61-Seydî Ali Reis - Mir'at-ul Memalik

89
- 1 ( .. .. 1001 TEMEL ESER

Transcript of 61-Seydî Ali Reis - Mir'at-ul Memalik

- 1

(

..

..

1001 TEMEL ESER

1

Teretiman 1001 TEMEL ESER

• Y:ıznn

SEY Oİ ALi TU: İS

Baskıya ll:ız.ırlay:ın

~EC DET AKY ILDJZ

miR'AT·Dl Ali H

<ÜLKELERiN AYNASI>

Tercüman gazetesinde hazırlanan bu eser Kervan Kitapçılık A. Ş. ofset tesislerinde basılmıştır

1001 Temel Eser'i iftiharta sunuyoruz

Tarihimize mina, milli benliğimize güç ka-' tan kütüphaneler dolusu birbirinden seçme eser­Iere sahip bulunuyoruz. Edebiyat, tarih, sosyo­loji, felsefe, folklor gibi milli ruhu geliştiren,ona

yön veren konularda "Gerçek eserler" .elimizin altmdadJI'. Ne var ki, elimizin altındaki bu eserlerden çoğunlukla istifade edemeyiz. Çünkü devirler değişmelere yol açmış, dil değişmiş, yazı değişmiştir.

1

Gözden ve gönülden uzak kalmış unutul­maya yüz tutmuş -Ama değerinden hiçbir şey kaybetmemiş, çoğunluğu daha da önem kazan­mış- binlerce cilt eser, bir süre daha el atılmazsa, tarihir.ı derinliklerinde kaybolup gideceklerdir. Çünkü onları derleyip toparlayacak ve günümüzün türkçesi ile baskıya hazırlayacak leğerdeki kalemler, gün geçtikçe azalmaktadır.

Bin yıllık tarihimizin içinden süzülüp gelen ve bizi biz yapan, kültürtimüzde "Köşetaşı" vazifesi gören bu eserleri, tozlu raflardan kurta­rıp, nesillere ulaştınnayı planladık.

Sevinçle karşılayıp, ümitle alkışladığımız "1 000 Temel Eser" serisi, Milli Eğitim Bakanlı­ğınca durdurulunca, bugüne kadar yayınlanan 66 esere yüzlerce ek yapmayı düşündük ve "Tercüman 1001 Temel Eser" dizisini yayınla­maya karar verdik. "1000 Temel Eser" serisini hazırlayan çok değerli bilginler heyetini, yeni üyelerle genişlettik. Ayrıca 200 ilim adamımız­dan yardun vaadi aldık. Tercüman'ın yayın

hayatındaki geniş imkanlarını 1001 Temel Eser için daha da güçlendirdik. Artık karşınıza gu­rurla, cesaretle çıkmamız, eserlerimizi gözlere ve gönüllere sergilememiz zamanı gelmiş bulu­nuyor. Milli değer ve manada her kitap ve her yazar bu serimizde yerini bulacak, hiç bir art düşünce ile değerli değersiz, değersiz de değerli gibi ortaya konmayacaktır. Çünkü esas gaye bin yıllık tarihimizin temelini, mayasını gözler

önüne sennek, onları layık oldukları yere oturt­maktır.

Bu bakundan 1001 Temel Eser'den maddi hiç bir kar beklemiyoruz. Karımız sadece gu­rur, iftihar, hizmet zevki olacaktır.

KEMAL ILICAK

c e e e s e Tercüman Gazetesi Sahibi

ÖN SÖZ

Saglam temelc dayanan kültür; şahsiy~tli gençli­ğin yetişmesinde en büyük amildir.

Ecdad ile bağı kopmuş; dili diline; töresi töresine ı.:ymayan nesiller; kökleri ve dalları budanmış; yine de meyve vermesi beklenen bir ağaç gibidir.

Dal; gövdeye yakın olması ve daha iyi beslenebilme­si için budanır. Fakat kökün budanışı sonucunda yine de meyve ummak; çok zordur ve uzun bir bekleyişi ge­rektirir.

Kütüphaneler dolusu mebhir kayna~ı; ecdad ya­digarı eser; kendilerini tozlu raflardan kurtaracak se­lahiyetli eller beklemektedir. Ne yazık ki onları anla­yacak; biz yeni neslin istifadesine sunacak anahtarlar bir bir aramızdan aynlmaktadır.

Bugünkü neslin ızdırabına dokunınaya hiç hacet yoktur kanaatindeyim. Çünkü ecdadın halk lisanıyla; halkın anlayabileceği bir tarzda kaleme aldı~ eserleri anlayamamaktadır.

Bugünkü konuşulan cTürkçe»yc aktarmaya çalış­ıığım MİR'AT-lil MEMALİK (ÜLKELERIN AYNA­SI) bunlardan birisidir. MücWt önsözünde· «Eseri her­kesin anlayabilmesi; dört senelik sıkıntı ve ızdırap dolu günlerimizi öğrenip bize acımaları için halkın ko­nuştuğu lisanda yazdım» diyor.

10

Nesiller arasındak ! boşluk kendisini açıkça gös­termektedir.

Eserin daha iyi anlaşılabilmesi aınacıvla baş taraf­ta Seydi Ali Reis'in şahsiyetiııi, eserlerini ve impara­torluk devrimizdeki Hint seferlerini kısaca belirttim.

Eseri çevirirken bilhassa metne sadık kalmaya gayret ettim. Birbirlerine « . . . gelüp ... gidüp• diye bağ­lanan cümleleri müstakil birer cümle haline getirdim. Çağatayca şiirleri numaralayarak kitabın sonunda açıkladım.

Şiirlerin, bilhassa okundukları gibi yazılınasma dikkat ettim. Anlaşılmayacak kelimeleri kitabın so­nunda bir lügatçe halinde takdim ettim.

Çeviriele hatarn olması muhakkaktır. Değerli oku­yucutarımın bu cür'etimi samirniyetle bağıslamaları

en büyük dileğimdir. Müellifin arzusuna uyarak ruhunun şad olmasını

·diliyor ve eseri; gönlü bu vatan için çarpan gen<; kar­c:eşlerime ithaf ediyorum.

NECDET AKYILDIZ

SEYDt AU REIS

Aslcn Sinop'ludur, sonradan Galata'ya yerle:;;mis. ı ir . Rahc:.c.;ı Dar'u-> Sın:ı'a- ı Amire kcthüdası Hüseyin Ağadır. Büyük babası da Fatih zamanında Galata ter­sanesi kethüdalığı yapmıştır. Scydi Ali bu aile mesleği­ni devam ettirerek küçük yaşta tersane hizmetine gir­miş, Rodos'un zaptından (1522) başlayarak donanma­nın Akdeniz'deki biitün hareketlerine. Barharos'un mai­yetinde savaşlara katılmış, Prcvezc muh:lrebesinde Os­manlı donanmasının sol cenah kumandanı olarak te­mqüz t•tmiş ve daha sonra Kapdan-ı Derya Sinan P şa ile birlikte Trablusgarb'ın fethinde (1551) bulunmuş­lur.

Bu seteriere muvazi olarak bahriye- teşkiiatı için­deki mevkilerde yükselmiş, önce Azapl~r Katipli~i'ne sonra G3lata tersanesi kethüd'llı~ına tayin edilmiş, ni­hayet Hassa reis! yani, devlete ait harp gemisi kuman­:hnı olmuştur.

Seydi Ali Reis, Trablusgarb seferinde iken Cidde'. ye saldıran hatta Süveys tersanesini tehdid ed<'n Por­tekiz'lileri Bı:.bu'l Mendep ve Basra körfezinden çı­karmak için otuz kadırg~lık bir donanma ilc Umman d~nizine açılan Mısır kapdam Piri Reis'in Maskat'ı zapt ve Hiirmüz'ü muhasara etmesine ra~men donan­manın büyük kısmını Basra'da bırakarak üç kadırga iıe geri dönmek zorunda kalmış ve gemilerden birisi de

12

yolda parçalandığından ancak iki kadırga ile Mısır'a

avdct edebiimiş idi (1552). Piri Reis bu başarısızlığının cezasını hayatı ile öde­

miş; Süveyş kaptanlı~ı Katif sanca~ndan mazul Mu· ut Reis'c t.!vcih edilmiş ve kendisine Basra'daki do­nanmadan 8 gemiyi orada bırakarak diğerlerini alıp

Süvcv~·(: getirmesi cmrohınmuş !di. Bu sırada Kanuni, Nahcivan seferine hareket et­

tiğinden (ı 8 Ra zaman 960 1 28 Ağustos 1553) Seydi Ali'de sefer-i hümayun hizmeti için ordu ile birlikte yola çıktı.

Halep kışiağına vanldıktan bir müddet sonra lS kadırıra \'L 2 barça ile Basra'dan çıkan Murat Reis'in

~

Hürmü7 açı klarında bir Portekiz donanınası ile giriş-ı iği muharebeyi kaybettiği; barçalardan birisinin diiş­man eline geçtiği ve hayli hasara uğrayan Osmanlı ge­milerinin tekrar Basra'ya sığındığı haberi alındı.

Bunun üzerine Kanuni; 960 Zilhicce sonlarında (1. Kanun başları 1553) Seydi Ali Reis'i 150 akçe yevmi­w ile Sü\'cyş kaptanlığına tayin ve Basra'daki donan­ınayı alıp Mısır'a getirmeye memur etti.

1 Muharrem 961 (7 l.Kanun 1553) de Seydi Ali Reis yl·ni görevini devralmak üzere Halep'ten har:=k<!t

. ı dtı... .

D0rt yıl k.,d.1r sürer. uzun ve m3ceralı bir volcıı­<.uluktan c;onra Edirne'de Huzur'u Şahaneve k.ıbul edildi. Sergüzeştini nakl ve görüştüğü muhtelif müs. lüman hükümdar ve beylerinden getirdiği 18 mektubu takdim edince padişahın ve sadrazam Rüstem P2şanın iltilat ve ihc;anlarına nail oidu. Ancak öldüğü rivayetle­ri üzeı·ine Mısır kaptanlığı Kurdoğlu H17.lr Reise veriı­miş oldtı~u için Se~·di Ali Reis'e 80 akçe yevmiye ile

13

Dergah-ı Ali mütefcırikalığı ıcvcih edildi ve birikmiş olan dört yıliık ullı.fesi de ödcndi. Bukadar maceradan sonra artık kendisi de donanma hizmetinden ayrılmış olacak ki çok geçmeden Diyarbekir tırnar deftt rdarlı­ğına tayin olundu (Recep sonları H. 964 1 Mayıs son­ları 1557) ve bu vazifede iken ll. 970 Cema7iyel e\'ve­lınde (27 I. Kanuıı 1562, 25 Il. Kanun 1563) vefat etti Onun maceralı seyahati kısa Lamanda her. tarafa ya­yıldı \'C «Başına Seydi Ali Jıallt:ri ge1di• söı.ü Türkçe­de bir mesel olarak yerleşti.

ESERLERi:

Bir denizci olarak kendisine haklı bir şöhret te­min etmiş olan Seydi Ali Rcis, telif e-ttiği gemi sevk ve idaresine; deniz coğrafyasına ve hey'ete dair esereri ile de bir ilim adamı hüviyetini haiz bulunduğunu gös­termiştir. O kadar ki; Katip Çelebi'ye göre Seydi Ali Rcis'ten sonra tersane ocağına onunla mukayese edi­lecek bir başkası gelmemiştir IBkz. Tuhfct'ul Kibar s. 62, İst. 1147)

MiR'AT-1 ~<.\iNAT:

Usturlabın imal v:: istimalincit.>n; gi.ineşin irtifaın.

dan; yıldızların uzaklığından; kıtılenin ve ö~le vaktinin tayininden nehirlcrin <Jcnişliğinin tespitinden \e rub'u

müceyyibden bahsedt•n bu eser beş mak:lle halindt> tertiptenmiş 120 babdan müteşekkildir Scydi .ı\li ~ei!'

!!sas itibariyle bahriycye ait olan bu eserine ilm-i mi· cumdan bazı bahisler de iHh'e etmiştir.

ı Yazma niısh.ısı Isı. Pni\·ersitl!si Kütüph. Nu: TY. 1824)

2 - HlJLASo\T'EL-HAY'A

Halcp'tl! bulunurken hcy'et \'C riyazi\\at dersleri ,,lan Sevdi Ali Rcis; hocrı,ı Hamdullah b. Şevh Ccma-... kddin'in bu ilim sa: alarında Türkçede de bir eserin bulunması lüzuınunu bcıirtmesi üzerine Ali Kuşçu'­nun hev'ctc dair Fı:thiyc isimli eserini tercüme etmiş .ı.ncak bunı.ıla iktila etmeyerek Mahmud b. Omar a!­l,.'ağmini'den ve Kadızatk-i Rlımi Musa Paşa'nın escr­lerinden de layebianarak tercümesine birçok ilaveler yapmıştır.

(Y<lı.maları: Ayasof~·a Kütph, Nu·: 2591 / Nuruoı;­

manive, Nu: 2911)

3 -· KİTAR AI.·MUHiT Fİ İLM'4L·EFLAK VA'L ABHUR

St:ycli <\li R"i<: kıs:lca Muhit adı ile tanınmış olan bu mt>şhur eserini 1554'tc B <ı) darabad'da bulunurkl·n kaleme a!mıo;tır. Geçirdiili tecrübelerden .;onra kap­tanlaı a ·.·c ~enrcikrc kı:a\ uz olmadan Hint denizlc­r:nc!c :~ol;.ıylıkl:l sevr :i sC'f~ı im!\.fmını verecek bir ki­t:ıp hazırlamak istc~l'n mHC'!l!f eserini telif e-:krkcn bu huo;usta cv\ ele<' y:l7ılm~m:~ olan birçok kitaplardan ıHifı;dl' ~tt ig.t [: ih: htllllara şahsi ınüsahedelerini de katmıştır. On bah ve elli fnsla ay:-ılınış olan eser .:ihı·t <..ıyını: zanun hesabı; t::ıkvimler; pıısula tak-.;im:-ıt ·; ..:ienizcılikt~ ehemmiyetli bnz• yıldıziann tulu' ve grup­ı~.rı; mc~htır limanlar: H:ndi<:tan'ırı rüzgar-:ıltı ve i i_i7-

15

gar-üstü sahillerı ile Hint cteniıi~deki adalar: rüzgar­lar; tayfunlar ve seyr ü sefer yo!ları hakkında mühim rnalf.ınıat ihtiva ermek ~c; ayrıca dördüncü babına Y. · ni Dünva (Amer!ka) )'a aıt bir fnsıl da ilave edilmış bulunmaktadır. Katip Çelebi Cihannüma'sında Seylan; Cava; Sum<ıtra: w dığer adalar hakkın.la verdiği b:!­giyi aynen Mııh!t'ten nakletmiş diğt•r ranıhan escr!n Hint Okyanusu'n3; deniı astrono'llisine vt· fiziki coğ­: afyaya ait kısımları g<"çen asırJan itibarı> n bir çc•k Avrupa dillerine terd.ıme edilmiştir .

4 - MİR'AT Al 'MEMALİK

Seyd! Ali Reis'in Hindistan'dan Bağdad'a dönü­şünde yol arkadaşlarının; görülen şehir!cri seyrolumm ac-aip ve garaibi; ziyaret olunan türbeleri ve çekilen meşaklcati anlatan bir kitap yazmasını istemeleri üze­rine kaleme almaya başladığı bu eseri 965 Saferi orta­larında (1. Kanun başları 1517) İstanbul'da tamamla­mıştır. Süveyş k:tptanlığına ~ayininden itibaren ser-

3Üzeştinin bir hikay~si olan bu eserde Scydi Ali Rei<>,

geçtiği mcmlckctler; tan:ştığı hükümdarlar ve şahidi

~;lduğu vak'alar hakkında malümat vermektedir. Aynı

zamanda bir sey3hatnamc vasfını haiz olan MİR'AT

AL'MEMALİK'in Türkçe metni Nccip Asım'ın t-ir mu­

kaddimesi ilc birlikte Ahmet Ce\'det tarafından neş­

rcdilmist!r. Bizim; bugünkü dile aktarmaya çalışırken •

göz öniindc• buhındurduğıımuz kitap da .hu baskı ol-

muştur. (Dersaadct-lkdam Matbaası. 1313)

Hayrullah ö,..s ve Mustafa Nihat Özön tarafından da bazı seçmeler vapıınuş!ır. (Hindistan'dan İstanbuJ·a 193.5 Ank.'.

Bunlardan baska eser H. Fricdrich Die7. tarafır.­

dan Almancaya (Denkwürdiegkeiten von Asien. Berlin 1815. Il. 133-267),

M. Morris tarafından kısmen Fransız~aya (Journal Asiatigue 1R26. 9-10),

A. Vambcry tarafından İngilizceye (The Travcls and Adven Tures of the Turkish Admiral Sidi Ali Reis. London 1899),

Ş. Zumminab tarafından da Rusçaya (Mt!mlekct­ler Küzgüsi. Taşkent 1963) tercüme edilmiştir.

Eserin müellif hattıyla olan nüshası Topkapı sa­rayı Kütph. Revan Köşkü kısmı, Nu. 1470'de kayıtlı­

dır. St!ydi Ali Reis ayni zamanda şair olup şiirlerinde

'<Katibi» mahlasını kullanmış ve «KatibH Rumi» diye de tanınmıştır Mürcttep divanı olmayıp eserlerinde; bilhassa Mir'at al-Memalik'te şiirlerinden örnekler mevcuttur. •

Seyahati esnasında hükümdarlara takdim ettiği

gazelleri sayesinde iltifat ve ihsanlara nail olmuş hat­ta Meşhed ve Kazvin'de oldu~ gibi yine gazelleri sa­yesinde hapisten kurtulabilmiştir.

Hindistan'da Çağatayca öğrenen Seydi Ali Reis bu dilde de şiirler yazmıştır. Çağatayça şiirlerini beğenen Hümayun Şah; doğu Türkçesini kullanmada gösterdiği muvaffakiyeHen dolayı onu Ali Şir Nevai ile mukayese ederek kendisine eMir Ali Şir Sanh ünvanını venniş­tir.

HlNT VE UMMAN SEFERLERİ

Vasb dö Gama'nın 1498'de Ümit Burnu yo!ııylıı Hindistan yolunu ke~feımesi Portekiziileri Hint deni­~ıne açılmaya sevk etmişti. Basra körfezi girişindeki

Hür'rm.iz Boğazı'nı zaptelrnek suretiyle mi.islümanl~.

rın elinde bulunan ticaret yolunu kapmışlardı (1515). Osmanlıların Mısır ve Suriye'yi işgallerinden önce

ı>ortekizlilerin Hintiiiere uyguladıkları 5iddetterı dola­yı Gücerat Hükümdan 1. Mahmud Han (1458-1511) Kaosu Gavri'den yardım istemiş ve o da 1508 sen~sin­dc Hüseyin Bey kumandasında bir filo göndermiş fakat bu filo pek birşey yapamamı-;tı.

Portekiztilerin Kızıldeniz ve Aden'de yaptıkları

tahribat üzerine bunlara karşı elli parçalık bir donan­ma gönderildi ise de bu donanma da bir iş göremcdi.

OSMANULAR'LA PORTEKIZLlLERIN

KARŞlLAŞMASI

Memlüklerin tarihe karışmasından sonra Porte­l<izlilerin buralarda dolaşması Osmanltiara karşı da siyasi ve iki i sad i bir darbe idi. Gi.iccraı• hükümdan Bahadır Şah 153S'te Osmanlı Sultanı'na elçi ve name göndert>rek karadan Moğol hükümdarı; denizden Por­tekizliler'e karşı kendine yardım edilmesini istemişti.

F: 2

ıs

Kendisine gönderilecek asker ve gemile!'in masrafları­na karşılık olmak üzere emanet olarak Mekke'ye gön­derdiği 50 ~andık ile bir milyon 270 bin 600 miskal al­tından sarfedilmesini yazmıştı.

Donanmanın hareketi uzun bir hazırlığı gerektiri­yordu. Bu iş için evvelce Mısır Beylerbeyi olup o an· da Anadolu Beylcrbcyi olan Hadım Süle) man Pa-:-a ;?<>rev lı.: nd i ri Id i.

Bahadır Şah, Diu adasında kendilerine üs vcnl:­gı Portekizliler tarafından 13 Şubat 1537 (Ramazan 943) d<: katiedildL Bunun üzerine Sahadır'ın Mckke'. :.ll emanet bulunan 300 sandık altın ve gümüşü verilen l m ir ÜLcrine Hadım Süleyman Paşa tarafından İstarı­bul'a nakledild!.

SüWV!> tersanesinde muhtelif büyül:lükte 76 pa .. ça gemı inşa edlldi. Bütün levazımatı ikmal edilip h<ı­n•kete geçirildi. Hadım Süleyman Paşa kumand:ısındJ­ki donanma ille olar::ı.k 1538 Haziranında Aden'i zap· tt: tti.

Beni Tahir kabilesinden olan Aden hakimi Amir b. Davud'u hile ile gemisine getirterek idam etti. Yedne kendi ümerasından Behram Bev'i sancak beyi taYın

\.tl i.

Ha~hm Sülevman Paşa donannıasıyh Diu önlerine ~eldi. Bahadır Ş:th'ın yerine Miran Mehme~ı Şah-Faru­:,i hükümdar ol:nuştu. Sahadır'ın yeğeni 3. Mahmuc; Porıekizı:lerlc anlaşarak idareyi ele aldı; Hadım Sü­ıevmarı Paşa'ya karşı da POL tekizlilerle ittifak ) aptı. Siile~·man Pa!:-a \irmi gün kadar kaleyi nınhasara etti. Bu arada Portt•kiı donanmasının gelmekte oldUfll h:ı-

19

J::rı g•:ıdı. Deni/ ık lı:-ıınalı <Jidugu için ha; biı· netice ddt" edcmc;den nıuha ,ara\1 kaldırdı; geriye dönciü \'e i.ıibe\d ' i isgal etı!.

lJI~T DI".NİZI'~DE PORTEKiZLİLERLE

ç·ARPIŞMALAR

Piri Reis'ln Hint ~ularıııdald fallyett n ölümü.

Hadım Slilcymaıo Paşa'nın Mısır'a dönü<;;ünden )>unra Ponekizliler Kızıldeniz'ı:: girerek Cidde'vi işgal Llmek istediler; fabt muvaffak olamadılar.

Bu '>'?fer Süvey, !cr~ancsini yakınava tesebbüs dtiler. Bunda da muvaffak olamadılar;. fakat Tur-i Sina bs•tbasını .'·nl...tılar. H. 950/1543. Bir müddt•t Aden'i ele geçirdiler~e de Piri Rcis bizzat donanınası ilc burayı onlardan kurtarmıştır.

Piri Reis H. 958/lSSl'de otuz kadar gemiden mü­ıe!>ckkil Sü\'en donanmasıy!a Hint denizine çıktı Maskat'ı zaptctti. Yetmh parçalık düşman donanma­sını bozarak Hürmüz adasındaki Hiirmüz kalesine sı· ~ın~aya mecbur eti. Düşmanı muhas:ıra ettiyo;c de ka­~~vı alamac~ı. Piri Reis buradan Basra'ya geçti. Basra ııman~nda. ıke~ :ortekizlilcrin Basra körfezini kapa­mak ıstedıklerını duyunca içeride mahsur kalmak is. temeyl!rek alelacele kendine ait üç kadırga ile denize açıldı. Diğer gemi ve askerler orada kaldı. Bu suretle yola. çıkan Piri Reis gemilerinden birini de yolda kn­bettı. H. 960 senesinde Süveyş'e oradan da Mısır'a 'ardı.

20

Bu hareketi 1stanbul'a bildirildi. Hürmüz muha­sarasını kaldırması ve diğer gemilerle askeri Basra'd~ bırakarak gelmesi se"l)ebiyle suçlu görülerek Mısır divanında başı kes il dı ve malları müsadere edildi. (1)

Piri Reisten sonra Süveyş kaptanhğı Katif San­cukbeyi Murad Reis'e verildi. Portekiz donanmasının Hint ve Aden denizindeki faaliyetinden dolavı Basra'­da kalması emrolundu.

Murad Rcis ~ir ara fırsat bulup donanmasıyla

Basra'dan ayrıldı. Hürmüz Bo~ı'na geldiği sırada büyük bir Portekiz donanınası ile karş!la5t1. Burada bütün gün devam eden şidetli bir muharebe oldu. Mu­rad Reis çok zayi::ıt verdiğinden Basra'ya geri dönme­ye mecbur kaldı . Bu savaşta meşhur kaptanlardan Sü­leyman ve Receb reisler şehid oldu. Murad Reis; Piri Reis gibi idam edilmedi fakat azledildi. H. 959/1552. Donanma Basn'da mahsur kaldı; bir gemi de Porte· k.izlilerin eline geçti.

İşte bu olaydan sonra Süveyş kaptanlı~ına Seydi -'li Re is tayin edildi.

(/) Hürmüz muhasarasında Piri Reis·in rüşvet alarak mu· 1ıasara11ı kaldırdıDı rivayetini Peçevi (Tarih·i Peçevt s. 352) ve Ali kabul etmeyerek garaza hamlediyorlar.

.,

'

'

HiNT SEFERLERİ HAKKINDA

KISA BİR GİRİŞ

Osmanhlarıa Hint ülkeleri arasındaki ilk tarihi münasebetler, bü)'ük Türk tarihçisi Selman Reis'in (Ö. 1527) Hindis:an seferinden sonra başlar.

Ümit Burnu'nu keşfettikten sonra do~u ticaretini ellerine geçirt.!rt.!k Hind denizinin hakimi olduklarını • iddia eden Portekizliler; 1515 yılında Cidde emiri Hü-seyin Bey ile birlikte Hindistan içlerine kadar gelen Selman Reis komutasındaki Memlük donanmasını da yenilgiye uğratınca, bütün Hint yarımadasına ve Kızıl­deniz'e hükmetıneye ka1kışmışlar ve o diyariarda bu­lunan Hint-İslam memleketleri üzerindt> ağır baskıla­ra girişmişlerdi. Hatta bir ara otuz yedi parçalık bir donanma ile Kızıldeniz'den Cidde limanına kadar gel­miş1er, fakat bir şey elde ederneden geri dönüp git­mişlerdi.

lşte tam bu sıralarda Mısır, Osmanlıların eline geçmiş ve Hint seferinden henüz dönmüş olan Selman Reis de Osmanlı donanmasının hizmetine girmişti .

(15 17) Selman Reis Osmanlı donanmasına girdikten he­

men sonra Yavuz Sultan Selim tarafından bin kadar Türk denizeisiyle Süvcyş !imanına gönderildi. Burada yeni bir tersane kurdu. Cidde emiri Hüseyin Bey ile birleşerek 22 parçalık bir dom•nma ile Portekiziiierin

'

22

elıııuc bulunan Kameı·an adasına Sl'fer yaptı . Orada bulunan kfıf irieri dağıtıp, adaya bir miktar asker bı­raktı . Henüz Mcmliik 'leri n elinde bulunan Yemen'i de Osmanlıların idaresine kattıktan sonra geri dönüp tek­rar Süvev~·e geldi,

Selman Reis, bu sırada Mısır'a gelen sadrazam İbrahim Paşa:va; Hindistan'ın zenginliği, Portekizlile­rin elinde bulunan limanların durumu ve Hint dcni7 volunun Osmanlı t icaretine sağlayacağı yararları belir­ten geniş bir layıha sundu. (1525) Selman Reis'in bu 11\yıhası; Osmanlıların Hint denizi üzerıodeki merak­l~ırını arttırmış ve bilahare geleceği gibi meşhur Hint sdcrlı•ri ic;ın bir zemin hazırlamıştır.

Bu sırada Hint-İlarn ülkeleri arasında da bir ta­~ ım k::ırışıklıklar ortaya· çıkmıştı. Babür Şah'ın o~h.t

Hlimayun Şah, Hindistan'da bir hayli yerleri zapt ve memleketine ilhak ettikten sonra Gücerat hükümdan Bahadır Şah'ın üzerine vürümüş ve ülkesini işgal ct­mcve baslanııştı .

Zaten t•skiden beri Hindistan'a hakim olmak için çalışan Portekiıliler de bu iki islam hükümdar ara­o;ında çıkan kavgadan istifade ederek Gücerat'ın meş­hur b ir ı ic:ll'l: t lim:tnı olan Diyu limanını zaptetmiş­lcrdi . Porte kiz korsanlarının Hint denizinde ticaret 'apan İslam ıüccarlarına saldırıp, mallarını yağma ve '.!Cm ilcrini talan ettikleri de zaman 1:..aman lstanbul'a ıılaşnn ~ikfweller :uasında idi.

Bahadır Şah, bir tarafta eskiden beri dii~manları olaıı Portekizlilcr, diğer taraftan Hümayun Şah ile ba­<;>a çık,ınıayac.akl;ınnı anla~:ınca, İstanbul'a bir eic;i

23

göndererek Kanuni Sultan SüiC) man 'dan yardım ta­lep etmiş, düşmaniarına karşı kendisinin ve ülkesinin hiınım! edilmesini istemiş ı i. ( 1536)

işte Bahadır Şah'ın Kanuni 'den istec.lil?i bu \'ardım - . teklifi, uzun zamandır zıhinlcri bttlandır<.n Hint mese-lesini bir an önce ha!letmek isteyen Osmanlılar için b ır ve !o-ile olmuştur.

Nt: varki, gene! olarak ifade etmek gc.>rekirsc, Hin. distan n· civ?.rınd:\ yaşayan müsli.inıanlua yardım et­mek P0ı:tekizlilcrin Hmt limanları iiıerindeki egemen· liklerine son vermek maksadıyla girişilen bu sefer­ler maalesef istenile'1 neticeyi vermedi. 1538 yılında

(hmaıılı donanmasının ba~ında denize açılan Hadım Süleyman Paşa'nın Hınt seferini bir larafa bırakırsdk, eliğer üç scfcrin !)zellikle hu sefcrlcre katılan kaptan­ların aKıbeti açıo;ından- bü~·ük hir talihsizlik eseri ol­duğunu söylemek, kanaatimizce yanlış bir yargı ol­masa gerektir.

Ocaktan yetişme büyük bir denizci olan Piri Re­is'in 1551'de otuz parçalık bir donanma ilc çıktığı ikin­ıc Hint seferinde uğaradığı başarısızlıktan dolayı idam l'dilmesi. hemen bir sene SO!lra (1552) Murad Reis'in on beş parça kadırga ile Hürmüz'de Portekiztileric yaptığı sm·aşta bir başarı kazanamayarak B::ısra'da

;.,zledilmesi!. Ve nihayet 1553'de dördüncü Hint sefe­rine çıkan \·e iyi bir denizci oldu~u kadar büyük bir nlim de olan Mir'at-ül Memalik (Memlcketlerin Ayna­sı) adlı meşhur eserin mücilifi Seyyid-i Ali Reis'in ve arkadaşlarının başından geçen korkunc felaketler, bu ıalihsizliğin bariz birer örneklerdir. ·

Bu yazımızın asıl maksadını teşkil eden ve o ... -nıanlı denizcilik tnrihinde mi.istcsna bir yeri olan Sev-

24

vid-! Ali Reis; eşsiz bir kaptan, büyük bir şair ve ger­çek bir ilim adamıdır. Başka hir tabirle; kalemi ile kı­lıcını aynı maharcttc kullanabilen hakiki bir san'at­kardır.

Gl\lata'lı tersane kethüdası Hüseyin Ağa'nın oJllu \)laıı Scyyıd-i Ali Rcis'e, gemiciliğin ataianndan miras olarak kalmış olduğunu bizzat kendisi söylüyor. Bu nizden O'ııa •anad;ın doğma bir denizci• demek, her Jı::ıldt: ntUh1WigU Olmasa gerektir.

Küçük }aşta tersane hizmetinde bulunan ve dc.•­nizciliklc ilgili bütün kitapları okuyup, tüm bilgileri ögn.ncn Sc,)'Yid-i Ali Reis'in gençliği, Hayreddin Pa~ Sinan Pnşa gibi büyük deniz kurtları arasında geç­mi~tir. Deniz muharebelerinin hile ve inceliklerini biz­zat bu muharcbelerde öğrenmiştir.

Seyyid·i Ali Reis, 961 H. (1553 M.) tarihinde mer­hum Piri Rcis'in Basra'da bıraktığı donanınayı getir­mek üzere Mısır kaptanlığın<ı tayin edildi. Dördüncü Hint seferi diye bilinen ve gerçekten korkunç serü­venl~r. heyecanlı vak'alar ve acaip olaylarla dolu olan bu mc:;.akkatli yolculuk tam dört yıl sürmüştür.

Sey ·id- i Ai, hu uzun ve mihnetli seyahatinde ba­~ından geçen olayları MİR'AT-OL MEMALlK CMt-m­! t>kctlt.>rın a\ nnsı) ismini verdiği bir kitapta toplamı~

' ı.. Kanuni Sult~n Süleyman'a takdim ederek padisahın affına mazhar olmuştur.

Şiirlerinde «Katibiıo mahlasını kullanan ve •Kati­bi-i Rumi,. u iye de şöhrct bulan Seyyid-i Ali Re is, st-­vahati ~.:sna~ında dolaşmak .mecburiyetinde kaldığı

Hint, Sind, 1\fganistan, Pakistan, Mnveraünnehir. Hcı­

r<lsan, Azerbaycan v s. gibi yerlerde dolaşırken Çağa­

ta~·ca Türkçesini de öğrenmiş ve bu lehçe ile de güzel

25

~iirler vazrmştır. Nitekim Hindistan'da iken Delhi hü­küındarı Humayun Şah'a takdim ettiği gazelleri çok b~ğenen hü~ümdar; kendisine • Mir Ali Şiri Sani• diye hıtab ederek takdirlerini belirtmiştir. Sevdi Ali Rcis gerek Anadolu lehçesi gerekse Çağatay lt>hÇesi}le yazdı: ğı bu şiirlerini de yine •Mir'at-ül Memalik• isimli kita­bında toplamıştır.

Çeşitli tarihlerde, kısmen veya tamamen İngilizce, Almanca, Fransızca, Rusça gib yabancı dillere terceme edilen bu kitap, bizde ilk defa 1313 tarihinde Ahmet Cevdet tarafından İkdam Matbaasında eski Türkçe (Osmanlıca) olarak basılmış ve Türk okurlannın isti­fadesine sunulmuştur. Ne · var ki harf inkılabından sonra adeta bir umacı gibi gösterilmek istenen Os­manhca; genç nesiller tarafından okunamaz bir hale gelince, diğer bütün .~·ah-eserlerimiz gibi bu kitap da bir kenara atılarak unutulup gitmişti.

Tercüman Gazetesi 1001 Temel Eser serisi içeri­sinde yeniden yayınlanar ve şimdiki Tiirkçemize ak­~arılarak genç nesillerin istifadesine sunubn Mir'at-ül Memalik (Ülkelerin Aynası) kitabının büyük bir boşlu­ğu dolduracağına yürekten in·mıyorum. Eme~i geçen­leri bu calışnıalarından dolayı tebrik eder;~.

ÖMER KARA YU MAK

,

Bismlllahlrrahmanlrrahlm '

Sonsuz hamd ve -.ayı~u; sena, butun mevcudatı yoktan var edip, lütuf denizine daldıran, vacib-ul-Vü­cud, yegane hayır vc cömertlik sahibine ki O ne güzel hakiki kudret sahibi, şanı yüce ve bağışı herşeyi kap­layan yegane hükümdardır.

Yaradıp ftlemi Hak verdi şeref Cümleden ademi kıldı eşref Hakkı, ey dil arayub seyyah ol Ma'rifet bahrine var mcllah ol (1)

SeHimlar, dualar, tazarru ve niyazlar, yegane yara­tıcı olan Allah'ın, sevgisinin şerefine bütün alemleri ya­ratıp günahlara şefaatçi. alemiere rahmet olarak gön­derdiği kainatın efendisi, yaratılınışlann gururu Pey­ı:ı;amber Efendimize, aile efr-adına be bütün ashabına ol'>un.

