02-04 May 2017 - İstanbul Üniversitesi

312
19 th @iuvetbak /iuvetbak 02-04 May 2017 ÖZET KİTABI ABSTRACT BOOK ANA SPONSOR MAIN SPONSOR

Transcript of 02-04 May 2017 - İstanbul Üniversitesi

19th

@iuvetbak/iuvetbak

02-04May2017

ÖZET KİTABIABSTRACT BOOK

ANA SPONSOR MAIN SPONSOR

Mustafa Kemal ATATÜRK

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

1

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

2

İÇİNDEKİLER •

TABLE OF CONTENTS

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

3

İÇİNDEKİLER

Onur Komitesi 005

Düzenleme Kurulu 006

Bilimsel Kurul 007

Yönetim Kurulu 008

Kongre Jürisi 009

Proje Yarışması Jürisi 010

Kongre Programı 011

Proje Yarışması Finalistleri 018

Sözlü Sunumlar 022

Poster Sunumları 140

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

4

TABLE OF CONTENTS

Honorary Committee 005

Organizing Committee 006

Scientific Committee 007

Managing Board 008

Congress Jury 009

Project Competition Jury 010

Congress Programme 011

Project Competition Finalists 018

Oral Presentations 022

Poster Presentations 140

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

5

Onur Komitesi / Honorary Committee

Prof. Dr. Mahmut AK İstanbul Üniversitesi Rektörü Rector of Istanbul University

• Prof. Dr. Güven KAŞIKÇI

İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dekanı Dean of Istanbul Univercity Faculty of Veterinary Medicine

• Prof. Dr. Hasret DEMİRCAN YARDİBİ

İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dekan Yardımcısı Vice Dean of Istanbul Univercity Faculty of Veterinary Medicine

• Prof. Dr. Nuri TURAN

İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dekan Yardımcısı Vice Dean of Istanbul Univercity Faculty of Veterinary Medicine

• Prof. Dr. Seyyal AK

Bilimsel Araştırma Kulübü Danışmanı Advisor of the Scientific Research Club

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

6

Düzenleme Kurulu / Organizing Committee

Prof. Dr. Seyyal AK

Prof. Dr. A. Funda BAĞCIGİL

Prof. Dr. Serkan İKİZ

Yard. Doç. Dr. Dr. Altan ARMUTAK

Doç. Dr. Kemal METİNER

Dr. Beren BAŞARAN KAHRAMAN

Dr. Belgi DİREN SIĞIRCI

Dr. Baran ÇELİK

Araş. Gör. Barış HALAÇ

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

7

Bilimsel Kurul / Scienific Committee

• PROF. DR. KEMAL AK • PROF. DR. SEYYAL AK • PROF. DR. ALEV AKDOĞAN KAYMAZ • PROF. DR. SERHAT ALKAN • MENTOR ALİSHANİ • (University of Prishtina, Kosovo) • PROF. DR. AHMET ALTINEL • YRD. DOÇ.DR. ALTAN ARMUTAK • DOÇ. DR. ELİF ARMUTAK • PROF. DR. SEÇKİN ARUN • PROF. DR. A. FUNDA BAĞCIGİL • PROF. DR. TÜLAY BAKIREL • PROF.DR HAJRUDİN BESİROVİC • (University of Sarajevo, Bosnia and Herzigovina) • PROF.DR. TANAY BİLAL • PROF. DR. H. HAKAN BOZKURT • PROF. DR. ÖMER ÇETİN • PROF.DR. HIDIR DEMİR • PROF.DR. ÖZER ERGÜN • PROF. DR. HALİL GÜNEŞ • PROF.DR. AYDIN GÜREL • PROF. DR. MUSTAFA HASÖKSÜZ • PROF. DR. SERKAN İKİZ • PROF.DR. K. OYA KAHVECİOĞLU • PROF.DR. M. RAGIP KILIÇARSLAN • PROF. DR. İSMAİL KIRŞAN • PROF.DR. ERDAL MATUR • PROF. DR VEDAT ONAR • PROF.DR. M. ERMAN OR • PROF.DR. SERHAT ÖZSOY • PROF.DR. KEMAL ÖZDEM ÖZTABAK • PROF. DR. ANDREJ KİRBİŠ • (University of Ljubljana, Slovenia) • PROF. DR. SERHAT PABUÇCUOĞLU • PROF. DR. LAZO PENDOVSKİ • (Ss. Cyril and Methodius University, Skopje) • PROF. DR. ADEL TALAAT • (University of Wisconsin-Madison, USA) • PROF. DR. ILIA TSACHEV • (Trakia University, Bulgarıa) • PROF.DR. OYA ÜSTÜNER • PROF.DR. CEM VURUŞANER • PROF. DR. MURAT YILDIRIM • PROF.DR. HÜSEYİN YILMAZ

*İsimler soyada göre sıralanmıştır.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

8

Yönetim Kurulu / Managing Board

Ahmet KARSLI Başkan / President

• Alp Emre YILDIZ

Başkan Yardımcısı / Vice President •

Sevgin ÇAN Genel Sekreter / General Secretary

• Mustafa Rıfkı YAZGAN

Sayman / Accountant •

Doğan Can KARAKUŞ

Üye / Member

• Özkan ULUTÜRK

Üye / Member

• Tutku ÇAKIROĞLU

Üye / Member

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

9

Kongre Jürisi / Congress Jury AMFİ 1

• PROF. DR. RAGIP KILIÇARSLAN (BAŞKAN) • PROF. DR. MUSTAFA HASÖKSÜZ • PROF. DR. SERHAT ALKAN • PROF. DR. YALÇIN DEVECİOĞLU • DOÇ. DR. ELİF ARMUTAK

AMFİ 2

• PROF. DR. ALEV KAYMAZ • PROF. DR. MURAT YILDIRIM • PROF. DR. İBRAHİM FIRAT • PROF. DR. BÜLENT EKİZ • PROF. DR. SERKAN İKİZ

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

10

Proje Yarışması Jürisi / Project Competition Jury

Prof. Dr. A. Funda BAĞCIGİL

PROF. DR. Ilia TSACHEV

Prof. Dr. Tülay BAKIREL

Prof. Dr. Serhat PABUÇCUOĞLU

(Başkan / Chairperson)

* İsimler soyada göre sıralanmıştır. / Names are sorted by last name

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

11

KONGRE PROGRAMI

CONGRESS PROGRAMME

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

12

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

13

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

14

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

15

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

16

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

17

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

18

PROJE YARIŞMASI FİNALİSTLERİ

PROJECT COMPETITION FINALISTS

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

19

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

20

Gülşah Yılmaz Şima Kılıç, Esra Duymaz Gurmarla Hazırlanmış Tablet Kullanımı İle Kısırlaştırılmış Dişi İran Kedilerinde Potansiyel Obezite Probleminin Engellenmesi İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, 34320, İstanbul Muhammed Lütfü ACAROĞLU Erzurum’daki Yerli Irk İneklerin Aberdeen Angus Irkı ile Suni Tohumlama Yapılarak Melezlenmesi Atatürk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi Lisans Öğrencisi, 25240 Erzurum, Türkiye Mehmet Mustafa OFLAZ Ahırlardaki Büyük Eksiklik: Biyogüvenlik Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Kars, Türkiye

Oğuz Mustafa Yılmaz Köpekler İçin Eve Giriş ve Ağız Bakım Spreyi Cumhuriyet Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Sivas, Türkiye

Şura Nur Deliser Akut Arteriyel Yaralanmalarda Emilebilir Yapıda Perkutan Stent Greft Kullanımı Cumhuriyet Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Sivas, Türkiye

Şima Kılıç, Esra Duymaz, Gülşah Yılmaz Timokinon pyometraya çare olabilir mi? İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, 34320, İstanbul

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

21

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

22

SÖZLÜ SUNUMLAR •

ORAL PRESENTATIONS

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

23

Sokak Köpeği Populasyonunun Kontrolü Ve Insanlarda Kuduzun Insidensi

Abdul Gudush Jalloha, Bahtisen Gollab

aVeterinary Surgent, Moscow State Academy of Veterinary Medicine and Biotechnology, Sierra

Leone Animal Welfare Society (SLAWS), [email protected] bProject Developer in Health Sector, [email protected]

Sokak köpeği populasyonunun kontrolü ve insanlarda kuduzun insidensi amaçlanmıştır.

Batı Afrika’da gerçekleşen en büyük ve kompleks Ebola salgınından sonra Sierra Leone zayıf bünyesinden dolayı değerlendirmeye alındı.Sierra Leone’da 24 Mayıs 2014’te ilk Ebola vakasındandan bu yana 8.704 insan enfekte oldu ve 3.589 insan öldü.(WHO Ebola ari deklarasyonunu 7 Kasım 2015’te yaptığından beri) Ebola krizi diğer bir hastalığı tetikledi: kuduz. Çoğu kopek sahibi hayvanlarının kendisini Ebola virüsü ile enfekte edebileceğinden korkmuş ve onları terketmiştir.Bu da ülkedeki sokak köpeği popülasyonunun artmasına sebep olmuştur.CDC’ye (U.S. Centers for Disease Control) göre köpeklerin Ebola ile enfekte olup Ebola virüsünü hayvanlara ve insanlara saçabileceği rapor edilmemiştir.

Sierra Leone’de görülen kuduz endemiktir ve Afrika’daki sokak köpeği populasyonundaki en genişidir.Sierra Leone’da yaklaşık 500.000 kontrolsüz sokak köpeği bulunmaktadır.Yıllarca SLAWS kuduzu engellemek için bedava aşılar ve sterilizasyon sağladı.SLAWS başlıca uluslararası fona dayanmaktadır fakat her daim finansal zorluk yaşamaktadır.

Epidemik kuduzun sonucu olarak, sokak köpeği populasyonunun kontrolünü, kuduza karşı aşılamayı ve bilinci arttırmayı gerektirir.Uluslararası dayanışmaya katılmak ve finansal destek, altyapı ve insan kaynaklarına kapasiteyi inşa etmede gereklidir.

Anahtar kelimeler: Sierra Leone, Kuduz, Ebola

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

24

Controlling Stray Dogs Population And Rabies Incidences In Humans

Abdul Gudush Jalloha, Bahtisen Gollab

aVeterinary Surgent, Moscow State Academy of Veterinary Medicine and Biotechnology, Sierra

Leone Animal Welfare Society (SLAWS), [email protected] bProject Developer in Health Sector, [email protected]

Controlling stray dogs population and rabies incidences in humans is aimed.

Sierra Leone was taken into consideration with the weak health structure after the largest and most complex Ebola outbreak happened in West Africa. Since Sierra Leone recorded the first Ebola case on 24 May 2014, a total number of 8,704 people were infected and 3,589 have died until the declaration of Ebola-free on 7 November 2015 (WHO, 2015) The Ebola crisis has sparked worries about another disease: rabies. Many dog owners have feared their pets could infect them with the Ebola virus and abandoned them, leading to an increase in the country's stray dog population. According to the U.S. Centers for Disease Control, there have been no reports of dogs becoming sick with Ebola or of being able to spread Ebola to people or other animals.

Rabies is endemic in Sierra Leone, which has one of the largest stray dog populations in Africa. There are approximately 500.000 uncontrolled stray dogs in Sierra Leone. For years, SLAWS has been trying to keep rabies down by giving free vaccinations and sterilizing dogs. SLAWS relies mainly on international funding, but it is always an uphill battle financially.

As a result of epidemic rabies, it is required to control stray dogs’ population, vaccinate them against rabies and raise awareness in the community. Join international collaboration and financial support is required to build capacity on human resources and infrastructure.

Key words: Sierra Leone, Rabies, Dogs, Ebola

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

25

Onlara İhtiyacımız Mı Var, Yoksa Bize Mi İhtiyaçları Var? Güneydoğu Anadolu’daki Evcil Sürüler Üzerinde Bir Antrozoolojik Çalışma

Abu Bakar Siddiq,1* Ermiş Özkan 2 , Vedat Onar 2

1Mardin Artuklu Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Antropoloji Bölümü, Kampüs 47100 Merkez, Mardin.

2 İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, 34320, Avcılar, Istanbul. * [email protected]

Antrozooloji, insan ve hayvanlar arasındaki ilişkilerin araştırılmasıdır. Bu yeni gelişen çalışma alanı, hayvan davranış bilimi, veteriner hekimlik, zooloji, psikoloji, fizyoloji, felsefe, sosyoloji ve antropoloji gibi diğer bazı disiplinlerden destek alır. Hayvanlar bizim hayatımızda önemli bir role sahipken bizde onların hayatlarında önemli bir role sahibiz. Biz hayvanlara, yemek, barınak ve korunma sağlarız ve bunun karşılığında, onlar da toplumumuza arkadaşlık, mutluluk, beslenme, zenginlik ve devamlılık sağlarlar. Bu birliktelik, hayvanların evcilleştirilesinden bu yana, karşılıklı anlayış ile insan ve hayvanlar arasındaki karmaşık bir ilişkinin sonucu olarak gelişti. Anthrozooloji bu olumlu ilişkileri vurgular.

Anadolu, yaklaşık 11000 yıl önce, Erken Neolitik dönem'de insanlar tarafından bazı toynaklı türlerin evcilleştirildiği önemli yerlerden biridir ve halen bu bölge evcil sürüler, özellikle de dünyadaki ovicaprid populasyion için en önemli yerlerden biri olarak düşünülmektedir. Bu nedenle, bu bölge, insan ve evcil sürüler arasındaki ilişkilerin farklı yönlerini incelemek için çok önemli bir yerdir. Ne yazık ki, şimdiye kadar bölgede bu konuda önemli araştırmalar yapılmamıştır. Katılımcı gözlemler ve keşif vaka çalışmalarıyla, Güneydoğu Anadolu'daki pastoral toplumlar üzerine yapılan bu antrozoolojik alan araştırması, insan ve evcil hayvan arasındaki karşılıklı bağımlılığın derecesini keşfetmeyi amaçlanmaktadır.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

26

Do We Need Them Or They Need Us? – Anthrozoological Study On Domestic Herds In Southeast Anatolia

Abu Bakar Siddiq,1* Ermiş Özkan 2 , Vedat Onar 2

1Department of Anthropology, Faculty of Letters, Mardin Artuklu University, Campus, 47100

Merkez, Mardin.. 2Department of Anatomy, Faculty of Veterinary Medicine, Istanbul University, 34320, Avcılar,

Istanbul. *[email protected]

Anthrozoology is the study of the relationships between human and animals. This newly developed field incorporates with some other disciplines such as animal behaviour science, veterinary medicine, zoology, psychology, physiology, philosophy, sociology and anthropology. Animals have great roles in our lives and we in theirs. We ensure food, shelter and protection for animals, and in returns, they provide companionship, happiness, nourishment, wealth and sustainability in our society. Since the beginning of animal domestication, this mutual understanding developed with many complex relationships between us. Anthrozoology emphasises on these positive relationships.

Anatolia is one of the significant places where humans first domesticated some ungulate species around 11000 years ago in Early Neolithic period, and still today, this region is considered to be one of the most important places for domestic herds, especially ovicaprid population in the world. Therefore, this region is a crucial place for studying different aspects of interactions between humans and domestic herds. Unfortunately, no significant research has been taken in the region so far regarding this issue. Through participant observations and exploratory case studies, this anthrozoological field research on pastoral societies in Southeast Anatolia aimed to explore how deeply are we involved with domestic animals and they are with us.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

27

Farklı Seftiofur Preparatlarının Sığırlarda Biyoeşdeğerlik Yönünden İncelenmesi

Tülay BAKIREL, Ali Haydar GÜMÜŞBAŞ

İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Farmakoloji ve Toksikoloji Anabilim Dalı, Avcılar 34320, İstanbul, Türkiye

Bu çalışmanın amacı Türkiye’de ruhsatlandırılmış seftiofur HCL içeren jenerik bir ilacı sığırlarda 1,1 mg/kg dozunda kas içi yolla uygulanmasını takiben biyoeşdeğerlik yönünden değerlendirmektir.

Çalışmada 10 adet Holstein ırkı sığır kullanıldı. Çalışma çapraz dizayn esasına göre gerçekleştirildi.Hayvanlara ilaç uygulaması yapılmadan önce 0. dakika ve uygulama sonrasında 10., 20. ve 30.dakika ile 1.,2.,4.,8.,12. ve 24. saatlerde kan örnekleri lityum heparinli tüpler ile toplandı. Hayvanlara ait plazmalardaki seftiofur düzeyleri ekstraksiyon uygulamasını takiben HPLC (Yüksek Basınçlı Sıvı Kromotografisi) ile ölçüldü. Her hayvan için ayrı ayrı plazma konsantrasyon-zaman grafikleri çizildi ve farmakokinetik parametreler non-kompartmanlı modele göre hesaplandı. Biyoeşdeğerliğin belirlenmesinde Cmax ve AUC (0-24) parametreleri incelendi. Parametrelerin %90 güven aralığı ve biyoeşdeğerlik kabul sınırları arasında (0,80-1,25) olup olmadığı belirlendi.

Jenerik /Orijinal ilaç oranı Cmax için 97,31 ve AUC (0-24) için 93,09 olarak saptandı. Elde edilen her iki değerin % 90 güven aralığı ve 0,80-1,25 kabul sınırları içinde olduğu görüldü.

Bu çalışma sonucunda jenerik ilacın orijinal ilaç ile biyoeşdeğer olduğu ve birbirlerinin yerine kullanabilecekleri belirlendi.

Anahtar Kelimeler: Biyoeşdeğerlik, Seftiofur, Sığır, Jenerik, HPLC

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

28

The Bioequivalence Determination of Different Ceftiofur Preparations in Cattle

Tulay BAKIREL, Ali Haydar GUMUSBAS

Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Pharmacology and Toxicology, Avcilar 34320, Istanbul, Turkey

The aim of the present study to evaluate of the bioequivalence of a generic preparation which was registered in Turkey contain ceftiofur HCl, after intra muscular injection (i.m.) at the dose of 1,1 mg/kg in cattle.

In the present study 10 holstein cattle were used. This study was carried out on the based a cross-over design. Blood samples were taken into lithium heparin tubes just before and 10, 20 and 30 minutes and 1., 2., 4., 8., 12. and 24. hours following injections. The plasma which are taken from animals concentrations of ceftiofur were measured by HPLC (High Pressure Liquid Chromatography) following extraction process. The plasma concentration-time curves for each animal were showed and pharmacokinetic parameters were calculated using non-compartmental model analysis. Cmax and AUC (0-24) were based for evaluation of bioequivalence. According 90% confidence level, Cmax and AUC (0-24) parameters was determined whether or not between acceptable limits (0.80-1.25) for bioequivalence.

The avarage of generic/orginal ratio was determined as 97.31 for Cmax and 93.09 for AUC (0-24). These values were also found into acceptable limits 0.80-1.25 and 90% confidence interval.

As a result of this study it is concluded that generic preparation was bioequivalent to orginal preparation and it can be used instead of orginal preparation.

Key Words: Bioequivalence, Ceftiofur, Cattle, Generic, HPLC

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

29

Farklı Marinasyon Uygulamalarının Et Kalitesi Üzerine Etkisi

Ali Yiğithan KEKLİK1, Esra AKKAYA2, Enver Barış BİNGÖL2

1İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, 34320, Avcılar, İstanbul 2İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Besin Hijyeni ve Teknolojisi Bölümü, 34320, Avcılar,

İstanbul

Et, biyolojik değeri yüksek proteinlere sahip bir gıda maddesidir. Tüketime sunulan etlerin kalitesini belirlemede renk, gevreklik, lezzet, su tutma kapasitesi gibi kriterler önem arz eder. Kesim sonrası, kas doku rigor mortise uğrayarak sertleşir. Kaslardaki ölüm sertliğinin, enzimatik reaksiyonlar sonucu çözülmesi ve etin arzu edilen gevreklik, aroma ve lezzet kazanması olgunlaşma olarak tanımlanmaktadır. Etin olgunlaştırılması, zaman ve soğuk muhafaza koşullarıyla doğrudan ilişkilidir.

Tüketiciler olgunlaşmış etin kalitesini, tüketimim sırasında algıladıkları gevreklik, sululuk, koku ve lezzet teşekkülleri ile tanımlamaktadırlar. Gıdanın duyusal profilini oluşturan bu parametreler tüketiciden tüketiciye değişmekle birlikte, genel anlamda ağızda kolay çiğnenebilen ve yumuşak etler tüketiciler tarafından kabul görmektedir. Çiğneme esnasında ağızda algılanan lezzet ve aroma ise ürüne karşı olan yeme hissini kuvvetlendiren diğer etmenlerdir.

Bu çalışma, farklı marinasyon uygulamaları ile muamele etmenin olgunlaşma sürecini tamamlamış sığır etlerinin kalite parametreleri üzerindeki etkilerinin araştırılması için planlanmıştır. Bu doğrultuda, 1.5-2 yaş arası erkek sığır karkaslarından elde edilen M.longissimus dorsi lumborum kasları, bir hafta süreyle soğuk muhafaza altında tutulmuş, bu sürenin sonunda fileto haline getirilen etler 5 farklı marinasyon karışımı (şarap bazlı, süt + fesleğen bazlı, yoğurt + hardal bazlı, limon + adaçayı bazlı, Worcestershire + BBQ bazlı) ile 24 saat süreyle buzdolabı koşullarında muamele edilmiştir. Bu sürenin sonunda marine edilmiş sığır etleri tekstür (tekstür profil analizleri – TPA), instrumental renk (L*, a*, b*) ve duyusal (renk, koku, doku, lezzet, genel kabul edilebilirlik) parametreleri yönünden analiz edilmiştir.

Sonuç olarak, süt ve yoğurt bazlı marinasyon karışımları ile muamele edilen örnekler diğer marinatlarla muamele edilmiş olanlara nazaran daha yumuşak ve çiğnenebilir bulunmuştur. Bu iki marinat sığır filetolarının parlaklık (L*) değerlerinde artışa yol açarken, kırmızılık (a*) ve sarılık (b*) değerlerinde ise azalmaya neden olmuştur. Duyusal değerlendirmeler neticesinde ise en beğenilen marinasyon uygulaması süt + fesleğen bazlı karışım olurken, bunu Worcestershire + BBQ ve limon + adaçayı bazlı gruplar takip etmiştir.

Elde edilen veriler ışığında, ızgara yapılarak tüketilen etlerin marine edilmesi, sade olarak tüketimlerine göre daha yumuşak ve sulu olmalarına yol açmıştır. Bununla beraber uygulanan marinatların istatistiksel olarak birbirinden çok farklı tekstürel etkisi olmamasına karşın, etlerin renk parametreleri üzerine etkidiği; koku ve lezzet teşekkülleri yönünden anlamlı farklılıklara yol açarak tüketici beğenisi üzerinde olumlu etkilere yol açtığı saptanmıştır. Neticesinde, fileto olarak tüketilecek etlerin marine edilmesi ile arzu edilen gevreklik, aroma ve lezzet oluşumu güçlenmektedir.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

30

Effects of Different Marination Applications on Meat Quality

Ali Yigithan KEKLIK1, Esra AKKAYA2, Enver Baris BINGOL2

1Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, 34320, Avcilar, Istanbul 2 Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Food Hygiene

and Technology, 34320, Avcilar, Istanbul

Meat is a food that has proteins with high biological value. Criteria such as colour, firmness, flavour, water holding capacity have importance in determining the quality of the meat served for consumption. After slaughtering, muscle tissue became hard due to rigor mortis. Aging is defined as a dissociation of rigor mortis because of a result of enzymatic reactions and consist of the desired firmness, aroma and flavour of meat. Meat aging is directly related to time and cold storage conditions.

Consumers describe the quality of meat by the perception of firmness, juiciness, odour and flavor while consumption. Besides, these parameters, which form sensory profile of food, may vary amongst the consumers, generally, tender and easily chewable meats are more preferable. Moreover, the flavour and aroma, which are sensed in the mouth while chewing, are some of the factors strengthen the desirability for eating.

This study was conducted to evaluate the effects of quality parameters on aged beef meats by using diverse marination recipes. In this direction, M. longissimus dorsi lumborums of a 1.5-2-year-old calf were kept refrigerated in a week’s time. Thereafter, tenderloins, which are marinated with 5 different recipes (only wine, milk + basil, yoghurt + mustard, lemon + clary, Worcestershire + BBQ sauces), are kept under refrigerator condition for 24 hours. Then, beefs were analysed in terms of texture (texture profile analysis – TPA), instrumental colour (L*, a*, b*) and organoleptic (colour, fragrance, fibre, flavour, general acceptableness) parameters.

As a result, the samples, which were marinated with milk and yoghurt, are mostly found more chewable and tender as compared with the other recipes. These two marinades are given cause for an increase on lightness (L*) value, while causing a decrease for redness (a*) and yellowness (b*). Pursuant to organoleptic evaluation, the most desirable marination recipe had been reported as milk + basil and following that Worcestershire + BBQ and lemon + clary.

In the light of progress on the above, marinating the grilled beef tenderloins cause more juicy and tender meat comparing to the beef without any marinade. Although, statistically there are not many different on textural effects of marinades amongst each other, there had been a positive impact on consumer preferences from the point of odour and flavour formation’s and affected the colour parameters of beefs. In the sequel, marinating tenderloins strengthen the desirability of firmness, aroma and flavour of meat.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

31

Kronik Böbrek Yetmezliğinde Nitroksiderjik Sistem Aktivitesinin Belirlenmesi

Antonina Muchamedzhanova,Liliya Galimova, Rufiya Karimova

Kazan State Academy of Veterinary Medicine of N. E. Bauman,Faculty of Veterinary Medicine, Department of Physiology and Pathophysiology, Kazan, Russia

Çalışmalar her iki cinsiyetten 20 kedi ile Kazan veteriner fakültesi, fiyoloji ve patofizyoloji bölümündeki laboratuar şartlarında yürütüldü. Nitroksidergik sistemin aktivitesi, kan plazması ve idrarda nitrat ve nitrit anyonların konsantrasyonu ile belirlendi. Nitrit konsantrasyonu, fotometrik metodla ölçüldü. Kedilerin kan serumundaki total protein konsantrasyonu fotoelektrik kinetik metodla ölçüldü. Karbamin ve kreatinin konsantrasyonu enzimatik kinetik metoduyla ölçüldü. Bütün sonuçlar Öğrenci testi kullanılarak istatistiksel analizlere tabi tutuldu.

Dişi organizmada nitrik oksit oluşumu, erkek organizmada nitroksidergik sistemin aktivitesine kıyasla daha hızlı ilerlemektedir. Kronik böbrek yetmezliğinde nitroksit üretimi azalmaktadır. Kronik böbrek yetmezliği olan dişi kedilerin kanda NO metabolit konsantrasyonu - 30,55 ± 0,92 mmol / l, aynı tanıdaki erkek kedilerde 37,5 ± 1,79 mmol / l idi.

Sonuçta 1. Kedilerde kronik böbrek yetmezliği, organizmadaki nitrik oksit oluşumunu azaltır.2. Kronik böbrek yetmezliğinde NO azalmasının yoğunluğu hayvanın cinsiyetine bağlıdır ve dişilerde daha belirgindir. Anahtar kelimeler: Nitrik oksit, böbrek yetmezliği, kediler

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

32

The Determination Of Activity Of Nitroxidergic System In Chronic Renal Failure In Cats

Antonina Muchamedzhanova, Liliya Galimova, Rufiya Karimova

Kazan State Academy of Veterinary Medicine of N. E. Bauman, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Physiology and Pathophysiology, Kazan, Russia

The researches were conducted on 20 both-gender cats in conditions of

laboratory of Department of physiology and pathophysiology of Kazan State Academy of Veterinary Medicine and Veterinary Clinic «911» (Kazan). The activity of nitroxidergic system was determined by concentration of nitrate- and nitrite-anions in blood plasma and urine. Concentration of nitrites was measured by photometrical method. Concentration of total protein in cat`s blood serum was determined by photoelectric kinetic method. Concentration of carbamide and creatinine was determined by enzymatic kinetic method. All results were subjected to statistical analysis using Student's test.

Formation of nitric oxide in female organism proceeds more rapidly in comparison with activity of nitroxidergic system in male organism. The production of nitroxide decreases in chronic renal failure. Concentration of NO metabolites in blood of female cats with chronic renal failure was 37,5±1,79 mmol/l, in male cats with the same diagnosis - 30,55±0,92 mmol/l. 1. Chronic renal failure in cats decreases the formation of nitric oxide in the organism.2.The intensity of NO decrease in chronic renal failure depends on the sex of the animal and it is more pronounced in females. Key words: nitric oxide, renal failure, cats

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

33

Onarıcı Rejenerasyon Sırasında "Anjiyojen" Preparatının Yumuşak Doku Vaskülarizasyonu Üzerine Etkisi

Artur Yarullin

(Supervizör: Faina V. Shakirova, Prof. of the Department of Veterinary surgery, DSc)

Kazan State Academy of Veterinary medicine (Kazan, Russia)

“Anjiyogen” preparatının yaralanma sonrası yumuşak doku yapısı ve mikrosirkülasyon rejenerasyonu etkinliği ve derecesi üzerine etkisinin değerlendirilmesi amaçlandı.

Dermal ve hipodermik doku insizyonları vücut ağırlığı 300-350g. Olan 18 beyaz sıçanın lumbosakral omurlar çevresinde uygulandı. Test grubundaki hayvanlara, operasyondan sonra 6gün boyunca günde bir kere 0,1ml/100g. dozunda insizyonların 1cm. proksimal ve distaline “anjiyojen” enjekte edildi. Kotrol grubundakilere, aynı dozda fizyolojik solusyon uygulandı. Araştırmada klinik ve morfolojik metodlar uygulandı.

Post-operatif dönem komplikasyonsuz ilerledi, ilaç enjeksiyonunu takiben allerjik reaksiyonlar gözlenmedi. Yara epitelizasyonu test grubunda daha hızlıydı. Yedinci günde test hayvanlarının yarısının yara epitelizasyonu tamamlanmıştı. Bunun yanında kontrol grubundaki yaralar hala 2-4cm kadardı. Control grubundaki Tam epitelizasyon 10gün sonra gözlendi, test gruplarında ise 8,5 günde.

İyileşmenin erken döneminde “Anjiyojen” uygulanması iyileşme sürecini ve doku bağlanmasını hızlandırdı, yangı hücre infiltrasyonunu ve doku nekrozlarına engel oldu. Bu etkiler, yeni oluşan kan damarlarının doğrudan cerrahi yara içinde artması ve yakındaki dokulardaki mikrosirkülasyonun aktivasyonundan kaynaklanan kan arzının iyileştirilmesi ile sağlanmaktadır. Anahtar kelimeler: sıçan, deri, yara, iyileşme, anjiyojen

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

34

Effect Of The Preparation “Angiogene” On Soft Tissue Vascularization During Reparative Regeneration

Artur Yarullin

(Supervisor: Faina V. Shakirova, Prof. of the Department of Veterinary surgery, DSc)

Kazan State Academy of Veterinary medicine (Kazan, Russia)

The aim of this study is to detect the assessment of the effects of the preparation “Angiogene” on the efficiency and degree of the post-injury regeneration of the soft tissue structure and microcirculation.

Linear full-thickness dermal and hypodermic tissue incisions were carried out in lumbosacral spine area of 18 white rats with the bodyweight of 300-350g. In test group, after operation and once a day for 6 days “Angiogene” was injected subcutaneously at a dose of 0,1mL/100g of bodyweight in proximal and distal regions of the incisions at the distance of 1cm from the edge. In control group physiological solution was applied at the same scheme and dose. Clinical and morphological methods were used in the research.

Post-operative period proceeded without complications, surgical wounds healed by primary intention, allergic reactions following drug injections did not occur. Surgical wound epithelialization was faster in test group. On the 7th day in 50% of test animals’ incision wounds were completely epithelialized, whereas in control group the surgical wound defect was still 2-4 cm. Complete epithelialization was observed on the 10th day in control and on the 8,5th day in the test groups.

Application of “Angiogene” at early stages of wound healing leads to the acceleration of healing time with formation of connective tissue in the wound cracks and earlier epithelialization of surface defects. It prevents inflammatory cell infiltration with tissue destruction and necrosis. These effects are achieved by improving of the blood supply due to increase in the newly formed blood vessels directly in the surgical wound and activation of microcirculation in nearby tissues.

Key words: rat, skin wound, regeneration, Angiogene

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

35

Köpekte Vajinal İğ Hücreli Sarkom:

Tanısı Ve Neo-Adjuvan Kemoterapi İle Başarılı Tedavi Örneği

Aslıhan Merve ACER1, Hasan Ceyhun MACUN2, Tuğçe SÜMER3, Ali KUMANDAŞ4, Oğuz KUL3

1Kırıkkale Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Lisans Öğrencisi 2Kırıkkale Üniversitesi Veteriner Fakültesi Doğum ve Jinekoloji Anabilim Dalı, Yahşihan

Kırıkkale, Türkiye 3Kırıkkale Üniversitesi Veteriner Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı, Yahşihan Kırıkkale, Türkiye 4Kırıkkale Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, Yahşihan Kırıkkale, Türkiye

Bu çalışmada; vajina duvarından köken alan iğ hücreli sarkomalı bir köpekte; tanı süreci ve cisplatin ile neo-adjuvan tedavisinin klinik-patolojik bulgularla sunulması amaçlandı.

Çalışmanın materyalini; inguinal bölgeden sarkan 15x7x6 cm ölçülerinde ve sap ile bağlı tümöral kitleye sahip 4 yaşlı, dişi, Cocker köpek oluşturdu. Kitle üretraya yakın olduğundan hasta operasyona alınmadı. Tanı için punch biyopsi alındı ve yüksek derecede malignite gösteren İğ hücreli Sarkom tanısı konuldu. Uygun kemoterapoti ile kitlenin küçültülmesi ve operasyonla sorunsuz uzaklaştırılabilmesi amacıyla Cisplatin (diürez uygulanarak 65mg/m2 dozda) 3 hafta arayla 2kez uygulandı. Tümörün dramatik şekilde büzüştüğü ve üretra çevresi bağlantılarının ayrıldığı görüldükten sonra, operasyonla başarılı şekilde uzaklaştırıldı. Postoperatif 3ncü hafta cisplatin proflaktik amaçlı tekrarlandı. Tedavi sonrasında tekrar patolojik ve immunoperoksidaz incelemeler yapıldı.

Köpekte cisplatin uygulamasından 1 hafta sonra; kitle regrese oldu ve disüri şikayeti kalmadı. Kemoterapi sürecinde herhangi bir klinik yada hematolojik yan etki gözlenmedi. 3 aylık kontrollerde tümörün uzaklaştırıldığı bölgede lokal ya da uzak organ metastazlarına rastlanmadı. Histopatolojik olarak; iğ şekilli ve anaplazik hücrelerin yanısıra, büyük dev hücreleri gözlendi. Trikrom boyamalarda negatif, vimentin pozitif, sitokeratin negatif, S100 protein ve desmin ile hafif pozitif reaksiyon verdi ve iğ hücreli sarkoma olarak isimlendirildi.

Vajina kökenli iğ hücreli sarkomanın, neo-adjuvan tedavisinde cisplatin kullanılabileceği kanısına varıldı.

Anahtar Kelimeler: cisplatin, iğ hücreli sarkoma, immunohistokimya, köpek, neoadjuvant kemoterapi.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

36

A Bitch with Vaginal Spindle Cell Sarkoma: A Sample of Successful Treatment with Diagnosis and Neo-Adjuvan

Chemotherapy

Aslıhan Merve ACER1, Hasan Ceyhun MACUN2, Tuğçe SÜMER3, Ali KUMANDAŞ4, Oğuz KUL3

1Kırıkkale University Faculty of Veterinary Medicine, Undergraduated Student 2Department of Veterinary Obstetric and Gynecology, University of Kırıkkale, Yahşihan Kırıkkale,

Turkey 3Department of Veterinary Pathology, University of Kırıkkale,Yahşihan, Kırıkkale,Turkey 4Department of Veterinary Surgical, University of Kırıkkale, Yahşihan, Kırıkkale, Turkey

In this study, we aimed that diagnosis and clinical-pathological findings of neo-adjuvant treatment with cisplatin in a dog with spindle cell sarcoma from vaginal wall.

Material of study was 4 years old Cocker dog tumor connected with handle in the inguinal area. It was 15x7x6 cm. The dog couldn’t operated due to the tumors area where near by urethra. Punch biopsy was treated and diagnosed as severe malignant spindle cell carsinoma. Cisplatin was applied 2 times for 3 weeks in order to reduce the size of the tumor and be able to remove it.(method of diürez 65mg/m2).After the tumor was reduced dramaticly and disconnected urethra periphery, it was removed succesfully. Postoperative 3rd week, cisplatin was treated for proflacy. After the treatment histopathological and immunoperxidase tests were performed again.

One week after administration of cisplatin to the dog; the tumor was reduced. There were niether hematologic nor clinically side effects were observed during chemotherapy. Also, local or distant organ metastases were not detected in the area where the tumor was removed in 3-month follow-up. Histopathologically; Spindle-shaped and anaplasic cells and giant cells were determined. Tricrome staning and anti-cytokeratin immunoperoxidase staining were negative, anti-vimentin immunoperoxidase was possitive, anti-S100 and anti-desmin immunoperoxidase staining were mild possitive. According to the results, it was called spindle cell sarcoma. It was concluded that cisplatin as a the neo-adjuvant could treat spindle cell sarcoma from the vagina.

Key words: cisplatin, dog, immunohistochemistry, neo-adjuvant chemotherapy, spindle cell sarcoma

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

37

Yılan Balıkları ve Gizemli Göçü

Barış Atacan KAYA, Çağla BAYIR, Serkan İKİZ

İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Avcılar, İstanbul, Türkiye

Yılan balıkları Anguillidea familyasına dahildir. Yılana benzeyen uzun bir vücut yapısı ile karakterizedirler. Kemikli balıklar sınıfının bir üyesidirler. Karın yüzgeçleri bulunmaz. Bu özellik onu diğer balıklardan ayırır. Yılanlarla herhangi bir akrabalık göztermezler.

Avrupa Yılan Balığı bilinen en uzun göçü yapan balıklardandır. Ülkemiz Edirne ilindeki Gala ve Dalyan gölleri ile Muğla ilindeki Bafa Gölü ergin Avrupa Yılan Balığının doğal habitatlarındandır. Bafa Gölü’ndeki yılan balıkları eşeysel olgunluğa ulaştığında Meksika’daki Saragossa Körfezi’ne doğru zorlu bir yolculuğa çıkar. Burada yumurtlar ve bir yıl yaşarlar. Bir yıl sonra büyüyen yılan balıkları yaşadıkları tatlı sulara, atalarının yaşam alanına doğru geri göç ederler. Bunlar yılan balıkları hakkında bilinenler. Bir de bilmediklerimiz ve bilmek istediklerimiz var. Yılan balıklarının üremek için neden bu kadar uzun bir göç yolunu tercih bilim tarafından çözülememiştir.

Ülkemizde ekonomik önemi yükselişe geçecek potansiyelde olan Avrupa Yılan Balığı; üremesi, göçü, yaşam çemberi, gizemli yolculuğu ve fazlasıyla sunumumuzda yer almaktadır.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

38

European Eels and Their Misterious Migration

Barış Atacan KAYA, Çağla BAYIR, Serkan İKİZ

Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Microbiology, Avcilar, Istanbul, Turkey

European Eels are included in Anguillidae family. Their morphology is like a snake and they have long body. European Eels are member of bony fish class. They have not got abdominal lin and it is the difference from the other fishes. Eels does not have a relationship with snakes.

European Eels are one of the fish species known for having the longest migration route. Gala Lake, Dalyan Lake in the Edirne City and Bafa Lake in the Muğla City of our country (Turkey) is natural habitat for European Eels. When European Eels in the Gala, Dalyan and Bafa Lake becomes adults, they start to migration from Turkey to Mexico Sarragossa Gulf. Eels lays eggs in there and they lives 1 year in there. One year later, they start to turn back to their fresh water. These informations are the things we know about eels. In addition to those we do not know much about them and we know that we still have so much to learn about those fishes. The science could not figure out why they prefer such a long migration route and why their larvas migrate back to the waters where their parents live.

The European Eels are quite on the rise in terms economic importance in our country(Turkey). We are going to talk about their reproduction, migration, life cycles and their misterious migration in our presentation.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

39

Probiyotik Yoğurtlarda Raf Ömrü Süresince Probiyotik Bakterilerin Canlılıkları

Çağla Sarımadena, Dr. Gülay Merve Bayrakala ve Prof. Dr. Gürhan Çiftçioğlua

İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Besin Hijyeni ve Teknolojisi Bölümü, Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye

Probiyotikler, özellikle kalın bağırsaklarda patojen bakteriler ve bunların ürettikleri toksinleri engelleyerek bağırsak sistemini güçlendirmekte, gastrointestinal rahatsızlıklar ve ishal gibi durumlarda sindirim sistemi düzenlenmesine yardımcı olmaktadır.Sağlığa olumlu katkıları yönünden probiyotik yoğurtların öneminin giderek artması dikkate alındığında, bu çalışmada probiyotik yoğurtlarda bulunan bakterilerin canlılığının izlenmesi hedeflenmiştir.

Çalışmada iki farklı ticari probiyotik yoğurt (PYA ve PYB) ve ticari probiyotik kültür karışımından üretilmiş bir adet yoğurt örneği (PYC) 30 gün boyunca 4°C’de depolanmış; depolamanın belirli günlerinde probiyotik yoğurt kültürlerinin canlılığı ve sayıları, yoğurtların nem, kuru madde, su aktivitesi, pH değerleri takip edilmiştir. Laktobasillerin mikrobiyolojik analizinde Galaktoz-MRS, Bifidobakterilerin analizinde anaerobik koşullarda Sistein-MRS, toplam bakteri sayıları için PCA, koagulaz negatif stafilokok/mikrokok sayıları için tavşan plazma katkılı BPA kullanılmıştır.

Tüm örneklerde yaklaşık 107 kob/gr olan probiyotik bakteri sayılarında 20. güne kadar önemli değişim izlenmemekle beraber bu süreçten sonraki analiz gününde laktik asit bakterilerinin ve Bifidobakterilerin hızla azaldıkları tespit edilmiştir. Ayrıca tüm örneklerin su aktivitesi değerlerinde azalma görülmüş, pH değerleri ise PYA ve PYC’de PYB’ye göre daha düşük olarak saptanmıştır.

Probiyotik bakterilerin yoğurtta canlılıklarını 20. güne kadar koruyabildiği, kültürler değiştikçe yoğurtların pH, nem, kıvam, su aktivitesi değerlerinde farklılıklar meydana gelebileceği; bu nedenle probiyotik yoğurt üretiminde hedeflenen sağlık etkisine ve tüketici grubuna göre kültür seçiminin önem taşıdığı görüşüne varılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Probiyotik yoğurt, Bifidobacterium, Lactobacillus

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

40

Survival of Probiotic Bacteria in Probiotic Yoghurts During Shelf Life

Çağla Sarımadena, Dr. Gülay Merve Bayrakala ve Prof. Dr. Gürhan Çiftçioğlua

İstanbul University, Faculty of Veterinary Medicine Departmant of Food Hygiene and Technology 34320 İstanbul Turkey

Probiotics have inhibitory effects on commonly known food borne pathogens and their toxins especially in bowels, maintain intestinal microflora balance, control intestinal infections, prevent diarrhea also promote the consumer’s physical and mental well-being. Regarding to increased awareness about probiotic yogurts resulted from the positive health effect; it has been aimed to trace the survival of bacteria in probiotic yogurts in this study.

Two different commercial probiotic yogurts (PYA and PYB) and one yogurt sample (PYC) which is prepared using probiotic culture mixture were stored at 4°C for thirty days. Viability and the numbers of probiotic cultures and moisture, dry matter, water activity and pH values of yogurts were observed on certain days of storage. Galactose-MRS was used for the enumeration of probiotic Lactobacillus. Probiotic Bifidobacteria were enumerated in Cysteine-MRS medium and plates were incubated anaerobically. PCA was used for total bacterial counts, rabbit plasma supplemented BPA was used for coagulase negative Staphylococcus/Micrococci counts.

In spite of there were no differences in probiotic bacteria numbers, which were around 107 cfu/gr in all samples, until the 20th day of storage; it has been observed that lactic acid bacteria and Bifidobacteria decreased rapidly after these storage days. In addition water activity levels have reduced in all samples and pH values have been detected lower in PYA and PYC than PYB.

It has been concluded that, probiotic bacteria could be viable until the 20th. day of storage in yogurts, there may be changes in moisture, texture, water activity, pH values depending on probiotic culture; and therefore culture preference could be crucial according to the expected health effect and the target consumer group.

Key words: Probiotic yogurt, Bifidobacterium, Lactobacillus

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

41

Siyah Koyun Yapağısından Elde Edilen Melaninin Fotoelektrik Aktivitelerinin Araştırılması

Çağrı AVCIa, Prof.Dr. İlhami ÇELİKb

a Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi İntörn Öğrenci 42250 Konya Türkiye b Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı 42250 Konya

Türkiye

Koyun yapağısından elde edilen ömelaninin fotoaktivite özelliklerinin ortaya konması ve üzerinde yapılacak olan daha ileri çalışmalarla doğal ömelanin kullanılarak organik boya içeren PVC’lerin (DSC) imal edilmesi yöntemlerinin geliştirilmesi amaçlandı.

Bu çalışmada morkaraman ırkı koyun yapağısından sülsürik asit muamelesi ile elde edilen ve saflaştırılan melanin kullanıldı. Fotoelektrik aktivitesinin araştırılması için Grätzel güneş gözesi hazırlandı. Bu amaçla; indiyum-kalay oksit (ITO) kaplı iletken cam yüzeyi çok ince nano titanyum dioksit tabakasıyla kaplandı, 400°C’de 20 dakika bekletilerek sinterize edildi. Takiben, Soluen 100’le hazırlanan melanin çözeltisine titanyum dioksitle kaplanan iletken cam yüzeyinin boyanması sağlandı. Takiben absolü alkolde yıkanan camın kuruması sağlandı. Anot plakası olarak kullanılmak üzere TO kaplı iletken cam yüzey karbonla kaplandı. Bu amaçla mum alevi isinden yararlanıldı. Yüzeyi melanin solüsyonuyla boyana cam plakanın boyanan yüzüyle karbon kaplanan cam plakanın yüzeyi karşı karşıya gelecek şekilde biraraya getirilerek yanlardan klipslerle birbirlerine tutturuldu. Daha sonra cam tabakalar arasına potasyum iyodür solüsyonu damlatıldı. Cam plakaların arası tırnak cilasıyla kapatıldı.

Yapağıdan melanin izolasyonu protokolünün kullanışlı bir yöntem olduğu ve kolaylıkla gerçekleştirilebildiği görüldü. Melanin ile hazırlanan Grätzel güneş gözesi 1250 lux gün ışığı altında 30mv elektrik akımı üretti.

Temiz enerji kaynağı olarak bilinen güneş panellerinde melanin kullanılması ile sadece daha verimli güneş panellerinin üretilmesi değil, aynı zamanda koyun yapağısının ekonomik olarak önem kazanmasıda sağlanabilir.

Anahtar kelimeler: melanin, photovoltaic cell, yapağı

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

42

Study Of Photoelectrıc Actıvıtıes Of Melanıne Izolated From Black Sheep Wool

Çağrı AVCIa, Prof.Dr. İlhami ÇELİKb

a Selçuk University Veterinary Faculty Intern Student 42250 Konya Turkey b Selçuk University Veterinary Faculty Departmant of Histology and Embriyology 42250 Konya

Turkey

The objective of this study is determination of photoelectric activity properties of melanine izolated from sheep and development of methods for the produce PVC (DSC) containing organic dye which natural melanine with further studies.

