enerji güvenliği

23
ENERJİ GÜVENLİĞİ 1.ENERJİ GÜVENLİĞİ NEDİR Günümüzde gerek uluslararası gerekse ulusal zeminlerde üzerinde konuşulan konuların başında enerji güvenliği gelmektedir. Enerji güvenliği kavramına genel olarak iki farklı yaklaşım bulunmaktadır. Bu yaklaşımlardan biri enerjiye, diğeri de güvenliğe ağırlık vermektedir. Enerji güvenliğinin, enerji ağırlıklı tanımı enerji kaynaklarının bulunabilirliği, erişilebilirliği ve kabul edilebilirliği kavramlarını içine almaktadır. Enerji güvenliğinin, güvenlik ağırlıklı tanımı ise enerji arama, geliştirme, üretim, iletim, çevrim, dağıtım, pazarlama ve tüketim ağındaki tesislerin her türlü saldırıya karşı fiziki olarak korunması anlamını içermektedir. Enerji güvenliği kavramı, - Enerjinin sürekli olarak, güvenilir, temiz ve çeşitli kaynaklardan / ülkelerden uygun miktarlarda ve uygun fiyatlarla sağlanması ve yüksek verimlilikle tüketilmesi, -Yeterli miktarlardaki enerji kaynaklarına, tutarlı fiyat ve istikrarlı bir kaynaktan, fiilî olarak tehdit altında olmayan ulaşım imkânları vasıtasıyla (boru hattı, uygun deniz yolları vs.) ve adil dağılım çerçevesinde erişilebilmesi, -Dünyadaki enerjinin akılcı ve tasarruflu kullanılması, -Ekonominin ihtiyacı olan enerji hizmetlerinin sürekliliğinin sağlanabilmesi olarak

Transcript of enerji güvenliği

ENERJİ GÜVENLİĞİ

1.ENERJİ GÜVENLİĞİ NEDİR

Günümüzde gerek uluslararası gerekse ulusal zeminlerde üzerindekonuşulan konuların

başında enerji güvenliği gelmektedir. Enerji güvenliği kavramına genel olarak iki farklı

yaklaşım bulunmaktadır. Bu yaklaşımlardan biri enerjiye, diğeride güvenliğe ağırlık

vermektedir. Enerji güvenliğinin, enerji ağırlıklı tanımı enerji kaynaklarının bulunabilirliği,

erişilebilirliği ve kabul edilebilirliği kavramlarını içine almaktadır. Enerji güvenliğinin,

güvenlik ağırlıklı tanımı ise enerji arama, geliştirme, üretim,iletim, çevrim, dağıtım,

pazarlama ve tüketim ağındaki tesislerin her türlü saldırıya karşı fiziki olarak korunması

anlamını içermektedir.

Enerji güvenliği kavramı,

- Enerjinin sürekli olarak, güvenilir, temiz ve çeşitli kaynaklardan / ülkelerden uygun

miktarlarda ve uygun fiyatlarla sağlanması ve yüksek verimlilikle tüketilmesi,

-Yeterli miktarlardaki enerji kaynaklarına, tutarlı fiyat ve istikrarlı bir kaynaktan, fiilî olarak

tehdit altında olmayan ulaşım imkânları vasıtasıyla (boru hattı, uygun deniz yolları vs.) ve adil

dağılım çerçevesinde erişilebilmesi,

-Dünyadaki enerjinin akılcı ve tasarruflu kullanılması,

-Ekonominin ihtiyacı olan enerji hizmetlerinin sürekliliğinin sağlanabilmesi olarak

tanımlanabilir.

2.GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE FOSİL YAKITLARA DAYALI ENERJİ GÜVENLİĞİ

Geçtiğimiz yüzyıl boyunca dünyamızda kömür çağından petrol çağına geçiş döneminin sancıları yaşanmıştır. Söz konusu döneme, petrol rezervlerini ele geçirme ve kontrol etme çabası damgasını vurmuştur. Dünyadaki siyasal ve ekonomik güç, petrol ham maddesi etrafında ve temelde önceleri İngiltere ve daha sonra Amerika Birleşik Devletleri’nin oluşturduğu politikalar çerçevesinde şekillenmiştir.

1890’larda dünyanın siyasal, ekonomik ve askerî anlamdaki lideri İngiltere’ydi. İngiltere’nin sahip olduğu büyük gücün ardında 3 temel dayanak bulunmaktaydı. Bunlar:

- Uluslararası finans sektörü üzerindeki hâkimiyeti

- Denizler üzerindeki hâkimiyeti

- Kömür ve petrol rezervleri üzerindeki hâkimiyeti.

1882’de İngiliz ordusunda amiral olan Lord Fisher, donanma gemilerinde kömür yerine petrolün yakıt olarak kullanılabileceği fikrini ortaya atarak İngiltere hükûmetinin dikkatini petrol üzerine çekmeyi başarmıştır. 1905’e gelindiğinde İngiliz Hükûmeti, yaptığı çalışmalar sonucunda petrolün yapısında barındırdığı büyük gücün farkına varmıştır ve Anglo - Pers Petrol Şirketi aracılığı ile aynı yıl Basra Körfezindeki ilk petrol kaynağını ele geçirmiştir. 1908 yılı itibarıyla İngiltere, İran topraklarında petrol üretmeye başlamıştır. Bu arada 1870’lerde John D. Rockefeller, Amerika Birleşik Devletleri’nde petrolü lamba yağı ve çeşitli tıbbi uygulamalarda kullanmak üzere, Standard Oil şirketini kurmuştur. Ancak bu tarihlerde henüz Amerika Birleşik Devletleri’nde petrolün stratejik bir enerji kaynağı olabileceği konusunda bir fikir oluşmamıştır. İngiltere, 1890’lara kadar yukarıda ifade edilen hâkimiyet faktörleri ile “üzerinde güneş batmayan ülke” olarak dünya liderliğini sürdürmüştür.