Eyledi nefs bizi gark-ı günah Kıl şefaat ide rahmet Allah Himmet it rüz-ı haşrde yarın Yüzümüz ağ ola, olmaya siyah (2)

• DiNtN KORUYUCUSU PADİŞAHI MEDH HAKKINDA

Müslümanların padişahına dua etmek dahi her müslümana lazım, ehemmhetli, belki de fan \'(' en

28

Jüzumlu bir şeydir. Bilhassa sultanlar sultanı, zaman ve zeminin bakanı, heybetli, cihangir, haşmetli, ada­letli, gayet cömert, atılgan, kara ve denizterin büyük ~ultanı, güçli\, şerefli, z~manla a~ran, en zengin. Sul­tan Selim o~lu Sultan Süleyman Han için -Allah öm­rünü uzun, devletini, hükümdarlı~ını ölünceye ve kı­yamete kadar devam ettirsin. Amin.

Duam ~ldur şeh-i rumun ilahi Saadet ber le geçsun sal-u mahı Amın krnıan-bcri, hakant Çinin Muti~i Hintl-u Sind·in Padişahı (3)

KİTABIN YAZILIŞ SEBEBI

Bu kitabın yazılmasına sebep şudur: Saadetlf.t Padişah-ı alem penab Efendimiz (Allah

O'na olan yardımını arttırsın) Şark seferi sırasınd•ı Halep'tc kışladıkları yerde, bu acize Mısır kaptanlı­ğını lutfeuiler.

ön"e Mısır'dan Basra timanına gönderilen donan­ma gemilerinin, Mısır'a gt>ri getirilmesi ferman buv­ruldu.

Bu vüksek emiı· mucibince Basra şehrine vardık. Mevcut ~lan onbeş parça kadırga ile Hürmüz denizin­den Mısır'a do~ru yola çıktık.

Ama (Kul tedbir alır, Hak takdir eder) sözü gibi tedbir. takdire uygun düşmedi. Mısır'a varmak mü­v~sser olmadı. lster istemez Hint ülkesine çıktık. D~­:ıiz yoluyla gitmek mümkün olmadı. Mısır'lı gemiciler­den padişah hazretlerinin hclftl t•kmeğini vevip yedi~i

nimerin kıymetini bilen bir miktar gt!mici ile, karadan, Osmanlı ülkesin,~ doğru yola çıktık.

Baştan başa Gücerat ülkesi, Hint, Sind, Buhter ı emin yani Zahulistan, Bedehşan ülkesi, H ot lan, Tu­ran, İran yani Mavera'ünnehr. Horasan, Harez~ ülk~<ii n~ Kıpçak çöliinü geçtik. Bu taraflardan yol bulama. dık. Niha~·("t Horasan Meşhedi'nden lrakeyn yolu ile ytıni Kazvin ve Hemedan'dan Ba~dad'a v:ırchk.

Yolun doğrulu!;,rtından emin olarak Ba~dad'dan

çıktığımız zaman, tertemiz ve sözünün eri yol arkada$· !arım bana gderek:.

- Kim, bu meşakkatlerden kurtulduktan sonı~ı.

bu dağ ve çöl gezilt.~rimizi uzun uzachya anlatıp, bu sefeıin, Mekke ve Cidde seferlerinden daha yorucu ol­duğunu söylerse, mübalağa etmemiş olur.

Tehlikelerle dolu bu seferde meydana gelen zor­luk ve sıkmtıları anlatmaya. coşkun Hint denizi mü­rekkep ve Sind ormanları kalem olup bin defa ço~al­tılsa, hakiki şekillerinin bind~ birini ve vüz muha!'ip bir araya gelse, tehlikelerin korkunçlu~unun onda bi­rini yazıp anlatamaz.

Hiç olmazsa görülen şehirler, gezileı · çok ı uhaf 'e şaşılacak yerler, ziyaı et otunan mezarl~r ve sonra da çekilen elem ve sıkıntıların aniatılıp bir kitap meyd~­nı:ı geı:rilmesini arzu ediyoru7.. Ki işitenler, keder do­lu maceramızı aniayıp halimize acısınlar» diye devarn­lı surette ısrar edince (dc\'amlı birşeyi arzu etmek, o ~eyin meydana gclme!iine seb.:p olur) düşüncesiyle k:­iaba haşladım. Yapmacık \'(" sec''li sözlerden kaçınn-

rak, herk~sin unlayabilmesi :':in, günlük lbanla yaz­dım. i\!ıstıf!ımız \c oturduğumuz saltanat c\'i olan fs­r.ınhul'a varınca, sıkıntı \C elemli günkrle keder dolu hıkfıwmiz sona crdı .

Her ne kadar çekilen czhetlerl! göre kitabımıza ~MİHNE1-NAME•· :knilmcsi lazım gelirse de, her \'i. 1.1yctin, gelilen her mc-mleketin durumları bu 'kitapta :ınlatıldığı için isminin MİR'AT-CL MEMALİK (Ülkele­rin Avnası) olması daha uvgun görüldü.

Umiclimıt, tfostlarla yüzyüz':' geldiğimiz zaman. bu l:icrau vadisinde o.;aşkın v~ diyar-ı gurbette ah edip iP­k ver<' k ağl<ıy<'n fıcit.i havır dııa ile anıp , kederli gönlii· :ıu ml'mnmı clml'leridiı-.

Hn ki)i i-.ıcr kova altmdc ad , H~ı\ r il,· ı:i ki:n kıl:ılar anı yad

ScrgüJ.c-;tıın hen daJı; zikre~ıipim

Bır dua ik• aı1ılnıakdır murad (.tl

MİR'AT-ÜL MEMALİK (t,;LKELERİ"' .\YNASI)

DEST ANlNA GİRİŞ

Yine d\!ryayi mihncı eyledi dış Mcvc· i gaın ba~dan aş u b eldi hurü~ Dehr idüp aşikarc kinesini Garka k.asd etti ten ~dinesini (Sl

Padi!jah ·ı Alem-pcnah Ha·~retleri H. 960/1553 sene­si Ramazanının ortalarında bü~ük n: mu~ uam bir ordu ıle Doğu Seft-ri'ne çıktılar Kışlamak ıçin Halep istik:ı­metine yöneldiler. Bu acizc de St'feı-i Hümayun'da hizmet görevi verilmişti. Zafer müjdelcyen ordu ile yo­la koyulduk. Saadetlü Padişahımızla mübarek Ramazan bayramını Yenişehir'de (1) id rak ettik. Oradan Seydi Gazi'ye geçip türbeyi ziyaret etti.

Konya'ya varınca; Molla Rüm (2); Sultan'ul Ulema (3); Şems-i Tebrizi ve Şeyh Sadru'd-Din Konevi Haz­retleri'ni ziyaret ettik. Kayseri've Hınnca Şeyh Evhaud -din Kirmani; Şı.!yh Burhanud-din Muhakkik; Şeyh

Bahau'd-din oğlu Şeyh İbrahim Aksarayi ve Davud-u Kayseri'yi zivarcı ettik. Buradan Halcp'e vardık.

(I) Bursa Yeni~ehr'i (2) Mevlana Celô.leddin-i Rumi'nin buzı kaynaklardaki ismi (31 Mevlana'nın babaM

4 Hz. Da\ ud; Zt:kcriyya ve Belkıya pcygamberler

ile ashabdan Sa'd Ensari; Sa'id Ensari ve diğer salihte­rin kabirl.erini ziyaret ettik.

Mübarek Kurban bayramını Saadcılıl Padişah ile orada geçirdik.

Önceden Mısır Kaptanı Piri Be) (4), Süveyş iske. lesinden otuz kadar baştarda; kadırga; kalite ve kalyon ile Kızıldeniz yoluyla Cidde'ye uğrar. Oradan Ye­men'e varır ve Bab'ul Mendep boğazından çıkar.

Aden önünde Şıhr ve Zafar yoluyla Rc's-ul Hud'u geçer. Yolda fazla sis ve bulut olduğundan gemiler bir­birinden ayrı düşerler. Şıhr yakınında bir kısmı par­çalanır. Bir kısmı kurtulur. Umman'rr güneyindeki Maskat kalesini fcthedcr. Halkını esir edip, Hürmüz ve Braht adt\larını yağmalar. Basra !imanına gelince düşmanın « kafir dona n ması geliyor» Jiye habt'r alır­

lar. Maskat kalesinden esir alınan düşman kaptanı

da: •- Donanmanın gelmesi muhakkaktır. Burada

durmayın. yoksa çıkamazsınız!» dcyinc..! donanmanın

hepsini çıkarmaya muktcdir olamayıp. kendisine ait üç parça kadırga ilc düşman gelmeden ev\'el limandan sıçrayıp çıkar. Bir kadırga da Bahreyn yakınında par~

çalanır. İki kadırga ilc Mısır'a \·anr. Di~er gemiler Basra'da kalır.

Ku bad Pa<,;a hazret leri Mısır sanı: rı k bcğlerinden

askere kumandan olan Ali B~v·c kaptanlığı teklif edt:r. fakat o razı olmavınca karadan Mısır'a geçer. Gemı-

(4) Kitab-ı Bahriye'nln yazarı Piri Reis (Ö.K.)

33 leri bozulur. Bu durum İstanbul'da duyulunca kap-tanlık, Basra şehrinde Katiyf sanca~ından aziedilen Murad Bey'e verilir. Mevcut olan gemilerden iki barça, beş kadırga ve bir kalitenin Basra limanında kalm::ı-:ı emredilir. Bir kadırga da Bas>:a limanında yanıp mah­volur. Geriye kalan onbeş kadırga ve iki barça ile Murad Bey, Mısır'a gitmek ümidiyle Basra'dan aynlıt'. Hürmüz önlerine geldikleri zaman düşman donanma­Si ile karşılaşırlar. Büyük bir savaş ölur. Kaptan Rei"i olan Süleyman Reis, Recep Reis ve askerlerden bir çok kişi şehit olur. Barçaya da düşman el koyar. Tek­rar Basra'ya kalan gemilerin yanına gidip, memleke­!e dönmeye imk~n olmadı~ını padişaha arz edince kaptanlık görevi bu aciz kula verildi.

Padişahın aciz kulu ve duacısı KATtBi ROMl ya­ni fakir HÜSEYİN oğlu SEYYıD-1 ALİ eskiden beri de­nizcili~e meraklı olup, denizcilik tahsilini yapıp ta­mamlamaya can-u gönülden razı idi. Saadetli padiş<ıh efendimizlt> Rodos fethinde beraber bulundum. O z::ı­

mandan bugüne ka,dar Akdeniz'de yapılan bütün sa­

vaşlarda ve fetbedilen bütün kalelerde merhum ve ma~fur Hayreddin Reis, Sinan Paşa ''C di~er kaptan­larla pek çok hizmetkrlc bulundum. Akdeniz'in hPr köşe ve buca~nı dolaştım. Denizcili~c ait bilgimi pe­kiştirip, bu konudaki ilimierin hepsini yazıp ö~ren­

dim. Heyet ilminde (astrononıi) feıın-i hikmette ve denizcili~e ait diğer konularda ve vıldızlann durumu

hakkında kitaplar yazdım. Ana ve baba atalanm. b:!. hassa İstanbul'un fethinden beri Galata'da tersane l<ethüdahğı yapagelmişlerdi. Her biri deniz ilminde mahir kişiler olup, maharetleri açıkça görülmüştü. Bu

F: 3

yüzden denizcilik sanatı bana atalarımdan miras oh­rak kalmıştı.

lşte bütün bunlar göz önüne alınarak, deniz ilmi. r.i hakkı ile bilen bir adam ihtimali ile 960 H. = (l552 M.) Zilhicce'sinin sonlannda Mısır kaptanlııt hizme­ti bu fakire hediye edilip, Basra limanında bulunan gemilerin tekrar Mısır tarafına getirilmesi emredildi.

Bu yüce ferman üzerinde 961 H.=(l553 M.) Mu­harrem'inin birinci günü Halep'den Basra'ya d<$ıl yo­la çıkıp, Bireci.k önünden Fırat köpriisü ile geçilip Ru­ha (6)'ya varıldı. İbrahim Aleyhisselam'ın makamı ziya­ret edilip, Nusaybin'den Musut'a geçildi. Burada da Hazreti Ytlnus ve Cercis paygamberlerin, şeyh Muham­med Gurabili, Musullu Fetih ve yine Musul'lu Gadibül­ba'nın makamlan ziyaret edildikten sonra Baldat'a yönelindi. Tikrit kalesinden Samire'ye uÇayıp lmam-ı Aliyy-ül-Hadi, lmam Hasan-ı askeri de ziyaret olunup ~hr-i Aşık (7) ve Ma'şuk'dan Harbi kasabası ve Semike kasrı yolu ile Ba~dat'a varıldı. Köprüden Baldat nehri yanı Dicle geçilip, Yuş'a Nebi (A.S.), tmam-ı Azam. 1mam-ı Ahmed ibn-i Hambel, lmam-ı Yusuf, lmam-ı Muhammed, lmam-ı Muhammed Gazalt, Ays ibn-i İs­hak (A.S.), imam Musa .KAzım, imam-ı Muhammed Ta­ki, Kanber Ali, şeyb Abdulkadir Geylani, Cüneyd-i Bal­dadi, Ma'ruf Kerhi, şeyh Şibli, sım-u Sakati, Hallac-ı Mansur. Beşir Hafi, Cömerd Kasab, Behl-ül Divane, Fudayl ibn-i ıyaz, şeyh Şahabed-din Sühreverdi ve

-------------------~ (6) Ştmlüki URFA 'edi~ mU: te/U iw akf .,_ (1) SOmlre'ıdıı ~ ~,. ter~ urop bir ~~·

hir taımtı.tdır. (0. Jr.)

35

~eyh Davut Tai ziyaret edildikten sonra kal'at-üt-tavr (kuş kal'ası) önünden geçilip, kal 'a-yı bir'e varıldı. Mü­seyyeb kasabası öniinden Fırat nehri ile gazveye yani Karbela'ya geçildi. Hazret-i İmam Hüseyin ve diler şehidlerin makamları ziyaret edildikten sonra, Şefate

tarafından çöl yolu ile Meşhed'e yönelindi. İkinci gün Haire'ye, yani Necef'e varıldı . Hz. Adem,

Hz. Nuh ve Şem'un peygamberlerin, Hazreti Murtaza Ali - Allah ondan rau olsun- ziyar .:t edilerek Kiıfe 'ye

varıldı. Kufe mescidi camiler ve H:c:. Murtaza Ali'nin evi, Kanberin ve düldül'ün makamı göriildükten sonra Hüseyiniye kalesine gelindi. Yolda Harun Peygamber ile oğlu ZUlküf -Allah'ın selAmı üzerlerine olsun- zi­yaret olunup, oradan Hille'ye geçildi. Burada da evliva­dan sahib-üz-zaman yani lmam-ı Muhammed Mehdi'­nin makamı, Hz. Ali'nin kardeşi imam-ı Ukeyl ve Şems mescidi ziyaret edilip, Fırat nehri yine köprü ile geçil· dikten sonra tekrar Bağdat'a gelindi. Ve burada gemi­lere girilerek Basra'ya doÇ\! yola çıkıldı.

Yolda Medayin şehri seyredilip, Kisra'nın takı ve sah-ı Zenan'ın kasn temaşa olunduktan sonra Selman-ı Farişi de ziyaret edildi. Ammare boPzı geçilip, Vasıt ~olu ile Zekiye'ye varıldı. Karşısında bulunan tlzeyir (A.S .)'ın kabri ziyaret edilip, Içd kalesi ile Meıraa ka­lesi önünde Sadr-ı Süveybe kalesine varıldı . Daha son­ra Basra nehrine gelinip Safer ayının sonunda şehre girildi.

,

BASRA VtLA YETtNDEJd DURUIIU BEY AN EDEJt • •

Ertesi gün Mustafa Paşa .Hazretleriyle müllkat \':lptık . Elimi1.de olan Ferman-ı Şerif'leri görünce, mev-

36

cud olan onbeş parça kadırgayı teslim etti. Tamire muhtaç yerler, mümkün mertebe gözden geçirilip kala­fatlandı. Reisierde Hünnüz ganimetierinden kumbaı

bulunup, onunla, her gemiye su ihtiyacını gidennek ıçin, yeter derecede kıntas işlettik. Mevsim uzak oldu~ için, beş ay kadar orada kalıp Mescid-i Ali, Hasan el· Basri, Talh~. Zübeyr, Enes b. Malik, Abdurrahman b. Avf, Ashab şehidleri (Allah onlardan razı olsun) ni zi­yaret ettik. Bir gece ru'yamda kıhcımın herelenmiş ol­duğunu gördüm. Şeyh Muhyıddin-i A'rabi'nin (K.S.),: Bir vak'ada Hz. Peygamberin kılıcı berelenip Aslıab-ı Kirama ma'lubiyet geldi, diye naklettiği de bu !cizit hatınnda idi. Çok korkmuştum. Peygamber efendimiz Hazretleri dua ettiler. İslam ordusunun muzaffer oldu­gu kalbime dogdu. Duaya başlamışken uyandım. Bu vak'ayı kimseye söylemedim. Çok zaman zihnimi meş­gul etti. Mustafa Pa~a Hazretleriyle anlaşıp o kal'ayı

Hüveyz fethine gösterişli tayfalarta gitti. Bu acizi de ~ kadırga ile Al:fclncoglu tarafından şehre bir zarar gel­mesin diye Cezayir şehrine gönderdi. Gemilerde olan Mısır askeri Mustafa Paşa ile beraber gitti. Allah'ın

hikmeti, kal'anın fethi müyesser olmadı. Yüzden faz­la tüfekçi askerim orada şehid oldu.

Hemekadar bu hadiseye iizüldümse de, yukarıda

:ınlattığım rüyanın tabiri olarak yoru~ladım. Fakat, takdirin tedbir ile değiştlrilemediği günden

caha aşikardır.

Olacak nesne olur çar-u naç!r Gerek sen gönlünü gen tut gerek dar (6)

Mevsim sonu yaklaşınta Paşa Hazretleri denizci­liktc mahir Şerif isminde bir şahsı, bir perıkcnde yani

37

Fırkata ile inceden ineeye araştınna yapması için Hür­müz tarafına gönderdi. Bir ay kadar o taraflarda dolaş­tı. Dört parça düşman gemisinden başka gemi olmadı­gını, oiılann da mevsim itibariyle h~r.ıamanki gemiler ())dugunu bildirince asker gemilere binip Mısır'a doğru yola çıktık. (1 Şaban 961/2 Temmuz 1554)

HtlRMtlZ DENİZiNDE MEYDANA GELEN OLAYLARI ANLATlR

Bu senenin Şahanının birinci günü, Basra limanın· dan yola çıktık. Paşa Hazretleri yukarıda ismi geçen Şerif'i y ;,1 arkaı:la~ı o i ın lşı içi :ı, Fırkatas• ile Hürmüz'e nmnca bize ~öndcrdi. Şattul-Arab'dan Mahze·ri yolu ile Ab~dan ve Hızır Aleyhisselam'ın makamını ziyaret ettikten sonra Hünnüz denizine açıldık Dospot ve Şuster kıyılanndan Cezire-i Muhtereme yani Harek'e geldik. Hz. Ali'nin o~lu İmam Muhammed Hanefi v~ Ashab şehirllerini (Allah onlardan razı olsun) ziyaret ~ttik. Şiraz'ın limanlarından olan Rışher'e vardık. Fars topraklanna, yani, Şiraz'ın etrafını gezdik. Denizde bir Çin'liye rastladık. Düşmanın nerede olduğunu sorduk Haberleri olmadığını ögrenince, Arabistan'ın güneyin­de, Hıcr, yani, Lahsa yakınındaki Katif sehrine vardık Orada da bir kılavuz bulup haher sorduk Düşmanc\arı

bir haber alaınadık.

Buradan Behreyn'e geçtik. Oranın Hakimi olan re­is Murad ile görüştük. Ondan da düşmandan haber ~orduk. O da denizde qüşman yoktur dedi.

Bahreyn'de, ne garip bir hikmettir ki, (dalgıçlar)

denizciler, tahminen sekiz veya daha fazla kulaç derin · !ikten, ellerine birer tulum alıp, denize dalarak dip-

38

ten, ellerindeki tulumu tatlı su dolduruyor ve her za. man reis Murad'a getiriyorlardı. . O su, yaz günlerinde, bütün di~cr sulardan daha soğuk ve hoş oldu~ ıçin, reis her zaman ondan içiyordu.

Bu acize de, saygı göstererek, o sudan gönderdi. Hakikaten gayet iyi bir su idi. Hazret-i Allah'ın kudre· tine şan ve büyüklüğüne nihayet yoktur. Allah her şe­ye hakkiyle h~kimdir.

Onlarca (sulan acı ve tatlı olan) iki denizi salıver­miş (birbirine kavuşuyorlar) (*) ayeti bunun hakkında­dır ve $ehre bu ismi vermenin sebebinin bu su oldu~ı inancındadırlar. Velhasıl oralardan da geçip Cezire-i Kıs, y:uıi, Eski Htinııüz'e, ~ezin:H Bıreht ve Yeşil De. niz'in yani, Hürmüz Denizi'nin birçok adalarına u~­radık. Hiç uirinde bir haber alamadtk.

Hürmüz'ü geçince-, Basra'rlan yol arkadaşı olan Şerif-'i, Mustafa Paşa Hazretlerini, Hürmüz selametle geçildi diye bir mektupla geriye gönderdik .

• Cilgar ve Cadı sahillerinden Kimzar ve Lime de·

mekle bilinen kasabayı geçtik. Horfekan şehri yakınianna geldiğimiz zaman, yol­

culugumuzun kırkıncı, mubarek Ramazan'ın da onun­cu günü, ikinci zamanıydı. (10 Rctmazan 1 9 Ağustos) Ansızın, yirmibeş Portekiz gemisiyle karşılaştık. Bu gemilerin dördü karaka biçiminde büvük barça, üç ta­nesi bi.:yiik k .. l.}c,r,, aitı tanesi kalyondan biraz küçük <Jian karavelC', onıkisi arkası yüksek, haş tar<ıfı uzun ve keskin, iki direkli çt.:Ctirmeden büyük olan grab bi­çimi gel'niler idi. Üzerimize doğru geldiler. Biz de he-

(*) RahmA S1lre.; A~ : zg

39

men velkenleri fora edip demir aldık. Sillhlanmızı ha­zırladık. Hazreti AJlah'ın yardımına, peygamberler \e velilerin himmederine sıtınarak flandralan dikip san­caldan açtık. Hazırlık tamamlanınca, Gülbank-ı Mu.· hammedi ile hemen sav~ ba~ladık.

Öyle hi ı· tor ve li ii t:K savaşı oldu ki, dille anlatı­lamaz. Sonunda All'lh'ın yardımı iJP P?rtekizJilerin bh' lalyonu topla <-uru!up kendisini FekkulerUad adasına baştankara etti, fakat, kurtulamadı, içindekilerle bera­ber banp gitti.

Galiba görmedi çeşm-i encUm • Bu kadar hadise-i uzmayı

Bilmezem kim nice tl bir ideyim .Sana bu vakı'a-yı kübrayı (7)

Mesiht Yatsı zamanına kadar şiddetle çarpıştık. En so­

nunda düşman kaptanının ümidi kınhp korklu ve ge­milerine emir topu atıp savaş. kes işareti verdi. Bar­çalar tremola edip, Hürmüz tarafına d~ ~alatıp yüz çevirdiler.

Saadettti padişah efendimizin emrineteki kullar ola­rak, Allah'ın yardımiyle, düşmanı yendik ve din düş­manını hezimete u~ttık. Derken karanlık bastı. De­niz süt limandı. Aniden şiddetli bir fırtına çıktı. Kıyı

yakın oldulu için sabaha kadar hafiften yol aldık. Dal­galar kıyılan döt\ip gittikçe karlezi temizledi ve f~la­ca y~mur ya{dı. Biraz denize açılarak yine se~ni

çevirip yolumuza devam ettik. Ertesi gün Horfegan'a vardık. Askerler su ikmalierini yaptıktan sonra, Um­man'dan, Arnman kasabasına, ·yani, Şehr-i Suhar'a gel­dik. Böylece onyedi gün tekrar denizde yolculuk yap­tık.

\

Mubarek Ramazan'ın yirmialtıncı günü -ki Kadir Gecesiydi- Maskat kalesi ve Kalahan önlerine geldik. {25 Agııstos)

Sabahleyin, aniden, limandan oniki büyük Barça ve yirmiiki grab ile tamamı otuzdört sayısız askerle dolu gemi bize doğru yelken açtı. Barçalar, katyonlar, herşeyi göze alıp, maysterlerini taktılar ve yedek yel­kenlerini de ektediler. Karaveteler çenber yelkenlerini açtılar. Gemılerini flandıralarla süsleyip üzerimi1..e üze­r imize hücum ettiler.

Biz yine Yaradan'a sı~ınıp kıyıda onların gelmesi­ni bekledik. Barçalar gelip kadırgalara vanaştı Şiddet­li bir top, tüfek, ok ve kılıç mücadelesi yapılıp öyle bir savaş oldu ki anlatılamaz.

Birbirine çatışan gemilerden pencere büyüklü~n­de delikler açılıyor, yelkeniere ve gemilere atılan ok­lar, onları kirpiye döndürüyordu.

Taşları ketekieri kim yağdınr Herbiri deryada döküntü olur (8)

Bir kadırgamızı yaktılar. Hakk'ın hikmetine bak ki, kadırga ile barçaları yandı. Beş barça ile beş kadırga baştan bra edip hepsi hattı, mahvoldu. Bir barçaları yelken kuvvetiyle omurgası üzerine karaya oturduysa da o da heln oldu.

Böylece iki tarafın askeri de kuvvetten kesildi. Kürekçi tayfasının, ki.lrek çekmek, siya etmek ve top ateşlernekten tlikatleri kesilmişti. Zarur'i olarak demir atıldı. Demirler gernilerin kıçına alındı. Bu halde yine savaş devam etti. Denize sandallar indirilip batan ka-

41

dırgaların reisierinden Alemşah reis, Kara Mustafa, Kalafat Memi, gönüllü kurnandan Dürıi Mustafa Bey ve diğer Mısır'lı asker liletçilerden ikiyüz kadar insan toplandı.

Kürekçi tayfası araplardandı. Bunlar, karaya çı.

kınca, sayısız Necid'li Arap İslam ordusunun yardırnı­na koştu 1 ve karada yol gösterdi.

Katir olan araplar da barçalarda kalmış oıan kefe­re-i fecere'yi aldılar. Onlar da bir arap kabilesi olup, karaya çıkarak arap vilayetlerine çekilip gittiler. Allah f8hldlmdlr ki, merhum Hayrettin Paşa lle beraber bulundum. Andrea Dorla ve Cend Da11a yapılan sav8f­larda böyle bir gemi sav••• olmam"tır. Gece olunca, Hürrnüz körfezinde yine fırtına çıktı. Barçalar, ikişer büytik demir çapa attı, ve levişteler ba~ladı·lar. Grab­lar demir tarayıp karaya oturdular. Kadırgalar da ça­pa tutturamadı. Halk aciz duruma geldi. İster istemez sahilden uzaklaşıp yelken açtık.

U gece, Arap topraklanndan ayrılıp, uçsuz bucak­~ız denize düştil.l.c. Sonra, Kirman vilayetinden. Cay (Jask) topraklanna vardık. Buranın kıyılarında bir li· man olmayıp, açık, yani yalı idi. Kıyı seçilince, dernit atıp bir iki gün öylece yürüdük. Sonra, Mekran vila· yetinden Kiçi Mekran'a vardık. Akşam olmuştu. Bu­nun için kıyıya yanaşamadık. Sabaha kadar olduğu­muz yerde, bir aşağı, bir yukarı ettik. Kuru salıntı tayfayı berbad etmişti. Nihayet bin türlü eza ve cefa ile, ertesi sabah kıyıya vardık.

Burası, Bender Şehba ismiyle bilinen bir yerdi. Orada, bir bölük başı-bozuk deniz askeri gördük, bir

42

de aktarmaları vardı. Gözcüleri bizi gorunce, hepsi bir araya toplanıp bize bir adam gönderdiler. Biz müslümanız deyince, reisieri gemiye geldi. Gemileri­mizde içecek bir yudum su dahi yoktu. Reis bize içecek suyun yerini gösterince, kendinden geçmiş olan askere yeni bir hayat geldi. O gün orada su bulunca kendi kendimize bayram yaptık. O gün, bizim bayra­mımızdı.

Ayni reis bize kılavuzluk etti ve Guadar isimli iskeleye vardık.

Ora halkı Bulucistan'lı idi. Padişahları, Me!lk Di­nar ~lu Melik Celalü'd-Din idi. Gvadar hakimi gemi­ye gelerek Saadethi padişah efendimize ~hlıklannı bildirdi. Daha evvel donanma Hürmüz'e gelmişken, ge­milerle yiyecek ve adam göndermiş, fakat donanmaya yetişememişlerdi. Her ne zaman Hürmüz'e donanma gelse elli altmış gemi ile erzak gönderirlermiş. Her yönüyle, yardım etmeye linAde olduklannı çeşitli vc­silelerle bildirdiler.

Melik Celilü'd-Din'e: tnp-Allah, si7in-bu durumu­nuz hazır oldu~nuza işarettir. Siz yine hazır olun, diye mektup gönderip, kara ve deniz kılavuzu istedik . İşe yarar iki adam göndererek, Saadet)(k padişah efen. dimize itaat ve bafhhklannı ispat ettiler.

Ht NT OKY ANtJSUNDA MEYDANA GELEN

OlAYlAlti Btı.Dhtta

Rüzgardan biraz aman alınca , Allah'ın yardımına

sığınarak, Hint Okyanusuna açıldık ve Yemen tarafı­na d~rulduk.

Saldım engine gönül zevrakını şah onara Beh diye n'olsa gerek idelirn Allah onara (9)

(Necatt)

deyip birkaç gün denizde kaldık. Tahminen Re's-ul Hat'ı geçmiş, Zefar ve Şihr kı­

yılan yakınlarına gelmiştik ki, gün batısından, fiJ tu­fanı adiyle meşhur bir fırtına koptu. Detil yelken aç­mak, bir tente bile göstermeye Imkan yoktu.

Bir bahre düştü keşti-idil yok kenare hiç Bir bad-bani rast de~! rüzgare hiç (10)

Yetimt

RüzgAr hiç göz açtırmıyordu. Akdeniz'de olan fır­

tınalar bunun yanında hiç birşey de~ildi. Sıra datlar gibi olan dalgalar, Akdeniz'dekilerden kat kat yüksek­ti. Geceyi gündüzden ayırt edemiyorduk. Gemilerde olan a~ırlıktann hepsini denize döktük. Hafız'ın

Şeb-i tarik u bin- i mevc u girdlbi çonin hail Küca danend hal-u ma sebk-i baran sahilha (1 1)

beytini yad ettik.

RüzgArın ardı arkası kesilmeden devam etti. AJ­lah'ın takdirine boyun e~ekten başka çıkar yol yok· tu artık.

Hazret-i Allah'ın yardımına, Peygamber ve velile­rin himmetlerine sı~ındık .

Bazen, kederli zihinleri teselli için, Yetimi'nin:

Düşme engin gama fırtına çoktur savulur Sakın felek rıza ol , görününce karalar (12)

• beytini söyler bazen de dertli gönülleri teskin için:

Ey gönül. gel düşme gam girdabına derya-dil Bir iki gün essun savursun, böyle kalmaz

rüzgar

derdim. Bu fırtına en gün ~adar böylece devam etti. Bir gün bile durgunluk yüzü göstennedi. Yoldaşlara: ~~~~niz si_virya bulunun. Allah'.Jn izniyle iyi olur diye gcınullefını alıyor, nasihat ediyordum.

Denizde; iki kadıııga uzunlu~unda; hatta daha bü­yük balıklar gördük. Kılavuzlar: Dokunmaz; korkma­yın dediler. ·

Nihayet med-cezir olayı meydana geldi. · Bulun­d~~u~uz ~erde med olayı daha fazla o~du~ndan ~e­kıd k~rfezı yakınlarna düştük . . Karaya yakın oldu~- . muza ışaret olmak üzere deniz atları; kocaman yılan· . lar; harman büyüklüğünde kaplumbağalar ve rişte-i

. bahr gördük. •

Denizin rengi beyaziaşmaya başladı Bu hali gören kılavuzlar; ba~rışmaya başladılar (feryad ettiler) ve bu· bir girdabın meydana geleceğine işarettir. Bu denizd; bu durum iki yerde meydana gelir ki birisi Habeşistan sahillerinde Guardaful ve diğeri de Sind yakınlannda Çckid körfczidir. Bunlara tutulan gemilerin kurtulma imkanı olmadı~ı deniz kitaplannda yazılıdır dediler. Hemen; bulunduğumuz yerin derinliğini ölçtük. Beş kulaç derinlik vardı. Hemen orta yelkenleri ba~layıp sereni yisa ettik ve devriye koyduk.

Gemiyi orsazir edip muhkem alat düşürdük. Bir ta. raf dik olduğundan o gün ve gece kürek kullandık.

4S Sonunda; Hakk'ın yardımıyla cezir zamanı geldi.

Rüzgar da ters esmeye başladı. Yani hafiften çapaz • lama hatta pupa-pruva esmeye başladı.

Vücudun zevrakın sal bahr-ı aşka rüzgarındır Hü<ta'nındır onannak sanma ey dil;

rüzgArındır (13)

Ertesi sabah erkenden yelkenleri indirdik. Açıkgöz gemicileden birini contaya ba~layıp yelkensiz sereni diktik. Altına bir manivela sokup sereni bir direk boyu

kaldırdı k.

Etrafa bakıldıkta deniz kıyısında Camher viUiye· yetindeki kilise göründü. Tekrar aşa~ı indirdik. Yel­kenleri takıp Formiyan ve Mangalur'un önünden geç­tik.

Bir ara Sumenat kilisesi evler arasında kayboldu ise de sonradan Sumenat'ıı1 önünden de geçtik. Niha­yet Diu'ya vardık. Diu düşman elindeydi. Bunun için

~

oraya gitmekten ·çekindik. O gün yelken açmadık Ser-dürneo ile yol aldık. Gittikçe riizg~r hızını arttırdı. Gemilerin dümenleri zaptedilemeyecek hale geldi. İkişer yular ile dörder kişi bin bela ile zaptedebiliyordu. Kardiya üzerinde insanın durması imkansızdı. Baş tarafa hiç kimse gidemiyordu. Gemicilerle çok zor an­laşabiliyorduk. Reisler ve yelkenciler karnaralarmda bir an bile duramıyorlardı.

Nihayet paralı askerlerin çoğu anbara doldu. (De­niz) gemilerin üstündeki uzun a~açları alıp gitti.

Velhasıl o gün bir kıyamet günü idi. Sonunda Hin­distan'ın Gücerat eyaletine vardık. Fakat bulundu~u­muz ~·~rin rıeresi olduğunu bilmiyorduk.

Ansızın kılavuzlar : Dikkat edin; önümüzde girdap­YAri çatlak var diye ba~nca demirleri funda ettik. Fakat gemiyi harpuşte muhkem .çiğneyip batırınalı ey­ledik.

du. Kürekçi tayfası karlindierini bozup, herkes soyun-

Bazılan varil, bazılan tulum hazırlayıp birbirleriy­le heJAJiaştılar. Ben de soyunup kölelerimi azad et­tim ve Mekke fakirlerine -Allah onlan şereflendirsin~ yüz filan adadım. Sonunda demirlerin biri küpe, bi­ri de paçoz dibinden kınldı. Tekrar iki demiri sa~lam­ca döşeyip ba~ladık. Böylece bir müddet daha fırtı­nadan kurtulduk.

Fakat kılavuzlar, burası Diu ile Darnan arasıdır, burada gemi batsa, hiç kimsenin kurtuhaa ümidi yok­tur. Hemen yelkenleri açıp, düşmanın yakınında bir yere varmak gerekir deyince, ben aciz hemen bulun­du~muz yerin git-gelini, yani akıntısını hesap et­tim.