Izolated and purified melanine with sulphuric acid treatment from "morkaraman" sheep was used in this study. Grätzel solar cell was prepared for the research of photovoltaic activities. For this purpose, Indium-tin oxide coated conductive glass surface was covered with very thin layer of nano-titanium dioxide and sintered at 400 ° C for 20 minutes. Subsequent to, the melanine solution prepared with the Solen 100 was allowed to paint the conductive glass surface coated with titanium dioxide. The glass was washed with absolute alcohol and dried. TO covered conductive glass surface was covered with carbone for to using as anod layer. Soot of candle flame was used for this purpose. Melanine covered conductive glass surface and carbon covered glass surface was attached to each other from covered surfaces. Subsequent to Potassium iodide solution was dropped between the glass layers. Glass layer borders was sealed with nailpolish.

It has been demonstrated that the melanine isolation protocol is a useful method and can be easily applied. Grätzel solar cell prepared with melanine was generated 30mv electricity under 1250 lux light.

The use of melanine in solar panels, known as a clean energy source, not only enables more efficient solar panels to be produced, but also provides an economic advantage for wool.

Key words: melanine, photovoltaic cell, wool

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

43

Yabani Kuşlarda ve Serbest Şehir Kuşlarında Salmonella spp. Varlığının Araştırılması

Deniz Cemre BARUT1, Ayşenur OKUR1, Barış HALAÇ2, Serhat ÖZSOY3, Arzu Funda BAĞCIGİL2

1İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi, 3.sınıf 2İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı

3İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı

Salmonella cinsi, birçok farklı evcil ya da yabani hayvan türünde enfeksiyona neden olabilen, zoonotik karakterde bakterileri içermektedir. Salmonella cinsinde hayvanlarda enfeksiyonlara neden olan etkenler S. enterica subsp. enterica içerisinde yer almaktadır ve bu alt-tür içerisinde 4000’den fazla serovar bulunmaktadır. Yabani hayvanlarda S. Gallinarum, S. Pullorum, S. Typhi, S. Paratyphi, S. Arizonae ve bunun gibi birçok Salmonella serovarı saptanmıştır. Güvercinler, papağangiller, martılar, ötücü ve yırtıcı kuşlar dışkı ile etkeni saçabilmektedirler.

Bu araştırmada, İ.Ü. Veteriner Fakültesi Vahşi Yaşamı Araştırma ve Koruma Kulübü (Vaşak)’nde tedavi ve rehabilitasyon amacıyla tutulan yabani kuşlarda ve serbest şehir kuşlarında Salmonella spp. varlığının araştırılması amaçlanmıştır.

Bir ay boyunca haftada bir defa olmak üzere; 3 şahin, 1 saz delicesi, 1 gökçe delice, 1 leylek, 4 martı, 6 güvercin, 1 kumru ve 1 kargadan dışkı örnekleri alındı ve Salmonella varlığı yönünden incelendi.

Alınan taze dışkı örneklerinden peptonlu suda ön zenginleştirmeyi takiben, selektif zenginleştirme amacıyla Selenit F ve Rappaport vassiliadis sıvı besiyerlerine pasajlar yapıldı, 24 saat 37°C inkübe edildi. Üreme olan sıvı kültürlerden MacConkey Agar, Hectoen Enteric agar, Xylose Lysine Deoxycholate Agar gibi selektif besiyerlerine pasajlar yapıldı ve şüpheli koloniler saflaştırıldıktan sonra Salmonella spp. yönünden biyokimyasal özellikleri incelendi.

Bir ay süre ile incelenen toplam 67 dışkı örneğinden Salmonella spp. izole edilmedi. Anahtar kelimeler: Dışkı, İzolasyon, Serbest kuşlar, Yabani kuşlar, Salmonella spp.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

44

Examination of Occurance of Salmonella spp. in the Wild Birds and Free Living City Birds

Deniz Cemre BARUT1, Ayşenur OKUR1, Barış HALAÇ2, Serhat ÖZSOY3, Arzu Funda BAĞCIGİL2

1 Istanbul University Faculty of Veterinary Medicine, 3rd class 2 Istanbul University Faculty of Veterinary Medicine, Department of Microbiology

3 Istanbul University Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery

Salmonella spp. are zoonotic bacteria that can infect many different domestic or wild animal species. Salmonella species which are causing infections in animals are involved in S. enterica subsp. enterica and there are more than 4000 serovars in this sub-species.From wild birds, Salmonella serovars such as S. Gallinarum, S. Pullorum, S. Typhi, S. Paratyphi, S. Arizonae were isolated. Pigeons, psittacines, gulls, passerines and raptors shed the agent via their feces.

The aim of this study was to examine the occurrence of Salmonella species in wild and free-living birds held in the Veterinary Faculty Wildlife Research and Protection Club for treatment and rehabilitation. For this purpose, once a week for a month; fecal samples were collected from 3 hawks,1 western marsh harrier, 1 hen harrier, 1 stork, 4 gulls, 6 pigeons, 1 crow and 1 dove and were examined bacteriologically for the presence of Salmonella spp.

Following after the pre-enrichment of fresh fecal samples in peptone water, for selective enrichment process, samples were passaged into Selenit F and Rappaport-Vassiliadis Enrichment Broth and incubated at 37 ° C for 24 hours. After this step, cultures were transferred onto selective differential media such as MacConkey Agar, Hectoen Enteric agar, Xylose Lysine Deoxycholate Agar. Presumptive colonies were purified and biochemical characteristics of the isolated were determined and evaluated for Salmonella spp.

Out of the 67 fecal specimens examined within a month, no Salmonella spp. were isolated. Key words: Feces, Free-living birds, Isolation, Wild birds, Salmonella spp.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

45

Türkiye’de Arı Sokması ve Zehirine Karşı Kullanılan Alternatif Tedavi Yöntemleri

Recep Sıralıa, Dilruba Aksoyb ve Zümrüt Marazb

aNamık Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Zootekni Anabilim Dalı, Süleymanpaşa, 59030 Tekirdağ, Türkiye

b Namık Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Süleymanpaşa, 59030 Tekirdağ, Türkiye

İğneli ve sokucu bazı arı türlerinin, insanları sokma ve zehir akıtma gibi zararları vardır. Arı sokması sonucu meydana gelen alerjik durumlar bazen çok ciddi sonuçlar doğurmaktadır. Bu çalışmada, Türkiye genelinde arı sokması ve zehirine karşı geleneksel olarak kullanılan alternatif tedavi yöntemleri sunulmuş ve alınması gereken bazı tıbbi önlemlere değinilmiştir.

Çalışmanın materyalini arı sokması ve zehirine karşı kullanılan alternatif tedavi yöntemleri oluşturmaktadır. Bu nedenle çalışmanın hazırlanmasında konuya ilişkin ulusal literatürden yararlanılmıştır. Çalışmada doğal tıp, halk hekimliği ve halk ilaçlarına ilişkin bazı kitaplar ile yurt içinde yayınlanmış konu ile ilgili çeşitli araştırma, derleme, ansiklopedik kayıtlar ve internet erişiminden yararlanılmıştır.

Türkiye'de arı sokmasına karşı kullanılan alternatif tedavi yöntemleri; özellikleri bakımından bitkisel, doğal, gıda ve kimyasal kaynaklı oluşuna göre alfabetik bir biçimde gruplandırılmış, arı sokması ve zehirine karşı kullanılacak bazı tedavi yöntemleri sonrası ortaya çıkabilecek olumsuz durumlara ilişkin bazı çözüm önerileri sunulmuştur.

Arı sokmalarına karşı ortaya konan birtakım bilgiler, tıbbi tedavi imkânının olmadığı koşullarda belki yerine göre çeşitli yararlar sağlamış olabilir. Ancak tıp alanında bilimsel destekten yoksun ve güvenilir olmayan bu uygulamaların hiç birisini tek başına mükemmel tedavi yöntemi olarak kabul etmek mümkün değildir. Toplumun her katmanındaki bireylerin arı sokmasına karşı alınacak önlemler konusunda mutlaka bilgilendirilmesi gerekmektedir. Anahtar kelimeler: Arı sokması, Arı zehiri, Alternatif tedavi, Türkiye

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

46

Alternative Treatment Methods Against Bee Stings and Poison in Turkey

Recep Sıralıa, Dilruba Aksoyb and Zümrüt Marazb

aNamık Kemal University, Faculty of Veterinary Medicine, Zootechnical Department, Süleymanpaşa, 59030 Tekirdağ, Turkey

b Namık Kemal University, Faculty of Veterinary Medicine, Süleymanpaşa, 59030 Tekirdağ, Turkey

Some pinned and stinging bee species have harmful effects, such as stinging and poisoning. Allergic conditions that result from the insertion of bee sometimes have very serious consequences. In this study, alternative treatment methods traditionally used against bee sting and poison in Turkey are presented and some medical precautions to be taken are mentioned.

The material of this work constitutes alternative treatment methods used against bee stings and poison. For this reason, the national literature on the topic was used in the preparation of the study. In the study, some books on natural medicine, folk medicine and folk medicines and various research, compilation, encyclopedic records and internet access related to the issue published in the country were used.

Alternative treatment methods against bee stings in Turkey; Some solutions have been proposed regarding the adverse conditions that may occur after some treatment methods to be used against bee insertion and poison, which are grouped in alphabetical order according to their vegetative, natural, food and chemical origin in terms of their properties.

Some information on bee insertions may have provided various benefits, perhaps in place, on conditions where no medical treatment is available. However, it is not possible to regard any of these practices, which lack scientific support and unreliability in the field of medicine, as the perfect treatment method alone. Individuals in every layer of society must be fully informed about the measures to be taken against bee stings.

Key words: Bee sting, Bee venom, Alternative treatment, Turkey

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

47

Sokak Hayvanları Popülasyon Kontrol Çalışmalarında Kullanılan Yakalama Yöntemlerinin Hayvan Refahı Ve Ekonomik Analizi

Ecem TAŞDEMİRa, Berna GÜRa, Ebru Özera, Buket ÜNSALa, Burcu İNSALb, Eser İNSALc

aAnkara Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, AVMET Öğrenci Topluluğu, 06110, Ankara, Türkiye b Ankara Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, 06110, Ankara, Türkiye

cMamak Belediyesi, Veteriner İşleri Müdürlüğü, Ankara, Türkiye

Ülkemizde, sokak hayvanlarının popülasyon kontrolü, hayvan refahı gözetilerek, kısırlaştırılma ve küpeleme gibi faaliyetlerle genellikle belediyeler tarafından sağlanır. Ancak, zaman zaman sokak hayvanı yakalama, kısırlaştırma ve geri bırakma işlemleri sırasında yaşanan hayvan refahı ihlallerinin çoğunlukla yakalama sırasında olduğu rapor edilmektedir. Yapılan bu çalışmada, sokak hayvanı yakalanması amacıyla kullanılan yöntemlerin hayvan refahı ve ekonomik maliyetler yönünden değerlendirilmesi amaçlandı.

Çalışmada, Mamak Belediyesi Sokak Hayvanları Rehabilitasyon ve Geçici Bakım Merkezi’nde yapılan, sokak hayvanı yakalama çalışmaları, hayvan refahı ve maliyetler yönünden incelendi. Çalışma boyunca manuel ve aletli hayvan yakalama metotlarına ait belediyeden temin edilen 2016 yılı verileri kendi aralarında karşılaştırıldı.

Hayvanların yakalanması amacıyla kullanılan yöntemler hayvan refahı ve maliyetler açısından incelenip, yöntemlerin olumlu ve olumsuz yönleri değerlendirildi. Buna göre, “üfleme borusu (blow pipe) ile yakalama” yönteminin ekonomik maliyetler ve hayvan refahı açısından diğer yöntemlere kıyasla olumlu yönlerinin daha fazla olduğu ortaya konuldu.

Çalışmadan elde edilen veriler, sokak hayvanlarının yakalanması amacıyla kullanılan yöntemlerin uygulanması sırasında, yerel yönetimlerde çalışan veteriner hekimler ve yardımcı personelin karşılaşabilecekleri sorunların ortadan kaldırılması amacıyla kullanıldı. Ayrıca elde edilen veriler doğrultusunda, hayvan refahına en uygun yakalama yönteminin ülke çapında bu konuda çalışan tüm yerel yönetimlerde kullanılabilmesi için bir iş planı hazırlandı.

Anahtar kelimeler: Sokak hayvanı, yakalama, hayvan refahı, maliyet

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

48

Economical and animal welfare analysis of capture methods applied on control of stray animal population

Ecem TAŞDEMİRa, Berna GÜRa, Ebru Özera, Buket ÜNSALa, Burcu İNSALb, Eser İNSALc

aAnkara University, Faculty of Veterinary Medicine, AVMET Student Association, 06110, Ankara, Türkiye

b Ankara University, Faculty of Veterinary Medicine, Anatomy Department, 06110, Ankara, Türkiye

cMamak Municipality, Local Government Veterinary Service, Ankara, Türkiye

In our country, population control of stray animals, consideration of animal welfare, is generally provided with methods such as neutralization and marking by municipalities. However, animal welfare violation that occured during stray animal capturing, sterilization and withdrawal are mostly reported during capturing. In this study, it was aimed to evaluate the methods used to capture stray animals with regard to animal welfare and economic costs.

In this study, stray animal capturing operations performed in Mamak Municipality Stray Animals Rehabilitation and Temporary Care Center have been examined in terms of animal welfare and costs. Throughout the study, the year 2016 data provided by the municipality about manual and instrumented animal capture methods compared among themselves.

Methods used for animal capturing were examined in terms of animal welfare and costs, and the positive and negative aspects of the methods were evaluated. Accordingly, it has been shown that the "blow pipe capture" method has more positive aspects in terms of economic costs and animal welfare than other methods.

The data obtained from the study were used to eliminate the problems faced by veterinarians and assistant personnel working in local governments during the implementation of the methods used for the capture of stray animals. In addition, in accordance with the data obtained, a business plan was prepared so that the most suitable capture method for animal welfare could be used in all local governments working on this issue throughout the country.

Key words: stray animal, capture, animal welfare, cost

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

49

Nöbet Geçiren Köpeklerde Agresyon ve Anksiyete Varlığına Yönelik Hasta Sahiplerinin Algılarının Değerlendirilmesi

Eda ŞINLAKGÖZ a, Alper BAYRAKALb, Onur İSKEFLİ b, Alev AKDOĞAN

KAYMAZb

aİstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Avcılar, 34320, İstanbul, Türkiye

bİstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye

Epileptik nöbetler köpeklerde oldukça sık rastlanan kronik nörolojik bir bozukluktur. Beşeri hekimlikte tekrarlayan nöbetlerle eş zamanlı olarak somatik, nörodavranışsal ve psikiyatrik rahatsızlıkların değerlendirildiği bilimsel çalışmalar mevcuttur. Yapılan araştırmalarda epilepsi ile davranış problemleri arasında çift yönlü bir ilişkinin varlığı ortaya konulmaktadır. Hayvanlarda da epileptik nöbetlerinin başlamasında psikolojik uyaranların etkisinden de söz edilmektedir. Epileptik nöbet geçiren köpeklerin sahipleri epilepsi nöbetleri ile birlikte köpeklerinde korku, anksiyete, saldırganlık gibi bazı davranış problemlerinin geliştiğini bildirmektedirler. Bu araştırma İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı polikliniğine nöbet geçirme şikayetiyle getirilen ve herhangi bir medikal tedavi görmemiş 15 köpek üzerinde yapıldı. Kontrol grubu olarak hayatının herhangi bir döneminde hiç nöbet aktivitesi geçirmemiş 15 köpek değerlendirildi. Çalışma materyalini oluşturan köpeklerin sahipleriyle 2 ana başlık ve 42 sorudan oluşan davranış değerlendirme anketi yapıldı. Aynı ana başlığa ait olan soruların aritmetik ortalaması alınarak istatistiksel olarak değerlendirildi. Yapılan bu araştırma ile epileptik nöbet geçiren köpeklerde agresyon ve anksiyete gibi davranış problemlerinin varlığını değerlendirerek, bu davranış problemleriyle epilepsi nöbetlerinin ilişkisini ortaya koymak amaçlanmaktadır.

Anahtar Kelime: Epilepsi, Köpek, Agresyon, Anksiyete

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

50

Assessment of Perceptions of Patient Owners for Presence of Agression and Anxiety in Dogs Suffer Seizure

Eda ŞINLAKGÖZ a, Alper BAYRAKALb, Onur İSKEFLİ b, Alev AKDOĞAN KAYMAZb

aİstanbul University, Faculty of Veterinery Science, Avcılar, 34320, İstanbul, Turkey bİstanbul University, Faculty of Veterinery Science,Departmant of Internal Medicine, Avcılar,

34320 İstanbul, Turkey

Epileptic seizures are very common chronic neurological disorders in dogs. There are scientific studies which evaluate somatic, neurobehavioral and psychiatric disorders synchronously with repetitive seizures in human medicine. Presence of bidirectional relationship between epilepsy and behavioral problems is revealed in the researches. It is also mentioned the effects of psychological stimulis at the onset of epileptic seizures in animals too. Owners of dogs with epileptic seizures have reported some behavioral problems such as fear, anxiety and aggression developed in conjuction with epileptic seizures. This study was done on 15 dogs which had not had any medical treatment and brought to the policlinic of Istanbul University Faculty of Veterinery Science Department ofInternal Diseases. As a control group, 15 dogs which had no seizure activity at any stage of their lifes were evaluated. A behavioral evaluation questionnaire consisting of 2 main topics and 42 questions was made by the owners of dogs who form the study material. The questions belonging to the same titles were evaluated statistically by calculating the arithmetic mean. With this research, it is aimed to reveal the relationship between behavioral problems and epileptic seizures by evaluating the for presence of agression and anxiety in dogs suffer seizure.

Key words: Epilepsy, Dog, Aggression, Anxiety

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

51

Güvercinlerde Stafilokokkal Enfeksiyonlara Karşı Aşı Geliştirilmesi ve Etkinliğinin Belirlenmesi

Efsun Melike ÇEÇENa , Hasan Hüseyin HADİMLİb

a Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Selçuklu, 42020 Konya, Türkiye b Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Selçuklu, 42250 Konya,

Türkiye

Bu çalışmada, güvercinlerde gaga, göz ve ayak apselerinden izole edilen Staphylococcus aureus ve Staphylococcus intermedius izolatlarından aşı geliştirilmesi ve etkinliğinin belirlenmesi amaçlandı.

Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı laboratuarına getirilen, gaga, göz ve ayaklarında apse olan 4 adet güvercinden 10 adet sıvap örnekleri alındı. Sıvap örnekleri kanlı agar, MacConkey agar vb besiyerlerine ekildi ve 37°C’de 24-48 saat inkübe edildi. Kültürlerden izole edilen S. aureus (3 adet) ve S. intermedius (1 adet) suşlarından ibaret kombine bir inaktif aşı hazırlandı. Aşının sterilite ve zararsızlık testleri yapıldı. Zaman zaman gaga, göz ve ayaklarda apseleşme gözlenen bir güvercin kümesinde 107 güvercin kombine aşı ile 0.1 ml dozunda kas içi yolla 2 kez aşılandı. Aşılanan güvercinler 15 gün aralıklarla 3 ay boyunca gözlendi, stafiolokokkal apseler ve ölüm vakaları kaydedildi. Hasta ve ölen hayvanlardan stafiolokokkal etkenler yönünden mikrobiyolojik ekimleri yapıldı.

Gaga, göz ve ayak apselerinden 4 S. aureus ve 2 S. intermedius izole edildi. Suşlardan fenotipik özelliklerine göre 3 S. aureus ve 1 S. intermedius aşı tohum suşu olarak seçildi ve kombine stafilokokkal aşı hazırlandı. Aşının mikrobiyolojik kontrollerinde steril olduğu ve 2 güvercine 2 kat dozda uygulaması ile zararsız olduğu tespit edildi. Aşıların uygulandığı güvercinlerde ise herhangi bir yan etki gözlenmedi. Ayrıca, 3 ay boyunca yapılan gözlemlerinde gaga, göz ve ayaklarında apseleşmelerin olmadığı ve ölüm vakalarının şekillenmediği belirlendi.

Sonuç olarak, güvercinlerin gaga, göz ve ayak apselerinden izole edilen S. aureus ve S. intermedius suşlarından hazırlanan kombine aşının güvercinlerde stafilokokkal apselere karşı etkin olduğu ve güvercinleri koruduğu kanaatine varılmıştır.

Anahtar kelimeler: Güvercin, Staphylococcus aureus, Staphylococcus intermedius, Aşı

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

52

Development of Vaccine against Staphylococcal Infections in Pigeons and Determination of Effectiveness of Vaccine

Efsun Melike ÇEÇENa , Hasan Hüseyin HADİMLİb

a Selçuk University, Faculty of Veterinary Medicine, Selçuklu, 42020 Konya, Turkey b Selçuk University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Microbiology, Selçuklu, 42020

Konya, Turkey

This study aimed to develop a vaccine from Staphylococcus aureus and Staphylococcus intermedius strains isolated from abcesses of beak, eyes and feet abscesses in pigeons and to determine effectiveness of vaccine.

Ten swab samples, brought to the laboratory of the Department of Microbiology of the University of Veterinary Medicine were taken from 4 pigeons which were abscesses in beak, eyes and feet. Swab samples were cultured on media such as blood agar, MacConkey agar, etc. and were incubated at 37°C for 24-48 hours. A combined inactivated vaccine was prepared consisting of strains S. aureus (3) and S. intermedius (1) isolated from cultures. The vaccine was tested for sterility and harmlessness. Totally, 107 pigeon in a pigeon coop which was occasionally observed abscesses in beak, eyes and feet were intramuscularly vaccinated with combined vaccine at a dose of 0.1 ml 2 times. The vaccinated pigeons were observed for 3 months at intervals of 15 days, staphylococcal abscesses and death cases were recorded. In addition, microbiological examinations for staphylococcal strains was performed from pigeons of diseased and death.

Four S. aureus and 3 S. intermedius were isolated from abscesses in the beak, eyes and feet. 3 S. aureus and 1 S. intermedius strains were selected according to the phenotypic characteristics and a inactive combined staphylococcal vaccine was prepared. It was determined that the vaccine was sterile in microbiological controls and harmless with 2 fold doses administrated in 2 pigeons. No side effects were observed in the vaccinated pigeons. In addition, during the observations made over 3 months, it was determined that were no abscesses in the beak, eyes and feet and were not formed death cases,

In conclusion, it was concluded that the combined vaccine prepared from S. aureus and S. intermedius strains isolated from abscesses in the beak, eyes and foot was effective against staphylococcal abscesses in pigeons and was protected pigeons.

Key words: Pigeon, Staphylococcus aureus, Staphylococcus intermedius, Vaccine

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

53

P-glikoprotein ve Bitki-İlaç Etkileşimlerindeki Rolü

Yiğit Güneşa, Oya Üstünera, Tülay Bakırela, Fulya Üstün Alkana, Ceren Anlaşa, Erdem Yalçınb

a İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Farmakoloji ve Toksikoloji Anabilim Dalı, Avcılar

34320 İstanbul, Türkiye b İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, 4. Sınıf öğrencisi

P-glikoprotein, çoklu ilaç direnci proteini 1 olarak da bilinen ABC subfamilyasına ait (ABC Binding Cassette) bir membran taşıyıcı proteindir. P-glikoprotein çoğunlukla, intestinal epitelyum kanaliküler membranında, karaciğerde, böbrekte ve beyin kapiller damar endotel hücrelerinde bulunmakta; ksenobiyotiklerin efluksunun sınırlandırılmasında ve substratların hücre içi akümülasyonunu önlemede rol oynamaktadır. P-gp, klinik açıdan birçok önemli terapötik maddenin absorpsiyonu, distribüsyonu ve eliminasyon/reabsorpsiyonunun düzenlenmesini etkileyebilmektedir.

Bitkilerle efluks taşıyıcılarının aktivitesi kompetitif veya non-kompetitif mekanizmalarla inhibe edilebilir. Bu durum, normal substrat olan ilaçların plazma konsantrasyonlarının toksik düzeylere ulaşmasına neden olabilmektedir. Efluks taşıyıcılarının bitkiler tarafından indüksiyonu ise, subterapötik plazma konsantrasyonuna neden olarak tedavide başarısızlıkla sonuçlanmaktadır. Bitki-ilaç etkileşimlerinde, farmakokinetik ve farmakodinamik mekanizmalar yer almakta; çoğunun metabolik indüksiyon ve inhibisyonlar aracılığıyla oluştuğu görülmektedir.

Allium sativum (sarımsak), HIV tedavisinde kullanılan ve antiretroviral bir ajan olan saquinavir’in maksimum plazma konsantrasyonunu ve plazma konsantrasyon-zaman eğrisi altında kalan alanı düşürmekte ve warfarin’in pıhtılaşma süresini uzatmaktadır. Benzer şekilde; Ginkgo biloba (ginkgo), aspirin (asetilsalisilik asit) veya warfarin ile birlikte kombine edildiğinde kanamaya neden olurken, tiazid grubu diüretiklerle kombine edildiğinde kan basıncını arttırmakta, trazodon ile kombine edildiğinde ise komaya dahi neden olabilmektedir. Bu etkilerin, bitkilerin aktif unsurları olan flavonoid, alkaloit, kumarin ve sterid gruplarından kaynaklanabildiği bildirilmiştir.

Bu sunumun amacı, bitki-ilaç etkileşimlerinin klinik etkilerinin ve kanıta dayalı mekanizmalarının tartışılması, yayımlanmış klinik ve preklinik çalışmaların derlenerek bitki-ilaç etkileşimlerindeki farkındalığı arttırmaktır.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

54

P-glycoprotein and Its Role in Herb-Drug Interactions

Yigit Günesa, Oya Ustunera, Tulay Bakirela, Fulya Ustun Alkana,Ceren Anlasa, Erdem Yalcinb

a Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Pharmacology and Toxicology, Avcilar 34320, Istanbul, Turkey

b Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, 4th grade student

P-glycoprotein, also known as multi-drug resistance protein 1 (MDR1)

is a membrane transport protein which belongs to ABC subfamily. P-glycoprotein mostly located in the canalicular membrane of the intestinal epithelium, liver, kidney and the endothelium of blood capillaries of the brain and it plays a role in limiting in efflux of xenobiotics, thus preventing the intracellular accumulation of their own substrates. P-gp could affect in regulating the absorption, distribution and elimination/reabsorption of many clinically important therapeutic substances.

The activity of the efflux transporters on interaction with herbs may be inhibited by competitive or non-competitive mechanisms. This situation may lead to toxic blood plasma concentrations of drugs that are normally substrates. The induction of efflux transporters by herbs would result in sub-therapeutic plasma drug levels and leads to treatment failure. Pharmacokinetic and pharmacodynamic mechanisms are involved in drug-herb interactions and majority of these interactions were seen to be mediated by metabolic inductions or inhibitions.

Allium sativum (garlic), decreased the area under the plasma concentration time curve (AUC) and maximum plasma concentration of saquinavir which is an antiretroviral drug and used in HIV treatment, in addition increased the clotting time of warfarin. Similarly, Ginkgo biloba (ginkgo) caused bleeding when coadministered with warfarin or aspirin (acetylsalicylic acid), raised blood pressure when coadministered with a thiazide diuretic and even caused coma with trazodone. It has been reported that these effects can arised from the flavonoids, alkaloids, coumarins and sterids which are the active components of herbs.

The purpose of this presentation is to discuss evidence based mechanisms and clinical implications of such herb-drug interactions and to increase awareness on herb-drug interactions by reviewing published clinical and preclinical studies.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

55

Güvercinlerde (Columbiadae columbiformes) Pekten Okulinin Histolojik Yapısı

Deniz Korkmaza, Esra Korkmaza, Yakup Yılmaztekina, Zozan Garipa, Ali Ünvera, İsmail Şah Harema

aHarran Üniversitesi Veteriner Fakültesi Histoloji-Embriyoloji Anabilim Dalı, Eyyübiye, Şanlıurfa,Türkiye

Güvercinde pekten oculinin histolojik olarak araştırılması ve diğer kanatlı türleriyle farklılıklarının ortaya konulması amaçlanmıştır.

Çalışmada hayvan hastanesine gelen 1 adet güvercinden alınan doku örnekleri kullanılmıştır. Alınan doku örnekleri %10 NBF solüsyonunda 24 saat tespit edilmiştir. Rutin doku takip işlemlerinden sonra bloklanan örneklerden seri kesitler alınmıştır. Alınan kesitler Crossmann’ın üçlü boyama yöntemiyle boyanarak araştırma mikroskobunda incelenmiştir.

Güvercinde pekten oculi diğer kanatlılarda belirtildiği gibi nervus opticusun retinaya giriş bölgesinden vitreusa doğru uzanmaktaydı. Diğer kanatlılardan farklı olarak güvercinde retinanın tamamıyla kopuntuya uğramadığı, sinir telleri katının nervus optikus üzerinde bir süre daha devam ettiği görüldü. Pektenin oturduğu bazal kısımda büyük çaplı damarlara rastlandı. Bazalden apikale doğru gidildikçe damar çaplarının küçüldüğü tespit edildi. Bu nedenle damarlar çaplarına göre primer, sekonder ve tersiyer damarlar olarak sınıflandırıldı. Sınıflandırdığımız her damar grubundan rastgele 20 tanesinin çapları ölçülerek ortalama damar çapı değerleri elde edildi. Pektenin bazal kısmında ayrıca az miktarda melanosite de rastlandı. Bu melanositler ve damarların kroidin lamina vaskulozasından köken almış olabileceği düşünüldü. Pecteneal sınırlayıcı membranda pekteneal hyalositlere de rastlandı.

Güvercin pekten okulisinin histolojik yapısı belirlenerek diğer kanatlılardan farkları ortaya konulmuştur.

Anahtar kelimeler: güvercin, histoloji, pekten oculi, damar, melanosit.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

56

Hıstologıcal Structure of Pecten Oculı in Pıgeons (Columbiadae columbiformes)

Deniz Korkmaza, Esra KORKMAZa, Yakup YILMAZTEKİNa, Zozan GARİPa, Ali ÜNVERa, İsmail Şah HAREMa

a University of Harran, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Histology and Embryogology, Eyyubiye, Sanliurfa, Turkey

It is aimed to research the histological structure of pecten oculi in pigeons and to suggest the differences between other types of avian.

Tissue samples obtained from a pigeon came to the animal hospital were used. Tissue samples were fixed in 10% NBF solution for 24 hours. Serial sections were taken from the sample and blocked after routine procedure. Those sections were examined under the microscope after stained with modified Masson ’s trichrome stain by Crossmann.

The pecten oculi projects from the optic nerve head along the course of the former choroid or retinal fissure into the vitreous chamber. Differently, it was seen that retina in pigeons was not completely separate and nerve fibers continued on nervus octipus for a bit more. There were vessels with wide diameters on the basal part where pecten was located. It was also seen that vessel diameters got smaller as it went to the apical from the basal. So, the vessels were classified as primer, secondary, and tertiary vessel. Diameters of 20 randomly chosen vessels from each sections were measured and an average diameter value was found. There was also a little amount of melanosit in the basal part of the pecten. It was thought that these melanosits and vessels were based on the laminated vasculosa of the chronoid. Pecten oculi were covered pecteneal membrane. Besides pecteneal hyalocytes were found in the pecteneal limiting membrane.

Histological structure of pecten oculin of pigeons were examined and the differences from the other avian were revealed.

Key words: pigeon, histology, pecten oculi, vessel, melanocyte

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

57

Burdur İlinde Kesilen Sığırların Irk, Yaş ve Cinsiyete Göre Kesim ve Karkas Özelliklerinin Belirlenmesi*

Eyüp KOCAKAYAa, Selman Fatih ÜNALa, Aykut Asım AKBAŞb

aMehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, 15030 Burdur, Türkiye bMehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Zootekni Anabilim Dalı, 15030 Burdur,

Türkiye Çalışma, Burdur ilinde düzenli olarak kesimin yapıldığı ve kayıtların

tutulduğu özel bir mezbahada kesilen sığırların ırk, yaş, cinsiyete göre kesim ve karkas özelliklerinin belirlenmesi ve yetiştiricilerin sektöre bakış profillerini yansıtmak amacıyla yapılmıştır.

Çalışmada kesimden önce hayvanların cidago yüksekliği ve göğüs çevresi gibi morfolojik vücut ölçüleri ile bazı kesim ve karkas özellikleri, belirli kontrol günlerinde alınırken; mezbahadan iki ay süresince rutin olarak yapılan kesimlerdeki, hayvanların ırk, yaş, cinsiyet gibi bilgileri alınmıştır. Alınan verileri takiben mezbahaya en yoğun sıklıkta hayvanların getirildiği besi işletmelerinin sektöre ait görüş ve düşüncelerini yansıtacak anket çalışması uygulanmıştır.

Çalışmada mezbahanın iki aylık verileri değerlendirildiğinde, en fazla Holstein ırkı sığırların (%87) kesime getirildiği görülmektedir. Bunu sırasıyla Simmental ırkı (%8.07) izlerken; İsviçre Esmeri, Şarole ve Limousin de kesilen diğer ırklardır. Holstein ve Simmental ırkları nispeten benzer kesim öncesi canlı ağırlıklara sahipken; sıcak ve soğuk karkas randımanı açısından Simmentaller için daha yüksek değerlere (%56.3 ve %54.5) ulaşıldığı görülmüştür. Çalışmada anket uygulanan işletmelerin büyük bir kısmının (%73.30) uzun bir süredir besicilik yaptığı görülmüştür. Yine yetiştiricilerin özellikle kırmız et fiyatındaki artışı, büyük oranda (%60) yem fiyatlarındaki artışla ilişkilendirdikleri görülmüştür. İlaveten işletme sahiplerinin devletten ürünlerin pazarlanması (%27.70) ve kredi desteği sağlanması (%13.30) konusunda talepleri ön plana çıkmaktadır.

Sonuç olarak; doğru besicilik uygulamalarının hayata geçirilmesi ve dönemsel olarak kullanma melezlemesi uygulanması gibi alternatif yollarla sektöre fayda sağlanabileceği gibi; yem fiyatlarındaki orantısız artışların ve piyasadaki fiyat dalgalanmalarını önleyebilecek politikalarla besi işletmelerinin sürdürülebilir olmasına önemli ölçüde katkıda bulunulabileceği düşünülmektedir. Anahtar kelimeler: Burdur, Sığır, Karkas, Anket *Bu çalışma TÜBİTAK 2209/A- Üniversite Öğrencileri Yurt İçi Araştırma Projeleri Destek Programı kapsamında desteklenmiştir.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

58

Determination of Slaughter and Carcass Traits of Cattles According to Breed, Age and Sex in Burdur District*

Eyüp KOCAKAYAa, Selman Fatih UNALa, Aykut Asım AKBASb

aMehmet Akif Ersoy University, Faculty of Veterinary Medicine, 15030 Burdur, Turkey bMehmet Akif Ersoy University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Animal Science,

15030 Burdur, Turkey Study was carried out in order to determine of slaughter and carcass

traits of cattles that had been slaughtered in a private slaughter house where the slaughtering procedure was applied regularly and the records were kept according to breed, age and sex in Burdur district.

The morphological body measurements of cattles such as height at withers and hearth girth were obtained in the certain control days before the slaughtering; data about breed, age and gender of animals were also obtained from slaughter house during the two months period. Following these obtained data, a questionnaire was conducted to asses the opinions and thoughts of the owners of the fattening enterprises which were shuttled the animals to the slaughter house about the sector.

When two-month data of the slaughter house was considered, it was seen mostly Holstein cattles (87%) were slaughtered. This was followed by Simmental breed (8.07%) Brown Swiss, Charole and also Limousin are other breeds that they have been slaughtered. In study, it was determined that Holstein and Simmental breeds had similar pre-slaughter weights; higher values (56.3% and 54.5%) for Simmentals have been found in terms of hot and cold carcass dressing percentages. It was seen with this work that a large part of the surveyed enterprises (73.30%) had been doing fattening for a long time. It has also been seen that breeders associated with the increase in the price of red meat to the increase in the feed prices in large scale (60%). Additionally, demands from breeders were come into prominence to market products (27.70%) and to provide credit support (13.30%) from the government.

As a result of, it can be said that benefits to sector are provided by applying right fattening practices and using alternative ways such as commercial crossing for continuous production of F1 Additionally, it is also thought that the processing of policies that could prevent disproportionate increases in feed prices and price fluctuations in the market could contribute to the long-term survival of the livestock fattening enterprises. Key words: Burdur, Cattle, Carcass, Questionnaire * This study was supported financially by The Scientific and Technological Research Council of Turkey(TUBITAK), project no: 2209/A

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

59

Antijen Bilgi Taşıyıcısı Olarak Liposomal Aşılar

Fayzullina Y. R.

Scientific director, professor Galiullin A. K.

Kazan State Academy of Veterinary Medicine

Her grupta 10 laboratuvar faresi olacak şekilde; 3 deney grubu 1 kontrol grubu olmak üzere 4 grup oluşturuldu. Deneysel aşı, 0.1 ml. dozunda derialtı yolla uygulandı. Kontrol grubuna, parainfluenza-3’e karşı “FCTRB” ile üretilmiş inaktif aşı olan GOA enjekte edildi. Serolojik reaksiyonlar için; aşılmadan önce, 14.gün sonra (tekrar aşılandıktan sonra) ve ilk aşılamadan 28gün sonra kan örnekleri alındı. Araştırma sonuçları gösteriyor ki aşılamadan önce hiçbir farede PI-3’e karşı spesifik antikor yoktu. Aşılamanın 14. Gününden sonra kan serumu ile yapılan araştırmalarda 3grupta da PI-3’e karşı eşit antikor üretimi saptandı. Gruplarda ortalama spesifik antikor titresi 1:40 olarak ölçüldü.

Ilk aşılamanın 28.gününden sonra yürütülen çalışmalarda 2., 3. Ve kontrol gruplarındaki hayvanlarda antikor titresi 1:160, 1, grupta titre daha az; 1:80 bulundu. Liposomal aşı grubunda antikor titrelerin daha yüksek olduğu not edildi.

Görüldüğü kadarıyla, deneysel aşı serileri, sığırların paramixovirüs enfeksiyonuna karşı koruma indeksine tekabül eden titrelerde parainfluenza-3 virüsüne karşı spesifik antikorların üretilmesine katkıda bulundu.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

60

Liposomal Vaccines as Carriers of Antigen Information

Fayzullina Y. R.

Scientific director, professor Galiullin A. K.

Kazan State Academy of Veterinary Medicine

Four groups of laboratory mice were formed, three experienced and one control, with 10 mice in each group. Mice were injected subcutaneously by the experimental vaccine dose of 0.1 ml. The control group was injected by GOA inactivated vaccine against parainfluenza-3, manufactured in "FCTRB" by commonly accepted technology. Blood samples for serological reactions were taken: before vaccination, 14 days later (revaccination) and 28 days after the first injection of the vaccine.Research results showed that in all mice before the vaccination were no specific antibodies to PI-3. In researches of blood serum on 14th day after vaccination, there was detected the equal growth of antibodies to PI-3 in all groups. The average titer of specific antibodies in groups amounted as 1: 40.

Researches which were provided on 28th day after vaccination in 2nd, 3rd and control groups of animals showed antibodies in titer 1:160, in 1st group they were lower and equal to 1:80, what shows us that there is an immunological restructuring of laboratory animals` organisms. It was noted that in the liposomal vaccine group antibody titers were much higher.

As far as we can see, experimental series of vaccines contributed to a production of specific antibodies against parainfluenza-3 virus in titers which are corresponding to the index of protection against paramyxovirus infection of cattle.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

61

Veteriner Hekimliği Klinik Uygulama Eğitiminde Alternatif Bir Yaklaşım: Damar içi Uygulama Simülasyonu*

Furkan GÜLEÇa, Fulya ALTINOK YİPELb, Nuri ALTUĞb

a Namık Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, 59030 Tekirdağ, Türkiye

b Namık Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, 59030 Tekirdağ, Türkiye

Bu simülasyonla canlı hayvan uygulamaları öncesinde öğrencilerin

damar içi uygulamalarında becerilerinin artırılması için alternatif bir yöntem sunmak amaçlandı.

Çalışma klinik uygulamalar dersine katılan 29 öğrenciyle gerçekleştirildi. Damar içi uygulama simülasyonu için, lateks eldiven, kan dolu venöz damarı simüle eden uzun ince balon ve patlayarak yanlış uygulamaların tespitini sağlayan yuvarlak balon kullanıldı. Kırmızı renkte sıvıyla doldurulan ince balon ikiye katlanarak eldivenin içerisine yerleştirildi. Ardından yuvarlak balon eldivenin içerisine ince balonun alına yerleştirilip şişirilerek düzenek hazırlandı. Öğrencilere düzenek üzerinde damarlardan vacutainer ve enjektörle kan örneği alma, damar içi kateter ve ilaç uygulamaları yaptırıldı. Daha sonra simülasyonun amaca uygunluğu ve öğrencilerin uygulama deneyimleri üzerinden değerlendirildi.

Simülasyon uygulaması sonucunda maliyetinin (0.75 ₺/uyg.) düşük ve hazırlanmasının kolay olması, hazırlama ve uygulama için özel ekipman gerektirmemesi, birden fazla uygulama imkanı sağlaması, her yerde hazırlana bilme ve uygulana bilmesi gibi avantajlarının olduğu belirlendi. Üstelik damar içi uygulama deneyimi olmayan öğrencilerin yanlış manüpilasyoları sonucu balonu patlama riskinin canlı hayvan üzerindeki uygulamalara benzer stres ortamı oluşturduğu gözlendi.

Simülasyonun etik güncellemeler, zoonoz hastalıklar, hekim ve hastanın kontaminasyon riski, canlı materyale ulaşma ve uygun koşulları oluşturma güçlüğü, yeterli sayıda uygulama yapamama gibi dezavantajların önüne geçebilecek uygun noninvaziv bir alternatif olabileceği düşünülmektedir. Ayrıca simülasyon NKU İç Hast. AD. Veteriner Hekimliği eğitiminde simülasyon ünitesi ve beceri laboratuvarları içinde ilk adım olarak değerlendirilmiştir. Anahtar Kelimeler: Beceri, IV uygulama, öğrenci, simülasyon, Veteriner Hekimliği Eğitimi

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

62

An Alternative Approach in Veterinary Medicine Clinical Training: Simulation of Intravenous Practicing*

Furkan GÜLEÇa, Fulya ALTINOK YİPELb, Nuri ALTUĞb

a Namık Kemal University, Faculty of Veterinary Medicine, 59030 Tekirdağ, Türkiye

b Namık Kemal University, Faculty of Veterinary Medicine, Internal Medicine Dept., 59030 Tekirdağ, Türkiye

It was aimed to provide an alternative method to improve the skills of students in intravenous applications before live animal applications with this simulation.

The study was carried out with 29 students attending the clinical practice course. For intravenous application simulation, latex glove, long skinny balloon simulated of a blood-filled vein and a round balloon that indicates the wrong application by blow up were used. The skinny balloon which filled with red liquid was placed in to the glove. Than the simulation material completed by pump up round balloon where placed in the glove under the thin balloon. Applications such as blood sample collection from the veins with syringe and vacutainer, intravenous catheter placement and drug applications were exemined by students on simulation material. Then simulation material were evaluated on suitability of aim and practice experiences of students.

Advantages of the simulation application such as low cost (0.75 ₺/app.), easy to prepare and not required any special equipment for application, possibility of more than one application, able to prepare and practice everywhere were determined. Moreover, it was observed that blow up risk of ballon due to wrong manupillion created a stress environment similar to the applications on live animals on students who has no intravenous experience.

It is thought that it may be a suitable noninvasive alternative that can overcome disadvantages such as ethical updates, zoonotic diseases, the contamination risk of both physician and the patient, the difficulty of accessing live materials and establishing appropriate condition, not being able to practice in sufficient number. In addition, this similation was evaluated as the first step for veterinary training simulation unit and skill laboratories by NKU Veterinary Internal Medicine Department. Key Words: Skill, IV practice, student, simulation, Veterinary Medicine Education

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

63

Hayvanlarda Down Sendromu Gamze Çetinkayaa, Zümrüt Maraza, Hasibe Müminoğlub, Dilruba Aksoya, Kübra Melis

Sabuncuoğlub ve Nilay Seyidoğluc*

aNamık Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, 59030 Tekirdağ, Türkiye

bNamık Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, 59030 Tekirdağ, Türkiye cNamık Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, 59030 Tekirdağ, Türkiye

*Sorumlu yazar:[email protected]

Down sendromu insanlarda teşhis edilen bir durum olmasına rağmen, nadiren de olsa hayvanlarda da görülebilmektedir. Yapılan araştırmalarda hayvanlarda görülen fiziksel değişimler insanlardaki bulgularla karşılaştırılmış ve birçok hayvanda benzer bulgular gösterdikleri ve hayvanlarda da down sendromu olabileceği kanısına varılmıştır. Bu çalışmada down sendromunun hayvanlardaki varlığı, dünyadaki ve ülkemizdeki görülme sıklığı ile bu hayvanların hayatımızdaki yerinin önemi anlatılmaya çalışılacaktır.

Down sendorumu tıpkı insanlardaki gibi hayvanlarda da genetik düzensizlik sonucu 21. kromozom çiftinde fazladan bir kromozomun bulunması nedeniyle görülebilen genetik bir anormalliktir. Bu sunumda, hayvanlarda görülebilecek ya da görülmüş olan bu durumun şu ana kadar dünyada kaç tane hayvanda rastlanmış olduğu anlatılmaya çalışılacaktır. Hayvanlarda görülen semptomlar insanlardaki bulgularla karşılaştırılacak ve ayrıca dünyada ve ülkemizdeki down sendromu şüphesi ile yaklaşılan hayvanlardan örnekler sunulacaktır.

İnsan ırkına genetik yapıları itibariyle en benzer olan maymunlarda ve şempanzelerde bu sendromun görülebildiği, beyaz kaplan gibi bazı soyu tükenmekte olan hayvanlarda yapılan genetik çalışmalar sonucu belirlendiği ve nadir de olsa köpeklerde bu sendromun varlığına rastlanıldığı çalışmalarla gösterilmiştir. Ülkemizde ise henüz bilimsel olarak yer edinemese de Otto isimli bir kedide Down Sendromu görüldüğü bildirilmiştir.

Down sendromunun insan dışında da hayvanlarda görülebilir olması günümüzde hayvan sağlığı ve soyunun devamlılığı açısından önemlidir. Bu nedenle down sendromu şüpheli hayvanlarda daha fazla araştırmaların yapılarak bu sendromun varlığının tam olarak ortaya konulması gerekmektedir. Anahtar kelimeler: Down sendromu, kromozom sayıları, hayvanlar

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

64

Down Syndrome in Animals

Gamze Cetinkayaa, Zümrüt Maraza, Hasibe Müminoglub , Dilruba Aksoya, Kübra Melis Sabuncuoglub and Nilay Seyidogluc*

aNamık Kemal University, Faculty of Veterinary Medicine,59030 Tekirdag, Turkey

bNamık Kemal University, Faculty of Agriculture,59030 Tekirdag, Turkey cNamık Kemal University,Faculty of Veterinary Medicine,Departmant of Physiology, Tekirdag,

Turkey *Correspond author:[email protected]

Although Down syndrome is diagnosed in people,it rarely could seen in animals.The physical changes in animals compared with human and similar symptoms were shown by studies,and concluded that Down syndrome may be observed in animals.In this study, it’ll be explain the existence of Down syndrome in animal,the prevalence in our country and the world,and the importance of these animals in our life.

Down syndorme is a genetic anomaly which due to an extra chromosome existed in the pair of 21thchromosome,as in humans.It’ll be introduce this syndorme either it’s found or may seen in animals in this presentation.The symptoms in animals’re compared with humans,and animals with Down syndrome in our country and the world will be presented.

It’s been shown that this syndorme could be seen in chimpanzees and monkeys which are most similar genetically with human,was identified by genetic studies in some endangered animals such as white tiger,and it was observed rarely in dogs.It has been reported that Down syndrome in a cat named Otto in our country even though it’s not sciencific.

