Nükleer Enerji Çözüm Değil - "ne küresel ısınmaya, ne de başka bir şeye..." - Helen...

36
Yeni İnsan Yayınevi Yeşil Politika Serisi

Transcript of Nükleer Enerji Çözüm Değil - "ne küresel ısınmaya, ne de başka bir şeye..." - Helen...

Yeni İnsan YayıneviYeşil Politika Serisi

Helen Caldicott

1938’de Avustralya’da doğan Helen Caldicott 1961’de Adelaide TıpFakültesi’ni bitirdi. Çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı oldu, AdalaideÇocuk Hastanesi’nde kistik fibroz kliniğini yönetti ve 1977-80 arasındaHarvard Tıp Fakültesi’nde Pediatri bölümünde ders verdi. 1971’deAvustralya ve Yeni Zelanda’da Fransa’nın atmosferik nükleer denemeleri-ne karşı bir mücadele başlattı. 1985’te Nobel ödülü alan UluslararasıNükleere Karşı Hekimler Birliği’nin (International Physicians for thePrevention of Nuclear War - IPPNW) 1978’de kurulan ABD örgütü SosyalSorumluluk Sahibi Hekimler’in (Physicians for Social Responsibility -PSR) kurucularından olup 1983’e dek başkanlığını yürütmüştür.Kurucusu olduğu ve başkanlığını yaptığı diğer bazı kuruluşlar arasındaNükleeri Dondurun Seçmen Girişimi Kampanyası (1980), NükleerSilahsızlanma için Kadın Eylemi (WAND, 1983), Radyasyon HakkındakiGerçekler için Ayağa Kalkın Vakfı (STAR, 1997), Nükleer PolitikalarAraştırma Enstitüsü (2001) sayılabilir. If You Love This Planet (BuGezegeni Seviyorsan) başlıklı haftalık bir radyo programı hazırlayıp su-nan, New York Times, Washington Post, Christian Science Monitor, LosAngeles Times, The Bulletin of the Atomic Scientists, Boston Globe, LifeMagazine gibi gazete ve dergilerde yazıları yayımlanan Helen Caldicott’unyayımlanmış kitapları şunlardır: Missile Envy (Füze Hasedi, 1985); If YouLove This Planet (Bu Gezegeni Seviyorsan, 1992); Nuclear Madness: WhatYou Can Do, Revised Edition (Nükleer Çılgınlık: Ne Yapabilirsin,Düzeltilmiş Baskı, 1994); A Desperate Passion: An Autobiography(Umutsuz Bir Tutku: Bir Otobiyografi, 1996) The New Nuclear Danger,George W. Bush’s Military Industrial Complex (Yeni Nükleer Tehlike,George W. Bush’un Askeri Sınai Kompleksi, 2002) Nuclear Power Is Notthe Answer (Nükleer Enerji Çözüm Değil, 2006 – Yeni İnsan Yayınevi,2014); War In Heaven, with Craig Eisendrath (Gökyüzünde Savaş, CraigEisendrath ile birlikte, 2007), If You Love This Planet, revised and upda-ted (Bu Gezegeni Seviyorsan, düzeltilmiş ve güncellenmiş, 2009), LovingThis Planet: Leading Thinkers Talk About How to Make a Better World(Gezegeni Sevmek: Önde Gelen Düşünürler Daha İyi Bir Dünyaya NasılUlaşacağımızı Konuşuyor, 2012).

Nükleer Enerji Çözüm DeğilHelen Caldicott

Çeviren: Korol Diker

Yeni İnsan Yayınevi -61Yeşil Politika Serisi -7

Nükleer Enerji Çözüm DeğilHelen Caldicott

Türkçe’de I. Baskı: İstanbul, Mayıs 2014Nuclear Power Is Not The Answer© The New Press, 2006ISBN:978-605-5895-41-9

Genel Yayın Yönetmeni: Aytaç TimurÇeviren: Korol DikerÇeviri Editörü ve Redaksiyon: Ümit ŞahinDizgi: Cem Doruk TimurKapak Tasarımı: Serap AkçuraSertifika No:12186

Baskı: Pasifik Ofset Cihangir Mah. Güvercin Cad. Baha İş Merkezi A Blok No:3/1 Zemin KatAvcılar İstanbulTel. : +90 212 412 17 00 Faks : +90 212 422 11 51Matbaa sertifika No: 12027

Tüm hakları saklıdır. Yayıncının izni olmadan, kısmen de olsa fotokopi, film vb. elektronik vemekanik yöntemlerle çoğaltılamaz.

© Tohum Yayıncılık Turizm Reklam ve Sağlık Hizmetleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi 2014

Yeni İnsan YayıneviTohum Yayıncılık Turizm Reklam ve Sağlık Hizmetleri Sanayi Ticaret Limited ŞirketiAltıntepe mah. Özüdoğru Sok. No: 44/1B Küçükyalı İstanbulTel: (0 216) 489 84 08 Fax: (0 216) 518 23 60

[email protected] www.yeniinsanyayinevi.comfacebook/yeniinsanyayinevitwitter.com/yeninsanyayinhttp://www.yeniinsanyayinevi.com

Nükleer Enerji Çözüm Değil

Helen Caldicott

Çeviren: Korol Diker

Sevgili torunlarım Mikhael, Rachel, Paul, Claire, Oscar ve Tess’e

İÇİNDEKİLER

SUNUŞ.........................................................................................................13

GİRİŞ............................................................................................................37

1. Nükleer Enerji Üretiminin Enerji Maliyeti.....................................49URANYUM MADENCİLİĞİ VE İŞLEME....................................................53İŞLEME ATIKLARI....................................................................................55URANYUMUN URANYUM HEKSAFLORÜRE DÖNÜŞTÜRÜLMESİ...............56URANYUMUN ZENGİNLEŞTİRİLMESİ....................................................56YAKIT MADDESİ ÜRETİMİ.......................................................................57REAKTÖRÜN İNŞASI................................................................................58İŞLETMEDEN ÇIKARTMA VE SÖKÜM.....................................................59TEMİZLİK.................................................................................................60SOĞUTMA SUYU: TRİTYUM VE KARBON 14..........................................60RADYOAKTİF ATIKLARIN ORTADAN KALDIRILMASI............................61YÜKSEK VE ORTA SEVİYELİ ATIKLARIN TAŞINMASI VE UZUN

DÖNEMDE 240.000 YIL İÇİN SAKLANMASI...........................................63

2. Nükleer Enerjinin Faturası............................................................67NÜKLEER ENERJİNİN GERÇEK MALİYETİ..............................................67ELEKTRİĞİN SOSYALİZASYONU.............................................................69KURALSIZLAŞTIRMA..........................................................................................73YEPYENİ TEŞVİKLER................................................................................78

3. Nükleer Enerji, Radyasyon ve Hastalıklar......................................87RADYASYON VE EVRİM...........................................................................88RADYASYON VE İNSAN ÜREMESİ...........................................................90RADYASYON VE HASTALIKLAR........................................................................92NÜKLEER SANTRALLARDANKAYNAKLANAN RUTİN RADYASYON.....95RADYOAKTİF ATIKLAR.........................................................................110NÜKLEER KAZALAR..............................................................................115

4. Kaza ve Terör Kaynaklı Çekirdek Erimeleri.................................133MEKANİK VE İNSANİ HATALAR...........................................................133

9

YAŞLANAN REAKTÖRLER.....................................................................135KÜRESEL ISINMA..............................................................................................138TSUNAMİ VE DEPREMLER....................................................................140TERÖRİSTLER........................................................................................140GÜVENLİK.........................................................................................................142ÇEKİRDEK ERİMELERİ...........................................................................145KULLANILMIŞ YAKIT HAVUZUNDA BİR FELAKET...............................153

5. Yucca Dağı ve Nükleer Atık Felaketi............................................161

6. IV. Nesil Reaktörler.....................................................................169I. NESİL REAKTÖRLER...........................................................................169II. NESİL REAKTÖRLER..........................................................................169III. NESİL REAKTÖRLER...................................................................................172III+ NESİL REAKTÖRLER.......................................................................174IV. NESİL REAKTÖRLER........................................................................176

7. Nükleer Enerji ve Nükleer Silahlanma.........................................187NÜKLEER SİLAH ÜRETİMİNİN KISA TARİHİ.................................................192

8. Nükleer Enerji ve “Haydut Devletler”..........................................199İRAN.......................................................................................................200KUZEY KORE..........................................................................................206İSRAİL, HİNDİSTAN VE PAKİSTAN........................................................210NÜKLEER SİLAHSIZLANMA İÇİN ULUSLARARASI GİRİŞİMLER.............219

