oranın

307

artmasında etkin bir vergi denetiminin yapıldı�ı dü�ünüldü�ünde, vergi gelirlerinin artırılması ve vergi adaletinin sa�lanması noktasında dolaylı vergilerin payının dü�ürülmesi gerekmektedir.

Vergi gelirlerini etkileyen en önemli faktörlerden bir tanesi de kayıt dı�ı ekonominin varlı�ıdır. Ülkemizdeki kayıtdı�ı ekonomik faaliyetler neticesinde çok ciddi oranlarda vergi kaybı ya�anmakta, bu da vergi koyucuları dolaylı vergi üzerinden gelir elde etmeye zorlamaktadır. Bu bakımdan etkin bir kayıtdı�ı ekonomi ile mücadelenin dolaylı vergileri dü�ürece�i ve vergi adaleti sa�layaca�ını söylemek yanlı� olmayacaktır.

6. KULLANILAN KAYNAKLAR

AASNESS, Jorgen; BENED�CTOW, Andreas; HUSSE�N, Mohamed F.; Distributional Efficiency of Direct and Indirect Taxes, Economic Research Programme on Taxation, 2002.

AKDO�AN, Abdurrahman; Kamu Maliyesi, Geni�letilmi� 11. Baskı, Gazi Kitabevi, Ankara, 2006.

ALTU�, Osman, Kayıtdı�ı Ekonomi, Cem Ofset A.�., �stanbul,1994.

ARMA�AN, Ramazan; Türkiye’de Gelir Ve Kurumlar Vergisi Oranlarında �ndirimin Vergi Gelirleri Üzerine Etkileri, Süleyman Demirel Üniversitesi ��BF Dergisi, Yıl 2007, C 12, S 3.

BA�D�GEN, Muhlis; Dökmen, Gökhan; Yolsuzlu�un Kamu Gelir Ve Giderleri Üzerine Etkisi, ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi,Cilt 2, Sayı 3, 2006.

BULUTO�LU, Kenan; Kamu Ekonomisine Giri�, Batı Türkeli Yayıncılık, �stanbul, 2004.

DALY Michael; The WTO and Direct Taxaition, WTO Discussion Paper No 9, Switzerland, June 2005.

DERD�YOK, T.; Türkiye’nin Kayıt dı�ı Ekonomisinin Tahmini, Türkiye �ktisat, Mayıs, TOBB Yayını, Sayı 13.

DURKAYA, Mehmet; CEYLAN, Servet; Vergi Gelirleri ve Ekonomik Büyüme, Maliye Dergisi Sayı 150, Ocak Haziran 2006.

DURUKAYA, Mehmet; CEYLAN, Servet; Vergi Gelirleri ve Ekonomik Büyüme, Maliye Dergisi, Yıl, 2006, Sayı 150.

EK�C�, Mehmet Sena; Vergi Gelirlerini Etkileyen Ekonomik Ve Sosyal Faktörler, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Güz 2009, C.8.

ERDEM, Metin; �ENYÜZ, Do�an; TATLIO�LU, �smail; Kamu Maliyesi, Ekin Kitabevi. 3. Basım, Bursa, 2003.

308

KU�TEPEL�, Ye�im; B�LMAN, Mustafa; A Preliminary Analysis On The Long-Run Relationship Between Taxation And Growth In Turkey, Dokuz Eylül University Faculty Of Business Department Of Economics, Discussion Paper No 08/02, Aprili 2008.

NADARO�LU, Halil; Kamu Maliyesi Teorisi 5. Baskı, Kan Da�ıtımcılık ve Yayıncılık �stanbul, 1983.

NEML�, A., Kamu Maliyesine Giri�, Filiz Kitabevi, �stanbul, 1990.

OECD, Revenue Statistics of OECD Member Countries,Paris,2009

ÖZDEM�R, Biltekin; Vergi Sistemlerinde Dolaysız Vergilerden Dolaylı Vergilere Kayı� ya da Tüketim Vergilerinin Artan A�ırlı�ı, Maliye Dergisi, Sayı 157, Temmuz-Aralık 2009.

SAEZ, Emmanuel; Direct or indirect tax instruments for redistribution:short-run versus long-run, Journal of Public Economics 88, 2004.

SCHNE�DER F,. - ENSTE D.H. (2000), Shadow Economies: Size causes and Consequances, Journal of Economic Literature, 38,1.

�EN, Hüseyin; Olivera - Tanzi Etkisi: Türkiye Üzerine Ampirik Bir Çalı�ma, Maliye Dergisi Sayı 143, 2003.

The Public Enquiry Unit HM Treasury, Tackling Indirect Tax Fraud, November United Kingdom, 2001.

US, Vuslat; Kayıt dı�ı Ekonomi Tahmini Yöntem Önerisi: Türkiye Örne�i, Türkiye Ekonomi Kurumu, Tartı�ma Metni 2004/17, Haziran 2004.

YILMAZ, Ferimah; TEZCAN, Nuray; Vergi Hasılatı Ve Sabit Sermaye Yatırımlarının Ekonomik Büyümeye Olan Etkisi: Ekonometrik Bir �nceleme, 8. Türkiye Ekonometri ve �statistik Kongresi 24-25 Mayıs 2007– �nönü Üniversitesi Malatya.

309

ÇEVRE MUHASEBES� VE ÇEVRE MAL�YETLER�N�N ÜRET�M MAL�YETLER�NE ETK�LER�

Yasemin SOYLU* Hüseyin �LER�**

ÖZET

Çevre yalnızca insanların içinde ya�adı�ı ve hayatlarını devam ettirmeleri için onlara kaynak sunan bir ortam de�il aynı zamanda i�letmelere de ekonomik kaynak sa�layan bir sistemdir.

Üretim, çevreden elde edilen kaynaklar ile gerçekle�tirilmektedir. Bu durumda kaynakların tükenmesi ve çevrenin kirlenmesi toplum sa�lı�ının bozulmasının yanı sıra i�letmeler için de yeni kaynak bulunamaması anlamına gelmektedir.

��letmeler çevre dostu ürünler üreterek, zararlı atıkların en aza indirgenmesine çalı�arak, geri dönü�üm sa�layarak çevrenin kirlenmesini ve çevresel sorunların ortaya çıkmasını engelleyebilecektir. Tüm bu konularda do�ru kararlar alınabilmesi için i�letmeler çevresel maliyetleri bilmeye ihtiyaç duyar. ��te bu nedenle çevresel maliyetlerin tam ayırımının yapılması gerekir. Geleneksel muhasebe sisteminde, çevresel maliyetler genel giderler grubu içerisinde sayılarak ayrıntılı bilgi sa�lama konusunda yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle çevre muhasebesinin geli�tirilmesinin önemi daha da artmı�tır. Bu çalı�manın amacı, çevresel maliyetleri tanımlamak, sınıflandırmak ve çevresel muhasebe sistemini olu�turmaktır.

Anahtar Kelimeler: ��letme, Çevresel Maliyetler, Çevre Muhasebesi.

ENVIRONMENTAL ACCOUNTING AND ENVIRONMENTAL EFFECTS OF COST TO THE PRODUCTION COST

ABSTRACT

Environment is not only a resource for people to continue their lives and the place they live in, but also an economic resource for managements.

Production is carried out with resources obtained from the environment. So, depletion of resources and environmental pollution causes community health impairment as well as breakdown of finding new resources for companies.

Companies can avoid environmental pollution and decrease enviromental problems by producing environmentally friendly products, working to minimize hazardous waste and recycling. To take right decisions in all these issues,

* Ö�retim Görevlisi, Selçuk Üniversitesi Akörem Ali Rıza Ercan MYO ** Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler MYO

310

companies need to know environmental costs. For this reason, the full environmental costs of separation should be done. In the traditional accounting system, environmental costs, considered in the group of overhead costs, is inadequate in providing detailed information. Therefore, the importance of the development of environmental accounting has increased even more.The purpose of this study is to identify the environmental costs, classify them and create environmental accounting system.

Key Words: Companies, Environmental Costs, Environmental Accounting. �

ÇEVRE MUHASEBES� KAVRAMI

Çevre muhasebesi Devlet �statistik Enstitüsü (D�E) tarafından “Ekonomi ve çevre arasındaki etkile�imi açıklamak amacıyla çevrenin durumu, geli�imi hakkında makro seviyede bilgi üretmektir” �eklinde tanımlanmı�tır(D�E,1994:3).1

‘Literatürde ye�il muhasebe olarak da adlandırılan çevre muhasebesi en geni� �ekilde çevresel kaynakların kullanımı ve bu kaynakların kullanımı sonunda do�acak etkilerin muhasebesi’ olarak ifade edilmektedir( Kırlıo�lu ve Can, 1998: 54).2

Ba�ka bir ifade ile çevre muhasebesi; ‘çe�itli muhasebe uygulamalarındaki bilgi ve çevresel maliyetlerin birle�tirilmesini ifade eden genel bir terimdir’. Çevre muhasebesinin literatürdeki farklı tanımları a�a�ıda verilmi�tir(Kur�unel vd.,2006:83):3

Çevre muhasebesini finansal muhasebede ölçümlenme i�levlerinin örne�in, finansal raporlama ve i�letme içi ve i�letme dı�ı çevre faktörlerinin dikkatle uygulanması �eklinde tanımlamı�tır.

Çevre muhasebesi, uygulanmakta olan muhasebe sisteminde, özellikle maliyet ve kar analizlerinde çevre faktörlerinin planlanıp uygulanmasıdır.

Çevre muhasebesi, çevre ile ilgili mali nitelikli olayların muhasebele�tirilmesi ve mali tablolarda gösterilmesidir.

Yukarıdaki tanımlamalar çerçevesinde ‘çevre muhasebesi, muhasebe tanımına da uygun olarak, çevresel kaynakların olu�umunu, bu kaynakların kullanılı� biçimini, i�letmelerin faaliyetleri sonucunda bu kaynaklarda meydana gelen artı� ve azalı�ları ve i�letmelerin çevresel açıdan durumunu açıklayan bilgileri

1 D�E, 1994. Su �statistikleri ve Do�al Kaynaklar Muhasebesi, Ankara, Sf..3. 2 Kırlıo�lu Hilmi, Can Ahmet (1998). Çevre Muhasebesi (1. Baskı). Adapazarı. De�i�im

Yayınları. Sf. 54. 3 Kur�unel Fahri, Büyük�alvarcı Ahmet, Alkan Alper (2006). Muhasebe Meslek Mensuplarının

Çevre Muhasebesi Hakkındaki Görü�leri: Konya �li Üzerine Bir Ara�tırma. Selçuk Üniversitesi Karaman �.�.B.F. Dergisi. Sayı 11. Sf. 83.

311

üreten ve bunları ilgili ki�i ve kurulu�lara ileten bir bilgi sistemi olarak tanımlanabilir’. Bu tanım kayıt düzenine yapılmaya çalı�ıldı�ında ise çevre muhasebesi, mali nitelikteki çevresel i�lemlerin ve olayların para ile ifade edilmi� �ekilde kaydedilmesi, sınıflandırılması, özetlenerek rapor edilmesi ve sonuçlarının yorumlanması �eklinde olabilir.( Melek, 2001:25).4

Çevre Muhasebesinin Amaçları

Yönetimde yeni anlayı� ve yakla�ımlar, bilgi i�lem teknolojisindeki geli�meler, i�letmelerin büyümeleri, karar verme süreci, planlama ve kontrol i�levlerinin yerine getirilmesi için gerekli olan bilgilerin toplanması, biriktirilmesi ve i�lenmesi i�lemlerine yeni boyutlar getirmi�tir. Bugün i�letme yönetiminin bilgi gereksinimi artık geleneksel muhasebe bilgilerinden elde edilen bilgilerle sınırlı kalmamakta, i�letme faaliyetleri itibariyle çok çe�itli bilgilere gerek duyulmaktadır. Muhasebe bilgi sistemi bunların tamamını sa�lamamakla birlikte bugün için bu bilgilerin büyük bir bölümünü verebilecek kapsamdadır( Haftacı ve Soylu,2008:94).5

Di�er taraftan pek çok bilim dalı gibi muhasebe bilimi de ‘sosyal sorumluluk’ gere�i i�letmenin çevreye verdi�i zararları kamuoyuna bildirmek amacıyla çevreye yönelik çalı�malar yapmaya ba�lamı�tır. Muhasebe bilimi bu amaçla, do�al kaynak olarak giren ve atık olarak çıkan de�erlerin fiziksel akı�larını sayısalla�tırmayı amaçlamaktadır. Bu amaçla çevre muhasebesinin temel amacının bilgi üretmek oldu�u söylenebilir.

‘Çevre muhasebesinin, bütün muhasebe sistemleri gibi a�a�ıda sıralanan amaçları ta�ıdı�ı da bir gerçektir’(Kur�unel vd.,2006:84).6

� Kaynak envanterinin belli bir zamanda ne düzeyde oldu�unu gösteren ve bunun profilini veren bilânço hazırlamak,

� Belli bir zaman dilimi içerisinde kaynak stokunun ne kadarının kullanıldı�ını, stoka ne kadar geldi�ini, onlara ne ilave edildi�ini ve ne kadarının �ekil de�i�tirdi�ini belirlemek, hesaplarını hazırlamak,

� Duran varlıklarla dönen varlıkların tutarlı olmasını sa�lamak ve böylece her bilânçonun, bir önceki yılın bilânçosunun üstüne bu yılın dönen varlık hesaplarının eklenmesi �eklinde oldu�unu göstermektir.

4 Melek Zeynep (2001). Çevre Muhasebesi Ve Çevresel Maliyetlerin Üretim Maliyetlerine

Etkileri Üzerine Bir Ara�tırma. Yüksek Lisans Tezi. Mustafa Kemal Ünv. Sosyal Bil. Ens. Hatay. Sf 25.

5Haftacı Vasfi, Soylu Kamuran (2008). Çevresel Bilgilerin Muhasebesi Ve Raporlanması. Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. Sayı 15. Sf. 94.

6Kur�unel Fahri, Büyük�alvarcı Ahmet, Alkan Alper (2006). Muhasebe Meslek Mensuplarının Çevre Muhasebesi Hakkındaki Görü�leri: Konya �li Üzerine Bir Ara�tırma. Selçuk Üniversitesi Karaman �.�.B.F. Dergisi. Sayı 11. Sf.84.

312

Ayrıca( Ya�lı,2006:4.5-1)7;

� Geleneksel muhasebe uygulamalarının olumsuz etkilerini ortadan kaldırmak,

� Geleneksel muhasebe sistemi içinde, çevresel maliyet ve gelirleri ayrı olarak tanımlamak,

� ��letmelerin hem iç hem de dı� çıkar grupları için, yeni performans ölçüm raporları, formları geli�tirmek,

� Yönetim kararlarından daha fazla çevresel yararlılık elde edebilmek için yeni finansal ve finansal olmayan muhasebe bilgi ve kontrol sistemleri olu�turmak.

Görüldü�ü gibi çevre muhasebesinin amaçları makro ve mikro düzeyde algılanabilmektedir. Çevre muhasebesinin makro açıdan amacı, çevresel kaynakların parasal de�erlerini belirleyerek onları milli gelir hesaplarına göstermek ve böylece ekonomik verilerle çevresel verileri aynı çatı altında toplamaktır. Mikro açıdan amacı ise, çevresel konulara i�letme düzeyinde mali nitelik kazandırarak onları mali tablolarda göstermek ve böylece çevrenin muhasebe sistemi içine yerle�tirilmesini ve yönetsel kararlara katkıda bulunmasını sa�lamaktır( Melek, 2001:26).8

ÇEVRESEL MAL�YETLER

Çevresel maliyetlerin tanımına yönelik farklı görü�ler bulunmaktadır. Çevresel maliyetleri, çevresel koruma amaçlarına hizmet eden maliyetler olarak tanımlamaktadır. Daha geni� bir tanımla çevresel maliyetlerin içerisine sadece çevresel koruma maliyetleri de�il aynı zamanda i�letmenin çevresel performansına yönelik di�er maliyet kalemlerini de katabiliriz.

Sonuç olarak i�letmelerin içinde bulundukları çevre için yapmı� oldukları her türlü faaliyet, çevresel maliyetlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Çevresel maliyetler ortaya çıkma biçimlerine göre farklılık göstermektedirler. Çevresel maliyetlerin bir kısmı çevreyi korumak amacıyla gerçekle�tirilen faaliyetlerin sonucunda ortaya çıkmakta, bazı çevresel maliyetler ise çevresel kaynakların kullanımları sonucunda olu�maktadır. Di�er çevresel maliyetler de i�letmelerin sebep oldu�u çevresel kirlilikler nedeniyle ortaya çıkmaktadır.

Çevresel maliyet, i�letmelerin faaliyetlerini yürütürken çevreyi korumak ve çevre kirlili�ini önlemek amacıyla katlandıkları maliyetlerin tümüne denir.

7 Ya�lı Fatma (2006). Çevre Muhasebesi Ve Mermer ��letmeleri Uygulaması. Yüksek Lisans

Tezi. Mu�la Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Mu�la. Modul 4.5-1. 8Melek Zeynep (2001). Çevre Muhasebesi Ve Çevresel Maliyetlerin Üretim Maliyetlerine Etkileri

Üzerine Bir Ara�tırma. Yüksek Lisans Tezi. Mustafa Kemal Ünv. Sosyal Bil. Ens. Hatay. Sf 26.

313

Çevresel maliyet bilgilerine ihtiyacın nedenleri ise �öyle sıralanabilir( Ya�lı,2006: 27);9

� Yönetim stratejilerinde, mamul çe�itlili�i ve fiyatlanması,

� Üretim girdilerinin seçilmesi,

� Kirlili�i önleme projelerinin ve atık yönetimi seçeneklerinin de�erlendirilmesinde,

� ��letme içi ve i�letme dı�ı tarafların bilgilendirme sürecinde çevresel maliyetlerin önemli rolü vardır.

Bazı firmalar belirsiz alandaki maliyetlerin ayırımını yapmak için a�a�ıdaki yakla�ımları kullanmaktadırlar(Gül,2005: 39).10

� Bir maliyetin çevresel olarak sadece bir amaç için kabul edilmesi,

� Bir faaliyetin maliyetinin kısmen çevresel olarak kabul edilmesi

� ��letmenin bir maliyetin % 50’den fazlasının çevresel oldu�una karar verdi�inde muhasebe amaçları için bu maliyetin çevresel olarak kabul edilmesidir.

Ba�lıca çevresel maliyet örnekleri �unlardır( Melek,2001: 39-40);11

� Üretim sürecinde çe�itli kimyasal maddeler kullanan bir i�letmede ortaya çıkacak olan yüksek depolama maliyetleri,

� Çe�itli mamullerin üretimi esnasında çevreye bırakılan tehlikeli veya zararlı atıkların yarataca�ı kirlili�i temizlemek için katlanılan harcamalar,

� Kirlilik önleme programları ve geri dönü�üm sa�lanabilmesi çerçevesinde yapılacak yatırım harcamaları,

� Çalı�anların çevre e�itimleri, yasal düzenlemelere uygunluk çevreye yönelik ar-ge faaliyetleri için yapılan harcamalar,

� ��letmenin çevreye verdi�i hasarlar sonucu insanlara veya di�er kurumlara ödemek zorunda kalaca�ı ceza ve tazminat harcamaları.

9 Ya�lı Fatma (2006). Çevre Muhasebesi Ve Mermer ��letmeleri Uygulaması. Yüksek Lisans

Tezi. Mu�la Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Mu�la. 10 Gül Mustafa (2005). Çevre Maliyet Muhasebesi Bilgi Sisteminin Geli�tirilmesi Ve Bir

Uygulama. Yüksek Lisans Tezi. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Eski�ehir.Sf 39.

11 Melek Zeynep (2001). Çevre Muhasebesi Ve Çevresel Maliyetlerin Üretim Maliyetlerine Etkileri Üzerine Bir Ara�tırma. Yüksek Lisans Tezi. Mustafa Kemal Ünv. Sosyal Bil. Ens. Hatay. Sf. 39-40.

314

Son yıllarda sanayi i�letmelerinin faaliyetlerini çevresel açıdan izlemesi, analiz etmesi ve raporlamasını zorunlu kılacak düzenlemeler yapılmaya ba�lanması ile birlikte i�letmelerin, çevresel maliyetlerini tanımlamaları, sınıflandırmaları ve muhasebe kayıtlarında ayrıntılı olarak izlemeyip raporlamaları gerekmektedir( Ço�kun ve Karaca,2008:.61)12

Çevresel Maliyetlerin Sınıflandırılması

Çevresel maliyetler terimi temelde iki ana ba�lık altında incelenmektedir; bunlardan ilki i�letmenin faaliyet sonucunu direkt olarak etkileyen maliyetlerdir. Bu maliyetler özel maliyet �eklinde ifade edilmektedir. �kincisi ise bireylerle, toplumla ve çevre ile ilgili olup da i�letmenin sorumlu tutulmadı�ı maliyetlerdir. Bu maliyetler ise sosyal maliyetler �eklinde ifade edilmektedir( Özbirecikli, 2003:50).13

Sosyal Maliyetler

Sosyal maliyetler, bir i�letmenin parasal açıdan sorumlu tutulmadı�ı, çevre ve toplum üzerindeki etkilerinin sonucunda olu�an maliyetlerdir. Sosyal maliyetler, dı�sal maliyetler �eklinde de ifade edilmektedirler. Bu maliyetler, i�letmenin faaliyet sonuçlarını direkt olarak etkilemezler. Örne�in bir �irket zararlı atıklarını bir nehre bo�altarak bu nehirden yarar sa�lar. Ancak, burada ortaya çıkan olumsuz etkilere bu nehrin suyunu kullanmaya ihtiyacı olan balıkçı, çiftçi, yöre halkı ve di�er �irketler maruz kalır. Burada nehri kirleten firmalar, di�er kullanıcıların u�radı�ı zararı kar�ılamaz. ��te bu kar�ılanmayan zarar �irket için sosyal maliyet olmakla birlikte, �irket bu maliyetten sorumlu tutulmamakta ve kısa vade de etkilenmemektedir( Ya�lı,2006:55).14

Sosyal yapıdaki çevresel maliyetler ortaya çıkma �ekillerine göre farklılık gösteririler. Bazı çevresel maliyetler daha çok çevreyi koruma amacına yönelik faaliyetler sonucunda ortaya çıkarken, bazıları çevresel kaynaklardaki kullanımlar sonucunda ortaya çıkabilmektedir. Di�er çevresel maliyetler ise daha çok i�letmenin sebep oldu�u çevresel kirlilikler yüzünden ortaya çıkmaktadır( Aslan,1995:42). 15

12 Co�kun Ali, Karaca Nurcan (2008). Kobilerde Çevresel Maliyetlerin Sınıflandırılmasına

Yönelik Bir Öneri; Metal ��leme Sektöründen Bir Uygulama. Ekoloji Dergisi, Sayı 18. S.f. 61. 13 Özbirecikli Mehmet (2003). Çevre Muhasebesi, Kavramlar, Uygulama Alanları (5. Baskı). �stanbul. Detay Yayıncılık.Sf. 50.

14 Ya�lı Fatma (2006). Çevre Muhasebesi Ve Mermer ��letmeleri Uygulaması. Yüksek Lisans Tezi. Mu�la Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Mu�la.S.f. 55.

15 Aslan Ümmühan, Çevre Muhasebesi Ve Nuh Çimento A.�.’Nde Çevre Muhasebesi Üzerine Pilot Bir Çalı�ma, Yüseklisans Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eski�ehir, 1995, Sf.42.

315

Sosyal maliyetlerin türleri �öyle sıralanabilir;

1. Azaltma Maliyeti

2. Kullanma Maliyeti

3. Zarar Maliyeti

Özel Maliyetler

Özel maliyetler, ‘i�letmelerin faaliyet kar ya da zararlarını direkt olarak etkileyen maliyetlerdir.’ Yani i�letmelerin çevreye zarar vermemek, verilen zararı en aza indirgemek ve çevreye verilen bu zararları tazmin etmek için katlandıkları maliyetler özel maliyetler olarak tanımlanır. O halde i�letmelerin çevre için ödedikleri her türlü bedelin parasal ifadesi özel maliyet olarak kabul edilmektedir( Gül,2005:42).16

Özel maliyetlerin türleri ise �öyle sıralanabilir;

1. Öncül Maliyetler

2. Yasal Düzenlemelerden Kaynaklanan Maliyetler

3. �ste�e Ba�lı Maliyetler

4. Sonlanma Maliyetleri

5. �maj Ve �li�kisel Maliyetler

6. Gizli Maliyetler

Çevre muhasebesi terminolojisinde çevresel maliyetin muhasebe sistemine dâhil edildi�ini vurgulamak için tam, toplam, gerçek ve ya�am döngüsü terimleri kullanılmaktadır. Bunun nedeni ise geleneksel yakla�ımların önemli çevresel maliyetleri göz ardı etmesi nedeni ile faaliyet alanının eksik olmasıdır. Daha sa�lıklı yönetsel kararların alınması açısından, genelde dikkate alınmayan ya da tümü genel üretim maliyeti hesabında toplanan çevresel maliyet kalemlerinin neler oldu�unun belirlenmesi gerekmektedir( Gül,2005:43).17

Çevresel Maliyetlerin Fonksiyonel Açıdan Da�ılımı

Çevresel maliyetlerin i�letmenin tüm i�levleri ile yakından ilgili oldu�u bilinmektedir. ��letmede çevresel sorunların önlenmesi sadece yönetim departmanının sorunu de�il tüm departmanların ve çalı�anların sorumlulu�undadır. ��letmelerde olu�abilen çevresel maliyetler genellikle üretimle direkt olarak ili�kilendirilememektedir. Bu açıdan çevresel maliyetler

16 Gül Mustafa (2005). Çevre Maliyet Muhasebesi Bilgi Sisteminin Geli�tirilmesi Ve Bir

Uygulama. Yüksek Lisans Tezi. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Eski�ehir.Sf 42.

17 Aynı. Sf. 43.

316

üretim giderlerine endirekt olup genel üretim giderleri içerisinde yer alır. ��letmelerde ortaya çıkabilecek çevresel maliyetler sadece üretim faaliyetlerine de�il, i�letmenin di�er fonksiyonel faaliyetlerine de payları oranında yüklenmelidir. Çünkü çevresel sorunlara yalnızca üretim faaliyetlerindeki hatalar de�il, genel yönetim, ar-ge, pazarlama ve finansman faaliyetlerindeki hatalar da sebep olabilmektedir. Dolayısıyla çevresel maliyetleri olu�turan giderler, stok ve dönem (faaliyet) gideri olarak iki kısımda ele alınabilir. Sonuç olarak çevresel maliyetler bir i�letmenin bütün fonksiyonlarında ortaya çıkabilece�inden dolayı fonksiyonel gider esasına göre da�ılımı yapılabilir. Tablo 1.’de çevresel maliyetlerin fonksiyonel gider esasına göre tasnifi görülmektedir(Altınbay,2007:8). 18

Tablo 1. Çevresel maliyetlerin fonksiyonel gider esasına göre tasnifi (Altınbay,2007:8)

Çevresel maliyetler

Çevresel Maliyetlerin Fonksiyonel Da�ılımı

Üretim Giderleri

Dönem (Faaliyet) Giderleri

Gen

el

Üre

tim

G

ider

leri

Ar-

Ge

Gid

erle

ri

Paz

arla

ma

Gid

erle

ri

Gen

el

Yön

etim

G

ider

leri

Fin

ansm

an

Gid

erle

ri

Azaltma Maliyetleri

Kullanma Maliyetleri

Zarar Maliyetleri

TOPLAM

Çevresel maliyetlerin gider türleri itibariyle de da�ılımı yapılabilir. Tablo 2’de çevresel maliyetlerin gider türlerine göre tasnifi görülmektedir.

18 Altınbay Ali(2007). Çevresel Maliyetlerin Raporlanması. Akademik Bakı� Dergisi, Sayı 11. Sf.

8.

317

Tablo 2. Çevresel Maliyetlerin Gider Türlerine Göre Tasnifi (Kıro�lu ve Can,1998:122)

Çevresel Maliyetler

Çevresel Maliyetlerin Gider Türlerine Göre Da�ılımı

Ham

Mad

. ve

Mal

z. G

ider

i

��ci

lik

Gid

erle

ri

Dı�

. Sa�

. Fay

. V

e H

iz.

Ver

. Res

im v

e H

arçl

ar

Am

ort.

Gid

.

Fin

ansm

an

Gid

.

TO

PL

AM

Azaltma Mal.

Kullanma Mal.

Zarar Mal. TOPLAM

Stok Maliyet Giderleri

Stoklar, i�letmenin satmak, üretimde kullanmak veya tüketmek amacıyla edindi�i, ilk madde ve malzeme, yarı mamul, mamul, ticari mallar ile üretim sürecinde meydana gelen yan ürün, artık ve atıklar gibi bir yıldan az bir sürede kullanılacak olan veya bir yıl içerisinde nakde çevrilebilece�i dü�ünülen varlıklardan olu�ur.

‘��letmeler hammadde satın alma faaliyetlerinde mamullerin çevresel özelliklerini de dikkate almaya ba�lamı�lardır. ��letmeler özellikle kimyasal malzeme kullanımlarını tekrar gözden geçirerek, var olan kimyasal malzemelerin sayılarını ve miktarlarını azaltmaya veya çevreye daha az zararlı kimyasal malzemeler kullanmaya e�ilim göstermektedirler. Satın aldıkları stokların çevresel özelli�i nedeniyle katlandıkları ek maliyetler varsa i�letmeler bunları çe�itli �ekillerde izleyebilirler’( Haftacı ve Soylu, 1998:97).19

Edinilen stokların maliyetleri ile üretim giderleri ve genel üretim giderleri bu grupta yer alır.

Üretim giderleri; üretim i�letmelerinin mamul üretmek için yaptıkları giderlere üretim gideri (maliyet gideri) adı verilir. Üretim giderinin en belirgin özelli�i üretim için mal ve hizmet tüketimidir. Üretim giderleri, üretilen ürünlerin satı�ıyla i�letmeye gelir olarak geri dönmektedir. Ürünler satılmadıkları sürece i�letmenin aktifleri içersinde yer almaya devam ederler. Bu giderler, üretilen

19 Haftacı Vasfi, Soylu Kamuran (2008). Çevresel Bilgilerin Muhasebesi Ve Raporlanması.

Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. Sayı 15. Sf.97.

318

mamullerin maliyetine yüklenerek, bilânçoda mamul stokların gelir tablosunda satılan mamullerin maliyetinin belirlenmesini sa�lar.

Gelen üretim giderleri; direkt hammadde ve direkt i�çilik giderleri dı�ında kalan ve üretimle ilgili olan di�er tüm maliyet giderleridir. Bu giderler üretilen mamullerle do�rudan ba�lantısı kurulamayan ancak üretim için gerekli olan giderleridir.

Dönem Giderleri

Bu giderler, i�letmenin alı� ve üretim dı�ı fonksiyonlarıyla ilgili olan ve bu nedenle satın alınan malzeme ve malların veya üretilen mamullerin maliyetine eklenmeksizin do�rudan do�ruya gider tablosuna yansıtılan giderleridir. Genel yönetim giderleri, Ar-Ge giderleri, pazarlama satı� ve da�ıtım giderleri bu grupta yer alır( Melek,2001:44).20

Genel yönetim giderleri; bir i�letmenin yönetim fonksiyonları, i�letme politikasının tayini, organizasyon ve kadro kurulu�u, büro hizmetleri, kamu ili�kileri, güvenlik, hukuk i�leri, personel i�leri, kredi ve tahsilâtı da kapsayan muhasebe ve mali i�ler servislerin giderleri ile di�er gider gruplarında hiç birisine girmeyen giderlerden olu�ur( Atabey vd.,2007:494).21

Ara�tırma ve geli�tirme giderleri; çevreye daha yararlı ürünlerin tasarımı için ara�tırma geli�tirme maliyetleri, çevresel performansı iyile�tirmek için yapılan tasarın ve ara�tırma geli�tirme maliyetleri, �irketin da�ıtım ve satı� sisteminin çevresel dostlu�unun iyile�tirilmesi ile ilgili ara�tırma geli�tirme maliyetleri ve bunların yapılmasıyla ilgili i�çilik maliyetlerini kapsamaktadır( Çetin vd.,2004:68).22

Pazarlama satı� ve da�ıtım giderleri; Talep olu�turmak, sipari� almak veya malın mü�teriye ula�tırılıp teslim edilmesi için katlanılan maliyetlerdir.

Çevresel harcamalar farklı �irketlerde bu kategorilerden herhangi birinde veya birkaçında sınıflandırılabilir. Ancak çevresel maliyetlerin yönetsel kararlarda daha etkin bir �ekilde dikkate alınabilmesi için ayrıntılı bir maliyet ayırımı çerçevesi kullanılması gerekir( Özbirecikli,2003:20).23 Çünkü çevresel maliyetlerin hangi departmanda ortaya çıktı�ının bilinmesi kadar hangi alt

20 Melek Zeynep (2001). Çevre Muhasebesi Ve Çevresel Maliyetlerin Üretim Maliyetlerine

Etkileri Üzerine Bir Ara�tırma. Yüksek Lisans Tezi. Mustafa Kemal Ünv. Sosyal Bil. Ens. Hatay. Sf. 44.

21 Atabey Ata, Parlakkaya Raif ,Alagöz Ali(Eylül 2007). Genel Muhasebe Dönem Sonu ��lemleri. Konya. Atlas Kitabevi. Sf 494.

22 Çetin Tansel, Özcan Murat, Yücel Rahmi (2004). Çevre Muhasebesine Genel Bakı�. SÜ. ��BF Sosyal Ve Ekonomik Ara�tırmalar Dergisi. Yıl 4. Sayı 7. Sf.68.

23 Özbirecikli Mehmet (2003). Çevre Muhasebesi, Kavramlar, Uygulama Alanları (5. Baskı). �stanbul. Detay Yayıncılık.Sf 20.

319

unsurlardan kaynaklandı�ının bilinmesi de, özellikle gerekli önlemlerin alınabilinmesi açısından, önem ta�ır( Melek, 2001:46).24

ÇEVRESEL MAL�YET MUHASEBES�

‘Çevresel maliyet muhasebesi, mevcut maliyet muhasebesi i�lemlerinde ek çevresel maliyet bilgilerinin ve yerle�mi� çevresel maliyetlerin fark edilmesi ve uygun ürün ve süreçlere da�ıtılmasını ifade eder. Geleneksel maliyet muhasebesi sisteminde çevresel maliyetler di�er genel üretim giderleri gibi geli�i güzel i�lemden geçirilip; örne�in, dı�a yayılan gazlar, elden çıkarılan atıklar ve atık su maliyetleri ilk ortaya çıktı�ı yere bakılmaksızın, toplanıp geli�i güzel çe�itli maliyet merkezlerine da�ıtılmaktadırlar. Hatta, üretim süreçlerinde ortaya çıkan emisyon, atık ve israf edilen malzeme maliyetleri gizli olmaları veya kaydedilememeleri nedeniyle göz önüne alınmamaktadırlar. Çevresel maliyet muhasebesi sistemi, sistematik neden ve etki sonuç analizlerine dayanan akımla ilgili maliyet muhasebesi sistemi olması nedeniyle çıktıyla ilgili katı atık, suya atık ve emisyon gibi maliyetler, onlara neden olan girdilere do�ru olarak yüklenmektedir’( Çelik,2006:156).25

Çevresel maliyetlerin maliyet merkezlerine geli�i güzel yüklenmesi, i�letmelerin çevresel etkilerini ve onların maliyetlerini azaltmak gibi, maliyet merkezleri için herhangi bir özendirme içermemektedir. Çevresel maliyetlerin olu�umuna neden olanların do�ru olarak saptanması ve yüklenmesi di�er alanlarda da maliyetlerin azaltılmasına yardımcı olabilir. Atıkların çoklu�u, i� süreçlerindeki verimsizli�in bir göstergesidir. Örne�in, bozuk üretim yalnızca atıkların atılma maliyetini de�il, aynı anda bozuk mallara giden ek malzeme, i�çilik ve genel giderler nedeniyle üretim maliyetlerindeki yükselmelere de neden olmaktadır( Çelik,2007:156).26

‘Çevresel maliyet muhasebesi, üretim girdileri, üretim süreçleri, etkileri ve ürünleri gerçek maliyetleri ile de�erlendiren bir iç fiyatlama sistemine katkıda bulunmaktadır. Bu yöntem, çevresel yönetim sistemi, malzeme ve enerji akımlarının gözetimi, kontrolü ve planlaması konularında kararlar almak için bilgi yaratmaktadır. Bu nedenle çevresel maliyet muhasebesi daha dü�ük maliyetlerle yasal uyumu sa�lamak için uygun bir araçtır. Maliyet verilerini kullanan planlamanın tüm bölümlerindeki çevresel faktörleri bir araya getirmektedir. Bunun yanında çevresel veriler, i� süreçlerinin anla�ılabilirlili�inin geli�mesine yardımcı olmaktadır. Örne�in, çıktı akımları ile ilgili verilere sahip i�letmeler atık akımlarının hacmine ve onlarla ilgili

24 Melek Zeynep (2001). Çevre Muhasebesi Ve Çevresel Maliyetlerin Üretim Maliyetlerine

Etkileri Üzerine Bir Ara�tırma. Yüksek Lisans Tezi. Mustafa Kemal Ünv. Sosyal Bil. Ens. Hatay. Sf. 46.

25 Çelik Muhsin(2007). Çevreye Duyarlı Muhasebe. Mufad. Sayı 33. Sf. 156. 26 Aynı. Sf. 156.

320

maliyetlere �a�ırmamaktadırlar. Bu bilgi önlemler bulmaya yardımcı olabilmekte ve çevresel koruma için i�letmenin davranı�larını de�i�tirebilmektedir’( Çelik,2007:157).27

‘Bunu ba�armak için çevresel maliyet muhasebesi sistemini yaygınla�tırmak gerekir. Ek bilginin yararları, ona ula�ma maliyetlerinden daha yüksekse i�letme böyle bir maliyete katlanacaktır. Bu neden geleneksel ve çevreci maliyet muhasebesi sistemlerinin birle�tirilmesini haklı çıkaracaktır. Böyle bir sistemi uygulamak için maliyet bölümü sorumlularının çevresel maliyetlerin neden ve etkileriyle ilgili çok bilgiye sahip olmaları gerekmez. Çevresel etkilerin maliyetlerini içeren iç fiyatlar, aslında i�letmelerin çevreyle ilgili maliyetlerini içselle�tirmelerini özendirir’( Çelik,2007:157).28

SONUÇ

Toplumsal, sosyal ve ekonomik bir de�i�ikli�in içinde i�letmelerin faaliyetlerinin de akı�ı de�i�mi� ve çevreci bir özellik almaya ba�lamı�tır. 1970’lere gelinceye kadar çevre konusunda ciddi çalı�malar yapılmamı�tır. Ancak çevresel sorunların boyutları sanayile�me, teknolojinin ilerlemesi, üretim süreçlerinin, tüketici zevk ve ihtiyaçlarının de�i�mesiyle gün geçtikçe artmı�tır. Girdilerini çevresel faktörlerden sa�layan i�letmeler bu durum kar�ısında, özellikle geli�mi� ülkelerde, çevre – muhasebe – i�letme ili�kilerinde farklı yakla�ımlar ortaya koymaya ba�lamı�tır.

Ya�anan de�i�imin büyüklü�ü gerçekle�tirilen çevreci faaliyetlerin kaydedilmesi, denetlenmesi, raporlanması ve de�erlendirilmesi açısından bir karma�aya yol açmaktadır. Bu sorunların en aza indirilebilmesi için muhasebe uygulamalarının çevreci amaca yönelik olarak yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Bu nedenle çevre muhasebesi kavramı ortaya çıkmı�tır. ��letmeler çevresel sorunları önleyebilmek için daha öncede bir takım faaliyetler yapmaktaydı ancak, bu önlemlere ili�kin giderler, di�er giderler arasında yer alarak çevresel maliyetlerin kesin olarak belirlenmesine ve bu maliyetlerin raporlanması sonucunda alınacak olan kararların do�ruluk payının etkinli�inin azalmasına yol açıyordu. Çevrenin önemi arttıkça bu tür giderlerin de çevresel maliyetler adı altında ele alınması daha anlamlı bilgilerin ortaya konulmasına yardımcı olacaktır.

Çevre muhasebesi, bir �irketin tüm faaliyetlerinin evresel olarak sınıflandırılması, envanterinin tutulması, envanterdeki de�i�imlerin izlenmesi, bu de�i�imlerin parasal veya fiziksel boyutlarının ortaya konulması ve bunun, �irket bilânçosuyla bütünle�tirilip �irketin gerek karlılı�ının ortaya konulması yönündeki düzenlemeler olarak tanımlanabilinir.

27 Çelik Muhsin(2007). Çevreye Duyarlı Muhasebe. Mufad. Sayı 33. Sf. 157. 28 Aynı. Sf. 157.

321

Geleneksel maliyet muhasebesi çerçevesinde, çevre ile ilgili maliyet kalemleri genel giderler hesabında görünmekte, dolayısıyla, çevre dostu bir süreç ya da ürün için, seçenekler arasında do�ru karar vermekte zorlanılmaktadır. Çevre maliyetlerinin de dikkate alındı�ı maliyetleme yakla�ımı daha do�ru ve sa�lıklı kararlar alınmasına yardımcı olacaktır. Beklide yüksek çevre maliyetleri nedeni ile ba�ka bir mamul üretimine geçme gibi i�letme açısından çok önemli kararların alınması da gerekebilecektir. Bunun içinde i�letmelerde çevre maliyetinin de belirlenerek maliyet muhasebesi bilgi sistemine dâhil edilmesi zorunluluk haline gelmi�tir.

KAYNAKÇA

AKDO�AN, Nalan ve SEV�LENGÜL, Orhan (2007). Tek Düzen Muhasebe Sistemi Uygulaması, (12. Baskı). Ankara. Gazi Kitabevi.

AKÜN, Lerzan (1999). “Çevre Muhasebesi: Genel Bir Bakı�”. Muhasebe Bilim Dünyası Dergisi, MODAV. Sayı 1.

ALAGÖZ, Ali ve YILMAZ, Baki (2001). “Çevre Muhasebesi ve Çevresel Maliyetler”. Selçuk Üniversitesi �.�.B.F. Sosyal Ve Ekonomik Ara�tırma Dergisi. Sayı 1-2.

ALTINBAY, Ali (2006). “Çevresel Maliyetlerin Raporlanması”. Akademik Bakı� Dergisi, Sayı 11.

ASLAN, Ümmühan (1995). Çevre Muhasebesi Ve Nuh Çimento A.�.’De Çevre Muhasebesi Üzerine Pilot Bir Çalı�ma. Yayınlanmamı� Yüksek Lisans Tezi. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Eski�ehir.

ATABEY, Ata, PARLAKKAYA, Raif ve ALAGÖZ, Ali (Eylül 2007). Genel Muhasebe Dönem Sonu ��lemleri. Konya. Atlas Kitabevi.

CO�KUN, Ali ve KARACA, Nurcan (2008). “Kobilerde Çevresel Maliyetlerin Sınıflandırılmasına Yönelik Bir Öneri; Metal ��leme Sektöründen Bir Uygulama”. Ekoloji Dergisi, Sayı 18.

ÇEL�K, Muhsin (2007). Çevreye Duyarlı Muhasebe. MUFAD. Sayı.33.

ÇET�N, Tansel, ÖZCAN, Ay�e ve RAHM�, Yücel (2004). “Çevre Muhasebesine Genel Bakı�”. Selçuk Üniversitesi ��BF Dergisi, Sayı 7.

D�E (Türkiye �statistik Kurumu). (1994). Su �statistikleri ve Do�al Kaynaklar Muhasebesi, Ankara.

GÜL, Mustafa (2005). Çevre Maliyet Muhasebesi Bilgi Sisteminin Geli�tirilmesi Ve Bir Uygulama. Yüksek Lisans Tezi. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Eski�ehir.

HAFTACI, Vasfi ve SOYLU, Kamuran (2007). Çevre Kirlenmesi Ve Çevre Koruma Ba�lamında Çevre Muhasebesinin Önemi. MUFAD. Sayı 33

322

HAFTACI, Vasfi ve SOYLU, Kamuran (2008). “Çevresel Bilgilerin Muhasebesi ve Raporlanması”. Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. Sayı 15.

KIRLIO�LU, Hilmi ve CAN, A. Vecdi (2006). Çevresel Muhasebede Kavramsal Tartı�maların Geli�imi ve Analizi. Mufad. Sayı. 32.

KIRLIO�LU, Hilmi ve CAN, Ahmet (1998). Çevre Muhasebesi (1. Baskı). Adapazarı. De�i�im Yayınları.

KUR�UNEL, Fahri, BÜYÜK�ALVARCI, Ahmet ve ALKAN Alper (2006). Muhasebe Meslek Mensuplarının Çevre Muhasebesi Hakkındaki Görü�leri: Konya �li Üzerine Bir Ara�tırma. Selçuk Üniversitesi Karaman �.�.B.F. Dergisi. Sayı 11.

MELEK, Zeynep (2001). Çevre Muhasebesi Ve Çevresel Maliyetlerin Üretim Maliyetlerine Etkileri Üzerine Bir Ara�tırma. Yüksek Lisans Tezi. Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Hatay.

ÖZB�REC�KL�, Mehmet (2003). Çevre Muhasebesi, Kavramlar, Uygulama Alanları (5. Baskı). �stanbul. Detay Yayıncılık.

ÖZB�REC�KL�, Mehmet ve MELEK, Zeynep (2002). Çevre Muhasebesi Ve Çevresel Maliyetlerin Maliyet Muhasebesine Etkileri ve Bir Ara�tırma. Mufad. Sayı 14.

YA�LI, Fatma (2006). Çevre Muhasebesi Ve Mermer ��letmeleri Uygulaması. Yüksek Lisans Tezi. Mu�la Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Mu�la.

323

KÜRESEL KAMUSAL MALLAR VE F�NANSMANI

GLOBAL PUBLIC GOODS AND FINANCING

�sa ALTINI�IK*

Hasan Sencer PEKER**

ÖZET

Küresel kamusal mallar genelde önemsenmeyen ancak aynı derecede önemli bir kavramdır. Ya�amın devamı, iklim de�i�ikli�inin, sava�ların, hastalıkların engellenmesi, bütünle�menin, serbest ticaretin insan haklarının geli�mesi için gerekli her türlü mal ve hizmet, hayati önem ta�ımaktadır.

Küresel kamusal mallar, küreselle�menin de bir sonucu olarak, devletlerin beraber, koordineli bir �ekilde faaliyet göstermesi içe üretilen bir niteli�e sahiptirler. Bu tür üretim gerektirmesinin sebebi, piyasada üretilmesi için gerekli özelliklere sahip olmamasıdır. Bu yüzden do�rudan devletler tarafından sa�lanmalıdır ve kar olgusunun çok ötesindedirler.

Anahtar Kelimeler: Kamusal Mal, Küresel Kamusal Mal, Küresel Kamusal Malların Finansmanı

ABSTRACT

Global public good is a concept that is generally ignored despite its importance. The goods and services necessary for maintaining the life; stopping climate change, wars, diseases; integration, trade and human rights are crucially important.

Global public goods must be produced cooperatively so that states can operate in a coordinative way as a result of globalization. The need of this production is that global public goods do not have the features to be produced in the market. Therefore, these goods are supplied by the states and they are far beyond the profit.

Keywords: Public Good, Global Public Good, Financing of Global Public Goods.

G�R��

Ticaret, güvenlik, salgın hastalıkların yayılması, çevre, finans ve ticaret alanlarındaki çok taraflı sorunların çözülmesi için küreselle�me ile birlikte ortak eylemler gerektirmektedir. Faaliyetteki kurumların bu konular hakkındaki düzenlemelerinin yetersiz oldu�u ve geli�en ortamda kendilerini yenileyemedikleri görülmektedir.

* Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi, Kadınhanı Faik �çil MYO. ** Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, �ktisat Bilim Dalı, Doktora Ö�rencisi.

324

Küresel Kamusal Mallar için bir uluslararası görev gücü olu�turulmu�tur. Temel amacı, finans ile ilgili öngörüler ve yoksullu�un azaltılmasına, uluslararası kamusal mallar perspektifinden bakmaktadır. Bu görev gücüne göre küresel kamusal mallar �u �ekildedir: bula�ıcı hastalıkların ortaya çıkmasının ve yayılmasının önlenmesi, iklim de�i�ikli�inin önlenmesi, uluslararası finansal istikrarın sa�lanması, uluslararası ticaret sisteminin güçlendirilmesi, güvenlik ve barı�ın sa�lanması ve bilgi üretilmesi �eklindedir. Küresel kamusal malların birçok tanımı vardır ancak genel olarak bu tanımlar ve sınıflandırmalar, yukarıda sayılanlar etrafında olu�turulmaktadır.

1.KÜRESEL KAMUSAL MAL

Küresel Kamusal Mal (KKM), birkaç tanımı olan bir kavramdır. Küresel Kamusal Mal kavramı ekonomi biliminde uzun zamandır yer alıyor olsa da, Samuelson (1954), daha özenli ve dikkatli bir yakla�ım geli�tirmi�tir. Bu yakla�ımın iki temel noktası vardır. Bunlar rekabete dâhil olmaması ve dı�lanamaz olmasıdır. Rekabete dâhil olmaması, bir malın bir ki�i tarafından tüketilmesinin, di�erlerinin bu malı tüketmesini engellememesidir. Dı�lanamaz olması ise, bu malın tüketimine engel olmamasıdır (Sankar, 2008: 2)

Dünya Bankası Geli�im Komitesi (2000)’ne göre KKM, geli�mi� ve geli�mekte olan ülkeler tarafından ortakla�a çabalarla yürütülen geli�im ve yoksullu�un azaltılması için gerekli olan sınır ötesi dı�sallıklarla birlikte mallar, hizmetler, politikalar ve kuralları sistemidir. Bu tanıma göre rekabete dahil olmama ve dı�lanamaz olma ilkelerinden bahsetmemektedir ancak yoksullu�un azaltılmasına yönelik projeler ile ilgili çalı�malara ı�ık tutabilmektedir (Binger, 2003).

Birle�mi� Milletler Kalkınma Programı (2003), iki farklı tanım yapmı�tır:

1) Dı�lanamaz olma ve rekabete dahil olmama özelliklerine sahip potansiyel kamusal özelliklere sahip mallar,

2) Belirli bir eri�im sınırı olmayan ve herkesin tüketimine açık olan mallar, küresel kamusal mal sayılmaktadır (Kaul ve Di�erleri, 2003)

Bu tanımlardan yola çıkarak, a�a�ıdaki mal ve hizmetleri küresel kamusal mal sınıflandırmasına alabiliriz:

• Temel e�itim ve sa�lık gibi bütün insanların temel insanlık onurları, • Milli egemenli�e saygı, • Küresel Kamu Sa�lı�ı, • Küresel Güvenlik, • Küresel Barı�, • Sınırlar arası ta�ıma ve ileti�im sistemleri.

325

Küresel Kamusal Malların Sınıflandırılması Tam Kamusal Yarı Kamusal Klüp Ba�lı Ürün Tek Nesil

Bölgesel -Orman yangınları önlenmesi -Kirli su kaynaklarının temizlenmesi -Hayvan hastalıklarının kontrolü -Ta�kınların önlenmesi

Su yolları -Nehirler -Otoyollar -Yerel parklar

-Ortak pazarlar -Kriz yönetim gücü -Enformasyon a�ları (network)

-Barı�ı koruma -Askeri güçler -Tıbbi yardım -Teknik yardım

Küresel Okyanus kirli�inin önlenmesi -Hava tahminleri -Gözlem istasyonları

-Elektromanyetik dalgalar -Uydu yayınları -Posta hizmeti -Hastalıkların kontrolü

-Kanallar -Hava koridorları -�nternet -Denizyolları

-Yabancı yatırımlar -Felaket yardımları -Uyu�turucuların yasaklanması

Çok Nesil

Bölgesel Sulak Alanların korunması -Göllerin temizlenmesi -Toksik atıkların temizlenmesi -Kur�un emisyonunun azaltılması

-Asit ya�murlarının azaltılması -Balıkçılı�ın korunması -Av alanlarının korunması -Uçucu organik bile�iklerin emisyonunun azaltılması

-Milli parklar -Sulama sistemleri -Göller -�ehirler

-Barı�ı koruma -Ta�kınların kontrolü -NATO -Kültürel normlar

-Ozon tabakasının korunması -Küresel ısınmanın önlenmesi -Hastalıkların yok edilmesi -Bilgi olu�turulması

-Antibiyotiklerin a�ırı kullanımı -Okyanus balıkçılı�ı -Antartikanın korunması

-Uluslararası parklar -Kutup daireleri -Resifler

-Tropik ormanların korunması -Uzay kolonileri -Birle�mi� Milletler -Fakirli�in azaltılması

Kaynak:Sandler, Todd, “Intergenerational Public Goods”(Ed. By Kaul, Inge&Isabella Grunberg&Stern A.) Global Public Goods:International Cooperation in the 21 st Century, Newyork, 1999, s.24-25.

2.KÜRESEL KAMUSAL MALLARIN SUNULMASI

Küresel kamusal malların sunulma süreci oldukça karma�ıktır. (Kaul vd., 2003:5) Küresel kamusal malların toplam sunum düzeyi farklı yöntemlerle de�erlendirilmekte ve bu yöntemlerde, tek tek bireylerin (ülkelerin) katkılarının nasıl olu�tu�u esas alınmaktadır. (Kanbur ve Sandler, 1999:65)

326

2.1.Toplama Tekni�i

Toplam küresel kamusal mal üretimi, mala yönelik olarak tüm katılımcıların katkılarının toplamına e�ittir. Herhangi bir aktörün yaptı�ı katkı, küresel kamusal malın üretiminde aynı miktarda etkiye sahiptir. Toplama tekni�i ile üretilen bölgesel kamusal mallarda, i�birli�i problemi ortaya çıkabilmektedir. Bunun sebebi, ülkelerin bölgesel kamu malı üretimini gönüllü olarak yapmasına ba�lı olarak, bir ülke tarafından sa�lanan bir birimlik katkının, toplam üretim düzeyinde aynı miktarda artı� sa�laması, sonuçta bir ülkenin katkısının tam bir ikamesi haline gelmesidir. Bu durumda, ülkeler tam olarak bedavacı bir davranı� sergilemektedirler. Ayrıca, bir ülkenin bölgesel kamu malından sa�ladı�ı fayda, üretim için katlanmak zorunda oldu�u maliyetten yüksek ise, o ülke i�birli�ine yana�mamaktadır. Bütün bu davranı�lar, finansman belirsizliklerine ve bölgesel i�birli�inin sa�lanmamasına yol açarak bölgesel kamusal malların yetersiz sunumuna sebep olmaktadır. (Çelebi ve Yalçın, 2008:10)

2.2.En �yi Vuru� Tekni�i

Bu teknolojide sunulan kamu malının miktarı, bu malı en yüksek düzeyde üreten ülkenin sunum düzeyine e�ittir. Örne�in, bilimsel ara�tırmalarda, toplam hizmet düzeyini belirleyen unsur, bu hizmeti en yüksek düzeyde sunan ülkenin sunum miktarı olacaktır. “Kalkınma yardımları ba�lamında, hizmetlerin “en iyi vuru�” özelli�ine göre davranmak ço�u zaman �u anlama gelmektedir. Bu hizmetlerin yapılması için geli�mi� ülkelerden geli�mekte olan ülkelere do�ru kaynak aktarmaya gerek yoktur, geli�mi� ülkeler bu hizmetleri kendi ülkelerinde sundukları zaman faydaları nasıl olsa yayılacaktır.” (Kirmano�lu vd., 2006:30)

2.3.En Zayıf Halka Tekni�i

Bu sunum tekni�inde, kamu malının sunum miktarını belirleyen unsur, en zayıf halka yani en az katkıyı yapan ülkedir. Örne�in, bir salgın hastalık durumunda, bütün ülkeler ne kadar önlem alırlarsa alsınlar, e�er bir ülke önlem almada zayıf kalırsa, di�erlerinin aldıkları önlemler etkisiz kalır. O halde, kalkınma yardımlarının en zayıf halkaya yönelmesi, küresel kamusal mal sunumunu artıracaktır. (Susam, 2008:283)

3.KÜRESEL KAMUSAL MALLARIN SINIFLANDIRILMASI

Küresel kamusal mal kavramı oldukça geni� oldu�undan, yönetilmesi, finansmanı, faydalanılmasının kolayla�tırılması ve görev da�ılımı yapılabilmesi için çe�itli sınıflara ayrılırlar. Sektöre, faydasına, eri�ilebilirli�ine, teknolojiye ve ekonomik kapsamına göre sınıflandırılabilirler.

327

3.1.Sektörel Sınıflandırma

Sektöre göre sınıflandırma, çevresel, sosyal, sa�lık, barı� ve güvenlik, ekonomik ve kurumsal olarak sınıflandırılabilir. Çevre grubunun özünde, çevreden faydalanılması, zarar görme riskinin dü�ürülmesi gibi faydalar yer almaktadır. Hastalıkların engellenmesi, yenilerinin ortaya çıkmasının önüne geçilmesi ve var olanlar ortadan kaldırılması ve durdurulması, küresel fayda sa�layan bir maldır (Morissey ve Di�erleri, 2002).

3.2.Fayda Çe�idi

Küresel kamusal mallar için üç farklı fayda alt grubu vardır. Bunlar risklerin azaltılması, kapasitenin arttırılması ve faydanın do�rudan sa�lanması �eklindedir. Bunlar basitçe belirli bir kamusal malın ulusal, bölgesel veya uluslararası olup olmamasına ba�lıdır. E�er fayda riskin azaltılması veya do�rudan fayda elde edilmesi ise, bu kamusal mal, küreseldir çünkü herkes faydalanabilir. E�er fayda kapasitenin arttırılması ise bu durumda küresellikte bahsedilmeyebilir. Örnek verecek olursak, denizlerin ve okyanusların kirlenmesi uluslararası bir zarardır ve bu yüzden kirlili�in azaltılması, uluslararası bir faydadır. Tabii burada kayna�ı kimlerin kullandı�ına ba�lı olarak, ulusal veya bölgesel bir faydadan da bahsedilebilir (Binger, 2003: 10).

3.3.Kamusallık Boyutu

Kamusallık boyutuna göre yapılan sınıflandırma, Saf Kamusal Mallar, Saf Olmayan Kamusal Mallar, �stisnalara Sahip Olan Kamsal Mallar ve Ortak Mallardır.

Saf Kamusal Mallar, rekabete açık de�ildirler ve dı�lanamazlar. Salgın hastalıkların önlenmesi, küresel ısınmanın durdurulması gibi hizmetler, saf kamusal mallardır çünkü bundan faydalanan belirli bir bölge veya birey yoktur. Bütün dünya küresel ısınmadan veya bunun durdurulmasından olumlu veya olumsuz etkilenmektedir.

Saf Olmayan Kamusal Malların faydaları kısmen rekabetçi, kısmen dı�lanabilir olabilir. Balıkçılık, rekabetçili�e örnek olarak verilebilir. Bir balıkçının elde etti�i, fayda, di�erininkini potansiyel olarak azaltabilir.

�stisnalara Sahip Olan Kamusal Mallarda, fayda, ödeme yapmayanlar tarafından elde edilir. Bir ülke, herhangi bir maliyete katlanmadı�ı bir faaliyetten fayda elde edebilir.

Ortak Ürünler, çe�itli kamusallık derecesine sahip bir veya birkaç çıktı olabilir. Ya�mur ormanları toplumsal ürünlerdir ve bütün dünya bundan faydalanmaktadır.

328

3.4.Toplam Teknoloji

Kamusal mal tedarikinin niteliklerine bakmak için, faydanın rekabet dı�ı ve dı�lanamaz olmasından daha fazlasının dikkate alınması gerekmektedir. Buradaki üçüncü özellik, toplam üretim teknolojisidir.

3.5. Faaliyet Ekonomisi ve Yetki Devri

�ki veya daha fazla KKM aynı birime fayda sa�layabilir ve bu mal için maliyet payla�ılabilir. Az kullanılan altyapılar, faaliyet ekonomisinin birincil kayna�ıdır. Bir kurumun altyapısı tam kapasitesine ula�ırken KKM elde etme kapasitesini arttırmanın mı yoksa belirli kurumları yetkilendirmenin mi daha ekonomik olaca�ına karar vermelidir (Jayarman, Kanbur, 1999: 420).

4.KÜRESEL KAMUSAL MALLARIN F�NANSMANI

Ülkeler temelde milli çıkarları do�rultusunda faaliyetlerini belirlerler ve bunun yanında pozitif bir dı�sallık olarak küresel kamusal mal üretebilirler. Bir ülkenin sa�lıklı ve e�itimli bireyler yeti�tirmesi küresel i�gücünü, sa�lıklı bireyler yeti�tirmesi, küresel sa�lı�ı, kendi ülkesinin refahını arttırmaya çalı�ması, küresel refahı arttırmaktadır. Bütün bunlar, devletin görevi veya en azından deste�i altında gerçekle�medir. Bunun için ise o ülkenin yeterli finansal kaynaklara sahip olması gereklili�i kaçınılmazdır çünkü görünü�te ve kısa vadede gelir sa�layan bir üretim faaliyeti de�ildir (Göker, 2009:9).

Küresel kamusal mallar ile ilgili en önemli problemlerden birisi bu malların kim tarafından nasıl finanse edilece�idir. Bu malların bölünemez, rekabet dı�ı ve dı�lanamaz olmalarından dolayı, maliyet üstelenenlerle kullananlar farklı kesimler olmaktadır.

4.1.Dı�sallıkların �çselle�tirilmesi

Bu tür malların üretim ve tüketim faaliyetleri sonucunda ortaya çıkan faydanın ve maliyetin, bu malları üreten ve tüketenler arasında payla�tırılması en önemli finansman yöntemlerindendir (Tekin, Vural, 2006).

Bu finansman yönteminde, faydanın ortaya çıkarılması sürecinde ortaya çıkan maliyetlerin kullanıcılara yüklenmesi söz konusudur. Buradaki yakla�ım, elde edilen faydaya göre kullanıcıya bedel yükleme ve bu sayede etkin bir kullanım sa�lamaktır. Uluslararası haberle�me uyduları için devletlerin ödedikleri bedeller örnek olarak verilebilir (Yalçın, 2009: 297).

Dı�sallıkların içselle�tirilmesi uygulamalarına örnekler �u �ekildedir: • Karbon vergileri • Uçu� vergileri • Para transferi vergileri • Elektronik posta ve internet kullanım vergileri • Dünya ticaret vergisi • Uluslararası silah ticareti vergisi

329

4.2.Pazar Olu�turulması ve Güçlendirilmesi

Çevre ekonomistleri kontrol edici önlemler ile piyasaya ba�lı te�vikleri ayırmaktadırlar. Son zamanlarda, piyasa te�viklerinin önemi, çevre politikaları açısından artmaktadır ve kontrol mekanizmalarına göre etkili oldukları da görülmektedir (Binger, 2003: 19).

• Kira, satı� ve ticaret izinleri • Emisyon ticareti sistemi

4.3.Uluslararası Kamusal Kaynaklar

Uluslararası kamusal kaynaklar, uluslar arası finans kurumları ve devletlerarası kurumlardan olu�maktadır.

• Uluslar arası Finansal Kurumlar • Devletlerarası Kurumlar

4.4.Ulusal Kamusal Kaynaklar

Geli�mekte olan ülkelerin küresel kamusal malların finansmanın ne kadar harcadı�ı tam olarak bilinmemektedir Ancak birçok geli�mekte olan ülke, i�birli�i programlarına do�rudan finansman sa�lamaktadır. Kamusal mallara yapılan ulusal harcamaların 6 trilyon Amerikan Doları oldu�u ve bunun 5 trilyon ABD dolarının geli�mi� ülkeler, 1 trilyon dolarının ise geli�mekte olan ülkelerce gerçekle�tirildi�i tahmin edilmektedir (Kaul ve di�erleri, 2003). Ulusal kamusal kaynaklardan faydalanan kurumlar:

• Resmi Geli�im Yardımı, • Borç Erteleme ve Sürdürülebilir Geli�im Borçları • Amacından Sapmı� Desteklerin Azaltılması ve Kaldırılması

4.5.Özel Sektör Kaynakları

Do�rudan yabancı yatırımların ve di�er uzun vadeli hareketlerin, teknoloji transferi, istihdam yaratılması, ulusal kapasitenin arttırılması, üretimin çe�itlendirilmesi, i�levsel altyapı ve giri�im potansiyelinin arttırılması üzerinde güçlü bir etkileri vardır. Yani bu tür hareketlerin arttırılmasına yönelik önlemler uygun bir çalı�ma içinde desteklenmektedir.

4.6.Ortaklık Kaynakları

Küresel kamusal malların ortaya koyulmasındaki yöntemlerden birisi, devletlerin, uluslar arası kurulu�ların, vakıfların ve çok uluslu �irketlerin ortaklıklarıdır. Günümüzde en sık ba�vurulan kaynaklardan birisidir. Küresel Çevre Fonu, AIDS ile Mücadele Giri�imi, Birle�mi� Milletler Sıtma ve Tüberküloz Giri�imi gibi uluslar arası kurulu�lar, devletler ve özel giri�imlerce olu�turulmu�tur (Yalçın, 2009: 298).

330

SONUÇ

Küreselle�me ile birlikte ele alınan konular artık yerel olmaktan çıkmı�tır. Küreselle�me ile birlikte küresel ve bölgesel kamusal mallar önemli bir yer te�kil etmi�tir. Küresel kamu mallarının etkileri küresel çapta hissedilir. Ya�anan de�i�imin temelinde negatif dı�sallıkların devletlerin sınırlarını a�ması ve aynı co�rafyayı payla�an di�er ülkeleri ve dünyanın bütününü etkilemesidir.

Negatif dı�sallık yayan malların ba�ında bula�ıcı hastalıklar, do�al afetler, orman yangınları, deniz, göl ve nehirlerin kirlenmesi gelmektedir. Bu tür mallar yo�un negatif dı�sallıklar yayarlar ve ülke sınırlarını a�arak bölgesel problemlere yol açarlar.

Küresel kamu malları konusu beraberinde bu malların kim tarafından sunulaca�ı problemini de beraberinde getirmektedir. Bu ba�lamda, küresel çevre problemlerinin çözümü ulus devletlerin kapasitesini a�makta ve uluslararası kurulu�ların bu sürece daha etkin bir �ekilde dahil olmasını gerekli kılmaktadır. Bu malları ulusal konulardan soyutlamak mümkün de�ildir. Örne�in salgın hastalıklar, iklim de�i�meleri, ozon tabakasının delinmesi, denizlerin kirlenmesi gibi tüm dünyayı etkileyen global hareketlerdir. Küresel kamusal mallarla ilgili ya�anan problemleri sadece geli�mekte olan ülkelerin problemleri olarak sınırlamak mümkün de�ildir. Küresel refahın sa�lanması açısından alınacak ortak tedbirler çok büyük önem arz etmektedir.

Alınacak tedbirlerin maliyetlerinin yüksek olması açısından, bazı problemler kar�ımıza çıkmakta ve alınan tedbirlerin etkinli�inin azalmasına sebep olmaktadır. Bu problemlerden bir tanesi, çevre koruma amaçlı politikalarının ülke ekonomileri üzerinde olu�turdu�u maliyet ve rekabet baskılarıdır. Bir di�er problem ise, çevre politikalarını uygulayacak ülkelerin üstlenecekleri maliyetlere katlanmalarına ba�lıdır. Konu küresel kamu malı perspektifinden baktı�ımızda çevre tahribatının önlenmesinde ve çevrenin sürdürülebilirli�inin sa�lanmasında ülkelerin tekil çabalarının hiçbir önemi kalmamı�tır. Bu sebeple, konunun uluslararası düzeyde ele alınarak yeni politikalar geli�tirilmesi ve bu politikaların aynı duyarlılıkla uygulanması dünyamızın gelece�i açısından ve gelecek nesillere iyi bir miras bırakılması açısından çok önemlidir.

KAYNAKÇA

Binger, A, (2003), “Global Public Goods and Potential Mechanisms for Financing Availability”, Geli�im Politikası Komitesi 5. Seans, Nisan 7-11.

Çelebi, Kemal, Yalçın Zafer, (2008) “Kamusal Mallar Teorisinin De�i�imi:Bölgesel Kamusal Mallar”, Celal Bayar Üniversitesi �.�.B.F. Yönetim ve Ekonomi Dergisi, Cilt:15, Sayı:2.

331

Göker, Z, (2007), “Küresel Kamusal Bir Mal: Finansal �stikrar” Akdeniz �.�.B.F. dergisi (17), Antalya.

Jayarman, R., R. Kanbur, (1999), “International Public Goods and the Case for Foreign Aid”, Global Public Goods: International Cooperation in the 21st Centry (New York: Oxford University Press).

Kanbur, R., T. Sandler, (1999) “The Future of Development Assistance: Common Pools and Interneational Public Goods”, ODC Policy Essay No:25, May.

Kaul, I., P. Conceiau, K.L. Goulven, R.U. Mendoza, (2003), “Providing Global Public Goods: Managing Globalisation, Oxford University Press.

Kirmano�lu Hülya, Yılmaz Binhan Elif, Susam Nazan, (2006) “Maliye Teorisi’nin Çıkmazı:Küresel Kamusal Mallar (Kalkınma Yardımları �çinde Küresel Kamusal Malların Finansmanı), Maliye Dergisi, Sayı:150, Ocak_Haziran.

Morissey, O., Velde, D., A. Hewitt (2002), “Defining International Public Goods: Conceptual Issues”, Overseas Development Institute, London.

Sankar, U, (2008), “Global Public Goods”, Madras School of Economics Working Paper 28/2008, Chennai, India.

Susam Nazan, (2008) “Kamu Maliyesinde Sınır Ötesi Bir Kavram:Küresel Kamusal Mallar”, Erzincan Üniversitesi, Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:12, S:1-2.

Tekin, A., Vural, �.Y., (2006), “Global Kamusal Malların Finansman Aracı Olarak Global Vergi Önerileri”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 12, Konya.

Yalçın, A. Z., (2009), “Küresel Çevre Politikalarının Küresel Kamusal Mallar Perspektifinden De�erlendirilmesi”, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 12, Sayı 21, Balıkesir.

332

333

KOB�LER’�N AVRUPA B�RL���NE G�R�� SÜREC�NDE TUTUNDURMA FAAL�YETLER� VE �HRACATA OLAN ETK�S�

DEN�ZL� METAL E�YA ve TEÇH�ZAT SANAY�NDE B�R ARA�TIRMA

Yrd.Doç.Dr.Duygu KOÇO�LU

PAÜ. ��BF.Ö�retim Üyesi

ÖZET

Avrupa Birli�ine giri� süreci ile birlikte KOB�’lere ili�kin yeni düzenlemeler, KOB�’lere daha fazla önem verilmesine neden olmu�tur. Avrupa Birli�i, KOB�’lerin rekabet ortamını de�i�tirecektir. Küresel pazarlarda rekabet edebilmek, KOB�’lerin pazarlama faaliyetlerine daha fazla önem vermelerine ve dolayısıyla uygun tutundurma araçları kullanmalarına ba�lıdır. Bu çalı�manın amacı, KOB�’lerin tutundurmaya verdi�i önemi tespit etmek ve tutundurmanın ihracata olan etkisini ortaya koymaktır.

Anahtar kelimeler: Avrupa birli�i, KOB�, Tutundurma

IN THE WAY OF THE EU THE �MPACT OF PROMOT�ONAL ACT�V�T�ES ON EXPORT: AN EXAM�NAT�ON OF DEN�ZL� METAL

GOODS AND EQU�PMENT �NDUSTRY

ABSTRACT

New regulations concerning’s have attached more importance to SME’s �n the process of the European Union. The EU will intense competitive environment of SME’s. To be competitive relies on marketing strategies that in fact refera using appropriate promotional tools. The aim of this article is to explore relative importance of promotion that SME’s attach and to discover impact of promotion to export.

Keywords: European Union, SME, promotion

Giri�

Ülkemizde imalat sanayinde faaliyet gösteren i�letmelerin büyük ço�unlu�unu meydana getiren KOB�’ler üretimde önemli bir paya sahiptir. Avrupa Birli�i’nin özellikle KOB�’lerin rekabet ortamını de�i�tirece�i kesindir. Pazardaki rekabet ko�ullarının de�i�mesi ile birlikte i�letmeler bu de�i�imi yakalayabilmek için pazar çevresini ve çevre faktörlerinin geli�imini yakından takip etmelidir. De�i�en iç ve dı� pazar çevresini sürekli inceleme altında bulundurmak, pazarda ortaya çıkabilecek fırsatları de�erlendirebilmek, pazarlama faaliyetlerinin ve buna ba�lı olarak tutundurma çalı�malarının ne kadar etkili ve verimli �ekilde yerine getirilebildi�ine ba�lıdır.

334

Avrupa Birli�ine Giri� Sürecinde KOB�’ler

AB, küçük ve orta ölçekli i�letmeleri, ülke sanayisinin büyümesi ve geli�mesi açısından önemli bir unsur olarak görmekte ve onlar için destek programları hazırlamaktadır. Türkiye AB’ye girmese bile AB’ye giri� süreci, bu i�letmelerin ülkenin ekonomik ve sosyal anlamda geli�mesi ve kalkınması için son derece önemli oldu�unu göstermi�, dı� pazarlara açılmanın KOB�’lerin ayakta kalabilmesi ve devamlılı�ını sa�laması bakımından gereklili�ini ortaya çıkarmı�tır.

Dı� pazara açılma i�letmelerin yerel pazarlardaki rekabet gücünü artırmaktadır. Bunun en büyük nedeni, i�letmenin dı�ta olu�an yeniliklere uyum sa�laması ve iç pazara sundu�u yeniliklerle rakiplerine kar�ı üstünlük yaratmasıdır. Ba�ka bir ifade ile dı� piyasalara çıkmak, dinamik bir rekabet ortamı ile kar�ıla�an i�letmeyi ve ürünlerini daha ça�da� ve verimli hale getirecek ve bu da iç pazardaki ba�arısına etki edecektir. (Tümer, 2000, s.383). Dı�a açılma küçük ve orta ölçekli i�letmelerin ça�da� pazarlama anlayı�ını benimsemelerine neden olacak, farklı tüketici gruplarına farklı pazarlama karması olu�turmaları yönünde zorlayıcı bir faktör te�kil edecektir.

Küçük ve orta ölçekli i�letmelerin ülke ekonomisindeki yeri, Gümrük Birli�i’ne girilmesi ve ardından AB’ne tam entegrasyon çabalarının hızlanması sonucunda, daha da önemli hale gelmi�tir. AB’nin bu i�letmelere yönelik geli�tirdi�i destekleyici politikalar, küçük ve orta ölçekli i�letme kavramının daha fazla gündeme gelmesine sebep olmu�tur. Özellikle, AB’ne tam entegrasyonu hedefleyen Türkiye’de, büyük sanayi i�letmelerinin vazgeçilmez bir destekleyicisi ve tamamlayıcısı olan küçük ve orta ölçekli i�letmelerin, bu ko�ullar çerçevesinde kendilerini yeniden de�erlendirmeleri ve rekabet ko�ullarını gözden geçirmeleri gerekmektedir ( Tenekecio�lu vd.,2002, s.3 )

KOB�’lerin Türkiye’de büyük ölçüde fason üretime yöneldikleri, kendi markalarını yaratmakta ve kendi ürünlerini pazarlamakta güçlük çektikleri görülmektedir. Ülke imajının ve markanın olmaması bu i�letmelerin rekabet gücünün büyük ölçüde zayıflamasına neden olmu�tur. Bu açıdan bakıldı�ında, küreselle�me sürecinde Türkiye’ye biçilen rol, büyük ölçüde ucuz, fason üretim yapılan ülke konumudur. Firmaların kendi markasını yaratmadı�ı ve kaliteli üretime önem vermedi�i sürece bu geli�meler kar�ısında rekabet avantajı yakalaması olanaksızdır. (Aras ve Müslümov, 2002, s.3) AB’ye uyum süreci ile ba�layan KOB�’lere ili�kin yeni düzenlemeler i�letmelerin rekabet edebilirliklerini güçlendirmeye yönelik olmakla birlikte bu i�letmeleri fason üretimden kurtarıp kurtarmayaca�ı belirsiz görünmektedir.

Zamanında kısa vadeli karları yeterli görmeleri KOB�’leri fason üretim yapmaya mahkûm etmi�tir. Yüksek maliyetleri dolayısıyla kaçındıkları pazarlama faaliyetlerini üretim öncesine ta�ımadıkları için marka yaratmada sıkıntı ya�amı�lardır. Üretimin verimlili�ine ayrılan kaynaklar KOB�’lerin üst

335

yönetimi tarafından destek görürken, pazarlamaya yaptıkları yatırımlar sürekli büyüteç altında tutulmu�tur. Kriz dönemlerinde i�ten ilk çıkardıkları genellikle pazarlama elemanları olurken, ilk önce vazgeçtikleri faaliyet ise reklam kampanyaları olmu�tur. Pazarlama harcamalarını, çok kısa bir sürede geriye dönmesi gereken harcamalar olarak görmü�ler, uzun vadeli bir yatırım olarak de�erlendirmemi�lerdir (Ener, 2002, s.233)

KOB�’lerde pazarlama i�letme sahip ve yöneticilerinin çalı�ma �ekilleri bakımından geli�igüzel ve informeldir. KOB� yöneticileri genellikle günlük ortaya çıkan fırsat ve durumlara göre karar almaları ve bu kararların rastgele, belirsiz görünen kararlar olması nedeniyle, i�letmenin önde gelenleri ve çalı�anları tarafından hiç de yol gösterici olmadı�ı söylenebilir. Bu tür sınırlamalar KOB�’lerin pazarlama faaliyetlerinin niteli�ini etkilemektedir. Pazarlama literatüründe yer alan geleneksel pazarlama niteliklerini gösterememekte bunun yerine pazarlama faaliyetlerini günlük alınan kararların ortaya çıkardı�ı sınırlamalar belirlemektedir. Bu nedenle KOB�’lerde pazarlama faaliyetlerinin tamamıyla geli�igüzel, informel, yapısal olmayan ve anlık geli�en faaliyetler oldu�unu söylemek mümkündür (Gilmore vd, 2001, s.6).

Kar�ıla�tıkları finansal sorunlar, fason üretime odaklanmaları ve dolayısıyla marka imajı olu�turma konusundaki yetersizlikleri ve ihmalleri, KOB�’lerin pazarlama faaliyetlerini düzenli olarak ve profesyonel anlamda yerine getirmelerine engel te�kil etmi�tir. Büyük i�letmelerin yeterli sermayeye ve geni� teknolojik olanaklara sahip olmaları nedeniyle pek çok üstünlü�ü olmasına ra�men küçük ve orta ölçekli i�letmelerin küçük olmanın pek çok avantajı da bulunmaktadır.

Küçük ve orta ölçekli i�letmelere sahip olmanın avantajlarından bazıları �unlardır (Bayrak, 2007);

- mü�teri taleplerinde meydana gelen dalgalanmalardan az etkilenirler,

- esnek üretim yapmaları nedeniyle pazarda meydana gelen de�i�ime kolay uyum sa�larlar

- pazara mal sunma ve pazar için yeni mal ve hizmet geli�tirmeye yatkındır

- pazarın sınırlı oldu�u durumlar için daha uygun ko�ullar ta�ımaktadırlar

KOB�’lerin yukarıda belirtilen özelliklerinin onlar için rekabet avantajı yaratabilmesi, pazarlama faaliyetlerini üretimden önce ba�laması gereken bir faaliyet olarak görmelerine ve kendileri için uygun tutundurma stratejileri belirleme ve kullanma yetene�ine ba�lıdır. De�i�en Pazar ko�ullarına kar�ı daha esnek olabilmeleri, günümüz pazarlama anlayı�ının gereklerini yerine getirebilme imkanı yaratmaktadır.

336

KOB�’lerin Tutundurma Faaliyetleri

Rekabet ko�ullarında ve i�letmenin pazar çevresinde ya�ana de�i�imler, KOB�’lere yeni fırsatlar yaratırken büyük firmalardan gelebilecek tehdit unsurunu da arttırmaktadır.. Bu tehdit unsurlarından bir tanesi de firmalar arasındaki tutundurma sava�ıdır. Ça�da� pazarlama anlayı�ı çerçevesinde, pazarlama karmasını olu�tururken belirlemek zorunda oldukları önemli stratejilerden olan tutundurma, küçük ve orta ölçekli i�letmeler açısından rekabeti yönlendiren bir unsur haline gelmi�tir

Bir i�letmenin ba�arılı olabilmesi için hedef pazardaki alıcı veya tüketicilerini rakiplerinden daha iyi tatmin etmesi gerekir. Bu ça�da� veya modern pazarlamanın gere�idir. O halde pazarlama stratejileri yalnızca alıcı veya tüketicilerin ihtiyaçlarına de�il aynı zamanda aynı pazara seslenen rakiplerin stratejilerine de adapte edilmelidir. Güçlü bir rekabet avantajı elde edebilmesi için pazarlamacıların, kendi pazarlama karmalarını rakiplerinkinden daha iyi olacak �ekilde olu�turmaları gerekir (Tek, 1999, s.102).

Küçük ve orta ölçekli i�letmeler, son derece kaliteli üretim yapsalar bile, bunları tüketiciye duyurup tanıtımını yapmadıkları sürece üstün nitelikli ürünlere sahip olmak hiçbir anlam ifade etmez. Bu gün i�letmelerin en uygun fiyatlarla ve en iyi da�ıtım stratejileri kullanarak hedef pazarlarına ula�maları yeterli de�ildir. Aynı zamanda ürünün varlı�ından tüketiciyi haberdar edecek, ürünü benimsetecek ve onları satın alamaya ikna edecek etkili tutundurma metodları kullanmaları gerekmektedir.

Mucuk’a göre (2006, s.173),“Tutundurma, i�letmelerin üretti�i mal ve hizmetlerin varlı�ını tüketicilere duyuran, i�letmelerin ya�amasını, geli�mesini sa�layan stratejik pazarlama aracıdır”. Tek (1999, s.708), tutundurmayı; bir ürün veya hizmetin, o ürünü kapsayan tüm pazarlama karmasının satı�larının artırılması ve çe�itli pazarlama araçlarının gerçekle�tirilmesi için, do�rudan (yüz yüze), ki�isel veya ki�isel olamayan dolaylı yöntemler, teknikler, araçlar, süreçler ve personel kullanılarak alıcılara ve di�er muhataplara çe�itli ileti�imler geli�tirme, yayma ve bu muhataplardan tüm pazarlama çabalarını geli�tirici bilgi toplama etkinlikleri olarak tanımlamaktadır.

Tutundurma çalı�maları, genellikle pazarı olu�turan veya pazara etkide bulunan ki�i ve gruplara yöneliktir. Bu açıdan i�letmenin dı�a dönük ileti�imini olu�turur. Dı�a dönük olma özelli�i tutundurma çalı�malarının esnek ve sürekli de�i�ken olmasını gerektirir. Çünkü, sürekli de�i�en dı� çevre ko�ullarının yakından takip etme ve belirleme tutundurma çalı�malarının ba�arısını sa�layacaktır (Odaba�ı, 1995). Pazarlama karmasının temel unsurlarından olan tutundurma çalı�maları, i�letmelerin tüketici ile arasındaki mesafeyi kapatan, pazarlamanın sadece ihtiyaç kar�ılayan de�il aynı zamanda ihtiyaç yaratan bir faaliyet olmasında önemli payı olan bir rekabet aracıdır.

337

Borden 1984 yılında, küçük i�letmelerin, büyük i�letmelerin çalı�ma yöntemlerini uygulayamayaca�ını, aynı ürünü satsalar bile onların pazarlama stratejilerinin büyüklere göre önemli ölçüde farklı olaca�ını ifade etmi�tir. Ayrıca, kaynakları sınırlı olan bu firmaların, büyük i�letmeler tarafından uygulanan ulusal da�ıtıma te�ebbüs etmektense, bölgesel nitelikli faaliyetler göstermeyi ve büyüklere cazip gelmeyecek kadar küçük potansiyeli olan ürünleri üretmeyi ve satmayı tercih ettiklerini belirtmi�tir. Bu gün KOB�’ler, hedef Pazar seçiminde, büyüklerden farklı bir strateji belirlemek durumunda olmasına ra�men, büyük i�letmeleri kendilerine örnek alarak i�letme organizasyonunda ayrı pazarlama departmanı olu�turmaları ve kendilerine uygun pazarlama stratejileri geli�tirmeleri gerekmektedir.

Ara�tırmanın Amacı ve Metodolojisi

Küresel pazarlara eri�ebilme, KOB�’ler için yeni fırsatlar yaratırken büyük firmalardan gelebilecek tehdit unsurunu da artıraca�ı kesindir. Bu tehdidi ortadan kaldırabilmenin ve rekabet gücü elde edebilmenin yollarından bir tanesi de KOB�’lerin pazarlama faaliyetlerine daha fazla önem vermelerine ba�lıdır. Ara�tırmanın amacı, Avrupa Birli�i’ne giri� sürecinde KOB�’lerin tutundurmaya verdikleri önemi tespit edip, tutundurma faaliyetlerinin i�letmelerin dı� pazar bilgi düzeyini ve dolayısıyla ihracatı nasıl etkiledi�ini ortaya koymaktır.

Ara�tırma, Denizli ili Metal E�ya Makine ve Teçhizat Sanayi i�letmeleri ile sınırlandırılmı�tır. Ekonomisi a�ırlıklı olarak tekstile dayalı olarak geli�en Denizli, bugün ülkemizin önemli sanayi kentlerinden birisidir. Denizli sanayinde dokuma, giyim e�yası ve deri sanayi sektöründen sonra tesis sayısı bakımından en önemli yeri metal e�ya, makine ve teçhizat sanayi almaktadır. Bu sektör, tesislerin kurulu�ları açısından yeni olmakla birlikte, günümüzde çok hızlı geli�mesiyle dikkat çekmektedir. Denizli'de metal e�ya, makine ve teçhizat sanayinin ortaya çıkı�ı ve geli�imi gözönüne alındı�ında, bu sektörün özellikle 1970'li yıllardan itibaren kurulmaya ba�ladı�ı ve 20-28 yıllık bir geçmi�i oldu�u görülür. (http://www.dso.org.tr/) Avrupa Birli�ine sürecinin bu i�letmelerin pazarlama yapılarında köklü de�imler ya�ataca�ı ve bu sektöre yeni bir açılım kazandıraca�ı dü�ünülmektedir.

Avrupa Birli�i KOB� tanımlamasına göre “250’den az i�çi çalı�tıran i�letmeler KOB� olarak de�erlendirilmektedir. 10’dan az i�çi çalı�tıran i�letmeler ise çok küçük i�letme grubuna dahil edilmektedir” Denizli Metal e�ya sanayinde bu tanımlamaya uyan 42 firma bulunmaktadır Ara�tırmanın kapsamına Denizli Metal E�ya Sanayi i�letmelerinin tamamı alınmı�, ara�tırmada anket metodu kullanılmı�tır. Bu firmaların tamamına birebir görü�me yoluyla anket uygulanmı�tır. Elde edilen verilerin analizi sosyal bilimciler tarafından en fazla kullanılan analiz programı olan SPSS ile gerçekle�tirilmi�tir.

338

Ara�tırmanın Bulguları

Denizli ili Metal E�ya ve Teçhizat Sanayinde yer alan 42 i�letmenin ancak %57‘si tutundurma faaliyetlerinde bulunurken %43' (Tablo 1). Bu i�letmeler tutundurma faaliyeti olarak en fazla %79 oranında firma bro�ürlerini kullanmaktadır. Yurtiçi fuarlara katılım %58 oranıyla ikinci sırada yer almaktadır. Ürün numuneleri da�ıtarak ve basın yayın yoluyla reklam yaparak tutundurma çalı�malarında bulunanların oranı ise %46 dır. (Tablo 2). Ara�tırma kapsamındaki bu i�letmeler yurt içi fuarlara daha fazla oranda katılırken yurtdı�ı fuarlara gereken önemi göstermektedirler.

Tablo 1: ��letmelerin tutundurma faaliyetlerinde bulunma durumu

Tutundurma faaliyeti ��letme sayısı % Tutundurma faaliyetlerinde bulunanlar 24 57 Tutundurma faaliyetlerinde bulunmayanlar 18 43

Toplam 42 100

Tablo 2: ��letmelerin tutundurma faaliyetleri

Tutundurma faaliyetleri ��letme sayısı % Firma bro�ürleri 19 79

Yurtiçi ticari fuarlar 14 58 Ürün numuneleri da�ıtmak 11 46

Basın yayın yoluyla reklam 11 46 Yurtdı�ı ticari fuarlar 8 33

Toptancı ve perakendecilere satı� özendirme 4 17

Di�er 4 17

Ara�tırma kapsamındaki i�letmelerin ihracat rakamlarına bakıldı�ında % 55’inin ihracat yaptı�ı görülmektedir (Tablo 3). Bunlar arasında AB ülkelerine ihracat yapanların oranı ise %48’dir. �hracat yapan firmaların büyük ço�unlu�u % 70 gibi bir oranla ürünlerini pazarlarken tutundurma faaliyetlerinde bulunmaktadır. �hracat yapmayan ülkelerin ise ancak %42’si tutundurma çalı�maları yapmaktadır.(Tablo 4). Bir ba�ka ifade ile tutundurma faaliyetinde bulunan i�letmelerin ço�unlu�u ihracat yapmaktadır.

Tablo 3: ��letmelerin ihracatta bulunma oranları

�hracat oranları ��letme sayısı % �hracat yapanlar 23 55

�hracat yapmayanlar 19 45 Toplam 42 100

339

Tablo 4: Tutundurma faaliyetlerinde bulunan i�letmelerin ihracat oranları

�hracat yapanlar �hracat yapmayanlar Tutundurma faaliyetleri ve ihracat oranları ��letme sayısı % ��letme sayısı % Tutundurma faaliyetlerinde bulunanlar

16 70 8 42

Tutundurma faaliyetlerinde bulunmayanlar

7 30 11 58

Toplam 23 100 19 100

��letmelerin % 71 ‘i, dı� pazarlar konusundaki bilgi düzeyinin AB üyesi ülkelerdeki i� yerleri ile rekabet edebilmek için yeterli olmadı�ını belirtmi�tir (Tablo5). Tutundurma faaliyetlerinde bulunan firmaların %38’i, dı� pazarlar konusundaki bilgi düzeyinin AB üyesi ülkelerdeki i� yerleri ile rekabet edebilecek düzeyde oldu�unu belirtirken (Tablo 6), tutundurma faaliyetlerinde bulunmayanların ancak %18’i dı� pazar konusundaki bilgi düzeyinin yeterli oldu�unu ifade etmektedir. Di�er taraftan AB ülkelerine ihracaat yapan firmaların %64’ünün dı� pazar konusundaki bilgilerinin yeterli oldu�u ve %72’sinin tutundurma faaliyetinde bulundu�u ortaya çıkmaktadır (Tablo 7).

Tablo 5: ��letmelerin dı� pazar bilgi düzeyi

Dı� Pazar bilgi düzeyi ��letme sayısı % Dı� pazar konusunda bilgi sahibi olan 12 29 Dı� pazar konusunda bilgi sahibi olmayan 30 71

Toplam 42 100

Tablo 6 Tutundurma faaliyetlerinde bulunan firmaların dı� pazar bilgi düzeyi

Dı� pazar konusunda bilgi sahibi olan

Dı� pazar konusunda bilgi sahibi olmayan

Tutundurma faaliyetleri ve dı� pazar bilgi düzeyi

n % n % Tutundurma faaliyetlerinde bulunanlar

9 38 15 62

Tutundurma faaliyetlerinde bulunmayanlar

3 18 14 82

340

Tablo 7: AB ülkelerine ihracat yapan firmaların dı� pazar bilgi düzeyi

Dı� pazar konusunda bilgi sahibi olan

Dı� pazar konusunda bilgi sahibi olmayan

�hracat yapan firmaların dı� pazar bilgi düzeyi

n % n %

AB ülkelerine ihracaat yapmayanlar

5 17 25 83

AB ülkelerine ihracaat yapanlar 7 64 5 36

Sonuç

Denizli ili Metal E�ya ve Teçhizat sanayi sektöründe faaliyet gösteren i�letmelerin ço�unun tutundurma faaliyetlerinde bulundukları sonucu ortaya çıksa da hiçbir �ekilde tutundurma faaliyetlerinde bulunmayan i�letmeler de azımsanacak oranda de�ildir. Söz konusu bu i�letmeler için tutundurmaya gereken önemi vermedikleri ve metal e�ya sanayinde ürün tanıtımında çok önemli bir satı� geli�tirme aracı olan yurtdı�ı fuarlara katılım oranın da dü�ük oldu�u tespit edilmi�tir. AB’ye giri� sürecinde bu sektörde AB ülkelerine ihracat yapan firmaların ise tutundurma faaliyetlerine daha fazla önem verdi�i ve dı� pazar konusundaki bilgi düzeylerinin ihracat yapmayan firmalara göre daha yüksek oldu�u görülmü�tür. Ara�tırma, dı� pazar bilgi düzeyi yeterli olan firmaların tutundurma faaliyetlerine önem verdi�i sonucunu ortaya koymaktadır.

��letmelerin tutundurma faaliyetlerinde bulunmaları, onların yurtdı�ı pazarlara açılmalarını kolayla�tırmakta ve dolayısıyla dı� pazar bilgi düzeyinin aratmasına neden olmaktadır. Ba�ka bir açıdan bakılarak de�erlendirme yapılacak olursa bu i�letmelerin ihracat yapmaları, onları tutundurma çalı�maları yapmaya zorunlu kıldı�ı söylenebilir. Yapısı itibari ile son derece farklı alt sektörden olu�an ve çok çe�itte ürünün üretimini gerçekle�tiren bu sektörün pazarlama faaliyetleri konusunda bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Bu firmaların mamul geli�tirme ve yurtdı�ı fuarlara katılmaları konusunda gerekli te�viklerin yapılması Metal E�ya Ana Sanayinin geli�imi açısından son derece önemlidir.

KOB�’lerin, AB ülkelerinin pazar ve rekabet ko�ulları konusunda bilgi düzeyleri arttırılmalı ve bu pazarlar için etkili pazarlama stratejileri olu�turulmalıdır. Ülkemizde ihracatın geli�tirilmesi ve i�letmelerin dı� pazarda AB ülkeleri ile rekabet edebilir düzeye gelmesi için, i�letmelerin pazarlamaya gereken önemi vermeleri ve ürünlerini, firmalarını ve hizmetlerini uygun tutundurma araçları kullanarak tanıtmaları gerekmektedir.

Ülkemiz ekonomisine önemli katkısı olan ve büyük oranda istihdam yaratan KOB�’ler, faaliyetlerini sürdürürken pazarlama açısından pek çok sorunla kar�ı kar�ıya kalmaktadırlar. Avrupa Birli�i’nin bu sorunların bir kısmını çözerken bir kısmını da artıraca�ı dü�ünülmektedir.

341

Avrupa Birli�ine giri� sürecinin, günümüz i�letmelerinin uluslararası rekabete ve uluslararası pazarlama faaliyetlerine bakı� açısını de�i�tirece�i kesindir. Ancak bu geli�imin sadece dı�arıdan gelecek desteklere ba�lı olarak gerçekle�ece�ine inandırılmaları son derece yanlı�tır. KOB�’lerin kendi dinamikleri ile de küresel pazarlarda etkili olabilecekleri gerçe�i sıklıkla vurgulanmalıdır.

��letmelerin; üretim sürecinde oldu�u kadar, pazarlama sürecinde de yönlendirilmesi ve desteklenmesi, di�er ülke firmalarıyla e�it ko�ullarda rekabet �ansını yakalamaları ve ülkemiz gibi dı�a dönük, ihracata dayalı kalkınma stratejisini benimseyen ülkelerin ba�arıya ula�ması açısından bir zorunluluk olarak görülmektedir.

Kaynaklar

ARAS, Güler (2002), Alövsat Müslümov “Küresellesme Sürecınde Türkıye Ekonomısınde Kobı'lerın Yerı : Fınansman,Ekonomık Sorunları Ve Çözüm Önerılerı”, "Küçük ve Medium Ölçekli Enterprises. 21Yüzyıl: Sorunlar, Fırsatlar ve Çözümler " KONFERANS, 3-4 Ocak http://www.emu.edu.tr/smeconf/turkcepdf/bildiri_33.pdf,

BAYRAK, Sabahat Kök (2007), “Küçük ve Orta Ölçekli ��letmeler ve Kadın Giri�imcili�i” Denizli Ticaret Odası Ekonomik Ara�tırma Serisi Yayın No:1, Mart,

BORDEN Ne�l H (1984), “The Concept of the Marketing Mix ”Journal of Advertising Research Classics, Volume II, September,

ENER, Neriman (2002), “Küçük ve Orta Büyüklükteki (KOB�) ��letmeler �çin Pazarlama Verimlili�ini Artırma Stratejileri”Review of Social, Economic & Business Studies, Vol.2, Güz, 232-241,

G�LMORE, Audrey, David Carson and Ken Grant (2001),“SME marketing in practice ”, Marketing Intelligence &Planning, 19/1 [2001] 6±11,

MUCUK, �smet (2006), Pazarlama �lkeleri. �stanbul: Türkmen Kitabevi,

ODABA�I, Yavuz. (1995), Pazarlama �leti�imi, Anadolu Üniversitesi Yayınları, No.851, ��letme Fakültesi Yayınları; No 1, Eski�ehir,

TEK, Ömer Baybars, (2000), Pazarlama �lkeleri. Global Yönetimsel Yakla�ım Türkiye Uygulamaları.8.b.�stanbul: Beta Basım Yayım Da�ıtım,

TENEKEC�O�LU, Birol; ÇALIK, Nuri; ERSOY, N. Figen (2002), Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2(2):119-146,

TÜMER, Mustafa (2000), “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti �malat Sanayinde Faaliyet Gösteren Kobilerde �hracat Pazarlamasına Yönelik Sorunların Analizi ve Çözüm Önerileri” Krizden Çıkı�ta Kobilerin Yeniden

342

Yapılanması ve 2000’li Yıllar �çin De�i�im Stratejileri, Çukurova Üniversitesi �ktisadi ve �dari Bilimler Fakültesi, Adana 2000,

http://www.dso.org.tr

343

KOB�LER ��N ULUSLARARASI F�NANSAL RAPORLAMA STANDARTLARI ve KAPSAMLI ULUSLAR ARASI MUHASEBE

VE F�NANSAL RAPORLAMA STANDARTLARINDAN FARKLILIKLARI

Doç.Dr.Raif PARLAKKAYA*

ÖZET

Uluslar arası Muhasebe Standartları Kurulu 9 Temmuz 2009 tarihinde “Kobiler �çin UFRS (IFRS for SMEs)” yayınlamı�tır. Kobi’ler için UFRS kamuya hesap verme yükümlülü�ü bulunmayan ve dı�sal kullanıcılar için genel amaçlı finansal tabloları yayınlayan i�letmelerin finansal raporlama ihtiyaçlarını kar�ılamak için düzenlenmi�tir. Bu standartlar hazırlanırken kapsamlı “Uluslararası Muhasebe Standartları” (UMS) ve “Uluslararası Finansal Raporlama Standartları” (UFRS)’lerden yola çıkılmı� ve kobiler için kapsamlı UFRS’lere dayanan basite indirgenmi�, kendine yeten bir muhasebe ilkeleri seti olu�turmak amaçlanmı�tır. Bu çalı�manın amacı Kobi UFRS’nin kapsamını açıklamak ve kapsamlı UFRS’den farklılıklarını ortaya koymaktır.

Anahtar Kelimeler: Kobi, UFRS, Kobi UFRS.

INTERNATIONAL FINANCIAL REPORTING STANDARDS FOR SMEs and DIFFERENCES FROM FULL SET OF

INTERNATIONAL ACCOUNTING AND FINANCIAL REPORTING STANDARDS

ABSTRACT

In July 2009 the International Accounting Standards Board (IASB) published the International Financial Reporting Standard (IFRS) for Small and Medium-sized Entities (SMEs). The IFRS for SMEs is intended to apply to the general purpose financial statements for external users of entities that do not have public accountability. The standards are developed based on International Accounting Standards (IAS) and International Financial Reporting Standards (IFRS), and intended to create a set of accounting principles that are grounded on full IFRSs but that have been simplified to the extent suitable for SMEs. The aim of this study to explain the contents of IFRS for SMEs and analysing the difference from full set of IAS/IFRS’s.

Key Words: SMEs, IFRS, IFRS for SMEs

G�R��

Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu–UMSK (International Accounting Standard Board-IASB) Küçük ve Orta Büyüklükteki ��letmeler (Kobi)’e ili�kin

* Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler MYO Ö�retim Üyesi.

344

finansal raporlama standardı olu�turulması çalı�malarını tamamlayarak �ubat 2007’de “Kobiler �çin Uluslarararası Finansal Raporlama Standartları – Kobi UFRS” tasla�ını hazırlamı�tır. Söz konusu tasla�a ili�kin görü� ve öneriler dikkate alınarak 9 Temmuz 2009 tarihinde “Kobiler �çin UFRS (IFRS for SMEs)” yayınlamı�tır.

Kobi’ler için UFRS kamuya hesap verme yükümlülü�ü bulunmayan ve dı�sal kullanıcılar için genel amaçlı finansal tabloları yayınlayan i�letmelerin finansal raporlama ihtiyaçlarını kar�ılamak için düzenlenmi�tir. Bu standartlar hazırlanırken kapsamlı “Uluslararası Muhasebe Standartları” (UMS) ve “Uluslararası Finansal Raporlama Standartları” (UFRS)’lerden yola çıkılmı� ve fayda-maliyet analizleri çerçevesinde de�i�iklikler ve basitle�tirmeler yapılarak, UFRS’lere dayanan basite indirgenmi�, kendine yeten bir muhasebe ilkeleri seti olu�turmak amaçlanmı�tır(Denetim net, 2008). Kobi UFRS, kapsamlı UFRS’nin kolayla�tırılmı� bir versiyonudur. Kobi UFRS ile kobilerde halka açık �irketler gibi UFRS uygulamasının sa�ladı�ı avantajlardan yararlanabileceklerdir.

Bu çalı�manın amacı, Kobilere ili�kin finansal raporlama standartlarının kapsamını ve kapsamlı finansal raporlama standartlarından farklılıklarını ortaya koymaktır.