1850’den 1913’e kadar Almanya’nın sanayi ve teknoloji alanında yaptığı güçlü atılım ve buna bağlı gelişmelerin sonucunda, petrolün önemi Alman Hükûmeti tarafından fark edilmiştir. Böylece 1889’da Orta Doğu’da bulunan petrol rezervlerine hâkim olabilmek adına Berlin - Bağdat demir yolu projesi başlatılmıştır. Böylece İngiltere ve Almanya arasında Bağdat petrollerinin hâkimiyetinin ele geçirmek amacıyla büyük bir mücadele ortaya çıkmıştır ki bu mücadele 1914’te savaşa dönüşmüş ve 1918’e kadar süren Birinci Dünya Savaşı başlamıştır. Birinci Dünya Savaşı ile enerji güvenliği ve siyasi - ekonomik güç arasındaki ilişki ve ulaşabileceği sonuçlar belirgin bir şekilde ortaya konmuştur. Böylece enerji kaynaklarına ulaşma amacını güden ilk büyük çatışma gerçekleşmiştir. 1910 kömür zirvesinden dört yıl sonra başlayanpetrol savaşı kömür çağından petrol çağına geçişin ilk işaretidir. 1945’e kadar devam eden bu süreç iki dünya savaşınatanıklık edecek kadar şiddetli geçmiştir. 1914 - 1945 arasındaki 31 yıllık süreçte, dünya lideriyle onun en büyük rakipleri arasında petrol yüzünden ortaya çıkan rekabetin, bu ülkelerin enerji güvenlikleri sağlanana kadarki maliyeti oldukça fazla olmuştur.

1918’de İngiltere’nin galibiyetiyle sonuçlanan Birinci Dünya Savaşı sonunda, Basra Körfezi’nde bulunan petrol rezervleri üzerinde hâkim güç İngiltere olmuştur. İngiltere 1920’de San Remo Anlaşması ile Musul petrollerinin %25’lik bölümünü Fransızdevletine tahsis etmiştir; ancak bu karara ABD tepki göstermiş ve Orta Doğu petrolleri üzerinde pay sahibi olmak istemiştir. 1928’de imzalanan Kırmızı Hat anlaşması sonunda ABD Orta Doğu petrollerinden ilk payı elde etmiştir.

1941-1945 arasında yine temeli enerji kaynaklarının paylaşımınadayanan İkinci Dünya Savaşı gerçekleşmiştir. 1945’te bu savaş İngiltere ve ABD ittifakının galibiyetiyle sonuçlanmıştı. Ancakbu savaş sırasında kendi petrol rezervine dayanan ABD kendi petrol rezervlerinin tükenmesi tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Bu gelişmenin etkisiyle ABD 1945’ten başlayarak kendi petrol rezervleri dışında, Orta Doğu’da bulunan diğer petrol rezervlerine yönelmeye başlamıştır. Bu yeni stratejiye göre ABD, Basra Körfezi’nde gerek ekonomik ve gerekse askerî

anlamda daha etkin bir rol almaya başlamıştır. Yaşanan bu yeni gelişmenin sonucunda büyük bir askeri güce sahip olmayan kıta Avrupa Devletleri karşı karşıya kaldıkları enerji güvenliği sorununun üstesinden gelebilmek için çeşitli oluşumlar meydana getirmişlerdir. Bunlar:

- 1951 Avrupa Çelik Topluluğu

- 1957 Avrupa Ekonomik Topluluğu

- 1957 Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu

Kıta Avrupası’ndaki yukarıda ifade edilen oluşumlar bugünkü Avrupa Birliği’nin temellerini atmıştır. Avrupa’da bu gelişmeler devam ederken ABD’nin Basra Körfezi üzerindeki askerî ve politik etkinliği giderek artmaya devam etmektedir. Bu eğilim 1973 Arap - İsrail Savaşı’na kadar devam etmiştir. 1973’te yaşanan bu savaş, dünya petrol fiyatları üzerinde kriz olarak ifade edilebilecek bir etki yaratarak 2,59 $/varil olan ham petrol fiyatının bir yıl içinde 11,65 $/varile yükselmesineneden olmuştur. 1973 petrol krizinin yenilenebilir enerji teknolojilerine az da olsa olumlu bir yansıması, başta rüzgâr olmak üzere yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelinmesi ile petrolde yaşanılması olası fiyat artışları karşısında bir B planın hazırda tutulması gerekliliğini çarpıcı bir şekilde ortaya koyması olmuştur. 1973 krizi ile birlikte Suudi Arabistan ile ABD arasındaki ilk ciddi sorun yaşanmıştır. Takipeden yıllarda İran’daki devrim, 1980 - 1988 arasındaki İran - Irak Savaşı ve Sovyet Rusya’nın Afganistan müdahalesi, 1991 Kuveyt Krizi - Çöl Fırtınası Harekâtı ile Orta Doğu’daki sular durulmamak üzere hareketlenmiştir.1993’te Huntington tarafındanortaya atılan ve tartışmaları 2001’e kadar süren Medeniyetler Çatışması kavramı ve 11 Eylül 2001’de gerçekleştirilen New York’taki İkiz Kule saldırıları sonucunda, enerji güvenliği kavramı ABD açısından farklı bir yön kazanarak dünya çapında enerji arz güvenliğinin sağlanması şekline dönüşmüştür. Bu durumda, ABD’nin 1998’de ithal petrole bağımlılık açısından psikolojik bir sınır oluşturan %50 oranını aşmasının rolü oldukça fazladır.

2001’den sonra ABD, karşı karşıya kaldığı sorunlar nedeniyle veOrta Doğu petrollerine alternatif oluşturmak üzere Rusya

Federasyonu’nun doğal gaz kaynaklarını kullanabilmek için RusyaFederasyonu ile uzlaşma zemini arayışına girmiştir. Böyle bir durumun oluşması, Rus doğal gazına olan talebe Avrupa Birliği ülkelerinden sonra ABD’nin de katılması ile iki büyük müşterinin Rusya Federasyonu’na başvurması anlamına gelmektedir. Daha açık bir anlatımla Rusya Federasyonu doğal gaz üretimi ve satışı konusunda dünya devi olma yolunda büyük adım atmıştır ve enerji, Rusya Federasyonu’nun elinde büyük birkoz durumuna geçmiştir. Ayrıca Rusya Federasyonu doğal gaz konusunda OPEC benzeri bir yapının oluşmasını da desteklemektedir.