Down syndrome existed in animals is important in terms of animal health and breed continuity.Consequently,it’s needed to be eluciated further studies for suspect animals with Down syndrome.

Key words: Down syndrome, choromosome, animals

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

65

Sokak Hayvanı Rehabilitasyon Merkezlerinde Hayvan Refahına Yönelik İyileştirmelerin Sahiplendirmeye Olan Etkisi

Eser İNSALc Burcu İNSALa, Neşe TAŞb, Gülengül ZERENb, Atakan BUNDURb,Elif ŞEYHANb

aAnkara Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, 06110, Ankara, Türkiye b Ankara Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, AVMET Öğrenci Topluluğu, 06110, Ankara, Türkiye

cMamak Belediyesi, Veteriner İşleri Müdürlüğü, Ankara, Türkiye

Hayvan refahı, hayvanını fizyolojik ve sosyolojik açıdan sağlıklı olma ve kendini iyi hissetme halinin dışa vurumudur. Sokak hayvanları yerel yönetimler tarafından toplanmakta, çoğunlukla rehabilite ( kısırlaştırma, aşılama ve küpeleme ) edildikten sonra alındığı bölgeye geri bırakılmaktadır. Sokak hayvanlarının refahının arttırılması ve fiziksel görünümünün değiştirilmesi, bu hayvanların toplum tarafından kabul edilebilirliklerini arttırmaktadır. Bu çalışmada, barınaklarda rehabilite edilen sokak hayvanlarının refah düzeyini arttırarak onların sahiplenilme oranlarının yükseltilmesi amaçlandı.

Çalışmada, Mamak Belediyesi Sokak Hayvanları Rehabilitasyon ve Geçici Bakım Merkezi’nde bulunan 50 adet melez sokak hayvanı, çalışma boyunca, haftada iki kez olmak üzere, ziyaret edildi. Ziyaret sırasında hayvanların deri-kıl ve tırnak bakımları yapıldı. Ayrıca, barınağın sorumlu veteriner hekimi kontrolünde yapılan kısırlaştırma operasyonu esnasında, diş alet ve ekipmanları kullanarak, hayvanların genel diş ve ağız temizliği de sağlandı. Çalışma toplamda 3 ay sürdü.

Yapılan diş temizliği sonucunda hayvanların diş taşları ve ağız kokusu giderildi; düzenli olarak yapılan tüy-kıl, deri ve tırnak bakımları ile hayvanın dış görünüşü iyileştirildi. Ayrıca çeşitli pet aksesuarları kullanımıyla hayvanlar görsel olarak zenginleştirildi.

Yapılan bu çalışma sonucunda gerçekleşen fiziksel iyileştirmelerle hayvanın davranışsal ve sosyal iletişiminin arttığı ve buna bağlı olarak hayvanların sahiplenilme oranının yükseldiği ortaya konuldu.

Anahtar kelimeler: Hayvan refahı, sahiplendirme, barınak

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

66

The Effects of Improvements in Animal Walfare at Rehabilitation Centers on Adoption

Eser İNSALc, Burcu İNSALa, Neşe TAŞb, Gülengül ZERENb, Atakan BUNDURb, Elif ŞEYHANb

aAnkara University,Faculty of Veterinary Medicine,Department of Anatomy, 06110, Ankara, Türkiye

b Ankara University,Faculty of Veterinary Medicine,Ankara Veterinary Museology Education Community, 06110, Ankara, Türkiye

cMamak Municipality, Directorate of Veterinary, Ankara,Turkey

Animal welfare is the expression of animal's physiological and sociological aspects of being healthy and well-being .Street animals are captured by local authorities, these animals are mostly left behind in the area where they are taken after rehab (castration, vaccination and put on tag). Increasing the prosperity of street animals and change of physical appearance increases the acceptability of these animals to society.In this study, we aimed at raising their adoption rates by increasing the welfare of street animals after rehabilitation in the local shelters.

In Mamak Goverment Street Animal Rehabilitation and Temporary Care Center,50 hybrid street animals were visited twice a week throughout the study. Skin-hair and nail treatments of animals were performed during the visit. In addition, general tooth and mouth cleaning of animals was also provided, using dental instruments and equipment during the castiration operation performed by the responsible veterinarian control of the shelter.The study lasted 3 months in total.

As a result of the tooth cleaning, the teeth stones and odor of the animals were removed; regularly committed of feather-hair, skin and nail care to improve the appearance of the animal. Animals were also visually enriched with various pet accessories.

As a result of this study, it was revealed that the physical improvements in the animals resulted the behavioral and social communication of the animal increased and accordingly the adoption rate of the animals increased.

Key words: Animal welfare, adoption, shelter

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

67

Karadeniz’in Laz Kirazı; Karayemiş

Gülşah Yılmaza, Ayça Üvezb, Ebru Gürel-Gürevinc, Elif İlkay Armutakb

aİstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, 34320, İstanbul bİstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, 34320,

İstanbul

cİstanbul Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü, 34134, İstanbul

Karayemiş (Taflan) (Laurocerasus officinalis Roemer) bitkisinin anavatanı Karadeniz’in doğu kıyıları, Balkanlar (Eski Yugoslavya, Bulgaristan), Batı Kafkasya ve Kuzey İran’dır. Anavatanı esasen Doğu Karadeniz Bölgesi kabul edilip, dünyaya buradan yayıldığı söylenmektedir. Endemik türlerden olması, bu meyvenin cazibesini daha da artırmaktadır. Ülkemizde dağılım gösteren kültürlerin meyvelerinde, 23 farklı karboksilik asit ve temel karbonhidratlar bol miktarda tespit edilmiştir. Hidroksisüksinik asit, benzoik asit bütün kültürlerde temel bileşen olarak tespit edilmiştir. Bunların yanı sıra, karayemiş iyi bir mineral kaynağıdır ve yapılan analizlerde, 1 kg karayemişin içerisinde 2215 ml potasyum, 55 ml sodyum, 179 ml magnezyum, 153 ml kalsiyum, 0.9 ml bakır, 1.9 ml çinko, 8.3 ml demir ve 24.2 ml mangan içerdiği tespit edilmiştir. Karayemişin, zengin antioksidan bileşenleri sayesinde birçok hastalığın oluşumunu ve gelişimini önlediği bildirilmiştir. Ayrıca, araştırmacılar tarafından alzheimer, diyabet, kanser, doku ve cilt hastalıkları, kalp-damar hastalıkları ve romatizmal hastalıklar için doğal bir ilaç olarak görülmektedir. Diyabet hastalarının tedavisinde, insülin özelliği göstermesi sebebiyle birçok çalışma yapılmıştır. Üreme hormonlarını geliştirme, sindirim sistemini düzenleme, böbreklerde taş oluşumunu önleme, demir eksikliğini giderme ve prostat problemlerini önleme gibi birçok hastalığın tedavisinde önemli rol oynadığı tespit edilmiştir. Sigara tüketen bireyler ile yapılan çalışmalarda, karayemiş tüketiminin sigaraya karşı isteksizliğe yol açtığı gözlenmiştir. Sonuç olarak karayemiş, zengin antioksidan içeriği, besleyici değerinin varlığı, geniş etki alanına sahip olması nedeniyle değerli bir besin kaynağıdır. Sınırlı olan bilimsel çalışmaların sayısının arttırılması, ülkemizde yetişen karayemişin değerinin ortaya konulmasını sağlayacaktır. Anahtar kelimeler: Karayemiş, Laurocerasus officinalis Roemer, Taflan, Antioksidan, Laz kirazı

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

68

The Black Sea’s Laz Cherry; Prunus laurocerasus

Gulsah Yilmaza, Ayca Uvezb, Ebru Gurel-Gurevinc, Elif Ilkay Armutakb

aIstanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Istanbul bIstanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Histology and Embryology,

34320, Istanbul

cIstanbul University, Faculty of Science, Department of Biology, 34134, Istanbul

Prunus laurocerasus plant (Euonymus) (Laurocerasus officinalis Roemer) is native to the eastern coasts of the Black Sea, the Balkans (former Yugoslavia, Bulgaria), western Caucasus and Northern Iran. Essentially origin is accepted the Eastern Black Sea region, it is reported that spread from Turkey to the world. It’s an endemic species, so that’s increasing the attractiveness of this fruit. Prunus has many different cultures in our country, 23 different carboxylic acids and a large amount of basic carbohydrates have been identified in content of cultures. Hydroxysuccinic acid and benzoic acid have been identified as basic components of all cultures. Prunus laurocerasus has been reported to prevent the formation and development of many diseases by rich antioxidant components. It is also seen by researchers as a natural medicine for Alzheimer’s, diabetes, cancer, tissue and skin diseases, cardiovascular diseases and rheumatic diseases. A number of studies have been carried out on the treatment of diabetic patients because of demonstrating insulin properties. It has been found to play an important role in the treatment of many diseases, such as improving reproductive hormones, regulating the digestive system, preventing stone formation in the kidneys, eliminating iron deficiency and preventing prostate problems. Studies with cigarette-consuming individuals have shown that consumption of Prunus laurocerasus causes a reluctance towards cigarettes.

As a result, Prunus laurocerasus is a valuable food source based on having rich antioxidant content, nutritious value, and a wide impact area. Increasing the number of limited scientific studies will enhance value of Prunus laurocerasus, which is originated from our country.

Key words: Prunus laurocerasus, Laurocerasus officinalis Roemer, Euonymus, Antioxidant, Laz cherry

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

69

Türkiye’de ki İstilacı Hayvan Türleri ve Yerli Hayvan Türlerine Etkileri

Hande Akkayaa, İbrahim Kahramana

aİstanbul Üniversitesi, Vahşi Yaşamı Araştırma ve Koruma Kulübü, Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye

İstilacı türler, normal şartlarda belli bir ekosistemin doğal faunasında olmayan, farklı yollarla bu bölgeye dışarıdan gelen ve burada aşırı çoğalarak tüm ekosistemi etkisi altına alan türlerdir. Bu türler sonradan yerleştikleri ekosistemin hem popülasyonuna hemde doğal ortamına zarar verirler. Çoğunlukla insan kaynaklı taşınırlar.

Ülkemizde bu türlerin etkinlikleri pet olarak alınıp daha sonra doğaya bırakılmaları, rehabilitasyon sonrası yanlış bölgelere salınmaları, zirai kalkınma veya biyolojik mücadele amacı ile ekosisteme bırakılmaları gibi nedenlerden ötürü artmaktadır. Bu hayvanlar genelde baskın karakterli olup yerli türlerimize ya doğrudan zarar verirler ya da besin kaynaklarını tüketerek azalmalarına neden olurlar. Böylece tüm ekosistemdeki dengede bozulmalar şekillenir. Ayrıca insan sağlığına etkileri ve ekonomik yönden zararları da bulunmaktadır. Bu yüzden bu hayvanlarla ilişki halinde bulunan insanların ve veteriner hekimlerin şuan istilacı olan türler ve istilacı tür olma potansiyeline sahip türler hakkında bilinçlenmesi gerektiğini düşünmekteyiz.

Bu çalışmadaki amacımız; Türkiye'de görülen başlıca istilacı hayvan türleri hakkında bilgi vermek ve kırmızı yanaklı su kaplumbağaların (Trachemys scripta elegans), iskender papağanların(Psittacula eupatria) ve yeşil papağanların(Psittacula krameri) yerli türlere verebilecekleri olası zararları araştırmaktır.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

70

The Effects of Turkish Invasive Species on Domestic Animals

Hande Akkayaa, İbrahim Kahramana

aİstanbul University, Wildlife Research and Rehabilitation Club, Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye

Invasive species are the species which are absent in a particular ecosystem in normal circumstances and they come into this particular region from outside in different ways, they overexploit and affect the whole ecosystem. These species damage both the population and natural environment of the ecosystem in which they subsequently settle. They are mostly transported by human.

In our country, the activities of these species are increasing due to reasons such as being taken as pet and then left in to the nature, released in to the wrong areas after rehabilitation and leaving into the ecosystem for agricultural development or biological control. These animals are usually predominant and either directly damage our native species or cause them to diminish by consuming their food resources. Thus, the whole ecosystem degrades. It also has effects on human health and economic damage. Therefore, we think that people and veterinarians who are in contact with these animals should be aware of the species that are invasive and the species that have the potential to be an invasive species.

Our purpose in this study is; to give information about the main invasive animal species seen in Turkey and to investigate possible harms of red-eared slider (Trachemys scripta elegans), Alexandrian parrot (Psittacula eupatria) and green parrots (Psittacula krameri) to our native species.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

71

Modifiye Yumurta Sarılı Sulandırıcıların Soğutulan Ve Dondurulan Koç Sperması Üzerine Etkileri

Asiye İzem SANDALa, İdil ORUÇb, Aslıhan SEVİNb, Emine TEKDEMİRb, Sinan GÖKSELb, Damla ALTUNAYb, Hatice ŞENLİKCİa, Ramazan ARICIa, Ahmet ESERa,

Özen Banu ÖZDAŞa , Kemal AKa

aİstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Dölerme ve Sun’i Tohumlama Anabilim Dalı, Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye

bİstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İntörn Öğrencileri, Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye

Ülkemizde koyun yetiştiriciliği TÜİK 2016 verilerine göre 30.983.933 adet koyun varlığı ile hayvancılık sektörü içinde önemli bir yere sahiptir. Dolayısıyla ülkemizin yıllık et, süt ve yün ihtiyacının büyük bir çoğunluğunu karşılamakla birlikte yeterli olamamaktadır. Bu sebeple çeşitli biyoteknolojik yöntemler kullanılarak koyundan elde edilen verim arttırılmaya çalışılmaktadır. Suni tohumlama yöntemi ise özellikle entansif koç yetiştiriciliği yapan işletmelerde üreme kontrolünü sağlamak ve et, süt, yün üretimini arttırmak amacıyla havyan ıslahı açısından önemli bir role sahiptir. Amacımız, farklı dozlarda antioksidan (sisteamin) (2,5-5-10 mM) (Grup A-B-C) eklenmiş ve eklenmemiş (Grup Kontrol) yumurta sarılı sulandırıcıların dondurma ve eritme sonrası ve +4 °C’ de 0, 6, 12 ve 24. ve 48. saatlerdeki spermatolojik özellikler üzerine etkilerinin araştırılmasıdır.

Sperma alındıktan sonra hacim, konsantrasyon, motilite, morfoloji ve canlı spermatozoon oranları değerlendirildi. Konsantrasyonu belirlemek amacıyla CASA (Computer Assisted Sperm Analysis) cihazı kullanıldı. Motilite muayenesi ise ısıtma tablalı faz kontrast mikroskopta (x200), morfolojik yönden anormal spermatozoa oranı da yine faz kontrast mikroskopta (x1000) değerlendirildi. Canlı spermatozoa oranı ise ışık mikroskobunda incelendi.

Motilite, morfoloji ve canlı spermatozoon oranları yönünden en başarılı sulandırıcı grubu Grup A ve Grup B olarak bulundu. Grup C ise en başarısız grup oldu. Koç spermasının kısa süreli saklanmasında ve dondurma ve eritme sonrası muayenelerinde 2,5 mM ve 5 mM sisteamin eklenen yumurta sulandırıcısının faydalı etki gösterdiği saptandı. 10 mM sistemin eklenen yumurta sarılı sulandırıcının ise motilite, morfoloji ve canlı spermatozoa oranı yönünden 6.-48. saatler arasında en başarısız olarak bulundu.

2,5 mM ve 5 mM sisteamin eklenen yumurta sulandırıcısının koç sperması üzerine faydalı etki gösterdiği, 10 mM sistemin eklenen yumurta sarılı sulandırıcının ise zararlı etki gösterdiği saptandı.

Anahtar Kelimeler: Koç, Semen, Sulandırıcı, Saklama, Dondurma

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

72

Effect of Modified Extenders on Ram Semen Cooled and Frozen-Thawed By Using Egg-Yolk Extenders

Asiye İzem SANDALa, İdil ORUÇb, Aslıhan SEVİNb, Emine TEKDEMİRb, Sinan GÖKSELb, Damla ALTUNAYb, Hatice ŞENLİKCİa, Ramazan ARICIa, Ahmet ESERa,

Özen Banu ÖZDAŞa, Kemal AKa

aDepartment of Reproduction and Artificial Insemination, Faculty of Veterinary Medicine, Istanbul University, Avcilar, 34320 Istanbul, Turkey

bFaculty of Veterinary Medicine Intern Students, Istanbul University, Avcilar, 34320 Istanbul, Turkey

In our country, the sheep breeding has an important place in the livestock industry with 30.983.933 sheeps existence according to TUIK 2016 data. Therefore the sheep industry supplies the majority of meat, milk and hair requirement of our country, but is not sufficient. Consequently, different biotechnological methods is used to increase yield from sheep. Artificial Insemination (AI) has an significant role in sheep breeding especially in intensive systems of production, to control reproduction and to improve the production of milk, hair and meat. The aim of this study was to search effect of different doses antioxidant (Cysteamine) (2,5-5-10 mM) (Group A-B-C) was added and was not added (Group Control) egg yolk extender on spermatological quality after frozen-thawed and cooling at 4°C for short storage time (0, 6, 12, 24 and 48 h).

After collection the volume, concentration, motility, morphology and live spermatozoa ratio were assessed. Sperm concentration analysis was performed with CASA (Computer Assisted Sperm Analysis) system. Motility (x200) was performed using phase-contrast microscopy with warming plate. The percentage of morphologically abnormal spermatozoa (x1000) were determined using phase-contrast microscopy. Live spermatozoon ratio was examined with light microscopy.

Group A and Group B were found more significant positive effects than the other extenders in terms of motility, morphology and viability. Group C were the worst groups in this study. The short storage and after frozen-thawed of diluted ram semen with 2,5 mM and 5 mM Cysteamine added egg-yolk extender was determined beneficial than the others. The harmful effects of 10 mM Cysteamin added egg-yolk extender on motility, morphology and viability was found between 6-48 h and after frozen-thawed.

As a result, whereas there was useful effect of 2,5 mM and 5 mM Cysteamine added egg-yolk extender over ram spermatological quality, 10 mM Cysteamine added egg-yolk extender was more detrimental.

Key Words: Ram, Semen, Diluent, Storage, Freezing

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

73

Barınaktan Sahiplenilen Bir Köpeğin Eğitimiyle Çocuklara Hayvan Sevgisinin Aşılanması

İlker Çevirgena, Ertuğrul Yılmaza, Mustafa Ersoya, Berkay Aptioğluq, Sercan Şencanq, Etkin Şafakc,

Burcu İnsalb, Yasemin Salgırlı Demirbaşc

a Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi AVMET Öğrenci Topluluğu, Dışkapı, 06110, ANKARA, Türkiye

b Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Dışkapı, 06110, ANKARA, Türkiye

c Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı, Dışkapı, 06110, ANKARA, Türkiye

İlk kez bir sokak köpeğinin eğitilerek kullanıldığı çalışmada, çocuklara hayvan sevgisinin aşılanması ve köpeklere doğru yaklaşımın öğretilmesi amaçlanmıştır.

Çalışmada Mamak Belediyesi Sokak Hayvanları Rehabilitasyon Merkezi’nden sahiplenilen bir köpek kullanılmıştır. Ev ortamındaki 1 haftalık adaptasyon süreci sonrasında pozitif pekiştirme ile eğitimin ardından, çocuklarla ilgili ses ve görüntülere karşı duyarsızlaşma çalışılmıştır. 1 ayın sonunda kreş ve anaokullarındaki çocukların eğitiminde kullanılmıştır.

Karamel’in ev ortamına adaptasyonu, komut eğitimi ve duyarsızlaştırma süreci 1 ayda tamamlanmıştır. Eğitim sonunda yapılan değerlendirmelerde, Karamel ile birlikte yapılan uygulamalı eğitimin, çocuklardaki ön yargıları azalttığı ve çocukların köpeklere karşı bilinçli yaklaşım yetilerini arttırdığı sonucuna ulaşılmıştır.

Çalışma, çocuklara verilen uygulamalı eğitimin çocukların köpeklere doğru yaklaşımı konusunda bilinçlenmeleri açısından önemli olduğunu ortaya koymuştur. Karamel'in eğitimini kısa sürede tamamlaması barınak köpeklerinin eğitime adaptasyonlarıyla ilgili bilgileri desteklerken, onların ilerleyen çalışmalarda da toplum yararına kullanılması açısından yol göstericidir.

Anahtar kelimeler: Barınak köpeği, çocuk eğitimi, köpek ısırmaları

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

74

Exploitation of Animal Love in Children by an Educated Shelter Dog

İlker Çevirgena, Ertuğrul Yılmaza, Mustafa Ersoya, Berkay Aptioğlua, Sercan Şencana, ,Etkin Şafakc, Burcu İnsalb, Yasemin Salgırlı Demirbaşc

a Ankara University Faculty of Veterinary Medicine, Ankara Veterinary Museology Education Community, Dışkapı, 06110, ANKARA, TURKEY

b Ankara University Faculty of Veterinary Medicine, Department of Anatomy, Dışkapı, 06110, ANKARA, TURKEY

c Ankara University Faculty of Veterinary Medicine, Department of Physiology, Dışkapı, 06110, ANKARA, TURKEY

For the first time, a dog from shelter has been trained and used to express the idea of animal love and also teach children how to approach the dogs.

A dog (Caramel) adopted from Mamak Municipality Street Animal Rehabilitation Center was used in the study. After 1 week adaptation period in the home environment, after positive reinforcement education, insensitivity towards children's voices and images was studied. At the end of the first month, it was used for the training of children in kindergartens and preschools.

The adaptation of the Caramel to the home environment, command training and desensitization were completed within 1 month. At the end of the training, practical training with Caramel has reduced the number of prejudices in children and increased children's ability to approach the dog in a conscious manner

The study revealed that practical training given to children is important in terms of raising awareness of children's approach to dogs. Shortly completing Caramel's education is guiding the use of shelter dogs for community benefit in further work, while supporting information on educational adaptations of the dogs.

Key words: Shelter dog, Educatıon of Chıldred, Bıtıng

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

75

Eğitim İçin Türkiye

Irina Chumachenko1, Kelvi Shehu1, Kerim İmpram1, Yasamin Chehrezad1, Serkan Ikiz2

1Istanbul Üniversitesi veteriner Fakültesi

2Istanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim dalı, Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye

Türkiye, hem Asya hem de Avrupa’da toprağı bulunan, dünyadaki iki ülkeden biridir. Bu özelliği, onun farklı kültür ve dünya görüşlerini aynı anda taşımasını sağlar. Türkiye üniversitelerinde, istenilen bölümlerde alınacak eğitim, dünya öğrencilerine yeni bakış açıları kazandırmakta ve kariyerlerinde onları avantajlı kılacak bir donanım sağlamaktadır.

Türkiye’de bulunan üniversitelerde eğitim – öğretim görmek isteyen yabancı uyruklu öğrencilere çeşitli seçenekler sunulmaktadır. Bunlardan bazıları Türkiye Bursları, YÖS, öğrencinin kendi diploma notu vb. gibi.

Türkiye Bursları, Türkiye Cumhuriyeti tarafından uluslararası öğrencilere verilen kamu kaynaklı yükseköğrenim burslarıdır. Türkiye Bursları; lisans, yüksek lisans, doktora, sanatta yeterlilik ve araştırma düzeylerinde verilmektedir. Türkiye Burslarına başvuran adaylarda Türkçe bilme zorunluluğu bulunmamaktadır. Burslandırılan ancak Türkçe bilmeyen her adaya, Türkçe eğitimi verilecektir.

Yabancı Uyruklu Öğrenci Sınavı (YÖS), Türkiye’deki yükseköğretim kurumlarında okumak isteyen yabancı uyruklu öğrencilerin girebilecekleri ve sonuçlarını bu kurumlara kabul için başvururken kullanabilecekleri bir sınavdır.Yabancı Uyruklu Öğrenci Sınavlarında (YÖS) temel öğrenme becerileri testi ve Türkçe testi olmak üzere genel olarak iki test uygulanır. Her Üniversiteye özel yapılan bu sınavda İstanbul Üniversitesinin kendi yaptığı(İÜYÖS) sınavında baraj not 50/100 puandır. Öğrenci lisede okuduğu alana bağlı olmaksızın bu sınav sayesinde istediği bölümü puanına göre seçme olanağına sahiptir.

Bu sunumda Türkiyede üniversite öğrenimi görmek isteyen yabancı öğrencilere faydalı bilgilerle birlikte İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi lisans eğitiminin ayrıntılı bir tanımı yapılacaktır.

Anahtar Kelimeler: İstanbul, Üniversite, YÖS, Türkiye Bursları

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

76

Turkey for Education

Irina Chumachenko1, Kelvi Shehu1, Kerim İmpram1, Yasamin Chehrezad1, Serkan Ikiz2

1İstanbul University Faculty of Veterinary Medicine 2İstanbul University Faculty of Veterinary Medicine Dept. Of Microbiology

Turkey is one of the two countries, which have lands in both Asia and Europe. This enables Turkey to reflect diverse cultures and experiences. Turkish universities will help you to gain new perspectives and abilities keeping you one-step ahead of others in your career.

Various options are offered to foreign students who want to study at universities in Turkey. Some of them are Turkey Scholarship, Exam for foreign nationals (YÖS), Student’s grade etc.

Turkey Scholarships is a government funded higher education scholarship program, which is designed for international students. Turkey Scholarships is offered for undergraduate, graduate, Ph.D., proficiency in art, and research level. The candidates are not required to know Turkish for the application. The Scholarships also include a Turkish language education for the candidates before they start their studies.

Exam for foreign nationals (YÖS), is an exam where foreign students who want to study in higher education institutions in Turkey. They can enter and use their results while applying for admission to these institutions. There are generally two tests, the basic learning skills test and the Turkish test. In this specially customised exam for every university, there is a cut-off of 50% marks. The student has the opportunity to choose the department according to his / her score with this exam regardless of the area he / she wants to study.

In this presentation, useful information to those who want to study in Turkey and detailed description about undergraduate education of Istanbul University Faculty of Veterinary Medicine will be given.

Key Words: İstanbul, University, YÖS, Turkey Scholarship

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

77

Belgelerin Işığı Altında Osmanlı İmparatorluğu İstanbul’unda İş Hayvanlarının Refahı

Mehmet KONAK1,*, Yasamin CHEHREZAD1, Farid MOHAMMADI SEILABIPOUR1, Altan ARMUTAK2

1İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Öğrencisi, Avcılar, İstanbul 21İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Veteriner Hekimliği Tarihi ve Deontoloji Anabilim

Dalı, Avcılar, İstanbul

Osmanlı İmparatorluğu 600 yılı aşkın bir süre dünya tarihinde rol oynamış çok büyük bir devlettir. Bu imparatorluğun başkenti olan İstanbul’da ise, batılı gezgin ve yazarların dikkatini çekecek ölçüde hayvanların insanlarla iç içe yaşadıkları görülür. Başta sokak köpekleri, kediler ve kuşlar olmak üzere hayvanların gerek İstanbul’da gerekse İmparatorluğun diğer yörelerinde çok sevildiği bir gerçektir. Evlerde, sokaklarda ve meydanlarda beslenen, adlarına vakıflar, bakım evleri ve kuş evleri açılan bu hayvanların ekonomide ve iş yaşamında etkileri yoktur.

Bu hayvanlar dışında kalan ve iş hayvanı ya da çalışan hayvanlar olarak da tanımlanan hayvanların çalışma koşulları ise bir takım yasal düzenlemeler gerektirir. İşte biz bu çalışmada Osmanlı İstanbul’unun farklı dönemlerinde çalışan hayvanlara yönelik olarak kadılar tarafından yayınlanan fermanları incelemeyi planladık.

Konuya yönelik olarak Fakültemiz Veteriner Hekimliği Tarihi arşivi ve kütüphanesi ile fakülte ve üniversite kütüphanelerinde taramalar yapılmış ve kaynak eserler incelenmiştir. Bulunan fermanlar incelenerek ve sadeleştirilerek yorumlanmış ve yayınlandığı dönemin koşulları çizgisinde değerlendirilmiştir. Bu şekilde hem hayvan refahının Osmanlı İstanbul’u periyodu incelenmiş hem de kent tarihi için yeni çıkarım ve sentezlere gidilmiştir.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

78

Welfare of Work Animals in Ottoman Empire’s Istanbul

Mehmet KONAK1,*, Yasamin CHEHREZAD1, Farid MOHAMMADI SEILABIPOUR1, Altan ARMUTAK2

1İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Öğrencisi, Avcılar, İstanbul

21İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Veteriner Hekimliği Tarihi ve Deontoloji Anabilim Dalı, Avcılar, İstanbul

The Ottoman Empire is a very large state that played an important role in the world history for over 600 years. In Istanbul, which is the capital of this empire, it is seen that animals live together with people, therefore this property attracted the attention of western travellers and writers. It is truth that animals are liked, especially street dogs, cats and birds, both in Istanbul and in other regions of the empire. These animals, which are kept in houses, streets and squares, for some have been foundations in their name, nursing homes and birdhouses opened. Also have no impact on the economy and business life.

Except of these popular animals, a number of legal regulations are required for working condition of the work animals which also defined as business animals. In our study, we planned to investigate edicts which are published for the working animals in different periods of Ottoman’s Istanbul.

The faculty and university libraries and library and archive of History Department of Veterinary Medicine have been investigated about the subject. Edicts were founded, examined and evaluated according to the conditions of the published period. End of the analysis, all edicts were reinterpreted and simplified in a timely manner. Thus, the period of Ottoman’s Istanbul in animal welfare has been investigated, besides new conclusions and syntheses have been made for city history.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

79

Yeni Nesil DNA Dizileme

Mehmet Cemal Adıgüzela, Mehmet Akif Demirb, Alper Baranc, Tamer TURGUTc, Ahmet ERDOĞANd

aAtatürk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Yakutiye, 25240, Erzurum, Türkiye

bAtatürk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Lisans Öğrencisi, Yakutiye, 25240, Erzurum, Türkiye cAtatürk Üniversitesi, Erzurum Meslek Yüksek Okulu, Gıda Kalite Kontrol ve Analiz Programı,

Yakutiye, 25240, Erzurum, Türkiye dAtatürk Üniversitesi, Ziraat Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü, Yakutiye, 25240, Erzurum,

Türkiye

Hızlı, ucuz ve doğru genom bilgisi sağlayan devrimci teknolojilere talep giderek artmaktadır. Bu talep yeni nesil dizileme (next generation sequencing) teknolojilerinin gelişmesiyle sonuçlanmıştır. Bir zamanlar Ulusal Sağlık Enstitüsü (National Institutes of Health-NIH) tarafından yaklaşık 3 milyar dolarlık bir maliyetle 10 yıllık bir girişim olan insan genomunun dizilenmesi şimdi tek bir alet üzerinden rutin olarak yapılabilmektedir. Ayrıca bu yeni teknolojiler, mikrobiyal popülasyondaki tek bir üyeye ait aynı gen ya da genlerin binlerce hatta milyonlarcasını tek seferde dizileme imkanı sunmaktadır. Bu uygulamalar genom diziliminin fenotip ve hastalığa nasıl bir etkisi olduğunu anlamaya yardımcı olabilecektir. Yeni nesil dizileme uygulamaları, bütün genom dizilimi, patojenlerin araştırılması, metagenomik ve mikrobiyom analizleri, transkriptom profillemesi ve infeksiyöz hastalıkların tanısı gibi birçok amaçla kullanılmaktadır. Bu çalışmada da yeni nesil dizileme teknolojileri ile ilgili bilgi verilecektir.

Anahtar Kelimeler: Yeni nesil dizileme, DNA, Mikrobiyoloji

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

80

Next Generation DNA Sequencing

Mehmet Cemal Adiguzela, Mehmet Akif Demirb, Alper Baranc, Tamer TURGUTc, Ahmet ERDOGANd

aAtaturk University, Faculty of Veterinary Medicine Department of Microbiology, Yakutiye, 25240, Erzurum, Turkey

bAtaturk University, Faculty of Veterinary Medicine Undergraduate Student, Yakutiye, 25240, Erzurum, Turkey

cAtaturk University, Erzurum Vocational High School, Food Quality Control and Analysis Program, Yakutiye, 25240, Erzurum, Turkey

dAtaturk University, Faculty of Agriculture Department of Food Engineering, Yakutiye, 25240, Erzurum, Turkey

There is a growing demand for revolutionary technologies that provide fast, inexpensive and accurate genomic information. This demand has resulted in the development of next generation sequencing technologies. The sequencing of the human genome, which was once a 10-year initiative by the National Institutes of Health (NIH) at a cost of about $ 3 billion, can now be routinely performed on a single instrument. In addition, these new technologies offer the ability to sequence in one experiment thousands to millions of fragments of the same gene or genes from a single member of the microbial population. So that these applications can help understand how the genomic sequence affects the phenotype and disease. Next generation sequencing applications have utilized for many purposes such as whole genome sequencing, pathogen detection, metagenomic and microbiome analysis, transcriptome profiling and diagnosis of infectious diseases. This study will provide information on the next generation sequencing technologies.

Key Words: Next Generation Sequencing, DNA, Microbiology

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

81

Açıkta Satılan Sütlerin Toplam Bakteri, Salmonella spp., Staphylococcus aureus ve Genel Hijyen Parametreleri Açısından

İncelenmesi

Merih GÜNDOĞDU , Özge ÖZGEN ARUN , Funda YILMAZ

a İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Avcılar, 34320, İstanbul, Türkiye

b İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Besin/Gıda Hijyeni ve Teknolojisi Bölümü, Avcılar, 34320, İstanbul, Türkiye

b İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Besin/Gıda Hijyeni ve Teknolojisi Bölümü, Avcılar, 34320, İstanbul, Türkiye

Süt, besin zincirinin vazgeçilmez bir halkası ve insanlar için ideal bir besin kaynağıdır. Bununla beraber mikroorganizma gelişimi için gerekli olan hemen her türlü uygun şartı taşıyan bu gıda maddesi gerek hayvandan geçen, gerekse sekonder olarak bulaşan birçok tehlikeli patojenin taşıyıcısı olabilir. Son yıllarda, gıda teknolojisinin etkilerine yönelik bir kısmı bilimsel temel taşımaktan uzak olan yorumların etkisi ile insan sağlığı açısından çok önemli olan bazı hastalıklara aracı olabilecek çiğ süte olan talebin her geçen gün arttığı tespit edilmiştir. Bu durumun insan sağlığına olan önemli etkisinin değerlendirilebilmesi için mevcut durumun analizi oldukça önemlidir.

Bu gereksinimden yola çıkarak, İstanbul bölgesinde satılan çiğ sütlerden alınan numunelerde Türk Gıda Kodeksinde belirtilen bazı patojen ve indikatör mikroorganizmaların (Toplam Bakteri, Salmonella Spp. ve Staphylococcus Aureus) durumu ve numunelerin pH değerleri incelenmiştir. Elde edilen bulgulara göre çiğ sütte bulunan bakteri sayılarının oldukça yüksek olduğu görülmüştür. Hijyenik kalitenin kontrol altına alınabilmesi için evlerde uygulanması önerilebilecek tek yöntem uzun süreli kaynatma işlemidir. Bu işlemin de tüketicilerin karşısına sütün besleyiciliğine yönelik kısa süreli ısıl işlemlere oranla önemli kayıpları çıkaracaktır.

Anahtar kelimeler: Çiğ süt, Toplam Bakteri, Salmonella spp., Staphylococcus aureus

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

82

Investgetion of Raw Milk Samples Collected From Street Salers about The Quality Of Hygiene Parameters

Merih GÜNDOĞDU a , Özge ÖZGEN ARUN b , Funda YILMAZ b

a Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Avcilar, 34320, Istanbul, Turkey

b Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Food Hygiene and Technolog Department, Avcilar, 34320, Istanbul, Turkey

b Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Food Hygiene and Technology Department, Avcilar, 34320, Istanbul, Turkey

Milk is one of the ideal source and irreplaceable part of nutrition chain in

human life. However, this product contains all the essential conditions for growth of microorganisms, and thus becomes an important vehicle for pathogens. In recent years, the demand towards raw milk has increases day by day due to the effects of some unscientific comments about food technology. For this reason, analysing of current situation is significantly important to evaluate the effects on human health.

Based on this, raw milk samples collected from Istanbul province, were d

etected for the presence of some pathogen and indicator microorganisms (Total Aerobic MesophilicBacteria, Salmonella spp and S. aureus) which are highlighted in TurkishFood Codex. The pH values of the samples were also determined.

Our results indicated that the microbial load of raw milk samples was sig

nificantly high and the only method to be recommended for safety is boiling milk for a long period.However, it should also be commended that, this process will result with a higher nutritional loss in the product in respect to short time heating process.

Key words: Raw milk, Total Aerobik Mesophylic Bacteria, Salmonella spp., Staphyloccoccus aureus

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

83

Yöresel Çiğ Köfte Üretiminin Tüketici Damak Tadı Üzerindeki Etkisi

Merve DOĞRU1, Selin ÜNVER1, Esra AKKAYA2, Enver Barış BİNGÖL2

1İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, 34320, Avcılar, İstanbul 2İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Besin Hijyeni ve Teknolojisi Bölümü, 34320, Avcılar,

İstanbul Çiğ köfte; özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesine özgü

yöresel bir gıda olup, bulgur, pul biber, kimyon, domates salçası, biber salçası, nar ekşisi, maydanoz, ceviz, nane, soğan, sarımsak vb. gibi baharat ve ek maddeler kullanılarak hazırlanan, hazır bir gıda ürünüdür.

Çiğ köfte, genellikle lokantalarda, süpermarketlerde ve evlerde günlük olarak üretilip tüketilmektedir. Ülkemizde çiğ köftenin üretimi, bileşenleri ile kimyasal ve mikrobiyolojik kalitesiyle ilgili bir standart ancak 30 Haziran 2012 tarihinde resmi gazetede ilan edilmiştir. Çiğ köfte bu tarihten itibaren Türk Standartları Enstitüsü’nün (TSE) yayımlamış olduğu “Tüketime Hazır Etsiz Çiğ Köfte" kriterlerine göre üretilip satılabilmektedir.

Ülkemize özgü ve oldukça sevilerek tüketilen bu gıda maddesi, imal edildiği yöreye göre farklı tariflerle hazırlanmaktadır. Çiğ köfte üretimindeki bu çeşitlilik de tüketicilerin beğenisinde farklılıklara yol açmaktadır. Bu nedenden dolayı, bu çalışma farklı yöresel tariflere göre üretilen çiğ köftelerin tüketici damak tadı üzerindeki etkisinin belirlenmesi için yapılmıştır.

Bu doğrultuda, tüketiciler tarafından en çok tercih edilen 5 farklı yörenin (Urfa, Antep, Elazığ, Adıyaman, Adana) çiğ köfte hazırlama tariflerine göre üretilen örnekler, duyusal özellikleri (renk, koku, kıvam, lezzet, genel kabul edilebilirlik) yönünden değerlendirilmiş ve elde edilen veriler enstrümantal renk (L*, a*, b*) ve tekstür (tekstür profil analizleri - TPA) değerleri ile mukayese edilerek tüketicilerin tercihleri belirlenmeye çalışılmıştır.

Sonuç olarak, Elazığ yöresine göre hazırlanan çiğ köfteler panelistler tarafından en çok beğenilen tarif olmuştur. Panelistlerin % 47’si Elazığ usulü çiğ köfteyi tercih ederken, % 26’sı Adıyaman usulü, % 12’si Urfa usulü, % 10’u Antep usulü ve % 5’i Adana usulü çiğ köfteyi tercih etmiştir. Elazığ ve Adıyaman usulü çiğ köftelerin sorgulanan tüm özellikler bakımından diğer tariflere oranla daha çok beğenilmesi, ülkemiz insanının bu gıda maddesindeki acı ve baharatlı tadı, tatlımsı lezzetten daha çok tercih ettiğini; bunun yanı sıra çiğ köftenin koyu ve mat renginin açık kırmızı rengine oranla daha çok beğenildiğini göstermiştir.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

84

Effect of regional çiğ köfte production on the consumer taste

Merve DOGRU1, Selin UNVER1, Esra AKKAYA2, Enver Baris BINGOL2

1Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, 34320, Avcilar, Istanbul

2 Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Food Hygiene and Technology, 34320, Avcilar, Istanbul

Çiğ Köfte is a traditional food product originated in East and South East

Anatolia Regions. Çiğ köfte, is a ready-to-eat food product, prepared with bulgur, red pepper, cumin, tomato paste, paprica paste, dib roman, parsley, walnut, mint, onion, garlic, other spices and additives.

Çiğ köfte is produced and consumed daily in houses, restaurants and supermarkets. In Turkey, a standard, which includes the manufacturing process, chemical and microbiological characteristics of its ingredient, had been declared on 30th of June 2012 on official gazette. From this date on, çiğ köfte has started to made and sold according to the “Ready-to-eat çiğ köfte without meat” criteria that were published by Turkish Standards Institution (TSE).

This traditional food, which is consumed fondly, can be prepared diversely according to the region it is made. This variety in the manufacturing of çiğ köfte causes differences in consumers’ discrimination. For this reason, this study was conducted to determine the effect of çiğ köfte produced with the different regional recipes on consumers’ taste.

In this direction, the çiğ köfte samples, which were prepared according to the most preferable recipes of 5 different regions (Urfa, Antep, Elazığ, Adıyaman, Adana), were evaluated in terms of organoleptic characteristics (color, odor, texture, flavor, general acceptance), and later on, the results were compared with instrumental color (L*, a*, b*) and texture (texture profile analyses - TPA) values in order to determine the consumer’ preferences.

As a result, çiğ köfte produced according to the recipe of Elazığ region had been evaluated the most preferred one by the panelists. While 47% of panelists preferred Elazığ style çiğ köfte, 26% chose Adıyaman, 12% Urfa, 10% Antep and 5% Adana style çiğ köfte, respectively. The reason why Elazığ and Adıyaman style çiğ köfte are mostly preferred in terms of the all examined parameters is that Turkish people would rather bitter and spicy taste than sweet flavor. Besides that, the darker and duller colored çiğ köfte preferred rather than the ones with light red color.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

85

Veteriner Fakültesi Öğrencilerinin Bazı Uygulama Dersleri İle İlgili Görüşleri: Anket Çalışması

Mehmet Fatih ÖZBEZEKa, Nuri ALTUĞb, Nurullah ÖZDEMİRc, Dilek MUZd, Nilay SEYİDOĞLUe, Mehmet Ferit CANf, Serkan ERDOĞANg, Mustafa Necati MUZh

aNamık Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Süleymanpaşa, 59030 Tekirdağ, Türkiye bNamık Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Süleymanpaşa,

59030 Tekirdağ, Türkiye cNamık Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Farmakoloji Anabilim Dalı, Süleymanpaşa,

59030 Tekirdağ, Türkiye dNamık Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Viroloji Anabilim Dalı, Süleymanpaşa, 59030

Tekirdağ, Türkiye eNamık Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Süleymanpaşa, 59030

Tekirdağ, Türkiye fMustafa Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Hayvan Sağlığı Ekonomisi ve İşletmeciliği

Anabilim Dalı, Antakya,31060 Hatay, Türkiye gNamık Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Süleymanpaşa, 59030

Tekirdağ, Türkiye hNamık Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Parazitoloji Anabilim Dalı, Süleymanpaşa, 59030

Tekirdağ, Türkiye

Bu araştırmada Veteriner Fakültesi öğrencilerinin bazı uygulama derslerindeki laboratuvar olanaklarının, eğitimin kalitesi, öğrenci motivasyonu ve memnuniyet düzeylerine olan etki ve katkılarının belirlenmesi amaçlandı.

Araştırma 29’u bayan 36’sı erkek toplam 65 öğrenci ile gerçekleştirildi. Öncelikle, Anatomi uygulamalarında plastik modelleri (1. ve 2. Sınıf), Fizyoloji uygulamalarında elektrokardiyografi (2. sınıf), laboratuvar uygulamalarında (1. ve 2. Sınıf) serolojik ve moleküler yöntemleri içeren uygulamalı dersler verildi. Uygulama derslerindeki materyallerinin yeterliliği, öğrencilerin eğitimlerine etkisi ve mesleki gelişimlerine katkısı anketler ile değerlendirildi.

Araştırma sonucunda laboratuvar kullanımı ve katkısıyla ilgili memnuniyet düzeyinin %73,4 oranında “iyi” olduğu belirlendi. Öğrencilerin %93,8’i serolojik ve moleküler yöntemleri içeren uygulama derslerinin arttırılması gerektiğini, %73,8’i bu uygulama derslerinin mesleki ilgilerini arttırdığını, %66,2’si ise öğrenimleri sürecinde motivasyonlarına olumlu katkı sağladığını bildirmişlerdir. Ayrıca, kadavranın yanı sıra plastik model kullanımının, öğrenme sürecini kolaylaştırdığı ve bireysel çalışma verimini arttırdığı, ancak geleneksel bir seçenek olan kadavra tercihinin hala öğrencilerce önemsendiği ve modellerin kadavra ile birlikte kullanımının tercih edildiği saptanmıştır. Veteriner elektrokardiyografi uygulaması ve kullanımının mesleki tecrübeye katkı sağlayacağı (%100), kazandırdığı tecrübenin önemli olduğu (%96,7), dersi ve uygulamayı daha iyi anlamayı sağladığı (%83,4) belirlenmiştir.

Laboratuvar olanaklarının ve alternatif eğitim metodlarının; eğitimin niteliği, öğrenci motivasyonu ve mesleki gelişim açısından olumlu katkısı olduğu kanısına varılmıştır. Anahtar Kelimeler: Anket, Laboratuvar, Öğrenci, Uygulama Dersi, Veteriner.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

86

The Views about Some Practice Courses of Veterinary Faculty Student's: A Survey Study

Mehmet Fatih ÖZBEZEKa, Nuri ALTUĞb, Nurullah ÖZDEMİRc, Dilek MUZd, Nilay SEYİDOĞLUe, Mehmet Ferit CANf, Serkan ERDOĞANg, Mustafa Necati MUZh

aNamık Kemal University, Veterinary Faculty, Süleymanpaşa, 59030 Tekirdağ, Türkiye bNamık Kemal University, Veterinary Faculty, Department of Internal Diseases, Süleymanpaşa,

59030 Tekirdağ, Türkiye cNamık Kemal University,Veterinary Faculty, Department of Pharmacology, Süleymanpaşa,

59030 Tekirdağ, Türkiye dNamık Kemal University, Veterinary Faculty, Department of Virology, Süleymanpaşa, 59030

Tekirdağ, Türkiye eNamık Kemal University, Veterinary Faculty, Department of Physiology, Süleymanpaşa, 59030

Tekirdağ, Türkiye fMustafa Kemal University, Veterinary Faculty, Department of Animal Health Economics and

Management, Antakya,31060 Hatay, Türkiye gNamık Kemal University, Veterinary Faculty, Department of Anatomy, Süleymanpaşa, 59030

Tekirdağ, Türkiye hNamık Kemal University, Veterinary Faculty, Department of Parasitology, Süleymanpaşa, 59030

Tekirdağ, Türkiye In this study was aimed to determine the effects and contributions of laboratory

facilities in some practice courses on quality of education, student’s motivation and satisfaction levels of Veterinary Faculty students.

The research was carried out with a total of 65 students in 29 male and 36 female. Primarily, practical lessons were given including plastic models (1st and 2nd class) in anatomy practices, electrocardiography (2nd class) in the physiology practices, serological and molecular methods in laboratory practices (1st and 2nd class). Sufficiency of materials used in practice courses, effects on student’s training and contribution on professional developments were evaluated by surveys.