9. Yenilenebilir Enerji: Çözüm........................................................221ALTERNATİFLERİN EKONOMİSİ..........................................................224ALTERNATİFLERİN ÇEVRESEL ETKİLERİ.............................................225AMERİKA’DA ENERJİ POLİTİKASI.........................................................227İKİ MÜKEMMEL ALTERNATİF..................................................................229

10. Bireyler Ne Yapabilir: Enerji Tasarrufu ve Verimlilik.................239GELECEKTE DAHA İYİ BİR ENERJİ YAKLAŞIMI SEÇMEK.....................243

NOTLAR.....................................................................................................249

10

Teşekkür

Bu kitabı hazırlarken kıymetli yardımlarını, bilgilerini ve tav-siyelerini benden esirgemeyen herkese minnettarım. Bu kişilerarasında Mary Cunnane, Jan Willem Storm van Leeuwen, PhilipSmith, Tom Cochran, Dan Hirsch, Arjun Makhijani, Brice Smith,Paul Craig, David Lochbaum, Gordon Thompson, Bob Alveraz,Paul Gunter, Anna Aurilio, Kay Drey, Ed Lyman, DavidRichardson, Steve Wing, Amory Lovins, Harvey Wasserman,Tom Fasy, Kevin Kamps, Charles Sheehan-Miles, Bruce Biewald,Mary Osborn, Scott Powell, Ernest Sternglass ve Peter Bradford’usayabilirim.

Son olarak, kitabımın olgunlaşma sürecine fikirleriyle dahilolan ve bana rehberlik eden editörüm Diane Wachtell’e teşekkür

ederim.

11

13

SUNUŞ

NÜKLEER ENERJİ TÜRKİYE İÇİN DE

ÇÖZÜM DEĞİL, İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE KARŞI DA

Türkiye’nin nükleer enerjiyle ilgili benzersiz bir hikayesi var-dır. Nükleer silaha sahip 9, nükleer enerjiden elektrik üreten 31ülke arasında değildir. Ama yaklaşık 40 yıl önce başlayan, ol-dukça güçlü ve son derece istikrarlı bir nükleer karşıtı hareketesahiptir. Çünkü Türkiye, 1970’lerden bu yana, bir türlü sonuç-landıramasa da, başta Akkuyu projesi olmak üzere, nükleer sant-ral kurma planları yapıp duruyor. Ayrıca ülke Soğuk Savaş dö-neminde NATO’nun ileri karakolu olarak ABD’nin kontrolunda-ki nükleer silahlara ev sahipliği yaptı ve İncirlik Askeri Üssü’ndehâlâ sayılarının 40 ile 90 arasında olduğu tahmin edilen nükleerbaşlıklı füzeler bulunuyor. Nihayet dünya tarihinin en büyükçevre felaketi olan Çernobil nükleer kazası Türkiye’nin yanı ba-şında meydana geldi. Türkiye yoğun radyoaktif serpinti altındakalan ülkelerden biri olduğu için, nükleer teknoloji Türkiye in-sanının kafasında somut bir tehlike olarak yer etti.

Öte yandan Türkiye hızlı ekonomik büyümeye, sanayileşme-ye, büyük, zengin ve güçlü bir ülke olmaya ve “stratejik olarakönem taşıyan” bir coğrafyada yer almasının “avantajlarını” kulla-

14

narak, bir dünya gücü olma idealine tutkuyla bağlanmış, bu türkesin kabullerin fazla sorgulanmadan benimsendiği bir ülke.Ana siyasi aktörler bu yönelimi az ya da çok sürdürüyor, radikalbir sorgulamaya gitmiyor. Zaten son 12 yıldır bu yönelimi engüçlü biçimde savunan ve gerçekleştirme yolunda olduğu izleni-mini veren bir parti her seçimden başarıyla çıkıyor.

Fazla enerji tüketmek, dolayısıyla da enerji üretimini sürekliartırmak ekonomik büyümenin, kalkınmanın, zenginleşmeninolmazsa olmaz kuralı ve nükleer enerji de büyük ve güçlü olma-nın simgesi olarak görüldüğü için, bugüne dek Türkiye’de nük-leeri seçenek olarak görmeyen bir parti iktidara gelmiş değil.2000 yılında, Bülent Ecevit’in başbakanlığını yaptığı zamanınkoalisyon hükümetinin Akkuyu projesini, ekonomik nedenlerigerekçe göstermenin yanı sıra, yenilenebilir enerjileri de bir se-çenek olarak dillendirerek iptal etmesi tek başına çok önemli birolaydı. Ancak bu iptal kararı, hem çevreyle ilgili kaygılardan çokekonomik sorunlar (ve muhtemelen yolsuzluklarla) ilgili oldu-ğu, hem de AKP hükümeti yalnızca 4 yıl sonra Akkuyu projesi-ni yeniden canlandırdığı için, kalıcı bir sonuç yaratamadı.Sonuçta Türkiye hükümeti bugün toplam 8 reaktörden oluşacak2 nükleer santral projesinin yapımına başlamak için gün sayıyorve konuyu tartışma gündeminden çıkartıp, zorla da olsa toplu-ma kabul ettirmek için elinden geleni yapıyor.

Oysa nükleer karşıtları bu tartışmayı bitirmemeye ve sonunakadar mücadele etmeye kararlı görünüyorlar. Dinamik bir top-lumsal hareket örneği olan nükleer karşıtı hareket, 1976’da,Mersin’de, bir avuç aktivist ve gazeteci tarafından başlatıldı.Nükleer karşıtları o günden bu yana ve hükümetlerin nükleersantral yapma planları gündemde olduğu sürece hiç sessiz kal-madı, hatta çoğu zaman nükleer enerjiyle ilgili tartışmaları belir-lemeyi başardı. Bugün toplumun çoğunluğunun Türkiye’de

15

nükleer santralların kurulmasına karşı olması, Çernobil tecrübe-si kadar, bu kararlı mücadelenin de bir sonucu.

Nükleer enerjiyle ilgili tartışmalar genellikle kazaların nasılmeydana geldiği ve sonuçları, radyasyonun sağlık etkileri ve alı-nan dozlar, nükleer enerjinin ekonomisi, atık sorunu, iklim de-ğişikliğiyle ilişkisi, dünyada nükleer enerjinin durumu (nereler-de nükleer santral var, yeni yapılan ve kapatılan reaktörler, nük-leerden çıkış kararları, yeni ülkeler gibi...) ve başka ülkelerinenerji politikaları gibi bilgi yüklü bir alanda cereyan eder.Nükleer enerji neticede politik bir tercihtir ve asıl tartışma siya-si bir tartışmadır. Ayrıca nükleer felaketlerin yarattığı büyük in-sani trajediler nedeniyle, tartışma ahlaki ve vicdani bir çerçeve-de de yürür. Ama yine de konuyu meselenin teknik yanlarındanve ekonomisinden tamamen ayırarak tartışma imkânı pek yok-tur. Bu nedenle nükleer enerjiyle ilgili sağlıklı, bilimsel verileredayalı ve ayrıntılı bilgi sağlayan kaynaklar çok önemlidir.

Türkiye’de hem nükleer karşıtı hareketin tarihi, hem de nük-leer enerji ve enerji politikalarıyla ilgili çok önemli kitaplar ya-yımlandı. Nükleer karşıtı hareketle ilgili olarak Arif Künar’ın veÜmit Otan’ın kitapları, sağlık boyutuyla ilgili olarak UmurGürsoy’un kitap ve çevirileri, konunun çeşitli boyutlarıyla ilgiliTolga Yarman ve Hayrettin Kılıç’ın kitaplarıyla, Heinrich BöllStiftung Derneği, Greenpeace, Nükleer Karşıtı Platform, ElektrikMühendisleri Odası, Yeşiller Partisi ve başka bazı kuruluşlarınyayımladığı çok sayıda telif ve çeviri yazı, kitap ve broşür var. Birdönemin Ağaçkakan dergisi bile tek başına zengin bir antinükle-er kaynak sayılabilir. Biz, 2012’de Nükleersiz projesini hayatageçirip nukleersiz.org web sitesini kurduğumuzda, bu yayınla-rın ulaşılabilir olanlarını bir araya getirip internet üzerinden eri-şime açmıştık. Ancak yine de bütün bu çalışmalar ağırlıklı ola-rak nükleer karşıtı kamuoyunun ilgisiyle sınırlı kaldı. Konunun

16

her boyutunu anlatarak nükleer enerjiye karşı argümanları der-li toplu ve detaylı bir şekilde ele alan güncel kitapları kitapçılar-da bulmak kolay olmadı.