1.KÜÇÜK VE ORTA BÜYÜKLÜKTEK� ��LETMELER

��letmeler çe�itli kriterlere göre sınıflandırılmaktadır. Bu kriterlerden biri de ölçek ya da büyüklüktür. Büyüklü�üne göre i�letmeler; küçük, orta ve büyük i�letmeler olarak sınıflandırılabilir. Küçük ve orta büyüklükteki i�letmeler “Kobi” sembolü ile ifade edilmekte ve önemleri, fonksiyonları ve sorunları açısından bir bütünlük içinde ortaya konulmaya çalı�ılmaktadır(www.ekodialog.com)

"Küçük ve orta büyüklükteki i�letmeler" ana tanımı içinde, kobilere ili�kin çe�itli tanımlar bulunmaktadır. Kobi tanımlarında genellikle 3 ölçüt ön plana çıkmaktadır: Söz konusu ölçütler; firmanın çalı�tırdı�ı personel ya da i�çi sayısı, bilanço de�erleri ve ba�ımsızlık ölçütleridir. Ba�ımsızlık ölçütünden kasıt, bir firmanın sermayesi ve hissesinin %25 ten fazlasının bir büyük sermaye grubuna ait olmamasıdır. Buna göre bir firmanın kobi olabilmesi için, hisse payı içinde büyük sermayenin payının %25´ten az olması gerekir. Kobi tanımları ülkeden ülkeye de�i�ebilmekte, hatta aynı ülke içinde farklı kurumlar tarafından farklı tanımlamalar yapılmaktadır. Burada sadece AB ve Türkiye’de kabul gören kobi tanımları verilmekle yetinilecektir.

Avrupa Birli�inde 1998 öncesinde Kobiler 250 den fazla çalı�anı olmayan, yıllık cirosu 27 milyon ECU’yu ya da toplam bilanço de�eri 10 milyon ECU’yu a�mayan, ortaklık paylarının yüzde 25’inden fazlası bir �irketler gurubuna, kamu yatırım �irketleri, risk sermaye �irketleri ya da kurumsal yatırımcılar dı�ındaki KOB� tanımına girmeyen firmalara ait olmayan �irketler �eklinde

345

tanımlanırken, 1998 yılından sonra ise orta ve küçük ölçekli i�letmeler için ayrım yapılmı�, AB Komisyonunda olu�an sınıflandırmalara göre; 50-250 arası ki�i çalı�tıran, bilanço toplamı 5-27 milyon Euro arası, yıllık ciro miktarı 7-40 milyon Euro arası olanlar orta ölçekli, bu de�erin altındakiler küçük ölçekli i�letme olarak tanımlanmı�tır(www.kobiklinik.com)

Türkiye’de, çe�itli kurumlarca yapılan farklı Kobi tanımlarını ortadan kaldırmak ve AB ile ili�kilerde olu�turdu�u sıkıntıların giderilmesi amacıyla bir yönetmelikle kobi tanımı yapılmı�tır. Söz konusu kobi tanımının yer aldı�ı “Küçük ve Orta Büyüklükteki ��letmelerin Tanımı, Nitelikleri ve Sınıflandırılması Hakkında Yönetmelik” Bakanlar Kurulu’nun 2005/9617 sayılı kararı ile kabul edilmi� ve 18 Kasım 2005 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanmı�tır. Bu yönetmelik ile Türkiye’nin KOB� tanımı AB ile uyumla�tırılmı�, i�letmelerin ba�ımsızlı�ına ili�kin olarak AB kriterleri benimsenmi�tir. Bu yönetmeli�e göre; i�letme “yasal statüsü ne olursa olsun, bir veya birden çok gerçek veya tüzel ki�iye ait olup, bir ekonomik faaliyette bulunan birimler” �eklinde tanımlanırken, KOB�’ler ise �u �ekilde tanımlanmaktadır:

a)Mikro i�letme: 10 ki�iden az yıllık çalı�an istihdam eden ve yıllık net satı� hasılatı ya da finansal bilançosu 1 milyon TL’yi a�mayan çok küçük ölçekli i�letmeler,

b)Küçük i�letme: 50 ki�iden az yıllık çalı�an istihdam eden ve yıllık net satı� hasılatı ya da finansal bilançosu 5 milyon TL’yi a�mayan i�letmeler,

c)Orta büyüklükteki i�letme: 250 ki�iden az yıllık çalı�an istihdam eden ve yıllık net satı� hasılatı ya da finansal bilançosu 25 milyon TL’yi a�mayan i�letmeler.

Yönetmeli�e göre KOB�'ler, di�er i�letmeler ile olan sermaye veya oy hakkı ili�kilerine göre; ba�ımsız i�letmeler, ortak i�letmeler ve ba�lı i�letmeler olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Bu tanımla getirilen ba�ımsızlık ilkesi ise yönetmelikte �u �ekilde tanımlanmaktadır:

Gerçek veya tüzel ki�ilerin sahip oldu�u ve bu Yönetmeli�e göre ortak veya ba�lı i�letme sayılmayan bir i�letme;

a)Ba�ka bir i�letmenin % 25 veya daha fazlasına sahip de�ilse,

b)Herhangi bir tüzel ki�i veya kamu kurum ve kurulu�u veya birkaç ba�lı i�letme tek ba�ına veya mü�tereken bu i�letmenin % 25 veya daha fazla hissesine sahip de�ilse,

c)Konsolide edilmi� hesaplar düzenlemiyorsa ve konsolide hesaplar düzenleyen ba�ka bir i�letmenin hesaplarında yer almıyorsa ve bu nedenle ba�lı bir i�letme de�ilse, ba�ımsız i�letme kabul edilmektedir.

346

Dünyadaki i�letmelerin çok büyük bir ço�unlu�unu olu�turan kobilerin uygulamakta oldu�u farklı ulusal muhasebe sistemleri, bu i�letmelerin finansal tablolarının kar�ıla�tırabilirli�ini zorla�tırmaktadır. Öte yandan, küreselle�me ve sermaye piyasalarındaki geli�meler, beraberinde daha �effaf ve daha nitelikli bilgi ihtiyacını ortaya çıkarmaktadır. Gerek finansal tabloların kar�ıla�tırılabilirli�inin sa�lanması, gerekse daha �effaf ve daha nitelikli finansal bilgi sa�lanabilmesi için muhasebe/finansal raporlama standartlarının kobi’ler için de standartla�tırılması gerekir. Kapsamlı UMS/UFRS halka açık �irketler için dü�ünüldü�ünden, bu standartların kobi’lere uygulanması pratik de�ildir. Bu nedenle UMSK tarafından Kobi’ler için kapsamlı UFRS’nin kolayla�tırılmı� bir versiyonu olan “Kobi Uluslar arası Finansal Raporlama Standartları” olu�turulmu�tur.

2. KOB� ULUSLARARASI F�NANSAL RAPORLAMA STANDARTLARI

Gerek ülkemizde gerekse dünyada halka açık olmayan �irketler halka açık �irketlerden çok fazladır. Kapsamlı UFRS seti halka açık �irketler için dü�ünülmü�tür. Halka açık olmayan �irketler giderek artan oranda küresel ortamda üretim ve/veya ticaret yapmakta ve uluslar arası kaynaklardan yararlanmaktadır. Halka açık olmayan �irketlerin ulusal mevzuatlarına göre finansal tablolar hazırlamaktadırlar. Ulusal mevzuata göre hazırlanan finansal tablolar, küresel ortamda yapılan faaliyetler ve finans kaynaklarına eri�ime uygun de�ildir. Bu nedenle söz konusu i�letmeler farklı kriterlere göre düzenlenen çok sayıda finansal tablo hazırlamak durumunda kalmaktadırlar. Bu durum, halka açık �irketlerde oldu�u gibi, kobiler içinde uluslar arası bir dil olarak kabul edilecek “Kobi Uluslararası Finansal Raporlama Standartları (Kobi UFRS)” gereklili�ini ortaya çıkarmı�tır. Bu ihtiyacı kar�ılamak için Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu – UMSK (IASB) Kobi UFRS’nı olu�turmu� ve yayınlamı�tır(IASB, 2009).

Kobi UFRS’ler kapsamlı UMS/UFRS’den ba�ımsız olup, tek ba�ına yeten ve hüküm ifade eden bir yapıya sahip oldu�undan, kapsamlı UMS/UFRS’lerin kabul edilmedi�i ülkeler tarafından da uygulanabilir. Kobi UFRS’leri hangi i�letmelerin kullanaca�ı ilgili ülkelerin kararına bırakılmı�tır.

2.1.Kobi UFRS’lerin Temel Özellikleri

Kobi UFRS’nin temel özellikleri �u �ekilde sıralanabilir(Deloitte, 2009):

a)Varlıklar, borçlar, gelirler ve giderlerin tanımlanması ve ölçüm ilkelerinin birço�u basitle�tirilmi�tir.

b)Kapsamlı UMS/UFRS’de yer alan bazı konular Kobi UFRS’lerle ili�kili olmadı�ından kapsam dı�ı bırakılmı�tır.

347

c)Yapılması gerekli finansal tablo açıklamaları ciddi anlamda azaltılmı�tır. Kapsamlı UFRS’de 3000 civarında tablo açıklamaları yer alırken, Kobi UFRS’de 300 civarında tablo açıklaması olabilecektir.

d)Kapsamlı UMS/UFRS’nin alternatif uygulama seçene�i sundu�u bir takım konularda daha basit seçenek imkanları sa�lanmı�tır.

e)Kapsamlı UMS/UFRS’de standart olarak numaralandırma yapılırken, Kobi UFRS’de düzenleme konu bazında yapılmı�tır.

KOB�’ler için UFRS, kapsamlı UFRS’lerin % 10’u kadardır. Kapsamlı UFRS 2800 sayfa iken, Kobi UFRS 230 sayfadan daha azdır.

2.2.Kobi UFRS’lerin Sa�layaca�ı Avantajlar

KOB�’ler için UFRS uygulamasının i�letmelere sa�layaca�ı avantajlar �u �ekilde sıralanabilir (Grand Thorton, 2009):

a)�Küresel düzeyde finans kaynaklarına ula�mak mümkün olabilecektir.

b)Kaliteli ve kar�ıla�tırılabilirlik niteliklerine sahip raporlama yapılabilecektir.

c)Uluslararası ticareti kolayla�tıracaktır.

d)Kobi finansal tablo kullanıcıların gerekliliklerine odaklı finansal tablolar hazırlanabilecektir.

e)Denetim kolaylı�ı ve verimlilik sa�lanacaktır.

f)Kobi UFRS’lerin her yıl yerine üç yılda bir gözden geçirilmesi öngörüldü�ünden uygulamada istikrar sa�lanacaktır.

g)Kapsamlı UMS/UFRS’nin uygulandı�ı i�letmelerde, kobi UFRS i�in a�ırlı�ını hafifle�tirecektir.

h)Gelecekte halka açılmayı hedefleyen �irketler için kapsamlı UMS/UFRS’ye geçi�in ilk adımını olu�turabilecektir.

2.3.Kobi Uluslararası Finansal Raporlama Standartlarının Kapsamı (IASB, 2009; PWC,2009a;PWC, 2009b;

IASB tarafından yayınlanan “KOB�’ler �çin Finansal Raporlama Standardı” 35 bölümden olu�maktadır(IASB, 2009). Kapsamlı UMS/UFRS’de standart kodu ile numaralandırılan standartlar Kobi UFRS’de bölüm kodları ile yer almaktadır. Her bölüm bir veya duruma göre birkaç standardı kapsayacak �ekilde olu�turulmu�tur.

348

Bölüm Kobi UFRS Bölüm Ba�lıkları 1 Küçük ve Orta Büyüklükteki ��letmeler 2 Kavramlar ve Genel �lkeler 3 Finansal Tabloların Sunulu�u 4 Finansal Durum Tablosu 5 Kapsamlı Gelir Tablosu ve Gelir Tablosu 6 Öz Kaynak De�i�im Tablosu ve Da�ıtılmamı� Karlar Tablosu 7 Nakit Akı� Tablosu 8 Finansal Tablo Dipnotları 9 Konsolide ve Bireysel Finansal Tablolar 10 Muhasebe Politikaları, Tahminler ve Hatalar 11 Temel Finansal Araçlar 12 Di�er Finansal Araçlarla �lgili Hususlar 13 Stoklar 14 ��tiraklerdeki Yatırımlar 15 �� Ortaklıklarındaki Yatırımlar 16 Yatırım Amaçlı Gayrimenkuller 17 Maddi Duran Varlıklar (Gayrimenkul, makine ve ekipman) 18 �erefiye Dı�ında Maddi Olmayan Duran Varlıklar 19 ��letme Birle�meleri ve �erefiye 20 Kiralamalar 21 Kar�ılıklar, Ko�ullu Borçlar ve Ko�ullu Varlıklar 22 Borçlar ve Öz Kaynaklar 23 Hasılat 24 Devlet Te�vikleri 25 Borçlanma Maliyetleri 26 Hisse Bazlı Ödemeler 27 Varlıklarda De�er Dü�üklü�ü 28 Çalı�anlara Sa�lanan Faydalar 29 Gelir Vergileri 30 Yabancı Para Çevrim ��leri 31 Yüksek Enflasyon Dönemlerinde Finansal Raporlama 32 Raporlama Döneminden Sonraki Olaylar 33 �li�kili Taraf Açıklamaları 34 Özellikli Faaliyetler 35 Kobiler için UFRS’ye Geçi�

1.Küçük ve Orta Büyüklükteki ��letmeler : Dı� kullanıcılar için genel amaçlı finansal tablolar hazırlayan ve kamuya açıklama sorumlulu�u olmayan bir

349

i�letme KOB�’ler için UFRS’yi kullanabilir. Kamusal pazarda herhangi bir senet ihraç etmek amacıyla finansal tablolarını sermaye piyasaları kuruluna ya da di�er düzenleyici kurulu�lara sunuyorsa ya da ücüncü �ahıslardan geni� bir muhatap kitle için varlıkları yediemin kapsamında saklıyorsa, bu i�letme “kamuya açıklama yapma (hesap verme) sorumlulu�u ta�ıyan bir i�letmedir. Bankalar, sigorta �irketleri, aracı kurulu�lar, emeklilik fonları yediemin sıfatıyla geni� bir muhatap kitle adına varlıkları muhafaza eden i�letmelerdir. E�er, bir UFRS i�letmesinin ba�lı ortaklı�ı, kapsamlı UFRS’nin kayıt ve ölçüm ilkelerini kullanıyorsa, açıklamalarında da kapsamlı UFRS’yi kullanacaktır. Standarttaki küçük ve orta ölçekli i�letme ifadesi, herhangi bir büyüklük kriteri ile ilgili de�ildir.

2.Kavramlar Ve Genel �lkeler: Bu kısımda; kobi finansal tablolarının amacı ve niteliksel özellikleri, varlık, yükümlülük, özkaynak, gelir ve gider tanımları, finansal durum, performans, toplam kapsamlı gelir, gelir ve giderler, temel muhasebele�tirme (kayıt) kavramı, de�erleme ölçüleri, kar-zarar ve toplam kapsamlı gelir kavramları, varlık-yükümlülük ile gelir-giderlerin netle�tirilmesi ile ilgili açıklamalar yer almaktadır.

3.Finansal Tabloların Sunumu: Finansal tablolar seti, Kobi UFRS’de de kapsamlı UMS/UFRS’de oldu�u gibi, finansal durum tablosu (bilanço), ya tek kapsamlı gelir tablosu ya da gelir tablosu ve kapsamlı gelir tablosu olmak üzere iki tablo, nakit akı� tablosu, özkaynak de�i�im tablosu ve notlardan olu�ur. Kapsamlı UFRS dönem ba�ı ve dönem sonu arasında öz kaynak kalemlerinin güncellenmesini sunan, öz kaynak de�i�im tablosunun düzenlenmesini ister. Kobiler için UFRS’de aynı durum geçerlidir. Bununla birlikte e�er sadece, dönem süresince kar veya zararlar, temettü ödemeleri, muhasebe politikasındaki de�i�imler ve önceki dönem hatalarının düzeltilmesinin sonucu olarak öz kaynaklarda de�i�me oluyorsa, kapsamlı gelir tablosu ve öz kaynaklarda de�i�im tablosu yerine birle�ik gelir ve da�ıtılmamı� kazançlar tablosu sunulabilir.

4.Finansal Durum Tablosu: Halen bilanço olarak ifade edilen finansal durum tablosunu olu�turan kalemler sıralanmı�tır. Cari/cari olmayan yakla�ımı gerekli de�ildir. E�er, likidite yakla�ımı ihtiyaca daha uygun bilgi üretecekse, cari/cari olmayan ayrımı yapılabilir. Finansal durum tablosu veya notlarda sunulması istenen bazı kalemler sıralanmı�tır. Finansal durum tablosu kalemlerinin yerle�im düzeni (sıralanması), �ekil ve ba�lıklarla ilgili kesin bir hüküm yoktur.

5.Kapsamlı Gelir Tablosu ve Gelir Tablosu: Tek tablo yakla�ımı ya da iki tablo yakla�ımı benimsenmi�tir. Ya tek olarak kapsamlı gelir tablosu ya da gelir tablosu ve kapsamlı gelir tablosu olmak üzere iki tablo düzenlenecektir.

6.Özkaynak De�i�im Tablosu ve Kapsamlı Gelir ve Da�ıtılmamı� Karlar Tablosu: Özkaynak de�i�im tablosunun kapsamına yer verilmektedir. Bu standartta, e�er sadece dönem süresince kar veya zararlar, temettü ödemeleri,

350

muhasebe politikasındaki de�i�imler ve önceki dönem hatalarının düzeltilmesinin sonucu olarak öz kaynaklarda de�i�me oluyorsa, kapsamlı gelir tablosu ve öz kaynaklarda de�i�im tablosu yerine birle�ik gelir ve da�ıtılmamı� kazançlar tablosu sunulabilir.

7.Nakit Akı� Tablosu: Bir i�letmenin bir döneme ili�kin nakit ve nakit benzerlerindeki de�i�meler hakkında bilgi sunar.

8.Finansal Tablo Dipnotları: Yönetimce yapılan tahminler ve bu tahminlere ili�kin belirsizliklerin kilit kaynaklarını kapsayan önemli muhasebe politikalarının özeti, finansal tablolardaki kalemler için destekleyici (kanıtlayıcı) bilgiler ve di�er açıklamalar yer alır.

9.Konsolide ve Bireysel Finansal Tablolar: Konsolide finansal tablolar ve bireysel finansal tabloların düzenlenmesine ili�kin hükümler yer almaktadır.

10.Muhasebe Politikaları, Tahminler ve Hatalar: Muhasebe politikalarındaki de�i�meler, muhasebe tahminlerindeki de�i�meler ve geçmi� dönem hatalarının düzeltilmesi konuları ele alınmaktadır.

11.Temel Finansal Araçlar ve 12. Ek Finansal Araçlar: Kobi UFRS i�letmelere 11 ve 12. bölümler yerine UMS 39 uygulamasını seçmek konusunda seçim hakkı tanımı�tır. Temel finansal araçlar bölümünde; temel finansal araçlar; nakit, vadesiz ve vadeli mevduat, kredi borçları ve alacakları, bir kredi almak için verilen taahhütlerden ve imtiyazlı hisse senedine çevrilemeyen yatırımlar ile satı� opsiyonu olmayan imtiyazlı ve adi hisse senetleri ile özel sektör tahvili, bono ve benzeri borçlanma araçları yatırımlarından olu�maktadır. Temel finansal araçlar ve finansal yükümlülükler, yapılan i�lem bir finansman i�lemi olmadı�ı sürece ba�langıç olarak i�lem fiyatından (kar ve zarar yoluyla GUD’de ölçülen finansal varlık ve yükümlülüklerin ba�langıç ölçümü hariç i�lem maliyetlerini kapsayan) de�erlenir. Bir finansman i�lemi örne�in, e�er ödeme normal ticari vadenin ötesine ertelenirse veya piyasa faiz oranından farklı bir orandan finanse edilirse mal veya hizmet satı�larıyla ili�kilendirilerek tanımlanabilir. E�er yapılan i�lem bir finansman i�lemiyse, finansal varlık veya yükümlülük benzer bir borçlanma aracının piyasa faiz oranında iskonto edilen gelecek ödemelerin �imdiki de�eri üzerinden ölçülür. Sonraki dönemlerdeki ölçümlerde, borç senetleri etkin faiz yöntemiyle hesaplanan amorti edilmi� maliyetinden ölçülür. Cari varlık veya cari yükümlülük olarak sınıflandırılan borç senetleri, e�er i�lem bir finansman i�lemi de�ilse, bir düzenleme yapılmadıkça, alınması veya ödenmesi beklenen nakit veya di�er kar�ılı�ın iskonto edilmemi� tutarında ölçülür. Halka açık �irketlerin dönü�türülemeyen imtiyazlı hisseler ve satı� opsiyonu olmayan adi veya imtiyazlı hisselerdeki yatırımlardaki de�er de�i�iklikleri kar/zarara yansıtılan gerçe�e uygun de�er üzerinden; bu �ekildeki di�er tüm yatırımlar hisselerin gerçe�e uygun de�eri güvenilir bir �ekilde ölçülebiliyorsa, gerçe�e uygun de�erinden; yoksa maliyetinden toplam de�er dü�üklü�ü çıkarılarak ölçülür. Maliyetinden ve

351

amorti edilmi� maliyetinden gösterilen finansal araçlara ili�kin de�er dü�üklü�ü olu�tu�una yönelik tarafsız bir göstergenin bulunması durumunda ilgili de�er dü�üklü�ü zararı tutarı gelir tablosuna yansıtılır.

Temel finansal araçlar içinde yer almayan finansal araçlar, gerçe�e uygun de�erden ölçülür ve gerçe�e uygun de�er farkı kar zarara yansıtılır. Bunlar; dönü�türülemeyen imtiyazlı hisseler ve satı� opsiyonu olmayan adi veya imtiyazlı hisseler ile opsiyon, futures, swap ve di�er türevlerden olu�ur. 12. bölüm riskten korunma muhasebesi ile ilgili düzenlemeleri de kapsamaktadır.

13.Stoklar: Stoklara ili�kin muhasebele�tirme ilkelerini kapsar.

14.��tiraklerdeki Yatırımlar ve 15. �� Ortaklıklarındaki Yatırımlar: Kobi UFRS’de bir i�letme, i�tiraklerdeki veya mü�terek kontrol edilen i�letmelerdeki yatırımları ile i� ortaklıklarındaki yatırımları muhasebele�tirmede maliyet modeli (maliyet bedelinden birikmi� de�er dü�üklü�ü zararları dü�üldükten sonra kalan tutar), özkaynak yöntemi ve gerçe�e uygun de�er farkı kar zarara yansıtılmak üzere gerçe�e uygun de�er modelinden biri ile de�erlenir. ��tiraklerdeki yatırımlar her zaman cari olmayan (duran) varlık olarak sınıflandırılır.

16.Yatırım Amaçlı Gayrimenkuller: A�ırı çaba ve maliyet gerektirmeden gerçe�e uygun de�erle güvenilir bir �ekilde ölçülebilmesi halinde yatırımın de�eri, gerçe�e uygun de�erden muhasebele�tirilir. Aksi durumda, maliyet eksi amortisman ve de�er dü�üklü�ü esasına göre ölçülür.

17.Gayrimenkul, Makine ve Ekipman: Yeniden de�erleme modeline izin verilmez, varlıklar maliyet modeliyle yani, maliyet eksi amortisman ve de�er dü�üklü�ü yöntemiyle de�erlenir.

18.�erefiye Dı�ındaki Maddi Olmayan Duran Varlıklar: Maddi olmayan duran varlıklar maliyet bedeli ile ölçülür. Yeniden de�erleme modeli uygulanmaz. Ara�tırma ve geli�tirme giderleri tümüyle gider yazılır. Tüm maddi olmayan duran varlıkların sınırlı ömre sahip oldukları ve amorti edilecekleri kabul edilir. Sınırlı ve sınırsız ömre sahip maddi olmayan duran varlıklar arasında ayrım yoktur. Bu maddi olmayan duran varlıklar, sadece de�er dü�üklü�üne ili�kin bir gösterge olması halinde de�er dü�üklü�ü testine tabi tutulur.

19.��letme Birle�meleri ve �erefiye: Mü�terek kontrol altındaki i�letme birle�meleri Kobi UFRS kapsamında de�ildir. ��letme birle�meleri satın alma yöntemine göre muhasebele�tirilir. Satın alma maliyetine i�lem maliyetleri de dahil edilir. �erefiye, amortismana tabi tutulur. �erefiyenin yararlı ömrünün belirlenemedi�i durumlarda yararlı ömür 10 yıl olarak alınır. Yönetimin tanımlanabilir kalemleri ölçümlemesi ve i�letme birle�mesinin maliyetini yeniden de�erlendirmesinden sonra negatif �erefiye ortaya çıkması halinde, negatif �erefiye derhal gelir tablosuna kaydedilir.

352

20.Kiralama: Faaliyet ve finansal kiralama düzenlemelerini kapsar.

21.Kar�ılıklar, Ko�ullu Borçlar ve Ko�ullu Varlıklar: Kar�ılıklar, ko�ullu borçlar ve ko�ullu varlıkların muhasebele�tirme ilkelerini kapsar.

22.Yükümlülükler (Borçlar) ve Özkaynaklar: Bir aracın öz kaynak veya yükümlülük olarak sınıflandırılmasını kapsar. Finansal araçların özkaynak olarak sınıflandırılma kriterleri ve muhasebele�tirme ilkeleri yer almaktadır.

23.Gelirler: Mal ve hizmet satı�larından sa�lanan gelirler ile in�aat sözle�melerinden sa�lanan gelirlere ili�kin muhasebele�tirme ilkelerini düzenlemektedir.

24.Devlet Te�vikleri: Bu standart vergi indirimi �eklindeki te�viklere uygulanmaz. Devlet te�viklerine ili�kin muhasebe uygulamaları yer almaktadır. Tüm te�vikler varlı�ın alındı�ı veya alınabilece�i gerçe�e uygun de�erinden ölçülür. Te�vikler gelecekteki performans �artlarına bakılmaksızın alınabilir oldu�unda gelir tablosunda muhasebele�tirilir. E�er bir performans �artı varsa, te�vikler sadece �artlar kar�ılandı�ı zaman gelir tablosunda muhasebele�tirilir.

25.Borçlanma Maliyetleri: Borçlanma maliyetleri bir i�letmenin finansal borçlarından veya finansal kiralama borçlarından kaynaklanan faiz ve di�er maliyetlerdir. Tüm borçlanma maliyetleri gerçekle�ti�inde gider kaydedilir, aktifle�tirilmez.

26.Hisse Bazlı Ödemeler: Temel ilke tüm hisse bazlı ödemeler muhasebele�tirilmelidir. ��letme hisse bazlı i�lemlerden elde etti�i ürün veya aldı�ı hizmeti ürünün veya hizmetin alındı�ı tarihte muhasebele�tirir. Hisse bazlı ödemeler; özkaynaktan kar�ılanan, nakit olarak ödenen ve nakit alternatifine sahip hisseye dayalı ödeme �eklinde olabilir. Öz kaynaktan kar�ılan hisse bazlı ödeme i�lemlerinde; çalı�anlar dı�ındaki ki�ilerle olan i�lemler güvenilir bir �ekilde ölçülebilmesi halinde gerçe�e uygun de�erle ölçülür. Alınan mal ve hizmetlerin gerçe�e uygun de�erinin güvenilir bir �ekilde ölçülebildi�i hallerde veya i�görenlerle yapılan i�lemlerde verilen öz kaynak aracı gerçe�e uygun de�erine atfen ölçülür. Özkaynaktan kar�ılanan hisse bazlı ödemeler sonraki dönemlerde piyasa dı�ı devir ve birle�me durumları dı�ında takip eden dönemlerde ölçüme tabi de�ildir. Nakit olarak ödenen hisse bazlı ödeme i�lemleri borcun gerçe�e uygun de�eriyle ölçülür. Gerçe�e uygun de�er de�i�iklikleri gelir tablosunda muhasebele�tirilir.

27.Varlıklarda De�er Dü�üklü�ü: Stoklar, kayıtlı de�erin satı� fiyatından tahmini tamamlanma maliyeti ve satı� giderleri dü�üldükten sonra bulunan tutar (net gerçekle�ebilir de�er) ile kar�ıla�tırılarak de�er dü�üklü�ü testine tabi tutulur. De�er dü�üklü�ü olması halinde hesaplanan de�er dü�üklü�ü gelir tablosunda muhasebele�tirilir. �zleyen dönemlerde de de�er dü�üklü�ü testi yapılır. Sonuca göre gelir tablosu ile ili�kilendirilir. Di�er varlıklar için, kayıtlı de�erin geri kazanılabilir de�erden yüksek olması halinde de�er dü�üklü�ü söz

353

konusudur. De�er dü�üklü�ü gelir tablosunda muhasebele�tirilir. De�er dü�üklü�ünün ortadan kalkması halinde, de�er dü�üklü�ü kar�ılı�ı iptal edilir. Geri kazanılabilir de�er, gerçe�e uygun de�er eksi satı� maliyetleri ve kullanım de�erinden büyük olanıdır.

28.Çalı�anlara Sa�lanan Faydalar: Çalı�anlara sa�lanan kısa vadeli faydalar, i�ten ayrılma sonrası sa�lanan faydalar, çalı�anlara sa�lanan di�er uzun vadeli faydalar ve i�ten çıkarma tazminatlarına ili�kin muhasebele�tirme esasları yer almaktadır. Yatırım esaslı emeklilik planı içerisinde ödenecek primler vadesi geldi�i dönemde giderlere atılır. Maa� esaslı emeklilik planları hususunda planın net varlıklar için, bir kurum sorumluluklarını tanımlar. Dönem içinde maliyette olan de�i�iklik, dönem içinde planın maliyeti olarak sayılır. ��letmeler, aktüeryal kazanç veya kayıpları kar ve zarara veya di�er kapsamlı gelire yansıtabilir.

29.Gelir Vergileri: Cari vergiler ve ertelenmi� vergilerin muhasebele�tirme esaslarını ortaya koymaktadır. Ödenmesi gereken cari vergiler ödenmi� vergileri a�ıyorsa bu durumda bir vergi yükümlülü�ünün muhasebele�tirilmesi gerekir. Cari ödenmi� vergiler, cari ödenmesi gereken vergileri a�ıyorsa veya i�letmenin önceki yıldan gelen zararı bulunuyorsa ve bu cari yılda cari vergiyi telafi etmek için kullanılabiliyorsa cari vergi varlı�ı söz konusudur. Cari ve önceki dönemler için cari vergi varlı�ı ve yükümlülükler gerçek miktarından ölçülür. Bu ölçüm vergi otoritelerince yapılması muhtemel incelemelerin etkilerini de kapsamalıdır. E�er bir varlık veya yükümlülü�ün, onun defter de�erini kar�ılayacak, vergilenebilir karı etkilemesi bekleniyorsa bu durumda ertelenmi� vergi varlı�ı veya yükümlülü�ü kaydedilir.

30.Yabancı Para Çevrim ��lemleri: Yabancı para çevrim i�lemleri ile ilgili muhasebe uygulamasını gösterir. Yabancı paralı i�lemler raporlayan kurumun fonksiyonel parasına çevrilir. Yabancı para i�lemleri i�lem tarihindeki kurdan fonksiyonel para birimine çevrilir. Kurda önemli dalgalanmalar olmaması halinde ortalama kur kullanılabilir. Raporlama tarihinde yabancı paralı parasal kalemler kapanı� (dönem sonu) kurundan çevrilir, tarihi maliyetle de�erlenen parasal olmayan kalemler i�lem tarihindeki kurdan çevrilir. Gerçe�e uygun de�erden ölçülen yabancı para cinsinden parasal olmayan kalemler, gerçe�e uygun de�erlerinin belirlendi�i tarihteki döviz kurları kullanılarak çevrilmelidir. Parasal ve parasal olmayan kalemlerin çevriminden kaynaklanan kar veya zararlar, kar zararda, kapsamlı gelir veya özkaynaklarda raporlanır. Raporlayan i�letmenin yurtdı�ındaki i�letmesindeki net yatırımının bir parçasını olu�turan parasal bir kalemden kaynaklanan kur farkları hariç olmak üzere, kur farkları olu�tukları dönemde i�letmenin kar veya zararı olarak gelir tablosunda raporlanır. Raporlayan i�letmenin yurtdı�ındaki i�letmesindeki net yatırımının bir parçasını olu�turan parasal bir kalemden kaynaklanan kur farkları ise net yatırımın elden çıkarılmasına kadar özkaynaklarda ayrı bir hesap olarak

354

muhasebele�tirilir ve net yatırımın elden çıkarılmasında olu�an kar veya zararın bir parçası olarak gelir tablosunda raporlanır.

31.Yüksek Enflasyon: Bir i�letmenin fonksiyonel parası yüksek enflasyonlu bir ekonominin para birimi ise genel fiyat düzeyine göre düzeltilmi� finansal tablolar hazırlanır. Kobiler için finansal raporlama standartları yüksek enflasyon göstergelerini sunar, fakat bunlar kesin de�ildir.

32.Raporlama Döneminden Sonraki Olaylar: Bu bölüm raporlama tarihinden sonraki düzeltme gerektiren ve düzeltme gerektirmeyen olaylara ili�kin muhasebe uygulamalarını açıklar.

33.�li�kili Taraf Açıklamaları: �li�kili taraflarla yapılan i�lemlerin kamuya açıklanmasını düzenler.

34.Özellikli Faaliyetler: Bu bölüm tarımsal faaliyetler, maden kaynaklarının ara�tırılması ve de�erlendirilmesi ve hizmet imtiyaz sözle�melerini kapsamaktadır.

a)Tarımsal faaliyetler, bir biyolojik varlık sınıfının gerçe�e uygun de�eri a�ırı bir maliyet ve çaba gerektirmeden belirlenebiliyorsa gerçe�e uygun de�er farkı kar zarara yansıtılan gerçe�e uygun de�erde ölçüm yapılır. E�er gerçe�e uygun de�er kolaylıkla belirlenemiyorsa, biyolojik varlıkların maliyetinden birikmi� amortisman ve de�er dü�üklü�ü tutarı dü�üldükten sonraki de�erle ölçüm yapılır. Hasat döneminde, tarımsal ürün gerçe�e uygun de�erden satı� maliyeti dü�ülmek suretiyle ölçülür. Hasat sonrası, bir stok olarak i�lem görür.

b)Maden Kaynaklarının Ara�tırılması ve De�erlendirilmesine ili�kin muhasebele�tirme ilkelerini gösterir.

c)Hizmet �mtiyaz Sözle�meleri: Hizmet imtiyaz sözle�melerinin nasıl muhasebele�tirilece�ine ili�kin bir rehber sa�lar. ��letmeci, hizmet imtiyaz sözle�melerini ya bir finansal varlık veya imtiyazı veren (hükümet) tarafından bir ödeme garantisi verilip verilmedi�ine ba�lı olarak maddi olmayan duran varlık olarak muhasebele�tirir. ��letmeci, ko�ulsuz ve sözle�meye ba�lı olarak, sözle�menin di�er tarafından veya tarafın yetkilendirmesi ile nakit veya finansal varlık elde etme hakkı oldu�unda, söz konusu hizmet sözle�mesine dayalı olarak finansal varlık olarak muhasebele�tirir. ��letmeci söz konusu kamu hizmetini kullananlara ilgili hizmetin bedelini yükleme lisansına sahipse, bu sözle�me bir maddi olmayan duran varlık olarak muhasebele�tirilir.

35.Kobiler �çin UFRS’ye Geçi�: Kobiler için UFRS’yi ilk kez uygulayacak olan i�letmeler, önceki muhasebe çerçevelerin kapsamlı UMS/UFRS veya genel kabul görmü� muhasebe ilkelerinin di�er bir seti olmasına bakılmaksızın ilk yıllık finansal tablolarını Kobiler için UFRS’ye uygun olarak düzenleyip sunarlar. Finansal tablolarını Kobiler için UFRS standartlarına göre ilk kez düzenleyecek i�letmeler, geriye dönük olarak raporlama tarihi itibariyle

355

yürürlükte olan tüm standartları uygulamak zorundadır. Geriye yönelik uygulama için zorunlu, seçimlik ve genel muafiyetler vardır.

a)Zorunlu Muafiyetler: Kobi UFRS’yi ilk kez uygulayan i�letmeler a�a�ıdaki i�lemlerin herhangi biri için önceki dönemde kullandı�ı muhasebe uygulamasını de�i�tirmez. Bu muafiyetler �unlardır: Finansal varlık ve yükümlülüklerin bilanço dı�ı bırakılması, hedge (riskten korunma) muhasebesi, tahminler, durdurulan faaliyetler, kontrol gücü olmayan paylar (azınlık payları).

Kapsamlı UFRS, kobiler için UFRS’deki istisnalara ek olarak satı� amacıyla elde tutulan varlıklar olarak sınıflandırılan varlıklara ili�kin zorunlu muafiyete sahiptir.

b)Seçimlik Muafiyetler: Geçmi�e yönelik uygulamaların gereklili�ine yönelik olarak muafiyetler �unlardır: i�letme birle�meleri, hisse bazlı ödeme i�lemleri, maddi duran varlıklar, yatırım amaçlı gayrimenkuller ve maddi olmayan duran varlıkların gerçe�e uygun de�erlerinin veya yeniden de�erlenmi� tutarlarının tahmini maliyet olarak de�erlenmesi, kümülatif yabancı para çevrim farkları, bireysel finansal tablolar, birle�ik finansal araçlar, ertelenen gelir vergisi, TFRS Yorum 12 (imtiyazlı hizmet anla�maları)’ye göre muhasebele�tirilen bir finansal varlık veya maddi olmayan duran varlıklar, maden kaynaklarının ara�tırılması ve de�erlendirilmesi faaliyetleri, bir kiralamayı kapsayan düzenlemeler, maddi duran varlıkların maliyetine dahil edilen faaliyete son verme yükümlülükleri. Kobi’ler için UFRS’deki muafiyetlerin ço�u kapsamlı UMS/UFRS’de de geçerlidir. Borçlanma maliyetleri ve kiralamalar gibi ek muafiyetler vardır.

c)Genel Muafiyetler: Makul her türlü çabanın gösterilmesine ra�men uygulanabilirli�in olmaması durumunda genel muafiyet geçerlidir. Genel muafiyetlerin kapsamlı UFRS’de de uygulanabilirli�i yoktur.

3.KOB� UFRS �LE KAPSAMLI UFRS’N�N KAR�ILA�TIRILMASI

Kobiler için UFRS, kapsamlı UFRS’nin temeli üzerine kurulmu� olan bir standart setidir. Kobi UFRS’de kapsamlı UMS/UFRS’de yer alan bazı standartlar yer almazken, bazıları da basitle�tirilmi� ve seçenekleri azaltılmı� �ekilde yer almaktadır.

3.1.Kobiler �çin UFRS’de Yer Almayan Standartlar

Kapsamlı UFRS’ yer alan a�a�ıdaki standartlar, Kobilerle ilgisiz oldu�u için, Kobi UFRS’ de yer almamaktadır.

-UFRS 4 Sigorta Sözle�meleri

-UFRS 5 Satı� Amaçlı Elde Tutulan Duran Varlıklar ve Durdurulan Faaliyetler

-UFRS 8 Faaliyet Bölümleri

356

-UMS 33 Hisse Ba�ına Kazanç

-UMS 34 Ara Dönem Finansal Raporlama

3.2.Kobi UFRS ve Kapsamlı UMS/UFRS’lerin Kapsam Bakımından Kar�ıla�tırılması

Kobi UFRS standartlarından 25 bölüm kapsamlı UMS/UFRS’de yer alan standartlardan olu�urken, Bölüm 35 özellikli faaliyetler, 23 Gelir standartları kapsamlı UMS/UFRS’de yer alan iki�er standardı kapsamaktadır. Özellikli faaliyetler; tarım, maden kaynaklarının ara�tırlaması ve de�erlendirilmesi standartlarını kapsarken, hizmet imtiyaz sözle�melerini de kapsamaktadır. Gelir standardı ise kapsamlı UMS/UFRS’de UMS 18 Hasılat ve UMS 11 �n�aat Sözle�meleri standartlarını kapsamaktadır. Bölüm 2 kavramlar ve genel ilkeler kapsamlı UMS/UFRS’deki kavramsal çerçeve ve UMS 1 Finansal Tabloların Sunulu�u standardı ile ilgilidir. Bölüm 3 Finansal Tabloların Sunulu�u, Bölüm 4 Finansal Durum Tablosu, Bölüm 5 Kapsamlı Gelir Tablosu ve Gelir Tablosu, Bölüm 6 Özkaynak De�i�im Tablosu ve Da�ıtılmamı� Karlar Tablosu, Bölüm 8 Finansal Tablo Dipnotları ve Bölüm 22’nin bir kısmı kapsamlı UMS/UFRS’de UMS 1 Finansal Tabloların Sunulu�u ile ilgilidir. Bölüm 11 Temel Finansal Araçlar, Bölüm 12 Di�er Finansal Araçlarla �lgili Hususlar ve Bölüm 22’nin bir kısmı kapsamlı UMS/UFRS’de UMS 32, UMS 39 ve TFRS 7 Finansal Araçlar standartları ile ilgilidir.

3.3.Kobi UFRS’lerin Kapsamlı UMS/UFRS �le Kar�ıla�tırılması (PWC, 2009a;PWC, 2009b;Grant Thornton, 2009;Deloitte, 2009;TMSK, 2009)

Bu kısımda kobi UFRS’ler ile kapsamlı UMS/UFRS’ler arasındaki farklılıklar belirlenmeye çalı�ılmaktadır. Sadece farklılık bulunan standartlara yer verilmi�tir.

1.Finansal Tabloların Sunulu�u ve Özkaynak De�i�im Tablosu ile Gelir ve Da�ıtılmamı� Karlar Tablosu: Özkaynak de�i�im tablosu ile ilgili bir farklılık bulunmaktadır. E�er sadece, dönem süresince kar veya zararlar, temettü ödemeleri, muhasebe politikasındaki de�i�imler ve önceki dönem hatalarının düzeltilmesinin sonucu olarak öz kaynaklarda de�i�me oluyorsa, kapsamlı gelir tablosu ve öz kaynaklarda de�i�im tablosu yerine birle�ik gelir ve da�ıtılmamı� kazançlar tablosu sunulabilir.

2.Finansal Tablo Dipnotları: Kapsamlı UMS/UFRS’lerde 3000 civarında finansal tablo açıklaması olabilecekken, Kobi UFRS’de 300 civarında finansal tablo açıklaması olabilecektir.

3.Finansal Araçlar: a)Kapsamlı UMS/UFRS: UMS 39’da finansal araçlar 4 ayrı de�erleme kategorisine ayrılmı�tır. Bunlar; GUD Farkı Kar-Zarara

357

Yansıtılan Finansal Araçlar, Vadeye Kadar Elde Tutulacak Yatırımlar, Kredi ve Alacaklar, Satılmaya Hazır Finansal Varlıklar.

b)Kobi UFRS: Finansal araçlarla ilgili 2 kategori vardır. Birinci kısım, basit borç ve alacaklar ve di�er temel finansal araçlar içindir, di�er kısım ise, daha kompleks finansal araçlar içindir. Kobi UFRS’de finansal araçlarla ilgili sınıflandırmada, kapsamlı UFRS’de yer alan vadeye kadar elde tutulacak yatırımlar ve satılmaya hazır finansal varlıklar yer almamaktadır. Temel finansal araçların ço�u amorti edilmi� maliyet ile ölçülürken, karma�ık finansal araçlar genellikle gerçe�e uygun de�erle ölçülerek gerçe�e uygun de�er farkları kar veya zarara yansıtılmaktadır.

Riskten korunma (hedging) modelleri kapsamlı UFRS ve kobi UFRS’de farklı de�ildir. Bununla birlikte, Kobi UFRS’de, örne�in sınırlı sayıda risk ve hedging enstrümanına izin verilmesi gibi bazıları daha kısıtlayıcı olan birçok detaylandırılmı� uygulama farklılıkları bulunmaktadır.

4.��tirakler ve �� Ortaklıklarındaki Yatırımlar: a)Kapsamlı UMS/UFRS’de, i�tiraklerdeki yatırımlarda kapsamlı UFRS’de özkaynak yöntemi kullanılarak muhasebele�tirilir. Bireysel finansal tablolar hariç maliyet veya gerçe�e uygun de�er modellerine izin verilmez. �� ortaklıklarındaki yatırımlarda ya oransal konsolidasyon ya da özkaynak yöntemine izin verilir. Maliyet ve gerçe�e uygun de�er modeline izin verilmez.

b)Kobi UFRS’de bir i�letme i�tiraklerdeki veya mü�terek kontrol edilen i�letmelerdeki yatırımlarını i� ortaklıklarındaki yatırımlarını muhasebele�tirmede a�a�ıdaki modellerin birini kullanır: Maliyet modeli (maliyet bedelinden birikmi� de�er dü�üklü�ü zararları dü�üldükten sonra kalan tutar), özkaynak yöntemi, gerçe�e uygun de�er farkı kar zarara yansıtılmak üzere gerçe�e uygun de�er modeli.

5. Yatırım Amaçlı Gayrimenkuller: a)Kapsamlı UMS/UFRS: UMS – 40 Yatırım Amaçlı Gayrimenkuller standardı gerçe�e uygun de�er ve maliyet metodu arasında seçim hakkı verir.

b)Kobi UFRS: E�er gerçe�e uygun de�er ek(a�ırı) çaba ve maliyet gerektirmeden (kolayca) hesaplanabiliyorsa gerçe�e uygun de�er yöntemi seçilir.

6.Maddi ve Maddi Olmayan Duran Varlıklar ve �erefiye: a)Kapsamlı UMS/UFRS’de maddi ve maddi olmayan duran varlıklar için maliyet modeli ve yeniden de�erleme modeli arasında muhasebe politikası seçim hakkı vardır. �erefiye ve sınırsız ömre sahip di�er maddi olmayan duran varlıklar de�er dü�üklü�ü için de�erlendirmeye tabi tutulur, amortisman konusu yapılmaz. Ara�tırma ve geli�tirme giderlerinden, geli�tirme giderleri aktifle�tirilir.

b)Kobi UFRS: Sadece maliyet modeline izin verilir. Ara�tırma ve geli�tirme giderlerinin tamamı dönem gideri yazılır. �erefiye dahil tüm maddi olmayan

358

duran varlıkların sınırlı bir ömre sahip oldu�u kabul edilir ve amortismana tabi tutulur.

7.��letme Birle�meleri: a)Kapsamlı UMS/UFRS’de i�lem maliyetleri hariç tutulur. �arta ba�lı yükümlülükler ödeme olasılı�ına bakılmaksızın kaydedilir.

b)Kobi UFRS’de ise i�lem maliyetleri elde etme maliyetlerine dahil edilir. E�er, i�letmenin ödeme yapması muhtemelse ve bu yükümlülü�ün gerçe�e uygun de�eri güvenilir bir �ekilde ölçülebiliyorsa elde etme maliyetlerinin bir parçası olarak kaydedilir.

8.Hasılat: a)Kapsamlı UMS/UFRS: UMS 18 Hasılat standardını kapsar.

b)Kobi UFRS: UMS 18 kapsamındaki hasılat yanında UMS 11 kapsamındaki in�aat sözle�melerini de kapsar.

9.Devlet Te�vikleri:a)Kapsamlı UFRS: Devlet te�vikleri öz kaynaklarda ya da gelir olarak muhasebele�tirilir.

b)Kobi UFRS: Devlet te�viklerinin muhasebele�tirilmesinde öz kaynak yakla�ımı kullanılmaz.

10.Borçlanma Maliyetleri: a)Kapsamlı UFRS: Özellikli varlıklar için borçlanma maliyetleri aktifle�tirilirken, di�er borçlanma maliyetleri dönem gideri yazılır.

b)Kobi UFRS: Kobi UFRS’de borçlanma maliyetlerinin tümü dönem gideri yazılır.

SONUÇ

Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu 2007 yılında yayınladı�ı tasla�a ili�kin de�erlendirmeleri dikkate alarak Kobi’ler için UFRS’leri hazırlamı� ve söz konusu tasla�a ili�kin görü� ve öneriler dikkate alınarak 9 Temmuz 2009 tarihinde “Kobiler �çin UFRS (IFRS for SMEs)” yayınlamı�tır. Kobi’ler için UFRS kamuya hesap verme yükümlülü�ü bulunmayan ve dı�sal kullanıcılar için genel amaçlı finansal tabloları yayınlayan i�letmelerin finansal raporlama ihtiyaçlarını kar�ılamak için düzenlenmi�tir. Bu standartlar hazırlanırken kapsamlı “Uluslararası Muhasebe Standartları” (UMS) ve “Uluslararası Finansal Raporlama Standartları” (UFRS)’lerden yola çıkılmı� ve fayda-maliyet analizleri çerçevesinde de�i�iklikler ve basitle�tirmeler yapılarak, UFRS’lere dayanan basite indirgenmi�, kendine yeten bir muhasebe ilkeleri seti olu�turmak amaçlanmı�tır. Kobi UFRS, kapsamlı UFRS’nin kolayla�tırılmı� bir versiyonudur. Kobi UFRS ile kobilerde halka açık �irketler gibi UFRS uygulamasının sa�ladı�ı avantajlardan yararlanabileceklerdir.

KAYNAKÇA

359

Deloitte, (2007), Taslak KOB� Muhasebe Standartları’nın Uluslararası Finansal Raporlama Standartları’ndan (UFRS) Farklı Olan Yanları Nelerdir? Bülten No: 14, www.denetimnet.net

Deloitte, (2009), Simplified Financial Reporting – IASB provides relief for SMEs, IAS Plus Update, www.deloitte.com

Ekodialog.com, “Büyüklüklerine Göre ��letmeler”,

http://www.ekodialog.com/isletme_ekonomisi/isletme_ekonomisi_siniflandirilmasi_2.html

Grant Thorton (2009), The IFRS For Small and Medium-Sized Entities, IFRS New Special Edition, www.gtturkey.com/UD_OBJS/PDF/IFRS/200909_KO_OLCEKLI_ISLETMELER.pdf

IASB, (2009), IFRS for SMEs, http://www.iasplus.com/standard/ifrsforsmes.htm

Kobiklinik.com, Kobi Nedir? http://www.kobiklinik.com/tr/makale.asp?ID=196

PWC, (2009a), Küçük ve Orta Ölçekli �irketler �çin UFRS Kılavuzu – 2009, Pricewaterhouse Coopers Denetim ve Danı�manlık Hizmetleri.

PWC, (2009b), IFRS for SMEs IFRS Swiss GAAP FER Similarities and Differences, Pricewaterhouse.

Resmi Gazete, (2005), “Küçük ve Orta Büyüklükteki ��letmelerin Tanımı, Nitelikleri ve Sınıflandırılması Hakkında Yönetmelik” 18 Kasım 2005.

TMSK, (2009), IASB, Kobi Muhasebe Standartlarını (IFRS for SMEs) Yayınlamı�tır, www.tmsk.org.tr

360

361

KÜRESEL MAL� KR�Z VE TÜRK�YE

Lale Alkıno�lu KARAMIZRAK1

ÖZET

Dünya ekonomisi küreselle�me sürecinde mal ve finans piyasalarında serbestle�me ya�amı�, böylelikle ülkelerin piyasaları arasındaki sınırlamalar azalmı�tır. �leti�imdeki hızlı geli�meler finans sektöründe paralel etkilere yol açmı�tır. Finansal liberalizasyon politikaları 1980’li yıllardan sonra yo�unluk kazanmı�; bu geli�meler ülke ekonomilerini birbirinden etkilenen kırılgan bir yapıya sokmu�tur. ABD’de konut sektöründe ba�layan ve Avrupa ülkelerine de sıçrayan küresel mali krizden Türkiye ekonomisinin de etkilenmesi olasıdır. Ancak, 2001 yılında ya�anan finansal kriz sonrasında bankacılık kesimindeki yeniden yapılanmanın Türk ekonomisindeki kırılganlı�ı önemli ölçüde azaltması nedeniyle, ulusal ekonominin bu krizden daha az hasarla çıkaca�ı beklenebilir.

Anahtar Kelimeler: Mali Kriz, Liberalle�me, Küreselle�me, Kırılganlık

GLOBAL FINANCIAL CRISIS AND TURKEY

ABSTRACT

World economy has experienced liberalization in goods’ and finance markets in the globalization process, with lower limitations between countries’ markets. Fast developments in the communication field led to a parallel growth in the financial sector. Financial liberalization policies have increased following the 80’s, resulting in fragile national economies affecting each other. Turkish economy will certainly be affected by the global financial crisis that started in the housing sector in the USA, which spread to Europe. Still, it might be expected that the Turkish economy will go through this crisis with less damage, due to the reorganization in the banking system that has considerably decreased economic fragility, following the 2001 financial crisis.

Key Words: Financial Crisis, Liberalization, Globalization, Fragility

1. Giri�

Dünya ekonomisi XX. yüzyılın son çeyre�inde geleneksel siyasi blokların ortadan kalktı�ı, liberalizmin güçlendi�i, teknolojik geli�melerin hızlı de�i�ime olanak sundu�u bir dönem geçirdi. �leti�im ve ula�tırma teknolojilerindeki hızlı geli�me dünyayı ekonomik, siyasal ve kültürel bir küreselle�meye do�ru itti. Böylece ülke piyasaları arasındaki sınırlamalar büyük ölçüde ortadan kalktı.

Küreselle�me süreci içinde finans sektörü de önemli de�i�imler geçirerek dünya ekonomisinde sınırların ötesinde etkin bir yer edindi. Pek çok ülke 80’li

1 Yrd. Doç. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi �.�.B.F. �ktisat Bölümü, �ZM�R

362

yılların ba�larından itibaren mali piyasalara ili�kin baskılama içeren yasaları yürürlükten kaldırdı veya düzenledi. Bu geli�meler, ülkelerin birbirlerinden kısa sürede önemli ölçüde etkilenebilir ekonomilere sahip olmalarına yol açmı�tır. Bu çalı�ma, önceki küresel krizlerle birlikte ABD’de ortaya çıkan son finansal krizi irdelemeye ve Türkiye ekonomisine olası etkilerini öngörmeye yöneliktir.

2. Finansal Liberalizasyon

Bu kavram; 1970’li yılların ortalarından itibaren geli�mekte olan ülkelerin ekonomik kalkınmasını sa�lamak ve büyümelerini gerçekle�tirmek için R.I. Mc Kinnon ve E. Shaw tarafından etkili bir yöntem olarak ortaya atılıp tanımlanmı�tır. Küreselle�me politikaları çerçevesinde kavram; 1980’lerde Malezya, Filipinler ve Endonezya gibi Do�u ve Güney Do�u Asya ülkelerinde uygulama alanı bulmu�; 1990’lı yıllarda ise Türkiye’de uygulanmı�tır.

Finansal liberalizasyon yakla�ımı, literatüre “finansal baskılama” ve “finansal derinle�me” gibi terimleri de kazandırmı�tır. Fiyat denetimleri, vb. yöntemlerle bir ülkede finans piyasalarının etkin bir �ekilde çalı�masına izin verilmiyorsa, o ülkenin finans sistemi baskılanmı� olur. Bunun sonucunda negatif ya da çok dü�ük reel faizden dolayı tasarruf araçlarının çe�itlenmesi ve etkin kullanımı engellenmi� olacaktır. Bu da ülke dı�ına kaçan sermayeye, ya da tasarruf sahiplerinin kaynaklarını verimsiz alanlarda kullanmalarına neden olacaktır (Atamtürk, 2003: 43; Karabulut, 2003: 77).

Finansal baskılama ile devlet çok dü�ük faiz oranları üzerinden borçlanır ve finansmanını sa�lar. Kamu bankalarının bankacılık sisteminde büyük paya sahip olması da bu durumu destekler. Mc Kinnon ve Shaw yakla�ımına göre; finansal baskılamaya neden olan unsurların kaldırılmasıyla deregülasyon sa�lanacak, böylece finansal derinlik artacaktır. Hem ülkeye fonların girmesi, hem de artan tasarrufların verimli yatırımlara yönelmesi mümkün olacaktır.

Finansal liberalizasyon; iç ve dı� liberalizasyon olmak üzere iki a�amada yapılabilir. �ç piyasalardaki faiz tavanlarının, giri� kısıtlamalarının ve likidite güçlüklerinin kaldırılması iç liberalizasyon olarak tanımlanırken; sermaye hareketlerinin önündeki engellerin kalkması ve yerli paranın konvertibilitesinin sa�lanması ise dı� finansal liberalizasyondur. Dı� finansal liberalizasyon, kısa vadeli sermaye hareketlerini arttıran, do�rudan yabancı sermaye yatırımlarını geli�tiren bir uygulamadır. Finansal liberalizasyon sonucunda gelen fonlar etkin yatırımlara yönelecek, sistem istikrarlı hale gelecektir (Karabulut, 2003: 77-78).

Küreselle�me ve finansal liberalizasyonla klasik bankacılık dönemi sona erdi ve bankalar portföy yönetimi ile ürün ihracatında uzmanla�arak finans piyasasının geli�mesinin temel unsuru olmaya ba�ladılar. Co�rafi sınırların a�ılması, bankaların özel alanlarının dı�ında her türlü i�leme katılabilir olmaları, finansal i�lem komisyonlarında her türlü yönetimsel müdahale ve sınırlamaların kaldırılması, yeni finansal düzenin ya da küreselle�mesinin temel unsurlarını olu�turdu. Finans sektöründe 1980’lerin ba�ından itibaren ya�anan bu de�i�im,

363

önceki dönemlerden farklı olarak, ekonomik yapıların ekonomik ili�kilerce belirlendi�i yeni bir düzen getirmi�tir.

Devletlerin bütçe açıkları nedeniyle giderek artan finansman ihtiyaçları ve tasarrufçuların sosyo-ekonomik nedenle de�i�en tutumu, yeniden yapılanmaya çalı�an �irketlerin davranı�larıyla birle�ince, uluslararası finans piyasaları güçlenerek türev piyasalarında da çok hızlı bir geli�me ortaya çıktı. Finans sisteminin serbestle�mesi ve küreselle�me yeni finans araçlarını gündeme getirip uygulanmakta olanlara da yeni fonksiyonlar yükledi. Bu fonksiyonlar; riskleri önlemek, ekonomi aktörlerinin döviz kurları, faiz ve mal fiyatlarında olu�an dalgalanmalardan koruma amaçlarını ta�ır (Odaba�ı, 1999: 38).

Finansal liberalizasyon politikalarının temel amacı ekonomik büyümeyi hızlandırmaktır. Öncelikle faiz oranlarının yükseltilmesiyle tasarruflar ve ödünç verilebilir fonlar artar, bunları takiben de yatırımlar artar. Yatırım finansmanı için iç ve dı� kredi bulma imkanları da geni�ler. Finans aracıları, yatırım projelerini finanse ederek ekonomik büyümeye hız katarlar (Co�kun, 2001: 39).

Finansal liberalizasyonun ekonomik büyümeyi hızlandırdı�ı görü�ü yaygın olmakla birlikte, riskli sermaye akımlarının krizlere neden olabilece�i yönünde de görü�ler vardır. Finansal liberalizasyonun ardından gelen hızlı büyüme süreci, ekonomiyi krize de açık hale getirir. Zira finansal liberalizasyon sonrası finansal baskının gev�etilmesi; piyasa aktörlerinin kredi riski almalarına neden olarak ekonomiyi daha kırılgan ve krize e�ilimli bir yapıya sokar (Westermann ve Martinez, 2003: 2-5).

Finansal liberalizasyon ve finansal kriz ili�kisini inceleyen bir ara�tırmaya göre; liberalizasyon sonrası incelenen 35 ülkeden 24’ünde kriz ya�andı�ı; yo�un kriz ya�ayan 14 ülkeden dokuzunda net özel sermaye giri�inin e�ik düzeyi (GSMH’nin %3’ü) a�masını izleyen 2-4 yıl içinde ekonomik kriz gerçekle�ti�i gözlenmi�tir. Tablo 1’de finansal liberalizasyon sonrası bu dokuz ülkede ortaya çıkan kriz dönemleri verilmektedir. Sermaye giri�lerinde kısa vadeli sermaye akımlarının payı arttıkça ekonomik kırılganlık artmaktadır (Yay, 2003: 31).

Tablo 1: Finansal Liberalizasyon ve Kriz �li�kileri

Ülke Liberalizasyon Yılı Kriz Dönemleri Brezilya 1975 1985, 1994 Arjantin 1977 1980, 1989, 1994, 2001 Malezya 1980 1985, 1997 �ili 1980 1981 Kolombiya 1980 1982 Türkiye 1987 1994, 2001 Meksika 1989 1992, 1994 Güney Kore 1991 1997 Zambiya 1992 1995

Kaynak: G. Karabulut, “Finansal Liberalizasyon-�ktisadi Kriz �li�kisi”. �ktisat Dergisi, Haziran 2003, s. 77-81.

364

Özellikle geli�mekte olan ülkelerde finansal liberalizasyon kısa vadeli sermaye hareketlerini arttırmı�tır. “Sıcak para” olarak da tanımlanan ve son yıllarda ya�anan pek çok krizden sorumlu tutulan sermaye hareketleri; spekülatif, kısa dönemli, yüksek risk ta�ıyan akımlardır. Bu sıcak para akımları, ulusal piyasalarda yüksek reel faize yönelirken döviz rezervini arttırarak ulusal paraları a�ırı de�erlendirir. A�ırı de�erleme ithalatı ucuzlatıp ihracatı gerileterek cari i�lemler açı�ını büyütür. Kısa vadeli sermaye hareketleri; ulusal ekonomiyi dı�a ba�ımlı yapay büyümeye sokarken, döviz kurlarındaki dalgalanmalara kar�ı daha kırılgan hale getirerek ekonomik krize ortam hazırlamaktadır.

Finansal küreselle�me, finans sektöründeki istikrarsızlı�ın reel ekonomiye de ta�ınarak kısa sürede ekonomik kriz yaratıp ülkeler arasında yaygınla�masına yol açabilir. Ulusal ekonomilerin önceki dengesizliklerinden do�an finansman açı�ını kar�ılama fonksiyonu olan sermaye hareketleri giderek bu i�levi terk etmi�, arbitraj kazancı pe�indeki spekülatif para hareketlerine dönü�mü�tür. Finansal liberalizasyon sonrası sermaye hareketleri incelendi�inde; ülkelerin borçlanmalarının resmi kanallardan uluslararası özel finans piyasalarına yöneldi�i görülür. Bu durum, geli�mekte olan ülkelere yönelik sermaye hareketlerinin bile�imini etkileyerek kısa vadeli sermaye ve portföy yatırımı oranlarını hızla büyütmü�, ekonomik istikrarsızlı�ı besleyen bir yapıya neden olmu�tur. Kısa vadeli sermaye hareketleri makro ekonomik politikalara, bankacılık sistemine ve beklenmedik geli�melere kar�ı a�ırı duyarlılık gösterir. Bu duyarlılık, finansal krizleri yaratan ortamı da beraberinde getirmektedir.

IMF ve UNCTAC kaynaklı verilere göre; ulusal finans piyasalarının spekülatif saldırılara daha açık hale gelmesi, merkez bankalarının daha yüksek rezerv olu�turmasına neden olmakta, bu da ülkede reel yatırımlara ayrılan kaynakları giderek daraltmaktadır. Geli�mekte olan ülkeler yüksek reel faizle sa�layabildikleri sermaye giri�lerinin yakla�ık 1/3’ünü rezerv tutmakta, yatırım finansmanına katkıda bulunamamaktadır (Yeldan, 2002: 7).

3. Finansal Kriz Ya�ayan Ülke Örnekleri

3.1. Meksika Krizi

Olumlu konjonktürün etkisiyle 1980’lerin sonunda ülkeye yönelen kısa vadeli sermaye hareketleri, toplam talebin artmasına, gayrimenkul ve hisse senedi fiyatlarının yükselmesine neden olmu�tur. Özel sektöre açılan kredilerin arttırılması, çıpaya dayalı döviz kuru politikasının sürdürülmesi, ABD’de faiz oranlarının yükselmesi ve politik istikrarsızlık Meksika ekonomisine duyulan güvenin sarsılmasına yol açmı�tır. Bankacılık sisteminde etkin bir düzenleme ve denetleme mekanizmasının bulunmaması bu durumu körüklemi�tir.

Aralık 1994’de aylık cari i�lemler açı�ı 2.2 milyar USD’a, GSMH’nin %8’ine ula�mı�tır (Kozano�lu, 1995: 58). Bu dönemde para birimi büyük çökü� ya�amı� ve 20 Aralık 1994’de peso devalüe edilmek zorunda kalmı�tır. Uluslar arası rezervler iki günde 5 milyar USD erimi�, peso dalgalanmaya bırakılmı�tır.

365

Bu durum faiz oranlarının a�ırı yükselmesine yol açmı�, banka portföyleri hızla bozulmu�tur. Uluslar arası yatırımcı fonları hızla çekerek krize neden olmu�tur.

Meksika ekonomisinden 1995’de 3.4 milyar USD portföy yatırımı çıkmı�, 1993 yılında 25 milyar USD olan merkez bankası rezervleri 1994’de 6 milyara gerilemi�tir. Hükümeti dolara endeksli kısa vadeli borçlarını ödeyemeyece�i noktaya getiren kriz, di�er Latin Amerika ülkelerine de sirayet etmi�tir. ABD 20 milyar USD’si döviz istikrar fonundan olmak üzere 50 milyar USD’lik yardım paketiyle Meksika’nın bu sorununa çözüm getirdi. Kriz sonrasında Meksika ekonomisi % 6 küçüldü. Ülkenin kendini yeniden toparlaması 1996 yılını buldu.

3.2. Asya Krizi

Asya ülkelerinde ulusal para birimlerinin reel olarak de�erlenmesi, kısa vadeli borçların artması ve cari i�lemler dengesinin bozulmasıyla döviz piyasasında dengesizlik olu�mu�tur. Bu süreçte Asya ülkelerinde dövize yönelik spekülatif hareketler artmı�; istikrarsız geli�meler 1997 yılında döviz krizine neden olmu�tur. Kısa vadeli sermaye özel sektörün getiri oranlarını yükselterek a�ırı yatırıma ve borçlanmaya neden olmu� ve varlık fiyatları normalden fazla artmı�tır. Bölge ekonomilerinin krize girmelerinde, bu ülkelerin ba�landı�ı doların yene kar�ı de�er kazanması da önemli rol oynamı�tır (Gerek, 1999: 76).

Tayland’da temmuz ayında döviz kurunun çökmesi ve devalüasyon yapılması ile ortaya çıkan kriz, birbirleriyle çok sıkı ili�kideki Asya ülkelerini de etkilemi�, bu ülkeler hızla durgunlu�a girmi�tir. Krizin nedenleri arasında en önemlisi, bölge ülkelerinin sa�lam bir mali sisteme sahip olmamalarıydı. Bu durum, mali sistemlerin genelde dı�a kapalı olmasından ve bankaların yanlı� borçlanma ve kredi politikalarından kaynaklanmı�tı. Bu kırılgan yapının anla�ılması ile piyasadan çıkı�ları durdurmak imkansız hale gelmi�tir.

IMF ve bölge ülkeleri Tayland’ın iste�i üzerine finans sistemini A�ustos 1997’de desteklediler. Ancak IMF kriz çıktıktan sonra müdahale etti�i için krizin bölge ülkelerine sıçramasına engel olamadı. Malezya, Endonezya ve G. Kore paraları % 40 kadar de�er kaybetti. Japonya ve Hong Kong borsaları önemli dü�ü�ler ya�adı. G. Kore �irketlerinin üçte biri iflasın e�i�ine geldi.

Asya krizi her yönüyle mali kriz olma özelli�ini ta�ımaktadır. Çünkü krize giren tüm bölge ülkelerinde ekonomilerin küçülmesine, borsaların çökmesine, uluslar arası alanda kredi akı�ının azalmasına, ulusal ve uluslar arası düzeyde ticaret hacminin dü�mesine neden olmu�tur. Güneydo�u Asya’da ba�layan kriz 1998 yılında Rusya’ya sıçrayarak küresel bir nitelik kazanmı�tır.

3.3. Rusya Krizi

Serbest piyasa ekonomisine geçi� sürecinde önemli ekonomik reformlar yapan Rusya Federasyonu, ekonomik sistemde sa�lıklı bir yapı olu�turamamı�tı. Rusya’da kayıt dı�ı ekonominin büyüklü�ü, bütçe gelirlerinin dü�üklü�ü ve finansal yapının zayıf olu�u sorunların en ba�ında gelmekteydi.

366

Asya krizinin Rusya üzerindeki ilk etkisi ülkeden yo�un sermaye çıkı�ları oldu. Hammadde fiyatlarındaki dü�ü�ler cari i�lemler açı�ının büyümesine yol açtı.

IMF Rusya’ya 22.6 milyar USD’lik mali destek sa�layarak; bütçe açıklarını azaltıcı önlemler almak, merkez bankası ulusal rezervlerini arttırmak, kısa vadeli iç borç vade yapısını uzatmak �eklindeki ekonomik programı onayladı. IMF’den gelen bu fon devalüe olmu� rublenin desteklenmesinde kullanıldı. Yine de Rusya ekonomisinde düzelme olmamı�, dı� yatırımcı kriz endi�esi ile kredilerini çekmi�tir. Altın-döviz rezervi Temmuz 1998’de 19 milyar USD’den A�ustos ayında 15 milyar USD’ye gerilemi�, döviz hareketlerine sınırlama getirilerek moratoryum ilan edilmi�tir. Ruble %33 oranında de�er kaybetmi�, Moskova borsası büyük dü�ü�ler ya�amı�tır.

A�ustos 1998’de ba�layan kriz, 1999’un ikinci yarısında petrol ve maden fiyatlarının yükselmesinin etkisiyle ihraç gelirlerinin artması, mevduatlara garanti getirilmesiyle etkisini azaltmı�tır. Döviz rezervleri Haziran 1999’daki 11 milyar USD’den Nisan 2002’de 38 milyar USD’ye çıkmı�tır. �stikrarlı döviz kuru politikası, para arzının kontrolü ve artan enerji fiyatları ekonominin parasal temelini sa�lamla�tırmı�, enflasyonla mücadelede ba�arı nedeni olmu�tur.

3.4. ABD Krizi

ABD’nin ya�adı�ı mali kriz konut sektöründen kaynaklanmı�tır. 2001 yılında uygulanan gev�ek para politikası, varlık fiyatlarının yanı sıra konut fiyatlarını da �i�irmi�tir. Dü�ük gelir düzeyine sahip olanlar, faizlerin dü�ük, vadelerin ise uzun olması nedeniyle yo�un bir konut talebinde bulunmu�lardır. Fiyatlar sürekli arttı�ı için, ne konut alanlar, ne de konuta ipotek koyan mali kurumlar zarar görmemi�tir. Bu kurumlar ellerindeki ipotekleri mali teminata çevirerek satmı�; bunu alan bankalar ise “hedge” fonlara ya da ba�ka alanlara yatırım yapmı�lardır. Zamanla konut talebi dü�ünce ve sıkı para politikası uygulanınca konut fiyatları dü�mü�, ipotek teminatları hızla de�er kaybetmi�tir. Böylece yatırım bankaları sıkıntıya dü�mü�lerdir. Bu duruma esasında, finans sisteminin yüksek riskli ka�ıtları dü�ük riskli ka�ıtlarla harmanlayıp yeni türevler yaratması ve bunları dü�ük riskli, yüksek getirili ka�ıt gibi yatırımcılara sunması yol açmı�tır. �çinden çıkılamayan risk yuma�ı bu �ekilde olu�mu�tur.

Dünyanın en büyük konut kredisi finansman kurulu�u Bear Stearns çökünce, 29 milyar USD’ye devletin güdümüne alınmı�, Fannie Mae ve Freddie Mac isimli konut finansman �irketleri devletle�tirilmi�, Lehman Brothers �irketinin batmasına ise göz yumulmu�tur. Merill Lynch’i Bank of America satın almı�; bankacılık sektörünün iki büyük yatırım banksı olan Goldman Sachs ile Morgan Stanley mevduat bankası haline gelmi�lerdir.

ABD’de asıl sorun, yatırım bankalarının elindeki “toksik varlıklar” denilen alıcısı kalmamı� “mortgage” ka�ıtlarının menkul kıymet olarak sisteme girmi� olmasıdır. ABD’den Avrupa’ya yayılan finansal çökü�ün temel nedeni, ABD’de konut balonunun patlamasıyla ba�layan süreçte tüm finans kurum ve

367

sistemine güvenin sarsılmasıdır. Bunalımın yaygınla�masında, birbirine güvenemeyen ve bankalar arası piyasayı kilitleyen finans kurulu�ları önemli rol oynamı�tır. ABD ve AB’deki güven kaybının boyutları finans sistemiyle sınırlı kalmayacaktır. Toplum bankalara ve mali sisteme güvenini kaybetmi�tir. Finans sisteminde çalı�anların astronomik ücretlerine tepkili olanlar geleceklerinin güvencede oldu�una inanmamaktadır. Topluma yerle�en güven bunalımını a�mak uzun bir süreç gerektirir. Güven krizi piyasalara ödeme krizi olarak yansımaktadır.

ABD’de likidite sıkıntısı ya�anması, dolar faizinin çok yükseklere çıkmasına neden olmu�tur. Dünyanın her yerinde dolara olan talep de bir nedendir. FED’in likiditeyi piyasa ve kurumlara yaygın �ekilde da�ıtması gerekecektir. Hacizli ipotek alacaklarından kurtulan banka ve yatırım kurumları yeni finansman imkanları bulup piyasaya yeni kredi imkanı sunabilecektir. Bu kurtarma planına göre, iflas etmi� ya da zordaki mali kurumların üst düzey yöneticileriyle i�ten çıkarılan di�er yöneticilerine sınırlı bir kıdem tazminatı verilecektir. Hükümet, kurtarma paketi içinde yardımda bulundu�u �irketlerden hisse senedi satın alarak vergi mükelleflerine bu �irketlerin gelecekteki karlarını payla�ma imkanı sa�layaca�ını ifade etmektedir. Bu paketten de anla�ılaca�ı gibi, ABD’de mali kesimin tek ve en büyük yetkilisi devlet olmu�tur.

Avrupa ülkelerinde finans kesiminin ya�ayaca�ı krizin boyutları henüz tahminden öteye geçememekte ise de, AB’nin kurumsal yapısında finans sistemini destekleyecek bir organın bulunmaması krizin bedelinin a�ır olaca�ının dü�ünülmesine yol açmaktadır.

4. Küresel Mali Krizin Türkiye Ekonomisine Etkileri

Türkiye ekonomisi 2001 krizi sonrası aldı�ı önlemlerle bankacılık sistemini daha sa�lıklı bir yapıya kavu�turdu. Mali kesimde eskisi kadar büyük özkaynak ve kur riski sorunu bulunmamaktadır. Ayrıca Türk bankalarında ABD ve Avrupa bankalarının ba�ına dert olan “toksik madde” tanımlı ka�ıtlardan da yoktur. Ancak ABD ve AB’de finans sisteminden reel ekonomiye yansımaya ba�layan krizin ekonomimizi etkilememesi mümkün görünmemektedir.

Gerçekten bazı yabancı derecelendirme kurulu�ları ve uluslar arası ara�tırma birimlerinin raporlarında Türkiye ekonomisi bu küresel mali krizden en fazla etkilenecek ülkeler arasında gösterilmektedir. Financial Times 15 Nisan tarihli sayısında ülkelerin dı� kaynak ba�ımlılı�ı ile çektikleri dı� kayna�ın geri kaçma olasılı�ı dikkate alınarak Türkiye; Romanya, Baltık ülkeleri, Güney Afrika ve �zlanda ile birlikte riski en yüksek ülkeler olarak belirlenmi�tir. Türkiye’nin dı� kayna�a ihtiyaç fazlalı�ı, dı� açık risk yüksekli�i ve ülkeye gelen sermaye akımlarının oynaklı�ı nedeniyle; krizden olumsuz etkilenecek ülkelerin ba�ında geldi�i ifade edilmektedir (Milliyet, 20.4.2008).

Dü�ük kur-yüksek faiz politikasının izlenmesi ile devletin aracı oldu�u garantili bir rant ekonomisi yaratıldı. Önceleri ülke vatanda�larının yararlandı�ı

368

bu durumdan yabancılar da yararlanıp büyük kar transferleri yapmaya ba�ladılar. Ayrıca sermaye akımlarını hızlandıran küreselle�me, fonların ve petrol fiyatlarının artmasıyla biriken petro-dolarların Türkiye’ye gelmesinde etkin bir rol oynadı. Böylece Türkiye ekonomisi 2001 krizi sonrasında uluslar arası piyasalardan kaynaklanan finansal geni�leme ve ucuz kredi imkanına kavu�tu. Bunun sonucunda ise 2002’yi takiben küresel finans piyasalarına dı� borç miktarı giderek yükseldi. Toplam dı� borç tutarı 2003 ba�ında 129.6 milyar USD’den 2006 Haziran’ında 284.4 milyar USD’ye yükseldi. Bu süreçte biriken 154.8 milyar USD’lik net dı� borcun ana kayna�ı özel sektör borçlanmasıdır.

Türkiye son küresel krizi yüksek cari açık ve dı� borçla kar�ılamaktadır. Milli gelirin %5’ini a�an ve süreklilik gösteren dı� açıklar ülke ekonomisi açısından riskli görünmektedir. Oysa Türkiye ekonomisi 2005’den bu yana milli gelirin %5’ini a�an cari açık sorunuyla ya�amaktadır. Cari açı�ı finanse etmekte ülke öncelikle kısa vadeli sermaye akımı kaynaklı sıcak paraya güvenmektedir.

Ancak 2007 yılında 59 milyar USD’ye yakın döviz, temelde sermaye akımı olarak ülkeye geldi. Bunun 22 milyar USD’si do�rudan yabancı sermaye, 32 milyar USD’si de özel sektörün kullandı�ı kredidir. Son ya�anan krizle dünya kredi sistemi daralmaya ba�ladı�ı ve iç piyasalarda yava�ladı�ı için kredi kullanımı azalacaktır. O zaman dı� açı�ın finansmanı Türkiye için daha büyük sorunlar getirecektir. Bankaların yurt dı�ına yapacakları borç ödemeleri artacaktır. Bankalar 2007 yılında dı� piyasadan net 0.8 milyar USD sa�lamı�ken 2008 yılında 2.5 milyar USD ödeyeceklerdir. Özel kesim daha önce 30.5 milyar USD kredi bulmu�ken �imdi 20 milyar USD bulabilece�i bile tartı�ılmaktadır.

Özel kesim ve devletin elindeki tüm de�erli yatırımlar yabancılara satılarak dı� açık kapatılmaktaydı, ama bu yöntemin sürdürülebilir ve istikrarlı olmaması kriz sonrası dı� açıkların kapatılmasını yava�latacaktır.

Türkiye ekonomisinde son dönemde bir iç talep daralması ya�anmakta iken küresel mali kriz bu durgunlu�u daha da arttıracaktır. Kriz nedeniyle dı� talebin azalması ülkemizin ihracat potansiyelini dü�ürecektir. Önümüzdeki yıl %3’lük büyüme hedefine ula�mamız bu ko�ullarda pek mümkün görünmemektedir. Büyümenin yava�laması ithalatı da yava�latacaktır. Kriz öncesinde bile ithalatta belirgin bir dü�ü� gözlenmektedir. A�a�ıdaki tablodan anla�ılaca�ı gibi, yatırım malları ithalatı dü�erken, ara mallarda artı� olmakta, ancak bu artı� enerji fiyatlarındaki artı�tan kaynaklanmaktadır.

Tablo 2: Türkiye’nin �thalat Da�ılımı (% olarak)

2007 2008/3 2008/4 2008/5 2008/6 2008/7 2008/8 Yatırım Malı 19.9 21.8 17.1 7.4 11.5 9.6 -0.7 Ara Malı 22.6 27.4 41.6 34.8 43.1 41.8 40.4 Tüketim Malı 33.4 31.0 10.9 25.6 34.3 23.0 15.8

Kaynak: TÜ�K, Dı� Ticaret �statistikleri, 2008

369

Son dönemde tüketim malları ithalatında da bir dü�ü� gözlenmekte olup, bunun krizle daha da dü�ece�i beklenmektedir. Türkiye ekonomisinin öngörülen %3’lük orandan daha az büyüyece�i ve küresel kriz nedeniyle dı� talebin de daralaca�ı göz önüne alınırsa; dı� açı�ımızın temel kayna�ı olan ithalat daralacak ve dı� açık biraz küçülecektir. Ancak dı� talebin daralmasının ithalatı dü�ürmesinin yanı sıra ihracata da olumsuz etkisi olacaktır.

Küresel mali kriz sonucu kredi imkanlarının azalması banka ve �irketlerin borçlanmasını zorla�tıraca�ı için ekonomide durgunluk ya�anması olasıdır. E�er durgunluk çok artarsa, kredi ödeme sorunları likidite sorunlarına neden olabilir. Özel kesimin a�ırı dı� borçları, bunların çevrilmesinde ya�anacak en ufak sorunda bankaları da etkileyecektir. Ayrıca bankaların da dı�arıya büyük borçlarının olması sorunları daha da büyütebilecektir.

5. Sonuç ve Öneriler

Türkiye ekonomisi krizler konusunda oldukça deneyim kazanmı�tır. Krizleri önlemede etkin olunamasa da, kriz sonrasında elde edilen bilgiler ekonomiyi daha kötüye gitmekten alıkoyabilmektedir.

Ya�anan küresel mali krizin sadece finans sistemiyle sınırlı olmayaca�ının, reel sektörü de etkileyece�i gerçe�inin unutulmaması gerekir. Bu süreç ulusal üretimde önemli ölçüde gerileme ve istihdam düzeyinde dü�ü�le birlikte ekonomide durgunluk ya�anmasına neden olacaktır. Küresel krizi geçici bir konjonktürsel olgu olarak görmek, reel sektörde ciddi sorunlara yol açabilir.

IMF tarafından yayınlanan 2006 Dünya Ekonomik Görünümü raporunda finansal krizin reel sektör üzerindeki olası etkilerinin de�erlendirmesi yapılarak, “finansal gerilimlerin reel ekonomiyi sert bir �ekilde vurmasının beklendi�i, ticari ve yatırım bankalarında meydana gelen ve gerilim yaratan finansal krizlerin ekonomilerde ciddi yava�lamalara yol açabilece�i” uyarısı yapılmı�tır.

Bu nedenle Türk ekonomisinde reel sektörü destekleyici önlemlerde, ulusal sanayinin güçlendirilmesi, dı�a ba�ımlı üretim yapısını yaratan ko�ullardan kurtularak ba�ımlılı�ı azaltan sektörlerin te�vik edilmesi gerekmektedir. Ayrıca istihdam sorununun çözümünde iç talebe yönelik üretimin özellikle emek-yo�un sektörlerle arttırılması önem kazanmaktadır.

�ç ve dı� piyasalarda ya�anan talep daralması nedeniyle, üreten ve ihracat yapan �irketlerin kredi ihtiyaçlarını kar�ılamak amacıyla MB’nin bankalara deste�ini arttırması gerekir.

Halen bankacılık sistemimizde mevduata devlet güvencesi 50000 YTL ile sınırlıdır. Panik havasından etkilenmemek için henüz bankalara ve piyasalara olan güven erozyona u�ramamı�ken bu limit yükseltilmelidir. Pek çok ülke mevduata %100 garanti vermektedir. Bankalar arası faiz yarı�ına neden olabilece�i için, bu durum üzerinde dikkatle dü�ünmeyi gerektirir. Zorda olan bankalar “%100 güvence var” diyerek mevduat toplayabilir. Faizler ortalamanın

370

çok üzerine çıkıp daha büyük sorunlara yol açabilir. Banka sisteminin sa�lam oldu�una dair inancın desteklenmesi için en azından üst limitler yükseltilebilir.

Türk döviz piyasası oldukça sı� görünmekte, döviz alım satımında ya�anan de�i�iklikler fiyatları hemen etkilemektedir. Bunu önlemek için MB bankalara teminat kar�ılı�ı döviz kredisi vermelidir. Bu tür bir borçlanma imkanı piyasaların sı�lı�ını ortadan kaldırabilir. Küçük miktarlarda alım satımlar sonucunda MB fiyatların istikrarlı olmasını sa�layabilir.

Son öneri olarak, piyasalarda güveni arttırmak için IMF ile bir destek anla�masının yapılması da piyasaları rahatlatan bir unsur olarak görülmelidir.

Bütün dünyada piyasaların daralaca�ı, her ülkenin kendi �irketlerini korumak için önlemler alaca�ı yeni bir süreç olu�maktadır. Devletin ekonomiye müdahalesinin her alanda daha fazla hissedilece�i ve belirleyici olaca�ı bu süreçte Türkiye ekonomisi de yerini alacaktır.

KAYNAKÇA

ATAMTÜRK, Burak (2003), “Finansal Liberalizasyonun Etkileri”, �ktisat Dergisi, 438 (Haziran), 42-46.

CO�KUN, M. Necat (2001), “Geli�mekte Olan Ülkelerde Bankacılık Krizleri”, Gazi Üniversitesi �.�.B.F. Dergisi, 3 (2), 39-50.

GEREK, S. (1999). Finansal Küreselle�me ve Türkiye, Eski�ehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları, 1095.

KARABULUT, G. (2003), “Finansal Liberalizasyon �ktisadi Kriz �li�kisi”, �ktisat Dergisi, 438 (Haziran), 77-80.

KOZANO�LU, Hayri (1995), “Meksika’da Kriz”, Birikim Dergisi, 75 (Temmuz), 55-64.

ODABA�I, Harun (1999), “Para Sihirbazları”, Aksiyon Dergisi, 227 (10 Nisan), 32-38.

WESTERMANN, F. ve MARTINEZ, L. (2003), “Liberalization, Growth and Financial Crisis Lessons from Mexico and the Developing World”, http://www.econ.umn.edu/~tkehoe/classes/TornellWestermannMartinez. pdf (Aralık 2003), 2.

YAY, Turan. (2003), “Geli�mekte Olan Ülkelerin Finansal Entegrasyonu Üzerine bir De�erlendirme”, �ktisat Dergisi, 438 (Haziran), 16-33.

YELDAN, E. (2002), “�stikrar Kim �çin? Kriz �daresi Üzerine De�erlendirmeler”, Birikim Dergisi, 163-164 (Kasım-Aralık), 107-119.

371

Avrupa Birli�i’nin Yeni Üyesi: Bulgaristan*

The new member of the European Union: Bulgaria

Özet

20 yıl öncesine kadar Sovyet etkisi altında olan Bulgaristan, Sovyetler Birli�inin da�ılmasıyla önemli ilerlemeler kaydetti. Bu çalı�mada ilerlemeler belirli ba�lıklar üzerinden gidilerek detaylandırıldı. �lk olarak tarihsel geli�im süreci de�erlendirilirken, ikinci bölümde Siyasi yapısı ele alındı. Son olarak ,Türkiye- Bulgaristan ili�kileri incelendi ve ili�kilerin gelece�ine yönelik çözüm önerileri geli�tirildi.

Anahtar Kelimeler: Bulgaristan, Türkiye, Bulgaristan Tarihi

Abstact

Bulgaria which was under the Soviets influence untill the last 20 years, has realized tremendous progress after the breakdown of the Soviet Union. The developments achieved by Bulgaria are analyzed in detail in this article. The firs section evaluates the historical development, while the second, focuses on the political structure of it. Finally, in the last section, Turkey-Bulgaria relations are discussed and some suggestions are developed for furthering mutual relations.

Key Words: Bulgarian, Turkey, History of Bulgarian

Giri�

Westphalia ile ba�layan modern devlet anlayı�ı �spanya Veraset sava�larıyla do�rulansa da asıl modern anlamda Devletlerin çıkı� sürecini olu�turacak olan olay Fransız Devrimi olmu�tur. �htilal ile birlikte hızla yayılan ve etrafında önemli kitleler toplamayı ba�aran çe�itli kavramlar birçok ulusun kaderini etkilemeye ba�lamı� veya gelece�ini �ekillendirecek dü�ünsel alt yapıyı olu�turmu�tur. 18 yy. da ortaya çıkan de�i�im ve dönü�üm çok uluslu devletlerin neredeyse kâbusu durumuna gelmi� ve bu kâbusu kısa sürede ya�amaya ba�layan devletlerden biride Osmanlı imparatorlu�u olmu�tur. Osmanlı, 18. yy dan ba�layarak bundan sonraki dönemde ekonomik, siyasal, askeri sorunlarının yanında artık bu kavramlara da çözüm üretme zorunlulu�u hissetmeye ba�lamı�tır. Özelikle Milliyetçilik, üzerinde durulması gereken ve Osmanlıyı yoran bir kavram olmu�tur. Bulgaristan da bu kavramın yükseli�iyle ba�ımsızlı�ını ve yeniden yapılanmasını tamamlayan ve Osmanlı egemenli�i altında yok edilmeden 600 yıl ya�ayan ve bugün Avrupa’yla 18 yıllık bir i�birli�i olmasına ra�men kısa sürede AB üyeli�ine alınacak geli�meleri kat etmi� olan bir Balkan ülkesidir. Avrupa’yla

* Yrd. Doç. Dr. Metin AKSOY, Selçuk Üniversitesi/ Uluslararası ili�kiler Bölümü Ö�retim Üyesi

372

ili�kileri 1990 yılında ba�layan Bulgaristan’ın tarihinde önemli dönüm noktaları vardır. �lki �stanbul’u ele geçirme dü�üncesiyle yakınla�tı�ı Bizans ve bu yakınla�ma sonucu ya�adı�ı dini ve sosyal de�i�im bir di�eri de Osmanlı demir yollarıyla batıyla ili�ki kurmayı ve ticaret yapmayı ö�renen ve daha sonra Batı deste�iyle Osmanlıya kar�ı ba�ımsızlık sava�ının verildi�i Osmanlı hâkimiyetinde ki dönem. Ve son olarak da bu ba�ımsızlık sava�ının getirdi�i kibirlilik ve ekonomik sıkıntılar sonucunda giri�ilen iki dünya sava�ı ve ikinci dünya sava�ı sonrasında Sovyet hâkimiyetin de geçen elli yıl ve ardından üye olunan Avrupa Birli�iyle batılıla�ma süreci. Bu dönemler Bulgaristan tarihinin ve bugünkü kültürün, Sosyal yapının, kimli�in, belki de biraz Avrupalı olma arayı�ının kısaca özetidir aslında. Bu makalenin ilk bölümünde daha çok bu iki dönem ele alınarak Bulgaristan anla�ılmaya çalı�ılırken daha sonraki bölümlerdeyse Sosyal yapısı, Ekonomisi, Siyasal yapısı ve son olarak ta daha çok krizli dönemlerle hatırlanan Bulgaristan - Türkiye ili�kileri ele alınacaktır.

1. Bulgaristan'ın Tarihi

1.1. Bulgarların Kökeni

Bugün ki Bulgaristan topraklarına, M.Ö. 30’larda Traklar denilen bir kavim ve bir süre sonra da Romalılar hakim olmu�tur. Altıncı yüzyılda Slavlar her tarafı yakıp yıkarak hakimiyeti ele geçirmi�lerdir. M.S. 680 yıllarında Karadeniz’in kuzeyinden Bulgar Türklerinin gelmesi ile Bulgar tarihi ba�lamı�tır. Bulgaristan, do�uda Karadeniz, kuzeyde Romanya, güneyde Yunanistan ve Türkiye batıda Sırbistan ve Makedonya Cumhuriyeti ile çevrilidir. Avrupa Birli�inin iki yeni üyesinden birisi olan Bulgaristan Güneydo�u Avrupa’da yer alan bir ulus devlettir. Türkçe kar�ılı�ı karı�ık millet anlamına gelen Bulgarların Türk soyundan geldikleri kabul edilmektedir. Bu konuyu ilk olarak Herman. Vambery meydana çıkarmı�tır.1 Bulgaristan'ın ilk sakinleri Hint-Avrupa kökenli bir kavim olan Traklardır.

Milatla birlikte ülke önce Roma �mparatorlu�u, sonraysa Bizans �mparatorlu�u egemenli�ine girer. M.S. 6. yüzyılda Slavlar ile birlikte Türk kökenli bir kavim olan Bulgarlar bu alana yerle�ir2. 630'da Göktürk devleti yıkılınca Türk birli�i da�ılıp, ülke, Çin 'in etkisi altına girmi�ti. Avarlar ise ülkenin batı bölgelerinde hâkimiyetini kurduktan sonra, �stanbul'u

1 Herman, Vambery, Das Türkenvolk in seinen ethnologischen und ethnographischen Beziehungen, Leipzig, Adamant Media Corparation, 2006. daha fazla bilgi için bkz. Ahmet Cafero�lu, Eski Uygur Türkçesi Sözlü�ü, �stanbul, Türk Dil Kurumu yayınlarıl, 1968. Yine bkz. Halil Akman; Payla�ılamayan Balkanlar, �stanbul, IQ Kültür Sanat Yayıncılık 2006, s. 113 2http://www.bilgidenizi.net/ulkeler/19483-bulgaristan-ve-bulgaristan-tarihi.html (17.08.2008)

373

ku�atırlarken liderleri ölünce “Bulgar” isimli ilk devletin kurulmasına imkan olu�mu�tur3.

1.2 Birinci Bulgar Devleti

�lk Bulgaristan devletinin kurulu�u 7. yüzyılın 2. yarısında ortaya çıkmı�tır4. Özellikle ilk Bulgarlar içerisinde On- O�uzların ço�unlu�u olu�turdu�u bilinmektedir. Bu devletin kurucusu ve önemli liderleri Kurt’tur. Kurt’un kurdu�u devlet beylik sistemindeydi. Kurt’un karde�i olan Asparuh ise “Tuna Bulgar Devletini” kurmu� ve karde�i Kurt’Asparuh’u bey olarak kabul etmi�tir. (681)194 Tuna Bulgar Devleti öncesinde beylik il (devlet)in bir alt rütbesiydi5. Asparuh adamlarıyla Tuna’ya ilerleyince Bizans �mparatoru 4. Constantine (668-685) ile kar�ıla�tı fakat mücadelelerden sonra Bizanslılar Bulgar Devletini tanıyıp, yıllık vergi ödemeyi kabul etmi�lerdir6. Bulgarlar, bölgede guruplar halinde ya�ayan Slavlarla karı�arak Bizans’a kar�ı Slav nüfuslarını tampon Bölge olarak kullandılar ve aynı zamanda kültürlerinde de�i�iklik ya�andı. Bulgarlar, ilk dönemlerde Bizans’la iyi ili�kiler geli�tirmi�lerdir. Zaman zaman Bulgarların Arapların �stanbul’u fethetmek için yaptı�ı saldırılarda Bizans’ı desteklemi�lerdir. Bulgarların Slav kabileleriyle kar�ıla�ması sonrasında kültürel ve sosyal ya�antılarındaki de�i�iklikler bundan sonrasındaki hayatlarında Hıristiyanlı�ın kabulüyle ya�anacak olan köklü de�i�ikliliklerin ba�langıcını olu�turmaktaydı. Boris Mikhail (852-889), Boris Han döneminde 864 yılında Hıristiyanlı�ın kabul ettirler. �stanbul’un daha kolay fethedilebilece�i dü�üncesiyle Katoliklerin merkezi olan Roma yerine Ortodoks olan �stanbul’a ba�lanılması Bulgarlar içerisindeki Slav sayısının artmasına ve Bulgarların hızla benliklerini yitirip Slavla�masına neden olmu�tur. Boris’in ortanca o�lu Olan Simeon (893-927)7 döneminde en güçlü dönemini ya�ayan Bulgarlar Simeon’un ölümü sonrasında Tahtı devralan II. Boris döneminde Rusların istilası sonucunda zayıflamaya ve Bizans’ın saldırısıyla da�ılmaya ba�ladılar. Daha sonra bu da�ılma sonucunda kısa sürelide olsa Batı Bulgarlar olarak tekrar kurulan devlet Bizans Kıralı II Basileios’un saldırıları sonucu 1014 yılında tamamen yıkılmı�tır.

1.3 �kinci Bulgar Devleti

Birinci Bulgar Devletinin Bizans saldırıları sonucu yıkılmasının ardından Bulgarlar, 1186 yılına kadar Bizans hâkimiyeti altında kaldılar. Özellikle

3 Halil, Akman, Payla�ılamayan Balkanlar, IQ Kültür Sanat Yayıncılık,�stanbul, 2006, s. 113 4 Maria, Todorova, Balkanlar’ı Tahayyül Etmek, �stanbul, �leti�im Yayınları, 2003; s. 64 5 Halil, Akman, s. 113 6 A. g. e. , s. 113 7 Constantin Jos. Jirecek, Geschichte der Bulgaren ;Hildesheim, Georg Olms Verlag, 1977, s. 161

374

Bizans’ın Anadolu da ki Türk beyliklerle u�ra�tı�ı dönemde Tırnova beyleri olan �van ve Petır karde�lerin halkı kı�kırtması sonucu çıkardıkları isyanlar sonuç vermi� ve Kuzey Bulgaristan ba�ımsızlı�ını kazanmı�tır. Kaloyan döneminde dönemin en geçerli akçesi olan Kilisenin gücünü ön plana çıkartarak 1204 yılında Bulgaristan Kilisesinin Roma kilisesiyle birle�mesiyle birlikte Bulgarların da siyasi nüfuzu artmaya ba�ladı. Bunun sonucunda Krallık tacı giyen Kaloyan aynı zamanda birçok Avrupa devleti tarafından da tanınmaya ba�lanmı�tır. II Johannes Asen8 döneminde en yüksek devrini ya�ayan II Bulgar Devleti hem topraklarını geni�letmi� bununla birlikte gelen zenginlikle fen edebiyat gibi çe�itli alanlarda geli�mi�lik dönemini ya�amı�lardır. Daha sonraki süreçte Mo�ol saldırıları tüm Dünyayı oldu�u gibi Bulgarları da etkilemi� ve bunun yanında güçlü yöneticilerinde yönetime gelmemesiyle II Bulgar devleti zayıflamaya ba�lamı�tır. Timur saldırıları öncesinde Altın ordular yönetimi altında belirli bir dönem varlıklarını sürdürmü�ler ve Timur’un Altın ordulara saldırmaları sonucu kazan hanlı�ı hâkimiyetine girerek varlıklarını sürdürmeye çalı�mı�lardır. Bulgar devletini asıl yıkan güç Dönemin üstün ve düzenli ordusuna sahip ve Cihad anlayı�ıyla seferlerini sürdüren Osmanlı �mparatorlu�unun 1393 yılında ba�kent Tırnova’yı9 ele geçirmesiyle II Bulgar devleti son bulmu�tur.

1.4 Osmanlı Döneminde Bulgarlar

Osmanlı �mparatorlu�u’nun kendi içerisinde merkezi otoriteyi kurup yeniçeri gibi döneminin modern askeri yapılanmasını sa�lamasının ardından Hıristiyan bir kültüre sahip olan ve Çe�itli siyasi iç çeki�melerle ve “veba” gibi çe�itli hastalıklarla u�ra�an Batı Avrupa’ya10 yayılma dü�üncesi dönemin en mantıklı sava� stratejisiydi. Bulgaristan Topraklarındaki fetihlerin ba�langıcı Osmanlıda ki birçok Padi�ahta oldu�u gibi hem bir devlet adamı aynı zamanda bir dini lider olan I Murat’la ba�lamaktadır. I Murat 1363’te Filibe11’yi alarak balkanlarda sürecek olan fetihlerin ba�langıcını yapmı� ve daha sonra Yıldırım Beyazıt 1392 de Ba�kent Tırnova, Silistre gibi önemli yerleri Osmanlı topraklarına katmı�tır. Bu fetihlerin ba�lamasıyla birlikte Balkanlara da Anadolu’ya giden önemli yol çevrelerine güvenli�i sa�lamak ve Fethedilen yerleri Müslümanla�tırmak gibi çe�itli dü�üncelerle bölgeye birçok Türkmen aileler göç ettirilerek

8 Constantin Jos. Jirecek, s. 248 9 Emrullah Güney, Türkiye’nin Kom�uları; Ülkeler Co�rafyası-Jeopolitik, Diyarbakır, Çantay Kitapevi, 2003, s. 317 10 Oral Sander, Siyasi Tarih �lkça�dan günümüze, �stanbul, �mge kitapevi, 2006, s. 62 11 Turan Gökce, “XVII yy. Filibe �ehrinin Demografik Geli�imi” Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Uluslararası Sempozyum, 11-13 Mayıs 2005, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Türk- Bulgar ili�kileri, Bildiriler, Mayıs, 2005, s. 49

375

yerle�tirilmi�tir. Bu göç süreci I dünya sava�ına kadar ilk dönemlerdeki gibi yo�un olmasa da devam etmi�tir. 1371 de Sırpların yenilgiye u�ratılmasıyla 1386’da Sofya, Ohri Sırbistan’ın fethi için stratejik öneme sahip olan Ni� ele geçirilmi� ve sonra olarak ta 1389 yılında Sırbistan fethedilmi�tir. Sırbistan’ın fethedilmesi sonrasında Osmanlı �mparatorlu�unun fetihleri devam etmi� yine bu dönemde Selanik gibi önemli bölgeler de fethedilmi�tir. Osmanlı imparatorlu�u, 1448 yılındaki II Kosova zaferiyle Bulgaristan da 500 yıl sürecek olan hâkimiyetini perçinle�tirmi�tir. Fatih Sultan Mehmet’le gelen �stanbul’un fethi Osmanlı imparatorlu�unun Balkanlara olan hâkimiyetini güçlendirmi� ve aynı zamanda uzatmı�tır.

Osmanlı �mparatorlu�unun güçlü oldu�u dönemlerinde Bulgarların yapılarında ve bölgelerinde ortaya çıkan ciddi isyanlar veya ayaklanmalar görmüyoruz. Ancak Fransız ihtilal ile birlikte di�er çok uluslu devletlerde oldu�u gibi Osmanlı devletinde de çe�itli gurupların isyanlar çıkarmaya ba�ladıklarını görüyoruz. Bu isyanların nedenleri arasında, Fransız ihtilal inin getirdi�i Milliyetçilik, Özgürlük, Ba�ımsızlık kavramlarıyla birlikte, Osmanlı devletinde sava� kayıpları, ekonomik yetersizlikler, sosyal sorunlar, merkezi otoritenin zayıflaması gibi Osmanlı devletini çökü�e götüren birçok nedenleri de ekleyebiliriz.