2005 yılı başı itibarıyla Rusya Federasyonu, dünyadaki doğal gaz rezervlerinin %26,7’sine denk gelen 48 trilyon m3 ’lük rakam ile en büyük rezerve sahiptir ve günümüzde, kıta Avrupa’sında elektrik eldesinde ve ısınmada Rus doğal gazının kullanım oranı, Avrupa ülkeleri için enerji güvenliği açısındankaynak çeşitliliği sağlanmadığı için bir risk oluşturmaya başlamıştır diyebiliriz. Ayrıca ABD’de de elektrik üretiminde doğal gaz kojenerasyon santrallerinin kullanıldığı dikkate alındığında, aynı riskin ABD için de geçerli olduğu söylenebilir.

Doğal gaz XXI. yüzyılın en önemli yakıtı olmaya adaydır. IEA (International Energy Agency), doğal gazın, dünya birincil enerji tüketimindeki pay itibarıyla 2020 yılında kömürü geçerekpetrolün ardından ikinci sıraya yerleşeceğini öngörmektedir. Dünya birincil enerji tüketiminde %21’lik paya sahip olan doğalgaz, 2020’de global enerji tüketiminin %24’ünden sorumlu olacaktır. Temel olarak elektrik üretimindeki artan ağırlığı nedeniyle bu yüzyılın en azından ilk yarısı boyunca en stratejik yakıt hâline gelecek olan doğal gaz, enerji portföyünde kömürün boşalttığı alanı dolduracaktır. Böyle bir gelişmenin yaşanmasının ardından dünyamızın fosil yakıt alanında, kömür ve petrol çağının ardından doğal gaz çağına gireceği söylenebilir.

3. ENERJİ GÜVENLİĞİNE YÖNELİK STRATEJİLER

Enerji güvenliğini, enerji güvenliği ekonominin ihtiyacı olan enerji hizmetlerinin devamlı

olarak sağlanabilmesi olarak tanımlamıştık. İşte bu hizmetlerinarzında yaşanabilecek kesinti

risklerine karşı önlemler alınması gerekir. O zaman, çeşitlendirme kavramının neden bu kadar

merkezi bir rol oynadığı kolayca anlaşılır. Japonya veya Asya Kaplanları gibi, kendi doğal

kaynakları sınırlı ülkelerin ekonomik kalkınmalarını sürdürmelerinde enerji ihtiyaçlarını

sağlarken takip ettikleri çeşitlendirme politikalarının rolü büyüktür. Bu politikaların en sık

görülenleri arasında şunlar sayılabilir:

● Enerji portföyünde yer alan yakıt ve teknolojilerin sayısınınarttırılması;

● Her cins yakıtın tedarikçilerinin sayısının arttırılması (özellikle yakıt ithal ediliyorsa);

● Enerji verimliliğinin ve tasarrufunun arttırılması (kanun ve düzenlemelerin ötesinde,

fiyatların maliyetleri yansıtması sağlanarak);

● Değişik yakıtlar için depolama kapasitesinin arttırılması (stratejik petrol rezervleri gibi).

Aşağıdaki tabloda ülke rezervlerinin tepe noktasına ulaştığı/ulaşacağı yıllar verilmiştir.

Yukarıda görülen petrol ifade edilen üretim-rezerv ilişkisine ait bilgilere ek olarak bugüne

kadar petrol kaynaklarının %95‟inin keşfedilmiş olduğu, petrol tüketim değerinin hızla attığı

ve mevcut arzın bunu karşılamakta zorlandığı dikkate alındığında, petrol çağının sonunun

oldukça yakın olduğu öngörüsünde rahatlıkla bulunulabilinir. Sonuç olarak petrol rezervleri

tükenmektedir. 1900‟lerin başından günümüze kadar ulusal / uluslararası politikalar ve

fiyatlar petrol üretim trendlerini etkilemiştir; ancak artık azalan rezervlerle birlikte üretim

eğilimlerinin sadece ve sadece jeolojinin belirleyeceği bir döneme girmiş bulunmaktayız.

Günümüzde uygulanmaya devam eden petrole dayalı enerji paradigması nedeniyle dünyamız

aşağıdaki sorunlarla yüz yüze kalmış durumdadır:

- Sera gazlarının artışı sonucu hızlı iklim değişikliği,

- Petrol fiyatlarındaki dengesizlikler sonucu oluşabilen sektörel dar boğazlar,

- Jeopolitik sorunlar - enerji güvenliği problemleri,

- Petrole dayalı teknoloji yapısının devamının sağlanabilmesi için alternatif olarak kullanılan

bioetanol sistemi nedeniyle gıda fiyatlarındaki artışlar.

Şu halde günümüzde geçerli olan enerji paradigması nedeniyle karşı karşıya kaldığımız

küresel çaptaki enerji ve çevre problemlerini çözebilmek için köklü bir paradigma değişimine

ihtiyaç vardır. Bu değişim için doğru başlangıç noktası, yenilenebilir enerji kaynakları ve

enerji verimliliği konusunda yapılacak olan çalışmalar olabilir.

XIX. yüzyılın kömür, XX. yüzyılın petrol çağı olması gibi, XXI.yüzyılın da başta rüzgâr ve

güneş olmak üzere, yenilenebilir enerji teknolojilerinin geliştirilmesi çağı olacağı söylenebilir.

AB ülkelerinde yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik üretimine katkısı her geçen yıl

artmaktadır. 1990 - 2006 döneminde AB ülkelerinde yenilenebilirenerjiden elektrik üretimi

kapasitesi %56 artarak, 2006 sonu itibarıyla AB‟deki toplam elektrik enerjisi ihtiyacının

%14,5‟inin yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılanmasına başlanmıştır. Ayrıca AB,

yenilenebilir kaynaklardan elektrik üretimi oranını 2020‟ye kadar %20 düzeyine çıkarmayı

hedeflemektedir. Böylece Avrupa, yeni bir enerji paradigmasınınuygulanacağı yeni enerji

çağına giren ilk kıta olmayı planlamaktadır.

Rüzgâr enerjisi; maliyet, çevre, enerji güvenliği açılarından incelendiğinde elektrik enerjisi

çevriminde tercih edilebilecek en uygun alternatif enerji kaynaklarının başında gelmektedir.