Avustralya doğumlu olan ve halen ABD’de yaşayan yazar veaktivist Helen Caldicott’un kitabı bu yönüyle önemlidir.ABD’nin en saygın nükleer karşıtı aktivistlerinden biri olanHelen Caldicott, çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı bir hekimolarak konunun başta sağlık boyutu olmak üzere bütün alanla-rında kendini yetiştirmiş çok yetkin bir isim. 1985’te Nobel ödü-lü almış olan Uluslararası Nükleere Karşı Hekimler Birliği’nin(International Physicians for the Prevention of Nuclear War -IPPNW) 1978’de kurulan ABD örgütü Sosyal Sorumluluk SahibiHekimler’in (Physicians for Social Responsibility - PSR) veNükleer Politikalar Araştırma Enstitüsü’nün kurucu başkanıolan, 1979’da ABD’de meydana gelen Three Mile Island nükleerkazasının ardından bölgede incelemeler yapan, ağırlıklı olarakABD ve Avustralya’yı ve dünyanın başka yerlerini (Türkiye da-hil) dolaşarak konuşmalar yapıp yazılar yazarak nükleer enerji-nin tehlikelerine karşı kamuoyunu uyarmaya çalışanCaldicott’un, konuyla ilgili en önemli kitabı olan Nükleer EnerjiÇözüm Değil, 2006’da yayımlanmıştı. Nükleer enerjinin bütünyönlerini çok sayıda kaynağa dayanarak inceleyen ve hem ThreeMile Island, hem de Çernobil kazalarını detaylı olarak anlatankitap, tabii 2011’de meydana gelen Fukushima nükleer kazasınıele alamıyor. Öte yandan rakamların sürekli değiştiği (daha doğ-rusu nükleer reaktör sayısının ve enerji üretimindeki payının sü-rekli düştüğü), nükleer enerjinin mevcut durumuyla ilgili bilgi-lerin, hızla büyüyen yenilenebilir enerjiyle ilgili rakamların venükleer silahlanmayla ilgili bazı gelişmelerin güncellenmesi ge-rekiyor.

Bu nedenle kitabı çevirmekle yetinmeyerek eskimiş veya tar-

17

tışmalı görülen bilgileri editör notlarıyla güncelleme yolunu seç-tik. Ayrıca Caldicott’un büyük bir öngörüyle Fukushima felake-tinden 5 yıl önce tahmin ettiği deprem ve tsunami tehlikesininve kullanılmış atık havuzu felaketinin Fukushima’da nasıl gerçekhale geldiğini de yine notlarımızda hatırlatmaya çalıştık.

Bu arada kitabın 2001’de yaşanan 11 Eylül saldırısından kısabir süre sonra yazılmış olması ve ağırlıklı olarak Amerikalı oku-ra seslenmesi nedeniyle ABD’yle ilgili bilgi ve uyarılar ağırlıkta.Ne var ki, şu anda dünyadaki mevcut nükleer reaktör (ve tabiiatık) stoğunun neredeyse dörtte birinin ve nükleer silahların bü-yük kısmının ABD’de olduğu düşünülürse, bu bir eksik değil.Konunun hem ekonomik boyutları, hem de kazalar, bilimselaraştırmalar ve yasal düzenlemelerle ilgili konularda ABD’de ya-şanan deneyim önemli. ABD, atık sorununun en ağır ve nükleerenerjinin nükleer silahlanmayla ilişkisinin de en belirgin olduğuülkelerden biri. Ayrıca kitap George W. Bush’un başkanlığı dö-neminde yazıldığı için, Bush dönemindeki iklim değişikliği in-karcılığına ve nükleer enerji merakına dair çok sayıda değerlen-dirme bulunuyor. Her ne kadar 2008’de Barack Obama’nın se-çilmesiyle ABD yönetiminin iklim değişikliği pozisyonu değiştiy-se ve (kaya gazının da etkisiyle) ABD’nin karbon dioksit emis-yonlarında hafif düzeyde bir düşüş başladıysa da, Obama daBush gibi nükleeri bir enerji seçeneği olarak görmeye devam edi-yor. Yani bu kitabın ana meselesi ile ilgili bir değişiklik yok. Öteyandan, nükleer endüstri açısından ekonomik ve toplumsal şart-ların olumsuzluğu da değişmiş değildir ve ABD’de beklenennükleer rönesans ufukta gözükmemektedir.

Tabii kitabın Türkiye’yle ilgili bir bölümü yok. Bu nedenle,hem konunun eksik kalan bu boyutuna, hem de dünya enerjiüretiminde payı giderek azalan nükleer enerjinin son durumunailişkin bazı bilgileri bu bölümde kısaca anlatmaya çalıştık.

18

Nükleer enerjinin iklim değişikliğine çözüm olduğuna dair gö-rüşlere yanıt olarak Caldicott’un bu kitabı yazmasından sonrayayımlanan, ya da burada yer verilmeyen bazı çalışma ve rapor-ları da sunuş bölümünün sonunda ele aldık.

Türkiye’nin nükleer endüstriyle bitmeyen dansı* Nükleer enerji santralları ilk olarak Türkiye’nin 1968 tarihli

İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda ulaşılmak istenen bir hedefolarak anıldı. Bunun ardından 1973’te bir reaktör prototipiplanlandı ve 1976’da Akkuyu için yer ruhsatı alındı**. Akkuyu,Mersin’in Gülnar ilçesinde yer alan Büyükeceli köyüne bağlı kü-çük bir koydur. İstanbul’a 950 km, Kıbrıs’a 65 km mesafedeolan Büyükeceli son seçimlere kadar belediyeydi, ancak hem nü-fusunun azalması, hem de yeni Büyükşehir Yasası nedeniyle tek-rar köy haline geldi.

Akkuyu için ilk proje, 1977’de, Bülent Ecevit hükümeti dö-neminde yapıldı. 600 MW’lık reaktör İsveç firmaları tarafındankurulacaktı. Fakat proje çeşitli nedenlerle hayata geçirilemedi.Bu başarısızlığın nedenleri arasında başını yerel bir balıkçılıkkooperatifinin genel başkanı olan Arslan Eyice’nin çektiği, Örsan

* Bu bölüm, Friedrich Ebert Stiftung tarafından yayımlanan Nükleer EnerjninSonu mu? başlıklı kitap için yazdığım Türkiye bölümüne dayanmaktadır veson 2 yılın gelişmeleri de eklenmiştir. Bu konuda daha geniş bilgi ve kaynaklariçin yazıya bakılabilir. Kaynak: Ümit Şahin, Ülke Profili: Türkiye. “NükleerEnerjinin Sonu mu? Fukuşima’dan sonra alternatif enerji politikalarınauluslararası bir bakış” Editörler: Nina Netzer ve Jochen Steinhilber. Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği, 2012, İstanbul. (Orijinal Metin:The end of nuclear energy? International perspectives after Fukushima

http://library.fes.de/pdf-files/iez/08289.pdf)

** Bu yer lisansı daha sonra raporun altında imzası olan üç nükleer mühendi-sten hayatta olan tek kişi olan Prof. Dr. Tolga Yarman tarafından geçersiz ilanedilmiştir, ancak yenilenmiş değildir.

19

Öymen ve Ömer Sami Coşar gibi iki tanınmış gazetecinin dedesteklediği Türkiye’nin ilk nükleer karşıtı hareketinin veİsveç’teki sivil toplum kuruluşlarının yürüttüğü muhalefet deyer alır. İsveç hükümeti 1980 yılında nükleer santral için kredigarantörlüğünden çekildiğini açıklamış ve proje iptal edilmiştir.

1980 darbesi sonrasında askeri hükümet 1982’de Akkuyuiçin ikinci girişimi başlattı. Fakat bu çaba da 1985’te başarısız-lıkla sonuçlandı. Eğer ikinci Turgut Özal hükümetinin 1989-1991 arasında Arjantin’le yaptığı, sonuç vermeyen görüşmelersayılmazsa, üçüncü –uzun soluklu– adımın 1992’de SüleymanDemirel ve Erdal İnönü’nün liderliğindeki koalisyon hükümetidöneminde atıldığı söylenebilir. Bu dönemde Akkuyu’da kurula-cak 2.800 MW’lık nükleer santral projesi için 1996’da ihaleye çı-kıldı. Bu proje Türkiye’deki nükleer karşıtı hareketin şimdiyekadarki en büyük çaplı ve en görünür mücadeleyi başlatmasınaneden oldu. Mersin-Silifke’de nükleer santral projelerine karşıilk toplu gösteriler 1990’da, o zamanki Yeşiller Partisi tarafındandüzenlenmişti. 1993’e gelindiğinde yüzü aşkın örgüt ve bireyin,uzman kuruluşların, sendikaların, siyasi partilerin, çevre örgüt-lerinin, ekoloji inisiyatiflerinin, sol hareketlerin, bağımsız ey-lemcilerin ve aydınların yer aldığı ülke çapında bir hareket orta-ya çıktı. Halen varlığını sürdüren bu işbirliği “Nükleer KarşıtıPlatform” adını aldı.