Bunların yanın da Osmanlı imparatorlu�u üzerindeki emellerini gerçekle�tirmek isteyen ve “Böl, Parçala, Yut Politikası” geli�tiren devletlerin uyguladı�ı politikalarda Osmanlının çökü� sürecine girmesinde etkili olmu�tur. Bu devletlerden beklide en önemlisi Rusya’dır. 19 yy. ba�larındaki Rusya’nın Politika de�i�ikli�i Osmanlı içerisinde ki azınlıkların isyanlarını artırmı�tır. Çünkü Rusya, 19 yy. itibaren Osmanlıyı parçalama hedefleri üzerine politikalar geli�tirmeye ba�lamı� ve bunlardan en önemlisi “Panslavizm” politikası olmu� dur. Rusya, “Panslavizm” politikasıyla Osmanlı hâkimiyetinin oldu�u Balkanlardaki Slav halkları harekete geçirmeye ba�ladı. Panslavizm’in en etkili uygulanaca�ı yer Osmanlı hakimiyeti altında bulunan Bulgarlar olacaktır12. Önce Bulgar Kilisesinin Rum kilisesinden ayrılmasını sa�layan, sonra Bulgarcayı yeniden canlandırma çalı�malarına hız veren Rusya, sonunda ulusal bir hareket ba�latmayı ba�ardı13. Bu süreçte, Osmanlının merkezine yakınlı�ı nedeniyle pek fazla siyasi sorunlarla kar�ıla�ılmayan Bulgaristan da ayaklanmalar ba�ladı. Zamanla Yunanistan, Sırbistan ve Romanya gibi devletlerin ba�ımsızlıklarını kazanmalarıyla veya özerk olmalarıyla �stanbul’a yakın olan Bulgar toprakları üzerinde Osmanlı tarım üretimini artırmaya ba�lamı� ve Tarımın geli�meye ba�lamasıyla zenginle�en �ehirlerde buna ba�lı olarak

12 Stefanos Yerasimos, Milliyetler ve Sınırlar, Balkanlar, Kafkasya ve Orta-Do�u; �leti�im yayıncılık, Ekim 2004, s.60 13 Stefanos Yerasimos, s. 60

376

hafif sanayide geli�meye ve geni�lemeye ba�lamı�tır14. Bu geli�imde, Bulgar isyanlarına önemli ekonomik destek sa�lamı�tır. Sırbistan, Yunanistan ve Romanya’ya kıyasla Bulgaristan milli uyanı�ı sosyolojik açıdan daha klasik bir �ekilde ilerlemekteydi15. Yeni Bulgar Burjivazisi okulları, kültür derneklerini ve her türlü sosyal hizmeti finanse etmek için kendi kurumlarını, özellikle de esnaf birliklerini kullanıyordu 16.

Bulgaristan’ın bu planlı ve dı�arıdan özellikle Rusya destekli isyanları sonucunda Osmanlı devleti “Çorbacı Nizamnamesi”17 gibi birçok kanuni tedbirler almaya ve bu bölgede isyanları durduracak üstün yetkilerle donatılmı� görevliler getirmeye ba�lamı�tır. Bunlardan biriside Mithat Pa�adır. Mithat Pa�a, bölgede güvenli�i sa�lamak için çe�itli tedbirler almaya ba�ladı. Rum ve Bulgarlar arasında çıkan çatı�maları destekleyerek böl yönet politikasını uygulamaya ve Ortodoks din adamlarının halk üzerinde etkisini azaltmaya ve yine Ay yıldızlı Türk bayra�ına haç ilave ettirerek bölgedeki halka daha yakın davranmaya ve birlik mesajı vermeye çalı�tıysa da bu önlemlerinde pekte ba�arı sa�layamadı. Bulgar Devrimci Merkez Komitesi, imparatorlu�un sendeledi�ini ve zulüm altındaki Bulgarların artık ölüm darbesi indirebileceklerine inandılar18. Bulgar ihtilal merkez komitesinin 20 Nisan 1875'te Kopriv�titsa ve Panagyuviste'de ba�lattıkları büyük isyan bastırıldıysa da bu süreç Bulgar milliyetçili�inin uyanı�ına ve Bulgaristan’ın ba�ımsızlı�ına giden yolunda ba�langıcı olacaktır. Bu isyanlar esnasında Avrupa basınında -özellikle �ngiliz basını- ortaya atılan Osmanlı aleyhi iddialar ve yazılar kısa sürede Avrupa halkını Osmanlı ve Müslüman kar�ıtı yapacaktır ki Osmanlının yıkılı� sürecinde Osmanlıyı destekleyen Avrupa devleti kalmayacak ve bundan sonraki süreçte Avrupa devletleri Bulgar ba�ımsızlı�ını destekleyen tutum içine gireceklerdir.

1.5 Bulgaristan Ba�ımsızlı�ı ve Bugünkü konumu

1877–1878 Osmanlı-Rus sava�ından sonra 3 Mart 1878’de imzalanan Ayastefanos Antla�ması; sınırları kuzeyde tuna nehri do�uda Karadeniz, güneyde Ege denizi ve batıda Arnavutlu�a dayanan özerk bir Bulgaristan’ın kurulmasını öngörmekteydi19. Ayestefanos antla�ması güç dengelerini Rusya tarafına bozulması nedeniyle di�er büyük devletlerin baskısı sonucu

14 Misha Glenny, Balkanlar 1804-1999, Milliyetçilik, Sava� ve Büyük Güçler, �stanbul, Sabah Kitapçılık, Ocak 2001, s. 110 15 Misha Glenny, s.110 16 Misha Glenny, s.110 17 A.g. e. y. 18 A.g. e. y. 19 Yusuf Sarınay, “Osmanlı Devleti’nin Bulgaristan’ın Ba�ımsızlı�ını Tanıması ve Türk-Bulgar ili�kilerinin Geli�mesi ( 1908-1914)”, Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Uluslararası Sempozyum, 11-13 Mayıs 2005, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Türk- Bulgar ili�kileri, Bildiriler, Mayıs 2005, s. 133

377

uygulanamamı�tır. Balkanlar ile Tuna arasında küçük bir Bulgar Devleti kurulma kararı 13 Temmuz 187820 tarihli Berlin Antla�ması ile gerçekle�ecektir. Genel olarak Berlin Kongresi ve Antla�ması Osmanlı Devletinin da�ılma ve parçalanma merhalelerinden en önemlisidir21. Ancak bu Antla�ma ile Bulgaristan’ın sınırları daraltılmı�, Do�u Rumeli Vilayeti Osmanlıya ba�lı özerk bir bölge haline getirilmi�, Makedonya ise büyük devletlerin himayesinde reformlar yapmak �artıyla Osmanlı devletine iade edilmi�tir22. Bir süre sonra Rusya'nın mevcut Bulgar Prensli�inin idari ve içi�lerine do�rudan karı�ması, Osmanlı hükümeti ile Avusturya ve �ngiltere hükümetleri, Prensli�i Rusya'nın tahakkümüne bırakmak istememelerinden bu hususta büyük devletlerin nüfuz mücadeleleri ba�ladı23. Rusya ve Avusturya nüfuz mücadelesi sonucunda Bulgaristan, Makedonya meselesini24 milletlerarası bir mesele haline getirdi. 1903'te ba�layan ayaklanma, Osmanlı Devleti ile Bulgaristan'ın arasını iyice açtı25. Daha sonra Rus çarının ye�eni olan Aleksandır Bulgar Prensi oldu ve tamamen Rusya yanlısı bir Politika izledi. Bulgar Prensli�i üzerindeki nüfuz mücadelesi daha sonra gelecek olan Prensler üzerinde de sürdürülmü�tür. 1908’de ilan edilen II. Me�rutiyet bir süre için Osmanlılara Özgürlük getirdiyse de yarattı�ı karı�ıklık devleti daha da zaafa dü�ürdü26. Osmanlının bu durumundan ilk yararlananlar Avusturyalılar ile Bulgarlar oldu.

Avusturya Bosna- Hersek ’i ilhak ederken, Bulgaristan da krallık ilan edilerek Osmanlılarla nominal düzeyde kalmı� tek ba�ını da kopardı27.Avusturya 'ya ile dostluk kuran Bulgar prensi Ferdinand, Avusturya'nın Bosna-Hersek' i ilhakından bir gün önce, 5 Ekim 1908'de Do�u Rumeli'yi de kapsayarak biçimde Bulgaristan'ın ba�ımsızlı�ını ilan ederek, "Çar" unvanı aldı28. Osmanlı devleti Bulgaristan’ın ba�ımsızlı�ını iki �art dâhilinde kabul etti bunlardan birincisi Osmanlı Devleti 100 milyon mark kar�ılı�ında Rumeli-i �arki eyaletini Bulgaristan'a bıraktı (Nisan 1909) 29. 20 Norbert Randow , Die Neuere Bulgarische Geschichte im Spiegel der Literatur , s.2; bkz. http://www.deutsch-bulgarische-gesellschaft-hamburg.de/publikation/randow.pdf (27.11.2008) 21 Fahri Armano�lı, Siyasi Tarih (1789-1960), Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1973, s. 267-278. Daha fazla bilgi için bkz. Yusuf, Sarınay; s.133 22 Yusuf, Sarınay; s.133 23 http://ansiklopedi.turkcebilgi.com/Bulgaristan (11.07.2008) 24 Kemali, Syaba�ılı, Gencer Özcan; Yeni Balkanlar, Eski Sorunlar, �stanbul, Ba�lam Yayınları, Mart, 1997, s. 23 25 Halil, Akman; s. 116 26 Ömer E. Lütem, Türk-Bulgar ili�kileri 1983-1989, Cilt I, 1983-1985, Ankara, ASAM Yayınları, 2000, s.23 27 A.g. e. s.23 28 Ömer Turan, The Turkish Minority in Bulgaria, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1998, s. 76. Daha fazla Bilgi için bkz. Halil, Akman; s.76 29 Halil, Akman; s.76

378

�kincisi Bulgaristan Topraklarında kalan Müslüman halkın haklarının korunması talepleriyle Osmanlı devleti Bulgaristan’ın ba�ımsızlı�ını kabul etti.

Bunun ardından gelen iki safhalı Balkan Sava�ları Osmanlı devletini balkanlardan daha fazla koparacaktır. Balkan Sava�larına giden süreçte Osmanlı devleti içerisinde yönetimi devralan Jön-Türkler II me�rutiyetin ilanını gerçekle�tirmi� ve bununla anayasa ile hakları ve e�itli�i belirlenen unsurları “ittihad-ı anasır” politikası çerçevesinde birle�tirerek Osmanlı devletini da�ılma tehlikesinden kurtarmayı ve di�er devletlerin azınlık hakları bahanesiyle Osmanlının iç i�lerine karı�ılmasını engellemeyi amaçlamaktaydılar30. Ancak bu geli�meler istendi�i gibi gerçekle�meyecek tam aksine Osmanlı içerisindeki azınlıklar daha fazla özgürlük hatta Ba�ımsız devlet kurma talebinde bulunmaya ba�layacaktır. Osmanlı devleti istemedi�i �ekilde biranda kendi içerisinde yeni karı�ıklarla kar�ı kar�ıya kalmaya ba�lamı�tır. Bunun dı�ında Rusya’nın Balkan devletlerini Osmanlıya kar�ı kı�kırtması da Osmanlının aleyhine ya�anan bir di�er geli�me olacaktır. Bunların Sonucunda Osmanlı devletine Balkan devletlerinin ( Bulgaristan, Sırbistan, Karada�, Yunanistan) saldırmasıyla I Balkan Sava�ı31 ba�lamı�tır. I Balkan sava�ı sonucunda Osmanlı devleti 30 Mayıs 1913 tarihinde imzalana Londra Antla�masıyla Midye-Enez hattının do�usuna çekilmeyi kabul etmi�tir. Sava� sonucunda Sava�tan galip çıkan balkan devletleri özellikle Makedonya’nın payla�ımında büyü sorun ya�adılar bunun sonucunda kendi aralarında II Balkan sava�ı patlak verdi durumdan yararlanan Osmanlı devleti Midye-Enez hattını a�arak Edirne’yi ve Meriç nehrine kadar olan kısmı tekrardan aldı. Bunun sonucunda Bulgaristan’ın Osmanlı ile imzaladı�ı �stanbul Antla�masıyla (29 Eylül 1913) Edirne ve Dedea�aç’ı Osmanlı devletine bırakmı� oldu.

I Dünya Sava�ı döneminde Bulgaristan büyük Bulgaristan hedeflerine ula�mak amacıyla sava�ın ba�ladı�ı ilk dönemde tarafsız kaldıysa da Kral Ferdinand 1915 yılında Sırbistan’a saldırmasıyla fiilen Almanya’nın yanında sava�a girmi� oldu. Cephede ya�anan kayıplar ve sava�ın getirdi�i ekonomik sorunlar Halkın sava�a verdi�i deste�i kısa sürede azalttı ve yönetime kar�ı duyulan öfke Kral Ferdinand’ın görevi o�lu III. Boris’e bırakılmasıyla 27 Aralık 1919 Neuily Anla�masıyla Bulgaristan hem toprak kaybına hem de a�ır tazminat ödemeye mahkûm edilmi�tir. Bulgaristan’ın I Dünya Sava�ı yenilgisi ve Neuily Antla�masıyla ödemeye mahkûm edildi�i a�ır tazminatlar bundan sonra ya�anacak olan II Dünya sava�ına dâhil olmasına neden olacaktır. Sava� sonucunda ya�anan Ekonomik kriz ve iç istikrarsızlıklar Bulgaristan’ın II Dünya sava�ı öncesinde çe�itli darbelerle kar�ı kar�ıya

30 Yusuf, Sarınay; s.134 31 Richard C. Hall, Balkan Sava�ları 1912- 1913, I. Dünya Sava�ı’nın Provası, �stanbul, Homer kitapevi, 2003, s. 30

379

kalmasına ve 1935 yılında Kral III Boris’in tüm yetkileri elinde toplayarak totaliter bir yönetim �ekliyle yönetilmesine kadar varacaktır.

Bulgaristan, I. Dünya sava�ındaki a�ır yenilgisini unutmak ve “Büyük Bulgaristan” ideallerine ula�mak amacıyla 1938 yılında imzaladı�ı Balkan Atantı antla�masıyla tekrardan ordu kurma hakkını elde edip hızla silahlanmaya ve I Dünya sava�ında yanında yer aldı�ı Almanya’ya tekrardan yakla�maya ba�ladı. Daha sonra 1940 yılında güney Dobruca’ya saldırmasıyla Almanya’nın yanında sava�a dâhil oldu. Almanya’nın SSCB saldırmasına ra�men II Dünya Sava�ında daha stratejik bir dı� politika izleyen Bulgaristan SSCB ye kar�ı sava�a dâhil olmamı� ve sava� esnasında da SSCB ile ili�kileri sıcak tutma yolunu denemi�tir. 1944 yılında SSCB Bulgaristan’ı i�gal ederek bundan sonraki Bulgaristan Siyasal hayatına damgasını vuracak olan “Komünist Rejimi” seçmi� oldu. Sovyetler Birli�inin da�ılmasını izleyen tarihlerde Bulgaristan da Artık Komünist Rejim geçerlili�ini yitirmeye ba�ladı ve 1989 yılında 35 yıldır Cumhurba�kanlı�ı yapan Jivkov 10 Kasım 1989 yılında istifa ederek Bulgaristan demokratik dönem olarak adlandırılan ve bugüne kadar gelen dönem ba�lamı�tır.

1.3 Siyasi Yapı

Bulgaristan, Sovyetler Birli�inin da�ılmasının ardından gelen de�i�im sürecinde ya�anan sıkıntıları Avrupa Birli�ine endekslenerek atmaya çalı�sa da siyasi sorunları halen kendi içerisinde kendine özgü sorunları ta�ımaktadır. Bu sorunlar kendi içinde yürütme, yasama, yargı erklerinin her birinde daha net hissedilmektedir. Bulgaristan bu üç gücün ayrılı�ı temeline dayanan parlamenter cumhuriyettir.

Cumhurba�kanı ve Yasama

Yasama gücü dört yıllık genel seçimlerle yenilenen Meclis’in elinde olup, Yetki ve gücünü anayasadan alıp yasalar ve önergeler üzerine görü�meler yaparak çe�itli yasal düzenlemeler gerçekle�tiren Ulusal Meclis Sofya'da toplanır32.Cumhurba�kanı devletin basıdır ve orduların ba�komutanlı�ı, Milli Güvenlik Konsey Ba�kanlı�ı gibi genel yetkilere sahip olup, Cumhurba�kanının sorumluluk ve yetkileri arasında atamalarda bulunmak, rütbe ve nisan takmak; kentlere, köylere ve co�rafi yerlere isim vermek, meclisten geçen yasaları resmi gazetede yayımlatmak ve söz konusu yasalara ili�kin erteleme, veto etme gibi giri�imlerde bulunmak ve cumhurba�kanı halk tarafından do�rudan seçim ve genel oy ile be� yılda bir ve üst üste en fazla iki kez seçilir33. Cumhurba�kanı: Georgi Parvanov (22 Ocak 2002'den beri)

32http://www.setimes.com/cocoon/setimes/xhtml/tr/infoCountryPage/setimes/resource_centre/countries/bulgaria?country=Bulgaria (11.11.2008) 33 A.g. y.

380

Yürütme

Yürütme bütün parlamenter sistemlerde oldu�u gibi Bakanlar Kurulu tarafından gerçekle�tirilir. Meclis kabineyi kurmakla görevli ba�bakanı dört yıllık bir dönem için seçer ve Ba�bakan Ulusal Meclis'e kabinede de�i�iklik yapılmasını teklif edebilir, bunun yanında Bakanlar Kurulu, bulundukları yönetim birimlerde (bölgelerde) yürütme erkini temsil eden bölgesel valileri atayabilir, Bakanlar Kurulu bütün bakanlardan ve bakanlarla es düzeyde yetkiye sahip komitelerin ba�kanlarından olu�makta ve Ülkedeki en yüksek yürütme organı olu�unun yanı sıra bakanlar kurulu yasama ile ilgili çe�itli islerin - kararnameler, yönetmelikler, düzenlemeler, önergeler ve talimatnameler - uyarlanması ile yürütülmesinden, yasa taslakları hazırlayıp bunların meclise gönderilmesinden ve onaylanan yasaların yürürlü�e konmasından sorumludur34. Ba�bakan: Sergey Stani�ev ( Haziran 2005'den beri)

Yargi

Geli�mekte olan ülkelerin en fazla sıkıntıyla kar�ıla�tı�ı konulardan birisidir yargı. Özellikle yolsuzluk ve insan hakları ihlalleri, demokrasinin tam olarak i�letilememesi ve son olarak birçok do�u Avrupa ülkesinde olan ama Bulgaristan da daha fazla hissedilen rü�vet Bulgaristan yargısını ve siyasi ve sosyal yapısını çürüten önemli konulardandır. Yargı erki, üyeleri üç temel yargı kurulusunu - Hakimler Kurulu, Savcılık Dairesi ve Soru�turma Dairesi - temsil eden Yüksek Yargı Konseyi'nin denetiminde olup, Yüksek Yargı Konseyi bu üç kurulusun ba�kanlarını atar ve Ayrıca hakim ve savcıları atamakla ve denetlemekle yükümlü olan bu kurul Yüksek Temyiz Mahkemesi'ne, Yüksek Divan'a ba�kan ataması ve Ba�savcıyı seçmesi için Cumhurba�kanı’na teklifte bulunur35. Yüksek Yargı Konseyi - eski yargı üyeleri ile Ulusal Meclis'ten belirli bir kota dahilinde seçilen üyeler ile yargı temsilcileri/yargıçlar, savcılar ve sorgu yargıçları gibi - de�i�ik niteliklere sahip üyelerden meydana gelir36.

1.4 Dı� Politika ve Türkiye ile ili�kileri

Bulgaristan’ın ilk dönemlerde ki Osmanlı politikası ba�ımsızlı�ını kazanan di�er birçok devletlerde oldu�u gibi Osmanlı Toprakları üzerinde geni�leme idealleri üzerine kurulmu�tur. Geni�leme emelleri iki Balkan sava�ında gerçekle�tirilmeye çalı�ıldıysa da ba�arılı olunamamı� ve Bu ba�arısızlık Bulgaristan için I dünya sava�ına giden süreci ba�latmı�tır. Osmanlı gibi Bulgaristan da Kısa Sürede dönemin önemli gücü haline gelmeyi ba�aran II: Wilhem önderli�indeki Almanya’nın yanında sava�a dahil olmu�tur. I Dünya Sava�ı, Osmanlı ve Bulgaristan’ı Müttefiklik çatısı altında birle�tirirken yine

34A.g. y. 35A.g. y. 36A.g. y.

381

sava� sonunda müttefikler için �artları a�ır olan antla�malar imzalattırılmı�tır. Osmanlı devleti ile Sevr Barı� antla�ması hazırlanırken, müttefiki Bulgaristan içinde Neully Barı� antla�ması imzalattırılmı�tır.

I Dünya sava�ı gibi a�ır kayıplarla atlatılan bir dönemin ardından Türkiye içerisinde giri�ilen ba�ımsızlık mücadelesi bölge ülkeleri için kaygıyla kar�ılanırken Bulgaristan Kurutulu� sava�ının verildi�i dönemlerde daha çok Türkiye yanında yer almı�tır. Birincisi, Türk milli mücadelesinde Türkiye ile sava�an Yunanistan’ın yenilmesi durumunda Bulgaristan’ın Do�u Trakya’da bazı bölgeleri topraklarına katma ihtimali olabilece�i dü�üncesiyle desteklemi�tir37. �kincisi ise, Bulgaristan’da Türklere karsı olu�an olumlu havada Sofya Askeri Ata�emiliterligi (Askeri Ata�eli�i) esnasında Mustafa Kemalin, Bulgar halkını tanımı�, Bulgaristan’da birçok yakın dost edinmi� ve buradaki Türklerin örgütlenmelerini sa�lamı� olması da etkili olmu� yine Mustafa Kemal buradan yayınladı�ı raporlarla Bulgaristan’ın Osmanlı Devleti’ne ve di�er Balkan Devletlerine karsı tutumunu ve Birinci Dünya Savasındaki politikasını da Osmanlı Hükümetine aktarmı�tır38. Cumhuriyet’in ilanından sonra Türkiye ile Bulgaristan 18 Ekim 1925’de Dostluk Anla�ması imzalamı�tır39. Bulgaristan bu dönemde sınırlarını geni�letmek, Arnavutluk ve Makedonya ile birlikte Yunanistan’daki ve Romanya’daki Arnavut ve Makedonların ba�ımsızlı�ını sa�lamak yönündeki politikasını ortaya koymu�tur ve ili�kiler bir süre sonra tekrar bozulmu�tur40. Türkiye Yunanistan arasındaki ili�kilerin bozulmasıyla birlikte Türkiye’nin Bölgede yalnız kalmama arayı�ları ba�lamı�tır. Ve bunun sonucunda Bulgaristan’la 1929 yılında Tarafsızlık Antla�ması imzalanmı�tır.

Birinci Dünya sava�ının getirdi�i büyük kayıplar bundan sonraki dönemlerde sava�ların engellenmesi için devletleri ideolojik arayı�lara itmi�tir. Bunlardan en önemlisi I. Dünya sava�ı sonucunda ön plana çıkan Wilson ilkeleri do�rultusunda �ekillenen idealizmdir. Bu teorik altyapı devletleri yakınla�tırmı� ve ortak hareket etme arayı�larına itmi�tir. Bunlardan biriside Balkan Paktı olmu� ve Balkan Konferanslarıyla birlikte balkan devletlerini bir çatı altında birle�tirme dü�üncesi hız kazanmı�tır. Balkan Paktı daha iki sava� arası dönemde sol çevreler tarafından ortaya atılmı�41 ve Bulgaristan’ın Revizyonist Politikaları nedeniyle dahil olmadı�ı Balkan Paktı Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında 1934 yılında imzalanmı�tır. Bulgaristan’ın bu Pakta dahil olmamamsının nedenlerinden birisi 1933 yılında Türkiye ile

37 Mehmet Savcı, Balkan Konferansları Ba�lamında Türkiye Bulgaristan �li�kileri �stanbul Üniversitesi, Atatürk ilke ve �nkılap Tarihi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi (yayınlanmamı�) s. 8 38 Mehmet, Savcı, s. 8 39 A.g. e, s.8 40 A.g. e. s.8

382

Yunanistan arasında Samimi Anla�ma Misakı’nın imzalanmasıdır. Bu antla�ma Bulgaristan’ın iki Balkan devletinin yakınla�masının dostane olmadı�ının ve bu Pakta dahil ola bilmesi için sınırların de�i�mesi gerekti�i dü�üncesidir. Bunun dı�ında Bulgaristan’ında bu ittifak içene çekme ba�arısı gerçekle�tirilemese de Türkiye Bulgaristan arasında 21 Aralık 1934 yılında bir ticari antla�ma imzalanmı�tır.

1938 yılına gelindi�inde Avrupa’nın Ba�at devletlerinden olan Sovyetler Birli�i Fransa ile birlikte Balkan devletleri arasındaki i�birli�ini güçlendirmeye, Bulgaristan ve Almanya’nın revizyonist blo�una kaymaması için Balkan Paktına katılımını istemi�tir42. Bulgaristan uzun süre buna yana�madıysa da sonunda Koseivanof 31 Temmuz 1938’de Balkan Paktı devletleriyle ba�ıtlandı43. Ancak bu antla�mada Bulgaristan’ın Almanya etkisi altına girmesini44 engelleyememi�tir. 1939’dan ba�layarak Bulgaristan içerisindeki yabancı yatırımcıların büyük ço�unlu�u Alman olmu� ve ticaretin büyük kısmı da Almanya ile yapılır hale gelmi�tir. Bundan sonraki dönemde Balkan Paktı da geçerli�ini yitirmeye ve ayrılıklar ya�anmaya ba�layacaktır. Bulgaristan’ın iki sava� arası dönemde ya�adı�ı geli�meler bundan sonraki geli�melerini de etkilemi�tir.

Özellikle Modernle�me Projesinde ya�anan ba�arısızlıkların milliyetçi argümanlar arkasında gizlenmesi ve her iki dünya sava�ında askeri maceralara giri�mek de, Bulgaristan ekonomisine ola�an üstü mali kayıplar ya�attı�ı kadar, siyasal iktidarların kurumsalla�masını engelleyen bir faktör olmu�tur45. �kinci dünya sava�ının ba�lamasıyla Bulgaristan 1 Mart 1941 yılında Almanya yanında sava�a katıldı ancak Bulgaristan Türkiye arasında �ubat 1941 yılında saldırmazlık antla�ması imzalandı. Türkiye’nin amacı Almanya ya kar�ı batı sınırlarını güvence altına almaktı. Ancak Bulgaristan’ın mihver devletler yanında sava�a girmesi bu güvenlik anlayı�ını tamamen ortadan kaldırmı�tır. Bu tarihten itibaren Bulgaristan Türkiye arasında ki Antla�mazlık dönemleri ba�lamı�tır. Özellikle 1945 yılında Sovyetler Birli�inin Bulgaristan’a sava� ilan ederek 1945 sonlarında Sofya ya girmesiyle etkisini artıran Komünist sistem

41 Baskın Oran, Türk Dı� Politikası, Kurtulu� Sava�ından Bugüne Olgular, Belgeler,Yorumlar, �stanbul, �leti�im yayınları, 2006, s. 177 42 Sibel, Turan; “Osmanlı Devleti’nin Bulgaristan’ın Ba�ımsızlı�ını Tanıması ve Türk-Bulgar ili�kilerinin Geli�mesi” (1908-1914), Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Uluslararası Sempozyum, 11-13 Mayıs 2005, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Türk- Bulgar ili�kileri, Bildiriler, Mayıs 2005, s. 301 43 A.g. e. s. 301 44 http://www.government.bg/cgi-bin/e-cms/vis/vis.pl?s=001&p=0159&n=2&g= (18.01.2008) 45 Nurcan Özgür- Baklacıo�lu, AB Üyesi Bulgaristan’da Süreklilik ve De�i�im, Avrasya Dosyası; Cilt/Vol. 14, Sayı/No 1, 2008, s. 197. Bkz. http://www.asam.org.tr/temp/temp813.pdf (19.01.2009)

383

yanlıları Eylül 194646 da gerçekle�tirilen Halk oylaması sonucu Çar Simon yurt dı�ı etmi� ve aynı zamanda Monar�i kaldırılmı�tır. Bununla birlikte Komünist rejim Bulgaristan’ı tamamen etki altına almaya ba�lamı�tır. Komünist yönetim döneminde, Türkiye ile Bulgaristan arasındaki ili�kilerin bozulmasın da Sovyetler Birli�inin Dostluk ve saldırmazlık paktını feshetmesi, bunun üzerinden bazı toprak taleplerinde bulunması ve Türk azınlıkların ya�amaya ba�ladı�ı sorunlar etkili olmu�tur. So�uk Sava� sürecince, Bulgaristan da ki Türk azınlıkların sorunları iki devlet arasındaki ili�kilerin bozulmasında ba�rol oynuyor gibi gözükse de asıl ba�rolü bu ili�kiyi yöneten Sovyetler birli�inin Türkiye ile ya�adı�ı hem �deolojik çatı�ması hem de Türkiye toprakları üzerindeki emelleri oynamı�tır. Toplamda Bulgaristan da ya�ayan Türk azınlıklar Osmanlı döneminden itibaren hukuksal koruma altına alınmı� olunmalarına ra�men 20 yy da her bir vicdanı sızlatacak düzeye gelmesi engellenemeyecektir.

Bulgaristan, Temmuz 1878’de Berlin antla�masıyla padi�ah’a ba�lı bir prenslik olarak kuruldu�unda, antla�manın 4. Maddesinde “Bulgarlarla Türklerin karı�ık oldu�u yerlerde Türklerin hukuk ve çıkarlarının korunaca�ı yazılı olup yine Bu antla�manın 5. ve 12. Maddesinde de Türk azınlı�ın durumuyla ilgili bazı düzenlemeler vardır47. Bulgaristan da ya�ayan Türk azınlıkla ilgili düzenlemelerin 19 yy dayanmasına ra�men en fazla baskı altında kalan azınlıkta Bulgar Türkleri olmu�tur. 1950’de Bulgar hükümeti gerek kolektif çiftlikler kurmasından kaynaklanan nedenler, gerekse Batı yanlısı Demokrat Parti hükümeti Kore’ye asker gönderme kararından dolayı Türkiye’yi zor durumda bırakmayı istemesi gibi nedenlerle 250.000 Türk’ü Türkiye’ye göç etmeye zorlamı� ve 1951 sonuna dek Türkiye’ye 154.000 Bulgaristan türkü giri� yapmı�tır48. Türkiye’nin iddialarına göre Bulgaristan hükümeti bu Türklerin arasında 60.000 kadar Çingene ve bazı komünist casuslar sokmu� ve Türkiye sonunda sınırı kapatmak zorunda kalmı� ve 2 Aralık 1950’de iki devlet arasında bir anla�ma imzalamı�tır49. Bu anla�manın 1. Maddesine göre, “Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç etmek isteyenlere (…) ancak Türk giri� vizesi verildikten sonra Bulgar çıkı� vizesi verilecektir. 3. Maddesine göre, “Türk giri� vizesini hamil olmadıkları halde göçmenler arasına karı�arak Türk topraklarına girenler bulunursa, Türk hudut makamları tarafından geri çevrilecektir50. Bulgaristan, Devlet ba�kanı Todor Jivkov’un 1968 �ubatında gerçekle�tirdi�i Türkiye ziyaretinde 1952 yılında gerçekle�en göç nedeniyle parçalanan ailelerin birle�tirilmesi amacıyla göç anla�ması paraf edilmi�tir. Bu antla�ma sonrasında

46 http://www.laender-lexikon.de/Bulgarien_(Geschichte) (21.01.2009) 47 Baskın Oran, s. 177 48 �lhan Uzgel, “Balkanlarla �li�kiler”, Der. Baskın Oran, Türk Dı� Politikası, Kurtulu� Sava�ından Bugüne Olgular, Belgeler,Yorumlar, �stanbul, �leti�im yayınları, 2006, s. 177 49 A.g. e. s. 177 50 �lhan Uzgel, s. 177

384

parçalanmı� aileler bir araya gelme imkânı bulmu� ve yine Türkiye 130.000 e yakın göç almı�tır. 1970’lerde ilk olarak Bulgaristan da ya�ayan Pomaklar51 üzerinde uygulanmaya ba�lanan ancak uluslararası arena da pek yankı bulmayan isim de�i�tirtme baskısı 1980’lere gelindi�inde Türkler üzerinde de uygulanmaya ba�lanmasıyla birlikte Türkiye- Bulgaristan arasında zaten iyi olmayan ili�kiler kopma noktasına gelecektir. Ya�lanan Bulgar nüfusu kar�ında sürekli artan Türk azınlıkların nüfusu Bulgar yönetimini kaygılandırma noktasına gelmi� ve Türkiye’nin ilerleyen dönemlerde Bulgaristan içerisindeki Türk azınlıkları iddia ederek Bulgaristan’a da Kıbrıs benzeri bir operasyon gerçekle�tire bilece�i endi�esini do�urmu�tur. Jivkov yönetimindeki Komünist Partisinin (BKP) “Yeniden Do�u� Hareketini” yani ülke içerisindeki azınlıkların asimile edilerek veya topluca göç ettirilerek azaltılması politikası 1984’ten ba�layarak Bulgaristan da ya�ayan Türk kökenli azınlıklar üzerinde uygulanmaya ba�lanmı�tır. Bu hareket çerçevesinde Bulgaristan da ya�ayan Türk azınlıkların isimlerinin zorla de�i�tirildi�i, Türkçe konu�ma yasa�ının getirildi�i, sünnet olmalarının dahi yasaklandı�ı ve buna kar�ı duranların öldürüldü�ü, geçmi�lerini unutmaları için mezarlarının ortadan kaldırıldı�ı bir dönem ya�anmaya ba�lanmı�tır. Bulgaristan da hızla ciddi boyutlara ula�maya ba�layan bu sorun kendi içerisinde siyasi çalkantılarla u�ra�an Türkiye tarafından ba�langıçta yeteri kadar tepkiyle kar�ılanmamı�tır.

Batı medyasının Bulgaristan’ın Türklere kar�ı uyguladı�ı politikalarına olan tepkisi biranda konuyu uluslar arası arenada yankılandırmaya ba�lamı�tır. Türkiye de 12 Eylül darbesi sonrası yönetimi devralan Özal hükümeti Ekonomi Politikalarına verdi�i öncelik nedeniyle daha ılımlı bir politika geli�tirme yoluna gitmi�tir. Ne var ki Todor Jivkov yönetimindeki Bulgaristan’ın Türk azınlı�a kar�ı uyguladı�ı baskıların artmasıyla birlikte Türk hükümeti de sert tavır takınmak zorunda kalmı�tır. Jivkov un 1989 yılında Türkleri tekrardan bir göçe zorlamasıyla birlikte Türkiye yine binlerce göçmen Türk Bulgar sınırına akın etmi�tir. Türkiye deki söylemlerin birço�u Bulgaristan’daki Türk azınlıkların hepsini kabul edebilecekleri yönündeyken ve Özal hükümeti de, Bulgaristan’dan gelecek olan tüm göçmenleri almayı hedeflerken kısa sürede göç edenlerin sayısının 310.000 bulması nedeniyle hükümet sınırı tekrardan kapatmak zorunda kalmı�tır. Göç esnasında, Binlerce aile parçalanırken binlerce ki�ide malını ve canını kaybetmi�tir. Ancak Göç kabul edilmesi Bulgaristan’da ki sorunun tam olarak çözümü olmadı�ı gibi Kabul edilen yeni göçmenlerin de ülke içerisinde özellikle göçmenlerin yerle�tirildi�i bölgelerde çe�itli sıkıntılar ortaya çıkmaya ba�lamı�tır. 51 Genel olarak Müslüman Bulgarlar olarak bilinirler. Pomak teriminin Bulgarca “pomagam” (yardım etmek) kelimesinden türedi�i varsayılır. Osmanlı döneminde gönül rızasıyla Müslümanlı�ı kabul etmi� bir toplum olan Pomaklar di�er Bulgarlardan din ve kültürel olarak ayrılırlar. Osmanlı ümmet sistemi içinde Bo�naklar ve Müslüman Makedonlar (Torbe�) gibi kendilerini Türk bilmi�ler ve tanımlamı�lardır. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Pomaklar 17.01.2009)

385

Bu sorunun çözümünü gerçekle�tirecek olan de�i�imse tüm dünya dengesini etkileyecek olan Sovyetler Birli�inin da�ılması olacaktır. Sovyetler Birli�inin da�ılmasıyla birçok balkan devletinde oldu�u gibi Bulgaristan da bir geçi� a�amasına girecektir, bu a�ama Ekonomik, Siyasi, Kültürel gibi geni� bir çerçevede meydana geldi�inden ülkeler kendilerini yenilemede yeni ittifaklara, yeni politikalara gereksinim duymu�lardır. Bulgaristan’ın Türk azınlı�a kar�ı uygulamı� oldu�u göç politikası so�uk sava� sonrasında de�i�im içinde olan Bulgaristan’ın önüne üç önemli sorun çıkaracaktır. �lki, So�uk sava� sonrası dönemde Bulgaristan Batı’ya eklenmeye çalı�tı�ı durumda, bu insanlık ayıbı Bulgaristan’ın önüne çıkan sorun olacaktı. �kincisi, Do�u blokunun da�ılmasıyla birlikte, Bulgaristan bölgesel düzeyde ili�kilerini yeniden düzenlemek durumunda kalacaktı ki, bu noktada Türkiye faktörü önemliydi. Üçüncüsü, “yeniden do�u� hareketi” yeti�mi� insan gücü açısından Bulgaristan’a pahalıya mal oldu. Bu hareket sonucunda Bulgaristan da bulunan Türk azınlık Türkiye’ye göç etmeye çalı�tı. Fırsatını bulan Bulgarlarda Batıya göç etti52.

Bu sıkıntıların yanında Bulgaristan’ın kendi yapısından kaynaklanan sorunlarda Geçi� a�amasının her yönüyle Bulgaristan için zor a�ılmasına neden olmu�tur. Bir türlü gerçekle�tirilmemi� olan orta sınıf, ya�anan Kentli-Köylü çeki�mesi, sınıf bilincinin olu�maması, siyasetin belirli zümrenin elinde toplanması bunlarında daha çok so�uk sava� döneminde Komünist Parti içerinde yer almaları gibi nedenlerle Bulgaristan da Siyasetin genele yayılmasını engellemi�tir. Bu nedenle de So�uk sava�ın ortadan kalkmasıyla birlikte ülke içerisinde siyasi sıkıntılar daha sert ya�anmaya ba�lanmı� ve Di�er do�u Bloku ülkelerde oldu�u gibi Bulgaristan’da da 1990 ba�larında çok partili hayata geçilmi� ve eski komünist parti Bulgaristan sosyalist partisi adını almı�tır53. Bulgaristan’daki muhalif güçler ise demokratik güçler birli�i adındaki hareketi partile�tirerek siyasal sistem içinde yer aldırlar54. Türk azınlıksa 1984 sonunda uygulanan baskı kampanyasına kar�ı Milli Kurtulu� Hareketi adı altında direni� ba�latan Türkler, bu ülkede sosyalist rejimin yıkılmasından sonra Ocak 1990’a Ahmet Do�an’ın önderli�inde söz konusu örgütü Hak ve Özgürlükler Hareketine (HÖH) önceleri hareket olarak kurulan bu Örgüt 1990’da siyasi Parti oldu55. 1989 yılında Todor Jivkov yönetimi dü�tü ve 10. 17 Haziran 1990 yılında ilk serbest seçim gerçekle�ti yeni kurulan yönetimin uluslar arası alanda kısa sürede gerçekle�tirmesi gereken Özgürlük, Demokrasi,�nsan Hakları gibi

52 Mustafa Türke�, Türkiye’nin Kom�uları, �stanbul, �mge Kitapevi, , 2002, s.317 53 Baskın Oran, s. 482. Daha fazla bilgi için bkz. Ekaterin, Nikova, Changing Bulgaria in The Cahnging Balkans, s.199, (Der. Günay Göksu Özdo�an, Kamali, Sayba�ılı, Balkans Amirror Of The New International Order, �stanbul, Eren yayıncılık, 1995. 54 A.g. e. s. 485 55 A.g. e s. 485

386

konular bulunmaktaydı56. Bulgaristan Siyasi hayatın yanında 1990’ların sonrasında ekonomik alanda da bir geçi� dönemi ya�anamaya ba�lanmı�tır. 1930’lu yıllarda Almanya’nın Bulgaristan üzerinde kurudu�u ekonomik ve siyasi kontrol, hammadde ve tarım ürünleri ihracatı ile sınai malları ithalatına dayalı bir ekonomik yapıyı yerle�tirmi�tir. Bu yapı Komünist yönetimler tarafından sınai kalkınma politikalarıyla büyük ölçüde dönü�türülmü� olsa da, 1990’lardan sonra komünist endüstrinin çökü�ü, Bulgaristan ekonomisini 1930’ların ko�ullarına geri çevirmi�tir57.

Siyaset ve Ekonomi Bulgaristan’ın geçi� döneminde çözüm bulmasını gerektiren iki önemli konu olmu�tur. Siyasete çözüm batı devletlerine yönelerek ve batı kurulu�larına NATO, AB gibi örgütlere üye olmayı hedefleyerek ve kom�u ülkelerle özellikle Türkiye ile daha ılımlı politikalar ve Türk azınlıkların haklarını gözetmeyi taahhüt ederek sürdürmeye çalı�mı�tır. Hak ve Özgürlükler Hareketinin Bulgaristan siyasi hayatında boy göstermeye ba�lamasıyla birlikte de Bulgaristan içerisinde ki Türk azınlıklar daha çok hak elde etmeye ba�ladılar.. Bunlar arasında Türk isimlerini kullanma, göç nedeniyle ayrıldıkları yurtlarına geri dönme, Türkçe gazete çıkartma gibi daha birçok hak yer almaktadır. HÖH’ ün uyguladı�ı ılımlı politika Bulgaristan da Türklerin entegrasyon sürecini hızlandırmı� ve olu�an olumlu hava Türkiye - Bulgaristan ili�kilerini Yeni dönemde pozitif olarak etkilemi�tir.

Bulgaristan’ın So�uk sava� sonrasında NATO ya girme iste�i ve bunu Türkiye’nin desteklemesiyle birlikte ili�kiler en iyi dönemlerini ya�amaya ba�lamı�tır. 2004 yılında gerçekle�tirilen NATO üyeli�i sonrasında hedeflenen AB üyeli�i de 2007 Oca�ında gerçekle�mi�tir. Türkiye’nin AB üyeli�ine destek verdi�ini açıklayan Bulgaristan’ın önemi Türkiye açısından artmı�tır. Ekonomik alanda ise 1990’ların ba�ında ya�anan sıkıntı ülkeyi 1996 krizine götürse de bu krizden siyasi olarak yakınla�tı�ı batı Avrupa ülkelerinden aldı�ı destekle çıkma imkânı elde etmi�tir. Bugün gelinen noktada Bulgaristan ekonomisinde çe�itli eksiklikler olsa da AB üyeli�i Bulgar ekonomisi ve yabancı yatırımcıların çekilmesi için büyük kazanım olmu�tur. Yine Türkiye Bulgaristan arasındaki ılımlı süre. �ki ülke arasındaki ticari ili�kilere de yansımı�tır. 30 Haziran 2005 itibariyle Türkiye’de 95 adet Bulgaristan menseli firma faaliyet göstermektedir. Söz konusu firmaların 67 adedi 17 Haziran 2003 tarihinden sonra kurulan �irketlerdir. Pristo Oil’in yatırımı, Bulgaristan’ın yurtdı�ında gerçekle�tirdi�i en büyük özel giri�imlerden birini te�kil etmesi bakımında önem ta�ımaktadır58. Bulgaristan Yabancı Yatırım Ajansı verilerine göre Türkiye Bulgaristan’da 16.

56 Heinz-Günther Borck, 1200 Jahredeutsch-Bulgarische Beziehungen – ein Überblick, bkz. http://www.obere-meerbach.de/Bulgarien.pdf 16.01.2009 57 Nurcan Özgür Baklacıo�lu, s. 198 58 Dı� ekonomik ili�kiler kurulu, Bulgaristan ülke Bülteni bkz. http://www.deik.org.tr/Pages/TR/IK_BultenDetay.aspx?bDetId=20&IKID=68 (12.12.2008)

387

Yabancı yatırımcı ülke konumundadır. 2006 yılsonu itibariyle Bulgaristan’daki do�rudan Türk yatırımları 128 milyon dolara ula�mı�tır ve bu rakam yabancı ortaklı Türk yatırımları ile yakla�ık 250 milyon dolara çıkmaktadır59. Bulgaristan’ın Sovyetler Birli�i sonrasında kat etti�i yol gerçekten takdir edilmesi gereken bir süreç olmu�tur. Hem dı� politikada Batı Avrupa merkezli bir politika izlenmi� hem Ekonomik sorunun çözümü bu ülkelerle gerçekle�tirilmeye çalı�ılmı�tır. Bulgaristan ilk dönemlerde sıkıntılar ya�asa da daha sonraki dönemlerde rotasını do�ru yöne çevirmi� ve 1995 yılında AB üyeli�ine yapılan ba�vuru bunun en iyi göstergesidir. Demokrasinin i�lerli�ini kısa sürede sa�lamaya çalı�mı�lar ve en önemlisi ülke içinde en fazla sıkıntıyı çeken Türkleri yine kendileri kısa sürede adapte etmeyi ba�armı�lardır. AB üyeli�i sonrası birçok Bulgar göçmeni Türk Bulgaristan’a geri dönmü� hatta göç esnasında bıraktıkları evlere tekrardan sahip olabilir konuma gelmi�tir. Her iki ülke arasında gelinen nokta ili�kilerin artık daha fazla i� birli�i çerçevesinde ilerlemektedir. Özellikle Bulgaristan’ın AB üyesi olması ve AB’ye açılan kapı konumunda olması sebebiyle Türkiye ile sınır güvenli�i konuları son dönemlerde gündemde olan açılımlardır.

Sonuç

Bulgaristan geçi� a�amasının ilk yıllarını rotasını belirlemek için harcarken bu rotayı belirleyen ve Bulgaristan’ın yönünü Avrupa’ya döndüren olay 1996 ekonomik krizidir. Kriz Bulgaristan, Sosyal hayatı, Ekonomisi, Siyaseti için bir dönüm noktasıdır. Geçi� noktasının nasıl sonlandırılaca�ı ve Hedeflenen sistemin ne oldu�u bu kriz döneminde belirginle�mi�tir. 1995 yılında gerçekle�tirilen AB’ye üyelik ba�vurusu ve 1996 ekonomik kriziyle para biriminin Alman Markına ba�lanması AB üyeli�inin önemini artırmı� ve gelecekteki hedefin Avrupa Birli�ine üyeli�in gerçekle�me a�aması olmu�tur. 1997 yılında yapılan genel seçimleri Kostov yönetimindeki “Maviler” kazanırken yeni yönetimin ana hedefi AB üyeli�i olmu�tur. AB üyeli�inin ilk adımlarının hızlı bir �ekilde atılmasına ve AB ye önem verilmesine Kostov hükümetinin uzun dönem hükümette kalması olmu�tur., Kopenhag Siyasi kriterlerin gerçekle�tirilmesi için bir çok yasa de�i�tirilirken, Ekonomide de hızla sayısız Özelle�tirme gerçekle�tirilmi�tir. Ancak bu süreç aynı zamanda sıkıntılı geçmi�tir. Kostov hükümetinin birçok ihaleye fesat karı�tırdıkları ve yolsuzluk yaptıkları iddiası birçok bakanın görevden alınmasıyla sonlamı� ve yerlerine siyaset dı�ından Profesyoneller getirilmi�tir. Daha sonraki dönemlerde Kostov yönetimine yönelik iddialar devam etmi� ve bu süreç Çar Simeon II dönemini ba�latmı� ve aynı zamanda koalisyon orta�ı olan HÖH partisini hükümete ta�ımı�tır. Bu koalisyon hükümetinin en önemli katkısı Bulgaristan’ı NATO üyeli�ine ta�ımı� olması ve AB ile ili�kileri düzenli olarak sürdürmesi olmu�tur. Daha sonra gerçekle�tirilen 2005 seçimlerinde ATAKA partisiyle yükselen milliyetçili�e ra�men Simeon II hareketinin ve HÖH partisinin 59 A.g. y.

388

destekledi�i Stani�ev ba�bakanlı�ındaki “Birle�ik sol” hükümeti görevi devralmı� ve Bulgaristan’ı AB üyeli�ine ta�ımı�tır. Genel hatlarıyla Bulgaristan dı� politikası güvenlik konularında daha çok NATO merkezli ABD ile birlikte hareket etme yolunu seçerken sosyal, siyasal konularda AB yörüngesinden de çıkmamaya dikkat etmektedir. AB üyeli�inden sonra Bulgaristan artık AB’nin güvenlik kapısı konumuna gelmi�tir. Buda gümrük kapılarında daha fazla denetimi gerektirirken bu denetim a�aması yolsuzlu�un önemli bir sorun te�kil etti�i Bulgaristan da ne derece sa�lıklı gerçekle�tirildi�i de dü�ündürücüdür bir boyuttur. Bulgaristan’ın AB üyesi bir ülke olmasına ra�men birçok alanda hala AB seviyesine ula�ması zaman alaca�ı kanısındayım. Özellikle ABD’nin Irak harekatına verilen ko�ulsuz destek ne kadar AB yakla�ılsa da bir o kadar ABD çizgisinden çıkmama politikasını göstermektedir. Özellikle son seçimlerde yükselen milliyetçi ATAKA patisinin oylarını artırması geçmi� dönemlerde acı hatıraları olan Ülkedeki azınlıkları kaygılandırmı�tır. Bu süreçte ülkede hala So�uk sava� döneminden kalan siyaset kalıplarının varlı�ı kendini hissettirmektedir. Bütün bu sorunların çözülme süreci Bulgaristan’ın bundan sonraki dönemlerde gerçekle�tirmek için çaba harcayaca�ı ev ödevleri gibi gözükmektedir.

Kaynakça

Ahmet Cafero�lu, “Eski Uygur Türkçesi Sözlü�ü”, �stanbul, Türk Dil Kurumu yayınlarıl, 1968.

Dı� ekonomik ili�kiler kurulu, “Bulgaristan ülke Bülteni” bkz. http://www.deik.org.tr/Pages/TR/IK_BultenDetay.aspx?bDetId=20&IKID=68 (12.12.2008)

Ekaterin, Nikova, “Changing Bulgaria in The Cahnging Balkans” ,(Der. Günay Göksu Özdo�an, Kamali, Sayba�ılı, Balkans Amirror Of The New International Order, Eren yayıncılık, �stanbul, 1995.

Emrullah Güney; “Türkiye’nin Kom�uları”; Ülkeler Co�rafyası-Jeopolitik, Diyarbakır, Çantay Kitapevi, 2003.

E. Burç Yıldız, “Bulgaristan Ekonomisi Büyümeye Devam Ediyor” www.izto.org.tr/NR/rdonlyres/33AC7FBD-DEAA-488C-A2A9-5869BFCC7608/10266/bulgaristan.pdf (09.12.2008)

Fahri Armano�lı, “Siyasi Tarih (1789-1960)”, Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları 1973.

Constantin Jos. Jirecek; “Gescichte der Bulgaren” ;Hildesheim, Georg Olms Yayınları, 1977.

Halil, Akman; “Payla�ılamayan Balkanlar”, IQ Kültür Sanat Yayıncılık,�stanbul, 2006

389

Herman, Vambery, “Das Türkenvolk in seinen ethnologischen und ethnographischen Beziehungen” , Leipzig, Adamant Media Corparation, 2006.

Heinz-Günther Borck, “1200 Jahredeutsch-bulgarische Beziehungen – ein Überblick”, bkz. http://www.obere-meerbach.de/Bulgarien.pdf 16.01.2009

Kemali, Syaba�ılı, Gencer Özcan; Yeni Balkanlar, Eski Sorunlar, �stanbul, Ba�lam Yayınları, Mart, 1997.

Maria, Todorova; Balkanlar’ı Tahayyül Etmek, �stanbul, �leti�im Yayınları, 2003.

Mehmet Savcı, “Balkan Konferansları Ba�lamında Türkiye Bulgaristan �li�kileri” �stanbul Üniversitesi, Atatürk ilke ve �nkılap Tarihi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi (yayınlanmamı�)

Misha Glenny; “Balkanlar 1804-1999, Milliyetçilik, Sava� ve Büyük Güçler”, �stanbul, Sabah Kitapçılık, Ocak 2001.

Mustafa Türke�, “Türkiye’nin Kom�uları”, �stanbul, �mge Kitapevi, 2002.

Nurcan Özgür- Baklacıo�lu; “AB Üyesi Bulgaristan’da Süreklilik ve De�i�im”, Avrasya Dosyası; Cilt/Vol. 14, Sayı/No 1, 2008. Bkz. http://www.asam.org.tr/temp/temp813.pdf (19.01.2009)

Norbert Randow , “Die Neuere Bulgarische Geschichte im Spiegel der Literatur” , bkz. http://www.deutsch-bulgarische-gesellschaft-hamburg.de/publikation/randow.pdf (27.11.2008)

Oran Baskın, “Türk Dı� Politikası, Kurtulu� Sava�ından Bugüne Olgular,Belgeler,Yorumlar Cilt 1: 1919-1980” , �stanbul, �leti�im yayınları, 12. Baskı, Ekim 2006.

Oral Sander; “Siyasi Tarih” �lkça�dan günümüze, �stanbul, �mge kitapevi, 2006.

Ömer E., Lütem, “Türk-Bulgar ili�kileri 1983-1989, Cilt I, 1983-1985”, Ankara, ASAM yayınları, 2000.

Ömer Turan, “The Turkish Minority in Bulgaria”, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1998.

Richard C. Hall, “Balkan Sava�ları 1912- 1913, I. Dünya Sava�ı’nın Provası”, �stanbul, Homer kitapevi, 2003.

Sibel Turan; “Osmanlı Devleti’nin Bulgaristan’ın Ba�ımsızlı�ını Tanıması ve Türk-Bulgar ili�kilerinin Geli�mesi” (1908-1914), Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Uluslararası

390

Sempozyum, 11-13 Mayıs 2005, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Türk- Bulgar ili�kileri, Bildiriler, Mayıs 2005.

Stefanos Yerasimos, “Milliyetler ve Sınırlar, Balkanlar, Kafkasya ve Orta-Do�u” �leti�im yayıncılık, Ekim 2004.

Turan Gökce, “XVII yy. Filibe �ehrinin Demografik Geli�imi” Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Uluslararası Sempozyum, 11-13 Mayıs 2005, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Türk- Bulgar ili�kileri, Bildiriler, Mayıs, 2005.

http://www.setimes.com/cocoon/setimes/xhtml/tr/infoCountryPage/setimes/resource_centre/countries/bulgaria?country=Bulgaria (11.11.2008)

http://www.government.bg/cgi-bin/e-cms/vis/vis.pl?s=001&p=0159&n=2&g= (18.01.2008)

http://www.laender-lexikon.de/Bulgarien_(Geschichte) (21.01.2009)

http://www.bilgidenizi.net/ulkeler/19483-bulgaristan-ve-bulgaristan-tarihi.html (17.08.2008)

391

PAZARLAMANIN POSTMODERN YÖNEL�M� VE KÜRESELLE�ME EKSEN�NDE ��LETME YAPILARINDAK�

DÖNÜ�ÜM Doç.Dr.Muammer ZERENLER

Selçuk Üniversitesi ��BF ��letme Bölümü Ö�r.Gör.Dr.Derya ÖZ�LHAN

Karamano�lu Mehmetbey Üniversitesi Ermenek MYO ��letme Yönetimi Ö�r.Gör.�brahim AKGÖBEK

Karamano�lu Mehmetbey Üniversitesi Ermenek MYO Muh.ve Vergi Uyg.

Özet

Dü�ünsel, kültürel ve somut nitelikleri açısından bir dönemin sona ererek yeni bir dönemin ba�langıcı olan postmodernizmi de beraberinde getiren küreselle�me olgusu, sanattan bilime kadar çok geni� bir mesafede etkili olmaktadır. Postmodernizmin pazarlama faaliyetlerindeki yansıması ve küreselle�menin tüm dünyayı tek bir pazar yeri haline getiren gerçekli�i i�letme yapılarının da de�i�mesine neden olmu�, yerelden çokulusluya do�ru bir geli�imi gerekli kılmı�tır. Bu çalı�mada öncelikle pazarlamanın ne üretirsem satarım anlayı�ından bugünkü postmodern boyutuna gelene dek geçirdi�i dönü�üm küreselle�me ve teknolojinin itme, pazarın çekme gücü ba�lamında incelenmi�, ardından bu süreçte i�letme yapılarındaki dönü�ümün incelenmesi ile çalı�ma sonlandırılmı�tır.

Anahtar kelimeler: Postmodern Pazarlama, Küreselle�me, Çokuluslu �irketler

TRANSFORMATION IN BUSINESS STRUCTURES IN THE AXIS OF GLOBALIZATION AND POSTMODERN TENDENCY OF

MARKETING

Abstract

The phenomenon of globalization has brought about the postmodernism which is the starting point of a new period in terms of intellectual, cultural and concrete characteristics. It has also become effective in a wide range from art to science. The reflection of postmodernism on the activities of marketing and the reality of globalization which has transformed the whole world to a single market, has led to the change of the business structures and that has required a development from localness towards multinationalism. In this study, firstly, the transformation of marketing from the comprehension of ‘I can sell whatever I produce’ toward postmodern dimension has been examined and then, it has been finished with the examination of transformation in business structures in this process.

Keywords: Postmodern Marketing, Globalization, Multi National Enterprises

392

1.Giri�

Günümüzde i� dünyasının dinamikleri, küreselle�menin dünyayı tek bir pazaryeri ve din, dil, milliyet farkı gözetmeksizin dünyanın her kö�esinde ya�ayan insanları bu pazarın alıcıları olarak gören argümanı çerçevesinde yeniden �ekillenmektedir. Pazarların globalizasyonu, geçmi�te birbirinden ayrı faaliyet gösteren ulusal pazarların, tek bir büyük pazar �eklinde entegrasyonu olarak açıklanabilir. Pazarların küreselle�mesinin ardında yatan dinamik, klasik ekonominin kurallarını de�i�tiren ve “bilgi ekonomisi” ya da “yeni ekonomi” olarak adlandırılan trendde bilgi- ileti�im teknolojilerinin üstlendi�i roldür.

Gerek küreselle�me- teknoloji- rekabet sarmalının, gerekse küresel pazarın karakteristikleri toplumsal postmodernizmin geli�mesine neden olmu�, mü�teri profilinde de yansımalarını gösteren bu yeni dünya düzeni pazarlama faaliyetlerinde de köklü de�i�imlere yol açmı�tır. Ulusal ekonomilerin küresel pazarlara eklemlenmesi ile farklı ülkelerde ya�ayan farklı kültürdeki insanların ekonomik, politik ve kültürel ili�kilerinin artması sonucu �ekillenen bu düzen, i�letme yapılarında da yerelden küresele do�ru bir olu�umu beraberinde getirmi�tir.

Bu çerçevede çalı�manın temel amacı, küreselle�me ekseninde postmodernizm felsefesinin ortaya çıkı�ına paralel olarak ya�anan de�i�imleri özellikle teknolojinin itme- pazarın çekme gücü ba�lamında açıklamak ve bu de�i�im kapsamında çokuluslu �irketlerin dünya ekonomisinde edindikleri konumsal üstünlü�ü inceleyerek bu konuda Türkçe literatüre katkıda bulunmaktır.

2.Literatür �ncelemesi

2.1. Küreselle�me ve Postmodernizm

Küreselle�me, ekonomiden siyasete, sosyal politikadan kültüre, hemen hemen yeryüzünün her alanındaki de�i�imi ifade etmek için kullanılan sihirli bir sözcük haline gelmi�; ünlü sosyolog Peter Berger’in deyimiyle Alman kömür endüstrisindeki gerilemeden, Japon gençlerinin cinsel alı�kanlıklarını açıklamaya kadar kullanılan “kli�e” ye dönü�mü�tür (Bozkurt, 2000). Ve kli�eler, ça�ın ya�anmı� deneyimlerinin unsurlarını yakalarlar. Bu açıdan küreselle�me (Held ve di�., 2006: 161); “iktisadi ve teknolojik güçlerin, payla�ılan sosyal alan olarak dünyanın hızla �ekillendirildi�i ve dünyanın bir bölgesindeki geli�melerin kürenin di�er tarafındaki birey ve toplulukların ya�amları için büyük ve derin sonuçlar yarataca�ı yaygın görü�ünü” yansıtmaktadır.

393

1970’lerden itibaren gündeme getirilen “yeni dünya düzeni” ve daha sonra bu düzenin ideolojik uzantısı olarak 1990’larda dünya kamuoyuna sunulan küreselle�me akımı, dünyanın ve ülkelerin gündemini yo�un bir �ekilde i�gal eden en yaygın moda akımı haline gelmi�tir (Ri�vano�lu, 2005: 459). Olumlu ya da olumsuz, sayısız söyleme konu olmaya devam eden küreselle�me olgusu; yanda� ve kar�ıt gözetmeksizin, dünya üzerindeki tüm bireyleri ve kurumları kaçınılmaz biçimde etkilemektedir. Özellikle teknolojinin hızlı geli�imi, ta�ıma maliyetlerinin azalması ve ticari engellerin a�ılması; üretim faktörlerinin serbest dola�ımına zemin hazırlayan liberal ekonomiyi tetikleyerek, dünya yüzeyindeki toplumların birbirine benzemesine yol açmı�, ve bu kar�ılıklı etkile�im süreci “dünyanın global bir köy halini alması” gibi ifade biçimleriyle tanımlanan “küreselle�me” kavramını ortaya çıkarmı�tır. Literatürdeki pek çok tanımına göz gezdirildi�inde küreselle�me, a�a�ıdaki anlamları yüklenmektedir:

Küreselle�menin uluslar arası ili�kiler ile ili�kilendirilen tanımı, farklı ülkelerin ulusal sınırlarının çözülmesiyle beraber sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik ili�kilerinin ve ba�ımlılıklarının artması sonucu toplumların giderek birbirlerine benzedikleri görü�lerine atıf yapmaktadır. Bu ba�lamda Giddens (Giddens, 2006: 204), küreselle�meyi, “yerel olu�umların kilometrelerce uzaktaki olaylarca �ekillendirilmesi ya da tersi biçimde, uzak yerellikleri birbirine ba�layan dünya çapındaki toplumsal ili�kilerin yo�unla�ması” olarak tanımlamaktadır.

Dı�a açık ulusal ekonomilerin dünya ölçe�inde bütünle�mesi ve kar�ılıklı ili�kilerin artması noktasında küreselle�me, “liberalle�me” kavramı ile ili�kilendirilmektedir. Adam Smith’in, orijinal ifadesiyle “laissez faire, laissez aller, laissez passer (Smith, 2009)” yani; “bırakınız yapsınlar, bırakınız gitsinler, bırakınız geçsinler” mottosu ile vurguladı�ı serbest dı� ticaretin gereklili�i ve devletin “görünmez el” aracılı�ı ile rolünü azalttı�ı piyasa ekonomisi ile tabir edilen liberalizmin temel prensibi, Hayek (Yayla, 1998: 17) tarafından �u �ekilde ifade edilmektedir: “��lerin idaresinde spontane içtimai kuvvetlere kabil oldu�u kadar yer verilmeli ve zorlayıcı, tazyik edici tedbirlerden kabil oldu�u kadar kaçınılmalıdır”. Bireysel özgürlüklerin ekonomik ili�kilere de temel te�kil etti�i liberalizmin serbest piyasa ekonomisi, Marx ve Engels’ in (Dicken ve di�., 2005: 283) “kapitalizmin tek bir dünya pazarı olu�turmaya” do�ru olan yönelimiyle ba�da�tırıldı�ında da kar�ımıza, küreselle�me kavramının kapitalizmle ili�kilendirilen boyutunu

394

çıkarmaktadır. Bu anlamda küreselle�me; “ulusal ekonomilerin dünya pazarıyla eklemlenmesi ve iktisadi karar süreçlerinin giderek dünya kapitalizminin sermaye birikimine yönelik dinamikleriyle belirlenmesi” (Yeldan, 2001: 13) olarak tanımlanmaktadır. Giddens’ın tarifiyle “uzak yerellikleri birbirine ba�layan” bir olgu olarak küreselle�me, Smith’in liberal ekonomiye temel olu�turan tezi ile ekonomik eksende bütünle�tirildi�inde, Rugman’ın (Rugman, 2004: 22) ifadesiyle “do�rudan yabancı yatırım yapan çokuluslu giri�imlerin faaliyetleri ve ulusal sınırların ötesinde de�er yaratmak amacıyla i� a�larının ortaya çıkması” olarak da tanımlanabilir.

Küreselle�me tanımlarından anla�ılaca�ı üzere bugün, sanayi yapıları, i� yapma ve rekabet biçimleri, piyasaya sürülen ürünler, 15 yıl önce oldu�undan çok daha farklı bir boyut kazanmı�tır (Kırım, 1998: 12). 20. Yüzyılın ilk yarısında küreselle�me olgusuna paralel olarak dünyamızda büyük de�i�imler, sosyal, siyasal, ekonomik dönü�ümler ve devrimler ya�anmı�, ikinci yarısında ise, devrimlerin ço�unun yok olu�unu hazırlayan de�i�imler ivme kazanmı�, yeni geli�meler ve yakla�ımlar olu�arak günümüzü etki altına almı�tır (Odaba�ı, 2004: 11).

“Postmodernizm; tüketici ile ileti�imin ön planda oldu�u ve teknoloji hakimiyetindeki toplumların konumunun irdelendi�i, modernist anlayı�ı ele�tiren bir kuramdır.”. Postmodern ya da endüstri sonrası dönem, teknolojide büyük atılımların oldu�u ve üretimin sınırsız hale geldi�i dönemdir. Kol gücü yerine beyin gücünün, bilgisayar teknolojisinin ve baskın piyasa kurallarının mutlak hakimiyetinin oldu�u bir dönemi ifade etmektedir. Büro çalı�anları hem sayısal olarak, hem de kazanç olarak fabrika i�çilerinin önüne geçmekte, bilgi üreten ve da�ıtan i� alanları bu dönemde geli�mekte ve büyümektedir (Odaba�ı, 2004: 21-22).

Postmodernizmin ortaya çıkı�ı, modernizmden postmodernizme yönelme, kapitalist süreç ele alındı�ında iki farklı dönemi temsil eden Fordist üretim biçiminden, post-Fordist üretim biçimine geçi�le ba�lantılıdır. Modernist üretim ve yönetim tarzı iki önemli kurumu gerçekle�tirmi�tir. Bunlardan birincisi “bir �ey; parçalarının toplamıdır” dü�üncesi ile “yürüyen bantlarda yapılan kitle üretimi”, di�eri ise; “hiyerar�i, düzen olu�turmanın ana ilkesidir” diyen “bürokratik örgütlenme” �eklidir. Bu iki önemli olu�um, büyük miktarlarda ürün üretmeyi ve merkezi otoriteye ba�lı, onun tarafından yönetilen ve kontrol edilen çok sayıda çalı�an insan varlı�ını gerçekle�tirmi�tir(Odaba�ı, 2004: 24).

395

Modernizmin üretim biçimi olan Fordist üretim; 1900’lü yılların ba�ında Henry Ford tarafından ilk seri üretim otomobil olan T-Model’in üretilmesiyle ba�lamı�tır. Aynı tip üründen büyük miktarlarda üreterek birim ba�ına sabit maliyetleri dü�üren ve bu �ekilde verimlili�i sa�layarak otomobilin fiyatını dü�ük tutan seri üretim sayesinde, yaygın bir tüketici kitlesi bu ürünü alabilir hale gelmi�tir (Kırım, 1998: 12). Ancak Fordizm, 1970’ li yıllarda kitle üretiminde ortaya çıkan sorunlar ve arz-talep piyasasında ki istikrarın bozulması sonucu kriz baskısı altına girmi�tir (Odaba�ı, 2004: 26). Batı toplumu “bireyselli�i” ke�fetmi�, sonuçta her birey kendi farklılı�ını ya�ama arzusu geli�tirmeye ba�lamı�tır.

Bir taraftan küçük ve istikrarlı olmayan ve sürekli de�i�en tüketici tercihleri artarken, di�er taraftan esnek üretime, uzmanlı�ın egemen oldu�u yeni i� tanımlarına ve endüstriyel ili�kilerin do�masına baskı yapmaya ba�lamı�tır. Ya�anan krizler ve kar�ıla�ılan ekonomik darbo�azlardan kurtulabilmek için yeni arayı�ların içerisine girilmi�tir. Fordizm’ in tarihsel i�levini bitirmesi ve yeni bir üretim sistemi arayı�ının ortaya çıkması, Japon araba üretimindeki sistemin etkinli�i ve ba�arısı ile daha da a�ırlık kazanmı�tır (Odaba�ı, 2004: 27). Herkese ayrı özellikte araba üretme ve bunu seri olarak yapabilme Toyota’nın bulu�uydu. Böylece mü�teri beklentilerindeki bu farklıla�ma tüm dünyada yeni bir üretim ve yönetim anlayı�ını ba�latmı�tır. Hem büyük miktarlarda üretilen hem de çok farklı model ve çe�it sunulan bu üretim sisteminin adı “mass customization- ısmarlama seri üretim” dir (Kırım, 1998: 13).

Fordizm’in kar�ıtı olarak post-Fordizm’in belirgin özellikleri arasında �unlar gösterilebilir (Odaba�ı, 2004: 27-46):

• Esnek uzmanlıklar ve pazar ni�leri • Bili�im teknolojilerinin yaygınla�ması • Örgütsel kültür, tam zamanında üretim, toplam kalite

uygulamaları • Esnek üretim sistemlerinin varlı�ı

Böylelikle postmodernizm dönemini pazarlama açısından �u �ekilde özetleyebiliriz:

• Postmodernizm, genel anlamıyla tüketim kültürünü ön plana çıkarır. Modernizm ise üretim kültürünü temel alır.

• Postmodernizmde tüketici bilinçli, ileti�im kuran, etkile�imi seven karakteristik özelliklere sahiptir.

396

• Postmodernizmde marka ve firma ba�lılı�ı kalıcı de�ildir ve de�i�ir. Mü�teri ihtiyaçları anında çe�itli kanallardan cevaplanabilir. 2.2. Teknolojinin �tme- Pazarın Çekme Gücü Ba�lamında

Ya�anan De�i�imler �nsanlı�ın do�u�undan günümüze kadar geçen tarihsel süreç bilgi ve teknoloji kavramlarının geli�imi do�rultusunda �ekillenmi� ve ilk ticaretten bu yana varolan üretici- tüketici ili�kileri de toplumların geçirmi� oldu�u bu sosyo-ekonomik dönü�ümlerden etkilenerek günümüzdeki halini almı�tır. Bilgi kullanımının etki alanı toplayıcı-göçebe toplumlardan bugün küresel bilgi toplumuna gelene dek hızla artmı�, teknolojik geli�meler ve pazar yapısındaki de�i�imin kar�ılıklı etkile�imi de bugünkü küresel rekabetin itici güçleri olmu�tur.

En genel biçimiyle “üretim faaliyeti” olarak adlandırılan insanın yeryüzündeki varolu� mücadelesi, ba�langıçta do�rudan do�adan elde edilen araçlarla sürdürülürken, insan kullandı�ı araçları kendisi yapmaya ba�lamı� ve bu süreç giderek daha karma�ık bir hal almı�tır (Ta�kın ve di�., 2003: 16). Ate�in bulunması, ta�ın kesme fonksiyonunun anla�ılması, tekerle�in icadı vb modern insana çok basit gelen teknolojik bilginin üretimi ve üretim sürecinde kullanımı, kümülatif olarak sosyo-ekonomik dönü�ümler e�li�inde geli�mi�tir. Bu sosyo-ekonomik geli�me evrelerini, Friedrich List, toplayıcılık, avcılık ve balıkçılık, çiftçilik, ticaret, küçük sanayi ve endüstri biçiminde ortaya koyarken, K. Marx, ilkel komünizm-kölelik ça�ı-feodalizm-kapitalizm-sosyalizm ve komünizm sürecinden söz etmektedir. Saptamaları ve yöntemi kalkınma teorisi ba�lamında çok tartı�ılan Rostow, tarihsel veriler kullanarak, her toplumun birbirini izleyen �u be� a�amadan geçece�ini ileri sürmektedir: geleneksel toplum, kalkı�a hazırlık evresi, kalkı�, olgunlu�a geçi� dönemi ve nihayet yüksek tüketim a�aması (Orhan ve di�., 2006).

Sovyet Ekonomist Nikolai Kondratieff tarafından 1922’de ortaya atılan uzun dalga kuramı, sanayi devriminin gerçekle�ti�i 18.yüzyılın sonlarından kitle üretimi dönemi olan 1980’li yıllara kadar, her biri ortalama 45-60 yıl süren dört dönemden bahsedilmektedir (Fekete, 2006). Günümüzde ise kitle üretimi döneminden çok daha farklı özelliklere sahip, bilgi teknolojileri eksenli yeni bir paradigma olan “Be�inci Dalga” hüküm sürmektedir. Kondratiev’in uzun dalga modelindeki toplumsal dönü�ümler, her dönemin teknolojik geli�meleri ba�lamında �ekil 1.1. yardımı ile açıklanabilir.

397

Uzun Dalga Kuramı’na göre, Birinci dalga öncesinde insanlı�ın büyük bölümü, göçebe topluluklar halinde ya�amakta; avlanma, do�ada hazır besin maddelerini toplama, hayvancılık türü faaliyetlerle geçinmekteydiler. On bin yıl kadar önce gerçekle�en avcılık-toplayıcılıktan yerle�ik tarıma geçi�, daha sonraki maddi geli�ime kaynaklık edecek bilgi birikimi yanında sosyo-ekonomik geli�imi hızlandırmı�tır (Orhan ve di�., 2006). �lk dalga tüm hızıyla devam ederken ba�layan Sanayi Devrimi, Avrupa, Kuzey Amerika ve Uzakdo�u’nun bir kısmında sanayile�me sürecini ba�latmı�, pek çok tarım ülkesi hızla çelik, otomobil, dokuma fabrikaları ve demiryolları kurma çabası içine girmi�lerdir (Akın, 2001: 18). 1700’den ba�layarak çok hızlı bir �ekilde teknolojinin icadı, 1750-1800 yılları arasında �ngiliz Kraliyeti tarafından bilginin aletlere, ürünlere ve süreçlere uygulanmasını te�vik etmek için mucitlere ödül olarak geli�tirilen patentlerin verilmeye ba�lanması, bugün Sanayi Devrimi dedi�imiz sürecin, yani toplum ve uygarlık teknolojisini tüm dünyaya yayma sonucunda yer alan de�i�imin ana unsurlarıdır (Drucker, 1993: 45-47).

�ekil 1.1. Kondratiev’in Uzun Dalga Modeli

Kaynaklar:“Kondratiev Wave”, http://en.wikipedia.org/wiki/Kondratiev_wave, Eri�im Tarihi:21.12.06, Güle�, Bülbül, a.g.e., ss.153-154, L.Douglas Kiel, Euel Eliot, “Long-

P R D E

1. Kondratieff 2. Kondratieff 3. Kondratieff 4. Kondratieff 5. Kondratieff

1800 1850 1900 1950 1990

Erken Mekanizasyon Su güc üPamuk, dokuma

Tren yoluDemir - ç elik

Elektrikli makineler kimya

Kitle( Fordist) Ü retimPetrokimya Otomobil u ç ak

Bilgi Teknolojisi

P: Prosperity (refah) R: Recession (durgunluk)

D: Depression (bunalı m)

E: improvement (geli ? �me)

398

Wave Economic Cycles, Techno-Economic Paradigms, And The Pattern Of Reform in American Public Administration”, Administration&Society, Vol.30, No:6, January 1999, 616-639’ dan düzenlenmi�tir.

Sanayi Devrimi, üretimin birincil enstrümanları olarak makinele�me ve mekanizasyonla el araçlarının yerini doldurmu�tur (Pine ve di�., 1993: 9). II. Dalganın, sanayile�meyi en üst noktaya ta�ıdı�ı 1950’lerde, önce ABD’de güç toplayan, zamanla di�er sanayile�mi� ülkelere yayılan ve her �eyi etkisi altına alan bir Üçüncü Dalga ba�lamı�tır.

Sanayi toplumunda, emek, sermaye, do�al kaynaklar ile kitle üretimi ve tam zamanlı çalı�ma esas iken üçüncü dalga sosyo-ekonomik yapısında bilgi, imaj, kültür yanında, esnek teknoloji/istihdam, sürekli yenilik ve ürün esnekli�i sonucunda artan bireyselle�me, “bilgi i�çili�i” ve yaratıcı emek önem kazanmaktadır (Orhan ve di�., 2006). Ancak emek ile kastedilen kol eme�i de�il, bilgi, ender bulunan üretim faktörü ve kurumsal ba�arı için en önemli unsur olarak sermayenin yerini almı�tır (Geus, 1999: 36). 1960’lı yıllardan itibaren bazı sosyal bilimciler ABD ve Japonya gibi ileri düzeyde sanayile�mi� ülkelerde toplumun temel niteliklerinde köklü de�i�im e�ilimleri gözlemlemi�, bu yeni toplumu tanımlamak için post-modern toplum, sanayi-sonrası toplum, kapitalist-ötesi toplum, teknokratik ça�, bilgi toplumu, bili�im toplumu, hizmet toplumu gibi çok sayıda adlandırma önerisi geli�tirilmi�; yeni yüzyıla girerken, özellikle bili�im ve ileti�im teknolojilerindeki hızlı geli�me, digital ekonomi ve tekonomi nitelemelerini haklıla�tırsa da “yeni ekonomi” kavramı genel kabul görmü�tür (Akın, 2001: 20). Bilgi olgusunun üretim süreci ile etkile�imi incelendi�inde, yeni ekonomilerin geli�iminde oynadı�ı önemli rol açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu �ekilde yüksek refah artı�ı sa�layan yeni ekonomilerin dinamiklerini açıklayan önemli bir analitik çerçeveye ula�ılabilir (Karahan, 2006: 92).

Bugün içinde ya�adı�ımız bilgi tabanlı be�inci dalgada, küreselle�me ve teknolojik geli�meler ekseninde, üretim ve tüketim süreç ve kültüründe meydana gelen de�i�im kar�ısında tasarımcılar, sıklıkla pazar gücüne yanıt vermek için ürünler için yeni fikirler üretirler. Bu, “tüketicinin- pazarın çekme gücü” olarak adlandırılır. Pazar etkisinin bazı örnekleri �unlardır (www.bbc.co.uk):

• Yeni ya da geli�tirilmi� ürünler için tüketicilerden gelen talep

• Di�er üreticiler tarafından ortaya konulan rakip ürünler

399

• Üreticilerin kendi pazar paylarını arttırma iste�i

Ürünler, üretim tekniklerinde meydana gelen de�i�imlerden dolayı da yeniden tasarımlanabilir. Buna da “teknolojinin itme kuvveti” adı verilmektedir. Teknolojik de�i�imler üreticilere daha ucuza ya da daha etkin üretme �ansı verir, bu da üretim maliyetlerini azaltabilir. Ancak, teknolojik geli�melerde gerek teknolojinin itme, gerekse pazarın çekme gücü yakla�ımlarının tek ba�ına yetersiz kaldıklarını ve teknolojik geli�menin esas itibariyle zaman ve performans unsurların etkile�iminin sonucunda ortaya çıktı�ını söylemek mümkündür (Tekin ve di�., 2003: 84). Teknolojik de�i�im uzun vadede ticari ba�arı veya ba�arısızlı�ın temel faktörüdür. Yeni teknolojiler yeni piyasalar meydana getirir veya mevcut pazarlardaki teknolojileri ve bu teknolojiler kapsamındaki ürün, hizmet ve üretim süreçlerini ikame ederler. ��letmelerde stratejik teknoloji yönetiminin iki temel ekonomik hedefi; yeni pazarlar olu�turmak veya mevcut pazarlarda hâkim konuma gelerek bu durumu sürdürmektir (�im�ek ve di�., 2003: 98).

2.3. Üretim ve Pazarların Küreselle�mesi

Ekonomik küreselle�menin tanımında da belirtildi�i gibi, uluslar arası ticaret ili�kilerinin artması, ülkeler arası kar�ılıklı benzerli�e neden olmakta, tüketici ihtiyaç, tercih ve be�enileri de birbirine yakla�maktadır. Bu da çok uluslu �irketlerin yarattıkları küresel markalar ve yaygın üretim a�ı sayesinde gerçekle�mektedir. Naomi Klein, bu durumu No Logo’da �u sözlerle aktarmaktadır (Klein, 2002: 19): “Küresel logo ve ürün a�ı hakkındaki raporlar, en uzak ya�mur ormanlarında ya�ayan kabile üyelerinin diz üstü bilgisayarlarının tu�larına bastıkları, Sicilyalı büyükannelerin elektronik i� yaptıkları ve küresel gençli�in Levi’s web sitesinden alıntıyla “dünya çapında tarz kültürü”nü payla�tıkları inanılmaz bir yer olan küresel köyün co�kulu pazarlama dilinde ifade edilir ”.

�ki dünya sava�ı ve 1930 bunalımı ile kesintiye u�rayan ekonomik bütünle�me süreci, 1945’ ten sonra hem sanayile�mi� ülkelerde, hem de ba�ımsızlı�ına kavu�up yeniden geli�mekte olan ülkeler adını alan eski sömürge ülkelerinde, iktisadi faaliyetin düzenli ve hızlı arttı�ı bir ortamda yeniden canlanmı� ve ekonomisi görece iyi olan ülkelerde çok uluslu �irketlerin olu�masını te�vik etmi�tir (Adda, 2002: 85). Küresel rekabet, uluslar arası pazarlara tek ve büyük bir fabrikadan ula�mak yerine, daha dinamik ve daha esnek bir �ekilde çokuluslu ve çok fabrikalı bir yapılanma aracılı�ıyla uluslar arası olarak yapılmaktadır (tekin ve di�., 2004: 49-52). Çokuluslu �irketlerin hızla ço�alması ve do�rudan

400

yabancı yatırımların artmasında, ekonomik küreselle�menin finans piyasalarında yarattı�ı de�i�im de etken olmu�tur. Küresel üretim, sermaye hareketlerinin serbestle�mesi yönünde baskı yaparken, bir yandan da geli�mi� ülkelerin finans kurumları fon arz ve talebi i�lemlerini sınır ötesi alanlara ta�ımı�tır (Küçükahmeto�lu, 2005: 15).

1983’de Levitt’in “The Globalization of Markets” ba�lıklı makalesiyle küreselle�me literatürüne eklenen pazarların küreselle�mesi kavramı, küreselle�meyi “global” ve “çok uluslu” �irket ayrımına dayandırmaktadır. Levitt’e göre çok uluslu �irketler, ürünlerini ve hizmetlerini farklı maliyetlerle, pazarladı�ı ülkenin ko�ullarına göre ayarlarken, global �irket, dünyayı tek bir pazar gibi dü�ünüp dü�ük maliyetlerle üretimi gerçekle�tirmektedir. Global pazarın ana özelli�i, tüm dünya tüketicilerinin istek ve be�enilerinin takip edilerek, dünya vitrinlerinde dünya markalarının ortaya çıkmasına olanak sa�lamaktır (Küçük, 2000: 2).

2.4. ��letme Yapılarındaki Dönü�üm: Çokuluslu �irketlerin Ortaya Çıkı�ı

Küresel rekabette, �irket birle�melerinin, i�letmeler arasındaki ileri düzeyde i�birliklerinin ve ortak giri�imlerin, iç pazar - dı� pazar kavramını de�i�tirmesinin bir sonucu olarak günümüzde i�letmeler, sadece iç pazara yönelik faaliyette bulunsalar dahi, bu pazarlarda uluslar arası pazarlara yönelik faaliyet gösteren i�letmelerle de rekabet etmektedirler (Tekin ve di�., 2004: 49-52).

Tanık olunan yo�un rekabet, küreselle�me ve entegrasyon için itici bir güç özelli�i ta�ımaktadır. Rekabet baskısı altındaki �irketler, ölçek ekonomilerine ula�arak maliyetleri dü�ürmeye yada ortaklıklar, i�birlikleri ve birle�meler yoluyla stratejik dünya pazarlarına girmeye çalı�maktadırlar (Aydemir, 1998: 45). Küreselle�me, sadece rekabet biçimleri, dinami�i ve stratejilerinin uzamsal ve zamansal ufuklarını de�i�tirmekle kalmamı�, hakim �irket örgütlenmesi biçimini, teknolojik, örgütsel ve di�er dönü�ümlere ba�lı olarak farklıla�tırmı�tır (Dicken ve di�., 2005: 267-300 ). �irket yapılarında meydana gelen de�i�imin en önemlisi �irketlerin zaman içinde yerel �irket, ulusal �irket, uluslar arası �irket olmanın da ötesine geçip ulusötesi �irket (transnational company) haline gelmeleridir. Hem küreselle�me sürecini hızlandıran, hem de küreselle�meyi etkileyen faktörlere müdahale ederek bu sürece yön veren aktörlerden biri olan çokuluslu i�letmeler Duming’e göre; “do�rudan do�ruya yurtdı�ında yatırımda bulunan ve birden fazla ülkede katma de�er yaratan faaliyetleri yürüten veya bu faaliyetler üzerinde kontrol

401

hakkı bulunan giri�imlerdir”. ��letmelerin çok uluslu i�letme a�amasına gelene kadar geçirdikleri uluslar arasıla�ma sürecindeki di�er a�amalar ise �u �ekilde ifade edilebilir (Bolat ve di�., 2005: 53):

• Ulusal ��letmeler (National Companies): Uluslar arasıla�manın temelini olu�turan ulusal i�letmeler, tek bir ülke sınırları içinde faaliyet gösteren i�letmelerdir. Gerek sermaye, gerekse yönetim yapısı olarak kendilerini uluslar arası piyasada rekabet edebilecek yeterlikte bulmadıkları için iç piyasada faaliyet gösterirler.

• Uluslar arası ��letmeler (International Companies): Genellikle kendi ülkesi dı�ında bir ya da daha fazla ülkede faaliyet gösteren i�letmelerdir.

• Çokuluslu ��letmeler (Multinational Companies): �ki veya daha fazla ülkede mülkiyeti kısmen veya tamamen kendine ait olarak üretim ve pazarlama faaliyetleri yürüten, kendisine ait i�letme stratejileri olan ve bu stratejileri tüm ba�lı kurulu�ları ve �ubelerinde uygulayan i�letmelerdir (Mutlu, 1999: 10).

• Küresel ��letmeler (Global Companies): Çok uluslu i�letmelerin küresel i�letmeye dönü�mesi olarak adlandırılabilecek bu a�amada, çok uluslu i�letmelerin yönetim ve örgüt yapısı, üretim ve pazarlama faaliyetleri birle�mekte ve tüm dünyadaki faaliyetlerde küresel stratejiler uygulanmaya ba�lanmaktadır (Bolat ve di�., 2005: 57). Nestle çokuluslu bir i�letmenin küresel hale dönü�mesine örnek olarak verilebilir. Nestle’ nin merkezi �sviçre'de Veney’ dir ancak, �irketin faaliyeti her gün tüm dünyada devam eder. Yüzlerce çe�it ürüne sahip olan Nestle’ nin 71 ülkede 494 fabrikası ve 210.000 çalı�anı bulunmaktadır. Satı�ların ve kârların %40'ı Avrupa’dan, %35'i Güney ve Kuzey Amerika'dan ve %20 'si di�er bölgelerden sa�lanmaktadır (Akın, 2006).

• Ulus Ötesi/ Ulus A�ırı ��letmeler (Transnational Companies): Bu modeli uygulayan i�letmelerde, eme�in ucuz oldu�u ülkelerde emek yo�un ürünlerin üretildi�i küresel ölçekli üretim tesisleri, kalifiye i�gücünün a�ırlıkta oldu�u ülkelerde ise, sermaye ya da ileri teknoloji ürünlerin üretildi�i tesisler kurulmaktadır. Caterpillar Tractor, dü�ük maliyeti bir rekabet unsuru olarak de�erlendiren rakipleriyle mücadele edebilmek

402

için, faktör maliyeti/beceri karmasının en uygun oldu�u bölgelerde, küresel üretimi merkezile�tirme yoluyla daha fazla ölçek ekonomileri elde etmeye çalı�an bir ulus ötesi i�letmedir (Bolat ve di�., 2005: 58-59).

• Uluslar Üstü ��letmeler (Supranational Companies): Uluslar arası bir anla�ma ile kurulan, uluslar arası bir organ tarafından tescil ve kontrol edilmek ve bu organa vergi ödemek suretiyle varlı�ını sürdüren, gerekti�inde hukuki olarak milliyetini ortadan kaldıran i�letmelerdir (Mutlu, 1999: 10).

• Çokuluslu Te�ebbüs (Multinational Enterprise): Piyasaların devletlerden daha güçlü oldu�unu savunan hiper küreselle�me okuluna göre çok uluslu �irketler (ÇU�), �artlarda meydana gelen farklılıklara göre üretimi bütün dünya ölçe�inde de�i�tirebilen küresel �irketlerdir (Perraton ve di�, 2006: 1-24).

��letmeleri yeniden yapılandıran dinamiklerin ba�ında; küreselle�menin, üretimin ucuz bölgelere ta�ınmasına, a�ırı rekabetin aynı mü�terinin pe�inde daha çok tedarikçinin bulunmasına ve internet teknolojisinin, tüketicinin fiyatları kar�ıla�tırarak en ucuz teklife yönelmesine imkan sa�laması sonucu fiyat-karlılık dengesini bozması gelmektedir (Kotler, 2006: 12). Küresel bazda bir müte�ebbisli�in ortaya çıkması, �irketlerin üretim faaliyetleri ve satı�larını da küresel hale getirmi�tir. Örne�in “Ford Motor’un 6 kıta ve 26 ülkede üretim faaliyetinde bulundu�u, ABD’deki üretiminin %30’undan fazlasını Kuzey Amerika dı�ında sattı�ı, hazır gıda �irketi Bestfood’un kazancının %65’inin ABD dı�ındaki ülkelerden geldi�i ve �irketin Knorr ve Hellmans markalarıyla dünya pazarlarının %70’inde sektöründe ilk iki sırada oldu�u” bilinmektedir (Yılmaz, 2004: 82).

Rekabet ortamının karma�ıklı�ı ve çok yönlülü�ünde ba�arı elde etmek, etkin ve radikal stratejiler gerektirmektedir. Küresel ve bölgesel pazarlarda rekabet eden firmalar, firmaya özgü avantajlar yaratarak; sadece o firmanın sahip olabilece�i, rakip firmaların taklit etme, kıyaslama gibi yollardan elde etmeleri zor olan veya kısa dönemde imkansız olan özellikler ve yetenekler kazanarak rekabet edebilirler (Ninjbat, 2004). Kotler, kalite, hız, güvenlik, hizmet, dizayn, güvenilirlik üstünlükleriyle birlikte dü�ük maliyet ve dü�ük fiyat yetene�inin e�siz bir kombinasyonundan in�a edilebilen bir rekabet avantajına sahip olmayı, bıçaklı bir sava�ta tabanca sahibi olmaya benzetmektedir (Kotler, 2003: 22).

403

Aslında oldukça eski bir tarihi olan uluslar arası ticari giri�imler, Onyedi ve Onsekizinci yüzyıllarda büyük ticari firmaların ortaya çıkı�ı ile yo�unla�mı�tır (Günsoy, 2006: 141). Ondokuzuncu yüzyılın sonuna gelindi�inde ABD’de iç sava�ın bitmesi ekonomik faaliyetleri hızlandırmı�, teknolojik geli�melerle birlikte sanayi �irketlerinin büyümeleri, bazı Amerikalı üreticileri, Kanada, Güney Amerika ve Avrupa’ya yatırım yapmaya te�vik etmi�tir. Örne�in, Singer, 1855’de bir Fransız �irketine yeni diki� makinesi üretme lisansını vermi�, 1867 yılında da Glasgow’da ilk yurtdı�ı fabrikasını kurmu�tur (Arıkan, 2006: 13).

Do�rudan yabancı yatırımlara giri�en ve üretim faaliyetlerini birden çok ülkede gerçekle�tirme yoluyla günümüz küreselle�mesinin odak noktasında bulunan çokuluslu �irketlerin geli�imi Dunning tarafından �öyle açıklanmaktadır (Ba�o�lu ve di�., 2001: 11-12):

i. “Merkantilist Kapitalizm ve Sömürgecilik (1500-1800): Sömürge ve koloni toplumlarda, do�al kaynakların devletçe desteklenen ayrıcalıklı firmalar tarafından sömürüldü�ü dönem

ii. Giri�imci ve Finansal Kapitalizm (1800-1875): Üretici ve tüketici piyasalar üzerinde henüz olgunla�mamı� düzeyde kontrolle, finansal yatırımların yapıldı�ı ve altyapıların kuruldu�u dönem

iii. Uluslar arası Kapitalizm (1875-1945): Do�al kaynak ve Pazar arayan yatırımlarda ve ABD kökenli kartellerin sayısında artı�ın oldu�u dönem

iv. Çokuluslu Kapitalizm (1945-1960): Dolaysız yabancı yatırımlarda ABD üstünlü�ünün sürdü�ü ve tek tek çokuluslu �irketlerin ölçe�inin büyüdü�ü dönem

v. Kapitalizmin Küreselle�mesi (1960- ): Mekansal optimizasyonun ön planda tutulmasıyla kar olanaklarının arttırılması çabaları gözlenmi�tir. Bu dönemin genel özellikleri �u �ekilde sıralanabilir:

- Avrupa ve Japon men�eli sermayenin dolaysız yabancı yatırımlardaki payı artmı�,

- Ortak giri�im (joint venture) ve �irket birle�meleri (mergers and acquisitions) sayısında artı� ya�anmı�,

404

- Geli�mekte olan ülkeler, bakir yerel pazarlar ve potansiyel ortaklıklar olarak görülmeye ba�lanmı�,

- Maliyet avantajlarının sınırına gelinmesi, bu faaliyetleri özendirmi�,

- Çokuluslu �irketlerde bölgeselle�me e�imli gözlenmi�,

- Ve son yıllarda, firmalar arası hisse de�i�imi, teknoloji transferi, üretim lisansları, imalat parçalarının üretiminde i�bölümü ve pazar payla�ımını içeren birle�me anla�maları gözlenmektedir.”

Birle�me ve devralmaların (mergers and acquisitions - M&A), geçti�imiz on yılda küresel i� yapma biçimleri arasında oldukça baskın hale geldi�i görülmektedir. Özellikle 1998’den, Exxon ve Mobil gibi büyük birle�melerden sonra, birle�me ve devralmaların de�eri dünya çapında artmaya ba�lamı�tır (Bilgin ve di�., 2004: 432).

Çokuluslu �irketlerin dünya ekonomisi üzerindeki etkisinin hızla artması, pek çok yönden ekonomik küreselle�menin temel aktörleri oldu�unu kanıtlamaktadır (Arıkan, 2006: 16). Dünyanın en büyük �irketlerinin büyüklü�ünü, dünyanın en büyük ülke ekonomilerinin büyüklü�ü ile kar�ıla�tıran ve bunun için, ilkinin satı�larını, ikincisinin GSYH’sı ile kıyaslayan UNCTAD’a göre, dünyanın en büyük 100 ekonomisinden 51’i ulusötesi �irketlerdir (Petras ve di�., 2006: 50). Yine UNCTAD’ın 2004 yılı Dünya Yatırım Raporundan hareketle (UNCTAD, 2006), ilk üç sırasını General Electric, Vodafone Group ve Ford Motor Company’nin payla�tı�ı “dünyanın en büyük 100 ulus-ötesi �irketleri” listesinde 31.sırada bulunan en büyük perakende �irketi Wal-Mart, 1.800.000 çalı�anı ile küçük bir ülke nüfusu kadar (örne�in 2004 itibarı ile AB üyesi olan Estonya nüfusu 1.6 Milyon’dur.) istihdam yaratmaktadır. C.Fischman ise, geli�mekte olan ülkeler arasında en iyi performansı sergileyen 73 Milyon nüfuslu Türkiye’nin milli geliri 343 Milyar Dolar’ken, 1.800.000 çalı�an nüfusuna sahip Wal-Mart’ın 2006 yılı cirosunun 312,4 Milyar Dolar oldu�unu belirtmektedir (Gözütok, 2007: 148).

Liberal ekonomik görü� perspektifinden bakılırsa, çokuluslu �irketlerin, uluslar arası faktör transferi ile dünya ekonomisinin da�ıtım etkinli�ini iyile�tirmede hayli etkili oldu�u söylenebilir. Ayrıca, tüm dünyadaki toplam ar-ge harcamalarının büyük kısmından sorumlu

405

olmaları nedeniyle çokuluslu �irketler, dünya ekonomisindeki de�i�imin öncüleri olarak kar�ımıza çıkmaktadırlar (Arıkan, 2006: 21).

3.Sonuç

Küreselle�me olgusunun ekonomik faaliyetlere olan yansımasının bir sonucu olarak günümüzde özellikle i�birlikçi rekabet e�iliminin arttı�ı gözlemlenmektedir. Her i�letmenin kendi pazarında üretim ve pazarlama yaptı�ı dönem, küreselle�me- teknoloji- rekabet sarmalının tüketici lehine etkile�iminin bir gere�i olarak tüm dünyanın tek bir pazaryeri haline dönü�tü�ü bir döneme yerini bırakmı� ve bu dönü�üm süreci i�letmelerin de birtakım dönü�ümler geçirmelerini zorunlu kılmı�tır.

Modern pazarlamanın temel kategorilerinin sorunsalla�tırılması ve bu kategorilerin i�letildi�i ilkelerin yerinden edilmesi ile sonuçlanan ele�tirel bir bakı� açısı olan postmodernist felsefe, tüketici profilinde de radikal de�i�ime neden olmu�tur. Bu de�i�im, i�letmelerin de yerelden küresele do�ru dönü�üm geçirmelerini gerektirmi�tir. Tüm dünyanın bir pazaryeri olması argümanı üreticileri harekete geçirmi� ve böylelikle gerek üretim ve gerekse pazarlama faaliyetlerinde sınırların eridi�i bir döneme girilmi�tir.

Bilgisayar ve ileti�im teknolojilerindeki geli�melerle, finans piyasalarında öncelikle maliyetlerde dü�me gerçekle�mi� ve böylece yatırımcıların daha önce hem zaman hem de co�rafya olarak birbirlerinden kopuk faaliyet gösteren piyasalarda bütünle�mesine olanak sa�lanmı�tır. Geçmi�te birbirinden ayrı faaliyet gösteren ulusal pazarların, tek bir büyük pazar �eklinde entegrasyonu olan küresel pazarların ardında yatan dinamik, klasik ekonominin kurallarını de�i�tiren ve “bilgi ekonomisi” ya da “yeni ekonomi” olarak adlandırılan trendde bilgi- ileti�im teknolojilerinin üstlendi�i roldür.

Sahip oldukları büyük bütçeler ve geni� yatırım potansiyelleri nedeniyle do�rudan yabancı yatırımın en güçlü kayna�ı olan çok uluslu �irketlerin dünya devletlerinin ekonomileri ve sosyal politikaları üzerindeki etkisi gitgide artmı� ve günümüzde bazı devlet bütçelerinden daha büyük finansal kayna�a sahip �irketler rekabetin belirleyicisi haline gelmi�lerdir.

406

KAYNAKÇA

ADDA, J. (2005), Ekonominin Küreselle�mesi, Çev.Sevgi �neci, �leti�im Yayınları, �stanbul

AKIN, H.B. (2001), Yeni Ekonomi, Çizgi Kitabevi Yayınları, Konya

ARIKAN, D. (2006), Türkiye’de Do�rudan Yabancı Sermaye Yatırımları, Arıkan Basım Yayım, �stanbul

AYDEM�R, M. (1998), “Küreselle�me, Rekabet ve Sınır ötesi Birle�meler: Daimler-Benz ve Chrysler Örne�i”, Süleyman Demirel Üniversitesi ��BF Dergisi, Sayı:3 (Güz)

B�LG�N, Z. ve ERDO�MU�, �.E. (2004), “Birle�me ve Devralmalarda Uluslar arası Boyut ve Pazarlama Yansımaları”, �irket Birle�meleri, Editörler: Haluk Sümer, Helmut Pernsteiner, Alfa Yayıncılık, �stanbul

BOLAT, T., SEYMEN O.A. (2005), “Çok uluslu ��letmelerin Kavramsal Açıdan �ncelenmesi”, Küreselle�me ve Çokuluslu ��letmecilik, Nobel Yayıncılık, Ankara

BOZKURT, V. (2000), "Küreselle�me / Kavram, Geli�im ve Yakla�ımlar", ��-güç, http://www.isguc.org/vbozkurt1.htm, Cilt:2, Sayı:1

DICKEN, P., KELLY, P., OLDS, K., YEUNG, H. (2005), “Küreselle�me ve Mantıksızlıkları Üzerine Dü�ünceler”, Çev.Ahmet Murat Aytaç, Bob Jessop , Hegemonya, Post –Fordizm ve Küreselle�me Ekseninde Kapitalist Devlet, Der.: Betül Yarar, Alev Özkazanç, �leti�im Yayınları, �stanbul

FEKETE, A. E., “Causes and Consequences of Kondratiev’s Long Wave Cycle”, Financial Sense Online, http://www.financialsense.com/editorials/fekete/2005/0124.html, Eri�im Tarihi: 21.12.06

GEUS, A. (1999), Ya�ayan �irket, Rota Yayınları, Çev.Ahmet Ünver, �stanbul

GIDDENS, A. (2006), “Modernitenin Küreselle�mesi”, Küreselle�me Okumaları, Ed.: Kudret Bülbül, Kadim Yayınları, Ankara

GÖZÜTOK, N. (2007), “Ekosistem Liderleri”, Capital, Yıl:15, Sayı:2007/4

HELD, D. (2006), “Küresel Dönü�ümler, Siyaset, Ekonomi ve Kültür”, Küreselle�me Okumaları, Ed.: Kudret Bülbül, Kadim Yayınları, Ankara

KARAHAN, Ö. (2006), “Üretim Faktörü Olarak Bilgi”, Bilgi Ekonomisi, Ed.Nihal Kargı, Ekin Kitabevi

KIRIM, A. (1998), Yeni Dünyada Strateji ve Yönetim, Sistem Yayıncılık, �stanbul

407

KLEIN, N. (2002), No Logo, Üçüncü Basım, Çev.Nalan Uysal, Bilgi Yayınevi, Ankara.