Rüzgâr enerjisinin uygulama ivmesinin artması için gerek AB ülkelerinde ve gerekse ABD‟de

mevcut elektrik şebekesinin güçlendirilmesine ve kıyıdan açık (offshore) rüzgâr türbin

teknolojisine dönük yatırımlar artarak devam etmektedir.

4. KONVANSİYONEL OLMAYAN DOĞAL GAZ VE PETROLÜN ENERJİ PİYASALARINA ETKİSİ

Enerji piyasaları ve Ortadoğu’nun jeopolitiği açısından önemli sonuçlar doğurabilecek yeni bir değişim, konvansiyanel olmayan gaz ve petrolün (shale gas and unconventional oil) dünya enerjipazarına sunulmasıdır. Öncülüğünü ABD’de son yıllarda artan, konvansiyonel olmayan gaz ve petrol üretiminin yaptığı ve enerji piyasaları için “devrim” diye nitelendirilen bu değişimin ana itici gücü, daha önce çıkarılması mümkün olmayan veya yüksek maliyetli olan doğal gaz ve petrol yataklarının yeni teknolojilerle üretime kazandırılmasıdır.

2015 yılından itibaren ABD’nin dünyada doğal gaz üretiminde ilksırayı alarak, Rusya’nın en büyük üretici konumunu değiştirmesiöngörülmektedir.

Bir başka önemli değişim, ABD’nin 2020 yılından sonra dünyada petrol üretiminde Suudi Arabistan’ı geçeceği tahminidir. Böylece, ABD 2010’da toplam enerji üretimi tüketiminden az olduğu için enerji ihtiyacının %19’nu ithal ederken, bu rakamın2035 itibariyle %9’a düş- mesi beklenmektedir. Bu gelişmenin enönemli sonucu, ABD’yi enerji üretiminde kendi kendine yeterli bir hale getirebilmesidir. ABD dışında önemli miktarda konvansiyonel olmayan doğal gaz kaynaklarına sahip; ama günümüzde bu rezervlerden üretimi olmayan ülkeler Çin, Arjantin, Güney Afrika, Fransa, Polonya ve Ukrayna’dır. 2035 yılına kadar dünya doğal gaz üretimindeki artışın yaklaşık yarısının, konvansiyonel olmayan doğal gaz kaynaklarındaki üretimden (en büyük artış Çin ve Avustralya’da) karşılanması beklenmektedir.

Fakat enerji piyasalarında “devrim” olarak nitelenen bu değişimin beraberinde getirdiği belirsizliklere dikkat etmemiz gerekir. Medyada yavaşlayan dünya ekonomisinde enerji sektörüneyeni bir ivme kazandırması ve özellikle Amerika’da petrol ithalatını azaltması ön plana çıkarılan bu yeni üretim için bazı belirsizlikler vardır.

Birincisi, doğal gaz üretimindeki artışın tüketimi geçmesi nedeniyle doğal gazın ne kadarının ihracatının yapılabileceği yönündeki politik tartışmalardır. ABD’nin enerjide bağımsız olmasını savunan siyasi grupların ihracata olan itirazıyla beraber, gerekli alt yapı yatırımları nedeniyle, ihracatın hangi pazarlara yönelik olabileceği önemli konulardır. ABD yasaları, enerji ihracatına belirli sınırlamalar koymuştur. Bu sınırlamaların kaldırılması için başvuran enerji firmaları, Başkan Obama’nın ikinci döneminde bu konudaki kararını beklemektedirler. Artan doğal gaz üretiminin ihracatı için Amerika’da ithalat için inşa edilmiş LNG (sıvılaştırılmış doğalgaz) terminallerinin dönüştürülmesi, yenilerinin yapılması ve bunlar için gerekli yasal izinlerin verilmesi gerekmektedir.

İkinci belirsizlik, konvansiyonel olmayan gazın üretimi için gerekli yasal düzenleme yetkisinin eyalet hükümetlerine ait olmasıdır. Federal hükümet, enerji üretim ve tüketiminin hava kalitesine etkisi konusunda eyaletlerden önce yasal yetkiye sahiptir. Fakat yeni üretim tekniklerinin çevrede yaratabileceği olumsuz etkiler nedeniyle hem eyalet hem de federal düzeyde çevreci gruplar tarafından itirazlar yapılmaktadır. Bu yeni tekniklerin yaratabileceği çevresel kirlenme tehditleri arasında başlıcaları, sondajda kullanılan kimyasal maddeler nedeniyle su kaynaklarının kirlenmesi tehlikesi, kırma (fracturating) tekniğinde kullanılan suyun atığının yaratacağı kirlilik ve üretim sahalarında doğal örtünün tahribidir.

Üçüncü belirsizlik, üretimin yapıldığı ve yapılması planan eyaletlerde yerel ekonomiye ne kadar katkı olabileceğinin belliolmamasıdır. Ekonomik açıdan geri planda kalmış bu küçük kasabaların yeni üretimle birlikte, daha iyi yol ve altyapıya sahip olmaları ve ticari canlılığın küçük işletmelerin kazancını arttırması gibi olumlu katkıları olabilir. Fakat

yerel iş gücü için yeni iş yaratma kapasitesi oldukça düşüktür.Çünkü tecrübe ve uzmanlık isteyen enerji sektöründeki istihdam,istenen niteliklere sahip işgücünün başka eyaletlerden transferiyle karşılanmaktadır.

5. ENERJİ İTHALATI ve İHRACATI YAPAN ÜLKELER ARASINDA KARŞILIKLI BAĞIMLILIĞIN DIŞ POLİTİKADA DEĞERLENDİRİLMESİ

Dünya enerji pazarında enerji arz çeşitliliğini arttırma ihtiyacı, başta yerel enerji kaynaklarından üretim ve enerji ithalatının toplam enerji tüketimindeki oranına göre, sanayiciler, tüketiciler ve hükümetler arasındaki iç politika dinamikleriyle enerji güvenliği ve küresel ekonomi politiğindeki gelişmeler doğrultusunda karşılanmaktadır.