Haritadan pusulaya bakarak yerimizi buldum. Ve kıyıya yakın olup olmadığımızı hesaplad~m. Kur'an-ı Kerim'den bir fal baktım. İyi olmasına aiamet gör­düm.

Gemilerin sulanna baktım. Hemen hemen döşeme­ler tamamen sularta örtülmüştü. Gemıter iyice sulan­mıştı. Hemen suları boşaltmaya başladık. Bazı yerler­den geminin lumbozlan bulunup açıldı ve biraz su bo­şaltıldı . İkindi zamanı hava da biraz açıldı. Hindis­tan'ın Gücerat eyaJetinin Darnan isinıli vilayeti önün­deydil$:. Kıyıdan uzaklı~ımız iki mil kadardı. Bütiin

47

gemiler oradaydı. Bazı kadırgalar kenara yakın olduk­larından dalgaların şiddetli dötmeleri sebebiyle aciz duruma geli'IÜf, kürek, sandal ve variHcri denize dö­külmüş, kendileri de karaya oturmuştu. Velhasıl, beş

gün, beş gece, bu kasırga ve şiddetli yatmunı demir üzerinde geçirdik. Çünkü, bu mevsim, Hindistan 'ın y~mur mevsimi idi. Elimizden ne gelirdi ki (Gökten ne yapr da yer onu kabul etmez ki) sözüne boyun et­dik. Bu beş günde hiç kimse gündüz güneş, gece de yıldızlardan bir eser gönnedi. Gece gündüz elimi1.den pusula ve saat <lüşmedi.

Sözün kısası, herkes şaşkınlık içinde. sıkıntıya bat­mış olarak, dünyadan ümidini kesti.

Afitabi doğa devlet güneşi birgiin ola Hak teala kulunu kahr ile daim kılmaz (14)

diye arkadaşlara teselli veriyorum. Allah'ın hikmeti olacak ki, orada dahi, demirlemiş

olan üç gemi yan yattı ve içierideki tayfa,

Keşti şikeste kanim ey bad-ı şurte berhiz Başed ki bawinem an yAr- ı aşinari (15)

deyip Allah'a sayısız yalvarış ve yakarışta hulundular Allah'ın izniyle, hepsi sa~ salim olarak karaya çıktı­

lar ve kurtuldular.

GÜCERAT'TAKi DURUMU BEYAN EDER

Hazret'i Allah'ın inaveti ile, beş gün sonra riizgAr biraz hızını kesti, ortalık siit liman oldu.

Parçalanan gemilerin top ve di~er kısımlarını Gü­cerat padişahı Sultar Ahmed'in amirlerinden Daınan

hakimi melik Esed'c yani kal'ayı Daman•da emanet bı­raktık. Orada, Kalküta'dan gelmiş olan birkaç pal"Ça cönk, yani mevsim gemisi vardı. Hareket etmek üzere ıdiler. Kotuvallan gemiye gelerek, KalkUta padişahı Samirinin, saadetiCt padişah hazrederine ba~lılık vr hürmetlerini bildirdi.

Gece gündüz, Porteki1. k:afiri ile harp halind~ ol­c;uklarını bildirince, · kadırgalarda kılavuzluk yapan, o vilayetten kılavuz Al· ile Samira'ya: Allah dilerse, Do­nanma-yı Hümayun, Mısır'dan ge!ip o taraflan düş­

mandan kurtaracaktır, yılmayınız. diye bir mektup y?. · zıp o gernitere g()nderdik.

O şehrin valisi olan Melik Esed bu Acize haber !!i.indererek, düşman donanmasının gelmek Uzere bu­lunduğunu, tedbirli olmamızı, Kal'ayı Surat'a varmava çahşmamızı bildirdi.

Bu haberin, gemilerdeki tayfa arasında yayılması

üzerine, bazıları ora~ kalıp, Melik Esed'e tAbi oldu. Bazıları da: •

Suyu bardakta demişler, gemiyi ~AAıtta Bizden evvel bu cihan seyrin eden ehli vukuf Alem-i beni koyup b~hr havasında ydar Bu Ali (*) ise, anın aklına idrakine yuf (16)

diyerek sandallara atladılar ve karadan Yetim Surat'a gitmeye karar verdiler.

(*) Bü Ali·Ebu Ali : /bni Sin4

49 Bu acize uyan bir miktar gemici ile elbirli~i edip

çahşarak, her gemiye birer kılavuz aldık, Surat isimli limana doğru yola çıktık.

Bin türlü bela ile denize açılıp yelken - kürek gi­derken Sultan Ahmed'in vezir-i azamı lmad-ül-Melik'• den bir gurab ile, Surat kotuval'i (beyi) AAa Hamza geldiler. Mektup getirip, düşmanın toplantısı olduğu­nu Daınan'ın açık bir yer oldu~nu, tedbirli olmamız gerektiğini bildirdiler.

Kal'ayı Surat'a geldi~imizde, oranın tehlikede ol· du~unu haber verdiler. Biz de ayni göriişte idik.

Beş gün Horkari'de suların çekildiği zaman yol al­dık, suların kabardı~ı zaman demir attık.

. Bin türlü meşakkat ve .çile çekerek, sonunda Allah'-

ın yardımı ilc, Basra Jimanından, Gücerat'a, Kal'ayı Su­rat'a üç ayda vardık. Oradaki müslüman halk, bizim gelişimizden sevindiler. Hızır yetiştiniz, Gücerat'ın ih­tilali zamanında gelip yardımcı oldunuz

Gerçi, Hz. Nuh zamanından beri denizde şimdiki

fırtına gibi bir fırtına çıkmamıştı. Amma, Hz. Adem devrinden bu yana da Diyar-ı Rum'dan Hindistan'ın

bu taraflarına bir korsan, yani denizcilikte mahir bir kaptan gelmemişti. Umudumuz -Allah dilerse- ya­kın zamanda Gücerat vilayeti Osmanlı ülkesine katılsın ve Hint limanları toprak olası dilşmanın elinden alın­maya çalışılsın, dediler.

Meğer, az önce, Gürecat padişahı merhum Sultan Bahadır, akarahasından 12 yaşında Sultan Ahmed

F: 4

50

isimli bir delikaniıyı padişah yapmıştı. Yeni padişah tahta oturup cülus bahşişi dağıtınca, Nasnıl-Melik isimli büyük bir han, nnun padişahhğını kabul etmedi, Çetr kaldırıp, padişahlık iddia eder. Bir çok adam toplayıp Buruç kal'asını alır, içine asker koyar. Ken­disi de hir yerde oturup devamlı toplantı halinde olur

Kcrre'deki arneli kara katirierinin başı olan ku· mandana mektup ve adam göndererek, «yardımcı olun da, Gücerat !imanları, yani Damao; Surat; Buruc; Ke· tabiye; Suminant; Mt>ngalur ve Farmeyl!n sizin olsun; Karasi benim olsun• der.

Sultan ,\hmtd de, orduşuyla Buruc üzerine vürür ' Harp· başlanı ak üıere 'k en, h izim geldilimizi işitirler·. Hemen adam gönderip tüfe-kçi ve di~er askerlerden iki yüz kadar arkadaşımızı alarak Buruc üzerine yürüdü. lt!r. Buraya geldi~Pmizin üçüncü günü, hakikaten, kA· fi ::in Ku\'Ve; Diu; Şiyul ve Besaya kaptanları ve derya kaptanı . kısacası, kafirio beş kaptanı, yedi büyük kah vo ve ~eksen grt!b ile geldi. Bizim burada bulundut"u· muzdan haberdar olunca, bizimle savaşa başladı. Biı de sahile çıı.:ıp çadırlarımızı kurduk. Siperler yaptık Iki ay kadar, gece gündüz harbe hazır olduk.

Bu acizın ortadan kaldmiması için Nasır-ül Melik denilen utliın, kafirler!e ittifak edip, bazı fedailere (birlik akçe) vadederek, gece çadırianınıza gönderdi· ler. Nöbetçiler uyanık bulunduğundan. selAmeti kaç· makta buldular. İkinci defa yemekte zehiriemek yo­luna gittiler. Bu sefer de Surat kalesinde Kutuval bu­lunan Hüseyin A~a. bu acizi tertipten haberdar etti

Biz de dikkatli bulunduk. Allah'ın izniyle pl~nla­nnda muvaffak olamadılar. Sultan Ahmed de Buruc

kalesini fethedip Hüdavent Han ve Cihangir Han'ı bir miktar fil ve askerle Surat'a gönderdi. Kendisi de Ah· medabad':ı doğru yürüdü. Ahmedabad'da da Sultan Ba­hadır'ın akrabasından Sultan Ahmed isimli bir genç, çetr kaldınp, padişah olmuş ve tahta geçmişti.

Sultan Ahmed oraya vanuca, ana karsı cıkı ı. r·· yük bir savaş yapıldı . Kendisi yaralandı. Hanlanndan Hasan Han da düşünce, savaş bitti ve oradan kaçtı.

Önceden padişah olan Sultan Ahmed tahta geçti. Nas.ır·ül Melik de kederinden ölünce, Gücerat'da hava düzeldi.

Kafir bu durumu öğrenince, Hüdavend Han'a elçi gönderip: «Bizim sizinle bir işimiz yoktur. Bizim işı­

miz Mısır kaptanı iledirıo diye bu acizi onlardan iste· di. Onlar da bu teklifi kabul etmediler ve: •Biz onu veremeyiz!ıo diye de cevap verdiler. Yanımdaki askert ler elçiyi öldürmek istediler. Fakat ben mani oldum ve onlara: «Kendimize gelelim, burası hir padişah memleketidir. Sonunu bekleyelim.»

dedim.

Hele derd-ü belaya sabr edelim Görelim akibet Allah neyler (17)

(Necati)

Me~er bu acizin gemisinden bir k~fir aletç i kaçıp elçinin gemisine girmiş ve bizim için: • Ben onlann dunıaundan haberdanm. Bayram erte~i gitmeleri la­ıım. Bunlan teslim almak beniı_n va'dim olsun • demiş.

Bunu haber alan askerler, kafirio gemisini basıp bu adamı yakaladılar. Kale önüne getirerek idam ettiler. Elçi bu vaziyeti görünce korktu.

52

Bu şehirde Tan a~acı demekle bilinen hurma ne­i;inden bir a~aç vardır. Bunun her buda~na bir su testisi asarlar. Budağın ucunu kesip testinin içine so­karlar. Buradan kan renginde bir su akar. Bu su, gü­neşin hararetiyle az zamanda bir nevi şaraba döner. Her a~acın altında bir meyhane vardır. Halk devamlı oraua yiyip içerler.

Askerlerden bazı tıyneti bozuk olanlar orada içip birbirleriyle serdarlarını öldürmeye sözleşirler. Yatsı

vakti gelirler. Ya~ur isimli bir serseri, hançerini çe­kip, Çerakese Serdan Hüseyin A~a'nın üzerine hücum eder. Bazı arkadaşlan karşı koyup menetmek isteyin­cc, iki yi~idi yaralar ve Hacı Memi isimli işe yarar bir yig-idi de öldürür.

Askerler bana doğru gelerek: «Bu haramzadenin bakkından gel!• dediler.

Ben de: «Bu yer diğer padişahındtr. burada bizim bükmümüz geçmez. İnşallah, sabah sahiplerine haber verilir» deyince. «Padişahımızın hükmü her yerde ge­çerlidir. Serdanmızsın. Şer'i hükmü ne ise sen haber ver, biz hakkından geliriz• dediler. Ben de ketarnı Mecid'de (l),

cCana can, göze göz, buruna burun, dişe diş ve va ra lar birbirine kısastır.• diye buyurulmaktadır. Buna göre onu da öldürülmt>si gerekir deyince, hemen onu da öldürdüler.

Bu hadiseyi gören diğer azgınlar da teskin oldu. Hakikaten «Kısasta sizin için hayat vardır (2) ayt>·

(!) Maide Süresi : Ayet: 45 (11) Bakara Stlresi, Ayet : 179

33

tinin manası tecelli etti. Herkesin aklı başına veldi. Kftfir beyleri bu hadıseyi işitip birçok ibretler a!­

dılar. Elçi hemen o anda araba tutup, Sultan Ahmed'in gittiği yöne doğru gitti.

Hüdavend Han, askere ellişer altmışar akçe ulGfe dağıttı. Adil Han da Buruc'da olan halka aynı şekilde ulufe dağıttı .

Halk iki V\ı<bn beri ulOfc yüıü görmemiş ve bir· birini yoldan Ç! ''Mmıştı.

Yiyec-ek hiç bir şeyimiz kalmamıştı. G>!milerde de al~t ve lezavımat diye hiç bir şey yoktu. Gemiler eski. mişti.

Bu gemilerle bundan sonra Mısır'a gitmek imkan­sızdar diye, bir çoğu,

Bederya der menafi bişümarest Eğer hahi selamet der kenarest (18)

(Sadi)

beytini söylediler, bir kısmı da:

Ger fülk-i felek akil midir ol İhtiyar eyle derya seferin (19)

(Yetimt)

Yani hepsi de bu hususta bir şev dediler. Nihavet . . Gücerat vila)'etinde gemicilerin ço~ kaçtı. Gemileri Surat kalesinde olan Hüdanvent Han'a bayraklar ve bütün her şeyiyle, deniz yoluyla memlekete gönderil­mek üzere, kefaleten bıraktım. Hüdavent Han ve Adil

_ \ _________ ~____!IL.__ __

~an'dan borç s~~etlerini alarak, bu acize tabi olan, pa­dı~h hazretlerının tuz ve ekmeğiyle helalinden yiyip geçmen kullanndan Mısır yeniçerileri Kethudası Mus­tafa A~a, Tüfekçiler Serdan Ali Ağa, Bölükbaşılar Vt'

di~er işe yarar adamlardan elli kiş-iyle Allah'a tevek­kül edip,

Muhakkak her zorluğun bir kolaylığı vardır. Gönlünü hoş tut ki bu Allah kellmıdır.

beytinin manasma uyduk. 962 senesi Muharreminin evvelinde Ahmedabad'a

doğru yola çıktık. Birkaç günde Buruc'a ve bir okadar günde de Blodra'ya \'ardır. Sonra Campanur yolu ile yola devam ettik. ·

YoUarda tuhaf a~açlar gördÜk. Mesela herbirinin tepes i semaya varan ve üzerlerinde bir kanadmdan di­ğer kanadına 14 karış büyüklüğünde her ağaçta sayısız yarasa vardı .

. . ~u a~açlann kökleri yüksekten toprağa iniyoı· n ındığı yerden tekrar bir ağaç büyüyordu. Bu tarzda bir agaçtan on, yirmi, hatta daha fazla ulu ağaçlar meydana gelmişti.

Bu ağacın ismi o yerde Tub idi. Bu ağaçlardan her birinın gölgesinde binlerce adam gölgetenebiiirdi Yot-!annda zakkumdan başka b ir şey yoktu ·

Gücerat diyarında papağanların haddi hesabı vok­tu. Bu yerler , maymunların da yetişip bannd1ıo:-: ye~ler-di. . 6

Her gün, nerde konaklasak, binlerce maymun, et­ı;afımızı çevirirdi. Çoğunun elinde yavruları da bulu­nurdu. Her biri tuhaf hareketler yaparak Cihan Şah

55

hikayesinde olduğu gibi, sırtlannda bükmedecek kim­se olmadığını anlatırlardı. Akşam olunca yine yerlerine giderlerdi.

Sözün kısası, bin türlü eza ve cefa ile, Mahmuda­bad'a geldik. Onbeş gün nihayetinde de Gücerat'ın baş­şehri Ahmedabad'a vardık. Padişah lmad'ul Melik ve diğer hantarla görüşmeler yaptık. Sultan Ahmed'e fa­kirhane hediye111izi sunduk. Çeşitli ihsanlanna mazhar olduk. Alemin sığınağı padişah efendimiz hazretleri­ne hürmetler edip bağlılıklarını bildirdiler. Bu acize de bir at, bir k~tar deve ve harçlık ihsan ettiler.

Ahmedabad yakınındaki Cerkeş denilen yerde Şevh Ahmed Ma'ribi'yi ziyaret ettik.

Birgün, Sultan Ahmed'in veziri azamı, lmad-ül ~Mülk'ün konağında düşman elçici ile bir araya geldik.

lmad-ül Mülk, elçiye: «Biz, Osmanlı Padişahına

muhtacız. Bizim gemilerimiz onların limanianna git­mese, bizim halimiz eskisi gibi olur. Hem o bir İsl1m padişahıdır . Onun kaptanını bizden istemeniz dolru birşey midir?• deyince, bu acize de bir gayret gelerek; cbre mel'un, beni bozgun donanma ile buldunuz. fnşal­tah'u Rahfuaıt.,_.yakm. ,zamanda alem'in sığmağı padi­şah hazretleriniİf sayesUıde, HürınUz. değil , Diu, belki de Kuvve dahi s ize kalmayacaktır,•

dedim.

o

Deniz üstünde yürürüz, Düşmanı arar buluruz, Öcümüz komaz ahnz Bize Hayreddinli derler

56

K!\fir de •şimdiden sonra Hint limanlanndan kuş uçmaz• diye cevap verdi.

Aciz de •deniz yoluyla gitmek gerekli defildir. tn­şallah, Allah nasip ederse, karadan gitmek, bana da­ha kolaydır• deyince, kafir konuşmadı, meclisi ter. k etti.

Birkaç gün sonra, Sultan Ahmed, Buruc vilayetini bu acize teklif etti. Bir çok da dirlik tayin etti. Fakaı kabul etmedim. cGiicerat eyaJetini tamamen verseniz durmam mümkün değildir• dedim.

Bir gece ıiiyamda Hz. Ali (K.V.)'yi gördüm. Önüm­de yazılı bir kl~t parçası vardı.

- Bu Hazreti Allah şefkatidir, seninle beraberdir, korkma! Eğer Hz Allah'ın şefkati bizimle olmasa, yad vilAyetterin sulan bile bizden kaçardı, dedi.

Ertesi sabah bu vak'ayı arkada5Iara anlattım. Hep­si de Allah'a şükrettiler ve hemen padişalun huzuruna çıkıp sehayat için izin istediler. Saadetlt\ Padi.şah haz­retlerine hünneten izin verdiler.

Bu şehirde olan Danyan keferesinin hanilerinden yani, gayet bilginlerinden Bat ismiyle bilinen bir toplu­Juk varmış. Tüccar ve diğer yolcutan bir şehirden ôbüıiine götünnekle mesul imişler. Karşıh~nda da az bir ücret alırlarmış.

Şöyle ki: YoUarda Ra,jput kafiri, yani Hintlinin at­lısı, gelip kervanı soyup talan etmek istese, bu Battar hançerlerini çekip gö~sJerine dayartar ve cbiı b\m­lara kefiliz. Kervana zarar verirseniz, kendimizi öl­dürürüz• deyince, Rajput onlara bürmeten kimseye

51

dokunmaz, oradan tnarruza uğr~madan sıhhat ve se­lAmetle gidilirmiş. Eğdr, hakikaten ufak bir zarar yapsalar kendilerini öldüıiirlermiş. Şayet böyle yap­masalardı bu kaide muteber olmazdı.

Kervana bir zarar gelip Batlar kendini öldüriince, bAtı! olan ayinlerinde Rajput çok büyük şiddet gös­terir ve yapaniann ölümüne sebep olurmuş. O vil~­yetteki R.ejput beyleri, topluca, orada olan Rajputlan, o~llan, kızları ve kendine tAbi olantan tamamen öl­dürürlenniş.

Ahmedabad'daki müslümanlar da buna güvenerek bize iki Bat gönderdiler. Ücreti tayin ettik ve o sene­nin safer ayının ortalarında, kara yolu ile, Osmanlı lllkesine doğru yola çıktık. Arabalar ile beş günde Puten şehrine geldik. Puten'in Piri Şeyh Nizam'ı ziya­rd ettık. Orada, Sir Han ve kardeşi Musa Han, aske­rini toplamış Radınpur Han'ı Bülluç Han ile harp hazırlı~ndaydı. Bizim gitmemize mani olmak istedi. Oraya giderseniz, onlara yardım edersiniz, birkaç gün durun, vaziyet düzelince, sıhhat ve selAmetle gidersiniz deyince, c Yüce olan Altah'a yemin olsun ki, biz kim · scye yardım etmek için gelmedik. Kendi yolumuza gi­deriz ve elimizde padişahımızın fennam var,• diye bin türlü yalvarıp yakarınadan sonra, itimat edip geçiş iz­

ni verdiler.

Eylegan-ı Hind bilen Piten · seferin İhtiyar eylc~sün mihen seferin

Yığlamakdın akik boldi göztim Dir görem eylemiş Yemen <:eferin

Dürr~i eşkimle damenim pürdür Güyya eyl~dum Aden seferin Yuragum boldi nafe-veş pUJ'hun Niklay min itub Hoten seferin Ya ilahi yine müyyesser kıl KAtibi bendene vatan seferin (20\

Nihayet, oradan da kurtulup, yola koyulduk. Be­şinci gün Radinpur'a geldik. Mahmud Han ile görüş­tük. O da türlü güçlükler çıkardı. Sonunda Uç arkada. şımızı alıkoyaralt di~erlerine izin verdi. Yolda Rajput Ufirleri vardı, fakat beyleri yardım için . oraya gelmiş­lerdi. Ondan, orada bir yazı aldık.

Sind'e varınca, develer kiraladık ve Ahmedabad'­dan bizi getiren Batiani ücretlerini vererek geri çevir­dik.

StND Vti..AYETINDEKt MACEiltUıiiZI ANLATlR

Mübarek Rebiülevvel ayının birinde yola çıkıp, onuncu ~ünü, Rajput şehirlerinden Parkin isimli şeh~ \"ardık. J afir üzerimize hücum edince, beylerinin mek­tubunu g..isterdik ve biraz hediye verdik . Yol verdile! ve •Yolda bin kadar Rajput leifiri vardır, dikkatli olun» diye tembih ettiler.

Ertesi gün sabahleyin yola çıktık. Birgün, sabah vakti ansızın, karşıdan Rajput geliyor, diye bir gürül­tü koptu.

Görüldügü gibi, R•jput alayı Deveciler götürdii redd-ü layı (21>

" Hemen develeri etrafımıza çöktürttük ve her taraf­tan tüfekleri çıkardık . Kafirler tüfekleri görünce, ariarn 6Önderip; «biz çatışmak için gelmedik, vergi istiyoruz• deyince; • bizim yükümüz ilaç ve boncuktur. Onun da 'ergisini gönderdik, e~er yine istiyorsanız göndere­Jim» dedik. Cevap olarak dönüp bir tarafa çekildiler. Biz de yolumuza devam ettik.

Onbeş gün Riksan ve çölde gittik. Bir gün Sind sı­nınnda, Vanke isimli şehre vardık . Orada tekrar deve tutup beş günde Guna ve Bağı Feth şehrine vardık

Meğer Sind padişahı Hasan Mirza kırk yıl kadar Sind padişahlığı yapmış olup beş yıldan beri bir göm­lekle, ata binemediği için, gemilerle Seyhun ırma~na açılmıştı. Her nereye canı isterse oraya gidiyordu.

Sind eyaJetinin payitahtı olan Tutte'de sultan olan İsa Turhan Şah, Hasan Mirza'nın işe yarar adamlannı öldürdü ve Nusredabad kalesinde olan hazinesini aske­re da~ttı . Humayiın padişah adına hutbe okuhıp nak­lcare çaldırdı .

,

Şah Hasan Mirza da Bekr'den Suhan Mahmud isimli siıt kardeşini karadaki askere serdar tayin ederek kendisi dört yüz parça gemi ile deni,ıden Mir lsa'nın üzerine gelir.

Orada, bizim geldilimizi haber alınca adam gön~ derdi. Bizi hürmetle karşıladı . Rebiülahir ayının ha~· lannda görüşme yaptık.

Fakirane biraz hediye arzedince, bu acize hürmel ve ilcram ettiler. Çeşitli hil 'atler hediye edip adımızı gayb ordusu koydular.

60

Bu acize ticaret merkezi Lahor'u vermeyi teklil' ettiler. Kabu! etmeyip gitmek için izin istedik. lnşal· tah şu kale fethedildikten sonra sıhhat ve selametle ızi· dersiniz deyip. padişah efendimiz hazretlerine bit mektup yazdılar.

Hasılı bizi de Mir lsa ile savaşa sevketti. Müslü· manlar yalvarıp yakardılar. cTUfeklerinize mermi koy­mayın. Biz hepimiz bir kavimız. Kardeşlerimi7 ve ço· cuklarımız ekseriyl!ttedirıo dediler. Hakikaten de öyle idi.

Sind şeyhlerinden Şeyh Ab'dul Vehhab ile göıii­

şüp hayır duasını aldık. Şeyh Mirin ve Şeyh Cemali'yi ziyHet ettik. Mir İsa ile bir.ay kadar savaştık. Serkuplar yıs edilip toplar kullanıldı. Her iki tartatan da bir çok insan telef oldu. Tütte bir adadır. Karşıdan oraya top Ur etmedi#i için fethetmek mümkün olmadı. Nihaveı aralarına girip sulh aktettik. ·

Mir İsa. Hümayun Padişah adına hutbe akutmak ve nakkare çalmakt.an vazgeçti.

Yine Şah Hasan Mirza'ya tabi oldu. O~lu Mir Sa~ lihi hediyelerle _ Şah'a gönderdi. Şah Hasan Mirza da, o~luna Mir İsa'nın askere dağıttığı hazineden geriye kalan ne varsa hediye verdi.

O vilayeti Mir lsa'ya başkent yaptı. Veziri Monla Yari ile ferman, ahidname ve tuğ ile yeniden nakkare gönderdi. Mir lsa'ya tabi olup hapiste olan Argun ve Turhan'dan on kadar Mirza'nın her birine hil'at giydi­rip azad etti. Mir lsa da orada olan Mirza'nın hatunu Hacı Begümü hemen gönderdi.

Cemaziyel evvel'in ilk günlerinde asker ile Sultan Mahmud karadan Mir Şah Hasan Mirza gemilerle

61

Bekr'e doğru yola çıktı. Hatunu gelip ka\'uşunca onun­w günü Mirza vefat etti.

Halkın söyledi~ne göre karısı tarafından zehir· lendi.

Er isen avrada inanma ahi Avrat el attı enbiyaya dahi

Sultan Mahmud, meııhum Mirza'nın malını hemen üç kısma ayırdı. Bir kısmını hanımına, bir kısmını hocası ile Mir İsa'ya gönderdi. Cenazeyi de Tutte'ye gönderdi. Bizi kendi gemisine koydu. Atını. devesini ve cli~er işe yarar eşyasını kendisi alıp karadan Bekr'e doğ· ru yola çıktı.

Elli kadar gemi ile Mirza'nın cenazesi ve hanımı Tut­te tarafına yönelince askerler <.li~er gemileri :va~ma!ayıp kaçtılar. Tayfasız kaldık. Arkadaşlar tayfaların yerin! a!­dılar. Yağma etmek için her taraftan Ça~ata:vlar hücum ettiler. Tüfekle karşı koyup bin zorlukla oradan uzak­laştık. Akıntıya karşı on gün kadar gittik.

Nasırpur denilen şehre vardık.. Bu şehri racalar, yani Rajput beyleriyağmaJamışlardı. Orayı ya~aladıklannı orada haber aldık.

Mir İsa, on bin kadar işe yarar adamla Sultan Mah. mud'un ardından gitti. Oğlu Mir Salih, seksen parça ge­mi ile ardımıdan geliyoruz deyince, düşUndük ve dönme_ yi uygun bulduk. Bir araya toplanarak, başımızdaki be­lanııı defedilınesi için onbir bin ihlas okuduk. Yine THtte tarafına dör.dük ve üçüncü gün denizde Mir Sa­lih'le buluştuk. Bir miktar hediye ile gemisine gittik.

62

Nereye gidiyorsunuz diye sordu. Biz de. •babanız Mir t~a gidiyor, biz de gidiyoruz,,. deyince; clsa geçti ait­tl, siz geriye dönün• dedi.

. ..Gcm!cinıiz olmadıgını, bu yüzden gidemeyecetimi· ra .. soylcyınce, onbeş gemici verdi. Zaruri olarak geriye dondü.k. Tekrar on gün kadar yol aldıktan sonra, bir. gün, Sind kasabasına vardık. Mir lsa ile görü~me yaptık. Merhum Mirza'nın yanında bultınan beyler de orada idiler. Sulh taraftan olduklannı savaş rızalan o~.mad~Aı~ı bildirdikleri zaman, Mir lsa, bize saygı gosterıp ıkramlarda bulundu. Bizi serbest bıraktı ve •Birkaç gün daha burada bizimle kalın, inşallah, Mir Salih'i Hümayun Padişah'a göndereceğiz, beraber gi­dersiııiz. çünkü Sultan Mahmud, sizi Bekr'den bırak­~az, o, Ferah Mirza'nın oAludur. Dirnalmda hAll pa­dışahlık sevdası vardır• dedi. Fakat. acizane bu tek­!ifini kabul etmedim. •Bize ruhsat verin, alınan ge­mileri bizimle gönderin ve bir elçi koşun. lnşallah, 0 da (HUmayun) padişah adına hutbe okur ve aranızda sulh olur.

.. Devamlı ısrar edince, elinde olan yedi parça ge­mıyı bana teslim etti. Bir elçiyi beraber koşup gemi­ci verdi . Saadetli padişah efendimiz hazrederine başı­na gelen musibeti yazdı ve biz de yola çıktık.

Yolda, koca koca timsahlar seyrettik. Kıyılarda. hiçbir zaman birbirimizden ayn gezemedik.

Simçr ve Maci'lilerle hergün çarpışarak, binbir ~ii-.;ltikle birkaç günde Siyam'a geldik.

Oradan, Patn ve Duble volu ile Bekr kalesine vardık. Sultan Mahmud ve ~rhum Mirza'nın. veziri \1olla Yari lle görüşme yaptık.

63

Sultan'a bir miktar hediye sunduk ve sohbette bulunduk.

Sultan Mahmud da, Hümayun Padişah adına hut­Oe okutaca~ıru bildirdi. Mir lsa ile de aralan bulunup sulh yapıldı. Merhum Mirza'nın ölümüne:

Şah Hasen-i Sind ki Ş:lh irdi veli Çıktı ecel camını tapu fena Hatıf-ı gayb etti tarihini Cennet-i firdevs meka.ıı ola (22)

diye tarih duşürdüm. Bu tarih düşürmeyi Sultan Mah­mud çok beğe::ndi, hemen orada iki de gazel söyledim, birincisi:

Firkatin elini tur olur bilmez idim Asla, ben ~nın hayalini kılmaz idim. Ahir beni uçar etti senin aşkına anla Öz halime kalsa senden ayrılmaz idim Derdimi sana yı~lasa ey meh-i çe'mlm Bir dt'm gilziimün ya'iını ben silmcz idim Bilsem beni reduetti~n! ahir senin Her giz cşi~ne ey Peri gelmez idim Hicr ateşini Kfttibi ol tanısam Aşkı yolıda munca zaman yılma7 idim (23)

ikincisi de şöyle idi : Yarsız her kaydı> bulsam beyt-ul ahzandı mena Alem ol Yusuf likadan ayru zindandır mena Düşman ittirmiş beni çün yoluna olmaz senin

·Dostum, ol söz bAri vall.:th bühtandır mena Şerhet-i latin kılsan da can bir sam ne tenk

Ey tabibirn sana müşkülirse asandır mena Ilgaç etrafım, melamet sengi gönlUm şld olur. Gam çerigin def' içün ol yahşi kurögandır me!la Atlanngla Katibi bendeni kıldıng hem-sigal Nimeting hakkı begum ol uhğ insandır mena

(24) Bu gazelleri Sultan'a arz edip gitmek için izin

ta1ep ettim. Sultan bu dile~mizi kabul etti ve Saa­detlf.ı padişah ~fendimiz hazretlerine bir mektup yazdı ve:

«Fakat, Kandehar yolunda, Özbek sultanlanndan Haydar Sultan oğlu Babadır Sultan, binlerce adam toplayıp kazak olmuştur, hiç kimseyi geçirmemek­dir.

Hem Bad-ı Semum zamanıdır, şimdiki vakitte o tarafa gidilmez. Birkaç gün durun, size bir miktar adam katıp Lahor yoluna gönderelim Gerçi orada da Ced taifesi vardır, dikkatli bulununa dedi.

Orada :la bir aydan fazla kaldık. Bir gece rüyamda valimedi gördüm. «Hazreti Fa­

tıma (R.A.)'yı dUşümde gördüm. Senin sıhhatte gelme· ni bana müjde kıldı» dedi. Sabahleyin voldaşlara mü.i­de haberini verdim ve Sultan Mahmud'a varıp vak'a­vı anlattım. Murlaka gideriz deyince ruhsat verdi­ler. Bir yahşi at, bir katar deve, bir hayme, bir şam­yane. yani, sayeban ve yol harçtığı ihsan buvurdu. iki yüz elli hızh Sınd silvarisi koştu ve HUmayun Pa­dişah'a bizi dinlemesi için bir mektup yazdı.

Mübarek Saban'ın ortalarında yola revan olduk. Sultan Pur yolu ile beş günde Mar k~lesine var­

dık. Orman yolunda Ced taifesi vardır deyu çöl yolu­nu tercih ettik.

65 Ertesi gün kuyulara baktık, su bulamadık. Bazı

adamlar, ıtam rüzg~rı ve susuzluktan ölüm hall dere­cesine geldi. Her birine Tiryak-ı Faruk verdik de, hu halden bin bela kurtuldular.

Bu hali görünce, çöl yolundan vaz geçtik. (Garip lrişi kör gibidir) derler. Bunun gibi, biı de geriye Mav kalesine döndük. likrettiğimiz çölde, serçe bilyüklü­~ünde kanncalar seyrettik. Beraber olan Sind'liler orman yolundan gitmeye korktular. Sonunda arka­daşları teselli edip nasihat ederek,

Kadir olan ince şir efgine Sunsa tedarikle sunur düşmana Re'yi kavi v:ıhid u elf olsa er Re'yi kavi samtıdır ehl-i zafer Biz, olavuz vahid u düşman maye Bize yeter ayet-i cKem minfie• (25)

dedim. On tüfek önde, on tüfek arkada ve direrleritti de ortaya ycrleştirdim. Hak Tealtı Hazretlerinin niha­yetsiz inayetine sı~ınarak yola . revan olunca, bu vazi­yeti gören Sind'liler de bizimle can alan ormana gir· diler. Bin bela \·e mihnet ile on günde Oçi'ye vardık. Şeyh İbrahim ile görüşüp duasını aldık. Şeyh Cema1i ve Şeyh Celali Hazretleri (K.S.) ni ziyaret edip, mü­t-arek Ramazan'ı Şerif'in evvelinde yola çıktık.

Kare nq'hrini keJek batuayıp geçince Sindlileri serbest bıraktık. Oradan, Ab-ı Maçvare'ye geldik. Orayı da gemiyle geçtik. Orada beşyUz kadar Ced vardı. Fakat tüfeklerden korkup hiçbir şey yapamadı­lar. Oradan da yola revan olup onbeşinci gün, Ra­mazan'ın ortalarında şehri Multan'a geldik.

p: 5

66

HlNDİSTAN DİYARINDAKt SERGVZEŞTl

BEYAN EDER

İlk olarak, şehr-i Multan'da Hz. Şeyh Babaad­Din Zekeriyya, Şeyh Rükned-Din ve Şeyh Sadrud-Din (Allah onlara rahmet etsin)i ziyaret ettik. Şeyh Mu­hammed Racu ile görüşme -yapıp duasını aldık. Mir Miran ve Mirza Hasan Sultan ile görüşme yapıp mü­saadelerl alındıktan sonra Lahor'a doğru yola çıktık.

Sadgire'ye' varınca orada da Şeyh Hamid ile görüşme vapıp dmmnı aldık ve oradan Şevval'in evvelinde

• Lahor'a vardık.