KOTLER, P. (2006), Günümüzde Pazarlamanın Temelleri, Çev.Ümit �ensoy, Optimist Yayınları, �stanbul

KÜÇÜK, E. (2000), “Küreselle�en Dünya ve Türkiye”, L�RA, Sayı : 14, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Bülteni

MUTLU, E.C. (1999), Uluslar arası ��letmecilik, Beta Yayınları, �stanbul

NINJBAT, U. (2004), “Küresel ve Bölgesel Pazarlarda Rekabet Stratejisi Olarak Firmaya Özgü Avantajların Yaratılması”, �GEME’den Bakı�, Yıl:8, Sayı:28

ODABA�I, Y. (2004), Postmodern Pazarlama, Mediacat Kitapları, �stanbul

ORHAN, A. ve BAYRAKTUTAN, Y., “Bilgi Kaynaklı Global-Sosyal Ekonomik Dönü�ümün Parasal Yansımaları: Plastik Para”, http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=148, Eri�im Tarihi: 21.12.06

PERRATON, J., GOLDBLATT, D., HELD, D., CGREW, A. (2006), “Küreselle�en Bir Dünyada Ekonomik Aktivite”, Küreselle�me Okumaları, Ed.Kudret Bülbül, Kadim Yayınları, Ankara

PINE, J. ve GILMORE, J.H. (1999), �� Hayatı Bir Tiyatro, Çev.Levent Cinemre, Harward Business School Press, Boyner Holding Yayınları, �stanbul

PINE, J., DAVIS, S. (1993), Mass Customization: The New Frontier in Business Competition, Harward Business School Press

R��VANO�LU, M. (2005), Küresel �irketler �mparatorlu�u, Do�u Kütüphanesi, �stanbul

RUGMAN, A. (2004), Globalle�menin Sonu: Radikal Bir Globalle�me Analizi, MediaCat Kitapları, �stanbul

��M�EK, �. ve AKIN, H.B. (2003), Teknoloji Yönetimi ve Örgütsel De�i�im, Çizgi Kitabevi, Konya

TA�KIN, H. ve ADALI, M.R. (2003), Teknolojik Zeka ve Rekabet Stratejileri, De�i�im Yayınları, �stanbul

TEK�N, M. ve ÖMÜRBEK, N. (2004), Küresel Rekabet Ortamında Teknolojik ��birli�i ve Otomotiv Sektörü Uygulamaları, Ankara

UNCTAD, (2006), “World Investment Report 2006, United Nations”, NewYork and Geneva, http://www.unctad.org/en/docs/wir2006_en.pdf

YAYLA, A. (1998), Liberalizm, Liberte Yayınları:17, 2.Baskı, Ankara

408

YELDAN, E. (2001), Küreselle�me Sürecinde Türkiye Ekonomisi, �leti�im Yayınları, �stanbul

http://tr.wikipedia.org/

http://www.bbc.co.uk/

409

BANKACILIK SEKTÖRÜNDE VER� ZARFLAMA ANAL�Z� YÖNTEM�N� KULLANARAK VER�ML�L�K ARA�TIRMASI

Murat Bay∗

Karamano�lu Mehmetbey Üniversitesi �.�.B.F., ��letme Bölümü, Ara�tırma Görevlisi, [email protected]

ÖZET

Türkiye’de bankacılık sektörü 2008 küresel finans krizinden etkilenmi�tir. Bu olumsuz etki bireysel kredilerde oldu�u gibi mevduat yapısında, aynı zamanda aktiflerin içindeki menkul kıymet kaleminde gerçekle�mi�tir. Makro ekonomik daralmanın ya�andı�ı 2009 yılında kamuya dü�en görevlerden birisi piyasanın ihtiyacı olan para ve te�vik politikalarını hayata geçirmektir. Ara�tırma konusu Türkiye’de faaliyet gösteren mevduat bankaları üzerinedir. Ara�tırmaya alınan 11 mevduat bankası Türk bankacılık sektörünün, mevduat açısından %91.2, krediler açısından %89, aktif büyüklü�ü açısından %90.1’ini temsil etmektedir. Ara�tırmada önce bankaların etkinlik de�erleri hesaplanmı� sonra risk analizi yapılmı�tır. 2006-2007 yıllarında takipteki kredileri artan bankaların etkinlik de�erleri azalmı�tır. Dolayısıyla etkinlikleri azalan bu bankaların verdikleri kredi miktarları azalmı�tır.

Anahtar kelimeler: Bankacılık Sektörü, Etkinlik, Risk

THE PRODUCTIVITY RESEARCH IN BANKING SECTOR BY DATA ENVELOPE ANALYSIS METHOD

ABSTRACT

The banking sector in Turkey has been affected by the global finance crisis of 2008. This negative effect has been recognized in personal loans, as well as the deposit structure and the securities included in the assets. In the year 2009, when economic contraction is now underway, what the public sector should do is to put into practice the monetary and incentive policies which the market requires. The research of this paper focuses on deposit banks. The 11 deposit banks selected for the study represent the 91.2% of the banking sector in terms of deposits, 89% in terms of loans and 90.1% in terms of size of assets. In the study, first the efficiency values of the selected banks were calculated and then the risk analysis was performed. It was observed that in the period of 2006-2007, the banks whose non-performing loans increased had a decrease in their efficiency values. Consequently, the amount of loans they provided also decreased.

Key Words: Banking Sector, Efficiency, Risk

1. Giri�

Günümüzde Türk bankacılık sektörü; banka sayısı, istihdam, hizmet çe�itlili�i, teknolojik altyapı konularında ilerleme kaydetmi�tir. Bu ilerlemede, bankaların verimlilik ölçütlerine göre çalı�maları etkili olmu�tur. Türkiye’nin geçmi� yıllarda ya�adı�ı bankacılık krizleri de sektörü tecrübeli hale getirmi�tir. Bankacılık sektöründe verimlili�e etki eden ba�lıca faktörler; yabancı sermaye yapısı, risk, enflasyon, Basel II standartları, performans ve bili�im sistemleridir.

Hizmet i�letmesi olan bankalar, Bili�im Sistemlerini örgütlerinde uygulayarak faaliyetlerini verimli hale getirmi�tir. Bili�im Sistemlerinin bankacılık sektörüne getirdi�i yenilikler ve bu yeniliklerin örgütsel yapı ve yönetime etkileri farklı olmu�tur (FETTAHLIO�LU, 2007: www.girisim.com.tr). Bankacılık sektöründeki de�i�im, mikro ve makro çevre unsurları ile beraber de�erlendirilmektedir. Yeni i� biçimleri ve stratejiler bankaların teknolojik altyapıları sayesinde

∗ Bu Makale 14.05.2009 Tarihinde Savunması Yapılan “Bankacılık Sektöründe Veri Zarflama Analizi Yöntemini Kullanarak Verimlilik Ara�tırması” �simli Tezin Özetidir.

410

hayata geçmi�tir. Sektöre giri� �ekilleri; Yeni kurulan ulusal bankalar, bir holding veya grup çatısı altına girerek ulusal planda faaliyete geçen eski mahalli bankalar, �ube açarak, ortaklık kurarak ve yerli bankaları satın alarak ülkeye giren yabancı bankalar olarak sayılabilmektedir. Çıkı�lar ise genellikle sermaye yeterliliklerini kaybettikleri için Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun (TMSF) el koyması veya devir ve birle�meler �eklinde olmu�tur (�AH�N, 2007: ss.454-455). Küresel ekonomik ko�ullar, ya�an finansal krizin reel kesime yansıması ve kredi sıkı�ıklı�ının derinle�mesiyle bozulmaya devam etmektedir. Bu durum en son ekonomik göstergelere ve uluslararası kurulu�ların en son tahminlerine de belirgin bir biçimde yansımı�, finansal piyasalardaki geli�meler ekonomik görünümün ana belirleyicisi haline gelmi�tir. IMF 2009 yılı dünya hasılası tahminini % 2.2’ ye Dünya Bankası ise % 1’e çekmi�tir. OECD tahminini ise söz konusu ekonomik alan için % 1.6 olarak güncellemi�tir. Tüm bu tahminlere bakıldı�ında 2009 yılı büyüme öngörülerindeki a�a�ı do�ru e�im dikkat çekicidir (BDDK, 2008: s.5).

2. Bankacılık Sektöründe Verimlilik

Bankacılık sektöründe verimlili�i a) ��levsel verimlilik, b) Finansal verimlilik olarak iki açıdan irdelenebilmektedir. Bankacılık sektörünün i�levsel etkinli�i �u sorunlara verilecek cevaplar ortaya koymaktadır: sektörün aktarımına aracılık etti�i fonun büyüklü�ü nedir? Bankacılık sektörü, bu aktarma i�levini yerine getirirken ödünç verenler ve ödünç alanların tercih ve ihtiyaçlarına cevap verecek büyüklükte ve nitelikte fon transferini gerçekle�tirmekte midir? ��levsel etkinlik kavramı aktarılan fonların tahsisi hususunu da kapsamaktadır. Kaynaklar etkin kullanım alanlarına tahsis ediliyor mu? Fon arz eden ve fon talep edenlere sunulan finansal hizmetlerin ve ürünlerin kalitesi nasıldır? Bankacılık sektörü de�i�en finansal ortama makul bir maliyet kar�ılı�ında cevap verme esnekli�ine sahip midir? Bu sorulara verilecek cevaplar bankacılık sektörünün verimlili�ini de�erlendirme imkânı vermektedir. Bankaların finansal verimlilikleri, sermaye yeterlilik oranı, kârlılık oranları ve risk pozisyonu; aktif –pasif yapısı olarak de�erlendirilebilmektedir. Kârlılık analizi bankacılık sektörünün geçmi�teki performansını ve verimlili�ini gösterece�i gibi gelecekteki kaynak yaratma gücünü de ortaya koyacaktır. Banka sisteminin finansal verimlili�i, ödünç alma ve ödünç verme faiz oranları arasındaki açıklı�ın darlı�ı ile de de�erlendirilebilmektedir. Bankacılık sisteminin i�levsel verimlili�i tüketicilerin ihtiyaçlarına uygun, farklıla�tırılmı�, yeni finansal hizmetleri sunmalarını ve finansal piyasalara ihtiyaçlardaki ve teknolojik geli�melerdeki hızlı de�i�melere uyum esnekli�ini de kapsamaktadır (�AH�N, 2007: ss.497-501). Operasyonel risk açısından 2007 Haziran ayı itibariyle hesaplanmaya ba�layan operasyonel riske esas tutarın 46.820 milyon YTL olarak belirlendi�i ve piyasa riskine esas tutarı geçerek kredi riskine esas tutardan sonra en yüksek sermaye gereklili�i getiren risk türü oldu�u görülmektedir. Bu de�erler Basel II standartlarına uygun olan de�erlerdir. Operasyonel riski azaltmanın en önemli yolu ise daha çok bili�im sistemlerinden yararlanma ve daha az insangücünden faydalanarak i�lemleri otomatikle�tirmekten geçmektedir(BDDK, 2007:ss.5-45). Mart 2007 döneminde % 22,2 olarak gerçekle�en Sermaye Yeterlilik Rasyosu (SYR), Haziran 2007 dönemi itibariyle % 18,7 olarak gerçekle�mi�tir.

Tablo 1. Özkaynak, Risk A�ırlıklı Varlıklar ve Sermaye Yeterlilik Rasyosu

Özkaynak (Milyar YTL) Risk A�ırlıklı Varlıklar (Milyar YTL) SYR (%)

Mar.07 Haz.07 Mar.07 Haz.07 Mar.07 Haz.07

Mevduat 55,6 57,6 273,9 337,0 20,3 17,1

Kalkınma ve YB

8,0 8,0 9,5 11,7 84,2 68,0

Katılım 1,6 2,0 10,0 12,7 16,6 16,1

Toplam 65,2 67,6 293,3 361,4 22,2 18,7

� Kaynak: (BDDK, 2007: s. 140)

411

Bankacılık sektörü toplam özkaynakları, Haziran 2007 döneminde 3 milyar YTL artarak 67,6 milyar YTL olmu�tur. Bu durum Tablo 1’de gösterilmi�tir. Tablodaki veriler ı�ı�ında bankacılık sektörü Basel II standartlarına uygun bir yapıdadır.

3. Bankacılık Sektörünün Performansı ve Kârlılı�ı

Bankacılıkta, performans’ı ölçmek için; Ayarlanmı� Net Faiz Sınırı, Aktif Kârlılı�ı ve Özsermaye Kârlılı�ı kullanılmaktadır. Ayarlanmı� net faiz sınırı bankaların ortalama faiz-kazanç aktiflerine oranlanan faiz gelirleri (vergiden muaf menkul kıymet kazançları ve batık kredi pozisyonları için ayarlama yapılmı�) ve faiz maliyetleri arasındaki farktan olu�maktadır. Aktif kârlılı�ı veya net gelirin ortalama aktiflere oranı, bir banka yönetiminin firmaların aktiflerini kullanarak nasıl kâr elde edebileceklerini gösterir. Bunun tersine, özsermaye kârlılı�ı veya net gelirin ortalama özsermayeye oranı ise, bir bankanın ortaklarının yatırımlarının defter de�eri üzerinde kurumun ne kadar kazandı�ını belirtir. Analistler ortakların kârlılı�ının incelenmesi istendi�inde özsermaye kârlılı�ını dikkate alırken, kârlılık kar�ıla�tırması yapılması sırasında (özsermaye oranlarındaki farklılıklar göz ardı edildi�inden) aktif kârlılı�ını göz önüne almaktadırlar (ULUDA�, 1999: s.228). Kârlılı�ımızı maksimize etmek için fon akı� oranını ve elde tutaca�ımız sermaye oranı ayarlamak bununla birlikte kaynak ve likiditemizi, özsermaye ve ödeyebilme gücü oranlarını baz alarak dengelemek gerekmektedir (KOHN, 1991: ss.91-101). Sektörde kârlılı�ın sa�lanamaması halinde, sektörün sermaye yapısı tekrar bozularak sistematik risk yaratması söz konusu olabilecektir (TÜS�AD, 2002: s.54) A�a�ıdaki grafik 1’de sektörün vergi öncesi kârdan hesaplanan aktif ve özkaynak kârlılı�ı görülmektedir.

Grafik 1. Sektörün Vergi Öncesi Kârdan Hesaplanan Aktif ve Özkaynak Kârlılı�ı

Kaynak: (BDDK, 2007: s.144)

Sektörün kârlılık performansı dönem kârı yerine, vergi öncesi kâr alınarak incelendi�inde, Haziran 2006 döneminde 6,7 milyar YTL seviyesinde gerçekle�en bankacılık sektörü vergi öncesi kârı, %44,6 oranında artarak, Haziran 2007 döneminde 9,8 milyar YTL’ye yükselmi�tir. Sektörün vergi öncesi aktif ve özkaynak kârlılı�ı ise sırasıyla %3,5 ve %28,6 seviyesinde gerçekle�mi�tir��Büyük ve küçük ölçekli bankalara göre kârlılık a�a�ıda Tablo 2’de görülmektedir.

Aktif kârlılı�ı

Özkaynak kârlılı�ı

412

Tablo 2. Kârlılı�a �li�kin Göstergeler

% Büyük Ölçekli Küçük ve Orta Ölçekli 2006/6 2007/6 2006/6 2007/6�

Sermaye Özkaynak/Toplam Varlıklar 9,4 10,9 16,1 17,8 Özkaynak/Krediler 23,5 25,8 31,5 31,5 Özkaynak/Mevduat ve Kısa Vadeli Borçlanmalar 11,1 13,3 21,4 24,5 �çsel Sermaye Devinim Hızı [ROE* (1-Kâr Da�ıtım Rasyosu)] 3,9 1,1 2,6 2,3 Varlık Kalitesi TGA/Krediler 4,2 4,2 3,1 2,7 Kar�ılıklar/Brüt Krediler 3,8 3,7 2,6 2,2 Kar�ılıklar/Net Faiz Gelirleri 28,6 25,5 20,6 18,6 Kar�ılıklar/TGA 92,3 90,4 86,4 85,1 Likidite Interbank Rasyosu 33,4 46,8 35,6 59,4 Krediler/Varlıklar 39,9 42,2 51,2 56,7 Krediler/ Mevduat ve Kısa Vadeli Borçlar 47,4 51,5 67,9 77,9 Likit Varlıklar/Mevduat ve Kısa Vadeli Borçlar 9,5 11,9 17,2 17,1 Bankacılık Faaliyetlerine �li�kin Rasyolar Net Faiz Marjı 2,0 2,1 2,4 2,9 Di�er Gelirler/Varlıklar 1,6 1,6 2,5 1,6 Faiz Dı�ı Giderler/Varlıklar 2,0 1,6 3,2 2,6 Maliyet/Gelir Rasyosu (��letme Giderleri/Toplam Gelirler) 28,6 20,9 43,2 33,4 Maliyet/Aktif Rasyosu 2,0 1,6 3,4 2,9

�ROE: Özkaynak kârlılı�ı , TGA: Tahsili Gecikmi� Alacaklar�Kaynak: (BDDK, 2007: s.146)

Tablo 2’de Tahsili Gecikmi� Alacaklar (TGA)’nın toplam kredilere oranı büyük ölçekli bankalarda Haziran 2006 ve 2007’de % 4,2 olarak gerçekle�irken, küçük ve orta ölçekli bankalarda %3,1 ve %2,7 düzeyinde kalmı�tır. Ancak, büyük ölçekli bankalar kar�ılık seviyelerini de yüksek tutarak olu�abilecek ilave zararları da telafi etmektedirler. Kar�ılıkların brüt kredilere oranı büyük ölçekli bankalarda di�er bankalara oranla Haziran 2006 ve 2007 döneminde sırasıyla 1,2 ve 1,5 puan daha yukarıda iken kar�ılıkların TGA’ya oranı di�er bankalardaki oranın 5,9 ve 5,3 puan üzerindedir. Likidite riski açısından ele alınırsa, �nterbank rasyosu (bankalararası piyasalardan alacaklar/bankalara borçlar) küçük ve orta ölçekli bankalarda % 59,4 iken büyük ölçekli bankalarda bu oran % 46,8’dir ve oransal olarak borç verici konumundadırlar. Ancak, küçük ve orta ölçekliler di�er bankalara kıyasla topladıkları fonların daha büyük bir kısmını kredilere yöneltmektedirler ve büyük ölçekli bankalara kıyasla daha yüksek oranda likit varlık tutmaktadırlar.

Tablo 3. Kârlılık-Risk A�ırlıklı Varlıklar-Özkaynaklar-Sermaye Yeterlili�i

% 2006/06 2006/12 2007/03 2007/06

Özkaynaklar -2,00 5,00 6,32 5,69

Ana Sermaye -0,16 2,56 3,81 3,55

Net dönem kârı ile geçmi� yıllar kârı -0,84 2,61 5,49 0,79

Net dönem zararı ile geçmi� yıllar zararı toplamının yedek akçelerle kar�ılanamayan kısmı (-)

0,06 -0,21 -3,9 0,15

Di�er 0,62 0,16 2,23 2,61

Katkı Sermaye -1,42 -0,01 0,29 0,42

Satılmaya hazır menkul de�erler ile i�tirak ve ba�lı ortaklıklara ili�kin de�er artı� fonlarının yüzde 45’i

-2,06 0,46 0,50 0,44

Di�er 0,64 -0,48 -0,21 -0,02

Sermayeden �ndirilen De�. -0,42 2,45 2,22 1,72

Risk A�.Var. Top. (RAVT) -2,95 -1,24 -2,44 -5,47

SYR (Sermaye Yeterlili�i Rasyosu) 18,56 22,32 22,43 18,78

Kaynak: (BDDK, 2007: s. 148)

413

Tablo 3’de özkaynakların ve riskli aktiflerin geli�imi sektörel bazda incelenmi�tir. Özkaynak kaleminin ve riskli aktiflerin artı� e�iliminin devam etti�i görülmektedir. Özkaynaklardaki artı�ın temelini ana sermaye kalemindeki artı� olu�turmaktadır. Özkaynaklar % 5,69, riskli aktifler ise % 5,47 oranında artmı�tır. Özkaynaklardaki artı� oranı riskli aktifleri kar�ılayacak düzeyde gerçekle�mi�tir. Bankacılık sektörünün performansı; ekonominin gidi�atı, fon talebi ve bankaların cevap verebilme oranları, yeni sermaye gerekleri ve kredi kalitesi ile ilgilidir. Ayrıca bilançonun aktif yapısı, net faiz gelirleri, faiz dı�ı gelirler, pay sahipleri, özkaynaklar performansını etkilemektedir (KOLB, 1992: ss.199-209). Bankacılık sektöründe yönetim de�i�ikliklerinin kârlılı�a etkisini 1980-97 yılları arasında ara�tıran bir çalı�mada özkaynak ve kârlılık oranlarına göre de�erlendirmeye tabi tutulmu� ve anlamlı bir etkisi olmadı�ı ortaya çıkmı�tır (AKAN, 1998: ss.51-55).

VZA yönteminin temel amacı, gözlemlenen temel karar verme birimlerinin bu sınır üzerine izdü�ümlerini belirlemektir. Etkin sınır üzerinde yer almayan karar verme birimleri, etkin sınır üzerinde yer alan, girdiler ve çıktılar açısından kendilerine en yakın olan karar verme birimlerine ya da bu karar verme birimlerinin olu�turdu�u kuramsal birime benzetilmek suretiyle etkin hale getirilebilirler (ALTUN, 2006: s.14).

En iyi performans en az girdi ile en yüksek çıktının elde edilmesiyle sa�lanmaktadır. Bu durumda olan karar birimlerinin etkinlik düzeyi 1’e (% 100) e�it kabul edilmekte ve etkin sayılmaktadır. Sınır çizgisinin altında kalanların, yani etkinlik düzeyi 1’den küçük olanların ise, etkin olmadı�ı sonucuna varılmaktadır. Karar birimlerinin etkinlik düzeyi 0’dan küçük, 1’den büyük olamamaktadır (ÖZATA, 2004: s.90-92).

Verimlilik = çıktı / girdi

harcamasıeriteknolojilbilisimvgidervaktifv

mevduatukrediukâruVerimlilik

iii

iii

...

...

321

321

++

++=

Formülündeki u1,2,3i ve v1,2,3i a�ırlıkları banka i için CCR-DEA modeli kısıtları altında bulunmu� ve maksimum etkinlik skorları hesaplanmı�tır. Etkinlik skorlarının hesap edilmesi için Banixia Frontier Analayst VZA paket programından faydalanılmı�tır. Ara�tırmanın birinci a�amasında bankalara ait girdi ve çıktı verileri paket programa girilmi� ve program yardımıyla bankaların göreli etkinlik skorları, etkin olarak kullanılmayan girdi ve çıktı miktarları belirlenmi�tir. Ara�tırmanın ikinci a�amasında ise 2003- 2007 dönemleri arasındaki risk alma de�erleri hesaplanmı�tır. Risk faktörü etkin bankalarda da ortaya çıkabilece�inden ara�tırmaya risk unsuru dahil edilmi�tir.

Tablo 4’de görüldü�ü gibi bankaların kredi miktarı ve etkinlik de�erleri birlikte de�erlendirilerek Oyakbank, Finansbank, Ziraat Bankası’nın risk alma ölçüleri sıfır bulunmu�tur.

Ara�tırmada risk ölçümü için önce 2003 yılı baz alınmı� ve 2003-2007 döneminde analize konu olan bankaların risk alma ölçüleri a�a�ıdaki formül (ARAS ve KURT, 2002: s.453) ile hesaplanmı�tır;

Ry (Qyf,2003, Qy

f,2007)= y1f,2007/y1

f,2003 (1-�f,2007/�yf,2003)

Ry (Qyf,2003, Qy

f,2007): 2003 ve 2007 yıllarında banka f’in risk alma derecesi.

y1f,2007/y1

f,2003 : 2003 ve 2007 yıllarında banka f’in kredi seviyeleri.

�f,2007, �yf,2003 : 2003 ve 2007 yılları için veri zarflama analizi (DEA) kullanılarak

hesaplanan banka etkinlik ölçüsünün tersi.

414

BA

NK

A A

DI

AK

BA

NK

OY

AK

BA

NK

GA

RA

NT�

VA

KIF

LA

R

�� B

AN

KA

SI

YA

PI

KR

ED�

F�N

AN

S B

AN

K

FO

RT�S

BA

NK

HA

LK

BA

NK

AS

I

DE

N�Z

BA

NK

Z�R

AA

T B

AN

KA

SI

y200

3 (B

in tl

)

8.71

7.45

5

2.18

0.61

0

6.87

0.82

3

4.71

4.91

4

8.57

9.09

8

7.99

0.66

1

2.63

3.16

9

2.03

6.06

7

2.51

8.58

6

1.51

8.92

1

5.49

8.43

9

y200

7

39.8

82.1

28

8.51

1.71

7

39.0

02.0

24

23.8

03.1

32

36.8

00.2

15

29.0

88.3

12

16.1

67.2

12

6.45

5.60

5

18.1

21.0

78

11.9

74.5

51

21.6

04.0

00

e200

3

1 1

0,94

1

0,91

0,87

1

0,99

0,98

0,96

1

e200

7

0,99

1 1

0,93

0,75

0,89

1

0,89

1 1 1

� 20

03

1 1

1,06

383

1

1,09

89

1,14

943

1

1,01

01

1,02

041

1,04

167

1

� 20

07

1,01

01

1 1

1,07

527

1,33

333

1,12

36

1

1,12

36

1 1 1

y200

7/y2

003

4,57

4973

774

3,90

3365

113

5,67

6470

49

5,04

8476

388

4,28

9520

297

3,64

0288

582

6,13

9830

751

3,17

0625

033

7,19

4941

13

7,88

3590

391

3,92

9115

154

�200

7/�2

003

1,01

0101

01

1

0,94

1,07

5268

817

1,21

3333

333

0,97

7528

09

1

1,11

2359

551

0,98

0,96

1

1-(�

2007

/�20

03)

-0,0

1010

101

0

0,06

-0,0

7526

8817

-0,2

1333

3333

0,02

2471

91

0

-0,1

1235

9551

0,02

0,04

0

Tab

lo 4

. 200

3- 2

007

Dön

emin

de B

anka

ları

n R

isk

Alm

a Ö

lçül

eri (

%)

Ris

k A

lma

Ölç

üsü

(%)

-0,0

462

0

0,34

059

-0,3

8

-0,9

151

0,08

18

0

-0,3

563

0,14

39

0,31

534

0

415

4. SONUÇ

Bankacılık sektöründe rekabetin giderek artması ve harcamaların yükselmesi, bu sektörü olu�turan bankaları, kaynaklarını daha verimli �ekilde kullanmaya zorlamaktadır. Çok uluslu bankalar ve di�er finansal kurumların büyümesi küresel finansın da büyümesini mümkün kılmı�, fakat milli otoriteler için de önemli düzenleyici kurallar ortaya koymalarını gerekli hale getirmi�tir. Uluslar arası i�lemleri düzenleyen küresel sistem, çok taraflı anla�maların milli yükümlülükleri açık bir �ekilde belirledi�i ve sınırlarını çizdi�i bir ortamda, merkez bankaları ve di�er finansal otoriteler arasındaki i�birli�ini geli�tirmi�tir. Yeni (finansal) araçların ke�fedilmesi düzenleme yapmayı daha da zorla�tırmı�tır. 2008 yılında ortaya çıkan krizin etkenlerinden biriside vadeli i�lemler piyasası ve yeni finansal araçların reel ekonominin dı�ında büyüyerek geli�mesidir. 2003- 2007 yılları arasında etkinlik verilerini de kullanarak yapılan risk ara�tırmasında Oyakbank, Finansbank ve Ziraat Bankasının risk alma ölçüleri sıfır bulunmu�tur.

KAYNAKLAR

AKAN M., (1998), “Bankacılık Sektöründe Yönetim De�i�ikliklerinin Kârlılı�a Etkisi”, Active Bankacılık ve Finans Makaleleri-1, Denizbank

ALTUN D., (2006), Türk Telekomünikasyon A.�. �l Telekom Müdürlüklerinin Veri Zarflama Analizi �le Etkinlik Ölçümü, Ankara

ARAS G., KURT T., (17-19 Ekim 2002), “Türk Bankacılık Sisteminde 1992-2000 Döneminde Veri Zarflama Analizi –DEA- �le Etkinlik Ölçümü”, 2. Ulusal Orta Anadolu Kongresi, Ni�de

FETTAHLIO�LU Ö.O., FETTAHLIO�LU H. S., (2007), “Bili�im Sistemlerinin Bankacılık Sektörü Üzerindeki Etkileri 2”, Banka ve Para Teknolojileri Dergisi, Sayı 15, www.girisim.com.tr, (1.11.2007)

Finansal Piyasalar Raporu (Eylül 2008), Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sayı 11

Finansal Piyasalar Raporu (Haziran 2007), Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sayı 6

KOHN M., (1991), Money, Banking and Financial Markets, Dryden Pres, USA

KOLB R. W., (1992), The Commercial Bank Management Reader, Kolb Publishing Company, USA

ÖZATA M., (2004), Sa�lık Bili�im Sistemlerinin Hastane Etkinli�inin Arttırılmasındaki Yeri ve Önemi, Doktora Tezi, Konya

�AH�N H., (2007), Türkiye Ekonomisi, Ezgi Kitabevi, Bursa

416

TÜS�AD, (2002), Bankacılık Sektörünün Maliyetlerine �li�kin Politika Önerileri

ULUDA� �., (1999), Finansal Hizmetler Ekonomisi, Beta Yayınevi, �stanbul

417

HEM��RELER�N TIBB� HATA YAPMAYA E��L�MLER�N�N ve HASTA BAKIMINDA GÖSTERD�KLER� ÖZEN�N

BEL�RLENMES�

Yrd. Doç. Dr. Musa ÖZATA1

ÖZET

Tıbbi hatalar hem geli�mi� hem de geli�mekte olan ülkelerde hasta güvenli�ini tehdit eden ve çözülmesi gereken öncelikli sorunlar arasında gösterilmektedir. Çünkü dünyada her yıl milyonlarca insan, tıbbi hataların olumsuz sonuçları ile kar�ı kar�ıya kalmaktadır. Hem�irelerin tıbbi hata yapmaya e�ilim düzeylerinin saptanmasını ve hasta bakımı sırasında sergiledikleri özenin belirlenmesini hedefleyen çalı�ma, bu alanda gerçekle�tirilen ilk çalı�ma olması açısından büyük önem ta�ımaktadır. Ara�tırma Konya’da faaliyet gösteren kamuya ait iki e�itim hastanesinde yapılmı�tır. Örneklem olu�turulmasında basit rastgele örneklem tekni�inden faydalanılmı� ve çalı�maya katılmayı kabul eden 171 hem�ire ile yüz yüze anket tekni�i kullanılarak gerçekle�tirilmi�tir. Verilerin toplanmasında Özata ve Altunkan (2010) tarafından geli�tirilen “Tıbbi Hataya E�ilim Ölçe�i’nden” faydalanılmı�tır. Ölçek 49 soru ve 5 alt boyuttan olu�maktadır. Elde edilen veriler SPSS 16.0 programında de�erlendirilmi�, veriler üzerinde tanımlayıcı istatistikler, korelasyon analizi, ba�ımsız gruplar arası t testi ve tek yönlü varyans analizi testleri uygulanmı�tır. Elde edilen bulgular incelendi�inde genel olarak hem�irelerin tıbbi hata yapmaya e�ilimlerinin dü�ük oldu�u ve hasta bakımında gerekli özeni gösterdikleri sonucuna ula�ılmaktadır. Ayrıca meslekten memnuniyet düzeyi açısından ileti�im ve ilaç-transfüzyon uygulamaları puanlarının farklılık gösterdi�i saptanmı�tır.

Anahtar Kelimeler: Hem�ireler, Tıbbi Hata, Tıbbi Hataya E�ilim Ölçe�i

DETERMINATION OF TENDENCY TO MAKE MEDICAL ERRORS OF NURSES AND THEIR

ATTENTION IN PATIENT CARE

ABSTRACT

Medical Errors, in both developed and developing countries, threaten the patient safety and should be resolved as one of the prior issues. Because millions of people worldwide confronted with negative results of medical errors each year. This study, aiming to determine the tendency to make medical errors of nurses and their attention in patient care, is the first study conducted in this area is of great importance. Research is made in two teaching hospitals publicly 1Selçuk Üniversitesi Sa�lık Bilimleri Fakültesi, Sa�lık Yönetimi Bölümü

[email protected]

418

owned in Konya. Simple Random technique is used in developing sample and face to face interwievs technique is carried out with 171 nurses who agreed to participate in the study. In data collection, the ‘Medical Error Tendency Scale’ developed by Özata and Altunkan (2010) is used. Scale consists of 49 questions and 5 sub-dimensions. The data is evaluated in SPSS 16.00 programme and descriptive statistics, correlation analysis, t test between groups an done-way variance analysis are applied. When the findings rewieved it is concluded that tendency to make medical errors of nurses is generally low and required patient care is done with attention. Also, in terms of job satisfaction, drug- transfusion practises scores differ.

Key Words: Nursing, Malpractice, Malpractice Trend Scale

1.G�R��

Tıbbi hata kavramını, ABD merkezli Ulusal Hasta Güvenli�i Vakfı “hastaya sunulan sa�lık hizmeti sırasında bir aksamanın neden oldu�u, kasıtsız, beklenilmeyen sonuçlar olarak” tanımlamaktadır (NPSF, 2003; Akalın, 2007:33). Bakanlar Kurulu tarafından 2002 tarihinde kabul edilen, ancak yasala�amayan Tıbbi Hizmetlerin Uygulamasından Do�an Sorumluluk Kanunu Tasarısı’nın 3.maddesinde ise “sa�lık personelinin kasıt, kusur, ihmal neticesinde standart uygulamayı yapmaması; bilgi veya beceri eksikli�i ile yanlı� ya da eksik te�histe bulunması; yanlı� tedavi uygulaması veya hastaya tedavi vermemesi ile olu�an ve zarar meydana getiren eylemleri” tıbbi hata olarak nitelendirilmi�tir (http://88.248.138.72/intranet/.pdf, 2009: 1).

Tıbbi hatalar hem geli�mi� hem de geli�mekte olan ülkelerde hasta güvenli�ini tehdit eden ve çözülmesi gereken öncelikli sorunlar arasında gösterilmektedir. Çünkü dünyada her yıl milyonlarca insan tıbbi hataların olumsuz sonuçları ile kar�ı kar�ıya kalmaktadır. Örne�in ABD’de yapılan bir ara�tırmada, ara�tırmaya katılan hastanelerin % 65’inde ölüm ya da ciddi zarar ile sonuçlanan olayların ya�andı�ı saptanmı�tır (Lamb vd., 2003: 73). ABD’de yakla�ık 5 bin hastanedeki 40 milyondan fazla kayıtın incelendi�i hasta güvenli�i çalı�masına göre, 3 yıllık sürede 1.16 milyon hasta güvenli�i ihlali meydana gelmi� ve bu hatalardan 247 bin 662’si ölümle sonuçlanmı�tır (www.nlm.nih.gov/medlineplus, 2010). Dünya Sa�lık Örgütü’nün (WHO) verdi�i rakamlara göre, uluslararası ara�tırmalarda yatan hastalara ili�kin geçmi�e dair kayıtlar kar�ıla�tırmalı olarak incelendi�inde; hasta güvenli�i ihlali olayı ortalaması %8.9 olup, bu olayların %3.4’ü önlenebilir niteliktedir (eHealth for Safety Report, 2007: 12).

Leape vd. (1991: 377) sa�lık kurulu�larında en sık kar�ıla�ılan tıbbi hataların sırasıyla; ilaç hataları (% 19), cerrahi yara enfeksiyonları (% 14), tanı hataları (% 8), tedavi hataları (% 8), prosedürle ili�kili hatalar (% 7) ve dü�meler (% 3) oldu�unu belirtmektedir. Cerrahi hatalar tüm hataların neredeyse yarısını (% 48) olu�turmaktadır. Aynı çalı�mada tıbbi hataların en sık

419

ameliyathanede (% 41) ve daha sonra hasta odasında (% 27) ya�andı�ı saptanmı�tır. Bu birimleri acil, do�um odası ve yo�un bakım ünitesi izlemektedir (Filiz, 2009: 3) Kore’de 99 hastanede yapılan bir ara�tırmada hastanelerin 97’sinde transfüzyon hataları, 95’inde yanlı� ilaç uygulaması, 95’inde dü�me, 91’inde cerrahi hata, 82’sinde anestezi hatası ve 77’sinde ise enfeksiyon bula�ma hatası görüldü�ü belirlenmi�tir (Kima ve Bates, 2006: 148).

Sa�lık bakımı hekim, hem�ire, ebe, sa�lık teknisyeni gibi birçok sa�lık çalı�anını içine alan geni� bir ekip tarafından verilir. Hem�ireler, sa�lık ekibi içerisinde hastaların her türlü problemlerinde ilk ba�vurdukları ve yerine getirdikleri görevler nedeniyle, hasta bakımında kilit rol oynayan sa�lık personelidir (Bilazer vd., 2008: 33). Bu özellikleri nedeniyle de tıbbi hataların ortaya çıkmasında ve önlenmesinde önemli rol oynarlar. Örne�in Ertem vd. (2009:1) tıbbi hata yapanların %65.2’sini hekimlerin, %12.2’sini ise hem�irelerin olu�turdu�unu saptamı�tır. 2002 yılında yapılan ba�ka bir ara�tırmada hekimlerin %53’ü, halkın ise % 65’i hem�ire eksikli�inin tıbbi hataların en önemli sebepleri arasında yer aldı�ını belirtmi�tir (eHealth for Safety Report, 2007: 20). Tombe (2007) günlük hasta ba�ı hem�ire bakım saatinde 0.25’lik ilave artı� ile ölüm oranında %20 azalma sa�landı�ını belirtmektedir. Wolf vd., (1999) cerrahi müdahale sonrası hasta ba�ına sa�lanan günlük tam hem�ire bakım saati ile idrar yolu enfeksiyonları, pnömoni, tromboz ve akci�er rahatsızlıkları riski arasında ili�ki oldu�unu saptamı�, etkili hem�irelik bakımı ile hasta güvenli�ini tehdit edebilecek birçok komplikasyonun önlenebilece�ini ortaya koymu�tur (Çırpı vd., 2009: 31).

Sezgin (2007: 10) hem�irelerin en çok ilaç hatası yaptıklarını ve bu hataların yanlı� ilaç, yanlı� uygulama yolu, yanlı� doz, yanlı� hasta, yanlı� uygulama zamanına ili�kin hatalar oldu�unu belirtmektedir. Alparslan ve Erdemir (1997: 41-51) tarafından yapılan bir ba�ka çalı�mada hem�ireler tarafından yapılan hatalar; yanlı� zamanda ilaç uygulama (%40), ilacı hasta yanında bırakma (%19), iki geçimsiz antibiyoti�i bir arada verme (%18), yanlı� dozda ilaç verme (%17,4), yanlı� yoldan ilaç verme (%2,4), doktor tarafından istemi yapılmı� ilacı vermeme (%1,6), ilacın yanlı�lıkla ba�ka hastaya verilmesi (%1), istemi yapılmayan ilacın verilmesi (%0,5) ve yapılan ilacın yanlı�lıkla tekrar yapılması (%0,1) olarak saptanmı�tır.

Hasta güvenli�i sa�lık hizmetlerinin ki�ilere verece�i zararı önlemek amacıyla sa�lık kurulu�ları ve bu kurulu�lardaki çalı�anlar tarafından alınan önlemlerin tamamı olarak tanımlanabilir (Yıldırım, 2008: 45). Hasta güvenli�i hasta bakımının temeli ve kalite yönetiminin en önemli bile�enidir. Bu alanda alınacak önlemler performans geli�tirme, çevre güvenli�i ve risk yönetimi, enfeksiyon kontrolü, ilaçların güvenli kullanımı, ekipman güvenli�i, güvenli klinik uygulamalar ve güvenli hasta bakımı gibi çok geni� bir konular silsilesini kapsar. Bu konu sa�lık sistemi içerisindeki hemen hemen tüm kurum ve aktörleri içine alarak ve tümünün katılımı ile uzun dönemde potansiyel risklerin

420

ortadan kaldırılmasını gerektirir. Hasta güvenli�ini geli�tirmenin temel hareket noktası, yanlı� uygulamalar ve yan etkilerle ilgili kar�ıla�tırılabilir bilgilerin toplanması ve gelecekte bu bu tip hataların ortaya çıkmaması için bilgilerden faydalanılabilmesinin ö�renilmesidir (WHO, 2004: 10). Bu hedef do�rultusunda sa�lık bakımında çok büyük bir rol üstlenen hem�irelerin tıbbi hataya e�ilim durumlarının ve hasta bakımında gösterdikleri özenin belirlenmesi, hataların ortaya çıkamadan önlenmesi ve hasta güvenli�inin sa�lanması açısından çok büyük bir önem ta�ımaktadır.

2. YÖNTEM

Hem�irelerin tıbbi hata yapmaya e�ilim düzeylerinin saptanmasını ve hasta bakımı sırasında gösterdikleri özenin belirlenmesini hedefleyen bu çalı�ma, 10.01.2010-28.01.2010 tarihleri arasında Konya’da faaliyet gösteren Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi ve Sa�lık Bakanlı�ı Konya E�itim ve Ara�tırma hastanelerinde gerçekle�tirilmi�tir. Örneklem olu�turulmasında basit rastgele örneklem tekni�inden faydalanılmı� ve çalı�maya katılmayı kabul eden 171 hem�ireden, yüz yüze anket tekni�i kullanılarak veriler toplanmı�tır. Verilerin toplanmasında Özata ve Altunkan (2010) tarafından geli�tirilerek, geçerlilik ve güvenirlili�i test edilen “Tıbbi Hataya E�ilim Ölçe�inden” faydalanılmı�tır. Ara�tırmacılar tarafından ölçe�in Cronbach Alpha güvenilirlik katsayısı (0,954) olarak hesaplanmı�tır. Bu çalı�mada ise ölçe�in tümü ve alt boyutları ile ilgili elde edilen Cronbach Alpha de�erleri Tablo 1’de gösterilmektedir.

Tablo 1. Tıbbi Hataya E�ilim Ölçe�inin Cronbach Alpha Katsayı De�erleri

Ölçek Ba�lıkları Madde Sayısı

Min.

Maks.

Cronbach Alfa

�laç ve Transfüzyon Uygulamaları 18 1 5 ,969 Enfeksiyonların Önlenmesi 12 1 5 ,938 Dü�melerin Önlenmesi 5 1 5 ,888 Hasta izlemi ve Malz-Cihaz Güven. 9 1 5 ,899 �leti�im 5 1 5 ,856 Genel 49 ,978

Tablo 1’de görüldü�ü gibi ölçekte hem�irelerin hasta bakımında günlük

rutin olarak yerine getirdikleri faaliyetleri içeren 49 soru yer almaktadır. Sorulara verilen cevaplar 5’li likert tarzda derecelendirilmi�tir. Katılımcılar maddeleri; “1- hiç, 2- çok nadir, 3- zaman zaman, 4-genellikle ve 5- her zaman” �ıklarından birini i�aretleyerek cevaplandırmaktadır. Sorulara verilen cevapların toplam puanların artması durumunda hem�irelerin tıbbi hata yapmaya e�ilimlerinin azaldı�ı ve i�lerini daha özenli yaptıkları kanaatine ula�ılmaktadır. Elde edilen veriler SPSS 16.0 programında de�erlendirilmi�, veriler üzerinde tanımlayıcı istatistikler, korelasyon analizi, ba�ımsız gruplar arası t testi ve tek yönlü varyans analizi testleri uygulanmı�tır.

421

3.BULGULAR

Ara�tırma sonucunda elde edilen bulgular a�a�ıda tablolarda sunulmaktadır.

Tablo 2. Ara�tırma Kapsamındaki Hem�irelere Ait Sosyo-Demografik Özellikler

Tablo 2’de görüldü�ü gibi ara�tırmaya S.Ü. Meram Tıp Fakültesi

Hastanesi’nden 95 (%55,6) ve Sa�lık Bakanlı�ı Meram E�itim Ara�tırma Hastanesi’nden 76 (%44,4) olmak üzere toplam 171 hem�ire katılmı�tır. Katılımcıların 68’i (39,8) cerrahi kliniklerde, 103’ü (%60,2) dahili kliniklerde görev yapmakta olup; 24’ü (%14) erkek, 147’si (%86) kadın; 55’i bekar (%32,2) ve 116’sı (%67,8) ise evlidir. Ya� da�ılım aralı�ı 20-44 arasında de�i�mektedir (X=30,21±4,9). Kadro durumu açısından 49’u (%28,7) kadrolu devlet memuru, 90’ı (%52,6) 4B sözle�meli ve 32’si (% 18,7) �irket elemanı olarak görev yapmaktadır. Haftalık ortalama çalı�ma süreleri 47,56±5,8 saat olup, günlük ortalama 16 hastaya bakım vermektedirler.

Sosyo-Demografik Özellikler

Sayı % Sosyo-Demografik Özellikler

Sayı %

Medeni Durum Bekar Evli

55

116

32,2 67,8

Cinsiyet Erkek Kadın

24

147

14,0 86,0

Görev Yaptı�ı Hast. Konya E�t ve Ara�.Hast. Meram Tıp Fak.Hast.

95 76

55,6 44,4

Görev Yaptı�ı Klinik Cerrahi Klinikler Dahili Klinikler

68 103

39,8 60,2

Ya� (Ort= 30,2) 20-24 25-29 30-34 35-39 40-44

23 52 62 30 4

13,5 30,4 36,3 17,5 2,3

Ort. Çalı�ma Süresi 40-44 45-49 50-54 55-59 60-65

30

104 12 10 15

17,5 60,8 7,0 5,8 8,8

Kadro Durumu 657'ye Tabi Kadrolu 4B Sözle�meli �irket Elemanı

49 90 32

28,7 52,6 18,7

Ö�renim Düzeyi Sa�lık Meslek Lisesi Önlisans Lisans Yüksek lisans

33 74 59 5

19,3 43,3 34,5 2,9

Bakılan Hasta Sayısı 6-11 12-17 18-23 24-29 30-35

44 64 39 16 8

25,7 37,4 22,8 9,4 4,7

Mesleki Memnuniyet Hiç Memnun De�ilim Memnun De�ilim Kararsızım Memnunum Çok Memnunum

10 15 87 46 13

5,8 8,8

50,9 26,9 7,6

422

Ara�tırmada kullanılan “Tıbbi Hataya E�ilim Ölçe�i” 49 soru ve 5 alt boyut içermekte olup alt boyutlara ili�kin olarak elde edilen tanımlayıcı istatistikler a�a�ıda tablolarda gösterilmektedir.

Tablo 3. �laç ve Transfüzyon Uygulamalarına �li�kin Tanımlayıcı �statistikler

Min. Maks.

Arit. Ort

Std. Sap.

IV, IM ve SC enjeksiyonlarında ilacı do�ru bölgeden yapmaya dikkat ederim

2 5 4,40 ,771

�lacın tam doz uygulanmasına dikkat ederim 3 5 4,37 ,727

Hastaya do�ru ilacı yaptı�ımdan emin olurum 3 5 4,36 ,741

Hastaya do�ru mayinin verilmesine dikkat ederim 3 5 4,35 ,763

Mayinin hastaya uygun yoldan gönderilmesine dikkat ederim

2 5 4,35 ,777

Okunu� ve görünü� benzerli�i olan ilaçlara dikkat ederim

3 5 4,33 ,736

�lacın hazırlanmasını ve uygulanması esnasında steriliteye önem veririm

3 5 4,32 ,749

Mayileri uygun araçlarla göndermeye dikkat ederim 1 5 4,32 ,786

�laç dozunun do�ru olup olmadı�ını kontrol ederim 2 5 4,32 ,755

�lacı do�ru hastaya yaptı�ımdan emin olurum 2 5 4,30 ,766

Hastaya fazla sıvı yüklenmesine dikkat ederim 2 5 4,27 ,752

Mayi miktarının do�ru hesaplanmasına dikkat ederim 2 5 4,27 ,742

Takılacak mayinin sterilitesini kontrol ederim 3 5 4,26 ,746

�laçların tam saatinde yapılmasına dikkat ederim 2 5 4,22 ,726

�laç/ilaç etkile�imine dikkat ederim 2 5 4,22 ,788

�lacın miadının dolup dolmadı�ına bakarım 2 5 4,19 ,804

�laç yapıldıktan sonra hastayı yeterince izlerim 2 5 4,13 ,801

�laçların yan etkilerini bilirim ve ona göre uygulama yaparım

3 5 4,11 ,744

Genel Ortalama: 4,28 Ölçe�in “�laç ve Transfüzyon Uygulamaları” alt boyutunda 18 soru yer

almaktadır. Hem�irelerin sorulara verdikleri cevaplar incelendi�inde en yüksek puanın “IV, IM ve SC enjeksiyonlarında ilacı do�ru bölgeden yapmaya dikkat ederim” sorusuna verildi�i (ort= 4,40) görülmektedir. Bu cevabı sırasıyla; “�lacın tam doz uygulanmasına dikkat ederim (ort= 4,37)”, “Hastaya do�ru ilacı yaptı�ımdan emin olurum (ort= 4,36)”, “Hastaya do�ru mayinin verilmesine dikkat ederim (ort= 4,35)”, “Mayinin hastaya uygun yoldan gönderilmesine dikkat ederim (ort= 4,35)”, “Okunu� ve görünü� benzerli�i olan ilaçlara dikkat ederim (ort=4,33)” ve “�lacın hazırlanmasını ve uygulanması

423

esnasında steriliteye önem veririm (ort= 4,32)” cevapları yer almaktadır. En dü�ük puanların ise; “�laç/ilaç etkile�imine dikkat ederim (ort=4,22)”, “�lacın miadının dolup dolmadı�ına bakarım (ort=4,19)”, “�laç yapıldıktan sonra hastayı yeterince izlerim (ort=4,13)” ve “�laçların yan etkilerini bilirim ve ona göre uygulama yaparım (ort= 4,11)” sorularına verildi�i görülmektedir.

Tablo 4. Enfeksiyonlarının Önlenmesine �li�kin Tanımlayıcı �statistikler

Min. Maks. Ort Std. Sp.

�nfüze edilen sıvıların hazırlanmasını ve uygulanmasında kontamine olmamasına dikkat ederim

3 5 4,34 ,679

Hastaya uygulanan invazif giri�imlerde asepsi kurallarına dikkat ederim

3 5 4,26 ,706

IV kateterlerin kalma süresinin 72-96 saat olmasına dikkat ederim

3 5 4,25 ,702

�nfüzyon sıvılarını hastaya takmadan önce çatlak-yırtık/delik yönünden kontrol ederim

2 5 4,25 ,693

Çalı�tı�ım serviste kirli malzemelerin uygun kutu ve torbalara atılmasına dikkat ederim

1 5 4,23 ,736

Hastaya kullandı�ım tüm aletlerin sterilizasyon ve dezenfeksiyonun uygun �ekilde yapılmasını sa�larım

1 5 4,15 ,764

Kateter takılı hastaları her gün kontrol ederim 1 5 4,15 ,831

Kullandı�ım malzemenin güvenli�inden �üphe duydu�umda kullanmamaya dikkat ederim

1 5 4,13 ,774

Üriner kateterizasyonda kapalı drenaj sisteminin bozulmamasına dikkat ederim

1 5 4,12 ,791

Serum �i�eleri ve setlerini 24 saatte bir de�i�tiririm 1 5 4,09 ,883

Yatak yaralarının önlenmesine dikkat ederim 2 5 4,05 ,713

Enfekte hastaların izolasyonunu sa�larım 1 5 4,05 ,900

Genel Ortalama: 4,17

Hem�irelerin üzerinde en fazla durması gereken konuların ba�ında

enfeksiyonların önlenmesi konusu gelmektedir. Bu ba�lamda ölçe�in “Enfeksiyonlarının Önlenmesi” alt ba�lı�ı altında yer alan sorulara verilen cevaplar incelendi�inde en yüksek puanın “�nfüze edilen sıvıların hazırlanmasını ve uygulanmasında kontamine olmamasına dikkat ederim (ort=4,34)” cevabına verildi�i görülmektedir. Bu cevabı sırasıyla; “Hastaya uygulanan invazif giri�imlerde asepsi kurallarına dikkat ederim (ort=4,26)”, “IV kateterlerin kalma süresinin 72-96 saat olmasına dikkat ederim (ort=4,25)”, “�nfüzyon sıvılarını hastaya takmadan önce çatlak-yırtık/delik yönünden kontrol ederim (ort=4,25)” ve “Çalı�tı�ım serviste kirli malzemelerin uygun kutu ve torbalara atılmasına dikkat ederim (ort=4,23) cevapları izlemektedir. En dü�ük puan alan cevaplar ise; “Serum �i�eleri ve setlerini 24 saat’te bir de�i�tirim

424

(ort=4,09)”, “Yatak yaralarının önlenmesine dikkat ederim (ort=4,05) ve “ Enfekte hastaların izolasyonunu sa�larım (ort=4,05)” cevaplarıdır.

Tablo 5. Hasta �zlemi ve Malzeme-Cihaz Güvenli�i Uygulamalarına �li�kin Tanımlayıcı �statistikler.

Min. Maks.

Arit. Ort

Std. Sap.

Yaptı�ım tüm izlemleri zaman belirtilerek kaydederim 2 5 4,27 ,720

Hastanın bakım ve bakım sonuçları ile bilgileri vardiya de�i�iminde ve vardiya arasında payla�ılmasına dikkat ederim

3 5 4,23 ,722

Hasta izleme sıklı�ını doktor isteminde belirtilen �ekilde yaparım

3 5 4,18 ,725

Hasta yo�unlu�u oldu�u zamanlarda da hasta izlemini gerekti�i gibi yapmaya çalı�ırım

2 5 4,11 ,720

Hastanın aldı�ı ve çıkardı�ı sıvının takibini yaparım 1 5 4,09 ,835

Cihazların nasıl kullanılaca�ını bilirim veya ö�renmeye çalı�ırım

2 5 4,08 ,767

Tüm sarf malzemelerin son kullanma tarihlerini kontrol ederim

1 5 3,93 ,892

Serviste bulunan tüm tıbbi cihazların ve ekipmanın düzenli bakımının yapılmasını sa�larım

1 5 3,81 ,914

Serviste tüm cihazları çalı�ır durumda olması için her gün kontrol eder ve bozuk olanları rapor ederim

1 5 3,77 ,921

Genel Ortalama: 4,05

Ölçe�in “Hasta �zlemi ve Malzeme-Cihaz Güvenli�i” alt boyutunda yer alan cevaplar incelendi�inde en yüksek puanı “Yaptı�ım tüm izlemleri zaman belirtilerek kaydederim (ort=4,27)” cevabının aldı�ı görülmektedir. Bu cevabı sırasıyla; “Hastanın bakım ve bakım sonuçları ile ilgili izlemlerimi ve bilgileri vardiya de�i�iminde ve vardiya arasında payla�ılmasına dikkat ederim (ort=4,23)”, “Hasta izleme sıklı�ını doktor isteminde belirtilen �ekilde yaparım (ort=4,18)”, “Hasta yo�unlu�u oldu�u zamanlarda da hasta izlemini gerekti�i gibi yapmaya çalı�ırım (ort=4,11)” ve “Hastanın aldı�ı ve çıkardı�ı sıvının takibini yaparım (ort=4,09)” cevapları yer almaktadır. En dü�ük puan alan cevaplar ise sırasıyla; “Tüm sarf malzemelerin son kullanma tarihlerini kontrol ederim (ort=3,93)”, “Serviste bulunan tüm tıbbi cihazların ve ekipmanın düzenli bakımının yapılmasını sa�larım (ort=3,81)” ve “Serviste tüm cihazları çalı�ır durumda olması için her gün kontrol eder ve bozuk olanları rapor ederim (ort=3,77 )” uygulamalardır.

425

Tablo 6. Dü�melerin Önlenmesi Uygulamalarına �li�kin Tanımlayıcı �statistikler

Min. Maks. Arit. Ort Std. Sap.

Hasta nakillerinde gerekli tedbirlerin alınmasını sa�larım

1 5 4,11 ,843

Yatak kenarlarında parmaklıkların-sınırlayıcıların olmasına ve kapalı durmasına dikkat ederim

1 5 3,95 ,883

Hasta için gerekli olan araç/gereçlerin hasta yata�ına yakın yerle�tirilmesine dikkat ederim

1 5 3,92 ,875

Hasta ilk kez aya�a kalktı�ında gerekli destek ve yardımı sa�larım

1 5 3,84 ,893

Hasta ve yakınlarına dü�me nedenleri ve alınabilecek önlemler hakkında bilgi veririm

1 5 3,73 ,957

Genel Ortalama: 3,91

Ölçe�in “Dü�melerin Önlenmesi” alt boyutunda” 5 soru yer almakta olup, sorulara verilen cevaplar incelendi�inde en yüksek puanın “Hasta nakillerinde gerekli tedbirlerin alınmasını sa�larım (ort=4,11)” cevabına verildi�i görülmektedir. Bu cevabın altında ise; “Yatak kenarlarında parmaklıkların-sınırlayıcıların olmasına ve kapalı durmasına dikkat ederim (ort=3,95)”, “Hasta için gerekli olan araç/gereçlerin hasta yata�ına yakın yerle�tirilmesine dikkat ederim (ort=3,92)”, “Hasta ilk kez aya�a kalktı�ında gerekli destek ve yardımı sa�larım (ort=3,84)” ve “Hasta ve yakınlarına dü�me nedenleri ve alınabilecek önlemler hakkında bilgi veririm (ort=3,73)” cevapları yer almaktadır.

Tablo 7. �leti�im Uygulamalarına �li�kin Tanımlayıcı �statistikler

Min. Maks.

Arit. Ort

Std. Sapma

Açık olmayan, sorun olu�turacak istemleri hekime do�rulatırım

2 5 4,22 ,771

Serviste çift order (doktor istemi+hem�ire gözlem formu) kontrolü uygulamasına dikkat ederim

2 5 4,14 ,792

Hastanın tedavisi ve bakımı ile ilgili tüm bilgileri hem�ire gözlem formuna kaydederim

1 5 4,11 ,857

Sözlü/telefon ile aldı�ım doktor istemini hemen hem�ire gözlem formuna kaydederim

1 5 4,03 ,884

Hastanın bakımına ili�kin bilgileri, hastayla beraber yatak ba�ında teslim ederim

1 5 3,86 ,984

Genel Ortalama: 4,07

426

Ölçe�in “�leti�im” alt boyutu be� sorudan olu�maktadır. Cevapların aldı�ı ortalama puanlar incelendi�inde sırasıyla “Açık olmayan sorun olu�turacak istemleri hekime do�rulatırım (ort=4,22)”, “Serviste çift order (doktor istemi+hem�ire gözlem formu) kontrolü uygulamasına dikkat ederim (ort=4,14)”, “Hastanın tedavisi ve bakımı ile ilgili tüm bilgileri hem�ire gözlem formuna kaydederim (ort= 4,11)”, “Sözlü/telefon ile aldı�ım doktor istemini hemen hem�ire gözlem formuna kaydederim (ort=4,03)” ve “Hastanın bakımına ili�kin bilgileri, hastayla beraber yatak ba�ında teslim ederim (ort=3,86)” �eklinde bir sıralamanın olu�tu�u görülmü�tür.

Çalı�mada son olarak ölçe�in alt boyut puanlarının toplamı ile sosyo-demografik de�i�enler arasında herhangi bir istatistiksel ili�ki olup olmadı�ının belirlenmesi amacıyla istatistiki analizler yapılmı�tır. Yapılan korelasyon analizi sonucunda ya�, haftalık çalı�ma süresi ve günlük ortalama bakılan hasta sayısı ile ölçe�in alt boyutlarının toplam puanları arasında anlamlı bir ili�ki olmadı�ı anla�ılmı�tır (p>0,05). Ba�ımsız gruplar arası t testi sonucunda ise; cinsiyet, medeni durum, görev yapılan hastane ve görev yapılan klinik açısından toplam puanlar arasında herhangi bir anlamlı fark olmadı�ı belirlenmi�tir (p>0,05). Aynı �ekilde yapılan tek yönlü varyans analizi sonucunda ö�renim düzeyi, kadro durumu ve çalı�ma �ekli açısından farkın istatistiksel açıdan anlamlı olmadı�ı anla�ılmı�tır (p>0,05). Tek anlamlı farkın ise “meslekten memnuniyet düzeyi” ile “ilaç- transfüzyon uygulamaları” ve “ileti�im” puanları arasında oldu�u görülmü�tür. Tukey HSD testi sonucuna göre ise aradaki fark meslekten hiç memnun olmayanlar ile çok memnun olanlar arasındaki farktan kaynaklanmaktadır. Bulgular Tablo 8’de gösterilmektedir.

Tablo 8. Meslekten Memnuniyet düzeyi �le Tıbbi Hataya E�ilim Ölçe�i Alt Boyutları Arasındaki Farkın Saptanması (Tek Yönlü Varyans Analizi Testi)

Ölçek Alt Boyutları Toplam Puanları F p

Farklılı�ın kaynaklandı�ı gruplar (Tukey HSD)

�laç ve transfüzyon uygulamaları 2,864 ,025

Hiç memnun olmayan- Çok memnun olan

�leti�im 4,127 ,003

Hiç memnun olmayan- çok memnun olan

Hasta izlemi ve malzeme güvenli�i

2,341 ,057 -

Dü�meler 1,716 ,149 -

Hastane enfeksiyonları 2,037 ,091 -

427

4. SONUÇ

Sa�lık hizmetleri sisteminin temel amacı farklı nitelikteki sa�lık hizmetini, ihtiyaç duyulan zamanda, en dü�ük maliyetle, istenilen kalitede ve en dü�ük hata ile topluma sunabilmektir (Kohn vd., 2000; Filiz; 2009:1). Hizmet sunumu farklı kurum ve kurulu�lar tarafından, çok geni� bir sa�lık ekibinin katılımı ile karma�ık bir ortamda gerçekle�tirilmektedir. Karma�ıklık ise tıbbi hata yapma olasılı�ını arttırmakta ve sa�lık kurumlarında hasta güvenli�i sorunlarının ya�anmasına yol açmaktadır. Hasta güvenli�i ihlalleri ölüm, yaralanma, tedavi süresinin uzaması, hastanın hayat kalitesinin dü�mesi, sa�lık harcamalarının artması, kaynakların etkin kullanılamaması ve verilen hizmetin kalitesinin dü�mesi gibi birçok sonucun ortaya çıkmasına yol açtı�ından, üzerinde durulması gereken en önemli sorunlardan biri olarak görülmektedir.

Hasta güvenli�i çalı�maları; hataları önlemek, görünebilir yapmak ve meydana geldi�inde etkilerini azaltmak �eklinde üç temel bile�eni içermektedir. Bunları sa�layabilmek ise a) hatalardan ders alarak eksiklikleri gidermeyi, daha iyi bir raporlama sistemi olu�turmayı, hataların sebeplerini ara�tırmayı ve verilerin payla�ılmasını; b) yanlı� uygulamalara yol açan sistemdeki problemlerin ortaya çıkarılmasını; c) sa�lık sektörü içindeki ve dı�ındaki mevcut var olan bilgi kaynaklarının tanımlanmasını ve d) sa�lık bakım sisteminin geli�tirilmesini gerekli kılmaktadır (WHO, 2004: 9). Ayrıca hasta güvenli�i kurumsal kültürün en önemli parçalarından biri olmalıdır. Bunu sa�layabilmek için, sa�lık kurulu�ları yüksek riskli aktiviteleri belirlemeli, tıbbi hataların korkusuzca ve çekinmeden bildirilebildi�i ve cezalandırılmadı�ı bir kültür yaratmalıdır. Riskin erken a�amada tespit edilmesi, hastaların zarar görmesinin önlenmesinde son derece önemli olup, hastalar ile sa�lık personeli arasında güven, dürüstlük, birlik ve beraberli�e dayalı, açık bir ileti�imin kurulması büyük bir önem ta�ımaktadır. Bu ba�lamda hasta ile do�rudan ili�ki içerisinde olan hem�irelerin ta�ıdı�ı misyon, hasta güvenli�i uygulamalarının en önemli parçasını olu�turmaktadır (Çırpı vd., 2009: 27). Ayrıca hasta bakımında görev alan hekim ve hem�ireler ba�ta olmak üzere, tüm sa�lık personelinin yaptıkları i�lerde en sık tekrar ettikleri hataların ortaya çıkarılması ve i�lerini yaparken gerekli özeni gösterip göstermediklerinin belirlenmesi hasta güvenli�inin geli�tirilmesi açısından vazgeçilmez unsurlardan sayılmaktadır.

Hem�irelerin tıbbi hataya e�ilim düzeylerinin belirlenmesi ve hasta bakımı sırasında yaptıkları faaliyetlerde gerekli özeni gösterip göstermediklerinin belirlenmesi amacıyla gerçekle�tirilen bu çalı�ma, Konya’da faaliyet gösteren S.Ü Meram Tıp Fakültesi Hastanesi ve Sa�lık Bakanlı�ı Konya E�itim ve Ara�tırma Hastanelerinde görev yapan hem�ireler üzerinde gerçekle�tirilmi�tir. Verilerin toplanmasında Özata ve Altunkan (2010) tarafından geli�tirilerek, geçerlilik ve güvenilirlik analizi yapılan “Hem�irelikte Tıbbi Hataya E�ilim Ölçe�inden” faydalanılmı�tır. Ölçe�in Cronbach Alpha katsayısının 0,978 olması nedeniyle mükemmel düzeyde güvenilir oldu�u

428

sonucuna ula�ılmı�tır. Ölçek 5 alt boyuttan meydana gelmekte ve bu alt boyutlarda hem�irelerin hasta bakımında rutin olarak yerine getirdikleri i�lemlerle ilgili bilgileri içeren 49 soru yer almaktadır. Sorulara verilen cevaplar 1-5 aralı�ında de�i�en bir aralıkta de�erlendirilmekte ve puan ortalaması arttıkça hem�irelerin tıbbi hata yapmaya e�ilimlerinin azaldı�ı ve i�lerini daha özenli olarak yerine getirdikleri kanaatine varılmaktadır.

Bu bilgilerden hareketle elde edilen bulguları de�erlendirdi�imizde tüm sorulara verilen cevapların ortalama puanı 4,15 olarak hesaplanmı�tır. Alt boyutlar açısından incelendi�inde ise en yüksek puan ortalamasının ilaç ve transfüzyon ile ilgili sorulara (4,28), en dü�ük puan ortalamasının ise dü�melerin önlenmesi ba�lı�ı altında yer alan sorulara verildi�i (3,91) görülmü�tür. Aynı �ekilde enfeksiyonların önlenmesi; 4.17, hasta izlemi ve malzeme-cihaz güvenli�i 4.05 ve ileti�im 4,05 puan ortalaması almı�tır.

Cevaplar ölçek alt boyutlarından ba�ımsız olarak de�erlendirildi�inde ise “IV, IM ve SC enjeksiyonlarında ilacı do�ru bölgeden yapmaya dikkat ederim (4,40)”, “�lacın tam doz uygulanmasına dikkat ederim (4,37)” ve “Hastaya do�ru ilacı yaptı�ımdan emin olurum (4,36)” cevaplarının en yüksek puan ortalamasına sahip oldu�u görülmü�tür. En az puan alan cevaplar ise; “Hasta ve yakınlarına dü�me nedenleri ve alınabilecek önlemler hakkında bilgi veririm (3,73)”, “Serviste tüm cihazları çalı�ır durumda olması için her gün kontrol eder ve bozuk olanları rapor ederim (3,77)”, “Hasta ilk kez aya�a kalktı�ında gerekli destek ve yardımı sa�larım (3,84)”, “Serviste bulunan tüm tıbbi cihazların ve ekipmanın düzenli bakımının yapılmasını sa�larım (3,81)” ve “Hastanın bakımına ili�kin bilgileri, hastayla beraber yatak ba�ında teslim ederim (3,86)” cevaplarıdır.

Sorulara verilen cevaplar incelendi�inde genel olarak ara�tırma yapılan hastanelerdeki hem�irelerin, tıbbi hata yapmaya e�ilimlerinin dü�ük oldu�u ve hasta bakımında gerekli özeni gösterdikleri sonucuna ula�ılmaktadır. Ancak ülkemizde hasta güvenli�i kültürünün olu�maması nedeniyle hem�irelerin genel olarak sorulara olumlu yönde cevaplar verebilece�i ve hatalarını gizlemeye çalı�acakları da akıldan çıkarılmamalıdır. Çünkü hem�irelerin yöneticilerinin tepkisinden korkma, suçlanma, cezalandırılma korkusu gibi sebeplerle hatalarını gizleme e�iliminde oldukları belirtilmektedir (Mayo ve Duncan 2004: 209; Filiz, 2009: 7). Ara�tırma sonuçlarına göre sosyo-demografik faktörler açısından sadece meslekten memnuniyet düzeyi ile ileti�im ve ilaç-transfüzyon uygulamaları açısından farkın anlamlı oldu�u ve bu farkın meslekten hiç memnun olmayanlarla, çok memnun olanlar arasındaki farktan kaynaklandı�ı belirlenmi�tir.

429

KAYNAKÇA

AKALIN, Erdal (2007), “Klinik Ara�tırmalar ve Hasta Güvenli�i”, �KU, Sayı 17: 32-35. http://www.akademika.org/iku-dergisi/pdf/pdf_IKU_142.pdf

ALPARSLAN, Özgür ve ERDEM�R, Firdevs (1997), “Pediatri servislerinde kullanılan antibiyotiklerin sulandırılması, saklanması ve hastaya verilmesi konusunda hem�irelerin bilgi ve uygulamalarının belirlenmesi”, C.Ü. Hem�irelik Yüksekokulu Dergisi, 1(1):41-52.

B�LAZER, Fatma Nur; KONCA, Gül Esin ve U�UR, Sevinç, (2008), “Türkiye’de Hem�irenin Çalı�ma Ko�ulları”, Türk Hem�ireler Derne�i Yayınları. http://www.turkhemsirelerdernegi.org.tr/menu/yayinlar/turkiyede-hemsirelerin-calisma-kosullari.aspx

ÇIRPI, Fatma; DO�AN, Yeliz; MER�H, Meryem; KOCABEY, Ya�ar (2009), “Hasta Güvenli�ine Yönelik Hem�irelik Uygulamalarının Ve Hem�irelerin Bu Konudaki Görü�lerinin Belirlenmesi”, Maltepe Üniversitesi Hem�irelik Bilim ve Sanatı Dergisi, Cilt:2,Sayı:3:27-34.

eHealth for Safety (2007) Impact of ICT on Patient Safety and Risk Management, eHealth for Safety Report, October. WHO.

ERTEM, Gül; OKSEL, Esra ve AKBIYIK, Ay�e (2009), “Hatalı Tıbbi Uygulamalar (Malpraktis) ile �lgili Retrospektif Bir �nceleme”, Dirim Tıp Gazetesi, Yıl: 84 sayı: 1 (1-10).

F�L�Z, Emel (2009), “Hastanede Hasta Güvenli�i Kültürü Algılamasının Ve Sa�lık Çalı�anları �le Toplumun Hasta Güvenli�i Hakkındaki Tutumunun Belirlenmesi,” Selçuk Üniversitesi Sa�lık Bilimleri Enstitüsü Yayınlanmamı� Yüksek Lisans Tezi. Konya.

http://88.248.138.72/intranet/.\kanun\kotuuygulama.pdf

KIMA, Jeongeun ve BATES, David W (2006), “Results of a survey on medical error reporting systems in Korean hospitals”, International Journal of Medical Informatics, 75: 148-155.

KOHN, Linda T; CORRIGAN, Jannet M. ve DONALDSON Molla S. (2000), “To err is human: Building a safer health system”. Institute of Medicine. Washington, DC: National Academy Pres; 2000.

LAMB, Rae M.; STUDDERT, David M.; BOHMER, Richard MJ, et al (2003). Hospital disclosure practices:Results of a national survey, Health Afairs, 22(2):73-83.

LEAPE LL, BRENNAN TA, LAIRD N, et al.(2001), “The Nature of Adverse Events in Hospitalized Patients”. Results of the Harvard Medical Practice Study II. N Engl J Med ;324:377-84.

430

MAYO, Ann M. ve DUNCAN, Denisse (2004). “Nurse perceptions of medication errors what we need to know for patient safety”. Journal Of Nursing Care Quality. 2004;19: 209-217.

NPSF (2003)National Patient Safety Foundation, July 2003,www.npsf.org/

ÖZATA, Musa ve ALTUNKAN, Handan (2010), “Hem�irelikte Tıbbi Hataya E�ilim Ölçe�inin Geli�tirilmesi, Geçerlilik ve Güvenilirlik Analizinin Yapılması”, II.Uluslararası Sa�lıkta Performans ve Kalite Kongresi Bildiriler Kitabı, Antalya.

SEZG�N, Burcu (2007), “Kalite Belgesi Alan Hastanelerde Çalı�ma Ortamı ve Hem�irelik Uygulamalarının Hasta ve Hem�ire Güvenli�i Açısından De�erlendirilmesi”, �stanbul, Sa�lık Bilimler Enstitüsü, Hem�irelikte Yönetim Anabilim Dalı, Yayınlanmamı� Doktora Tezi.

TOMBE D. (2007), “Hasta Güvenli�ini Sa�lamanın Karma�ıklı�ı Karma�ıklı�ın �nsan Ve Sistem Boyutları”, 1. Hasta Güvenli�i Kongresi (Kongre Kitabı). Antalya 28-31 Mart, 24-28.

WOLF ZR, GOLDRICK T, FLYNN ER, WARWICK F (1999), “Factors Associated With A Perceived Harmful Out-Come From Medication Errors A Pilot Study”. The Journal Of Continuing Education In Nursing, 27(2): 65-73.

WHO (2004), “World Alliance For Patıent Safety Forward Programme 2005” WHO, October.

YILDIRIM, Özlem (2008), “Sa�lık Kurulu�larında �nsan Faktörü Mühendisli�inin Önemi ve Hasta Güvenli�i Alanında Uygulama Örnekleri”, Marmara Üniv. Sa�lık Bilimleri Enstitüsü Yayınlanmamı� Doktora Tezi.

431

POSTMODERN AÇIDAN KAMU YÖNET�M�NDE

KÜÇÜLME (DOWNS�Z�NG) OLGUSU

Mür�it I�IK∗∗∗∗

Dr.Yunus Emre ÖZTÜRK∗∗∗∗

ÖZET

Yüzyılımızın sonuna do�ru hızlanan geli�meler sonucunda modernlik yerini postmodernli�e bırakmı� ve Postmodern anlayı� kamu yönetiminde bürokrasinin kar�ısına sivil toplum örgütlerini çıkarmaya çalı�mı�, devletin yetki ve görevlerinin sivil toplum örgütlerine ve özel sektöre aktarılması gerekti�ini vurgularken, piyasanın ve sivil toplumun geli�tirilmesini önemsemi�tir.

Kamu sektöründeki örgütsel küçülme (Downsizing) stratejisi sanayile�mi� ve geli�mi� ülkelerin ekonomik reform programlarında hızla artarak kullanılan bir uygulamadır.Küçülme stratejileri olarak Devletin gelir ve gider kalemlerinde ,personel istihdamı konusunda ,örgütsel yapı olarak ve merkezi yetkiler açısından küçülmesi öngörülmü�tür.

Anahtar Kelimeler

Kamu Yönetimi, Modernizm, Postmodernizm, Küçülme

ABSTRACT

As a result of fast paced developments at the end of this century post modernity replaced modernity and postmodern understanding attempted to confront the bureaucracy with non-governmental organizations. While this approach is emphasizing the necessity of transferring governmental authorizations and assignments to non governmental organizations and private sector, simultaneously overrates the development of non governmental community and markets (private sector).

Downsizing strategy of public sector is an application which is recently used widespread in the economic reform plans of developed countries. Downsizing of personnel employment, organizational structure and central authorizations are predicted among the revenue and expense items of government.

Keywords

Public Administration, Modernism, Post-modernism, Downsizing

∗ Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu Ö�retim Görevlisi ∗ Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu Ö�retim Görevlisi

432

G�R��

20.Yüzyılın sonlarına do�ru, ekonomik, sosyal, siyasal, sanat, mimari v.b. pek çok alanda meydana gelen de�i�imler modern durumun artık sona erdi�i, bu yeni durumun modernizmi a�an bir a�ama oldu�u ve bu yeni durumunda postmodernizm (ya da post modern durum) oldu�u yönünde görü�lerin dile getirildi�i bir döneme girilmi�tir. Bu görü�e göre artık mevcut olan toplumsal ili�kiler, ya�am biçimleri, üretim biçimi, tüketim anlayı�ı, siyaset ve yönetim anlayı�ı, sanat ve estetik anlayı�ı, yerini bamba�ka bir anlayı�a bırakmaktadır. Akılcılı�a ve aydınlanma anlayı�ına dayanan Modern dü�ünce biçimi, bu dönemde postmodern dü�ünce biçiminin hedefi haline gelmi�tir.

Post-modern devlet anlayı�ı bürokrasinin, ölçek ekonomilerinin, uzmanla�manın, merkeziyetçili�in, hiyerar�inin, kimlik belirlemelerinin ve dolayısıyla modern devlet yapısının reddiyesidir. Amaç, katılıkları kırmak ve sürekli de�i�en dünyaya ayak uydurmaktır. Bunun temel yolunun ise, yönetimin halka açılması olarak gösterilmi�tir.

Postmodern dönem aynı zamanda refah devleti kavramının, yani Keynes kaynaklı sosyal ekonomi politikalarının devletlerin belini büktü�ü ve yerini neo-liberal politikalara bıraktı�ı bir zaman dilimidir.

Refah devletine, görev alanının çok geni�ledi�i, kamu harcamalarının kontrol edilemez düzeyde arttı�ı, kamu istihdamının çok fazla oldu�u, a�ırı merkeziyetçi bir yapıya büründü�ü gibi konularda ele�tiriler yöneltilmi�tir. Bu yüzden devletin, ekonomiden ve sosyal alandan çekilerek asli görevlerine dönmesi ve küçültülmesi istenmi�tir.

Sosyal refah devleti, do�rudan üretimde bulunması, ekonomiye müdahale etmesi, sosyal harcamalarda bulunması ve düzenleyicili�i ile öne çıkmı� bir kapitalist devlet biçimidir. Kapitalist sistemin yeniden yapılanmasında bu devlet biçiminin engelleyici oldu�u dü�ünüldü�ünden, yerine bir ba�ka devlet formunun getirilmesi uygun görülmü�tür. Bunun için deregülasyon, liberalizasyon, özelle�tirme, yerelle�me politikaları uygulanarak devletin küçültülmesi yönünde adımlar atılmı�tır. Bu çerçevede devlet ba�tan a�a�ı reform sürecine tabi tutulmu�tur.

Bu çalı�mamızda devletin; parasal açıdan, örgütsel açıdan, merkezi yetkileri açısından ve personel açısından küçülme stratejileri ve bunların postmodern anlayı� açısından de�erlendirilmesi yapılmaya çalı�ılmı�tır.

1.KAMU YÖNET�M�NDE POSTMODERN ALGI

20.yüzyılın sonlarına do�ru pek çok alanda yeni bir dönemin ba�ladı�ına dair görü�ler dile getirilmeye ba�landı. Bu yeni dönem ekonomik, sosyal, siyasal, sanat, mimari v.b. pek çok alanı kapsamaktaydı. Bu ortaya çıkan yeni durum, postmodernizm (ya da post modern durum) olarak ifade edildi, yeni

433

durumun esas ifade etti�i �ey; içinde ya�anılan modern durumun artık sona erdi�i, bu yeni durumun modernizmi a�an bir a�ama oldu�u gerçe�idir.

Modern dönemde mevcut olan toplumsal ili�kiler, ya�am biçimleri, üretim biçimi, tüketim anlayı�ı, siyaset ve yönetim anlayı�ı, sanat ve estetik anlayı�ı, artık yerini bamba�ka bir anlayı�a bırakmı�tır. Modern dönemde akılcılı�a ve aydınlanma anlayı�ına dayanan dü�ünce biçimi, bu anlayı�ı ele�tiren bir dü�ünce biçiminin (postmodern dü�ünce) hedefi olmu�tur.

1.1. Moderniteden Postmoderniteye Geçi�

Son 15–20 yıl içerisinde postmodernizm konusunda birçok eser ve kitaplar yazıldıysa da, pek çok toplantı düzenlenmi� olsa da, tüm bu u�ra�ılara ra�men, herkesin üzerinde uzla�ı sa�layabildi�i kesin ve bütüncül bir “postmodernizm” tanımına ula�mak �u ana dek mümkün olamamı�tır.1

Postmodernizmi tanımlama güçlü�ünün yanında, onun kökenlerinin nereye kadar dayandı�ı soruları da gündeme gelmi�tir. Bu nedenle, bazıları nihilist bir (hiççilik) anlayı�ı ça�rı�tırdı�ı için Nietzsche’ye dayandırırken, daha uzaklara gidenler de olmu�tur. Nasıl ki, modernli�in kökenleri çok derinlere Augistin’e ya da Eflatun’a ba�lanabiliyorsa, postmodernizm de sofistlere kadar götürülebilmektedir. Modernlik; gerçe�i aramak demek, kimsenin kar�ı koyamayaca�ı kesin ve mutlak do�ruya ula�ma çabası demektir. Modern dü�üncenin temsilcileri, böyle bir gerçekli�in varoldu�unu kabul ederek bunu aramaya koyulmu�lardır. Buna kar�ın postmodernistler böyle bir gerçekli�in (ya da do�rulu�un) varolmayaca�ı görü�ünü söylemek suretiyle sofistlere yakla�maktadırlar.2 Önce estetik alanda görülen postmodernite teması, ilerleyen süreçte kapsamını geni�leterek, kültürel, felsefi ve pratik dünyamızın yeni bir dü�ünce anlayı�ı haline gelmeyi ba�arabilmi�tir.3

�lk defa Arnold Toynbee tarafından 1939’da yayınlanan bir eserinde kullanıldı�ı sanılan Postmodernizm terimi, birazda konunun gerçek anlamda tartı�ılma eksikli�inden dolayı, bir yandan son derece karma�ık ve zor felsefi anlamlar ile dile getirilirken di�er yandan ça�da� kültürde yer alan nihilist ve sinik bir e�ilimi olu�turan son derece basit ifadelerle tanımlanmaktadır. Ayrıca postmodernizmi do�ası gere�i tanımlamakta pek do�al sayılmamaktadır. Nitekim �aylan, postmodernin, kavram olarak estetik anlayı� ve ölçüsünden toplum düzeni ya da i�leyi�ine, toplumla ilgili kuramsal çözümlemelere ve bilim felsefesine kadar uzanan çok geni� bir alanda ortaya çıkan yeni yakla�ım ya da tartı�ma biçimlerini kapsamasından dolayı tanımlanmasının güç oldu�unu4 ifade

1 Gencay �AYLAN, Postmodernizm, �mge Kitabevi, Ankara, 2002, s.28. 2 Ömür SEZG�N, (Tarihsiz), Siyasi Dü�ünceler Tarihi Ders Notları, Bilgi Fotokopi, Ankara. 3 Ernesto LACLAU, Postmodernist Burjuva Liberalizmi �çinde (Çev. Yavuz Alagon), Sarmal Yayınevi, �stanbul, 1995, s.81. 4 Gencay �AYLAN, Ça�da� Dü�ünce Akımları: Postmodernizm, (Ders Notları), TODA�E Yayınları, Ankara, 1996, s.6.

434

etmektedir. Postmodernizmin tabiatı itibariyle sa�cı ya da solcu olmamasından dolayı ondan yararlananlar, onunla birlikte bilinçsiz olarak siyasi bir ideolojiye ba�lanmı� olmamaktadırlar. Ama bunun çok rahatlatıcı bir �ey olarak da görmemek gerekir. Bu siyasi tarafsızlık anlamına gelmez. Sadece, postmodernizmin her türlü siyasi yönelime uyabilecek kadar soyut ve bulanık bir �ey oldu�unu da gösteriyor olabilir5

Modernlikten kesin olarak farklı anlamlar ifade etti�i kabul edilen postmodernizmin nasıl bir ideoloji oldu�u konusunda da uzla�ma sa�lanamamaktadır. Habermas postmodernizmi “insanı özgürle�tirici de�er ve kuramları geçersiz kılmaya çalı�an, tutucu bir ideoloji” olarak de�erlendirmektedir.6 Buna kar�ın Eaglaton bu konuda kesin karar vermekte biraz zorlanmaktadır. Eaglaton’a göre postmodernizm bünyesinde çeli�kileri barındıran bir ideolojidir, “hem özgürlükçü, hem otoriter, hem hedonistik, hem baskıcı, hem çok katlı hem de yekpare olmak, ileri kapitalist toplumların çarpıcı bir görünümüdür” demektedir. Ancak bu açıklamalara kar�ın, Habermas’ın tutucu bir ideoloji olarak nitelendirdi�i postmodernizme Eaglaton son kertede, radikal bir ideoloji olarak bakmakta ve dolayısıyla Habermas’tan ayrılmaktadır. Çünkü ona göre postmodernizm “mutlak de�erlere, metafizik temeller ihtiyaç duyan bir sisteme meydan okudu�u için radikaldir”.7 Aslında her iki dü�ünür de dü�üncelerinde haksız sayılmamaktadırlar. Bu de�erlendirmelerden yola çıkılarak ya da bir ba�ka ifade ile anlatılmak istenirse; postmodern söylem; içinde ortaya çıkan bu ikileme dayanarak, “tutucu” ve “radikal, ilerici” türünden bir yargıya ula�manın fazla da anlamlı oldu�unu söylemek gerçekten zordur.

Öte yandan, postmodernizm tartı�ılırken postmodernizm’in “post” ekinden kaynaklandı�ını göz önünde tutmak, bu ideolojiyi anlamamız konusunda bize yardımcı olacaktır, “post” ekinden kaynaklanmı� olması onun bir sonralık, bir ba�kaldırı boyutu ta�ıdı�ına i�aret etmektedir.8

Postmodernizm, modernizmi pek çok noktada ele�tirmektedir. Modern akıl evrenselli�i, birlik-bütünlü�ü, aynı kuralların her yerde geçerli oldu�u görü�ünü savunmaktaydı. Bunun tam aksine postmodernizm ise her durumun farklı oldu�unu ve özel bir biçimde anla�ılması gerekti�ini savunmaktadır. Her biri kendi ne ait bir mantı�a sahip oldu�u için, bütün paradigmaların (birbirlerine kar�ı hiyerar�ik üstünlük anlamında) aynı oldu�unu kabul eden postmodern bir anlayı�ta evrensel akla yer tanınmamaktadır. Bunlara ek olarak yine modernizmin bir ürünü olan akıl ve rasyonelite, postmodernizmin 5 Pauline Marie ROSENAU, Post-Modernizm ve Toplum Bilimleri, (Çeviren: Tuncay Birkan), Bilim ve Sanat / Ark Yayınları, Ankara. 1998, s.265. 6 �AYLAN, Ça�da� Dü�ünce Akımları: Postmodernizm a.g.e, s.28. 7 Terry EAGLATON, Postmodernizmin Yanılsamaları, Ayrıntı Yayınları, (Çev. Mehmet Küçük), �stanbul, 1999, s.155–156. 8 Francois LYOTARD,/ Jurgen HABERMAS,/ Fredrick JAMESON, Postmodernizm, Kıyı Yayınları, (Çev. Nemci Zeka), �stanbul, 1990, s.10.

435

duyguya, iç bakı� ve sezgiye, özerkli�e, yaratıcılı�a, hayal gücüne duydu�u güvenle hiç de anla�abilecek bir yapıda de�ildir.9 Modernlikten postmodernli�e geçi�; büyük, merkezi, tek do�rulu siyaset, üretim ve ideolojiden, küçük ölçekli, merkezsizle�mi�, pek çok do�ruları olan, belirginliklerin yitirilmi� oldu�u bir alana geçi� olarak kabul edilmektedir. Modernlik kesinli�in ve zorunlulu�un bir alanı olarak tanımlanırken, postmodernlik sonsuzla�tırılmı� tüketici tercihi anlamında özgürlü�ün ve bulanıklı�ın bir alanı olarak tanımlanmaktadır.10

Yüzyılımızın sonuna do�ru hızlanan geli�meler sonucunda modernlik yerini postmodernli�e bırakırken kesinlik ve onu elinde tutan merkez çözüldü. Modern dönemde desteklenen kollektif-milliyetçi, dini, ideolojik kimliklerin yanı sıra evrenselci bilim, do�ru, estetik, hakikat iddiaları güç yitirdi. �ktidar, toplum içinde çok sayıda alana yayılarak a�sal bir nitelik kazandı. Merkezi büyük ölçekli fordist üretim yerini küçük ölçekli üretime bıraktı. Merkezsizle�mi� üretim, i�çi sınıfının kollektif bütünlü�ünü parçalarken birçok yeni meslek grubu ve sosyal hareket yaratıyordu.11

1.2. Postmodern Kamu Yönetimi

Post-modern kamu yönetimine bilimsel ba�langıç olarak veya milat olarak 1887 yılında Wodroow Wilson tarafından yayımlanan makale gösterilmektedir. Bu makaleye göre, “Post-modern kamu yönetimi anlayı�ı, ne yönetim-siyaset ayrımını, ne bilimsel yönetimi ne de bürokrasiyi savunur. Postmodernlere göre, bu tip yöntemler tarihin derinliklerine gömülmeye mahkûmdur, zira günümüz ko�ullarıyla uyumları söz konusu olamaz. Yurtta�ın yönetime aktif katılımını savunan postmodern görü�, yönetim-siyaset ayrımına iyi gözle bakmaz. Onlara göre, bu ayrım kalkmalı ve yönetim, yurtta�ların istemleri do�rultusunda, onların katılımıyla i�lemelidir 12

Bilimsel yönetim anlayı�ına göre, yönetimin tek görevi yurtta�ların istemlerini kar�ılamak de�ildir, ayrıca onlar için neyin iyi oldu�una da karar vermektir. ��te postmodernlerin kar�ı oldu�u nokta da budur. Post-modernlerin asıl istedikleri, modernizmin tüm günahlarının sorumlulu�unu üzerine attıkları bürokrasinin ortadan kaldırılması, ba�ka bir ifadeyle bürokrasisiz bir yönetimdir (administration without bureaucracy). Bunun sa�lanması için de en temel araçlar özelle�tirme ve sivil toplum örgütleridir.13

9 Do�an BIÇKI, “Modernizm ve Postmodernizm,” 2004, http://www.isguc.org/arcview, (12.04.2009), s.1. 10 Metin ÇABUKLU, Postmodern Toplumda Kriz ve Siyaset, Kanat Yayınları, �stanbul, 2004, s.9. 11 ÇABUKLU, s.7. 12 Hasan Engin �ENER, “Bilim Kuramı Bakımından Postmodernizm ve Kamu Yönetimi,” (1999/2000 Ö�retim Yılı -Yayımlanmamı�- Kamu Yönetimi Bölümü Bitirme Tezi), Ankara, Haziran, 2000, s.12. 13 Hüseyin �EYHANLIO�LU, Postmodern Kamu Yönetiminde E-Devlet, http://www.icisleri gov.tr/icisleri/TurkIdareDergisi/UpLoadedFiles/Huseyin_Seyhan_81–106. doc (21,04,2009).

436

Post-modern kamu yönetiminde yurtta�a ve yurtta� giri�imlerine de önem verilmi� ve bunun sonucunda postmodern kamu yönetiminde bürokrasinin kar�ısına sivil toplum örgütleri çıkarılmaya çalı�ılmı�tır. Bu kurulu�ların en önemli özellikleri kâr amacı gütmemeleri ve siyasal partilerin dı�ında yer almalarıdır. Yurtta� üzerinde odaklanan postmodern kamu yönetimi politikası, yurtta�lara ula�mak için en uygun yollardan birisi olarak yerel yönetimleri görür.

Yurtta�lık bilincinin geli�mesini amaçlayan bu geli�melerle yurtta�lar yerel hizmetlerin sunumunda artık yalnızca paralarının nasıl harcandı�ı ile ilgilenmemekte; aynı zamanda hizmetlerin hangi kaynaklardan borçlanma ya da öz kaynaklara finanse edildi�i konusunda da duyarlı davranmaktadır.

Post-modernizm, modernli�in temel belirleyicilerinin yani akılcılı�ın, bürokrasinin, uzmanla�manın, merkeziyetçili�in, hiyerar�inin, kimlik belirlemelerinin ve dolayısıyla modern devlet yapısının reddiyesidir. Post-modern devlet anlayı�ı ise “Devleti arka plana itip bireyi öne çıkararak belirsizli�i, parçalılı�ı, kültürel ço�ulculu�u savunmaktadır.”Amaç, katılıkları kırmak ve sürekli de�i�en dünyaya ayak uydurmaktır. Bunun temel yolunun ise, yönetimin halka açılması olarak sunumu söz konusudur. Bu nedenledir ki postmodern kamu yönetimi, temsili demokrasinin krizi ve radikal demokrasi anlayı�larının kamu yönetimindeki yansımalarıdır.14

Postmodern dönem aynı zamanda refah devleti kavramının, yani Keynes kaynaklı sosyal ekonomi politikalarının devletlerin belini büktü�ü ve yerini Milton Friedman’ın vah�i kapitalizmine bıraktı�ı bir zaman dilimidir. Yani sadece cebinde parası olanların e�itim ve sa�lık imkanlarına sahip olabildi�i sistem kendine postmodern dönemde ya�am alanı bulmu�tur.15

Kamu yönetiminin kendisini ku�atan genel siyasal ve toplumsal yapı ile olan bütünlü�ü çerçevesinde, dü�ünce ve kültür alanında, bilim ve teknolojide, ekonomide, siyasette, i� örgütlenmesinde ve çalı�ma ili�kilerinde sanayi ötesi döneme geçi� sürecinin temel dinamikleriyle beslenen kavramlar, kurumlar, yapılar ve süreçler “postmodern kamu yönetimi”nin 16 olu�umunu �ekillendirmi�tir. De�i�im, genel olarak toplumsal yapıda, siyasal de�er yargılarında, siyasal yapı ve süreçlerde, devlet olgusunun niteli�inde ve vatanda�ların siyasal istek ve beklentileriyle ilgili alanlarda yo�unla�maktadır.

Yönetimin özündeki “i�bölümü,” “otorite” ve “hiyerar�i” olgularının ba�lıca iki farklı düzeyde, “genel siyasal iradeyi yansıtan ve toplumsal ya�ayı�ın üst yapısal çerçevesini çizen” devlet düzeyinde ve “mikro ekonomik iradeyi

14 �EYHANLIO�LU, http://www.icisleri.gov.tr/icisleri/TurkIdareDergisi/UpLoadedFiles/ Huseyin Seyhan81–106.doc (21.04.2009). 15 http://osman.borutecene.com/postmodern-kelimesi-bir-terim-olarak-neyi-tanimlar- ne-anlama-gelir-ne-demektir/ (27,04,2009). 16 Turgay ERGUN, “Postmodernizm ve Kamu Yönetimi,” Amme �daresi Dergisi, Cilt 30, Sayı 4, Aralık l997, ss.3–15.

437

yansıtan” ve ekonominin temel birimlerinin i�leyi�ini 17 düzenleyen i�letme düzeyinde ele alınması söz konusu olabilmektedir. Gerek i�letme yönetimi, gerek kamu yönetimi alanında küreselle�me ile birlikte demokratikle�meye, esnekli�e, katılımcılı�a, bireyin etkinli�ine ve yeteneklerinin ön plana çıkarılmasına yönelik de�i�im hareketinin, etkisini en çok geleneksel bürokratik örgütlenme alanında ve hiyerar�inin temel unsuru olan hiyerar�i üzerinde hissettirdi�i açıktır.18 Do�al ve evrensel bir olgu olan hiyerar�inin, i�bölümü ve otorite düzeninin bulundu�u tüm örgütlerde yer almakla birlikte daha çok bürokrasi ile birlikte dü�ünülmesi gerekir. Öte yandan bürokrasinin esas olarak biçimselli�e, katı ve yazılı kurallara, merkeziyetçi bir yönetim ve denetim yapısına dayalı olması ve katılıma yer vermemesi; demokratik ilkelere ve küresel geli�menin yönetim alanına hakim kıldı�ı esneklik yakla�ımlarına ters dü�mekte, dolayısıyla bürokratik yapılanmanın özünü olu�turan hiyerar�i ile yükselen küresel yönetim de�erleri arasında temel bir çeli�ki ve uzla�mazlı�ın varlı�ı dikkati çekmektedir.19

Bu ba�lamda, bilgi ça�ının gereklerine uygun olarak hiyerar�inin olabildi�ince azaltıldı�ı bir i�letmede ya da kamu örgütünde, Weberci bürokratik yönetim modeline has merkeziyetçi i�bölümü, otorite ve denetim yapısı çözülürken,20 “hiyerar�ik sorumluluk” anlayı�ının getirdi�i örgüt merkezli ve biçimsel kuralların gereklerinin kar�ılanmasıyla yetinen bir yapıdan yönetimdeki demokratik süreç ve mekanizmaların önem kazanaca�ı birey merkezli ve sonuçlara yönelik yapılanmaya do�ru gidi� süreci hızlanmaktadır.21

2. KAMU YÖNET�M�NDE KÜÇÜLME OLGUSU

Günümüzde en büyük dönü�ümün devlet anlayı�ı ya da ekonomide olmayıp, özellikle kapitalist toplumların sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçmesiyle ya�andı�ı ifade edilmekte ve bu dönü�ümün de tek yönlü sebebe ba�lanmayarak sürekli ö�renime yöneli�, bilginin ekonominin anamalı olması ve endüstriyel organizasyonların bilgiye dayalı kurulu�lara dönü�mesi vb. niteliklere sahip oldu�u savunulmaktadır Bilgi toplumuna geçi� bilgi teknolojilerinin geli�mesi ve yaygın olarak kullanılmasıyla gerçekle�mi�, bu teknolojilerin örgütlerde kullanılması; örgütün yapısını, yapılan i�lerin kapsamını, çalı�anların i�levlerini ve sahip olması gereken niteliklerini etkilemi� ve etkilemeye devam etmektedir. Bu etki örgütün içinde bulundu�u ülke

17 Kurthan F��EK, Yönetim, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, Ankara,1979. s.64. 18 Kernaghan KENNETH, “The Postbureaucratic Organization and Public Service,” International Review of Administrative Sciences, Vol.66, No.1, March 2000, ss.91-93. 19 Namık Kemal ÖZTÜRK, “Hiyerar�i ve Demokrasi �kilemi”, Türk �dare Dergisi, Yıl 69, Mart l997, Sayı 414, ss.103–105. 20 Van Wart MONTGOMERY, Changing Public Sector Values, New York:Garland Publishing , Inc., 1998, s.289. 21 Barbara S. ROMZEK, “Dynamics of Public Sector Accountability in an Era of Reform,” International Review of Administrative Sciences, Vol.66, No.1, March 2000, ss.92–93.

438

ko�ullarına, kültürel özelliklerine ve kullanılan faaliyet alanlarına göre farklıla�maktadır. 22

Ulusal ve küresel çapta faaliyet gösteren özel ve kamusal organizasyonlar bilgi ça�ı organizasyon modellerinin etkisi altında kalmakta bu ba�lamda da eskiye oranla daha fazla dı�a dönük olma zorunlulu�uyla kar�ı kar�ıya gelmektedir23 Bu zorunluluk da tüm örgütlerde meydana gelen yapısal dönü�ümü hızlandırmaktadır.

Kamu hizmetlerindeki artı�, çe�itlenme ve hizmetten yararlananların artması; de�i�en gereksinimler ve kamu hizmeti tercihleri; teknoloji ve di�er nedenlerle yönetsel yeniden yapılanma her dönemde gündemde olmu�, sosyal ve ekonomik reform programlarında yer almı�tır. Bu yeniden yapılanma, yeni kamu i�letmecili�i olarak tanımlanmakta, küreselle�me, bilgi teknolojisi, ekonomik ve siyasal liberalle�me, dı� yatırımlar, dijitalle�en ekonomiler ve daha birçok geli�me, sosyal güçlenmeyi getirerek yöneten-yönetilen arasındaki de�i�en ili�kinin yeniden tanımlanmasını gerektirmektedir.24

Bu yakla�ımla bürokrasinin verimsiz yapısı nedeniyle ortaya çıkan sorunlar özel sektör politika ve uygulamalarıyla giderilmek istenmektedir. Özel sektörde uygulanan toplam kalite yönetimi yakla�ımı, yalın organizasyon yakla�ımı, küçülme yakla�ımı gibi yönetim yakla�ımları da bu kapsamda ele alınarak kamu sektöründe uygulanmak istenmektedir. Kamu sektöründe ya�anan sorunların özellikle bu sektörün hantal yapısından kaynaklandı�ı dü�üncesi bu yakla�ımların di�erlerine oranla daha fazla uygulanmak istemesinin ve gündemde olmasının en önemli sebebidir.

Bu hantal yapıdan kurtulabilmek, güçlü ve özgür bir birey, özgür bir piyasa ve sınırlandırılmı� bir devletin olu�turulabilmesi için refah devleti anlayı�ı �u açılardan ele�tirilmektedir:25

• Devletin ekonomik ya�ama do�rudan (üretici olarak) ya da dolaylı (piyasaları düzenleyici olarak) müdahalesi kamu tekellerine yol açarak bireysel giri�im özgürlü�ünü sınırlandırmakta, özel giri�imler için haksız rekabet yaratmaktadır.

• Kamu niteli�i gere�i verimsiz ve pahalı çalı�makta ve kaynak israfına yol açmaktadır. Temel politika araçları olarak piyasanın ko�ulsuz egemenli�i, minimal, gece bekçisi, regüle edici, katalizör gibi adlarla tanımlanan aslî fonksiyonlarına çekilmi� bir devlet, özelle�tirme ve deregülasyon (merkezi gücün yerel birimlere da�ıtımı) öngörülmektedir.

22 Adem Ö�ÜT, Bilgi Ça�ında Yönetim, 1. Basım, Ankara, Nobel Yayınları, 2001, s.90. 23 Ö�ÜT,s.91. 24 Hamit PALABIYIK, “Yönetimden Yöneti�ime Geçi� ve Ötesi Üzerine Kavramsal Açıklamalar”, Amme �daresi Dergisi, 37/1 Mart, 2004, s. 71. 25 Seziye SEZEN, Türkiye’de Plânlama, TODAIE Yayınları, Yayın No: 293, Ankara, 1999, s.55.