Dünya enerji pazarındaki yapısal değişiklikler, bir yandan Ortadoğu’nun jeopolitik önemini arttırırken öbür yandan petrolebağımlılık ve doğal gazın artan önemi, konvansiyonel olmayan doğal gaz ve petrolün ihracatının başlayabileceği önümüzdeki yaklaşık 10 yıllık süreci, dış politika yapıcıları için oldukçahassaslaştırmaktadır.

Uluslararası ilişkilerde enerji güvenliği kapsamında enerji piyasalarındaki bu muğlak devrimin en net sonucu, ABD’yi enerjiyeterliliği ve arz çeşitliliğini arttırabilecek kabiliyete sahip kılmasıdır. Dolayısıyla Ortadoğu Bölgesi’nin dünya enerjipiyasalarındaki kritik rolüne karşın, ABD kendi enerji güvenliğini, makul fiyat ve enerji kaynaklarına kesintisiz ulaşabilirlik parametreleri doğrultusunda arttırmıştır. Amerikan ekonomisindeki sorunlar ve savunma bütçesini azaltma çabalarıyla beraber, bu durumun ABD’nin dış politikasına etkisive Ortadoğu’nun jeopolitiğine yansıması dikkatle değerlendirilmelidir. Örneğin, Ortadoğu Bölgesi’nde siyasi ve sosyal değişim sürecindeki risklerden çıkabilecek bir kriz veyadevam eden sorunlar, Başkan Obama’nın ikinci döneminde İran’la olan nükleer sorun hariç dış politika önceliği taşımayabilir. Petrole bağımlılık, enerji arz çeşitliliğini arttırma ihtiyacı ve doğal gazın yükselişi bir bütün olarak göz önüne alındığındakalkınmakta olan ülkelerin ve Avrupa Birliği’nin (AB) enerji güvenliği daha kırılgan bir hale gelmiştir. Bu yüzden, enerji ithalatı ve ihracatı yapan ülkeler arasındaki karşılıklı

bağımlılık, Ortadoğu Bölgesi’nin jeopolitiği ve Suudi Arabistan, İran, Irak’la Birleşik Arap Emirlikleri’nin dünya petrol fiyatlarını belirlemedeki kritik rolleri doğrultusunda yeniden değerlendirilmelidir.

Bu çervede yapılacak bir değerlendirme, uluslararası ilişkiler ve küresel ekonomi politik disiplinlerinin farklı kuram ve kavramlarından yola çıkarak dış politika yapımı için önemli soruları ortaya koymalıdır. Birinci soru, yapılan analiz ışığında enerji ithal ve ihraç eden ülkeler arasında karşılıklıbağımlılığın asimetrik olup olmadığıdır. Böyle bir değerlendirmede enerji ithalatı yüksek sanayileşmiş ülkelerin, benzer asimetrik bağımlılıklarına rağmen, enerji ihraç eden ülkelere yönelik dış politikalarında tehdit algılamalarının nasıl ve neden farklılaştığına dikkat edilmelidir. Küreselleşmesürecinde gücün ve zenginliğin yaratılması bağlamında enerji güvenliğinde devlet dışı aktörlerin (özellikle teknoljik üstünlüğe sahip enerji şirketlerinin) rolü ve uluslararası sistemde hegemonik bir istikrarın olmaması, dış politikada uluslararası sistem ve devletlerarası ilişkilerle sınırlı kalmayan bir analizi gerektirmektedir. Nitekim, Ortadoğu’da daha fazla demokrasi ve refah için yapılan yerel mücadeleler veya iç çatışmalarda hem yerel hem de bölgesel düzeyde uluslar ötesi değişik siyasi ve dini grupların/aktörlerin dahil olduğu düşünülürse farklı bir yaklaşım ve analiz düzeyi ele alınmalıdır.

İkinci soru, enerji güvenliğinde karşılıklı bağımlılık durumunun dış politikada hangi koşullarda işbirliği veya çatışmaya neden olduğunu açıklamak için karşılıklı bağımlılıktan çıkış maliyetini nasıl değerlendirdiğimizdir. Örneğin, enerji piyasasının yapısı, enerji hammaddelerin özel durumu (talep esnekliği az, altyapı yatırımı yüksek maliyetli gibi) ve enerji ticaretinin seviyesi gibi ölçütleri kullanabiliriz. Karşılıklı bağımlılığın çatışmaya etkisini analiz etmemizdeki önemli bir nokta, bu tür bir ilişkiden çıkışmaliyetini hedeflediğimiz amaçtan ne kadar düşük ya da yüksek düzeyde değerlendirdiğimizdir. Bir başka deyişle, karşılıklı bağımlılıktan çıkış maliyetimiz gerçekleştirmek istediğimiz amacımızın getiri sinden düşükse, enerjide karşılıklı

bağımlılığa rağmen çatışma olabilir. Aynı mantıkla, çıkış maliyetimiz amacımızın getirisinden yüksekse, enerjide karşılıklı bağımlılık çatışmayı engelleyebilir. Enerji güvenliği kapsamında işbirliği veya çatışma olasılıklarını değerlendirirken dikkat edilmesi gereken bir başka konu, yerel pazarda enerji arz güvenliğini sağlamak için dış politikanın araç olabilmesi gibi, aynı zamanda enerji güvenliğinin diğer dış politika amaçlarını gerçekleştirmek için önemli bir araç olabileceğidir.