M~~er, önceden Hindistan padişahı olan Şir Han'ın o~lu Selim Şah vefat edip fskendPr Han pa­c!işah ofunca, Hümayun Padişah bunu işitip Kabil'den Hint'c yürümüş, evvela Lahor'u alıp zaptederek içine ~deım kovmuş, kendisi şehr-i Sıhnnd (Sehrend) önün­de İskender Han ile karşıtaşıp onu basarak dört yÜz til ve darbzenleriyle dört yüz arabasını almış, İs'lten­den Han kaçarak Mankul isimli kaleye girip bir mik­tar adam ile Keşmir Mirzalarından Şah Ebu'l Mı!ali'­yi serdar ederek ardına salmış. Kendisi Delhi'ye va­rıp hanlarından Özbek İskender Han'ı Agra'ya gön­dermiş, Nice · han ve sultaniann kimisini Hisar-ı Fi· ruz Şah':ı kimini de Sibnel, Beyane ve Kenv.iç'e gön­dermiş, ht'r tarafta beyler ve askerler savaş üzere iken biz de Lahor'a varmış bulunduk. Şehir hakimi olan Mirza Şah yol \'enneyip; Padişah'a gitmeYince yol yok dedi. Sonunda padişaha halimizi arzettik. Or­du:vu .Htimayun'a gönderin diye emir geldi

;

67 Bu arada, bir ay kadar bir zaman geçti. Bunun so-

nunda hepimizi padişah'a gönderip yanımızda da adam koştular. Zaruri olarak yola revan olduk. Derya­yı Sultan-Pur'u gemilerle geçip Hisar-ı Firuz Şah yo­luyla yirmi gün kadar yürüyerek Zilkade'nin sonlann­da Hind Pay-ı tahtına, yani, Delhi şehrine vannca, Hü­l':ayuri padişah haberdar oldu. Han, hanan, di~er han­!ar ve sultaniann 400 fil ve binlerce adam ile Saadetili Padişah Hazretlerinin izzet ve hürmetine karşılamak için gönderdi. Bu acize de bir at, iki hil'at ve harçlık gönderip o gün orada Han-Hanan büyük bir ziyafet vapıldı ve Diyar-ı Hind'de Divan (toplantılan) gece ol­duğu Için akşamieyin ta'zım ve tekrtm ile Padişah'm di. van-ı Rumayununa götürüldük.

(Hediyye, hediyye edenin kuvvetine göredir.) sözü ?ereğince, adıane bir mikdar hediye arz ettik. Padişah ile mülakat yaptığımızda, Hindistan fethi için

Şah-ı cem rutbet hümayun baht Yedi iklim Hint ki çün ateş Kırdı Efganını Delhi ni aldı Boldu fermanberi bari sevkeş Ol fetibe ettiler tarih Talii devlet Humayuneş (26)

diye tarih düşi;rdüm ve iki gazel arz ettim, •

Eğer ki halime rahm itmesey habib benim İlacı kayda tapar derdime tabip benim Visal-i yari bana kılmaz idi hak ruzi Ezelden, ey dil eger bolmasa nasib benim Şarab-ı'la'Iin için mest olundu ey saki Meğer ki girmegey ilgimge hiç rakib menin

Revamidur dimegeysin min içün hergiz Niçun durur gam-ı hlcrimden ol garib menin Yüzini Katibi görgeç hezar işve bilen Kul etti göniUınü ol şuh-i dilferib menin (27)

İkinci gazel:

Vast ümidim yok benim muşlakinıy-ı yarimin Arzu Julmam behişti Aşık-ı dildanının Ey tabibirn eşilin daruş şifasıdan bana Şerhet-i la'lini bir derdin bilen bimanmm Akl u fikr ü sabr u huşım kıldı yatma aşk-ı yar Vadi-i hicranda kaldım ne kıl~n naçannım Meclis-i hassa rakib ruyi siyehni çalma Sakiya! şekl'i kabibinden anın bizanının Kitibi, Husrev boluptur nazm ara şirin kelam Vasf-u la'H yar birle men şüküri

goftarumin (28)

Bu gazellerden Padişah çok zevklendi. İzin talep ettitimizde riza göstermeyip bu hakire Yüzlük vazife ıle Perkene-ı haraca caykir verdi ve her yoldaşa yüzbin akçe dirlik tayin etti. Acizane bu teklifi kabul etme" yip gitmek için izin talebinde bulunduAumda cBir yıl bari bizimle burada kalın• diye ısrar etti.

Bu ısranna da cevap verip cSaadetlö Padişah Haz­retlerinin emr-i şerifleriyle deryaya çıkıp düşman-ı hak­sar ile cenk ettim. Tufan ile diyar-ı Hint'e düştUm. Be­nim d\!vleı. kapısına varmam lAzımdır ki böylece kUf­fan haksar ın ahvali devletl6 padişah hazretlerine ma­lUm ola. Umulur ki böylece vilayet-i Gücerat kafirio elinden kurtulur• dedi~mde:

cPadişah Hazretlerine elçi gönderip senin öırünü arzedelim.» diye buyurduklarmda:

Fahr·i Klinat Efendimiz: «Suç olan yerden sa­kınınız.• buyuruyorken ben bunu ihtiyar edemem. Zi­ra kasdi olarak bu villyete ~elmiş ve buradan Röm'a elçi göndenniş olurum• diye turlü yalvarıp yakarma ile izin lütfeyleyip eFakat şimdi üç ay yatmur mevsi­midir, yollar Juştır. Gitmek mümkün de~ldir. O zama­na kadar durum Husuf ve küsuf'u Zeyç ve bütün tak­virolere müracaat edip usturlap yardımıyla yolunu gös­ter. Laire-i Muaddil risalesini oku. E~er üç aydan evvel

· olursa, buyurun gidin, izin size.• diye ahd u eman etti. Zaruri olarak orada durduk. Gitmekten me'yus olara~ cRahatın birincisi ye'stir• sözüne uyduk amma. ne ge­cemiz gece ne gündüzüm~ gündüz. Hiç rahat yüzü görmedik. Sonunda, padişaha yukarıda da adı geçen ri· saleyi, başından sonuna kadar okuyup usturlab ile Husuf ve küsuf olayını gösterdik.

Okre tamamen fethedildi. Onun fethine dair de he­men bir tarih düşürüp:

dedim.

Felek-rif'at Humayun Şah Gazi Salar pertev livasın mihr u maha Yetişti Hint'ine kıldı Delhi'ni fet h Nüzul etti hicar-ı din penaha Yapardı nice hanını ögre sarı Verip köp istimaletler sipaha Devam-ı devletinde fethi anın Müyesser boldu, minnet ol ilaha Etti ona bir eksikli tarih Mübarek bolsun ögre padişaha (29)

70

Bu tarih çok beğenildi. Bir gün mevzuu getirip, Sultan Mahmud Bekri'nin durumunu arzettik. Bit ahid-name göndeımesi için taleb ve ricada bulunduk, kabul ettiler ve bir ahidname gönderdiler. Tutra yeri· ne zağferanh elini vurdu. Sultan Mahmud'a gidince, Sultanın veziri Monla Vari bu acize bir mektııp gön­derdi.

Sultan Mahmud'un Mektubunun Sureti

İştiyak ve arzumendliklardin söng söz ol kim ta. bik-i muhibbi devlet millakat ve saadet makalatdan mahrum bolcıı. Gice ve gündüz bu fikir ve zikirde idi kim «Ya Rabb; kaçan bolgay kim ol saadet. penah Haz­re~i Padişah zafer destgahın dergahında her· sözüne bu fakir-i dinin arasında devletbalik bayed otub tavr-i · &.rze yeti görtib her kil u kaH kim ol meclis-i ftUde o bilkay harçani meşruh bitib; boyatip $arıy bargeyler.

Bu esnada adam gelUp tae u hasse ve meftuh ve ton geturup ferman ve ahidnameni birdilar. Çün Haz. ret-i Padişah-ı Dm penahın mübarek pençelerini ol fer. man yüzünde bu fakir gördü bildi kim bu niyabet ol seadet penahindir.

Za'feranliğ pençesi gfın pençesini kildi pest Bu mesel meşhurdur kim dest der balayi

dest (30)

Ve ol fermanın başiyesinde Hazret-i Padişah-i din­penah özleri gelin gevher nisarlan bilan merkum kılıp ırdılar kim Vahid'Ud Dehr; Ferid'Ul Asr Emir Seydi All bari sözüngni arzga yeti gördü ve derece-i kabul tapti deyu buyuruliş. İnşallah bu rabıta ki sizing bizimg ara-

71 /

mızda dünyada kim nasib boluptur ahirette hem yüzU-mUnce bolgay.• .

diye enva-i muhabbetler arz etti. Monla Yari'nin mektubu da şöyle idi,

MONLA YARI'NİN MEKTUBUNUN SuıtETl

' Yukarı tabuğıda arz-ı dua ve senadan song ma-

ruz-i re'yi mihr-i aray ve zami,r-i ferah efzay ol kim ta bu zerre kalil'ul İstitaat-u devlet mtilazemet vesaadete muvasalattan mahrumdur.

Lahza belki lemha yadlanndan gafil imas.

Çu gurbet içre mena vashngız nasib imas Men garibni ger sorsangız garib imas (31)

Dahi ol Hazretten ahidname bida mektub-i şerif kil­turmadılar. Hazret-i nüvab-i sultan ve bevasir-i vadii hicrangaysı külfet boldu. Ve her zaman sultan eyturlar kim olardan köp menfa'l biz hizmet şayeste kılmadik ve taksir köp boldi.

Ey dost bilaf-i dosıdari kılma Gurbette koyup köp, mena hari kılma Gafletini unut munca mening halimden YARİ'ni unutma terk-i YARI kd ma. (32)

Çün itnab-ı mucib-i metal hatır irdi; bu rubagıga ihtisar kılıp dua bitildi. diye sonsuz niyazlar arz etti.

Sultan'ın mektubunu padişaha arz ettim. «Ei elden üstündür» misalinden çok hoşlandı. Ve bu

hakire ruhaiye karşılık vermemi teklif buyurdular.

,

72 •

Tam zamanıdır rlüşüncesiyle •Memur özürlü, özür de insanların en cömerti yanında makbuldür• diyerek arz-t cevap ettim.

Dest-i hun aludin etti pençe-i mercanını pest Bu meseldir il arakim dest ber balayi dest Ol leb-i meygtln e~er mecliste bir dem bolga' Saki kan yı~lab sürahi cam-i mey bolsun şikest Mest-i aşka ehli takva ta'ni koysun ittiniz Daima hoşyar arasında bulur mazur mest Zahirin görme kişinin batinga kıl nazar Zahida ma'naga bak adam imas suret perest Ba'is-i keyfiyyetigni kayda zevk itgey senin İçmegan vahdet şarabın Katibi ruz-i elest. (33)

Söyledi~im bu gazeli Padişah gördü, ve çeşitli ih­sanlarda bulundu. Bu aciz kula cİkinci Mir Ali Şir• di­ye hitap buyurdu. Aciz de •İkinci Mir Ali Şir• demek reva de~ildir. Huşe-Çin olmaya muktedir olsak razı • oturduk.• dedim.

Padişah tekrar cAllah hakkiyle bilir ki bir sene bu ~arzda Çağatay tayfasına haydi haydi Mir Ali Şir'i unut­turursun• deyip çeşitli lütuflar gösterdi.

Bir gün yine sohbet esnasında, Padişahın yakın mirzalarından Hoş-hal Bey isminde, Padişahın ok­

vay kurucusu olup onunla mubahesede bulunan de~er­

li bir genç, bir münasebetle bu acize iki gazel teklif buyurdular.

Kafiye ve redifini tayin ettiler. Arkasından mec­lı!-> - i Humayunda okudum.

7J Ruhları, keyfiyet-i meyden kaçan kim aldur Sakiya tanır mısın ol gülçehre ne hoş haldur Nakd-ı ömr nikini meta-ı vaslgaharç ıtganın Dil bilen kengeşni koy aleme ol dellaldur Mürdeler iliyaSında la1ı mesihadır veli Zülf-ü cadu, çeşm-i fettan, gamzesi kattaldur Leb1eri yarin çiçektir, dil niçin meyl etmesin Her nim-rese kim çiçek bolgay gönül

meyyaldur Tilbe bolup yı~lama kulaş ben dib katibi Sim eşk birla derun-i sine mal'a maldur. (34)

lleineisi de:

Çin dunıruz lafınga caduh~ anı yılgan imas Küfr isnadı hattına ey sanem bühtan imas Şerbet'i la'lini birmen hasta ki deruni koy Ey tabibirn el benim derdime hiç derman imaı Ayb ımes mu laf-ı aşkı urak kilup uşşak ara Aşk meydanında anmg kim başı caltan imaz Yara itin kılmasun a~ar birla goft u guy Hem nefs bolmak mele~i şeytan bilen çesban

i mas Iyd vaslı birgey il ol kaşı yaynıng (katibi) Kıble den yansun yüzi her kim ona kurban

imas (35)

Bu gazeller vilayet-i Hint'de meşhur oldu. Herke­sin dilinden düşmez oldu. Bi.rgiln, Mirzalardan Padi· şahın afitabecisi Abdurrahman bey isimli bi.r genç -ki: yeni yetişmiş olup o da padişahın makbulü ve haylı

nazlısı idi.- Ekseri hususi sohbetlerde hazır bulunur, sohbete karışır, dedi-kodu ederdi. İle de şiir mubahe-

74

sesinde bulunup, bu münasebetle iki gazel söyledim. Birincisi:

Ol periçebre kaçan naz eylegey Nalege uşşak ağaz eyiegey Yeridir ol goncanın dil-i bülbülü Gülşen köyünde pervaz eylegey Aşık oldur be7m·i gamda sakiya Nalc sin neybırla demsaz eylegey İtler ile hem sifal eylab beni Ömrünü alemde n:ıümtaz eylegey Dilher oldur aşıka ey Katibi Lutfunu köp, cudini az eylegey (36)

İkincisi de: • Teşbih edip lehine özün bade kıldı nef Nergis gözünge ohşar itenni human def' Davet müyesser olsa dua bırla ol peri Ağyan bir dua bilen asan irurdi def' Ol ay, hicab iter yüzini zengin abdfış Kil ey sabah yetiş aradan kıl hicabı ref' Gördükçe kametinge sucud ettiğim bu kim Dirler nemaz caiz imas bolmayınca şef' Yanıp yıkılsa dil no'ladır demin Katibi Nar-ı fırak barçe-i vücfıdum kıldı sef' (37)

Velhasıl, onlarla mübaheseden gece-gün, bir an bi­le geri kalmadım ve hiçbir vakit padişahtan ayn dur­madım.

Bir gün, padişah bu hakjre: •- Vilayet-i Rum mu y?ksa Hindistan mı büyük·

tür. diye sual soru:-:~c:

75

•- Padişahım, Rum'dan maksadınız Rum'un mer­kezi ise. o Sivas vilAyetidir. O zaman Hindistan çoktur. Fakat Padişah-ı Rum'a tabi olan memleketler ise Hin­distan onun onda biri kadar yoktur.» diye cevap ver­dim. Padişah ta «Maksadım tümlidürıo deyince, •Padi­şahım, bu hakinn hatınna gelen şudur ki, lskenderin dünyaya hükmedip yedi iklime malik olması, galiba Pa­dişah-ı Rum olmasındandır. Zira. rub'u meskfın'un bo­yu, (uzunluğu) ıso·· ve hattı istiva (ekvator) dan eni 66• dir. Astronomi kitaplannda onun genişliği dört bin kere bin ve 668670 fersahtır.

Buna göre. bunlann hepsini gezip, buralara hük­metmesi kolay değildir. Galiba her iklimden Padişah-~ Rum gibi hissedar oldu da, onun için yedi iklime hük­metti deniyor.» deyince cPadişah-ı Rum'un yedi iklim­de yeri var mıdır?» diye sual etti.

Cevaben « Evvela Yemen. I. iklimden. Mekke·i Şe­rife II. iklimden. Mısır. III. iklimden, Halep IV. iklim­den payitaht Konstantiniyye V. iklimden, Kefe VI. ik­limden, Bu din ve Beç 7. iklimdendir.

Bunlann herbirinde Padişah·ı Rum'un Beylerbey­leri ve kadıları olup. hüküm ve idare ederler. Bundan başka -Hakikatini Allah Bilir- vilayet-i Gücerat'ta Surat isimli liman da. Hoca Bahşt ve Kara Has~n isim­li aşıklardan işitildiğine göre Çin vilayetinde bayram olur. Aşıklar bayram namazı kılmak isterler. Her tai­fe, kendi padişahlan adına hutbe okumak arzu eder. Di. yar-ı Rum aşıklan da Çin Hakanına varıp «Bizim padi­şahımız Mekke v~ Medine ve kıble padişahıdır» diye arz edince Ufir iken insafa gelip .ıMekke ve Medine padişahı adına hutbe okuyunıo diye hükmeder. Rumi aşıklar hatibe hil'atlar giydirip fil üzerinde şehri rte7-

76

dirirler. Sonra bayram namazı kılıp Çinde Rum Padi­şahı adına hutbe okunur. Böyle bir durum başka ki­min hakkında olmuştur?» deyince, insafa geldi. Han­Ianna ve sultanianna hitaben «Hakikaten yeryüzünde padişahlık namı Devletlü Hüdavendigar'ın hakkıdır, başkalarının de!ildir.» diye itiraf eyled( Bir gün de, Kınm Hamndan sual edip c Ona da saltanatı saadetlü Pa­djşah verir» diye cevap verdiğimde: «Onun hutbede ken­di ismi okunur diye işitildi.• dedi. Buna da: cPadişa­hım; padişahımız di~er padişahlardan umumi bir imti­yaz olarak hutbe ve sikke sahibi padişahhk ihsan eder• deyince, sözlerimi kabul edip, padişah hazretlerine dualar ettiler.

Birgün, padişah ıle Delhi şeyhlerini ziyaret kas­diyle ata bindik. Şeyh Kutb-u'd Din Pir Delhi Şeyh Ni­zam Veli, Şeyh Ferid Şükrkenc, Mir Husrev Dehlevi ve Mir Hüseyn Dehlevi'yi ziyaret ettik. Mir Rusrev'in sandukası başında merhumun şiirlerinden okuyup din­ledik.

Derya-yı ebrar'ın matla!-ı ve buna nazire olan matlağlar anıldı. Orada bu barikin kalbine bir matla~ do~uverdi.

Padişaha: «Gerçi küstahlık olacak ama, Mir Hus­rev'in ruhaniyyetinin kuvveti sayesinde, içimde bir matlağ doğdu• deyince, padişah: «Oku!• diye israr etti.

Bir parça ekme!e kanaat eden kişi en büyük kişidir,

Onun işi, bütün alem padişahlarınınkinden daha iyidir.

diye söyleyince, padişah bir hal olup:

77

cAllah'a yemin olsun ki bu daha güzel» diye be­~endi!ini izhar etti. Bunu burada anlatmaktan maksa­dımız, matla!ı zikretmek de~il, Humayun Padişahın iki matla! arasında tereddüt edip bu daha güzeldir de­yişini belirtmek içindir.

Yine birgtin, Mirzalardan Mühürdar Şahin Bev isimli padişahın makbul ve sırdaşı olan gence gittim.

Padişahtan izin talep edip, sebepsiz izin isteme ol­masın diye de iki gazel yazıp beraberinde gönderdim

Gazellerden birincisi:

Her seher ey yüzü gül gülşen köyünge yanp Yığlar ahvaline dil, şebnem eşkimni tarih Görgeç ey gonce dehen gül yüzüngi gUlşende Gül bilen gonce hacıl buldu hayadan kızarıp Ey tabibirn dil-i mecruh şifa tapsa ne ylr Sen şeker lebini kara bağrıga bir lahıa sanb Yüreğim hicr elem i bırla mçün pUrhundur. Gör gez ey dil, anı ol hunige bağnngı yarıb Katibi sen reh-i aşk içre seramed boldun Taşla Ferhad ile Mecnunu, alar kaldı harib (38' İkinci gazel de: Kipri~i okuna kaşı yarın keman yasar Dil'i sirnin üzre penbe-i dağın nişan yasar Mağrur bolma hüsnünge ey kaşlan keman Rüstem lering kemanını ah\r zernan yasar Bitab bolsa dil tab·ı hicringden ey per\ Ahım terahhum eylab ona sayeban yasar Kasr visal-i yare gönül kılınağa uruc Aşık, kemend-i ah-ı ona nerdiiban yasar Dil riştenge çıkartır eşkimni KAtibt Ohşar ki yare barmağ içün armağan yasar (39)

74 Bu gazeller arada bir bahane idi. ·Sayısız tazarru ve

nivazda bulunduk. O da çeşitli vaadlarda bulundu. Ni­hayet bir gün sevinçli haberi getirdi. cRuhsat verildi; halini nazmen padişaha bildir• deyince hemen bir ar­zuhal yazıp: Ayağımızın bağlandığı yetişti, Bundan böy. le gitme zamanıdır• diye halimizi arzettim. Bu müna­~ebetle de iki gazel söyledim. Birincisi:

Devleti senin bilen eğer ey dil bulursa yar Kılgay vefalar ol sanem-i şuh u şivekar Bir bir kakılsa hak-i rehin ey peri Tevfir akçe bolmayaydı anın olupta ipar Şeftalu sürsem ol leb-i unnablannge ger Her kaysı bolsa huşımidip itürge nar-ı yar Girye kılup eşikge yüz sürttüğüm bu kim Göz yaşını bolursa suyırgal kılay nisar Yukarı tabu~da şeha korka imni Derdini Katibi sanga arz eylese nibar (40)

İkinci gazel Rum tarzında idi:

Gafil ohna düştüğün yer mülk-i Hindiı-tandır Meyl edip orda kalanlar cümle sergerdandır Alemi geşt eyliyenler dediler bilittifak Hak budur dünyada cennet, memleket-i

05mandır

Varıp anda bir nazar görmek ehibbanın yüzün Bilmiş ol ev hasta dil her derdine dermandır Düş aya~ına Hümayun Padişah'ın ruhsat al Daima düşmüşlere anın işi ihsandır. Meyl ederse kalmaya dil-i tıfl Hindi~tanda

Katibt uymasın ona ol dahi oğlandır. (41) Bu arzuhal ve gazelleri görüp merhamet ve şef­

kate gt>lerck ruhsat inayet buyurdular. Bu bendey~ dıo

79 1

tekrar at, baştan ayağa giyecek ve yol ferman verdiler. Gitmek üzere iken -Allah'ın hikmeti- (Hümayun

Şah) cuma günü akşam namazı vaktinde halka görün­düler. Kasr'dan çıkarlarken ezan okunuyordu. Adet-i şerifelen üzere daima ezan okunurken hürmeten diz çöküp otururlardı. Yine öyle yaptık ve orada (Tedbir takdiri bozamaz) sözünde oldu~ gibi merdivenden düştüler. Mübarek başları yaralandı ve kollan kırıldı. Halk birbirine girdi. Bir - iki gün d:ıha orada kaldık.

Etrafa nameler gönderHip cElhamdü Lillah Parli­şah iyi haldedirıo diye haber salındı. Fakiriere sadı\ka­lar dağılıp askere in'am ve ihsanlar verildi.

Merdivenden düşüşlerinin üçüncü günü; pazartesi günü dar-i zahmetten dar-ı rabmete intikal ettiler.

(Şüphesiz biz Allah'ınız ve yine O'na döneceğiz) (1) Oğlu Celalu'd-Din Ekber Mirza; Han Hanan ile Şah Ebu'l - Meali'yi görmek .için daha önceden gitmişlerdi, Onlara; ciddiyeti hemen bildirildi. Padişahın huzurun­da olan hanlar son derece müteessir olup: Şimdi hali­miz nice olur, diye üzüntülerini belirttiler. Acizane onlan teselli ederek: Merhum ve mağfur Sultan Selim Han (Allah'ın nlhmet ve ma'fireti üzerine olsun) Haz-

~

retleri a_!ıiı:~te irtihal ettikleri zaman Saadetlu Padişah tahta ~~ceye kadar merhum Piıi Paşa çeşitli tedbir­ler aldı: AliHalk haberdar olmadı. Siz de öyle tedbir alın ki, oğluna haber gidince, kimse haberdar olmasın.• dt>­yince, onlar da güzel tedbirler aldılar. Eskiden olduğu gibi, divan şöleni çekildi ve padişaha itaatlerinden do­layı,, umeraya, adet üzere bahşiş da~ıtıldı. «Padişah Çarbağ'a gidiyor» diye at hazırlandı. Hava iyi değil di-

(1) Kur'an·ı Kerim Bakare Silresi, Ayet: (156)

ye vaz geçildi. Ertesi gün halka «Göriinüş var.» diye ilAn edildi. Fakat müneccimler bu saat iyi de~ildir diye men edince, askerler çok sıkıldılar.

Sonunda padişahın musahiblerinden olup boyu kısa olmakla beraber, yüz cihetinden padişah'a benze­yen Monla Bikesi denilen şahsı, üç gün, denize bakar bir eyvan üzerinde tahta geçirdiler. Padişah elbiseleri­ni giydirip yüzünü gözünü sardılar.

Hoş-hal Bey başucunda, (Mir Menşi) yanında du­rup bütUn sultanlar, Mirzalar, reaya ve avam, gelip de­niz kenanndan padişah'ı göriip dualar ettiler. Şadiyane çalınıp doktora hil'at giydirildL Böylece, padişahın sıh­hatta oldu~ bildirilmiş oldu.

' . gı .. :e e .•

Hemen ertesi gün, umera'ya gidip veda ettim. Pa- . dişahın sıhlıat haberleriyle RebiUl-evvel'in ortasında, Perşembe gUnü Lahor'a doğru yola çıktık. Şehr-i Su­nipet'e oradan Panipet'e, oradan Kınıal'a geldik. Sonra Tanasır'a oradan da Şehr-i Semaniye'ye vardık. ~ -

Orada, hakim-i hükUmet olan Kara Babadır Sul­tan'a «Padişah halka göriindü» diye haber verip her yerde «Padişah saAdır» diye, soranlara cevap vererek Sihrind yolu ile Maçvare'ye oradan da Baçvare'ye var­dık .

Sultan-Pur nehrini gemilerle geçtik. Epey bir yol aldık ve Rebiül-ahir'in evvelinde tekrar Lahor'a gel­dik. Celalu'd-Din Ekber Mirza Padişah oldu. Orduya cülus bahşişi da~ttı . Lahor ve diğer yerlerde adına hutbe okundu. Lahor hakimi Mirza Şah bize yine yol vermedi. «Padişahtan emir geldi, Kabil ve Kandehar taraflarına kimse gidemez,. deyince, tekrar padişahın

bulundu~ tarafa yöneldik. Kelinur'e vardık . Kale-i Manküt karşısına varıp Celalu'd-Din padişah ve Han Hasan ile göriiştük .

81 Oradan Ekber

Mirza, Bayram Han'ın hocası Molla Pir Muham­med'i gönderip «şimdi fetret zamanıdır. Birkaç gün burada bizimle kalabilirlerse viiAyet-i Hint ve Sind' in ne tarafını isterlerse onlara gösterilir» diye buyurduk­lannda bu fakir, derhal merhum padişahın ferman­larını alıp, ölüm dolayısıyla bir tarih ve mersiye gibi bir gazel söyledim. Bunu hell'en huzura arzettim.

Hind içinde bir Humay irdi, Humayun Padişah Bir dem içre boldi şu nakkar eyledi azm ale Ol musibetni işitgeç kaçgırıp zari bilen lttiniz tarihi fevt boldu Humavnn Padişah (42)

Bu münasebetle şu gazeli de arze'\tim:

Arz-ı cevr u cefa ımas şahı bolmadın Sakın uşşaknın ey meh-i hodnin ahı bolmakdın

Şehr-i Rum'un eşiğinda barıp daim geda bolmak Menkaberan durur kop Hind u Sind'nin şahı

bolmakdın

Habibin köyünda mena rakib olmak tılar hemrab Hodaya meni sen sakla onun hemrahı bolmalcdın Meni öltürse ol, hılni koyun, mengi kılıng ter'ip Meram oldur kişinin kişi devlethahı bolmakdın Vefa kılmak müyesser bolsa sanga ol cefa-pişe Rakibin Katibi gam tartma~ın agahi

Mirza, babasının fermanlarını oldu. Ruhsat verip dört bin kadar

bolmakdın (4) göriince bir hoş adamla beraber,

F: 6

ı

i

..... ı -

82

tekrar Lahor'a geldik. Şah Ebu'l Meali'yi tutup ba~­layarak Lahor kalesine gönderip hapsettiler. Düşür­

dü~üm tarihe ücret olarak bir pervane hediye ettiler. Her birine birlik harçlık lütfedildi. Beylerle Lahor'da toplanıp yol hazırlığına başladık.

Hint'in acaip ve garaibini seyrctfik. Garaibinden biri şudur: •

Buranın keferesine Gücerat1ılar «Banyan• Hin­distanlılar cHindu• derler.

Bunlar kitabi olmayıp alemin kctdim oldu~na kaildirler.

Birisi ölünce, ölüyü sahibine yükleyip su kenarına getirerek ateşte yakarlar. Erkek ölüp kadın geride kalırsa , e~er ihtiyar ise, onu yakmazlar. Eğer kocaya varmaya muktedir ise ister ıstemez yakarlar. Kadın kendi istc~iyle yansa, kavmi ~azlarla eğlenceler yapar­lar. E~er ehl-i İslam'dan bir takım kimseler toplanıp yanmak isterken ellerinden zorla ahalar alanın mül­kü olur, ırk davasında bulunamaz1ar. Onun için pa­dişah tarafından yanarken halk mani olmasın diye adamlar hazır bulunur.

Buranın tuhaf adetlerinden birisi de şudur: Burada talimli ceylanlar vardır. Bunların boy­

nuzlannda kemend olur. Vahşi ceylanların yanına sa­larlar, vahşi ceylanlar bunlan görünce, «cins cinsi çeker• kabilinden, onların yanına gdip baş başa ve­rirler. O zaman talimli hayvanlar boynuzlanndaki kemendi onların boynuzianna geçirip kendilerini yere atarlar. Ceylan hareket ettikçe !cemend sıkılır

ve kaçamaz. O zaman gidip onu yakalarlar. Bi.itün Hint diyariarında ceylanı bu usulle avlarlar.

83 Çölde çok sayıda camış bulunur. Bunları da fil-

lerle avlarlar. Mesela fillerin üzerinde kapalı duracak yerler yaparlar. Bunların içerisine adamlar girer ve sahalarda dolauıılar. Fil camışa erişince, iki dişiyle onu yere bastınr, a\'cılar da üzerinden inerek keser­ler. Camış'ın çölde yaşayanını da bu suretle yakalar­lat. Fakat bunun kuvveti, diğer hayvanların kuvveti­ne benzemez. Bunun dilinde öyle bir kuvvet vardır ki, atlı bir kimseye vursa, atından düşürür.

Hatta merhum Hi.imayun Padiş<.ıh'tan, bir zaman, Kav-ı kattas'ın biri, adamın birini kovaladı, çaresiz kalan adam, yüzü koyun yere uzandı. Havvan adamın topuğundan başına kadar her tarafını yaladı diye ye­min ettiğini işitmiştim.

(Camış) Kattas'ın iyisi vilayet-i Bahra.yic'de olur. Galiba, Bahri Kattas demek, Bahrayic'den kısaltıl­mıştır. Çünkü Kattas kara hayvanıdır, deniz hayvanı değildir.

Eğer Hint diyarının şaşılacak şeylerini anlatacak olursak, mevzu dışına çıkmış olunız.

Neyse ki, Rebiiil Ahir'in ortalarında, Lahor'dan Kabil'e doğnı yola çıktık. Lahor nehrini gemile!"le geç­tik. Bundan sonra., karşımıza büyük bir neh!r çıktı.

Karşıya geçmek için gemi buıamadık. Ket'ler yanı se­rir ve göze (desti)lerle kclekler ba~layıp nehri geçtik. Oradan da Behere'yc geçtik. Beherc nehrini de gemi­leric geçtik. Mirza'nın pervanesini Bchcre Seyyid'ine gösterip cAllah'a yemin olsun ki. Padi~ah vefat edin­ce, halktan mal alınmadı, henüz üzer1erindedir. Adam vazife1endirip üç-dört günde toplanıp kusursuz tes­lim edilsin» dediğimiz zaman, yol arkadaşı olan Mir Babus ve diğer beyler ile müşaverc ettik. Şah Ebu'l Meali, Lahor kalesinden kaçıp belirsi:r. hir tarafa git-

ti. Bazıları, K~bil tarafına kaçtı dediler. Orada karde­şi Kehmerd beyi vardı. Bunun için beyler korkup du­ramadılar. Siz birkaç gün durun, harçlık alıp öyle ge­lin? Fakat yollarda korku ve tehlike vardır deyince, arkadaşlarla müşa~ere ettik. eKim kanaat ederse do­yar, kim de tamahkarlık ederse aya~ düşer• sözünü hatıriayarak harçlıktan feragat edelim. Yol arkadaş­larımızdan ayrılmak uygun değildir, deyince, hepsi razı oldu ve beraberce yola koyulduk. Hoşab suyunu gemilerle geçip Neylab'a vardık, orayı da gemilerle geçip Zabulistan topraklarına ayak bastık.

BUHTER ZEMİN, YANİ ZABULİSTAN'DA

VAKİ OLAN SERGÜZEŞTİ BEYAN EDER

Mübarek Cemaziyel Evvel'in birinci gunu, Nil Abad'dan Kabil'E: do~ru yöneldik. Fakat, Adem Han demekle bilinen, Afganlı'dan çekinerek, akşamdan

sür'atle ilerleyerek sabahleyin dağiann eteğine vardık. Afganhlar hahcrdar olmadan, şafakla beraber, dağ

ı tE·klerindcn hareket ederek dağlara tınnandık. Dağ­larda binlerce Afganh ile karşılaştık. Tüfek atıp kav­ga ederek Allah'ın yardımıyla kurtulup Peşaver'e gel­dik. Hayher geçidini aşarak, Cuşayi'ye geldik. Aştı~­mız bu da~larda iki gergerlan gördük ki, herbirisi bi­rer küçük fil kadar olup, ikişer karış uzunluğunda

boynuzları vardı. Fakat, vilayet-i Habeş'te olanların­

ki, daha uzun olur diye meşhurdur. Lcmegan'a varıp Hezara i'Yinden bin bela ile Buh­

ter Zemin, yani vilayet-i Zabulistan'a gelip pay-i tahtı olan Kabil şehrine ulaştık.

85

Humayun Padişab'ın oluilan Muhammed Hakim Mirza ve Ferabfal Mirza'yı görüp Mun'ım Han ile mülakat yaptık. Hümayun Padişah merbumun fer­manlarını görüp hürmet gösterdiler.

Kabil güzel bir şehirdir. Etrafı karlı da~larla, dört bir yanı da akar sulu bağlarla çevre!enmiştir Her tarafı zevk, safa, sohbet meclisleriyle doludur. Halk, ucdan uca, latif ve mUzeyyen güzellikler içind~ zevk ve safa ederler. Saz ve sözleriyle halkı daima şen içkili, halinden memnun ve lOplu baldedir.

Olur mu biçbir zaman insan hurlye mail, Var iken luliyan-ı şehri KAbil (44)

Fakat binaların biç birisi gözümüze gelip vatan urzusu gönlümüzden bir an olsun gitmedi. Gitmek is­te)'lince, Mun'ım Han eYallarda kar var, Hindikuş da~lan bu vaziyette geçilmez. Birkaç gün burada ka· lın» dedi.

Bu faki:- de «Erlerin azm.i, da~ları yerinden oy­natır derler, gayret gerekir» deyince çöpcülük ve kıla. vuzluk yapan tayfa üzerine hakim ohm Mir Nezri'yJ gönderip bu tayfalardan, atları ve eşyavı da~dan aşır· mak için üç yüz adam vazifeiendirdi. Mübarek Cema· ziyel Ahir'in başlarında yola çıkıp Karaba~'a oradan da Çarikiran'a, sonra da Pervan, yani şehr-i Mervan'­a vardık.