439

• Ayrıca refah devletinin sosyal harcamalarının haksız gelir transferine yol açtı�ını savunmaktadır. Çünkü zaten piyasa sisteminde var olan rekabet ve uyum, toplumsal refahı kendili�inden düzenleyecek öz güçlere sahiptir26

Tüm dünyada i� örgütlenmesinde ve kamu kesiminde Fordist ve bürokratik ilkeleri reddeden ve bunları a�ma iddiasında olan bilgi ça�ı yönetim anlayı�ının yükselmesine ba�lı olarak ortaya çıkan postmodern anlayı� kamu yönetimi üzerindeki etkilerini birçok bakımdan göstermektedir27

2.1. Küçülme (Downsizing) Kavramı ve Geli�imi

Organizasyonel küçülme stratejisi 1990’ların ba�ından itibaren i�letmelerin çok yo�un olarak kullandı�ı stratejiler arasında yerini almı�tır. Küçülme, “i�letmelerin kademe azaltma, faaliyet alanı daraltma ve bazı faaliyetlerde ta�eron kullanma �eklinde gerçekle�mekte ve i�letmelerin i�gücü miktarında, boyutunda, çalı�ma yöntem ve süreçlerinde bir de�i�iklik ve geli�meyi içeren, rekabet avantajı ve mü�teri tatmini sa�lamak için izlenen bir strateji” olarak kar�ımıza çıkmaktadır.28

��letmeler, örgütsel küçülme stratejisini, maliyetleri azaltmak, kararları hızlandırmak, çevreye daha çabuk cevap vermek, mü�teri ihtiyaçlarına odaklanmak, ki�isel sorumlulukları daha çabuk izlemek gibi hedeflere ula�mak için uygulamak istemektedirler. Kısaca bu stratejiyle küçülerek büyüme hedeflenmektedir.

Örgütsel küçülme stratejisini sadece i�letmeler kullanmamakta kamu sektöründe ya�anan sorunlar da bu kurumları küçülmeye yöneltmektedir. Özellikle kamu sektörünün hantal bir yapıya sahip oldu�u dü�üncesi bu stratejinin kamu kurumları için de uygun bir strateji olarak kabul edilmesine sebep olmaktadır. Ancak kamu sektöründe küçülme stratejisi özel sektöre oranla daha zor gerçekle�mekte, küçülme sonucu ya�anacak sorunlar daha fazla hissedilmekte ve daha büyük tartı�malara sebep olmaktadır.

Kamu sektöründe örgütsel küçülme ülkelerin yapısal reform programları veya kalkınma planları çerçevesinde gerçekle�tirilmek istenmektedir. 1980’li yıllarda ABD ba�layan kamu kurumlarında örgütsel küçülme farklı yıllarda Ekvator(Merkez bankası), Çin, Japonya(demir yolları) gibi ülkelerin bazı kamu kurumlarında uygulanmı� ve zaman içerisinde hedeflere ula�ılmı�tır. Geli�mekte olan birçok ülkede kamu sektörünü

26 Birgül Ayman GÜLER, Yeni Sa� ve Devletin De�i�imi-Yapısal Uyarlama Politikaları, TODA�E Yayınları, Ankara. 1996, s.51. 27 Ulvi SARAN, “Küresel De�i�im Dinamiklerinin Kamu Yönetimi Alanındaki Etkileri”, Türk �dare Dergisi, Yıl: 73, Sayı: 433, Ankara, 2001 s.42. 28 Cemal ZEH�R, Akgün A. EKBER, Hatice TA� “Türk Kamu Bankalarında Örgütsel Küçülme Uygulamalarının Çalı�anlar Üzerine Etkilerine Yönelik Bir Saha Ara�tırması”, 11. Yönetim ve Organizasyon Kongresi Bildiriler Kitabı, Afyon, 2003, s.646.

440

küçültmek veya kamunun �i�kin ama verimsiz yapısını daraltmak bir öncelik haline gelmi�tir29

Kamu sektörünü de�i�ime götüren nedenler a�a�ıdaki gibi sıralanmakta; yukarıda ifade edilen geli�melerin bir sonucu olarak birçok geli�mekte olan ülkede kamu yönetiminde yapısal de�i�imin gerekçeleri Küresel rekabet ortamı, Teknolojik geli�meler, Yenilik eksikli�i, Kamusal tekellerin kaldırılması, Yönetimsel zayıflıklar, Bilgi ça�ı i�çilerine ihtiyaç duyulması, Modernle�me süreci ve Maliyetleri kısma olarak kabul edilmektedir30

2.2. Kamu Yönetiminde Küçülme (Downsizing) Stratejileri

Kamu sektörü i�letmeleri bütün dünyada ekonomik hayatın önemli bir bölümünü olu�turmaktadır. Özellikle geli�mekte olan ülkelerde kamu i�letmeleri bir istihdam kayna�ı olarak iktidarlar tarafından kullanılmaktadır.21.yüzyıla girerken kamu i�letmeleri artan uluslararası rekabet ve globalle�me nedeniyle kendilerini yeniden yapılandırmak zorunda kalmı�lardır. Son yıllarda geli�en ileti�im teknolojileri ve kaliteli i�görenlerin sayısındaki artı� nedeniyle kamu i�letmeleri maliyetlerini dü�ürmek için yeniden yapılanma sürecine girmi�lerdir.31

Kamu sektöründeki örgütsel küçülme stratejisi (Downsizing) sanayile�mi� ve geli�mi� ülkelerin ekonomik reform programlarında hızla artarak kullanılan bir uygulamadır. Kamu sektöründe örgütsel küçülme ekonomik politikaların nihai amacı de�ildir fakat ekonomik reformlar toplu halde i�ten çıkarmayı gerektirebilir.32

Bu ba�lamda, kamusal arz hizmet sunum yönteminin, özel arz yöntemine dönü�türülmesi de özelle�tirmenin özel bir türü olan kamu kesiminin küçültülmesini ifade eder. Üretim araçları mülkiyetinden ba�ımsız olarak, hizmet sunum yöntemi de�i�tirilerek bedelsiz kamusal arzın, fiyat kar�ılı�ı özel arza dönü�türülmesi de kamu kesiminin küçültülmesini açıklar.33 Örnek verecek olursak, daha önceden devlet tarafından ücretsiz sunulan e�itim ve sa�lık hizmetleri, uygulanan politikalarla fiyat kar�ılı�ı olarak özel kesim tarafından sunulmaktadır. Böylece devletin sunmu� oldu�u hizmet, hem özel kesime gördürülür olmu� hem de vatanda�lara fiyat kar�ılı�ı sunulmaya ba�lanmı�tır.

29 United Nations Development Programme “Public Sektör Downsizing Early Retirment Schemes &Voluntery Severance Pay”,1999, http://www.surfas.org/Papers/downsize.pdf (20.04.2009). 30 ZEH�R, EKBER, TA�, s.647. 31 Thomas D.LYNCH, Peter L.Cruise, “Can The Public Sector Leviathan Be Formed? Right Sizing Possibilities For The Twenty-First Century” , Management, Vol 2, No 3,1999, ss.149- 161. 32 Martin RAMA,”Public Sector Downsizing:An Introduction”,The World Economic Review, Vol 13, No 1,Jan.1999 s.1. 33 �zzettin ÖNDER,. “Özelle�tirme”, 93–94 Petrol-��, 1995, s.653.

441

Di�er bir deyi�le, özelle�tirme kavramı da e�itim, sa�lık ve di�er sosyal hizmetlerin, özel sektörce sunumuna ba�lı olarak refah devletinin küçültülmesi anlamına34 gelmektedir.

Bununla birlikte, kamu kesiminin yürüttü�ü bazı faaliyetleri durdurması, yaptı�ı bazı harcamaları kısması da devletin küçültülmesi35 anlamına gelir. Çünkü devletin do�rudan mal ve hizmet üretiminden çekilmesi söz konusu olabilece�i gibi, daha önceden harcama yaptı�ı alanlara harcama yapmayarak, kamu harcamalarının oranını azaltmakta ve buralarda olu�acak hizmet bo�luklarının özel sektör tarafından üstlenilmesine zemin hazırlamaktadır. Aslında devletin yaptı�ı �ey, kendi görev tanımlamasını de�i�tirmektir.

Bunların dı�ında, devletin küçültülmesini iyi i�lemeyen, pahalı kamu hizmeti sunan, hantal ve yozla�mı� bir kamu yönetiminden iyi i�leyen, daha etkili, daha verimli, daha hızlı ve daha ucuz kamu hizmeti sunan bir kamu yönetimine geçi�36 olarak bakanlar da vardır. Bu tarz yakla�ımın temelinde yatan ise, sosyal refah devletinin i�leyi�inden duyulan rahatsızlıktır. E�er, sosyal refah devleti küçültülürse devletin daha iyi i�leyece�i, ayrıca etkili, verimli, hızlı ve ucuz kamu hizmeti sunumu gerçekle�ece�i önkabullerine dayanmaktadır. Ama geçen zaman, bu önkabullerin do�ru olmadı�ını göstermi�tir.

Devletin küçültülmesi politikalarının, hizmet etkinli�inin artırılması amacı, kamu yönetiminin belirlenen niteliklere uygun hale getirilmesini, görece apolitik ve bilimsel bir uyarlamayı gerektirir gibi görünmektedir. Fakat, sözü geçen politikaların ilk iki amacının çok daha köklü bir de�i�imi, bir politik tercih de�i�imi getirdi�i söylenebilir.37

Devletin küçültülmesinden yana olan politikaların yönetsel boyutları belirlenirken, devletin rolünün yeniden tanımlanması, kamu kesiminin daraltılması ve hizmet etkinli�inin artırılması ile ilgili üç temel amaç ön plana çıkmaktadır.38

Bu ba�lamda belirtilen amaçlara ula�abilmek için devletin parasal açıdan, personel istihdamı açısından, örgütsel açıdan ve yetkilerinin sınırlandırılması açısından küçültülmesi konuları ele alınacaktır.

34 John DODGSON, “Özelle�tirme”, (Çev. Zeynep Bilgin), Liberalizm, Refah Devleti, Ele�tiriler, �stanbul, Ba�lam Yayıncılık, 1993, s. 262. 35 �zzettin ÖNDER, “Özelle�tirmeye Genel Yakla�ım”, Dünyada ve Türkiye’de Özelle�tirme, Ankara: Türkiye Maden ��çileri Sendikası Yayını, 1994, s. 20. 36 Burhan AYKAÇ, “21.Yüzyılda Kamu Yönetiminde Yeni E�ilimler”, G.Ü. �.�.B.F Dergisi Özel Sayı, 2002, s. 15. 37 Birkan Uysal SEZER, "Büyük Devlet-Küçük Devlet Tartı�ması", Amme �daresi Dergisi, C.25, S.4, Aralık 1992, s. 5. 38 TODA�E, Kamu Yönetimi Ara�tırması, Genel Rapor, Ankara, TODA�E Yayını, 1991, s.4.

442

2.2.1. Parasal Olarak Devletin Küçülmesi

Parasal olarak devletin küçülmesi devletin gelirleri ve giderleri açısından küçülmesi anlamı gelmekte olup konu bu iki açıdan incelenecektir

2.2.1.1. Gelirler Açısından Devletin Küçülmesi

Devletler kamu harcamaları için gerekli olan kayna�ı vergi toplayarak ve di�er bazı yollarla kar�ılamaya çalı�ırlar. Bunların içinde vergi gelirleri di�er gelirlerden daha önemlidir. Devletin küçültülmesi için, sadece kamu harcamalarının azaltılması de�il vergilerin de dü�ürülmesi önerilmektedir.

Verginin ne kadar ve hangi unsurlardan alınaca�ı uzun dönemde harcamalar tarafından belirlense de, iktisat politikası aracı olarak da kullanılmaktadırlar. Vergi oranlarını dü�ürerek devleti küçültmeye çalı�manın bazı riskleri vardır. Çünkü harcamalar aynı oranda azaltılamadı�ında, mevcut harcamaları kar�ılayabilmek için borçlanma ve para basmanın riskleri üstlenilmek zorunda kalınabilir. Bu riskleri ortadan kaldırmanın mümkün olmaması durumunda, bütün gelir gider dengesinin bozulması söz konusu olacaktır.

Vergi oranlarının dü�ürülmesindeki asıl amaç, sermaye sınıfı üzerindeki vergi yükünün hafifletilmek istenmesidir. Sermaye sınıfı derken sadece yerli sermaye sınıfını de�il, küreselle�me ile birlikte önemi artan uluslararası sermaye sınıfı anlatılmak istenmektedir. Devlet mal ve hizmet üretiminden çekilecek, yatırım harcamalarını azaltacak politikalar uygulamaya ba�ladı�ına göre, bu alandaki bo�lu�u yerli ve yabancı ayrımı kalmayan uluslararası sermaye ile kapatmayı dü�ünmektedir.

Ancak uluslararası sermaye, yatırım yapaca�ı yerlerde vergi oranlarının dü�ük olmasını istemektedir. Bu sebeple, bu yatırımları kendi ülkelerine çekmek niyetinde olan yerel devletler, vergi oranlarını dü�ürmek zorunda kalmı�lardır. Uluslararası sermaye, gitti�i ülkelerde yüksek karlar elde etmeyi hedeflerken, o ülkelerin altyapı ve di�er sosyal harcamalarına katılmak istememektedir.

Devletin, sermayenin hareketlili�inden dolayı kazanç ve servete müdahale olana�ının zayıflaması ve rekabetin �iddetlenmesiyle, tahsil etti�i vergi miktarı azalmaktadır. Sermaye sınıfından alınamayan do�rudan vergiler yerine, dolaylı vergilerle sıradan vatanda�lardan daha fazla vergi toplanması yoluna gidilmi�tir.

Sonuç olarak, vergi yükünü dü�ürmek için adımlar atılmasına ra�men, vergi gelirlerinde de bir dü�ü� gerçekle�tirilmemi�tir. Di�er bir ifadeyle, vergi bakımından devlet küçültülememi�tir. Ama do�rudan vergi dolaylı vergi ayrımı yapılacak olursa, do�rudan alınan vergiler bakımından devlet küçülmü�, dolaylı vergiler bakımından ise büyümü�tür denilebilir.

443

2.2.1.2. Giderler Açısından Devletin Küçülmesi

Kamu harcamalarının devletin küçültülmesinde önemli bir yeri vardır. Kamu harcamalarını verimsiz kabul eden ekonomik yakla�ımların etkisiyle, tüm uluslararası kurulu�lar, yeni kalkınma kurumlarının da etkisiyle, kamu harcamaları içinde “insan sermayesine” yönelik harcamalarla, di�er harcamaları ayırmanın do�ru olaca�ı fikrinde birle�mi�lerdir. Sadece sa�lık ve e�itimin de�il, konut, �ehircilik ve kültürün de insan sermayesinin de�erlenmesine yönelik harcamalar olarak algılandı�ı bu yeni yakla�ım, devletin küçültülmesini de�il, devletin varlık biçiminin de�i�tirilmesini önermektedir.39 Daha öncesinde, belirtilen bu yapısal uyarlama politikalarında devleti küçültmek, altyapı finansmanı ve yatırımlarında devletin geriye çekilmesi ve açılan alana piyasa mekanizmalarının yerle�mesi anlamına gelmekteydi.40

Giderler bakımından devletin küçültülmesi, kamu harcamalarının sınırlandırılması, kısılması anlamına gelir. Devletin küçültülmesi politikalarının uygulandı�ı bir ülkede, normal ko�ullarda toplam devlet harcamalarının Gayri Safi Yurt �çi Hâsılaya oranının dü�ü� göstermesi gerekmektedir. Ayrıca, kamu tüketim harcamaları oranında da a�a�ıya do�ru bir e�ilim ya�anması gerekir. Çünkü, devletin hizmetlerini yerine getirebilmek için istihdam etti�i personeline ödenen ücretler, ayni ve sosyal yardımlar ile bu hizmeti üretmek için di�er sektörlerden satın alınan mal ve hizmetlere ili�kin harcamalar, devlete ait binaların amortisman de�erleri bu hesaplamanın içindedir.

Devletin küçültülmesi için bütçe harcamalarının azaltılması gerekmektedir. Çünkü bütçe kalemleri içinde bulunan cari, yatırım ve transfer harcamalarının giderek arttı�ı bu yüzden devletin büyüdü�ü iddia edilmektedir. Onun için bütçedeki bu kalemlerin sınırlandırılması gerekmektedir. Personel ücretlerinin sabit tutulması, enflasyon oranında ücretlerin artırılmaması ve yeni istihdam yaratılmaması cari harcamalar içinde yer alan personel harcamalarını azaltacaktır.

Devletin altyapı ve üretime yönelik yeni yatırımlar yapmaması, yatırım harcamalarını dü�ürecektir. Yatırım harcamalarının dü�ürülmesi, kamu harcamalarının azaltılmasında önemli bir etkendir.

Transfer harcamaları devletin yeniden da�ıtım i�leviyle ilgili oldu�u için önem ta�ımaktadır. Neoliberal politikalar daha çok sosyal güvenlik transferlerinin azaltılarak kamu harcamalarının a�a�ıya çekilmesini tavsiye etmektedirler. Böylece sosyal refah devletinin yeniden da�ıtım mekanizması, emekçi sınıfların aleyhine bozulmak istenmektedir.

39 Ahmet �NSEL, Neo-Liberalizm, Hegemonyanın Yeni Dili, �stanbul: Birikim Yayınları, 2004, ss. 209–210. 40 Birgül A GÜLER. Yeni Sa� ve Devletin De�i�imi, Yapısal Uyarlama Politikaları, Ankara, TODA�E, Yayın No: 266, 1996, s.155.

444

Yukarıda sözü edilen kalemlerin bütçe harcamaları içindeki oranları dü�ürülerek, devlet harcamalar bakımından küçültülebilir. Ancak kamu harcamalarını çok fazla a�a�ıya çekmenin mümkün olmadı�ı bilinmektedir. Bütün çabalara ra�men, hala devlet en büyük harcamacı olarak gözükmektedir. Devlet, yapmı� oldu�u harcamalarla aynı zamanda sermaye sınıfını desteklemektedir. Ayrıca, borçlanma politikalarıyla sermaye sınıfına faiz kar�ılı�ında transferlerde bulunmaktadır. Sadece topluma do�rudan mal ve hizmet üretiminde bulunmak için kamu harcamaları yapmamaktadır.

Görüldü�ü gibi harcamaların sınırlandırılmasından ziyade yönünün de�i�mesi söz konusu olmaktadır. Bu sebeple, devletin harcamalar bakımından küçültülmesi hedeflenmi� olsa bile, bunu isteyenlerin taleplerini bile kar�ılayabilmek için devletin yine harcamalarını artırması gerekecektir. Bunun sebebini, kapitalist sistemin çeli�kilerinde aramak en do�rusu olacaktır.

2.2.2. Personel �stihdamı Açısından Devletin Küçülmesi

Kamu personeli, do�rudan vatanda�larla sıcak temas kuran, onların gereksinimlerini kar�ılamakla görevlendirilmi� devlet denilen büyük örgütlenmenin ete kemi�e bürünmü� her türlü eylemi yapmakta kullandı�ı eli aya�ıdır. Bu kimselerin sayısını azaltarak, devlet küçültülebilir. Nasıl ki devlet, mal ve hizmet sunarken aksamalara neden olmamak için yeni personel gereksinimi duyar ve ek bir istihdam sa�larsa, sunmu� oldu�u mal ve hizmet üretiminden çekilmesi durumunda da personel sayısını azaltmak zorunda kalabilir.

Devletlerin uygulamı� oldu�u istihdam politikaları, bu sayının artmasında ve azalmasında belirleyicidir. Örne�in, sosyal refah devleti, do�rudan mal ve hizmet üretiminde bulunan bir devlet oldu�u için ciddi sayıda kamu personeline sahipti. Ama uygulanan devletin küçültülmesi ve özelle�tirme politikaları, kamu personel sayısını azaltarak tasarruf sa�lamayı amaçladı�ından, bu sayı a�a�ı çekilmek istenmektedir.

Kamu personelinin azaltılması ile devletin önemli miktarda tasarruf edece�i varsayılmaktadır. Sosyal refah devleti uygulamaları ile hem gelir olarak hem de çalı�ma ko�ulları bakımından daha iyi olanaklar elde eden kamu emekçileri, sendikal örgütlenme haklarını da kullanarak daha iyi ya�am ko�ullarına kavu�ma yolunda önemli mesafeler katetmi�lerdi. Devlet, ilke olarak, bu i� için ne kadar personel gerekiyorsa o kadar ki�iyle belirlenen hizmeti sunmaktaydı.

Ancak devletin küçültülmesini savunanlar, devletin istihdam etti�i personel sayısının gere�inden fazla oldu�u ve bu yüzden devletin hem pahalı hem de verimli hizmet sunamadı�ını iddia etmi�lerdi. Özelle�tirmeler yapılması, emekli olanların ve ölenlerin yerine aynı sayıda yenilerinin alınmaması, yeni kadroların sınırlı tutulması sonucu kamudaki personel sayısı

445

artı�ı yava�latılmı�tır. Sonuç olarak, personel sayısını azaltacak politikalar uygulayarak devletin küçültülmesi mümkündür.

2.2.3. Örgüt Olarak Devletin Küçülmesi

Devletin do�rudan mal ve hizmet üretiminden çekildi�i alanlarda, devlet örgütlenmesi de bir yandan tasfiye edilmektedir. Çünkü önceden devletin bizzat kendi personeli ve araç-gereçlerini kullanarak yaptı�ı bir kamu hizmeti, günümüzde imtiyaz ya da ihale gibi yöntemler41 kullanılarak özel sektöre yaptırıldı�ı için, bir anda o hizmeti gören devlet kurumu atıl pozisyona dü�mektedir.

“Hantal Devlet” yakı�tırmalarının temelinde, gereksiz oldu�u dü�ünülen kamu birimlerinin devletin hareket kabiliyetini azalttı�ı yönündeki ele�tirileri vardır. Bu sebeple gereksiz birimlerin kapatılması istenmektedir. Böylece hem harcamalardan tasarruf edilece�i hem de kamunun yönetiminin daha rahat gerçekle�tirilece�i hesap edilmektedir.

Artık devletin sundu�u birçok hizmet özel sektör eliyle gerçekle�tirildi�i için, bu faaliyet alanlarında yeni yeni özel sektör kurulu�ları do�maya ba�lamı�tır. Devlet bizzat hizmet ve mal üretiminden geri çekilirken, di�er bir ifadeyle küçülürken, özel sektörün büyüdü�ü görülmektedir. Devletin yaptı�ı i�i yapan birden fazla sayıda özel sektör kurulu�u, ihale gibi yöntemlerle bu hizmetlerin sunumunu gerçekle�tirmektedirler. Özel sektör firmaları kendi personelleri ve araçlarını kullanarak, daha önceden kamunun yerine getirdi�i hizmetleri, sunmaktadırlar.

Devletin bir giri�imci olarak ekonomik hayata katılması sonucu ortaya çıkan Hizmet Yerinden Yönetim Kurulu�larının kurulmasıyla, nasıl genel devlet örgütü büyümü�se, bunların kapatılmasıyla da devlet küçültülebilir. Özellikle bunlardan, iktisadi kamu kurumları önemli yer tutmaktadır.

Devletin piyasa mallarının üretiminden çekilmesi, Kamu �ktisadi Te�ebbüs’lerin özelle�tirilmesi veya kapatılması anlamına gelmektedir. Böylece özel sektöre, yeni karlılık alanları açılmı� olmaktadır. Önce birço�u yerli sermayeye satılırken, ilerleyen zaman içerisinde onların uluslararası sermayeye hisselerini devrettikleri bilinmektedir. Bu süreç dünyada da çok farklı i�lememi�tir.42

Sonuç olarak, hizmet yerinden yönetim kurulu�larının yani kamu iktisadi te�ebbüslerinin özelle�tirilmeleri ya da kapatılmalarıyla birlikte, genel olarak devlet küçültülmü�tür denebilir.

41 Nihat FALAY, “Özelle�tirme Yöntemleri ve Sorunları”, Özelle�tirme Tartı�maları, Ba�lam Yayıncılık, �stanbul, 1994, ss. 21–30. 42 Cevat KARATA� ve Ziya ÖN��, Dünyada Özelle�tirme ve Türkiye, �stanbul, TÜSES, 1994, s.12.

446

2.2.4. Merkezi Yetkileri Bakımından Devletin Küçülmesi

Kamu yönetiminde merkezi örgütün hiyerar�i ve vesayet ili�kisi içerisinde oldukları birimlerin sayısının azalmasıyla, kullandıkları yetkiler de azalmaktadır. Bunun sonucu merkezi devlet, bir takım yetkileri bakımından küçülmü�tür denilebilir.

Devletin piyasaları düzenlemek için yaptı�ı bir takım müdahaleleri vardır. Toplu sözle�me düzenini �ekillendirir; en büyük i�veren oldu�u için ücret düzeyine müdahale eder, faize, döviz kuruna, destekleme politikaları ile de tarıma müdahale eder; üretim ve pazarlama standartlarına, sübvansiyon ya da cezalandırma politikaları ile fiyatlara müdahalelerde bulunur. Ayrıca ekonomik ya�amı etkileyen kuralları meydana getirmeye yönelik rekabet yasası, borçlar yasası, ticaret yasası, tüketiciyi koruma yasası gibi yasal kurumsal düzenlemeleri de devlet yapar.

Düzenleme yetkisini elinde bulunduran devlet, bu yetkileri arttıkça, aynı zamanda yetkileri bakımından da büyümektedir. Devletçilik ya da karma ekonomik düzenin uygulandı�ı ülkelerde bu durum gayet normalken, serbest piyasa ekonomisi ko�ullarında normal de�ildir. Serbest piyasa ekonomisini öne çıkaran neoliberal politikalar, devletin müdahale ve düzenleme kapasitesinin gev�etilmesini talep etmi�lerdir. Böylece, devletin müdahalesi olmadan serbest piyasa ekonomisi, i�leyi�ini sürdürecek ve devlet yetkileri açı�ından sınırlandırılmı� olacaktır. Sözü edilen durumu anlatan deregülasyon kavramıdır. Bu kavram, devletin merkezi ya da yerel kurumu tarafından kullanılan bir yetkinin, özel sektöre ya da sivil toplum kurulu�una devredilmesini anlatırken, aynı zamanda, devletin tekelci yetkilerinin devletin elinden alınıp özel sektöre bırakılmasını da kapsamaktadır.43 Sonuç olarak deregülasyon devleti yetkisi bakımından küçültmü�tür.

Piyasa adına, piyasa için, toplumu piyasa gibi organize eden her karar, yasa, yönetmelik, genelge, üst kurul talimatı regülasyon düzenlemesi olarak nitelenmektedir. Regülasyon düzenlemeleri sayesinde, Türkiye’de üst kurulla�ma yaygınla�tırılmı� ve üst kurullardaki bürokrasinin kendi ba�ına kullandı�ı kamu iktidarı, en azından teoride halk adına kullandı�ı iktidarı, özel sektör ve sermaye tabanlı sivil toplum kurulu�ları ile payla�ılmı�tır.44 Görüldü�ü gibi, regülasyon düzenlemeleriyle devlet küçültülmü�tür. Di�er bir ifadeyle, kamu iktidarının kullanımına bir sınırlama getirilmi�tir.

Yerelle�me ile merkezi yönetimden, özelle�tirme ve özel sektörle�me ile her düzeydeki devletten kurtulma ve kamu gücünü devlet dı�ına ta�ımak

43 Birgül Ayman GÜLER, “Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı’nın Ulusal ve Uluslararası Boyutları” , Kamu Yönetimi 1. Ulusal Kurultayı, 18-19 Aralık 2003, �nönü Üniversitesi Malatya, �ubat 2004, s. 145. 44 Birgül A. GÜLER, “Devlet Reformu Sorunu”, Liberal Reformlar ve Devlet, K�GEM Sempozyum Bildirileri 18-19 Nisan 2003, Ankara, 2004. ss. 362–363.

447

mümkündür. Yeni sa�, tek tek ülkelerde ve genel olarak dünyada toplumsal ve kamusal olan hiçbir alanın kalmamasını ve tüm ya�amın, kapitalist üretim ili�kilerinin egemenli�ine terk edilmesini istemektedir.45

Yerel yönetimlerin yatırım kapasitesinin artması sonucu, yerel yönetim yatırım alanı dı� mali sermayeye açılmı�tır. Yerel yönetimlerde finansman boyutunda gerçekle�en durum devletin küçülmesi, devletin geriye çekilmesinden ba�ka bir �ey de�ildir. Kamu sektörünün geri çekilmesi sonucu, özel sektöre daha fazla hareket alanı tanıma olana�ı yerel yönetimler düzeyinde de ya�anmı�tır. Kısacası, bir yandan kamu, özel sektör lehine geriye çekilmi�, di�er yandan belediyeler ve öteki kamu kurumları i�lerini özel sektöre açmı�lardır.46

Devlet eliyle devletin küçültülmesinin beklenen sonuçları arasında, kamu örgütlerinin sayı ve çe�itlerinin azaltılması, paralel olarak da buralarda çalı�an personelin sayısında dü�me olması, sonuçta da bütçe kaynaklarından bu amaçla ayrılan payın azaltılması yer almaktadır.47

2.3. Kamu Yönetiminde Küçülmenin (Downsizing);

2.3.1. Faydaları

Kamu örgütlerinin küçültülmesi, bu çerçevede, tek otorite altında tek merkezden yönetilen örgütün parçalarına ayrılması, her bir parçanın kendi içinde hizmetin bir bölümünü yüklenmesi, kullanabilecekleri ba�ımsız bütçelerinin olması, i�levsel etkinlik, verimlilik ve ekonomi sa�lanması açısından gerekli görülmektedir. Bürokratik örgütlenmelerde örgütün parçalarına ayrılması, geleneksel yönetim-örgüt ilkelerinin belirtti�inin aksine, aynı i�leri yapan birden fazla birimin olu�turulması, bu birimlerin birbirleriyle ve özel sektör kurulu�larıyla rekabete açılması ba�lamında önem kazanmaktadır.48

Kamu örgütlerinin küçültülmesine yönelik olarak kamu-özel sektör i�birli�i kurumsalla�tırmaya çalı�ılmakta, sözle�me mekanizmasının geli�tirilip genelle�tirilmesi benimsenmektedir. Bu �ekliyle kamu örgütü ya da biriminin temel i�levi sözle�meye konu olan amacın tanımlanması, standartla�tırılması ve de�erlendirme ölçütlerinin geli�tirilmesi ve denetlenmesi gibi i�levler olmakta, do�rudan hizmet-mal üretimine girilmesi mümkün oldu�unca istenmemektedir. Bu durum, i�görenler ve yöneticiler için yeni uzmanlık bilgi ve becerilerinin

45 Birgül A GÜLER. Yeni Sa� ve Devletin De�i�imi, Yapısal Uyarlama Politikaları, Ankara, TODA�E, Yayın No: 266, 1996, s. 78. 46 Birgül Ayman GÜLER, “Küreselle�me Döneminde Yerel Yönetimler”, Sivil Toplum �çin Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi Kitaplı�ı Seminerleri, �stanbul: Dünya Yerel Yönetimler ve Demokrasi Akademisi (WALD) Yayını, 1999, ss. 147–148. 47 Halevy-Etzioni EVA, Bureaucracy and Democracy, London, 1985, ss. 138–140. 48 A.�inasi AKSOY. “Yeni Sa� ve Devletin De�i�imi”, Türkiye’de Kamu Yönetimi, Yargı Yayınevi, Ankara, 2003. s. 557.

448

gereklili�ini ortaya çıkarmaktadır. Sözle�me hazırlama, uygulama, pazarlık süreçlerinin düzenlenmesi, yürütülmesi ile rekabet ortamında çalı�abilme gibi beceriler ve yetenekler önem kazanmaya ba�lamı�tır.49

Devletin küçülmesi olarak ifade edilen, devletin belli ba�lı ekonomik faaliyetlerden geri çekilmesi ve topluma daha fazla tercih ve özgürlük tanımak anlamında özelle�tirme gerçekten devletin küçültülmesinde çok önemli bir araçtır. Aynı zamanda birden fazla i�lev gören bir araçtır. Bir yandan özelle�tirmeyle Kamu �ktisadi Te�ebbüsleri satılırken devlet üretimden çekilmekte, di�er yandan özelle�tirilen kurulu�lardan personel çıkarılmasıyla personel sayısı azalmakta, ayrıca sayı olarak bu kurulu�ların azalmasıyla örgüt olarak devlet küçülmekte, bütçeden bunlara ayrılan transferler azaltılarak kamu harcamalarından tasarruf edilmektedir.

Devletin personel açısından küçülmesi çalı�anlar arsında rekabetin geli�mesini, çalı�anların yeteneklerinin etkin bir �ekilde kullanımının gerçekle�mesini ve kariyer geli�im imkânlarının ortaya çıkmasını sa�laması açısından önem arzetmektedir.

Devlet bütçesinin küçülmesi;50

• Kamu finansmanına katılım açısından sermayeye ek yükler gelmesinin önlenmesi

• Küçültülen bütçenin ortaya çıkarabilece�i kaynak fazlasının do�rudan veya dolaylı olarak sermayenin daha fazla yönlendirebilece�i bir biçimde kullanımı

• Devletin çekildi�i sosyal hizmet alanının sermayeye sundu�u yeni de�erlenme olanaklarının kullanılması yani sermayenin e�itim, sa�lık ve sosyal sigortacılık gibi alanlara daha fazla girebilmesinin ko�ullarının yaratılması gibi sonuçları olabilecektir.

2.3.2. Riskleri

Devleti küçültme politikalarıyla, devlet, sırtındaki yüklerden kurtarılmaya çalı�ılırken, toplumdaki e�itsizlikler daha da derinle�ebilir. Libertarian anlayı�a geri dönü�, devleti bir anda sadece güvenlik ve adaleti sa�layan bir kurum olmaya itmi�, sosyal devlet anlayı�ı sıfırlanıp ve toplumda e�itsizlikler daha da artabilir.51

�nsan kaynakları açısından örgütsel küçülme stratejisi uygulamaları sırasında elde edilen bilgilere göre kamu sektöründeki yüksek kalitedeki emek

49 AKSOY, s. 558. 50 O�uz OYAN, ”Bütçelerin De�i�en Yapısı” http://e-kutuphane.egitimsen.org.tr/pdf/ 1640.pdf (20.04.2009) s.1. 51 Nevzat SAYGILIO�LU ve Selçuk ARI, Etkin Devlet, Kurumsal Bir Tasarı ve Politika Önerisi, 1.basım, �stanbul: Sabancı Üniversitesi Yayınları, 2003, s.43.

449

gücüne sahip olanlar, özel sektörde daha çok i� fırsatlarına sahip iken yüksek kalitede emek gücüne sahip olmayanlar ise, yeni i�ler bulmakta zorlanmaktadırlar. Bu nedenle downsizing uygulamasında genellikle kamu kesimi yüksek kalitedeki i�gücünü özel sektöre kaptırabilmektedir. Böyle bir durum ise, kamu i�letmelerinde örgütsel küçülmeden beklenen sonuçların alınmasını engelleyebilece�i gibi daha da ba�arısız olmasına neden olabilir.52

Yapılan ara�tırmalar sonucunda küçülmenin insan kaynakları açısından di�er olumsuz sonuçları; personelde yaratıcılı�ın kaybedilmesi, de�i�ime direncin artması, dü�ük moral seviyesinin olu�ması, çalı�anların stres ve kaygılarının artması, örgüte olan güven ve ba�lılı�ın azalması, örgüt içinde çatı�malar artması, örgütsel hafıza kaybına sebep olunması, performansın azalması, çalı�maya devam edenlerde suçluluk duygusu olu�ması �eklinde ortaya çıkmı�tır.53

Finansal ve maliyet açısından ise; yeniden yapılanma sürecinde rekabet gücünün zayıflamasına, plansız örgütsel küçülme örgütün sorunlar ya�amasına, personel sayısında azalma nedeniyle verimlilik ve performans azalmasına ve mü�terilerle olan ili�kiler bozulmasına yol açtı�ı belirlenmi�tir.54

3. SONUÇ

Devletin küçültülmesi, aslında bütün devlet yapısının ba�tan a�a�ıya yeniden yapılandırılması anlamına gelmektedir. Devletin asli görevlerine çekilmesi, yalnızca iç güvenlik, dı� güvenlik ve adalet hizmetlerinin sunumunu üstlenmesi, daha öncesinde yaptı�ı bir çok görevi terk etmesi, personel sayısını, harcamalarını azaltması ve örgüt yapısını daraltması sonucunu do�urur. Dolayısıyla, devletin daha öncesinde yaptı�ı birçok hizmetin sunumunu devlet dı�ı kurulu�ların üstlenmesi söz konusu olmaktadır. Toplum tarafından gereksinim duyulan bu hizmetler hala önemini korumaktadır. Bu yüzden hizmetlerin bir �eklide birileri tarafından sunulması gerekmektedir. Bu sunum ya devlet eliyle ya da devlet dı�ı örgütler eliyle gerçekle�tirilecektir. Devletin hizmet sunumuna yakla�ımı ile özel sektörün bu sunuma yakla�ımı farklılık arzetmektedir. Çünkü devlet hizmet sunarken öncelik kamu yararına verilmekte iken, özel sektör hizmet sunarken kar amacı ta�ımaktadır. Ba�ta e�itim, sa�lık, enerji, haberle�me, altyapı vs. olmak üzere, bu hizmetleri sunumundan elde edilecek karın miktarı ulusal ve uluslararası sermayenin dikkatini çekecek kadar büyüktür. Ama sosyal refah devletinin belirtilen bu sektörlerde ve daha birçok sektörde tekel konumunda olması ve bu hizmetleri do�rudan kendisinin

52 Doh-Sin JEAN, Jean-Jacques LAFFONT, “The Efficient mechanism For Dowsizing the public Sector”, The World Economic Review, Vol 13, No 1 jan 1999,s.67. 53 Sevcan GÜLEÇ, “Küçülen Devlette Ya�anan Örgütsel Davranı� Sorunları (Karaman Köy Hizmetlerinde Bir Uygulama)” 3.Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, Osmangazi Üniversitesi, Eski�ehir,2004, s.702. 54 GÜLEÇ, s.702.

450

sunması, sermaye sınıfını zor durumda bırakmı�tır. O yüzden sosyal refah devletinin artık küçültülmesi gerekti�i ileri sürülmü�tür.

Her ne kadar sosyal refah devleti küçültülmeye çalı�ılsa da yerine getirilmek istenen devlet biçiminin de düzenleyici bir tarafının oldu�u söylenebilir. Devletin üretim ve ticaretin yanında, do�rudan hizmet sunumundan çekildi�i ve daha ziyade temel politikalar ve stratejik konularla ilgilendi�i görülmektedir. Genel olarak devletin sorumlulu�unda olan politika tespiti ile anayasal bir yetkinin ya da kamu gücünün kullanılmasını gerektiren düzenleme yapılması ve hizmet sunum i�leri bakanlıklara bırakılmalıdır.

Devletin mal ve hizmetlerin do�rudan üreticisi olma rolünden geri çekili�inin çeli�kilerinden biri, kendisinden ayırdı�ı i�levler üzerinde denetimi devam ettirmek için, düzenleme aygıtının geni�lemesi olmu�tur. Geni� anlamda düzenleme, piyasa aktörlerinin davranı�ını idari veya yasal olarak denetlemek üzere, devletin tüm müdahalede bulunma �ekilleri olarak tanımlanabilir. Devlet piyasa ekonomisinin i�lemesi için mülkiyetin, sözle�menin, alı�veri�in ve zararın genel çerçevesini kurar. Yasal parayı piyasaya arz eder, paranın ödünç verebilece�i faiz oranlarını denetler, i�yerlerinin açılı� saatlerini belirler, i�çilerin çalı�ma ya�ına ve belirli grupların çalı�abilece�i saatlere sınır koyar. �stihdamın belirli biçimlerini kayıt altına alır, kaydolmamı� ki�ilerin çalı�masına yasak getirir. Tüketicilerin korunması için yasalar çıkarır, mali kurumların kredi sunumunu kontrol altında tutar, besin maddelerinin kalitesini korur, çevre kirlili�ini denetim altında tutar.

Devlet eliyle devletin küçültülmesinin beklenen sonuçları arasında, kamu örgütlerinin sayı ve çe�itlerinin azaltılması, paralel olarak da buralarda çalı�an personelin sayısında dü�me olması, sonuçta da bütçe kaynaklarından bu amaçla ayrılan payın azaltılması yer almaktadır. Bu durum mevcut bazı örgütleri ortadan kaldırsa bile, yeni i�levlerle yenilerinin olu�masını kaçınılmaz kılmaktadır. Makro düzeyde, personelin niteli�inin de�i�ti�i gözlenmektedir. Bu politikaların uygulanması, bazı örgütleri devreden çıkarmaktadır ve burada çalı�anların bir kısmının di�er kamu örgütlerine aktarılarak muhafaza edilmesi, bir kısmının ise özel yönetimce görevden uzakla�tırılması söz konusu olmaktadır. Uygulamalar, geleneksel kamu örgütlerinin yanında uzmanların a�ırlıklı olarak istihdam edildi�i yeni örgütlerin kurulmasını gerekli kılmaktadır.

Devletin çözülmesi sürecinde deregülasyondan sonra en etkili araç özelle�tirme olmu�tur. Do�rudan satı� ba�ta olmak üzere, ihale, imtiyaz sözle�meleri, hisse devri gibi birçok yöntem, özelle�tirme kapsamında kullanılmı�tır. Fakat geli�mi� dünyanın büyük bölümünde devlet, en büyük ve en belirleyici ekonomik aktör olmayı sürdürmektedir. Devletin küçültülmesinin bir sınırı oldu�u unutulmamalıdır. Rakamlara bakıldı�ında, böyle bir yakla�ımın öncü ülkelerinde bile, kamudaki i�gücü azalmasının %10’u geçmedi�i, yalnızca kamudaki büyümenin durduruldu�u; merkezi idarede a�ırı azalmalar olmu� olsa

451

da, bunların yerel idarelerde görülen artı�larla dengelendi�i gözlenmektedir. Bu nedenle, devletin ekonomik hayattaki vazgeçilmez yeri ve rolü sürmektedir.

Postmodern anlayı� kamu yönetiminde bürokrasinin kar�ısına sivil toplum örgütlerini çıkarmaya çalı�mı�, devletin yetki ve görevlerinin sivil toplum örgütlerine ve özel sektöre aktarılması gerekti�ini vurgularken, piyasanın ve sivil toplumun geli�tirilmesini önemsemi�ti. Ancak Dünya Bankasının raporuna göre; geli�mekte olan ülkelerde devletin, mülkiyet hakları, yol, sa�lık ve e�itim gibi temel kamu hizmetlerini bile gerçekle�tiremedi�i, eksikliklerin büyük krizlere yol açtı�ı, anla�ılmaktadır. Bu ülkelerde bir yandan ki�iler ve �irketler vergi ödemekten kaçınırken di�er yandan bozulan kamu hizmetlerine tepki göstermekteler, bu durum hizmetlerin daha da bozulmasına yol açmaktadır. Verilen sözlerin uzun vadede yerine getirilememesi, kimi yerlerde devletin çökmesine neden olurken, merkezi planlamanın tasfiyesi ise yeni sorunları beslemi�tir. Durum o kadar kötüle�mi�tir ki, ortaya çıkan ara dönemde, vatanda�ların, hukuk ve düzen gibi temel kamu hizmetlerinden bile mahrum kaldıkları ifade edilmektedir.

Özellikle geli�mekte olan ülkelerde yerel yönetimlerin altyapı konusunda önemli eksiklikleri vardır. Ama birço�u yeterli gelir kaynaklarına sahip olmadıkları için, bu hizmetleri yerine getirme i�ini uzun zamana yaymaktadır. Uluslararası kredi kurulu�ları burada devreye girerek, ellerindeki sermayeyi yerel yönetimlere borç verebilecek bir ortamın yaratılması için çaba göstermektedirler. Çünkü uluslar arası sermaye için yerel yönetimler cazip yatırım alanlarına sahiptir. Dolayısıyla, özelle�tirmeyle merkezin bir takım yetkilerinin önce yerel yönetimlere ardından da özel sermayeye aktarılması söz konusu olmaktadır. Bütün bu geli�melerin yönetilebilmesi açısından yerel yönetimler en uygun ölçe�i olu�turmaktadır. Burada küreselle�me, özelle�tirme ve yerelle�me ili�kisi bütün çıplaklı�ıyla ortaya serilmektedir.

�ster kamu sektöründe isterse özel sektör de olsun küçülmenin en büyük etkisi istihdam alanında ya�anacaktır. Çalı�anların erken emekli edilmesi veya i�ten çıkarma tazminatları verilmesi gibi yakla�ımlarla gerçekle�tirilmek istenmekte ancak küçülmenin beraberinde getirdi�i bir çok soruna sebep olmaktadır. Çalı�anlar alınan bu karardan do�rudan etkilenecek ve gerek geride kalan çalı�anlar gerekse i�ten ayrılan çalı�anlar önemli örgütsel sorunların ya�anmasına sebep olacaktır. Bu sorunların daha az ya�anması ve etkisinin en az düzeyde hissedilmesi için planlı çalı�malar yapılmalı, kararlarla ilgili gerekli bilgilendirme ve �effaflık sa�lanmalıdır.

Devletin görevlerinin sınırlanması, onun birçok görevini terk etmesi anlamına gelir. Görevleri azalan devlet, personel sayısı ve örgüt yapısı açısından negatif yönlü bir de�i�im geçirir. Bu de�i�im personel ve örgüt bakımından yalnızca niceliksel bir de�i�imi de�il, niteliksel bir de�i�imi de beraberinde getirir. Devletin küçültülmesi politikası devletin i�levini

452

de�i�tirerek “postmodern devlet” yaratma politikasının bir parçası olarak görülebilir.

KAYNAKÇA

AKSOY, A.�inasi,“Yeni Sa� ve Devletin De�i�imi”, Türkiye’de Kamu Yönetimi, Yargı Yayınevi, Ankara, 2003.

AYKAÇ, Burhan “21.Yüzyılda Kamu Yönetiminde Yeni E�ilimler”, G.Ü. �.�.B.F Dergisi, Özel Sayı, 2002.

BIÇKI, Do�an “Modernizm ve Postmodernizm,” 2004, http://www.isguc.org/arcview, (12.04.2009).

ÇABUKLU, Metin, Postmodern Toplumda Kriz ve Siyaset, Kanat Yayınları, �stanbul, 2004.

DODGSON John, “Özelle�tirme”, (Çev. Zeynep Bilgin), Liberalizm, Refah Devleti, Ele�tiriler, Ba�lam Yayıncılık, �stanbul 1993.

EAGLATON, Terry Postmodernizmin Yanılsamaları, Ayrıntı Yayınları, (Çev. Mehmet Küçük), �stanbul, 1999.

ERGUN, Turgay, “Postmodernizm ve Kamu Yönetimi,” Amme �daresi Dergisi, Cilt 30, Sayı: 4, Aralık l997.

EVA Halevy-Etzioni, Bureaucracy and Democracy, London, 1985.

FALAY, Nihat “Özelle�tirme Yöntemleri ve Sorunları”, Özelle�tirme Tartı�maları, Ba�lam Yayıncılık, �stanbul, 1994.

F��EK, Kurthan Yönetim, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, Ankara,1979.

GÜLEÇ, Sevcan Küçülen Devlette Ya�anan Örgütsel Davranı� Sorunları (Karaman Köy Hizmetlerinde Bir Uygulama) 3.Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, Osmangazi Üniversitesi, Eski�ehir,2004.

GÜLER, Birgül A Yeni Sa� ve Devletin De�i�imi, Yapısal Uyarlama Politikaları, Ankara, TODA�E, Yayın No: 266.

GÜLER, Birgül Ayman “Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı’nın Ulusal ve Uluslar arası Boyutları” , Kamu Yönetimi 1. Ulusal Kurultayı, 18–19 Aralık 2003, �nönü Üniversitesi Malatya, �ubat 2004.

GÜLER, Birgül A. “Devlet Reformu Sorunu”, Liberal Reformlar ve Devlet, K�GEM Sempozyum Bildirileri 18–19 Nisan 2003, Ankara, 2004.

GÜLER, Birgül A. Yeni Sa� ve Devletin De�i�imi, Yapısal Uyarlama Politikaları, Ankara, TODA�E, Yayın No: 266, 1996.

GÜLER, Birgül Ayman “Küreselle�me Döneminde Yerel Yönetimler”, Sivil Toplum �çin Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi Kitaplı�ı

453

Seminerleri, �stanbul: Dünya Yerel Yönetimler ve Demokrasi Akademisi (WALD) Yayını, 1999.

GÜLER, Birgül Ayman Yeni Sa� ve Devletin De�i�imi-Yapısal Uyarlama Politikaları, TODA�E Yayınları, Ankara. 1996.

�NSEL, Ahmet Neo-Liberalizm, Hegemonyanın Yeni Dili, �stanbul: Birikim Yayınları, 2004.

JEAN, Doh-Sin Jean- LAFFONT, Jacques “The Efficient mechanism For Dowsizing the public Sector”, The World Economic Review, Vol 13, No 1 jan 1999.

KARATA� Cevat ve Ziya ÖN��, Dünyada Özelle�tirme ve Türkiye, �stanbul, TÜSES, 1994.

KENNETH, Kernaghan “The Postbureaucratic Organization and Public Service,” International Review of Administrative Sciences, Vol.66, No.1, March 2000.

LYOTARD, Francois / Jurgen HABERMAS,/ Fredrick JAMESON, Postmodernizm, Kıyı Yayınları, (Çev. Nemci Zeka), �stanbul, 1990.

LACLAU, Ernesto Postmodernist Burjuva Liberalizmi �çinde (Çev. Yavuz Alagon), Sarmal Yayınevi, �stanbul, 1995.

LYNCH, Thomas D. Peter L.Cruise, “Can The Public Sector Leviathan Be Formed? Right Sizing Possibilities For The Twenty-First Century” , Management, Vol 2, No 3,1999.

MONTGOMERY,Van, Wart Changing Public Sector Values, New York:Garland Publishing , Inc., 1998.

OYAN, O�uz”Bütçelerin De�i�en Yapısı” http://e-kutuphane.egitimsen. org.tr/ pdf/ 1640.pdf (20.04.2009).

Ö�ÜT, Âdem, Bilgi Ça�ında Yönetim, 1. Basım, Ankara, Nobel Yayınları, 2001.

ÖNDER, �zzettin. “Özelle�tirme”, 93–94 Petrol-��, 1995.

ÖNDER, �zzettin “Özelle�tirmeye Genel Yakla�ım”, Dünyada ve Türkiye’de Özelle�tirme, Ankara: Türkiye Maden ��çileri Sendikası Yayını, 1994.

ÖZTÜRK, Namık Kemal “Hiyerar�i ve Demokrasi �kilemi”, Türk �dare Dergisi, Yıl 69, Mart l997, Sayı:414.

PALABIYIK, Hamit “Yönetimden Yöneti�ime Geçi� ve Ötesi Üzerine Kavramsal Açıklamalar, Amme �daresi Dergisi, 37/1 Mart, 2004.

RAMA, Martin”Public Sector Downsizing:An Introduction”,The World Economic Review,Vol 13, No 1,Jan.1999.

454

ROMZEK, Barbara S. “Dynamics of Public Sector Accountability in an Era of Reform,” International Review of Administrative Sciences, Vol.66, No.1, March 2000.

ROSENAU Pauline Marie, Post-Modernizm ve Toplum Bilimleri, (Çeviren: Tuncay Birkan), Bilim ve Sanat /Ark Yayınları, Ankara. 1998.

SARAN, Ulvi “Küresel De�i�im Dinamiklerinin Kamu Yönetimi Alanındaki Etkileri”, Türk �dare Dergisi, Yıl: 73, Sayı: 433, Ankara.2001.

SAYGILIO�LU Nevzat ve ARI Selçuk, Etkin Devlet, Kurumsal Bir Tasarı ve Politika Önerisi, 1.basım, �stanbul: Sabancı Üniversitesi Yayınları, 2003.

SEZEN, Seziye Türkiye’de Plânlama, TODAIE Yayınları, Yayın No: 293, Ankara, 1999.

SEZER, Birkan Uysal "Büyük Devlet-Küçük Devlet Tartı�ması", Amme �daresi Dergisi, C.25, S.4, Aralık 1992 .

SEZG�N, Ömür, (Tarihsiz), Siyasi Dü�ünceler Tarihi Ders Notları, Bilgi Fotokopi, Ankara .

�AYLAN, Gencay, Postmodernizm, �mge Kitabevi, Ankara, 2002.

�AYLAN, Gencay Ça�da� Dü�ünce Akımları: Postmodernizm, (Ders Notları), TODA�E Yayınları, Ankara, 1996.

�ENER, Hasan Engin “Bilim Kuramı Bakımından Postmodernizm ve Kamu Yönetimi,” (1999/2000 Ö�retim Yılı -Yayımlanmamı�- Kamu Yönetimi Bölümü Bitirme Tezi), Ankara, Haziran. 2000.

�EYHANLIO�LU, Hüseyin “Postmodern Kamu Yönetiminde E-Devlet”, http://www.icislerigov.tr/icisleri/TurkIdareDergisi/UpLoadedFiles/ Huseyin_Seyhan81-106. doc (21,04,2009).

TODA�E, Kamu Yönetimi Ara�tırması, Genel Rapor, Ankara, TODA�E Yayını, 1991.

United Nations Development Programme “Public Sektör Downsizing Early Retirment Schemes &Voluntery Severance Pay”,1999, http://www.surfas.org/ Papers/downsize.pdf (20.04.2009).

ZEH�R, Cemal Akgün A. EKBER, Hatice TA� “Türk Kamu Bankalarında Örgütsel Küçülme Uygulamalarının Çalı�anlar Üzerine Etkilerine Yönelik Bir Saha Ara�tırması”, 11. Yönetim ve Organizasyon Kongresi Bildiriler Kitabı, Afyon, 2003.

http://osman.borutecene.com/postmodern-kelimesi-bir-terim-olarak-neyi-tanim lar-ne-anlama-gelir-ne-demektir/ (27.04.2009).

455

M�TER� SADAKAT PROGRAMLARI ve MUHASEBE UYGULAMALARI

Doç. Dr. Raif PARLAKKAYA*

ÖZET

Mü�teri sadakat programları son yıllarda oldukça yaygınla�mı�tır. Birçok i�letme mü�terilerinin ba�lılıklarını sa�lamak ve satı� hacimlerini artırmak için mü�teri sadakat programları uygulamaktadır. Türkiye Muhasebe Standartları Kurulu (TMSK) “Türkiye Finansal Raporlama Standartları (TFRS) Yorum - 13 Mü�teri Sadakat Programları”nı yayınlamı�tır. Bu yorum mü�terilerine sadakatlerini ödüllendirmek için puan veya seyahat mili gibi mal veya hizmet sa�layan i�letmeler tarafından yapılacak muhasebe uygulamasını göstermektedir. Bu çalı�ma, TFRS Yorum 13’e göre, mü�teri sadakat programlarının muhasebe uygulamasını açıklamaktadır.

Anahtar Kelimeler: Mü�teri Sadakati, Mü�teri Sadakat Programları, TMS 18 Hasılat, TFRS Yorum 13.

ABSTRACT

Accounting For The Customer Loyalty Programmes

Customer loyalty programmes have grown more widespread in recent years. Many entities use customer loyalty programmes to retain their customers and increase sales volumes. Turkish Accounting Standards Board issued Turkish Financial Reporting Standards(TFRS) Interpretation - 13 Customer Loyalty Programmes that addresses accounting by entities that grant loyalty awards credits (such as points or travel miles) to customers who provide goods or services. This study explains the recognition of customer loyalty programmes according to IFRIC 13.

Keywords: Customer Loyalty, Customer Loyalty Programmes, TMS 18 Revenue, TFRS Interpretation 13.

G�R��

Günümüzde gerek ulusal gerekse uluslararası düzeyde piyasaya katılan firma sayısının giderek artmasıyla arz eksi�i olan ekonomilerden arz fazlası olan ekonomilere do�ru bir kayı� gerçekle�mi�tir. Bu durum pazarlama anlayı�ını de�i�tirmi�, firmaya dönük anlayı�tan tüketiciye dönük anlayı�a yönelmeyi sa�lamı�tır. Ba�langıçta üretim ve satı�a dönük olan pazarlama, giderek topluma, pazara, tüketiciye dönük hale gelmi�tir. Bu süreçte, i�letmelerin pazarlama departmanları devreye girmekte ve modern dünyanın mevcut �artlarında rekabet üstünlü�ü elde edebilmek için çe�itli arayı�lar içerisinde

* Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler MYO Ö�retim Üyesi

456

sürekli yeni stratejiler geli�tirmeye çalı�maktadır. ��letmeler öncelikle mevcut mü�terilerini elde tutarak, yeni mü�teriler kazanmak ve bu mü�terilerin i�letmeye ba�lılı�ını yani sadakatini sa�lamak durumundadır. Bu amaçla i�letmeler mü�teri sadakati programları olu�turmaktadırlar. Mü�teri sadakat programları, i�letmelerin varlıklarını sürdürebilmeleri, pazardan daha fazla pay alabilmeleri ve buna ba�lı olarak karlılıklarını artırabilmeleri için mü�teri sadakati olu�turmayı amaçlamaktadır.

Mü�teri memnuniyetini sa�lama sürecinde yapılan ve “mü�teri sadakat programları” olarak adlandırılan bu faaliyetlerin i�letmelere bir maliyeti vardır. Söz konusu maliyetlerin i�letmenin muhasebe sistemi içerisinde ne �ekilde yer alması gerekti�i konusunda tartı�malar bulunmaktadır. Muhasebe ve finansal raporlamada uluslararası uyumu hedefleyen Uluslararası Muhasebe/Finansal Raporlama Standartları ortak bir uygulamanın varlı�ını gerekli kılmaktadır. Ancak mevcut uygulamalarda birçok farklı görü� ve fikir ayrılıklarının bulunması farklı uygulamalara sebep olmakta, bunun sonucunda finansal raporların güvenilirli�i ve kar�ıla�tırılabilirli�i konusunda tereddütler olu�maktadır. IASB ve buna paralel olarak TMSK yayınladı�ı yorumlarla bu tereddütleri ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Bu amaçla IASB (TFRS) Yorum 13 bu konuda ortak bir muhasebe ve raporlama sürecine hizmet etmek için hazırlanmı� olup, mü�teri sadakat programlarının muhasebele�tirilmesine ili�kin bir rehber niteli�indedir.

Bu çalı�manın amacı, mü�teri sadakat programlarının TFRS Yorum - 13 kapsamında muhasebele�tirme uygulamasını ortaya koymaktır. Bu amaçla öncelikle mü�teri sadakat programları ile ilgili genel bilgiler verilmi�, daha sonra söz konusu programların muhasebe uygulaması örnekler yardımıyla açıklanmaya çalı�ılmı�tır.

1.M�TER� SADAKAT� VE M�TER� SADAKAT PROGRAMLARI

Mü�teri sadakati mü�terinin bir i�letmeye ya da bir markaya ba�lılı�ıdır. Mü�teri sadakati için mü�teri memnuniyeti sa�lamaya yönelik çe�itli çalı�malar yapılmaktadır. ��letmeler öncelikle mevcut mü�terilerini elde tutarak, yeni mü�teriler kazanmak ve bu mü�terilerin i�letmeye ba�lılı�ını yani sadakatini sa�lamak durumundadırlar. Bu amaçla i�letmeler mü�teri sadakati programları olu�turmaktadırlar.

Mü�teri sadakat programları i�letmelerin mallarını ya da hizmetlerini satın almaları için mü�terilerini te�vik etmek amacıyla kullanılır(TMSK, 2009a:1045). Mü�teri sadakat programları ile, çevresindeki çok sayıdaki seçenekleri de�erlendirmeyip i�letmeyi ve i�letmenin ürün ya da markalarını tercih eden mü�terilerin bu ba�lılıkları ödüllendirilmektedir(Yurdakul, 2007).

Mü�teri sadakat programları, i�letmelerin varlıklarını sürdürebilmeleri, pazardan daha fazla pay alabilmeleri ve buna ba�lı olarak karlılıklarını

457

artırabilmeleri için mü�teri sadakati olu�turmayı amaçlamaktadır. Mü�teri sadakati için uygulanan programlar, genellikle bedava veya indirimli olarak mal veya hizmet sa�lamak �eklinde olmaktadır.

Mü�teri sadakat programları çe�itli �ekillerde yürütülmektedir. ��letmeler, mü�teri sadakat programlarından daha fazla yarar elde etmek için puan kazanılması veya kazanılan puanların kullanılmasında çe�itli kriterler getirebilmektedirler. Örne�in, mü�terilerin hediye puanları kullanmadan önce belli bir asgari miktarı ya da de�eri biriktirmeleri gerekebilir. Hediye puanlar, harcamalara ya da harcama gruplarına veya belli bir dönemde sürekli mü�teri olunmasına ba�lı olabilir.

Mü�teri sadakat programları kapsamında, bir çok �ekli olmakla birlikte genellikle 4 tip puan kullanma �ekli kullanılmaktadır(PWC, 2007):

a)Hediye puanlar aynı ma�azada indirimli mal veya hizmet alımı sa�lamak �eklinde olabilir.

b)Hediye puan sahipleri, indirimli mal veya hizmetler için aynı zincir içindeki ma�azalarda kullanabilir.

c)Bir i�letmeden yapılan alı�veri� bir ba�ka i�letmeden indirimli veya bedava olarak mal ya da hizmet alımına ili�kin puan sa�layabilir (örne�in, bir ma�azadan alı� veri� yaparak uçu� mili kazanılması gibi) .

d)Mal veya hizmetlerin türü nedeniyle verilen hediyeler üçüncü taraf organizasyonlarca sa�lanabilir.

2.M�TER� SADAKAT� PROGRAMLARININ MUHASEBELE�T�R�LMES�

Mü�teri sadakat programlarının muhasebele�tirilmesinde farklı uygulamalar bulunmaktadır. Birçok i�letme, puanlar kullanıldı�ı zaman verilen hediyenin maliyetini pazarlama gideri olarak muhasebele�tirmektedir. Önceleri, mü�teri sadakati programlarının muhasebele�tirilmesinde TMS-18 Hasılat standardı uygulanırken, meydana gelen problemler bu konuda özel bir yorumun yayınlanmasını gerekli kılmı�, bunun sonucunda TFRS Yorum 13 yayınlanmı�tır. Tablo 1 mü�teri sadakat programlarının mevcut uygulama ve TFRS Yorum 13’e göre muhasebele�tirilmesini kar�ıla�tırmalı olarak göstermektedir(PWC, 2007).

458

Tablo 1: Mü�teri Sadakat Programlarının Mevcut Uygulama ve TFRS Yorum 13’e Göre Muhasebele�tirilmesi

Mevcut Uygulama TFRS Yorum 13 Gelir Tablosu

Sınıflandırması Satı� gelirinden dü�ülür ya da pazarlama gideri yazılır.

Satı� gelirinden dü�ülür

Bilanço Sınıflandırması

Tahakkuk/Kar�ılık Ertelenmi� Gelir

Ölçüm ��letme için yükümlülü�ün yerine getirilmesindeki ilgili maliyet de�eri

Gerçe�e Uygun De�er

Hediyelerin Kaydı

Hibe edildi�inde ya da kar�ılandı�ında

Hibe edildi�inde

3. MÜ�TER� SADAKAT PROGRAMLARININ TMS-18 HASILAT STANDARDINA GÖRE MUHASEBELE�T�R�LMES�

TMS-18 Hasılat standardı, mal satı�ları, hizmet sunumları ve i�letme varlıklarının ba�kaları tarafından kullanılmasından sa�lanan faiz, isim hakkı ve temettüler gibi i�lem ve olaylardan kaynaklanan hasılatın muhasebele�tirilmesini düzenler. Standardın 7. paragrafında hasılat, “ortakların özsermayeye katkıları dı�ında, özkaynakta artı�la sonuçlanan ve i�letmenin dönem içindeki ola�an faaliyetlerinden elde edilen brüt ekonomik fayda tutarıdır” �eklinde tanımlanmaktadır(TMSK, 2009b:4189). Standardın 9. paragrafında ise hasılatın ölçümü ile ilgili kural yer almakta olup, “hasılatın alınan veya alınacak olan bedelin gerçe�e uy�un de�eri ile ölçülece�i” fade edilmektedir(TMSK, 2009b:419). Gerçe�e uygun de�er ise, kar�ılıklı pazarlık ortamında bilgili ve istekli gruplar arasında bir varlı�ın el de�i�tirmesi ya da bir borcun ödenmesi durumunda ortaya çıkması gereken tutardır.

TMS 18, hasılatın ne zaman muhasebele�tirilece�i ile ilgili olarak, “hasılat, gelecekteki ekonomik faydaların i�letmeye girmelerinin olası oldukları ve söz konusu faydalar güvenilir olarak ölçülebildikleri durumlarda muhasebele�tirilir” demek suretiyle, söz konusu kriterlerin kar�ılandı�ı ve bunun sonucunda hasılatın muhasebele�tirildi�i durumları açıklamaktadır(TMSK, 2009b:417).

Mü�teri sadakat programları gelir sa�lamaya yönelik oldu�undan TMS-18 kapsamına girmektedir. TMS-18’de mü�teri sadakat programlarının muhasebele�tirilmesinde iki yol bulunmaktadır. Bunlar, TMS -18’in 13 ve 19. paragraflarında yer alan uygulamalardır. 13. paragrafta yer alan uygulama “muhasebele�tirme ilkeleri genellikle her bir i�leme ayrı uygulanır fakat, bazı durumlarda muhasebele�tirme ilkelerini özünü yansıtabilmek amacıyla, tek bir i�lemin ayrı�tırılabilir kısımlarına ayrı ayrı uygulamak gerekebilir. Örne�in, bir ürünün satı� fiyatı ayrı�tırılabilir nitelikteki satı� sonrası servis tutarını da içeriyorsa, bu tutarın hasılat olarak muhasebele�tirilmesi ertelenerek, servis hizmetinin verildi�i dönem boyunca hasılat olarak finansal tablolara yansıtılır”

459

�eklindedir. Buna göre, satı� fiyatının satı� sonrası servisi kapsaması ve mü�teri sadakat programı uygulanması halinde, bu durum gerçekle�mi� olacaktır. Örne�in, 100 TL’lik mal alımı halinde mü�terinin 1 TL’lik puan kazandı�ı bir i�letmede, 1 TL satı� i�leminden ayrı olarak, puan kullanıldı�ı zaman gelir olarak muhasebele�tirilmelidir. Bu durumda satı� tarihinde muhasebele�tirilecek olan hasılat 99 TL’dir.

Paragraf 19 aynı i�lemden kaynaklanan hasılat ve maliyetlerin aynı zamanda muhasebele�tirmesini ister. Paragraf 19’da “aynı i�lem veya olayla ilgili hasılat ve giderler, hasılat ve giderin e�le�tirilmesi kapsamında, e� zamanlı olarak muhasebele�tirilir. Malların tesliminden sonra ortaya çıkacak garanti masrafları ve di�er maliyetler dahil olmak üzere giderlerin, hasılatın kayda alınması için gerekli di�er ko�ullar sa�landı�ında, normal ko�ullarda güvenilir biçimde ölçülebildi�i kabul edilir. Ancak, giderler güvenilir biçimde ölçülemiyorsa hasılat finansal tablolara yansıtılmaz; böyle durumlarda mal satı�ıyla ilgili daha önce alınmı� bedel yükümlülük olarak muhasebele�tirilir” denmektedir. Puanlar kullanıldı�ı zaman ve bedava mallar mü�terilere verildi�i zaman bu gider ço�unlukla bir pazarlama maliyeti olarak muhasebele�tirilir. Bu yakla�ımda mü�teri sadakat programları satı�ı artırmak için yapılır, bu yüzden bu giderler bir pazarlama gideri olarak kabul edilir. Yukarıda verilen örne�e paragraf 19’un uygulanması halinde 100 TL’lik satı� tutarının tamamı hasılat olarak muhasebele�tirilir.

Mü�teri sadakat programlarının muhasebe uygulamasında i�letmeler arasında farklılıklar ortaya çıkması, bu konuya özel bir yorum olan TFRS Yorum 13’ün yayınlanmasını zorunlu kılmı�tır.

4. MÜ�TER� SADAKAT PROGRAMLARININ TFRS YORUM 13 MÜ�TER� SADAKAT PROGRAMLARINA GÖRE MUHASEBELE�T�R�LMES�

Bu yorum, mü�terilerine hediye puan veren bir i�letme tarafından uygulanması gereken muhasebele�tirme yöntemini açıklamaktadır. TFRS Yorum 13 mü�teri sadakat hediye puanlarına sadece a�a�ıdaki durumlarda uygulanır (TMSK, 2009a:1045):

a)Bir i�letmenin mü�terilerine hediye puanları satı� i�leminin bir parçası olarak vermesi örne�in mal satı�ı, hizmet sa�lanması ya da i�letme varlıklarının mü�teri tarafından kullanılması,

b)Mü�teri hediye puanlarının gerekli di�er �artları yerine getirmesi ko�uluyla, mü�terilerin bu hediye puanları gelecekte bedelsiz ya da iskontolu ürün veya hizmet elde etmede kullanabilmesi.

460

4.1.Muhasebele�tirme Yöntemi

TFRS Yorum 13’e göre; Bir i�letmenin gelecekte bedelsiz ya da iskontolu mal ve hizmet sa�lama yükümlülü�ü iki �ekilde muhasebele�tirilebilir:

a)Satı� i�lemlerinden alınan ya da alınacak olan bedelin bir kısmının hediye puanlara da�ıtılarak hâsılatın muhasebele�tirilmesinin ertelenmesi (TMS 18’in 13. paragrafının uygulanması) veya

b)Hediyelerin temin edilmesi için katlanılacak olan maliyetlere kar�ılık ayrılması (TMS 18’in 19.paragrafının uygulanması)

TFRS Yorum 13 mü�teri sadakat programlarının birinci seçenek, yani TMS 18’in 13. paragrafına göre muhasebele�tirilmesi yolunu seçmi�tir. Buna göre, hediye puanlar, kazanıldı�ı ilk satı� i�leminin ya da i�lemlerinin ayrı olarak tanımlanabilen bir bile�eni olarak muhasebele�tirilir. �lk satı� i�lemi ile ilgili olarak alınan ya da alınacak bedelin gerçe�e uygun de�eri, hediye puanlar ile satı�ın di�er bile�enleri arasında da�ıtılır. Örne�in, satı� sonrası garanti hizmeti verilen bir ürünün satı�ında hediye puan kazanılması da söz konusu ise bu durumda satı� geliri; mal satı� bedeli, garanti kar�ılı�ı ve hediye puan arasında da�ıtılır. Hediye puanlara da�ıtılan bedel, gerçe�e uygun de�erleri esas alınarak ölçülür. Hediye puanların gerçe�e uygun de�eri, bu puanların ayrı olarak satılabildi�i tutardır.

4.2.Hediyelerin Temini

TFRS Yorum 13 hediyelerin i�letmenin kendisi ya da üçüncü ki�iler tarafından temin edilmesine ili�kin izlenecek yolu iki ayrı paragrafta ele almı�tır(TMSK; 2009b: 1046-1047).

a)Hediyelerin ��letmenin Kendisi Tarafından Temini: Verdikleri hediyeleri kendileri temin eden i�letmeler, hediye puanlar kullanıldı�ında ve hediye temin etme yükümlülükleri yerine getirildi�inde hediye puanlara da�ıtılan bedeli hâsılat olarak muhasebele�tirirler. Hâsılat tutarı, kullanılan hediye puanların, toplam olarak kullanılması beklenen hediye puanlarına oranı dikkate alınarak muhasebele�tirilir.

b)Hediyelerin Üçüncü Taraflarca Temini: Hediyelerin üçüncü taraflarca temin edilmesi halinde, hediye puanlara da�ıtılan bedeli, örne�in i�lemde asıl taraf olarak, kendi hesabına mı yoksa üçüncü tarafın acentası olarak üçüncü taraf adına mı tahsil etti�i de�erlendirilir. Bedelin üçüncü taraf adına tahsil edilmesi ya da i�letmenin kendi adına tahsil etmesi halinde muhasebele�tirme farklı olacaktır.

(i)Bedelin üçüncü taraf adına tahsil edilmesi halinde, i�letme hasılatın kendi hesabında tutulacak kısmına ili�kin tutarı hasılat olarak kaydeder. Bu tutar, hediye puanlara da�ıtılan bedel ile hediyeyi temin eden üçüncü taraflara ödenecek tutar arasındaki fark kadardır. ��letme, üçüncü tarafların hediyeleri

461

temin etmek zorunda oldu�u ve bunu yapmakla tahsilatı yapmaya hak kazandıkları zaman, bu net tutarı hâsılat olarak muhasebele�tirir. Bu olaylar, hediye puanlar verilir verilmez meydana gelebilir. Alternatif olarak, mü�terinin hediyeleri i�letmenin kendisinden ya da üçüncü bir taraftan talep etmeyi seçebilmesi durumunda bu olaylar sadece, mü�terinin hediyeyi üçüncü taraftan talep etmesi halinde meydana gelebilir.

(ii)Bedelin i�letmenin kendi adına tahsil edilmesi halinde, i�letme hâsılatını hediye puanlara da�ıtılan brüt bedel olarak ölçer ve hediyeleri temin etme yükümlülü�ünü yerine getirdi�inde bu tutarı hâsılat olarak muhasebele�tirebilir.

Hediye puanların kazanılması ile puanların kullanılması arasında geçen zamanda hediye olarak verilecek de�erlerde bir artı� olması halinde hediye puanlar için ertelenen hasılat maliyeti kar�ılamayabilir. Hediyelerin temin edilmesi için katlanılacak olan kaçınılmaz maliyetlerin, ilk satı� zamanında hâsılat olarak muhasebele�tirilmeyen ve hediye puanlara da�ıtılan bedel ile mü�terinin hediye puanları kullandı�ı zamanda elde edilecek olan ek bedelin toplamını a�ması bekleniyorsa, i�letme ekonomik olarak dezavantajlı sözle�meye taraf oldu�undan, bu fark TMS 37 Standardı uyarınca, borç olarak muhasebele�tirilir. Böyle bir borcu muhasebele�tirme gere�i, i�letmenin kullanılacak olan hediye puan sayısına ili�kin beklentilerini yeniden gözden geçirmesi durumunda oldu�u gibi, hediye puanları temin etmek için katlanılacak maliyetlerin artması durumunda ortaya çıkabilir. Ücretsiz indirim kuponları TFRS Yorum 13’ün kapsamında de�ildir.

5. MÜ�TER� SADAKAT PROGRAMLARINA �L��K�N ÖRNEK UYGULAMALAR

Bu kısımda, hediyelerin i�letme tarafından sa�lanması, hediyelerin gerçe�e uygun de�erinin belirlenmesi, hediyelerin i�letme tarafından sa�lanması ve hediyelerin üçüncü taraflarca sa�lanmasına ili�kin örnekler yer almaktadır.

5.1.Hediyelerin ��letme Tarafından Sa�lanması

Örnek 1: (Johansson and Ringius, 2007) Bir bakkaliye perakendecisi bir mü�teri sadakat programı olu�turuyor. Sadakat programında üyeler bakkaliyede belirli bir miktar harcama yaptıkları zaman sadakat puanı veriyorlar. Program üyeleri puanlarını di�er bakkallarda da kullanabiliyor. Puanların geçerlilik süresi sınırlı de�ildir. Bir dönemde, i�letme 100 puan veriyor. Yönetim bu 100 puanın 80 puanının kullanılmasını bekliyor. Yönetim her hediye puanın gerçe�e uygun de�erini 1 TL olarak tahmin ediyor ve 100 TL’lik geliri erteliyor.

482 / 382 ERTELENM�� GEL�RLER HS.

100

462

1.Yıl: Birinci yılın sonunda, 40 puan bakkaliye malzemesi �eklinde kullanılıyor. Kullanılan puan kullanılması beklenen puanların yarısı oldu�undan i�letme, ((40 / 80 ) x 100 TL ) 50 TL gelir kayder.

___________________________ / _____________________________

382 ERTELENM�� GEL�RLER HS. 50

600 YURT�� SATI�LAR HS. 50

___________________________ / _____________________________

Herhangi bir dönemde kaydedilen gelirin miktarını hesaplarken, tahminlerde olabilecek herhangi bir de�i�menin etkisini yansıtmak için, hesaplama kümülatif bazda yapılır. Hesaplama �u �ekilde formüle edilebilir(Ernst-Young, 2008):

=(Bu Tarihte Verilen Hediye / Verilmesi Beklenen Toplam Hediye)X Hediyeye Tahsis Edilen Toplam Gelir – Bu Tarihte Kaydedilmi� Gelir

2.Yıl: Yönetim beklentilerini revize ediyor ve 90 puanın tümüyle kullanılmasını bekliyor. �kinci yıl boyunca, 41 puan kullanılıyor, böylece toplam kullanılan puan (40 + 41) 81 puan oluyor. ��letmenin gelir kaydedece�i kümülatif tutar ((81 / 90 ) x 100 TL ) 90 TL oluyor. ��letme 1. yılda 50 TL gelir kaydetti�i için 2. yılda 40 TL gelir kaydediyor.

___________________________ / _____________________________

382 ERTELENM�� GEL�RLER HS. 40

600 YURT�� SATI�LAR HS. 40

___________________________ / _____________________________

3.Yıl: Üçüncü yılda 9 puan daha kullanılıyor, böylece kullanılan toplam puan (81 + 9) 90 puan oluyor. ��letmenin gelir kaydedece�i tutar ((90 / 90) x 100) 100 TL oluyor. 1. ve 2. yılda 90 TL gelir kaydedildi�i için (100 – 90) 10 TL gelir kaydediliyor.

___________________________ / _____________________________

382 ERTELENM�� GEL�RLER HS. 10

600 YURT�� SATI�LAR HS. 10

___________________________ / _____________________________

Yönetim sadece 90 puan kullanılaca�ını, yani üçüncü yılın sonundan itibaren artık puan kullanılmayaca�ını öngörüyor. Hediye puanlara ait gelirlerin tümü ba�langıçta ertelendi�i için �imdi gelir kaydediliyor.

463

5.2. Hediyelerin Gerçe�e Uygun De�erinin (GUD) Belirlenmesi

Örnek 2: (PWC, 2007) A i�letmesi her 100 TL’lik alı�veri� kar�ılı�ında mü�terilerine 80 hediye puanı veriyor. Bu puanlar i�letmede yapılacak alı�veri�lerde kullanılabiliyor. Mü�teriler bu puanları 3 yıllık dönem içinde i�letme tarafından satılan malların alımında kullanabilir. Her 1000 puan için, perakende fiyatı 60 TL olan mallar hediye olarak alınabilmektedir. E�er i�letme bu malları kendisi sa�larsa bunların maliyeti 12 TL’dir. Bu ba�lamda; i�letmenin 150 TL’lik satı� için mü�teriye 120 hediye puanı verece�i ve bu hediye puanın 100 TL’lik kısmının hediyeye dönü�türülece�i varsayılmaktadır.

Bu hediye puanlarının bireysel GUD’i (60 x (120/1000)) 7,2 TL ‘dir. Hediyenin toplam GUD’i muhtemel puan kullanma oranı dikkate alınarak (7,2 x (100/120) 6 TL olarak hesaplanacaktır. Hediye puanların bireysel GUD’nin (7,2 TL – 6,0 TL) 1,2 TL’si i�letmeye ait maliyet de�ildir.

Ba�langıç satı�ları üzerinde, hediye puanların GUD’i ertelenerek �u �ekilde kaydedilir.

___________________________ / _____________________________

100 KASA 150 382 / 482 ERTELENM�� GEL�RLER 6 600 YURT�Ç� SATI�LAR 144 ___________________________ / _____________________________ 1.Yıl: Birinci yıl sonunda 50 puanın hediyeye dönü�mü�tür. ��letme bu durumda ertelenen gelirin ((50/100) x 6) 3 TL’lik kısmını gelir kaydedecektir.

___________________________ / _____________________________

382 ERTELENM�� GEL�RLER 3

600 YURT�� SATI�LAR 3

___________________________ / _____________________________

2.Yıl: �kinci yılda, kullanılması beklenen hediye puan 100’den 90’a dü�mü�tür. �kinci yılda 10 hediye puanının hediyeye dönü�ece�i beklenmektedir. Bu durumda hediyeye dönü�en toplam puan 60 olacaktır ve bu puanın de�eri (6 TL (60/90)) 4 TL olacaktır. Hesaplan 4 TL de�erindeki puanın 3 TL’lik kısmı daha önce kullanıldı�ından (4-3) 1 TL ertelenmi� gelir satı� geliri olarak muhasebele�tirilecektir.

___________________________ / _____________________________

382 ERTELENM�� GEL�RLER 1

600 YURT�� SATI�LAR 1

____________________________ / ____________________________

464

3. Yıl: Üçüncü yılda ise kalan 30 puan kullanılıyor. Bu durumda 6 TL toplam puan de�erinden kullanılan 4 TL’lik kısım dü�üldükten sonra kalan kısım olan 2 TL ertelenmi� gelir, satı� hasılatı olarak muhasebele�tirilir.

___________________________ / _____________________________

382 ERTELENM�� GEL�RLER 2

600 YURT�� SATI�LAR 2

___________________________ / ____________________________

5.3. Hediyelerin ��letme Tarafından Sa�lanması

Örnek 3 : (PWC, 2007) Perakendeci X i�letmesi 20 TL’ye bir oyuncak satıyor. Aynı tip oyuncak alınması halinde kupon sahibine 6 TL’lik iskonto hakkı tanıyor. Di�er perakendeci Y i�letmesi ise, normalde böyle bir kupon kar�ılı�ı olmaksızın bu oyunca�ı 18 TL’ye satıyor. Perakendeci her 2 kuponun 1’i kullanıldı�ına dair bir deneyime sahiptir. Mü�teri hem oyuncak hem de bir kupon satın alıyor. Bu yüzden gelir oyuncak ve kuponun GUD’ne dayalı olarak tahsis edilir. Di�er faktörlerin yoklu�unda, kuponun bireysel GUD bu oyunca�ın normal satı� fiyatı 18 TL ile kuponu kullanarak oyunca�ın satın alınabilece�i bedel 14 TL’yi kar�ıla�tırmak suretiyle 4 TL olarak hesaplanır. Bu de�er kullanılması beklenen kuponların oranı (% 50) için düzeltilir.

10 oyuncak satıldı�ı ve kuponlar verildi�i zaman yapılacak muhasebe kaydı �öyledir:

___________________________ / _____________________________

100 KASA 200

600 YURT�� SATI�LAR 180

382/ 482 ERTELENM�� GEL�RLER 20

___________________________ / _____________________________

Tek bir kupon kullanıldı�ı zaman, yapılacak kayıt �öyledir:

___________________________ / _____________________________

100 KASA 14

382 ERTELENM�� GEL�RLER 4

600 YURT�� SATI�LAR 18

___________________________ / _____________________________

5.4. Hediyelerin Üçüncü Taraflarca Sa�lanması

Örnek 4: (PWC, 2007) A i�letmesi di�er perakendecilerden ba�ımsız olarak bir mü�teri sadakat programı olu�turmu�tur. ��letmenin her bir perakendeci ile

465

anla�ması bulunmakta ve perakendeciler a�a�ıdaki farklı rollerden birini üstlenebilmektedirler:

a) Puan sa�layan olmak,

b) Puan kullandıran (hediye veren) olmak,

c) Hem puan sa�layan, hem de kullandıran olmak.

A i�letmesi tarafından düzenlenen mü�teri sadakat puan kartı sahibi bir mü�teri, yayınlanan listede bulunan i�letmelerde alı� veri� yaptı�ı zaman puan kazanıyor ve di�er perakendecilerde puanlarını kullanabiliyor. Verilen puanın nominal de�eri 1 TL’dir ve A i�letmesinin anla�malı perakendecilerinden yapılan alı�veri�te kazanılan her puanın defter de�eri 1 TL’dir. Verilen her puan için, puan veren perakendeci A i�letmesine 0.98 TL ödeyecek, böylece 0.02 TL komisyon geliri elde edecektir. Puan veren perakendecinin, A i�letmesine bu ödemeyi yaptıktan sonra mü�teriye bunun ötesinde bir yükümlülü�ü bulunmamaktadır.

Perakendeci 1 TL nominal de�ere sahip puanların kar�ılı�ını verdi�i zaman, A i�letmesinden 0,91 TL telafi edici bir nakit alacaktır. ��letme A’nın marjı puan de�eri ve hediye fiyatı arasındaki farktır. Burada perakendecinin hem puan veren hem de kullandıran oldu�u yerde, bir nakit akı�ı netle�tirmesi yoktur. Verilen puanlar için A i�letmesine nakit ödeme yapılır ve kullandırılan puan için ��letme A i�letmesinden nakit alınır.

Böyle bir program için muhasebe i�lemleri �öyledir:

Perakendeci 10 TL’lik bir satı� yaptı�ı zaman, 1 TL nominal de�erli puan verir.

___________________________ / _____________________________

100 KASA 10

643 KOM�SYON GEL�RLER� 0,02

336 D��ER ÇE��TL� BORÇLAR 0,98

600 YURT�� SATI�LAR 9,00

___________________________ / _____________________________

A i�letmesine mü�teriye verilen 1 TL de�erindeki puan için ödeme yapıldı�ında yapılacak kayıt �öyledir:

___________________________ / _____________________________

336 D��ER ÇE��TL� BORÇLAR 0,98

100 KASA HS. 0,98

___________________________ / _____________________________

466

Puanlar kullanıldı�ı zaman, puan kullandıran perakendeciler 1 TL’nin GUD’i olan 0,91 TL’yi gelir kaydedeceklerdir:

___________________________ / ___________________________

136 D��ER ÇE��TL� ALACAKLAR 0,91

600 YURT�� SATI�LAR 0,91

___________________________ / ___________________________

SONUÇ

Mü�teri sadakat programları, i�letmenin mü�terilerini elinde tutmak, markasına veya i�letmesine ba�lamak amacıyla olu�turdu�u programlardır. Bu programların muhasebele�tirilmesi TMS 18 Hasılat standardı kapsamındadır. TMS 18 Hasılat standardı 13 ve 19. paragraflarında mü�teri sadakat programlarının muhasebele�tirilmesi için 2 farklı yol tanımlamaktadır. Ancak bu konuda bir rehberin bulunmaması uygulamaların farklıla�ması ile sonuçlanmaktadır. Bu sorunu çözmek için “TFRS Yorum 13 Mü�teri Sadakat Programları” yayınlanmı�tır. Bu yorum ile mü�teri sadakat programlarının muhasebele�tirilmesi standart uygulamaya kavu�mu� olmaktadır. TFRS Yorum 13 mü�teri sadakat programlarının muhasebele�tirilmesinde, TMS 18’in 13. paragrafına göre muhasebele�tirme yolunu seçmi�tir. Buna göre, hediye puanlar, kazanıldı�ı ilk satı� i�leminin ya da i�lemlerinin ayrı olarak tanımlanabilen bir bile�eni olarak muhasebele�tirilir. �lk satı� i�lemi ile ilgili olarak alınan ya da alınacak bedelin gerçe�e uygun de�eri, hediye puanlar ile satı�ın di�er bile�enleri arasında da�ıtılır.

Yayınlanan bu yorumla mü�teri sadakat programları için ortak bir muhasebe ve raporlama sürecine hizmet edilmekte, bunun sonucunda finansal raporların güvenilirlik ve kar�ıla�tırılabilirlik nitelikleri konusunda olu�an tereddütler giderilmi� olmaktadır.

KAYNAKÇA

ERNST & YOUNG, (2008), “Customer Loyalty Programmes”, http://webapp01.ey.com.pl/EYP/WEB/eycom_download.nsf/resources/Industry_Telecom_IFRIC.pdf/$FILE/Industry_Telecom_IFRIC.pdf

JOHANSSON, Linda and Jeanette RINGIUS (2007), IFRIC 13 Customer Loyalty Programmes Its Effects on the Information Quality of Companies’ Accounting, www.gupea.ub.gu.se/handle/2007/10141

PWC, (2007), IFRIC 13 Accounting for Customer Loyalty Programmes, www.pwc.com/en_GX/gx/retail-consumer/pdf/ifric13_final_low.pdf

TMSK, (2009a), “TMS -18: Hasılat”, Uluslararası Finansal Raporlama Standartları (IFRS/IAS) �le Uyumlu TMS / TFRS, TMSK Yay., Ankara.

467

TMSK, (2009b), “TFRS Yorum 13: Mü�teri Sadakat Programları”, Uluslar arası Finansal Raporlama Standartları (IFRS/IAS) �le Uyumlu TMS / TFRS, TMSK Yay., Ankara.

YURDAKUL, Müberra, (2007), “�li�kisel Pazarlama Anlayı�ında Mü�teri Sadakati Olgusunun Ayrıntılı Bir �ekilde Analizi”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 17, http://sbe.dpu.edu.tr/17/268-287.pdf

468

469

Ko�u Bandı Üretim Teorisi ve Ekolojik Modenle�me Teorisi Arasındaki Temel Tartı�malar

Yrd. Doç. Dr. Nahide KONAK *

Özet

Bu makalenin temel amacı çatı�ma içinde olan ko�u bandı üretim teorisi ve ekolojik modenle�me teorisinin temel savlarını belirtmek ve ikisi arasındaki ana tartı�ma konularını incelemektir. Ko�u bandı üretim teorisi kapitalizm ve kurumlarının çevre ile temel bir çatı�ma içinde oldu�unu savunur ve var olan sistem içinde çevre problemlerini çözmeye yonelik reformların yetersiz oldu�unu vurgular. Ko�u bandı üretim teorisinin aksine, ekolojik modernle�me teorisi kapitalizm ve kurumlarının çevre ile temel bir çatı�ma içinde olmadı�ını savunur; ve sanayile�me, teknolojik geli�me, ekonomik büyüme ve kapitalist sistemin ekolojik sürdürülebilirlik ile bir arada ba�da�abilece�i görü�ünü savunmakla kalmaz bunların çevre reformlarının anahtar sürücüleri olabilece�i görü�ünü de savunur.

Anahtar Sözcükler: Ko�ubandı Üretimi, Ekolojik Modernle�me, Tartı�malar

Fundamental Debates between the Treadmill of Production Theory and the Ecological Modernization Theory

Abstract

The main purpose of this article is to demonsrate the main arguments of and analize the main debates taking place between the treadmill of production and the ecological modernization theories. The treadmill of production theory argues that capitalism and its institutions are in a fundamental conflict with the environment, and thus, the reforms taken toward solving environmental problems in the existing system would not be enough. In contrast, the ecological modernization theory argues that capitalism and its institutions are not in a fundamental conflict with the environment. So, it believes that industrialization, technological advencement, economic growth and capitalist system can co-exist as well as they can be the key motors for environmental reforms.

Key Words: Treadmill of Production, Ecological Modernization, Debates

1. Giri�

Çevre sosyal bilimlerinde, 1990’lardan beri en temel ve merkezi tartı�malardan birisi neo-Marksist ko�u bandı üretim teorisi ve ekolojik modernle�me teorisi arasında gerçekle�mektedir. Ko�ubandı üretim teorisi Amerika Birle�ik Devletlerin’de geli�mi�tir. Ekolojik modernle�me teorisi

* Yrd. Doç. Dr. Abant �zzet Baysal Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji bölümü

470

Kuzeybatı Avrupa bölgesinde geli�mi�tir. Ekolojik modernle�me teorisinin Avrupa merkezci oldu�unu vurgulayan çevre sosyologları da vardır (Buttel, 2000; Mol, 2001).

Ko�u bandı üretimi 1980’ de Schnaiberg tarafından literatüre kazandırılmı�tır. Schnaiber’in amacı �kinci Dünya sava�ından sonra Amerika Birle�ik Devletleri’nde çevre tahribatları neden hızla yaygınla�maya ba�ladı�ı sorusunu cevaplamak olmu�tur. Daha sonra bu kavram birçok ampirik ara�tırlamalarla desteklenerek daha detaylandırılmı�tır (Gould, 1991, 1992, 1994; Gould vd., 1996; Schnaiberg, 1994; Weinberg, 1997; Weinberg vd., 2000). Bu teori öncelikli olarak ekonomik de�i�im teorisi olmasına kar�ılık, kapitalizm ve kurumlarının çevre ile temel bir çatı�ma içinde oldu�unu savunur. Fakat bu ekonomik de�i�imin do�al kaynak tüketimi ve i�çiler için ne gibi sonuçlar do�urdu�u konusunu da içine almaktadır. Ko�u bandı üretim teorisini geli�tiren kuramcılar çevre problemlerini kapitalist üretim tarzı ve kapitalist birikimin do�asında var olan irrasyoneller/ mantıksızlıklar olarak kavramsalla�tırırlar ve çevresel bozulma ve yıkım kapitalist sistemin varlı�ını devam ettirmesi için gereklidir görü�ünü savunurlar. Ayrıca bu teori kapitalist ekonomik sistem ve kapitalist toplumda devletin sermaye ile birle�erek nasıl ve neden çevresel yıkıma do�ru bir e�ilim üretti�i sorusunu da cevaplamaya çalı�ır.

Genel anlamda ekolojik moderle�menin temel amacı günümüz sanayile�mi� toplumlarının çevre krizleri ile nasıl ba� etti�ini analiz etmedir (Mol ve Sonnenfeld, 2000: 5). Bu teoriye göre küresel ekolojik problemlerden kaçınmanın en güzel yolu sürekli endüstriel geli�medir. Mol’a göre ekolojik krizden çıkmanın en güzel olası yolu toplumun modernizasyon sürecinin içine daha fazla kendini entegre etmesidir (Mol, 1995: 42). Sanayile�me, teknolojik geli�me, ekonomik büyüme ve kapitalist sistemin ekolojik sürdürülebilirlik ile bir arada ba�da�abilece�i görü�ünü savunmakla kalmaz bunların çevre reformlarının anahtar sürücüleri olabilece�i görü�ünü de savunur (Mol, 1995, 1996, 2001; Mol ve Sannenfeld, 2000; Mol ve Spaargaren, 2000; Spaargaren, 1997, 2000; Spaargaren ve Mol, 1992). Toplumda sürdürülebilirligin var olan sistem içinde radikal yapısal ve var olan de�erler de�i�tirilmeden bazı reformlarla ula�ılabilir oldu�unu savunur. Bu ba�lamda, ko�u bandı üretim teorisinin aksine, ekolojik modernle�me teorisi kapitalizm ve kurumlarının çevre ile temel bir çatı�ma içinde olmadı�ını savunur (Mol ve Spaargaren, 2000).

Bu makalenin temel amacı çatı�ma içinde olan bu iki ana teorinin temel özelliklerini belirtmek ve ikisi arasındaki ana tartı�ma konularını incelemektir. Birinci bölümde bu iki teorinin çevre ve toplum arasındaki ili�kilere bakı� açısı nedir ve ana savları nelerdir soruları cevaplanacaktır. �kinci kısımda bu iki teorinin benzer ve farklı özelliklerinin neler oldu�u saptanacak ve de�erlendirilecektir. Üçüncü bölümde bu teorileri test etmeye çalı�an ampirik

471

çalı�malar ve bulgular degerlendirilecek, ve bu bulgular ı�ı�ında her iki teorinin birbirine yaptı�ı ele�tirilere yer verilecektir.

2. Ko�u Bandı Üretim Teorisi (KBÜ) (The Treadmill of Production Theory (TOP))

Genel olarak bu teoriye göre politik ekonomiyi sürükleyen bazı hedefler vardır. Bunlar a�a�ıdaki gibi açıklanabilir

2.1. Ekonomik Büyüme

20. yüzyılın sonlarına do�ru teknolojik temel de�i�imler olmu�tur. Bu yeni teknolojiler bir yandan kaçınılmaz olarak enerji ve kimyasal yo�un, di�er taraftan da daha az emek yo�undur. �kinci dünya sava�ı sonrası ekonomik geli�me sonucunda ortaya çıkan bu teknolojik geli�meler üretim ve karın artmasına neden olmu�tur. Elde edilen kar yeni teknolojilerin geli�tirilmesi için kullanılmı�tır ve üretim artmı�tır. Sonuç olarak yeni teknolojilerin üretiminin geli�tirilmesi enerji ve di�er do�al kaynaklara olan talebi artırırken, üretim atıklarının hacmini ve atıkların zehirlilik derecesini de (artan oranda kimyasalların kullanımından dolayı) artırmı�tır (Gould vd., 2004:300).

Ekonomik büyüme sermaye birikimi için gereklidir. Sermaye birikimi firma yetkilileri ve yatırımcıları için gerekli olan karı artırır. Sermaye birikiminden i�çilerin fayda sa�layaca�ı dü�ünülür çünkü sermaye birikimi üretimi artırır ve bu artan üretim yeni i� imkânları yaratır. Sermaye birikimi yüksek dereceli verimlili�i de beraberinde getirir ve verimlilik de maa� artı�ları için gereklidir. Hükümet kurumları milli üretimin yeterli karlılı�ı sa�lamasını garanti etmek zorundadır ki sermaye sahipleri yatırım yapabilsinler ve devlet sosyal harcamalarının kar�ılanması için yeterli vergi geliri elde edebilsin. Böylece hükümet ve kurumları özel sektörün ekonomik büyümesinden pay almı� olurlar (Schnaiberg vd., 2002: 17).

E�er ekonomik büyüme üretimin artması ile sa�lanacak ise, tüketicilerin üretilen malları alabilmeleri için belirli bir gelir seviyesine sahip olması gerekir. Bu nedenle, özel sermaye ile birlikte devlet tüketicilere ev ve di�er �eyleri satın almalari için dü�ük faizli kredi vermek yolunda çaba sarf ederler. Bu devam eden üretim ve tüketimin devamlılı�ını garanti altına alma yoludur (Schnaiberg vd., 2002: 17).

2.2. Ko�u Bandı Hızlandırma Yolu Ile Sosyal Ve Ekolojik Problemleri Çözme

Günümüzde sosyal ve ekolojik problemler en iyi �ekilde ekonomik büyüme yolu ile çözülür görüsü hâkimdir. Herhangi bir ekonomik geli�me sosyal ve çevre problemlerini azaltır gibi bir önyargı sözkonusudur. Çünkü ekonomik büyüme i� olanaklarını ve maa�lar artaca�ı için yoksulluk azalacaktır görüsü hâkimdir. Ekonomik büyümenin temelde hükümet sosyal harcamalarını

472

( e�itim, barınma ve fakirlerin di�er gereksinimleri) destekleyece�i ve çevre problemlerini azaltmaya yönelik teknolojik geli�meler için gerekli olan para kayna�ını da sa�layaca�ı tezide kabul görmektedir.. Bu ba�lamda, devlet e�zamanlı olarak çevresel yıkımın aynı zamanda da çevresel koruma ve reformun ana temsilcisidir. Dolayısı ile devlet günümüz toplumlarında çevre problemlerinin ortaya çıkmasında ve çevrenin korunmasına yardımcı olan çeli�kili bir rol oynar (Schnaiberg vd., 2002: 17).

2.3. Büyük Firmalar Yolu Ile Ekonomik Geli�me

Ekonomik büyümenin birincil olarak büyük firmaların geli�tirilmesi ile mümkün olaca�ı görüsü hâkimdir. Büyük firmaların ekonominin motoru oldu�una inanılır. Büyük firmaların yaygınla�ması i�lere olan talebi yaratır ve talepler için ikincil talebi yaratır ve küçük ölçekli firmaların geli�imini destekler. Geni� çaplı eme�e ödenen maa� tüketiciler arasında tüketim kapasitesini artırır (Schnaiberg vd., 2002: 17).

2.4. Sermaye, Hükümet Ve Emek Arasındaki I�birli�i

Büyük firmaların sermaye-a�ırlıklı teknoloji kullanma e�ilimi vardır. Bu e�ilim eme�i i�inden eder ve çalı�anların sayısını azaltır. Yani i�sizli�e ve ekonomik güvensizli�e yol acar. Ve bu e�ilimler, i�sizlik ve yoksulluk gibi ekonomik ve sosyal problemleri çözmek için devletin üzerinde üretim ve tüketimi artırmaya yönelik daha fazla bir baskı kurulmasına yol acar. Devletin yanında endüstri sahipleri ve i�çiler de daha fazla ekonomik büyüme ve tüketimi daha fazla hızlandırmak için bir i�birli�i kurarlar (Schnaiberg vd., 2002: 18).

3. Ko�u Bandının Sosyal Ve Ekolojik Ö�eleri

3.1.Ekolojik Ko�u Bandı

Firmalar üretimlerini artırırken, hızlı ve verimli teknoloji kullanarak karlarını yükseltmektedirler. Bu büyüme daha fazla girdi gerektirir. Bu da daha fazla do�al kaynakların—enerji ve i�lenmemi� hammadde--- kullanımını gerektirir. Aynı zamanda daha fazla zehirli madde üretimi ve daha farklı formlardaki sıvı ve katı atıkların üretimine neden olur. Bu model sayesinde ekosistem her geçen gün i�lenmemi� hammadde kayna�ı ve zehirli atık maddeler için atık deposu haline gelmi�tir. Bu sistem artan �ekilde ekosistemi bozarak kar marjinini artırmı�tır (Schnaiberg vd., 2002: 19-20).

3.2.Sosyal Ko�u Bandı

Ko�u bandının ikinci çe�idi sosyaldir. Her bir üretim devinimi sonunda artan karın bir kısmı teknolojik verimlili�i yenilemek için ayrılmı�tır. Üretimde teknolojik modernle�me ve verimlilik bazı i�çilerin i�ten çıkarılması ile sonuçlanmı�tır. Ek olarak, ko�u bandı büyüdükçe bu hükümetler için yeni gelir

473

kaynakları yaratmı�tır. Bu kaynakların bir kısmı i�ten çıkarılan i�çilere sosyal ve ekonomik tazminat olarak ödenilmektedir (Schnaiberg vd., 2002: 20).

Bu teoriye göre kapitalizm bu sistem içinde var olan bireylerin ki�ilik özelliklerinden de�il kendi yapısal özelliklerinden dolayı ekoloji kar�ıtı bir sistemdir. Kapitalizmin temel sosyal ili�kileri her türlü sosyal aktörler üzerindeki birçok dinamik ve baskıları belirler. Özel mülkiyet ko�ulları altında piyasa çeki�mesi üretimin maliyetini hem zamansal (maliyeti gelecek nesillere aktarmak), sosyal olarak (di�er aktörler üzerine aktarmak) ve bölgesel olarak dı�salla�tırmak için büyük bir güdü yaratır.