At the end of the study, satisfaction level about laboratory use and contribution was found to be "good" by 73,4%. Students stated that practice courses including serologic and molecular methods need to be increased (93,8%), these practice courses enhance the professional knowledge (73,8%), these courses contribute positively for the motivation during their training (66,2%). Also, it was established that besides kadaver, using plastic model faciliates the training proccess and improves the efficieny of individual study, however, the choice of cadaver, a traditional option, is still important to students, and the use of models with cadavers is preferred. It was assigned that practice and usage of veterinary electrocardiography contributes the professional experience (100%), this gained experience is important (96.7%), and provides better understanding the lesson and course (83.4%).

It was concluded that laboratory facilities and alternative training methods have a positive contribution to training quality, student’s motivation and professional development. Key words: Survey, Laboratory, Student, Practice course, Veterinary

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

87

Makedonya’nın Farklı Bölgelerindeki Bal Kalitesi ve Güvenilirliği: Debar, Üsküp ve Ohrid

Mihaela Shirgovskar, Zehra Hajrulai -Musliu

University St Cyril and Methodius Skopje, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Food chemistry, Republic of Macedonia

Bu tezin amacı, ülkemizin farklı bölgelerinde üretilen balın kalitesini ve güvenilirliğini belirlemektir. Çalışma için Makedonya’nın üç farklı bölgesinden 30 bal numunesi alınmıştır, bu bölgeler Debar, Üsküp ve Ohrid’ tir. Bal numunelerinin analizleri, gıda kalitesi, kirleticileri ve gıdadaki kalıntılara ilişkin olarak Üsküp- Makedonya ‘daki Veteriner Tıp Fakültesinin Gıda enstitüsünde yer alan akredite laboratuvarlarda yapılmıştır. Bal numunelerinin kalitesini belirlemek amaçlı elektroiletkenlik, asit derecesi değeri, indirgenmiş şekerler, sukroz, hidroksimetilfurfural (HMF), su aktivitesi, mineral maddeler ve su içinde ertilmiş maddelerin konsantrasyonu açısından analizler yapıldı. Bal kalitesini belirleyen parametreler açısından AOAC Resmi Metot 2005 ve Uluslararası Bal Komisyonu tarafından öngörülen yöntemler- IHC 2009 kullanılmıştır. Güvenilirliği belirlemek amacıyla numuneler pestisit ve ağır metal varlığı açısından analiz edildi.

Numune sonuçlarının ortalama değeri, ülkemizdeki bal kalitesi ve güvenilirliği yönetmeliğine uygun bulunmuştur. Üsküp’teki kirliliğin yüksek olması sebebiyle buradan alınan örneklere ağır metallerin ortalama değeri biraz daha yüksektir.

Anahtar kelimeler: bal, kalite, güvenilirlik

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

88

Honey Quality And Safety In Different Macedonian Areas: Debar, Skopje And Ohrid

Mihaela Shirgovskar, Zehra Hajrulai -Musliu

University St Cyril and Methodius Skopje, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Food chemistry, Republic of Macedonia

The aim of the thesis is to determine the characteristics of honeys produced in different areas in the country in terms of their quality and safety. Materials for the work were 30 samples of honey that were taken from 3 different regions in Macedonia: Debar, Skopje and Ohrid. The analyzes of the honey samples was made in the accredited laboratories for Quality of food and Contaminants and residues in food at Food institute, Faculty of Veterinary Medicine in Skopje- Macedonia. The samples of honey for quality were analyzed for concentration of electroconductivity, acid degree value, reduced sugars, sucrose, hydroxymethylfurfural (HMF), water activity, mineral materials and materials dissolved in water. AOAC Official Methods 2005 were used to determine the parameters that define the quality of honey, as well as methods prescribed by the International honey Commission -IHC, 2009. For safety, the samples were analyzed for heavy metals and content of pesticides. The average value for the results of all samples was according to the regulative for honey quality and safety in our country. The average value for heavy metals in the samples taken from Skopje, was a little bit higher, due to the high level of pollution. Key words: honey, quality, safety

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

89

Yeşil İguanalarda Metabolik Kemik Hastalıkları

Neda Doncheva ZAHARİEVA1,, Ts.CHAPRAZOV2

1Trakia University; Faculty of Veterinary medicine; Student`s campus, 6000 Stara Zagora, Bulgaria

2Department of Veterinary Surgery, Faculty of Veterinary Medicine, Trakia University, Student`s campus, 6000 Stara Zagora, Bulgaria

İki genç ve bir yaşlı iguana(1.iguana) Bulgaristan, Stara Zagora’da veteriner fakültesi hayvan kliniğine getirildi. Getirilme nedenleri: ilgisizlik, iştahsızlık ve yumuşak doku ödemiydi.

Çalışma sabit röntgenle yapıldı. Anestezi için Tiletamin/Zolazepam kullanıldı. Bakteriyoloji için alınan materyal Bulgaristan, Stara Zagora’daki veteriner fakültesinin mikrobiyoloji anabilim dalına gönderildi. Bakteriyolojik kültür ve antibiyotik duyarlılık testi istendi(Kirby-Bauer disk difuzyon metodu ile). Tedaviye Ca glukobionat, D3 vitamini, metronidazol ve diyet değişimi ile başlandı.

İguanaların ikisinin beslenme durumları kötüydü. Hastalarda apati ve anoreksi, eklemlerde şişkinlikler, topallık ve muhtemelen konstipasyon mevcuttu. Klinik olarak, bacaklardaki deformasyonlar gözlendi. Lateral ve dorsoventral radyografide, eklemlerde anormal radyolusent bölgeler ve düşük kemik yoğunluğu görüldü.

Tedaviden iki hafta sonra hasta kontrole çağırıldı. İguanalardan iki tanesinin kondisyonu iyiydi. Yapılan check-up, vücut ağırlığının ve iştahın iyi olduğunu gösterdi. İguanaların biri öldü. İlk kontrolden iki ay sonra, tekrarlama görülmedi.

Metabolik kemik hastalığından sadece hafif derecede etkilenen bir sürüngen genellikle diyet iyileştirmeleri, kalsiyum ve D vitamini takviyeleri ve tam spektrumlu ultraviyole ışığa daha fazla erişim ile düzelebilir.Ağır vakaların çoğu ölümle sonuçlanmaktadır. Anahtar Kelimeler: İguana, metabolik kemik hastalıkları. MKH, tanı, tedavi

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

90

Metabolic Bone Diseases in the Green Iguana

Neda Doncheva ZAHARİEVA1,, Ts.CHAPRAZOV2

1Trakia University; Faculty of Veterinary medicine; Student`s campus, 6000 Stara Zagora, Bulgaria

2 Department of Veterinary Surgery, Faculty of Veterinary Medicine, Trakia University, Student`s campus, 6000 Stara Zagora, Bulgaria

Two juvenile and one old green iguana (I. iguana) were brought to the Animal Clinic at the Faculty of Veterinary Medicine, Stara Zagora, Bulgaria. The reasons for the visit were: apathy, low food consumption and soft tissue edema.

The study was done by stationary roentgen. Anesthesia was induced with Tiletamin/Zolazepam. Material for bacteriology was sent to the department of Veterinary microbiology at the Faculty of Veterinary Medicine, Stara Zagora, Bulgaria and submitted to a laboratory for bacterial culture and antibiotic sensitivity testing (with Kirby-Bauer disk diffusion method). Treatment was initiated with Ca glubionat, vit. D3, metronidazole and diet.

Two of the iguanas were in a poor nutritional state. The patients showed apathy and anorexia, swelling of the joints, lameness and probably constipation. Clinically, a deformation in the legs was observed. Lateral and dorsoventral survey radiograph showed abnormal radiolucent area on the joints and decreased bone density. The control examination of the patient was performed two weeks after the treatment. Two of the iguanas were in good condition. The check-up had maintained its body weight and continued to eat well. One of the iguanas had died. Two months after the initial presentation, no recurrence was seen.

A reptile that is only mildly affected by metabolic bone disease might usually recover with dietary improvements, calcium and vitamin D supplements, and greater access to full-spectrum ultraviolet light. Most of the severe cases result in death. Key words: iguana, metabolic bone disease, MBD, diagnoses, treatment

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

91

Vizonda H. pylori’nin Sebep Olduğu Patolojik Değişiklikler

Shamaev Nikolai (Supervisor Associate Professor F.M. Nurgaliyev)

Kazan State Academy of Veterinary Medicine (Kazan, Russia)

Helicobacter in neden olduğu gastrointestinal kanal lezyonlarının klinik bulguları ile birlikte oluşan iç organlardaki patolojik değişikliklerin incelenmesi

Biyolojik materyaller klinik gastroduodenal patolojik bulguları olan 50 vizondan seçilmiştir. Laboratuvar çalışmaları ile Helicobacter pylori enfeksiyonunu oluşturduk ve benzer ve toksikozise sebep olan enfeksiyoz hastalıkları dışladık. Histolojik muayene için biyo materyalleri mide, duodenum ve karaciğerden aldık.

Mide mukozasının apikal kısmında cilt hücrelerinin çoğalması ve aşırı mukus birkimi tespit ettik. Bağ mukozada lenfositler ve aşındırıcı yüzeyler mevcuttur. Romanovsky- Giemsa boyama ile Helicobacter tarafından kontamin elan mukozadan alınan smear boyanır. Deskuamativ mukoza membran iltihabı belirtileri ile villusun polimorfizmi duodenal mukozada görülmüştür. Submukozada ödem, kan damarı duvarlarında mukoza şişmesi belirtileri, çürüme alanları, nekroz, vakuolizasyon alanlı epitel hücreleri, hücre sınırlarının olmaması ve perivasküler ödem olduğu belirtildi. Karaciğerde, şiddetli bir kan toplanmasının zemininde geniş bir alanda yağ ve protein distrofisi ve bazı durumlarda hepatositlerin nekrobiyozisi görülmüştür. Safra kanallarının ve lümen kanallarının üçlü yapısı nekrobiyozis belirtilerine karşı epitelyal ve endotelyal hücrelerin atrofisiyle korunmuştur.

Mide mukoza zarının kontaminasyonu derecesi gastrit ve ülserlerin varlığının aktivite derecesi ile yakın ilişkili bulunmuştur. Midede ve karaciğerde meydana gelen değişiklikler Helicobacter pylori infeksiyonu ile ilşkilidir ve açıkça değişikliklerin şiddeti düzeyinde birbirlerine benzerdirler.

Anahtar kelimeler: Helicobacter pylori infeksiyonu, patolojik diyagnoz, kürk çiftliği, vizon

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

92

Pathological Changes in Mink Caused by H. pylori

Shamaev Nikolai (Supervisor Associate Professor F.M. Nurgaliyev)

Kazan State Academy of Veterinary Medicine (Kazan, Russia)

Study of pathological changes in the internal organs in mink with clinical signs of gastrointestinal tract lesions caused by Helicobacter.

The biological material has been selected from the 50 mink with clinical signs of gastroduodenal pathology. We established Helicobacter pylori infection using laboratory studies and excluded infectious diseases with a similar and toxicosis.

We selected biomaterial from the stomach, duodenum, liver for histological examination.

We found increased proliferation of skin cells and excessive accumulation of mucus in the gastric mucosa in the apical part. Connective basis mucosa infiltrated by lymphocytes, sometimes erosive processes. Using smears stained with Romanovsky-Giemsa, registered contamination mucosa Helicobacter.

The duodenal mucosa showed polymorphism of the villi, with signs of desquamative catarrh. We noted expressed edema in the submucosa, signs of mucoid swelling of the walls of blood vessels, areas of decay, necrosis, epithelial cells with areas of vacuolization, lack of cell borders, perivascular edema.

In the liver, against the backdrop of a sharp plethora we found vast areas of fat and protein dystrophy, and in some cases necrobiosis of hepatocytes. The structure of lumens vessels and bile ducts in the triads was preserved, against the epithelial and endothelial cells atrophy with signs of necrobiosis.

The degree of contamination of the mucous membrane of the stomach is closely related with the degree of activity of gastritis and ulcers. Changes in the stomach and the liver are interrelated with Helicobacter pylori infection and clearly correspond to each other on the level of severity. Key words: Helicobacter pylori infection, pathological diagnosis, fur farming, mink

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

93

Hayvan Sağlığında Genistein Faktörü

Ömer Kuruoğlua Handan VURALb

a İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi 34320 Avcılar, İstanbul, Türkiye b İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Farmakoloji ve Toksikoloji Anabilim Dalı 34320

Avcılar, İstanbul, Türkiye

Bu derlemede bitkisel kaynaklı östrojenik madde olan genisteinin kaynakları, kimyasal yapısı, metabolizması, etki mekanizması, hayvan sağlığı açısından değerlendirilmesi ve önemi ile ilgili bilgi verilmiştir. Genistein çeşitli bitkilerde bulunur. Bununla birlikte en fazla yonca ve soyada bulunmaktadır. Yonca ve soya gerek çiftlik hayvanlarında gerekse pet hayvanlarında yem maddesi olarak fazlasıyla kullanılmaktadır. Bitkiler genisteinin kendisi bulunabildiği gibi prekürsörü olan biochanin A olaraktan bulunabilir. Genistein endokrin bozucu kimyasal ve fitoöstrojen olarak bilinir. Genistein östrojen reseptörlerine bağlanabilir ve reseptör sonrası olayları başlatabilir niteliktedir. Zayıf östrojenik olması genisteinin hem östrojenik hem de anti östrojenik etki göstermesine neden olur. Genistein anti kanserojen, anti proliferatif, anti fungal, anti viral, antioksidan, antilipidemik etki gibi önemli özelliklere sahiptir. Bu özelliklerinden dolayı çeşitli hastalıklara ve hormona bağlı kanserlerde koruyucu etkilidir. Fakat gıdalar ile uzun süre fazlaca alınması organizmada çok çeşitli bozukluklara ve kayıplara neden olmaktadır. Üretim çiftlik hayvancılığı için temel amaçtır ve genistein çiftlik hayvanlarında infertiliteden aborta kadar çeşitli bozukluklara neden olmaktadır. Pet hayvanlarında ise kortizol yetmezliği, tiroid hormon dengesizliği, yangı, kanser ve saldırgan davranışlara neden olmaktadır.Tüm bu bilgilerin ışığında hayvanlar tarafından yiyeceklerle alınan genistein ile ilgili daha fazla deneysel araştırma yapılmalı ve bunların belli sınırlar içerisinde kullanılması için doğru limitler belirlenmelidir. Gerek çiftlik hayvanlarında gerek pet hayvanlarında sağlıklı yaşam ve üremenin sağlanması için bu konuya önem verilmelidir.

Anahtar Kelimeler: İstanbul, Veteriner, Öğrenci, Kongre, Genistein

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

94

Genistein Factor in Animal Health

Ömer Kuruoğlua Handan VURALb

a İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi 34320 Avcılar, İstanbul, Türkiye b İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Farmakoloji ve Toksikoloji Anabilim Dalı 34320

Avcılar, İstanbul, Türkiye

In this review, information have been given about genistein sources as an aestrogenic substance, its’ chemical structure, metabolism, mechanism of action, evaluation and importance in terms of animal health. Genistein is found in various plants. Along with this, clover and soybean are the most common. Clover and soy bean are used extensively as feedstuff in farm animals and pet animals. Genistein can be found as itself as well as the precursor biochanin in plants. Genistein is known as an endocrine disrupting chemical and phytoestrogen. Genistein can bind to estrogen receptors and initiate post-receptor events. Its poor estrogenic property causes genistein to show both estrogenic and anti-estrogenic effects. Genistein has important properties such as anti-carcinogen, anti-proliferative, anti-fungal, anti-viral, antioxidant, antilipidemic effect. Because of these properties, it has a protective effect on various diseases and hormone-related cancers. However, taking with food for a long time causes a wide variety of disorders and losses in the organism. Production is the main objective for livestock farming and genistein causes various disorders such as infertility and abortion in farm animala. In pet animals causes, cortisol insufficiency thyroid hormone imbalance, inflammation, cancer and aggressive behavior. In the light of all this information, more experimental research on genistein taken with food by animals should be undertaken and the correct limits should be set for their use within certain limits. This issue should be emphasized in order to ensure healthy life and reproduction in both farm animals and pet animals. Key words: Istanbul, Veterinary, Student, Congress, Genistein

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

95

2011-2016 Yıllarındaki Equine Gastrik Ülser Sendromu Analizi

Rugilé Dauliute, Audrius Kucinskas (PhD)

Litvanya Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Kaunas, Litvanya

Gastrik ülserasyonun atların yaşı ve cinsiyeti üzerinde etkisini değerlendirmek.

Çalışma için 144 at incelenmiştir. Bunların 86’sı mezbahada, 58 tanesi de klinik hastalardır. Mezbahadaki atların mideleri açılmış, temizlenmiş ve fotoğraflanmıştır. Klinik hastalarda ise gastroskopi uygulanmıştır. Gastrik mukoza hasarı Adrews(1999)’un EGUS sınıflandırmasına göre değerlendirilmiş, Hinchcliff(2008)’in gruplandırmasına göre altı yaş grubu olacak şekilde gruplandırılmıştır.

Gastrik mukoza ülseri tüm atlarda gözlenmiştir. Mezbahadaki atların %49’unda 2. Derece gastrik ülser gözlemiştir. Bu atların %57’sini kısraklar oluşturmaktadır. 6. Yaş grubu atlar grubun %52’sini oluşturmaktadır. Bu atlardaki ülserasyon 2. , 3. Ve 4. Seviyelerde gözlenmiş, sırasıyla %50, %56 ve %64 oranında gözlenmiştir. Klinikteki 58 atın %59’unu erkekler oluşturmaktadır. Bu atların %47’si çoğunlukla III. Derece gastrik ülser göstermektedir. Klinikteki hastaların en büyük grubunu oluşturan 4. Yaş grubu hastalar II. Ve III. Derece ülserasyonları sırasıyla %50 ve %40 oranlarında göstermektedir.

Mezbahadaki atlar çoğunlukla dişi (%60) ve 6. Yaş grubuna aittir (%52). En çok II. Derece gastrik ülser(%49) gözlenmiştir. Klinikteki atların çoğunluğunu erkekler (%59) oluşturmaktadır. Atların çoğunluğunda III. Derece gastrik ülser saptanmıştır. Anahtar Kelimeler: Atların Gastrik Ülser Sendromu, EGUS

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

96

Analysis of Equine Gastric Ulceration Syndrome 2011-2016

Rugilė Dauliūtė, Audrius Kučinskas (PhD.)

Lithuanian University of Health Sciences, Faculty of Veterinary Medicine, Kaunas, Lithuania

The aim of this study is to evaluate the influence of horse age and sex on the degree of gastric ulceration.

144 horses were included in this study, of which 86 were examined in slaughterhouse and 58 horses were patients of a clinic. In slaughterhouse, horses' stomachs were opened, cleaned and photographed. The gastroscopy was performed to clinic patients. Gastric mucosa damages were evaluated using EGUS classification system by Andrews (1999), horses’ age were categorized into six age groups based on Hinchcliff (2008).

Gastric mucosa was ulcerated in all horses 100%. In slaughterhouse most stomachs was affected II degree gastric ulcers at 49%, of which 57% were mares. Sixth age group comprised of 52% of horses, there ulceration of II, III and IV degree occurred 50%, 56% and 64% of horses respectively. Further, out of 58 horses in clinic, 59% of them were male. Predominantly, 47% of them suffered from III degree gastric ulceration. In largest fourth age group, II and III degree gastric ulceration were common at 50% and 40% respectively.

In slaughterhouse, sixth age group had the largest amount of horses (52%) and there were more females (60%). Most stomachs had II degree gastric ulcers (49%). Clinic received more males (59%), than females (41%). The majority of horses were diagnosed III degree gastric ulcers at 47%.

Key words: Equine Gastric Ulceration Syndrome; EGUS.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

97

Buzdolabı Koşullarında Saklanan Çiğ Köftelerin Raf Ömrü Üzerine Modifiye Atmosfer Paketlemenin (MPA) Etkileri

Selin ÜNVER1, Merve DOĞRU1, Esra AKKAYA2, Enver Barış BİNGÖL2

1İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, 34320, Avcılar, İstanbul 2İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Besin Hijyeni ve Teknolojisi Bölümü, 34320, Avcılar,

İstanbul

Çiğ köfte, özellikle Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgesi başta olmak üzere Türkiye’nin birçok yöresinde geleneksel olarak tüketilen bir gıda maddesidir. Günümüzde, genelde bulgur, tuz, domates salçası, taze soğan, maydanoz, sarımsak, kimyon, isot, karabiber, yenibahar ve çeşitli baharatlardan elde edilmektedir. Bu bileşikler tüketicinin tercihine göre farklı oranlarda eklenmektedir ve üretimi sırasında ise herhangi bir pişirme veya ısıtma işlemi uygulanmamaktadır. Karıştırma işleminden sonra ürün, elde sıkılarak küçük porsiyonlar haline getirilmekte ve çiğ halde tüketilmektedir. Çiğ köfte üretiminden sonraki birkaç saat içerisinde tüketilmelidir. Çiğ köftenin hijyenik kalitesi, personel temizliğine, üretim yöntemine, baharatlara ve kullanılan tüm içeriğin kalitesine bağlıdır.

Bu çalışma, satış süresi boyunca buzdolabı koşullarında muhafaza edilen çiğ köftelerin raf ömrü üzerine modifiye atmosfer paketlemenin etkilerini ortaya koymak için yapılmıştır. Bu doğrultuda, farklı zamanlarda üretilmiş çiğ köfte örnekleri hava ve modifiye atmosfer (40:60, 60:40, 100:0 oranlarında CO2:N2) ile paketlenmiş ve buzdolabında 3 günlük muhafaza süresi boyunca mikrobiyolojik ve fiziko-kimyasal özellikleri yönünden analiz edilmiştir.

Elde edilen bulgulara göre, incelenen örneklerin hiçbirinde E.coli, S.aureus, Salmonella spp. ve L.monocytogenes tespit edilmemiştir. Raf ömrü süresince hava ile paketlenmiş örneklerin TAMB, koliform, Pseudomonas spp. ve küf-maya sayıları MAP uygulanmış gruplardan daha yüksek bulunmuş; modifiye atmosfer uygulanan paketlerde ise artan CO2 miktarı inhibisyon miktarında da artışa yol açmıştır. Çiğ köfte örneklerinin pH ve aw değerleri 3 günlük muhafaza süresince hava paketlilerde artarken, MAP uygulanan örneklerde bu değerler daha düşük olarak kaydedilmiştir. MAP ürünün nispeten nem kaybının da önüne geçmiş ve ilk üretildikleri koşullara daha yakın kalmasını, dolayısıyla ürünün daha az kurumasını sağlamıştır.

Sonuç olarak, modifiye atmosfer paketlenen çiğ köftelerin raf ömrü artarak daha uzun süre bozulmadan reyonda kalabilmiştir. Artan karbondioksit miktarına bağlı olarak koruyucu etki fazlalaşırken, ürün kalite anlamında nispeten üretim özelliklerini koruyabilmiş ve tüketiciler tarafından kabul görebilecek niteliklerini muhafaza edebilmiştir. Bu bilgilerin ışığında, MAP uygulaması satışa sunulacak çiğ köftelerin raf ömrünü duyusal niteliklerini bozmadan koruyabileceği alternatif bir ambalajlama tekniği olabileceği sonucuna varılmıştır.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

98

Effects of Modified Atmosphere Packaging (MAP) on the Shelf-Life of Çiğ Köfte Stored Under Refrigerator Conditions

Selin UNVER1, Merve DOGRU1, Esra AKKAYA2, Enver Baris BINGOL2

1Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, 34320, Avcilar, Istanbul 2 Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Food Hygiene and

Technology, 34320, Avcilar, Istanbul

Çiğ köfte (raw meatball) is a domestic food product consumed traditionally almost everywhere in Turkey, especially Southeast and East Anatolia regions of Turkey. Nowadays, it is generally produced from bulgur (boiled wheat), salt, tomato paste, fresh onion, parsley, garlic, cumin, special paprica (isot), black pepper, all spice and various spices. These ingredients are added at different rates according to consumer’s preferences, but no heating or cooking process is applied during any stage of manufacture and it is eaten totally raw after mixing all. It is hand kneaded thoroughly and shaped into small portions by squeezing in the hand. Çiğ köfte should be consumed in a few hours after production. The hygienic quality of çiğ kofte is depended on personal hygiene, production method, spices, qualities of all ingredients used.

This study was then performed to introduce the effectiveness of modified atmosphere packaging on the shelf-life of çiğ köfte under refrigerator conditions during display life. In this direction, çiğ köfte samples, which were produced at different times, were packed with air and MAP (CO2:N2 at the rate of 40:60, 60:40, 100:0) and were analyzed from the point of microbiological and physico-chemical values during 3 days of refrigerated storage.

According to the results, none of the samples contain E.coli, S.aureus, Salmonella spp. and L.monocytogenes. The counts of TAMB, coliform, Pseudomonas spp., yeast and mold in air packed samples were higher than MAP ones during shelf-life; however, increasing level of CO2 in MAP packages caused an increase in the inhibition of bacteria. While pH and aw values increased in air packed samples during 3 days of storage, these values are recorded lower in MAP ones. MAP has also averted the products’ loss of moisture relatively and kept it closer to the conditions in which it was first produced, thereby it has remained the product less dry.

In conclusion, çiğ köfte packed with MAP, can be stored longer on the aisles without any deterioration. Depending upon the increasing CO2 levels, the protective effect enhances while the quality characteristics of the product can be preserved and remained the acceptable properties by the consumers. In the light of these data, MAP can be an alternative packaging application for çiğ köfte without damaging the organoleptic characteristics of the product during whole shelf-life.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

99

Köpeklerde Nono-Invazif Kan Basıncı Ölçümü – Klinisyen Yaklaşımı

Selin Çavuşoğlua, Ahmet Sarılb, Pınar Leventb, Meriç Kocatürkb ve Zeki Yılmazb

a İntern Öğrenci, Uludağ Universitesi, Veteriner Fakültesi, Nilüfer, 16059, Bursa, Türkiye b Uludağ Universitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları AD, Nilüfer, 16059, Bursa, Türkiye

Bu çalışmada farklı sistem şikayetleri olan köpeklerde non-invazif tansiyon ölçümü ile hemodinamik değişimlerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.

Bu amaçlar için Hayvan Hastanesine tanı ve tedavi için getirilen köpekler (n=23) kullanılmıştır. Köpekler üç gruba ayrılmıştır; kalp hastalığı (G1, n=10), renal yetmezliği (G2, n=8) ve sepsisli olanlar (G3, n=5). Tanılarda rutin klinik muayene ile birlikte hematolojik, biyokimyasal, radyolojik, elektrokardiyografik ve ekokardiyografik muayenelerden yararlanılmıştır. Renal yetmezlik seçim kriterleri BUN>100 mg/dL ve serum Cr>2,1 mg/dL ile aktif idrar sedimenti bulguları idi. Sepsisli olgular parvovirus pozitif olup SIRS kriterlerini göstermekteydi. Doppler yöntemi ile sistolik (SAP) ve diyastolik kan basınçları (DAP) ölçüldü.

Tüm köpeklerin yaş (ortalama, minimum ve maksimum: 12,5 yıl, 2 ay ve 15 yıl) ve canlı ağırlık değerleri (11,1 Kg, 3 kg ve 36 kg) ile cinsiyet dağılımları (erkek 14, dişi 9) değişkendi. Kalp hastalıkları dilate kardiyomiyopati (n=4) ve mitral kapak prolapsuslu (n=4) olguları içerdi. G1’de beş olguda, G2’de 6 olguda SAP değeri yüksek (>160 mmHg) belirlendi. G3’te üç olguda SAP<90mmHg olarak saptandı. G1 ve G3 arasında DAP değerlerinde anlamlı farklılık (98±8 & 59±2 mmHg, P<0,001) gözlendi.

Klinik muayenede tansiyon ölçümünün yapılması gerektiği hatırda tutulmalıdır. Kalp ve renal yetmezliklerde hipertansiyon eğilimi, sepsislerde ise hipotansiyon eğilimi tanı ve tedaviye yön verebilir düşüncesindeyiz.

Anahtar kelimeler: Non-invazif tansiyon ölçümü, kalp, renal yetmezlik, sepsis, köpek

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

100

Non-invasive Blood Pressure Measurements in Dogs - A Clinician's Approach

Selin Çavuşoğlua, Ahmet Sarılb, Pınar Leventb, Meriç Kocatürkb ve Zeki Yılmazb

a Intern Student, Uludag University, Faculty of Veterinary, Nilufer, 16059, Bursa-TURKEY b Department of Internal Medicine, Faculty of Veterinary, Uludag University, Nilüfer, 16059,

Bursa-TURKEY

In this study, it was aimed to evaluate hemodynamic changes by measuring non-invasive blood pressure (NIBP) in dogs with different system disorders.

Dogs (n = 23) admitted to the animal hospital for diagnosis and treatment were used for these purposes. The dogs are divided into three groups; cardiac disease (G1, n = 10), renal failure (G2, n = 8) and sepsis (G3, n = 5). Hematological, biochemical, radiological, electrocardiographic and echocardiographic examinations were used during diagnostic work-up together with routine clinical examination. The criteria for renal failure were active urinary sediment with serum BUN> 100 mg/dL and Cr> 2.1 mg/dL. The cases with sepsis were parvovirus positive and showed SIRS criteria. Systolic (SAP) and diastolic blood pressures (DAP) were measured by the Doppler method.

All dogs were varied in age (mean, minimum and maximum: 12.5 years, 2 months and 15 years), body weight (11.1 kg, 3 kg and 36 kg) and gender (male 14, female 9). Heart diseases included dilated cardiomyopathy (n = 4) and mitral valve prolapsus (n = 4). SAP values were higher (> 160 mmHg) in five cases in G1 and 6 cases in G2. In G3, SAP was detected as <90mmHg in three cases. A significant difference in the DAP values between G1 and G3 (98±8 & 59±2 mmHg, P<0.001) was observed.

It should be kept in mind that; NIBP measurement should be performed on the clinical examination. The tendency of hypertension in the heart and renal failure and the tendency of hypotension in sepsis may have advantages for diagnosis and treatment stratagies.

Key words: Non-invasive blood pressure measurement, heart, renal failure, sepsis, dog

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

101

Geleneksel Tıbbın Mucizesi; Timokinon

Şima Kılıça, Esra Duymaza, Ayça Üvezb, Ebru Gürel-Gürevinc, Elif İlkay Armutakb

aİstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, 34320, İstanbul

bİstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, 34320, İstanbul

cİstanbul Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü, 34134, İstanbul

Çörek otu, yüzlerce yıldır bütün dünyada çeşitli hastalıkların sağaltımında kullanılan, Latince Nigella sativa olarak tanınan, doğal bitkisel ilaçlar grubunda bulunan bir bitki türüdür. Nigella sativa'nın kimyasal bileşimi çok zengin ve farklıdır. İçeriğindeki uçucu yağlarda %18,4-24 oranında bulunan, farmakolojik yönden en aktif bileşen ise Timokinon olarak bilinir. Timokinon’un; antikanserojenik, antihiperlipidemik, antidiyabetik, anti-inflamatuvar, antihelmintik, gastroprotektif, hepatoprotektif, nöroprotektif, immün sistemi güçlendirici gibi birçok etkiye sahip olduğu belirlenmiştir. Nigella sativa içeren bazı ticari preparatlar, hayvanların çeşitli hastalıklarının tedavisinde kullanılmaktadır. Köpeklerde kenelere karşı etkin kovucu bir etki gösterdiği, çeşitli böcek ısırıklarında ve deri enfeksiyonlarında etkili olduğu görülmüştür. Bazı araştırmacılar tarafından, köpeklerde leishmaniosis sağaltımında başarılı sonuçlar elde edilebileceği bildirilmiştir. İneklerde mastitis hastalığı üzerine yapılan in vivo ve in vitro başka bir çalışmada ise, mastitis oluşturan patojenik bakterilere karşı anti-bakteriyel etkisi kanıtlanmıştır.

Geleneksel tıpta yüzyıllardır kullanılan timokinonun geniş etkili tedavi potansiyelinden yararlanarak, veteriner hekimlikte timokinon için çeşitli kullanım alanları yaratılabilir. Sağaltımda gelecek vaad eden bu timokinonla ilgili daha çok çalışmalar yapılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Çörek otu, Timokinon, Nigella sativa

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

102

The Miracle of Traditional Medicine; Thymoquinone

Sima Kilica, Esra Duymaza, Ayça Uvezb, Ebru Gurel-Gurevinc, Elif Ilkay Armutakb

aIstanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Istanbul bIstanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Histology and Embryology,

34320, Istanbul

cIstanbul University, Faculty of Science, Department of Biology, 34134, Istanbul

Black cumin has been used for hundreds of years in the treatment of

various diseases all over the world, known as Latin Nigella sativa, which is a plant species found in a group of natural herbal medicines. The chemical composition of Nigella Sativa is very rich and different. The ingredient of essential oil at a rate of 18,4-24%, Thymoquinone is known as the most active component in the pharmacological aspect of black cumin. Thymoquinone has been determined many effects, such as anticarcinogenic, antihyperlipidemic, antidiabetic, anti-inflammatory, antihelmintic, gastroprotective, hepatoprotective, neuroprotective, strengthening of the immune system. Some commercial preparations of Nigella sativa are used in the treatment of various diseases of animals. It has been shown that an effective repellent effect against ticks in dogs, and also effective in various insect bites and skin infections. Some researchers have reported that successful results can be obtained in the treatment of leishmaniosis in dogs. In vivo and in vitro study on mastitis disease in cows has demonstrated antibacterial effects against the mastitis-causing pathogenic bacteria.

Thymoquinone has been used for centuries in traditional medicine, due to benefit from wide-ranging therapeutic potential, accordingly various uses for thymoquinone can be created in veterinary medicine. More research is needed on this promising thymoquinone in treatment.

Key words: Black cumin, Thymoquinone, Nigella sativa

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

103

Üsküp Çevresinden Toplanan Su Örneklerinin Mikrobiyolojik Güvenliği, Fiziksel Ve Kimyasal Analizi

Filip Bozinovski a,Tamara Blazhevska a

aVeteriner Fakültesi Öğrencisi, Skopje, Makedonya b Ss. “Cyril and Methodius” Üniversitesi, Gıda Enstitüsü, Skopje, Makedonya

Üsküp ve çevresinde kilisi, cami ve okul yakınlarında birçok su kaynağı bulunmaktadır.

Birçok insan bu su kaynaklarından su içmekte ve bu sebepten ötürü suların fiziksel ve kimyasal karakterlerinin belirleneceği ve bu suları insanların tüketmesinin güvenli olup olmadığı belirlemek amacıyla bu bilimsel çalışmanın yapılmasına karar verildi.

Bu çalışmanın amacı Skopje yakınındaki su kaynaklarının mikrobiyolojik, fiziksel ve kimyasal olarak incelenmesi ve insan sağlığı açısında güvenli olup olmadığının belirlenmesidir.

Bu çalışma amacıyla Skopje ve çevresinde bulunan 20 farklı su kaynağından örnekler toplandı ve ISO standardına göre inceleme yapıldı.

Mikrobiyolojik analiz için her bir örnekte Escherichia coli, Pseaudomonas aeruginosa, intestinal bacteriler, Klostridium türleri ve 22 ve 37 C üreyebilen tüm mikroorganizmalar arandı.

Membran filtrasyon metodu kullanıldı. Sonuçta, fekal kontaminasyon belirlendiği için suların güvenli

olmadığı belirlendi. Anahtar kelimeler: Su, güvenlik

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

104

Microbiology Safety, Physical and Chemical Analysis in Water Near Skopje

Filip Bozinovski a, Tamara Blazhevska a

aStudent, Faculty of Veterinary Medicine, Skopje, Macedonia

bFood institute, Faculty of Veterinary Medicine, University Ss. “Cyril and Methodius”, Skopje, Republic of Macedonia

Skopje and its surroundings have a lot of water springs near churches, mosques, schools.

A lot of people drinks water from that sources, and that’s why we decided to make scientific research to learn waters physical and chemical characteristics and to prove is it the water safe for people to drink.

Microbiology examination of spring water near Skopje Physical and chemical analysis of spring water near Skopje To prove is it the water that people drinks safe

For this research we took 20 different water samples from Skopje and its surroundings, and we use ISO standard for microbiology and physical and chemical analysis in waters Microbiology analysis was made on every sample searching for : Escherichia coli, Pseaudomonas aeruginosa, intestinal bacteria, sulfitoreductive anaerob clostridials and all bacteria that grow on 22 and 37Tc Method: we use membrane filtration

Big percent of water that we examine was not safe for drink because of fecal contamination

Key words: water; safety

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

105

İlaca Bağlı Nefrotoksisitede Antioksidanların Rolü

Tameris Melek BİLGİNa Handan VURALb

a İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi 34320 Avcılar, İstanbul, Türkiye b İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Farmakoloji ve Toksikoloji Anabilim Dalı 34320

Avcılar, İstanbul, Türkiye

İlaca bağımlı nefrotoksisitenin oluşumunda serbest oksijen moleküllerinin oluşumu büyük bir yer kaplamaktadır. Bunun sebebi olarak böbreklerin kimyasalları toksik ara ürünlere metabolize etmeleri sonucu bu reaktif ara ürünlerin hücresel makromoleküllere bağlanarak ya da membranlar veya nükleik asitler gibi fonksiyonel olarak önemli olan hücresel yapıların peroksidatif hasarına yol açarak yapmaktadır. Bu serbest oksijen molekülleri süperoksit anyonu (O-), hidrojen peroksit (H2O2), peroksinitrit (ONOO-), hidroksil radikali (OH-) ve hipoklorik asit (HOCL-) gibi hüclerelin normal metabolik aktiviteleri sırasında ortaya çıkarlar. Oksidatif stres kaynaklı böbrek hasarı glomerüler, tübülointerstisyel ve endotelyal değişikliklerdir. Gentamisin, amikasin sisplatin, kontrast madde gibi bazı ilaçların da nefrotoksik etkileri ROS oluşumunun artışı ile ilgilidir. Resveratrol, N-asetil Sistein, Askorbik Asit, Alfa Lipoik Asit(ALA) , Alfa Tokoferol (vit.E), Ebselen Parikalsitol, Aposinin Beta-glukan, Nebivolol, Melatonin, Curcumin, Trimetazidin gibi antioksidanların nefrotoksisideki rölü serbest oksijen moleküllerinin oluşturacağı oksidatif hasarı engelleyici yada geciktirici maddeleren olmalarından kaynaklanmaktadır. Bunlara ek olarak Allium Sativum bitkisinin antioksdian özelliklerine ayrıca değinilmiştir.

Sonuç olarak antioksidanların ilaca bağlı nefrotoksisitede ki rolü serbest oksijen radikallerinin önemli bir kısmını oluşturan reaktif oksijen molekülleirin olşumunu önlemesiyle, UV radyasyonu absorpladığı veya anti-oksidasyon reaksiyonuna gecişli metal iyonun şelatoru olarak girdiğinde singlet oksijen aktivatoru olarak davranarak veya hidroperoksiti (ROOH) radikal olmayan urunlere cevirerek nefrotoksite tevadavisinde ana tedaviye yardımcı olarak yada nefrotoksisitenin oluşmasında koruyucu etki yaptığı düşünülmektedir.

Anahtar Kelimeler: İstanbul, Veteriner, Öğrenci, Kongre, Antioksidan

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

106

The Role of Antioxidants in Drug Dependent Nephrotoxicosis

Tameris Melek BİLGİNa Handan VURALb

a İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi 34320 Avcılar, İstanbul, Türkiye b İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Farmakoloji ve Toksikoloji Anabilim Dalı 34320

Avcılar, İstanbul, Türkiye

The formation of free oxygen molecules in the formation of drug-dependent nephrotoxicity takes up a great deal of space due to binding of these reactive intermediates to cellular macromolecules or cause peroxidative damage of functionally important cellular structures such as membranes or nucleic acids, as a result of which the kidneys metabolize chemicals to toxic intermediates. These free oxygen molecules such as superoxide anion (O-), hydrogen peroxide (H2O2), peroxynitrite (ONOO-), hydroxyl radical (OH-) and hypochloric acid (HOCL-) occur during normal metabolic activities of the cells. Oxidative stress induced renal damages are glomerular, tubulointerstitial, and endothelial changes.The nephrotoxic effects of certain drugs, such as gentamicin, amikacin, cisplatin, and contrast media, are related to increased ROS formation.The role of the antioxidants such as Resveratrol, N-acetyl Cysteine, Ascorbic Acid, Alpha Lipoic Acid (ALA), Alpha Tocopherol (Vit.E), Ebselen Paricalcitol, Aposinin Beta-Glucan, Nebivolol, Melatonin, Curcumin, Trimetazidine in nephrotoxicity is caused by the fact that being oxidative damage inhibiting or retarding agents that will be formed by oxygen molecules. In addition, the antioxidant properties of allium sativum plant are also mentioned.

As a result, the role of antioxidants in drug-dependent nephrotoxicosis is tought to be preventing the formation of reactive oxygen molecules that constitues the substantial amount of free oxygen radicals, acting as a singlet oxygen activator when UV irradiation is absorbed or entered the antioxidation reaction as a chelator of a transition metal ion or transforming hyperperoxide (ROOH) into non-radical products during nephrotoxicity treatment or making protective effect in nephrotoxicity formation. Key words: Istanbul, Veterinary, Student, Congress, Antioxidant

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

107

3 Farklı Atletik Türün Fizyolojik Parametrelerinin Karşılaştırılması: At, İnsan ve Köpek

Taylan Arslana, Berjan Demirtaşa,1, Çağla Parkan Yaramışa, Dilek Olgun Erdikmenb

aVeteriner Fakültesi Meslek Yüksekokulu, İstanbul Üniversitesi, 34320, Avcılar İstanbul, Türkiye.

bCerrahi Anabilim Dalı, Veteriner Fakültesi İstanbul Üniversitesi, 34320, Avcılar İstanbul, Türkiye.

1Sorumlu yazar.

Türler arasında atletik performans düşünüldüğünde akla ilk gelen türler at, insan ve köpektir. Bu türlerin farklı evrimsel gelişimi yanında, farklı fizyolojik yapıları atletik performanslarını etkilemektedir. Bu çalışmada amaç dünyada en iyi atletlerden olan atı diğer en iyi atlet türlerinden olan insan ve köpek ile karşılaştırarak atın atletik performanstaki yerini türler arasında belirleyebilmektir.

Geniş literatür taraması yapılarak at, insan ve köpek türlerinin evrimsel süreci ve egzersiz sırasındaki fizyolojik parametreleri incelenmiştir.

At evrimsel süreçte düşmanlarından kaçabilmek için kısa sprint ve yem bulmak için gün boyu uzun mesafeler kat ettiğinden dayanıklılık koşularına yatkındır. Atın iskelet kasının diğer türlere kıyasla daha fazla tip II kas lifi içermesi, oksijen kullanma kapasitelerinin yüksekliği ve egzersiz sırasında yaklaşık iki katına çıkan hematokrit değerleri gibi birçok fizyolojik üstünlükleri nedeniyle gerek kısa mesafe gerekse uzun mesafe koşularda en iyi atlettir.

Anahtar kelimeler: Atlet, at, tazı, insan, performans.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

108

Comparison of Physiological Parameters of 3 Athletic Species: Horse versus Human and Dog

Taylan Arslana, Berjan Demirtaşa,1, Çağla Parkan Yaramışa, Dilek Olgun Erdikmenb

aVeteriner Fakültesi Meslek Yüksekokulu, İstanbul Üniversitesi, 34320, Avcılar İstanbul, Türkiye. bCerrahi Anabilim Dalı, Veteriner Fakültesi İstanbul Üniversitesi, 34320, Avcılar İstanbul,

Türkiye. 1Corresponding author.

Of all the athletic species, horse, human and dog are considered as the best athletes. Apart from their evolutionary back ground, the differences in their physiological structure affect their athletic performance. The aim of this study is to compare the athletic ability of the horse with those of human and dog athletes and determine the athletic performance of horse among all these species.

We reviewed the articles about evolutionary and physiological based parameters of these species.

In evolutionary aspect, horses evolve as both sprinter and endurance athletes since they had to run away from their predators and had to walk in long distances to seek food. In physiological aspect having more type II fibers in their skeletal muscle, having the highest O2 consumption rate (VO2max) and approximately 50% increase in hematocrit value during exercise make horse’s best athletes both in sprint and endurance racing.

Key words: athlete, horse, greyhound human, performance.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

109

Efedrin’in Tedavi Ve Doping Amaçli Kullaniminin Kardiyovasküler Sistem Ve Sinir Sistemi Üzerine İstenmeyen

Etkileri

Taylan Toka Handan Vuralb

a İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi 34320 Avcılar, İstanbul, Türkiye b İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Farmakoloji ve Toksikoloji Anabilim Dalı 34320

Avcılar, İstanbul, Türkiye

Efedrin, Ephedra sinica'nın ve diğer üyelerinin aktif bileşenidir. Sempatomimetik etkileri olan sentral sinir sistemini uyarıcı nitelikte bir ilaçtır. Kronik astım, bronşit, amfizem hastalıklarının semptomatik tedavisinde kullanılmaktadır. Efedra alkaloidleri veteriner hekimlikte merkezi sinir sistemi uyarıcısı olarak; idrar tutamama, nasal konjesyon, konsantrasyon artırıcı ve iştah azaltıcı olarak kullanılmaktadır. Ayrıca agresyon, huysuzluk, kalp atım hızı artışı, yüksek tansiyon gibi yan etkileri görülebilmektedir. Çeşitli hastalıklarda kontrendikedir; ayrıca beta blokörler, nöromüsküler blokörler anestezikler ile birlikte kullanımda istenmeyen reaksiyonlar gözlenmektedir. Efedrin atlarda doping amacıyla Merkezi Sinir Sistemi ve Kardiyovasküler Sistemi uyarmakta, performans artırıcı olarak kullanılmaktadır. Ayrıca atletler arasında kilo verme amacıyla da kullanılmaktadır. Ancak efedrin doping amaçlı olarak yan etkileri nedeniyle FDA tarafından yasaklı ilaçlar kapsamındadır. Efedra alkaloidlerinin kullanımı sonucu, ölüm ve kalıcı sakatlık vakaları ile sonuçlanan durumlar mevcuttur. Efedra alkaloidlerinin amfetamin ile çapraz reaksiyonu sonucu subaraknoid kanamaya neden olduğu bildirilmektedir. Efedra alkaloidlerinin beşeri kullanımında, anksiyete, huysuzluk, uykusuzluk gibi yan etkileri de vardır. Sonuç olarak Veteriner hekimlikte tedavi amaçlı kullanılmakla birlikte yan etkileri de mevcuttur. Bu yan etkiler doza bağımlı ve diğer bazı ilaçlarla birlikte kullanıldığında ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla efedra alkaloidlerinin kullanımında doz ve diğer ilaçlarla etkileşimi konusunda dikkatli olunmalıdır.

Anahtar Kelimeler: İstanbul, Veteriner, Öğrenci, Kongre, Efedrin

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

110

Effect of Efedrin's Therapeutic and Doping Purpose on the Cardiovascular System and the Nervous System

Taylan Toka Handan Vuralb

a İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi 34320 Avcılar, İstanbul, Türkiye

b İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Farmakoloji ve Toksikoloji Anabilim Dalı 34320 Avcılar, İstanbul, Türkiye

Ephedrine is the active component of Ephedra sinica and its’ other members. Its a nervous system stimulater that has a sympathomimetic effect. It is used in the symptomatic treatment of chronic asthma, bronchitis and emphysema diseases. Ephedra alkaloids are used in veterinary practice as central nervous system stimulator; in treatment of urinary incontinence, nasal congestion, as a concentration enhancer and appetite suppressant. Side effects such as anxiety, moodiness, increased heart rate, high blood pressure can also be seen. It is contraindicated in various diseases; in addition, adverse reactions are observed in combination with beta blockers, neuromuscular blockers and anesthetics. Ephedrine stimulates Central Nervous System and Cardiovascular System for doping purpose in horses and is used as a performance enhancer. It is also used for weight loss among athletes. However, ephedrine is prohibited by the FDA due to side effects for doping purposes. There are situations cused by the ephedra alkaloids, resulting in death and permanent disability. Ephedra alkaloids have been reported to cause subarachnoid hemorrhage resulting in cross reaction with amphetamine. Ephedra alkaloids also have side effects such as anxiety, moodiness and insomnia in human use. As a result, there are side effects as well as being used for treatment in veterinary medicine. These side effects are dose-dependent and are caused by the use of some other medicines. Therefore, attention should be paid when using ephedra alkaloids in terms of dose and interaction with other drugs.