Mir Nezri vazifelendirilen bu üç yüz kişiyi bir araya topladı.

Hakikaten atları ve eşyaları arkalanyla bir bir çıkardılar, v~lbasıl, bin belA ile da~ı aştık. O gün da~ dibinde bir kentte karar kıldık.

86

VILAYET -İ BEDEHŞAN VE HOTLAND'DA V AKl

AHV ALİ BEY AN EDER

Mübarek Recebin evvelinde Şehr-i Endirnb'a vardık. Oradan, Bedehşan vilayetinden olan Tahkan'a vardılc . Ornda Süleyman Şah ve oğlu İbrahim MirLa ile mülAkat eyledik. tık olarak gittiğimiz gün, İbrahim Mirza karşı gelip bir çarbağda bir miktar hediye ve bir gazel ile Mirza'nın huzuruna çıktık.

Eger ba~·sin ol aykaşiga cisming hUM eyle Yliıün görıneng tiler bolsang gözüng yaşıngni al

ey le Rakiba ol sanemning küfür zülfün kılma endişe Yuri kaytındm öz küfür nikda bol özge hayal eyle Gedayi güya bolgay biz gönül ol hace-i hüsning Zekat- ı vaslından bizge niçun birınes sual eyle Elifler dal alar kes sinmi eda itmeng istersen Rakibing ey elif- karnet banb kadini dal eyle Eger ekber aşka talib irseng vasıl olmakga Özingni Katibi nar-ı muhabbet birle kal eyle (45)

Bu gazeli Mirza okuyup çok beğendi. Karşılıklı

şiir okuduk. Hemen Padişah'a da acizane bir hediye sunduk . Huzurlarına çıkınca ~ir gazel de onlara söyle­dim.

Alem-i ervahda kim aşina boldum sana . Hak bilur ta ol zamandan müptela boldum sana Kuht cdınursa ni bar ger demni erbab-ı nazar Hamdülillah Padişahım hak-i pa boldum sana

87

Ey gönül aşkn·.n tarikin sana t:!fhim eyledim

Gam yeme şimdengem kim rehnüma boldum sana

Kfıy-ı yare azm idermin tabi'ol ~ydil tana

Hatırın cem'olsun andan pişva boldum sana

Kenc-i gamda Katibi halim gönip, dilher dedi

Şad ol ey birnar gam geldim şifa boldum

sana (46)

Onlar d;ı sonsuz lütuf gösterdiler. Belh ham Mu­ıammed Han ile Burak Han arasında diişmanhk ol-1uğunu anlatarak: uO yollar tehlikelidir. Pir Muh\Ull­med Han'ın kiiçUk kardeşleri çapulculuk yaptığından, Kunduz, Kavadyan ve Termid taraflannda hükumet kuvveti zayıftır. Fakat Bedeh,an ve llotlan yolu emni­y<:tlidir. O taraftan gidin• dedi ve bu hakire Padişah ve Mirza at ve hil'at ihsan ettiler. Hotland'da Cihangir Ali Han, Padişahın hanımının küçük kızkardeşin~ bir mektup verdiler. Oradan da yola k\lyulduk. Payitahtı

Bedehşan'a, yani Keşm'e geldik.

Padişah'ın Çarbağı ve Hümayun Padişah'ın Dev­vabe isimli bahçesini gezdik. Bund.ın sonra Kal'ayı

Zafer yolu ile Rustah şehrine, oradan Bender Sumtr. ye geldik. Amu suyu, yani C~yhun ırınağın tulumlar­la geçtik. KAşgar tarafından vilayet-i Hotland'da Dd­li'ye v:ırdık. Mir Seyyid Ali Hemedan' hazretlerini zi­yaret edip oradan Külabe şehrine vardık. Cihangit .ı\li Han ile rnülakat edip mektubu verdik. Onbeş adam kılavuz alıp Çarsu şehrine vardık. Oradan Polsenkin'e u~yıp köprüden geçtik. Kılavuzları serbest bıraktık.

S8

TURAN - ZEMIN VİLAYETİNDE, YANt

MAVERAtl'N NEHİR'DE VAK.t OLAN

AHV ALt BEY AN EDER

Köprüden geçip, Turan-Zemin, yani Mavera'iin Nehir'e girdi~imiz gün, orada istirahat ettik.

Ertesi gün yola çıkıp Hazarnüve, oradan da Çar­şanba kasabasına vardık. Hoca Yak!.lb Çarhi'yi ziyaret ~dip oradan Çı~nyat'a, yani Hisar-ı Şaduman'a var­dık .

Bundan sonra Singerd dağını aştık. Da~da de, vamh surette ya~ur ya~dı. Ya~mur sulan büyük bir ırmak gibi aktı.

Allah'ın (C.C.) kudretini temaşa etHk Buradan, ~r-·i Sebz'e, yani, Keş demekle bili­

nen şehre geldik. Sultan Haşim'le görüştük. O da ge­çiş izni verdi. Semerkand ile Şehr-i Sebz arasındaki da~ı binbir güçlükle geçip Kasaba-i Mısr'a u~radık. Bu, radan yola devam ederek Şahan-ı Muazzam'ın başla· rında cennet misali Semerkant'a geldik. Nevruz Ah­med Han ile mülakat edip «Herkesin hediyesi kendi derecesindedir• kabilinden bir miktar hediye sunduk

Han, bu hakire, bir at ve baştan aya~a. yani mu· teaddid hil'atler inayet ettiler.

Me~er Burak Han'a saadetili padişah, alem-penah hazretleri, Şeyh Abdül-I.atif ve Dadaş elçi ile bir miktar tüfckli asker ve top göndennişti.

Mülakat yaptı~ımız zaman Semerkand padişahı

Abdul-Utif Han olmuş, yerine Burak Han Semer­kand Han'ı olmuştu. Fakat, Belh'de 'Pir Muhammed

89

Han ve Buhara'da Burhan Seyyid Han kendi adlanna hutbe okutmuşlardı. Burak Han bu sebepten onlara bir şey yapamamış, sadece onları meşgul etmişti.

Evveıa Semerkand'ı alıp zaptetmiş, oradan da Sebz üzerine yürümüş ve burada büyük bir savaş ya. pılmıştı. Rumilerin kethudaları düşünce, orası da zap­tedilmiş ve oradan Buhara'ya geçilmişti. Burası uzun müddet muhasara edilince, Buhara Han'ı Seyyid Bur­han, Karakul'u Pir Muhammed Han'a verdi. O da İni­ierini, yani, küçük kardeşlerini gönderip Karakul'u zaptetmişti. Sonunda mecburen Burak Han'a tabi olup araları düzeldi, sulh oldu ve o vilayet, yine Sey­yid Burhan'a tefviz edildi. Burak Han, Karakul üze­rine yürüdü. P"ır Muhammed'in kardeşleri aman di­leyip şehri verdiler. Orayı da Seyyid Burhan'a verdi. Kendisi Semerkand'a geldi~ zaman, birtakım kimse­!crle Rumilere Ağa olan kimse Taşkent ve Türkistan yolu ile Rum'a doğru yola çıktı.

Beraberinde olan Ahmed Çavıış da, Buhara ve Harzem yolu ile Rum'a doğru yola çıktı.

Bir kısım yeniçeri de Seyyid Burhan'a vanp bir kısmı hanm oğullannın yanmda kalch. Kendi yanında :--üz elli kadar adam kaldı.

Yukanda anlatılan olayian bu fakire anlatıp;

•Saadetlu Padişah yanında yalancı olduk. Sözünü ka­le almadık. Bize yardımcı olsanız birşeyler yapabilir­dik» deyip, bu acize bir vihlyet vermeyi teklif etti. Ben de. eBu kadar adamla bir iş yapılmaz ve Padi­şah'ın emri olmadan biz böyle şey yapamayız• deyin­ce: •Şimdi. size adam katıp vaziyyeti devlet kapısına

90

bildireyiın• deyip, Hoca Ahmed Yesevi (K.S.) ev­ladından Sard-ı Alem Şeyh'i tayin ettı. Bir mektup ya­zarak: «Bundan sonra Padişah Hazretlerinin her ne emri varsa onunla amiliz,,. deyip gitmeye ruhsat ver. ui. Başkent Semerkand'da, Danyal (A.S.), Hızır (A.S.) ın makamını, Resuluilah (S.A.V.)'in hırkalan ve na­lınlan ve Hz Ali (K.V.) hattiyle yazılmış Kur'an-ı Ke­rim'i ziyaret ettik:

Ulema ve meşayihten hidayet sahibi Şeyh Ebu Mansur Maturidi, Şah Zende, Hoca Uheydullah Şeyh -ul Ahrar, Hoca Abdi Birven, Hoca Abdi Derven Ço­pan, Kadızade-i Rumi, fetva sahibi Maveraü'n Nehirli ulema mezarlan yani 4440 mezar ziyaret ettik.

Bir gün sohbet esnasınd:l Burak Han bu hakire: cGördü~nüz şehirlerden hangisi htJşunuza gitti?• di­ye sordular. Aciz de:

Dil ser-i kuyun koyup etmez behişt-i arzu Her kişiye kendi şehri yeğ gelir Ba~dad'dan (47)

(Necati)

deyip cevap verdim. Han bu cevaptan hoşlandı ve; cHakikate· ı doğru söylüyorsun. Amma bur(lda kalsay­dınız» · diy.~ buyurdular. Hanın elçisi Sadr-ı Alem Şeylı Türkistan yolu ile gitmek istedi. «0 yollarda Mangıt yani Nugaylann halka zulüm ve düşmanlık yaptığı işitiliyor. Kazak ve kazakçısı çok olup ehl-i lsl~m·a asla yol vermezler. Yakaladıklarını soyup ellerinden gelen kötülü~ yapmakta insanlar arasında meşhur­durlar.ıo

O yol uygun bulunmayıp Buhara tarafına yönelin­cc, Burak Han bu acize:

cSeyyid Burhan yine bize muhalifmiş. O~lum

Harzem Şah'ı Sultan Bey'le düşmanlık eder diye işiti­

lir. Cenk ihtimali varsa Acduvan'a geçip elçiyi bekle­yin. Vaziyeti araştırıp öğrenin, eğer muhalefet yoksa ~ yol j)e gidin, varsa, orada kalın• dedi. Biz de öyle yapıp mübarek Ramazan'ın beşinci günü yola girip Kale demekle maruf şehre vardık. Oradan Keremene şehrine geçip orad3n da Devva'ya badehu Semerkand nehrini geçip Acduvan'a vardık.

Hoca Abdul-Halik Acduvani'yi ziyaret ettik. ~ir­za'yı orada bulamadık ve sıhhatli bir haber de ala· mayarak oradan da yola devam ettik.

Pul Rıbat'a geldiğimizde Harzem Şah Sultanının ordusu tamamen Kayım ve Kacım giyerek savaş ha­zırlığında idi.

An~ızın Han Ali Bey -ki oğluna atalık edip gön ... uermişti- onu orada görlip bu fakire: cNereye pidi­yorsunuz?ıo diye sordu. c"Buhara'ya,ıo deyince.

.. şu anda Buhara Han'ı Seyyid Burhan Harzern­şah Sultan ile harbetmek için gelmek üzeredir. Lüt­fedip bize yardımcı olun• diye ricada bulundu.

Bu fakir de; cbiz kimseye yardım etmek için gel­medik. Hanın bize yarlığı yani emri bu de~ildir. Şayt:t savaş ihtimali olursa Acduvan'a gelip orada elçiyi bekleyin diye buyurmuşlardır» deyince, Acduvan ta­rafına yöneldik. Minare önüne yaklaştı~mızda yüz "-~·dar Alaçapan (çeşitli renkli Tatar) ardımızdan at koştı~rup «Mirza yarlık kıldı, davranın• diye bir yol­daşımıza kılıç çaldı. Biz de kenara atılıp hemen vuruş­mava hazı.rlanmışken biı· ulu Seyyid koşarak geldi. özbeklere: cSabredin. .\cele etmeyiTı• deyip datıttı. tki yanında adamlarıyla Mirza gelip dualar etti.

92 cLutfedip gitmeyiniz, bir kenara çekilip seyredi­

niz. deyince, naçar geriye döndük.

On kadar adamla Mirza'nın huzuruna çıktım . Mil­IAkattan sonra Mirza yine ricada bulunup; cbize yar­dım edin• deyince, buna razı olmadım. «Bari tüfekle­ri bize verin• dedi ve on kadar tüf~ bizden alarak Özbeklere da~ttı. Bize de csiz bir tarafa çeklip sey­redin• diye gururlu bir şekilde söylendi. Seyyid Bur­l ıan 'ı gözünde asla büyütmüyordu.

Yemiyen kişi yadelden tabanca Demirdendir sanır kolundaki pençe (48)

O :ında karşıdan Seyyid Burhan göründü. Mirza köprüden geçerek Rıbat'ın yanına vardı. Ben de ar­kadaşların bulundu~u tarafa yöneldim. Halk arasın­da bulunan altı yoldaşım Mirza ile köprüden geçti. Bu aciz dört yoldaş ile varıp halkı bir çardak avlusu­na koyduk. Seyyid Burhan hemen göz karartıp önün­de bin kadar Kızıl ayak, yani Buhara'nın yetimleri, kırk kadar Rumi okçu olup yaman askeri vardı. Bir anda Mirza'yı basıp tüfekle yaraladılar.

Mirza, tu~nu, nakkaresini ve herşeyini bırakıp i\ç yoldaşımızla kaçtı . Birini süngü ile vurdular. Biri de di~er bir yerde şehid oldu. Üç nefer bir miktaı Özbek'le Rıbat'a girdi.

Seyyid Burhan onlarla çatışmü üzereyken. iki voldasımla attan inerek , askere karşı gidip: cMirza nerededir ?• d iye sordum.

eRibat ile çatışmak üzeredir• dediler. «Beni düşüp Han'a iletin• dedi~imde, birkaç kişi önüme

köprüden geçtik. Ribat önüne vannca (kaza gelince

93

gözler kör olur) bu fakiri Ribat 'tan ok ile bir zalim vurup yaraladı. Her taraftan kılıçla üzerime saldırdı­lar. Ölümün eşi~ine gelmişken, onlarla beraber olan Rumiler, bu hali görüp fakiri tanıdılar. Özbeklere kı­lıç çekerek:

eBu, kendisi Han'a gelmiştir. Buna niçin böylr muamele ediyorsunuz?• diye hamle edince. ÖZbekler benden el çektiler. Han'a haber verdiler, Han gel­di. Eşsiz bir yiğitti. Beni kucaklayıp özür diledi. cÇa­tışma anında gelmiş bulundunuz. Kuru yanında yaş da yanar misali gibi oldu• deyip çok özür diledi. İki

sultan tayin edip yoldaşlarımızı köprüden geçirirken, iki yoldaşımızı yine kılıçla yaraladılar.

Yahşi bir yede~imi, bütün yiyece~i. bir seyisha­neıni ve on kadar atımızı yağmaladılar. Bin belA ile köprüyü geçip bir tarafta durduk. Nihayet han, bu fakire lütfedip: «Rıbat içinde olan Rumilere tenbih tt, Rıbat'ı \'ersinler. Onlar günahsızdır . Onlara sözü­müz yok» deyince Ribat'a gittik. Her birini ça~ırarak csavaştan vazgeçin. Benim burada bulunmamdan do~ layı, Han sizi affetti,• deyince, onlar da Ribat'ı verdi­Kaybolan atlardan birkaçı bulundu Ama birçok tü­fet kayboldu. Evvelce yolda tutulan iki voldaşımız da serbest bırakıldı . Bundan sonra şt-hrin yolunıı

tuttuk. Akşam zamanı Buhara'ya vardık. Seyyid Burhan.

bu hakire: «Dünya ve ahirette atam ol. Bu viiAyet Saadetlu Padişahındır. Sen Buh<.-ı·a'da otur, ben Ka­rakulda olayım • diye müteaddit rica ve isteklerde bulununca « Şayet bütün Maveraii'n Nehir'i bana verseler bu vilayetlerde kalamam. Ama, siz Han'ıma olan cefayı -inşallah- devlet kapısına arzederim

94

Padişah Hazretleri tarafından çeşitli inayetler gelip ümidederim ki Hanlık size müyesser olur• dedim Çe­şitli konuşmalardan sonra, gayet memnun ve mesrur olarak bu fakiri ziyaret ettiler. Sayısız lutuflar fC)s­terdiler.

Onbeş gün Buhara'da eğlendik. Hergün, bulundu­ğumuz çarbağa gelip sohbet eder, temaslarda bulu­nurduk. Bu arada, kendi lisanları tarzında gazel söy­lememi de teklif ettiler.

Hacıl boldi görüp ruhsar-ı yari ba~da güllar Figanım guş edi.p gülşenden ötti barçe bülbüllar Yüzü gül, kameti gar gar, gözü nergis. lebi gonce Ni bolgay başıga ol Jale-ruh sançgav karanfillar Cihan gülzannda manendi yok ol kad-ı şimşadının Boluptur baih hüsni içre zülfi taze sümbüllar Yü;ı:üng gör-geç kara zülfing perişan kıldı akhmnı Gönglini sa!dı sevdağa nikılay işbum güllar Demidur aç gözüngnü, gafletı koy, cam-ı mey nıJ5 cı Uyutmaz (Katibi) bezm ehlini avaz-ı kalaklar (49)

Bu gazelöen çok hoşlandı. Birk::ıç gün şiir üzerin­de konuştuk. Sonunda gitmek için izin is!edi~imi:!de: cBari demir tüfekleri bize verin, biz size ne kadar is­terseniz bakır tüfek verelim• dedi. Zarl!ri ohrak ka­lan tüfekleri onlara teslim eltık. O da kırk bakır tü­fek verdı. Kaybolan yedek yerine bir abhk at ve iki de~erli kitap himmet edip ruhsat verd:ler Bu nrada Burak Han'dan elçi gelip oğlunun .ıffını diledi. So­nunda yine yer verip Acduvan 'ı Abdal Sultan'a tayin etti. Yine .ıralannda sulh olup alem emniyet ve sü­kun buhınca biz de yol hazırlıkianna basladık.

95

Buhara'da: Hz. Hoca Bahaeddin Nakşibend, Ka­dı Han, Çar Bekir, Hoca Ebu Hafs-ı Kebir, Sadru~ Sena, Ta.;'uş Şeria, Şeyb-ul ~lem, Seyyid \tir Keı.lm, Pir Hoca Bahaud-Din Nakşibendi, Sultan İsmail Sa- -mani, Hz. Eyyub (A.S.) Ka'b'ul Alıbar ve Şem!>-ui Eimmet'ul Serahsi'yi ziyaret edip Harzem'e d~ yo­la çıktık. Karakul şehrine varıp oradan Farib önün­den Amudezya, yani, Ceyhun'u gemilerle geçtik. Mü­barek Şcvval ayının başlannja vilayet-i İran-Zemin, yani, Horasan diyarına ayak baştık.

Evvela Çarcoy isimli şehre vardık. Burada Hace-i Me~hed lmamı Ali Musa'nın kardeşini ziyaret ettik. Sonra, yola devam ederek çölden, yani, Bt>riyya-i Hc-­r&san'dan Amuderya'nın kenanyla Hnrzcm'e do~u yollandık.

Gece gündüz arslanlarla mücadele ettlk. Yalnız başına kimse su alamaz oldu.

Nihayet bin türlü belA ile on günde Hezaros'a geldik. Oradan da beş günde Hive'ye vardık. Orada da Mahmud Pir Yarvuli'yi ziyaret ettik.

VİUYET-t RAR2EM VE DEŞT-t KJPÇAK'T\

V AKt OL~N AHV ALt BEYA!'Il EDER

Miibarek Şevval'in senlarında Hive şehrinden ge­çıp beş günde Harzeın'e geldik. Dost Muhammed Han ve kardeşi lş Sultan ile müllkat yaptık.

• Şeyh Necmü'd-Din KübrA, Şeyh Ali Ramtını, Şeyh

Helvetiyan, İmam Muhammed Bargi, Sahib-i Ku1uri

96

Caru'llah Allame, yani Sahib-i Keşşaf tefsir c;.ıhibi Monla Hüseyin Harzemi, Seyyıd Ata ve Hekim Ata'yı 1iyarct ettik. Şehr-i Vezir'de merhum ve ma~fur ~yh Abdüllatif'in vefat ettiğini işitince, sabırsızlamp bir­kaç yoldaş ıle acele Şehr-i Vezir'e vardık.

Mahdum·u Azam ve Şeyh Abdüllatif'i ziyaret et­Lik. Merhum Şeyh Abdi.illatıf'den gayri, büyüklı!rin t.ısavvuf yolunda pirimiz olmaları dolavısıyla, ruha­riyellerine sığındık. Ruh-u :,;erifleri, Cenab-ı Hak'ın katında daima şad, merzuk ve Cennet-i Naim'de hoc;­nudluk içinde olmaları için, Kur' anı Kerim hatmettik.

Ruhları için yemek dağıttık. Bu fani düny:ıdan sonsuzluk bahçesine gittiklerine:

Şeyh AbdülJatif Pir-i Harzem Dar-ı dünyadan eyledi rihlet Ruh-1 Kuddus etti tarihin Eyle ya Rabbi makamını Cennet (50)

diye tarih düşürdüm. Mangıt Mirzaları olmaları 5ebebivle Ağatay Han

ogulları Hacı Muhammed Sultan, Timur Sultan v<.· Muhammed Sultan'dan mektuplar alıp Harzem'e gel­dık •

Hoca Ahmed Yesevi evladından Burak Han'ın el­;isi Sard-ı Alem Şeyh de geldi, orada hazır oldu. Şeyh Hüseyin Harzemi'nin zaifeleri, yan~. malıdurne-i a'­zam'ın kerimelen Şeyh Hüseyin Harzer.ıi'nin o~!u ve birçok miislüman yol arkadaşı oldular. Elbiselerimizi rı.ldık. Di~er halk koyun derisinden kih·kler edindiler. «Herkesin bu tarzda giyinmesı lazımdır. Çünkü, Man­gıt tayfası Özbeklerden fenadır. Ba5ka türlü giyinmiş

'17 halk görünce, Rus olduğunuzu zannederler,• diye ten. bih olundu. Elden ne gelir, biz de onlar gibi giyindik.

Aleının menfaatıni öz bekini Hak alarnın yoğ eylegey pakini Aşı talkan bilen korut barın Ki~ı bir barça tapman ekme~ini Kımız içip alar aşar dt etin Daği görmey biz özge yimeğini Kazağı kazakcısı köptür

Karvanını talab kılgar bilakcc Olüsının dişisini erkeğini

Hak budur ol gazayı ekber iter Çapgay anın kılıç bilen 6egini Uçrayıp tahtagan tanır sözümün (Katibi) yalganını gerceğini (51)

'

Velhasıl yoldaşların gönlünü alıp, «Aklı başında

olan kimseden zarar görmemek için lazım gelen vazi­yeti almalıdır.

Böyle ımış bu yerde çünkü töre Giyem kürküni göynüne göre (52)

C.ive nasihat ettim.

Hepsi o kılığa girdiler. Mübarek Zilkade'nin ilk gününde yola çıktık.

Bir aydnn fazla bir zaman Kıpçak çölünde avare yürürlük, güz fa!>lı oldu~undan, çölde kuş uçmaz, ker­van geçmez olmuştu. Çünkü burada bitki cinsinden hir habbe, su aslından bir katre bir şey bulmak

F: 7

91 :nümkUn delildi. Uçsuz bucaksı:ı bitkiden yoksun bir çöl olup,

Y oğıdı anda vuhuş tay ra gtda Su bulamazdı kurbağa buçga (53)

! Nihayet bin bell ve sıkmtı ile güıılerden bir gün

Sam ismiyle meşhur mabaUi ıeçip Saraycık kasabası­na vardık. Burada birçok hacı ve evvek:e izinli olarak gelen Rumilerden elbisesiz iç kişiyle karşı1aştılc: Bi-ze:

- •Nereye gidiyorsunuz? Heştedtr Han'ı Rus al. dı. Ahmed Çavuş, Rus ile çetin savaş ya~tı. Atamız. Mongıt Minalanndan Arslan Mirza'nm tebaası olup yol kesen oldu, dönün!• deyince,

Tecridleri:r. neylicekdir bize efllk Dokuz cebel(i soymıy.A bir yıl~eçi (S4)

dedim. Yol arkadaşlan l"ICtl olmadı. Birkaç ıün Har-7em'dc k:\ltn'-tn (acelecilik şeytandan. yav-.hk Rah­mandandır). ~retim sonu nereye varacak, deyip Bu­rak Han'ın eleisi Sadr-ı Alem Şeytı ve d!fer müslü­manlar dönünce, mecburen b!z de döndük

trmen vi~l-i yara, gönül boldu mümtenib Öldüm gamivl! bolmadı halimga muttali' Va'ız-ı hadis la1ıngı tefstr eyledi R)'hmet ana ki barc-e ulus boldu müntefi' K<'otür cihanda ıııonce Jeb'ü ll1e hadduli Sen serv-kad ıfbi hani lrir kadr..ı murtefi' Bülhül-tik ila nale vu ahi seberge çe Başed ki rahmet idip ota ol )!onca mUstemi'

99

Bari elemini (Katibi) def'eylemen bolur Ağyar irür (erer) hernin elemi gayri mündefi' (55}

Elden ne gelir? Çarnaçar yine Harzem'e geldik.. Burak Han'ın elçisi, yine Semerkand'a gitti. Dijer halk orada kaldı. Harzem Hanı dost Muhammed Han bu acize:

«Ne taraftan gitmek istiyorsunuz?• diye sordu­ğunda:

•Arzumuz, Horasan Meşhedi'nden, Irak~Acen! yo­Ju Bağdad'a varmaktır• deyince; «burada kalın. Mun. gıt babarda yayiağa gider, yollar boş kalır. lnş~llah Ruslar da hertaraf edilir. Batdad buradan hayli uzak­tır" deyince:

Senden olursa yare eter bu~du muşrikin Sa'yet gönül ki Aşıka Baldad ırak delil (56)

dedim. Nihayet Han izin ve bir yahşi yahu, yani bir güzel at verdi. Arabalan yol arkadaşianna batJşladı. Kalzem nehrinden Şirvan yolu ile IPtmek istedik. Fakat halk ona razı olmadı. Şirvan'a Kufe tarahndan Rum askeri gelip Abdullah Han ile çetin savaşlar yap­mış, hala o taraflardan Rum halkına bu taraflarda yol yoktur. Hasılı Çerkez tarafındau çıkan demirkapı yolu iyice araştınldı. Şimdiki halde Çerkezler isyan etmek üzeredir dediklerir.de Horasan ve Irak volunu sorduk.

Şah'ın şu anda Padişah-ı alem penah'a vardır diye haber aldık. Fakat yollarda olan beyleri sizi sağ ve salim şaha vardırmazJar,

itaatlan Kızılbaş

dedik le-

100

rinde cAllah'ın öldürmediği~i kimse öldünnez. Ölüm­den korkan kimse de yola girmez:

Yime hicran gamın ey dil ecelden öğden ölmüş yok

Yetecek 'ussasın hattın yazılmış ta yuyulmuş yok (57)

deyip, istişare yaptım. O yoldan başka diğer yollar­dan gitmeye imkan yoktu. Hasıl-ı · kelam, Hazret-i Hakk'ın sonsuz yardımı·na tevekkül ve kahatın guru­nı (S.A.S.)'nun bereketi bol mucizt>lerine tevessül ev­ledik.

Dahi yol bulmadım olup naçar U~radım bizzaruri ahir kar

Çünkü , «zaruretler, mahzurlu şeyleri mübah kı­lar• kaidesi kendiliğinden meydana çıkmıştır. Öyle ise hemen develer kiralayıp ona göre har~ket etmek lbımdır.

Harzem Padişahı Dost Muhammed Han'dan, git­met için izin istedik.

eBu vaziyette düşman içine gitmek münasip de­

~ldir• deyince, mevcut olan tüfeklerin yansını Han'a yarısını da Sultan'a verip izin aldık. Tin Muhammed'­

in kardeşi Ali Sultan'a vermek üzere bir mektup al­dık. Yol için azık ve su için nihenkler hazırladık. Ya­

radan'a sığınıp Zilhicce ayının başında Horasan diya.

rına doğnı yola çıktık.

HORASAN vtlAYETİNDEKJ SERGtlZEŞTt

BEYAN EDER

101

Allah'ın yardımı ile Amuderya'yı geçip karşı kıyısı­na konduk. Diğer arkadaşlan bekledik.

Mahtume-i a'zam'ın kerimeleri, yani Şeyh Hüseyin Harzemi'nin kızlan ı\dam gönderip: •Rüyamda Atam Mahtume-i a'zam'ı gördüm. Büyük bır toplulukla şehr-i Vezir'den Harzem'e ~eldi. Halk kendileri'ni karşılayıp geliş sebebini sorduklannda. «Mir 5-eydi Ali Şehr-i Ve­zire gelip üzerimize Kur'an-ı Kerim tilavet ettirdi. Biz­den yctrdım talep etti. Bunun için ona yardıma, onu sıhhatte Horasan'a geçirmeye geldikıt diye buyurdular. deyip, bu fakiri müjdelediler. O şevk ile ertesi sabah erkenden yola çıktık.

Devreven'e geldik. Muhammed Sultım geçiş için izin verdi. Oradan Ba~a'ya vardık. Polat Sultan da geç­memize mani olmadı. Nisa'ya ~eldik. Daha önce, Merv'­de Han olan Tin Muhammed'in kard~i Ali Sultan'la müllkat yapıp, Han'ın ve tş Sultarun mektuplannı verdile. O da serbestçe gitmenize izin verdiler. Hasılı, hepsi de Saadeth1 Padişah'ın emirlerine itaat edip ram '>lan kimselerdi.

Oradan da yola koyulduk. Baverd şehri yolu ile fus şe~ne geldik. Orada da İmam Muhammed Hani­n Hazretleri ve Pirdevsi-i Tusi'yi ziyaret ettik. H. 964 senesi Muharrem ayının ilk ff\inü Horasan şehrine geldik

Horasan Şahı yani lmam Ali Musa Rıza hazretle­rini ziyaret ettik. Denizde tufana tutuldu~umuz vakit,

102

İmam Hazretlerinin türbelerine bir toman adamıştık Nezretmiş oldulumuz bir tomanı Mir-ı Mütevelliye ve difer büyüklerio kabirierine de sadakalar dalıttım.

Behram Mirza'nın otlu İbrahim Mirza da orada Sultan idi. Şah'ın otlu Süleyman Mirza da orada idi. Onlarla ve vekili, yani veziri Gökçe Halifeyle buluşup Mirza1ardan Şah'a gitmek için adam iste-dik. Kabul t>ttiler ve bize bir ziyafet tertip ettiler. Konuşma es­nasında bu acize Hz. Ali ile Ebubekr, ömer ve Osman Hazretleri (Allah onlardan razı olsun) nin halifelikleri v~ büyüklükleri hakkında S<!ninle konuşalım deyip, bazı sualler sordular. Bu aciz de:

«Ahmak'a cevap sükfıtturı> sözüne uyarak ııükut

ettim. Suali tekrarlayınca:

Ayb irur saki mey itmek lal-i canan birla bahs Hiç acıt su eylegeymi ab-ı hayvan birla bahs Derd-u aşknıng buna hikmet diizdü isen

tapmaıey

Eyleganlar ilm-i hikmet içre tokman birla bahs

Bil kaza birla kaderden akl ile kılsa cedel Men salinunnin kılur anka Sülevman birla

bahs Lütf-u kahnflldan ne bolsa razımın bal u ve bal Haddi ırmas bendening kim !ola sultan birla

bahs Ders-i aşkı itme zahid birla eydıl gaft u gu Cehl irur dini olanlar kılsa nAdln birla bab• Can u dil birla n'ola laling lçün kılsam niza' Ayb imas siki şarab listında yarin birla bahs

lOS

(Katibl) sörw nızamı intizamı nazmını Derdi llyıkdur kılursıı'! ~na Süleyman birla

bahs (51)

Gazel bitince -Nasreddin Hoca'ya me-scitte pul oku demişler, yeri delil demiş- bunun gibi, biz, bu­<aya, sizinle bu hususu konuşmak için ,elmedik. Bu­rada sadece tesadüfi olarak bulunuyoruz. Yoksa bir suale cevap vermeye muktedir detfliz. Çünkü Pev­pmber Efendimiz «Hakikat 1\Cıdtr• buyurmuşlardır. Fakat sizin kasdiniz, bi7.im Hz. Ali evlitlanna olan ınuhabbetimizi imtihan ise:

Asitan-ı Murtauya IDdsntwm bar menin Daim.ud·debr ol eşikden fetih babım bar

men in Kanberimin, şir·i yezdaınn' sürmiyen elin

~lerla ne sual u ne cevabtm bar menin (59)

deyince, sual sormaktan vazgeçtiler ve ellerinden kur­

tulduk. Sonra Gazi Bey isiml! bir adam celdi ve eBu

kadar adamı Şah'a göndermek uygun defildir. Bun. lar, kendilerine kattatımız adamlan yolda öldürebilir

ve kaçıp gidebilirler. Burak Han'a telen Rumi1erin bunlar olması muh~ldir. Veyahut, bunlarda gizli

mektuplar olabilir. Onlan araştınp JÖI'meden, bunlan

bırakmak: dofru detildir.• diye söyleyince, Mirza da: (Kim bil"fCY ifitirse ona kaqı tediHr alar.) sözüne da­yanarak ertesi sabah erkenden ikiyii% zırhlı muhafız

r önderip Kervansaray'ı kuşattırdı.

104

cDo~ru tutulmayınca eğri bulunmaz• kabilinden, hepimizi tutup, herkese bir muhafız tayin ettiler. Be­ni de iki hizmetçimlo:: Gökçe halifenin vekilinin odası. na koydular ve atlarımızı da birer kişiye teslim ettiler. Di~er eşyalarımızı da emanet bıraktık. Hali hazırda burada kış mevsimiydi. Eşyalardan ayrılınca titremeye başladık. Ertesi gün Mirza, yanımızda bulunan emirna­meleri ve padişahlardan alınan mektupları aldılar. Bir keseye koyarak mühürlediler. Arkadaşlar bu durumu görünce, hayatlarından ümidi kestiler.

Ben de: oıBu duruma kendimiz kendi istegimizle düştük. Kendi düşen ağlamaz derler. Doğumdan kurtu­lamadık ki ölümden kurtulalım. Bundan böyle bunun çaresi sabretmektir. Çünkü büyükler cSabr ile koruk helva olur,• demi~lerdir ki, <;abr kurtulu~un anahtarı. dır ve bütün sıkıntılar ona yül<selir.

Sabriyle yetdi devlet-i cavid Sabriyle bitdi meyve-i ümid Ba~dehü sabriyle biter huşe Huşe hem sabrile olur tuşe

Harndi

Hemen Cenabı Hakk'a te,·ekkül edip sonunu göz­roeye koyulduk.

Yare yol iki kademdir, birisini cane bas Çünkü bu meydane girdik, ayağın merdane bas

(Necati)

Sonunda bütün arkadaşlan bağladılar. Gerçi beni bağlamadılar ama, başıma beş muhaflz diktiler. Mir­za'nın bu hareketine çok kırıldım.

105

Karlrini her giz bilir mi ademin Kerm u serdin çekmiyenler alemin (60)

oiye dertli gönlüme teselli verirdim. Üzüntü bazan gi­

der, bazan de beni m4hvedecek duruma ~elirdi.

Meydir ey saki ilacı kişi bolgay "amnak Zehr-i gam der'ine hiç mist!ke bolmaz tiryak?