Bu ko�u bandı küresel düzeyde de i�lemektedir ve bunun küresel sonuçları sözkonusudur. Schnaiberg ve Gould Çevre ve Toplum kitabında (1994), ko�u bandı üretim teorisini küresel tarih ve ekonomi içinde betimlemi� ve de�erlendirmi�lerdir. Onlara gore Kuzey ülkelerinin ko�u bandı üretimi çok eski yıllardan günümüze dek Güney ülkelerinin do�al kaynaklarını ve eme�ini sömürme, pazarı haline getirme ve çevreye zararlı atıklar için çöplük olarak kullanılması ilkesine dayanmaktadır. Bu kitapta ekonomik kazanımların , ekolojik risklerin ve tahribatların, gittikce artan do�al kaynakların kullanımı ve çevre kirlili�inin uluslararası düzeyde da�ılımı üzerinde durulur. Ko�u bandı üretimi küreselle�me ça�ında uluslararası hale gelmi�tir. Ko�u bandı de�erleri ve ekonomik formları uluslararası firmalar tarafından yönlendirilen ve �ekillendirilen küreselle�me sürecinde egemen hale gelmi�tir (Schnaiberg ve Gould, 2000).

4. Ekolojik Modernle�me Teorisi

Ekolojik modernle�me kavramı 1980’lerde Alman sosyal bilimci Joseph Huber (1982) ve Martin Janicke (1985) nin çalı�maları ile ortaya çıkmı�tır. Daha sonraları sosyolog Arthur Mol, David Sonnenfeld (2000) ve Gert Spaargaren (2007) ve çevre politikası bilimcileri Peter Christoff (1996), Marten Hajer (1995) ve John Barry (2003) tarafından geli�tirilmi� ve popülar hale getirilmi�tir. Ekolojik modernle�me politika olu�umu, ekonomi ve do�al çevre arasındaki kar�ılıklı ili�kileri inceleyen sistem temelli bir yakla�ımdır.

Ekolojik modernle�me teorisi ekolojik krizden kaçmak için günümüz kapitalizm, sanayile�me ve küreselle�me gibi e�ilimlerden vazgeçmeksizin, modern toplumun merkezi kurumlarının dönü�türülebilir oldugu görü�ünü savunur. Mesela Huber’e (1982) göre “ekolojik kanal de�i�tirme” ye gerek vardır. Burada söylenmek istenen sudur: endüstri toplumlarında ekonomik üretimin ekolojik rasyonalite do�rulturunda organizasyonuna do�ru geçi�in gerekli oldugudur. Toplumun radikal olarak yeniden yapılandırılmasından yana olan ekolojik yakla�ımdan ziyade, ekolojik modernle�me teorisi güçlü sürdürülebilirlik görü�ü ile ortak özellikler ta�ır. Ekolojik modernle�me teorisinde modern toplumların kurumlarının modernle�me�ini yok etme veya söküp atma yerine, modern toplumların ekolojik rasyonaliteyi de göz önüne

474

alarak modernle�meye devam etmesi gerekti�i görüsü hakimdir (Mol ve Spaargaren, 1993).

Ekolojik modernle�me kavramını 4 dü�ünce okulu in�a etmi�tir. Bunlar teknoloji, politik, sosyal ve ekonomik olarak 4 boyut çerçevesinde incelenebilirler.

4.1. Teknolojik Boyut

Daha verimli üretim, daha az atık, daha dü�ük maaliyeti te�vik etme; üretim sonrası meydana gelen kirlili�in sonradan temizlenmesi yerine kirlili�in olu�masını önceden tahmin etme ve önleme; ye�il ürünler ve teknolojiler üretme ve satma gibi görü�ler üzerinde durur. Cohen’e (1997: 109) göre sürdürülebilir dönü�ümü gerçekle�tirmenin anahtar ö�elerinden biri süper modernle�me kanalı yolu ile daha temiz teknoloji, daha verimli ve daha az do�al kaynak kullanan teknolojileri üretmek ve kullanımını yaygınla�tırmaktır.

Çevre kirliligini önleme konusunda teknolojik giri�imlerin önemine vurgu yapar.Teknolojiler iki grupta toplanabilir: güçlü ve zayıf teknolojiler. Güçlü teknolojiler ürünlerin yeniden tasarımı, alet ve üretim süreçlerindeki iyile�tirmeler, kaynak verimlili�i ve hammaddenin yerine geçecek ürünlerin geli�tirilmesini içerir. Kirlili�i önleyici ölçütler üretim maliyetini dü�ürdü�ünden, verimlili�i ve rekabiyetciligi artırdı�ından dolayı, sonuç olarak hem ekonomik hem çevresel kazanımlar sa�lar. Önleyici tedbirleri almak “kirlili�i önleme yarar sa�lar” sloganı ile simgele�tirilmistir (Hajer, 1995; Dryzek vd., 2003). Güçlü teknolojileri destekleyecek olan zayıf teknoloji örgütsel de�i�im, uzun vadede planlamalar, çevresel yönetim sistemleri, ye�il planlamalar, çevre sertifikaları ve yeni e�itim metodlarını kapsar.

Yeni teknolojiler konusunda çok iyimser ve ekolojik krizden çıkmanın tek yolu modernle�me olu�umlarının içine daha fazla girmek gerekir tezini savunur. Huber bunu hiper veya supermodernle�me olarak adlandırır (Mol, 1995: 42). Birçok sanayile�mi� uluslar 1980 ve 1990 larda ekolojik modernle�me modellerini uyarlamaya ba�lamı�lardır. Ekolojik modernle�me kirlilik önlemede “ihtiyat ilkesi” (precautionary prenciple) politikasını desteklemesine ra�men, tüketimin çevre üzerine etkisi konusunda çok bir �ey söylememektedir (Barry ve Doran, 2006).

4.2. Politik Boyut

1980’lerin sonuna do�ru ekolojik modernlesme teorisinin ikinci çe�idi ortaya çıkmaya ba�lamı�tır. Burada toplumları ekolojik modernle�meye götürecek olan olası gücün hükümet oldu�u görü�ü savunulur. 1970 ve 1980’lerdeki çevre politikaları çevreyi koruma konusunda ba�arısız olmu�tur. Geleneksel çevre politikaları çerçevesinde sıkı kontrol ve denetimler olmasına ra�men toplumlar asit ya�muru, ozon tabakasının delinmesi ve küresel ısınma gibi birçok çevresel problemler ile yüzyüze kalmı�tır (Hajer, 1995: 31).

475

Ekolojik modernle�me teorisi varolan çevre denetim mekanizmalarının (emir ve kontrol stratejileri) çok katı ve tepkisel oldugunu aynı zamanda teknolojik yeniliklerinin geli�imini engelledi�i görü�ünü savunur. Bu teoriyi savunanlara göre denetleyen kurulu�lar gerekli olmasına ra�men bu kurulu�lar iste�e ba�lı anla�malar veya piyasa çıkı�lı aletlerle düzeltilmeli ve tamamlanmalıdır. Çevre problemlerinin çözümüne yönelik firmaların yeni çözümler bulması ve geli�tirmesi yönünde te�vik edilmesi gerektigi görü�ünü vurgularlar (Gouldson ve Murphy, 1997; Mol, 2001). Hükümetlerin tepeden inme uygulamalar yerine katılımcı politika uygulamasına do�ru geçmesi gerektigi görü�ünü savunurlar (Christoff, 1996; Janicke, 1992). Hükümetlerin çevre organizasyonları ve özel sektör ile bir araya gelip i�birli�i yapması aradaki çatı�maları en aza indirgeyip bir uzla�maya varılmasını beraberinde getirir (Hajer, 1995). Ekolojik modernle�menin ancak hükümet ve özel sektörün uzla�macı bir �ekilde bir araya gelmesi ile mümkün olaca�ı fikri yaygındır (Kamienicki, 2006: 35). Avrupa ekolojik

modernle�mesinin en önemli anahtar özelli�inden biri hükümet, özel sektör ve çevre grupları arasında i�birli�inin olmasıdır.

4.3. SOSYAL BOYUT

Ekolojik modenlesmenin bu boyutu, sosyal hareketler ve tüketicilerin rolü üzerine odaklanmı�tır. Pazar üretiminin ye�ille�tirilmesi ve sosyal hareketlerin üretim sürecinde ekolojik rasyonaliteye do�ru de�i�imleri nasıl güdüleyecektir sorusu uzerinde durulmustur (Mol ve Sonnenfeld, 2001). 1990’ların ortalarında bu alandaki ara�tırmalar tüketim alı�kanlıklarına odaklanmı�lar; ve sosyal ve kültürel ko�ulların toplumu ekolojik modernle�meye do�ru götürecektir görü�ünü savunmu�lardır (Cohen, 2000; Spaargaren, 1997).

Genel anlamda çevre ile ilgili konularda artı� oldu�u ve bu artı� ile artan ye�il tüketim arasında bir ba� kurmu�lardır. E�er tüketiciler çevre problemleri hakkında bilinçli hale gelirlerse, bunlar çevreye zarar vermeyen ürünleri tüketecek ve bunların üretilmesini talep edeceklerdir. Ve satın almadaki tercihlerin de�i�imi firmaları daha temiz ürün ve uygulamaların geli�tirilmesi için te�vik edecektir (Dryzek, 1997; Spaargaren, 1997).

4.4. Ekonomik Boyut

Ekolojik modernle�me kurumsal dönü�ümlere odaklanıyor gibi görünmesine ra�men bu teori üretim ve tüketimin sürdürülebilir dönü�ümünün ba�arilabilecegi görü�ünü de savunmaktadır (Mol, 1995; Spaargaren, 1997).

Ekolojik modernle�menin bu boyutu, ekolojik alanın politik, ekonomik ve sosyo-ideolojik temel üç alandan giderek ba�ımsızla�tı�ı, özgürle�ti�i veya güç kazandı�ı görü�ü üzerine odakla�ır (Mol, 1994: 64). Yani çevre bu di�er alanlardan üzgürle�mis ve kendi alanını olu�turmaya ba�lamı�tır; bu ekolojik

476

modernle�medir. Ekolojik modernle�me hem sanayiye yönelik de�i�imler teorisi hem de politik bir programdır (Mol, 1995; Spaargaren ve Mol, 1992). Sanayile�meye yönelik teori olarak ekolojik modenle�me sanayile�mi� toplumların üretim süreçlerinin ekolojik gereksinimleri göz önüne alarak yeniden yapılanması ve yeni bir sanayi devrimine girdi�ine i�aret eder. Politik bir program olarak ekolojik modernle�me çevre problemlerinin çözümünü endüstrile�menin durdurulmasından ziyade süper endüstrile�me yolu ile ekoloji ve ekonominin uyumlu hale getirilmesinden geçtigi fikrini savurur (Spaargaren ve Mol, 1992). Yapısal düzenlemeler, makro düzlemde ekonomide geni� sektörel de�i�me yolu ile ve mikro düzlemde yeni ve temiz teknolojilerin bireysel firmalar tarafından kullanılması yolu ile de�i�melidir (Gouldson ve Murphy, 1997).

Sonuç olarak, ekolojik modernle�me teorisine göre, ne ekonomiler ne de geli�mi� kapitalist sistem politikaları çevresel kaygılar ile mutlaka çatı�ma içinde olacak diye bir �ey sozkonusu degildir. Sorumluluk sahibi halk kurumsal de�i�imlerin olu�masını garanti altına alacaklardır. Ekolojik modernlesmeyi savunan kuramcılar ve ara�tırmacılar icatların ve bilgi geli�tirmeyi kapsayan daha fazla moderle�menin çevresel problemleri ve karma�ık olan riskin yönetimini hafifletecektir görü�ünü savunurlar (Mol ve Sonnenfeld, 2000). Bu görü�e gore, e�er bazı ilkeler mesela ihtiyat ilkesi (the precautionary principle) planlama, ürün garantisi ve firmaların kontrolü gibi hükümet politika yapımı ve uygulanmasının içine in�aa adilerse günümüz ekonomik sistemleri bunları sürdürülebilir hale getirmek için de�i�tirilebilirler.

5. Ko�u Bandı Üretim Teorisi ve Ekolojik Modernle�me Arasindaki Ortak Özellikler ve Benzerlikler

�ki perspektif arasındaki ortak özellikler 3 noktada belirtilebilir (Mol ve Spaargaren, 2005: 93-94).

1) Her ikisinde de temel konular üretim ve tüketim süreçleri ve bu ekonomik faaliyetlerle ortaya çıkan çevre problemleridir. Her iki teoride çevrenin tanımını üretim ve tüketimin organizasyonu, materyal akım, fiziksel çevreye atık bırakımı ve fiziksel çevreden hammadde alımı çerçevesinde yaparlar.

2) Bu anlamda her iki perspektif de çevre problemlerini sadece sosyal kurgulamalar (social construction) ve hikaye olarak tanımlayan kurgulamacı (constructivist) yakla�ımlardan farklılık gösterirler. Her ikisi de çevre problemlerini tanımlamada sosyal boyutu görmezden gelmeden, güçlü kurgulamacı yakla�ımı ele�tirmede birle�irler ve hemfikirdirler.

3) Her iki teori de her türlü post-modernist çevre problemleri kavramla�tırması ve çözüm önerilerine karsı bir duru� sergilerler. Sürdürülebilirlik standardını daha iyi kar�ılayabilen alternatif yapı aramada her iki perspektif için odak noktası modernli�me kümesidir. Bunlar: bilim ve teknoloji, sanayi

477

örgütlenmesi, kapitalist üretim biçimi, modern de�er ve kültür sistemleri ve devlet sistemidir.

6. Ko�u Bandı Üretim Teorisi ve Ekolojik Modernle�me Arasindaki Farklılıklar

�ki perspektif arasındaki farklılıklar 5 temel noktayı içermektedir (Mol, 2002; Mol ve Spaargaren; Schnaiberg vd., 2002). Bunlar a�a�ıdaki sorularla ve açıklamalarla ifade edilebilir:

1) Bu iki teori de�i�imi nasıl tanımlarlar?

Ekolojik modernle�me çalı�maları “sosyal köktencilikten” ziyade “çevresel köktencilik” üzerine yo�unla�ır. Bunun anlamı sudur: ekolojik modernle�me theorisi de�i�imi de�erlendirirken birincil olarak çevresel reformlara olan katkılara odakla�ır ve bu de�i�ikliklerin çevre uzerindeki sonuçları üzerine odakla�mazlar. Bundan dolayı ekolojik modernle�menin ilk ba�ta gelen özelli�i bir çevresel sosyal teoridir. Neo-Marksist ko�u bandı üretim teorisi bilimcilerin birincil olarak kapitalist üretim ve tüketimin ko�u bandı karakteri dönü�ümünü içine alan sosyal de�i�imlerle ilgilenme e�ilimleri vardır. Neo-Marksistlere göre de�i�im önemli bir de�i�im olarak ancak e�er ko�u bandının temeli çürütülürse gerçek de�i�im olarak kabul edilir (Mol ve Spaargaren, 2005: 92).

Ekolojik modernle�me kuramcıları çevre reformuna yönelik bütün i�aretleri toplumların tam olarak sürdürülebilirlik do�rultusuna do�ru hareket ettikleri �eklinde yorumlarlar. Bazıları bu tür örnekleri modern toplumların sürdürülememezlik uygulamaları içinde çok önemsiz bir de�i�im olarak nitelendirirler ( Schnaiberg vd., 2002).

2) Ba�ımlı De�i�ken olarak neyi kabul ederler?

Bu iki perspektif ba�ımlı de�i�kene göre farklılık gösterir. Neo-Marksist ko�u bandı üretim teorisi “eksiksiz” sürdürülebilirlik ararken ekolojik modernle�me teorisi “göreli” çevresel ilerlemeler ve geli�meler üzerine odakla�ır (Mol ve Spaargaren, 2005: 92). Schnaiberg’in (1980) ko�u bandı üretimi ve O’Connor’in (1994) kapitalizmin ikinci çeli�kisi prensip olarak tüm ekonomiler içindeki bireysel örgütlenme veya endüstrilere yönelik de�il, bütün ekonomiye yönelik bir dü�üncedir.

3)1980 sonrası de�i�im nasıl yorumlanır?

Bu iki teori 1980’ lerin sonundan günümüze olan çevresel de�i�imleri de�erlendirmeye göre farklılık gösterirler. Ko�u bandı üretim teorisini destekleyenler bu süre içinde positif yönde hiç bir gerçek ve kalıcı çevresel de�i�me olmadı�ını gösterirler ve bunda ısrar ederler. Ekolojik modernle�me verilere dayanarak 1960’lar ve 1970’lerde ve 1980’lerden sonra bir de�i�iklik oldu�unu savunur. Bu de�i�iklik �udur: günümüzde birçok hataları ve sınırlı

478

ba�arıları olsa da bir çok toplumda, ozellikle Avrupa Birli�i üye toplumlarında çevresel kurumsalla�tırma soz konusudur. Mesela “çevre devleti” (state environmentalism) ortaya çıkmı�tır. Ekolojik modernle�me teorisine göre ko�ubandı üretim teorisi bu çevresel kurumsalla�mayı görmezlikten gelmektedir (Mol ve Spaargaren, 2005: 92-93).

4) De�i�imin do�ası nasıl olmalıdır?

Noe-Marxsist ko�u bandı üretim teorisi kapitalist üretimin (küresil) do�ası gere�i yıkıciıku�u bandı karakterini oldukça geli�mis ve detaylı teorik olarak analiz eder. Bunu çok iyi yapmasına ra�men bu teori somutta ne tür bir toplumsal sistem içinde ekolojik problemler çözülür sorusuna somut politikalar sunma konusunda kısır kalmaktadır (Mol ve Spaargaren, 2005: 93). Bu baglamda, ko�ubandı üretim teorisinin en büyük ele�tirisi günümüz kapitalist sisteme alternatif bir sistem sunmayı�ıdır. Normatif olarak alternatif sistemin çevresel sürdürülebilirlik için bütün ko�ulları sa�lamasi gerekmektedir. Fakat burada açık olmayan yönler sozkonusudur: örgütle�me prensipleri neler olur; ne tür özel mekanizmalar olmalı; kapitalist sistemde devlet ekosistem üzerindeki kontrolü nasıl sa�layacak? E�er kapitalizmden ba�ka bir sistem öneriliyorsa bu sistem nedir? Önerilen model merkezi planlama mı? E�er o de�ilse nedir? Alternatif sitem ne olacak sorusu ko�ubandı üretim teorisi tarafından kara kutu olarak bırakılmı�tır (Wright, 2004: 320–321). Bunun tersine ekolojik modernle�me teorisi temel kurumlarda ve sosyal uygulamalarda meydana gelen de�i�imleri analiz ederek bunlar do�rultusunda yukarıda da belirtildigi gibi gelecekteki de�i�ime ve çevre reformlarına yönelik somut politiklar sunmaktadır.

5) Ne tür çevre problemleri üzerine odakla�ırlar?

Ko�ubandı üretim teorisi iklim de�i�imi, bio-çesitlilik, do�ak kaynak tüketimi ve buna benzer çevre konuları üzerinde de�erlendirme yaparlar ve görü�lerini belirtirler. Bunun tersine, yer üstü su kirlenmesi, atık, local ve bölgesel hava kirlili�i ve gürültü gibi çevre problemleri ekolojik modernle�menin konusu olmu�tur (Mol ve Spaargaren, 2005: 92–93). Ekolojik modenle�me ve ko�u bandı üretim teorisi arasındaki fark ekolojik modenle�me teorisi tüketim alanını göz önüne almamı�tır. Bunun yerine endüstriyel üretim alanına odaklanmı�tır. Ko�u bandı üretim teorisi do�al kaynakların tüketimine (do�adan kaynak çekme) odakla�ırken, ekolojik modernle�me çalı�maları çevreye yapılan kirlili�e konsantre olmu�tur (Carolan, 2004).

7. Ko�u Bandı Üretim Teorisi ve Ekolojik Modernle�me Teorilerini Test Etmeye Yönelik Ampirik Çalı�malar ve Ana Tartı�malar

1980’lerden 2008’lere kadar ko�u bandı üretim teorisi birçok ara�tırmalarla de�erlendirilmi�tir. Bu ara�tırmalardan bazıları �unlardır: Büyük Göl su kirlili�i (Gould, 1991, 1992, 1994), zehirli atıkların kontrolüne yönelik lokal halkın örgütlenmesi (Gould vd., 1996), Amerika Birle�ik Devletleri’nde

479

tüketicilerin geri dönü�üm çabalarının artması (Weinberg vd, 2000), eko-turizm (Gould, 1999), Küresel Güney’de lokal alternatif teknoloji giri�imleri (Schnaiberg ve Gould, 2000), elektrik endüstrisi ve atık arıtımında çevresel adaletsizlikler (Pellow, 2002; Pellow ve Park, 2002), Türkiye’de altın madencili�i geli�imi (Konak, 2008).

Her bir çalı�manın ara�tırma sorusu farklı olmasına ra�men, genel anlamda hepsinin birle�ti�i ortak payda son zamanlarda geli�en sosyal ve çevre reformların ne kadar sosyal olarak ilerlemeci ve ekolojik olarak sürdürülebilir üretime yakla�tırdı�ıdır. Çalı�maların ortak bulgusu ko�u bandı üretim yapısı ve olu�umlarının her alanda halen ne kadar güçlü oldu�udur.

Literatürde temel konu ve tartı�maların ana kayna�ını olu�turan sorular �unlardır: Ekolojik modernlesme teorisinin temel varsayım ve savları teorik olarak tutarlı ve ampirik olarak ne karar geçerlidir? Geni� çapta modernle�en toplumlar çevre problemlerine toplumda radikal yapısal de�i�im olmadan çözüm sa�layabilirler mi?

Ekolojik modernlesme teorisinin temel vaatlerinden biri son zamanlardaki modernle�me süreçlerinin ekolojik sürdürülebilirli�i ilerletmeye yönelik kurumsal yapıları üretebilir savıdır. Bu iddeanın mantı�ı nedir? Ne denmek isteniyor? Son zamanlardaki modernle�me kurumları çevresel problemlerin sonucu olarak de�i�iyorlar mı? Son zamanlardaki modernle�me içinde olu�an kurumsal de�i�iklikler çevre problemlerinin çözümüne ve sürdürülebilirli�e yardımcı olurlar sorusumu? (York ve Rosa, 2003: 275).

E�er ekolojik modernle�me teorisi ilk görü�ü savunuyor ise sürdürülebilirlik ve ekolojik kriz hakkında çok az söyleyebilir. Sadece toplumların çevre problemleri kar�ısında kurumsal yapılar ile ne �ekilde tepkide bulundu�undan bahsedebilir. E�er ekolojik modernlesme ikinci görü�ü savunuyor ise—yapısal modernle�me gerçekte çevre problemlerinin azaltılmasına yardımcı olur ve sürdürülebilir topluma geçi�e katkıda bulunur—ekolojik modernle�me teorisinin kurumların yapısında meydana gelen de�i�imleri incelemenin ötesine geçip modernle�meden kaynaklanan pozitif çevre çıktılarını gözler önüne sermesi gerekir (York ve Rosa, 2003: 275).

1970’lerden günümüze devletler çevre yönetimi ile ilgili daha fazla sorumluluk almı�lardır (Frank vd., 2000). Devletler çevre konularında politikalar geli�tirmi� ve anla�malar imzalamı�lardır. Fakat bu “devlet çevrecili�i” (state environmentalism) sürdürülebilirli�e ne kadar bir adım atmadır?

Ekolojik modernlesme teorisi içinde bazı önemli çalı�malar modernle�me olu�umlarının çevre üzerindeki pozitif etkilerini göstermek için “olay” çalı�masına (case study) dayanmı�tır. Bu tür çalı�malar belirli bir ekonomik sektörde neler oldu�unu detaylı bir �ekilde anlatmak için çok yararlıdırlar. Fakat bu tür çalı�malar sonucunda elde edilen bulgulardan

480

modernle�menin çevre sürdürülebilirli�i üzerine etkileri positiftir genellemesine gidilmemelidir. Belirli bir ülke veya bölgede bir endüstrideki çevresel iyile�tirmelere yönelik yapılan düzenlemelerden (Mol, 1995; Sonnenfeld, 1998) modernle�me çevre için iyidir çıkarımını yapmak son derece sakıncalıdır. Modernle�me çevre için iyimidir kötümüdür sorusu yeterince bir çok “olay” çalı�malarının analiz edilmesi ile uygun bir �ekilde cevaplanabilir (York ve Rosa, 2003).

Bir çok ara�tırmacı makro düzeyde ülke istatiklerini kullanarak ekolojik modernle�menin savlarını test etme yoluna gitmi�lerdir. Bazı çalı�malar, devlet çevrecili�inin (çevre anla�maları ile ölçülmü�tür) ulusal çevre üzerinde harhangi bir etkisi olmadı�ını göstermi�tir. Burada ulusal çevre kaynak tüketimi ve atık üretiminden olu�an bile�ik ekolojik ayak izi (composite of footprint) ile ölçülmü�tür. (York vd., 2003). Yapılan nicel ara�tırmalaranın sonucları“politik modernle�menin” (politik özgürlük ve insan hakları) çevre üzerine etkisi olmadı�ını göstermi�tir (York, vd., 2003). Ek olarak, ekolojik modernlesme teorisinin beklentilerinin tersine, çevresel etkiler analizinde en fazla modernle�en ülkelerin (ki�i basına dü�en milli gelir, �ehirle�me ve ekonomik yapı) en yüksek çevre etkilerine sahip oldu�unu bulmu�lardır (Rosa ve York, 2002; Rosa vd., 2001; Shi, 2003).

Yine di�er bazı çalı�malar bu bulguları desteklemi�tir. 154 ülke için, çevre anla�maları dizini ve ülke ba�ına dü�en karbon dioksit gazı üretimi pozitiftir. Bu anla�ma dizini 1999’a kadar 22 tane uluslararası çevre anla�malarından olu�maktadır. Bu bulgunun anlamı sudur: uluslararası çevre anla�malarını en fazla destekleyen uluslar, en fazla küresel çevre etkisine sahiptir (Robertz ve Vasquez, 2002). Bu ara�tırma bulguları ekolojik modernle�me teorisinin savundugu fikirleri çürütmektedir. Yani bu bulgular modernitenin kurulu�ları çevre problemlerini çözer savını desteklememektedir.

Ayni �ekilde 5 modern ekonominin (Avusturya, Almanya, Japonya, Amerika Birle�ik Devletleri ve Hollanda) 1975 ve 1996 arası dönemde kaynak kullanımı yo�unlu�u analizinde bu ülkelerin hiç birinde tam bir kaynak kullanımı azalması olmadı�ı bulunmu�tur.

Schnaiberg ve Gould (1994) benzer dü�ünceyi savunmu�lardır. Ekonomik politika analizinde kar etme nedeninden dolayı üreticiler hiç durmadan üretimin büyümesi güdüsüne sahiptirler. Bu sistemin mantı�ında, ko�u bandı üretimi, verimlilikteki kazanımlar her bir üretim ba�ına dü�en masrafı azalttı�ından dolayı daha fazla kar etmeyi sa�lar. Elde edilen kar tipik olarak daha fazla kar elde etmek için büyüyen üretime yatırım yapılır. Böyle bir sistemde verimlilik üretimin büyümesine dolayısı ile daha fazla kaynak tüketimine neden olur.

Geli�mi�lik derecesi yüksek olan ülkelerin di�er ülkerle kıyaslandı�ında kaynak kullanımında daha fazla verimlilik e�ilimi vardır, fakat bu geli�mi�

481

ülkelerin en fazla kaynak kullanan ve en fazla çevresel etki yapma e�ilimi vardır (York vd., 2003). Bu ara�tırma bulguları ekolojik modernlesme teorisinin savlarını önemli bir �ekilde çürütmektedir. Modernle�mi� ülkelerde üretim ba�ına dü�en kaynak ve enerji tüketimi azalmasına ra�men, toplam kaynak ve enerji tüketimi tipik olarak artmı�tır.

Sermaye üretim sonucunda meydana gelen çevre kirlili�i yaratan metodları azaltmaya istekli görünüyor olsada üretime yönelik ( özellikle kar marjinlerini azaltmaya yönelik kısıtlamalar) kısıtlamalara kar�ı gelmek için ellerinden gelen her �eyi yapar. Amerika Birle�ik Devletler’inde su ve hava kirlili�ini önlemeye yönelik anla�malar sa�lanmı�tır. Ancak tarım, madencilik ve kerestecilikden dolayı ekolojik tahribat 1980’lerden günümüze hem Amerika Birle�ik Devletleri’nde hem de Amerika Birlesik Devletleri yatırımcılarının yatırım yaptı�ı ülkelerde artmı�tır. Tehlikeli kimyasal atıkların ihraç edilmesi ve kirlilik yaratan teknolojilerin ba�ka ülkelere ta�ınması yolu ile küresel Güney ülkelerinde i�yerlerinde sa�lık problemleri ve ekolojik tahribatlar yaratırken Amerika Birle�ik Devletleri’nde bazı çevre göstergelerinde iyile�meler oldu�u gözlenmi�tir (Clapp, 2001; Daykin vr Doyal, 1999). Bu iyile�melerin daha fazla temiz teknolojilerin üretimi ve kullanımı sonucunda meydana geldi�i çıkarımı yapılmı�tır.

Küresel Güney ülkelerinde çevre tahribatları 1992 de Rio De Janeiro da Birle�mi� Milletler tarafından gerçekle�tirilen Çevre ve Geli�me konulu konferanstan bu yana artmaktadır. Bunun bir sebebi bu ülkelerdeki nüfus artı�ından kaynaklanıyor olsa bile (Rudel, 1993), ço�unlu�u sürekli artmakta olan tarım, madencilik ve orman ürünlerine olan yatırımlarının sonucundaki ekonomik üretimden kaynaklanmaktadır (Rudel, 1993; Sonnenfeld, 2000). Endustriel üretimin (petrol ve rafineri) artması çevre kirlili�ini de artırmı�tır. Petrol madencili�i sonucunda do�al kaynaklar azalmakta ve enerji üretim santrallerinin yarattı�ı kirlilik hem Amerika Birle�ik Devletlerin de hem de di�er endüstrile�mi� ülkelerde artmı�tır.

Bir ülke içinde ekonomik sektörler arası olan kar akı�ı gibi ülkeler arası kar akı�ı da söz konusudur. Bu ülkelerarası kar akı�ı yolu ile bir ülke kendi sınırları içinde do�al kaynakları ithal ve atıkları da ihraç ederek kendisinin çevre etkisini azaltabilir. Sonuç olarak, çevre durumunun bir ülkede iyile�ti�ini gösteriyor olmak sürdürülebilirli�e do�ru bir geli�im oldu�unu kanıtlamaya yetmez.

Bunker (1996) ekonomilerin kaynak yo�unlu�undaki tarihsel de�i�iklikler adlı ara�tırmasında ekonomiler geli�irken kaynak kullanımında daha verimli hale gelmi�lerdir, fakat üretimdeki büyüme verimlilikten elde edilen tasarrufu geçmi�tir.

Sonuc olarak, ekolojik modernle�me teorisinin savundu�u gibi, çevrenin ekonomik alandan özgürle�ti�ine dair inandırıcı veriler yoktur. Karar

482

alma kriterlerinde halkın çevre korunmasını çok güçlü bir �ekilde desteklemesine ra�men market kriterleri halen egemen haldedir. Ekolojik çıkarın yönetim mantı�ının içine nüfuz etti�i söylenemez.

Sonuç

“Zayıf” ekolojik modernization (Christoff, 1996), bu teorinin egemen olan türü, tekno-ekonomik geli�me ve sürdürülebilirlik arasında do�al olarak var olan çeli�kilere yönelik konulara de�inmedi�i ve çevresel problemlere en iyi çözümün tekno-bilimsel çözümler oldu�u görü�ünü savundu�u için çe�itli ele�tiriler almı�tır. Ko�u bandı üretim teorisinin belirtti�i gibi modernitenin çevre problemlerinin sadece üretimle ilgili konulara odaklanarak çözülmesi imkansızdır. Di�er birçok �eyin yanında, a�ırı tüketim denklemin önemli bir parçasıdır. Ekolojik modernle�me teorisi bunu görmezlikten geldi�i veya önemsemedigi sürece daha bir çok ele�tiri almaya maruz kalacaktır. Teknolojik geli�imin kapitalist sistemin do�ası gere�i özünde var olan ve çevresel sürdürülebilirli�e ket vuran çeli�ki ve yaptırımlarının üstesinden gelece�i ku�kuludur (Foster, 2000, 2002).

Ekolojik modernle�me teorisi sosyal e�itlik ve adalet konuları üzerinde durmamı�tır. Ekolojik modernle�me teorisi birbiri ile ortaklık olu�turan toplumun çe�itli sektörleri ve organizasyonları arasında ve içinde var olan güç farklılı�ı hakkında bir �ey söylememi�tir. Her ne kadar reformlar yapılsa da ko�ubandı üretimi kaçınılmaz olarak kapitalist toplumu sürdürülemez hale getiren güçleri yo�unla�tırır fikrini kabul etmez (Gould vd., 2004).

Her ne kadar köklü de�isimleri elde etmek zor olsada ve uzun zaman alsada, ko�u bandı üretim teorisini destekleyenler ekolojik sürdürülebilirli�in ne �ekilde sa�lanabilece�ine yonelik politiklarını açık bir �ekilde ortaya koyması gerekmektedir. Aksi taktirde bu konuda elestiriler almaya devam etmeleri kaçınılmazdır.

Kaynakca

Barry, J. (2003), “Ecological Modernisation”, J. Dryzek ve D. Schlosberg ( Eds.),

Debating the Earth, New York, Oxford University Press, s. 303–321.

Barry, J. ve Doran, P., (2006), “Regaining Green Political Economy: From Ecological

Modernisation to Economic Security and Suficiency”, Analyse and Kritik, Vol. 28 No: 2, s. 250– 275.

Bunker, S. G. (1996), “Raw Material and the Global Economy: Oversights and Distortions in Industrial Ecology”, Society and Natural Resources, Vol. 9, s. 419-429.

483

Buttel, F. H. (2000), “Ecological Modernization as Social Theory”, Geoforum, Vol. 31, No: 1, s. 57-65.

Carolan, M. S. (2004), “Ecological Modernisation Theory: What about Consumption?”, Society and Natural Resources, Vol.17, No: 3, s. 247–60.

Christoff, P. (1996), “Ecological Modernization, Ecological Modernities”, Environmental Politics, Vol. 5, No: 3, s. 476–500.

Clapp, J. (2001), Toxic Exports: The Transfer of Hazardous Wastes from Rich to Poor Countries, Ithaca, NY, Cornell University Press.

Cohen, M. (1997), “Risk Society and Ecological Modernisation: Alternative Visions for Postindustrial Nations”, Futures, Vol. 29, No: 2, s.105-119.

Cohen, M. J. (2000), “Sustainable Development and Ecological Modernisation: National Capacity for Rigorous Reform”, D. Requier-Desjardins, C. Spash ve J. Van der Straaten (Eds.), Environmental Policy and Societal Aims, Dordrecht, Kluwer.

Daykin, N. ve Doyal, L. (Eds.), (1999), Health and Work: Critical Perspectives, New York, St. Martin’s.

Dryzek, J. S. (1997), The Politics of the Earth: Environmental Discourses, Oxford and New York, Oxford University Press.

Dryzek, J. S., Downes, D., Hunold, C., Schlosberg, D. ve Hernes, H.-K. (2003), Green States and Social Movements: Environmentalism in the United States, United Kingdom, Germany and Norway, Oxford: Oxford University Press.

Foster, J. B. (2000), “Capitalism’s Environmental Crisis – is Technology the Answer?”, Monthly Review, Vol. 52, No:7, s. 1–13.

Foster, J. B. (2002), “Capitalism and Ecology: the Nature of the Contradiction”, Monthly Review, Vol. 54, No: 4, s. 6–16.

Frank, D. J., Hironaka, A., ve Schofer, E. (2000), “The Nation-State and the Natural Environment over the Twentieth Century”, American Sociological Review, Vol. 65, No: 1, s. 96-116.

Gould, K. A. (1991), “The Sweet Smell of Money: Economic Dependency and Local Environmental Political Mobilization”, Society and Natural Resources: An International Journal, Vol. 4, No: 2, s.133-150.

Gould, K. A. (1992), “Putting the [W]R.A.P.s on Public Participation: Remedial Action Planning and Working-Class Power in the Great Lakes”, Sociological Practice Review, Vol. 3, No:3, s.133-139.

484

Gould, K. A. (1994), “Legitimacy and Growth in the Balance: The Role of the State in Environmental Remediation”, Industrial and Environmental Crisis Quarterly, Vol. 8, s. 237-256.

Gould, K. A. (1999), “Tactical Tourism: Acomparative Analysis of Rainforest Tourism in Ecuador and Belize”, Organization & Environment, Vol.12, No: 3, s. 245-262.

Gould, Kenneth A. Pellow, David N ve Schnaiberg, A. (2004), “Interrogating the Treadmill of Production: Everything You Wanted to Know about the Treadmill but Were Afraid to Ask”, Organization Environment, Vol. 17, s. 296-210.

Gould, K. A., Schnaiberg, A., ve Weinberg, A. S. (1996), Local Environmental Struggles: Citizen Activism in the Treadmill of Production, NewYork, Cambridge University Press.

Gouldson, A. ve Murphy, J. (1997, “Ecological Modernisation: Restructuring Industrial Economies’, M. Jacobs (Ed.), Greening the Millennium? The New Politics of the Environment, Oxford, Blackwell, s. 74–86.

Hajer, M. A. (1995), The Politics of Environmental Discourse: Ecological Modernization and the Policy Process, Oxford, Claredon Press.

Huber, J. (1982), Die Verlorende Unschuld der O¨ Kologie: Neue Technologien und Superindustrielle Entwickung, Frankfurt am Main, Fisher Verlag.

Janicke, M. (1992), “Conditions for Environmental Policy Success: An International Comparison”, The Environmentalist, Vol. 12, No: 1, s. 47–58.

Janicke, M (1985), Preventive Environmental Policy as Ecological Modernisation and Structural Policy, Berlin, Wissenschaftszentrum.

Kamieniecki, S. (2006), Corporate America and Environmental Policy: How often Does Business Get in the Way?, Stanford, Stanford University Press. Konak, N. 2008.

Mol, A. (1994), “Ecological Modernisation of Industrial Society: Three Strategic Elements”, International Social Science Journal, Vol. 121, s. 347-361.

Mol, A. P. J. (1995), The Refinement of Production: Ecological Modernization Theory and the Chemical Industry, Utrecht, Van Arkel.

Mol, A. P. J. (1996), “Ecological Modernisation and Institutional Reflexivity”, Environmental Politics, Vol. 5, s. 302-323.

485

Mol, A. P. J. (2001), Globalization and Environmental Reform: The Ecological Modernization of the Global Economy, Cambridge, MA, MIT Press.

Mol, A. P. J. (2002), “Ecological Modernization and the Global Economy”, Global Environmental Politics, Vol. 2, No: 2, s. 92-115.

Mol, A. P. J., ve Sonnenfeld, D. A. (2000), “Ecological Modernization around the World: An Introduction. A. P. J. Mol ve D. A. Sonnenfeld (Eds.), Ecological Modernization around the World: Perspectives and Critical Debates, London: Frank Cass, s. 3-14.

Mol, A ve Spaargaren, G. (1993), “Environment, Modernity and the Risk-Society: the Apocalyptic Horizon of Environmental Reform”, International Sociology, Vol. 8, No: 4, s. 431-459.

Mol, A. P. J., ve Spaargaren, G. (2000), “Ecological Modernization Theory in Debate: A Review”, A. P. J. Mol D.ve A. Sonnenfeld (Eds.), Ecological Modernization around the World, London/Portland, OR: Frank Cass, s. 17-49.

Mol, Arthur P. J. ve Gert Spaargaren, G. (2005), “From Additions and Withdrawals to Environmental Flows: Reframing Debates in the Environmental Social Sciences”, Organization Environment, Vol. 18, No: 1, s. 91-107.

O’Connor, J. (1994), “Is Ssustainable Capitalism Possible? M O’Connor (Ed.), Is Capitalism Sustainable? Political Economy and the Politics of Ecology, New York, Guilford Press, s. 152- 175.

Pellow, D. N. (2002), Garbage Wars: The Struggle for Environmental Justice in Chicago, Cambridge, MA, MIT Press.

Pellow, D. N., ve Park, L. S. (2002), The Silicon Valley of Dreams: Environmental Injustie Immigrant Workers, and the High-Tech Global Economy, New York, New York University Press.

Roberts, J. T.,ve Vásquez, A. A. (2002), “State Environmentalism Revisited: Structural Predictors of Nations’ Propensity to Sign Environmental Treaties or Who Signs Environmental Treaties and Why? A World-System Analysis”, Paper presented at International Studies Association conference, March, New Orleans, LA.

Rosa, E. A., ve York, R. (2002), “Internal and External Sources of Environmental Impacts: Acomparative Analysis of the EUwith other Nation Groupings”, Paper presented at the European Union in International Affairs Conference, sponsored by the National European Centre, at the Australian National University, July Canberra, Australia.

486

Rosa, E. A., York, R., ve Dietz, T. (2001), “Modernization and the Environment: Modeling the Impacts of Economic Development”, Paper presented at the International Sociological Association RC-24 “New Natures, New Cultures, New Technologies”

Conference, Cambridge University, July, Cambridge, England.

Rudel, T. K. (1993), Tropical Deforestation: Small Farmers and Land Clearing in the Ecuadorian Amazon, New York, Colombia University Press.

Schnaiberg, A. (1980), The Environment: From Surplus to Scarcity, New York, Oxford University Press.

Schnaiberg, A., & Gould, K. A. (1994), Environment and Society: The Enduring Conflict, New York, Cambridge University Press.

Schnaiberg, A., & Gould, K. A. (2000), Environment and Society: The Enduring Conflict, West Caldwell, NJ, Blackburn Press.

Schnaiberg, A.Weinberg, A. S., ve Pellow, D. N. (2002), “The Treadmill of Production and the Environmental State”, A. P. J. Mol ve F. H. Buttel (Eds.), The Environmental State under Pressure, London: JAI/Elsevier, s. 15-32.

Shi, A. (2003), “The Impact of Population Pressure on Global Carbon Dioxide Emissions, 1975- 1996: Evidence from Pooled Cross-Country Data”, Ecological Economics, Vol. 44, s. 29-42.

Sonnenfeld, D. A. (1998), From Brown to Green? Late Industrialization, Social Conflict, and Adoption of Environmental Technologies in Thailand’s Pulp Industry. Organization Environment, Vol. 11, No: 1, 59-87.

Spaargaren, G. (1997), The Ecological Modernization of Production and Consumption: Essays in Environmental Sociology, Wagegeningen, s.n.

Spaargaren, G. (2000), “Ecological Modernization Theory and Domestic Consumption”, Journal of Environmental Policy & Planning, Vol. 2, s. 323-335.

Spaargaren, G., ve Mol, A. P. J. (1992), “Sociology, Environment, and Modernity: Ecological Modernisation as a Theory of Social Change”, Society and Natural Resources, Vol. 5, No: 4, s. 323- 344.

Weinberg, A. S. (1997), “Power and Public Policy: Community Right-to-Know and the

Empowerment of People, Places, and Producers”, Humanity and Society, Vol. 21, No: 3, s. 241-256.

487

Weinberg, A. S., Pellow, D. N., ve Schnaiberg, A. (2000), Urban Recycling and the Search for Sustainable Community Development, Princeton, NJ, Princeton University Press.

Wright, E. O. (2004), “Interrogating the Treadmill of Production: Some Questions I Still Want to Know about and Am Not Afraid to Ask”, Organization Environment Vol. 17 No. 3, s. 317-322.

York, R. ve Rosa, E. A. (2003), “Key Challenges to Ecological Modernization Theory: Institutional Efficacy, Case Study Evidence, Units of Analysis, and the Pace of Eco-Efficiency”, Organization & Environment, Vol. 16, No. 3, s. 273–88.

York, R., Rosa, E. A., ve Dietz, T. (2003), “Footprints on the Earth: The Environmental Consequences of Modernity”, American Sociological Review, Vol. 68, No: 2, s. 279-300.

488

489

HALKLA �L��K�LER AÇISINDAN BELED�YELER�N KAMU BEKLENT�LER�N� Ö�RENME YÖNTEMLER�

M. Nejat ÖZÜPEK*

ÖZET

Yerel yönetimlerde çalı�maların ba�arılı olması, büyük ölçüde yönetimin halkın beklentilerini ö�renerek buna uygun �ekilde hizmet vermesi ile ba�lantılıdır. Çevrede olup bitenleri göremeyen, yönetilenlerin isteklerinden haberdar olmayan yönetimler, çözüme ula�amayan sorunlarla u�ra�maya mahkûmdur. “Haberdar de�ilsen yönetemezsin” deyi�i de halkın beklentilerini ö�renmenin, ba�ka bir deyi�le tanımanın önemine vurgu yapmaktadır. Bu duruma dü�memek için kullanılabilecek çok sayıda yöntem bulunmaktadır. Bunlardan birisi de halkla ili�kilerdir.

Halkla ili�kiler iki yönlü bir etkinliktir. Bunun bir yönü yönetimden halka do�ru olan “tanıtma”, di�eri de halktan yönetime do�ru olan “tanıma”dır. Halkla ili�kiler kavramı içerisinde toplumun yapılan çalı�malar hakkındaki fikirlerini ö�renme iste�i bulunmaktadır. Tanıma çalı�malarında kullanılan yöntemler arasında kamusal anketler, yönetici ile halkın yüz yüze görü�mesi ve halkın kurum tarafından sa�lanacak çe�itli yollarla kuruma ula�abilmesi sayılabilir.2006 yılında Türkiye’deki büyük�ehir, merkez il ve ilçe belediyeleri üzerinde anket yoluyla yaptı�ımız bu çalı�manın sonuçlarına göre, belediyeler çe�itli yo�unluk ve etkinlik derecelerinde olmakla birlikte bu yöntemleri kullanmaktadırlar. Ara�tırmamız durumu betimleme amacı ta�ımaktadır.

PUBLIC RELATIONS AND THE LEARNING METHODS OF PUBLIC EXPECTATION IN MUNICIPALITIES

ABSTRACT

The success of the works in public management especially in local management is connected on the service of the management who should take care of the expectation of the public. The management who doesn’t see what happens around him and who isn’t informed about the wishes of their workers are forced to with problems which can’t solved. “If you aren’t informed then you cannot manage” this sentence emphasizes to the expectation of the public and to the importance of recognition. There are a lot of methods which can use in this situation. One of them is public relations.

Public relations is an activity that has two sides. One of them is presentation from management to public the other is recognition from public management to public to management.In public relations concept is to get the opinion of public. The methods of recognition in public survey, face to face speaking between manager and public.

490

The public survey we did in 2006 in Turkey about the control districts and the central provinces gives us the results of that the municipalities in our countries uses different activity and density methods.Some methods are used by different municipalities it depends of the kind of municipality are desirous to know the expectation of the public in other word they want to know recognition.

G�R��

Halkla ili�kiler ça�ımıza özgü bir uygulamadır. Günümüzde kurulu�lar, hizmetlerini yerine getirirken halkın deste�ini almak ve onun istekleri do�rultusunda hizmetlerine yön vermek zorundadır. Bu açıdan baktı�ımızda, belediyelerin halkla ili�kiler çalı�malarına önem vermek zorundadır. Halkın ihtiyaçlarını giderme yükümlülü�ü bulunan belediyelerin, halkın istek ve ihtiyaçlarını anlayabilmek için halkla sürekli bir ileti�im içinde olması gerekmektedir. Bu da belediyelerin etkin halkla ili�kiler çalı�maları yapmasını mecburi kılmaktadır.

Halkla ili�kiler iki yönlü bir süreçtir. Bir yandan yönetimin yaptı�ı çalı�maları ve yapısını halka anlatmasını içeren “tanıtma”, di�er yandan halkın istek ve ihtiyaçlarını ö�renmesini içeren “tanıma”. Konumuz açısından bunlardan “tanıma” yönü üzerinde duraca�ız.

1. Tanıma

Yüzyılımızda halkla ili�kilerin en önemli ve can alıcı uygulaması, halkın tepkilerini ö�renerek yönetimin kendine yol çizmesine yardımcı olabilmesidir. Çevrede olup biteni izleyemeyen ve bununla ilgili bilgileri elde edip sa�lıklı bir düzen kuramayan yönetim biçimleri, sorunlar içinde sürekli bocalarlar. Kamu yönetiminin çevreye sa�ır olması, önemli sakıncalar do�urur.

Halkla ili�kiler uygulamasında çalı�maların bir bölümü çevreye dönük iken bir bölümü de yönetimin karar almada bilgi eksikli�ini gidermek, çevreyi tanımak, halkla kimi konularda sorumlulu�u bölü�mek, de�i�en ko�ulları ve onlarla ili�kili halk isteklerini ö�renmekle ilgilidir. Tanıma derken bu amaçlar ve bunlarla ilgili uygulamalar anla�ılmalıdır (Kazancı, 1999:113-115).

Halkla ili�kiler uygulamasında dikkati çeken bu iki yönlülük, temelde yönetimin halkın istek ve yakınmalarını ö�renmek amacıyla giri�ti�i çalı�malarla sa�lanır. Ba�ka bir deyi�le, halkla ili�kilerde feed-back; tanıtma evresinde, halka dönük mesajlardan ba�ka ve onlardan ayrı olarak “kendine özgü” diyebilece�imiz yollarla elde edilmeye çalı�ılır. Tanıma i�levi ve ona ba�lı çalı�malar için yönetilenle etkile�mede ikincil niteli�i olan de�il, aksine vazgeçilmez, zorunlu bir çalı�ma biçimidir demek mümkündür. Hatta yönetimin yalnız tanıma i�levinin gereklerini yerine getirmek için halkla ili�kiler uygulamasına yöneldi�i rahatlıkla söylenebilir. (Kazancı, 1999:116).

491

2. Belediyelerde Tanıma Çalı�maları ve Önemi

Belediyelerdeki halkla ili�kiler mekanizması, belediye hizmetlerinin sunulmasında ve bunların de�erlendirilebilmesinde feed-back mekanizmalarının i�letilmesi, hizmet sunumundaki isabetlili�i artırmaktadır (Yıldırım, 1994:23). Bir belediye, belde halkını tanımak, onun beklentilerini ö�renmek ve bu beklentilere yönelik hizmet vermek zorundadır. Belde halkını tanımak, belediyenin halk ile bütünle�mesine yardımcı olurken, ba�arılı bir halkla ili�kiler çalı�ması olu�turması açısından da gereklidir (Yatkın, 2006:371).

Halkın belediyesini olu�turabilmek için, her �eyin ba�ında halkın belediye hakkındaki görü� ve tutumlarının sa�lıklı biçimde belirlenmesi önem arzetmektedir. Halkın belediyesi ya da halk yararına dönük do�ru belediyecilik anlayı�ı çerçevesinde gerçekle�tirilmeye çalı�ılan hedeflere ili�kin olarak, belediye tarafından nelerin ba�arılabildi�i, nelerin yapılamamı� oldu�u, halkın ne dü�ündü�ünün sa�lıklı bir biçimde saptanması büyük önem ta�ıyacaktır. Ancak bu saptamalar aracılı�ı ile belediye karar ve yürütme organları, hizmet politikalarını geli�tirme ve uygulamalardaki do�ru ve yanlı�ları anlama olana�ına kavu�acaklardır. Daha da önemlisi, halkın görü� ve tavır alı�larını ö�renmi� olacaklardır (Yalçında�, 1996:101). Bu ba�lamda tanıma çalı�malarını bir yol haritası olarak da adlandırmamız mümkündür. Yapılacak çalı�malar sonucunda kurum; halkın ihtiyaçlarını, isteklerini ve �ikâyetlerini ö�renecek, faaliyetlerini bunlara dönük olarak sürdürme imkânını yakalayabilecektir. Ba�ka bir deyi�le kurum (belediye), tanıma çalı�malarını layıkıyla yerine getirebildi�i takdirde yapması gereken i�leri net olarak görecek ve planlayabilecektir.

Halkın belediye hizmetleri konusundaki fikir ve dü�üncelerini anlama çabası, onların ihtiyaçlarının belirlenmesine yönelik halkla ili�kiler etkinlikleri, belediye yönetimi tarafından yerele aktarılacak mesajların daha sa�lıklı olmasına imkân tanıyacaktır. Bu verilerin elde edilmesiyle belediye yönetiminin yönetsel i�leyi�ine, yani örgütsel içyapılarına dönük bazı yeni düzenlemelere gitmesi ihtiyacı ortaya çıkabilir . Bu, aynı zamanda belediye yönetimi ile yerel halk arasındaki ili�kinin ve etkile�imin sa�lıklı kılınmasının yanında, onları psikolojik açıdan da birbirlerine yakla�tıracaktır (Öner, 2001:104). Bu sebeple, tanımaya yönelik çalı�malar, belediyeler gibi halka do�rudan hizmet götürmekle yükümlü kurulu�lar için hayati önem ta�ımaktadır.

Halkı tanımaya yönelik yol ve yöntemler aracılı�ı ile elde edilmeye çalı�ılacak bilgileri �öyle sıralayabiliriz (Yalçında�, 1996:103):

- Halkın temel ye�lemeleri ve öncelikleri

- Kentin tümünün ya da bir kesiminin aileleri ya da kendileri için istedikleri, bekledikleri ve gereksinimleri olan hizmetleri

492

- Belediyenin sa�ladı�ı hizmetler ve olanaklar hakkında halkın sahip oldu�u bilgiler ya da bu konulardaki bilgisizli�i

- Belediyenin yürüttü�ü hizmetin kalitesi hakkında halkın görü�leri

- Belediye hizmetlerinin tüketicisi olarak halkın olumlu ya da olumsuz deneyimleri

- Belediye hizmetlerinin halka sa�ladı�ı yararlar ya da yarattı�ı sorunlar

- Belediyenin halk gözünde olu�turdu�u imajı

- Halkın belediye tarafından daha iyi ya da farklı biçimde yapılmasını arzu etti�i hizmetler.

Kısaca ifade etmek gerekirse, halkın belediyesini gerçekle�tirmeyi hedefleyen bir belediyenin her �eyden önce ili�ki içinde oldu�u halkı tam anlamıyla tanıması gerekecektir. Bunu gerçekle�tirmek amacıyla sürdürülen çalı�maları; hastasının durumunu anlamak, do�ru tanılar koymak için bir doktorun yaptıklarına benzetmek de yanlı� olmayacaktır (Yalçında�, 1996:102). Ancak nasıl ki doktor hastasının durumunu anlayabilmek için gerekli çalı�maları yapmadı�ı takdirde vahim sonuçlar do�uyorsa, aynı �ey belediyelerin tanıma çalı�maları için de geçerlidir.

Bu ba�lamda ayrıca, halkın belediye hakkındaki görü�lerini, belediyeden beklentilerini, varsa yakınmalarını, belediyeye destek verdi�i ya da onu ele�tirdi�i konuları saptamak suretiyle yönetsel bir tavır almaya ve uygun bir halkla ili�kiler programı yapmaya olanak sa�lamak amacıyla yararlanabilecek yöntemlerin varlı�ından söz edilebilir (Yalçında�, 1996:101). Belediyelerin tanımaya dönük olarak kullandıkları bu yöntemleri de �öyle sıralamak mümkündür: Danı�ma, basını izleme, yönetici ile halkın yüz yüze ili�kisi (Kazancı, 1999:119-137) ve vatanda�ların ki�isel ba�vuruları (Ertekin, 1995:103-105).

3. Tanıma Yöntemleri

3.1. Danı�ma

Yönetsel anlamda danı�ma; "yönetimin kararlarını hazırlamak için yönetilenlerin görü�lerinin alınması" (Soysal, 1968:67) olarak tanımlanmaktadır. Danı�ma fonksiyonu çe�itli �ekillerde i�letilebilmektedir. Genellikle toplu olarak yapılmakta ve yönetenler burada, bir toplulu�un veya çıkar grubunun üyesi oldukları için belirleyici rol oynamaktadırlar. Halkla ili�kiler uygulamasının konusu olan “danı�ma”da amaç, yönetim ile yönetilen arasındaki uyumu sa�layabilmektir.

Yönetimin bilgi eksikli�i nedeniyle yanlı� bir i� yapması, ancak ciddi bir danı�ma programı ile önlenebilir. (Kazancı, 1999:119-120).

493

Yerel düzeyde halkı tanımak, onların de�erlerini, yerel hizmetlere yakla�ım ve taleplerini belirlemek açısından danı�ma, etkin yöntemlerden biridir ve yönetim ile yönetilenler arasında uyum sa�lamaya yönelik bir çabadır. Bu amacı gerçekle�tirdi�i oranda danı�ma, yönetsel etkinli�in ve verimlili�in sa�lanmasının araçlarından biri olarak yararlı olacaktır (Öner, 2001:107) Danı�manın i�levsel ve etkin kılınabilmesi için; kurumsal veya bireysel düzeyde yönetenlerin görü�leri ve projeleri dı�ındaki farklı yakla�ımların açıklanmasına, tartı�ılmasına imkân tanıyacak �ekilde biçimlendirilmesi gerekmektedir.

Yönetimin halkı tanımak, gereksinmelerini ortaya koymak ve önerilerini almak amacıyla uygulamaya koydu�u danı�ma yöntemlerini �öyle sınıflandırabilir (Kazancı, 1999:122):

3.1.1. Kamusal Anketler

Kamuoyu çok genel bir tanımla, tartı�malı bir konuda göreli ço�unlu�un görü�ünü bireysel kanıların belli bir yöndeki yo�unlu�unu anlatır. Bu çerçevede kamuoyu, görü� farkını yansıtmakla birlikte, bu farkı ço�unluk ve azınlı�ın görü�leri arasında kurmaktadır (Uysal, 1987:214-215). Kamuoyunun görü�ü olarak elde edilen, sunulan sonuçlar, her zaman ço�unlu�un yakla�ımlarına i�aret etmemektedir. Bu yakla�ım, bir anlamda, yerel kamuoyu olarak hangi unsurların dikkate alınaca�ı konusunu gündeme getirmektedir. Zira örgütlü toplumsal kesimler, bürokratlar, siyasi partiler, basın-yayın kurulu�ları kamuoyu olarak sunulan kurumsal yapılardır. Ancak yerel düzeyde kamuoyu olu�turulması, kamuoyunun etkilenmesi ve yönlendirilmesi noktasında özellikle baskı grupları zaman zaman öne çıkabilmektedir. Bu açıdan belediye yönetiminin yerel kamuoyu algılamasının ne kadar önemli oldu�unu görmekteyiz(Öner, 2001:109). Ta�ıdı�ı önem açısından bu gibi anket çalı�malarının belirli periyotlarla yapılması yerinde olacaktır. Ancak seçim dönemleri dı�ında belediyelerin bu yöntemi pek de tercih etmediklerini söyleyebiliriz.

Kamusal anketlerde amaç, söz konusu sorunların çözümünde yönetilenlerin e�iliminin ve önerilerinin saptanmasıdır. Kamusal anketlerde denekler, yani yönetilenler kümesi, sorumlu de�il, yalnızca ilgilidir. Görü�lerinden dolayı kendilerine hukuki sorumluluk dü�mez. Çalı�malarını etkili kılabilme, kararının uygulanabilirli�ini sa�lama çabası dı�ında yönetimin kamusal anket sonuçlarına uyması da zorunlu de�ildir. Bu özellikler tüm danı�ma türlerine özgüdür. Kamusal anketin, kamuoyu ara�tırmasının sonuçlarına uyulup uyulamayaca�ının kararını yine yönetimin kendisi verir (Kazancı,1999:123). Ancak belediyenin yapaca�ı çalı�malarda anket sonuçlarına yakın kararlar alması sahip oldu�u halk deste�inin artması sonucunu do�uracaktır.

494

3.1.2. Temsilcilere Danı�ma

Bu yöntemde yönetim, çe�itli halk kümelerinin kendi içlerinden seçerek ya da atama yoluyla görevlendirdi�i ki�ilerle kar�ı kar�ıyadır. Bu ili�ki sürekli ya da geçici olarak görevlendirilen kurullar içinde olabilir. Danı�manın genel niteli�ine uygun olarak karara de�il, kararın hazırlanmasına katılması söz konusudur. �lgili kesimlerin yalnızca genel görü�lerini ve önerilerini yöneticilere aktarmak yeterlidir. Yöneticilerin tercihini mutlaka de�i�tirmek söz konusu de�ildir. Burada öncelikle bilgilendirme amaçlanır (Kazancı, 1999:124).

3.2. Basını �zleme

Yönetimin çevreden bilgi edinmesini sa�layan en masrafsız araç yazılı basındır. Okuyucunun yakınma ve önerileri, olayı salt yönetime duyurmadan öte, basınla desteklenmi� olarak yönetime sunulan bir dilekçe gibidir. Bunun yanında kamu yönetiminin bilgi eksikli�ini gidermeye yönelik haberler de sık sık basında yer alır. Gerek ulusal, gerekse yerel basın takip edilerek yapılan çalı�maların eksiklikleri ve yankıları belirlenebilir ve hatta elde edilen bilgiler çerçevesinde çalı�malar gözden geçirilebilir yahut geli�tirilebilir. Bu açıdan bakıldı�ında basının belediye ile belde halkı arasında bir köprü vazifesi gördü�ü söylenebilir.

Basın, yönetimin kendi olanakları ile çok güç ö�renebildi�i istek ve yakınmaları ya da kararlara temel olacak istekleri ya da kararlara temel olacak bilgileri yönetime kolayca aktarabilecek, hatta ona bu bilgileri sunabilecek bir konuma sahiptir. Bu bilgilerin bir bölümü, uygulamalı sorunların çözümüne ili�kin olup yönetim-halk ili�kisini aksatan sorunlarla ilgilidir. Ço�unlukla bireysel nitelik ta�ıyan okuyucu mektupları, bu kategoride toplanır. Bunun yanında basının yaptı�ı kamuoyu ara�tırmaları da yönetimin yararlanabilece�i önemli bir bilgi kayna�ıdır (Kazancı, 1999:131).

3.3. Yönetici �le Halkın Yüz Yüze �li�kisi

Yönetici ile halkın yüzyüze ili�kisi, halkla ili�kiler uygulamalarının en yaygın �eklidir. Yüz yüze ili�kide sorun çözmek amaçtır. Gerek karar öncesi gerekse sonrası, yönetilenlerin dü�ündüklerini ö�renme imkânı verdi�inden yüz yüze görü�me, önemli bir besleyici yankı kayna�ıdır (Kazancı, 1999:132).

Halkla kurulan yüz yüze ili�kiler sonucunda elde edilen bilgilerin etkin bir �ekilde kullanılabilmesi için ise kurumda etkin bir örgüt içi ileti�im a�ına ihtiyaç vardır. Kurulan yüz yüze ili�kilerin ço�u alt kademe birimleri ve çalı�anlarıyla gerçekle�mektedir. Bu nedenle elde edilen verilerin de�i�ikli�e u�ramadan üst yönetime kadar ula�ması gerekir (Kazancı, 1978:81).

Yüz yüze görü�me, yönetime yalnızca önceki eylem ve kararların halk gözünde tepkilerini ö�renme olana�ı vermez. Gelecekteki yönetsel davranı�ının ne olması gerekti�i konusunda da ipuçları içerir. (Kazancı, 1999:133)

495

Yönetici ile halkın yüz yüze görü�mesinin çe�itli �ekillerde gerçekle�ti�i söylenebilir. Bu görü�meler tören, açılı� vb. etkinliklerde olabilece�i gibi, belediyenin düzenledi�i ve “halk günü”, “dert dinleme günü” gibi toplantılar �eklinde de olabilir.

3.4. Ki�isel Ba�vuru

Ki�isel ba�vuru; halkın belediye örgütü ve yerel hizmetlere yönelik dü�ünceleriyle, �ikâyet ve isteklerinin belirlenmesinde etkin bir araçtır. Yönetim mekanizmasının i�leyi�ine hâkim olan bir unsur olmakla birlikte ki�isel ba�vuru, yönetime gerekli bilgileri sa�layan (feed-back) bir yapı olu�turması ile de önem arz eder. Bu ba�lamda ki�isel ba�vuru mekanizması, yönetilenlerden yönetime do�ru bilgi akı�ının sa�lanmasının yollarından biri olarak algılanabilir (Yalçında�, 1988:81).

Vatanda�ların bireysel ba�vuruları yönetimin i�levlerini yerine getirirken çalı�maların i�leyi� sürecine yön verebilir. Bireysel ba�vurular, halkın do�rudan kendi gayretleriyle olabilece�i gibi yönetimin kendi çabalarıyla, yüz yüze ili�ki kurması ve yakınmaları alması �eklinde de gerçekle�mektedir (Güllüpunar, 2006:49).

Bireysel ba�vuru konusunda her �eyden önce ki�isel ba�vuruların titizlikle ele alınaca�ına ve gere�inin yapılaca�ına ili�kin inancın olu�turulması yararlı olabilir. Bununla birlikte a�ırı kırtasiyecilik ve çe�itli nedenlerle i�lemlerin geciktirilmemesi, dolayısıyla i� sahiplerinin üst düzey yöneticiye ula�ma isteklerinin olu�turulmaması gerekmektedir. Böyle bir durum, üst yöneticinin kendi asli görevinden ziyade, çok sayıdaki küçük ayrıntıyla bo�u�masına neden olmaktadır (Ertekin, 1986:83-84).

4. Uygulama

Ara�tırmamızda anket yöntemi kullanılmı�tır. Anket soruları, Muhittin Acar’ın “Türk Kamu Yönetiminde Halkla �li�kiler Ara�tırması” isimli çalı�masındaki sorular temel alınarak hazırlanmı�tır (1994). Ara�tırma evreni olarak Türkiye’deki Büyük�ehir, merkez ilçe belediyeleri ile il belediyeleri alınmı�tır. Çalı�manın yapıldı�ı tarihte Büyük�ehir, büyük�ehire ba�lı ilçe veya alt kademe belediyesi ve il belediyelerinin toplam sayısı 162’dir. Bu ba�lamda 16 Büyük�ehir, 81 büyük�ehire ba�lı ilçe veya alt kademe belediyesi ve 65 il belediyesi olmak üzere toplam 162 anket, anketörler aracılı�ıyla uygulanmı�tır. Çalı�mada görev alan anketörler, Selçuk Üniversitesi �leti�im Fakültesi ve Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu ö�rencileri arasından seçilmi�tir. Anket formları “söz konusu belediyede halkla ili�kilerle ilgili i�leri icra eden birimin

496

yetkilisi” tarafından doldurulmu�tur. Ara�tırmamız, Aralık 2005-Nisan 2006 tarihleri arasında yapılmı�tır.1

Uygulanan anketlerin geri dönü� sayıları ise 14 Büyük�ehir, 69 merkez ilçe ve 58 il belediyesi olmak üzere toplam 141 olarak gerçekle�mi�tir. Yüzdesel oran olarak baktı�ımızda toplamda %87 bir geri dönü� oranı elde edilmi�tir. Bunun belediyelere göre da�ılımı ise �u �ekildedir:

Büyük�ehir : %87

�l. : %89

Merkez �lçe : %85

Ara�tırmamızda yer alan “Basında, belediyenizle ilgili çıkan tüm haber ve de�erlendirmeler günlük olarak üst yönetime sunuluyor mu?” sorusuna 141 belediyenin 138’i “evet” yanıtını vermi�tir. Yüzdesel olarak ifade etmek gerekirse; belediyelerin %98’i basını günlük olarak izlediklerini ve basında kendileri ile ilgili çıkan haberleri üst yönetime ilettiklerini ifade etmi�lerdir. Bu da tanıma yöntemlerinden birisi olan “basını izleme”nin belediyelerimiz tarafından sıklıkla kullanılan bir yöntem oldu�unu ortaya koymaktadır.

“Belediyenizin üst düzey yöneticisi, belediye hizmetlerinden yararlananların katılaca�ı, “dert dinleme”, “halk günü” vb. toplantılar düzenliyor mu?” �eklindeki sorumuza verilen yanıtların da�ılımı ise �öyledir:

Sayı Yüzde Evet 105 74,5 Hayır 36 25,5 Toplam 141 100,0

Tablo 1. Halk Günü Toplantıları

1 Yüzde de�erlendirmelerinde kolaylık sa�laması amacıyla 5 ve a�a�ı kesirli ifadeler önceki sayıya, 5’ten sonraki ifadeler sonraki sayıya tamamlanmı�tır.

497

75

25

0

10

20

30

40

50

60

70

80

Halk Günü Toplantıları

Evet

Hayır

Grafik 1. Halk Günü Toplantıları

“Belediyenizin üst düzey yöneticisi, belediye hizmetlerinden yararlananların katılaca�ı ‘dert dinleme’, ‘halk günü’ vb. toplantılar düzenliyor mu?” �eklindeki sorumuza Tablo 1 ve Grafik 1’de görülece�i üzere; belediyelerin %75’i “evet”, %25’i “hayır” cevabı vermi�lerdir. Ba�ka bir deyi�le belediyelerin 2/3’si bu tip toplantılar düzenlemektedir.

Büyük �ehir �l Merkez �lçe Sayı Yüzde Sayı Yüzde Sayı Yüzde Evet 9 64,3 43 74,1 53 76,8 Hayır 5 35,7 15 25,9 16 23,2 Toplam 14 100,0 58 100,0 69 100,0 Tablo 2. Belediye Türlerine Göre Sınıflandırılmı� Halk Günü Toplantıları

64

36

74

26

77

23

0

10

20

30

40

50

60

70

80

Büyük �ehir �l Merkez �lçe

Evet

Hayır

Grafik 2. Belediye Türlerine Göre Sınıflandırılmı� Halk Günü Toplantıları

498

Aynı soruya verilen cevapları belediye türlerine göre inceledi�imizde ise; Tablo 2 ve Grafik 2’de görüldü�ü üzere; büyük�ehir belediyelerinin %64’ünün, il belediyelerinin %74’ünün, merkez ilçe belediyelerinin ise %77’sinin bu tarz toplantıları düzenledikleri anla�ılmaktadır.

Yöntem açısından bir de�erlendirme yaptı�ımızda bunun, özellikle büyük�ehir belediyeleri tarafından çok tercih edilmedi�ini görmekteyiz. Büyük�ehir belediyelerinin hizmet alanlarının geni�, hizmet verilen nüfusun fazla olması, bu sonucu do�urabilen sebepler olmakla birlikte, %36’lık bir rakam, büyük bir oran olarak göze çarpmaktadır. Di�er taraftan merkez ilçe ve il belediyelerindeki toplantı düzenleme oranları (%77 ve %74) yüksek oranlar olarak kar�ımıza çıkmaktadır.

Bu toplantıların düzenlenme sıklı�ına baktı�ımızda ise �u sonuçları görmekteyiz:

Sayı Yüzde Haftada bir 52 49,5 15 günde bir 8 7,6 Ayda bir 20 19,0 3 ayda bir 6 5,7 6 ayda bir 2 1,9 Düzensiz 17 16,2 Toplam 105 100,0

Tablo 3. Halk Günü Toplantısı Düzenleme Sıklı�ı

49

8

19

62

16

0

5

10

15

20

25

30

35

40

45

50

Haftada bir

15 günde bir

Ayda bir

3 ayda bir

6 ayda bir

Düzensiz

Grafik 3. Halk Günü Toplantısı Düzenleme Sıklı�ı

499

Tüm belediyelere baktı�ımızda, %50 ile en çok haftada bir toplantı düzenlendi�ini görmekteyiz. Sonrasında %19 ile ayda bir, %16 ile düzensiz, %8 ile on be� günde bir, %6 ile üç ayda bir ve %2 ile altı ayda bir toplantı düzenleme oranları gelmektedir.

Bu sonuçları belediye türlerine göre inceledi�imizde �u verileri elde etmekteyiz:

Büyük �ehir �l Merkez �lçe Sayı Yüzde Sayı Yüzde Sayı Yüzde Haftada bir 5 55,6 17 38,6 30 57,7 15 günde bir 4 9,1 4 7,7 Ayda bir 1 11,1 10 22,7 9 17,3 3 ayda bir 1 11,1 3 6,8 2 3,8 6 ayda bir 2 4,5 Düzensiz 2 22,2 8 18,2 7 13,5 Toplam 9 100,0 44 100,0 52 100,0

Tablo 4. Belediyelere Göre Sınıflandırılmı� Halk Günü Toplantısı Düzenleme Sıklı�ı

56

1111

22

39

9

23

74

18

58

8

17

4

13

0

10

20

30

40

50

60

Büyük �ehir �l Merkez �lçe

Haftada bir

15 günde bir

Ayda bir

3 ayda bir

6 ayda bir

Düzensiz

Grafik 4. Belediyelere Göre Sınıflandırılmı� Halk Günü Toplantısı

Düzenleme Sıklı�ı

Bu sonuçları belediye türlerine göre ele aldı�ımızda ise Tablo 4 ve Grafik 4’de görülece�i üzere; ilgi çekici olan nokta her üç belediye türünde de haftada bir toplantı düzenleme sıklı�ının en yüksek oranda kullanılmasıdır (Büyük�ehir belediyeleri %56, il belediyeleri %38, merkez ilçe belediyeleri % 58). Sonrasında en çok yapılan toplantı düzenleme periyodunda ise farklılık görülmektedir.

Büyük�ehir belediyelerinde en çok kullanılan ikinci periyot %22 ile düzensiz olurken, il belediyelerinde %23, merkez ilçe belediyelerinde ise %17 ile ayda bir en çok seçilen toplantı düzenleme periyotları olarak kar�ımıza çıkmaktadır. Di�er seçenekler çok daha dü�ük oranlarla bunları takip etmektedir. Ayrıca haftada bir toplantı düzenleme periyodu oranlarının, il

500

belediyelerinde di�er belediyelere göre oldukça dü�ük kaldı�ını da söyleyebiliriz. Bu sonuçlar bize belediyelerin, özellikle de büyük�ehirlerde hizmet veren belediyelerin bu yöntemi kullandıklarını göstermektedir.

Yaptı�ımız ara�tırmada belediyelere “Belediyenizin hizmetleriyle ilgili olarak, 2004 yılı içinde halkın dü�ünce ve tepkilerini ö�renmeye yönelik bir kamuoyu ara�tırması yaptınız veya yaptırdınız mı?” sorusu yöneltilmi�tir. Bu soruya verilen cevaplar tüm belediyeler ele alındı�ında a�a�ıdaki �ekildedir:

Sayı Yüzde Evet 77 56,6 Hayır 59 43,4 Toplam 136 100,0

Tablo 5. Belediyelerin Kamuoyu Ara�tırmalarına Ba�vurma Oranı

57

43

0

10

20

30

40

50

60

Evet

Hayır

Grafik 5. Belediyelerin Kamuoyu Ara�tırmalarına Ba�vurma Oranı

Bu sonuçlara göre Tablo 5 ve Grafik 5’de görülece�i üzere;

ara�tırmanın yapıldı�ı yıldan önceki yıl içinde belediyelerin %57’si halkın yaptıkları çalı�malara ili�kin halkın tepki ve dü�üncelerini ö�renmek için bir kamuoyu ara�tırması yapmı�lardır.

Sonuçları belediye türlerine göre inceledi�imizde ise �u sonuçlar ortaya çıkmaktadır:

Büyük �ehir �l Merkez �lçe Sayı Yüzde Sayı Yüzde Sayı Yüzde Evet 10 76,9 26 46,4 41 61,2 Hayır 3 23,1 30 53,6 26 38,8 Toplam 13 100,0 56 100,0 67 100,0

Tablo 6. Belediyelere Göre Kamuoyu Ara�tırmalarına Ba�vurma Oranı

501

77

23

46

54

61

39

0

10

20

30

40

50

60

70

80

Büyük �ehir �l Merkez �lçe

Evet

Hayır

Grafik 6. Belediyelere Göre Kamuoyu Ara�tırmalarına Ba�vurma Oranı

Bu sonuçlara baktı�ımızda; Tablo 6 ve Grafik 6’da görüldü�ü üzere;

büyük�ehir belediyelerinin %77 gibi yüksek bir oranda bu yöntemi kullandı�ı görülmektedir. Merkez ilçe belediyelerinde de %61 gibi bir oranla bu yöntemi kullandıkları görülmekle birlikte il belediyelerinde bu oran % 46’ya kadar dü�mektedir. Bu da bize kamuoyu ara�tırmaları yöntemine büyük�ehir belediyeleri ve merkez ilçe belediyeleri tarafından önem verildi�ini, ancak il belediyelerinin aynı oranda önem verilmedi�ini göstermektedir.

SONUÇ VE DE�ERLEND�RME

Belediyelerin görevlerini yerine getirirken ba�arılı olabilmeleri, ancak halkın isteklerini göz önüne almalarıyla mümkündür. Bunu gerçekle�tirebilmeleri ise halkla sürekli ileti�im halinde olmalarına ba�lıdır. Halkın belediye çalı�maları hakkındaki fikirlerini alabilmek, istek ve �ikâyetlerini ö�renebilmek, bir belediye için hayati önem ta�ımaktadır. Bu çalı�malar çift yönlü bir süreç olan halkla ili�kilerin “tanıma” yönünü içerir.

Yaptı�ımız ara�tırma sonucunda belediyelerin tanıma yöntemlerinin hepsini çe�itli oranlarda olmakla birlikte kullandı�ını görmekteyiz. Belediyelerin en çok kullandı�ı yöntem “basını izleme”dir. Belediyelerin %98’inde bu yöntem kullanılmaktadır.

502

Yöneticiyle yüz yüze görü�me yöntemi olarak da adlandırabilece�imiz “dert dinleme” tarzı toplantıların da belediyeler tarafından sıklıkla uygulandı�ını görmekteyiz. Belediyelerin %75’inde bu tip toplantılar düzenlenmektedir. Bunların düzenlenme sıklıklarına baktı�ımızda ise a�ırlıklı olarak “haftada bir” bu toplantıların düzenlendi�i ortaya çıkmaktadır ki, bu durum, söz konusu toplantılara verilen önemin bir yansıması olarak görülebilir.

Yaptı�ımız ara�tırmaya göre, “kamuoyu ara�tırmaları”nın di�er yöntemlere göre çok daha az kullanıldı�ı tespit edilmi�tir. Belediyelerin %57’sinde bu yöntemi kullanmı�tır. Burada ilgi çekici olan, bu yöntemin il belediyelerinde pek de tercih edilmeyen bir yöntem gibi görülmesidir. �l belediyelerinin %54’ü bu yöntemi kullanmadıklarını belirtmi�lerdir ki, bu da oldukça yüksek bir orandır.

Sonuç olarak; belediyelerimizin, genellikle halkın istek ve dü�üncelerini ö�renmeye ilgili oldu�unu ve bunun için de gerekli yöntemleri etkin bir �ekilde kullandıkları söylenebilir.

KAYNAKÇA

Acar, Muhittin, (1994), Türk Kamu Yönetiminde Halkla �li�kiler Ara�tırması, DPT Yayınları, Ocak, Ankara

Ertekin, Yücel, (1995), Halkla �li�kiler, TODA�E Yayınları, 3. b., Ankara.

Güllüpunar, Hasan, (2006), Belediyelerde Halkla �li�kiler ve Halkın Yakınma Yöntemleri: Kar�ıla�tırmalı Bir Çalı�ma, Basılmamı� Yüksek Lisans Tezi, S.Ü Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya.

Kazancı, Metin, (1978), Halkla �li�kiler Açısından Yönetim ve Yönetilenler, A.Ü.S.B.F. Yayınları, Ankara.

Kazancı, Metin, (1999), Halkla �li�kiler, 3. b., Turhan Kitabevi, Ankara.

Öner, �erif, (2001), “Belediyelerde Yönetime Katılmada Halkla �li�kilerin Rolü ve Önemi”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C. III., Sayı 2, �zmir.

Sezer, Birkan Uysal, (1987 ), "Yerel Yönetimin Çevresi-Halkla �li�kiler ve Kanaat Ara�tırmaları", Amme �daresi Dergisi, C.XX., Sayı 1, Ankara.

Soysal, Mümtaz, (1968), Halkın Yönetime Etkisi, TODA�E Yayınları, Ankara.

Yalçında�, Selçuk, (1988), “Kamu Yönetiminde Halkla �li�kiler”, Halkla �li�kiler Sempozyumu, AÜBYYO-TODA�E Yayını, Ankara.

503

Yalçında�, Selçuk, (1996), Belediyelerimiz ve Halkla �li�kileri, TODA�E Yayınları, Ankara.

Yatkın, Ahmet, (2006), Hizmet Verimlili�inin Arttırılmasında Halkla �li�kilerin, Örgütsel �leti�imin Rolü ve Önemi (Elazı� Belediyesi Örne�i), II. Ulusal Halkla �li�kiler Sempozyumu, 27-28 Nisan, Kocaeli

Yıldırım, Selahattin, (1994), Yerel Yönetim ve Demokrasi, 2. b., IULA EMME Toplu Konut Yayınları, �stanbul.

504

505

HALKLA �L��K�LER ve PROPAGANDA �L��K�S� ÜZER�NE KURAMSAL B�R DE�ERLEND�RME

Özlem GÜLLÜO�LU1

ÖZET

Propaganda baskı ve çıkar gruplarının kendilerini tanıtmak, kamuoyunun deste�ini kazanmak ya da belirli konularda yetkilileri etkileme amaçlı yapılan sistematik bir giri�imdir. Halkla ili�kiler disiplini ise hedef kitle ile kurum arasındaki kar�ılıklı anlayı�ı sa�lamak amacı ile sürdürülen ileti�im çabası olarak ifade edilebilir. Halkla ili�kiler, geni� bir uygulama alanına sahiptir. Bu açıdan halkla ili�kilerin kapsamı geni� tutuldu�unda, kimi zaman ba�ta propaganda olmak üzere, reklâm ve pazarlama gibi benzer di�er kavramları da içine alacak �ekilde tanımlanmakta; kimi zaman da bu tekniklerden ayırt edilememektedir. Halkla ili�kiler ve propaganda ili�kisine baktı�ımızda bu iki kavramın geçmi�ten günümüze sürekli bir kar�ıla�tırma ve karı�tırılma ile yüz yüze oldu�unu söyleyebiliriz. Bu çalı�ma, propaganda ve halkla ili�kilerin kapsam ve sınırlılıklarını ortaya koymayı; iki kavram arasındaki benzerlik ve farklılıkları tartı�arak, kavramlar arasındaki kilit ayrımları belirginle�tirmeyi amaçlamaktadır.

Anahtar Kelimeler: �leti�im, Halkla �li�kiler, Propaganda

A THEORETICAL ASSESSMENT OF THE RELATIONSHIP BETWEEN PUBLIC RELATIONS and PROPAGANDA

ABSTRACT

Propaganda is a kind of systematic attempt which aims to gain the support of the public opinion or to affect the officials in a certain topics. On the other side, public relation is a kind of communication effort which tries to build mutual understanding between target audience and the company. Public relations has a wide practice area. When its definitions keep larger, it can be confused with advertising, marketing and propaganda. When we look at the relationship between public relations and propaganda, we can say that these two concepts has been comparing and confusing with each other during the time. Therefore, this study previously aims to show the scopes and the limitations of these two concepts, to discuss the similarities and the differences between them and in this way to refine the key distinctions between public relations and propaganda.

Key Words: Communication, Public Relations, Propaganda

1 Ar�. Gör., Selçuk Üniversitesi, �leti�im Fakültesi, Halkla �li�kiler ve Tanıtım Bölümü

506

1. PROPAGANDA KAVRAMINA GENEL B�R BAKI�

Propaganda, sözcük anlamında, Latince tohum ekmek, da�ıtmak, yaymak anlamlarına gelen “propagare” kökünden türetilmi�tir (Türk Dil Kurumu, 2007). Ancak kavram ça�da� kullanımında bu sınırları a�mı�; yönlendirici, dü�ünce üzerinde baskı kurucu ve ikna etmeye (kandırmaya) yönelik bir içerik ta�ımı�tır (Bekta�, 2002: 46). James Brown (1992: 23) propagandayı, telkin ve ilgili psikolojik teknikler vasıtasıyla fikirleri ve de�erleri de�i�tirme ve neticede kararla�tırılmı� bir çizgiye paralel olarak davranı�ları de�i�tirmek amacıyla sembollerin az ya da çok isteyerek, planlı ve sistematik olarak kullanılması olarak tanımlamı�; propagandanın, politik, ekonomik, dini ve ideolojik fikirler için, belli bir hedefe yönlendirilmi� ikna faaliyetleri oldu�unu ifade etmi�tir.

Modern halkla ili�kilerin babası kabul edilen Edward Bernays ise propagandayı halkın bir giri�im, bir dü�ünce ya da olayla ili�kisini etkilemek amacıyla, olaylar yaratmak ya da olayları biçimlendirmek için gösterilen sürekli ve tutarlı çaba olarak tanımlamı�tır (Pelteko�lu, 1998:31). Charles Siepman (1975:12)’da propagandanın örgütlü bir inandırma �ekli oldu�unu ifade etmi� ve dolayısıyla propagandanın sistemli bir ileti�im sürecini temsil etti�ine vurgu yapmı�tır.

Tanımlardan da görüldü�ü üzere, propaganda do�rudan ki�ilerin fikirlerini de�i�tirmeye yönelik faaliyetleri içermekte olup; bir inancı, dü�ünceyi veya doktrini ba�kalarına tanıtmak, benimsetmek gayesini güden söz veya yazı ile yapılan faaliyetler bütünüdür. Etkile�imin en etkili araçlarından biri olan propaganda günümüzde en yaygın ve etkili �ekliyle kitle ileti�im araçları tarafından yazılı ve sözlü yayım ve yayıncılıkla yapılmaktadır. Propagandacı bilgi akı�ını kontrol etmeye ve bilgilendirici ileti�im stratejileri kullanarak belirli bir ‘kamu”nun algısını �ekillendirmeye çalı�maktadır (Powell ve Goward, 2003:16). Bu bazen yeni bir tutum yaratmak, bazen var olan bir tutumu sürdürmek ve bu tutumu onu bozucu güçlere kar�ı korumak, bazen de var olan tutumlardan bazılarının yerine kendi amaçları için daha uygun yeni tutumlar olu�turarak, belirli bir konuda kamuoyu olu�turma amacıyla yapılmaktadır (Akarcalı, 2003: 3).

Propaganda bir yandan kararsızları etkilemeye çalı�ırken, öte yandan da aynı görü�ü payla�anlar arasındaki dayanı�mayı arttırır, safların sıkla�tırılmasını kolayla�tırır (Kı�lalı, 1991: 146). Dolayısıyla propaganda, kamuoyunun olu�umu sırasında hem mevcut deste�i peki�tirmeyi hem de kararsız kesimler üzerinde etkili olmaya çalı�maktadır.

Özetle, propaganda, insanların dü�üncelerini, duygularını, inançlarını etkileyen ve yönlendiren farklı ve özel bir yöntemdir. �nsano�lunun olan ve olabilecek isteklerini ve beklentilerini �ekillendirmek ve yönlendirmek amaçlı olan bu süreç, geçmi�ten bu yana etkinli�ini koruyan önemli bir yöntemdir. Etkisini ve gücünü yeni yöntemler geli�tirerek, yeni araçlar kullanarak ve �ekilden �ekle girerek sürdürmeye de devam etmektedir.

507

1.1 Propaganda Çe�itleri ve Kuralları

Propaganda çe�itleri kullanıldı�ı alanlar çerçevesinde sınıflandırılmakta olup; yapıldı�ı ülkelerde egemen siyasal, ekonomik, felsefi ideolojilere ve mevcut ekonomik ve teknolojik güç seviyelerine göre de�i�ik biçimlerde gerçekle�ir.

Propaganda bazen kı�kırtıcıdır ve hedef kitleyi yönlendirmeye gayret eder; böylesi propaganda ço�unlukla önemli de�i�imler yaratır. Buna kar�ılık propaganda bazen bütünle�tiricidir ve pasif kabullenici ve meydan okumayan bir kitle yaratmak için u�ra� verir (Jowett ve O’Donnell, 1992:121-122). Bu noktada propaganda kayna�ının bilinebilirli�i ve sundu�u bilginin do�rulu�u çerçevesinde “beyaz, gri ve siyah propaganda” �eklinde bir sınıflandırmaya tabi tutulur (Domenach, 1995:40-50; Cole, 1998:609-620; Bekta�, 2002:35-38).

Beyaz Propagandada kaynak resmi ve güvenilirdir. Mesajların kaynakları kolaylıkla te�his edilir. Mesajların do�rulu�undan duyulan en ufak bir �üphe büyük güvensizlik do�urur. Hedef kitlenin tereddüdü propagandanın etkisiz kalmasına ve hedef kitlenin yeni kaynaklar aramasına neden olur.

Beyaz propaganda do�ru bilinenin savunmasını yapar. Propaganda konuları genellikle hükümetin kontrolünden geçti�i için iletilenlerin yarısı resmi sayılabilir. Geli�mi� ülkeler bu propaganda yöntemini sıklıkla kullanırlar. “Amerika’nın Sesi” (Voice of America) ve “Moskova Radyosu” barı� zamanlarında genellikle bu tür propaganda yapmı�lardır. Beyaz propaganda do�ru olarak görülen bilgilerin yayılmasını içerir; kaynaklar do�ru saptanır ve mesajdaki e�ilim belirlidir.

Beyaz propaganda, resmi ve kesinlikle güvenilir kaynaklara dayanmak zorundadır. Ulusal kutlamalarda da kullanılan bu propaganda yöntemi karalama ve yalan bilgiye yer olmayan bir yöntemdir. Çünkü insanların güvenini kaybetmemek bu tür propagandada çok önemlidir.

Siyah Propaganda asılsız bir kayna�a dayanır; yalan, uydurma ve hile yöntemleriyle olu�turulan bilgileri yayar. Bu tür propaganda beyaz propagandanın zıttıdır ve bilinçli olarak yanlı� bilgilendirme söz konusudur. Gerçek kaynak daima gizlidir. Mesajlar her zaman ba�ka bir kaynaktan iletiliyormu� gibi gösterilir. Kayna�ı gizlemek ve mesajın bir kaynaktan gelebilece�i imajını yaymak için her türlü yola ba�vurulur. Kaynak ne kadar gizli ise propaganda o derece ba�arılı olmu� sayılır.

Di�er taraftan, yalan, iftira, sahte deliller kullanarak gerçekleri tahrip etmek, ortalı�ı karı�tırmak, inançları sarsmak suretiyle yapılan siyah propaganda da, amaca yönelik her türlü gayri me�ru yola ba�vurabilir; her türlü yalan ve sahte bilgi yayma yoluna gidilebilir. Bu tür propagandanın ba�arısı alıcının, kayna�ın güvenilirli�ini kabullenme arzusuna ba�lıdır. Kaynak hedef kitleyi yanlı� anlar ve uygun olmayan bir mesaj verirse siyah propaganda �üphe yaratır ve sonuçta ba�arısızlı�a mahkûm olur.

508

Ba�arılı bir siyah propaganda örne�i olarak, 1956 yılında Macaristan’ın ayaklanması sırasında yayın yapan Hür Macaristan Radyosu’nun yaptı�ı yayınlar verilebilir. Bu radyonun yayınları Batı’da ayaklanmanın bir sesi olarak görülmü�tür. Oysa bu radyo yayınları KGB tarafından yapılmı�tır. ABD’ye yapılan ümitsiz yardım ça�rıları Batı’da büyük sempati uyandırmı�tır. Kızıl Ordu’nun vah�eti detaylı bir �ekilde anlatılmı� ve Sovyetler Birli�i her yayında lanetlenmi�tir. KGB bu senaryo ile di�er Batı blo�u devletlerine ABD’nin bir ayaklanma halinde hiçbir yardım sa�layamayaca�ını göstermi�tir. Hür Macaristan Radyosu o kadar ba�arılı bir siyah propaganda örne�i olmu�tur ki, CIA bile ancak yayın durdurulduktan sonra KGB’nın faaliyetlerinden haberdar olmu�tur.

Gri Propaganda, beyaz ile siyah propaganda arasında yer alan bir propaganda yöntemidir. Bu tür propagandada haberin ya da mesajın kayna�ı bazen açıkça ortaya konulurken bazen de gizlenir. Bu nedenle verilen haberin ya da iletilen mesajın güvenilirli�i sorgulanabilir. Bu tür propagandada ço�u zaman yalan ve gerçek iç içe geçer ve rivayet ile dedikodu kullanılır. Olaylar ise çarpıtılarak ya da abartılı biçimde sunulur. Bazen gündem saptırılarak hedef kitlenin dikkati di�er geli�melere çekilir. Bazen de bu propaganda yöntemi ile iletilen mesajlar abartılarak ilgi çekici hale getirilir. Gri propaganda �üphe edilecek nitelikteki iddiaların yayılmasını içermekte olup bu yapılırken de bilgi ile bilgi kayna�ı arasında sıkı bir ba�lantı yapılmaktan kaçınılmaktadır. Fısıltı gazetesi bolca kullanılır; dolayısıyla kaynaklar kimi zaman do�ru olarak saptanabilir kimi zamanda saptanamaz.

Özetle, bireyler üzerinde oldukça etkili olan propaganda özellikle politikacıların, politika ile ilgilenmeyen veya do�rudan ilgisi olmayan ki�ilerin deste�ini alabilme çabası (Herman ve Chomsky, 1999:121) ve yönetilen kesimin, yönetenler kadar siyasal bilgiye ve bilince sahip olabilece�i fikrinin geli�ip, yönetenlerin sadece �artların gerektirdi�i zamanlarda de�il, her zaman kamuoyunun deste�ini aramasının gereklili�inin anla�ılmasıyla gerçek önemine kavu�mu�tur. Dolayısıyla günümüz dünyasında de�i�en toplum yapısı, geli�en ve sınır tanımayan teknoloji sayesinde propaganda, kitle ileti�im araçları vasıtası ile yerellikten ulusallı�a, ulusallıktan uluslararası boyuta ta�ınabilmektedir.

2. HALKLA �L��K�LER KAVRAMINA GENEL B�R BAKI�

Yüzyılın ortaya çıkardı�ı genç meslek dallarından biri olan halkla ili�kilerin ba�langıcı insanlı�ın do�u�uyla e� de�erdir ve günümüzde halkla ili�kiler çe�itli ileti�im araçlarının kullanıldı�ı bir bilim dalı haline gelerek (Güllüo�lu, 2006:147); sanatların en eskisi, bilimlerin ise en yenisi olarak nitelendirilmektedir.

Her geçen gün artan önemi ve i�levi do�rultusunda halkla ili�kilerde ortak bir tanımdan bahsetmek oldukça zordur. Cutlip, Center ve Broom (1994:220)

509

halkla ili�kiler uygulamalarını sosyal, politik ve ekonomik çevreyi organizasyona, ya da organizasyonu çevre ko�ullarına uyumla�tıran bir süreç olarak tanımlamı�lardır. Bir di�er tanımda halkla ili�kiler, kurumun amaçları üzerine planlanan, önem sırası kimi zaman tüketici, kimi zaman da�ıtımcı ve çalı�anlar gibi kurumun ve kampanyanın hedeflerine göre de�i�kenlik gösteren hedef kitlelerle gerçekle�tirilen stratejik ileti�im yönetimidir (Pelteko�lu, 2007:7). Theaker (2006:17)’ın tanımlamasına göre ise halkla ili�kiler, bir organizasyon ve bu organizasyonun hitap etti�i kitle arasında iyi niyet ve anlayı�a dayalı bir ili�ki olu�turulmasına yönelik planlı ve sürekli bir çabadır.

Dörtyüzü a�kın tanımında halkla ili�kiler, bilim, süreç, meslek ve sanat olarak tanımlanmı�tır. Halkla ili�kilerin ne oldu�una dair tanımlamalar halkla ili�kilerin i�levi do�rultusunda her geçen gün artmaktadır (Güllüo�lu, 2006:147). Philip Kitchen (1997:27) tüm halkla ili�kiler tanımlamalarının ortak noktasını a�a�ıdaki �ekilde özetlemi�tir.

Kitchen’a göre tüm halkla ili�kiler tanımlamalarında kavram:

� �dari bir fonksiyondur.

� De�i�ik faaliyet ve amaçları içine alan geni� kapsamlı bir uygulama alanıdır.

� �ki yönlü ileti�ime dayalı bir uzmanlık alanıdır.

� “Halk” ile muhatap olan uzun dönemli bir ileti�im sürecini ifade eder.

Öte yandan halkla ili�kilerin ça�ımızda ortaya çıkmasının nedenlerini, gerek kamu kesimi gerekse özel kesim kurulu�larının çevre ile düzenli ili�ki kurmaya zorlanmaları, bunu demokratik anlayı�ın ba�ımlı bir sonucu olarak görmeye ba�lamaları ve en önemlisi, geli�en demokrasi anlayı�ı içinde halkın kendisini bir güç olarak toplumsal sistemin öteki kurumlarına kabul ettirme çabasında aramak gerekmektedir (Belsey ve Chadwick, 1998). Çünkü 20. yüzyıl toplumuyla düzenli, ba�arılı ve aynı zamanda dikkatli bir ili�ki ve ileti�im kurmak, kar�ılıklı yarar ve anlayı�a dayalı olarak etkile�mek ve haberle�mek günümüzün pazar ko�ullarında var olabilmek için ba�at faktörlerden biridir. Bu noktada Kazancı (2000:92), halkla ili�kilerin 20.yüzyılda geni� uygulama alanı bulmasının, kamu ve özel kesim örgütlerinin toplumsal sorumluluk duygularının güçlenmesinden, çevrelerine kar�ı daha duyarlı olmalarından, etkile�im olanaklarının yaygınla�masından, ileti�im teknolojilerindeki büyük geli�melerden ve devletin görevlerinin giderek artmasından kaynaklandı�ını ifade etmektedir. Halkla ili�kilerin becerisi ise, ikna sanatını ve hünerini uygularken �üpheci kamunun saygısını nasıl kazanaca�ıyla, buna nasıl layık olaca�ıyla ve örgütleri veya mü�terileri için iyi bir kamu yaratabilmek ve sürdürebilmekle ilgili oldu�u ifade edilmektedir (Safir ve Tarrant, 1992:44). Dolayısıyla halkla ili�kiler uygulamalarının ve yönetimin temel amacı halkın bilgi ve aydınlanma gereksinimini kar�ılayabilmek, onların tepkilerini ö�renerek kendi eylem ve i�lemlerine yön verebilmek olmalıdır.

510

Öte yandan halkla ili�kiler prati�ine yeni anlamlar yüklenmesi bu disiplinin do�umundan itibaren süregelen ve halen devam eden bir süreçtir. Halkla ili�kiler kendini ispatlayana kadar birçok olumsuz ele�tiriye maruz kalmı�tır (Güllüo�lu, 2006:148). Ancak mesle�e saygınlık kazandıran birçok isim ve çalı�manın ardından bugün dünyada halkla ili�kiler kavramının faaliyet alanları hızla geni�lemi� ve kavram artık medya ile ili�kiler, finansal ili�kiler, kamusal i�ler, sorun yönetimi, lobicilik, kriz yönetimi, itibar yönetimi, pazarlama ileti�imi, sponsorluk, etkinlik yönetimi, kurumsal kimlik ve imaj, çalı�an ili�kileri ve toplumsal ili�kiler gibi geni� bir yelpazede kendine faaliyet alanı edinmi�tir.

3. HALKLA �L��K�LER ve PROPAGANDA �L��K�S�

Günümüz toplumlarında propaganda, sosyolojik yönüyle önem kazanmı� olup, siyaset ve halkla ili�kiler endüstrisinde, bireylerin tutum, kanaat ve fikirlerine etki eden dev bir sektör �ekline gelmi�tir. Kazancı (2002:43) topluma egemen gücün varlı�ını ve düzenin sürdürülebilmesi için zorunlu olan ideoloji a�ılama i�levinin, totaliter ülkelerde propaganda, ço�ulcu yapıya sahip ülkelerde ise halkla ili�kiler adı altında (yalnızca ad de�i�tirmi� olarak) yerine getirildi�ini ileri sürmektedir.

Halkla ili�kiler disiplininin ABD’deki kurucusu olan Edward Bernays’ın 1920’lerde yazdı�ı kitap “Propaganda” adını ta�ımaktaydı ve Nazi propagandasına kadar halkla ili�kiler literatüründeki etkinlikler genellikle propaganda olarak adlandırılıyordu. Dolayısıyla günümüzdeki halkla ili�kiler ve siyasal ileti�im gibi adlarla anılan etkinlikler için daha önceleri propaganda kavramı kullanılıyordu.

Türkiye’de 1970’li yıllarda ortaya çıkan halkla ili�kiler uygulamaları ise ülkemizde önemli bir kavram karga�asına yol açmı�; halkla ili�kiler fonksiyonu ço�u kez yanlı� algılanmı� ve yanlı� uygulanmı�tır. Halkla ili�kiler ve propaganda öylesine iç içe girmi�tir ki, halkla ili�kileri bu iki teknikten ayırmak için yüze yakın tanım yapılmı�tır. Asna (1998:21)’ya göre bu kavram karga�asının temel nedeni, tıpkı reklamda oldu�u gibi propaganda da hedefe iletilecek bir mesajın olması ve mesajın kitlelere iletilmesinde aynı kitle ileti�im araçlarının kullanılmasıdır.

1999 yılında Almanya’nın Naumburg kentinde “Kamusal �leti�imde �kna ve Propaganda” konulu bir toplantıda 25 bilim adamı ve halkla ili�kiler uygulayıcısı bu konuyu tartı�mı�lardır. Görü�lerden ortaya çıkan ise, Lasswell’in propagandayı halkla ili�kilerin bir üst kavramı olarak görmü� oldu�u, Grunig ve Hunt’ın propaganda için halkla ili�kilerin bir alanı ifadesini kullanmı� oldu�udur. Günter Bentele ise halkla ili�kiler ve propagandanın kamuya yönelik farklı ileti�im tipleri olduklarını ve bunların temelde birbirlerine kar�ı bir güç ili�kisi içerisinde olmadıklarını, onun yerine geni�leme

511

ve yayılma güçlerinin toplumun siyasi ve ekonomik yapılarına ba�ımlı oldu�unu vurgulamı�tır (Jowett ve O’Donnell, 1992:110).