Nükleer Karşıtı Platform’un yanı sıra yerel platformlar ile ba-ğımsız grup ve bireyler 1992-2000 arasında yüzlerce etkinlikdüzenlediler. Akkuyu’da her yıl Ağustos ayında düzenlenen bü-yük protesto ve eylemler, gösteriler, toplantılar, açılan davalar,konferanslar, yayınlar, film festivalleri, rock festivalleri, konser-ler, bisiklet turları, oturma eylemleri vb. bunlar arasında sayıla-bilir. Nükleere karşı kamuoyundaki ilk tepki 1986’daki Çernobilkazasının ardından doğmuştu. Canlılığını yitirmeyen nükleer

20

karşıtı hareket sayesinde bu tepkinin canlı tutulması ve kamuo-yunda nükleere karşı ciddi bir potansiyel yaratılması mümkünoldu.

Çernobil, Türkiye açısından kötü bir deneyimdi. Hükümetve TAEK’in Türkiye’deki radyoaktif kirlenmeyi gizlemeye yöne-lik bütün çabalarına karşın, radyasyonlu çay tartışmaları gibi ne-denlerle insanların nükleerle ilgili konularda yetkililere güvenikalmadı. Halkı yanıltmak isteyen zamanın sanayi bakanı CahitAral’ı basın toplantısında bir bardak çayı yudumlarken gösterenmeşhur kare çoğu insanın hâlâ hafızasındadır. Başbakan TurgutÖzal bile düşük miktarda radyoaktivitenin sağlığa iyi geldiğinisöylemişti. Daha sonra çay ve fındıkta ağır radyoaktif kirliliğinsöz konusu olduğu, özellikle Karadeniz bölgesinde kanser vaka-larının arttığı ortaya çıktı.

Öte yandan Akkuyu projesinin 1990’larda başarısızlıkla so-nuçlanmasının tek nedeni kamuoyu baskısı ve protestolar değil-di. İhaleye Kanada’dan AECL, Almanya-Fransa ortaklığıSiemens-Framatom ve ABD’den Westinghouse katılmıştı. İhaleteslim tarihi, bazen teknik ve ekonomik sorunlar, bazen de yo-ğun protestolar nedeniyle dört yılda altı defa ertelendi. NihayetEcevit hükümeti, ihale sonucunun açıklanacağı yedinci tarihtenönce projenin iptal edildiğini duyurdu. Nükleer karşıtı hareke-tin Temmuz 2000’de elde ettiği bu büyük zaferi, ihale sürecin-deki yolsuzluklara ilişkin haberler izledi.

Türkiye’nin nükleer santral kurma yolunda 25 yıla yayılansayısız başarısızlığının altında farklı ekonomik nedenler yatıyor-du. Türkiye’nin enflasyon oranı yüksek seyreden, oldukça istik-rarsız, nispeten küçük ve sık sık mali krizlerle çalkalanan birekonomisi vardı. 1980’deki askeri darbe demokratik güçleri yer-le bir etmiş, ekonomik liberalleşme sürecini başlatmıştı.2001’deki son büyük krizden sonra istikrarın sağlanması, en-

21

flasyonun tek haneli rakamlara düşmesi, ekonomik büyümeninhızlanması, büyük alışveriş merkezleri, geniş havayolu ağı, kitle-sel turizm, sayısı artan motorlu araçlar ve hızlı kentleşme gibigelişmeler, inşaat sektörünün öncülüğünde büyüyen tipik birtüketim toplumu yaratmış, bu da gelecekteki enerji ihtiyacınadair çok daha büyük tasarıları beraberinde getirmişti. Ülkeninyeni ve en büyük çaplı nükleer enerji projeleri, dünya çapındayayılmakta olan nükleer rönesans söyleminin de yardımıyla, iştebu koşullarda planlandı.

AKP’nin 2002’de iktidara gelmesiyle herhangi bir çevre kay-gısı taşımayan bir ekonomik büyüme programı başlatıldı. Bu eği-lim 2007’de AKP’nin ikinci kez seçilmesiyle güçlendi. Söz konu-su programın en önemli bileşenlerinden biri enerji yatırımlarıy-dı ve enerji piyasalarının liberalleştirilmesi, fosil yakıtlı ve hidro-elektrik santralların yapılması başlıca girişimler oldu. AKP hü-kümeti 2004’de nükleer enerji projesini yeniden ele aldı.Akkuyu yine ilk sırada yer alıyordu. Ancak 2009’da çıkarılmakistenen Nükleer Enerji Kanunu’nun Anayasa Mahkemesi’ne ta-kıldığı yetmiyormuş gibi, aynı dönemde açılan ihale de başarısızoldu. Altı firmanın katılması beklenen ihaleye sadece Rusya’dan,Rosatom’a bağlı Atomsroyexport teklif verdi. Ancak Danıştayihaleyi de iptal etti.

Akkuyu için Rusya ile anlaşmaBu başarısızlığın ardından hükümet Akkuyu projesini, ihale-

ye ilgi gösteren tek ülke olan Rusya’yla gerçekleştirmeye kararverdi. Fakat bu sefer devletler arasında doğrudan bir anlaşmayapılacak, ihale veya yasal düzenleme “riskine” girilmeyecekti.Böylece Türkiye ve Rusya hükümetleri, kamuoyunun gösterdiğitepkiyi görmezden gelerek, 2010’da iki taraflı bir nükleer ortak-lık anlaşması imzaladılar. Anlaşma Temmuz 2010’da TBMM’den

22

geçti. Anlaşmayı Anayasa Mahkemesi’ne götüren CHP’nin baş-vurusu ise Kasım 2013’de reddedildi.

Rusya ile yapılan anlaşmada Akkuyu Nükleer EnerjiSantralı’nın nasıl yapılacağını belirleyen koşullar şunlardır:

- Akkuyu Nükleer Santralı Rusya’nın devlete ait nükleer ener-ji kuruluşu Rosatom tarafından yapılacak ve işletilecektir.Türkiye inşa alanını ve gerekli izinleri bedelsiz temin edecek, fa-kat santralın nasıl yapılacağına ve işletileceğine dair, tasarım veradyoaktif atıkların imhası da dahil olmak üzere, hemen hiçbiryetkiye sahip olmayacaktır. Santral, devreden çıkarma işlemininsonuna kadar Rosatom’un mülkiyetinde kalacak ve Rosatom’unhissesi asla yüzde 51’in altında olmayacaktır. Dolayısıyla Akkuyunükleer santralı, egemen bir devletin sınırları içinde olup da birbaşka devlete ait olan ve o devlet tarafından işletilen ilk ve teknükleer santral olacaktır (Yap-sahip ol-işlet ya da Build-Own-Operate “BOO” modeli). Ayrıca yakıt sadece Rus TVEL firması ta-rafından temin edilecek, tüm vasıflı eleman kadrosu Rusya’dangelecektir. Dünyada tek olan bu durum halen proje hakkında hü-kümet ve projeyi gerçekleştirmek için Rosatom tarafından kuru-lan Akkuyu NGS şirketi tarafından büyük bir gelişme ve yabancıyatırımcılara yönelik önemli bir teşvik olarak sunulmaktadır.

- Reaktör tipi, VVER-1200’dür (AES-2006 tasarımı). Bu reak-tör daha önce denenmemiştir. Türkiye’nin tasarımı gözden ge-çirme yetkisi olmayacaktır. Akkuyu NES, 4.800 MW toplamkapasiteli dört reaktörden oluşacaktır. Toplam maliyetin yakla-şık 20 milyar dolar olacağı tahmin edilmektedir. Elektrik Rus fir-ması tarafından üretilecek ve Türkiye’ye ilk 15 yıl boyunca12,35 sent/kWs sabit fiyatıyla satılacaktır. Bu da ilk 15 yıl bo-yunca Rus firmasına yapılacak 71 milyar dolarlık ödeme temi-natı şeklinde hesaplanabilir. Rusya’ya büyük ayrıcalıklar tanıyanbu istisnai anlaşma, nükleer karşıtı hareketten tepki görmüş,

23

aralarında nükleer enerji mühendisleri ve akademisyenlerin deyer aldığı çok sayıda nükleer enerji yanlısı bile anlaşmaya karşıçıkmıştır.