Keywords: İstanbul, Veterinary, Student, Congress, Efedrin

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

111

Kedi ve Köpeklerde Sağırlık ve BAER Testi

Tolga GÜREL

Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, 65080, Van, Türkiye

Kedi ve köpeklerde sağırlığın tanısında kullanılan BAER testinin kongenital ve edinsel sağırlığın tanısındaki yeri ve uygulama alanlarını irdelemek amaçlandı.

Bu çalışmada özellikle beyaz renk ağırlıklı tek veya her iki gözü mavi renkli kedi ve köpeklerde sağırlık tanısının konulmasında BAER testinin yeri ve uygulama alanları konusunda yapılan çalışmalar değerlendirildi. Üç farklı bölgeye yerleştirilen üç ayrı elektrottan kaydedilen akımların ortalaması alınarak yapılan testin hayvanların refahı ve yaşam kalitesinin değerlendirilmesindeki rolü tartışıldı.

Yapılan çalışmalar; sekiz haftalık yaşlı ve ağırlıklı olarak beyaz renk taşıyan kedi ve köpeklerde sağırlık oranının yüksek olduğu görülmektedir. Bu hayvanlarda beyaz rengin yanısıra tek veya çift taraflı olarak gözlerin mavi olmasının sağırlık yüzdesini arttırdığı izlenmektedir. Son yıllarda BAER testi ile primer sekretuar otitis media ve merkezi sinir sistemi kaynaklı kongenital sağırlığın ayırıcı tanısı yapılabilmektedir.

Özellikle yurtdışında beyaz renk ağırlıklı kedi ve köpeklerde BAER testi ile kongenital sağırlık kontrolü bir zorunluluk olarak yapılmaktadır. Ülkemize özgü beyaz renk ağırlıklı Akbaş Çoban Köpeği, Van Kedisi ve Ankara Kedisi gibi yerli ırklarımızda da bu testin rutin olarak uygulanması gerektiği kanısına varılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Sağırlık, BAER Test, Kedi, Köpek

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

112

Deafness and BAER Test in Cats and Dogs

Tolga GÜREL

Yüzüncü Yıl University, Faculty of Veterinary Medicine, 65080, Van, Turkey

To investigate the recognition and application areas of congenital and acquired deafness of the BAER test, the prevalence of deafness in cats and dogs is aimed.

In this study, the studies on the deafness and BAER test and application areas were evaluated especially in white cats with blue eyed and also dogs too. The role of the already-sequenced array test, recorded on three separate electrodes placed in three different regions, on the welfare of the animals and in the assessment of quality of life was discussed.

Studies done; It is seen that the ratio of deafness is high in cats and dogs that are eight weeks old and predominantly white. It is observed in these animals that the blue color of the eyes, in addition to white color, increases the percentage of the deafness. In recent years, the differential diagnosis of primary secretory otitis media and congenital deafness originating from the central nervous system can be made by the BAER test.

Control of congenital deafness is a necessity with BAER test especially on white color domesticated cats and dogs in abroad. Akbas Çoban Köpeği, Van Kedisi and Ankara Kedisi were also performed according to the belief that this test should be routinely performed.

Key words: Deafness, BAER Test, Cat, Dog

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

113

Vietnamdaki Vahşi Kuşlarda Gözlenen Çiğneyici Bitleri (Phthiraptera: amblycera, ischnocera)

Tomas Nijer, Nguyen Manh Hung, Oldrich Sychra Veteriner ve Farmasötikal Bilimleri Üniversitesi, Veteriner Hijyeni ve Ekoloji Fakültesi, Biyoloji

ve Vahşi Yaşam Hastalıkları Anabilim Dalı, Brono, Çek Cumhuriyeti Vietnam Bilim ve Teknoloji Akademisi, Ekoloji ve Biyolojik Kaynaklar Enstitüsü, Parazitoloji

Anabilim Dalı, Hanoi, Vietnam

Çalışmamız öncesi Vietnam’daki vahşi kuşlarda sadece on çiğneyici

biti saptanmıştı. Bu çalışmanın amacı, 2008’den sonra yeni veriler elde etmektir. Çalışma, 2008, 2010 ve 2016 yıllarındaki Kuzey Vietnam, 2015’te Orta

Vietnam ve 2011 ile 2012’de Güney Vietnam’ı kapsamaktadır. Genel olarak 133 türe ait 959 kuş incelenmiştir. Bu kuşların, 50 türüne ait 299 örnek kuzeyden, 39 türüne ait 227 örneği orta ve 86 türüne ait 433 örnek güneyden elde edilmiştir. Daha önceki çalışmalarımızda kuşlar canlı olarak yakalanmış, türü belirlenmiş, incelenmiş ve salınmıştır (Najer et al.; 2012 a, b, c, 2014; Sychra et al., 2009, 2014).

İncelenen kuşların 61 türe ait 282’sinde (%29 prevalans ile) 10 cinste

2175 parazit saptanmıştır (7.7 yoğunluk 2.2 ana çokluk). En yüksek prevalans, Pycnonotidae, Timaliidae sensu lato ve Muscicapidae ailesine aittir. En baskın cinsler Bruella (%42) ve Myrsidea (%31) olarak belirlenmiştir. Üç kuşta endemik türlerden Garrulax yersini, Zoothera dauma ve Garrulax maesi’ye ait 50’den fazla bir saptanmıştır.

Toplamda 110 konak-bit bağlantısı bulunmuş, bunlardan 9 tanesi yeni

türler (7 Brueelia, 1 Philopteroides ve 1 Myrsidea) olarak belirlenmiştir. İlginç bir bağlantı Cymbirhynchus macrorhynchos (Eurylaimidae)’de gözlenmiş, 32 kuşun tamamında Myrsidea claytoni gözlenmiştir. M. claytoni normalde Pycnonotidae ailesine aitken, ilk olarak türün doğal ortamda konak değiştirdiği belirlenmiştir. Anahtar Kelimeler: Passeriformes, Menacanthus, Philoperoides

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

114

CHEWING LICE (PHTHIRAPTERA: AMBLYCERA, ISCHNOCERA) FROM WILD BIRDS IN VIETNAM

Tomas Najera, Nguyen Manh Hungb, Oldrich Sychraa

aUniversity of Veterinary and Pharmaceutical Sciences, Faculty of Veterinary Hygiene and Ecology, Department of Biology and Wildlife Diseases, Brno, Czech Republic

bVietnam Academy of Science and Technology, Institute of Ecology and Biological Resources, Department of Parasitology, Hanoi, Vietnam

Before our study, there were only ten species of chewing lice recorded in wild birds in Vietnam. The purpose of this paper is to present new data gathered during our research since 2008.

The research took place in 2008, 2010 and 2016 in northern Vietnam, in 2015 in central Vietnam, and in 2011 and 2012 in southern Vietnam. In generally, 959 birds of 133 species were examined, 299 ex. of 50 spp. in northern, 227 ex. of 39 spp. in central and 433 ex. of 86 spp. in southern Vietnam. The birds were captured alive, determined, examined and deloused as described in our papers (Najer et al., 2012a, b, c, 2014; Sychra et al., 2009, 2014).

A total of 282 birds of 61 spp. (prevalence 29%) were parasitized by 2175 chewing lice (mean intensity 7.7, mean abundance 2.2) belonging to 10 genera. The highest prevalences were found on families Pycnonotidae, Timaliidae sensu lato and Muscicapidae. The most dominant genera were Brueelia (42%) and Myrsidea (31%). Three birds were infested by more than 50 lice – endemic Garrulax yersini, Zoothera dauma and Garrulax maesi.

A total of 110 host-louse associations were found, including nine new species (7 Brueelia, 1 Philopteroides and 1 Myrsidea). Interesting association was found in Cymbirhynchus macrorhynchos (Eurylaimidae), all 32 birds examined were parasitized by Myrsidea claytoni. While the original hosts of M. claytoni belong to the family Pycnonotidae, our record represents the first case of natural host-switching in this genus.

Key words: Passeriformes, Menacanthus, Philopteroides

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

115

Koyun Yetiştiriciliğinde Yararlı Tanı Aracı Olarak Hematoloji Parametreleri

Trajanovski Acea, Igor Ulchara, Iskra Cvetkovikjb, Igor Djadjovskic, Aleksandar

Janevskic, Irena Celeskaa

aUniversity St Cyril and Methodius Skopje, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Pathophisiology, Republic of Macedonia

bUniversity St Cyril and Methodius Skopje, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Microbiology and Immunology, Republic of Macedonia

cUniversity St Cyril and Methodius Skopje, Faculty of Veterinary Medicine, Farm Animal Health Department, Republic of Macedonia

Bu araştırmanın temel amacı koyun sürüsünde hastalık görünümü sırasında hematoloji

analizi ve sonuçların yorumlanmasıdır. Koyunlarda görülen hastalıklar, bulaşıcı, toksik ve paraziter gibi farklı etyolojik faktörlerden kaynaklanabildiği gibi yönetim uygulamaları veya metabolik bozukluklar nedeniyle üretim hastalığı olarak da sınıflandırılabilirler. Etiyolojisi ve morbidite/ mortalite oranları göz önüne alınmaksızın, değişen hematoloji parametreleri tanıyı sağlamaya yönelik yararlı bir gösterge ve tanı aracı olabilir.

Üç farklı koyun çiftliğinden, toplam kan numuneleri (n=36) toplanarak eşit olarak üç

gruba ayrıldı. Tüm kan numuneleri, jugularis venasından alınarak EDTA tüplerinde toplandı. Hematoloji analizleri, koyunlar için olan veteriner yazılım programı ile Exigo Eosvet(İsveç) analizörü üzerinden gerçekleştirildi. Kan yaymaları tek katmanlı kan slaytları olarak yapılmış, kurutulmuş ve Diff Quck(Merck) ile boyanmıştır. Kan hücrelerinin mikroskobik değerlendirilmesi, immersiyon yağı ile 100x büyütmede yapıldı. Elde edilen hematoloji sonuçları, istatistik 8.0 üzerinden analiz edildi.

RBC(1012/L)' nin istatistiksel yorum, üç çiftlik arasında anlamlı farklılıklar(p<0.05)

ortaya koymuştur. İlk çiftlikteki koyunlara, lenfositoz, monositoz ve nötrofili ile birlikte belirgin lökositoz (28.4 109/L), ağır anemi tablosu ( 3.69 1012/L) ve psödotrombositopeni ile Listerioz (Listeria monocytogenes) ve enterotoksemi teşhisi konulmuştur. Kan yaymalarında anisositoz, romatoidal eritrosit dağılımı gösteren poikilositoz ve anülositlerin baskın bir popülasyon olduğu görüldü.

İkinci çiftlikte ise bakır zehirlenmesi tespit edildi, koyunlar normal lökogram ve orta

şiddette anemi RBC(5.54 1012/L) sergiledi. Kan smearlerinde non-rejeneratif normositik normokromik anemi fark edildi ve normal saptanan eksantrosit ve kordosit gibi eritrositlerde anormal hemoglobin dağılımı bulundu. Üçüncü çiftlikten gelen koyunlarda hematolojik analizlerin, negatif enerji dengesi boyunca ciddi metabolik değişikliklerden kaynaklanan normal lökosit sayısıyla (8.11 109/L) birlikte hafif anemi (RBC 8.56 1012/L) gösterdiği ve kan yaymalarında belirgin bir değişiklik göstermediği gebelik toksemisi vardı.

Hematoloji parametreleri, koyun sürüsünde hastalık görünümü sırasında multimodal

yaklaşımda yararlı tanı aracı olarak kullanılabilir. Hemogramda ve lökogramda değişiklik, benzer veya çeşitli klinik bulguların yanı sıra teşhis konusundaki ileri analiz için göstergeler olabilir. Anahtar Kelimeler: Hematoloji parametreleri, anemi, lökositozis, koyun, çiftlikler

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

116

Hematology Parameters as Useful Diagnostic Tool In Sheep Breeding

Trajanovski Acea, Igor Ulchara, Iskra Cvetkovikjb, Igor Djadjovskic, Aleksandar Janevskic, Irena Celeskaa

aUniversity St Cyril and Methodius Skopje, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Pathophisiology, Republic of Macedonia

bUniversity St Cyril and Methodius Skopje, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Microbiology and Immunology, Republic of Macedonia

cUniversity St Cyril and Methodius Skopje, Faculty of Veterinary Medicine, Farm Animal Health Department, Republic of Macedonia

The main purpose of this research is establishing hematology analyses and interpretation

of results during disease appearance in the sheep flock. Diseases in sheep can be caused by different etiological factors such as infectious, toxic and parasitic or they can be classified as production diseases due to management practices or metabolic disorders. Regardless their etiology and morbidity/mortality rate, the altered hematology parameters can be a useful indicator and diagnostic tool towards establishing the diagnosis.

Total blood samples (n=36) were collected from three different sheep farms, equally divided into three groups. Whole blood samples were collected by venipuncture of jugularis in EDTA tubes. Hematology analyses were performed on Exigo EosVet analyzer (Sweden), with veterinary software program for sheep. Blood smears were made as monolayer blood slides, dried and stained with Diff Quck (Merck). Microscopic evaluation of blood cells was done on 100x magnification with immersion oil. Obtained hematology results were analyzed on Statistic 8.0.

Statistical interpretation of RBC (1012/L) revealed significant difference (p<0.05) between three farms. The sheep from the first farm were diagnosed with Listeriosis (Listeria monocytogenes) and enterotoxaemia, revealing severe anemia (3.69 1012/L), marked leukocytosis (28.4 109/L) with lymphocytosis, monocytosis and neutrophilia as well as pseudothrombocytopenia (102.0 109/L). Blood smears showed anisocytosis and poikilocytosis with rouleaux distribution of erythrocytes and anullocytes were predominant population. Copper toxicity was diagnosed in the second farm were the sheep exhibited moderate anemia RBC (5.54 1012/L) with normal leucogram. Nonregenerative normocytic normochromic anemia was noticed on the blood smear, with abnormal hemoglobin distribution into erythrocytes, such as eccentrocyte and codocyte as usual finding. The sheep from the third farm had gravidity toxaemia where the hematology analyses demonstrated mild anemia (RBC 8.56 1012/L) with normal leukocyte count (8.11 109/L) induced by severe metabolic changes during negative energy balance and no evident changes in the blood smears.

Hematology parameters can be used as useful diagnostic tool in multimodal approach during disease appearance in the sheep flock. Alteration in hemogram and leukogram can be indicators for further analysis for establishing diagnosis besides similar or various clinical manifestation.

Key words: hematology parameters, anemia, leukocytosis, sheep, farms

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

117

Afyonkarahisar'da Yaban Hayatını Tehdit Eden Unsurlar*

E. Hesna KANDIR, Tuğrul Çağrı GÜL, Başak ÖZKAN

Afyon Kocatepe Üniversitesi, ANS kampüsü, Veteriner Fakültesi, Yaban Hayatı ve Ekoloji Anabilim Dalı,Gazlıgöl yolu,03200, Afyonkarahisar, Türkiye

*Bu çalışma TÜBİTAK 2209-A-Üniversite Öğrencileri Araştırma Projeleri Destekleme Programı kapsamında desteklenen "Yaban Hayatından Gelen Sinyaller" başlıklı projeden üretilmiştir.

Bu araştırma; Afyonkarahisar ili ve çevresinde doğadaki yaban hayatı tahribatının boyutlarını tespit etmek ve yaban hayatından gelen sinyallere dikkat çekmek amacı ile planlanmıştır.

Çalışmada "Şubat 2016-Şubat 2017" tarihleri arasında Afyonkarahisar ili ve çevresinde doğada bulunup, tedavi amacıyla Afyon Kocatepe Üniversitesi Veteriner Fakültesi Hayvan Hastanesine getirilen yaban hayvanları kayıt altına alınmış, hasta eşkalinin ve yaralanma şeklinin tespiti amacı ile fotoğraf çekimleri gerçekleştirilmiş ve bilgiler kişisel bir bilgisayara yüklenmiştir. Veri değerlendirmeleri kayıt bilgileri ve görüntüler üzerinden yapılmıştır.

Araştırma sonuçlarına göre; 111 adet yaban hayvanı doğada zarar görerek kliniğe getirilmiştir. Bu hayvanların %61'ini yırtıcı kuşlar, %33'ünü diğer kuşlar ve %6'sını memeliler oluşturmuştur. En çok zarar gören hayvanlar Kızıl şahin ve Leylek olarak tespit edilmiştir. Geliş sebepleri ise; %23'ü ateşli silahla yaralanma, %18'i bilinmeyen sebepler, %16'sı öksüz yavru, %10'u travma, %10'u beslenme yetersizliği, %8'i hayvan saldırısı, %6'sı elektrik şoku, %6'sı enfeksiyon, %3'ü zehirlenme olarak bulunmuştur.

Sonuç olarak, Afyonkarahisar ili ve çevresinde yaban hayatı baskı altındadır ve zarar görmektedir. Elde edilen veriler doğrultusunda yaban hayatının korunması ve sürdürülebilirliğinin sağlanmasına yönelik çalışmaların yapılması gerekli ve önemlidir.

Anahtar kelimeler: Afyonkarahisar, Veteriner Fakültesi, Yaban hayatından gelen sinyaller, Yaban Hayatı ve Ekoloji AD

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

118

Factors Threatening the Wildlife in Afyonkarahisar*

E. Hesna KANDIR Tuğrul Çağrı GÜL Başak ÖZKAN

Afyon Kocatepe University, ANS Campus, Veterinary Faculty, Department of Wildlife and Ecology, Gazlıgol road, 03200, Afyonkarahisar, Turkey

*This study is produced from “Signals Coming from Wildlife” project supported by TUBITAK 2209-A- University Students’ Research Projects Support Program.

The aim of this research was to determine the dimensions of the destruction of wildlife in nature and draw attention to the signals coming from wildlife in the city of Afyonkarahisar and its region.

Within the scope of this study, found roaming free in the region of Afyonkarahisar and brought to Afyon Kocatepe University Veterinary Faculty Animal Hospital for medical purposes between February, 2016 and February, 2017, wild animals were registered on the form. These animals were also photographed in order to document their appearance and the nature of their injuries. The collected information was kept in an individual computer. Data evaluation was carried out using the recorded information and images.

According to the obtained results, a total of 111 injured wild animals were brought to the hospital. 61% of these animals were birds of prey, 33% of them were other types of birds, and 6% of them were mammals. The injured animals were identified most as common buzzards (Buteo buteo) and white storks (Ciconia ciconia). The reasons they were brought in to the hospital were as follows: gunshot injuries (23%), unknown causes (18%), being abandoned offspring (16%), trauma (10%), under-nutrition (10%), animal attack (8%), electric shock (6%), infection (6%), and poisoning (3%).

Therefore, wildlife in Afyonkarahisar city and its region is both under pressure and endangered. According to the collected data, further research for the protection and sustainability of wildlife is essential and crucial.

Key words: Afyonkarahisar, Veterinary Faculty, Signals coming from Wildlife, Department of Wildlife and Ecology

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

119

Köpeklerde Dirofilaria spp.’nin Moleküler Olarak Tespit Edilmesi

Umut Fikret Korkmaza, Sami GÖKPINARb

aKırıkkale Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Yahşihan, 71450, Kırıkkale, Türkiye bKırıkkale Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Parazitoloji Anabilim Dalı, Yahşihan, 71450,

Kırıkkale, Türkiye

Bu çalışmada Ankara ve Kırıkkale illerinde bulunan kliniklere getirilen ve barınaklarda beslenen köpeklerde Dirofilaria spp.’nin PCR ile tespit edilmesi amaçlanmıştır.

Çalışmada 100 adet 1 yaş ve üzeri köpekten alınan kanlar oluşturmuştur. 46 dişi, 54 erkek köpeğin vena cephalica antebrahii’sinden kurallarına uygun bir şekilde EDTA’lı tüplere kan alınmıştır. Alınan örnekler soğuk zincir kurallarına uyularak laboratuvara getirilmiş ve DNA ekstraksiyonunda kullanılıncaya kadar -20 0C saklanmıştır. Alınan kanlardan ticari kit kullanılarak DNA ekstraksiyonu yapılmış ve elde edilen DNA’lar PCR işleminde kullanılmıştır.

İncelenen 100 köpek kanından 4 tanesinde Dirofilaria spp. DNA’sına rastlanmıştır. Pozitif tespit edilen hayvanların 2 ‘si dişi, 2’ü erkek hayvanlardır. Pozitif örneklerin tümü sahipli ve Kırıkkale’de beslenen hayvanlara aittir. Pozitif saptanan hayvanların hiçbirinde Dirofilaria spp.’yi tanımlayacak herhangi bir klinik bulgu görülmemiştir.

Bu araştırma Kırıkkale’de köpeklerde Dirofilaria spp.’nin moleküler olarak tespit edildiği ilk çalışmadır. Subklinik hayvanlarda etkenin tespit edilmesi, bu hayvanların çevredeki diğer hayvanlar ve insanlar için enfeksiyon kaynağı olabileceğini göstermektedir.

Anahtar Kelimeler: Dirofilaria spp., Köpek, PCR

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

120

Molecular Detection of Dirofilaria spp. in Dogs

Umut Fikret Korkmaz a, Sami GÖKPINAR b

aKırıkkale University, Faculty of Veterinary Sciences, Yahşihan 71450, Kırıkkale, Turkey bKırıkkale University, Faculty of Veterinary Sciences, Department of Parasitology, Yahşihan,

71450 Kırıkkale, Turkey

In this study, it was aimed to determine Dirofilaria spp. by PCR in dogs brought to clinics in Ankara and Kırıkkale districts and fed to barns.

In this study, blood samples from 100 dogs of age 1 and older were used. Blood samples of 46 female and 54 male puppies were taken blood from EDTA strains tubes in accordance with the rules of vena cephalica antebrachii. The samples were taken to the laboratory following cold chain rules and stored at -20 °C until used for DNA extraction. DNA extraction was performed using commercially available kits from the alginate blood and the obtained DNAs were used in PCR.

Four out of 100 dogs examined were found Dirofilaria spp. DNA. Of the animals detected positively, two female and two male animals. All positive samples are owned and belong to animals fed in Kırıkkale. None of the positively identified animals had any clinical evidence to describe Dirofilaria spp.

This study is the first study that found Dirofilaria spp. in dogs in Kırıkkale. Identification of the causative agent in subclinical animals indicates that these animals may be the source of infection for other animals and humans in the vicinity. Key words: Dirofilaria spp., dog, PCR

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

121

KÖPEKLERDE VİSCERAL VE KUTANÖZ LEİSHMANİASİS’İN LABORATUVAR TEŞHİS METHODLARI

Vasilkovski Antonioa, Igor Ulchara, Elena Atanaskova Petrovb, Jovana Stefanovskac, Ljubica Rashikjc, Iskra Cvetkovikjd, Irena Celeskaa

aUniversity St Cyril and Methodius Skopje, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Pathophisiology, Republic of Macedonia

bUniversity St Cyril and Methodius Skopje, Faculty of Veterinary Medicine, Department of small animal disease, Republic of Macedonia

cUniversity St Cyril and Methodius Skopje, Faculty of Veterinary Medicine, Department Parasitology, Republic of Macedonia

dUniversity St Cyril and Methodius Skopje, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Microbiology and Immunology, Republic of Macedonia

Çalışmanın amacı seropozitif köpeklerde Leishmaniasis’in (CanL) hematolojik ve biyokimyasal durumunu saptamak ve bununla birlikte CanL’in doğrulanmasında büyümüş popliteal lenf nodüllerinden (amastigotların varlığı) ince iğne aspirasyonu (FNA) ile serolojik yöntemleri karşılaştırmaktır. Leishmaniasis, Phlebotomus ve Lutzomyia cinslerinden kumsinekleri yoluyla taşınan Leishmania infantum adlı protozoanın sebep olduğu kronik parazitik hastalıktır. Köpeklerin CanL’in ana rezervuarı olduğu düşünülmektedir.

Çalışma, Leishmaniasis’in visceral ve kutanöz belirtilerine sahip 20 köpekte yapılmıştır. Tam kan ve serum örnekleri V.cephalica antebrachi externa’dan alınmıştır. Tam kan sayımı veteriner hematoloji analiz cihazı Exigo (İsveç) ile yapıldı. Biyokimyasal profil (albumin, total protein, globulin, üre ve kreatinin) üretim talimatlarına göre (Human, Almanya) spektrofotometrik yöntemlerle Chem Well 2910 (Inc, USA) belirlendi. İnce iğne aspirasyonu büyümüş popliteal lenf nodüllerinde gerçekleştirildi ve Diff Quick (Merck) ile boyandı. Serumdan antikor tespiti immunofloresans antikor testi (IFAT) ile yapıldı. İstatistik 8.0 hematoloji ve biyokimyada kullanıldı.

IFAT ile tüm 20 köpek kemik iliğinde displastik değişiklikler, hemoliz, renal bozukluk, kronik yangı ve epistaksis sonucu olarak zayıf anemiyle (4,41±1,72 1012/l) birlikte seropozitif bulundu. Lökosit sayısı (10,21±7,91 ×109/l) değişmemesine rağmen kataral pneumoni ve pyoderma ikincil enfeksiyon olarak beraberinde seyretti. Lökositlerin bağışıklığı baskılanmış fonksiyonları parazitemi ve ikincil olarak bakteriyeminin ana sebebidir. Proteinin serum konsantrasyonu normoproteinemiyi açığa çıkardı (63,53±23,34 g/l ). Hipoalbuminemi protein kayıplı nefropatinin (17,52±5,70 g/l) ve hastalığın kronik seyri için de poliklonal hipergamaglobulinemi (46,01±11,05 g/l) bir belirteçtir. Ürenin (18,19±21,43 mmol/l) ve kreatinin (274,67±311,29 µmol/l) artmış serum konsantrasyonu akut ve kronik renal fonksiyonları ve glomerular bazal membranda immun kompleks birikimine bağlı artmış glomerular filtrasyonu kanıtlamaktadır. FNA büyümüş popliteal lenf nodüllerinde amastigotları kanıtlamamıştır. Sitoloji lenfositlerde reaktif değişiklikleri ortaya koymuştur.

IFAT testi anti-Leishmania antikorlarını saptamada en sıklıkla kullanılan testlerden biridir. FNA IFAT ile kıyaslandığında daha düşük spesifite ve duyarlılığa sahiptir. Hematoloji ve biyokimya gibi rutin laboratuar tanı analizleri CanL’li köpeklerin tanısında köpeklerin sağlık durumunu değerlendirmede yardımcı olmaktadır. Zayıftan orta şiddete kadar anemi, hipoalbuminemi, hiperglobulinemi, normoproteinemi üre ve kreatininde artmış serum konsantrasyonu klinik belirtili CanL seropozitif köpeklerde en sık görülen bulgulardandır.

Anahtar kelimeler: Leishmaniasis, biyokimya,hematoloji, FNA, IFAT

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

122

Laboratory Diagnostic Methods in Dogs with Visceral and Cutaneous Canine Leishmaniasis

Vasilkovski Antonioa, Igor Ulchara, Elena Atanaskova Petrovb, Jovana Stefanovskac, Ljubica Rashikjc, Iskra Cvetkovikjd, Irena Celeskaa

aUniversity St Cyril and Methodius Skopje, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Pathophisiology, Republic of Macedonia

bUniversity St Cyril and Methodius Skopje, Faculty of Veterinary Medicine, Department of small animal disease, Republic of Macedonia

cUniversity St Cyril and Methodius Skopje, Faculty of Veterinary Medicine, Department Parasitology, Republic of Macedonia

dUniversity St Cyril and Methodius Skopje, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Microbiology and Immunology, Republic of Macedonia

The purpose of this research is determination of hematological and biochemical status of

canine leishmaniasis (CanL) seropositive dogs as well as comparison between fine needle aspirations (FNA) from enlarged popliteal lymph nodes (presence of amastigotes) and serology as confirmatory test for CanL. Leishmaniasis in dogs is a chronic parasitic disease caused by protozoa Leismania infantum which is transmitted by the sand flies in the genera Phlebotomus and Lutzomyia. Dogs are considered as a main reservoir of CanL.

The research was performed on 20 dogs with visceral and cutaneous manifestation of canine leishmaniasis. Whole blood and serum samples were taken from v. cephalica antebrachi externa. Complete blood count were performed on veterinary hematology analyzer Exigo (Sweden). Biochemistry profile (albumins, total proteins, globulins, urea and creatinine) was made by spectrophotometric methods on Chem Well 2910 (Inc, USA) according manufactures instructions (Human, Germany). The FNA was performed on enlarged popliteal lymph nodes and stained with Diff Quick (Merck). The detection of antibodies in the sera was conducted by immunofluorescence antibody test (IFAT). Statistic 8.0 was used for hematology and biochemistry.

All 20 dogs were seropositive on IFAT with determined mild to moderate anemia (4,41±1,72 1012/l) as a result of epistaxis, chronic inflammation, renal failure, hemolysis and dysplastic changes in the bone marrow. The number of leukocytes (10,21±7,91 х109/l) was not altered, although catarrhal pneumonia and pyoderma were concomitant finding as secondary infection. Immunocompromised function of leukocytes was the main reason for parasitemia and secondary bacteremia. Serum concentration of protein status revealed normoproteinemia (63,53±23,34 g/l). Hypoalbuminenia was an indicator for protein loosing nephropathy (17,52±5,70 g/l) and the polyclonal hypergamaglobulinemia (46,01±11,05 g/l) for chronic duration of the disease. Increased serum concentration of urea (18,19±21,43 mmol/l) and creatinine (274,67±311,29 µmol/l) proved acute and chronic renal function, decreased glomerular filtration due to deposition of immune complexes in the glomerular basal membrane. The FNA did not demonstrate amastigotes in enlarged popliteal lymph nodes. Cytology revealed reactive changes in lymphocytes.

Immunofluorescence antibody test has is one of the most commonly used techniques for detection of anti-Leishmania antibodies. The FNA has lower sensitivity and specificity compared with IFAT. Routine laboratory diagnostic analysis, such as hematology and biochemistry can contribute to the assessment of the health status of the dogs diagnosed with CanL. Mild to moderate anemia, hypoalbuminemia, hyperglobulinemia, normoproteinemia, increased serum concentration of urea and creatinine, are common findings in CanL seropositive dogs in conjunction with clinical signs. Key words: Leishmaniasis, biochemistry, hematology, FNA, IFAT

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

123

Equine Parafimozis – İki vaka ve Tartışma

Vilina Marolleau, Svetozar Krastev, Galia Simeonova

Trakya Üniversitesi, Veteriner Fakültesi Stara Zagora, Bulgaristan Trakya Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalıi Stara Zagora, Bulgaristan

Farklı seviyelerde ve sürelerdeki parafimozis olgularının takibi

Bir ağır kanlı aygırda üç haftalık parafimozis olgusu bulunmakta ve hem medikal olarak hem de el yapımı cebire ile penis ucuna destek sağlanmıştır. İkinci olgudaki ağır kanlı aygırda 6 aylık parafimozis olgusu mevcuttur ve penisin cerrahi olarak uzaklaştırılması sağlanmıştır.

İlk aygırda beklentinin aksine yavaş bir gelişme gözlenmiştir. İkinci aygır ise operasyon sonunda ölmüştür.

Parafimozis en kısa sürede hem medikal hem de cebire ile en kısa sürede tedavi edilmelidir. Uzun süreli olguların prognozu cerrahi müdahaleye rağmen kötüdür.

Anahtar Kelimeler: Equine, Parafimozis, Tedavi

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

124

Equine Paraphimosis-Two Cases and Discussion

Vilina Marolleau1, Svetozar Krastev2, Galia Simeonova2

1Trakia University; Faculty of Veterinary medicine; Stara Zagora, Bulgaria

2Department of Veterinary Surgery, Faculty of Veterinary Medicine, Trakia University, Student`s campus, 6000 Stara Zagora, Bulgaria

To follow up two cases of paraphimosis with different duration and severity.

A heavy bread stallion suffering by paraphimosis for 3 weeks and was treated medically and with handmade splint support of flue penis. Second heavy bread stallion with paraphimosis of 6 months duration was treated by penile amputation.

The first horse showed slow improvement instead of the initial unfavourable prognosis. The second one died at the end of the surgery.

Paraphimosis should be treated as soon as possible with the aim of splint and prompt medical treatment. Long lasting paraphimosis carries poor prognosis even with surgery because of penile induration. Key words: equine, Paraphimosis, treatment

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

125

Fakültemizde Öğrenim Gören Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Sosyo-Kültürel ve Sosyo-Ekonomik Profilleri

Yasamin CHEHREZAD1,*, Farid MOHAMMADI SEILABIPOUR1,*, Mehmet KONAK1, Altan ARMUTAK2

1İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Öğrencisi, Avcılar, İstanbul 21İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Veteriner Hekimliği Tarihi ve Deontoloji Anabilim

Dalı, Avcılar, İstanbul

İstanbul’da 1972 yılında hizmete giren İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi’ne ilk kez 1976-77 öğrenim yılından başlayarak yabancı uyruklu öğrenci kabul edilir. Fakültemiz 40 yıldır farklı ülkelerden gelen yüzlerce yabancı uyruklu öğrenciyi kabul ederek onları mezun etmiştir. Ancak bu öğrencilerin sosyal, ekonomik ve kültürel yapıları ile sorunlarını içeren herhangi bir araştırma bugüne değin yapılmamıştır. Çalışmamız bu eksikliği giderebilmek amacıyla, Fakültemizde şu an öğrenim gören yabancı uyruklu öğrencilere yönelik olarak planlanmıştır.

Bu çalışma Fakültemizde öğrenim gören 18 ülkeden yabancı uyruklu öğrenci için 80 soruluk bir anket formu eşliğinde gerçekleştirilecektir. Anketler, öğrencilerin bireysel, sosyal, ekonomik ve kültürel profillerinin ortaya konulması ve sorunlarının aydınlatılması amacıyla yapılacaktır. Elde edilecek sonuçlar karşılaştırılarak değerlendirilecektir.

Araştırmanın sonuçları ile Fakültemizde öğrenim gören yabancı uyruklu öğrencilere yönelik edinilen bilgiler, hem bu öğrencileri daha iyi tanımamızı sağlayacak hem de onların sorunlarına yönelik çözümler üretilmesine ışık tutacaktır.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

126

Socio-Cultural and Socio-Economical Profiles of Our Faculty’s Foreign Students

Yasamin CHEHREZAD1,*, Farid MOHAMMADI SEILABIPOUR1,*, Mehmet KONAK1, Altan ARMUTAK2

1İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Öğrencisi, Avcılar, İstanbul

21İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Veteriner Hekimliği Tarihi ve Deontoloji Anabilim Dalı, Avcılar, İstanbul

In 1972, İstanbul University established Veterinary Faculty for the first time; and first foreign students were accepted for 1976-77 academic year. Now, it has been about 40 years that our faculty accepts foreign students from foreign countries and graduated. But there has been no research question on the questions for this student’s social, economic and cultural problems. This research has been conducted on present foreign students of the Veterinary Faculty to fulfil about lack of data about this subject.

On this study, there are 80 questions asked to students from 18 different countries. The survey will be conducted to present these foreign students individual, social, economic and cultural problems. The results assessed by comparisons.

According to the results of the study, students will know more about foreign students of faculty and also would help to bring out solutions to their problems.

We hope to outcome of the current study; will knowing their habits, indicate their problems if any and solve the problems of the foreign students.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

127

Sivas İlinde Toplu Yemek Üretimi Yapan Mutfaklarda ve Personellerin Ellerinde Hijyen İndikatörlerinin Aranması

Yasin Barutcua, Seyda Şahinb

aCumhuriyet Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, 5.Sınıf Öğrencisi, 58140, Sivas, Türkiye bCumhuriyet Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Gıda Hijyeni ve Teknolojisi Anabilim Dalı, 58140,

Sivas, Türkiye

Gıda maddelerinin hijyenik koşullarda üretilip, ürünlerin hijyenik kalitelerinin bozulmadan tüketiminin sağlanması sağlıklı beslenmede önemli bir yaklaşımdır. Bu çalışmada, Sivas İlinde bulunan bazı yurt, kolej ve kantin mutfaklarında gıda ile ilişkili olan personel, alet-ekipman ve yüzeyler hijyen yönünden araştırıldı.

Bu amaçla yurt, kolej ve kantin mutfakları seçilerek, bu yerlerde

kullanılan alet-ekipman, personelin elleri, personel önlüğü ve gıda ile temasta bulunan yüzeylerden (Bıçak, doğrama tahtası, tezgâh gibi) alınan toplam 90 örnek materyal olarak kullanıldı. Personelin ellerinden örnek alımında yıkama yöntemi, alet-ekipman ve diğer yüzeylerden örnek alımında sıvab yöntemi kullanıldı. Örnekler Aerob mezofil genel canlı, Micrococcus-Staphylococcus, Koagulaz (+) S. aureus, Koliform grubu mikroorganizmalar ve E. coli yönünden incelendi.

Mikrobiyolojik analizler sonucunda, birinci derecede kontaminasyon

kaynağı olan personelin ellerinden alınan örneklerde Aerob mezofil genel canlı, Micrococcus-Staphylococcus, Koagulaz (+) S. aureus, Koliform ve E. coli sayısı sırasıyla ortalama olarak log10 5.59, 5.06, 3.83, 1.00, <100 kob/ml bulundu.

Kontrol edilen mutfakların genel hijyenik durumunun iyi olmadığı

tespit edilmiştir. Ayrıca, personelin elleri ve gıda ile temas eden yüzeylerden alınan örneklerde gıda zehirlenmeleri yönünden önemli olan mikroorganizmaların saptanması, bu mutfakların tüketici sağlığı açısından potansiyel bir risk kaynağı oluşturabileceğini düşündürmüştür. Bu bağlamda, etkin bir hijyen kontrol ve eğitim programının uygulanması yararlı olacaktır.

Anahtar kelimeler: Mutfak, Kantin, Hijyen, Personel hijyeni

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

128

Investigation of Hygiene Indicators in Kitchens Producing Mass Food and on Staff Hands in Sivas Province

Yasin Barutcua, Seyda Şahinb

aCumhuriyet University, Faculty of Veterinary Medicine, 5th Grade Student, 58140, Sivas, Turkey. bCumhuriyet University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Food Hygiene and

Technology, 58140, Sivas, Turkey.

Production of foodstuffs in hygienic conditions and assuring of consumption via ensuring the hygienic qualities are important approach for healthy nutrition. In this study, samples collected from food related staff, device-equipment, surfaces in some student dormitories, college and canteen kitchens located in Sivas province were investigated with regard to hygiene.

With this aim, after defining student dormitory, college and canteen kitchens, ninety samples comprising of device-equipment, staff hands, employee uniform and surfaces contacting with food (Knife, chopping board, kitchen bench etc.) were used as material. For sampling, washing method for staff hands, swab method for device-equipment and other surfaces were used. Samples were investigated for Aerobic mesophilic bacteria, Micrococcus-Staphylococcus, Coagulase positive S. aureus, Coliform bacteria and E. coli.

According to microbiological results, samples taken from staff hands that is responsible for first degree contamination source, aerobic mesophilic bacteria, Micrococcus-Staphylococcus, Coagulase positive S. aureus, Coliform bacteria and E. coli mean counts were determined log10 5.59, 5.06, 3.83, 1.00, <100 cfu/ml respectively.

It was determined that general hygienic condition of the controlled kitchens were not good. Furthermore, detection of important microorganisms that are important for food poisoning from samples taken from staff hands and surfaces contacting with food makes us think that these kitchens may create a potential risk source in terms of consumer health. In this context, performing an effective hygiene control and education program will be beneficial.

Key words: Kitchen, canteen, hygiene, staff hygiene

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

129

Yeni Zelanda’da Eimeria stiedae Sporlarıyla Deneysel Olarak İnfekte Edilmiş Beyaz Tavşanlarda Kan Sayımı

Yoana Petrovaa, Teodora Georgievaa, Ivan Georgieva, Dimitrinka Zapryanovaa, Andrey

Ivanovb, Ismet Kalkanovc, Karapet Arabkereyand, Fabrizio Cecilianie

Trakya Üniveristesi, Veteriner Fakültesi a Farmakoloji, Hayvan Fizyolojisi ve Fizyolojik Kimya Anabilim Dalı

bVeteriner Mikrobiyoloji, İnfeksiyöz ve Parazitik Hastalıklar Anabilim Dalı cGenel ve Klinik Patoloji Anabilim Dalı

d2. Sınıf Öğrencisi, Stara Zagora, Bulgaristan eMilano Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Veteriner ve Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Milano İtalya

Bu çalışmanın amacı deneysel olarak indüklenen karaciğer kokdiyosisli tavşanlardaki kırmızı kan sayım göstergelerindeki değişiklikleri belirlemektir.

Araştırmalar 12 adet 3 aylık, dişi, Yeni Zelanda tavşanı ile, Bulgaristan mevzuatına uygun şartlarda bakılarak yürütüldü. Tavşanlar deney ve kontrol grubu olmak üzere 6’şarlı iki gruba ayrıldı. Test grubundaki her tavşan 50 000 sporule E.stiedae ookistleriyle oral yolla infekte edildi. İlk (0.saat), 6, 24, 48. Saatlerde ve infeksiyonun 7, 14, 21, 28. günlerinde, içinde Na2EDTA olan steril tüplere kan örnekleri alındı. Kırmızı kan hücrelerinin sayısı (1012/l), hemoglobin konsantrasyonu (g/l), hematokrit (%), eritrositlerin ortalama hücre hacmi (fl), eritrositlerdeki ortalama hemoglobin konsantrasyonu (pg), ortalama parçalı hemoglobin konsantrasyonu (g/l) Exigo EOS Vet Boule Medical AB ile belirlendi.

Deney grubunda, kontrol grubuyla kıyaslanarak hemoglobin

konsantrasyonunda önemli bulgular elde edildi: 6.saatte hemoglobin konsantrasyonu (P<0.05), 24.saatte (P<0.05) ve 7.günde (P<0.05) olarak ölçüldü. Yine infekte hayvanlar non-infekte havyalarla kıyaslanarak hematokrit değerlerinde 6.saatte (P<0.01), ortalama parçalı hemoglobin konsantrasyonunda 14.günde (P<0.01) önemli istatiksel değişiklikler gözlendi. İnfekte gruptaki eritrosit konsantrasyonunda (P<0.05) başlangıçtakine göre istatistiksel değişiklikler gözlendi. Eritrositlerin ortalama hücre hacminde ve eritrositlerdeki hemoglobin ortalama konsantrasyonunda (P>0.05) önemli değişiklikler gözlenmedi. Eritrosit değerinde, hemoglobin konsantrasyonunda ve hematokrit değerlerinde 6.saatte ve 7.günde her iki grupta da hafif düşüşler görüldü.

E.stiedae infeksiyonu şu değişikliklere neden oldu: eritrositlerde,

hemoglobinlerde, hematokrit ve parçalı hemoglobin ortalama konsantrasyonunda istatistiki değişimler görüldü. Ortlalama eritrosit hacmi ve eritrositlerdeki ortalama hemoglobin konsantrasyonunda önemli bir değişikliğe rastlanmamıştır. Anahtar Kelimeler: Hematoloji, tavşanlar, E.stiedae

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

130

Red Blood Count In New Zealand White Rabbits After Experimentally Induced Infection With Sporulated Oocyst Of

Eimeria Stiedae

Yoana Petrovaa, Teodora Georgievaa, Ivan Georgieva, Dimitrinka Zapryanovaa, Andrey Ivanovb, Petar Ilievb, Ismet Kalkanovc, Karapet Arabkercyand , Fabrizio Cecilianie

Trakia University, Faculty of Veterinary Medicine, aDepartment of Pharmacology, Animal Physiology and Physiological Chemistry

bDepartment of Veterinary Microbiology, Infectous and Parasitic Diseases cDepartment of General and Clinical Pathology

dSecond year student, Stara Zagora, Bulgaria eUniversity of Milano, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Veterinary Science and

Public Health, Milano, Italy

The aim of this study was to identify changes in indicators of red blood count

in rabbits with experimentally induced liver coccidiosis. The investigations were carried out with 12 three-month-old, female New

Zealand White rabbits keeping according to the requirements of Bulgarian legislation. The rabbits were divided into experimental and control groups, each consisting of 6 animals. Each rabbit from tested group was orally infected by 50 000 sporulated E. stiedae oocysts. Blood samples were drawn with Na2EDTA sterile tubes from v. auricularis caudalis from all rabbits before (0 hour) and 6, 24, 48 hours and 7,14, 21, 28 days after infection with E. stiedae. The number of red blood cells (1012/l), hemoglobin concentration (g/l), hematocrit (%), mean cell volume of erythrocytes (fl), mean hemoglobin concentration in erythrocytes (pg), mean concentration of corpuscular hemoglobin (g/l) were determined on the analyzer Exigo EOS Vet, Boule Medical AB, Sweden.

In experimental group we established significant changes in hemoglobin concentration on 6th hour (P<0.05), 24th hour (P<0.05) and 7th day (P<0.05) compared to control group. Also statistical changes were established in hematocrit values on 6th hour (P<0.01) and in mean concentration of corpuscular hemoglobin on day 14 (P<0.01) in infected rabbits compared to non-infected rabbits. Statistical changes (P<0.05) were established and in erythrocytes in infected group, compared to initial level. No significant changes (P>0.05) were established in mean cell volume of erythrocytes and mean hemoglobin concentration in erythrocytes. Slight decreasing in values of erythrocytes, hemoglobin concentration and hematocrit in both groups were detected since 6th hour to 7th day.

Infection with E. stiedae cause the following changes in rabbits: statistically differences were established in erythrocytes, hemoglobin, hematocrit and mean concentration of corpuscular hemoglobin, no significant differences were established in mean cell volume of erythrocytes and mean hemoglobin concentration in erythrocytes.

Key words: hematology, rabbits, E. stiedae

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

131

Broylerlerde Serbest ve Nano Formda Amoksisilinin Karşılaştırmalı Farmakokinetiği

Enes Güncüma, Tülay Bakırela, Ceren Anlaşa, Nuran Işıklanb

aİstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Farmakoloji ve Toksikoloji Anabilim Dalı, Avcılar 34320 İstanbul, Türkiye

bKırıkkale Üniversitesi, Fen- Edebiyat Fakültesi, Kimya Bölümü, Yahşihan 71450, Kırıkkale, Türkiye

Bu çalışmada, kanatlı yetiştiriciliğinde yaygın kullanılan ancak oral biyoyararlanımı düşük olan amoksisilinin, polivinil alkol (PVA)-sodyum aljinat (NaAlg) blend nanopartiküllerine yüklenerek broylerlerde serbest ve nanopartikül formunun karşılaştırmalı olarak farmakokinetik açıdan değerlendirilmesi amaçlanmıştır.