Sonuç olarak halkla ili�kiler, çok geni� bir uygulama alanına sahiptir. Bu açıdan halkla ili�kilerin kapsamı geni� tutuldu�unda kimi zaman reklamcılık ve propagandayı da içine alacak �ekilde tanımlanmakta ve bu iki teknikten ayırt edilememektedir. Çünkü hem halkla ili�kiler, hem de propaganda amaçları, çalı�ma biçimleri, kullandıkları yöntem ve teknikler açısından benzerlikler göstermektedir. Halkla ili�kilerin propaganda ile kar�ıla�tırılması aralarındaki benzerliklerin ve farklılıkların ortaya koyulması, halkla ili�kilerin sınırlarının ne oldu�unun tespiti açısından son derece önemlidir.

3.1. Halkla �li�kiler ve Propaganda Arasındaki Benzerlikler

Propaganda, egemen ideolojiler ve pratikler tarafından olumsuz görevsel bir anlama sahip oldu�undan, 1960’larda terk edilmeye ba�lanmı� ve “olumsuz sistemleri” tanımlamada kullanılmaya ba�lamı�tır. Benzer biçimde, halkla ili�kiler kavramı uzun yıllar boyu geli�en ve yayılan negatif anlam yüklü tanımlamalar ve “kötü lakaplar” nedeniyle 1980’lerde yava� yava� terk edilmeye ba�lanmı�tır. Terk edilen elbette “halkla ili�kiler” diye adlandırılan örgütlü pratik de�il, prati�e negatif olarak anlamlar yüklenmesine neden olan “halkla ili�kiler” kavramıdır.

Propaganda halkla ili�kiler uzmanları tarafından son derece antipatik bir kavram olarak de�erlendirilmektedir. Uzmanlar, halkla ili�kilerin yava� geli�imini esasında bu iki kavramın uzun süre birbirleriyle karı�tırılmı� olmasına ba�lamaktadırlar. Halkla ili�kiler ile propaganda kamuoyuna yönelme u�ra�ları içinde olurlar. Her iki teknikte de kendine hedef kitleler benimserler ve etkili bir çalı�ma içine girerler. �ki olgunun da kitle ileti�im araçlarından yararlanmaları bir di�er benzerliktir. �ki kavramı birbirine yakla�tıran bir di�er unsur da plan/program çerçevesinde faaliyetin yürütülmesidir (Uysal, 1998:23).

Uzmanlar propaganda ve halkla ili�kiler faaliyetlerinin do�asının ve bilgiyi kullanı� biçiminin aslında aynı oldu�unu ifade etmi�lerdir. Örne�in, Stuart Ewen “Propaganda ve halkla ili�kiler aynı aileden gelen ikizlerdir” ifadesini kullanarak halkla ili�kiler ve propagandayı aynı kulvara yerle�tirmi�tir. �rfan Erdo�an (2006:350-351)’a göre de halkla ili�kiler devlet egemenli�inin aforoz edildi�i bir toplumda var olur. Bu nedenle en temel içsel inançlardan biri halkla ili�kiler uzmanlarının “görünmez” olması gere�idir. Böylece manipüle duygusu olu�maz. Propaganda uzmanları da görünmezdir. Özlüce aralarında fonksiyonellik bakımından anlamlı bir fark yoktur. Çünkü propaganda bir tür suni manevra ve strateji oldu�undan bu yolla kısmi ve seçilmi� bilgiler, çok kere kayna�ı da belirtilmeden muhataplara aktarılır.

Öte yandan günümüzde artık bir propaganda kampanyasının sürdürülüp geli�tirilmesi, ilerlemenin yakından izlenmesine ve yeni haber ve sloganlarla sürekli olarak beslenmesine, sırası geldi�i zaman de�i�ik bir biçimde ve elden

512

geldi�ince özgün bir biçimde yeniden hızlandırılmasına ba�lıdır (Domenach, 1995: 77). Aynı durum halkla ili�kiler açısından da geçerlidir. Halkla ili�kiler disiplini de planlı ve programlı bir sürece tekabül etmekte; sürekli bir geli�im ve takip gerektirmektedir. Öyle ki, halkla ili�kiler ve reklamcılık gibi propaganda da inandırıcı ileti�imin bir bölümüdür ve özellikle siyasal propaganda genel propagandanın bir alt bölümünü meydana getirmektedir (Traverse, 1998: 12).

Halkla ili�kileri propaganda ile örtü�türen noktayı Grunig’in (1984:21) yapmı� oldu�u dört modelden birisi olan “Publicity/Basın Ajansı” modeli dönemine dayandırmak yanlı� olmayacaktır. 1850-1900 yılları arasını kapsayan basın ajansı ve tanıtım modelinde, halkla ili�kilerin bir propaganda i�levi olarak hizmet etti�ini ve uygulamacıların örgütlerle ilgili eksik çarpıtılmı� ve yarı do�ru bilgileri yaydıkları belirtilmektedir. Grunig’in modeline göre, iletilen görü�lerin do�rulu�u önemsenmemi� ve yalnızca insanların dikkatini çekmeye odaklanmı�tır. Dolayısıyla propagandada oldu�u gibi “publicity” döneminde hedefe giden her yol mubah olarak görülmü�tür. A�a�ıdaki tabloda halkla ili�kilerin dönemsel tarihi �ematik olarak belirtilmi� ve dönem farkları ortaya koyulmu�tur.

�ekil 1: Halkla �li�kilerin Tarihsel Geli�imi (Grunig, 1984: 21)

Tabloda görüldü�ü üzere, halkla ili�kiler tarihinde Barnum’un ve Lee’nin çalı�maları tek yönlü ileti�ime dayalı olup, temeldeki amacı insanları ikna etmek olmu�tur. Ancak Bernays ile halkla ili�kiler 2 yönlü ileti�ime geçmi�, ça�da� anlamda halkla ili�kiler ba�lamı�; insanları do�ru bilgilendirmek suretiyle ikna amaç edinilmi�tir. Dolayısıyla halkla ili�kilerin ilk dönemlerini propaganda ile benze�tirebiliriz. Ancak bu noktada halkla ili�kilercinin izlemeyi tercih etti�i yol ve politika son derece önemlidir. Örne�in Batı’da devletlerin

513

siyasi halkla ili�kiler uzmanlarının, halkla ili�kiler adı altında yaptıkları uygulamalar yönetimde �effaflık ilkesini çi�nemi�; seçmenlerin siyasete duydu�u güveni zedelemi�tir. Dolayısıyla Grunig (2002:132) Batı demokrasilerindeki asimetrik ileti�imin yerini simetrik ileti�ime bırakması gerekti�inin altını önemle çizmi�tir. Çünkü propaganda biçimlerinde oldu�u gibi halkla ili�kiler de kısa sürede orijinal halkla ili�kiler kampanyasının dü�ledi�i sınırların ötesine giden ve kendi çıkarlarına hizmet eden bir araç haline gelebilir (Bekta�, 2002:249).

Bernays, halkla ili�kiler ve propagandanın, kamuoyu, kitle psikolojisi ve temel insani dürtülerin incelenmesi aracılı�ıyla anlamlı bir bilimsel temele oturtulabilece�ini savunmu�tur (Bekta�, 2002:246). Bernays’a göre halkla ili�kiler “modern toplum”, “görünmeyen yöneticiler” yani “yeni propagandacılar” tarafından “kitlelerin düzenli alı�kanlık ve görü� açılarını bilinçli olarak ve ustalıkla yönlendirmek için” gerçekle�tirilen bir “karma�ayı düzenleme” projesinden ba�ka bir �ey de�ildir. Kitle psikolojisinin taraftarı olan Edward Bernays “Mümkün oldu�unca kısa cümleler ve kısa kelimeler kullanılmalıdır” (Okay ve Okay, 2001: 17) ifadesiyle propaganda ve halkla ili�kiler arasındaki benzerli�i vurgulamı�tır.

Devlet-halk ili�kisi açısından bakıldı�ında ise görülür ki, halkla ili�kiler ve propaganda bir tek amaçla bir araya gelmi�tir. Her ikisi de, devletin topluma ideoloji a�ılamak ya da mevcut ideolojiyi sürdürmek için kullandı�ı teknikler arasındadır. Açıkçası çevreyi etkilemek gibi bir amaç, hem halkla ili�kilerde hem de propagandada ortak amaçtır. Halkla ili�kilerde çevreyi etkilemenin yöntemleri de�i�ik oldu�u gibi, bu amaca ek olarak örgütün belle�ini geni�letme ve halkın sorunlarının çözümünü kolayla�tırma gibi iki amaç daha bulunmaktadır (Kazancı, 2002: 43). Dolayısıyla temelde birbirine yakın gibi görülen bu iki kavram aslında ciddi farklar içermektedir.

3.2. Propaganda ve Halkla �li�kiler Arasındaki Farklılıklar

Propaganda, toplum yararına olan bir eylem olarak sunulmasına ra�men, belirli sınıf ya da ki�ilerin çıkarları do�rultusunda geli�tirilmi� bir görü� veya fikrin pazarlanmasıdır (Akarcalı, 2003:17). Dolayısıyla propaganda tek yönlü bir süreçtir. Bu süreçte kamu hedef olarak belirlenmektedir. Amaç, kamunun dü�üncesini de�i�tirmek ya da kamuyu tepkisel bir eylemde bulunmaya te�vik etmektir. Hedef kitlenin yararları fazla dikkate alınmaz; istenen amaca ula�mak için, bilinçli olarak, gerçekler gözden kaçırılabilir.

Propaganda, yöntemi sebebiyle tek yönlü oldu�u için de tartı�maya açık de�ildir. Kullanılan sözcükler abartılmı�tır. Büyük oranda duygusallı�a yer verilir. Bu nedenle, her zaman do�ru de�ildir; yanıltıcı olabilir, fazla tekrarlamakla tekdüzeli�e dönü�ür, sıkıcıdır ama belleklerde yer etmesi içinde tekrar edilmesinden ba�ka çıkar yol yoktur (Ertekin, 2000: 55). Günümüz

514

geli�en teknolojisi de göz önünde tutulursa yapılan tüm bu mesaj tekrarlarında kitle ileti�im araçlarının �üphesiz önemli bir yeri vardır.

�ekil 2: Propagandada �leti�im Süreci (Okay ve Okay 2001: 44)

Tabloda görüldü�ü üzere, halkla ili�kilerin aksine propaganda da geri beslemeye yer yoktur. Hedef kitlenin duygu ve dü�üncelerinin ne oldu�u ya da beklentileri do�rultusunda eylem planında de�i�ikli�e yer verilmez. Di�er bir de�i�le, halkla ili�kiler kurulu�la hedef kitlesi arasında kar�ılıklı ve iki tarafın da yararına olan bir diyalog kurulması amacındadır. Kar�ıya gönderilen mesaj hedef kitleyi olumlu etkilemekte ve ondan gelen besleyici tepki ile de kurulu�, kendisi hakkında dü�ünülenleri ele�tirileri ö�renerek tutumuna yön vermekte; gerekirse politikasında revizyon yapmaktadır. Besleyici tepkinin olumsuz gelmesi halinde, bunun nedenleri kurulu�un nerelerde yanlı� yaptı�ı ara�tırılmaktadır. Bunun içindir ki halkla ili�kiler, geri bildirime muhtaçtır, onsuz çalı�amaz ve onu ö�renebilmek için çe�itli ara�tırma çalı�maları yapar. Propaganda ise tek taraflı bir mesaj bombardımanı, bir beyin yıkama çalı�masıdır. Amaç, ne pahasına olursa olsun hedef kitleyi kendi yönünde inanç ve eyleme yöneltmektir. Besleyici tepkinin gelebilece�i tüm yolları tıkamak mümkündür.

Bir ileti�im sürecinin ba�arısında, kayna�ın empati yetene�i ba�ta olmak üzere, güvenilirlik, dürüstlük, uzmanlık ve inandırıcılık gibi vasıflara sahip olunmasının gereklili�inin ön kabulüyle (I�ık, 2005:22-23) bu iki kavram arasındaki en temel farklardan bir di�erinin “amaç” noktasında kar�ımıza çıktı�ını görüyoruz. Çünkü halkla ili�kiler, propagandanın aksine, do�ru bilgiyi en uygun araçla hedef kitlesine ula�tırmayı amaç edinir ve kayna�ın güvenilirli�i son derece önemlidir. Ayrıca iyi niyet asıldır; tartı�maya açık olma ile fikir alı�veri�ine dayandı�ından inandırma (ikna etme) yolu benimsenmi�tir. Öte yandan, propagandanın son amacı, kar�ılıklı anlayı� yaratmak yerine, önerilen dü�ünce ya da davranı�ın kesin kabulünün sa�lanmasına yöneliktir. Bunun gerçekle�mesi için, kimi zaman do�ruları yanlı bir biçimde ve dengesiz olarak sunmakta, kimi zaman da gerçekleri saptırmaktadır. Bu iki teknik, mesaj açısından da birbirlerinden ayrılmaktadırlar. Halkla ili�kiler, mesajı, gerçekte

515

oldu�u gibi ve sade bir biçimde kitlelere iletir (Çamdereli, 2004: 29). Propaganda ise, çıkarına hizmet eden mesajlarla kitlelere ula�ır. Bunları aktarırken de oldu�undan fazla abartı ve saptırma söz konusu olabilir (Kı�lalı, 1991:27). Propaganda konusunda yayınlanmı� çalı�maların hiçbir yerinde, görünü�ü kurtarmanın dı�ında, kamuya danı�ılması ve gerçek bir diyalogun olu�turulması önerilmemektedir. Çünkü diyalog, ba�lıca aktörlerin, uygulanan çalı�malarda ve politikalardaki de�i�iklik olasılıklarını kabul etti�ini gösterecektir.

Jean Chammely propagandanın halkla ili�kiler kavramından özgürlük; reklamcılıktan da gerçekçilik açısından ayrıldı�ını ifade etmektedir. Propaganda, ço�u kez bir ideolojinin a�ılanması amacına da yöneliktir ve ba�ta gelen yöntemi de baskıdır. Oysa halkla ili�kilerde baskı yoktur, demokratik yakla�ımlar sonucu çevreyle kar�ılıklı ve olumlu ili�kiler kurma çabası vardır (Asna, 1998:27).

Öte yandan halkla ili�kiler ile propaganda arasında bire bir ili�ki ve ba�ıntı oldu�unu iddia etmek yanlı� olur. Ancak halkla ili�kilerin çok geni� olan uygulama yelpazesinin içinde propagandanın da kullandı�ı teknik ve yöntemler bulunmaktadır. Propaganda i�e birçok yerden fakat aynı niteli�i ta�ıyan mesaj bombardımanı ile ba�lar. Bu mesajlar denetimden geçmi�tir. Demokratik sistemde ileti�im tekelle�medi�i için ya da farklı seslerin çıkması do�al oldu�unda bu ilke gerçekle�emez. Herkes aynı zamanda ve tek bir a�ızdan beyaza “beyaz” demez. Çünkü “siyah” oldu�unu dü�ünüp bunu açıklayanlar da vardır; ve bu durum demokratik sistem için do�al hatta zorunludur (Kazancı, 2002: 43).

Propaganda sınırlı sayıda siyasi ve toplumsal kurumlar tarafından uygulanırken, halkla ili�kiler temelde tüm özel ve resmi, do�al ve hukuki ki�iler tarafından kullanılabilmektedir. Bunun yanı sıra propagandanın kullandı�ı yöntemler daha kabadır, propaganda faaliyetlerinin alıcıları daha az bölümlenmekte ve duygusal bakımdan bunlara daha güçlü bir biçimde hitap edildi�i ve ileti�im davranı�larıyla daha yo�un bir biçimde me�gul olundu�u için, halkla ili�kilere oranla daha etkili olabilmektedir (Seitel, 2004:335). Bunda elbette, halkla ili�kilerin uzun soluklu bir çalı�ma sürecine tekabül etmesinin önemli bir payı vardır.

Öte yandan propaganda gerek kullandı�ı araç, gerek varmak iste�i sonuç açısından do�ru ve ahlaki olma kaygısı ta�ımamaktadır. Bu nedenle olumsuz de�er yüklü bir kavramdır. Propagandanın kamuoyunun ya da toplumun güdümünü etkilemek için gerçekle�tirilmesi, özellikle siyasal alanda demokratik görü� birli�inin göz ardı edilmesine, sonuca mutlaka ula�manın öne çıkmasına neden olmaktadır (Traverse, 1998: 8). Propagandada duraksamaya yer verilmez. Halkın tepkisini açıklama yolları bilinçli olarak kapalı tutulmaktadır. Mesajların sayısız denebilecek ölçüde tekrar edilmesine özen gösterilir. Her fırsatta aynı mesajlar kitlelere farklı çerçeveler içinde gönderilir. Bu amaca yönelik olarak

516

propagandada kitle ileti�im araçları çok önemli bir yer tutmaktadır. Halkla ili�kiler açısından da kitle ileti�im araçları son derece önemlidir ancak yalnızca bu araçlar de�il, en az onlar kadar yüz yüze ili�kiler, örgüt içi düzenlemeler ve örgütün çalı�anları da önem ta�ımaktadır (Kazancı, 2002: 44).

Propagandada birey, belle�ine yerle�tirilen kavramlarla, propagandanın çizdi�i amaçlara uygun olarak, belirli olaylar ve uyarılar kar�ısında istenilen biçimde davranmaya hazır hale getirilmi�tir. �nançlarda ortaya çıkacak bir de�i�ikli�in zorunlu ko�ulları hazırlanmı�tır. Bu inanç sisteminin süreklili�i için, birey algılaması yo�un bir biçimde baskı altında tutulmaktadır. Bunlar siyasal propagandanın de�i�meyen kurallarıdır. Bu konuda ba�lıca dayanak kitle ileti�im a�ı ve araçlarıdır. Oysa halkla ili�kilerde rastlanılan ileti�im olayının çok farklı bir niteli�i vardır. Ondaki ileti�im sistemi siyasal propaganda ile aynı olmakla birlikte ileti�imden elde edilen sonuç ve bu sonuçların kullanılı� amacı de�i�iktir. Örne�in yönetilenlerin tepkilerinden yararlanma halkla ili�kilerde önemli bir yer tutar. Bu tepkilere göre kaynak rolündeki sistem kendini de�i�tirmeye, yenilemeye yönelir. Propagandada ise temel dü�ünce kesinlikle de�i�mez, buna kar�ılık kitlelerin dü�üncesini de�i�tirmek asıldır (Kazancı, 2002: 45). Bu nedenle, kitlelere gönderilen mesajlar ayıklanır; i�e yarayan mesajlar, daha do�rusu propaganda amacına uygun olanlar seçilerek hedef kitleye gönderilir.

Öte yandan propagandanın önemli bir di�er ko�ulu olan, mesajların tek elden yönetilmesi, ço�ulcu toplumlarda kolaylıkla ba�arılabilecek bir durum de�ildir. Duyurma-tanıtmanın uygulama örneklerinde de açık ya da örtük biçimde propaganda amacı bulunmaktadır. Bu noktadan hareketle Varol (1987:46) propagandayı, “cennet vaadiyle cehennemi sevdirme çabası” olarak tanımlamı�tır. Örgüt ile kamular arasındaki uyumun yalnızca örgüt lehine sa�lanmasına yönelik olan ve enformasyonun do�rulu�unun önem ta�ımadı�ı bir etkinlik olarak kar�ımıza çıkan propaganda “yalan”a denk bir kavram olarak algılanır olmu�tur (Turam, 1994:29).

Halkla ili�kilerde ba�arı, örgütlerin eylem ve i�lemlerindeki ba�arıları ile e�anlamlı olmasına kar�ın, propagandada örgütün ba�arısı ile propagandanın ba�arısı arasında kesin ve do�ru orantılı bir ili�ki bulunmamaktadır. Ayrıca halkla ili�kilerde çevreyi etkilemenin yöntemleri de�i�ik oldu�u gibi, bu amaca ek olarak örgütün belle�ini geni�letme ve halkın sorunlarının çözümünü kolayla�tırma gibi amaçlar da vardır (Kazancı, 2002:43). Bu amaçlar, özellikle yönetsel örgütlerin ayrı ayrı giri�tikleri ve yürüttükleri halkla ili�kiler çabasında belirginle�mektedir.

Halkla ili�kilerin devamlı olarak sempati, güvenlik ve i�birli�i sa�lamak için, halk çıkarları ile kurulu� çıkarlarını uzla�tırma amaçlı yönetsel bir çaba olmasından hareketle (Tortop, 1993:99) birey yada kurumun sadece kendi ki�isel menfaatlerini de�il, kamu menfaatlerini de gözetmesi amaçlanır (I�ık ve Erdem, 2007: 112). Dolayısıyla arka arkaya iletilen mesajların bir propaganda

517

kampanyasının aksine kısa sürede insanları etkileyerek, sonuç vermesi beklenmez. Kampanyanın güven olu�turmaya dayanması ve bunun gerçek bilgilerle yapılmaya çalı�ılması sebebiyle uzun vadeli bir çalı�mayı gerektirir.

Propaganda, halkla ili�kilerin cephaneli�inde bir silah olabilmekte ya da halkla ili�kiler bir propaganda aracı olarak kullanılabilmektedir (Traverse, 1998: 11). Kimi zaman bazılarının propaganda olarak algıladı�ına, di�erleri halkla ili�kiler etiketini yakı�tırmaktadır. Bazı yorumcular, hedef ve uygulama açısından ikisi arasında hiçbir fark görmemekte; toplumsal, kültürel ve dinsel hedeflerin kullanılan ileti�im araçlarını haklı kıldı�ını savunmaktadırlar. Bazı ele�tirel yorumcular ise her halkla ili�kiler çalı�anının arkasında bir propagandacının gizlendi�i görü�ündedir. Gerçe�in tam tersi oldu�u söylenip buna ne kadar yüksek sesle kar�ı çıkılırsa, sözcü�ün küçültücü anlamıyla propaganda yapıldı�ı olasılı�ı o kadar büyük sayılmaktadır.

Bartleti, 1940 yılında yazdı�ı “Siyasal Propaganda” adlı eserinde pratikte herkesin, propagandayı, savunulan görü�leri ve davranı�ları sorgusuz sualsiz benimseyen ki�ilerin görü� ve davranı�larını etkilemek için gösterilen çabalara bakarak tanımlamak konusunda hemfikir oldu�unu belirtmi�; bu kavramın insanları sonsuza kadar kendi düzeylerinde tutmak için yapıldı�ını ifade etmi�tir. Öte yandan halkla ili�kilerin ise, insanları kendi ba�larına ara�tırmaya ve anlamaya yöneltti�ini ve sürekli geli�im ve de�i�im için çaba sarf edildi�ini ifade etmi�tir (Traversa, 1998:13).

Tüm bu bilgiler ı�ı�ında, halkla ili�kiler propaganda ili�kisi üzerine özetleyici olarak �unları söyleyebiliriz. Öncelikle halkla ili�kilerin hedefi hedef kitle üzerinde memnuniyet olu�turmak, propagandanın hedefi ise, hedef kitleyi bir an önce harekete geçirmektir. Di�er bir de�i�le, ilk farklılık bu iki kavramın “amaç” noktasında birbirinden ayrıldı�ıdır. Di�er yandan halkla ili�kilerde niyet gerçek bir diyalog olu�turmaktır. Propagandada ise süreç diyaloga dayalı de�il monolog bir süreçtir. Halkla ili�kiler anlayı� sa�lanması, propaganda ise pe�inden gelinmesi için çaba gösterir. Ayrıca halkla ili�kiler yöntemleri, tamamıyla açıklık gerektiren iki yönlü bir süreçken propaganda, sadece tek yönlü ileti�ime dayanır ve “feedback” olarak ifade etti�imiz geri bildirim propagandada dikkate alınmaz. Dolayısıyla “süreç” noktasında da kavramlar birbirinden farklılık gösterir. “Do�ruluk” halkla ili�kileri ve propagandayı birbirinden ayıran bir di�er önemli kavramdır. Halkla ili�kiler gerçe�i çarpıtmadan, �effaflı�ı esas alırken, propagandada �ayet gerekiyorsa gerçekler gizlenebilir.

4. SONUÇ

Geçmi�ten bugüne propaganda ve halkla ili�kiler kavramı arasında sürekli kar�ıla�tırmalar yapılmı�; kimileri bu iki kavramı e�de�er tutmu�; kimileri ise birbirlerinden ba�ımsız olarak yorumlamı�tır.

518

Propaganda, kitleleri bir yandan inandırırken, öte yandan da yönetmek için bilimin sa�ladı�ı bütün olanaklardan yararlanan bir tekniktir. Bu nedenle propaganda olumsuz ve kötü kabul edilmi� ve olası etkilerinden endi�e duyulmu�tur. Halkla ili�kiler ise kar�ılıklı anlayı� ve kamu yararı tabanlı olup; güven, do�ruluk ve etkile�im temeline oturmaktadır.

Hem halkla ili�kilerin hem de propagandanın tarihi çok eskilere dayanmakta olup, geli�en teknoloji ve kitle ileti�im araçlarının yaygınla�masına paralel olarak her ikisinin de önemi her geçen gün artmaktadır. Dolayısıyla insanlar topluluk halinde ya�adıkları sürece, hatta sadece iki ki�i kalsalar bile her tarihsel süreçte birbirlerini kendi fikirleri yönünde etkilemeye devam edeceklerdir.

Sonuç olarak do�ru anla�ılmı� ve içselle�tirilmi� bir halkla ili�kiler disiplini için, bu mesle�in konumunun, hatta ideallerinin saptanması gerekmektedir. Çünkü, meslek ve onun modern topluma katkısı, kimi zaman kamu tarafından yanlı� anla�ılmakta; kimi zaman da bazı örneklerde yanlı� uygulanmaktadır. Konuyla ilgili yapılan tanımlar ya da ara�tırmalar en azından genel çerçeveyi çizebilir ve ya�anan ya da ya�anması muhtemel sorunları ortaya koyabilir.

Öncelikli olarak yönelmemiz gereken, halkla ili�kilerle propaganda arasındaki mümkün olan en net farkın belirlenmesi zorunlulu�udur. Halkla ili�kiler çalı�anının gözüyle gerçeklik konusunun tartı�ılması için halkla ili�kiler ve propagandanın kar�ıla�tırmalı de�erlerinin incelenmesi gerekmektedir. Halkla ili�kilerin propagandanın biçimi oldu�u yolundaki yaygın inanç, halkla ili�kilerin amacını hiçe saymakta ve güvenilirli�ini yok etmektedir.

Günümüzde de, halkla ili�kiler adıyla yapılan bazı uygulamalarda halkla ili�kilerin özünden sapıldı�ını ve propaganda amacına yönelindi�ini görmek mümkündür. Bu durumu genelleme ve bazı halkla ili�kiler uygulamalarının tamamıyla, açık veya örtülü propaganda çalı�ması oldu�unu savunmak, halkla ili�kilerin özünü göz ardı etmek olacaktır (Kalender, 2008: 40). Sonuç olarak propaganda ve halkla ili�kiler kavramları temelde benzer noktalardan hareket etse de gerek kullanılan yöntem gerekse de olaylara yakla�ım tarzları birbirlerinden farklıdır. Bu noktada halkla ili�kilerin temel sorunu olan meslekle�ememe durumu yine devreye girmekte ve bu disiplin sınırları belirlenemedi�i için propaganda ba�ta olmak üzere di�er disiplinlerle karı�tırılmaktadır. Dolayısıyla ba�langıç noktası olarak halkla ili�kiler disiplininin görev sınırları kesin çizgilerle hem kuramsal olarak hem de pratikte belirlenmeli; mesle�e hak etti�i saygınlı�ı kazandırabilecek ahlaki ve kültürel ko�ulların olu�turulması gerekmektedir.

KAYNAKÇA

Akarcalı, Sezer (2003); �kinci Dünya Sava�ında �leti�im ve Propaganda, �maj Kitabevi, Ankara.

Asna, Alaattin (1998); Public Relations-Temel Bilgiler, Der Yayınları, �stanbul.

519

Bekta�, Arsev (2002); Siyasal Propaganda, Ba�lam Yayınları, �stanbul.

Belsey, R., Chadwick, A (1998); Medya ve Gazetecilikte Etik Sorunlar, Çev: Nurçay Türko�lu, Ayrıntı Yayınları, �stanbul.

Brown, Jack (1992); Siyasal Propaganda, Yusuf Yazar (çev), A�aç Yayıncılık, �stanbul. Cole, Robert (1998); International Encyclopedia of Propaganda, Fitzroy Dearborn Publishers, U.S.A.

Cutlip, Scott, Center, Allen, ve Broom, Glen (1994); Effective Public Relations, Prentice Hall International Edit, New Jersay.

Çamdereli, Mete (2004); Ana Çizgileriyle Halkla �li�kiler, Salyangoz Yayınları, �stanbul.

Domenach, Jean M (1995); Politika ve Propaganda, Tahsin Yücel (Çev.),Varlık Yayınevi, �stanbul.

Erdo�an, �rfan (2006); Teori ve Pratikte Halkla �li�kiler, Erk Yayınları, Ankara.

Ertekin, Yücel (2000); Halkla �li�kiler, Yargı Yayınları, Ankara.

Güllüo�lu Özlem (2006); “Halkla �li�kilerde Etik Anlayı�ı” Kocaeli Üniversitesi, Ulusal Halkla �li�kiler Sempozyumu, Kocaeli.

Grunig, James (2002); Excellent Public Relations and Effective Organizations, Lawrence Assoc. Publishers, London.

Grunig, James ve HUNT, Todd (1984); Managing Public Relations, Wadsworth/Thomson Learning, Belmont, U.S.A.

Herman, Edward ve Chomsky, Noam (1999); Medya Halkla Nasıl Evet Dedirtir, (çev: �smail Kaplan), Minerya Yayınları, �stanbul.

I�ık, Metin (2005); Kitle �leti�im Teorilerine Giri�, E�itim Kitabevi, Konya.

I�ık, Metin ve Erdem, Ayhan (2007); “Me�ruiyet, Demokrasi, Sosyal Sorumluluk ve Halkla �li�kiler”, Tüm Yönleriyle Halkla �li�kiler ve Tanıtım, (ed:Metin I�ık), E�itim Kitabevi, Konya.

Jowett, Garth ve O’Donnell (1992); Propaganda and Persuasion, Sage Publication, London.

Kalender, Ahmet (2008); Halkla �li�kiler: Kavramlar, Tanımlar ve Uygulama Alanları”, Halkla �li�kiler, (ed: Ahmet Kalender ve Mehmet Fidan), Tablet Kitabevi, Konya.

Kazancı, Metin (2002); Kamuda ve Özel Kesimde Halkla �li�kiler, Turhan Kitabevi, Ankara.

Kı�lalı, Ahmet T (1991); Siyasal Sistemler, �mge Kitabevi, �stanbul.

520

Kıtchan, Phillip (1997); Public Relations, Principles and Practice, International Thompson Business Pres.

Okay Ayla ve Okay Aydemir (2001); Halkla �li�kiler Kavram, Strateji ve Uygulamaları, Der Yayınları, �stanbul.

Peltekp�lu, Filiz (1998); Halkla �li�kiler Nedir, Beta Yayınevi, �stanbul.

Pelteko�lu, Filiz (2007); Halkla �li�kiler Nedir? Geni�letilmi� 7. baskı. Beta Yayınları, �stanbul.

Powell, Larry ve Cowart, Joseph (2003); Political Campaign Communication, Pearson Education Inc., U.S.A.

Saffir, Leonard ve Tarrant, John (1992); Power Public Relations, NTC Business Boks, U.S.A.

Seitel, Fraser (2004); The Practice of Public Relations, Pearson Prentice Hall, U.S.A.

Siepman, Charles (1975); The Creation of Consent-Public Relations in Practice, Hastings House Publishers, New York.

Theaker, Alexander (2006); Halkla �li�kilerin El Kitabı, (çev: Murat Yaz), Media Cat Yayınları, �stanbul.

Traversa, Enrico (1998); Halkla �li�kiler ve Propaganda-Kar�ıla�tırılmalı De�erler, Rota Yayınları, �stanbul.

Tortop, Nuri (1993); Halkla �li�kiler, Yargı Yayınevi, Ankara.

Turam, Emir (1994); Medyanın Siyasi Hayata Etkileri, �rfan Yayıncılık, �stanbul.

Uysal, Birkan (1998); Siyaset Yönetim Halkla �li�kiler, TODA�E Yayını, Ankara.

Varol, Muharrem (1987); “Siyasal Alanda Halkla �li�kiler”, Halkla ili�kiler Sempozyumu, Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu Yayını No.10., Ankara.

Türk Dil Kurumu Sözlü�ü: “Propaganda“,Eri�im: www.tdk.gov.tr, Eri�im Tarihi: 27 Mayıs 2007.

521

G�R���MC� ÖZELL�KLER ve G�R���MC�L�K TÜRÜ TERC�H� ÜZER�NDE EBEVEYN ETK�S�:

MEHMET AK�F ERSOY ÜN�VERS�TES� ARA�TIRMASI

Prof. Dr. Hasan �B�C�O�LU∗∗∗∗ Yrd. Doç. Dr. Kür�at ÖZDA�LI∗∗∗∗∗∗∗∗

Ar�. Gör. Ali Murat ALPARSLAN∗∗∗∗∗∗∗∗∗∗∗∗ ÖZET Giri�imcilik süreci karma�ık olmakla beraber, giri�imci kavramı da çok

farklı türden insanları kapsamaktadır. Bu nedenle giri�imciler türler ve alt gruplar içinde sınıflandırılmaya çalı�ılmaktadır. Giri�imcilik literatüründe birçok ara�tırmacı farklı giri�imci türleri öne sürerken bir giri�imcinin sahip olması gereken ortak özelliklerden bahsetmektedirler. Çalı�ma bu noktadan hareketle, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Zeliha Tolunay Uygulamalı Teknoloji ve ��letmecilik Yüksekokulu, Veterinerlik ve E�itim Fakültesi ö�rencilerinin giri�imcilik türü tercihlerinin olu�ması ve sahip oldukları giri�imci özellikler üzerinde aile faktörünün etkisini ara�tırmaktadır. Ara�tırma sonucunda, anne ve babaların demografik özelliklerinin ve telkinlerinin çocukların giri�imci özelliklere sahip olması ve giri�imci türü tercihinde etkili oldu�u tespit edilmi�tir.

Anahtar Kelimeler: Giri�imcilik, Giri�imcilik Türleri, Aile Faktörü

1. G�R��

Giri�imci kavramı ilk defa Fransız iktisatçı Richard Cantillon tarafından bilimsel bir inceleme konusu yapılmı�tır. O’na göre, giri�imciler tüketiciler ve üreticiler arasında köprü vazifesi gören koordinatörlerdir (Grabel vd., 2003: 495). Joseph Aloise Schumpeter giri�imcili�i yenilik yapmakla e�de�er görmü�tür. “The Theory of Economic Development” (1912) adlı kitabında giri�imciyi yenilik meydana getiren insan olarak tanımlamı�tır (Aidis, 2003:4). O’na göre giri�imci bir ülkenin ekonomisindeki potansiyel bir devrimin temelidir ve ekonomik geli�menin altında yatan güçtür (Santarelli ve Vivarelli, 2007:1). Avrupa Komisyonu (2004), giri�imcili�i yeni ya da mevcut bir organizasyonda risk alarak, yaratıcılık ve/veya yenilikçili�i harmanlayarak ekonomik faaliyet yaratma ve geli�tirme için ihtiyaç duyulan süreç olarak tanımlamaktadır (Lundström ve Stevenson, 2005:43).

∗ Süleyman Demirel Üniversitesi, �ktisadi ve �dari Bilimler Fakültesi Dekanı ∗∗ Süleyman Demirel Üniversitesi, �ktisadi ve �dari Bilimler Fakültesi, ��letme Bölümü Ö�retim Üyesi ∗∗∗ Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Bucak Zeliha Tolunay Uygulamalı Teknoloji ve ��letmecilik Yüksekokulu, Yönetim Bili�im Sistemleri Bölümü Ara�tırma Görevlisi

522

Giri�imcili�in tanımlanmasında dört temel yakla�ımdan bahsedilebilir. Bu yakla�ımlar; fonksiyon, rol, ki�isel özellikler ve davranı� olgularını temel almaktadır. Fonksiyon temelli tanımlara göre giri�imci, risk alan, yenilik yapan ve ekonomide genel iyile�me ve koordinasyon sa�layan insanlardır. Bu anlamda giri�imci hem toplumsal hem de ekonomik açıdan özellikle belirli i�levleri yerine getiren insandır. Rol temelli tanımlara göre giri�imci, bir i�letmenin sahipli�i, yönetimi, i� gücü istihdamı gerçekle�tirmesi vb. belirgin rolleri ifa eden insandır. Ki�ilik özelliklerine odaklanmı� tanımlara göre giri�imci, giri�imcilik tutumları (iyimserlik ve kendine güven vb.), sahip oldu�u kültür (Müslüman, Anglikan Protestanı, Musevi vs) ve ya�am hikâyesi (göçmen, akademik e�itimi olmayan vs.) vb. ki�ilik özelliklerine sahip insandır. Dolayısıyla giri�imci insanların bir takım ortak ki�ilik özellikleri vardır. Davranı� temelli tanımlamalara göre giri�imci, giri�imci davranı� gösteren insandır. Bu insan, ilk olma dü�üncesini, çabuk karar alma yetisini ve liderlik gösterimini içeren giri�imci davranı�ı sergiler (Casson ve Wadeson, 2007: 240).

Giri�imciler genellikle yeni i� sahaları meydana getirerek bunları yeni mesleklere dönü�türürler, teknolojik de�i�imler gerçekle�tirerek verimlili�in ve üretkenli�i artırılmasına katkı yaparlar (Acs,2006: 97). Giri�imcili�in dikkat çeken rollerinden bir tanesi de mevcut giri�imleri geli�tirerek ve yeni riskler arak fırsatlar meydana getirmekle ilgilidir. Giri�imcilik günümüzde üretim faktörlerinden bir tanesi olarak gösterilmektedir. Günümüzde özellikle geli�mekte olan ülkelerin faydalandı�ı bir üretim faktörü olan giri�imcilik sayesinde ekonomik büyüme süreklili�i sa�lanabilmektedir (Goel vd, 2007: 3).

Giri�imci insan olgusu literatürde iki ana boyutta incelenmektedir. Bunlardan birincisi, giri�imci insanların sahip oldu�u ortak özelliklerdir. �kincisi ise, giri�imci insan tipolojisidir.

2. Giri�imci Özellikler ve Giri�imcilik Türleri

Giri�imci insanın özellikleriyle ilgili literatür incelendi�inde, farklı yazarların birbirine benzer ve farklı bir takım tasnifler yaptıkları görülmektedir. Bu do�rultuda ilgili kaynaklar (Arıkan, 2004: 47-54; Çelik ve Akgemci, 2007:18-19; Müftüo�lu ve Durukan, 2004:16-19; Top, 2006:74-111) dikkate alınarak giri�imcinin temel özellikleri a�a�ıdaki tabloda belirtilmi�tir.

Tablo 1. Giri�imcilik Özellikleri

1 Toplumsal Statü Kazanma �ste�i 7 Yenilikçilik 2 Risk Almaktan Kaçınmama 8 Sınırlı Kaynakları Koordine Etme ve Etkili

Kullanma 3 Belirsizlikleri Fırsata

Dönü�türebilme 9 Kendini Gerçekle�tirme

4 Kararlılık 10 Sorumluluk ve �nisiyatif Alabilme 5 Fırsatlardan Yararlanma 11 De�i�imlere Ayak Uydurabilme 6 Yaratıcılık 12 Sürdürülebilir ve Sa�lıklı �li�kiler Kurabilme

523

Giri�imci tipolojisi ise, birçok yabancı ara�tırmacı tarafından giri�imcilikle ilgili çalı�malara konu alınmı�tır. Yazarların çe�itli ve birbirinden farklı birçok tasnifi görülmektedir. Bu tasniflerin belirlenmesinde ekonomik, psikolojik ve sosyolojik ko�ullar ve kültürün etkisi oldu�u söylenebilir. Norman R. Smith’in1967 tarihli “The Entrepreneur and His Firm: The Relationship Between Type of Man and Type of Company” adlı çalı�masında, “esnaf giri�imci” (craftsman entrepreneurs) ve “fırsatçı giri�imci” (opportunistic entrepreneurs) olarak ikili tasnife yer vermi�tir. (Rauch ve Frese, 2000:118). Filley ve Aldag ise, (1978), giri�imcileri “esnaf” (crafsman), “promosyon” (promotion) ve “yönetici” (administrator) tipleri olarak sınıflandırmı�tır. (Landström, 2005:275-276). Carolyn Y. Woo, Arnold C. Cooper, ve William C. Dunkelberg’in 1988 yılında yapmı� oldukları “Entrepreneurial Typologies: Definition and Implication” adlı çalı�mada, Norman R. Smith’in çalı�masındaki iki giri�imci tipini onaylayarak, 1992 yılında yapmı� oldukları bir ba�ka çalı�mada “icatçı giri�imciyi” ayırt edilebilir üçüncü bir tip olarak ortaya koymu�lardır. (Rauch ve Frese, 2000:118-119). E. Chell, Jean Haworth ve Sally Brearley’ın 1991’de yapmı� oldukları “The Entrepreneurial Personality: Concepts, Cases, and Categories” adlı çalı�malarında ise; ki�ilik özelliklerini, stratejilerini ve demografik özelliklerini kullanarak giri�imcileri, “prototipçi giri�imci” (prototypical entrepreneur), “geçici giri�imci” (caretaker entrepreneur) “yarı giri�imci” (quasi-entrepreneur), “yönetici giri�imci” (administrator entrepreneur) �eklinde sınıflandırmı�lardır (Chell ve di�erleri, 1991:72). Olaf Isachsen 1996’daki “Joining the Entrepreneurial Elite” adlı eserinde ise giri�imcileri; yönetici giri�imci, taklikçi giri�imci, stratejist giri�imci ve idealist giri�imci �eklinde 4 ba�lıkta sınıflandırmı�tır (Levander ve Raccuia, 2001:8).

Isachsen’in sınıflandırmasını a�a�ıdaki gibi açıklamak mümkündür (Top, 2006: 18-20; Levander ve Raccuia, 2001:8) :

Yönetici Giri�imci: Mevcut kurulu bir i�letmeyi yöneten giri�imci tipidir. Daha önce kurulmu� i�letmelerde giri�imcilik yaparlar. Bu ba�lamda mevcut ve bilinen bir sektör içinde ve mevcut bir giri�imcili�i, günün �artlarına uyduran, i�i yeniden yapılandıran ve devam ettiren giri�imciliktir. Aile i�letmelerinde giri�imlerin yönetimini devralan ikinci ve üçüncü nesil giri�imcilik buna örnek gösterilebilir.

Taklitçi Giri�imci: Bilinen bir teknoloji içinde ola�anüstü bir performans sergileyen giri�imci tipidir. Bu tür giri�imciler mevcut teknolojiler altında bir i�i yeniden yapılandırmakta, i� yöntemini de�i�tirmekte veya belirli bir alanda ilave bir yenilik ve geli�me sa�layan projeler geli�tirmektedir. Aynı zamanda taklitçi ve esnek bir yapıya sahip olan bu giri�imciler, ürün üzerindeki bir yenili�e veya kaliteye angaje olup, rakiplerine fark yaratırlar.

Stratejist Giri�imci: Fırsatları arayan, algılayan, tanımlayan, yakalayan ve onları gerçek hale getiren bir giri�imci tipidir.

524

�dealist Giri�imci: Hayalini, dü�ünü, umudunu ve tutkusunu veya kendine özgü yepyeni bir i� fikrini ilk defa giri�ime dönü�türen giri�imci tipidir. Bunlar yaratıcı, yenilikçi, ke�ifçi, maceracı, meraklı, icatçı, a�ırı risk alan vizyon sahibi giri�imcilerdir.

3. Giri�imcilik Üzerinde Ebeveyn Etkisi

Sosyal ö�renme kuramının da iddia etti�i gibi insanlar kendi tecrübeleriyle birlikte sosyal çevrelerindeki özellikle anne, baba ve ö�retmen vb. insanların bilgi ve tecrübelerinden faydalanarak, onları taklit ederek ö�renirler (Erjem ve Ça�layandereli, 2006: 16). Dolayısıyla daha önce i�letme kurmu� ve ba�arılı olmu� ebeveynler, çocukları için etkin bir model olabileceklerdir. Bu modelin olu�masında ailenin giri�imcilik yönündeki destekleyici tutumları çocukların belirli dü�üncelere, anlayı� ve algılama biçimlerine ve yo�unla�masında ve yönelmesinde etkili olabilir. Dolayısıyla küçük ya�tan itibaren giri�imcilik do�rultusunda bili�sel, duygusal ve davranı�sal te�vikler çocukların giri�imcilik özelliklerine yatkınlı�ını artırabilecektir. Ailenin ve ailedeki bireylerin sosyal çevresi giri�imcilik ile ilgili olumlu bir algıya sahip ise ki�inin giri�im hamlesi yapması ve giri�im fırsatları kollaması çok daha kolay olacaktır (Agarwal ve Upadhyay, 2009; 52, Kidane, Harvey, 2009;56).

Çocu�un erken ya�lardan itibaren ebeveynden almaya ba�ladı�ı uygulamalı e�itim ve anlayı� onu ya�amı boyunca yönlendirmektedir (Ergün, 2002: 40). Benzer �ekilde giri�imcilik ruhunun olu�masında ve geli�mesinde ebeveynin e�itim durumu da etkilidir (Arslan, 2002: 9). E�itim düzeyleri dü�ük olan insanların riske daha duyarlı olması nedeniyle çocuklarının risk düzeyi nispeten daha dü�ük olan yönetimci giri�imcili�i tercih etmesi beklenebilir.

�nsanların ya�adıkları bölgelerin kırsal veya kentsel olması da giri�imci özelliklerin �ekillenmesinde etkili oldu�u varsayılmaktadır. Genel olarak kırsal kesimdeki insanların kentsel kesimdeki insanlara kıyasla e�itim seviyesi dü�üktür. E�itim düzeyi dü�ük olan ebeveynlerin kendilerine sürekli olarak güvence arama içgüdüsü ile hareket etmesi onların giri�imci türü tercihlerini etkilemektedir (Tüsiad,1987). Dolayısıyla kırsal kesimde ya�ayan insanların çocuklarının daha az riskli görünen yönetici giri�imci türünü tercih etmeye e�ilimli olacakları dü�ünülebilir.

Giri�imcilik için oldukça önemli bir özellik oldu�u dü�ünülen risk alma özelli�i açısından dü�ünüldü�ünde anne ve babası i�letmecilik çevresinde olan çocuklar anne ve babası kamu örgütleri çevresinde olan çocuklara nispeten risk almaya daha fazla e�ilimlidirler (White vd, 2007:452). Bu anlamda ki�ilerin ailesel düzeyde mesleki geçmi�i, ailenin giri�imci olmaları veya herhangi bir kuruma ba�lı olarak ya�amlarını sürdürmeleri çocuklarının ileride kendi i�lerini kurmaları veya bir kuruma ait olmaları e�ilimlerini etkileyebilecektir (Curran &

525

Blackburn; Davies, 2002, Athayde, 2009;481, Agarwal ve Upadhyay, 2009; 52).

Giri�imcilik açısından bilinçli olan anne ve baba, çocuklarını da bu anlamda bilinçlendirecek, giri�imcilik do�rultusunda çocuklarını yönlendirecek, onlara ba�arılı model olu�turacak ve ba�arılı giri�imcileri model olarak gösterecektir. Bu nedenle çocukları daha idealist veya fırsatçı yakla�ımlar sergileyebilecektir.

Giri�imci ailelerin çocukları üzerinde, giri�imci özellikler kazanması açısından olumlu etkilerinin oldu�unu söyleyen literatürün yanında, kendi i�ini kuran ailenin çocu�unun giri�imcilik yönündeki çabasının daha az oldu�unu söyleyenlerde bulunmaktadır. Giri�imci ailede yeti�en çocuk, ailenin ne kadar fazla çalı�ması gerekti�ini, iyi bir i� kurmanın ciddi yatırımlar gerektirdi�ini gördükçe ve zaman zaman ekonomik istikrarsızlıkların meydana getirdi�i krizlerin etkilerinin oldukça yüksek oldu�unu algıladıkça giri�imcili�e kar�ı olumsuz bir e�ilim sergileyebilmektedir (Schmitt-Rodermund ve Vondracek, 2002; 75).

4. ARA�TIRMA

Anne ve babaların çocukların giri�imcilik tercih ve türleri üzerine etkisi konusunda yapılmı� çalı�malar oldukça kısıtlıdır. Kısıtlı da olsa, giri�imcilik üzerine yapılan ara�tırmalar anne baba odaklı olmaktan çok teleolojik bir yakla�ımla, ki�ilerin sahip oldu�u özelliklerden yola çıkılarak hazırlanan sorularla yapılmı�tır. Bu çalı�mada ebeveynlerin, bireylerin giri�imcilik tercih ve türlerine etkileri, örneklemdeki ki�ilere sorularak tespit edilmeye çalı�ılmı�tır. Ara�tırma, farklı bölümleri tercih eden ö�renciler üzerinde yapılarak mümkün oldu�unca geçerlili�i ve güvenilirli�i arttırmaya çalı�ılmı�tır.

4.1. Ara�tırmanın Amacı ve Önemi

Ara�tırmanın amacı, anne ve babanın çocukların giri�imci özelliklere kar�ı tutumları ve giri�imcilik türü tercihleri üzerinde etkili olup olmadıklarını tespit etmektir. Giri�imci türlerinin tercihi boyutunda ebeveyn etkisi ile ilgili Türkiye’de daha önce bir ara�tırma yapılmamı�tır. Ara�tırma özellikle giri�imci fundalı�ı olarak kabul edilebilecek bir ��letmecilik Yüksekokulu ile farklı mesleklere ö�renci yeti�tiren Veterinerlik ve E�itim Fakülteleri’nde yapılmı�tır. Bunun temel sebebi, i�letmecilik e�itimi alan ö�rencilerin giri�imcilik yönelimli olmasının do�al bir olgu olarak dü�ünülebilmesidir. Giri�imcilik müfredatlı olmayan fakülte ö�rencileri de ara�tırmaya dâhil edilmi� ve anne ve babaların giri�imci özellikleri ve giri�imcilik türü tercihinde etkisi daha geçerli bir �ekilde belirlenmeye çalı�ılmı�tır.

526

4.2. Ara�tırmanın Kapsamı

Ara�tırmanın kapsamını Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Zeliha Tolunay Uygulamalı Teknoloji ve ��letmecilik Yüksekokulu, E�itim Fakültesi ve Veterinerlik Fakültesi ö�rencileri olu�turmaktadır. Söz konusu bölümler toplamında 2008-2009 ö�retim yılı itibariyle e�itim alan Zeliha Tolunay Uygulamalı Teknoloji ve ��letmecilik Yüksekokulu’ndan 250 ö�renci, Veterinerlik Fakültesi’nden 244 ö�renci ve E�itim Fakültesi’nden 1917 ö�renci hedef evreni olu�turmaktadır. Bu evrenin (2411 ki�i’nin) yakla�ık %10’u olan 240 ö�renciye ula�ılmı�tır.

4.3. Ara�tırmanın Yöntemi

Ara�tırmada üç ana bölümden olu�an anket kullanılmı�tır. Birinci bölümde ebeveynlerin e�itim durumu, ya�adıkları yerler (kırsal-kentsel), çalı�ma alanları ve çocuklarına erken ya�tan itibaren giri�imcili�i telkin edip etmedikleri ile ilgili demografik sorular yer almı�tır. �kinci bölümde giri�imci özelliklere ö�rencilerin ne derece sahip oldu�unu ölçmek üzere 5’li Likert Ölçe�i (1. Hiç Katılmıyorum, 2. Kısmen Katılmıyorum, 3. Kısmen Katılıyorum, 4. Katılıyorum, 5. Kesinlikle Katılıyorum) ile olu�turulmu� kapalı uçlu 12 soru yer almı�tır. Üçüncü bölümde ise, giri�imcilik türlerini açık bir �ekilde tanımlayarak ö�rencilere hangisini tercih ettiklerini soran, tek seçenekli ve kapalı uçlu dört soru kullanılmı�tır.

4.4 Ara�tırmanın Temel Hipotezleri

Hipotez 1. Kendi i�ini kurmu� ve ba�arılı olmu� ebeveynlerin çocukları giri�imci özelliklere daha fazla sahiptirler.

Hipotez 2. Giri�imcilik konusunda ebeveynleri tarafından te�vik edilen çocuklar giri�imci özelliklere daha fazla sahiptirler:

Hipotez 3. Giri�imci yeti�tirme yönelimli okulların ö�rencileri, di�er mesleklere eleman yeti�tiren okulların ö�rencilerine kıyasla daha fazla giri�imcilik özelliklerine sahiptirler:

Hipotez 4. Kentsel kesimde ya�ayan insanların çocukları ile kırsal kesimde ya�ayan insanların çocukları arasında giri�imci türü tercihi konusunda farklılık vardır:

Hipotez 5. Erken ya�lardan itibaren ebeveynleri tarafından giri�imci olmaları do�rultusunda telkin edilen çocuklar ile telkin edilmeyen çocuklar arasında giri�imci türü tercihi açısından tutum farklılı�ı vardır:

Hipotez 6. Kamu örgütlerinde çalı�an ebeveyn çocukları-özel sektörde çalı�an ebeveyn çocukları-kendi i�letmesi olan ebeveyn çocukları arasında giri�imcilik türü tercihi açısından tutum farklılı�ı vardır:

527

3.5. Ara�tırmanın Bulguları

Veriler SPSS 15.0 programıyla de�erlendirilmi�tir. Ara�tırma bulguları de�erlendirilirken öncelikle kullanılan istatistiksel test, ölçme aracındaki (anketteki) soruların birbirleriyle tutarlılı�ını, ele alınan sorunu ölçmedeki homojenli�ini ve ölçme aracının güvenilir olup olmadı�ını ölçmek için kullanılan “Güvenilirlik Analizi”dir. �kincisi, ara�tırma konumuza ili�kin bir takım yorumlar yapmamıza ve fikri edinmemize yarayacak “Tanımlayıcı �statistiksel Analiz”lerdir. Üçüncüsü ise ara�tırmamızın temel hipotezlerini test etmek üzere kullanılan “Ba�ımsız örneklem t testi”, “Anova Analizi” ve “Ki Kare Analizi”dir.

3.3.1. Güvenilirlik Analizi Sonucu

Bilindi�i üzere Güvenilirlik Analizi’nde Alfa katsayısının bulunabilece�i aralıklar ve buna ba�lı olarak da ölçe�in güvenilirlik durumu a�a�ıdaki gibi gerçekle�ebilecektir (Akgül, Çevik, 2003:435-436):

0,00≤α<0,40 ise ölçek güvenilir de�ildir; 0,40≤α<0,60 ise ölçek dü�ük güvenilirliktedir; 0,60≤α<0,80 ise ölçek oldukça güvenilirdir ve 0,80≤α<1,00 ise ölçek yüksek derecede güvenilir bir ölçektir.

Yapılan analiz sonucunda giri�imci özellikler ölçe�inin Alfa katsayısı 0,86 oldu�u için ölçek yüksek derecede güvenilir olarak ifade edilebilir.

3.3.2. Tanımlayıcı �statistiksel Analiz Sonuçları

Ara�tırmamıza katılan ö�rencilerin 121’i (%50,4’ü) erkek, 119’u (%49,6’si) bayandır. Ö�rencilerin tümü 19-23 ya� aralı�ındadır. 240 ö�renciden 159’u (%66,3’ü) Zeliha Tolunay Uygulamalı Teknoloji ve ��letmecilik Yüksekokulu, 49’u (%20,4’ü) E�itim Fakültesi ve 32’si (13,3’ü) Veterinerlik Fakültesi ö�rencisidir.

Tablo 2’de görüldü�ü üzere özellikle ö�renci annelerinin e�itim düzeyleri babalarının kine kıyasla daha dü�ük düzeylerdedir. Ancak her ikisinin de e�itim düzeyleri ilkö�retimde yo�unla�maktadır. Ö�rencilerin büyük bir kısmı yakla�ık 1990 yılı do�umludur.

Tablo 2. Ebeveynlerin E�itim Durumlarına Göre Da�ılımları

Mezuniyet Anne

Frekans Yüzde Baba

Frekans Yüzde �lkö�retim 194 80,8 153 63,8

Lise 35 14,6 58 24,2

Ön Lisans 1 ,4 13 5,4

Lisans 10 4,2 16 6,7

Yüksek Lisans ve Doktora 0 0,0 0 0,0 Toplam 240 100,0 240 100,0

528

Devlet �statistik Enstitüsü’nün o yıllarla ilgili verileri incelendi�inde 1990 yılında 25 ya� ve üzeri olan bayanların sadece %3’ünün, erkeklerin ise sadece %7’sinin Yüksek Ö�retim mezunu oldu�u ve bayanların %47’sinin, erkeklerin ise %63’ünün ilkö�retim mezunu oldu�u görülmektedir (D�E Türkiye �statistik Yıllı�ı 2005 s.42). Bu durumda, seçti�imiz örneklemin Türkiye gerçekleriyle örtü�en bir demografik yapıya sahip oldu�unu söyleyebiliriz.

Tablo 3. Ebeveynlerin Çalı�tıkları Yerlere Göre Da�ılımları

Çalı�ma Yerleri Anne

Frekans Yüzde Baba

Frekans Yüzde Ev 207 86,3 0 0,0

Kamu Örgütleri 15 6,3 112 25,4

Özel Sektör 16 6,7 48 46,7

Kendi ��letmesi/��i 2 0,8 18 24,2

Toplam 240 100,0 240 100,0

Görüldü�ü üzere Türkiye’deki i� hayatında kadınların dü�ük katılımının gerçekli�i örneklemimizde de kendisini göstermektedir.

Tablo 4. Ebeveynlerin Ya�amlarının Büyük Kısmını Geçirdi�i Yerlere Göre Da�ılımları

Ya�am Yerleri Anne

Frekans Yüzde Baba

Frekans Yüzde Köy 79 32,9 72 30,0

Kasaba 8 3,3 5 2,1

�lçe 70 29,2 76 31,7

�l 83 34,6 87 36,3

Toplam 240 100,0 240 100,0

Ö�rencilerin giri�imcilik e�ilimleri üzerinde ebeveynlerin ya�am alanlarının etkili olup olmadı�ı ilerleyen kısımlarda istatistiksel testler ile analiz edilebilecektir.

Tablo 5. Ebeveynlerin Çocuklarının Giri�imci Olmalarına Yönelik Tutumlarına Göre Da�ılımları

Çocuklarının Giri�imci Olmalarına Göre Ebeveyn Tutumları

Anne Frekans Yüzde

Baba Frekans Yüzde

Olumlu 165 68,8 177 73,8

Olumsuz 13 5,4 14 5,8

Görü� Bildirmiyor 62 25,8 49 20,4

Toplam 240 100,0 240 100,0

529

Tablo 5. incelendi�inde anne ve babaların ezici ço�unlu�unun çocuklarının giri�imci olmasına ve kendi i�ini kurmasına olumlu baktı�ı görülmektedir.

Ö�rencilerin giri�imci özelliklere sahip olup olmadıklarını ölçmek için çalı�manın literatür kısmında bahsedilen 12 nitelikten yararlanılmı�tır. Bu ba�lamda ö�rencilere a�a�ıdaki sorular sorulmu� ve be�li ölçekte kendilerini de�erlendirmeleri istenmi�tir:

1. Toplumun gözünde önemli bir konuma sahip olmak isterim.

2. Sonunda ba�arılı olma ihtimali varsa risk almaktan asla çekinmem.

3. Belirsizlik dönemlerinde her zaman fırsatların oldu�una inanır ve onları bulmaya çalı�ırım.

4. Herhangi bir i�e veya durum karar verdi�imde sonuna kadar gitmeyi tercih ederim.

5. Hayatta tüm fırsatları ara�tırıp, tespit edip onlardan yararlanmaya çalı�ırım.

6. Yaptı�ım her i�le ilgili sürekli yeni fikirler üretebilirim.

7. Ba�kalarının göremediklerini görmeye çalı�ırım.

8. Elimdeki kaynakları etkili kullanmaya gayret ederim.

9. Her zaman kendimi gerçekle�tirmek ve kanıtlamak isterim.

10. Her konuda ki�isel sorumluluk ve inisiyatif almaktan kaçınmam.

11. De�i�imlere çabuk uyum sa�layabilirim.

12. �nsanlarla çok kolay ili�ki kurabilirim.

530

Tablo 6. Ö�rencilerin Giri�imcilik Özelliklerine �li�kin Tutumları Açısından Da�ılımları

1=Hiç Katılmıyoru

m

2=Kısmen Katılmıyoru

m

3=Kısmen Katılıyoru

m

4=Katılıyorum

5=Kesinlikle

Katılıyorum

Özellikler

F % F % F % F % F %

A�ırlıklı Ortalam

a

1 6 2,5 8 3,3 31 12,9 92 38,3 103 42,9 4,1583 2 6 2,5 7 2,9 34 14,2 73 30,4 120 50,0 4,2250

3 5 2,1 16 6,7 46 19,2 98 40,8 75 31,3 3,9250 4 3 1,3 7 2,9 19 7,9 84 35,0 127 52,9 4,3542 5 6 2,5 24 10,0 69 28,8 89 37,1 52 21,7 3,6542 6 3 1,3 11 4,6 60 25 98 40,8 68 28,3 3,9042 7 10 4,2 27 11,3 92 38,3 73 30,4 38 15,8 3,4250 8 3 1,3 13 5,4 59 24,6 88 36,7 77 32,1 3,9292 9 10 4,2 7 2,9 28 11,7 86 35,8 109 45,4 4,1542

10 7 2,9 9 3,8 35 14,6 99 41,3 90 37,5 4,0667 11 7 2,9 11 4,6 40 16,7 90 37,5 92 38,3 4,0375 12 4 1,7 9 3,8 34 14,2 94 39,2 99 41,3 4,1458

Tablo 6. de görüldü�ü üzere ö�rencilerin büyük bir ço�unlu�u giri�imci özelliklerin ço�una sahip oldu�unu iddia etmektedir. Ancak a�ırlıklı ortalamalara göre “kararlılık”, “toplumsal statü kazanma iste�i” ve “risk almaktan çekinmeme” gibi özellikler ilk sıralara yerle�en özelliklerdir.

Tablo 7. Ö�rencilerin Giri�imcilik Türü Tercihlerine Göre Da�ılımları

Giri�imci Türleri Frekans Yüzde �dealist Giri�imci 83 34,6

Yönetici Giri�imci 109 45,4

Stratejist Giri�imci 38 15,8

Taklitçi Giri�imci 10 4,2

Görüldü�ü üzere ö�rencilerimizin büyük ço�unlu�u yönetici giri�imci türünü tercih etmektedir. �kinci sırada ise idealist giri�imci türü yer almaktadır. Stratejist giri�imci tipi üçüncü sırada yer almakta iken taklitçi giri�imci tipini seçenlerin hiç olmaması dikkat çekmektedir.

3.3.3. Hipotezlerin �statistiksel Analizi Sonuçları

Hipotez 1. Kendi i�ini kurmu� ve ba�arılı olmu� ebeveynlerin çocukları giri�imci özelliklere daha fazla sahiptirler.

Bu hipotezi test edebilmek için öncelikle anne ve babası i�letme kurmu� ve ba�arı ile yürütmü� ve yürütmekte olan ö�rencilerle anne ve babası hiç i�letme kurmamı� olan ö�rencilerin ayrılabilmesi için veri dönü�ümü yapılmı�tır. Ö�renciler bu dönü�üm sonucunda anne ve babası giri�imci olanlar ve olmayanlar olarak iki grup altında toplanmı�tır. Tüm giri�imcilik

531

özelliklerini dikkate alarak yapılan ba�ımsız örneklem t testi neticesinde iki grup arasında “risk alma”(α=0,05 iken p<0,05) ve “kaynakları etkin kullanma”(α=0,05 iken p<0,009) açısından tutum farklılı�ı görülmektedir. Bu sonuçlara göre ebeveynleri ba�arılı bir giri�imcilik süreci geçirmi� ö�rencilerin “risk alma” ve “kaynakları etkin kullanma” özelliklerine di�erlerine göre daha yatkın oldukları yorumu yapılabilmektedir.

Hipotez 2. Giri�imcilik konusunda ebeveynleri tarafından te�vik edilen çocuklar giri�imci özelliklere daha fazla sahiptirler:

Giri�imcilik yönünde çocuklarını te�vik eden, tarafsız olan ve engellemeye çalı�an anne ve babaların çocuklarının arasında giri�imcilik özellikleri açısından anlamlı bir tutum farklılı�ının olup olmadı�ını görebilmek için ba�ımsız örneklem t testi yapılmı�tır. Yapılan test sonuçları Tablo 8’de oldu�u gibidir.

Tablo 8. Anne ve Babaların Giri�imcilik Yönünde Te�vik Etti�i Çocuklarının Giri�imcilik Özelliklerinin Farklıla�masını Gösteren T Testi

Tablosu

Giri�imci Özellikleri Anneler Önem Ortalama Derecesi Farkları (Sign.)

Babalar Önem Ortalama Derecesi Farkları (Sign.)

Toplumsal Statü Kazanma �ste�i

,000 ,54061 ,000 ,58058

Risk Almaktan Kaçınmama

,004 ,38545 ,031 ,30584

Belirsizlikleri Fırsata Dönü�türebilme

,006 ,37576 ,022 ,32876

Kararlılık ,016 ,28242 ,008 ,32957

Fırsatlardan Yararlanma ,000 ,50545 ,038 ,30589

Yaratıcılık ,001 ,42303 ,010 ,34356

Yenilikçilik ,000 ,54061 ,033 ,31800

Sınırlı Kaynakları Koordine Etme ve Etkili Kullanma

,002 ,40215 0,97 ,24832

Kendini Gerçekle�tirme ,002 ,47636 ,002 ,46731

Sorumluluk ve �nisiyatif Alabilme

,001 ,46545 002 ,43476

De�i�imlere Ayak Uydurabilme

,000 ,42303 ,004 ,41673

Sürdürülebilir ve Sa�lıklı �li�kiler Kurabilme

,002 ,42545 ,072 ,26231

Bu sonuçlara göre, çocuklarına giri�imcilik yönünde te�vikçi olan annelerin çocukları te�vikçi olmayan annelerin çocuklarına kıyasla tüm giri�imcilik özelliklerine daha fazla sahiptirler. Çocuklarına giri�imcilik

532

yönünde te�vikçi olan babaların çocukları yine aynı �ekilde sadece “sınırlı kaynakları ekin kullanma” ve “sa�lıklı ili�kiler kurabilme” özellikleri hariç di�erlerine daha fazla sahiptirler. Giri�imcilik yönünde çocuklarını te�vik eden ebeveynlerle etmeyen ebeveynlerin çocukları arasında Tablo 8’de belirtilen özellikler açısından tutum farklılı�ı vardır.

Hipotez 3. Giri�imci yeti�tirme yönelimli okulların ö�rencileri, di�er mesleklere eleman yeti�tiren okulların ö�rencilerine kıyasla daha fazla giri�imcilik özelliklerine sahiptirler:

Ba�ımsız örneklem t testi sonuçlarında görülmü�tür ki giri�imci yeti�tirme yönelimli okul ö�rencileri Tablo 9’da görülen giri�imcilik özellikleri açısından di�er mesleklere eleman yeti�tiren okulların ö�rencilerine kıyasla giri�imci özelliklere daha fazla sahip oldukları görülmektedir.

Tablo 9. Giri�imci Yeti�tirme Yönelimli Okulların Ö�rencileri ile Di�er Mesleklere Eleman Yeti�tiren Okulların Ö�rencilerinin Giri�imcilik

Özelliklerinin Farklıla�masını

Giri�imci Özellikleri

Önem Derecesi(Sign.)

Ortalama Farklılıkları

Standart Sapma

Risk almaktan kaçınmama

,001 ,45143 ,12912

Kararlılık ,000 ,44142 ,11208

Yenilikçilik ,009 ,36198 ,13754

Kendini Gerçekle�tirme

,013 ,34451 ,13792

Sorumluluk ve �nisiyatif Alabilme

,029 ,28698 ,13080

Bu sonuçlar bize giri�imcilik yönelimli okulların, sahip oldu�u ders

müfredatı ve ö�rencilere e�itim süreçlerinde kazandırılmaya çalı�ılan bakı� açıları neticesinde daha giri�imcilik yönelimli bireyler yeti�tirdi�i söylenebilir.

Hipotez 4. Kentsel kesimde ya�ayan insanların çocukları ile kırsal kesimde ya�ayan insanların çocukları arasında giri�imci türü tercihi farklılı�ı vardır:

Yapılan Ki Kare Testi neticesinde annelerin kırsal ya da kentsel alanlarda ya�amasının giri�imcilik türü tercihinde farklılı�a neden olmadı�ı (X2

=13,491 α=0,05 iken, çift yönlü ρ≥0,142) görülmü�tür. Aynı �ekilde babaların kırsal ya da kentsel alanlarda ya�amasının giri�imcilik türü tercihinde farklılı�a neden olmadı�ı (X2 =11,576 α=0,05 iken, çift yönlü ρ≥0,238) görülmü�tür. Dolayısıyla analiz sonucunda görülmü�tür ki, anne ve babanın kırsal ya da kentsel kesimlerden gelmesi çocukların giri�imcilik e�ilimleri üzerinde etkili de�ildir.

533

Hipotez 5. Giri�imcilik konusunda ebeveynleri tarafından te�vik edilen çocuklar ve edilmeyen çocuklar arasında giri�imci türü tercihi açısından tutum farklılı�ı vardır:

Yapılan Ki Kare Testi neticesinde çocuklarını giri�imcilik yönünde te�vik eden ve etmeyen annelerin çocukları arasında giri�imcilik türü terci farlılı�ı (X2 =10,655 ve α=0,05 iken, çift yönlü ρ≥ ,014) görülmü�tür. Farklılı�ı yönü Tablo 10’de gösterilmi�tir.

Tablo 10: Annelerin Çocuklarının Giri�imci Olmalarına Yönelik Telkinleri ile �li�kili Giri�imci Türü Tercihine Göre Ö�rencilerin Da�ılımı

Giri�imcilik Türleri �dealist

Giri�imci Yönetici Giri�imci

Stratejist Giri�imci

Taktikçi Giri�imci

Toplam Annelerin Çocukların Giri�imci Olmasını Te�viki F % F % F % F % F % Te�vik Eder Te�vik Etmez Toplam

68 15 83

82 18 100

69 40 109

63 37 100

22 16 38

58 42 16

6 4 10

60 40 41

165 75 240

100,0 100,0 100,0

Tablo 10’de görüldü�ü gibi anneleri tarafından giri�imcili�e te�vik edilen çocuklar “idealist ve yönetici giri�imci” türlerini a�ırlıklı olarak seçmekle birlikte, “idealist giri�imci” türünü tercih eden çocuklar içerisinde ço�unlu�u anneleri tarafından giri�imcili�e te�vik edilenler olu�turmaktadır. Di�er giri�imcilik türlerinde bu fark daha azdır. Dolayısıyla anneleri tarafından giri�imcili�e te�vik edilen çocukların “idealist giri�imci” türüne e�ilimlerinin daha fazla oldu�u ileri sürülebilir.

Tablo 11: Babaların Çocuklarının Giri�imci Olmalarına Yönelik Telkinleri ile �li�kili Giri�imci Türü Tercihine Göre Ö�rencilerin Da�ılımı

Giri�imcilik Türleri

�dealist Giri�imci

Yönetici Giri�imci

Stratejist Giri�imci

Taktikçi Giri�imci

Toplam Annelerin Çocukların Giri�imci Olmasını Te�viki

F % F % F % F % F %

Te�vik Eder

Te�vik Etmez

Toplam

70

13

83

84

16

100

76

33

109

70

40

100

24

14

38

63

37

100

7

3

10

70

30

100

177

63

240

100,0

100,0 100,0

Babalar açısından yapılan Ki Kare Testi neticesinde çocuklarını giri�imcilik yönünde te�vik eden ve etmeyen babaların çocukları arasında giri�imcilik türü terci farlılı�ı (X2 =7,993 ve α=0,05 iken, çift yönlü ρ≥ ,046) görülmü�tür. Farklılı�ın yönü Tablo 11’de gösterilmi�tir. Yine aynı �ekilde babaları tarafından giri�imcili�e te�vik edilen çocuklar “idealist ve yönetici

534

giri�imci” türlerini a�ırlıklı olarak seçmekle birlikte, “idealist giri�imci” türünü tercih eden çocuklar içerisinde ço�unlu�u babaları tarafından giri�imcili�e te�vik edilenler olu�turmaktadır. Di�er giri�imcilik türlerinde bu fark daha azdır. Dolayısıyla anneleri tarafından giri�imcili�e te�vik edilen çocukların “idealist giri�imci” türüne e�ilimlerinin daha fazla oldu�u ileri sürülebilir.

Hipotez 6. Kamu örgütlerinde çalı�an ebeveyn çocukları-özel sektörde çalı�an ebeveyn çocukları-kendi i�letmesi olan ebeveyn çocukları arasında giri�imcilik türü tercihi açısından tutum farklılı�ı vardır:

Ara�tırmaya katılan ö�rencilerinin annelerinin büyük kısmı (%86,3’ü) ev hanımı oldu�u için mesleki farklılıklar açısından istatistiksel test yapma imkanımız olmamı�tır. Ancak babalar açısından yapılan Ki Kare Testi neticesinde (X2 =28,560, α=0,05 iken, çift yönlü ρ≥0,001) görülmü�tür. Ö�renci ebeveynlerinin çalı�ma alanları, ö�rencilerin giri�imci türü tercihinde önemli farklılıklar olu�turmu�tur. Tablo 13’de bu farklılı�ın yönü görülmektedir.

Tablo 12: Ebeveyn Çalı�ma Alanına Göre Giri�imcilik Türü Tercihi Da�ılımı

Giri�imci Türleri

Ebeveyn çalı�ma alanı

�dealist Giri�imci F %

Yönetici Giri�imci F %

Stratejist Giri�imci F %

Taktikçi Giri�imci F %

Toplam F %

Kamu Çalı�anı 22 35 28 44 7 11 6 10 63 100

Özel Sektör Çalı�anı 36 31 61 53 17 14 2 2 116 100

Kendi ��letmesi /��i Var 25 40 20 33 14 24 2 3 61 100

Toplam 83 109 38 10 240

Tablo 12’ye göre, kendisi i�letme kurmu� ve ba�arılı olmu� ki�ilerin

çocukları daha a�ırlıklı olarak idealist giri�imci türünü tercih ederlerken özel sektör ve kamu çalı�anı olan ki�ilerin çocukları ise yönetici giri�imci türünü tercih etmektedirler.

SONUÇ

Ki�ili�in geli�mesinde kalıtsal, fiziksel ve kültürel etkenlerin yanı sıra ailenin de etkili oldu�u bilinmektedir. Aile sosyalle�menin ba�ladı�ı yerdir. Çocuklar, özellikle anne ve babası ve içinde bulundu�u toplumsal gruplar tarafından uygun görülen ve kabul edilen gelenek, töre ve beklentilere uygun davranı�lar geli�tirerek sosyalle�ebilmektedirler. Giri�imcilik özelliklerinin aynı zamanda ki�ilik özellikleri oldu�u dü�ünülürse, ki�ili�in olu�masında etkili olan tüm faktörlerin giri�imcilik özelliklerinin kazanılmasında da etkili olaca�ı söylenebilir.

535

Ara�tırma sonuçlarını topluca de�erlendirdi�imizde çocukların ki�iliklerinin olu�masında ve ya�antılarıyla ilgili tüm seçimlerinde anne ve babalarının etkisinin varlı�ının bir kez daha do�rulanması söz konusudur. Anne ve babanın sahip oldu�u e�itim seviyesi ile hayatının ço�unun kırsal ya da kentsel kesimde geçmesi durumu çocuklarının giri�imci özelliklere e�ilimlerinin fazla olmasını veya giri�imcilik türü tercihi açısından farklıla�masını sa�lamamaktadır. Ancak di�er taraftan, gerek sahip oldukları i� çevresi ve ya�am ko�ulları gerekse çocuklarını te�vik etmeleri gibi durumlarda çocukları arasındaki farklılıkları ortaya çıkmaktadır.

Anne ve babaların ba�arılı giri�imler yapmı� olması çocukların giri�imcilik özelliklerine daha fazla sahip olmasına ve giri�imcilik türü tercihlerinin farklıla�masına neden olmaktadır. Ba�arılı giri�imler yapmı� olan ebeveynlerin çocuklarının giri�imci olmayan ve ba�arısız giri�imler gerçekle�tiren ebeveynlerin çocuklarına kıyasla daha fazla risk almaya ve kaynakların kullanımında etkinli�e dikkat etmeye ve idealist giri�imci türüne yatkın oldukları görülmektedir. Ebeveynler tarafından küçük ya�larda giri�imcilik do�rultusunda te�vik edilen ve yönlendirilen çocuklar di�erlerine kıyasla hemen hemen tüm giri�imcilik özelliklerine daha yatkın görünmektedirler. Kendi i�letmesini kurmu� ve ba�arılı olmu� ebeveynlerin ve çocuklarını giri�imcilik yönünde te�vik eden ebeveynlerin çocuklarının ise daha fazla idealist giri�imci türünü tercih ettikleri görülmektedir. Giri�imcilik yönelimli okulların ö�rencileri ise, risk almaya yatkınlık, kararlılık, yenilikçilik, kendini gerçekle�tirme ve sorumluluk alma özelliklerine daha fazla sahip görülmektedir.

Bir çocu�un giri�imci özelliklere sahip olması, onun ilerleyen ya�larında i�letme kurarak i� hayatına atılmasını kolayla�tırıcı bir etkiye sahiptir ancak, mutlaka bir i�letme kuraca�ı anlamına da gelmemektedir. Bununla beraber, bizim yukarıda saydı�ımız giri�imci özellikler, sadece i�letme kurma veya çalı�tırma durumda de�il çocuklar hangi mesle�i seçerlerse seçsinler ya da hangi kurumlarda çalı�ırlarsa çalı�sınlar i� performansları üzerinde olumlu etkiler meydana getirecek niteliktedirler. Bu nedenle her anne ve baba çocu�unun bu özelliklere sahip olmasını da arzu edecektir. Öyleyse, anne ve babalar çocuklarının geli�im sürecinde zihinsel ve davranı�sal boyutlarda bu özelliklerin çocuklarına kazandırılmasına yönelik hareket etmelidirler. Çocuklarının yaratıcı, yenilikçi, sorumluluk alabilen, de�i�imlere ve geli�melere ayak uydurabilen insanlar olmasını desteklemelidirler.

Öte yandan, ki�ili�in geli�mesinde ailenin yanı sıra okul, arkada� grupları gibi di�er toplumsal gruplar ve televizyon, radyo ve sinema gibi kitle ileti�im ortamları ve araçları da tutum ve davranı� geli�tirme boyutlarıyla önemli roller oynamaktadırlar. Bu nedenle çocuklarımızın ve gençlerimizin giri�imci özelliklere sahip olmasında e�itim sistemimize ve medya önemli görevler dü�mektedir. Çünkü, ülkelerin ekonomik ve sosyal alanlarda bir

536

di�erine fark olu�turmasının temelinden giri�imci özelli�e sahip bireylere sahip olup olmama gelmektedir. Dolayısıyla, son yıllarda i�letmecilik, e�itim ve hükümet çevrelerinin bireysel donanımlarla ilgili üzerinde durdukları yegâne konu giri�imci özelliklere sahip bireyler yeti�tirmedir. Hatta Avrupa giri�imcilik refleksleri yüksek bireyler yeti�tirebilmek açısından yüksek ö�renim müfredatını Bologna süreci adı altında yeniden �ekillendirmeye ba�lamı�tır.

KAYNAKÇA

Casson M, Wadeson N., 2007, ‘Entrepreneurship and Macroeconomıc Performance’, Strategic Entrepreneurship Journal, 1: 239–262

Acs Z, 2006, ‘How Is Entrepreneurship Good for Economic Growth’, �nnovations,: 97-107

Agarwal, Krishna K., Upadhyay, Rajesh Kr., (2009), “Attitude of Youth Towards Entrepreneurship: A Case Study of Varanasi”, The Icfai University Journal of Entrepreneurship Development, Vol. VI, No. 2, pp.49-63.

Anders LUNDSTRÖM ve Lois A. STEVENSON, Entrepreneurship Policy Theory and Practice, Springer-Verlag New York Inc., 2005.

Athayde, Rosemary, (2009), “Measuring Enterprise Potential in Young People”, Entrepreneurship Theory and Practice, March 2009, s.481.

Goel A. Vohra N. Zhang L. Arora B.2007. Attitudes of the Youth towards Entrepreneurs and Entrepreneurship: A Cross-Cultural Comparison of India and China. Indıan Institute of Management Research and Publications. 01-06 :1-33

Thomas GRABEL, Andreas PYKA ve Horst HANUSCH, “An Evolutionary Approach To The Theory of Entrepreneurship”, Industry and Innovation, Vol: 10, No: 4, 2003.

Enrico SANTARELL� ve Marco V�VARELL�, “Entrepreneurship and The Process of Firms’ Entry, Survival and Growth”, Industrial and Corporate Change, 2007.

Erjem Ya�ar, Ça�layandereli,Mustafa., “Televizyon Ve Gençlik: Yerli Dizilerin Gençlerin Model Alma Davranı�ı Üzerindeki Etkisi”, C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi Mayıs 2006 Cilt : 30 No:1 15-30

Kidane, Amdetsion, Harvey, Barron H., (2009), “Profile Of Entrepreneurs: Employing Stepwise Regression Analysis To Determine Factors That Impact Success Of Entrepreneurs”, Review Of Business Research, Volume 9, Number 3, pp. 55-65

Pistrui D, Huang W, Oksoy D, Jing Z, Welsch H.2001. Entrepreneurship in China: Characteristics, Attributes, and Family Forces Shaping the

537

Emerging Private Sector. Famıly Busıness Revıew. Vol 14. No 2: 141-152

Ruta AIDIS, Entrepreneurship and Economic Transition, Tinbergen Institute Disccussion Paper, Amsterdam, 2003.

Hans LANDSTRÖM, Pioneers In Entrepreneurship And Small Business Research, Springer Science, 2005.

William B. GARTNER ve Nancy M. CARTER, “Entrepreneurial Behaviour and Firm Organizing Processes”, The Handbook Of Enrepreneurship Research, Dordrecht: Kluwer Academic Publishers, 2003, s: 195.

Öztürk �. 2008. ‘Giri�imcilik Raporu’, �ktisadi Giri�im ve �� Ahlakı Derne�i, p:14

Semra ARIKAN, Giri�imcilik Temel Kavramlar ve Bazı Güncel Konular, Siyasal Kitabevi, Ankara, 2004.

Adnan ÇEL�K ve Tahir AKGEMC�, Giri�imcilik Kültürü ve KOB�’ler, Gazi Yayınevi, Ankara, 2007.

M.Tamer MÜFTÜO�LU ve Tülin DURUKAN, Giri�imcilik ve Kobi’ler, Gazi Kitabevi, Ankara, 2004.

Andreas RAUCH ve Michael FRESE, “Psychological Approaches to Entrepreneurial Success: A General Model and An Overview of Findings”, In C.L. Cooper ve I.T. Robertson (Eds.), International Review of Industrial and Organizational Psychology, Chichester: Wiley, 2000.

E. CHELL, Jean HAWORTH, Sally BREARLEY, The Entrepreneurial Personality: Concepts, Cases, and Categories, New York: Routledge, London, 1991.

Seyfi TOP, Giri�imcilik Ke�if Süreci, Beta Yayınları, �stanbul, 2006.

Schmitt-Rodermund, Eva, Vondracek, Fred W., (2002), “Occupational dreams, choices and aspirations: adolescents’ entrepreneurial prospects and orientations”, Journal Of Adolescence 2002, 25, pp. 65–78.

Anna LEVANDER ve Isabella RACCUIA, “Entrepreneurial Profiling, Stimuli Reaction, Action”, A Cognitive Approach to Entrepreneurship, Stockolm Schools of Economics, Seminar Presentation: January 19th 2001.

E. WHITE R, THORNHILL S, HAMPSON E. A Biosocial Model of Entrepreneurship: The Combined Effects of Nurture and Nature, Journal of Organizational Behavior, 28: 451–466

538

Arslan K. 2002. Üniversiteli Gençlerde Mesleki Tercihler ve Giri�imcilik E�ilimleri. Do�u� Üniversitesi Dergisi.6: 1-11

Aziz AKGÜL ve Osman ÇEV�K, �statistiksel Analiz Teknikleri (SPSS’te ��letme Yönetimi Uygulamaları), Emek Ofset, Ankara, 2003.

539

ENVERÎ VE DÎVÂNI

Ömer SAVRAN∗

Özet

Bu çalı�mada, tezkirelerde ismi geçmeyen ancak �iirlerinden hareketle 16. yüzyılın ikinci yarısı ile 17. yüzyılın ilk çeyre�inde ya�adı�ı dü�ünülen Enverî hakkında bilgi verilecek ve ardından �airin divanı ana hatlarıyla tanıtılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Klasik Türk �iiri, Enverî, Divan, XVII. yüzyıl

Abstract

ENVER� AND HIS D�VAN

This study focuses on Enveri whose name isn’t mentioned in biographies but presumed that he lived between 1550s and 1625s as far as we understand from his poems. Afterwards, Poet’s divan is described generally.

Keywords : Classical Turkish Poem, Enveri, Divan, 17th century.

Giri�

Türk edebiyatının XIII. yüzyıl sonları ile XIX. yüzyılın ikinci yarısı arasında �slam kültürü etkisinde devam eden edebi dönemi, kaynaklarda “Eski Türk Edebiyatı” veya “Klasik Türk edebiyatı” gibi isimlerle adlandırılır (Saraç, 2009:5)1. Yakla�ık altı asır gibi uzun sayılabilecek bu edebi dönemde, Osmanlı devletinin hüküm sürdü�ü co�rafyada (�sen, 1997: 64) pek çok �air ve yazar yeti�mi�tir.

�air ve yazarlarımızın ortaya koydu�u gerek manzum gerekse mensur eserlerin önemli bir kısmı, üniversitelerde sürdürülen akademik çalı�malar neticesinde gün yüzüne çıkarılmı� ve bu dil malzemeleri edebiyat tarihi içerisindeki yerini almı�tır. Ancak bir kısım �air ve yazarlarımızın edebi kimlikleri ve onlara ait eserler hala gün yüzüne çıkarılmayı beklemektedir.

Bu �airlerden biri de 16. yüzyılın ikinci yarısı ile 17. yüzyılın ilk çeyre�i arasında ya�adı�ı kanaatini ta�ıdı�ımız Enverî’dir.2 Hacimli sayılabilecek bir divana sahip olan Enverî 16. ve 17. yüzyıl tezkirelerinde ismi geçmeyen bir �airdir.

∗ Yrd. Doç. Dr., [email protected], Karabük Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü 1 Di�er çalı�malar için bkz. Ömer Faruk Akün, “Divan Edebiyatı” TDV. �slâm Ansiklopedisi, �stanbul, 1994, C. IX; Mine Mengi, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara, 2005, s. 14. 2 “Enverî Dîvânı”, basıma hazır proje.

540

“Enverî ve Divanı” adlı bu çalı�mada Enverî ve divanı hakkında bilgi verilerek �airin eseri ana hatlarıyla tanıtılmaya çalı�ılacaktır.

ENVERÎ VE DÎVÂNI

Enverî’nin hayatı, e�itim durumu ve nereli oldu�una dair henüz elimizde bir bilgi bulunmamaktadır. Dolayısıyla �air ile ilgili de�erlendirme yapabilece�imiz elimizdeki tek malzeme �imdilik divanıdır.

Yazmanın bulundu�u katalog bilgilerinde3 divanın “Enverî Sûzenger �stânbûlî”ye (öl. 954/1547) ait oldu�u bilgisi verilmektedir. Ancak divanda geçen tarihler4, isimler ve bazı tahmislerden eserin ba�ka bir Enverî’ye ait oldu�u anla�ılmaktadır. Zira yukarıda verilen tarihte de görüldü�ü üzere Enverî Sûzenger �stânbûlî olarak belirtilen ve kaynaklarda Mürekkepçi Enverî diye de bilinen �airin ölüm tarihi 954/1547’dir (Kurnaz-Tatçı, 2001:16) 5.

Ayrıca bu çalı�mada kendisi ve divanı üzerinde durdu�umuz Enverî’nin �iirleri arasında yer alan tarihlerden ve �eyhülislam Yahyâ’ya yazdı�ı tahmisten �airin Mürekkepçi Enverî’ den farklı ve daha sonra ya�ayan Enverî mahlaslı bir �air oldu�u anla�ılmaktadır.

Di�er taraftan kaynaklarda “Enverî-i Müneccim” mahlasıyla �iirler yazan bir ba�ka Enverî’den de bahsedilmektedir. Edirneli Nazmî’nin Mecma’ü’n-Nezâir’inde kayıtlı bulunan ve Sadettin Nüzhet Ergun’un da eserine aldı�ı “Enverî-i Müneccim”e ait gazeller, üzerinde çalı�ma yaptı�ımız Enverî divanında yer almamaktadır (Ergun:1300)6. Ancak ortaya çıkabilecek yeni �iirlerin tekrar de�erlendirilmesi gerekecektir.

Hayatı hakkında henüz bir bilgiye sahip olmadı�ımız Enverî’nin devlet görevinde bulunup bulunmadı�ını da bilmiyoruz. �air, bazı �iirlerinde önemli sayılabilecek pek çok ki�iye yakın oldu�unu fakat bunlardan bir hayır görmedi�ini belirtmektedir:

Neçe azîz u neçe �eyh dâmânına sürdüm yüzüm

A�kından özge hîç beni bir kimse ir�âd itmedi (Divan, vr. 61b)

3 Türkiye Yazmaları Toplu Katalogu (TÜYATOK.) 34 I. 200. 4 �airin divanında bulunan 4 tarih de 1600’den sonrasına aittir. Ali A�a-zâde’ye yazılan tarih a�a�ıda örnek olarak verilmi�tir: �âd olub Enverî nasîbini hisâb eyleyicek Oldı târîh müyesser kılam �stanbûl (1030/1620-1621) (Divan, vr. 67a) 5 Ayrıca bkz. Türk �airleri, C. III, s. 1300; M. Fatih Köksal, “Enverî”, Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi, Ankara, 2003, c. 3, s.350; “Enverî”, TDEA, Dergâh, C. 3, s. 53. 6 Ayrıca bkz. M. Fatih Köksal, Edirneli Nazmî, Mecmau’n-Nezâir, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamı� Doktora Tezi, Ankara, 2001, s. 908, 1848, 2872.

541

Enverî pa�a ile begden vefâ gelmez sana

Turmadı pa�a gibi peymâne beg hazretleri (Divan, vr. 60b)

Enverî divanının tek yazma nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’nde olup “07 Tekeli 750” numara ile kayıtlıdır. Divanın özellikleri a�a�ıdaki �ekildedir: 7

Yaprak:74

Boyut: (Dı�-�ç) 233x123-183x75 mm.

Satır: 19

Yazı: Talik

Cilt: Sırtı vi�ne renkte kâ�ıtla onarılmı�, ebrî kâ�ıt bir cildi vardır. Ba�tan sona simkarî müzehhep, söz ba�ları kırmızı, cetveller ise siyah mürekkeple çekilmi�tir. 65b - 66a yüzleri sıvama yaldızla kaplıdır.

Kâ�ıt: Nohudî filigranlı

Müstensih: Hasan Behâyî

�stinsah tarihi: H.1038- M. 1629.

Divanın ba�ında ve sonunda a�a�ıdaki manzumeler bulunmaktadır:

Ba�langıç:

Yanaldan âte�-i a�kınla cânâ cism-i sûzânum

�erer gibi döker hûn-i siri�kin çe�m-i giryânum

Biti�:

Umarım hazret-i Bârî ola bir gün yârî

�rgürem bir ser-i kâra bu dil-i bî-kârı

Divanın ba�ı noksan oldu�u için �airin münacat, naat ve kasideler yazıp yazmadı�ını ve bunların sayısını bilmiyoruz. Enverî divanı eksik bir muhammesle ba�layıp Faizî, Sipâhî, Hüdayî, Husrev, �eyhülislâm Yahya, Fevrî, Fuzûlî, Sırrî ve Ulvî'nin gazellerine yapılan tahmisler ile devam eder. Enverî divanında 340 gazel, 32 kıt'a, 1 müstezad, 4 tarih, 10 rubaî ve 74 müfred vardır.

Enverî, �iirleri arasında geçen bir beytinde divan tertip etti�ini belirtir:

Gördiler tertîb-i dîvân itdügüm ey Enverî

Didi erbâb-ı suhan bu �i’rini dîvâne yaz (Divan, vr. 29b)

7 TÜYATOK. 34 I. 200.

542

Hacimli bir divanı olan Enverî, gazellerini umumiyetle be� beyit olarak yazmı� ve �iirlerinde oldukça sade bir dil kullanmı�tır. Bunun yanında �airin �iirlerinde göze çarpan bir ba�ka husus ise zaman zaman mahalli unsurlara ve önemli miktarda deyimlere yer vermesidir:

Hâk olmadan yolunda bezm-i kâmımız hemân

Gördükçe göz ucıyla bize bir selâm mıdur (Divan, vr. 24a)

�tme da’vâ-yı neseb �imdengerü bildük seni

Hâce �shak karda�ı Dâvud’a benzersin çavu� (Divan, vr. 31b)

Dünyâyı kaç bucag idügin gösterür bana

Bir gice tag ba�ında kalan Enverî gibi (Divan, vr. 60b)

Enverî’nin gazelleri arasında Hz. Muhammed’e, dört halifeye ve peygamberimizin torunlarına sevgi ve saygısını gösteren �iirler de vardır:

Â�ıklarınu� Ka’besidür kûy-ı Muhammed

Mihrâbıdur ol Ka’beye ebrû-yı Muhammed (Divan, vr. 16b)

Kıl adâlet bendene lutf ile sultânum Ömer

Çâr-yârun a�kına rahm eyle gel hânum Ömer (Divan, vr. 26a)

�reydi nâle vü âhum eger Ali �âhe

�derdi sûz-ı derûnum eser Ali �âhe (Divan, vr. 55b)

Bugün Hüseyni görüp Kerbelâ-yı a�k içre

Yolu�da cânı fedâ itmeyen Yezîd olsun (Divan, vr. 47b)

Enverî’nin �iirlerinde yer yer tasavvufi konulara ve �iirlere de yer verdi�ini görürüz.

Bakma dehre pâdi�âh-ı mülk-i istignâ olup

Semt-i zühde Enverî azm it yüri Edhem gibi (Divan, vr. 59a)

543

Gû�e-gîr-i vahdetüz zühd u riyâdan fârigüz

�ki âlemden geçüp havf-ı riyâdan fârigüz (Divan, vr. 30a)

Kayd-ı dünyâ-yı denîden hele âzâd oldık

Gam degül Enveri oldu�sa eger çâker-i a�k (Divan, vr. 37a)

Divanda göze çarpan bir ba�ka husus da güzellik unsuru olarak Hz. Yusuf un pek çok yerde zikredilmesidir. Buna ba�lı olarak Züleyha ve Hz. Yakup da anılır.

Mâil oldum ey Züleyhâ-ve� sana Yûsuf gibi

Sen de lutf it ba�a cevr itme �ehâ Yûsuf gibi (Divan, vr. 58a)

�iirlerde öne çıkan bir ba�ka husus ise Hz. �brahim ve özellikle onun sıfatı olan “Halil” ifadesidir:

Yıkılsa gam degil seng-i nedâmetden dil-i vîrân

Halîli eylemi� bennâ-yı kudret Ka’beye bânî (Divan, vr. 59b )

Yandurur tâb-ı gama â�ık-ı nev-suhtesin

�tmi� �brâhîmi Allâh meger Âzerden (Divan, vr. 42a)

Enverî’nin �iirlerinde devrindeki “Yeniçeri” tipine8 ve paranın de�er kaybetmesi gibi toplumsal hususlara da i�aret etti�ini görmekteyiz:

Reng-i rûyı â�ıka öykünmese bu �ekl ile

Enverî böyle bozılmazdı olup dinâr surh (Divan, vr. 16a)

Eski �iirimizin klasik konuları olan rakip, zahit ve dünyadan �ikâyet gibi konulara ili�kin �airin görü�lerinden bazıları ise a�a�ıdaki �ekildedir:

8 (Divan, vr. 60a), (Divan, vr. 60b)

544

Yâr içün yâr ideyin cânuma agyâr elemin

Çekeyin ol gül-i nev-reste içün hâr elemin (Divan, vr. 45a)

Zâhid bize ta’n eyleme biz ehl-i ferâguz

Kendü nefesinden söyünen mürde çerâguz (Divan, vr. 31a)

Erâzil-i hem-demi erbâb-ı a�ku� dü�men-i cânı

Senü� bu kahbe dünyâ gibi mekkâr oldugın bildik (Divan, vr. 38a)

Enverî yukarıda da belirtildi�i üzere ça�da�larına ve kendinden önce ya�amı� �airlere tahmisler yazmı�tır. Bu tahmislere örnek olarak Fuzûlî’ye ve �eyhülislâm Yahyâ’ya (öl. 1637) yazılan tahmislerin son bentlerini veriyoruz:

Gazel-i Fuzûlî el-merhûm tahmîs-i Enverî Çelebi (Tarlan, 1998:636)

Gönlüme vaslın rehâsın hîç hâcet kılmazın

Öldürürsün senden ey hûnî ferâgât kılmazın

Enverî-ve� özgeler bezminde sohbet kılmazın

Her cefâ kılsan Fuzûlî tek �ikâyet kılmazın

A�k etvârında sanma bî-vefâlardan beni (Divan, vr. 5a )

Gazel-i Yahyâ Efendi tahmîs-i Enverî Çelebi (Kavruk, 2001: 433)

Hânkâh-ı a�k-ı pâk içre olursan münzevî

Mihr-i a�ku� görünüyor mir’ât-ı dilde pertevi

Enverî rû�en ola dirsen eger kalbü� evi

Ola gör her yirde ol merd-i Hudânu� pey-revi

Er gibi bas ayagu� meydâna Yahyâ er gibi (Divan, vr. 3a)

�iir örneklerimizi �airin divanından seçti�imiz “veciz ifadeler” olarak de�erlendirebilece�imiz a�a�ıdaki beyitlerle sonlandırmak istiyoruz:

Ârif oldur kat’ ide ümmîdi Hak’dan gayriden

Merd odur kim eylemez nâ-merde arz-ı ihtiyâc (Divan, vr. 15a)

545

Dil-ber odur ki â�ıkına yâr-ı gâr ola

Â�ık odur ki derd-i mahabbetle zâr ola (Divan, vr. 50a)

Â�ık odur ki vuslatı�ı itmeyüp ümîd

Cevr u cefâ�ı çekmek ile nâmdâr ola (Divan, vr. 50a)

Â�ık odur ki âte�-i hicrânla yanup

Ta ha�r olunca sönmeye kalbinde âte�i (Divan, vr. 59b)

Civân odur ki bile zahm-ı cân-ı u��âkı

Tabîb odur ki gönül derdinin devâsın ide (Divan, vr. 49b)

Teskîn eyle âhu� ile sûz-ı sîneni

Ey haste-hâl çünki budur iktizâ-yı a�k (Divan, vr. 36b)

Sonuç

Bu çalı�mada, hacimli sayılacak bir divanı olmasına ra�men devrin tezkirelerinde yer almayan Enverî hakkında -sınırlı da olsa- bilgi verilmi� ve eseri ana hatlarıyla tanıtılmaya çalı�ılmı�tır.

�airin eserinde yer alan tahmisler ile tarihler ve bazı isimlerden onun Mürekkepçi Enverî’den farklı biri oldu�u ve 16. yüzyılın ikinci yarısı ile 17. yüzyılın ilk çeyre�inde ya�adı�ı kanaatine ula�ılmı�tır.

Divanı noksan olan Enverî genellikle 5 beyitlik gazeller yazmı� ve �iirlerinde sade bir dil kullanmı�tır. �air, divanında gazelin yanında tahmis, müstezat, tarih ve rubaî gibi nazım biçimlerine de yer vermi�tir.

546

KAYNAKÇA

Akün, Ömer Faruk (1994), “Divan Edebiyatı” TDV. �slâm Ansiklopedisi, �stanbul.

Ergun, Sadettin Nüzhet (1936-1945), Türk �airleri, C. III, s. 1300.

�sen, Mustafa (1997), “Tezkirelerin I�ı�ında Divan Edebiyatına Bakı�lar, Osmanlı Kültür Co�rafyasına Bakı�” Ötelerden Bir ses (Divan Edebiyatı ve Balkanlarda Türk Edebiyatı Üzerine Makaleler), Akça�, Ankara.

Kavruk, Hasan (2001), �eyhülislam Yahyâ Divanı, MEB. Ankara.

Köksal, M. Fatih (2003), “Enverî”, Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi, AKM., Ankara.

……………………. (2001), Edirneli Nazmî, Mecmau’n-Nezâir, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamı� Doktora Tezi, Ankara.

Kurnaz, Cemal – Tatçı, Mustafa (2001), Ümmî Divan �airleri ve Enverî Divanı, MEB, Anakara.

Mengi, Mine (2005), Eski Türk Edebiyatına Tarihi, Akça�, Ankara.

Saraç, M. A. Yekta (2009), Eski Türk Edebiyatına Giri�, Anadolu Üniversitesi Yay., Eski�ehir.

Tarlan, Ali Nihat (1998), Fuzulî Divanı �erhi, Akça�, Ankara.

Yıldırım, Ali (1999), “16. Yüzyıl Ümmî �airlerinden Enverî ve �iirleri”, Türk Dünyası Ara�tırmaları, Sayı 118.

547

Sources of Knowledge and Other Factors that Generate Multifactor Productivity Improvements: Evolving Debate in Different Theories

of Productivity

Yavuz YILDIRIM

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi; email: [email protected]

ABSTRACT

Advances in scientific knowledge have long been regarded as a significant determinant of multifactor productivity growth. Most empirical studies that analyses the impact of knowledge on productivity focus on different measures of research and development (R&D) as sources of productivity improvements. In fact, searching for determinants of productivity also brings competing theoretical models that might be important for productivity improvements. Therefore, the purpose of this paper is to fill this gap by providing an overview of key topics in the literature on productivity determining factors. It is argued that all types of R&D are significant determinants of productivity growth across nations. In the case of competing theories of productivity such factors as human capital, exports and imports, inflows and outflows of foreign direct investment, and government infrastructure stock have been mentioned as productivity determining factors. Among these determinants of productivity, while only human capital seems to have consistent and positive impact on productivity, other determinants have conflicting effects upon productivity.