Fukushima nükleer felaketinin etkisi2011 yılının 11 Mart günü Japonya’da meydana gelen şiddet-

li deprem ve tsunami nedeniyle bazı uzmanlara göreÇernobil’den daha büyük bir nükleer kaza meydana geldi.Fukushima Daiichi nükleer santralında bulunan altı reaktördenüçünde depreme bağlı olarak hidrojen patlamaları ve çekirdekerimesi yaşandı ve o sırada işletmede olmayan 4 nolu ünitede dehâlâ yüksek derecede radyoaktif olan kullanılmış yakıt çubukla-rının (1533 adet) bekletildiği havuzun üzerindeki çatının ve re-aktör duvarlarının çökmesine neden olan bir patlama meydanageldi.

Fuksuhima felaketinden dolayı çevreye yayılan radyoaktivitehiçbir zaman tam olarak açıklanmadı, ancak kaza sırasında çev-reye yayılan ilk radyasyonun Çerbobil’deki miktarın iki katındanfazla olduğu tahmin edilmektedir. Santral çevresindeki 20 kilo-metre çapındaki alandan resmi rakamlara göre 154.000 kişi boş-altılmıştır. Radyasyon sızıntısı hâlâ sürmekte, yüksek radyoakti-vite nedeniyle girilemediği için ne durumda olduğu tam olarakbilinmeyen reaktörler tehlike yaratmaya devam etmektedir.Bölgede özellikle çocuklarda tiroid kanseri sıklığı artmaya başla-mıştır. Japonya, kazadan sonra ortaya çıkan büyük tepki ve gü-venlik endişeleri nedeniyle ülkede kalan 50 nükleer reaktörü sü-resiz olarak kapatmak zorunda kalmış, kaza sırasında başbakanolan Naoto Kan, nükleer karşıtı bir tutum benimseyerek 2Haziran 2013’te istifa etmiştir.

Fukuşima felaketi Türkiye’de iki yönlü bir tepki yarattı.Nükleer karşıtı hareket keskinleşti. Hükümet ise kararlılık gösteri-

24

si yaptı. Medya başlarda daha çok tsunami haberleri vermiş, nük-leer kriz büyük ölçüde yok sayılmıştı. Bir süre sonra medyaFukuşima’ya daha fazla yer ayırmaya başladı. Bunu da nükleer kar-şıtı hareketin aralıksız faaliyetlerinin bir sonucu olarak görmekmümkündür. Hükümetin felakete dair ilk tepkisi de kazayı gör-mezden gelmeye çalışmak oldu. Enerji ve Tabii Kaynaklar BakanıTaner Yıldız, Japon yetkililerin çekirdek erimesi olduğunu kabuletmelerinden birkaç gün önce Fukuşima’da önemli bir sorun ol-madığını söyledi. İkinci tepki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dangeldi. Erdoğan, kazadan üç gün sonraya denk gelen Rusya ziyare-tinde Rusya’nın o zamanki devlet başkanı Dmitri Medvedev’le bir-likte, Fukuşima’dan sonra Akkuyu projesiyle ilgili bir değişiklikveya ertelemenin söz konusu olmadığına dair ortak açıklamada bu-lundu. Başbakan Erdoğan, kazayla ilgili şu çarpıcı yorumu yaptı:“Risk var diye vazgeçemeyiz. Her şeyde risk var. Şimdi risk var,patlayabilir diye tüpgaz kullanmayacak mıyız?”

Nükleer enerjinin tüpgazla karşılaştırılması kamuoyundadaha da büyük tepki yarattı. Uzmanlar, aktivistler ve sivil top-lum örgütleri başbakanın sadece nükleer enerjinin hayati riskle-rini değil, Fukuşima felaketi gibi trajik bir olayı da hafife aldığı-nı söyleyerek protesto ettiler. Taner Yıldız’ın sonraki yorumlarıdaha dikkatliydi ve risklerin yeniden değerlendirileceğini söyle-di. Ancak neyin nasıl yapılacağı hakkında bir bilgi verilmedi.Hükümet, nükleer enerji konusundaki ısrarını Fukuşima’dansonra her fırsatta belli etmeye devam etti. Bu ısrar, Sinop nükle-er santral projesini Japon firmalarına vermeyi ve üçüncü birnükleer santral sahası olarak İğneada’yı gündeme getirmeyi deiçeriyordu.

Hükümet 14 Nisan 2011’de, yani Fukuşima’dan bir ay sonra,Çevresel Etki Değerlendirme raporuna (ÇED) ilişkin yönetme-likte bazı değişikliklere gitti. Bu değişiklikler başka bazı proje-

25

lerle birlikte Akkuyu için de ÇED muafiyeti getiriyordu. AncakDanıştay bu değişikliği Nisan 2013’te iptal etti ve Akkuyu yeni-den ÇED kapsamına alınmış oldu. Ancak Akkuyu NGS A.Ş. ta-rafından 9 Temmuz 2013’de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na su-nulan ÇED raporu Bakanlık tarafından eksik bulunarak 15Temmuz’da şirkete iade edildi. Şirket ikinci ÇED raporunuNisan 2014’te Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na sundu.

Ancak 2013’ün yaz aylarında, henüz ÇED uygundur belgesi-ni alamayan, hatta ilk sunulan ÇED raporu reddedilen Akkuyunükleer santralında inşaat çalışmaları (taş ocağı adı altında) baş-lamıştı. Greenpeace’in kamera görüntülerini yayınladığı çalışma-larda iş makinelerinin çalıştığı, dinamitlerin patlatıldığı görülü-yordu. Mersin Nükleer Karşıtı Platformu, ÇED süreci tamam-lanmadan inşaat çalışmaları başladığı gerekçesiyle MersinCumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Şu andaAkkuyu NGS şirketi yakında ÇED’in kabul edileceğini varsaya-rak diğer lisanların alınması da dahil olmak üzere hazırlık çalış-malarının 2015 sonuna kadar tamamlanacağını ve 2016 başla-rında temel atılacağını duyuruyor.

Öte yandan nükleer karşıtı protestolar Fukuşima’dan beriarttı. Çernobil’in 25.yıldönümüyle birlikte, Mersin’in birçoknoktasında kurulan kilometrelerce uzunluğundaki insan zincir-leri; Fukuşima kazasından bir hafta sonra Yeşiller Partisi,Greenpeace ve Küresel Eylem Grubu tarafından binlerce kişininkatılımıyla İstanbul’da düzenlenen protesto gösterileri; NükleerKarşıtı Platform tarafından İstanbul’da yapılan büyük birÇernobil toplantısı gibi etkinliklerle nükleer karşıtı hareketteönemli bir canlanma oldu. Greenpeace’in bu dönemde tanınmışbir şirkete yaptırdığı bir kamuoyu araştırmasına göre bir refe-randum yapılması halinde halkın yüzde 64’ünün Türkiye’denükleer santral kurulmasına “hayır” diyeceği ortaya çıktı.

26

Türkiye’de nükleer santral projelerine karşı çıkış gerekçeleriarasında kaza riski ve atık sorunu daima ilk sırada gelmektedir.Ayrıca Akkuyu’nun ülkenin en fazla turist çeken bölgesinin tamortasında yer alması ve bu nedenle en ufak bir radyasyon sızın-tısı söylentisinin bile ekonomik zarar yaratacak olması; Ecemişfay hattı üzerinde yer alan Akkuyu’nun aynı zamanda ilk baştabelirtilenden daha yüksek ivmeli depremlerin beklendiği aktifbir deprem bölgesi olması; Türkiye ve Rusya arasındaki anlaş-manın Rusya’ya abartılı imtiyazlar sağlaması ve Türkiye’nin (baş-ta doğal gaz olmak üzere fosil yakıtlarda zaten bağımlı olduğu)Rusya’ya olan enerji bağımlılığını artıracağı; VVER-1200’ün de-nenmemiş bir tasarım olması ve Rusya’nın hiç deprem tecrübe-sinin olmaması; Türkiye’nin yüksek yenilenebilir enerji potansi-yelinin nükleer enerji hevesinin gölgesinde kalması ve elbettehalkın büyük çoğunluğunun –Mersin ve Sinop’ta yaşayanlarınçok daha yüksek oranlarda olmak üzere– nükleer enerjiye karşıolması nükleer karşıtlarının başlıca argümanları arasındadır.