Örneğin, enerji güvenliği demokrasinin yayılması, teröre karşı savunma, serbest piyasa ve insan hakları gibi liberal değerler doğrultusunda dış politika amaçlarının gözetilmesi için önemi giderek artan bir araç olabilir. Bu bağlamda enerji güvenliği ve dış politika ilişkisinde çok taraflı bir yöntem, yani ortak enerji güvenliği yaratmak hedeflenebilir. Bunun için enerji pazarında devlet şirketlerinin artan rolü, enerji ihraç eden ülkelerle işbirliği ve piyasa ekonomisiyle (örneğin AB’de süregelen ortak bir enerji pazarı yaratma hedefi) dengelenebilir. Enerji güvenliği dış politika ilişkisinde karşılıklı bağımlılık doğrultusunda, işbirliği veya çatışma senaryolarını analiz ederken önerilen bu ölçütlerin en zayıf yönü, hedeflediğimiz amacın değerinin farklı aktörlerce nasıl algılandığı ve dış politika oluşumuna hangi aktörlerce aktarıldığıdır. Enerji güvenliği kapsamında dış politikayı etkileyen devlet ve devlet dışı aktörlerin çıkarları ve stratejileri incelendiğinde, benzer fayda ya da zarar hesabına rağmen bu aktörlerin farklı tercihler yaptıkları gözlenmektedir. Bu nedenle, sadece fayda-maliyet ölçütlerine dayalı bir analiz yanıltıcıdır. Bu yüzden, hangi şartlar altında maddi ve düşünsel etkenlerin (fikirler, normlar, yerel özgün yapılar, kimlikler gibi) aktörlerin stratejilerini belirlediği ve dolayısıyla dış politikayı etkilediği sorusu önemlidir.

Son bir soru, enerji güvenliği ve dış politika ilişkisinde tarihsellik içinde maddi şartlar egemen fikirlerin, kapitalist üretim ilişkilerine dayalı sosyal güçlerce nasıl şekillendirildiğidir.

Ortadoğu Bölgesi’nin tarihsel süreçteki siyasi krizleri ve petrol zenginliği arasındaki ilişki göz önüne alındığında, enerji güvenliğini etkileyecek bir yapısal değişim, mevcut hegemonik düzende sosyal güçlerin ulusal, uluslararası veya uluslar-ötesi düzeydeki konumlarını değiştirebilir.

Bu nedenle, bu olası yapısal değişimin farklı düzeylerde farklıaktörlerin ideolojik bakışlarını, kimliklerini ve kapitalist üretim ilişkilerindeki konumlarını nasıl değiştirebileceği önemlidir. Örneğin, enerji ithal/ihraç eden devletlerin, bu devletlerdeki özel/devlet enerji şirketlerinin ve diğer çıkar gruplarından (sanayici birlikleri, çevre ve tüketici haklarını savunan sivil toplum örgütleri vb.) hangisinin ulusal, uluslararası veya uluslarötesi yeni bir hegemonik proje oluşturup kendi yararlarına nasıl bir pozisyon alabileceği, enerji güvenliği–dış politika ilişkisinde sorgulanmalıdır.

Bu sorular çerçevesinde örneğin, ABD bir yandan enerji güvenliğini ulusal düzeyde arttırma yolunda ilerlerken 2020’densonra doğal gaz ihracatına başlayabilecek olması, geleneksel doğal gaz ihracatçısı ülkeler ile ithalatçı ülkeler arasındaki karşılıklı bağımlılığı nasıl etkileyebilir? ABD’den doğal gaz ihracatının hangi bölgelere yapılabileceği gerekli altyapı yatırımlarına bağlıyken, konvansiyonel olmayan doğal gaz kaynaklarına sahip Polonya, Fransa, Ukrayna’da ne oranda üretimolabileceği ve altyapı yatırımlarının maliyeti önemlidir. Bu bağlamda AB ve Rusya arasındaki doğal gaz ticaretinde karşılıklı bağımlılığın nasıl değişebileceğini, yukarıdaki kriterler doğrultusunda değerlendirebiliriz. Ayni şekilde, bu olası değişimin Türkiye’nin dış politikasında enerji güvenliği ve enerji merkezi olma hedeflerine etkisi, bu kriterler doğrultusunda değerlendirilmelidir. Avrupa doğal gaz pazarındaki bu olası değişim, sadece enerji piyasalarını değil Rusya’nın iç ve dış siyasetini de etkileyebilir. Çünkü bir devlet şirketi olan Gazprom’un hali hazırda üretimi arttırma yönündeki sorunları ve doğal gaz ihracatından elde edilen gelirlerin azalma durumu, Putin’in otoriter iktidarını sürdürmesini zorlaştırabilir.

6.TÜRKİYE’DE ENERJİ GÜVENLİĞİ

6.1. Türkiye’nin temel enerji politikaları

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı (ETKB) Türkiye‟nin temel enerji politikalarını aşağıdaki şekilde özetlemektedir:

o Maliyet, zaman ve miktar yönünden enerjinin. tüketiciler içinerişilebilir olması

o Dışa bağımlılığın azaltılması

o Enerji alanında ülkemizin bölgesel ve küresel etkinliğinin artırılması

o Kaynak, güzergah ve teknoloji çeşitliliğinin sağlanması

o Yenilenebilir kaynakların azami oranda kullanılmasının sağlanması,

o Enerji verimliliğinin artırılması

o Enerji ve tabii kaynakların üretiminde ve kullanımında çevre üzerindeki olumsuz etkilerin en aza indirilmesi

o Serbest piyasa uygulamaları içinde kamu ve özel kesim imkanlarının harekete geçirilmesi

6.2. Türkiye’nin genel enerji dengesi

Ülkemiz enerji kaynakları bakımından fakir bir ülke değildir. Ancak, fosil yakıtlar dediğimiz, milyonlarca yıl önce yüksek sıcaklık ve basınç altında bitki ve hayvan kalıntılarından oluşan petrol ve doğalgaz bakımından yeterli rezervlere sahip değildir.

Ülkemizin bilinen enerji kaynakları aşağıdaki tabloda verilmektedir.

Bu tablonun incelenmesinden, ülkemizin enerji üretiminde rezervi en fazla olan fosil yakıtlardan linyit ve yenilenebilirkaynaklardan ise hidrolik, güneş ve rüzgar potansiyelinin iyi olduğu görülmektedir.

Ülkemizin 1975-2008 yılları arasındaki enerji üretim ve tüketimdurumuna bakarsak, üretimle tüketimin paralel bir gidiş gösterdiği görülür.

Bu durum ilk bakışta olumlu bir izlenim vermektedir. Ancak, burada önemli olan enerji dengesinin dış kaynaklara bağlı olup olmamasıdır.

Üretilen enerjinin kaynaklara dağılımına bakarsak esas itibariyle üç temel kaynak termik, hidrolik ve biyo-kütle

üzerinde oluştuğu ve termik santrallardaki üretimin 1988 den sonra hızla arttığı görülür.