Key Words: knowledge creation, productivity, competing theories of productivity, types of R&D

Çoklu Faktör Verimlili�inin �lerlemesini Olu�turan Bilgi Kaynakları ve Di�er Faktörler: Farklı Verimlilik Teorilerinde Geli�en

Tartı�malar

ÖZET

Bilimsel bilgideki geli�meler uzun zamandır çoklu faktör verimlili�indeki büyümenin önemli bir belirleyicisi olarak kabul edilmektedir. Bilginin verimlilik üzerindeki etkilerini analiz eden pek çok ampirik çalı�malar, verimlili�i iyile�tirmenin kaynakları olarak farklı ara�tırma ve geli�tirme (AR-GE) ölçüleri üzerinde odaklanmı�lardır. Aslında, verimlilik artı�ının belirleyici faktörler ara�tırılırken, rekabetçi teorik modellerin de verimlilik artı�ında önemli olabilece�i iddia edilmektedir. Daha önceki çalı�maların ilgili faktörleri ayrı ayrı incelemesi sebebiyle, bu çalı�manın amacı literatürdeki verimlili�i belirleyen faktörleri bir arada inceleyerek, anahtar konular hakkında genel bir bakı� sa�lıyarak, bu konudaki bo�lu�u gidermektir. �ncelemer sonucunda, bütün AR-GE çe�itlerinin ülkelerin verimlili�inin büyümesinde önemli faktörler oldu�u belirlenmi�tir. Rekabetçi verimlilik teorileri olarakta be�eri sermaye,

548

ihracat ve ithalat, bir ülkede yapılan do�rudan yabancı yatırımlar ve ülkelerin yurtdı�ında yaptı�ı do�rudan yatırımlar, ve devletin gerçekle�tirdi�i altyapı yatırımları verimlili�i belirleyen faktörler olarak gösterilmi�tir. Verimlili�in bu belirleyicileri arasında, sadece be�eri sermayenin verimlilik üzerinde tutarlı ve olumlu etkisi varken, di�er faktörlerin verimlilik üzerindeki etkileri çeli�kilidir.

Anahtar Kelimeler: bilimsel bilgi olu�turma, verimlilik, AR-GE çe�itleri, rekabetçi verimlilik teorileri

INTRODUCTION

Standard growth accounting exercises provide a breakdown of observed economic growth into components associated with changes in factor inputs and a Solow residual that reflects technological progress and other elements. Generally, the accounting exercise is viewed as a preliminary step for the analysis of fundamental determinants of economic growth. The final step involves the relations of factor growth rates, factor shares, and technological change (the residual) to elements such as government policies, household preferences, natural resources, initial level of physical and human capital, and so on. The growth-accounting exercise can be particularly useful if the fundamental determinants that matter for factor growth rates are substantially independent from those that matter for technological change.

Early on, Solow (1956, 1957) estimated percentage changes in the value of technological change or the residual using aggregate U.S. data between 1909 and 1949. His analysis showed that more than 87 percent of the growth in the U.S. economy could not be explained by the growth in capital and labor, and therefore, the residual or unexpected portion of growth must be attributable to something else. Solow argued that what was captured in his residual calculation may reflect technology advance over time, or what is also called total factor productivity1 (TFP) growth; more precisely multifactor productivity (MFP).

Other researchers, using alternative framework of analysis, independently reached similar conclusions as Slow. For instance, the unexplained portion of the growth was explained more carefully as a measure of our ignorance by Abramovitz (1956). Implication for these analyses meant that even though economists were able to calculate unexplained growth, but they were not able to suggest a full explanation for what caused it. Different from Solow, however, Abramovitz argued that improvements in education and increases in research and development (R&D) might be the cause of growth experience not explained by capital and labor.

1 Rest of the study multifactor productivity, total factor productivity, and productivity is used interchangeably.

549

Recent theories of endogenous growth allow for a sharper perspective on this residual. Specifically, the residual can be clearly interpreted within settings that allow for increasing returns and spillovers or in the models in which technological progress is generated by purposeful research. These interpretations provide direction for explaining the residual in terms of research and development expenditures (R&D), public policies, and other factors. In “idea” models of Romer (1990), Grossman and Helpman (1991), and Aghion and Howitt (1992), new products or processes (ideas) spring from research and development (R&D) expenditures. The new products increase productivity once they are embodied in nonlabor inputs such as higher quality or more specialized capital and intermediate goods. Therefore, increases in productivity are considered one of the main elements of economic growth.

The purpose of this article is to fill the gap by providing an overview of key topics in the literature on the MFP determining factors of nations since most empirical studies that investigate determinants of MFP focus on various measures of R&D, and seldom allow for the other determinants of productivity that emerge from theoretical models. Revealing such determinants of productivity may inform us about the relevance of competing theoretical models. In addition, identification of key drivers of MFP may be better for policy makers. In search of productivity determining factors, in the first section sources of knowledge that generated through different types of R&D will be discussed. These are business R&D, government R&D, university R&D and foreign R&D. The second section discussed the absorbing capacity of any nation through foreign relations with the rest of the world, such as exporting, importing and foreign direct investment inflows and outflows. Advantage of facilitating technology transfer a country should invest in human capital and infrastructure domestically. Thus, third section reviews the ideas related to facilitating technology transfers. Finally, fourth section concludes and discusses some future research opportunities.

1. Sources of Knowledge

Research and development (R&D) is considered as a significant source of technical change. Frascati Manual (OECD, 1993) defines R&D as “comprise creative work undertaken on a systematic basis in order to increase the stock of knowledge to devise new applications” (p. 29). R&D is not the only source of new technology. Other activities such as education and learning by doing are important sources of productivity growth in modern, industrial economies. Moreover, education and learning by doing can increase economic performance through an improved ability to absorb new knowledge coming out of domestic and foreign R&D.

Even though the connection between R&D and innovation is complex and nonlinear, it is obvious that significant improvements in scientific knowledge or technology cannot occur without work being undertaken in a

550

systematic basis, and R&D is a good indicator of this broader phenomenon. However, there are different kinds of R&D and its impact on productivity may work through different ways. It is important to consider these different types of R&D in order to capture the links between R&D and productivity. Both business sector and public sector (government laboratories and higher education institutions) can perform R&D. Another significant source of domestic technical knowledge improvements can be aroused as a result of R&D performed outside the country. In what follows, we briefly examine the potential impact of these different kinds of R&D.

1.1. Business R&D Expenditures

Research and Development performed by business generates new goods and services, in higher quality of output and in new production processes. These are sources of productivity growth at the firm level and at the macroeconomic level. The influence of business R&D on productivity has been analyzed in voluminous empirical studies, performed at the all aggregation levels—business units, firm, industry and country levels—and for many countries (particularly the United States). In view of the accumulating evidence from these studies, a consensus in the literature is that business R&D contributes to domestic productivity2. These studies estimate elasticity of output with respect to business R&D varying from 10 percent to 30 percent3. Generally differences in econometric specifications, data sources, number of economic units, measurements methods for R&D and economic performance, aggregation level, and periods of studies are the reasons for this large variation in the estimated output elasticities.

One of the earliest large-scale econometric studies is presented by Lichtenberg and Siegel (1991). They study productivity growth for over two thousand US firms over the period 1972 to 1985, running regressions of the form:

growth in total factor productivity = a + b (R&D expenditure / output) + random shocks

where the regression coefficient b is an estimate of the direct marginal product of R&D and the net rate of return on R&D investment is given by (b – the depreciation rate of productive knowledge). They do not attempt to capture productivity benefits that might spill over to other firms, so their estimates are for private returns that might understate the value of the full social returns. Lichtenberg and Siegel show that gross rate of return on company-funded R&D is around 35 percent.

2 However, there are a few exceptions to this consensus. Panel studies on firm and industry level data (Griliches and Lichtenberg, 1984,; Jaffe, 1986; Bernstein, 1988) report that R&D elasticities are often statistically insignificant. 3 See a survey of literature by Nadiri (1993).

551

In another microeconomic study of the returns to business R&D, Bernstein and Nadiri (1991) use the cost function, instead of production function, approach to measure returns to business R&D capital for six manufacturing industries in the United States for the period 1957-86. Their approach is more sophisticated than that of Lichtenberg and Siegel (1991) in several respects: i) they allow for process improvements to reduce costs of production and for product innovation to raise the profit margin on sales; ii) they estimate the stock of R&D knowledge that has been accumulated over a long time period, rather than using just the current flow of R&D effort, so taking into account likely delays between the R&D activity and its translation into productive innovations; and iii) they estimate several different spillover effects between industries.

Estimation of a system of cost and price functions allows Bernstein and Nadiri (1991) to estimate both private and social rates of return to R&D, where the social rate of return takes account of the spillover benefits (or costs) to other industries4. While their estimated private return to business R&D for the manufacturing industries ranges between 21 percent and 28 percent, social returns to business R&D estimates are varies between 21 percent to 86 percent. Higher social returns show that spillover effects of business R&D—captured by the difference between social and private returns—are positive for all but one industry.

Hall and Mairesse (1995) to analyze R&D performance of companies use individual French manufacturing firms’ data for the period 1980-1987. Using a production function approach they find that the estimated coefficient of R&D capital is uniformly positive. In addition to finding statistically significant effect of business R&D on output, Hall and Mairesse more importantly raise the issue that the rate of return method of estimating the productivity of R&D by using the R&D investment intensity ratios can give misleading results. Authors argue that the net rate of returns to R&D should be higher than the gross returns to R&D. Using the R&D investment intensity ratio they find the opposite results. Thus, it is better to measure R&D capital stock instead of R&D flow variables. On the other hand, calculating R&D capital stock requires appropriate depreciation ratio, which is rather difficult to determine.

In summary, business sector investment in R&D is important in generating new technological knowledge. There is a large body of micro-econometric evidence from studies across a variety of OECD countries that rates of return are substantially higher at the level of industries, with gross rates

4 Their estimates are net of depreciation, which they assume—based on the estimates from Hulten and Wykoff (1981)—to be ten percent per year for R&D capital.

552

of return of up to 40% or more suggesting that there are significant knowledge spillovers between firms and between industries.

1.2. Government R&D expenditures

Government and university R&D have a direct effect on scientific, basic knowledge and on public admissions. In many cases the impact of government research on productivity is not measured, either it is indirect or because its results are not accounted in existing measures of GDP (health related research improves the length and quality of life, which are not taken into account in GDP measures.

Much of the available literature in this subject concentrates on examining either the effects of public basic research on the innovative activities of firm (see among others Jaffe, 1989; Mansfield, 1991; Robson, 1993; Narin, Hamilton and Olivastro, 1997; Arundel and Geuna, 2004) or the contribution of scientific research to productivity growth. For example, Adams (1990) shows that fundamental stocks of knowledge proxied by accumulated academic scientific papers, significantly contribute to productivity growth in the United States industries. Another study is examined the military innovations in Canada (Poole and Bernard, 1992). They find evidence that a defense-related stock of innovation has a negative and significant effect on the multifactor productivity of four industries for the period 1961-1985. Furthermore, Nadiri and Mamuneas (1994) formally include the stock of public R&D, along with the stock of public infrastructure, as a determinant of the cost structure of the United States manufacturing activities. Their results suggest that public R&D capital has significant productive effects and is associated with a substantial “social” rate of return. On the other hand, in its panel data analysis of 10 OECD countries, Park (1995) finds that public R&D loses its significant effect on productivity growth when business R&D is included among the explanatory variables.

There are a few empirical studies on the factors determining the productivity benefits of research carried out in government labs. Adams, Chiang and Jensen (2000) shows that Cooperative Research and Development Agreements (CRADA) are the primary channel by which the United States federal government laboratories increase the patenting and R&D of industrial laboratories. Authors argue that without CRADA patenting of new innovations does not change much and only federally funded R&D increases. Adams et al’s findings are interpreted as the fact that CRADAs are legal agreements between government labs and firms to work together on joint research, and such cooperation creates knowledge spillovers. In other words, as a result of limited collaboration between government scientists and those of industrial firm social returns of government laboratories R&D will be low.

553

1.3. Universities and Multifactor Productivity

Changes in the economic, social and knowledge environment provide opportunities to new or improved products. Research knowledge of university is increasingly considered as providing a significant number of opportunities to develop new or improved product. There are growing number of studies on the opportunities of knowledge transfer undertaken by universities and university researchers. In recognition of this fact, governments throughout the industrialized world have launched numerous initiatives since the 1970s to link universities to industrial innovation more closely.

The three major forms of mechanism through which universities and university researchers transfer knowledge are the diffusion of research knowledge through conferences and scientific publications, the training of a skilled labor force, and the commercialization of knowledge. The first two-knowledge transfer mechanism related the Mertonian open science argument has been the main objective of the United State universities for centuries. On the other hand, the third source of diffusion of research knowledge through commercialization of knowledge has become very significant over the past quarter-century. The commercialization of knowledge can itself be considered under many alternative mechanisms, notably through consulting activities, research contracts with industry, patenting and spin-off formation.

We witnessed a dramatic increase in patenting and licensing activities of publicly funded research by American universities (Jensen and Thursby, 2001; Sampat, 2006). This rise has contributed to some of the highest-profile debates in science and technology policy today. The issue of what aspects of academic research should be public – and what private – lies at the heart of each of these debates. In recent years, according to Dietz amd Bozeman (2005); and Sampat (2006) we have seen a dramatic growth in the “private parts” of academic research, i.e. those that are disseminated via patents and licenses rather than simply placed in public domain. These changes have been praised as a new model of academic research, one that facilitates economic and social returns from universities. On the other hand, these have criticized as dramatic changes in the commercialization of academic research as representing a socially inefficient “privatization” of academic research and as a threat to the nature of science itself.

Previous studies (see among others, Jensen and Thursby 2001; Dietz and Bozeman, 2005; Adams, Black, Clemmons, and Stephan 2005; Sampat, 2006; and Adams and Clemons 2008) have examined how this change in the diffusion of university knowledge affects the output of publicly funded university research in specific industries. In addition, these studies analyzed the various channels through which universities contribute to innovation and economic growth. Nevertheless, contribution of commercialization of knowledge through universities on multifactor productivity of total economy is

554

open empirical question. Especially, considering latest changes in the decomposition of federal research and development expenditures, shifts of federal government’ funds from industry to universities, it is important to understand economic impact of this changing composition of federal funds for the discussion of science and technology policy. For example, share of industries that receive government funds stayed behind for the first time that of universities in 2000. with the availability of data for the United States starting from 1953 until 2000, average share of R&D performed in industry and funded by government was 27.5%. during this period universities received in average nearly 10% of government’s funds. However, for 2000-2006 period, while average share of government funds universities received increased to nearly 12%, industry’s share declined to 7%5.

Tighter constraints on public funding have also influenced the universities throughout the OECD. A number of OECD member countries has been facing declined in their share of growth of public funding by higher education (OECD, 2002). In the United States, Cohen et al. (1998) note that federal research funding per full-time academic researcher declined by 9.4 percent in real terms during 1979-1991. Financial support from state governments for operating budgets of U.S. public universities declined from nearly 46 per cent of total revenues in 1980 to slightly more than 40 percent in 1999 (Slaughter and Leslie 1997: Table 3.2), while the share of federal funds in the United States public university operating budgets decline from 12.8 to 10 per cent during the same period (the share of operating revenues derived from tuition and fees raise from 12.9 to 15 per cent). The United Kingdom government also decreased its institutional funding universities during the 1980s and 1990s (OECD, 2002).

Faced with slower growth in overall public funding, increased competition for research funding, and continuing cost pressures within their operating budgets during the past two decades, at least some universities have become more aggressive and “entrepreneurial” in seeking new sources of funding. University presidents have promoted the regional and national economic benefits flowing from academic research. They have also sought closer links with industry as a means of expanding academic research support. Both internal and external factors therefore have led many nations’ universities to promote stronger linkages with industry as a means of publicizing and/or strengthening their contributions to innovation and economic growth.

5 Author’s calculation. Data received from National Science Foundation, Division of Science Resources Statistics. 2008. Academic Research and Development Expenditures: Fiscal Year 2007. Detailed Statistical Tables NSF 09-303. Arlington, VA. Available at http://www.nsf.gov/statistics/nsf09303/.

555

The economically important “outputs” of university research have come in different forms, varying over time and across industries6. They include, among others: technological and scientific information7 (that can increase the efficiency of applied R&D in industry by guiding research towards more fruitful departures), equipment and instrumentation8 (used by firms in their or their research production process), skills or human capital (embodied in student and faculty members), networks of scientific and technological capabilities (which facilitate the diffusion of new knowledge), and prototypes for new products and processes.

In addition to changing patterns of funding behavior for academic work discussed above, Slaughter and Leslie (1997) argue that globalization changed the nature of corporate competition, putting a premium on products and processes derived from scientific innovation: “As the economy globalizes, the business or corporate sector in industrialized countries pushed the state to devote more resources to the enhancement and management of innovation so that corporations and nations in which they were headquartered could compete more successfully in world markets” (p.7). Increased demand on industry’s side, together with the decreases in the supply of federal funding, thus put market-like pressures on faculty members and their institutions to shift focus in their pursuit of support for research. Not surprisingly, then, the market-oriented behaviors of faculty and universities have become the key components of what Slaughter and Leslie describe as “academic capitalism”.

Another change in the context of university research has been the evolution of legislation that has enabled the capitalization of knowledge, by which Etzkowitz, Webster and Healey signify “the translation of knowledge into commercial property in the literal sense of capitalizing on one’s intellectual (scientific) assets”, as well as “the way in which society at large draws on, uses, and exploits its universities, government funded research labs, so on to build the innovative capacity of the future” (1998, p.9). Slaughter and Leslie (1997) review some of the most relevant federal legislation in the United States, of which the Bayh-Dole Act of 1980 is arguably one of the most significant (see also Etzkowitz and Stevens, 1998). This act allowed universities to patent the results of research that the federal government had funded, thereby earning royalties by licensing innovations to private corporations. Thus even as the federal government was reducing direct support for academic research, it was removing obstacles to universities’ ability to profit from research. Such a development was not without controversy: “Some in Congress argued that

6 This list draws from Cohen et al. (1998). 7 David, Mowery, and Steinmueller (1992) and Nelson (1982) discuss the economic importance of the “informational” outputs of university research. 8 See discussion of Rosenberg and Nelson (1994) about universities as being a source of innovation in scientific instruments.

556

granting private companies the rights to publicly funded research amounted to an enormous giveaway to corporations: others pronounced the act a visionary example of industrial policy that would help America compete in the fast moving information age” (Press and Washburn, 2000, p. 41). Bowie claims that the second argument won out because of “the growing threat of international economic competition and … the perceived decline in research and development capabilities of American Industry” (1994, p. 14). The Bayh-Dole Act’s effect has been significant. Before its passage, universities were producing approximately 250 patents per year (Press and Washburn, 2000), and as 1978, the government owned title to over 28,000 patents, of which fewer than 4% had been licensed (Etzkowitz and Stevens, 1998). On the other hand, in 1998 alone, universities produced over 4,800 patent applications (Press and Washburn, 2000).

Since empirical studies considers university R&D as a part of public R&D, returns to R&D that performed in the universities are measured by publications’ received patents, and citations. Compare to European counterparts U.S. universities generate significant scientific knowledge. For instance, Nickell and Van Reenen (2001) reports that even though the United Kingdom has a relatively strong science base build around an ensemble of university-related research institutes; nation has been having difficulties translating the science base into innovation and industrial performance. The authors argue that due to constraints researchers faces while they are doing consulting work, their commercial payoffs from their research efforts are limited.

Unique characteristics of U.S. academic environment are emphasized by Pisano (2002). Especially, the “flexibility” of the U.S. academic system and other make it relatively straightforward for leading academic scientists to become deeply involve with commercial firms, thus facilitating the formation of successful start-up companies. The willingness to exploit the results of academic research commercially distinguishes the United States environment that of either Japan or Europe. Mobility of academic scientists into commercial venture is difficult in the later regions where academic scientists are essentially civil servants operating on a rigid and hierarchical system. While Pisano’s comments are directed at the biotechnology sector, they would seem to be generalized to other areas of technology.

1.4 Foreign R&D

The knowledge generated in other countries is another source of new technology for any national economy. There are many ways for technology to cross border. Companies can buy patents, licenses or know-how from foreign firms. They can observe competition (e.g. reverse engineering), they can hire foreign scientists and engineers, they can interact with foreign competitors who invested in their country (foreign direct investment), read the scientific and

557

technological literature, or have direct contacts with foreign engineers in conferences or fairs. The effect of foreign-produced knowledge on a country’s productivity may depend on the capacity of the recipient country to digest such knowledge, to make efficient use of it, which requires a sufficient technological activity of its own. This is traditionally named as “absorptive capacity”.

Generally macroeconomic studies are used to calculate the spillover benefits of foreign R&D. This is done by regressing multifactor productivity on a stock of domestic R&D and stock of foreign R&D. One of the first macroeconomic studies was conducted by Coe and Helpman (1995) who calculated the stock of domestic R&D (aggregating public and private) using the perpetual inventory method with an assumed depreciation rate of either 5 percent or 15 percent. They estimated pooled cointegration regression on total factor productivity data for 22 OECD countries over 20 years (1971-90). Their results give elasticities of total factor productivity with respect to domestic capital stocks that are higher for the G7 countries than for the smaller OECD economies. Furthermore, foreign R&D incorporated into trade flows has a significant impact on total factor productivity growth.

Park (1995) also searches for evidence of knowledge spillovers comes from foreign countries. Using a panel data set of ten OECD countries for the period 1973-1987, Park finds that domestic private research is a significant determinant of both domestic and foreign productivity growth. Park’s paper differs from Coe and Helpman (1995) in constructing the weights that calculates the spillover of foreign R&D. He uses functional composition of public and private research to measure the weights for technological neighbors. The empirical results support the idea that there are international technological spillovers.

In contrast to previous papers findings of significant and positive foreign R&D spillovers, Luintel and Khan (2004) argue that studies using groups of countries in a panel framework are not considering the possibility of heterogeneity of knowledge diffusion across countries. The authors model knowledge spillovers dynamics at the country level for G10 countries during 1965-1999. They regress multifactor productivity on domestic R&D stock and foreign R&D stock using the Johansen VAR approach and Fully Modified Ordinary Least Square (FMOLS) estimator, concluded that foreign R&D emanates significantly negative spillover for the United States while rest of the countries in the paper received positive spillovers from the foreign countries’ domestic R&D investments.

In general, foreign R&D is another source of knowledge creation. However, pooling panel data ignores the specific country dynamics, and Luintel and Khan (2004) results suggest that knowledge spillovers may not be positive for the technology leader.

558

2. Absorbing knowledge

There is widespread evidence that the rate of technology transfer between countries depends on the policies and activities of the recipient country. Two schools of though are strongly represented in the empirical literature on international technology flows. The first considers international trade and foreign direct investment to be the mechanisms that transfers the technology across nations. The second is related the absorptive capacity of the domestic economy that receives the technological knowledge. This model considers the domestic investment in education, research and infrastructure.

2.1. International Trade and Absorbing Knowledge

There is more than one reason why international trade should increase the scope for cross-country knowledge spillovers. First of all, by engaging in the competitive market place of international trade, local companies learn more to use the state-of the-art techniques and to produce goods that local consumers are willing to pay for. In addition, when local consumers start buying modern high-quality imported foreign goods they start to demand the same quality from local firms, which then are pressured into modernizing. In other words, international trade enhances innovations by increasing product market competition. Finally, international trade allows a country to produce a specialized range of goods on a larger scale to meet a global demand while relying on imports to satisfy the local demand for other products. Therefore, international trade fosters innovations by allowing potential innovators, both in higher- and lover- income countries, to take advantage of economies of scale. That is, with large-scale production, firms more quickly acquire specialized knowledge of how to reduce production costs, and they also have more incentives to generate and implement cost-reducing innovations.

2.1.1. Exports and Multifactor Productivity

Following the theoretical discussion above, a growing body of empirical studies has reported the superior performance characteristics of exporting plants and firms relative to non-exporters. Employment, shipments, wages, productivity and capital intensity are all higher at exporters at any given moment. At any point in time exporters produce more than twice as much output and are 12%-19% more productive (Bernard and Jensen, 1999). In their paper, Bernard and Jensen examine the relationship between exporting and firm performance. Their study focuses on two key issues: do good firms become exporters and so exporters outperform non-exporters. To tackle these issues, Bernard and Jensen consider the structure and performance of a company before, during, and after exporting, taking extreme care to avoid confusing correlated outcomes, e.g. exporters are more productive, with casual relationships, e.g. exporting increases productivity. Authors use the firm/plant level data from the Longitudinal Research Database of the Bureau of the Census

559

for the period 1984-1992. Regress dependent variables such as total employments, shipments, value-added per worker, total factor productivity, average wage on export dummy that represents whether the current status of the firm is exporter or not, a vector of four digit (SIC) industry dummies, and a vector of U.S. state dummies. Bernard and Jensen estimate that the average percentage difference between exporters and non-exporters in the same industry and state are positive and significant for every firm/plant in all years. In choosing among the competing explanations for the excellent performance characteristics of exporters at any point in time, Bernard and Jensen conclude that success and new products lead to exporting, and that exporting is associated with growth in plant size. On the other hand, the lack of productivity gains suggests that firms entering the export market are unlikely to substantially raise their productivity, even if they export continuously. Thus, their results conflict with the theory that exporting is productivity enhancing. However, exporting does provide expanded market opportunities for the most productive firms in a sector. As these plants expanded the overall economy may grow as resources are relocated from less productive to more productive activities. Potential benefits may be located in terms of the number of jobs and, through higher plant survival rates, the stability of jobs.

There are at least two important theoretical reasons why exporting might improve firm performance: serving a larger market might allow a firm to take advantage of any economies of scale in production or to provide some reductions in domestic variations in demand; and firms active on foreign markets are exposed to more intense competition and must improve faster than firms who sell their products domestically only. Looking at the reverse direction, it is expected that success leads to exports because there exists additional costs of selling goods in foreign markets, and, therefore, large, more productive and more innovative firms will be more likely to export because they can recover these extra costs more easily. Wagner (2002) uses a matching approach to look at the casual effects of starting to export on firm performance in the German economy. The empirical study is base upon an unbalanced panel of plans built from the cross section data collected in regular surveys in Germany between 1978 and 1989. Econometric estimates reveal economically and statistically significant positive effects on two indicators of plant performance, growth of employment and wages, and weaker evidence for a positive effect on labor productivity.

Delgado et al (2002) also investigates the relationship between total factor productivity differences of exporting and non-exporting firms using a sample of Spanish manufacturing firms over the period 1991-1996. Furthermore, two complementary explanations for the greater productivity of exporting firms: (1) the market selection hypothesis and (2) the learning hypothesis are analyzed in this paper. Non-parametric tests are applied to compare the cumulative distribution functions of multifactor productivity for

560

different groups of firms such as, exporters, non-exporters, entering exporters and existing exporters. Their results show that exporting firms have higher levels of multifactor productivity compare to non-exporting firms. They also report that companies that finally become exporters have higher productivity than non-exporters in the period prior to their entry to export markets. Same conclusion also applies the companies that exit the export market. The continuing exporters’ ex-ante productivity distribution is higher than those of exporters that leave the export markets.

Greenaway and Kneeler (2007) applies the idea of how multifactor productivity of companies affected by entry to, participation in and existing from export markets to behavior of manufacturing firms that involves in export markets in the United Kingdom during the time period 1988-2002. Their data set contains of information on 11,225 firms yielding a total of 78,606 observations. By using ordinary least square estimator, Greenaway and Kneeler test the difference growth in total factor productivity between new exporters and non-exporters, controlling for fixed firm, time and industry effects as well as total factor productivity, employment and wages. Their estimates show that growth of productivity is higher for companies around 4.1 percent in the year of entry to export markets than in the period before, after controlling for productivity growth in companies that did not enter the export market.

2.1.2 Imports and multifactor productivity

Imports are conduits of technology diffusion. Grossman and Helpman (1991) by embedding the endogenous growth theories in multi-sector, multi country general-equilibrium analyzed the effect of imports in intermediate as well as final goods on long-run growth. Technology diffuses in this framework through being embodied in intermediate inputs: if R&D expenditures create new intermediate goods which are different (the horizontally differentiated input model) or better (the quality ladder model) from those already existing, and if these are exported to other economies, then the importing countries are implicitly utilizing the technology from abroad. Moreover, if the importing country pays less than the intermediate good’s full marginal product, then international trade in these intermediate goods triggers productivity increases in the importing country.

Even before the introduction of the endogenous growth theories, a voluminous literature had developed that connected domestic R&D expenditures to multifactor productivity growth. The specific contribution of the new growth and trade theories lies in the testable hypotheses one can derive with regard to trade and openness. Coe and Helpman (1995) derives and tests two implications of these models. The first is related to the composition of imports: ceteris paribus, if one country imports primarily from other countries that have accumulated high levels of technological knowledge, then country should exhibit higher productivity levels than if it would import primarily from

561

countries than if it would import primarily from countries with comparatively low levels of technological knowledge. This is also known as import composition effect. The second effect is related to the overall import share of a country: for a given composition of imports, a country should benefit more from foreign R&D creating innovative intermediate goods, the higher is the country’s overall import share (overall import share effect). More precisely, their idea is to evaluate the indirect benefits arising from imports of goods and services that embody the technological knowledge of trade partners.

At the center of the study by Coe and Helpman is what the authors call the “foreign stock of knowledge” of a given country. This variable is constructed as a weighted sum of the cumulative R&D expenditures of the country’s trading partners where the weights are given by the bilateral import shares9. According to Coe and Helpman, their analysis “underlies the importance of the interaction between international trade and foreign R&D” (p. 860). They conclude their paper by reporting, “not only does a country’s total factor productivity depend on its own R&D capital stock, but, as suggested by theory, it also depends on the R&D capital stock of its trade partners.” (p. 875).

There is evidence that imports are a significant channel of technology diffusion. On the other hand, the evidence for benefits associated with exporting is weaker.

There are some reasons to remain skeptical as well. Firs, the analysis of Keller (1998) has shown that the imports shares in the construction of the foreign R&D variable are not, in fact, essential to obtain results of Coe and Helpman (1995). Keller (1998) uses randomly created shares in place of the actual bilateral import shares to create the counterfactual foreign knowledge stock. Using this alternative foreign R&D variable yields similarly high coefficients and levels of explanation variation as the regressions using imports data.

A number of authors have made progress by examining the international R&D spillover regression further. Xu and Wang (1999) report that technology diffusion in recent trade and growth models is specifically related to differentiated capital goods trade. This is in contrast to the trade data Coe and Helpman (1995) use to construct to their import shares (from overall trade). According to Xu and Wang (1999) this distinction is important: the capital goods-foreign R&D variable accounts for about 10 percent more of the variation in productivity than does Coe and Helpman’s analysis. They also

9 This is analogous to the domestic R&D-Total Factor Productivity literature as initially proposed by Griliches (1979). In this line of studies, authors have often tried to capture the degree to which productivity in one industry depends on in another by computing weighted sums of outside R&D, where the weights are, for instance, input-output coefficients.

562

conclude that this variable performs better than Keller’s (1998) counterfactual variable.

Overall, the evidence points to a significant role for imports in international technology diffusion. However, the various stands of the literature leave still some questions open, and we do not have yet a firm estimate of the quantitative importance of imports for international technology diffusion.

2.2. Foreign Direct Investment and Multifactor Productivity

Another channel for cross-country technology transfer is foreign direct investment (FDI). FDI enables local workers to benefit from the know-how of foreign companies and to learn through practical experience how to become efficient managers and entrepreneurs; it enables local companies to learn by observing at close range how a successful company competes in the global economy. FDI is a plausible channel from a theoretical standpoint, because an influential theory argues that firm-specific technology is transferred across international borders by sharing technology among multinational parents and subsidiaries (Markusen, 2002). There are a number of models showing how multinational corporations might generate technological learning externalities for domestic firms, for example through labor training and turnover (Fosfuri et al, 2001) or through the provision of high-quality intermediate inputs (Rodriguez-Clare, 1996).

“Industrial organization” approach to foreign investment in manufacturing suggest that multinationals can compete locally with more informed domestic firms because multinationals possess non-tangible productive assets, such as technological know-how, marketing and managing skills, export conducts, coordinated relationships with suppliers and customers, and reputation. Since these assets are almost always gained through experience, they cannot be easily licensed to host country firms, but can be transferred at a reasonable cost to subsidiaries that located in the host country (Teece, 1977). If multinationals do indeed possess such non-tangible assets, then one would expect that foreign ownership to increase a firm’s productivity.

In addition, domestically owned firms might benefit from the presence of foreign firms or participating in joint ventures may accumulate knowledge, which is valued outside the firm. As experienced workers leave the foreign firms, this human capital becomes available to domestic firms, raising their measured productivity. Similarly, some firm-specific knowledge of the foreign owners might “spill over” to domestic industry as domestic firms are exposed to new products, production and marketing techniques, or receive technical support from upstream or downstream foreign firms. Foreign firms may also act as a stable source of demands for inputs in an industry, which can benefit upstream domestic firms by allowing them to train and maintain relationship

563

with experienced employees. In all these cases, foreign presence would raise the productivity of domestically owned firms.

On the other hand, productivity of domestically owned firms can be reduced as a result of foreign presence of corporations. If imperfectly competitive firms face fixed costs of production, a foreign firm with lower marginal costs will have an incentive to increase production relative to its domestic competitor. In this environment, entering foreign firms producing for the local market can draw demand from domestic firms, causing them to cut production. The productivity of domestic firms would fall as they spread their fixed costs over a small market, forcing them back up their average cost curves. If the productivity decline from this demand effect is large enough, net domestic productivity might decline even if the multinational transfers technology or its firm-specific asset to domestic firms.

The potential transfers of knowledge associated with inward FDI have two directions. In the case of offshore production, the host country may benefit from technological externalities emanating from foreign companies. On the other hand, if foreign companies intend to copy or to source to source the domestic knowledge base, their home country is more likely to benefit from potential spillovers.

Dunning (1994) has argued that even though inward FDI may decrease indigenous innovative capacity, outward FDI is likely to have an unambiguously positive effect on productivity (“where foreign production adds to domestic production, the R&D base of the investing company is strengthened—whatever the nationality of the firm” (p. 81)).

Evidence regarding the FDI is mixed. Using a cross-country framework, Lichtenberg and van Pottelsberghe de la Potterie (2001) found that inward FDI flows did not carry knowledge spillovers among the United States, Japan, and eleven European countries during the period 1971-1990. In other words, inward FDI flows do not seem to contribute to the improvement (or to the reduction) of the technological base of the host countries.

Another study by Xu (2000) using the U.S. Bureau of Economic Analysis’ comparable data on U.S. outward FDI into forty countries between 1966 and 1994 finds significant evidence that there is a positive relationship between FDI and productivity growth, which stronger in the developed countries compared to developing countries. Xu finds that the overall effects of technology spillovers through U.S. multinational enterprises (MNEs) affiliates and R&D spillovers increases annual multifactor productivity growth rate of developed countries by 1.34 percentage points during the sample period. In addition, 40 percent of the increase in annual multifactor productivity growth comes from the technology transfer of the US MNEs affiliates. Thus, his results

564

suggest that MNEs are almost as important as international trade a conduit for spillovers among developed countries.

Due to concerns of aggregation bias at the manufacturing level because of heterogeneity across sectors and across firms, Keller and Yeaple (2003) use firm level data to analyze whether FDI leads to significant productivity gains for domestic firms. Their study is based on data on an unbalanced sample of manufacturing firms in the United States from Standard and Poor’s Compustat database. In addition, using total of 1,115 U.S.-owned firms that were active between years 1987 and 1996 and examining the relationship between firms’ total factor productivity growth and the changes in the degree of foreign activity through imports and FDI. The size of FDI spillovers is economically important and it is estimated that they accounted for about 14 percent of productivity growth of U.S. firms.

3. Facilitating Technology Transfers: Education and Infrastructure

To take advantage of technological progress generated elsewhere, a country must invest in education and in local public goods such as infrastructure.

3.1. Education

Barro and Sala-i-Martin (1995), using a large sample of countries between 1965 and 1985, regressed the average growth rate on several macroeconomic variables, including educational attainment, and public spending on education as a fraction of GDP. They conclude that educational attainment (measured by average years of schooling) is significantly correlated with subsequent growth, however if we decompose the aggregate measure of educational attainment the impact of primary education remains largely insignificant. Barro and Sala-i-Martin also report that public spending on education also has a significantly positive effect on growth.

Another study applies econometric estimation to explain variation in 20-year growth rates during 1965-1985 on a cross section of 78 countries (Benhabib and Spiegel, 1994). In their preferred model, technological progress is the sum of two components: an exogenous component, as in the neo-classical model; and a semi-endogenous component, related to the rate of absorption of technology from the technological leading country, captured by an interactive term between the productivity gap and the level of human capital. Benhabib and Spiegel shows that the interactive term is statistically important.

Dowrick and Rogers (2002) conclude broadly similar results. This paper is different from that of Benhabib and Spiegel (1994) because they use a panel growth data instead, and this enables authors to control for country-specific growth effects. Dowrick and Rogers also use an instrumental variable

565

estimator to control for reverse causation between growth and the explanatory variables. They confirm the finding that the level of human capital speeds up technological catch-up, especially amongst the middle-income and richer countries.

Finally, Frantzen (2000) argues that both human capital’s level and its increase rate are important for explaining productivity growth. In addition, Frantzen finishes his paper saying ‘there is explicit evidence of significant interaction between the level of human capital and the catch-up process” (p. 73).

3.2 Infrastructure and the Economy

The main concern of the infrastructure policies is improvements in the quality of life issues. During the 1980s, however, sufficiency of the stock of infrastructure has been increasingly questioned and analyzed. The final report to the President and Congress of the National Council on Public Works Improvement (1988) emphasizes the significance of infrastructure to economy:

The quality of a nation’s infrastructure is a critical index of its economic vitality. Reliable transportation, clear water, and safe disposal of waste are basic elements of a civilized society and a productive economy. Their absence or failure or failure introduces an intolerable dimension of risk and hardship to everyday life, and a major obstacle to growth and competitiveness (p. 1).

Measures of infrastructure and their potential contribution to macro economy are analyzed in Arrow and Kurz (1970), and in Aschauer and Greenwood (1985). These authors expand on the standard neoclassical production function, expressed in labor-intensive form, to include the public stock of infrastructure capital. In other words, measures of infrastructure enter directly as factors of production in private sector production function. In these models, multifactor productivity and economic growth are increased through cost reductions and/or improved specialization as a result of the “size” and “quality” of the public infrastructure. From an economic standpoint infrastructure capital consists of large capital-intensive natural monopolies such as highways, other transportation facilities, water and sewer lines, and communication systems. Most of these systems are owned publicly and represent the tangible capital stock owned by the public sector10.

A clear implication of including public capital in the private production technology is that it may play a direct role in promoting private sector productivity. Even though a great number of empirical studies have accumulated, the evidence is far from the conclusive. Some empirical evidence suggests that the public capital stock is an important factor of production in the

10 Gramlich (2004) defines this as narrow public sector ownership of the stock of infrastructure capital.

566

aggregate production technology. Time series evidence is presented for the post-World War II period (1949-1985) in the United States that a “core infrastructure” of streets and highways, mass transit, airports, water and sewer systems, and electrical and gas facilities bears a substantially positive and statistically significant relationship to both labor and multifactor productivity (Aschauer, 1989a). In the same study Aschauer attributes productivity slowdown of the United States during the 1970s and first half of the 1980s to under-investment in infrastructure. In another study, Munnell (1990) estimates similarly strong results for the significance of infrastructure investment in private sector production by adjusting the standard U.S. Bureau of Labor Statistics (BLS) measure of labor input to account for changes in the age/sex composition of the labor force and updating the sample period to 1987. Munnell also calculates adjusted measures of multifactor productivity growth and reports that after accounting for changes in the quality of the labor force and for changes in the growth rate of the core infrastructure capital stock, the decline in multifactor productivity growth during the 1970s and 1980s relative to the 1950s and 1960s is “much more in line with expectations” and that “much of the drop in published multifactor productivity numbers may reflect the omission of public capital from the calculations of inputs rather than a decline in technological innovation (p. 19).”

In line with the previous studies, Aschauer (1989b) applies the cross-country data for the group of seven countries (the United State, Canada, France, Italy, Japan, United Kingdom and West Germany) over the period 1965 and 1985 and shows that after controlling for employment growth and private investment, public nonmilitary investment yields an important and positive relationship with growth in gross domestic product per employed person.

While these studies use neoclassical production function approach to estimate the impact of infrastructure capital on multifactor productivity, other empirical studies apply a dual cost function approach for different countries. The cost structure of an industry would be affected by public capital services in two ways. First, a larger quantity (or better quality) of public capital services will shift the cost per unit of output downward in an industry if the industry receives any benefit from improved or larger public capital services. Second, firms will adjust their demand for labor, intermediate inputs, and physical capital stock if public sector capital services are either substitutes or complements of the factors of production in the private sector. That is, the impacts of public sector services may not be neutral with respect to private sector input decisions.

Berndt and Hansson (1992) uses such a dual cost function approach to analyze the contribution of public infrastructure capital to private sector output and productivity growth in Swedish economy from 1960 to 1988. Authors conclude that private production costs decreases as a result of rises in public

567

infrastructure capital. Berndt and Hanson also compare the growth of multifactor productivity for optimal level of public infrastructure capital whit that of actually realized in the private sector for two different periods between 1960-1973 and 1974-1988. It is reported that assuming private sector long-run equilibrium multifactor productivity growth slowdown would be reduced by 6.1 percent if the public infrastructure capital had been at optimal level.

Nadiri and Mamuneas (1994) analyze the impacts of publicly financed infrastructure and R&D capitals on the cost structure and productivity performance of twelve two-digit U.S. manufacturing industries for the period 1956-1986. They also use duality theory in which the cost function and input demand equations are simultaneously estimated when private production externalities are present in order to measure the effects of public infrastructure capital on industry input demand for labor, materials and capital. Their results similar to studies discussed above also suggest that there are significant productive effects from public infrastructure capital. Even thought the impact of public infrastructure capital on the cost structure varies across industries, it is concluded that an increase in the size or the quality of public infrastructure capital shifts the cost function downward in the industries considered. Moreover, the factor demand in each industry is also influenced by the public infrastructure capital.

The papers discussed above argue that the public capital stock has significant and positive impact upon private sector output and productivity. Most of this literature suggests that a decline in the growth of the public capital stock since the early 1970s caused a “productivity slowdown” in the private sector lowering profitability and investment. A policy implication of these studies is that unless reductions of public infrastructure capital are reversed the nation’s standard of living will be further threatened. On the other hand, Tatom (1991) claims that these studies that concludes a positive and significant impact of public infrastructure capital on private sector output and productivity have arisen as a result of spurious estimates. According to Tatom, most of these empirical studies have ignored a trend or broken trends in productivity, as well as the statistically significant effect of energy price changes. By accounting for these two factors and using production faction approach for the period 1948-1998 for the United States private business sector, Tatom finds that the conventional estimates of the elasticity of output with respect to public infrastructure capital is declined from about 30 to 40 percent to about 13 percent. Author also suggests that studies that find a statistically significant public infrastructure capital effect use equation estimates that include nonstationary variables. Therefore, these estimates are likely to be spurious. After addressing all these issues using a first-differenced estimate of the production function, Tatom concludes that the hypothesis of changes in public infrastructure capital will influence the private sector output can be rejected.

568

Following Tatom’s critique about the omitted variables in affecting productivity and problems with the econometrical framework, Holtz-Eakin (1994) estimates production functions including more explanatory variables such as time effects and state/region effects in addition to labor, private capital, and public capital inputs for the state and local governments for the 48 states in the United States over the years 1969 to 1986. After using different estimation techniques such as OLS, GLS and IV, he concludes that “the best estimate of the elasticity of private output or productivity with respect to state and local government capital is essentially zero (p. 20).” Thus, his estimates shows that, contrary to popular belief, public sector capital is not affecting private sector productivity after controlling for unobserved, state-specific characteristics in the production function estimates.

Finally, Evans and Karras (1994) investigate productivity of government activities by estimating aggregate production functions for private nonagricultural gross state products. In addition to traditional inputs, labor and private capital, their production function is extended using government infrastructure capital and current government services. The sample consists of a panel data for the 48 contiguous U.S. states in each year for the period 1970-1986. The types of infrastructure capital they use in their estimations are net stock of highway capital, net stock of water and sewer capital, and net stock of other infrastructure capitals. Current educational services, current highway services, current police and fire services are the examples of the current government services they use as an input in the production function. Their estimates show that only government educational services are productive; however all other government activities taken into consideration are not productive. In contrast to other studies those conclude no relationship between government infrastructure capital and productivity, Evans and Karras shows that the productivity of government infrastructure capital is significantly negative.

4. Conclusion

Main purpose of this paper was to survey the landscape of topics that are related to determining factors of multifactor productivity. This survey is based on the theoretical and empirical perspectives, all within the context of generating knowledge and how to absorb created knowledge both domestically and from abroad. Since, it is argued that other competing theories of productivity may be important in explaining productivity differences, whether studies that are just using the different kinds of R&D to explain productivity or using competing theories of productivity such as imports and exports of goods, foreign direct investment, public infrastructure capital stock, and human capital stock may be important factors that changes in these factors might alter the domestic multifactor productivity, policymakers may be missing such information that would be significant to each specific nation.

569

After discussing the theoretical and empirical studies above we decided to re-examine multifactor productivity relationship with types of knowledge stock together with proposed by other competing economic theories of productivity should be examined empirically in a dynamic equilibrium framework for nations. Such empirical research will be in our research agenda for the future. With such dynamic-panel-model, focusing only on R&D may lead to omitted variables problems. In such case, the estimated parameters will become biased and their implications will be unreliable. Thus, a future research should tackle these omitted variable issues.

REFERENCES

Abramovitz, M. (1956). Resources and output trends in the United States since 1870. American Economic Review, 46(2), pp. 5-23.

Adams, J. D. (1990). Fundamental stocks of knowledge and productivity growth. Journal of Political Economy, 98(4), pp. 673-703.

Adams, J. D. and Clemmons, J. R (2008). The origins of industrial scientific discoveries. NBER Working Paper No. 13823.

Adams, J. D., Black, G. C., Clemmons, J. R., and Stephan, P. E. (2005). Scientific teams and institutional collaborations: evidence from U.S. universities, 1981–1999. Research Policy, 34, pp. 259–285.

Adams J.D., Chiang, E. P. & Jensen J.L. (2000). The influence of federal laboratory R&D on industrial research. NBER Working Paper, No. 7612.

Aghion, P. and Howitt, P. (1992). A model of growth through creative destruction. Econometrica, 60(2), pp. 323-351.

Arrow, K. J. and Kurz, M (1970). Public investment, the rate of return, and optimal fiscal policy. Baltimore, MD: John Hopkins Press.

Arundel, A. and Geuna, A. (2004). Proximity and the use of public science by innovative European firm. Economics of Innovation and New Technology, 13(6), pp. 559-580.

Aschauer, D. A. (1989a). Is public expenditure productive? Journal of Monetary Economics, 23(2), pp. 177-200.

Aschauer, D. A. (1989b). Public investment and productivity growth in group of seven. Economic perspectives: a review from the Federal Reserve Bank of Chicago, 13(5), pp. 17-25.

Aschauer, D. A. and Greenwood, J. (1985). The "new monetary economics", fiscal issues and unemployment. In Karl Brunner and A. H. Meltezer, (Eds). The Mew Monetary Economics. Amsterdam: North-Holland

570

Barro, R. J., and X. Sala-i-Martin (1995). Economic Growth. New York: McGraw-Hill.

Benhabib, J. and Spiegel, M. M. (1994). The role of human capital in economic development: evidence from aggregate cross-country data. Journal of Monetary Economics, 34(2), pp. 143-173.

Bernard, A. B. and Jensen, B. J. (1999). Exceptional exporter performance: cause, effect, or both? Journal of International Economics, 47(1), pp. 1-25.

Berndt, E. R. and Hansson, B. (1999). Measuring the contribution of public infrastructure capital in Sweden. The Scandinavian Journal of Economics, 94(S), pp. S151-S168.

Bernstein, J. I. (1988). Costs of production, intra- and interindustry R&D spillovers: Canadian evidence. Canadian Journal of Economics, 21(2), pp. 324-347.

Bernstein, J. I. and Nadiri, M. I. (1991). Product demand, cost of production, spillovers, and the social rate of return to R&D. NBER Working Paper, no. 3625.

Bowie, N. E. (1994). University-business partnership: an assessment. Lanham, MD: Rowman and Littlefield.

Coe, D. T. and Helpman, E. (1995). International R&D spillovers. European Economic Review, 39(5), pp. 859-887.

Cohen, W. M., Florida, R., Randazzese, L., and Walsh, J. (1998). Industry and the academy: uneasy partners in the cause of technological advance. In R. G. Noll (Ed.). Challenges to Research University (pp. 171-199). Washington, D.C.: Brookings Institution Press.

David, P. A., Mowery, D. and Steinmueller W. E. (1992). Analyzing the economic payoffs from basic research. Economics of Innovation and New Technology, 2(1), pp. 73-90.

Delgado, M. A., Farinas, J.C. and Ruano, S. (2002). Firm productivity and export market/: a non-parametric approach. Journal of International Economics, 57(2), pp. 397-422.

Dietz, J. S. and Bozeman, B. (2005). Academic careers, patents, and productivity: industry experience as scientific and technical human capital. Research Policy, 34, pp 349–367.

571

Dowrick, S., and Rogers, M. (2002). Classical and technological convergence: beyond the Solow-Swan growth model. Oxford Economic Papers, 54(3), pp. 369-385.

Dunning, J. H (1994). Multinational enterprises and the globalization of innovatory capacity. Research Policy, 23(1), pp. 67-88.

Etzkowitz, H. and Stevens, A. J. (1998). Inching toward industrial policy: the university’s role in government initiatives to assist small, innovative companies in the United States. In H. Etzkowitz, A. Webster and P. Healey, (Eds). Capitalizing Knowledge: New Intersections of industry and Academia (pp.215-238). Albany, NY: State University of New York Press.

Etzkowitz, H., Webster, A. and Healey, P. (1998). Introduction. In H. Etzkowitz, A. Webster and P. Healey, (Eds). Capitalizing Knowledge: New Intersections of industry and Academia (pp.1-17). Albany, NY: State University of New York Press.

Evans, P. and Karras, G. (1994). Are government activities productive? Evidence from a panel of US states. The Review of Economics and Statistics, 76(1), pp. 1-1.

Frantzen, D. (2000). R&D, human capital and international technology spillovers: a cross-country analysis. Scandinavian Journal of Economics, 102(1), pp. 57-75

Fosfuri, A., Motta, M. and Ronde, T. (2001). Foreign direct investment and spillovers through workers’ mobility. Journal of international economics, 53(1), pp. 205-222.

Gramlich, E. M. (1994). Infrastructure investment: a review essay. Journal of Economic Literature, 32(3), pp. 1176-1196

Greenaway, D., and Kneller R. (2007). Exporting, productivity and agglomeration. European Economic Review, doi:10.1016/j.euroecorev.2007.07.001

Griliches, Z. (1979). Issues in assessing the contribution of research and development to productivity growth. Bell Journal Economics, 10(1), pp. 92-116.

Griliches, Z. and Lichtenberg, F. (1984). R&D and productivity growth at the industry level: is there still a relationship? In Z. Griliches (Ed). R&D, Patents, and Productivity (pp. 465-501). Chicago: University of Chicago Press.

Grossman, G. and Helpman, E. (1991). Innovation and Growth in the Global Economy. MIT Press: Cambridge.

572

Hall, B. H., and Mairesse J. (1995). Exploring the relationship between R&D and productivity in French manufacturing firms. Journal of Econometrics, 65(1), pp. 263-293.

Holtz-Eakin, D. (1994). Public-sector capital and the productivity puzzle. The Review of Economics and Statistics, 76(1), pp. 12-21.

Hulten, C. R. and Wykoff, F. C. (1981). The measurement of economic depreciation. In C. R. Hulten (Ed.). Depreciation, Inflation and the Taxation of Income from Capital (pp. 81-125). Washington, D. C.: Urban Institute Press.

Jaffe, A. B. (1986). Technological opportunity and spillovers of R&D: evidence from firm’s patents, profits, and market value. The American Economic Review, 76(5), pp. 984-1001.

Jaffe, A. B. (1989). Real effects of academic research. American Economic Review, 79(5), pp. 957-970.

Jensen, R. and Thursby, M. Proofs and prototypes for sale: the licensing of university inventions. The American Economic Review, 91(1), pp. 240-259.

Keller, W. (1998). Are international R&D spillovers trade-related? Analysing spillovers among randomly matched trade partners. American Economic Review, 42(8), pp. 1469-1481

Keller, W. and Yeaple, S. R. (2003). Multinational enterprises, international trade, and productivity growth: firm level evidence from the United States. NBER Working Paper, No. 9504.

Lichtenberg, F. R. and Siegel, D. (1991). The impact of R&D investment on productivity - new evidence using linked R&D-LRD data. Economic Inquiry, 29(2), pp. 203-228.

Luintel, K. B. and Khan, M. (2004). Are international R&D spillovers costly for the United States? The Review of Economics and Statistics, 86(4), pp. 896-910.

Mansfield, E. (1991). Academic research and industrial innovation. Research Policy, 20(1), pp. 1-12.

Markusen, J. (2002). Multinational Firms and the Theory of International Trade. Cambridge, Massachusetts: The MIT Press.

Munnell, A. H. (1990). Why has productivity growth declined? Productivity and public investment. New England Economic Review, (January), Federal Reserve Bank of Boston.

573

Nadiri, M. I. (1993). Innovations and technological spillovers. NBER Working Paper, no. 4423.

Nadiri, M. I., and Mamuneas, T. P. (1994). Infrastructure and public R&D investments, and the growth of factor productivity in US manufacturing industries. NBER Working Paper Series, no. 4845.

National Council on Public Works Improvements (1988). Fragile foundations: a report on America’s public works. Washington, D.C.: Government Printing Office.

National Science Foundation, Division of Science Resources Statistics (2008). Academic Research and Development Expenditures: Fiscal Year 2007. Detailed Statistical Tables NSF 09-303. Arlington, VA. Available at http://www.nsf.gov/statistics/nsf09303/.

Narin, F., Hamilton, K. S. and Olivastro, D. (1997). The increasing linkage between U.S. technology and public science. Research Policy, 26(3), pp. 317-330.

Nelson, R. R. (1982). The role of knowledge in R&D efficiency. Quarterly Journal of Economics, 97(3), pp. 453-470.

Nickell, S. and Van Reenen, J. (2001). Technological Innovation and Performance in the United Kingdom. CEP Discussion Paper, no. 0488. Center for Economic Performances, LSE.

OECD (1993). The measurement of scientific and technological activities: standard practice for surveys of experimental development – Frascati Manual 1993. Paris: OECD Press.

OECD (2002). Benchmarking science-industry relationships. Paris: OECD

Park, W. G. (1995). International R&D spillovers and OECD economic growth. Economic Inquiry, 33(4), pp. 571-591.

Pisano, G. P. (2002). Pharmaceutical biotechnology. In B. Steil, D. G. Victor and R. R. Nelson (Eds). Technological Innovation and Economic Performance (pp. 347-366). Princeton, NJ: Princeton University Press.

Poole, E. and Bernard, J. (1992). Defence innovation stock and total factor productivity. Canadian Journal of Economics, 25(2), pp. 438-452.

Press, E. and Washburn, J. (2000). The kept university. The Atlantic Monthly, 285(3), pp. 39-54.

Robson, M. T. (1993). Federal funding and the level of private expenditure on basic research. Southern Economic Journal, 60(1), pp. 63-71.

Rodriguez-Clare, A. (1996). Multinationals, linkages, and economic development. The American Economic Review, 86(4), pp. 852-873.

574

Romer, P. M. (1990). Endogenous technological change. Journal of Political Economy, 98, pp. S71-S102.

Rosenberg, N. and Nelson, R. R. (1994). American universities and technical advance in industry. Research Policy, 23(3), pp. 323-348.

Sampat, B. N. (2006). Patenting and US academic research in the 20th century: the world before and after Bayh-Dole. Research Policy, 35, pp. 772–789.

Slaughter, S. and Leslie, L. L. (1997). Academic Capitalism: Politics, Policies, and the Entrepreneurial University. Baltimore, Maryland: Johns Hopkins University Press.

Solow, R. M. (1956). A contribution to the theory of economic growth. Quarterly Journal of Economics, 70(1), pp. 65-94.

Solow, R. M. (1957). Technical change and the aggregate production function. Review of Economics and Statistics, 39(3), pp. 312-320.

Tatom, J. A. (1991). Public capital and private sector performance. The Federal Reserve Bank of St. Louis Review, 73(3), pp. 3-15.

Teece, D. (1977). Technology transfer by multinational firms: the resource cost of transferring technological know-how. The Economic Journal, 87(346), pp. 242-261.

Van Pottelsberghe de la Potterie, B. and Lichtenberg, F. (2001). Does foreign direct investment transfer technology across borders? The Reviews of Economics and Statistics, 83(3), pp. 490-497.

Wagner, J. (2002). The casual effects of exports on firm size and labor productivity: first evidence from a matching approach. Economic Letters, 77(2), pp. 443-472.

Xu, B. (2000). Multinational enterprises, technology diffusion, and host country productivity growth. Journal of Development Economics, 62(2), pp. 477-493.

Xu, B. and Wang, J. (1999). Capital goods trade and R&D spillovers in the OECD. The Canadian Journal of Economics, 32(5), pp. 1258-1274.

575

YABANCI D�L Ö�RET�M YÖNTEMLER�NDE SÖZSÜZ �LET���M VE BEDEN D�L�∗∗∗∗

Fatih Mehmet Berk∗∗∗∗

ÖZET

De�i�en �artlar, teknolojinin hızla ilerlemesi Yabancı dil e�itiminin önemini son yıllarda daha da artırmı�tır Yeterli ilgi ve alakaya ra�men, Türkiye’de yabancı dil e�itiminde yeterli ba�arı elde edilemedi�i a�ikârdır. Bu ba�arısızlıkta pay, e�itimcinin donanım eksikli�inden, ö�rencinin motivasyonuna, sınıfların yo�unlu�undan, araç gereç yetersizli�ine kadar uzanabilir. Bu eksikliklerden birisi de, ö�retmen ve ö�renci arasındaki ileti�im eksikli�idir.

Biz bu çalı�mamızda, e�itimde ileti�im nedir, sözsüz ileti�im ve beden dilinin dil ö�retiminde önemi ve yabancı dil ö�retim tekniklerinde kullanım alanı üzerinde durmaya çalı�tık. Daha etkin bir dil ö�renimi için ileti�imden kaynaklanan eksiklikler nelerdir, nasıl giderilir, sınıf içi ileti�im ve sınıf yönetiminde ileti�imin rolü üzerinde durmaya çalı�tık.

NON-VERBAL COMMUNICATION AND BODY LANGUAGE IN THE TEACHING METHODS OF FOREIGN LANGUAGE

ABSTRACT

The importance of learning foreign language education is increasing day by day and has reached the highest points. It is obviously clear that there is a certain failure of foreign language education in Turkey. This failure ranges from the lackness of the educator’s equipment to the students’ motivation, overcrowded classes and scarcity of equipment. One of the major problem is the lackness of communication between the teachers and the students.

In this study, we try to analyze the importance of communication, non-verbal communication and body language in the education of foreign language and its usage in the foreign language teaching methods. We underline the lackness based on communication and their solutions and classroom communication and the role of communication in the classroom management in order to achieve more efficient foreign language.

∗ Bu çalı�ma Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünce kabul edilen “Yabancı Dil Ö�retim Yöntemlerinde Sözsüz �leti�im ve Beden Dili” adlı Yüksek Lisans Tez çalı�masının özetidir. ∗ Okt. Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu

576

G�R��

E�itim, bir ülkenin ekonomik, politik ve sosyal geli�iminde temeli olu�turan yapı ta�ıdır ve artık e�itimin ülkenin genel geli�imindeki yeri de�il, nasıl daha iyi verilece�i tartı�ılmaktadır. Sosyologlar, psikologlar, e�itimciler ve uzmanlar e�itimin çe�itli modelleri üzerinde çalı�ma ve ara�tırmalarını halen sürdürmektedirler. De�i�ik e�itim modellerinin fayda ve zararları kar�ıla�tırılmakta, zaman zaman pilot uygulamalarla sonuçlar gözlenebilmekte ve gerçek uygulamalara dönü�mektedir.

E�itim genel olarak insanda fizik ve metafizik de�i�imleri iyi yönde gerçekle�tirmeyi ifade ederken, teknik anlamda bireyde kendi ya�antısı ve kültürleme yoluyla istenilen davranı� de�i�ikli�i meydana getirme olgusudur.

Bu sebeple insanın biyolojik, kültürel ve sosyal boyutlarını içerir. �nsan, her üç olguyla da ileti�im halindedir. Yabancı dil ö�renen birisi aynı zamanda ö�rendi�i dilin kültürüyle ileti�im halindedir. Bu ileti�im, yerine göre o kadar etkindir ki, ö�renen ö�renci o dilin kültürünü taklit etmeye ba�lar. Uzmanlarca devamlı tartı�ılan ve hala da tartı�ılmakta olan bu konu, e�itimde kültürel etkile�imin veya bize verilmek istenen mesajların ne derece etken oldu�unu göstermektedir. Bu tepkileri dikkate alan bir yayınevi (Hitit), çıkarmı� yabancı dil kitaplarında Türkçe motifler kullanmı�tır. Günümüzde ise Milli E�itim Bakanlı�ınca olu�turulan bir komisyon tarafından hazırlanan bir kitap okullarımızda okutulmaktadır.

E�itim, insan merkezli bir çalı�madır. �nsanın de�i�kenli�ine paralel olarak e�itimde verim ya da verimsizlik ortaya çıkmaktadır. Kar�ımızdaki ö�rencinin anla�ılması zor ise, onunla ilgili çalı�malarda o derece zordur. Bir ö�retmenin verimli olabilmesi için ö�rencisini iyi tanımalıdır ki aksadı�ı noktada nedenleri konusunda tahminde bulunup çözüm üretebilsin. Etkin bir ileti�im kuruldu�u zaman, istenilen davranı�lara daha hızlı ula�ılır.

1.Sözsüz �leti�im

Sözsüz ileti�im, söz ve sözcük gerektirmeden, jest, mimik, göz konta�ı gibi beden dili unsurlarıyla gerçekle�tirilen ileti�im çe�ididir. �leti�im, konu�maya ba�lamadan önce sözsüz olarak ba�lar ve ilk izlenimiz dedi�imiz bu noktaya oldukça önem verirler. �nsanın ileti�imi sözcüklerle sınırlandırılamaz. Teknolojinin geli�mesiyle birlikte modern ileti�im araçlarını kullanmamıza ra�men, “ileti�im eksikli�i” diye bir kavramdan söz ediliyorsa, sözsüz ileti�imin kullanılan araçlarda etkin bir �ekilde kullanılmama durumu söz konusudur. Öyle anlar olur ki, kar�ımızdakinin sözlerine güvenmeyip, beden diline göre hareket ederiz.

Sözsüz ileti�imin günlük ileti�imde bu kadar fazla pay sahibi olması ö�retmenlerin de bu konuda hassasiyet göstermeleri gerekti�ini göstermektedir. Özellikle ilkö�retimde, ö�retmen davranı�larının ö�renciler üzerinde çok fazla

577

katkısı vardır. O ya�lardaki çocuk için, en iyi bilen sınıf ö�retmenidir.

Galloway, sözsüz ileti�im konusunda yaptı�ı incelemelerde her e�itim sisteminin kendine özgü bir ileti�im repertuarının oldu�unu, bunların ö�retmenler tarafından sınıf etkile�iminde kullanıldı�ını ve ö�rencileri büyük ölçüde etkiledi�ini ortaya koymu�tur. Ö�rencileriyle girdi�i ileti�imde sözcüklerini daha anlamlı kılmaya çaba gösteren ö�retmenin, sözsüz ileti�imin varlı�ını çok iyi kavraması ve sözsüz ileti�imin büyük gücünden yararlanma zorunlulu�u vardır.

Rosenfeld tarafından gerçekle�tirilen bir ara�tırma sonucunda, derse hazırlıklı gelen ö�retmenlerin yüz ifadeleri, konu�madaki etkinlikleri, gülümseme biçimleri, jest ve mimikleri gibi davranı�larının, derse hazırlıksız gelen ö�retmenlerin aynı davranı�larına oranla, yakla�ık iki kat daha etkili oldu�u bulunmu�tur. Bazen insanların duygularını anlamakta zorlanabiliriz ya da kar�ımızdaki ifade etmek istemez. Fakat beden dillerini çözerek, az çok tahminde bulunup, ona göre tavır alabiliriz.

2.E�itimde �leti�im

�nsanın, “insan” olu�unun temel sebeplerinden birisi, nesnelerin sadece �u anda nasıl oldukları de�il, nasıl olabileceklerini de dü�ünüp onları “gerçekle�tirme” özelli�i ile açıklanmaktadır. Bunun içinde e�itime önemli görevler dü�mektedir. E�itim sisteminde iyi bir ileti�imci olabilmek için, ileti�im sürecini çok iyi bilmek gerekir. Ö�retme sürecinde de bir e�itimcinin bir konuyu etkili bir �ekilde ö�retebilmesi için ö�rencileri ile sa�lıklı ileti�im kurması, ayrıca ö�renciler arasında da sa�lıklı ileti�im kurulmasına rehberlik etmesi gerekir.

E�itimde, ileti�im sürecinin i�leyi�inde kaynak, ö�retmen iken alıcı ise ö�rencidir. Ö�retim ortamında ö�renciler ve ö�retmenler birbiriyle sözel ya da sözel olmayan yollarla ileti�im veya etkile�imde bulunurlar. Ö�retimin etkili olabilmesi, ileti�im süreçlerinin iyi i�letilmesine ba�lıdır. Bu da ileti�imin, ileti�im becerilerinin ve ileti�im örüntülerinin iyi anla�ılmalarını gerektirmektedir.

Sınıf ortamında çok yönlü bir ileti�im söz konusudur. Bazen bir ö�renciye gönderilen mesaj bir ba�ka ö�renci üzerinde daha etkili olabilir. Ayrıca ö�rencilerin birbirleriyle olan ileti�imi de çok yo�undur ve bu aynı anda birçok duygu ve dü�ünce harekete geçti�i için dersin akı�ını etkiler. Ku�kusuz her zaman mesajlar gönderildi�i gibi anla�ılmaz. Sık sık yanlı� anlamalar ortaya çıkabilir. Örne�in, ö�retmenin görü�ünü almak ya da konu�ma fırsatı vermek için soru yöneltti�i bir ö�renci, ö�retmenin kendisini küçük dü�ürmek için soru sordu�unu dü�ünebilir. Bu durum, kayna�ın duygu ve dü�üncelerini uygun ileti�im biçimine çevirememesi, do�al davranmaması, alıcının gönderilen mesajı çözümleyememesi vb. nedenlerden kaynaklanıyor olabilir. Bu, tarafların etkili ileti�im becerilerinden yoksun olması demektir. Bu açıdan etkili ileti�im

578

becerilerinin neler oldu�u üzerinde durulmasında yarar görülmektedir.

Etkili ileti�im becerilerinin ba�ında etkili konu�ma becerileri gelmektedir. Etkili konu�ma ise bakı�lar, ses tonu, konu�ma hızı, sesin yüksekli�i, konu�ma sırasındaki tavırlar vb. birçok etkenden etkilenir. Etkili konu�manın yanı sıra empati kurmak da etkili bir ileti�imin temelidir. Empatinin artması saldırganlı�ın azalması demektir.

3.Yabancı Dil Ö�retiminde Sözsüz �leti�im

Ö�retmenin ileti�im becerisini artırmak amacıyla ileti�im olgusunu çözümlerken öncelikle kendi kendisine �u gibi soruları sorması ve cevaplaması gerekir:

*Gönderece�im mesaj sonrasında ne olmasını bekliyorum?

*Çevremi etkileme anlamında neyi ba�armak istiyorum?

*Girece�im ileti�im sonucu olarak ö�rencilerimin neye inanmalarını, ne söylemelerini, ne yapmalarını istiyorum?

*Psikolojik anlamda, ö�rencilerimde hangi etkiyi olu�turmak ve onlardan hangi tepkiyi almak istiyorum?

Bu soruları ders öncesinde cevaplayan ö�retmenlerin daha iyi bir ö�retme-ö�renme ortamı yaratabilecekleri dü�ünülmektedir. Var olan durumda ise ö�retmenlerimiz sadece dersi anlatmakla i�lerinin bitti�ini varsaymakta, ö�renciden gelen geri bildirimler göz önüne alınmamaktadır. Kendini yenileyemeyen, fakülte sonrası alanıyla ilgili çalı�malarda bulunmayan ö�retmenlerin bu durumu Milli E�itim Bakanlı�ı’nı da harekete geçirmi�, ö�retmenlere kariyer sınavları açılarak “Ba� Ö�retmen, Uzman Ö�retmen” unvanları verilerek bir ivme kazandırılmaya çalı�ılmı�tır.

��in çıkı� noktası ö�retmen ö�renci ili�kisi oldu�una göre, her ö�retmen kendi payına dü�eni yapmalı, sınıf içi ileti�imine etkinlik kazandırmalıdır. Bazı okullarımızın ya da ö�retmenlerimizin adları ba�arı anlamında ön plana çıkmaktadır. Nedenini inceledi�imiz zaman ö�retmen, ö�renci, veli ileti�iminde bir sıra dı�ılık gözlemleriz. Ö�retmen, ö�rencisinin derse ilgisini çekebilmek u�runa olmadık fedakârlıklarda bulunmu�, bir sanatçı gibi dersini ba�arıyla icra etmi�tir. Ö�retmenlik bir sanattır ve hem de insanla u�ra�an bir sanat.

Demosthenes’e “Hitabetin en önemli noktası nedir?” diye sorulunca: “Eylem (hareket)” demi�. Bu soru, ikinci ve üçüncü kez soruldu�unda cevabı yine aynı olmu�. “Hareketleri o kadar hızlıydı ki hiçbir �ey anlayamadım” türü bir serzeni�le kar�ıla�tınız mı? Muhtemelen hayır cevabını duyacaksınızdır. Çünkü davranı�larla ifade edilen mesajlar ne kadar hızlı olursa olsun anla�ılabilme oranı yüksektir. Aynı hızlılı�ı sözlü ileti�imimizde kullansak anla�ılmama ihtimalimiz oldukça fazladır. Günlük hayatımızda oldu�u gibi, ö�retmen-ö�renci ili�kisinde de beden dilimizi sözcüklerden daha fazla

579

kullanırız. Sözsüz ileti�im kapsamında belirtti�imiz üzere, yüzümüzle, jest ve mimiklerimizle, gözümüzle ileti�im kurarız. Sadece sözlü ileti�im, yabancı dil için yeterli de�ildir. Sözsüz ileti�ime de ihtiyaç vardır ve birbiriyle ba�lantılıdır. Beden dili, dokunma, göz ileti�imi, ses tonu, giyim-ku�am, duru�, hareket tarzları, yakınlık sözsüz ileti�imin önemli unsurlarındandır. Hepsinin kullanım ölçütünde bir etkinli�i vardır. Bunlardan ön plana çıkan birisi de yakınlıktır. Anadil ile ö�retilen dilin yakınlık kavramları farklı olabilir ve bundan dolayı bu farklılıkları öncelikli olarak derste etkin olan ö�retmenin bilmesi ve herhangi bir yanlı� anlamaya mahal vermemesi gerekir. Asyalı bir ö�rencinin yakınlık anlayı�ıyla batılı bir ö�rencinin yakınlık anlayı�ı farklı olup, aradaki fark bilinmezse ders içerisinde yanlı� algılamalara neden olabilir. Bir yabancı dil ö�retmeninin ba�arılı olabilmesi için dikkat etmesi gereken unsurları �u �ekilde sıralandırabiliriz:

*Etkin bir göz ileti�imi her zaman ve rahatsız edici �ekilde bakmak de�ildir.

*Dersin bir bölümünde bir �ey anlatmadan ö�retmeye çalı�.

*Göz ileti�imi sırayla her ö�renciyi incelemek de�ildir. Yeri geldi�i zaman en fazla 3–5 saniye arası olmalıdır.

*Davranı�larını gözlemleyerek sıkılıp sıkılmadıklarını kontrol et.

*Grup çalı�masında ö�retmenle de�il arkada�larıyla göz ileti�imini kurmasını sa�la

*Beden ve göz ileti�imini kullanarak zaman ve enerjinden kazan.

*Göz ileti�imini düzeltme aracı olarak kullan.

*Göz ileti�imiyle ö�rencileri derse davet et.

*Yava�, açık konu�, yüksek sesle konu�ma

*Kısa, basit cümleler kur, deyimleri açıkla.

*Sözel ileti�ime destek olarak beden dilini, jest ve mimikleri, resimler, çizimler kullan.

*Ö�rencinin anlayıp anlamadı�ını kontrol et, sadece ba� e�i�lerine ve “evetlerine güvenme.

*Söz hakkı vermeden önce söz verece�ini göz temasıyla bildir ki, hazır olsun.

*Kültürel farklar göz önüne alınarak dokunu�la ö�renciyi motive et.

*Gözünle tüm sınıfa hâkim ol, kitaba veya ba�ka araca bakarak konu�ma.

*Mümkün oldu�unca ö�renciye sırtını az dön, özellikle tahtaya yazı yazarken.

*Duru�una dikkat et, sarkık ve gev�ek duru� saygıyı azaltır.

580

*Ders ba�lamadan sınıfı gezerek kontrol et, ö�renci hazır mı de�imli ö�ren.

*Resimli gazete, dergi vb. materyal kullanmaya çalı�.

*Ba�langıç a�masındaki ö�rencilere resimli sözlük tavsiye et.

*Ö�rencilerin sizi rahat izleyebilece�i bir sınıf ortamı yarat.

*Önemli noktaları abartılı hareketlerle destekle.

*Konu�an ö�renciye birkaç adım yakla�, önem verildi�ini hissettir.

*Ö�renci konu�urken beden diliyle ba� e�erek, gülümseyerek onayla.

*Grup çalı�ması esnasında masada oturma, sınıfı dola� ki ö�renci izlendi�ini bilsin

4.Yabancı Dil Ö�retim Yöntemlerinde Sözsüz �leti�im ve Beden Dili

a)Grammar-Translation Method (Dilbilgisi-Çeviri Yöntemi)

Dilbilgisi-çeviri yöntemi Orta Ça�’dan günümüze kadar yaygın biçimde uygulanan bir yöntemdir. Ba�langıçta daha çok Batı’da Latincenin, Do�u’da Arapçanın ö�retimi alanında kullanılmı�, sonra di�er dillere uygulanmı�tır. Ülkemizde bu yöntem yıllardır hem ders kitaplarının hazırlanmasında ve de derslerde dil ö�reticileri tarafından kullanılmaktadır. Daha çok dilbilgisi kurallarının ö�retimine a�ırlık verilir. Elde edilen bilgiler metinler üzerinde çeviri denemeleriyle uygulamaya geçilir. Ses bilime yeterince önem verilmez ve bundan dolayı ö�rencinin konu�ma becerisi ve telaffuzu geli�mez. Okuma ve yazma becerisi ön plana çıkarken, konu�ma ve dinleme becerisi arka planda kalır.

Ö�retim sırasında anadil ve yabancı dil aynı anda kullanılır. Sözcükler listeler halinde verilir. Her türlü bilgi kaynak dilden hedef dile, hedef dilden kaynak dile çevrilerek uygulanır. Çeviride do�ruluk ve kesinlik en çok aranan iki özelliktir. Dersin dili ö�rencinin ana dilidir. Halen ülkemizde kullanılmaya devam eden bu yöntem dil ö�retimini önemli bir çıkmaza sokmu�, dinledi�ini anlayamaz ve günlük dili konu�amaz hale gelmi�lerdir. Ö�retmen, bu metotla di�er metotlarla kıyaslandı�ı zaman kendini fazla zorlamaz, zorlandı�ı zaman ana dilini kullanır. Bundan dolayı da sözsüz ileti�im ve beden dili bu yöntemde hemen hemen hiç kullanılmaz.

b)The Natural Method(Do�al Yöntem)

1880’lerden ba�layarak dilbilimcilerin temel dil biçiminin yazılı dil yerine konu�ulan dil oldu�unu vurgulaması, Uluslararası Fonetik Kurumunun kurulu�u yeni yakla�ımların ortaya çıkmasına neden olmu�tur. Sözlü dilin günlük kullanımına gerek duyulunca, ö�retim yöntemi de, Rousseau ve Pestalozzi’nin e�im üzerinde dü�üncelerinden etkilenen Lemare (1819) ve Payne (1830) tarafından tasarlanmı�, Marcel ve Henes’in katkılarıyla

581

geli�mi�tir. Yabancı dilin, ana dile benzer biçimde ö�retilmesi gerekti�ini savunan bir yöntemdir. Bir çocu�un ana dilini ö�renme safhası gözlemledi�imiz zaman, sözsüz ileti�im ve beden dilinin yo�unlu�unu gözlemleriz. Dilbilgisi-çeviri yöntemine tepki olarak do�mu�tur. Dinleme ve konu�ma etkinliklerine daha fazla yer verilip, dilbilgisine önem verilmez. Ancak ö�renci metnin içinden kendisi inceledikten sonra ö�retilebilir. Yabancı dil, onu ana dil olarak konu�anlardan, onlarla do�rudan ili�ki kurularak ö�renilebilir. O yüzden ö�retmenler, o dili anadil olarak konu�an ki�ilerdir. Sınıfta daha çok ö�retmen hâkimdir. Ö�retmen konu�ur, ö�renci dinler. Ö�retilen dilin dı�ında anadil konu�ulmaz. Söylenenlerle ilgili olarak sık sık jest ve mimiklerle ve beden dili kullanılarak açıklama yapılır. Ö�renci yanlı� yapsa da konu�maya te�vik edilir. Çünkü aynı süreçten geçerek kendi ana dilini ö�renirken de hata yaparak ö�renmi�tir. Ya� ve e�itim düzeyini göz ardı eden Do�al Yöntem Uygulayıcıları bundan dolayı ele�tirilmektedir. Çünkü bir yeti�kinin yabancı dili bir çocuk gibi ö�renmesi imkânsızdır. Konu�ma ve telaffuzda ba�arılı olmalarına kar�ın, okuma ve yazmada ba�arısızlardır. Ülkemizde hazırlık sınıfı olan okullarımızda, ana dili �ngilizce olmayan ö�reticiler tarafından da kullanılmaktadır. Dersler bölündü�ü için eksik kalan dilbilgisi ve okuma çalı�maları di�er ö�reticiler tarafından verilmektedir. Bu metodun uygulanabilmesi için sınıf mevcutlarının az olması gerekmektedir ki ö�renci derste aktif olarak yer alabilsin. Sınıf mevcutlarının ortaö�renimde 50–60, yüksekö�renimde 80-100’lerde seyretti�i bir ortamda ö�retmen mecburen dilbilgisi-çeviri yöntemini uygulamaktadır ve bundan dolayı da Türk ö�renciler konu�ma ve dinleme becerisi açısından yetersiz kalmaktadır. Bu altyapı yetersizli�inden dolayı dil ö�reticilerimize kızmamak gerekir. Çocuklarına iyi ö�retim vermek isteyen varlıklı ailelerin özel yabancı ö�retmenler tutarak dil e�itimini vermeleri tarihten beri süregelen bir davranı�tır. Ki, bu yabancı ö�retmenler do�al metodu kullanarak ders verirler. Bu metotta sözsüz ileti�im ve beden dili yabancı ö�reticiler tarafından daha sık kullanılırken, di�er ö�reticiler zorlandıkları anda kendi ana dilleriyle tanımlamaya gittikleri için daha az sözsüz ileti�im ve beden dili kullanırlar.

c)The Direct Method(Dolaysız Yöntem)

Yabancı dili, ne dilbilgisi kurallarını ezberleyerek, ne de çeviri ya da ba�ka türlü açıklamalar yoluyla, ana dilden yararlanmaksızın, ama ö�renilen dil ile ya�am arasında do�rudan ili�ki kurularak ö�renme yolu “Dolaysız Yöntem” adını alır. Dilbilgisi-Çeviri yöntemine bir tepki ve do�al yöntemin bir uzantısı olarak 20. yüzyılın ba�ında ortaya çıkmı�tır.

Bu yöntemde de do�al yöntemde oldu�u gibi ana dil kullanılmaz, hedef dil kullanılır. Humboldt ve Herbart’ın e�itim görü�leri etkindir. Humboldt’a göre dil bir insanın dünya görü�ünü etkiler. Her dilin bir iç hali vardır. Bundan dolayı ö�retilen her bir dil, o dilin kendi kültürü içerisinde anlatılmalıdır. Bir ulusun dili, o ulusun ruhu, ya da bir ulusun ruhu o ulusun dilidir. Ayrı bir kültürü yansıtan ana dil kullanılamaz. Dil ö�reticisi, o dili ana dili olarak

582

konu�an ya da yabancı dili iyi kullanan biri olmalıdır. �lk önce, ana dili ö�renen bir çocu�un yaptı�ı gibi çevredeki nesneler gösterilip ö�retilir, sonra di�er a�amalara geçilir. �lk haftalar kitap kullanılmaz. Her dersten önce, bir önceki ders tekrar edilir, böylece daha önce ö�renilenlerle yeni ö�renilen �eyler arasında ba�lantı kurulur. Dolaysız yöntemde uygulanan metotlar, dinleme, konu�ma, yazma ve okumadır. Çocuk ve yeti�kin arasında ayrım yapmaz. Ö�retmenden çok �ey beklendi�i için, aslında çok yorucu ve ö�retmeni tüketici bir yöntemdir. Ö�retmen hedef dilde her �eyi anlatmak zorundadır ve mutlaka anlatamadı�ı soyut veya o dilin kültürüne özgü kavramlar olacaktır. Böyle durumlarda jest ve mimikler, beden dili, görsel araçlar imdadına yeti�ir. Ana dilde kar�ıtını verdi�i zaman, bu metodu kullanmanın bir amacı kalmaz. Yöntemin ba�arısı ö�retmenin yetene�ine ve enerjisine ba�lıdır. Yabancı bir ülkede e�itim gören ve ö�rendi�i dili sık sık uygulama fırsatı bulan ö�renciler için ba�arılı olmaktadır. Uygulayıcılarından biri de M. Berlitz olmu�tur. Berlitz, do�rudan yöntem terimini hiç kullanmamı�, yöntemden Berlitz yöntemi olarak söz etmi�tir. Berlitz uygulamasında belli ilkeler tespit etmi�tir. Bu ilkelerden bazıları �unlardır:

1-Çeviri yapma, göster ya da hareketle açıkla (yani beden dilini kullan).

2-Açıklama yapma, hareketle açıkla.

3-Anlatma, soru sor.

4-Çok konu�ma, ö�rencileri konu�tur.

5-Sözcük yerine cümle söyle.

6-Hızlı de�il do�al konu�.

7-Ana dili de�il ö�rendi�i yabancı dili konu�.

8-Ö�rendi�i dil ile kendi dü�üncesi arasında ça�rı�ım kur.

Berlitz dil okulları, yukarıda bazılarını saydı�ımız ilkeler sayesinde 200’ün üzerinde okullar açmı� ve ba�arılı olmu�tur.

d) Audiolingual Method (��itsel –Dilsel Yöntem)

1930–1950 arasında ABD’de ortaya çıkan ve çok tutunan bir yöntemdir. Orduda uygulanmı�, ba�arılı olunca ortaokullarda kullanılmaya geçilmi�tir. Dinleme, anlama ve konu�maya di�er becerilerden daha çok önem verir. Ö�renme psikolojisi açısından davranı�çılı�ı benimser. Bloomfield, Nelson Brooks ve Lado gibi yapısal dilbilimciler yöntemin geli�mesinde etkin olmu�lardır. Her dilin kendine özgü yapısı vardır. Bu yapılar ö�retilmeli sonra buradan yola çıkarak yeni benzer yapılar kurulmalıdır. Çocukların ana dili ö�renirken izledi�i sıra olan dinledi�ini anlama, konu�ma, okudu�unu anlama, yazma takip edilmelidir. Konu�ma, yazmadan daha önemlidir. Davranı�çı psikologların etkisiyle dil bir alı�kanlılar sistemi olarak tanımlanmı�tır. Cümle

583

kalıplarının sık sık tekrar edilmesi ve ezberleme vardır. Toplumun konu�tu�u güncel dil kullanılır. Tümevarım yöntemi kullanılır. Dilbilgisi basit cümleler verilerek ö�retilir. Yapısal açıdan birbirine benzeyen diller daha kolay ö�renilir. Diyaloglar verilirken açıklayıcı formatta ana dil kullanılabilir ve zaman kaybı önlenmi� olur. Dolaysız yöntemde, ö�retmen ana dili kullanmadı�ı için, beden dilini de kullanarak daha fazla enerji harcamakta iken, burada ise zorlandı�ı zaman ana dile müracaat edebiliyor ve jest ve mimik vb. davranı�larda bulunmuyor.

e) The Silent Way(Sessiz Yol)

Caleb Gatteno’nun otuz be� yıllık ö�renin ve ö�retim deneyimleri sonucu ortaya koydu�u bir yabancı dil ö�retim yöntemidir. Ö�renilecek olan örnek bir emir cümlesiyle verildikten sonra artık bunun anla�ılması ve kullanılması ö�rencilere bırakılır; ö�retmenin kendisi bir gözlemci olarak kalır, ilgi da�ıtıcı herhangi bir giri�imden kaçınarak, ancak çok gerekirse ö�rencilerden birisiymi� gibi derse katılabilir. Ö�retmen, ço�unlukla konu�maksızın, beden dili, jest ve mimiklerle tablo, çubuk ve resimleri kullandı�ından dolayı “Sessiz Yol” adı verilmi�tir. Ana dilde bir tek sözcü�ün kullanılmasına bile izin verilmemektedir. Ö�rencilerin kendi kendilerini yönetebilece�i bir durum amaçlanır. Ö�retmen az konu�ur, görevi bilgi aktarımından ziyade bir model olu�u ve soruları cevaplamasıdır.

Ö�retmen gerekti�i takdirde ö�rencilerin dikkatini çekerek do�ruyu bulmalarına yardımcı olur. Yanlı� yapıldı�ı zaman ya sessiz kalınır ya da ne kadar yardım gerekiyorsa o kadar yardımda bulunulur. Do�ru yaptı�ı zaman beden diliyle onaylar. Ö�rencinin etkinli�i zihni kapasitesine, tecrübesine ve elde etti�i bilgilere ba�lıdır. Ö�retmen bir garantör durumunda yeri geldi�i zaman müdahalede bulunur. Telaffuz, ses, kelime kartları, resimler, slayd, film ö�retmenin kullandı�ı materyallerdir. Ö�retmen bunları kullanarak ö�rencilere yön verir. Ö�retmenin söyledikleri belli bir özümleme a�amasından sonra cevaplandırılmaya çalı�ılır. Sözcük seçerken daha fazla i�levsel olanlar kullanılır. Felsefi, siyasi, yaygın olmayan el sanatlarıyla alakalı kelimeler “lüks” veya “a�ırı lüks”diye tanımlanıp fazla kullanılmaz. “�yi ö�retildim” yerine “ö�rendim” diyebilen bir ö�renci tipi yaratır. Ki�ilerarası kayna�ma bir kaç derste kendini gösterebilmektedir. Kendilerine ve ba�kalarına ne ölçüde yardım edebileceklerini ö�renmektedirler. Ö�retmen mümkün oldu�unca sessiz oldu�u için göz konta�ı, el ve ba� hareketleriyle ö�renciyi onaylayabilir ya da hatasını düzeltmesini bekleyebilir. Sözsüz ileti�imin en yo�un olarak kullanıldı�ı metotlardan birisidir.

f)The Cognitive Code Learning (Bili�sel Yöntem)

Bili�sel Yöntem Noam Chomsky’nin üretimsel dönü�ümlü dilbilim kuramı sonucu ortaya çıkmı�tır. Chomsky’e göre bir dilde üretilmi� olan cümleleri incelemek yeterli de�ildir. Yabancı dil ö�renen bir kimsenin yeni

584

cümleler kurabilecek düzeni kavraması gerekir. Yapısal dilbilim, bir dilde sadece üretilmi� yapıları inceler ve yüzey yapıya yansıyan ili�kileri betimler. Oysa üretimsel dönü�ümlü bir dilbilim, hem yüzey yapısını ve hem de derin yapısını inceler. Bu nedenle ö�retim ilkelerinde yapısal dilbilimi esas alan i�itsel-dilsel yöntem, yabancı dil ö�retiminde yeterli de�ildir. N.Chomsky’e göre dil, bir alı�kanlık ve ko�ullandırma de�il, yaratıcılı�ı, dü�ünmeyi gerektiren bir olaydır.

Davranı�çı psikologlara göre insan beyni bo� bir levhaya benzer. Bu bo� levhaya uyarma-tepki-ödüllendirme yoluyla ö�renilen �eyler i�lenir. Bili�sel görü�ü benimseyen psikologlar ise ö�renme konusunda akla önem verirler. Bili�sel görü�ü savunan psikologlardan olan Ausubel iki türlü ö�renme oldu�unu belirtir. Birincisi, ezbere ö�renme, ikincisi ise, anlamlı ö�renmedir. Bili�sel ö�renme, anlamlı ö�renmeyi temel alır. Akıl, ö�renilenleri anlamlı birimlere dönü�türür, daha önce ö�renilenlerle birle�tirir. Ö�renilenler daha uzun süre akılda kalır. Ezbere ö�renilenler ise çabuk unutulur. Ö�renciyi dü�ünmeye sevk etti�i için, ö�retmen derste ö�renciden yeni uygulamalar beklerken sözlü ve sözsüz ileti�imi birlikte kullanabilir. Dinleme, okuma, konu�ma ve yazmaya e�it derece önem verilir. Göz konta�ıyla sınıfta ö�renciyle ileti�ime geçmek, ö�retmenin hâkimiyetine katkıda bulunup, verilen mesajı kuvvetlendirir.

g)The Suggestopaedia (Telkin Yöntemi)

Bulgar psikiyatrisi ve e�itimcisi G. Lazanov tarafından yoga ve zengin Budizm tekniklerinin yanı sıra ruhbilim verilerinden de yararlanılarak 1960 sonrasında geli�tirilen bir yabancı dil ö�retim yöntemidir. SSCB, Bulgaristan, Do�u Almanya, Macaristan gibi birçok Do�u Avrupa ülkelerinde kullanıldıktan sonra 1970’li yıllarda batıya tanıtılmı� olup, ABD, Kanada, �ngiltere ve Fransa’da birçok enstitüde uygulama çalı�maları sürmektedir. Özellikle hızlı bir ö�renmeyi amaçlayan yöntem, bireyin telkin yoluyla yedek ussal sı�a (reserve capacity) kapasitesinin kullanılagelenin birkaç katına çıkartılabilece�i varsayımından yola çıkar.

Amacı ö�rencileri ö�renme ile ilgili toplumsal ko�ullanmalardan ba�ımsız hale getirmektir. Bu ise insan yeteneklerinin sınırlı oldu�una ili�kin bir sürü geçersiz dü�üncelerden onu arıtmakla ba�arılabilir. Di�er metotlarda güdümleme çabasıyla ö�renci toplumsal çevreden ve bir arada olmanın getirdi�i duygusal zenginlikten soyutlanmaktadır. Program ne kadar iyi olursa olsun, bilgi edinme iste�i ö�renci için itici gelebilir. Telkin ya da di�er adıyla esinlemeli e�itimden söz edilebilmesi için ussal yedekler, yaratıcılık yedekleri vb. tüm ki�ilik yedeklerinin açılması, ö�retimin ö�rencide bir rahatlama uyandırması, ö�retim ve ö�renimin zevk alınan bir duruma getirilmesi gerekmektedir. Ö�renciye takma bir ad takılması, ki�ili�ine zarar vermeden yanlı� yapabilece�i bir maskedir. Ders yapılan ortam en ince ayrıntısına göre düzenlenir. Çalınan klasik müzik dersin vazgeçilmezlerindendir. Bu tür klasik

585

parçaların dinlendirici ve dü�ünceye daldırıcı etkileri vardır. Ba�langıçta tanı�ılır, konular tanıtılır, öz güven verilmeye çalı�ılır. Daha sonra ö�retmen dersi açıklar, diyalogu çözümler. Bunu yaparken davranı�larıyla her �eyin kolay olaca�ını ö�rencilerine hissettirmelidir. Son evrede dersin özümlenmesi için �arkılar, oyunlar, anlatım vb. etkinliklere yer verilir. Ö�renci kendi istedi�i zaman katılır. Ö�renciyi rahatlatmak amacıyla anadilin kullanımına izin verilir. Sonraki a�amada ö�retmen yazılı metni okurken, müzik e�li�inde rahat bir koltukta ders ö�renciler tarafından dinlenir. Ses kalitesi, ezgileme, ritmin tonu önemlidir. Daha sonraki günlerde ö�renci ö�rendiklerini saygın olan yeni kimlikleriyle uygulamaya geçer.

Görüldü�ü üzere bu yöntemde sözsüz ileti�imin birçok versiyonu kullanılmaktadır. Ses, konu�mayı sa�ladı�ından sözlü ileti�imin temelidir. Ancak, sesin, sözsüz ileti�imin gerçekle�mesinde önemli bir payı vardır. Konu�ma sırasında insanın, o andaki co�kusal durumunu, konu�madaki tutum ve niteli�ini ki�ili�in bazı yönlerini en iyi ses açı�a vurur. Bundan dolayıdır ki bazen insanın söyledikleri de�il, söyleyi� biçimleri de önem kazanır. Güzel bir sesin farkına varılmaz, çünkü böyle bir ses amacını dikkat çekmeden yaptırır. Ancak ses tonu etkisiz oldu�u zaman hemen fark edilir. Sesin tonu, �iddeti, rezonansı, temposu (hızı) niteliklerindendir. Ses tonu duruma göre yüksek veya dü�ük olmalıdır. Her zaman aynı seyretmemelidir.

h)The Communicative Method (�leti�imci Yöntem)

�leti�imsel bir dil ve dil kullanım modelini seçerek, ö�retim biçiminin, araç gereçlerin, ö�retmen ile ö�renci rolleri ve davranı�larının, sınıf içi etkinlikler ile uygulamaların ona göre düzenlenmesi “ileti�imsel” yakla�ım adını alır. Yabancı dil ö�retiminde dildeki temel yapıların verilmesiyle sa�lanaca�ı öngörülmü� ise de, istenilen hedefe bir türlü varılamamı�tır. Dilin konu�anların tam dilbilgisine sahip olmadan da konu�abildikleri, cümle kurabilmenin de ileti�im için yeterli olmadı�ı saptanmı�tır. �leti�imde bulunmak tek tek kavramları açıklayarak i�levleri yerine getirmek demek de�ildir. �leti�im, dil göstergelerinin anlamlı ve yerinde kullanılmasının ötesine geçilerek el-yüz hareketleri gibi sözel olmayan davranı�ları da içerir; onlar olmadan, dil kurallarıyla birlikte ileti�imin toplumsal kurallarını ö�renmeden kusursuz bir ileti�im kurulmasına olanak yoktur.

Dilin ileti�im oldu�u teorisinden yola çıkan ileti�imsel yakla�ımda, hedeflenen ileti�im yetisinin geli�tirilmesidir. Chomsky açısından dilbilim teorisinin odak noktası, konu�an ki�inin sahip oldu�u, o ki�inin bir dilde dilbilgisi yönünden do�ru cümleler üretmesini sa�layan soyut yetenekleri karakterize etmekti. Hymes ise, bu tür bir görü�ün do�allıktan uzak oldu�u, dilbilim teorisinin ileti�im ve kültürü birle�tiren daha genel bir teorinin parçası olarak görülmesi gerekti�i görü�ünü savunmu�tur. Hymes’in ileti�im yeti teorisi, konu�an bir ki�inin bir konu�ma ortamında ileti�im açısından yetiye sahip olması için gereken, bilmesi gerekli �eylerin bir tanımı olarak

586

açıklanabilir. Hymes’in ileti�imsel yeti teorisini destekleyen dilin i�levleri teorisini Halliday geli�tirmi�tir. O’na göre dil, bir amaç de�il araçtır. Asıl amaç yazılı ve sözlü ileti�imi sa�lamaktır. Sözcükler ve cümleler sadece bazı kavramları iletir. Bu nedenle dilin kuralları yerine, dilin kullanımı üzerinde durulmalıdır. �leti�imci yöntemde önemli olan kurallara uygun cümle kurmak de�ildir. Kurallara uygun cümle kurmak dil ö�retiminde son a�amadır. �leti�im cümleler uygun bir anlama dönü�tü�ünde gerçekle�ir. Bunun içinde ö�renci cümleleri sınıflandırabilmeli, sorular sormalı ve sorulara cevaplar verebilmelidir.

�leti�imci yöntemde adından da anla�ılaca�ı üzere ileti�imin sözlü, yazılı ve sözsüz türleri kullanılabilir. Ö�retmenin görevi dili bir ileti�im aracı olarak kullanmayı ö�retmek oldu�u için ö�renci di�er yöntemlere nazaran daha fazla dili kullanmak zorunda kalacaktır. Bu da ister istemez ö�retmen ve ö�renci arasındaki ileti�imde yeri geldi�i zaman sözsüz ileti�imin kullanılaca�ını gösterir. Etkili ileti�im aranır. Bu ileti�imde, ancak ileti�imin en etkin türü olan sözsüz ileti�imin kullanılmasıyla olur.

SONUÇ

Tedavisinin son dönemlerinde doktoru ile konu�an bir �izofreni hastası kendisinin bu�day olmadı�ını anladı�ını ve artık tavuklardan korkmadı�ını ifade etmi� ve doktoruna dönerek, “ Bana bu�day olmadı�ımı söylediniz, tavukların beni yiyemeyece�ini de söylediniz, bunu tavuklara da söylediniz mi?” diye bir soru yöneltmi�tir. �izofreni hastasının bu davranı�ı, gerçekte ortak anlamları olu�turmaya yönelik sorgulamaları içeren, ba�ka bir deyi�le ileti�im kurabilme çabası ta�ıyan bir davranı� örne�idir. Biz e�itimciler, bu anlamda ne derece ö�renci merkezli olup, kar�ı tarafın bizi ne derece algıladı�ını önemsiyoruz?

Kendi anadilimizde dâhil olmak üzere dil ö�retiminde ba�arılı oldu�umuz pek söylenemez. Anadolu liseleri, Anadolu ö�retmen liseleri, özel kolejler vb. okullarda verilen dil ö�retimini hariç tuttu�umuz zaman, sonuç her zaman olumsuzlukla neticelenmi�tir. Dil ö�retimini kısmen de olsa ba�aran yukarıda saydı�ımız bu okullarımızda, hazırlık sınıflarının kaldırılmasıyla birlikte bu sorunun (2005-2006’dan itibaren), ilerleyen yıllarda daha da büyüyece�i a�ikârdır. �lkö�retim, ortaö�retim, lise yıllarında verilen ortalama yabancı dil saati yakla�ık 800–1000 civarındadır. Bu kadar saat dil e�itimi verilmesine kar�ın, neden ba�arılamadı�ı hala tartı�ıla gelmekte ve çözüm bulunamamaktadır. En son getirilen yeniliklerden birisi de dil e�itiminin ilkö�retim 4–5 sınıflardan itibaren verilmeye ba�lanmasıdır.

E�itim de bir ileti�im süreci oldu�una göre, ba�arısızlı�ın altında yatan temel faktör ileti�im eksikli�idir. Ö�retmen, sadece dersini anlatmakla görevini yerine getirmi� olaca�ını varsayıp, ö�rencisinden geri bildirim almazsa, mesajını iletecek kanalları kullanmayı bilmezse, daha iyi mesajımı nasıl

587

anlatırımın derdine dü�mezse, sonucun ba�arısız olması kaçınılmazdır. Biz bu çalı�mamızın I.bölümünde ileti�im nedir, ileti�imin türleri olan sözlü ileti�im, yazılı ileti�im ve sözsüz ileti�im üzerinde durarak, bir dil ö�reticisinin dil ö�retiminde ihtiyacı olan ileti�im konusunda bir giri� yaptık. II. bölüm de ise, genelden özele inerek, e�itim ve ileti�im arasındaki ili�ki, yabancı dil ö�retiminin önemi ve yabancı dil ö�retiminde kullanılan yöntemlerdeki sözsüz ileti�imin payını ortaya çıkarmaya çalı�tık.

KAYNAKÇA

ALTINTA�, Ersin, Sözsüz ileti�im ve Beden Dili, Nobel Yay, Ankara 2001.

BIÇAKCI �lker, �leti�im ve Halkla �li�kiler, Media cat yay, �stanbul 2002.

DEM�RCAN, Ömer, Yabancı Dil Ö�retim Yöntemleri, Der Yayınları, �stanbul 2005.

CÜCELO�LU, Do�an, Yeniden �nsan �nsana, Remzi Kitabevi, �stanbul 2002.

ERG�N Akif, B�ROL Cem, E�itimde �leti�im, Anı Yay, Ankara 2000.

FARBER, Barry, Yabancı Dil Ö�renme Yöntemleri, �m Yay, �stanbul 1994.

GÖKÇE, Orhan, �leti�im Bilimine Giri�, Turhan Yay, Ankara 2003.

HARMER, Jeremy, The Practice of English Language Teaching, Longman Press.

HENG�RMEN, Mehmet, Yabancı Dil Ö�retim Yöntemleri, Engin Yay, Ankara.

KARAKAYA, Zeki, Edebi Bir Söylem Olarak Sözsüz �leti�im.

KAYAALP, �sa, E�itimde �leti�im Dili, Bilge Kültür Sanat Yay, �stanbul 2002.

Lazar, Judith, �leti�im Bilimi, Vadi Yay, Ankara 2001.

MISIRLI, Irfan, Genel �leti�im, Detay Yay, Ankara 2003.

MOORE, Kenneth, Ö�retim Becerileri, Çeviren KAYA Nizamettin, Nobel yay, Ankara, 2004.

TARCAN, Ahmet, Yabancı Dil Ö�retim Teknikleri, Nobel yay, Ankara, 2004.

TUTAR, Hasan., YILMAZ, K., ERDÖNMEZ, C.,Genel ve Teknik �leti�im, Nobel Yay, Ankara, 2003.

LEDBURY, Robert. ,WHITE Ian., DARN, S.,The Importance of Eye contact in the classroom, Steve Izmir University of Economics,The Internet TESL Journal, Vol. X, No. 8, August 2004.