İlk bölümde amoksisilin yüklü polivinil alkol (PVA)-sodyum aljinat (NaAlg) blend nanopartikül formülasyonu hazırlandı. Hazırlanan partiküller atomik kuvvet mikroskobu (AFM), taramalı elektron mikroskobu (SEM), zeta potansiyel ve zetasizer ile karakterize edildi. Formülasyonun tutuklanma ve küre verimleri hesaplanarak in vitro salım çalışmaları 24 saat süreyle 41 oC’de gerçekleştirildi. İkinci bölümde ise hazırlanan partiküller in vivo deneyde kullanıldı. İn vivo deney için Ross ırkı erkek broyler seçildi ve amoksisilinin serbest formu ile nanopartikül formunun karşılaştırmalı olarak farmakokinetikleri araştırıldı. Bunun için 21 adet 30 günlük broyler, her birinde 7 adet olacak şekilde 3 gruba ayrıldı. Birinci gruba amoksisilinin serbest formunun intravenöz yolla, ikinci gruba amoksisilinin serbest formunun sonda ile oral yolla, üçüncü gruba amoksisilinin nanopartikül formunun sonda ile oral yolla uygulaması yapıldı. Gruplara ilaç 10 mg/kg dozunda verildi. İlaç uygulamasını takiben 0,08, 0,16, 0,25, 0,5, 0,75, 1, 1,5, 2, 2,5, 3, 4, 6, 8, 10, 12, 24, 48, 72. saatlerde kan alındı ve ilaç miktar tayini HPLC cihazı ile saptandı.

Elde edilen verilere göre amoksisilinin nanopartikül formunun serbest forma kıyasla istatiksel yönden anlamlı olacak düzeyde (p<0,01) plazma yarı-ömür değerinin daha uzun (7,80 ve 3,83 saat) ve biyoyararlanım değerinin daha yüksek (2,03 kat) olduğu belirlendi.

Amoksisilinin nanopartikül formunun serbest formuna göre sistemik dolaşıma ulaşan ilaç miktarı ile biyoyararlanımının yüksek ve yarı ömrünün uzun olması nedeniyle kanatlı yetiştiriciliğinde daha efektif kullanıma olanak sağlayabileceği sonucuna ulaşılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Amoksisilin, nanopartikül, sodyum aljinat, farmakokinetik, broyler

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

132

Comparative Pharmacokinetics of Free and Nano Forms of Amoxicillin in Broilers

Enes Guncuma, Tulay Bakirela, Ceren Anlasa, Nuran Isiklanb

a Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Pharmacology and Toxicology, Avcilar 34320, Istanbul, Turkey

bKırıkkale University, Faculty of Science and Arts, Department of Chemistry, 71450 Yahşihan, Kırıkkale, Turkey

In this study, it was aimed to loading amoxicillin, which is widely used in

poultry breeding but low oral bioavailability, into polyvinyl alcohol (PVA) -sodium alginate (NaAlg) blend nanoparticles and evaluate comparatively pharmacokinetic the free and nanoparticle form of amoxicillin in broilers.

In the first part, amoxicillin loaded polyvinyl alcohol (PVA)-sodium alginate (NaAlg) blend formulation was prepared. The prepared particles were characterized by atomic force microscopy (AFM), scanning electron microscope (SEM), zeta potential and zetasizer. In vitro release study was carried out at 41 °C for 24 hours after the measurement of encapsulation efficiency and sphere yields of formulation. In the second part, the prepared particles were used in the in vivo assay. For the in vivo assay, Ross breed male broilers were selected and comparative pharmacokinetics of the free form of amoxicillin and the nanoparticle form were investigated. For this purpose, 21 pieces of 30-day broilers were divided into 3 groups of 7 pieces each. The free form of amoxicillin was administered to the first group intravenously, the free form of amoxicillin was administered to the second group orally by the gavage, the nanoparticle form of amoxicillin was administered to the third group orally by the gavage. All groups received 10 mg/kg drug. Blood was taken at 0.08, 0.16, 0.25, 0.5, 0.75, 1, 1.5, 2, 2.5, 3, 4, 6, 8, 10, 12, 24, 48 and 72 h after the administration of the drug and drug plasma concentrations were determined by HPLC analysis.

According to the obtained data, difference between free and and nano form amoxicillin was found to be statistically significant and it was determined that the bioavailability value of nanoparticle form was higher (2.03 fold) and plasma half-life value is of nanoparticle form longer (7.80 and 3.83) than free form of amoxicillin.

Compared to the free form the nanoparticle form of amoxicillin have led to the conclusion that more effective use in poultry breeding can be achieved due to longer systemic circulation, higher bioavailability and longer half life.

Key Words: Amoxicillin, nanoparticle, sodium alginate, pharmacokinetic, broiler

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

133

Distemper Ensefaliti Olan Bir Köpekte Elektroensefalografi Bulgularının Değerlendirilmesi

Yunus TOKER1, Alper BAYRAKAL2, Onur İSKEFLİ2, Alev AKDOĞAN KAYMAZ2

1İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi 4.Sınıf Öğrencisi Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye

2İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye

Karnivorlarda en yıkıcı bulaşıcı hastalıklardan biri olan Köpek Distemper Virüsü (CDV)Morbillivirüs üyesidir. Yüksek bulaşma özelliğine sahip olan virüs, infekte olan bireylerin vücut sıvılarına temasıyla ve solunum yolu ile bulaşır. Morbillivirüsler, yaygın immünsüpresyon, kızarıklık, solunum ve gastrointestinal bulgular ve nadiren de yıkıcı nörolojik komplikasyonlar ile karakterize akut bir hastalığa neden olur. Morbillivirüs cinsinden Karnivor virüsleri,% 30'a kadar köpek ve neredeyse tüm yabani Karnivorlar, merkezi sinir sistemi (CNS) enfeksiyonu geçiren nöroinvazyonun en yüksek insidansıyla ilişkilidir. Bu enfeksiyonla ilişkili olarak köpeklerde epileptik nöbet atakları meydana gelebilmektedir. Bu hastalarda epileptik nöbet odaklarının varlığının tespitinde Elektroensefalografi (EEG) önemli rol oynamaktadır. İ.Ü. Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları Polikliniğine nöbet geçirme şikayetiyle getirilen 11 aylık golden retriever ırkı köpekte, yapılan klinik ve laboratuar analizlerinde CDV tanısı konulmuştur. Hastanın EEG kaydında generalize tutum gösteren, yüksek frekans ve amplitüdlü epileptiform deşarjlara rastlanmıştır. Bu olgu sunumu ile EEG’nin CDV enfeksiyonunun nörolojik formunun tanısında kullanılabilirliği vurgulanmıştır.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

134

Evaluation of Dog Dıstemper Encephalitis wıth Electroencephalographic Findings

Yunus TOKER1, Alper BAYRAKAL2, Onur İSKEFLİ2, Alev AKDOĞAN KAYMAZ2

1Istanbul University Faculty of Veterinary Medicine, Fourth Grade Student, Avcılar, 34320

İstanbul, Turkey 2Istanbul University Faculty of Veterinary Medicine Department Of Internal Medicine Avcılar,

34320 İstanbul, Turkey

Canine distemper virus (CDV) a member of the genus Morbillivirus, causes one the most devastating infectious diseases in carnivors. It’s highly contagious and transmitted by aeresol or contact with body fluids from infected animals. Morbilliviruses cause an acute disease characterized by generalized immunosuppression, rash, respiratory and gastrointestinal signs, and occasional but devastating neurological complications. Within the genus Morbillivirus, carnivore viruses are associated with the highest incidence of neuroinvasion, with up to 30 % of dogs and almost all wild carnivores experiencing central nervous system (CNS) infection. Epileptic seizure attacks in dogs occur in association with this infection.Electroencephalography (EEG) an important role in the detection of the presence of epileptic seizure focus in these patients.A 11-month golden retriever dog brought to with paralysis complaint the I.U Veterinary Faculty Internal Medicine Polyclinic was diagnosed with CDV in clinical and laboratory analyzes.High frequency and amplitude epileptic discharges were detected in the patient's EEG record showing generalized involvement.This case report emphasizes the usefulness of EEG in diagnosing the neurological form of CDV infection.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

135

İstanbul Kuzey Ormanlarindaki Yapilaşmanin Yaban Hayatı Üzerine Etkileri

Zeynep SOYSAL, Ahmed YANIK

İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, 1.sınıf Öğrencisi

Yapılacak çalışmada geçmiş yıllardaki biyo-çeşitlilik üzerine literatür taraması yapıldı. Yapılaşmanın olduğu bölgeler ziyaret edilip bölgede gözlem yapıldı. Bölge ile ilgili analizler incelendi. Görülen değişiklikler ve olası yapılaşmanın neden olabileceği etkiler üzerine duruldu.

İstanbul Kuzey Ormanları’ndaki yapılaşmanın o habitatı kullanan yaban hayvanlarını ne şekilde etkilediğini saptamak amaçlanmıştır.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

136

The Effects on Wildlife of Construction in the Northern Forests of Istanbul

Zeynep SOYSAL, Ahmed YANIK

Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, 1 class student

In this study literature reviewed on biodiversty in past years. The regions where the construction was visited and were observed. Analysis related to the region were investigated.The changes that were seen and effects that could be caused by possible construction were emphasized.

The research aimed to determine how the Northern Forest structure effects wild animals using that habitat.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

137

Anadolu Arısı (Apis mellifera anatoliaca)’nın Bazı Önemli Özellikleri

Recep Sıralıa, Şeref Cınbırtoğlub , Zeynep Şebnem Develic

aNamık Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Zootekni Anabilim Dalı, Süleymanpaşa, 59030 Tekirdağ, Türkiye

bArıcılık Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü, Altınordu, 52000 Ordu, Türkiye cNamık Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Süleymanpaşa, 59030 Tekirdağ, Türkiye

Türkiye’nin Orta Anadolu bölgesinde dağılım gösteren Anadolu arısı (Apis mellifera anatoliaca), 1953 yılında arı ırkı olarak tanımlanmış ve taksonomik sınıflandırılması yapılmıştır. Bu makalede Anadolu arı ırkının yaşam alanı, ekotipleri; morfolojik, ekonomik, davranış, fizyolojik ve bal verim özellikleri ile arı hastalık ve parazitlere duyarlılığı konusunda birtakım bilgiler sunulmaya çalışılmış, ayrıca arzu edilmeyen özelliklerinin iyileştirilmesine ilişkin çözüm önerilerinde bulunulmuştur.

Çalışmanın materyalini Anadolu arısı (Apis mellifera anatoliaca) oluşturmaktadır. Çalışmanın hazırlanmasında konuya ilişkin literatürden yararlanılmıştır. Çalışmada ağırlıklı olarak arıcılık konusundaki bazı kitaplar ile yurt içi ve yurtdışında yayınlanmış konu ile ilgili çeşitli bilimsel dergilerden yararlanılmıştır.

Bal verimi; morfolojik, fizyolojik ve davranış özellikleri bakımından büyük varyasyon gösteren Anadolu arılarında üniformite yoktur. Bu ırkın sahip olduğu coğrafik varyasyondan dolayı Anadolu’nun birçok bölgesine uyum sağlamış oldukça farklı popülâsyonları ve ekotipleri bulunmaktadır. Her ekotip yaşamını sürdürdüğü bölgede farklı morfolojik, fizyolojik ve davranış özellikleri yansıtır.

Üstün özelliklere sahip olan Anadolu arısı ve ekotipleri, ülkemiz için olduğu kadar dış dünya için de tamamen bakir, dışa kapalı bir gen kaynağı durumundadır. Bugüne kadar ülkemizde bu arı ırkı ile ilgili herhangi bir seleksiyon çalışması ve planlı bir yetiştiricilik yapılmamıştır. Anadolu arılarının istenmeyen özelliklerinin iyileştirilmesi amacıyla sistemli ve bilinçli ıslah çalışması yapılması durumunda iyi sonuçlar almak mümkün görülmektedir.

Anahtar kelimeler: Anadolu arısı, Ekotip, Önemli özellikler

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

138

Some important characteristics of Anatolian Bee (Apis mellifera anatoliaca)

Recep Sıralıa, Şeref Cınbırtoğlub, Zeynep Şebnem Develic

aNamık Kemal University, Faculty of Veterinary Medicine, Zootechnical Department, Süleymanpaşa, 59030 Tekirdağ, Turkey

bApiculture Research Institute Directorate, Altınordu, 52000 Ordu, Turkey cNamık Kemal University, Faculty of Veterinary Medicine, Süleymanpaşa, 59030 Tekirdağ,

Turkey

Anatolian bee (Apis mellifera anatoliaca), which is distributed in Central Anatolia region of Turkey, was defined as bee race in 1953 and taxonomic classification was made. In this article, the habitat of Anatolian bee race, ecotypes; morphological, economical, behavioral, physiological and honey yield characteristics and susceptibility to bee diseases and parasites were tried to be provided and solutions for the improvement of undesirable properties were suggested.

The material of the work is Anatolian bee (Apis mellifera anatoliaca). In the preparation of the work, literature on the topic was used. In the study, some books about beekeeping were mainly used and various scientific journals about the issue published in domestic and abroad were used.

Honey yield; morphological, physiological and behavioral characteristics of Anatolian bees showing great variation in the absence of uniformity. Because of the geographical variation of this race, there are quite different populations and ecotypes that have adapted to many regions of Anatolia. Each ecotype reflects different morphological, physiological and behavioral characteristics in the area in which it lives.

The Anatolian bee and ecotypes, which have superior characteristics, are a completely untouched, outwardly closed gene source for the outside world as much as for our country. Until now, there has not been any selection and planned breeding of this bee race in our country. It is possible to obtain good results in case of systematic and conscious rehabilitation work in order to improve the undesirable characteristics of Anatolian bees.

Key words: Anatolian bee, Ecotype, Important characteristics

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

139

Türkiye Arıcılığının 1935 Yılından 2015 Yılına Kadar Değerlendirilmesi

Recep Sıralıa, Zümrüt Marazb ve Dilruba Aksoyb

aNamık Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Zootekni Anabilim Dalı, Süleymanpaşa, 59030 Tekirdağ, Türkiye

b Namık Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Süleymanpaşa, 59030 Tekirdağ, Türkiye

Ülkemiz genel olarak tarımı yapılan kültür bitkilerinin çeşitliliği ve farklı yörelerimizdeki doğal flora kaynaklarının elverişliliği ile arı yetiştiriciliğine son derece uygun bir ortam oluşturmaktadır. Türkiye iklimi, uygun ekolojisi ve arılı kovan varlığı bakımından büyük bir arıcılık potansiyeline sahiptir. Bu çalışmada, arıcılığımızın çeşitli yıllara ait kovan sayısı, bal ve balmumu üretimi ile bal ihracatına ilişkin değerleri yorumlanmaya çalışılmıştır.

Çalışmanın materyalini 1935-2015 yıllarına ilişkin ilkel, modern ve toplam kovan sayıları, toplam bal ve balmumu üretim miktarları ile bal ihracat verileri oluşturmaktadır. Koloni sayısı, bal ve balmumu üretimlerine ait verilerin değerlendirilmesinde oran ve yüzde gibi temel istatistiksel işlemlerden yararlanılmış, sonuçlar çizelge ve sütün grafikleri halinde verilmiştir.

Toplam bal ve balmumu üretimimizde bazı yıllarda azalma görülmesine rağmen düzenli bir artış gerçekleşmiştir. Bu artış, verimliliğin arttırılmasından değil toplam koloni sayısının artmış olmasından kaynaklanmaktadır. Ülkemizde son yıllarda koloni sayısında, toplam bal ve balmumu üretiminde önemli artışlar olmasına rağmen koloni başına verimlilik arttırılamamıştır.

Yüksek üretim potansiyeline karşın; kovan başına elde edilen ortalama bal verimi miktarı, arıcılıkta ileri ülkelerin verimi ile karşılaştırılamayacak ölçüde düşük bir üretim düzeyine sahip olduğumuzun göstergesidir. Türkiye’de koloni başına verim düzeyinin düşük olması mevcut arıcılık potansiyelinden yararlanamadığımızı ve arıcılığımızın önemli birtakım sorunlarla karşı karşıya olduğunu göstermektedir.

Anahtar kelimeler: Kovan, Bal, Balmumu, İhracat, Türkiye

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

140

Evaluation of Turkish Beekeeping Between 1935 -2015

Recep Sıralıa, Zümrüt Marazb and Dilruba Aksoyb

aNamık Kemal University, Faculty of Veterinary Medicine, Zootechnical Department, Süleymanpaşa, 59030 Tekirdağ, Turkey

b Namık Kemal University, Faculty of Veterinary Medicine, Süleymanpaşa, 59030 Tekirdağ, Turkey

Our country is a very suitable environment for beekeeping with the diversity of cultivated plants and the availability of natural flora resources in different regions. Turkey has a great beekeeping potential in terms of climate, proper ecology and beehive hives. In this study, we tried to interpret the values of number of hives from various years, honey and wax production and honey exports.

The material of the study is primitive, modern and total hive numbers for the years 1935-2015, total honey and wax production amounts and honey export data. In the evaluation of the data on the number of colonies, honey and wax production, basic statistical procedures such as ratio and percentage were used, and the results were given as charts.

We have seen a steady increase in total honey and wax production despite a decline in some years. This increase is not due to increased productivity but because the total number of colonies has increased. Although there have been significant increases in total honey and wax production in the number of colonies in recent years, productivity per colony has not been increased.

Despite the high production potential; the average amount of honey produced per hive is indicative of a low production level in beekeeping that cannot be compared with the yields of advanced countries. The low yield per colony in Turkey suggests that we cannot benefit from the existing beekeeping potential and that our beekeeping is facing a number of problems.

Key words: Hive, Honey, Wax, Export, Turkey

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

141

Atlarda Embriyo Transferi ve Avantajları: 9 Adet Kısrak ile Emrbiyo Transferi

Büşra VERİR 5, Ayten PAPİLA 4 Hacer KOFALI 5, Tuğba ER 2, M. Gökalp GÖÇMEN 4

Doç. Dr. Mehmetcan GÜNDÜZ *, 5 İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi 5. Sınıf öğrencisi Avcılar, 34320, İstanbul,Türkiye 4 İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi 4. Sınıf öğrencisi Avcılar, 34320, İstanbul,Türkiye 2 İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi 2. Sınıf öğrencisi Avcılar, 34320, İstanbul,Türkiye

* İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Doğum ve Jinekoloji ABD Avcılar, 34320, İstanbul,Türkiye

Embriyo transferi; donör kısrağın uterusundan alınan embriyonun

taşıyıcı kısrağın uterusuna nakledilmesi işlemidir. Atlarda embriyo transferi 1972 yılında başlamış ve son 10 yılda tüm Dünya’da yaygınlaşmıştır. En önemli avantajları; fertilite problemi yaşayan kısraklardan yavru almanın mümkün olabilmesi, çalışan kısraklardan çalışmalarına ara vermeden ve aynı yıl tek bir kısraktan bir kaç tane yavru alabilmenin mümkün olabilmesidir.

Biz de bu uygulamayı ülkemizde yaygınlaştırmak için örnek olması adına okulumuzdaki 14-19 yaş aralığındaki 9 adet kısrakta embriyo transferi çalışması yaptık. 14 gün oral Altrogenest (Regumate Equine) ve son gün tek doz İ.M Prostaglandin (Dinolytic) ile yapılan ovulasyon senkronizasyonunun ardından kısraklar ultrason ile takip edildi, donörler ve taşıyıcılar belirlendi. Seçtiğimiz 4 adet kısrak fertilitesi bilinen aygır ile doğal aşım metoduyla tohumlandı ve ovulasyonu takiben 7. günde embriyo yıkandı (Emsafe embriyo collection system, 3L laktatlı ringer+FBS) ve filtre edildi. (Emcon filter) Filtrede kalan sıvı mikroskopta incelendi ve embriyo arandı. 4 adet kısraktan 1 adet embriyo elde edildi ve taşıyıcı kısrağın uterusuna steril olarak nakledildi, fakat gebelik şekillenmedi. Kısraklarda embriyo transferinin başarısını etkileyen en önemli faktörlerden biri verici kısrakların yaşıdır. Yapılan çalışmalara göre, genç kısraklardan alınan embriyoların genç kısraklara verilmesi durumunda gebelik oranı %92, yaşlı kısraklardan alınan embriyoların genç kısrakları verilmesi durumunda ise %30 civarındadır. Gebeliğin şekillenmemesinin en büyük sebebi kısrakların yaşı ve bizim yeterli uygulama pratiğine sahip olmamamızdır. Bu yüzden hatalarımızı düzeltip başarılı olana kadar denemeye devam edeceğiz.

Bu sunumu yapma amacımız ise bizim gibi çalışmalar yapmak isteyen arkadaşlarımıza örnek olmaktır. Engeller çok olabilir, mazeretler de öyle ama bir işi başarmayı gerçekten isterseniz mutlaka bir yolunu bulursunuz.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

142

Equine Embryo Transfer and Advantages: Embryo Transfer Studies with 9 mares

Büşra VERİR 5, Ayten PAPİLA 4 Hacer KOFALI 5, Tuğba ER 2, M. Gökalp GÖÇMEN 4

Doç. Dr. Mehmetcan GÜNDÜZ *, 5 Istanbul University Department of Veterinary Medicine 5. Grade Student Avcılar, 34320,

Istanbul,Turkey 4 Istanbul University Department of Veterinary Medicine 4. Grade Student Avcılar, 34320,

Istanbul,Turkey 2Istanbul University Department of Veterinary Medicine 2. Grade Student Avcılar, 34320,

Istanbul,Turkey *Istanbul University Veterinary Faculty Obstetrics and Gynecology Department Avcılar, 34320,

Istanbul,Turkey Embryo transfer is basically as follows; Is the transport of the embryo

taken from the uterus of the donor mare to the uterus of the recipient mare. Embryo transfer in horses started in 1972 and has become widespread throughout the world in the last 10 years.

The most important advantages of ET is that it is possible to get offspring from a fertility problem mare, it may be possible to get offspring without interrupting their work and to get a few foals from a single mare in the same year. So we carried out embryo transfer studies with 9 mares of the ages 14-19 in our University in order to make this practice an example for spreading in our country. Following ovulation synchronization with 14 days oral Altrogenest (Regumate Equine) and single dose IM Prostaglandin (Dinolytic), mares were followed by ultrasonography, donors and carriers were identified. Four selected mares were bred with natural methods with stallion which has known fertility and embryos were flushed on the 7th day after ovulation (Emsafe embryo collection system, 3L lactated ringer + FBS) and filtered (Emcon filter). The filtrate was examined under a microscope and the embryo was attempted to be located. One embryo was obtained from 4 donor mares and transferred to recipient mare’s uterus but pregnancy has not occurred. One of the most important factors affecting the success of transfer of embryo is the donor mare’s age. According to research, if the embryos are obtained from the young mare and given to a young mare, the pregnancy rate is 92% and if taken from an old mare and given to a young mare it is around 30%. The biggest reason for pregnancy not to occur is the mare’s age and we don’t have enough experience about ET. So we will keep trying until we correct our mistakes and succeed. The purpose of making this presentation is to be an example for our friends who want to work like us but do not practice themselves enough. There may be many obstacles, excuses, but if you really want to do something, you will definitely find a way.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

143

Bir Yabancı Olarak Neden İstanbul Üniversitesi'nde Doktora Yapıyorum

Georgios Petrovas

İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Suni Tohumlama Anabilim Dalı

Yunanistan'da doğup büyüyen bir Yunanlı ve veteriner fakültesini

Bulgaristan'da okuyan bir yabancı olarak, neden doktora yapmak için İstanbul Üniversitesi'ni seçtim.

Bir Yunanlı için İstanbul'da olmak özel bir tecrübedir. İstanbul Yunanlılar için her zaman çok özel bir şehir olmuştur.Bu özellik benim İstanbul'u seçmemin sebeplerinden biri olabilir.

Bulgaristan'daki eğitimim sırasında, İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Uluslararası Öğrenci Kongresi'ne katılmak için ve Erasmus Öğrenci Değişim Programı için birkaç kez İstanbul'a geldim. Bu maceranın esas başlama noktası bu ziyaretlerdir.

İstanbul muhteşem bir şehirdir. Bu mega metropolde bir Avrupalı veya bir yabancı her köşede ve her sokakta ilginç ve çekici şeyler bulur. İstanbul Üniversitesi de birçok açıdan tercih edilecek bir üniversitedir. Birincisi, İstanbul'dadır. Aynı zamanda Türkiye'deki en büyük, en eski ve en meşhur üniversite olmanın yanında Avrupa'da da en eski ve başarılılardan biridir. İstanbul Üniversitesi'nde birçok "İlkler" vardır.

İstanbul, dünya şehirleri arasında Avrupa'yı Asya'ya bağlayan yegane şehirdir. İstanbul Üniversitesi de birçok yabancıya ev sahipliği yapan ve kendilerini evlerinde hissettikleri yegane üniversitedir.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

144

As a Stranger, Why Istanbul University for PhD.

Georgios Petrovas

İstanbul University Veterinary Faculty Department of Artifical Insemination As a stranger who was born in Greece and grown up there, who has

graduated from the Veterinary Faculty in Bulgaria, why Istanbul University Veterinary Faculty is preferred for the PhD study.

For a Greek, to be in Istanbul is a special experience. Since, Istanbul

has always been a special place for Greeks. This can be considered as one of the reasons of my preference.

During my studentship in Bulgaria, I have been to Istanbul for several

times to attend to the International Student Congress, to participate the Erasmus Student Exchange Programme etc. The starting point of this adventure were those visits.

Istanbul is a tremendous city. She is a mega metropolis where a

European or a stranger finds attractive at any corner or in any street. The Istanbul University has several points also to be preferred. Firstly,

it is in Istanbul. Also, it is the biggest, oldest and most famous in Turkey and one of the oldests and successfuls in Europe. There are so many "Firsts" in the Istanbul University.

Istanbul is unique among the world's cities in connecting Europe to

Asia. Yet, the Istanbul University also is unique in hosting so many strangers and make them feel home.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

145

Dünden Bu Güne; Kafkas Üniversitesi Yaban Hayatı Koruma, Kurtarma, Rehabilitasyon, Uygulama ve Araştırma Merkezi

Mesut Erdi Işıka, Duygu Kaplanb

a Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İntörn Öğrencisi, Paşaçayırı, 36100 Kars, Türkiye b Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, 4.Sınıf Öğrencisi, Paşaçayırı, 36100 Kars, Türkiye

Türkiye’de yaban hayatı kurtarma ve rehabilitasyon çalışmaları son

yıllarda yaygınlaşmakta ve ülkemizdeki bazı yeni kurulmuş merkezlerde faal hale gelmeye başlamıştır. Kafkas Üniversitesi yaban hayatı kurtarma ve rehabilitasyon ünitesi Kafkas Üniversitesi, Doğayı Koruma Milli Parklar Genel Müdürlüğü ve Kuzey Doğa Derneği tarafından imzalanan bir protokolle kurtarma ve rehabilitasyon çalışmalarına tıpkı bir ünite gibi Kars ilinde veteriner fakültesi kliniklerinde 5 yıl önce başladı. Başlangıçta Veteriner Fakültesi içinde ünite olarak kurumuş, 2015’ten beri sadece DKMP GM ile çalışan bağımsız yaban hayatı koruma, kurtarma, rehabilitasyon, araştırma ve uygulama merkezine dönüşmüştür.

Kuruluştan bu yana 960 civarı yaban hayvan merkezimizde tedavi edildi ve 350 yabani kuş, 14 yabani memeli ve 1 sürüngen kurtarma, tedavi ve rehabilitasyon sürecinden sonra %38.02 başarı oranı ile doğaya geri döndürüldü. Merkezimiz DKMP GM tarafından bu amaç için tasarlanan ve inşa edilen yeni bir tesiste hizmetlerine devam etmektedir. Merkezimizde bütün yabani memeliler, kuşlar ve sürüngenlere ayılar hariç her türlü tedavi ve rehabilitasyon başarıyla uygulanabilir. Merkezin ana amacı, koruma, kurtarma ve rehabilitasyon, akademik eğitim, Kafkasya bölgesinde ve ülkemizdeki yaban hayatı sürdürülebilirliği için güncel bilgi ve tecrübe ve işbirliğini paylaşarak yaban hayvanlarının korunması için kişilerin sayısının arttırılmasıdır.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

146

From Yesterday To Today: Kafkas University Wildlife Conservation, Rescue, Rehabilitaion, Research and Application

Centre

Mesut Erdi Isika, Duygu Kaplanb

a University of Kafkas, Faculty of Veterinary, Intern Student, Pasacayiri, 36100 Kars, Turkey b University of Kafkas, Faculty of Veterinary, Intern Student, Pasacayiri, 36100 Kars, Turkey

The studies about wildlife rescue and rehabilitation in Turkey is

becoming widespread in recent years and getting active in some new founded centres in our country. Kafkas University Wildlife Rescue and Rehabilitation Unit started to do rescue and rehabilitation studies like a unit in faculty of Veterinary Medicine clinics, five years ago in Kars province, with a protocol signed by University of Kafkas, General Directorate of National Parks and Nature Conservation and Kuzey Doğa Society. Initially established as a unit within the Faculty of Veterinary, it has been transformed “independent” Wildlife Conservation, Rescue, Rehabilitation, Research and Application Centre (KafkasREHAB) and work only with General Directorate of National Parks and Nature Conservation since 2015.

Since the date of foundation, about 960 wild animals were treated in

our centre and managed to return 350 wild birds, 14 wild mammals and 1 reptile back to nature with 38.02% success after the rescue, treatment and rehabilitation processes. Our centre is continuing to services in with a new facility which has been designed for this purpose and was built by General Directorate of National Parks and Nature Conservation. In our centre all wild mammals, birds and reptiles could be treating and rehabilitation of all types are carried out successfully except bears. The main objective of the centre, is to lead of protection, rescue and rehabilitation, academic training, increasing the number of person for protection of wildlife by sharing the current information and experience and cooperation for wildlife sustainability in Caucasus region and our country.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

147

Klinisyen Veteriner Hekimlerin Ağrı Kesici Kullanma Sıklığı Üzerine Bir Araştırma

Süleyman Tevatira, Elif Özkana, Temel Işıka, Sevinç Işıka

a Kafkas Üniversitesi Veteriner Fakültesi İntörn Öğrencisi, Paşaçayırı, 36100 Kars, Türkiye

Bu çalışmada klinisyen olarak çalışan veteriner hekimlerin ağrı kesici kullanma sıklığının belirlenmesi amaçlandı.

Türkiye’nin farklı bölgelerinde yer alan çeşitli illerde klinisyen olarak çalışan veteriner hekimlere yönelik hazırlanan anket üzerinden verilen cevaplar değerlendirilerek yüzdeleri belirlendi.

Bu çalışmaya Doğu Anadolu, İç Anadolu ve Ege bölgesi olmak üzere üç bölgede toplam 7 ilde 127 veteriner hekim katılmıştır. Katılanların % 94.44’ü erkek ve % 55.55’i serbest klinisyenden oluşmaktadır. Çalışmadan elde edilen verilere göre sahada çalışan veteriner hekimler arasında tercih edilen ağrı kesiciler farklılık (ketoprofen % 26.70, metamizol % 23.60, meloksikam % 21.90, fluniksin meklumin % 14.90 gibi) göstermesine rağmen ağrının değerlendirilmesi ve gerekli müdahalenin yapılması konusunda bir duyarlılık söz konusudur.

Bu çalışmadaki verilere göre küçük hayvan pratiğinde büyük hayvan pratiğine göre daha fazla ağrı kesici kullanıldığı ve mesleğe yeni başlayan daha tecrübeli olanlara göre daha sık kullandıkları belirlendi. Ancak, tedavi protokolünde ağrının dikkate alındığı ve bu kullanılan ağrı kesicilerin kullanım sıklığı veya bilinen yan etkilerinin gözetildiği sonucuna varıldı. Anahtar Kelimeler: Klinisyen veteriner hekim, Ağrı kesici kullanımı

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

148

A Study on the Use of Painkillers by Clinician Veterinarians

Suleyman Tevatira, Elif Ozkana, Temel Isika, Sevinc Isika

a University of Kafkas, Faculty of Veterinary, Intern Student, Pasacayiri, 36100 Kars, Turkey

In this study, it was aimed to determine the frequency of painkillers

used by clinician veterinarians.

Answers to the prepared questionnaire for veterinarians working as clinicians in various cities in different regions of Turkey were evaluated and percentages were determined.

This study was carried out 127 veterinarians participated in 7 cities in three regions including Eastern Anatolia, Central Anatolia and Aegean regions. 94.44% of the participants were male and 55.55% were clinicians. Although there are differences in pain reliever preference among the veterinarians working in the field (ketoprofen 26.70%, metamizol 23.60%, meloxicam 21.90%, flunixin meklumin 14.90%), there is a sensitivity about the evaluation of the pain and the necessary intervention.

According to this study, it was found that in small animals more painkillers were used than in large animals, and that new ones in the profession used more frequently. However, pain in the treatment protocol was taken into account and its use frequency with which the painkillers were used or the known side effects were observed. Key words: Clinician veterinarian, Use of pain killer

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

149

Türkiye’de Veteriner Hekimlerin Meslek Hastalıkları ve İş Kazaları Üzerine Bir Araştırma

Mehmet Sarıkayaa, Son Nuriye Selvia, Bahar Bankoa, Mehmet Torusa, Sadık Emin Borçeklia

a Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi Öğrencisi, Paşaçayırı, 36000, Kars, Türkiye

Çalışmada Türkiye’de veteriner hekimlerin meslek hastalıkları ve iş kazaları konusunda farkındalığı ve varsa geçirdiği mesleki hastalıklar ve bunlara karşı alınan önlemlerin değerlendirilmesi amaçlandı. Çalışma kapsamında yedi bölgede en az birer il ve her ilden veteriner hekim katılımı ile 238 veteriner hekim ile görüşmeler sağlandı ve daha önceden hazırlanan ankete işlendi. Görüşmelerimizde veteriner hekimlerin bir çoğunluğunun başlangıçta meslek hastalığı ve iş kazaları ile ilgili eğitim ve bilgi edinme gereği duymadığı, ancak hastalığa maruz kalanların hastalık sonrasında bu konularda bilgi edinme gereği duyduğu görülmüştür. Meslek hastalığı ve iş kazası öncesinde gerekli tedbirlerinin alınmadığı sonrasında ise daha dikkatli olunduğu anlaşılmıştır. Ayrıca kimi veteriner hekimlerce meslek hastalığı ve iş kazaları ile ilgili bir eğitim veya seminer düzenlenmesinin faydalı olabileceği belirtilmiştir. Veteriner hekim mesleğini sistematik ve yeterli düzeyde yürütülebilmesi için veteriner hekimlerin meslek hastalıkları ve iş kazaları konusunu göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Anahtar kelimeler: Veteriner hekim, meslek hastalığı ve iş kazaları

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

150

A research on Occupational Diseases and Occupational Accidents of Veterinarians in Turkey

Mehmet Sarıkayaa, Son Nuriye Selvia, Bahar Bankoa, Mehmet Torusa, Sadık Emin Borçeklia

a Kafkas University Faculty of Veterinary Medicine Paşaçayırı, 36000, Kars, Türkiye

İngilizce özet zamanında ulaşmadığı için özet kitabında bulunmamaktadır.

The English abstract is not available because it was not met the deadline.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

151

Bir Vaşak'ta Mermi Çekirdeğine Bağlı Görme Probleminin Klinik, Nörolojik ve Radyolojik Değerlendirilmesi

Muhammet Nalkıran1, Oğuz Kaan Güral1, Mehmet Uğur Altuncu1,

Ayşegül Yavuz2, Nurdan Tetik2

1 Kafkas Üniversitesi, İntörn Veteriner Hekim, 36100 Kars, Türkiye 2 Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi Öğrencisi, 36100 Kars, Türkiye

Bu çalışmada Bayburt ilinden ateşli silah yaralanması sonucu Kafkas Üniversitesi Yaban Hayatı Koruma Kurtarma ve Rehabilitasyon Merkezi'ne getirilen (dişi, erişkin olduğu düşünülen, 5.5 kg) bir vaşağın (Lynx lynx) klinik, hematolojik, radyolojik ve nörolojik bulgularının değerlendirilmesi amaçlandı.

Vaşağın hematolojik, biyokimyasal, radyolojik ve nörolojik değerlendirmeleri Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim dalı, KafkasREHAB ekibi, Veteriner Fakültesi Cerrahi ve İç Hastalıkları Anabilim dalları öğretim üyelerince gerçekleştirildi. Normal P100 skoru 100msn olarak bildirilen Visual Evoked Potential/VEP değerinin değerlendirilen bu olguda sağ göz için 137,7msn, sol göz için 142,2msn olduğu belirlendi. Ayrıca gözde yapılan diğer test ve muayenelerde elde edilen bulguların daha önce vaşaklar için bildirilen benzer muayene bulguları ile uyumlu olduğu ve klinik olarak bir anormallik göstermediği tespit edildi. Yapılan MR incelemelerinde kurşun parçasının kafanın median hattı üzerinde ve tam arkadan, görme merkezinin de içerisinde yer aldığı oksipital loba yaklaşık 0.5-1 cm giriş yaptığı, kemik doku parçaları veya hematom vb. bir yapının çekirdeğe eşlik etmediği görüldü. Değerlendirilen bu vakada fiziksel olarak görme ile ilgili organ ve dokularda yapılan tüm fiziksel muayene bulguları normal, nörolojik muayene olarak yapılan VEP incelemesi sonucu elde edilen değerlerde ise uzama bulguları tespit edildiğinden görüş kaybının klinik olarak ateşli silah yaralanmasına bağlı oksipital lob/görme merkezi hasarından kaynaklandığı kanısına varıldı.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

152

From Yesterday to Today: Kafkas University Wildlife Conservation, Rescue, Rehabilitaion, Research and Application

Centre

Muhammet Nalkıran1, Oğuz Kaan Güral1, Mehmet Uğur Altuncu1, Ayşegül Yavuz2, Nurdan Tetik2

1 Kafkas Üniversitesi, İntörn Veteriner Hekim, 36100 Kars, Türkiye 2 Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi Öğrencisi, 36100 Kars, Türkiye

İngilizce özet zamanında ulaşmadığı için özet kitabında bulunmamaktadır.

The English abstract is not available because it was not met the deadline.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

153

At ve İnsan: Kars Örneği

Murat Kerem ÇAVDARa, Behram OKURa, Berika Esen OLCAa, BerreSAĞLAMa, Ali Anıl KASAKOLUa

aKafkas Üniversitesi Veteriner Fakültesi Öğrencisi, Paşaçayırı, 36000, Kars, Türkiye

Son yıllarda popülaritesini koruyan atçılık ve atlı sporlar Kars ve bölgesinde daha çok tarımsal alanda iş gücü ve yük çekim atı, cirit ve rahvan müsabakaları ile kışın donan Çıldır gölü üzerinde atlı kızak sporları ve Sarıkamış başta olmak üzere turizm sektöründekullanılmaktadır. Farklı alanda yetiştiriciliği yapılan atın insan hayatında ayrı bir yeri vardır. Dolayısıyla bu çalışmada Kars’tafarklı amaçlar için yetiştiriciliği yapılan ve bir yandan da unutulmaya yüz tutan atçılığın sosyal yönleriyle birlikte örf, adet, gelenek ve göreneklerin tekrar hatırlatılması amaçlandı. Atın insan hayatındaki yerini konu edinen bu sunumda at ve yetiştiriciliğinin tarihi süreci ve Kars’ta yetiştirme alanları ele alındı. Tarım sektörü, çeki atı, rahvan, cirit ve turizm olmak üzere kategorize edilerek bu alanlarda söyleşi ve video çekimleri gerçekleştirildi. Çalışmadan elde edilen verilere göre köylerin büyük bir çoğunluğunda tarımsal makinelerin yaygınlaşmasına rağmen yaz aylarında tırmık çekmek üzere at kullanılmaktadır. Çeki atının ise her geçen gün daha da azaldığı gözlemlenmiştir. Öte yandan özellikle cirit ve rahvan atlarının yaygınlaştığı ve ilgi çekildiği görülmüştür. Ayrıca özellikle kışın donan Çıldır gölü ve yoğun bir turist çeken Sarıkamış’ta atlı kızakların sayısının arttığı bilinmektedir. Sonuç olarak Karsta son yıllarda tarım ve çeki atının azalmadığı ama sportif, hobi ve turizm amacıyla yapılan atçılığın daha önem kazandığı söylenebilir.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

154

Horse and Human: Kars Example

Murat Kerem ÇAVDARa, Behram OKURa, Berika Esen OLCAa, BerreSAĞLAMa, Ali Anıl KASAKOLUa

aKafkas Üniversitesi Veteriner Fakültesi Öğrencisi, Paşaçayırı, 36000, Kars, Türkiye

İngilizce özet zamanında ulaşmadığı için özet kitabında bulunmamaktadır.

The English abstract is not available because it was not met the deadline.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

155

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

156

POSTER SUNUMLARI •

POSTER PRESENTATION

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

157

1 ADAM VALCEK Çek Cumhuriyetindeki Atlarda Bulunan Beta- Laktamaz İçeren Escherichia coli’nin Moleküler Tiplendirilmesi / Molecular typing of extended spectrum beta-lactamase-producing Escherichia coli from horses in the Czech Republic

2 AHMED FATHY HASSAN SAOUDY Mısır Maghrebi Develerinde (Camelus Dromedarius L.) Süt Sağma Aralıklarının Alveolar Sisternal Süt Birikimi Ve Süt Oluşumuna Etkisi / Effect of Milking Interval on Alveolar Versus Cisternal Milk Accumulation and Milk Composition in Egyptian Maghrebi Camels

3 AHMET MURAT SAYTEKİN Bruselloz İle Mücadelede Konjuktival Aşılar / Conjunctival Vaccines For Fighting Against Brucellosis

4 AHMET MURAT SAYTEKİN Bruselloz Tanısında Moleküler Yöntemlerin Kullanımı / Use Of Molecular Methods For Diagnosis of Brucellosis

5 ALP EMRE YILDIZ Çiğ Sütlerde Cryptosporidium spp Varlığının Araştırılması / Investigation of Cryptosporidium spp. in Raw Milk

6 AYÇA ÜVEZ Ecballium elaterium (L.) A. Rich. Bitkisinin Meyve Suyunun Antioksidan ve Anti-inflamatuvar Etki Yönünden İncelenmesi / Evaluation of Antioxidant and Anti-inflammatory Acitivity of Ecballium elaterium (L.) A. Rich. Fruit Juice

7 BEGÜM MAŞLAK PZR inhibitörleri, etki mekanizmaları ve eliminasyon yolları / PCR Inhibitors, Their Mechanisms of Action and Elimination Methods

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

158

8 BELGİ NESİBOĞLU Konsantre yem katkılı beslenmenin sütçü ineklerde element düzeyleri üzerine etkisi / Effect of Concentrated Feed Additive Nutrition on Element Levels in Dairy Cattle İstanbul

9 BOZHİL HRİSTOV Atlarda Osteomyelitis / Osteomyelitis in Horses

10 BUSE KAHVECİ Holştayn Sığır Irkında Kalıtsal Bir Hastalık: Kompleks Omurga Bozukluğu (CVM) / An Inherited Disease of Holstein Cattle: Complex Vertebral Malformation (CVM)

11 CAN KARAGÖZOĞLU Cavalier King Charles Spaniel Irkı Bir Köpekte Aortopulmoner Pencere Aortopulmonary Window in Cavalier King Charles Spaniel

12 CAN YALÇINKAYA İstanbul İli ve Çevresindeki Yırtıcı Kuşlarda Kan Parazitlerinin Araştırılması / Survey of Blood Parasites in Raptors in and around Istanbul

13 CANAN KENAR Yeni ve Yeniden Ortaya Çıkan Hayvansal Kaynaklı Zoonoz Hastalıklar / Emerging and Re-emerging Zoonotic Animal Diseases

14 CANAN KENAR Histofiloza Genel Bakış / Overview of Histophilosis

15 CEM MÜJDE Tank Sütlerinden İzole Edilen Macrococcus caseolyticus Suşlarının Antimikrobiyal Duyarlılıklarının Belirlenmesi /

16 ÇAĞLA SARIMADEN Probiyotik Bakterilerin Bağırsaklardaki Patojenlere Etkisi / Effect of Probiotic Bacteria on Intestinal Pathogens

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

159

17 DUYGU TARHAN Allopürinol Tedavisinin Ksantin Taşları Üzerine Etkisi / The Effect of Allopurinol Therapy on Xanthine Stones

18 DUYGU TARHAN İstanbul’da Satışa Sunulan Dana, Tavuk Karaciğeri Ve Tavuk Yüreğinde Ağır Metal (As, Cd, Pb) Düzeyleri / The Heavy Metals Levels (As, Cd, Pb) of Calf, Chicken Liver and Chicken Heart exposed for sale in Istanbul

19 DUYGU TARHAN Oksidatif Stres ve Antioksidan Ölçümlerinde OXY Adsorban ve d-ROMs Testlerinin Yeri / Place of OXY Adsorbent and d-ROMs Tests in Oxidative Stress and Antioxidant Measurements

20 DUYGU TARHAN Sağlıklı Kedilerde İdrarda İz (ESER) Elementlerin Belirlenmesi: Ön Çalışma / Determination of Urinary Trace Elements in Healthy Cats: A Preliminary Study

21 DUYGU TARHAN Veteriner Dermatolojisine Yeni Bir Yaklaşım: Melatonin / A New Approach to Veterinary Dermatology: Melatonin

22 DUYGU TARHAN Veteriner Elektroensefalografide Beyin Dalgalarının Analizinde Fourier Teoremi / The Fourier Theorem in the Analysis of Brain Waves in Veterinary Electroencephalography

23 DUYGU TARHAN Veteriner Hekimlikte Kanser Tedavisine Yeni Bir Bakış: Hadron Terapi

24 DUYGU TARHAN Veteriner Hekimlikte Rutin Uygulamaya Giren Endoskopların Fizik Prensipleri / The Physics Principles of Endoscopes Using for Routine Practice in Veterinary Medicine

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

160

25 DUYGU TÖRE Trake Kollapslı Köpeklerde Klinik, Radyografik ve Bronkoskopik Bulguların Diagnostik Değerlendirilmesi / Diagnostic evaluation of clinical, radiographic and bronchoscopic findings in the dogs with tracheal collapse

26 EDİS YILMAZ Boğa Spermasında Yüksek Isıdaki Eritme Tekniklerinin ve Soğuk Şokunun Spermatolojik Özelliklere Etkileri / Effects on Spermatological Traits of High Temperatures Thawing Techniques and Cold Shock in Bull Semen

27 EGE GÜLLÜOĞLU Bir Köpekte Hipotiroidi ile Birlikte Seyreden Dilate Kardiyomiyopati / Dilated Cardiomyopathy With Hypothyroidism In a Dog

28 EGE KABATAŞ Doğal Yaşam Hekimliği Ve Hastalıkları / Wild Life Medicine and Diseases

29 ELİF UMAY TAKAN Kangal Irkı Bir Köpekte Sağdan-Sola Şantlı Patent Ductus Arteriosus / Reverse (Right-to-Left Shunt) Patent Ductus Arteriosus in an Anatolian Shepherd Dog

30 ENES GÜNCÜM İn vivo Anjiyojenez Modeli: Koryoallantoik Membran (CAM) / In Vivo Model of Angiogenesis: Chorioallantoic Membrane (CAM) Assay

31 ENES GÜNCÜM Veteriner Onkolojide Terapötik Hedef Olarak Tirozin Kinazlar / Tyrosine Kinases As A Therapeutic Target In Veterinary Oncology

32 ERDİ ERGENE Dünyada ve Türkiye’de Kırmızı Et Üretimi ve Tüketimi Durumunun İncelenmesi / Examination of The Production and Consumption Status of Red Meat in the World and Turkey

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

161

33 ERMİŞ ÖZKAN Koyun ve keçi astragallerinin (talus) artefakt olarak değerlendirilmesi / Evaluation of sheep and goat astragali (talus) as artefact

34 ESRA AKKAYA Günümüzün ve Geleceğin Gıdaları: Fonksiyonel Gıdalar/ The Food of Today and the Future: Functional Foods

35 EZGİ TÜRK Bir Mezbahanenin Ekolojik Açıdan Genel Olarak İncelenmesi / A General Overview of the Slaughterhouse by Ecologically