Enerji üretim kaynaklarının yıllara göre değişimi:

Santral yatırım maliyetleri içinde, doğalgaz santrallerinin ilkyatırım maliyeti diğerlerinden daha düşüktür. Ancak bu yanıltıcıdır. Uluslararası riskleri bir yana bırakırsak, tesisin 25-30 yıllık ekonomik ömrü içinde ortaya çıkabilecek olumsuz koşulllardaki işletme maliyetini düşündüğümüzde, doğalgazın maliyetinin daha yüksek olacağı anlaşılır.

6.3. Türkiye’de enerji üretimi

Türkiye’de enerji kaynaklarının üretim dağılımına bakarsak enerji probleminin nereden kaynaklandığını anlayabiliriz. Enerji üretiminde, petrol %10,doğal gaz %4, linyit %66 ve taş kömürü %5 oranındadır. Yenilenebilir enerji kaynaklarının oranıise %15 dir. Bu da bir başka problemi gündeme getirmektedir. Butablo ile biz dünya kamuoyunda kirletici bir ülke konumunda oluyoruz. Böylece hem kendi çevremizi kirletiyoruz, hem de AB 2020 hedeflerine de ters düşerek uluslararası kamuoyunda zor duruma düşüyoruz.

6.4. Türkiye’de enerji tüketimi

Türkiye’de enerji tüketiminde fosil yakıtlar olan bilinen petrol doğalgaz, taş kömürü ve linyitin payının % 90 olduğu görülür. Yenilenebilir kaynakların payı ise %10 gibi çok küçük bir orandadır. Halbuki, OECD* ülkeleri, yenilenebilir enerjininoranının 2010 yılında % 20 olmasını hedefliyor ve enerji alt yapılarını buna göre değiştiriyorlar.

(*=Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü)

6.5. Yenilenebilir Enerji Kaynakları

Dünyada hızlı nüfus artışı, endüstri ve teknolojideki gelişmelere bağlı olarak hızla artan enerji ihtiyacının karşılanması, buna karşın fosil yakıtların belli bir süre sonratükenecek olması, ülkeleri zorunlu olarak yenilenebilir enerji kaynakları üzerine eğilmeye zorlamıştır. Yenilenebilir enerji kaynakları tabiatta kendiliğinden var olan kaynaklar olarak tanımlanabilir. Bu kaynaklar çevrede herhangi bir problem yaratmadığı için temiz enerji kaynakları olarak da adlandırılır. Bunları şöyle sıralayabiliriz: hidrolik, güneş, rüzgar, jeotermal, biyo-kütle, dalga ve gel-git enerjileri.

Türkiye’de bilinen enerji kaynakları.

6.6. Değerlendirme

Ülkemiz halen bilinen ve fosil yakıtlar olarak tanımladığımız petrol ve doğalgaz kaynakları bakımından yeterli düzeyde değildir. Yenilenebilir kaynak potansiyelimiz ise, Türkiye‟nin enerji ihtiyacını karşılamasında çok önemli bir yer sahiptir. En son teknoloji kullanarak yapılacak daha kapsamlı bir araştırmayla, hem fosil kaynaklar ve hem de yenilenebilir enerji kaynaklarımızın potansiyelinin artabileceği düşünülmektedir. Yapılan bu, genel değerlendirmelerden sonra aşağıdaki sonuçlara ulaĢmak mümkündür:

o Kaynağı dışarıda olan petrol ve doğal gaz boru hatları Türkiye‟nin enerji güvenliğini sağlayamaz.

o Türkiye, yenilenebilir kaynaklar bakımından Avrupa ülkelerinden daha iyi durumdadır. Güneş enerjisinde 380, jeotermal enerjide 295 ve rüzgarda 148 milyar KWh/yıl elektrik üretecek çok önemli bir potansiyelimiz vardır.

o Thoryum linyit rezervimiz yeterli düzeydedir.

o Avrupa’da, Norveç’ten sonra en yüksek hidroelektrik potansiyeline sahip ülkemizde, potansiyelimiz 35000 MW/yıl olarak hesaplanmasına rağmen,mikro-nehir santrallerini de düşünürsek bu potansiyelin artabileceği tahmin edilmektedir.

o Avrupa’dan çok daha zengin flora ve faunaya ve uygun ekolojiye sahip ülkemizde tarım ve orman cılığımızı geliştirerek biyokütle ve biyoyakıt üretiminde dünyanın sayılı ülkeleri arasına girebiliriz.

o Ülkemizde, enerji üretiminden, dağıtım ve kullanımına kadar çok fazla enerji israfı vardır.

o Türkiye’de kişi başına düşen enerji üretimi, yeterli düzeyde değildir.

o Türkiye’de enerji pahalıdır. Bu koşullar altında ,serbest piyasa düzeninde ,tarımsal ve endüstriyel işletmelerimizin yurtdışındaki firmalarla rekabet etmesi çok güçtür.

6.7. Öneriler

o Devlet Türkiye’de her vatandaşı yenilenebilir kaynaklardan enerji üreten, bir üretici konumuna getirecek her türlü hukuksal ve ekonomik alt yapıları, AB koşulları ve hedeflerini de dikkate alınarak öncelikle hazırlamalıdır.

o Linyit kaynağımızı öncelikle minimum emisyon veren gelişmiş yakma teknolojileri kullanarak değerlendirmeliyiz.

o Ülkemizde, petrol ve doğal gaz aramalarına, yeni teknolojilerle, deniz de dahil olmak üzere yeniden başlamalıyız. Ülke dışındaki aramalara da ulusal şirketlerle katılıp oradan pay almalıyız.

o Güneş enerjisinde verimli yeni teknolojiler kullanarak termalve elektrik potansiyelimizi değerlendirmeliyiz.

o Rüzgar enerjisinde yalnız kara değil, deniz santrallerini birlikte düşünmeliyiz.

o Jeotermal kaynaklarımızı verimli bir şekilde hem termal ve hem de elektrik üretilmesinde kullanabilmek için gerekli şartları sağlamalıyız.

o Hidroelektrik potansiyelimizi mikro nehir santrallerine ağırlık vererek geliştirmeliyiz

o Doğal gaza bağımlılığımızı en kısa sürede azaltacak şekilde enerji alt yapı çalışmalarını bir an önce yapmalıyız.