Kenç-i hüsnünde iki ıülfü holuptur iki mar

Kati çün gamzesi tatibieri tı~-ı dıhak

Ol koyaş tal'atı görkan ,ni kılur hurnı yAd

S9fi bir zerre kine seni de yo~ inniş idrak Ol sanem, gayra vefaloir kıta layık mı menin

Tı~-ı müjganı bilen sanma mundak kıta çak

Yar rahm etti görüp baAiadıtım ıarı bilen

(Katibi) boldu işingeç anı aAyar helak (60

Bu gazeli hatınından geçirirken uyudum. Uyku ile

uyanıklık arasında gönlüme bir mısra düştü. Uyku­

dan uyanınca, •Bu bana ilahi bir ilhamdır:ıo deyip,.ha­

tınmdakini hemen yazdım. Bununla bir murabba dü­

züp İmam Ali Musa Rıza'ya ithafen gönderdim.

Aleme gelmiş de~il senin gibi bir delir

Haddi yoktur kim seninle pençe vura nerre.şir

Kıl terahhum vadi-i mihnette kaldım hen fir

Ya Ali senden meded düştüm bana ol dest-gir

• • •

106

Çehre-i zerdim eşitinde vanp hile eyledim Zülfiklr-ı mührün ile sinemi çlk eyledim Lafeta illl Ali sırnnı idrak eyledim Ya Ali senden medeel düştüm bana ol dest-gtr

• ••

Alem-i rü'yada şad edip beşaret evledin Rah-ı emni gösterip bana işaret ~)edin Gönlümü viran iten yaptın imare-t evledin Ya Ali senden meded düştüm bana ol -dest-gtr

• ••

Fal idub ismin senin girdim yola ey nik-nlm Hint u Sind'i, Maveraun Nehr-i geşt ittim

tema m Cin u dilden tengri şahiddir sanadır ilticam Ya Ali senden meded düştüm bana ol dest-gtr

• ••

Hint'den azmeyledim şah-ı Horasan adına Eşitine yüz sürüp kul olmışam ecdadına Bir nazar kıl ben garibin nale u feryadma Ya Ali senden meded düştüm bana ol dest-gir

• • •

Eyledi kin seni alemde zatın ol Celil lrtifa'ı kadtin içtin (Hel et§) ruşen delil Himmet eyle halime, rahm ide şah-ı Erdebil Ya Ali senden meded düştüm bana ol dest-gtr

• • •

107

Umarım bana inayet kıta oniki imam Melceimdir ahir u batında anlar ey humarn Cümlesinin eşi~ine yüz sürüp oldum gulam Ya Ali senden meded düştüm bana ol dest-gir

• • •

Milinet-i gurbet benim ba~nmı pür-hfın eyledi Derd-i firkat gözlerim yAşıni ceyhun eyledi Nar-ı hasret halimi gayet di~er-g(uı eyledi Ya Ali senden meded, düştüm bana ol dest-gir

• ••

(K!tibi) ola muhibb-i handan-ı Mustafa Nur-u şevkinle derCini daim ola pür safa Sana mensub iken ol lAyık mıdır çekmek cefa Ya Ali senden meded, düştüm bana ol dest-gir

• • • Bu murabba. ileri gelen kişiler arasında meşhur

uldu. Bir gün İmam Ali'nin türbe hizmetçilerinden bi­ri bana gelerek (Hakikat veya gayri hakikat) •Rüyam­da bir sabah Hazrt"ti Ali e!-Murtaza bana gelerek: eMir Seydi Ali'yi ziyaret ey le! • deyip beni sana gön­derdi• dedi ve çeşitli yalvarışiarda bulundu,

Bu olay şehirde yayıldı. Halkın bi7e karşı meyli­nin artmasına sebep oldu.

İmam Ali'nin türbe mütevellisi ve diğer seyyid­ler Mirza'nın nazınna baş vurarak:

«Bir kişi lmaını ziyarete gelip adak verse Şah'a gitmek isteyip, hali hazırda şahın padişahı Rum'a bü-

108

yük saygısı olsa, Aşura günü gibi mübarek günlerde böyle kimselere eziyet edilmesi do~ru olamaz. Bunlar­da bir hile ve tuzak olsaydı, meydana çıkardı. Çünkü, Allah teala ketam-ı kadim ve Fürkan-ı azim'inde (Mücrimler yüzlerinden anlaşılır) buyunnaktadır. Bun­larda kat'iyen öyle bir ihtimal yoktur ki böyle bir hal meydana gelsin• derler. Alim ve Seyyidlerin bu vol-daki sözleri Mirza'ya çok tesir eder. Aciz de: ·

Kendini tarif edermiş misk-u ter Öksüz oğlan · göbe~in kendi keser

(Necati)

dedi~i gibi, şiirden bazı laflar ettim. Mirza'ya haber f!Önderip «Bu haberin doğruluna ve yalana da ihtima­; vardır. Bize haksızlık etme.•

Dime kim idesin kala yanuna Sana kalursa kalmaz oğlanuna

aeyip hale münasıp üç gazel yazdım ve gönderdim. Bunlardan çok hoşlanmış.

Birincisi:

Sendin ey dil, uğrımış cehdet varaş ol var'ile Aşti bolmaktır amma kıl hazer ağyar ile Hatınm cemet leb-ı can-babşin ile ey peri Aklımı kılma perişan zülf-ü amber-Mr ile Cam-ı aşkı nfiş idip meyin koymeyin öz halime Mest-ı menin tabgım alışmaz zahida hoşyar ile Zülfü sahir, çeşmi pür-fitne. öziinun işi at

ı~

Ne bolur halim menin ol gamzesi rnekkar ile Bağ-ı dehring zevkini kılmak dô!er sen

(Kltibi) Ömrünü otkar yörü bir serv . ı hoş reftar ile (62)

İkinci gazel:

.Ol yar-ı kiş, bana mihrihan botmaz imiş Aşık olan ora şaduman bolmaz imiş Dil-i bülbüle gülşen, kuy-ı den yek Gülzar-ı cihanda aşiyan bolmaz imiş Aşkım duyurdu eylega ebernın-i ulvi Hiç şu'lesi ateşin nihan bolmaz imiş Müjganları sinernden atıp yetti dile Amma ni kılay zahnı iyan bolmaz imiş Ey (Katibi) daim işitir biz eyledin Öldürse kişi rakibi, kan bolmas imiş (63)

Üçüncü gazel:

•• • , Bana cevr edüp cefa kılan sanırlar yardır Beni tanır mısın ey gönül, bais-bar a~yardır Gözlerim yaşına rahm eyleyip yaşurma

hüsnünil Derler ey meh-ı deva, karşı aşık didardır. Ruhlarnın bağ-ı cinan bolgay, lebin ab-ı havat Ey tabibirn ne sebebden gözlerin birnardır Tapsa bir dernde içerdi kanını aşıkların Garnzesi ol hivefanın görinücek htmhardır (Katibi) bendeni reddetmen yamandır dostum Ol eşi~iniıı nltlarına vahşi hizmetUrdır. (64)

ll{)

Sonunda Mirza, Şah'dan korktu ve yaptıipn~ piş­man oldu. Aşura günii hepimizi serbest bıraktı . Tek­• ar bu acize bir ziyafet verdi. Atlanmızı ve eşyala­rımızı geriye verdi. Fakat çok eşya kaybolmustu. ~rt ~ kitabt~nı aldı:. Emirname ve mektuplan bır keseye koyup mühürledi. Kopça ~ı başı Ali Bey isimli bir yasa vul il ve onun başkanlılında, o sene­nin Muharrem ayının ortalannda Şah'a gönderdi.

Şah ve Behram'ın birer hanımJan lmamı ziyare­re geln:'işlerdi. Yola beraber çıktık. Yolda sohbeti epey ılerlettık. Şah'a varınca, herbiri de çeşitli lütuflarda ~ulundular. Onların maiyyeti ile yollarda dostluk ku­run, yüzlerine gülün diye arkadaşlara öt{it verip na­sihat eyledim.

'

Asayiş döktü tefsirini bu haıfest Ba dustan telattuf b.t düşınanan mudara (65)

(Rafız)

deyip, günlerden birgün Nişabur'a geldik

İmam zade Muhammed Mahruk ve Şevh Attar'ı ziyaret ettik. ·

Horasan vekili Ağa Kemal ile mülqkat yaptık . O da geçmek için izin verdi. Oradan Sebzvar'a geldik. Bazı edepsiz kimseler, bize hücum E"dip, kanştıkların­ria: «İt ürür, kervan yürlir• diyerek, bin belli ile el­lerinden kurtulduk.

-\CEM IRAK'lNDA VAKt OLAN AHVALt BF.Y AN EDER

Günlerden bir gün Irak topraklanna ayak bastık. Demavend dağı t:teklerindcn yani Mazenderan tarafın-

lll

l'.an Bestam'a geldik. İmam Muhammed Eftah, Şeyh Bayezid-i Bistami ve Şeyh Abu'l Hasan el- Hırkaniyi

ziyaret ettik. Ertesi IÜft. yola çikıp Dampn'a geldik. O gece arkadaşlardan Ranuuan Bölükbaşı ismiyle bilineıı salih ve dindar bir kifiye rü'vasında Bayezid-i Bistamf -40 derviş ile gelip:

eDta edelim ki Mir Seydi Ali arkadaşiariyle sat­salim vatanlanna varsmlar.• diye dua ederler. O adam ('a okuyup sonra bir yol fermanı yazdı ve mühürledi. • Yollarda kimse size mani olmasın.• diye bu acizi ha­berdar etti ve Cenabı Hakkm Kemal-i Keremine ŞÜ· kürler ettik. Bu can veren haber, ölü gönüllere taze bir hayat verdi. Damgan'da metfun lmam-zade Cafer'i zi­yaret etdk. Sonra Sumnan'a gelip Şeyh Alaud'devle-i Sumnani Hazretlerini ziyaret ~ttlk. Orada da bize bir­çokları hücum edip mezhep üzerinde konuşmak iste· diklerinde arkadaşlara: (Altını, itikadım ve mezhebini gizli tut.) hadisiyle hareket edin. Zira:

dedim.

Akil olanlar eylemez bir an Zehebi, mezhebi. zehabi iyan.

Onlar da nasihatimi dinlediler. Ertesi gün sabahle· yin yola çıktık. Yollarda dahi herbirine birçok nasihat edip. huylarına göre onlara teselli verirdim

Sofi ne :.eved safi tader negeşt cami Sisyar sefer bayed ta bobdeşeved hami

Molla Rumi

>eytinin manasını anlatıp:

112

«Hiçbir kimse sizden fazlı gezmiş değildir. Şu hal~ de biraz pişkin olmak lazımdır. Aklı başında olan bir kimse, adi ve rezil kimselerin sözlerine aldırış etmez.» ıledim. Onlar da sözk.rimi kabul edip nasihatimi dinle­cıiler.

Hep birlikte bir gün Rey şehrine geldik. lma.n Abd'ul-Azim ve İmam Hüseyin (R.A.) nın zevcesi Bibi Şehriban'ı ziyaret ettik. Orada şahın o~lu Muhammed Hudabcnde Mirza ve Korucu başı Sondan aita ile mü­lakat ettik. Meğer evvelce, şah, İsmail Mirza'yı Kazvin'­den Horasan'a gönderip, onu Kazvin'e davet etmiş, ls­mail Mirza'nın Horasan'da baz. durumları göze batmış, o yüzden Kazvin'de Şah'ın emriyle emirlerden biri öh dürülmüştü. Muhammed Han da Herat'da İsmail Mir­za'nın birçok adamını katletmişti. Yin~ Muhammed Huda-Bende'yi istedi~i zaman şah, yukl\nda bahsetti­ğimiz Korucu başı ile, yine on,ı Muhammed han'a gön­derip İsmail Mirza'yı davet etti.

Muhammed Huda-bende ile müllkat etti~m za­man, Şah'ın saadetlu padişah hazretlerir.e olan samimi l>ağlıhklarını anlattı. Biz de hatır köşemizdeki perişan­hklarımızı yadettikten sonra ertesi gUn yola çıktık. Bir­t-uçuk aylık bir zamanda, yani sefer ayının sonlannda Irak'ın payıtahtı olan Kazvin'e geldik

Şah'a, geldiitirniz haberi arzolununca hiçbirimizi şehre sokmayıp Sebze-giran ismiyle bilinen bir kente gönderdiler. Başımıza, Şah'ın vekili, yani, veziri azamı olan Masum Bey'in Divan bekçisi Mahmud Beyi koydu.

Eşik Ağası gelip adlanmızı ve kaç atımız oldu~nu yaz­dı. Kendi halkına bi7.den gizli olarak: «Her gece bekle~

113 yin. Bakalım sonu ne olacak " diye sıkı sıkı tenbih et­ti. Şah da, Meşhed'de vekil olan Gökçe Halife ile, vezir olan Mir Menşi'yi azledip, eBuolan niçin daha önce hana haber vermeden gönderdiniz?,. diye çok kızdı.

Bunun üzerine bizimle beraber gelen Kopçacı Ali Bey. bana Yesavul Pir Ali'yi gönderip: cBunlarm sizi alı­koymalanndan hayır umulmaz. Eğer Ü7erinizde para varsa, bize emanet bırakın. Eğer Hak TealA kurtuluş müyesser ederse yine sizin olur ve eğer bir hal olursa düşmana gitmektense bizde ltalsın.• dedi. eBunca za­mandır gezen kimsede para bulunmaz. Ölmekten kor­kan buralara gelmez. Allah-u Teala Kelam-ı Kadim ve Kur'a11·ı Azim'in de (Ecelleri geldi~ zaman onu ne tıir saat tehir edebilirler, ne de bir saat önce alabilirler) diye buyurmaktadır. Bunu kabul ve tasdik ettik. Buna göre Allah Tebareke ve TealA öldürmediğini öldUnnex.• diye: cevap gönderdim ve sonra Allah'a yöneldim. Şah kese içerisinde olan emir-name ve padişahlardan alınan mektuplara baktı. Bizimle beraber gelen hanımlar, ya~ ni, Şah'ın ve Behram Mirzanın hatunlan da bizim için:

«Mazlum kimselerdir!er, yolda hallerine vakıf ol­duk.• diye şehadet ettiler. Bi!' murabba yazıp şah'a

gönderdim.

Şah'ı Merdan-ı Düldüı'e ruz ne bord olsa süvar Zülfikare durmazdı Rüstem u istendiyar

No'la anınçün dese lütfeyleyip perverdigir

LAfeta illa Aliyyun laseyfe i11a Zülfikaru

• •• F: 8

ıa

Her zaman a'daya ol şah-ı vilayet salsa at Darb-ı şenışirio gören fenint'ler olurdu mAt Vasf edüp şanın atın ederdi Fahr-ı kairıat U feta ili~ Ali, li seyte illa z\JtfiUr

• •• Şol gazada kifiri lur.naıa etmi5ti yemin Öyle çaldı u~ı oldem kana gark !)ldu zemin Dedi hakkında şehadet eyleyup Ruh-ul Emin Lafeta illa Ali la seyfe illa Zülfikar

• •• Eyledi ana şecaat hil'atını Hakk ata Kılıcından kan damlarsa tekmidir ruz-i gad Dediler cümle Melaike eyleyip ;\na dua Lafeta illa AH, La sevfe illa zulfiUr

• • •• Şiri yezdandan kaçardı havf ed\ip birbeyan Kahramanlar tığ-ı hünt!r yüzünden isterdi eman Merd olup herkim kılıç kuşansa eder bi gürnan Lafeta illa Ali, la seyfe illa zulfikar

• ••

Nara urup eylese şah-ı necef azm-ı sa\'aş SaJsa seyfi katnn doymazdı ana dağ u taş Halk olup ferman-beri derlerdi koyup yen• baş Lafeta illa :\li, la seyfe illa zulfikar

• ••

Hayher'in kopardı kapısın kodu alemde nam Arşa Asdi tı~ını şad oldu cümle has u am Murtezaya Kanber olup (Katibi) eder mudam Lafeta illa Aliyyun la seyfe illa zülfikaru

115

Şah bu marabbaı görünce vekili Masum Bey'e em­rederek: cYann sen davet edip bir ziyafet ver. Öbür gün de biz veririz ve müjde haberini verin. Hangi yoldan git­mek isterlerse o yoldan gönderelim.• demiş. Hakikaten ertesi gün Masum Bey bizi d:ıvet ederek büyük bir zi­yafet verdi ve izin mtijdesini 1)ildirip: cErkrtn'ı saadet'e elçimiz gitmek üzeredir. E~e1• Azerbeycan yani Tebriz ve Van yolu ile gitmeniz münasipse yakında gidilmesi karariaşmış durumdadır.• deyince, bu fakir de •Kış vaktidir. O yola gücümüz yetmez Ba~dad yolunu ih .. san edin.• diye rica edince: •Şah'a arzedelimıo cevabını verdi.

.... Ertesi gün de Şah davet ettiler. M:Hakat esnasın·

da fakirane hediyelerimizi arzettik. Ziyafet esnasında birçok konuşmalar yapıldı, şiirler söylendi. Bizim ha· !imizi tamamen anlayınca, beylerine hitaben: •Onların yüzlerinde sccde izleri vardırıo ayetini hatırlattı. Yani: "Bunlann yüzlerinde hile ve burdaJan eser yoktur. Bunlar, hacı ve gazidirler.ıo dedi. Evvelce arzedilen İb­rahim Mirza'nın vekili Gökçe Halife ve Mir Mevsinin memuriyeıleri iade olundu .

Bu acize bir at, iki hil'at, bir yük ipek ve yol için bazı malzeme verdi. İki serdar'a ikişt>r hil'at ve beş ar­kadaşa birer hil'at verdi. Saadetlu padişah hazretlerine sonsuz hürmet ve muhabbetlerini arzettiler

Son derece bağlılık gösten!iler. Şah bir gün bu aci . zi Mehterhanesine davet edip ziyafet verdiler. Kendine efivendiği beyleri oraya gönderdi.

•Devletin büyüklü~nü göstermek ıcın beşer yü1 ve biner toman'a yapılmıştır, niye birçok büyük kadife

1

ııe

ve ibrişimden resimli, işlenmiş küçük halılar, birçok paha biçilmez tahtlar, ustaca ve resimli olarak yapılmış haymeler, ota~lar ve çadır bölmeleri gösterdi. Umera­sından Musahib olan yüzbaşı Hasan Bey, bu gördütü­müz şeyler için: eBunlar büy:.ik bir ha7inedir.• diye söyledi. Ben de: .ıPad!şahlann hazinesi, altın, gümüş ve harb aletleridir. Bunlar hazine d~ildir.• deyince, afal­layıp kaldı, cevap veremedi.

Elçileri olan Sabit Ağa, bizden önce Tebriz yolu ile gitti. Bizi bir ay kadar bırakmadılar. Birkaç defa davet edilip sohbetlerde bulunduk. Bir !'Ohbet esnasında: .. oiyar'ı Rum'dan Burak Han'a yardım için üç yüz ye­niçeri gönderilmiş.• diye söyle-yince, ben de: cOnlar Burak Han'a yardım için gelmemişlerdir. Heştedir Han yolunda Hoca Ahmet Yesevi (K.S.) c.wlAtlanndan Baba 5cyh'i Çerkezler şehid edip yollarını kesmişlerdi. Mer­hum ve ınagfur Şeyh Abd'ul-LAtif Hazretlerini geçir­mek için gönderilmişlerdi. Şayet yardım için gelmiş ol­s:::lardı, binlerce asker gönderilirdi.• dedim. Sözüme iti­mat ettiler.

Bir gün, mecJ:ste, ulemasından ve ayni zamanda akrabasından olan Mir İbrahim Safevi bana bir suat c;ordu: .. osmanlı alimlerinin bizi tekfir etmelerinin se­bebi nedir?• Ben de: cAshaba küfredilir diye işitiliyor. Şayet böyle bir şey varsa, fıkıh kitaplarında: (Şeyhayn'a küfretmek küfürdür) diye yazılı ve kayıtlıdır.» dedi-~imde.

· elmam-ı A'zam'a göre öyledir, ama, lmam-ı Şafii'­nin görüşüne göre, bu küçük günahlardandır.» diye ce­

vap verdi. Ben de:

11'1

Şafiinin görüşüne göre küçük günahll'\rdandır sö­zünü reddedip eBundan başka Hz. Aişe (R.A.) hakkın­da bazı terbiye ve edebe aykırı şeyler söylenirmiş diye i~itiliyor.

Buna göre de Hazreti Risalet- penah'a bazı yüz kı. 1.artıcı şeyler isnad edilmiş olur ki O'na küfürdür Bu durumda o kavim mürted (dinden dönmüş) olur ki, on­ların öldürülrnd.!ri dinen hel51 ve bu zamanda kazan­dıkları mallar gan!ere mubah olur. Kadın ve çocuklan esir edilir. Eğer bu şöylediklerinden dönmeılerse hap­scdilirler. Şayet ''önerlerse, hanımianna tekrar nikah kıymak suretiyle veya tekrar kıymadan yanaşabilirler.• dediğimde, inkar edi!):

"Her kim Hz. Aişe'ye fuhuş isnad ederse, o bizce de 1 afirdir. Bu suretle hem küfretmiş, !\em de Kur'anı in­kar etmiş olur. Çünkü, O'nun, (Hz. Aişe) hakkında Al­!alı'u Teala Kur'an'ı Kerim'in birçok yerinde, iffet ve ben~atine şahidlik ed~r. Fakat, Hz. Ali'ye muhalefet et­ti~i için. Hz. Aişe'ye muhabbetlmiz yoktur.• diye bunu itiraf etti.

Tekrar: •Bakalım buna nasıl cevap vereceksiniz. Ha~is'i Şerif'te (Ümmetimin alimleri Beni İsrail'in Ne­bileri gibidir.) huyurulmuş iken, din büyüklerine dil t.7.atılıyormuş.• dediğimde •Bu söylediğiniz alimler ara. sında bizimkiler dahil de~il midir? diye sordu. Ben de

cLatife yüzünden ümmetten olan ulemanın hepsi da­hildir.• dedim ve tekrar: cMalCımuııuz de~il midir ki, alimler hakkında cAlimierin eti zehirlidir. Kim onlann etini koklarsa hasta otur ve }:im de yerse ölür.• diye 7.ikrolunmuştur. Buna göre onlara dil uzatanlara dün-..

L

118

ya ve ahirette mutlaka bir b~l~ gelecektir.• deyince . daha cevap veremedi. Sözü kesip cBütün bunlar uy. ı;!urmadır.• deyince, ben de cÇevirelim birer sayfa• di­)erek sohbetimize geçtik.

Bir gün Şah bu acize: cŞu kadar yer gezip dolaş­tın . Gördü~n memlekelterde hangi şehir hoşuna git. ti?• diye sorunca, açıkça:

Gezip seyreytedim her şehrini gerçi bu dünyanın

Nhirini .görmedim hergiz Stanbul u Galata'nın

dedim. Ş~h da bu sözümü tasdik etti ve devamla: cOs­rnanlı Beylerbeyi ve emirlerinin dirlikleri kaç tümen olurıo diye sordu. Ben de cevap olarak: cDiyar·ı Rum'da Padişahımızın Beylerbeyilerinin ve Omerasının dirlik­leri kendilerine mahsustur. Askerlerinin her birinin pa• dişalıtan başka dirlikleri varc!.ır. Diğer padişahlann uroerasının dirliği kendilerine hükmettikleri askere gö­redir. E~er Padişahımızın Beylerbey1eri ve uroerasının bu şekilde emirlerınde olan askerlerin dirlikleri toplanıp kendi dirlikleri ile toplansa değil toman, birçok beylik, belki de birçok yüz geliri olurdu. Mesel~ Rumeli, Anado­lu, Mısır, Budin, Diyarbekir, Ba~dat, Yemen ve Cezayir'in batı kısmı Beylerbeyleri'nin her birinin emrindeki asker­lerin dirlikleri, di~er padişahlann bütün askerlerinin dirliklerinden fazladır.

Di!!~r Beylerbeyi ve umeranın dirlikleri de ayni şekildedir. Sultanlık Emirle'rine lilyık olan da budur. Diter villyetlerin padişahlan, hanları ve sultanlan ile kendi tebaa~ı olmalan bakımından iyi geçinir. Vil~yet-j

ııt

Rum (Osmanlı Ülkesi) da ordu padişahımıı.ındır. Bun­dan dolayı Beylerbeyi ve Umerası, diter kullanndan ayndır. Bunlann, padişahımızın emri şeriflerinden bir nebzecik aynimaları ihtimali yoktur.• dedim. Orada Şah'ın bazı Emirleri: «İbrahim Mirza Meşhed'de aldı­ğı kitaplan Şah'a getirsin, tam yeridir. Şah onu mu· hakkak getirtir• dediklerinde ben: • Fitne uykudadır Allahın l~eti onu uykusundan uyandıranın olur• sö­zünü hatırlayarak, cGeçenden geçelim, giden gitmiştir artık.• diye cevap verdim. Sonunda izin talep etmek için Şah'a bir gazel söyledim:

Aşık isen hOn-ı gam yemekten ey dil tezzet al Arif isen, cam·ı mey nuş eyleyip bir halet al Bi bekadır mal, dünyaya gönül meyl clyemc Kıssa-ı Karun'u var guş eyle andan ibrel al Almaya can nakdini minnel mi eylemezsin

bana

Kıl tekellüm bir nefes , benden anı bi minnet al Rahm edip ben natüvane girdi gamzen zahmine

Ey tabibirn bari gel nakd-ı h:ıyatı iicret al Gezme Mecnun gibi l'ağlarda ahes ey kühkün Aşk vadisinde şakird ol bana, bir sanat al

Yari görc;em ölmeden, kar etti hasret canıma Cehdedip ey hasta-dil, dest-i ecelden mühlet al

Şüphe yok Hubb'ul vatan, imandandır (Katibi)

Halini arz eyleyip Şah~ı Ke· emden ruhsat al (66)

Bu gazeli şah çok be~endi ve ondan hoşlanarak git· rnek için izin verdi.

J

120

Saadetılı padişah hazretlerinin yüko;ek şahsiyetleri­ne mektup yazdılar ve arzolunmasını canu gönülden di­•eycrek sonsuz muhabbetler gösterdiler.

Yü!başı Hasan Bey'in kardeşi Nazar Bey'i bir mik­tar adam ile bize kattılar ve t.!krar hil'at verdiler.

Kazvin'de medfun İmam Şehzade Hüseyin'i ziyaret ettik. Mübarek Rebi'ul Ahir'in ba~ında Bağdat şehrine ~ ogru yola çıktık. Sultaniye yakınındaki Ebhur isimit ~erihn önünden geçerken orada medfun Pir Hasan b. .11 hi'nin ha rab olmuş türbesini ziyaret ettik. Kurkao'ı

~·.ştık. Orada da şeyh Muhammed Dem-tiz b. Hoca Ah­met Yesevi'yi ziyaret ettik. Oradan Dergüzün şehrine,

" radan da Hemedan'a vardık. Ayn'ul Kudat (Kadı-ların

ı.:özü) Hemedani Hazretleri ve Peygamberimiz (S.A.S.) in oayraktarı Mekke'li muhacirlerden Pir Ebu-I Ala'yı zi­yaret ettik. Oradan Sadabad kasabasına vnrıp serhad beylerinden olan Bey oğlu Hasan bey'e yetiştik.

O da çeşitli ihtimam gösterip hürmet etti ve ziyafet verdiler. Oradan da Elvend ve Nihavend da~ı tarafın­

dan, y.·mi Luristan etelinden Bistan dağına geldik.

İm~m Kasım'ı ziyaret ederek oradan Veysel Kara­ni (R.A) yı ziyaret ettik. Kasr-i Şirin yolu ile Kürdistan ıçinden kal'ayı Zencir'e geldik. O gün gökyüzünde an­sızın bir Huma (cennet) kuşu eöründü.

Halk bunu cHayra alamettir.» diye sevinç ve mutlu­lukla seyrettiler. Bazıları onun uğurluluğunu bazıla­

rı da di~er hallerini anlatıp durdular.

Nitekim, Şeyh Sadi (Allahın rahmeti onun üstüne olsun) de şöyle buyuruyor:

Humav berhemc miirgan ezan şeref dared Ki ustuhvan hard u canavar neyazıred

121

«Huma kuşu kemik yediği ve canlı mahluku incit­mediği için bütün kuşlardan şerelfidir.•

Bundan anlc.şıldığına gör, bu kuş, kemikten başka bir şey yemez, yalnız kemik yer ve onunla yaşar derler.

Bazılan da şöyle hikaye ederler. Bu kuş acıktıgı za­man kemiği alıp havalanır, yükselditen sonra kemiği ye­re bırakır. Kemik yere varınca parça parça olur. O par­çaların hepsini ayni ölçüde yapar ve oııdan sonra yermiş.

İran'da büyük kişilerden herkes bir yerde düşman karşısına çıkamaz (duramaz) oldu mu, Huma kuşu gibi yiyeceğini evvelce ölçüp biçer ondan sonra yerdi. Böyle yapıp yiyerek hasını karşıs.ına çıkması gerekirdi» sözü bir hikaye halinde varmış.

O gün Nazar Be:v'e geriye dönmesi için izin verdik ve o geriye döndü.

Ertesi gün sat-ahieyin Kal'ayı Zencir'den yola çıkın­C.l dokuz ölüm dedikleri büyük nehirden geçip Şehri­tan'a J!eldik. Bu şehnn sonunda Bağdad şehrine ulaştık .

Hızır Paşa hazretleriyle mülakat edip çeşitli iltifat­i:::rına mazhar olduk.

Oradan da Diyar-ı Rum'a doğru yola çıktık. SON DURUMU BEY.~N EDER.

(B~KİYYE-t AHVAL-İ BEYAN EDER)

Mübarek Cemazivel evvel'in ilk günlerinde Dicle ya­ni Sattı Bağdad-ı gernileric geçtik. Önceden ziyan•t etti-

122

ğimiz ziyaret yerlerini tekrar ziyaret edip yola ltoyul­du.k. Kasrı Sum.ke ve Harbi yolu ile Tikrit'e ıeldi.k. Ora­dan Musul'a vasıl olduk. Eıoki Musul ve Cizre yolu i~ Nusaybin' e geldik. Diyarbakır'dan Mardin yolu ile Amcl'c geldik. Orada İskender Paşa Hazretl'!ri ile mülakat edip çeşitli lütuflanna mazhar olduk. Birçok defa sohbette bulunduk. Başııdızdan geçenleri işittiklerinde hayrette kalıp: «Sizin başınızdan geçenler, DAranın başından geç­memiştir. Sizin gördülfuıüz garip ve tuhaf şeyleri Belki­ya ve Cihan-şah rüyasında görmemiştir.• deyip, pditi­miz yerlerin padişah ve askerlerini sordu. Ben de: Kur'­an-ı Kerim'de.

• ı - E lif; Lim; Mim . 2 - Rumlar (l>otu Romalılar) mağiQb oldu; 3 - Arap ülkesine enyakın yerde.. Halbuki onlar

bu yenilgilerinden sonra muhakkak galib gelecekler. 4 - Birkaç yıl içinde. . . Önünde ve sonunda emir

Allah'ındır. O gün (Romahlar'ın üstün geldili gün) mü'­minler ferahlanacak.

S - Allah'ın (Bedır'de) zaf~r vermesiylc. O diledili­ne zafer verir. O Azizdir. Rahimdir.• (*) buyurulmuştur. Bunun gibi yer yüzünde ne Osmanlı ülkesine denk bir ülke, a • de Padi~h-ı Aiempenah'a benzer bir padişah vardır.

Padişah-ı Rum'a nisbet şah olanlar hak budur Bir kişi benli hacibde padişah olmak durur Ne de Osmanlı askerine benzer bir asker vardır. Ma'rib u Maşnkta Rum'un leşlceri ~hurdur.

Kande azmeylese anlar daima mansurdur.

(' j Rum Suresi. Aret= 1·5

123

Haşredildi~miz zaman, Cenabı Hakk ilk evvela Vi­layet-i Rum'u a 'bad padişahımızın ömrü devletini ziyad u berziyad, muzaffer ordusuna daima isteğine nail, düş­manını her zaman yerlerde inietir inşallah . Amin!

Bi hürmeti Seyyid'il Murselin, deyince onlar da tas­dik ettiler ve •Komşu hükumetleri ben de bilirim. Ha­kikaten aniattığınızdan bin fazladır. ,. dedi. Sohbet esna­sında benim öldüğüm haberinin memlekette işitildiği,

Mısır kaptanlığımn Rodos Sancak Beyi Kurdoğlu'na ve­rildiğini zikrettiler.

O zaman ben de: « Padişahımız ı.:lğ olsun. Memuri­yet i şi kolaydır.• dedim ama, ü-ıgün gönlümü teselli için:

Rağbet . edermi adem olanlar bir haneye Sayd olma dame, ey gönül aldanma daneye Sehm-i kaza bilirsin erişur nişaneye Çekmek gürnan rtıihneti alemde yaneye Gördün zamane uymadı, sen uy zernaneye

• ••

Ney gibi iniesen no'la her dem idüp figan Kanun edindi kaddına cenk etmeyi cihan Çünküm senin turana raks eylemez zaman Güç eyleme usule, gözet dairen hernan Gördün zemane uymadı, sen uy zernaneye

• ••

Baş etme dehre, hürmet için olma mübtezel Her kişiye nasib ~elir. budurur mesel

124

El vermese zemane, sakın eyleme cedel Pendim kabul eyle, benim sözüm asla gel Gördün z;.mane uymadı, ~n uy zernaneye

• ••

Dünya senin ola, tutahm, neylesin görek Akil odur ki, yok yere harc etmeye emek Sanma meramın üzre döner daima (elek Guş et nasihatim, hele benden sana demek Gördün uymadı zema"le sen uy zernaneye

•• •

Yazmış nekim mukadder ise levh'e çün kalem Elbette başa gelse gerek yazılan rakam Şad olma hürmet eyle fena gelse çekme gam Ey (Katibi) cihanda nedir çekti~n elem Gördün uymadı zemane sen uy zernaneye

deyip Hazreti Hakkın sonsuz lütfuna tevekkül ettim. Fa­kat, Hürmüz limanı ve Gücerat ülkesinin Osmanlı tll­kesi 'ne katılma arzuları hatırımdan çıkmadı. Kendi ken­dime:

Senin gitmez başından bu havalar DimatJn cümle toprak dalmayınca Bu sergerdanlı~ın payanı yoktur Vücudun serteser hak olmayınca

diye nasihat ettim. Asitane-i Saadete yüz sürmek ümi­diyle Vilfty<.·t-i Rum'a doğru yola çıktık.

125

Ergani'de Zülkif Peygamberi ziyaret ettik. Oradan Harput yolu ile Malatya'ya geldik. Mutaallikat-ı Seyyid Gazi Sultan'ı ziyaret ettik.

Oradan, Vilayet-i Rum, yani Sivas'a geldik. Orada da Ali Paşa Hazretleri ile mülakat ettik. Onlar da son­suz lütuflar gösterdiler. Orada Abdülvahhab Gaziyi ziya. ret edip Ali Baba ile mülakat ederek duasını aldıktan

ı.onra İstanbul'a doğru yola çıktık. Kan ovasından Karahisar Şah'a ve Bozok içinden

Hacıbektaş'a geldik. Sultan Hacı Bektaş Hazretleri ve Bahm Sultanı ziyaret ettik. Oradan Kırşehir' c geçip ora­da da Ahi Evran ve Aşık Paşa hazretlerini ziyaret edip -Ayaş yolu ile Varsık içinden geçtik. Krıılırma~ı Çeşni­~ir köprüsünden geçerek Ankara'ya vardık Hacı Bay~

ram Sultan Hazretleri, evlatla!'ı ve Hızır Aleyhisselam'­ın makamını ziyaret ettik. C~nabi Paşa hazretleriyle mülakat ettik. Onlar da büyük iltifat gösterdiler. Bu­radan Beypazar yolu ile Bolu'ya oradan da Mudurnu'­::a uğrayıp, Göynük'e geldik. 5eyh Akşemseddin Haz­retlerini ziyaret edip Taraklı Yenicesinden Geyve'ye vardık. Sakarya'yı köprüden geçtik. Ağaçdenizi geçip Sapanca yolu ile lzmit'e gidip Ncbi Hoca hazretlerini ziyaret ederek Gebze yolu ile tlsküdar bo~azından Da­russaltanat'ın en büyük ve en güzel şehri İstanbul'a sıhhat ve selametle vardık .