36 EZGİ ESRA ÇETİN Atlarda Renkli Görme / Color Vision in Horses

37 FUAT KUTAY GÜRÜNLÜ 3 Yaşlı Dişi Yeşil İguana’da Preovulatuar Folliküler Stazis Olgusu / Preovulatory Follicular Stasis in a 3-Year-Old Female Green Iguana

38 FURKAN ÖNDER Farklı Maserasyon Ve Taksidermi Metotları Kullanarak Bir Kedinin Yarım Taksidermisi / A Cat’s Half Taxidermy by Using Different Maceration and Taxidermy Methods

39 GÖKNUR YETİMLER Süt ve Süt Ürünlerinde Stafilokokal Enterotoksinler / Staphylococcal Enterotoxin in Dairy Products

40 HACER KOFALI Bir Atta Holter EKG Yöntemiyle 2. Derece Atriyoventriküler Blok (Mobitz Tip 2) Tespiti / Determination of 2nd Degree Atrioventricular Block (Mobitz Type 2) with Holter ECG in a Horse

41 HANDE ÖZLER Memelilerde Modifiye Taksidermi / Modified Taxidermy of Mammals

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

162

42 HANDE SÜMEYYE KABAKCI Alman Irkı 27 Yaşındaki İğdiş Bir Atta Odontoklastik Diş Rezorpsiyonu ve Hipersementozis Olgusu / Equine Odontoclastic Tooth Resorption and Hypercementosis in a 27-Year-Old German Warmblood Gelding Horse

43 HASİBE MÜMÜNOĞLU Kuluçkada Farklı Monokromatik Aydınlatma Uygulamalarının Japon Bıldırcınlarında Çıkış Süresi Ve Korku Düzeyine Etkileri / Effects of Different Monochromatic Lighting Applications in Incubation on Hatching Time and Fear Response in Japanese Quail

44 HAZAL ÖZTÜRK Sığırlarda Tüberküloz Lezyonlarının Morfolojik İncelenmesi ve Mikobakter Etkeninin Gösterilmesi / Morphological Investigations of Tuberculous Lesions in Cattle and Demonstration of Mycobacteria

45 ILGIN KEKEÇ Veteriner Hekimliği Perspektifinde TTX Toksini: Bilinenler Ve Bilinmesi Gerekenler / Tetrodotoxin In Veterinary Perspective: Facts And Future Perspective

46 IRINA CHUMACHENKO Global Çevre Problemi; Perflorlu Bileşikler / Global Environmental Problem; Perfluorinated Compounds

47 İSMAİL DEMİRCİOĞLU Stereoloji’nin Görüntüleme Yöntemleri Üzerinde Kullanım Alanları / Application Areas of Stereology on Imaging Methods

48 IVA KUTILOVA Kanada’daki kargalillerde blaKPC-3 geni içeren Karbapenemaz üreten Enterobacter aerogenes / Carbapenemase-producing Enterobacter aerogenes harbouring blaKPC-3 gene from corvids in Canada

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

163

49 IVANA PHILIPOVA Koyun Üretim Kalitesinde Scrapie Gen Polimorfizmi Etkisi / Scrapie gene polymorphism influence to sheep productive qualities

50 KUTAY YILDIZ İneklerde Siyanür Zehirlenmesi / Cyanide Poisoning in Cattle

51 KUTAY YILDIZ Köpeklerde Çikolata Zehirlenmesi / Chocolate Poisoning in Dogs

52 KUTAY YILDIZ Dermatofitoz ve Çevresel Kontaminasyona Bağlı Şekillenen İnatçı Tüy Dökülmesi / Stubborn Hair Loss due to Dermatophytosis and Environmental Contamination

53 KÜBRA MELİS SABUNCUOĞLU Kuluçkada Farklı Monokromatik Aydınlatma Uygulamalarının Japon Bıldırcınlarında Büyüme Özelliklerine Etkileri / Effects of Different Monochromatic Lighting Applications in Incubation on Hatching Time and Fear Response in Japanese Quail

54 MELİH ÇAKIN Sığır Dışkılarından İzole Edilen Salmonella Türlerinin Dağılımı / The Distribution of Salmonella Species Isolated from Cattle Feces

55 MELTEM NUR TOPALAK Bir arap kısrakta sezaryen olgusu / A Cesarian Case on Arabian Mare

56 MEHMET MURAT KILIÇ Köpeklerde agresif davranışlarda tedavi yaklaşımları / Treatment Principles in Aggresive Behavior in Dogs

57 NESLİHAN ÜNALAN İlaçların Sabit Hızlı İnfüzyonunun Veteriner Hekimlikte Kullanımı / Usage of Drugs Via Constant-Rate Infusion in Veterinary Medicine

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

164

58 NİSA SİPAHİ Gıdalarda Bakteriyel Toksinler ve Kontrol Yöntemleri / Bacterial Toxins in Food and Control Methods

59 OZAN GÜNDEMİR Makroanatomik Çalışmalarda Bilgisayarlı Tomografi ve Magnetik Rezonans Kullanımı / The Usage of Computerized Tomography and Magnetic Resonance Images in Macroanatomical Studies

60 SEFA BATUHAN KELEŞ Köpekte Beyin Loblarının 3d Yazıcı İle Modellenmesi / Modeling Of Dog Brain Lobes With 3d Printer

61 SELİN MERT Bolu, Düzce’de Faaliyet Gösteren Mezbahalardaki Gıda ile Temas Eden Yüzeylerin Mikrobiyolojik Değerlendirmesi / Microbiological Evaluation of Food Contact Surfaces at Slaughterhouses in Düzce, Bolu

62 SEVDE İSLAMOĞLU Bir At’ta Göz Kapağında Saptanan Sebasiyöz Karsinoma Olgusu / Equine Ocular Sebaceous Carcinoma: A Case Report

63 SİNAN KANDIR Atlarda Kablosuz EKG Kaydında Güncel Gelişmeler / Current Developments in Wireless ECG Recording in Horses

64 SLAVKO NİKOLOV Su Kuşlarında Influenza / Influenza In Waterfowl

65 TUĞÇE TINMAZ Hayvanlarda Pasteurella multocida İnfeksiyonları / Pasteurella multocida Infections In Animals

66 UMUT FİKRET KORKMAZ Kedilerde Cheyletiellosis ve Spot-on Selamectin ile Sağaltımı / Cheyletiellosis in Cats and its Treatment with Spot-on Selamectin

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

165

67 YASEMİN KAYA Kedi ve Köpeklerde Antifungal Direnç ve Klinik Önemi / Clinical Importance of Antifungal Resistance in Small Animal Medicine

68 YASEMİN KAYA Köpeklerde Epileptik Nöbetlerin Kronik Tedavisinde Güncel Yaklaşımlar / Current Approaches in Chronic Treatment of Epileptic Seizures in Dogs

69 YOANA PETROVA Yeni Zelanda Beyaz Tavşanlarinin Deneysel Olarak Pasteurella Multocida İnfekte Edildikten Sonra Kirmizi Kan Hücrelerindeki Değişim / Changes in parameters of red blood count in new zealand white rabbits after experimentally induced Pasteurella multocida infection

70 ZÜMRÜT MARAZ Bazı Kuş Türlerinde Dilin Morfolojik Özellikleri / The Morphological Characteristics of the Tongue in Some A

71 AYSU KILIÇ İzole Sıçan Kalbinde İskemi/Reperfüzyon Hasarında Angiotensin Tip I ve Angiotensin Tip II Reseptör Blokajının Rolü / Role of Angiotensin Type I and Type II Receptor Blockade in Ischemia/Reperfusion Injury of Isolated Rat Heart

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

166

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

167

Çek Cumhuriyetindeki Atlarda Bulunan Beta- Laktamaz İçeren Escherichia coli’nin Moleküler Tiplendirilmesi

Adam Valcek,1* Ludmila Kohoutova,2 Katerina Rehakova,1 Martina Masarikova,2 Petr Jahn,3 Alois Cizek,2,4 Monika Dolejska,1,4

1Dept. of Biology and Wildlife Diseases, Faculty of Veterinary Hygiene and Ecology, Unv. of Veterinary and Pharmaceutical Sciences Brno

2Dept. of Infectious Diseases and Microbiology, Faculty of Veterinary Medicine, Unv. of Veterinary and Pharmaceutical Sciences

3Equine Clinic, Faculty of Veterinary Medicine, Unv. of Veterinary and Pharmaceutical Sciences Brno

4Central European Institute of Technology, University of Veterinary and Pharmaceutical Sciences Brno, Brno, Czech Republic

*[email protected]

Çek Cumhuriyetinde yer alan iki at kliniğinde ve üç at çiftliğinde

bulunan atlarda ve çevrelerinde geniş spektrumlu Beta –laktamaz (ESBL) üreten Escherichia coli’yi karakterize etmeyi hedefledik.

Örnekler ( dışkı, çevresel ve rektal swablar, n=336) E. coli elde etmek amacıyla sefotaksim (2mg / L) içeren MacConkey agara ekildi. MALDI- TOF kütle spektrometresi ile izolatlar belirlendi ve çift diskli sinerji testi ile ESBL test edildi. ESBL üreten E. coli izolatları PCR kullanılarak beta- laktamaz genleri için tarandı, filogenetik gruba sınıflandı. Pulse- field jel elektroforezi (PFGE) ve çok odaklı dizi tiplemesi (MLST) kullanılarak izolatların klonal benzerliği değerlendirildi. Konjugasyon deneyleri ile ardından PCR esaslı replikon tiplendirme ve S1 PFGE kullanılarak ESBL taşıyan plazmitin yazılması ve ESBL genlerinin alıcı bir E. coli suşuna aktarılabilirliği test edildi.

Toplam 126 E. coli izolatında blaCTX-M-1 (73 izolat), blaSHV-12 (30), blaCTX-M-14 (14), blaCTX-M-15 (4) ya da blaCTX-M-1+ blaSHV-12 (5) genleri tespit edildi. İzolatlar B1(26 izolat), E (18) ve A(12) filogenetik gruplara atandı. PFGE ve MLST analizleri izolatların yüksek genetik çeşitliliğini meydana çıkarmıştır ve ST533, ST641, ST224, ST1245, ST1250, ST1252 ve ST3858 baskın olan tiplerdir. İzolatların %84 de konjugasyon yolu ile ESBL genleri alıcı hücrelere transfer edildi. Ve çoğunlukla uyuşmazlık grupları olarak isimlendirilen HI1, X3 ve I1 gruplarının plazmitleri ile taşındı.

Bu çalışma birden fazla hastaneye yatırılmış ve hastanede yatmamış atlarda identik suşların varlığını ve değişken genetik kökene sahip ESBL üreten E.coli nin yaygınlaşmasını ortaya koymaktadır. Anahtar kelimeler: ESBL, atlar, antibiyotik direnç, E.coli

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

168

Extended Spectrum Beta-Lactamase-(ESBL)-Producing Escherichia coli in Horses and the Environment in Two Equine

Clinics and Three Horse Farms in the Czech Republic

Adam Valcek,1 Ludmila Kohoutova,2 Katerina Rehakova,1 Martina Masarikova,2 Petr Jahn,3 Alois Cizek,2,4 Monika Dolejska,1,4

1Dept. of Biology and Wildlife Diseases, Faculty of Veterinary Hygiene and Ecology, Unv. Of Veterinary and Pharmaceutical Sciences Brno

2Dept. of Infectious Diseases and Microbiology, Faculty of Veterinary Medicine, Unv. of Veterinary and Pharmaceutical Sciences Brno

3Equine Clinic, Faculty of Veterinary Medicine, Unv. of Veterinary and Pharmaceutical Sciences Brno

4Central European Institute of Technology, University of Veterinary and Pharmaceutical Sciences Brno, Brno, Czech Republic

[email protected]

We aimed to characterize extended spectrum beta-lactamase-(ESBL)-

producing Escherichia coli in horses and the environment in two equine clinics and three horse farms in the Czech Republic.

Samples (faeces, rectal and environmental swabs, n=336) were cultivated on MacConkey agar with cefotaxime (2 mg/L) to obtain E. coli. The isolates were identified by MALDI-TOF Mass Spectrometry and the production of ESBL was tested using the double-disc synergy test. ESBL-producing E. coli isolates were screened for beta-lactamase genes using PCR and sequencing and classified into phylogenetic group. Clonal similarity of the isolates was evaluated using pulse-field gel electrophoresis (PFGE) and multi-locus sequence typing (MLST). Transferability of ESBL genes into a recipient E. coli strain was tested via conjugation experiments followed by typing of ESBL-carrying plasmid using PCR-based replicon typing and S1 PFGE.

A total of 126 ESBL-producing E. coli isolates carrying the blaCTX-M-1 (73 isolates), blaSHV-12 (30), blaCTX-M-14 (14), blaCTX-M-15 (4), or blaCTX-M-1+ blaSHV-12 (5) genes were obtained. The isolates were assigned to phylogenetic groups B1 (96), E (18) and A (12). PFGE and MLST analysis revealed high genetic diversity of the isolates with ST533, ST641, ST224, ST1245, ST1250, ST1252 and ST3858 as predominant types. ESBL genes were transferred to recipient cells via conjugation in 84% isolates and they were mostly carried by plasmids of incompatibility groups identified HI1, X3 and I1.

This study demonstrates wide dissemination of ESBL-producing E. coli with variable genetic backgrounds as well as the presence of identical strains in multiple hospitalized and non-hospitalized horses. Keywords: ESBL, horses, antibiotic resistance, E. coli Funded by projects 116/2015/FVL, 15-14683Y and LQ1601.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

169

Mısır Maghrebi Develerinde (Camelus Dromedarius L.) Süt Sağma Aralıklarının Alveolar Sisternal Süt Birikimi Ve Süt Oluşumuna

Etkisi

Ahmed Seioudya, Omar Salamaa and Manar Seioudyb

a Agricultural Research Center, Animal Production Research Institute, Department of Camel Research, Giza, Egypt

b Agricultural Research Center, Central Laboratory for Evaluation of Veterinary Biologics, Extraneous Virus Department, Cairo, Egypt

Mısır Maghrebi develerindeki süt sağım aralığının alveolar sisternal süt

birikimi ve süt kompozisyonu üzerine etkisi araştırıldı.

Mısır Maghrebi sütçü develerinde(n=10) 4,8,12,16,20 ve 24 saat sonra laktasyonun ortasında [281±41 süt günü, 4.2±0.3 L/d] sisternal ve alveolar süt hacmi ölçülmüştür, sisternal sütün iyileştirilmesi için bir oksitosin (OT) resaptör antagonistinin uygulanması ve buna takiben alveol fraksiyonunu ortadan kaldırmak için intravenöz OT enjeksiyonu yapılmıştır. Ayrıca süt emdirme öncesi ve sonrası ultrasonografi ile meme sisternaları araştırıldı.

Süt sağımının 4- 24 saatlik aralıklarla (170±28 - 107±10 ml/saat) artması üzerine süt salınımı oranı lineer(r2=0.90) olarak azaldı. 12 saatlik sağım aralığı (3.5 L/d) ile karşılaştırıldığında tahmini günlük süt verimi sırasıyla 4,8,16,20 ve 24 saat aralıklar ile % 117, 108, 77,78 ve 74’di. Alveoler kısım süt hacminin %92’sini oluştururken sisternal bölüm %8 (132±30 ml) oluşturmuştur. Toplam sütteki kuru madde ve süt yağı içeriği, en yüksek değeri 4 saatlik aralıklar ile en düşük değeri ise 24 saatlik aralıklar ile gösterdi. Alveoler süt, sisternal sütte gözlemlenebilenden daha fazla yağ(%3.26 vs. 2.22; SEM, %0.10) ve protein (%3.39 vs. 2.96; SEM, %0.05) içeriyordu.

Bu kısa süreli çalışma Mısır Maghrebi deve memesinin depolama kapasitesinin düşük olduğunu kanıtlamıştır. Bu arada, sağım zaman aralığını uzatma yetenekleri kabul edilebilinir ve makinenin sağım kabiliyetini artırmak için bu süt üretim yeteneğini artırması önerilir.

Anahtar kelimeler: Tek hörgüçlü deve, Süt kompozisyonu, Süt sağım aralığı, Oksitosin.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

170

Effect of Milking Interval on Alveolar Versus Cisternal Milk Accumulation and Milk Composition in Egyptian Maghrebi

Camels (Camelus Dromedarius L.)

Ahmed Seioudya, Omar Salamaa and Manar Seioudyb

a Agricultural Research Center, Animal Production Research Institute, Department of Camel Research, Giza, Egypt

b Agricultural Research Center, Central Laboratory for Evaluation of Veterinary Biologics, Extraneous Virus Department, Cairo, Egypt

Study the effect of milking interval on alveolar versus cisternal milk accumulation and milk composition in Egyptian Maghrebi camels.

Cisternal and alveolar milk volume were measured in Egyptian

Maghrebi dairy camels (n=10) at mid-late lactation [281±41 days in milk, 4.2±0.3 L/d] after 4, 8, 12, 16, 20 and 24 h of milk accumulation by administration of an oxytocin (OT) receptor antagonist for recuperation of cisternal milk followed by intravenous injection of OT to remove the alveolar fraction. Also, udder cisterns were explored by ultrasonography before and after milk let-down.

Milk secretion rate decreased linearly (r2=0.90) upon increase of milking interval from 4- to 24-h intervals (170±28 to 107±10 ml/h). Comparing with 12-h milking interval (3.5 L/d), estimated daily milk yield was 117, 108, 77, 78 and 74% for 4-, 8-, 16-, 20- and 24-h intervals, respectively. Alveolar compartment accounted for 92% of milk volume whereas cisternal compartment for 8% (132±30 ml). Total milk solids and milk fat content, showed the greatest value at 4-h intervals and the lowest at 24-h intervals. Alveolar milk contained more fat (3.26 vs. 2.22%; SEM, 0.10%) and protein (3.39 vs. 2.96%; SEM, 0.05%) than those observed in cisternal milk.

This short term study proved the low storage capacity of the Egyptian

Maghrebi camel udder. In the meanwhile, their ability to extend milking interval is considered moderate and that is recommended to increase this breed ability for milk production to improve its machine milking ability. Keywords: Dromedary, milk composition, milking interval, oxytocin.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

171

Bruselloz İle Mücadelede Konjuktival Aşılar

Ahmet Murat Saytekina*, Belgi Diren Sığırcıb, Baran Çelikb, Beren Başaran Kahramanb, Kemal Metinerb, Serkan İkizb, Arzu Funda Bağcıgilb, Seyyal Akb

aPendik Veteriner Kontrol Enstitüsü Müdürlüğü 34890, İstanbul, Türkiye bİstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı 34320, İstanbul, Türkiye

*[email protected]

Bruselloza karşı kullanılan konjuktival aşıların mücadeledeki önemini vurgulamak amaçlandı. Bruselloza karşı konjuktival aşı çalışmaları ve mücadele stratejileri incelendi.

Bruselloz, sürdürülebilir verimli hayvancılığımızı ve insan sağlığını tehdit eden bulaşıcı, zoonoz bir hastalıktır. İnfekte hayvanlar, zaman zaman etkeni çevreye bulaştırarak hastalığı yayarlar. Hastalığın fark edilememesi ve tedavisinin pratik olmaması, mücadelede koruyucu hekimliği öne çıkartmaktadır. Aşılama ise koruyucu hekimliğin en önemli silahıdır. Bruselloz ile mücadelede geçmişten günümüze en çok smooth, zayıflatılmış canlı aşı suşları ile hazırlanmış derialtı aşılar kullanılmıştır. Ancak patojenitelerini devam ettiren canlı aşı suşları, uygulandıkları hayvanların fizyolojik durumlarına göre (Gebelik, laktasyon zamanı) bazen aşı infeksiyonu ile birlikte yavru kaybına sebep olabilmektedir. Ayrıca aşılamaya bağlı gelişen seropozitiflik, uzun süre devam ederek hastalık teşhisinde yanıltıcı olmaktadır. Özellikle ergin hayvanlarda bu risk çok daha yüksektir. İşte tüm bu riskleri azaltmak ve derialtı uygulanan aşılara yakın immunolojik etki sağlamak için konjuktival aşılar geliştirilmiş ve özellikle hastalığın yoğun olduğu, maddi kaynakların kısıtlı ve veteriner teşkilatlarının yetersiz olduğu ülkelerde hastalıkla mücadelede anahtar rol üstlenmişlerdir. Ülkemizde de 2012 yılında başlatılan “Brusellozun Kontrolü ve Eradikasyonu Projesi” çerçevesinde, mücadele için konjuktival aşılar kullanılmakta ve geçen süre içinde hayvan ve insan mihrakları açısından olumlu sonuçlar alınmaktadır.

Bruselloza karşı ülkelerin yürüteceği mücadele stratejilerinde, yoğun kitlesel aşılamalar için konjuktival aşılar tercih edilmelidir.

Anahtar Kelimeler: Bruselloz, Konjuktival Aşı, Mücadele

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

172

Conjunctival Vaccines For Fighting Against Brucellosis

Ahmet Murat Saytekina*, Belgi Diren Sığırcıb, Baran Çelikb, Beren Başaran Kahramanb, Kemal Metinerb, Serkan İkizb, Arzu Funda Bağcıgilb, Seyyal Akb

aPendik Veterinary Control Institute 34890,İstanbul, Turkey bIstanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Microbiology 34320,

Istanbul, Turkey *[email protected]

It was intended to emphasize the importance of using conjunctival anti Brucella vaccines in the control of brucellosis. It was mentioned about field trials of conjunctival vaccination and fighting strategies against brucellosis.

Brucellosis is a contagious zoonotic infection threatening efficient sustainable husbandry and human health. Infected animals spread the disesae by secreting the agents to the environment intermittently. Preventive medicine became very important for fighting with the disease because of failure to detect brucellosis easily and impracticality of the treatment in animals. Vaccines prepared from attenuated live smooth vaccine strains have been used subcutaneously since the beginning of the fighting with brucellosis. However , these vaccines have residual virulence in vacinated animals that might cause abortion depend on the physiological status of the animals like pregnancy and lactation period. In adition, seropositivity resulting from vaccination interfere with serological diagnosis of the disease. This situation is especially very problematic in adult animals. In order to minimize of these risks, conjunctival vaccinations have been extensively used in countries especially where the disese is highly endemic, resources are limited and veterinary infrastructure is unadequate and they have played the critical role in controlling the brucellosis. In Turkey, conjunctival Brucella mass vaccination program has been applied since 2012 and positive feedback has been received over time for both human and animal brucellosis cases.

In high endemic areas and countries, mass conjunctival anti Brucella vaccination programs should be initiated in the controlling and fighting strategies against brucellosis.

Keywords: Brucellosis, Conjunctival Vaccine, Fighting

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

173

Bruselloz Tanısında Moleküler Yöntemlerin Kullanımı

Ahmet Murat Saytekina*, Belgi Diren Sığırcıb, Baran Çelikb, Beren Başaran Kahramanb, Kemal Metinerb, Serkan İkizb, Arzu Funda Bağcıgilb, Seyyal Akb

aPendik Veteriner Kontrol Enstitüsü Müdürlüğü 34890, İstanbul, Türkiye bİstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı 34320, İstanbul, Türkiye

*[email protected]

Bruselloz tanısında kullanılan moleküler yöntemlerle bu yöntemlerin avantaj ve dezavantajlarının araştırılması amaçlandı. Bruselloz tanısı için PCR dahil tüm moleküler çalışmalar incelendi.

Brucella bakterilerinin spesifik gen bölgelerinin keşfedilmesinden sonra, moleküler çalışmalar başladı. İlk çalışmalar bu bölgelerden tasarlanan primerlerle Brucella kültürlerinin cins düzeyinde tanısı için yapıldı. Daha sonra, kültürlerden tür ayrımı için ilk multipleks PCR (AMOS) testi geliştirildi. Yeni türlerin de keşfedilmesiyle, kültürlerden tek basamakta ve tüm türlerin ayrımını yapabilecek Bruce-Ladder multipleks PCR testi geliştirilerek kullanımı yaygınlaştı. Ancak mevcut PCR teknikleri tüm biyotipleri ayıramadığından, moleküler tiplendirme tekniklerinin (PCR-RFLP, SNPS, MLSA, MLVA, MALDI-TOF-MS) kullanımı daha da yaygınlaştı. Günümüzde, kültürlerden tanı için geliştirilen tüm teknikler başarı ile uygulanmaktadır. Klinik örneklerden bruselloz tanısı için de çok sayıda cins spesifik ve az sayıda tür spesifik direkt PCR çalışmasının yapıldığı tespit edildi. Ancak sonuçlar, kullanılan klinik örneğin çeşidine ve uygulanan PCR yöntemine göre değişkenlik göstermekte, bazı araştırıcılar tarafından ise farklı bir testle paralel uygulanması tavsiye edilmektedir.

Altın standart yöntem ile karşılaştırıldığında, zaman içinde geliştirilen ve kültürlere uygulanan moleküler yöntemler neredeyse hatasız kabul edilmiş ve kullanılmıştır. Klinik örneklere uygulanan yöntemlerin ise genel olarak sensitivitelerinde küçük eksiklikler tespit edilmiştir. Klinik örneklerde mevcut PCR inhibitörlerinin olumsuz etkileri araştırılmalı, inhibitörlerin olumsuz etkilerini giderecek daha fazla deneme ve klinik çalışma yapılmalıdır.

Anahtar Kelimeler:Bruselloz, PCR, Tanı

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

174

Use Of Molecular Methods For Diagnosis of Brucellosis

Ahmet Murat Saytekina*, Belgi Diren Sığırcıb, Baran Çelikb, Beren Başaran Kahramanb, Kemal Metinerb, Serkan İkizb, Arzu Funda Bağcıgilb, Seyyal Akb

aPendik Veterinary Control Institute 34890, İstanbul, Turkey bIstanbul University, Faculty of Veterinary Medicine,Department of Microbiology 34320,Istanbul,

Turkey *[email protected]

It was aimed to investigate molecular techniques for diagnosis of brucellosis by identifying their advantages and disadvantages. Molecular methods including polymerase chain reaction (PCR) have been reviewed.

After recognition of specific gene regions of Brucella strains, molecular studies have been extensively used. First PCR trials were carried out for genus level identification of Brucella cultures. Then, first species-specific multiplex PCR (AMOS) was developed. Because of discovery of new species, Bruce-Ladder multiplex PCR technique was developed to differentiate of all recognized Brucella species from cultures in a single step. However current PCR techniques failed to detect all biotypes, advanced molecular typing techniques (PCR-RFLP, SNPS, MLSA, MLVA, MALDI-TOF-MS) have been more widely used. Nowadays, the molecular methods are being used directly from the cultures successfully. A large number of genus-specific and a small number of species-specific PCR methods have been carried out directly from clinical specimens with the same success rate with those of conducted from cultures. But, it was observed that results were variable and they were depended on the sample types and the PCR methods. In such cases, to use another diagnostic test in parallel have been advised by some researchers.

Some newly developed molecular techniques conducted from cultures have been evaluated to be almost excellent and they have been used extensively. On the other hand minor deficiencies have been determined in sensitivities of the molecular techniques carried out from directly clinical specimens. In order to overcome this problem, more research is needed to detect and to prevent PCR inhibitors present in clinical samples.

Keywords:Brucellosis, Diagnosis, PCR

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

175

Çiğ Sütlerde Cryptosporidium spp Varlığının Araştırılması

Alp Emre YILDIZ1, Funda YILMAZ EKER2, Ahmet KOLUMAN3, Tolga KAHRAMAN2

1 İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Avcılar, İstanbul, Türkiye. 2İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Besin Hijyeni ve Teknolojisi Bölümü, Avcılar, İstanbul,

Türkiye. 3Türkiye Cumhuriyeti, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Gıda Kontrol Laboratuarı, Adana,

Türkiye.

Gıda kaynaklı parazitler yeryüzündeki en önemli enfeksiyon kaynaklarındandır. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü ve Dünya Sağlık Örgütü de bu grubu oldukça tehlikeli gıda patojeni olarak tanımlamıştır. Cryptosporidium spp. bahsi geçen parazitlerden olup, Cryptosporidiosis olarak bilinen ve özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeleri etkileyen küresel bir sağlık problemine neden olmaktadır. Parazit hastalarda yalnızca kendine özgü sulu diyare oluşturmakla karakterizedir. Ancak, bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde zaman zaman bu durum, hayati tehlike arz eden kronik bir hale de dönüşebilmektedir.

Bu çalışma, çiğ sütlerde mevcut Cryptosporidium spp. varlığının tespitine yönelik planlanmıştır. Bu sebeple, farklı satış noktalarından 40’ar örnek toplanmıştır Bu örnekler, ilk olarak mikroskobik olarak incelenmiş, daha sonra güvenilir bir metot olan Polimeraz Zincir Reaksiyonu (PZR) ile parazitin genetik materyali yani DNA’sı analiz edilmiştir.

Analiz edilen örneklerin %2,5’inde parazit hem mikroskobik hem de moleküler olarak tespit edilmiştir.

İleride yapılacak çalışmalarda, farklı lokasyonlardan toplanacak olan daha geniş sayıdaki örnekle daha fazla veri elde edilmesi hedeflenmektedir.

Anahtar Kelimeler: Gıda kaynaklı parazit, Çiğ Süt, PZR.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

176

Investigation of Cryptosporidium spp. in Raw Milk

Alp Emre YILDIZ1, Funda YILMAZ EKER2, Ahmet KOLUMAN3, Tolga KAHRAMAN2

1Faculty of Veterinary Medicine, Istanbul University, Avcilar, Istanbul, Turkey 2Department of Food Hygiene and Technology, Faculty of Veterinary Medicine,

Istanbul University, Avcilar, Istanbul, Turkey 3Turkish Republic, Ministry of Food Agriculture and Livestock, Food Control

Laboratory, Adana, Turkey

Foodborne parasites are substantial harmful agents of human infections all over the World. Food and Agriculture Organization of the United Nations (FAO) and the World Health Organization (WHO) highlighted this group as an emerging foodborne pathogen. Cryptosporidium spp. is one of the mentioned sources, causing a global health problem, known as Cryptosporidiosis, especially in developing countries such as Turkey. Parasite is characterized by self-limiting watery diarrhoea but infection may turn to chronicle and life-threatening type if the individuals are immune compromised.

The present study was conducted to determine the potential Cryptosporidium spp. in raw milk. Therefore, 40 samples were collected from different sales points. At first, these samples were analysed by microscopically, than a dependable molecular technique, known as Polymerase Chain Reaction (PCR) was used for identification of parasite’s genetic material (DNA).

As a result, Cryptosporidium spp. was detected only in one sample (2.5%) both in microscopic and molecular examinations.

Further studies should be conducted on larger samples from different locations to achieve more data.

Keywords: Foodborne Parasite, Raw Milk, PCR.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

177

Ecballium elaterium (L.) A. Rich. Bitkisinin Meyve Suyunun Antioksidan ve Anti-inflamatuvar Etki Yönünden

İncelenmesi

Ayça ÜVEZa, Hülya Tuba KIYANb, O. Burak ESENERa, Ebru GÜREL-GÜREVİNc, Nilgün ÖZTÜRKb, İlham ERÖZ POYRAZd, Ahmet

SAROÇOGLU, Elif İlkay ARMUTAKa

aİstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, 34320, İstanbul

bAnadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakognozi Anabilim Dalı, 26470, Eskişehir

cİstanbul Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü, 34134, İstanbul dAnadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Botanik Anabilim Dalı, 26470,

Eskişehir

Ecballium elaterium (L.) A. Rich. (Cucurbitaceae) meyve suyu, halk arasında

kronik sinüzit ve sirozun yanı sıra, romatoid artrit gibi anti-inflamatuvar hastalıkların tedavisinde, kökleri ise; analjezik ve antipiretik olarak ve hemoroid tedavisinde kullanılmaktadır. Bu çalışmada, Ecballium elaterium (L.) A. Rich.’den elde edilen meyve suyunun metal şelatlayıcı, ABTS• katyon renksizleştirici ve redükleyici yöntem ile antioksidan ve HET-CAM yöntemiyle in vivo anti-inflamatuvar ve embriyotoksik etkisinin incelenmesi amaçlanmıştır.

Meyve suyu, olgunlaşmış taze meyveler katı meyve sıkacağı ile sıkılarak elde edilmiş, ardından liyofilize edilerek su uzaklaştırılmış ve aktivite deneylerinde kullanılmıştır. Antioksidan aktivite için; metal şelatlayıcı yöntem, ABTS• radikal katyon renksizleştirme yöntemi, redükleyici güç ölçümü yöntemi kullanılmıştır. Ayrıca meyve suyunun in vivo anti-inflamatuvar etkisi HET-CAM yöntemiyle araştırılmıştır.

Antioksidan aktivite sonuçlarına göre; 0.5 mg/mL konsantrasyonda E. elaterium meyve suyu orta düzeyde metal şelatlayıcı antioksidan aktivite (%52.16), zayıf ABTS• katyon renksizleştirici antioksidan aktivite (%31.29) gösterirken, redükleyici antioksidan aktivite göstermemiştir. HET-CAM yönteminde anti-inflamatuvar aktivite göstermemiştir.

Ecballium elaterium (L.) A. Rich.’den elde edilen meyve suyunun, orta düzeyde antioksidan etkisinin olduğu, ancak anti-inflamatuvar etki göstermediği sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca, E. elaterium meyve suyunun CAM üzerinde embriyotoksik etkisinin olmadığı belirlenmiştir. E. elaterium meyve suyunun orta düzeyde antioksidan etkisi belirlenirken, anti-inflamatuvar etkisi olmadığı tespit edilmiştir.

Anahtar kelimeler: Ecballium elaterium, Cucurbitaceae, CAM, HET-CAM, antioksidan, anti-inflamatuvar

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

178

Evaluation of Antioxidant and Anti-inflammatory Acitivity of Ecballium elaterium (L.) A. Rich. Fruit Juice

Ayca UVEZa, Hulya Tuba KIYANb, O. Burak ESENERa, Ebru GUREL-GUREVINc, Nilgun OZTURKb, Ilham EROZ POYRAZd, Ahmet SAROCOĞLU, Elif Ilkay

ARMUTAKa

aIstanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Histology and Embryology,

34320, Istanbul

bAnadolu University, Faculty of Pharmacy, Department of Pharmacognosy, 26470, Eskisehir cIstanbul University, Faculty of Science, Department of Biology, 34134, Istanbul

dAnadolu University, Faculty of Pharmacy, Department of Pharmaceutical Botany, 26470, Eskisehir

The fruit juice of Ecballium elaterium (L.) A. Rich is traditionally used

to treat chronic sinusitis, cirrhosis and also inflammatory diseases such as rheumatoid arthritis whereas its roots are used as antipyretic, analgesic and treat haemorrhoid treatment. We aimed to evaluate the antioxidant activity, in vivo anti-inflammatory and embryotoxic effects of E. elaterium fruit juice.

The fruit juice, obtained by a solid juicer, was used as lyophilized powder in the assays. The antioxidant activity was evaluated by using metal chelating, ABTS• cation decolorization and reducing power assays and the in vivo anti-inflammatory effect of the fruit juice was evaluated by using HET-CAM assay.

The fruit juice of E. elaterium at 0.5 mg/mL, showed moderate metal chelating (52.16%), weak ABTS• cation decolorization (31.29%) effects and no reducing power activity. In the HET-CAM assay; the fruit juice did not show any anti-inflammatory activity.

It is concluded that the fruit juice of Ecballium elaterium showed moderate antioxidant activity, but no anti-inflammatory activity. Also, the fruit juice did not show any embryotoxic effects on the CAM at tested concentrations.

Keywords: Ecballium elaterium, Cucurbitaceae, CAM, HET-CAM, antioxidant, anti-inflammatory

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

179

PZR İnhibitörleri, Etki Mekanizmaları ve Eliminasyon Yolları

Begüm Maşlak, Baran Çelik, Belgi Diren Sığırcı, Beren Başaran Kahraman, Barış Halaç, Kemal Metiner, Serkan İkiz, Seyyal Ak, Arzu Funda Bagcıgil

İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Avcılar, 34320 İstanbul,Türkiye

Polimeraz zincir reaksiyonu, 1985 yılında Kary Mulis tarafından geliştirilen, istenilen gen bölgelerinin in-vitro koşullarda kopyalanması, çoğaltılması ve elde edilen ürünlerin gözle görülebilir bir hale getirilerek saptanması prensibine dayanan bir yöntemdir. Veteriner hekimliği mikrobiyolojisinde son yıllarda özellikle izolasyon ve identifikasyon protokolleri çok uzun ve zahmetli olan etkenlerin ya da kültürü yapılamayan bakterilerin saptanmasında, moleküler tiplendirme gibi birçok farklı alanda PZR kullanılmaktadır. PZR’ ın hızlı, kullanılan primerlerinin özelliğine göre spesifik olması, duyarlılığının yüksek olması gibi avantajlarının yanında bazı dezavantajları da bulunmaktadır. Bunlardan en önemlileri; kontaminasyonlardan kaynaklanan yanlış pozitiflikler, sonuçların değerlendirilmesinde karşılaşılan güçlükler ve çeşitli nedenlerden kaynaklanan yanlış negatifliklerdir. Yanlış negatifliklerin en önemli sebebi ise inceleme örneklerinde ya da nükleik asit ekstraksiyonunda bulunan PZR inhibitörleridir.

Veteriner hekimliği mikrobiyolojisinde başta tanı amaçlı olmak üzere moleküler incelemeler için gönderilen inceleme örnekleri arasında dışkı, kan ve iç organlar önemli bir yer tutmaktadır. Bu inceleme örnekleri içerisinde bulunabilen kompleks polisakkaritler, safra tuzları, heparin, IgG, ürat gibi içerikler bilinen önemli inhibitör maddeler arasında yer almaktadır.

Bu derlemede veteriner hekimliğinde, PZR için sıklıkla incelenen örnekler, bu örnekler içerisinde yer alan inhibitör maddeler, bu maddelerin etki mekanizmaları ve son olarak da bunların eliminasyonu için önerilen yöntemler açıklanacaktır.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

180

PCR Inhibitors, Their Mechanisms of Action and Elimination Methods

Begüm Maşlak, Baran Çelik, Belgi Diren Sığırcı, Beren Başaran Kahraman, Barış Halaç, Kemal Metiner, Serkan İkiz, Seyyal Ak, Arzu Funda Bağcıgil

Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Microbiology, Avcilar, 34320 Istanbul, Turkey

The polymerase chain reaction (PCR) developed by Kary Mulis in 1985, is a method which is based on the principle that the desired gene regions are copied and reproduced in-vitro conditions and that the obtained products are made visible. In recent years, in the veterinary medicine microbiology PCR have been used many different fields especially for isolating and identifying protocols and for detecting bacteria which are very long and troublesome or bacteria that cannot be cultured. PCR has some disadvantages as well as advantages such as high specifity of the primers used, high sensitivity and a fast method. The most important ones are false positives caused by contaminations, difficulties in evaluating the results, and false negatives resulting from various reasons. And the most important cause of false negatives is the PCR inhibitors that found in the samples or in the nucleic acid extraction.

In veterinary microbiology, major samples sent for molecular examinations are blood, necropsy materials and stool samples. Contents such as complex polysaccharides, bile salts, heparin, IgG, urate, which can be found in the materials of these samples, are among the important known inhibitory substances.

In this review, the major inhibitory substances in the samples for molecular examinations, their action mechanisms and the methods recommended for the elimination of these substances will be explained.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

181

Konsantre Yem Katkili Beslenmenin Sütçü İneklerde Element Düzeyleri Üzerine Etkisi

Belgi Nasiboğlu1, Fatma A. Alkan2, Nural P. Özsobacı2, Banu Dokuzeylül1, M. Erman Or1, Ü. Bora Barutçu2

1İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Avcılar, 34320 İstanbul,

Türkiye 2İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, Fatih, 34098 İstanbul,

Türkiye

Eser element noksanlık ya da fazlalıkları veya toksik element varlığı

süt sığırı işletmelerinde hastalıklara, verim kayıplarına dolayısıyla ekonomik kayıplara neden olmaktadır. Bu çalışmada yüksek (X) ve düşük (Y) süt verimine sahip iki farklı işletmeye ait Siyah-Alaca ırkı ineklerin farklı rasyon kullanımına bağlı serum element düzeylerinin karşılaştırılması amaçlandı.

Çalışmamızda, ortalama laktasyon süt verimi 44 lt olan X çiftliğinden 67 inek ve ortalama laktasyon süt verimi 22 lt olan Y çiftliğindeki 29 inekten kan örnekleri toplandı. X çiftliğinde konsantre yem kullanılıp mısır silajı ve saman düşük yoğunluktayken, diğer çiftlikte (Y) mısır silajı ve saman daha yüksek yoğunlukta kullanılmaktaydı. Vakaların serum örneklerindeki element düzeyleri (Al, Cr, Cu, Fe, Mg, Mn, Se, Zn, As, B, Ni ve Si) İndüktif Eşlenmiş Plazma Optik Emisyon Spektrometre (ICP-OES) cihazı ile analiz edildi. Ölçümlerin istatistiksel analizlerinde SPSS-13.0 programı ile non-parametrik verilerde Mann Whitney-U ve parametrik verilerde Student-t testi kullanıldı.

X çiftliğinde serum Al, Fe, Mn, Zn, B, Ni element ortalamaları ile Y çiftliğinde serum Cu, Mg, As element ortalamaları diğer gruba oranla anlamlı derecede yüksek olduğu saptandı. Al (p<0,01), Cu (p<0,001), Fe (p<0,001), As (p<0,001), B (p<0,001), Mg (p<0,001), Mn (p<0,001), Zn (p<0,001), Ni (p< 0,001) elementleri ise iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı derecede farklılık saptandı.

Sonuç olarak; iki çiftlik arasındaki rasyon farklılıkları dikkate alındığında konsantre yem kullanımının özellikle serum element düzeyleri üzerine etki ettiği kanısına varıldı.

Anahtar kelimeler: İz Elementler, Toksik Elementler, Beslenme, Konsantre Yem, İnek

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

182

Effect of Concentrated Feed Additive Nutrition on Element Levels in Dairy Cattle

Belgi Nasiboglu1, Fatma A. Alkan2, Nural P. Ozsobacı2, Banu Dokuzeylul1, M. Erman Or1, U. Bora Barutcu2

1Istanbul University, Faculty of Veterinary, Department of İnternal Medicine, Avcılar, 34320

Istanbul, Turkey 2Istanbul University, Faculty of Cerrahpasa Medicine, Department of Biophysics, Fatih, 34098,

Istanbul, Turkey

Surplus or deficiency of trace elements or presence of toxic elements

cause decreased productivity and increased economic loss due to disease. In this study, it was aimed to compare the serum element levels of two different farm’s Holstein Friseian cattles which includes high (X) and low (Y) milk yield with depending on different ration usage.

In our study, blood samples were collected from 67 cows which an average lactation yield of 44 liters in the X farm and from 29 cows which an average lactation yield of 22 liters in the Y farm. While the concentrate feed was used in the X farm and the corn silage and hay were in low density, the other farm (Y) was used in higher density of maize silage and straw. The elemental levels (Al, Cr, Cu, Fe, Mg, Mn, Se, Zn, As, B, Ni and Si) in the serum samples of the cases were analyzed by Inductively Coupled Plasma Optical Emission Spectrometry (ICP-OES) instrument. Mann Whitney-U in non-parametric data and Student-t test in parametric data were used in SPSS-13.0 program for statistical analysis of measurements.

The mean values of serum Al, Fe, Mn, Zn, B, Ni elements of X farm and serum Cu, Mg, As elements of Y farm were found significantly higher than the other groups. Al (p<0,01), Cu (p<0,001), Fe (p<0,001), As (p<0,001), B (p<0,001), Mg (p<0,001), Mn (p<0,001), Zn (p<0,001), Ni (p< 0,001) elements levels were statistically significantly different between the two groups.

It was concluded that the use of concentrated feed had an effect on the serum element levels, especially considering the ration differences between the two farms.

Key words: Trace Elements, Toxic Elements, Nutrition, Concentrate Feed, Cattle

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

183

Atlarda Osteomyelitis

Yulvet Mustanov , Bozhil Hristov

Trakia University, Faculty of Veterinary Medicine , Stara Zagora, 6000, Bulgaria

Atlarla ilişkili hastalıklarla ilgili olduğumuzdan ve bu çalışmanın ilgi çekici olduğunu düşündüğümüzden vakayı kongre amacıyla değerlendirdik.Biz at hekimliğinin veteriner hekimlikte spesifik bir alan olduğundan hakettiği önemi kazanmasını istiyoruz.Vakamızda atta, patolojik olarak osteomyelitis ve 6.premolarda kaçınılmaz olarak dişin ekstirpasyonuyla sonuçlanan kırık vardı.Hastanın tüm tedavi sürecini ‘‘At Kliniği’ne’’ girişinden iyileşmiş sağlık durumuna kadar takip ettik.Sonuç olarak, becerilerimizi geliştirebileceğimiz ve at anatomi ve fizyolojisi hakkında bilgi sahibi olacağımız ilgi çekici bir vakayı inceliyoruz.

Anahtar kelimeler: Osteomyelitis, at, ekstirpasyon, fistül

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

184

Osteomyelitis in Horses

Yulvet Mustanov , Bozhil Hristov

Trakia University, Faculty of Veterinary Medicine , Stara Zagora, 6000, Bulgaria

We are interested in the horse associated diseases and the purpose of our study is to bring you in our case that we think is very intriguing. In our opinion veterinary doctors should focus on the equine medicine because it is a specific field of the veterinary medicine which deserves proper attention. We can briefly walk you through our curious case in which we follow a horse’s pathological symptoms of osteomyelitis and a fracture on the sixth premolar which led to inevitable extirpation of the tooth. Furthermore an abscess occurred followed by a fistula opening. We followed the whole recovery process of the animal from its entry in the Equine Clinic throughout its discharge with an improved health status. In conclusion we have an interesting case which can improve our skills and enrich our knowledge about the horse anatomy and physiology.

Keywords: Osteomyelilti, Equine, Extirpation, Fistula, Horse

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

185

Holştayn Sığır Irkında Kalıtsal Bir Hastalık: Kompleks Omurga Bozukluğu (CVM)

Buse Kahvecia, Kozet Avanusb

aIstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi 3. Sınıf Lisans Öğrencisi bIstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Zootekni Anabilim Dalı, Avcılar, 34320, İstanbul,

Türkiye

Holştayn, süt sığırı yetiştiriciliğinde en tanınan ırklardan biridir. Seçkin

boğalar suni tohumlama yöntemi ile tüm dünyada yoğun olarak kullanılmıştır. Saf yetiştirmenin bir sonucu olarak Holştayn sığır populasyonunda genetik hastalıklar belirmeye başlamıştır. Bu sunumun amacı Holştayn sığırında en sık gözlenen resesif kalıtsal hastalıklardan biri olan kompleks omurga bozukluğunu tanıtmaktır. İlk CVM vakası Danimarka’da belirlenmiş olup, daha sonra Japonya, Almanya, İsveç, Polonya, Çin, Slovakya, Türkiye ve Endonezya’da mutant allel varlığı bildirilmiştir. Hastalığın sebebi SLC35A3 genine ait 559. nükleotidi olan guaninin (G) timine (T) nokta mutasyonu ile dönüşmesidir. Hasta olan buzağılar mutant allelden iki kopya taşımakta olup genellikle abort olurlar veya ölü doğarlar. Canlı doğan buzağılar doğumdan kısa bir süre sonra ölürler, ayrıca düşük doğum ağırlığına sahip olup, boyun ve göğüs omurlarında anomaliler, skolyoz, karpal ve tarsal eklemlerde şekil bozuklukları ile kardiak anomaliler sergileyebilirler. Mutant ve yabanıl tip allel taşıyan sığırlar taşıyıcı olarak nitelendirilirler ve mutant allelin sonraki generasyona aktarılmasından sorumlulardır. Mutant allelin belirlenmesinde kullanılan çeşitli moleküler metotlar ile taşıyıcı olmayan sığırların seleksiyonuna ve mutant allelin yayılmasının önlenmesine olanak sağlanmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Holştayn, Omurga, Resesif, Kalıtsal, Hastalık.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

186

An Inherited Disease of Holstein Cattle: Complex Vertebral Malformation (CVM)

Buse Kahvecia, Kozet Avanusb

a Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, 3rd Grade DVM Student b Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Animal Breeding &

Husbandry, Avcılar, 34320, Istanbul, Turkey

Holstein is the most recognized breed of dairy cattle breeding. Elite sires were used intensively with artificial insemination (AI) all around the world. As an outcome of inbreeding, genetic diseases were become apparent in Holstein cattle population. The aim of this presentation is to introduce one of the most important recessive hereditary diseases in Holstein cattle: complex vertebral malformation (CVM). First CVM case was identified in Denmark, thereafter mutant allele was reported from Japan, Germany, Sweden, Poland, China, Slovakia, Turkey and Indonesia. The cause of the disease is a point mutation that substitutes guanine (G) to thymine (T) at the 559th nucleotide of SLC35A3 gene. The affected calves carry two copies of mutant allele, are usually aborted or stillborn. The affected live born calves die in a short time period after birth. They may exhibit low birth-weight, cervical and thoracic vertebral anomalies, scoliosis and malformations in carpal and tarsal joints, also show cardiac anomalisms. Cattle carry one copy of mutant and wild-type allele are characterized as carriers and they are responsible from transferring the mutant allele to the next generation. Various molecular methods which can be used to identify the mutant allele, enables the selection of non-carrier cattle and preventing the spread of mutant allele cause to CVM disease.