Sinop, İzmir, ManisaBütün bu tartışmalara ve Akkuyu’da henüz temel bile atılma-

mış olmasına rağmen hükümet Sinop’ta yapılacak ikinci bir nük-leer santral için Japonya ile (Rusya ile yapılana benzer) bir an-laşma imzaladı. İki ülke hükümetleri arasında "NükleerEnerjinin Barışçıl Amaçlarla Kullanımına Dair İşbirliğiAnlaşması" 3 Mayıs 2013 tarihinde; Sinop projesini gerçekleştir-mek üzere “Ev Sahibi Hükümet Anlaşması” 29 Ekim 2013 tari-hinde İstanbul’da, iki ülke başbakanları Abe ve Erdoğan tarafın-dan imzalandı. Anlaşmaya göre Sinop nükleer santral projesiihalesiz olarak Japon firmalarına (muhtemelen Mitsubishi’ye) ve-rilecek, santralın işletmesi de Fransız şirketi GDF Suez tarafın-dan yapılacaktır. Sinop projesi de tıpkı Akkuyu gibi bir BOO

27

(yap-sahip ol-işlet) modelidir. Türkiye ile Japonya arasında imzalanan anlaşma, özellikle

uranyum zenginleştirme ve plütonyum eldesine ilişkin maddele-rin nükleer silahlanma anlamına geleceği eleştirileriyleJaponya’da da tepki toplamış, Japonya’da nükleer karşıtlarıFukushima felaketine neden olan bir ülkenin Türkiye’ye nükle-er santral satmasından utanç duyduklarını belirten bir kampan-ya yürütmüş, ancak anlaşma 2014’te Türkiye Büyük MilletMeclisi’nin ardından, Japonya parlamentosunda da kabul edil-miştir. Bu arada henüz yer lisansı dahil hiçbir yasal süreci başla-mamış olan Sinop nükleer santralı için inşaat alanı olacağı düşü-nülen İnceburun’da binlerce ağacın kesilmeye başlandığı ortayaçıkarılmıştır. Nükleer Karşıtı Platform, Çernobil’in 28. yıldönü-münde, 26 Nisan günü Sinop’ta büyük bir nükleer karşıtı mitingdüzenlemiştir.

Son iki yıldır tartışmanın uranyum madenciliği ve atık bo-yutları da, iki çarpıcı örnekle Türkiye gündemine gelmiştir.İzmir Gaziemir’de terkedilmiş eski bir kurşun fabrikasının atık-ları gömdüğü alanda radyoktif kirlilik olduğu, 2012’nin Aralıkayında Serkan Ocak’ın Radikal’deki haberiyle ortaya çıktı. TAEKtarafından da kabul edilen ve bir önlem alınmayan bu durumunöğrenilmesiyle, eski akülerin içindeki metalin geri kazanıldığıbir fabrikada, bir yandan da bir zamanlar yasadışı bir şekildeTürkiye’ye getirilmiş olan nükleer santral atıklarının depolandı-ğı ortaya konmuş oldu, ama bunun nasıl ve ne şekilde gerçek-leştiği ortaya çıkarılmadı. Radyaktif kirliliğin olduğu atık sahasıhâlâ yerleşim yerlerinin ortasında açık bir alan olarak duruyor.

Manisa’nın Köprübaşı ilçesine bağlı bazı köylerin yakınındabulunan eski bir uranyum madeninde beklenen değerlerin 140katı radyasyon ölçümü yapıldığı, yani madenin radyoaktif mad-deleri açıkta bırakılarak terk edildiği de Evrensel gazetesinden

28

Özer Akdemir’in haberiyle ortaya çıktı. Maden 1970’li yıllardabirkaç yıl işletilmiş, daha sonra da herhangi bir önlem alınma-dan çevreye radyasyon yaymaya devam etmişti. BununTürkiye’deki terk edilmiş tek uranyum madeni olmadığı, dolayı-sıyla bilmediğimiz bir uranyum madeni sorununun da içinde ya-şadığımız ortaya çıkmış oldu.

Bu iki örnek, Türkiye’nin henüz bir nükleer santrala sahip ol-masa da, nükleer enerjinin madencilik ve radyoaktif atık gibifarklı boyutlarıyla çoktan tanışmış olduğunu ortaya koyuyordu.Bu durum bir yandan da nükleer karşıtı hareketin ilgi ve so-rumluluk alanının genişlemesi anlamına geliyordu.

Dünyada nükleer enerjinin durumu*Şu anda (2013 itibariyle) dünyanın 31 ülkesinde 427

(IAEA’nın 2014 rakamlarına göre 435) reaktör işletmededir. Bureaktörlerin toplam kurulu gücü 364 GW’dır. Öte yandan bu ra-kamlar Japonya’daki durum nedeniyle biraz sorunludur. 11Mart 2011 Fukushima kazasından önce Japonya’da işletmede 54nükleer reaktör vardı. Bunlardan altı reaktörden oluşanFukushima Daiichi santralındaki dördü kazada kullanılamazhale geldi (üç reaktörde çekirdek erimesi, bir ünitede kullanıl-mış yakıt havuzu kazası). Japonya hükümeti Mayıs 2012’ye ka-dar kalan 50 reaktörün tamamını kapattı, ancak Temmuz2012’de iki reaktörü işletmeye aldı; diğerleri hâlâ kapalıdır.Ancak Japonya hükümeti 50 reaktörün tamamını (yakın zaman-da açılacağı varsayımıyla) işletmede olarak listelemektedir ve

* Bu bölümdeki bilgiler ağırlıklı olarak The World Nuclear Industry StatusReport 2013’den alınmış, gerekli noktalarda IAEA ve World NuclearAssociation web sitelerindeki bilgilerle karşılaştırılmıştır. Kaynak: MycleSchneider, Antony Froggatt. The World Nuclear Industry Status Report 2013.Mycle Schneider Consulting, July 2013.

29

IAEA listesinde de böyle görünmektedir. Oysa FukushimaDaiichi’deki hasar görmeyen 2 reaktörün ve radyoaktif olarakkirli alanda bulunan Fukushima Daiini’deki dört reaktörün birdaha açılamayacağı ortadadır. Mycle Schneider ve AntonyFroggatt’ın yazdığı Dünyada Nükleer Enerjinin Durumu 2013raporunda verilen 427 rakamında, IAEA’nın aksine bu reaktör-ler hesaba katılmamıştır. Tabii hâlâ kapalı olan diğer 42 reaktö-rü de hesaptan düşersek, halen gerçekten işletmede olan nükle-er reaktör sayısının 400’ün çok altında olduğu ortaya çıkar.Kısacası Japon hükümeti, kamuoyu baskısına rağmen, istediğiniyapar ve sağlam olan santralları açarsa çıkılacak maksimum sayı427’dir. Hatta Fukushima’ya yakın olan 3, yüksek deprem riskiolan 3 ve Tokyo’ya çok yakın olan 1 reaktörün de hiçbir zamanaçılamayacağı söylenmektedir. Bu durumda rakam otomatik ola-rak 420’ye düşecektir.

Nükleer santralların sayısı en yüksek noktaya çıktığı 2002’de444, toplam kurulu gücü ise tepe noktası olan 2010’da 375 GWidi. Yani son yıllarda nükleer santral sayısı ve gücü düşüştedir.Yaşlanan reaktörlerin kapatılması, Japonya’daki durum veAlmanya gibi ülkelerdeki nükleerden çıkış kararları nedeniyle budüşüş sürecektir. (Almanya 2011 yılında Fukushima felaketininardından nükleerden çıkış tarihini 2022 olarak ilan etmiştir vemevcut 17 nükleer reaktörden 8’i hemen kapatılmıştır. Kalan re-aktörler kademeli olarak kapatılacak, en sona kalan 3 reaktör2022’de devreden çıkarılacaktır.) Bütün reaktörlerin ortalamayaşı 28’dir ve 44 reaktör normalde kapatılması gereken 40 yaşınüzerindedir. Yaşlandıkça yıpranmalara bağlı kaza olasılığı arttığıhalde bu reaktörler risk alınarak ömür uzatma programlarıyla ça-lıştırılmaya devam etmektedir. Yeni yapılan reaktörlerin kapa-nanların yerini doldurması yakın dönemde zor görünüyor. Bunedenlerle nükleer enerjinin küresel düzeyde elektrik üretimin-

30

deki payı 2012’de %10’a (küresel ticari birincil enerji üretimin-deki payı ise %4,5’a) düştü. Nükleerin elektrik üretimindeki payı1993’te en yüksek noktası olan %17’ye çıkmıştı.