o Doğal gazı geçmiş yıllarda yapılan yanlışlıklardan dolayı hempahalı ve hem de zorunlu almak durumundan ülkemizi bir an önce kurtarmalıyız.

o Ulaşım sektöründe önceliği otoyol yapmaya değil, raylı sisteme vermeliyiz.

o Eğer karayolu yapımı zorunlu ise en pahalı olan oto yolu değil, verimli tarım arazilerine en az zarar veren yüksek standartlı bölünmüş yolu tercih etmeliyiz.

o Üç tarafı denizle çevrili yurdumuzda deniz yolu ulaşımını biran önce tercih edilebilir bir konuma getirmek için gerekli tedbirleri almalıyız.

o Konutlarda yalıtıma ve enerji verimliliğine gerekli önemi vermeli ve bu konuda, AB kriterlerini de dikkate alarak gereklitedbirleri almalıyız.

o İletim dağıtım hatlarında, düşük verimli kabloları değil süper iletkenler kullanılarak, kayıpları minimuma indirecek çalışmaları yapmalıyız.

o Gelişmiş ülkeleri örnek alarak,kaçak enerji kullanımını önleyecek, caydırıcı hukuksal tedbirleri mutlaka almalıyız.

o Avrupa ülkelerinin hepsinden daha fazla biyo-çeşitliliğe sahip ve her türlü tarım ve ormancılığa uygun bir ekolojiye sahip ülkemizde , enerji ormanları ve enerji tarımı projeleriniçok hızlı bir şekilde geliştirerek, biyokütle ve biyoyakıt üretme kapasitemizi istenilen düzeye çıkarmalıyız

o Nükleer enerji santrallerini yalnız enerji ihtiyacımızı karşılamak için değil, bu teknolojiye sahip olmak için kurmalıyız.

7. SONUÇ

Enerji güvenliği ve dış politika ilişkisinde düşünülmesi gereken önemli bir başka konu, enerji ihracatçısı ülkelerdeki insani kalkınma sorunlarıdır. Ortadoğu Bölgesi’nin jeopolitiği ve enerji güvenliğindeki kritik önemi göz önüne alınca, bölgededevam eden siyasi ve sosyal değişim mücadelelerine, kalkınma vegüvenlik ilişkisi perspektifinden bakmamız önemlidir. Ortadoğu Bölgesi’nin en büyük ekonomik zorluğu, ranta dayalı ekonomi olarak adlandırılan yolsuzluğa imkan veren ve üretkenlik ile demokratikleşme önünde engel oluşturan kalkınma modelidir. Ranta dayalı ekonominin bölge ülkelerindeki olumsuz etkileri oldukça fazladır. Bunlardan en önemlileri, kentsel ve kırsal nüfus ve yarı-kentleşmiş gecekondu nüfusu arasında giderek artan gelir farklılığı, kırsal bölgelerden kente yoğun göç, kalkınmakta olan ülkeler arasında Arap ülkelerinin en yüksek işsizlik oranına sahip olmaları, özellikle genç nüfusta işsizlik oranının dünya ortalamasının üzerinde oluşu ve bazı

ülkelerde istihdam edilebilir nüfusun yarısını işsiz gençlerin oluşturmasıdır.

Bu sorunlar bölgenin güvenlik ve kalkınma ilişkisini olumsuz etkilemektedir. Bir yandan demokratikleşme sürecini yavaşlatan,öte yandan, otoriter yönetimlerin ranta dayalı ekonomiyi kontrol etmeleri nedeniyle, baskıcı rejimlerin ekonomik ve siyasi gücünü arttıran bir kısır döngü halini almıştır. Ortadoğu Bölgesi’nde Arap Uyanışı olarak adlandırılan mevcut süreç, özünde bu kısır döngüyü kırma yönünde yapılan mücadelelerdir. Fakat bölgenin mevcut sosyal ve demografik durumu bu mücadelelerin başarısını zorlaştırmaktadır. Gençlerinyüksek işsizlik oranı ile kadınların ekonomik ve siyasi yaşama çok kısıtlı katılımı, bu bölgenin uzun dönemde insani güvenliğini zayıflatmaktadır. Nitekim Arap ülkeleri yüksek gelir düzeylerine rağmen, göreceli olarak düşük insani kalkınmadüzeyindedirler. 1970’lerden beri artan kişi başı gayri safi yurtiçi hasıla gelirine rağmen, petrol zengini ülkeler de dahilArap ülkelerinde gelir dağılımında bir düzelme olmamıştır. Bu nedenle, Arap ülkelerinde yoksulluk artmakta, dünya gıda fiyatlarındaki artış ve dünyadaki ekonomik durgunluk, bu ülkelerin ekonomilerini kırılgan yapmaktadır.

Sonuç olarak, dış politika yapıcıları tarafından enerji ihracatı ve ithalatı yapan ülkeler arasındaki karşılıklı bağımlılık analizinin hangi kriterlere göre yapıldığı ve bu bağımlılığı etkileyen dünya enerji pazarındaki devamlılıklar vedeğişimler önemlidir. Ayrıca bu analizde Ortadoğu Bölgesi’nin jeopolitigi, enerji güvenliğindeki kritik rolü kadar düşünülmesi gereken bir başka boyut, bölgenin insani kalkınma ve güvenlik ilişkisindeki sorunlardır. Arz çeşitliliğini arttırma yönünde yapılan politikalarda insani kalkınma sorunlarına çözümlerin ihmal edilmemesi gerekmektedir. Bu amaçla, geleneksel güvenlik politikaları ve devletler arası diplomasiye dayanan bir yaklaşım yerine, uluslararası örgütler ve uluslar-ötesi sivil toplum diyaloğu ve dayanışmasını politika yapım sürecine dahil eden, rant ekonomisinin kısır dongüsünü kırma doğrultusunda, insani kalkınma odaklı bir yaklaşım izlenmelidir. Kısaca, sadece enerji fiyatlarında ve bölgede istikrara öncelik veren politikalar, orta ve uzun

dönemde enerji güvenliği ve insani güvenlik için yeterli değildir.