Bizi tehlikelerden çekip çıkaran ve ülkeleı in, en hayırlısına sağ salim ulaştıran Allah'a ho.md ol!\un.

Böylece, üzüntü, sıkıntı, başımıza gelen olay ve zah­!I'etlerle dolu dört yıl tamam oldu. 964 senesi Receb'­inin ilk günlerinde akraba, dost, kabile ve ~ardesleri-

mize kavuştuk. ·

128

Bu ihsan ve nimetiere bizi kavuşturan Allah-u Tea. la'ya hamd olsun. Hamd olsun, hamd olsun!

Saadetılı Padişah efendimiz, devletle Edirne'de bu­ıunmalan dolayısiyle gelişimizin ikinci gürü yola çık­ı ı k. Edirne şehrinde pay-ı tahtı saadetlerine yüz sür­mek, Allahın yardımıyla yine müyesser oldu.

Ol sanem in derd ü aşkı sana ey dil yar ımış Ben senin hal!ne reşk ettim ne zevk ın var imiş Hak i payın, başına tae ettin ol şahın yine Hanıdu Iiilah kim senin başında devlet bar imiş Ol tabib-i can benim !'ıalimi sorsa itiniz Kcnc-i gamda mihnet derdin bilen birnar imiş Aklımı ya~ma edip dil mülkümü aret kılan Dostlar aldım haberi bir gamzesi tatar imiş Zülf-i yari vas•fedip kıldın muattar alem! Görsc itüı·di nevayı Katibi a-tar imiş. (67)

•• •

Nihayet saadetltı Padişah-ı alem-penah hazretlerinin inayet \C ihsanlarına mazhar olduk. Vüzera-yı 'Izam dahi çeşitli lütuflar gösterdiler. Bilhassa Rüst~m Paşa fAllah işini kolaylaştırsın) haz!·etleri sonsuz lütufkarlılı.: ;!ÖSterdi. Çeşitli ihsan ve yardımlarda bulundu.

(İnsan ihsan'ın kölesidir.) kabilinden ihsanlannı mahcub olarak can'u gönülden kabul ettim.

Bu acize günlük 80 akçe ile «Dergah-ı Mualla mü­tcfcrrikalığı» sadaka olundu.

Beraber olan kethudaların. maaşl.ırı 8'er akçe artı­rıhp yine Mısır'da müteferrikalık verildi. Bir bölükba­!'t:ıın 8 akçe, ve diğer yol arkadaşlarının 6'şar :.ıkçc

127

maaşlan artırıldı. Birisi Mısır çavuşu oldu. Di~erleri diledikleri yere gitmekte serbest bırakıldılar. Dört se­i elik ulufeteri verildi.

Mübarek Recep 'lyının sonlarında Saadetılı Padi­şah Hazretleri kuvvet u ikbal, Saadt-t u ichil ile lstan. bul'a doğru yola çıktı.

Çatalca konağına gelindi~i elin hu aci7 kullarına Diyarbekir (Diyarbakır) tımarı defterdarlığını ih~an et. tiler.

Allah Tealanın yardım ve göıetmesiyle Padişah Hazretlerinin sa~lıklannda hepimiı. :ırzumuza kavııs­tuk.

Allah Teala Hazre~leri saadetltı padişahımızın önı­. ünü, ôev;etini şeref ve ıaferini kat kat eylesin. DUş­manını daima ayaklannın :ıltında ve sayılarını az cly('­: ın. Amin!

Ey vardım ~tlenlerin en hav!rlı<;ı olan Allahım . -Bi hürmeti seyyid'el t!nelin vel ahirio

Ya İlahi cümlemizi .:!yledin dünyada 5ad Ahirette dahi eyle rahmctinl~ ber murad.

Bu hikayeden, örnek a!ac:ıl<l:ıra \'P i-:- hakkın!la

mükemmel bilgi ve tecnibesi olanlara çıkan ~t şudur: Hiç kim~e olur olmaz heva ve hevesiere kapılma-

!>ın.

(Kanaaı, tiikenmek bilıneven bir hJıinedir. ) sözü, daima kulaklar nd~ olup ona röre davr3n~ın

Allah'ın takdiri ve de~i~mel ilahi kamımı icabı !.!'ll­h-'te düşüp vatan evi":ıden uzak, tiirlii zaluklar içinde ah edip i~leyert'-'k bela g;rda1:ında ~vsi7 - harkc;ız, :-:ı-

..

128

i<.ıntılar içindi!. bu gurbet yeri:ıde ağlayıp inierken (va­tan sevgisi imandandır) hadis'i şerif'ine göre vatanını

arzedip memleketine yönelen kımse İslam Padişahı­nın ekme~inin hakkını bilip eşiklerine yüz sürmeye ni­vet etse. muhakkak o şahsın j)Ck çok diicğ; Hak Teala ·tarafından kabul edilip diinya ve ahiret sanetini temin eder. İnsanlar arasında makbul, medh<!di!meye !~yık \'e diledi~i işleri muhakkak olur. Sözlerimi Allah'ın son­. uz lütuf ve yardımlarıyla Şaban ayı:nn başlannda H. ~64 senesinde Gal~ta 'da bitirdim.

965 Senesi Sefer ayı ortalarında da kitabın yaıılma­: ı tamam oldu.

Jıı.İTABI HAZIRLARKF.N Fı\Yi>.ı\LANDICIM ESERLER

ı - Adıvar Adnan· Osmanlı Tü•·klerinde llim s. 68-73. Ist. 194b

2 - Ahmet Rcf'et: Tarih ve •;oğmfy:l Lügati c. 4, s. 96

3 - Buhari Seyyid Süleyman: Ça~atay Lügati .

.4 - Bursalı M Tahir· Osmanlı Miiel!ifleri. c. 3,

s. 270-272

S - Daver Abidin. nir~ Detıi7-: ili~i s. 31-46

6 - Develioğlu Ferit: Osma'lhca-Türkçe Ansiklope­dik Lügaı Ank 196ı . ~

7 - Hacı Hüsey.n: İlaveli Münteh!\b!t-i Lügat-i Oi­mani İst 1297

8 - Hammcr: Hammer Tarihi. C. S, 29. kitap

s. 204-208, C. b , 33. kitap s. 116-121

9 - ......... ............ : ls lam Ansiklopedisi. (C. 10, S. A. Reis maddesi)

10 - M. Süreyya: Sicill-i Osmani. C. 3, s. 498

JJ - Mehmed Şükrü: Esfar-i Bahriye-i Osman)·c. s. 443-454

P: 9

130

12 ~ Müneccimbaşı Ahmet: Sahaif'ul Ahbar. C. ~ . s. 506

13 - Mehmet Salihi: KamOs-ı Osmani. İst. 1313.

14 - Mehmed Murad: Tarih-i Ebu'l Faruk. C. J, s. 219- 225 ..

IS - Orhunlu, Cengiz: Seydi Ali Reis. Tarih Ensti-tüsü Dergisi, C. 1, s. 29-56, İst. 1970

16 - Pakalın M. Zeki: Osmanlı Tarih Deyimleri ve Sözlügü, İst . 1946

17 - Peçevi: Tarih-i Peçevi. C. 1, s. 363-384

18 - ..... . .. .. .......... . : Solak-Zade Tarihi s. 534-539

19 - Şemseddin Sami: Kamus'ül A'lam. İst. 1306-1316

20 - Şemseddiu Sami: Kamüs-i Türki. lst. 1317

21 - Ttetze A. : 16. Asır Türk Şiirinde Gemici dili. Türkiyat Mec. C. 9, İst . 1951

22 - Uzunçarşıh 1. Hakkı: Osmanlı Tarihi. C. 2, s. 379-3lSY, T.T.K. Ank. 1949

23 - Uzunçarşıh İ . Hakkı: Osmanlı Devletinin Mer­kez ve Bahriye Teşkilatı . Ank. 1948

24 - Yurdaydın Hüseyin G. : İslam Tarihi Dersleri s. 290 A.Ü.İ.F . yayınlan Ank. 1971

AÇIKLAMALAR

(1)

Allah alenıı yaratıp onu mahlfıkatla şereflendirdi. yarhklaı:ın en ş~re-flisi olarak da insanı yarattı .

Ey göniil; Hakk'ı arama hususunda seyahatlere çtk. llim deryasında bir denizci oJ.

-------(2)

Netsirniz bizi günaha batırdı. (Ya Resulallah) bise şefaat et. (Ümitvanz ki) .\I­

lah da rahmetiyle muamele eder.

Kıyamet günü bize lütfunla muamele buyur ki o gün yüzümüz ak olsun; siyah olmasın.

(3)

Ey Allah'ım; Sen'den duam şudur ki. Padi53hunı­zm yıl ve ayı saadet içinde geçsin. (Sıkıntı ve iizüntii görmesin.)

Onun elçisi Çin 'in hakanı demektir. Ona itaat ~den de Hint ve Sind'in padışahıdır.

l

132

(4)

Herkes dünyada bir nam bırakmak ister ~! Iten ­ılısmi o ısimle yld etsinler.

Benim de maceramızı anlatmaktan maksadım bır hayır du" ıle anıımam ıçindir.

(5)

Yine sıkıntı denizi coştu; keder dalgalan başımu­dan açıp ç&ğıldadı. Zaman bütün düşmanlııtnı ortaya ~oyup bedenimizi yok etmeye azmetti.

,. (6)

Sen gönlünü gerek ferah tut gerekse sıkıntılı: Kaderde ne yazılmışsa ister istemez o olur

(7)

Galibcl göz(ler) bu kadar büyük bir hadiseye ~hid olmamıştır. Bilemiyorum ki bu büyük vak'ayı sana na­sıl anlatayım .

(8)

Bu taştan; faydasız; boş şeyleri durmadan kim gönderiyor

Hepsi de denize dökülüyor.

-------

133

(9)

Gönül s~nda!ını Allah'ın önünde (huzurunda) cngi­ne bıraktım.

(10)

Göııül teknesı öyle bir denize duştü ki hiç sahil yol( .

Durmadan esen rüzgara da karşı koyacak bir yel­ken yok.

(ll)

Gece karaıılığı: dalga ve girdap korkusu gibi en­geller içinde iken; sahildt! rahat içinde olanlar bizim halimizden ne anlar.

(12)

Fırtınanın c,.olduğundan dolayı keder denizine dal­ma; elbette fırtına kesilir. Ey felek; karalar görü'1ün­c.e sakın ol; bu kadarıyla yetin.

(13)

Vücudun yaprağını aşk denizine bırak; rüzgar ke­silir.

Rüzgarı estirip döndüren Allah'dır. Birgün olur rüzgar kesilir ey gönül.

134

(14)

cAfitabi• bir gün bahtımız bize güler; buradan kurtuluruz.

Çünkü Allah kulunu daima meşakkat içinde bı­

rakmaz.

(lS)

Felakete uğramış bir gemi içindeyiz. Ey müsait rüzgAr es ki sahildeki sev.giliye varalım.

(16)

Bizden evvel bu alemi gezip gören akıllı kişiler su bardakta gemi kağıtta sakin durur. Karayı bırakıp de­niz havasından yılarsa İbni Sina bile olsa onun aklına yuf.

...

(17)

Başımıza gelen bu belalara sabredelim. Bakalım sonunu Allah nereye vardırır.

--------(ll)

Her nekadar denizde birçok faydalar varsa da; selamet istiyorsan o kıyıdadır.

(19)

Ey Felek; sahıle çıkmak felek aklı mıdır. Yine de deniz seferini tercih edin.

--------(20)

136

Hint insanlariyle birlikte Piıen seferine kıtlmaya azmeden güçlüklerle dolu bir sefere katıldı~ı bil<>~.

Ağlamaktan gözlerim kızanp akik taşına döndü. Der ki Yemen seteri yapanı göreyim.

Gözyaşı rncilerimle eteğim dopdoludur. Güya Aden seferi yaptım.

Yüreğim kan dolu misk kesesine döndü. Hoten se­fen yapıp ta ben ne yapayım.

Ey Allah'ım Katibi kuluna vatanına gitmeyi yine nasib et.

(21)

Görüldüğü gibi gelenler hakilcaten Rajputlardı. Deveciler; onlann isteklerine red cevabı verdiler.

• (22)

Sind şah'ı olan Şah Hasan bir veli idi. • Eceli geldi ve ruhu ölümsüzlük şerbetini içti. Onun da varlığı gaibden gelen bir ses oldu. Yani san·

ki öyle bir kimse dünyada mevcut deliidi zaten. Cennet-i Firdevs mekAnı ola: 962

---·---.,....-

136

(23)

Ayrılıgın bu kadar uzun süreceğini bilmezdim. Hat-ta bunu hatınından dahi geçirmezdim.

Senin aşkın en sonunda beni divane etti. Bana kalsa ben senden ayrılmazdım.

Ey göıümün nuru; benim derdimi sana a~aasa ben o gözümün yaşını silmezdim.

En so;1unda beni reddedeceğini bilseydim; ser.in eşiğine hiç gclmezdim.

Katibi; ayrılık ateşinin neden geldi~ini bir bilsem onun aşkı uğruna hiç birşevden yılmazdım.

------(24)

Yar olmadan nerede olursam olayım orası bir hüzün evidir benim için.

Dünya; o '\ usuf gibi güzel sevgiliden ayn; zindan­dır bana.

Madem ki dı.i-:;man beni onun yolunda kaybetmiş­tir; o senin olamaz.

Böyle bir söz benim aşkımı hiçe saymak olduğun­dan bana iftıradır.

Dudagının şerbctınden bana versen de canımı al­san; ne olurdu.

Ey gönltimi.ın tabibi; (dudağının şerbetini bana vermek) sana güç geliyorsa da senin için can vennek bana kolaydır.

Etrafın çapulcularla dolu olduğu ve senin aşk;n içimde kabaran bir taş olduğu halde gam ordusunu

13'1

defetmek ·için senin aşkın iyi bir hüzün gidericidir bana.

Hediye ettığiniz atlarla Katibi kulunuzu düşündii­~nüzü ispat ettiniz. Beyim; bu nimetiniz ulu bir ih­sandır benim için.

(25)

Nice arslam yere vurma~a kudreti olan kimse; düşmana birşey verirken tedbirli olur.

Görüşü keskin ve kuvveti bine karşı bir olsa da yine de görüşü kuvvetli ve sükut etmesi sonunda zafer umduğu içindir.

Biz tek olsak; düşman çift olsa da birşey de~iş­mez. Bize «Kem min fie•: (cemaatten kaç kişi gelir-se gelsin) ayeti kafidir.

(26)

Senin rütbcn; tran hükümdarlannın rütbt-sidir ey bahtı mubarek kişi.

Yedi iklimiıı hüküm sürdü~ Hindistan; a.&ıe~··-· içindedir. Çünkü Afganistan'ını yakıp yıktı; Oelhi'nl aldı. Hiç olmazsa verilen emri yerine getirecek olan yani yine kendi tebaan baş kaldırdı .

Bu fetihe bir tarih düşürdüler ki o da: Talii devlet Hümayuneş: H. 962'dir.

138

(27)

Şayet sevgilim benim halime acımazsa; derdime dernıan olacak ılaç nerede bulunur.

Ey gönül; benim nasibim olmasaydı ezelden Allah benim ona kavuşmaını yazmazdı.

Ey ı.evgılı; duda~ının kırımıısı için kendimden geçtim ki benden başka kimse ona vuru.tm~s~. ~

· Reva mıdır ki sen hiçbir zaman benım ıçın : Şu ga­!ıp benden ayrı olmanın kederiylç_. niye kavruluyoı

demiyesin. .. .. .. . ... Katibi bin türlü işve bilen yuzunu gorunce; o nazlı

~onül c#lendiren beni kendine kul etti.

(28)

Sevgilinin yüzüne hasretim; yoksa . o~a k~vuşma­va hi~ ümidim yok benim. Ben cennetı ıstemı!,o_~-u~. Yani sevgilinin kendisini istemiyorum. Sadece yuzunun aşııtıyım ben.

Ey hasta gönlümün tabibi; dudağının tathh~nı;

derdine şifa yeri olarak bilen hastahğ1mın şifa eşi~.­

dir Sevgılinin aşkı; aklımı; fikrimi ; sabnmı ve şuuru-

rrıu ya~ma etti. . 1 Hicran vadisinde kaldım; ne yapsan çaresız sev~. ·

lin im.

Devlet mecliı.lerine rakip olarak yüzünün .;irkin­Hğini ortaya atma. Ey saki; ben onun çirkinlitlnden usanmışım.

139

Kitibi;. padişaha şiir güzel gelmektedir; yarin du­'dağını aniatmakla ben teşekkür etmekteyim.

(29)

Talii yüksek Gazi Hümayun Şah Parlak sancaklşrmı göklere yütseltiyor. Varıp Hindi:>tan'a Delhi'yi fethettiler ve dinin

merkezine indiler. Askerinin gönlünü alarak onlar sa­yesinde birçok ham önünde diz çöktürdü. Allah'a şükürler olsun ki fetih; onun devam-ı devletinde mü­yesser oldu. Bu f~tihe de bir tarih düştirdüm:

•Mübarek olsun Otre padişaha•: H. 962

(30)

Zaferanın eli; elinin rengini alt etti. Bu misAl meşhurdur ki el elden üstilndür.

------·--(31)

Gurbette oldulunuz için bana varamazs.ınız. Fakat taJ.imi sorarsanız tuhaf bir hareket yapmış olmazsı­nız.

(32)

Ey dost ~ni hn:Atp Uzun müddet 'beni gurbete şUrme.

başkalannı dost edinme. salıkoyup itibardan dü-

140

Benim yüzümden gelen bütün gafleti unut. Bım

YARİ'yi unutup terketme.

-----·--(33)

Kan bulaşmış elin mercan gibi elini alaşa~ı etti. Zaten bu bir meseldir ki el elden üstündür.

O kırmızı dudakh sevgili mecliste bir an bulunsa; saki kan ağlar; içki sürahisi k:nhr.

Aşk sarhoşluğuna takva sahipleri fena söz söyle­sinler; bırakın. Aklı başında olanlar yanında bu sar­hoşluk mazur görülür.

Kişinin dış görünüşüne değil ruhuna bak. Ey zahid; sen manaya bak; görünüşe bakanlar adam de~ildir.

Katibi; yaradılış günü vahdet şarabını içmeseydi senin varlı~ından dolayı nasıl zevklenirdi.

• (34)

Yanakları içkı tesiriyle kızardı~ı zaman; bilir mi­sin o gülyüıli.i ne güzel olur.

Ömür güzelliğini sana ulaşmak için yollareta har· cayanı diliyle öteye beriye söyleyip yayan tellaldır

Ölü gönülleri dirittmekte dudağı; can tazeleyen bir veli gibidir. Zülüfleri büyüleyici; gözleri gönül ahcı; gamzesi aşıkları öldürücüdür.

Sc\'gilinin dudakları bir çiçek gibidir. Gönül niye ona tutulmasın. Her yeni açmaya başlayan çiçe~e gö­nül kapılmava mcvyaldir.

141

Ey Katibi; aşkından deli olup beni köle ederek ağ· lama.

Gümüş göz yaşı taneleriyle göğsüm dopdoludur.

(35)

Sözlerine kızıyorum fakat büyücülü~n aşıkı yıl­dıramaz.

Ey sevgıli; }aptıklarına; küfürdür demek iftira ol­maz.

Ey gönlümün tabibi; dudağının şerhetinden hastn­na vermeyip gizlersen benim derdime kimse derman olamaz.

Aşk lafır.ı ::>rak edip aşıklara vu~mak ayıp de~il mi­dir.

Onun aşkı uğrunda kimin aklı başından gitme1. ki. Sevgiliye söyleyin elalem ile dedikodu edip dur.

masın.

Meleği şeytan ile bir varlık olarak görmek doVtı değildir.

Katibi onunla kavuşma bayramında kaş vayını

ona versin. Her kim onun aşkı yolunda kurban olmazsa kıbJe­

den yüzü yanıp kızarsın; utansın.

(36)

O peri yUzlü güzel ne zaman naz etse; aşıklar ~n­lemeye başlar. O gonce dudakh sevgilinin bülbül gibi

lG

şakıyan dili beni gülistanın etr~fına bir çit halinde sarsa yeridir.

Ey saki; aşık gam meclisinde iniltisini neyle be­raber çıkaran; ney gibi inleyendir.

Beni alemle köpekler kadar deAersiz görüp ·kendi d!!~erini yükseltsin. Ey Katibi; aşıka sevgili ihsanı bol; cömertli~i az eylesin.

(37)

Duda~ının rengine benzedili için içki bana fayda verdi.

Nergis çiçeği senin gözüne benzer; o da büyUleyi­dir. lçkinin verdili sersemiili giderebillr mi?

Ey peri yüzlü;--6ua ile birisini çalırmak mümkün olsaydı; bir dua ile senin yanında olanlan defederdim.

O ay yüzlü; yüzünü iyice kapatıyor. Yetiş ey saba rüzgarı perdeyi kaldır aradan.

Boyunu görünce secdeye kapandıilm kimdir aca­ba. Derler ki çift (secde; rek'at) olmadan namaz caiz

· olmaz. Katibi; gönül yanıp yakılsın ne olur deme. Ayrılık ateşi bütün vücudumu başladı.

(38) •

Ey gül yüzlü; her seher vakti gönill, çiA tanesi gibi göz yaşlarını dökerek, gülşen köyüne gidip haline a~.

Ey gonca dudaklı, gül yüzünü gülşende gören gül ve goncalar utançlarından kızardılar.

143

Ey günlümün doktoru; sen şeker dudağını bir an kara bağnma sarsan da yaralı gönlüm şifa bulsa ne olur.

Onu görünce, bainmı delerek kanımı döktüğiinü bildi~im halde ondan aynidılı için ayrılık elemiyle yU­re~m neden kan ile doludur. Katibi sen aşk yolunda başta gidiyorsun. Ferhad ile Mecnun'u kınayabilirsin .

Çünkü onlar aşk y~lundan kaçtılar.

--------(39)

Yarin kaşı; kirpiğiyle bir keman teşkil ediyor. Gümüş kalbinin üzerinde penbe yanaktan bir ni­

şan meydana getiriyor. GUzelliğinle gururlanma ey kaşlan keman. Rüstemlerin kemanını ecel yapar. Güzellik ve kud­

retinle ~ururlanarak bu kadar cefa etme; çünkü bır gün sen de öleceksin ..

Ey güzel; gönlüm; aynlık ateşinden dermansız ha­le gelse yine kendi ahım merhamete gelerek onu ko­rur.

Sevgiliye gönlünü takdim etmeye gitmek için aşık; ah kemendlerinden merdiven yapar.

Katibi; gönül ipine çıkarttılı gözyaşı tanelerini• sevgiliye takdim edilecek bir arma~an yapar .

(40) '

Ey gönül; şayet sevgili saadeti seninle bulursa; o işveli; oynak sevgili sözünde dursun.

144

Ey peri yüzlü ; yolunun topra~ı bir bir çi~nense .

Anber gibi kokulu olsaydı da beyazlı~ olmasaydı Her nerede sevgilinin ateşi aklımı başımdan ala-

cak olsa orada onun o kırmızı dudaklarına busemi kondururdum.

Ağlayarak eşi~ine yüz sürdüğüm kimdir ki gözya­şımı görünce ihsanlar saçacak.

Ey yukarıda kendisine ba~hhltımı arzettiğim Şah; Katibi korkmadan derdini sana anlatsa ne olur.

(41)

Dikkat et; bulunduğun yer; Hindistan memleketi­dir.

Burada kalınaya niyetlenenlerin hepsi avare kirrı-

sclerdir.

Dünyayı gezip dolaşan herkes; cHakikaten Cennet Osmanlı Memleketi 'dir• demiştir. ·

Ey gönlü hasta kişi ; craya varıp bir an dostlann vüzi.ınü görmek her derde dennandır.

Hüınayun padişahın ayatma kapanarak ondan izin al. Çünkü omm işi daima düşmüşlere ihsandır.

Bazı çocuk tabiatlılar Hindistan'da kalmaya mey­lcdcrlerse Katibi sen onlara katılma; çünkü sen de erkcksin .

(42)

Hındislan içinde bir hüma kuşu vardı: Hümayun Padişah

Olanlar bir anda oldu ve o ölüme yöneldi. Bu acıklı haberi duyunca a~layarak:

145

- Deyinız tarihi (Fevt boldu Hümayfın Padişatı :

962) •

(43)

isteği zorluk ve eziyet değil cihanın padişahını bui­maktır.

Ey ay yüzlü; kendi aşıklannın alıını almaktıon

sakın.

Dile~m; Osmanlı Padişahı'nm eşi~ne varıp daima bir dilenci olmaktır.

Hint ve Sind'ın padişahı olması bakımından hiki­yeciler birçok şey anlatıyor.

Sevgilinin köyünde yol arkadaşım bana rakip ol· mak istiyor.

Ey Allahım Sen beni onun yoldaşı olmaktan koru. O beni öldüri.irse kan dökmeyi bırakın ve beni is­

teyin. Çünkü kişinin arzusu istediği saadeti bulmak-tır.

Ey cefa veren; Katibi'nin; rakibin verdili kedere uyanık bulunmaktan sana verdili sözde durması

ınüyesser olsa.

( .... )

Kabil şehrinin güzetleri varken insan huriye göni.\1 verir mi?

F: 10

146

(45)

E~er o ay kaşhya varırsan cismını ona hilAl eyle·. Yüzünü görmek istersen gözlerinden kanlı yaşlar

alı t. Ey rakıbin; o sevgilinin insanı günaha sokan zi.ilfii.

nü düşün'ıne.

• Yürü; geriye dön ve o günaha sokan zülüfleri kendi kendıne bol bol hayal eyle.

Ey sevgilinin dileııcisi; biz onun güzellik tacını

buldukta o bize ona kavuştuğundan dolayı zekAtından niye vermiyor; sor bakalım.

Elitler da! olunca naz yapman için onl.an kes­sin ıni?

Ey elif boy!u, rakibinin boyunu git dal eyle. . Ey Kalibi; ~~er büyük bir aşka ulaşınaya kararhy­

san; kalbını muhabbet ateşiyle yak; erit.

(46)

Seni ta ruhbr aleminde iken görmüştüm. Allah bilir ta o zamanda sana vurutmuştum.

Şayet karııdan bakanlar kanını gözlerine siinne edinirietse ne yapalım. Allah'a hamdolsun ki padişahıil nya~ına toz oldum.

Ey gönül; aşk yolunu sana ö~rettim. Artık hundan böyle kederleome Çünkü sana yol gösterici oldttm

Ey gönül; sevgilinin köyüne gitmeye kararlıysan beni takibet.

Aklını başına topla. Bundan böyle bu yolda sana reis oldum.

Keder hazinesinde Katibi'nin halini o dilber rüp: - Sevin eY. hasta; keder geldim şifa oldum na, dedi.

-------(47)

147

gö· sa-

Gönül sevgilinin köyünü bırakıp ta cenneti arzu et­mez.

Herk~e kendi memleketi Bağdat'tan iyi gelir.

(48)

El şaman yemiyen kendini kuvvetli sanar.

(49)

Ba~da; yarin yüzünü gören güller utançlanndan . kızardılar.

Benim inleyişimi duyan güt bahçesindeki biitiin bülbüller öttü.

Yüzü gül; boyu servi; gözü nergis çiçe~i ve duda. g.ı gonca çiçek gibidir. O JAle yüzlünün başına karan-fıller saçılsa ne olur. · ·

Dünya gülistanında; onun şimşir gibi olan boyu. nun benzeri yoktur. Onun güzellik balında zülfü taze sümbüller olur.

Yiizünü görünce siyah zülüflerin aklımı başımdan aldı. Gönlümü sevdaya saldı. Buna güller ne yapsm.

Tam zamanıdır; gözünü dört aç; dalgınhğı bırak;

141

aşk şarabını yudumla. Istırap iniltileri aşk meclisine de. vam edenleri uyutmaz ey Katibi.

-------(50)

Harıem'in nıi.u şıdı Şeyh Abdüllatif Dünya c\·indcn ahiret yurduna göçtü. Azraı l (>\S.) larihini tamamladı

E yle «Ya Ra o b makamını cennet•: H. 962

ı .

(51)

Alemin malını ı.endi menfaati için gasbedenl~ri

Allah yok etsin. Yemeğı kauıılmuş unb kaymak olanın Kimse bir parça ekmeğini bulamaz. Onlar kmuz ıçip at eti yerler. Bizim ycme~imizi görmesinler. Askerlerı ve.. \'a~macıları çoktur. Ölü; dişi; erkek bütün kervanı hiçbir hileye baş

vurmadan talan ederler. Haki;catte güya onlar biiyük savas yapariar. Onlann kılıç tutabilenlerini öldiirün. Kfıtıt>i ; doğruyu yanlıştan ayırabılecek kim<-e!<!r

tc~adüf ederlerse sözünun yalan mı gerçek mi old:.ı~u­nu anlarlar.

--------

(52)

.Madem ki bu yerde aJet böyledir Ben de elbisemi ona göre giyerim.

(53)

149

• Orada vahşi hayvanlar ve kuşlar için hiçbir yiyecek

yoktu. Kurbağa dahi yıkanmak için su bulamazdı.

(54)

Bız herşeyd(;!l el-ayak çekmiş kimselerız; bi:tc fclekler ne yaı>acaklar. Bir yıldır yolda olan k;mscyi dokuz dağlı soyamaz.

(55)

Yare kavuşmaya gitme; gönül razı olmadı.

Onun gamı,yle öldüm fakat o halimden bilmedL Yeni vaiz güzelliğini anlattı. Rahmet olsun ona ki herkes ondan faydalandı. Cihanda gonca dudak ve hile yanaklılar çoktur Fakat sen ser\'i gıbi boyuola kıyınet bakımından

yükseKsin.

Bulbul sesı gibi iniltı ve ahım seherde yüks~lir Id o gonca gibi s~vgili sesimı işitip merhamete gelsin .

Katibi; elemini giderme. Çünkü a~yar bunu haber alınca seni geçmiş eleminden başka bir eleme sü­rükler.

(56)

Do~:.ıda bul'.lnmak hasebiyle sevgitinin seneten uzak olması düşünüliirse de; sen çalış; çünkü aşk uzak­Jan yakın eder; Ba~dat yakma gelir.

(57)

Ey gönül; aydıktan dolayı gam yeme. Çünk'ti ece­linden önce kimse ölmemiştir. Alnına çekece~ şey

yazılmış olup ta silinmiş kimse de yoktur.

(58)

Ey saki; sevgilinin rludağıyle içki içmek ayıptır. Hiç acı su ab-ı hayat ile mukayese edilebilir mi? Aşkının derdi buna hikmet düzdü ise İnsanlar mantıki olarak Lokman hekimle bu husu­

su konuşmasınlar. Çünkü çaresi yoktur.

Gönül yanlışlıkla alın yazısına karşı

kalksa; ben Anka kuşunun Hz. Süleyman'la sım hatırlarım.

koymay~ konuşm~-

Lütuf ve kalırından boyu-bosu ne olsa razı:vırn . Benim ne haddime ki o sultan ile konuşayım.

Ey gönül; aşk derdini zahidle dedikodu etme.

- 1&1

Bilenlerin; haddini bilmezlerle konuşması cahH­Iiktir.

İçten ve gönülden senin la'lin için gürültü yapsam ne olur. ·

Ey saki; şarab hususunda yar-an ile konuşmak

ayıp değildir.

Katibi nızamı; intizamı; nazmını görse derdi ki: - Hz. Süleyman'la konuşmak sana layıktır.

(59)

Hz. Ali'nin türbesinin eşi~ine bağhlı~m var benim. Bana her zaman bu eşikten açılan yeni bir kapı

vardır.

Ben senin Kanberinim. Allah'ın Arslanı'nın türbesine el sürmeye ne bir­

şey sormak ve ne de ona bir cevap vermek isterim.

(60)

Alemde iyilik ve kötülük görmeyenler insanın kıy­met·ini bilemez. (Feleğin çemberinden geçmeyen in­san kıymeti bilemez.)

(61)

İnsan kederlendiği zaman onun itacı içkidir. Gam zelırini gidermeye tiryak(ı faruk) hiç mi ça­

re olmaz.

___ ıL' ----~--------------------------------~------AL~-----------------------------------------~---

152

' Güzellik haıinesi olan başındaki iki zülüf; iki yı-lan gibi olup bakışına hayran olanlan öldürmek için hazır bekleyen kılıca benziyor.

O gösterişlı güzel yüzü bırakarak huriyi düşünüp de ne olacak. Ey sofi ; görüyorum ki senin aklını da birazcık olsun bu ~üzel çelmiş.

O gii7.elin benden h:ışkasına vefa etmesi layık mı­

dır.

Kirpi~inin kılıçlariyle sanma ki böylece vurup .kalbiıni yaracak. Yar halimi görüp bana acıdı.

Ey Katibi; bunu duyan ağyar leederinden helale ol-du.

(62)

Ey gönül; hastatanan sen idin; dişini sık ve o sev­gili ile mücadele et.

Sulh yapmak iyidir. amma y<!bancılardan çekin. Ey peri yüzlü; hayat veren dudaklarınla aklımı

topla. Arnher kokulu zü!Hflermle aklımı perişan etme. Aşk Usesinin şar.ıbını içip beni kendi halime bı­

rakmayın

Ey zahid; ben aşk şarabıyle mt>st olduktan sonra ho~var ile tabiatım uyuşmaz.

Ziilüfleri büylileyici; gözleri baştan çıkancı: kal­bi hiled. Benim halim bu bakışı hileli ile ne olacak.

Ey Katibi; zaman ba~ıntn zevkini tadma.k istersen Ömrünii; yi.irüytişü güzel bir servi boylu ile oyn:ı­

tarak geçir.

(63)

O din sevgı:isi bana mt>rh<ımet etmezmiş. Ona aşık okm hiç sevinmezmiş. Cihan gülzarıncla bülbülün kalbine gülşen olarak

ı\.en<!i küyünaen başka bir yer mesken olmazmış. Büyük bir titizlikle insanlar aşkımı duyurdu. Atec:;in ak\'i lı.ç gizli kalma1mış. Gilnlüme saplanan kirpik oklarını söküp attım

'"ınm:ı n<' yaps:\m verdiği acı gü<>terilemez. Ey Katibi; da;ma «bir kişi rakibini öldürse kan

y.ıpmış olmaz,. d~lli~ini işittik.

(64)

Bı:.na hak<>ı?.hk edip ezivet eden ~anırlar sevgilidir. B:mi tanır mısın ey göniil; sebep olan başkasıdır. Gözlerimin yaşına acıyıp güzel yüzünü ıslatma. Ev dertli gönüllerin devası olan ay yüzlü, derler

ici kar5ı aşık sevgi!idir.

Yanakl;mn Cf'nnet bahçl!si \ 'C dudakların ölümsüz­i:il.. çeşmesi olsa da.

E) tabibim; neden göılerin hastadır.

Aşıkların bir vniunu bulsa kanını bir solukla içer-di.

O vefasızın y,mağı görülürse; kan alıcı olduğu anlaşılır.

K?ıt!hi kulunu reddet'tle dostum. O iyidir ve eşi­ğinin altına güzel; vakı5ır bir hizmetkardır.

154

(65)

Umumi emniyet ve huzur kendisini iki kelimeyle gösterdi.

nostlara karşı zarafetle muamele: Düşmaniara karşı yüzlerine gülerek onlan idare. -

(66)

Ey gönül: aş\k isen ıstırap kanı içmekten lezzet al. Arif isen aşk ~arabı içip ond::ı.n bir huy al. Mal yok olup gidicidlr; dünyaya· bel. b~lama. Karun'un hikayesini dinle ondan öğüt al.

Can ücretini almak için bana minnet mi etmezsin. Bir kelime konuş onu benden ücretsiz al. Ben zavallıya acıyarak yanak çukuruna saplandı. Ey gönlümün tabibi bari gel hayat nakdini ücret al.