Yeni yapılan reaktörlerin kapananların yerini dolduramaya-cağı rakamlarla ortaya konmaktadır. 2013 ortası itibariyle 14 ül-kede 66 nükleer reaktörün inşaatı sürmektedir. Ancak bunlar-dan dokuzu 20, dördü ise 10 yıldan uzun süredir “inşaatı sürü-yor” listesinde olan, yani bitirilemeyen projelerdir. Son yıllardainşaatı tamamlanabilen yeni reaktörlerin ortalama inşaat süresi 9yıl civarındadır. İnşaatı süren bu 66 reaktörün hepsi tamamlan-sa bile, yaşlandığı için ya da nükleerden çıkış kararıyla kapana-cak reaktörlerin yeri doldurulamayacak ve toplam üretim kap-asitesi 2020’de 25 GW düşecektir. Açığı kapatacak sayıda yeniprojenin bu kadar kısa sürede yetişmesi mümkün görünme-mektedir.

Yapım halinde görünen bu reaktörlerin 44 tanesi (üçte ikisi)Çin, Hindistan ve Rusya’da bulunmaktadır. Avrupa’da sadece 2(Fransa ve Finlandiya’da - Finlandiya’dakinin yapımı 9 yıldırsürmektedir, maliyeti de planlananın %280 üzerine çıkmıştır) veABD’de 3 reaktör yapım halindedir. Halen dünyada en çok nük-leer reaktör bulunan beş ülke ABD (100 reaktör), Fransa (58 re-aktör), Japonya (44 reaktör), Rusya (22 reaktör) ve GüneyKore’dir (23 reaktör). Ancak Japonya’daki reaktörlerin devredençıkması nedeniyle 2013 yılına ait nükleerden enerji üretim ra-kamlarına göre ilk beş ülke ABD, Fransa, Rusya, Güney Kore veAlmanya olmuştur. Almanya’nın nükleerden çıkış kararı nede-niyle birkaç yıl içinde Çin beşinci sıraya yükselecektir. AvrupaBirliği’ndeki nükleer reaktörlerin çoğu Fransa’da bulunmakta-dır. İtalya, ülkedeki 4 reaktörü 1986’da Çernobil kazasının ar-dından referandumla kapatmış, Avusturya inşa edilmiş bir sant-ralı 1978’de yine referandumla hiç çalıştırmadan kapatmıştır.

31

İtalya’nın 2011’de, Berlusconi zamanındaki nükleere dönmeplanları da yine halk oyuyla reddedilmiştir. 27 üyeli AvrupaBirliği’nde ayrıca İngiltere, İsveç, Belçika, Finlandiya, Hollanda,İspanya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Slovenya,Romanya ve Bulgaristan’da nükleer santrallar hâlâ işletmededir.

Maliyetler de giderek artmaktadır. Yeni yapılacak bir santraliçin eskiden 1.000 dolar olan 1 kilovat kurulu güç başına orta-lama maliyet son on yılda 7.000 dolara çıkmıştır. Tipik bir nük-leer reaktörün 1.000 MW (yani 1 milyon kilovat) olduğu düşü-nülürse, bir reaktörün ortalama 7 milyar dolara mal olduğu he-saplanabilir. Bu durumda toplam 4.800 MW kapasiteli 4 reak-törden oluşan Akkuyu nükleer santralının 20 milyon dolara malolması pek gerçekçi bir tahmin olmayabilir.

Nükleer enerji iklim değişikliğine de çözüm değil*Nükleer endüstri reaktörlerin yaşlanması, kazalar ve maliyet

artışlarından kaynaklanan gerilemeyi ve prestij kaybını durdur-mak için iklim değişikliğini de bir gerekçe olarak kullanmaya ça-lışıyor. Başta İngiltere olmak üzere bazı ülkelerde bu bahaneninyeni nükleer santralların yapımını halka kabul ettirmek için yay-gın bir şekilde kullanıldığı, hatta iklim değişikliğiyle mücadeleeden bazı önemli uzman ve yazarların da bu propagandadan et-

* Bu bölümdeki bilgiler için bkz. Gar Smith – Nuclear Roulette, Chelsea GreenPublishing, 2012; S. Pacala and R. Socolow - Stabilization Wedges: Solving theClimate Problem for the Next 50 Years with Current Technologies, Science, Vol.305, 13 Ağustos 2004; Christopher Paine - Will Climate Change Revive NuclearPower? (AEI Konferansı’nda sunum), Washington DC, 6 Ekim 2006; SharonSquassoni - Nuclear Energy: Rebirth or Resuscitation? Carnegie Endowment forInternational Peace, 2009; Frank Barnaby and James Kemp (editors) - SecureEnergy: Civil Nuclear Power, Security and Global Warming, Oxford ResearchGroup, 2007; Prognos AG - Comparing the Cost of Low-Carbon Technologies:What is the Cheapest Option? Agora Energiewende, 2014

32

kilendiği görülüyor. Helen Caldicott’un da kitabın giriş bölü-münde belirttiği gibi James Lovelock, Sir David King gibi isimlerbunlar arasında. Bu isimlere son zamanlarda George Monbiot,Mark Lynas gibi iklim değişikliği mücadelesinde önemli yeriolan gazeteci ve yazarlar da katıldı. Ancak ünlü bilim insanıLovelock’un nükleeri daha çok “İngiltere’nin refah seviyesinisürdürebilmesi için”, yani kendi ülkesi için önerdiğini, küreselçapta bir işe yarayacağı konusunda fazla hayalci olmadığını ek-lemek gerekir.

Nükleer enerjinin iklim değişikliğine çare olacağı iddiasınayanıt vermeye çalışalım. Bu iddiada bulunanlar, nükleer santral-ların küresel ısınmaya neden olan sera gazlarının salımına nedenolmadığını, kapatılmaları ya da kapatılanların yerine yenilerininkonulmaması halinde, yerlerinin kömürle doldurulacağını dü-şünmektedirler. Bu argümanın iklim değişikliğinin durdurula-mamasının yarattığı panik duygusuyla da yakın ilişkisi olduğu-nu düşünüyorum. Ancak nükleer enerjisinin bütün diğer sakın-caları bir yana, bu iddianın gerçekçi olmadığını göstermek dekolaydır. Bunun için nükleer enerjinin dünya enerji üretiminde-ki payına, artış hızına, yenilerinin yapılma, yani artış potansiye-line ve gereken paraya bakmak yeterli olur. Ayrıca nükleer yakıtçevriminin yaşam döngüsünde tamamen karbosuz olmadığı daaçıktır. Caldicott bunu kitabın 1. bölümünde detaylı olarak or-taya koyuyor.

Ancak nükleer enerjinin “karbonsuz” olduğunu varsaysakbile, rakamlar iklim değişikliğine karşı nükleeri önermenin sa-dece hayalci değil, aynı zamanda yanıltıcı da olduğunu gösteri-yor. Çünkü enerji üretiminden kaynaklanan sera gazı salımları-nı azaltabilecek kadar çok sayıda nükleer reaktörü, bugünkü in-şaat standartları ve ekonomik koşullarda, iklim değişikliğini 2derecede sınırlayabilecek kadar kısa sürede (bu da en geç

33

2050’ye kadar, yani önümdeki 36 yıl içinde demektir) inşa et-mek fiziksel ve finansal olarak imkânsızdır.