Mecnun gibi avare avare da~larda gezme ey dait gezen Aşk vadisinde bana talebe ol; bir sanat elde et. Aynhk canıma yetti: ölmeden yari bir daha göre­

bilsem

Ey hasta gönül; biraz daha dayan; ölümün elin­den mühlet al.

Ey l(itibi; şüphesiz vatan sevgisi imandandır Dunımunu arzı:dip kerem sahibi padişahtan izin al.

(67)

By gönül; o güzelin aşk -derdi sana yar imiş. ı

Ne zevkin vardı l<i senin için göz yaşı döktüm.

155

O padişahın ayağının toprağını yine başına tae eWn

Allah'a hamd olsun ki seniıı başmda devlet var­nuş.

O canımın doktoru benim halimi sorarsa ona de­yiniz ki IstJrap hazinesinde sıkıntı derdiyle hasta imiş.

Ey dostlar; haber aldım ki ak!ımı d~tıp gönlümü ya~mct eden güzelin bir ta:-afı tatar imiş.

Yarin rolliflerini anlatarak alemi kokuya batırdın. Bari o sevgili; servet u samarıını kaybeden KA­

tibi'nin güzel koku sattı~ını görse.

.. SULTAN MAHMUD'UN MEKTliBU

Selam ve muhabbetlerimden sonra.. Sevinç ver~r. Jevlet görüşmeleri ve saadet getiren konuşup yazışma­lar sona erdi.

Gece ve gündüz şu düşüncede idim ki:

«Ya Rabbi, o zafer sahibi ve saadet gölgeeisi olan Padişahla aramızda dostluk olsa ..

Her şeyi mecliste konuşup en ince teferruatına ka­dar inceleyip ona göre hareket edelim.

Bu arada bir adam gelip tae, hil'at, bayrak ve elbi­se getirdi. Ferman ve ahidnamenizi verdi.

Bu fakir, Padişah hazretlerinin mübarek ellerini o ferman üzerinde gördüğü zaman anladı ki, bu elçilik o sadaret penahındır.

Ve o ferman haşiyesinde Padişah-ı din penahın biz­zat imzalayarak verdikleri yazılıdır. Ahidnameyi arza asrının tek adamı ve zamanının biricik insanı Seydi Ali'yi görevlendirdiği ve kabul olundu~u yazılıdır. ln­şaallah bu rabıta sizinle bizim aramızda dünyada nasıl vaki oldu ise, ahirette de öyle olur.

MOLLA YARİ'NİN MEKTUBU

Yukarıdaki arz-ı dua ve senadan sonra.

Güneş gibi parlak fikirleri, gönlü açan kalbi güçlü, kuvvetli, devlete bağlı ve bahtiyar bir kişi ile buluş­maktan mahrum olduk.

Belki bir anlık bakıştan bile gafil olmaz.

Dahi, o hazretten ahidname ve mektubu şerif ge­tirmediler.

Hz. Sultan naibi ve hicran vadisinin gözcillüğü (nü yaptığım) uzun sürdü. Sultan hazretleri her zaman der­ler ki:

•- Onlardan çok fayda gördük. Biz layık olan hiz­meti yapamadık. Kusurumuz çoktur. Ufı uzatmak bık­kınlık getireceği ıçin burada sözlerimi bu rubaiyle bitiriyor ve dua ediyorum.

LOGAT Abes. Boş; saçma şey. Ab-ı hayvan: Hayat suyu;

hayat veren su. Ablik (Ablak): Akı ak; ka­

rası kara olan şey. Abliğ: siyah ve beyaz ni­

şanlı

Afitabeci: Şemsiyeci. Pa­dişahı güneş ışı~n­

dan koruyan. Agah: Bilgili; baberli u­

yanı1c.

AgAhi: Bilgililik; .uyanık-lık.

Ağ: Ak Agaz: Başlamak Akçe: Osmanlı devrinde

eski bir para birimi. Beyazı msı.

Bad-han: Yelken; gemi sere ni.

Bad-bani: Y etkenci Bad .. ı Senımum: Sam ye­

li; sıcak rüzgAr. Badı Şorte: Geminin yol

almasına müsait rilz. ~r.

Bais: Sebeb; iJlet; gönde­ren.

BAl: Kanat; boy; bos;

Akik: Çok kere kırmızı

renkte olan bir cins değerli taş.

Al: Koyu penbe renk; hu­zur; nezd; yer; ça­mur; toprak; hile.

Alar: Onlar. Alud: Bulaşmış; bulaşJk. Anber-bar: Anber yağdı-

ran; güzel koku neş­reden.

Aret: Yağma; çapu. Arzumendlik: lstek. Asan: Kolay Asitan; Eşik Aşar: (Yemek) yer Aşiyan: Kuş yuvası; mes-

ken; ev. Aştı: Sulh; barışıklık

(B) kalb; yürek; .gönül; ha tır.

Barça: Daha çok yük ta­şınmasında kullanı.

lan; 2-3 direkli; altı düz; kalyon sınıfın­

dan büyük bir gemi. Barçe: Cümle; hep. Bargaysın: Varırsan; ula·

şırsan.

Bari: Hiç olmazsa.

uıo

Baştarda: Kadırga nevin. dt!n; orta ve yanm diye iki sınıf olarak gösterilen; 26-36 o turaklı ve çift kürek­li bir harp gemısı.

Her küreği 5-7 kişı çekerdi. Paşa baştar. dasında her küreği 7 kiş ı çekerdı. SOO kü­rekçi; 216 cenkçi ve di~er gcmicisiyle be­raber 800 müretteba. tı bulunurdu. Kürek­çiler arasmda 3'er cenkçi bulunurdu.

Behişt: Cennet Berhiz: Kalkan; sıçra­

yan; atılan.

Beytü-I ahzan: Dünya. (Yusuf'unu kaybedt!n Hz. Yakub'un evi} gi· gi üzüntüyle dolu bir ev.

Bezm-i gam: Gam mecli­si.

Cadü: Cadı; büyücü; bü­yiileyici

Cactılık: Acuzellk Can-bahş: Can veren;

hayat baltşlavan; ca-

Bih (Beh): İyi Bile: İle Bilakac: Hile ile. Birn: Korku, tehlike. Bimar: Hasta

Birdila: (Birmek: Ver· mek) Verdiler.

Birgey: Versin Birla: İle Bitildi: (Bitmek: Yazı

yazmak) Yazıldı. Bitik: Mektup Bocalatmak: Gemiyi geri

döndürmek. Boldi: (Bolmak: Olmak;

mevcut; peyda) oldu. Bolgay: Olsun; olacak. Bolmagaydı: Bulmaya.

caktı. Bu Ali: Bbu Ali Hüseyin

b. Abdullah. Kısaca, İbn-i Sina veya Şeyh Reis diye de tanınır.

Buçğa: Yıkansın.

Bühtan: Yalan; iftira.

(C) na can katan; sevgi·

li.

Cavid: Daima kalacak o­Tan; ebedi; sonsuz.

Caygir: Yer tutan; yerle­şen; yerleşmiş.

Cebelu: Cebeli; asker.

Cedel: Sert münakaşa; tartışma; kavga.

Cefa·pişe: Cefa veren . Caide: Yiğit; bahadır. Cevr: Haksızlık; eza; ce-

Çak: Yank; yırtık; yırt­maç.

Çapan: Don; elbise; cüb­be.

Alaçapan: Kırmızı elbise­Ii

Çapmak: (At koştur­mak; talan etmek; kı­

lıçla vurmak) Çapgay: Savaşsın

1Gl

fa; eziyet; zulüm; si­tem

Ceyhun: Coşkun; taşkın Cihan Şah: Muzafferu'a

·Din (1405 - 1467) Karakoyuolu padi­şahlanndal!dıT'.

Cud: Cömertlik Cuş: Coşma; kaynama

(Ç)

<;arba~: Sargı; çenber Çerik (Çeril): Asker

Çesban: Layık; münasip; yakışır; uygun.

Ceşın: Göz Çetr: Çadır; gölgelik Çin: Hiddet Çonin: Böyle; böylece Çün: Çünkü; nasıl.

(D) Daği· Dahi Dam: Tuzak; ağ Damen: Etek Dana· Bilen; bilici; bil­

giç Dfuiı: İlaç; deva Danende: Bilen; malü­

matlı

Def': Öteye itme; verme; Qt'tadan kaldırma.

Dehr· Dünya; zam~n; de-vir.

Deli al· Teltil Demsaz: Arkadaş Dergatı-i mualla: BUyük

kapı; saray. Derun ·i sine: Kalb; yü­

rek; gönül Dest-gir: Elinden tutan;

yardımcı

F : 11

182

Devlethanlık: Hüküm-darlık ist~i.

Dib: (Edib); söyleyip Dıdar: Yüz: çehre Di~er-g(ın : Bozuk; de~ş.

miş ; başkalaşmış

Di hak: Gülme Dilferib. Gönlü aldatan·

e~tendirel\ Dıl-i Şebnem: Çi~in dili.

Efgen: Düşüren ; yıkan;

yere atan; atıcı; yı ­

kıcı; düşürücü.

Eflak: Sernalar; gökler; zamanlar; bahtlar; talihler

Eh: Kardeş

Ferrnan-ber: Verilen em­ri alıp icra eden

Ferı.ane: Alim; hekim; yegane, mümtaz.

Petret: İki vak'a arasın. daki zaman; uyuşuk· luk; zaaf

Fettan: Fitne ve fesada teşvik eden; cuibeli; gönül alıcı

Dilir : Yürekli ; cesur; yi­ğit.

Dimegeysin: Demiyecek­sin.

Dirlik: Osmanlı İmpara­torluğu'nda belirli bir toprak parçası

Dürr-i eşk: Gözyaşı in­cisi.

(E)

Ehibba: Dostlar; sevgili­ler; tanıdıklar; bil­dikler

El (İl): Darbe Eylega: İnsan ·Eylegan: Insanlar Eyturlar: Diyorlar Eytur ki: Söyler ki

(P)

Filori: Altın sikke; lira Fir: Şiddet; belecan; a ­

cele Firkat: Aynlık Filandıra: Filamanın u­

runu, eskiden harp gemilerinin büyük ldireklerine (grandi) çekilen ens.iz ve uzun sancak.

163

(G) Gamze: Süzgün bak.ış ; Görkan: Görgülü; güzel·

Çene veya yana k çu · gösterişli .

kuru Göze· Dcsti G~rg.ır: Ardıç; dağ ser- Grab: Uzun: başı sivri vı:

visi keskin bir ağır do · Gar: Suya batma; boğul- n:ınnıa gemisi. Gü ·

ma. vertesi altında kürek Geda: Dilenci; yoksul. çek.ilirdi. Savaş grab. Ger: Eğer kelimesinin kı- lar.ının küpeşteler!

saltılmış şekli. Na- gayet yüksek olurdu. zırnda kullanılir. Gularn: Tüyü çıkmamış

Geşt etme: Gezmek; do- genç; köle; esir. la~mak; seyretmek. Guy etmek: Söylernek

Git: Gel Güftar: Söz Girye: Ağlama; ağiayı~; Gülnak-ı Muhammedi

göz yaşı (Gülbank) : Bir ağız-Ginnegey: Geçsin; daha dan ve ahenkle oku-

önce davransın .

Girdabi: Tehlikeli bir yer. Girdap; bela.

nan dua. Gülşen : Gül bahçesi Gülzar : Gül bahçesi; gül

tarlası. Goft u gu: Dedikodu Görgeç: Görünce Gün: Renk; boya

(H) Habbe: Ufak tane Habib: Sevgili; seven;

dost. Hace: Sahip Hace-i hüsn: Güzellik sa­

hibi Hacib: Perde; kapı; per­

deci; kapıcı

Hacıl : Utanmış; utancın-dan yüzü kızarmış

Hacil bolrnak: Utanmak. Hadd: Yanak Hail: İki şey arasmda

veya bir şey önünde perde olan; engel.

HAk: Toprak

lM

Hal-u ma: Halimiz· du­rumumuz

Handan: Gülen; gülücü; sevinçli

Hari: Hor; hakir; bayaıtı; itibarsız

Harib: K~ari; firar eden Harpuşte: Balık sırtı bi-

çiminde. Haşem: Maiyyet halkı Hatıf: Ba~ıran; seslenen Hatif u Gayb: Gaibden

seslenen; gaibden ge­len ses.

Hayme: Çadır Hel eta: İnsan suresi Hemrah: Yoldaş; yol ar-

kadaşı.

Her giz: Asla; kat'iyyen; hiçbir vakit; hiçbir suretle

Hışım: Hiddet; ga1.ab. Hod: Kendi Hoda: Allah Hodaya: Ev Allah'ım

-Hoş: İyi; garip; tuhaf Huş: Akti; şuur Huşe: Başak

Huşyar: Aklı kendine y~r olan

Humam: Himmetli; a-

zimli; bir işe sımsıkı santıp o işi başarma.

Humar: tçkiden sonra gelen basa~rısı; ser­sem lik.

Hiimayun: Kuvvetli: mü­barek

Hun: Kan; öldürme; öc.

Hunhar: Kan dçen; kan dökücü; zalim

Huni: Kanlı: kan dökme­ye meyilli.

Huri: Gözleri iri; sivahı pek sivah; beyazı pek beyaz kızlar. Cennet teki kızlar.

Huruş: Coşma; ça~ıltı.' Huşe: Başak; salkım. Huc;e.ç1n: Bı.ışak toplayan

.... . (I - t)

Ilgaç: Akıncı; çapulcu llgamak: Düşman mem-

leketine akın etmek; talan etmek.

ttm-i hikmet: Mantık lmas: İmez; de~il lpar: Misk; ud; anber gi­

bi şeyler

İstihare: Bir işin hayırlı olup olmayacağını an­lamak üzere abdest alıp dua ederek uv­kuy~ yatma. Hayırlı

olmayı arzu etme. lstimalet: Gönül çekme;

teselli etme: avutma. tsit!!ec: İsitince. . - . .

165

htiyak: Şevklenme; gö­rec~i gelme; özleme.

İtin: (İtmek; etmek; yap­mak; kılmak) Yapın.

ltmegev: Yaosın; etsin.

lvan: Gözle görünen; za­hir; aşiUr; meydan­da.

(K)

Kac: Hile: tezvir Kaçan kim: Ne zaman ki Kad: Malızun olma; hırs

Kadd: Boy Ka dem: Ayak; adım Kadırga: Buna ecnebiler

Gali ve Galer de de­mektedirler. Bunlar 25 oturaklı olup sağ ve sol kürekleri ade. di .50 olmak icahedi· vorsa da Tuhfet'ul Kibar'da kaydedifdi­ğine göre bir otura· ğın veri ocak vani ~ . mutfak oldu~ndan 49 kürekli idi. Her kiireğini 4-S'er kü­rekçi çekerdi. Kadır­galar gayet uzun ve ensiz; hemen su ile

beraber denecek ka­dar alçak ve hare­ketleri pek seri idi. Kadm!:ı mevcudu 330

~

kadardı. 15. asır son. larında bir kadırga­

·rla bir büyük top ile dört d~trbazen ve cıe­kiz adet de pranki topu bulunurdu.

Kalafatlamak: Gemi ve kavı~ı kalafatlamak. Tahtalarının arasını

tıkayıp U<ıtüne zift sürmek.

Kalak: İç sıkıntısı; ııd·­rap.

Kalte (Kalite): Buna ec­nebiler Kalvota: G,. • li ta; Galyot derlerdi. Çektiri cinsinden o

166

f

lan kalite 19-24 otu_ rakh bir gemi idi. Takip için kullanı­lan .k?litelerde h<lrp zamanJf\da 220 kadar savaşçı bulunurdu. Düşmanı takip etti~i ıçın baş tarafında

topu bulunurdu. Kalyon: Üç direkli yel­

kenleri büyük harp gemilerindendi. 2-3 ambarlı olanları var. dı. İki ambarlılar 60 - 80, üç ambarlılar 80-110 toplu oıuı­du. Bizde ilk aera ll. Bayezid zamanında kullanılmıştır. Göke, barça; burton; kara­ka; karavele; firka­teyn ve kapak hep kalyon çeşididir.

Kamet: Boy. İnsanın a­yakta .durduğu hal­deki uzunluıtı

Kanber: Hz. Ali'nin sa­dık; vefak~r kölesi.

Kande: Nerede; ne taraf-•

ta.

Karavele: Osmanlı bah-

riyesinde gayet bü­yük gemilere verilen isim.

I(aıre: Damla Kattal: Çok öldürücü. Kavda tapar: Nerede bu-

lunur. Kaytının: Dönün; geriye

dönün. Kek: Geniş; bol; hoş. Kelek· Nehirlerde ve ö­

zellikle Dicle'de iş­

leyen bir nevi sal ki şişirilmiş tulumlar üzerinde durur.

Kem mim fie: Cemaat­tan; bölükten kaç ki­şi...

Kenc: Define; hazine Kenc-i gam: Keder hazi­

nesi Kengeşmek: Dedikodu

yapmak. Kengeşni: Dedikodu Keşti: Gemi Kethüda: Bir daire veya

konağın • idaresine memur olan mute­med adam; emin ve­

kil-i umur . Kevn: Olma; var olma;

varlık; vücud. •

Keyfi\'et: Bir ~eyin mey­dana gelmesi; husus; is· vak'a; mecara. ' .

Kılay nisar· Saçacaktır.

Kilu kal: Dedikodu Kıntas: (Kanaıe (?) Su-

lu maddeler koyma­ya mahsus bir kap ki ölçü olarak da ku!· !anılır. Geniş ağızlı

su destisi.)

Kıssa-ı Karun: Karun'un hikayesi. Karun; Be. n.i tsraifden ve Hz. Musa (A.S.)'ın mütc· aHikatından bir zatın isnıidır. Hz. Mus~\ ( A.S.):n duasıvla fak. r iken zengin olmuştu. Sonradan günahkar olması sebebiyle ser­\'et v~ S:lmanı mah-

167

vo!du. Namı serveti­nin büyüklüğü dola­yısıyla «Karun kadar zengin• diye kullanı­lır.

Kihurmadılar: (Kiltur­mak: Getirmek) Ge­tirmediler

Kine: Buğz; düşmanlık Kb,: Din. mezhep Koyaş: Güneş

Kotuval: Şehir ağası; ka-Ic kumandanı

Köp: Çok Kulaş: Köle; yoldaş Kurugan: Kurutan; kö-

künü kazıyan. Kuy: Köy Kuca: Yer; nereye; nasJl Kiihl· Sürmeli: c;ürme

çekilmiş.

Kühkun: Da~h. dağ renk. li.

(L) La feta illa Ali: Hz. Ali'­

den başka yiğit yok­tur.

cak olan bütün her şeyi bilip melekleri­ne yazdırdığı yer.

La'I: Dudak: kımızı; al Leb: Dudak Leşker: Askerlik Lc\'h: Levh-i mahfu1.

Allnh'tn (C.C.) ilmi. Cenab-ı Hakk'ın ola-

Lulivan: Güzeller Lika: Yüz; çehre Liva: Sancak Lumboz: Vapur karnara­

larma aydınlık veren rencc-re .

168

(M) Mah {meh): Ay Mah-ı çeşmim: Gözümün

n uru Marifet: Herkesin yapa­

madıAı ustahk; bil­me; biliş; hoşa git-me.

Maye: Asıl ve lüzumlu

madde; asıl; esas; güç; iktidar.

Mayesterc: (Kuzey-batı­

dan esen hafif ve se­rin rüzg{lr) Geminin grandi direAinin en alttaki sereni ve bu• na ba~lı yelken.

M~kkir: Çok hileUr; du­baracı.

Melamet: Çıkışma; azar­lama.

Melce: Sıgınacak yer. Mellah: Gemici; gemi ile

seyahat eden; gemi­cilik ilmini bilen.

Mt'nkab~rarı: Menkab~ anlatan.

Merdane: Cesurane; er­. kekçe, insaniyetli.

:.fersiye: A\~t; birinin Ö·

lümü üzerine duyu·

lan teessürü anlat­mak için yazılan

m<mzume. Mesiha: Hz. lsa gibi nef­

sinde ölülere can ve­recek kuvvet bulu­nan. Nefesi tesirli.

Mevc: Dalga

Meygün: Şarap renginde olan; kırmızıya çalan

Mıhen: Eziyetler; meşak­katler; sıkıntılar.

Mihr: Güneş. Mihriban: Şefkatli; mer·

hametli; muhabetli; güler yüzlü.

Mi sk-ter: Mis kokulu ter Mu'tar: Pek fakir olup

dilenmeyerek Usan-ı hal ile hacetini ifade eden kimse.

Müjgan: Kirpikler Mundak: Şöylece; böyle­

ce; bunun gibi Musahib: Birisiyle sohbet

eden; konuşan; ar­

kadaş; padişahlann

hususi işlerinde bu­lunanlardan herbiri.

Müştak: İştiyakh; özle-

yen; göreceği gelen: can atan.

Muttalib: Haberdar, ma­lumatlı.

Müi.>tc:zel: Pek bol ve u­cuz şey; orta malı; değersiz; hor kulla­nılan.

Mümteni: Razı olmayan

Mürde: Ölü; ölmüş olan

Naçar: Çaresiz; zaruri o­lan

Nadan : CS·hil; bilme­yen; kaba

Nafe-veş: Misk kesesi gi. bi. (Mecazi: Sevgili­nin saçı gibi)

Nakd: Servet Nakd-i Ömür. Ömür ser­

veti. Nakkare: Davul; küçük

davut Nale: İnl~me; inilti; figan Nari yar: Ateşli sevgili. Natuvan: Zayıf; kuvvet-

siz; zebun.

N.:ızir: Bakan; idare eden Nef': Fayda; menfaat Nerdııban: Merdiven

ıee

Müstemi: Dinleven; din­leyici.

Müteferrika : Padişah;

sadrazam ve vezirle­rin emirlerini götü­ren.

Mürtefi': Yi.ikselmiş; yüce Mündefı: Geçmiş; savul·

muş.

Müntefi': Kazanan; fay­dalanan.

(N)

Nerre Şir: Erkek arslan Netenk: Sıkıntı ve kede­

re mahal yoktur. Kü. çUk de~il; nice.

Neva: Ses; nağme; kuv­vet; servet u saman, niyet; meram.

Nibar: Ne var. Nıhan: Gizli; saklı; sır:

görünmeyen. ~ihenk: Su kabı Niklav: Ne yapayım Nik nam: İyi nam kazan.

mış; ivi adlı; iyi ünlü Nim res. Yarı yetişmiş:

yarı ham olan Nisar: Saçma; serpme;

da~ıtma. Bir dü~n­de saçılan akçe: sa­çan

170

(O - Ö) Olavuz: Oluruz, olacağız,

olalım.

Opkemek: Bitirmek

Orsa etmek: Yelkenlerı mümkün olduğu k.a·

dar rüzgarın estiği tarafa yaklaştıranı\.. gitmek.

Ota~: Hükümdar ve bü­yiiklere mahsus g~-

n!ş; yükı.ek etekli ve süsli.ı çadır.

Otkar: Sıçrar; geçer Ögden: Evvelden: önce­

den Ögürmek: Döndürmek.

çevirmek. Ögrc: Önüne Özbik: Kendisinin gibi. Özge: Başka; diğer; a~.

yar. (P)

Paçoz: (Çipoı - Alera: Perkene-i harac: Düşman Çapanın z;ncire bag- dan alınan harp ge. landığı yer) misi.

Pak: Temiz; lekesiz; ha- Pertev: Ziya; nur; şua; lis; mübarek; mu- parlakhk. kaddcs; aziz. Pert'ane: Ferman.

Payan: Son; nihayet; ga- Pervaz: Birşeyin etrafın:ı ye, uc. t:1hta \'eva kumaştan

B.ipaynn · Sonsuz geçirilen şev; kcnar-Pcnd: Öğüt; nasihat lık Peri-çehrt•: Pcri yüzlü; ~er\'erdigar: Bütün mah.

güzel. lükatı besleyen ve Perkende: Yelken ve kü~ yetiştiren: Cenabı

reklf' hareket eden Hakk. ha!·ır harp gemisi. Pest: A~ağı Çcktiri ')tnıfmdan o- Pışva: Başkan; rei-. lup 18- ·19 çift kü. Pı:pa. Geminin arkası; re~i ve topları var· kıçı; gemiye arkadan dı. gefen riizgi\ıo.

Pruva: Geminin baş tara· fı. Geminin önünden il.!ri doğru istikameti

Piir: Dolu R

Ref': Kaldırma; yükselt­me; yukarı çıkarma.

Reftar: ;Gidiş; yürüyüş;

hareket. Rehnüma: Yol gösteren;

kılavuz; delil Reşk: Kıskanma;

Kıskanmayı

gıp ta gerek.

171

Pür fitne: Fitne dolu Pürhun: Kan dolu Pürsafa: Safası çok; safa

dolu.

Ruh-ı Kudsi: Cebrail a­teyhisselAm

Ruh-ul Emin: Cebrail A­leyhisselam.

Ruhsar: Yanak; yüz; çeh­re.

Rfışen: Aydın; parlak; belli; meydanda

tiren. Rihlet; Göç;

Rfızi: Rızık; ·kuvvet; azık. göç&me; Ruz-i elest: Allah (C.C.)

ölme. Rif'at: Yükseklik; yüce­

lik; büvük ve büyük riitbe.

Rişte: İplik; ilgi; bağ Rub'u meskiin: Dünyanın

3/4 ü sudur. Geriy~ kalan; oturulan kıs­ma denir.

Ruh: Yanak; yüz; çehrc

Sa~ınur: (Sağınmak: Bir ölünün faziletlerini sayıp ağlamak; yad etmek: tasavvur edip bir bir saymak) A~­lar; yad eder.

ın bütün ruhlan ya­rattıktan sonra on­lara: cElestü bi Rab· biküın•: Ben sizin Rabbiniz de~il mi­yim, dedi~i gün. tn­san yaradılışının baş· langıcı.

RCı:1.-i Haşr: Kıyamet gü-nü. .,

Sahir: Büvucü; büyüle­yicı.

Sal: Yıl

SaJik: Dinin emretti~i şeylere uygun hart!­kette bulunan: ya-

172

rar ; elverişli ; iyi uy. yun.

Sancgay: Saçmak Sari. Cihet ; yan; taraf

senıt.

Sayd: Av; avlama; avlan­ma.

Sayebarı: Gölgeci; h ima­yeci.

Sebk-i baran: Yağmu.­yağma.

Sef': Eliyle yakalayıJl çekmek; ateş alaz!a. mak; zehir bir kim­senin yiizünü karart­m:ık ; nişan koymak; i5aretlemek.

Sefinc: Gemi: vapur. Sehm: Ok; yay; korku;

hisse; pay~ dehşet . Seramcd : Başa gelen; en­başta bulunan; mümta?.:

re i ' Seren: Gemi direkleri ü­

zerinde; yelken aç. mak için yatay ola­rak ba~lanmış göıı ­dertere (ince ; düz· ve uzun ağaç çubuk) denir.

Serd: Soğuk; sert; kaba: haşin ; düıgün ve mü -

nasetli söz söyleme. Serdirme: Hafiften (?)

Serencam: Baştan geçen; macera.

Sergerdan: Avare Serir: Taht; yatacak yer. Serkop: Başa vurmak i-

çin harpte kullam­lan bir alet.

Sangçay: (Sançmak: Saç maç) Saçarsa; saça­cak olursa.

Seng: Taş

Serkeş: Baş kaldıran; i­taatsiz; muhalif.

Serteser: Baştanbaşa; hep; bütün.

Sevar olmak: Binmek; (Süvari)

Seyishane: Seyisin kaldı­ğı yer

Sifal: Alçaklar Sigal: Fikir; endişe; dü­

şünmek.

Sim eşk : Gümüş (e ben­zeyen) gözyaşı .

Sine: Göğüs

Sivirya bulunmak: Hazır olmak.

Siya etmek: Küre~ ter­sine kullanarak ka-

yık veya gemiyi ge­riye yürütme.

Sof.i: Tasavvuf ehli Song: Son; nihayet ; ne-

Şadiyane: «Sevinç hava­sı,. gibi bir şey ol­ması la~ ı

Şaduman: Seı.: • ı.'i li; mes­rur; mah-:tc.

Şakird: Talt!be: çırak Şamyane: Hayrne; çadır;

kara perde Şcb: Gece Şef' : Çift (tekin karşıtı)

Buna göre mısraın

manası: eDerler ki iki rek'attan az na­maz caiz değildir•

olur. Şeftalu: Mec. Buse al-

Tabanca: Tokat; şamar Tab': Tabiat; huy; yara­

dıhş; mühür damga vs. vurmak

Tabu'. Biat; ba~ılık Tal'at: Yüz; surat; çeh­

re; güzellik Talkan: YaAla kavrul­

muş un. Tapman: Bulmayın

173

tice; hitam. Suyrgal: Daima ihsan ve

in'am. Bahşiş ve ih­san

(Ş)

mak; vermek; np­rnek.

Şeha : Ey şah; ey padi­şah.

Şeh-i Rum: Osmanh pa. di şah ı

Şikeste: Kınk; kırılmış; yenilmiş.

Şimşad: Şimşir atacı Şir: Arslan Şir-efgen: Arslanzadeden ŞiveUr: Nazlı; işveJi;

cilveli; edalı. Şfıh : NazLı; oynak; ser­

best Şule: Alev; ateş alevi

(T)

Tapmagey· (Tapmak, bul· mak; perestiş et­mek; gaibi mevcu. detmek) Bulmasın

Tar: Dar; sık Tarih: (Tarimak. Serp­

mek; saçmak) Boşal­tıp; etrafa saçıp.

Tarik· Karanlık Tatar: Tatar; postacı

174

Tcb (l'ab): Sıtma Tecrid: Soyma; soyulma:

herşeyden el ayak çekip Allah'a yönel­me.

Tefhim: Anlatma; anla­tılma; bildirme; bil­_siirilme.

Tefviz: Sipariş etme; da. ğıtım; bir gayrimen-. kulü bilinen fiatiyle birinin üstünde bı­rakma.

Telattlllf: Nazikane mua-

Tevfir: Çoğaltına Tıfl: Küçük çocuk Tig: Kılıç

Tike: Parça: yama; !ime. Tiibeş: Deli Tiryak -ı Faruk: Zehir ve

bazı hastalıklara kar şı eskilerin kullan­dığı bir ilaç; panze­hir.

Toman: İran'da on bil! akçe yani elli kuruş kıymetinde altın sik·· k e.

melede bulunma. t'Tremola: Gemiyi çevir-Terahhiim: Merhamet; rnek.

etme; acıma. Tilr: 'Büyük Ter'ib: Arzu ettirme Tuşe! Azık; nnk.

ro-O)

Uçrayıp: (Uçramak: Te­sadüf etmek; rast gelmek) Tesadüf e­dip

Uh1fe: Sip3hilere; Yeni­çenlere üç ayda bir

verilen maaş . Ultan: Yuvarlanan; te­

kerlenen

Usturlab: Eskiden yıl­

dıziann arza naza­ran yükseklik derece­sini ölçmeye yarayan alet.

Uşşak: Aşık; aşıklar.

· Unnab. (Renk olarak) Kırmızı

Beytte cNalege uş­şak agaz ey legey• Yani: Aşıklar figan eylemeye başlasm! deniyor.

'Ussa: Tasa; keder; kay­gu; gam; hiizün

Vahdet: Birlik; yalnızlık .

Vahid u elf: Binbir

Yahşi: İyi; güzel Yarmak: Varmak

Yarib: Aydınlatıp

Yaraş: Do~t ol; banş

175

(V)

Vebal: Günah; azab; şid­det; ağırlık.

(Y) muru; yasak memu­ru.

Yitercek: Kafi derecede­de; yeterince çek.

Yeti görüp: Kafi görüp Yasar: Düzer; teşkil e- Yezdan: Allah

der. Mısrada. Kirpi- Yibargeyler: Yapacaklar ği okuna yarin kaşı Yığlasa: Ağiasa keman yasar• yani Yılakeci: Bir yılı geç-eYalin kirpi~ ka- meden. şıyla keman teşkil Yo~ eylegey: Yok etsin eder•. Y 1 (ÖI'') uyu muş: u yıkan-

Yesavul: Muhafaza me- mış: temizlenmiş. (Z)

Za'feran: Safran otu de-nilen sanya boyamaya

yaran bir ot. Zahm: Sıkıştınna Zahme: Vurma; yare Zerd: San Zevrak: Sandal: kayık Zeyç. Yıldıziann hareket

ve yerlerini göste­ren astronomlarca

yapılmış cetvel

Zülf: Sevgili saçı; özellik le yüzün iki tarafın: dan sarkan saç bö­lükleri.

ZülfikAr: Hz. Peygamber (S.A.)'in Hz. Ali'ye

hediye ettikleri ucu çatal kılıç.

TEHCÜ'\IA~ 1001 TE~IP.L F.SER SEIÜSİ'JDE~ ÇIKAK KiTAPLAR

1 YUNUS lMRE 2 HUZUR 3-18. YUZYIL TURK ORF VE

ADE TL ERI 4-EŞIH f'OGLU DI V ANI !> ORUC BEG TARIHI 6-HOZGUN 7-f..1EVLANA 8-E_MI R SULTAN 9 BUH RANLARlMlZ

IG-luRKL[ RIN MAN!;Vi GUCU ll BiR LAMANLAR iSTANBUL 12 TüRKiYEMEKTUI->LARI 13-NECAII llEY DiVAN! 14-BARBAROS HAVRElli N PA·

SAl 1!> IJARBAr~OS IIAYR~ r ri N PA·

SA ll 16-SOSY ALi S 1 ULKELF"ROE

f'IKI R SANATlN KADERI 17-TLŞRifAT VI TEŞKiLATI· MIZ 18-TURKIYI.:.'NIN OöR T YILI 19-Ki1Ail 1 BAHRiYE 1

f<.ITAB--1 BAHRiY~ ll 2G-GlCE HiKAYELE:Ri (Mu>amtı·

r tııanıcı

21 FATIH'iN TARiHI 22 RAMAZANNAME 23-GAZI MUSTAFA KEMAL 24 ZAGRA MUI TuSUNUN HA·

TIRALARI 25-EVRAI<-ı PCRiSAN 26-KAR ACAOCLAN 21-cAN CEKlSt N TuRKiVE 28-HUDiN KANUNNAMFSI 29 iSLAM MEDENiYEri JG-AHLAK Jl TURKIVE'Yi AOYLE

GöRDuM 32-LEHÇETu'L HAKAYlK

ra

33-TüRKLERiN SOY KUTuGu

34 AHMET HARAMI OE:STANI 3!>-A'MAK-1 HAY AL 36-KABUSNAM E 1

KAHUSNAME ll 37-MUNECCiM BAŞI TARIHI 1

MüNECCiM BAŞI TARiHI ll 38-ASiRETTEN DEVLETE

(Türkoye tdrihı 1)

J 9-iMPARATORLUK YOLU (Turkiye tarı11 ı ll)

4G-CiHAN HAKiMiYETi (TUrkıye tarihi lll)

4 I-OLGUNLUK ÇAGI (Turktyc tarih i IV)

42-SONUN BAŞLANGlCI (TurkiYe tarihi V)

43-SONA OOGRU (Turkly., larılll VI)

44-DüŞERKEN (Turkıyc tarilll V ll) 45 BüYüK SANCAGIN GöLGESiNDE

46-BiZANS TARiı-il 1 47 BiZANS TARiHi ll 48-ENVARU'L AŞlKlN 1 4~ENVARU'L AŞlKlN ll 5G-ENVARU'L ASIKIN lll 51- 1001 HADiS 1 52-1001 HADiS ll 53-MEVLANA CELALEDDIN

RUMi 54-iSTANBUL TURK KALEL.ERI 55-MUHAMMEOiYE 1 56-MUHAMMEDiYE ll 57-MUHAMMEOiVE lll 58-MUHAMMEDiYE IV 59-TüRKiVE'DE SANATı.AR

VE ZENEATLAR 6G-OELHi TüRK iM PARA r OR·

LUCU