Nükleer enerjiyi sera gazı salımının azaltılmasında seçeneklerarasında sayan önemli bir çalışma Princeton Üniversitesi’ndenStephen Pacala ve Robert Socolow tarafından yapıldı ve 2004’deScience dergisinde yayımlandı. Çalışmaya göre küresel karbondioksit salım miktarını 2050’ye kadar sabit tutmak (yani azalt-mak değil, ama nüfus artışı ve ekonomik büyüme nedeniyle ikikatına çıkmasını engellemek için) kömür santrallarının yerinekurulması gereken nükleer kurulu güç 700 GW’dır. Bu miktarbugünkü toplam nükleer enerji kurulu gücünün yaklaşık iki ka-tıdır ve kapanacak olan mevcut reaktörler de hesaba katılırsa,2050’ye kadar 1000 civarında yeni nükleer reaktörün inşa edil-mesi gerekmektedir. Bu da bugünden itibaren hesaplandığındaönümüzdeki 36 yıl boyunca her yıl 28 yeni nükleer santralın ta-mamlanıp işletmeye alınması anlamına gelir. Eğer karbon diok-sit salımlarını sabit tutmayı değil de (daha iddialı bir şekilde)nükleer enerji yoluyla yarıya düşürmeyi hedeflersek, ihtiyaç du-yulacak toplam nükleer reaktör sayısı (ortalama 1.000 MW’lıktipik reaktörlerden) 1.400’e çıkacaktır. Buna kapananların yeni-lenmesi için gerekenler dahil değildir. Christopher Paine, bununiçin 2050’ye kadar yaklaşık 3 trilyon dolar harcanması gerekti-ğini hesaplamıştır. Ayrıca bu kadar çok yeni nükleer kapasiteninyaratacağı yeni atık miktarının 14 Yucca dağı gerektirecek kadarçok olacağı (bkz. 5. Bölüm) ve 10.000 ton, nükleer silah ham-madesi olan, plütonyum üretileceği hesaplanmaktadır.

Yukarıda da değindiğimiz gibi bugün inşa halindeki yeni nük-leer reaktör adedi 66 ve son yıllarda tamamlanabilenlerin ortala-ma inşaat süresi 9 yıldır. Makalenin yayınlandığı yıldan bugüne10 yıl geçmiştir ve 2003-2013 arasındaki 10 yılda tamamlananyeni nükleer reaktör sayısı sadece 34’tür. Bu yıldan itibaren yılda

34

30 civarında yeni reaktör açmayı öngörmek herhalde sadece ha-yal kurmak olarak kabul edilemez. Nükleer endüstri Türkiye gibiyeni müşterilerinin ve İngiltere, ABD gibi kapanan reakttörleriniyenileme telaşına girmiş eski nükleerci ülkelerin kamuoylarını“ikna etmek” için dünyanın karşılaştığı en büyük kriz olan iklimdeğişikliğini yem olarak kullanmaya çalışmaktadır.

Nükleer endüstrinin nükleer santrallar olmasaydı, kömürsantralları tarafından salınacağı varsayılan (dolayısıyla nükleerenerjinin salınmasını önlediği) karbon dioksit miktarıyla ilgiliverdiği rakamlar da yanıltıcıdır. Örneğin Carnegie Endowmentfor International Peace için Sharon Squassoni’nin 2009 yılındayazdığı rapora göre Fransız nükleer şirketi Areva, eğer bugünkütüm nükleer santralların ürettiği elektriği onlar yerine kömürsantrallarla üretseydi yılda 2,2 milyar ton ekstra karbon dioksitsalımı olurdu, yani bu mantığa göre nükleer santrallar yılda 2,2milyar ton salımı önlemektedir diye hesaplıyor. InternationalPanel on Fissile Materials ise bu rakamı yaklaşık 1,5 milyar tonolarak veriyor. Oysa bu hesaplar hem nükleer yakıt çevrimininürettiği sera gazını hesaba katmıyor, hem de kapatılacak bütünnükleer kapasitenin kömür tarafından doldurulacağını varsayı-yor. Oysa kapanan nükleer santralların yarattığı açığın enerji ve-rimliliği ve yenilenebilir enerji kaynakları, hatta doğal gaz (ya danormalde olacağı gibi bütün bunların karışımı) tarafından kapa-tılmasının çok daha az sera gazı salımı anlamına geleceği açık.

Öte yandan Oxford Research Group tarafından Mart 2007’deyayımlanan Secure Energy: Civil Nuclear Power, Security andGlobal Warming başlıklı raporda iklim değişikliği ve nükleerenerjiyle ilgili bölümü yazan Storm van Leeuwen nükleer enerjiüretiminin karbon emisyonlarının çok düşük hesaplandığını venükleer endüstri tarafından yapılan bu hesaplamaların herhangibir yayınlanmış ve doğruluğu onaylanmış bilimsel veriye dayan-madığını söylemektedir. Rapora göre mevcut şartlarda nükleer

35

santrallarda üretilen elektriğin kilovat saati başına 84-122 gramkarbondioksit salımı yapılmaktadır. OECD’nin verdiği rakam ise11-22 gramdır (rüzgar enerjisine eşit). Ayrıca uranyum madeni-nin tenörü zamanla azaldığı için ve düşük tenörlü madenlerdenuranyum ayrıştırmak çok daha enerji yoğun olduğu için önü-müzdeki yıllarda (özellikle de nükleer enerji kapasitesi artarsa)nükleer yakıt çevriminden kaynaklanan karbon dioksit salımlarıçok daha yüksek düzeylere çıkacaktır. Bu konu kitabın 1.Bölümü’nde detaylı olarak açıklanmaktadır.

Oxford Research Group yazarlarına göre; uranyum madenle-rinin içerdiği uranyum miktarının azalması (ve yüksek tenörlümadenlerin önce çıkartılması) nedeniyle, eğer dünya nükleerenerji kapasitesi bugünkü gibi kalır, yani kapanan reaktörlerinyerine yenileri konmazsa, uranyumdan elektrik üretimindenkaynaklanan sera gazlarının seviyesi 2070’de doğal gaz santral-larından kaynaklanan salımlarla eşitlenecektir. Eğer yeni yapıla-cak olan santrallarla nükleer enerjinin dünya elektrik üretimin-deki payı sabit tutulursa, bu noktaya 2050’de gelinecektir. Yaninükleer enerji iklim değişikliğine karşı bir seçenek olarak görü-lür ve yenilerinin yapımına devam edilirse, uranyum rezervleri-nin verimsizleşmesi nedeniyle, sadece 35 yıl içinde doğal gazsantralları kadar çok sera gazı emisyonuna neden olan nükleersantrallardan oluşan bir kapasiteye sahip olacağız. Bu da bugün-kü düşük karbonlu enerji üretimi iddialarının 2050’ye kadar ta-mamen anlamsızlaşacağı anlamına gelmektedir.

Dolayısıyla hem nükleer enerji sanıldığı kadar karbonsuz ol-madığı, hem de (öyle olsa bile) iklim değişlikliğiyle hızlı bir mü-cadele içinde olmamız gereken önümüzdeki yıllarda ekonomikve teknik nedenlerle karbonsuz bir ekonomiye katkı sağlayacakkadar nükleer santral yapmak imkânsız olduğu için, Monbiot veLynas gibi iklim değişikliği konusunu önemseyen yazarlarınnükleer enerji merakının bilimsel bir dayanağının olmadığı gö-

36

rülmektedir. Son olarak nükleer enerjiyi iklim değişikliğine karşı mücade-

lede bir seçenek olarak görmenin yenilenebilir enerjiye dayalıbir enerji geleceğinin önünü tıkadığına dair görüşlerin bir kana-atten ibaret olmadığını gösteren son bir çalışmaya değinelim.Agora Energiewende’nin Nisan 2014’te yayımladığı “DüşükKarbonlu Teknolojilerin Maliyet Etkinlik Karşılaştırması:Hangisi En Ucuz Seçenek” başlıklı bir analize göre yeni rüzgâr vegüneş santrallarıyla düşük karbonlu bir enerji sistemi yaratma-nın maliyeti, bugünkü teknoloji ve bugünkü teşviklerle, nükleerenerjinin %50 altındadır. Bu da karbonsuz olacak diye yeni nük-leer kapasite yaratmanın (3 trilyon dolara yaklaşan) maliyetininne kadar yüklü ve tercih edilemez olduğunu gösteren bulgular-dan biridir.

Sonuç olarak nükleer enerji dünyanın en tehlikeli ve kirleticienerji üretim biçimi olmasının ve nükleer silahlanmayla olan ya-kın ilişkisinin yanı sıra, ekonomik rasyonaliteye uymayan birenerji politikasının dayatılmasına da neden olmaktadır.Gerileme içindeki nükleer endüstrinin kendini kurtarması içingereken bedeli, hem nükleer tuzağa yeni düşen Türkiye gibi ül-kelerin halkları, hem de giderek daha acil bir hal alan iklim de-ğişikliği mücadelesi ödemektedir. Bilimsellikten ve gerçeklerdenuzak nükleer endüstriyle mücadele, ancak bilimsel gerçekleri hiçusanmadan araştırmak ve savunmakla mümkündür. Her şey biryana, nükleer endüstri katılımı, açıklığı ve şeffaflığı değil, dayat-mayı, manipülasyonu ve göz boyamayı sever. Nükleere karşımücadele her şeyden önce bir demokrasi mücadelesidir.

Ümit Şahinİstanbul, Nisan 2014