Keywords: Holstein, Vertebrate, Recessive, Inherited, Disease.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

187

Cavalier King Charles Spaniel Irkı Bir Köpekte Aortopulmoner Pencere

Onur İskefli, Can Karagözoğlu, Remzi Gönül

Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Internal Medicine, Avcılar, Istanbul, Turkey

Aorto-pulmoner pencere (APP), ascendens aort ve ana pulmoner damar arasında görülen konjenital bir defekttir ve köpeklerde nadiren karşılaşılan bu bozuklukla ile ilgili çok az çalışma bulunmaktadır. Taşipne şikayetiyle kliniğimize getirilen 3 yaşlı, dişi, Cavalier King Charles Spaniel ırkı köpeğin, fiziksel muayenesinde üfürümlere rastlanılmamıştır. Hematolojik ve biyokimyasal muayenelerinin ardından, doppler ekokardiyografik muayenesinde hafif düzeyli mitral ve trikuspid kapak yetmezlikleri ile birlikte, ascendens aort ile ana pulmoner damar arasında color-doppler ile görülen turbulent akım ve sürekli-akım doppler ile APP teşhiş edilmiştir. Nadiren karşılaşılan bu hastalığın, Cavalier-King Charles Spaniel ırkında daha önce bildirilmemiş olması sebebiyle sunuma uygun görülmüştür.

Anahtar Kelimeler: Aorto-pulmoner pencere, Cavalier King Charles Spaniel, Sürekli-akım Doppler

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

188

Aortopulmonary Window in Cavalier King Charles Spaniel

Onur İskefli, Can Karagözoğlu, Remzi Gönül

Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Internal Medicine, Avcılar, İstanbul, Turkey

Aortopulmonary window (APW) is a congenital defect between the ascendens aorta and the main pulmonary vessel and there are few studies about this defect that rarely occur in dogs. 3 year old, female, Cavalier King Charles Spaniel was brought to our clinic with the complaint of tachypnea and did not have any murmur on physical examination. After haematological and biochemical examinations, mild mitral and tricuspid insufficiencies were detected by doppler echocardiography and APW was diagnosed by color and continiuous doppler with turbulent wave between ascendens aorta and main pulmonary artery. This rare case has not been reported previously in Cavalier-King Charles Spaniel.

Keywords: Aortopulmonary window, Cavalier King Charles Spaniel, Continious-wave Doppler

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

189

İstanbul İli ve Çevresindeki Yırtıcı Kuşlarda Kan Parazitlerinin Araştırılması

Can Yalçınkaya, Medya Karaaslan, Prof. Dr. Handan Çetinkaya

İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Parazitoloji Anabilim Dalı, 34320, İstanbul, Türkiye

Kan parazitleri yırtıcı kuşlarda, büyüme ve üremeyi olumsuz etkileyen, immun sistemini zayıflatan ender olarak da ölümlerine yol açan parazitlerdir. Başlıca görülen kan parazitleri Haemoproteus spp. , Plasmodium spp. ve Leukocytozoon spp' dir. Ülkemizde bu konuda yapılan çalışmalar yetersiz olup, İstanbul ilinde ise yırtıcı kuşların kan parazitleri ile ilgili bildiğimiz kadarıyla yapılan herhangi bir çalışma yoktur.

Bu çalışmanın amacı, Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından İstanbul ili ve çevresinden, İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi bünyesindeki Vahşi Hayvanları Araştırma ve Koruma Kulubü'ne (VAŞAK) getirilen yırtıcı kuşların kan parazitlerinin araştırılmasıdır. Yırtıcı kuşların bacak venasından kan alınıp sürme frotiler hazırlanarak Giemsa ile boyandı ve ışık mikroskobunda kan parazitleri arandı.

Anahtar kelimeler: kan parazitleri, yırtıcı kuşlar, İstanbul

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

190

Survey of Blood Parasites in Raptors in and around Istanbul

Can Yalçınkaya, Medya Karaaslan, Prof. Dr. Handan Çetinkaya

Istanbul University, Veterinary Faculty, Department of Parasitology, 34320, Istanbul, Turkey

Blood parasites affect the growth and reproduction of birds and cause immunosuppression that rarely leads to death. Haemoproteus spp., Plasmodium spp. and Leukocytozoon spp. are the most common blood parasites in raptors. The studies on this subject is inadequate in our country and to our knowledge there is no research on blood parasites of raptors in Istanbul.

The aim of this study is to investigate the blood parasites of raptors in and around Istanbul that are handed by Ministry of Forestry and Water Management to the Wildlife Resarch and Rehabilitation Club within Veterinary Faculty of Istanbul University. Blood samples were taken from vena of leg and prepared blood smears were stained with Giemsa and examined for blood parasites under light microscop.

Key words: blood parasites, raptors, IstanbulYeni ve Yeniden Ortaya Çıkan

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

191

Hayvansal Kaynaklı Zoonoz Hastalıklar

Canan KENAR, Belgi DİREN SIĞIRCI, Serkan İKİZ

İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Avcılar, 34320,İstanbul, Türkiye

[email protected]

Yeni ve yeniden ortaya çıkan hastalıklar, önceden hastalığın olduğu bilinmediği yerlerde veya türlerde ortaya çıkmasıyla beraber tamamen ve kısmen yeni etkenlerden köken alır. Son yıllarda ortaya çıkan bu tür infeksiyöz hastalıkların büyük çoğunluğu hayvan kaynaklıdır ve neredeyse hepsi zoonotik potansiyel taşımaktadır. İnfeksiyöz hastalıklar yeni ve yeniden ortaya çıkabilir ve hatta mikrobiyolojik olarak karışıklığa neden olabilir ve toplum sağlığını olumsuz etkileyerek epidemilere yol açabilirler. Bu sebepten ötürü bu hastalıklar ulusal ve uluslararası insan ve hayvan sağlığı otoriteleri arasında işbirliğini gerekli kılmaktadır. Disiplinler arası işbirliği yeni ortaya çıkan hastalıklarla mücadelede gereklidir. Yeni ve yeniden ortaya çıkan zoonoz hastalıklarda tanı, koruma ve kontrol stratejileri geliştirmek gereklidir. Bu derleme sunumu zoonoz hastalıkların ortaya çıkışındaki risk faktörlerini ve ilgili terminolojinin tanımlarını açıklamak amacıyla hazırlanmıştır.

Anahtar kelimeler: yeni ortaya çıkan hastalıklar, yeniden ortaya çıkan hastalıklar, zoonoz, gıda kaynaklı, patojen

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

192

Emerging and Re-emerging Zoonotic Animal Diseases

Canan KENAR, Belgi DİREN SIĞIRCI, Serkan İKİZ

Department of Microbiology, Faculty of Veterinary Medicine, Istanbul University,Avcılar,34320,Istanbul,Turkey [email protected]

Emerging and re-emerging diseases caused by either totally new or partially new agents or by microorganisms previously known but now occurring in places or in species where the disease was previously unknown. Most of the recent emerging diseases have an animal origin, and almost all of them have zoonotic potential. Infectious diseases can continue to emerge and re-emerge, leading to epidemics and difficult challenges to public health and to microbiology and allied sciences. These diseases must therefore be addressed through coordinated actions between animal and public health authorities in nation and worldwide. Interdisciplinary and multiinstituonal collaboration should be required for handling emerging zoonoses. Improving on detection, prevention and control strategies of emerging and re-emerging zoonoses are necessary. This review aimed to point out the meaning of relevant terminology and risk factors of zoonotic diseases emergence.

Key words: emerging diseases, re-emerging diseases, zoonoses, food-borne, pathogen

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

193

Histofiloza Genel Bakış

Canan Kenar, A.Ilgın Kekeç, Barış Halaç, N.Yakut Özgür

İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye

Histophilus somni, çoklu organ sistemlerinde hastalığa sebep olan Gram negatif pleomorfik bir bakteridir. H.somni viral infeksiyonla komplike ve diğer bakteri sebepli infeksiyonlarla beraberken şiddetini arttıran oportünist bir patojendir. Kan yoluyla etkenin yayılmasından sonra solunum, genital, sinir (beyin), dolaşım ve kas-iskelet sistemleri (eklemler) ayrı ayrı veya birlikte etkilenebilir. Solunum yolu infeksiyonu en sıklıkla görülen klinik tablodur. Solunum sistemine ait bulguları bazen tromboembolik meningoensefalit takip etmektedir. Hastalığın kesin tanısı kültür, seroloji ve immunohistokimyasal yöntemlerle yapılabilir. H.somni hastalık kompleksinin tanısı organizmanın birçok bölgesinde kommensal bulunmasından dolayı zor olabilir. Ticari olarak bakteriyosinlerle tedavi mümkündür ancak etkinliği tartışılmaktadır. Bu derlemede; hastalığın etiyolojisi, epidemiyolojisi, teşhis ve koruma-kontrol yöntemleri hakkında güncel bilgilerin verilmesi amaçlanmaktadır.

Anahtar kelimeler: Histofiloz, H.somni, bakteriyosin, oportünist

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

194

Overview of Histophilosis

Canan Kenar, A.Ilgın Kekeç, Barış Halaç, N.Yakut Özgür

İstanbul University, Veterinary Faculty, Department of Microbiology, Avcılar, 34320 İstanbul, Turkey

Histophilus somni is a gram-negative pleomorphic bacterium that causes

disease in multiple organ systems. H. somni tends to be an opportunistic pathogen that complicates viral infection and increases the severity of infection with other bacterial agents. After it spreads through the bloodstream, giving rise to the term H. Somni disease complex. The respiratory, genital, nervous (brain), circulatory, and musculoskeletal systems (joints) can be affected, either individually or together. The respiratory syndrome is often preceded by primary infection with viral pathogens, with respiratory signs sometimes followed by tromboembolic meningoencephalitis (TEME). Definitive diagnosis of H.somni may be made in a variety of ways. These include bacterial culture, serology and immunohistochemistry. Prevention of H.somni disaease complex can be difficult due to the ubiquity of the organism. Commercial bacteriosins are available, but their efficacy is questionable. In this review it is aimed that to give updated information on etiology, epidemiology, diagnosis and prevention-control of Histophilosis.

Key words: Histophilosis, H. somni , bacteriosin, opportunistic

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

195

Probiyotik Bakterilerin Bağırsaklardaki Patojenlere Etkisi

Çağla Sarımadena, Dr. Gülay Merve Bayrakala ve Prof. Dr.Gürhan Çiftçioğlua

İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Besin Hijyeni ve Teknolojisi Bölümü, Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye

Probiyotik bakteriler bağırsak mukozasında yaşayabilen ve bağırsak mikroflorasının doğal üyesi olan yararlı mikroorganizmalardır. Probiyotikler mukozal ve sistemik bağışıklık sistemini düzenlemekte ve bağırsak duvarına tutunarak, zararlı etkenlerin içeriye girmesini engellemektedirler. Bu bakteriler gastrointestinal sistemde enerji kazanımı sağlanması için fermantasyon gerçekleştirir ve fermantasyon sonucu oluşan laktik asit ile asetik asit ortamın pH’sını düşürerek patojen bakterilerin üremesini engellemekte ve amonyağın kana geçişini azaltmaktadır. Probiyotik bakterilerin etkili olabilmeleri için gastrointestinal sistemde ve epitel hücre duvarlarında koloni oluşturmaları gerekmektedir. Probiyotik bakteriler mukozadan salgılanan mukoz madde içerisinde çoğalabilmekte ve bu salgının içeriğindeki müsin maddesini enerji kaynağı olarak kullanabilmektedir.

Yapılan çalışmalarda probiyotiklerin bağırsak mukozasına tutunarak patojenlerin kolonizasyonunu azalttığı, immün sistemi modüle ettiği ve zarar gören mukozanın iyileşmesini artırdığı hatta davranışları ve düşünme biçimini dahi etkileyebildikleri belirtilmiştir. Hayvanlar üzerinde yapılan birçok araştırmada, bağırsaktaki mikroorganizmaların ruh halini, kişilik özelliklerini, stres ve endişeye karşı dayanıklılığı etkilediği görülmüştür. Bu doğrultuda, gelecekte bağırsaklardaki patojenlerin kontrol edilmesinde probiyotiklerin doğal koruyucular olarak geliştirilmesine yönelik çalışmalar ön plana çıkacaktır.

Anahtar Kelimeler: Probiyotik, Bağırsak mikroflorası

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

196

Effect of Probiotic Bacteria on Intestinal Pathogens

Cagla Sarimadena, Dr. Gulay Merve Bayrakala, Prof. Dr.Gurhan Ciftcioglua

a Istanbul University, Veterinary Medicine, Food Hygiene and Technology Department, Avcılar, 34320 Istanbul, Turkey

Probiotic bacteria are useful microorganisms that can live in the intestinal mucosa and they are natural members of intestinal microflora. Probiotics regulate the mucosal and systemic immune system. They prevent the entry of harmful agents into the intestinal wall. These bacteria conduct fermentation to provide energy in the gastrointestinal tract. Lactic and acetic acid produced by probiotics during fermentation to reduce pH of environment hence the growth of pathogenic bacteria is affected negatively and the passage of ammonia into the blood is being reduced. Probiotic bacteria need to form colonies on epithelial cell walls in order to be effective. They are able to reproduce in the mucous secreted from the mucous membrane and use the mucin content as an energy source.

Studies have indicate that probiotics cling to the intestinal mucosa to reduce the colonization of pathogens, modulate the immune system, increase the healing of the damaged mucous membrane and even able to influence the behavior and the thinking. In many animal studies show that intestinal microorganisms affect the mood, personality traits and resistance to stress and anxiety. Accordingly, researches on the developing probiotics to control gut pathogens will be emerging studies in the future.

Keywords: Probiotic, Intestinal microflora

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

197

Tank Sütlerinden İzole Edilen Macrococcus caseolyticus Suşlarının Antimikrobiyal Duyarlılıklarının Belirlenmesi

Cem Müjdea, Muhsin Aydına, b and Cemil Kürekcia, c

a Mustafa Kemal Üniversitesi, MARGEM, 31040 Hatay, Türkiye

b Adıyaman Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü, 02040, Adıyaman, Türkiye c Mustafa Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Besin Hijyeni ve Teknolojisi Bölümü, 31030,

Hatay, Türkiye

Bu çalışmanın amacı tank sütlerinden elde edilen Macrococcus caseolyticus izolatlarının antimikrobiyal duyarlılık durumlarının belirlenmesidir.

Tank sütü numuneleri (n=62) CPSE besiyerine (bioMeuriux) ekildi ve 35 oC’de 18-20 saatlik inkübasyona bırakıldı. CPSE agarda üreyen sarı renkli şüpheli koloniler saflaştırmak için kanlı besiyerine ekimleri yapıldı ve tür düzeyinde identifikasyonları MALDI-TOF MS (Bruker, Germany) sistemi ile belirlendi. M. caseolyticus olarak tanımlanan suşların antibiyotik duyarlılıkları CLSI standartlarında bildirildiği yönteme göre disk difüzyon metodu kullanılarak belirlendi. Staphylococcus aureus ATCC 25923 standart suşu çalışmada referans olarak kullanıldı.

Elde edilen 19 adet M. caseolyticus suşunun test sonucunda, dört adet suşda (%21.1) streptomisine karşı direnç saptanırken, bir adet suşun trimetoprim/sulfametoksazol’e karşı orta duyarlı olduğu bulunmuştur. Ancak, test edilen suşların hiçbirinde kloramfenikol, siprofloksasin, gentamisin, tetrasiklin, rifampin, vankomisin, eritromisin, klindamisin, ampisilin, quinupristin/dalfopristin, azitromisin, ve oksasilin antibiyotiklerine karşı direnç tespit edilmemiştir.

M. caseolyticus insanlarda hastalık yapan patojen etkenler arasında yer almıyor olmasına ve dolayısıyla bilimsel olarak çok az çalışmaya konu olmalarına karşın, pek çok çalışmada kommensal mikroorganizmalar arasında antibiyotik direnç kazanımlarının izlenmesinin halk sağlığı açısından önemi vurgulanmıştır. Bizim çalışmamızda, tank sütlerinden elde edilen M. caseolyticus suşlarının test edilen antibiyotiklerin streptomisin hariç hepsine karşı duyarlı olduğu bulunmuştur. Streptomisin direncinin bulunması bu antibiyotiğin sığır mastitis vakalarında sıklıkla kullanılmasından kaynaklandığı düşünülmektedir. Anahtar kelimeler: Macrococcus caseolyticus, çiğ süt, antimicrobiyal direnç

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

198

Determination of Antimicrobial Resistance Among Macrococcus caseolyticus Isolates From Bulk Tank Milk.

Cem Müjdea, Muhsin Aydına, b and Cemil Kürekcia, c

a Mustafa Kemal University, MARGEM, 31040 Hatay, Turkey

b Adıyaman University, Faculty of Science and Letters, Department of Biology, 02040, Adıyaman, Turkey

c Mustafa Kemal University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Food Hygine and Technology, 31030, Hatay, Turkey

The aim of this study was to determine the antimicrobial resistance

among these Macrococcus caseolyticus isolates obtained from bulk tank milk (BTM).

BTM samples (n=62) were streaked on CPSE agar plates (bioMériéux, France) and incubated 35 oC for 18-20 hours. The yellow colonies were subcultured on blood agar, and then identified by the use of MALDI-TOF MS system (Bruker, Germany). Antimicrobial susceptibility of identified M. caseolyticus isolates were determined by using disc diffusion method as recommended by the CLSI guidelines. Staphylococcus aureus ATCC 25923 was used as a reference control strain.

Of the 19 M. caseolyticus isolates, four (21.1%) isolates were found to be resistant to streptomycin, while one isolate displayed intermediate level resistance to trimethoprim-sulfamethoxazole. However, all strains were found to be sensitive to chloramphenicol, ciprofloxacin, gentamicin, tetracycline, rifampin, vancomycin, erythromycin, clindamycin, ampicillin, quinupristin/dalfopristin, azithromycin and oxacillin.

Even though M. caseolyticus strains have not been recognized as human pathogens, so that received little attention, there are many studies pointing out the importance of monitoring antimicrobial resistance pattern among commensal microorganisms in terms of public health issues. In our study, M. caseolyticus strains displayed high susceptibility to almost all antimicrobials tested with exception of streptomycin that might be attributed to high usage of this agent in bovine mastitis.

Key words: Macrococcus caseolyticus, raw milk, antimicrobial resistance

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

199

Allopürinol Tedavisinin Ksantin Taşları Üzerine Etkisi

Duygu Tarhana, Lora Koenhemsib, M.Erman Orb, Bora Barutçua

aİstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, Fatih, 34098 İstanbul, Türkiye

bİstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Avcılar,34320 İstanbul, Türkiye

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından altı önemli tropikal hastalıktan biri olarak kabul edilen Leishmaniasis hastalığının yıllık ölüm oranının insanlarda yaklaşık olarak 57000 civarında olduğu bildirilmektedir. Kutanöz ve mukokutanöz deri ülserlerinden ölümcül visseral formuna kadar değişen bir hastalık grubu olan Leishmaniasis hem beşeri hem de veteriner alanda giderek daha sık gözlenen protozoal bir hastalıktır. Türkiye de dahil olmak üzere Akdeniz havzasındaki çoğu ülkede yaygındır. Ülkemizde Leishmaniasis hastalığının şark çıbanı olarak da bilinen ve L.tropica’nın etkeni olduğu Kutanöz Leishmaniasis ve L.infantum’un etkeni olduğu Visseral Leishmaniasis olmak üzere iki klinik hali görülmektedir. Veteriner alanda Leishmaniasis gibi bazı hastalıkların tedavisinde kullanılan allopürinol bir ksantin oksidaz inhibitörü olarak davranır ve nükleik asitler ile serbest pürin nükleotidlerinden ürik aside kadar giden metabolik yolda ksantin miktarının artmasına neden olur. Bu derlemedeki amacımız ksantin taşlarının oluşum mekanizmasını ve Leishmaniasis tedavisinde kullanılan allopürinolun ksantin taşları üzerine etkilerini araştırmaktır.

Anahtar Kelimeler: Leishmaniasis, allopürinol, ksantin taşları.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

200

The Effect of Allopurinol Therapy on Xanthine Stones

Duygu Tarhana, Lora Koenhemsib, M.Erman Orb, Bora Barutcua

aIstanbul University, Cerrahpasa Medical Faculty, Biophysics Department, Fatih, 34098 Istanbul, Turkey

bIstanbul University, Veterinary Faculty, Department of Internal Medicine, Avcılar,34320 Istanbul, Turkey

The annual mortality rate of Leishmaniasis disease, which is considered to be one of the six major tropical diseases by the World Health Organization (WHO), is reported that be around 57000 in humans. Leishmaniasis, a disease group that varies from cutaneous and mucocutaneous skin ulcers to fatal visceral form, is a protozoal disease that is increasingly observed in both the human and veterinary scene. It is widespread in most countries in the Mediterranean basin, including Turkey. Two clinical forms of Leishmaniasis disease that L. tropica is responsible from cutaneous leishmaniasis also known as oriental sore and that L. infantum causes visceral leishmaniasis are observed in our country. Allopurinol used in the treatment of certain diseases in veterinary field such as Leishmaniasis acts as a xanthine oxidase inhibitor and causes an increase in the amount of xanthine in the metabolic pathway reached up from nucleic acids and free purine nucleotide to uric acid. In this review, our aim is to investigate the formation mechanism of xanthine stones and the effect of allopurinol used in Leishmaniasis therapy on xanthine stones.

Key Words: Leishmaniasis, allopurinol, xanthine stones.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

201

Veteriner Dermatolojisine Yeni Bir Yaklaşım: Melatonin

Duygu Tarhana, Banu Dokuzeylülb, Bora Barutçua, M.Erman Orb

a İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, Fatih, 34098,İstanbul, Türkiye

b İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Avcılar,34320, İstanbul, Türkiye

Amerikalı dermatolog Aoran B. Lerner tarafından ilk kez 1958 yılında tanımlanan melatonin hormonu, düşük molekül ağırlığına sahip ve hem yağda hem de suda çözünebilir özelliktedir. Pineal bezden salgılanan melatonin, beşeri ve veteriner alanda başlıca, organizmada cinsel gelişimin kontrolü, immün yanıt, yaşlanma ve uyku gibi pek çok fizyolojik olayda rol oynamaktadır. Deride epidermis, dermis, kan damarları, mast hücreleri ve kıl follikülünde triptofandan üretilip metabolize edilen melatonin hormonu, reseptör-bağımlı ve bağımsız olarak ikiye ayrılabilir. İki halinde de melatonin deriyi ultraviyole hasarına ve oksidatif strese karşı koruma sağlar. Endojen olan melatonin deri bütünlüğünün devamı ve deride stres yanıtı için önemlidir. Bu derlemede, melatonin hormonunun veteriner alanda bakteriyel, viral, fungal, paraziter, alerjik ve endokrin gibi çeşitli dermatolojik hastalıkların tedavisine yönelik kullanım olanaklarının belirlenmesi amaçlanmıştır.

Anahtar Kelimeler: Melatonin, veteriner dermatoloji, deri hastalıkları.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

202

A New Approach to Veterinary Dermatology: Melatonin

Duygu Tarhana, Banu Dokuzeylulb, Bora Barutcua, M.Erman Orb

a Istanbul University, Cerrahpasa Medical Faculty, Department of Biophysics, Fatih, 34098 Istanbul, Turkey

b Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Internal Medicine, Avcılar, 34320,Istanbul,Turkey

Melatonin hormone, which is first described by American dermatologist Aoran B. Lerner in 1958, has a low molecular weight and is soluble in both oil and water. Melatonin is secreted from the pineal gland plays a role in many physiological events such as the control of sexual development, immunological response, aging and sleep in the human and veterinary fields. Melatonin hormone is metabolized and produced from tryptophan in hair follicle, mast cells, blood vessels, epidermis and dermis in skin can be divided into receptor-dependent and receptor-independent. In both cases melatonin provides a protection against ultraviolet damage and oxidative stress. The endogenous melatonin is important for the continuation of skin integrity and the stress response in the skin. In this review, it’s aimed to determine the availability of melatonin hormone for the treatment of various dermatological diseases such as bacterial, viral, fungal, parasitic, allergic and endocrine in the veterinary field.

Key Words: Melatonin, veterinary dermatology, skin diseases.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

203

Veteriner Hekimlikte Rutin Uygulamaya Giren Endoskopların Fizik Prensipleri

Banu Dokuzeylüla, Duygu Tarhanb, Cevriye Kalkandelenc, M.Erman Ora, Ü.Bora Barutçub

aİstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Avcılar, 34320 İstanbul,

Türkiye bİstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, Fatih, 34098 İstanbul,

Türkiye cİstanbul Üniversitesi, Teknik Bilimler Meslek Yüksek Okulu, Biyomedikal Cihaz Teknolojisi

Bölümü, Avcılar, 34452 İstanbul, Türkiye

Endoskopi; Yunanca endom ve skopein kelimelerinin birleşmesinden türetilmiş, doğal açıklıklardan ya da deride yapılan ufak bir insizyondan endoskop adı verilen rigid veya fleksibl optik aletler yardımıyla iç organların izlenmesine olanak sağlayan bir muayene yöntemidir. Veteriner pratiğinde 25–30 derecelik açılar optimal görüntü için yeterlidir. Rigid endoskopların kullanımı son dönemlerde oldukça yaygınlaşmıştır. Ruminant, at, kedi, köpek pratiğinde kullanılan endoskopi artarak kuş ve egzotik hayvanlarda da kullanılmaya başlanmıştır. Snell kanununa göre ışık farklı optik özelliklere sahip iki ortamı ayıran yüzeye vurduğunda ışığın bir kısmı ilerleme doğrultusunu değiştirerek ikinci ortama geçer. Bir kısmı da tam yansıma yaparak aynı açı ile geldiği ortama geri döner. Bu derlemenin amacı, veteriner hekimlikte rutin uygulamaya giren endoskopide, görüntünün oluşmasındaki fizik kanunlarının öneminin vurgulanmasıdır.

Anahtar kelimeler: Endoskop, snell kanunu.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

204

The Physics Principles of Endoscopes Using for Routine Practice in Veterinary Medicine

Banu Dokuzeylula, Duygu Tarhanb, Cevriye Kalkandelenc, M.Erman Ora, Ü.Bora Barutcub

aIstanbul University, Veterinary Faculty, Department of Internal Medicine, Avcılar, 34320 Istanbul, Turkey

bIstanbul University, Cerrahpasa Medical Faculty, Biophysics Department, Fatih, 34098 Istanbul, Turkey

cIstanbul University, Vocational School of Technical Sciences, Department of Biomedical Equipment Technology, Avcılar, 34452 Istanbul, Turkey

Endoscopy; it is an examination method which is derived from the combination of the Greek endom and skopein words and is provided to be monitored the internal organs by means of rigid or flexible optical instruments called endoscopes from a natural gap or from a small incision made in the skin. 25-30 degree angles in veterinary practice is sufficient for optimal image. The use of rigid endoscopes has become widespread recently. Endoscopy used in the practice of ruminant, horse, cat, dog is also come into use in increasingly birds and exotic animals. According to Snell's law, when light hits a surface separating two media with different optical properties, some of the light passes through to the second media by changing the direction. A part of light also returns to initial media with the same angle by doing total reflection. The purpose of this review is to emphasize the importance of the laws of physics in the formation of image in the endoscope which is used for routine practice in veterinary medicine.

Key words: Endoscope, snell’s law.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

205

Veteriner Elektroensefalografide Beyin Dalgalarının Analizinde Fourier Teoremi

Duygu Tarhana, Alper Bayrakalb, Ü.Bora Barutçua, M.Erman Orb

aİstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, Fatih, 34098 İstanbul,

Türkiye bİstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Avcılar,34320 İstanbul,

Türkiye

Elektroensefalografi (EEG), beynin oluşturduğu elektriksel aktiviteyi okuyan ve beynin anormal elektriksel aktivitesinin lokalizasyonu, şiddeti ve yayılımı hakkında bilgi veren bir tanı yöntemidir. EEG çoğunlukla serebral kortekste nöronların sinaptik uyarımları sırasında oluşan akımı ölçer. Beyin dalgaları karakteristiği serebral korteksin ilgili bölgelerinin aktivitesine bağlıdır ve beta (>13 Hz), alfa (8-13 Hz), teta (4-8 Hz) ve delta (0,5-4 Hz) olarak dört temel grupta sınıflandırılır. Ham EEG sinyalinden gelen güç spektrumu Fourier dönüşümü ile elde edilir. Matematikte, Fourier serileri periyodik bir f(t) fonksiyonunun basit dalgalı fonksiyonların yani kosinüs ve sinüslerin sonsuz toplamı şeklinde bir açılımıdır. Veteriner nörolojide EEG’nin en yaygın kullanım alanı epileptik nöbet aktivitesinin belirlenmesidir. Bunun dışında Koma durumlarında prognoz tayininde, anti epileptik ilaçların kullanımında, beyin ölümü varlığının saptanmasında kullanılır. Hasta hayvanlardan alınan EEG kayıtlarında beyinin elektriksel aktivitesinde meydana gelen fokal dikenler, keskin dalgalar, yavaş dalgalar ve anormal sinuzoidal paroksismal deşarjlar yönünden değerlendirilmektedir. Bu derlemedeki amacımız bir matematik teoremi olan ve elektroensefalografide beyin dalgalarının analizinde kullanılan Fourier teoreminin tıp alanında bir teşhis yönteminin temelini oluşturduğuna dikkat çekmektir.

Anahtar kelimeler: Veteriner elektroensefalografi, fourier teoremi.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

206

The Fourier Theorem in the Analysis of Brain Waves in Veterinary Electroencephalography

Duygu Tarhana, Alper Bayrakalb, Ü.Bora Barutcua, M.Erman Orb

a Istanbul University, Cerrahpasa Medical Faculty, Department of Biophysics, Fatih, 34098

Istanbul, Turkey b Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Internal Medicine, Avcılar,

34320, Istanbul, Turkey

Electroencephalography (EEG) is a diagnostic method that reads the electrical activity of the brain and informs about the localization, intensity and extent of abnormal electrical activity of the brain. The EEG usually measures the current generated during the synaptic stimulations of neurons in the cerebral cortex. The characteristic of brain waves depends on the activity of the relevant regions of the cerebral cortex and the brain waves are classified in four main groups as beta (> 13 Hz), alpha (8-13 Hz), tetra (4-8 Hz) and delta (0.5-4 Hz). The power spectrum from the raw EEG signal is obtained by Fourier transform. In mathematics, the Fourier series is an expansion in the form of the infinite sum of the simple wavy functions of a periodic f(t) function, in other words that of cosine and sine. The most common use of EEG in veterinary neurology is to determination of epileptic seizure activity. Besides, it is used in the prognosis determination of the coma cases, in the use of antiepileptic drugs and in the detection of brain death. The EEG records taken from patient animals are evaluated in terms of Focal spikes, sharp waves, slow waves, and abnormal sinusoidal paroxysmal discharges taken place in the electrical activity of the brain. In this review, our purpose is to draw attention to the fact that the Fourier theory, which is a mathematical theorem and used in the analysis of brain waves in electroencephalography, forms the basis of a diagnostic method in medicine.

Key words: Veterinary electroencephalography, the fourier theorem.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

207

İstanbul’da Satışa Sunulan Dana, Tavuk Karaciğeri ve Tavuk Yüreğinde Ağır Metal (As, Cd, Pb) Düzeyleri

Sema Sandıkçı Altunatmaza, Duygu Tarhanb, Filiz Yılmaz Aksua, Nural Pastacı Özsobacıb, M. Erman Orc, Ü. Bora Barutçub

aİstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi Meslek Yüksekokulu, Gıda İşleme Bölümü, Gıda

Teknolojisi Programı, Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye bİstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, Fatih, 34098 İstanbul,

Türkiye cİstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Avcılar,34320 İstanbul,

Türkiye

Piyasada tüketime sunulmuş olan dana karaciğeri, tavuk karaciğeri ve tavuk yüreğinde ağır metal düzeylerinin (As, Cd, Pb) belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu çalışmada; İstanbul’da satışa sunulan dana karaciğer (n:17), tavuk karaciğer (n:11) ve tavuk yürek (n:10) olmak üzere toplam 38 adet sakatat örneği analize alınmıştır. Alınan örnekler, doku yaş yakma işlemi uygulanarak ölçüme hazırlanmıştır. Örneklerde arsenik (As), kadmiyum (Cd) ve kurşun (Pb) düzeyleri indüktif olarak eşleşmiş plazma optik emisyon spektrofotometre (ICP-OES) cihazı kullanılarak ölçülmüştür.

Analiz sonuçlarına göre ağır metal düzeylerinin minimum, maksimum, ortalama değerleri (mg/kg) sırasıyla dana karaciğerlerinde As: 0.000, 0.720, 0.321; Cd: 0.018, 0.156, 0.052; Pb: 0.000, 0.296, 0,117; tavuk karaciğerlerinde As: 0.003, 0.495, 0.236; Cd: 0.009, 0.029, 0,017; Pb: 0.000, 0.112, 0.034; tavuk yüreklerinde As: 0.000, 0.480, 0.257; Cd: 0.006, 0.210, 0.031; Pb: 0.000, 0.140, 0.054 düzeylerinde tespit edilmiştir.

Sonuçlar değerlendirildiğinde analiz edilen tüm numunelerin Türk Gıda Kodeksi Bulaşanlar Yönetmeliğinde sığır ve kanatlı karaciğerinde Cd için belirtilen 0.5 mg/kg maksimum limitlerini ve aynı yönetmelikte sığır ve kanatlı yenilebilir sakatatlarında Pb için belirtilen 0.5 mg/kg maksimum limitlerini aşmadığı tespit edilmiştir. Arsenik için Türk Gıda Kodeksi Bulaşanlar Yönetmeliği’nde limit bulunmamaktadır.

Anahtar kelimeler: Sakatat, ağır metal, ICP-OES, tavuk, dana.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

208

The Heavy Metals Levels (As, Cd, Pb) of Calf, Chicken Liver and Chicken Heart exposed for sale in Istanbul

Sema Sandıkçı Altunatmaza, Duygu Tarhanb, Filiz Yılmaz Aksua, Nural Pastacı Özsobacıb, M. Erman Orc, Ü. Bora Barutçub

aIstanbul University, Vocational School of Veterinary Medicine, Department of Food Processing,

Food Technology Programme, Avcılar, 34320 Istanbul, Turkey bIstanbul University, Cerrahpasa Medical Faculty, Department of Biophysics, Fatih, 34098

Istanbul, cIstanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Internal Medicine, Avcılar,

34320 Istanbul

It is aimed to determine the heavy metal levels (As, Cd, Pb) in calf liver, chicken liver and chicken heart. In this study were analyzed a total of 38 offal samples as calf liver (n:17), chicken liver (n:11) and chicken heart (n:10) exposed for sale in Istanbul. The samples were prepared to measurement by applying the method of tissue wet decomposition. The levels of arsenic (As), cadmium (Cd) and lead (Pb) were measured in samples by using inductively coupled plasma optical emission spectrophotometer (ICP-OES).

According to the results of the analysis, the minimum, maximum, mean values (mg/kg) of the heavy metal levels were found at As: 0.000, 0.720, 0.321; Cd: 0.018, 0.156, 0.052; Pb: 0.000, 0.296, 0,117 levels in calf livers; As: 0.003, 0.495, 0.236; Cd: 0.009, 0.029, 0,017; Pb: 0.000, 0.112, 0.034 levels in chicken livers; As: 0.000, 0.480, 0.257; Cd: 0.006, 0.210, 0.031; Pb: 0.000, 0.140, 0.054 levels in chicken hearts, respectively.

When the results were evaluated, it was determined that all the analyzed samples did not exceed the maximum limits of 0.5 mg/kg indicated for Cd in cattle and poultry liver in the Turkish Food Codex Contamination Regulation and the maximum limits of 0.5 mg/kg indicated for Pb in the edible offal of cattle and poultry in the same regulation. There is no limit for the Turkish Food Codex Contaminant Regulation for arsenic.

Key words: Offal, heavy metal, ICP-OES, chicken, calf.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

209

Oksidatif Stres ve Antioksidan Ölçümlerinde OXY Adsorban ve d-ROMs Testlerinin Yeri

Duygu Tarhana, Livia Moscatib, Banu Dokuzeylülc, Ü. Bora Barutçua, M. Erman Orc

aİstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, Fatih,34098 İstanbul,

Türkiye b Istituto Zooprofilattico Sperimentale dell’Umbria e delle Marche, Perugia, İtalya

cİstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Avcılar,34320 İstanbul, Türkiye

Canlı organizmalarda serbest radikaller olarak bilinen reaktif oksijen türevleri (ROS) birçok endojen ve ekzojen faktörün sonucu olarak oluşabilir. Reaktif oksijen türevlerinin organizmaya zararlı etkileri antioksidan savunma sistemi tarafından dengelenir. Denge hali boyunca organizmada herhangi bir sitotoksisite meydana gelmez. Dengenin serbest radikaller lehine bozulduğu durum oksidatif stres olarak adlandırılır. Genelde oksidatif stres parametresi olarak lipit peroksidasyon son ürünü olan malondialdehit (MDA) ve antioksidan düzeyleri için süperoksit dismutaz (SOD), glutatyon peroksidaz (GPx), katalaz (CAT) ve glutatyon (GSH) ölçümleri gerçekleştirilir. Oksidatif stresin değerlendirilmesi, tıbbi ve biyolojik araştırmalarda önemli ama teknik açıdan zor bir işlemdir. Basit, hızlı ve çok az miktarda örnek ile yapılabilen bir test olan reaktif oksijen metabolitleri (d-ROMs) testi, serumdaki hidroperoksit miktarını Fenton reaksiyonu vasıtasıyla analiz etmek için kullanılır. OXY-Adsorban testi (OXY) ise serum total antioksidan kapasitesi ölçümü için kullanılan spektrofotometrik bir testtir. Bu derlemedeki amacımız veteriner alanda da kullanıma giren oksidatif stres ve antioksidan ölçümünde d-ROMs ve OXY testlerinin önemini vurgulamaktır.

Anahtar kelimeler: OXY-Adsorban testi, d-ROMs testi, oksidatif stres, antioksidan

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

210

Place of OXY Adsorbent and d-ROMs Tests in Oxidative Stress and Antioxidant Measurements

Duygu Tarhana, Livia Moscatib, Banu Dokuzeylülc, Ü. Bora Barutçua, M. Erman Orc

a Istanbul University, Cerrahpasa Medical Faculty, Department of Biophysics, Fatih, 34098

Istanbul, Turkey b Istituto Zooprofilattico Sperimentale dell’Umbria e delle Marche, Perugia, Italy

c Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Internal Medicine, Avcılar, 34320, Istanbul, Turkey

Reactive oxygen species (ROS), known as free radicals in living organisms, can occur as a result of many endogenous and exogenous factors. The detrimental effects of the reactive oxygen species to organism are balanced via the antioxidant defense system. No cytotoxicity occurs in the organism during the condition of equilibrium. The situation when impaired equilibrium in favor of free radicals is called as oxidative stress. In general, as oxidative stress parameters malondialdehyde (MDA), the end product of lipid peroxidation, and superoxide dismutase (SOD), glutathione peroxidase (GPx), catalase (CAT) and glutathione (GSH) measurements for antioxidant levels are performed. The assessment of oxidative stress is an important in medical and biological research but is a difficult procedure from technical aspect. Reactive oxygen metabolites (d-ROMs) test which is simple, rapid and a test that can be performed with very small amounts of sample, is used to analyze the amount of hydroperoxide in serum by means of the Fenton reaction. The OXY-Adsorbent test (OXY) is a spectrophotometric test used to measure serum total antioxidant capacity. In this review, our aim is to emphasize the importance of the d-ROMs and OXY tests in the measurement of oxidative stress and antioxidants that are also used in the veterinary field.

Key words: OXY-Adsorbent test, d-ROMs test, oxidative stress, antioxidant.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

211

Veteriner Hekimlikte Kanser Tedavisine Yeni Bir Bakış: Hadron Terapi

Duygu Tarhana, Lora Koenhemsib, Ü. Bora Barutçua, M.Erman Orb

aİstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, Fatih, 34098 İstanbul, Türkiye

bİstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Avcılar,34320 İstanbul, Türkiye

Maddenin temel bileşenlerinden olan kuarklar bir araya gelerek hadronları oluşturur. Hadronlar kendi içlerinde baryonlar ve mezonlar olarak ikiye ayrılır. Atomun çekirdeğini oluşturan proton ve nötron birer hadrondur. Hadron parçacıkları dairesel hızlandırıcılar olan siklotron veya sinkrotronlarda hızlandırılarak yüksek enerjilere ulaşır. Hadron terapi ise yüksek enerjili hadronlar kullanılarak kanserli hücreleri yok etmek üzere geliştirilmiş bir radyoterapi yöntemidir. Parçacık, enerjisinin tamamını kanserli hücrede bırakıp kanserli hücre etrafındaki sağlıklı hücrelere en az zararı vermektedir. Bu nedenle hadron terapiye olan ilgi giderek artmakta ve geliştirmek konusunda çalışmalar yapılmaktadır. Proton ve karbon, hadron terapide çoğunlukla kullanılan parçacıklardır. Hadron terapi ile beyin tümörleri, prostat kanseri, baş ve boyun tümörleri, omurga yakını tümörler, akciğer tümörleri, mide ve bağırsak kanserleri, göz tümörleri gibi birçok kanser türü tedavi edilebilmektedir. İnsanlarda görülen kanser vakaları aynı zamanda kedi, köpek ve birçok hayvanda da görülmektedir. Sonuç olarak, kanser tedavisinde uygulanan hadron terapinin veteriner hekimlik alanında da geniş bir kullanım alanı bulacağı görüşündeyiz.

Anahtar kelimeler: Kanser, hadron terapi, veteriner hekimlik, hızlandırıcılar.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

212

A New View at the Treatment of Cancer in Veterinary Medicine: Hadron Therapy

Duygu Tarhana, Lora Koenhemsib, Ü. Bora Barutçua, M.Erman Orb

aIstanbul University, Cerrahpasa Medical Faculty, Biophysics Department, Fatih, 34098 Istanbul, Turkey

bIstanbul University, Veterinary Faculty, Department of Internal Medicine, Avcılar,34320 Istanbul, Turkey

The quarks, which are the basic components of the matter, come together to form hadrons. Hadrons are divided into baryons and mesons. The protons and neutrons in the nucleus of an atom are a hadron. Hadron particles reach high energies by accelerating in cyclotron or synchrotron, which are circular accelerators. Hadron therapy is also a radiotherapy method developed to destroy cancerous cells by using high-energy hadrons. The particle gives the least damage to the healthy cells around the cancerous cell by leaving all of its energy in the cancerous cell. Therefore, interest to hadron therapy is gradually increase and are carried out studies to develop. Proton and carbon are often used particles in hadron therapy. Hadron therapy can treat many types of cancer such as brain tumors, prostate cancers, head and neck tumors, tumors near the spine, lung tumors, stomach and intestinal cancers, eye tumors. The cancer cases seen in humans are also seen in cats, dogs and many animals. Consequently, we have opinion that the hadron therapy applied in the cancer treatment will find a wide area of use in the field of veterinary medicine.

Key words: Cancer, hadron therapy, veterinary medicine, accelerators.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

213

Sağlıklı Kedilerde İdrarda İz (ESER) Elementlerin Belirlenmesi: Ön Çalışma

Lora Koenhemsia, Duygu Tarhanb, Fatma Ateş Alkanb, Bora Barutçub, Erman Ora

aIstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye

bIstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, Fatih, 34098 İstanbul, Türkiye

Eser elementler biyolojik yapıların temel bileşenleridir. İnsanlarda son

yıllarda yapılan çalışmalar sonucunda idrarda eser elementlerin normal referans aralıkları belirlenmeye başlanmıştır; fakat kedilerde bu konuda yapılmış herhangi bir çalışma bulunmamaktadır. Bu nedenle klinik olarak sağlıklı oldukları saptanan kedilerin idrarlarında Krom (Cr), Bakır (Cu), Demir (Fe), Magnezyum (Mg), Mangan (Mn), Selenyum (Se), Çinko (Zn), Kobalt (Co) ve Aluminyum (Al) seviyelerine bakılmıştır. İdrar örnekleri Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları anabilim dalına gelen kedilerden toplanmıştır. Örnekler -80 oC’de analiz yapılacakları zamana kadar muhafaza edildi. Eser element düzeyleri indüktif olarak eşleşmiş plazma optik emisyon spektrofotometre (ICP-OES) cihazı kullanılarak İ.Ü. C.T.F Biyofizik A.D.’da ölçüldü. Ölçüm sonucunda elde edilen veriler ppm (mg/l) cinsinden verildi. Yapılan bu çalışma sonucunda saptanan normal değerler sırasıyla; Cr (0.008±0.006), Cu (0.2±0.1), Fe (0.10±0.09), Mg (98.7±60.6), Mn (0.001±0.0008), Se (0.20±0.07), Zn (0.5±0.3), Co (0.004±0.002), and Al (0.06±0.04)’dır.

Anahtar Kelimeler: Eser element, idrar örnekleri, kediler

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

214

Determination of Urinary Trace Elements in Healthy Cats: A Preliminary Study

Lora Koenhemsia, Duygu Tarhanb, Fatma Ateş Alkanb, Ü. Bora Barutçub, M. Erman Ora

a Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Internal Medicine, Avcılar,34320 İstanbul, Türkiye

b Istanbul University, Faculty of Medicine, Department of Biophysics, Fatih, 34098 İstanbul, Türkiye

Trace elements are essential components of biological structures. Reference intervals for urinary trace elements are established in human literature, however no data is obtained in cats to the authors knowledge. For this reason Chrome (Cr), Copper (Cu), Iron (Fe), Magnesium (Mg), Manganese (Mn), Selenium (Se), Zinc (Zn), Cobalt (Co) and Aluminum (Al) levels in urine samples are determined in clinically healthy cats for detection of the normal values. The urine samples were obtained from Internal Medicine department of Veterinary faculty. The samples were stored at -80 oC until they were analyzed. Trace element levels were measured using an inductively coupled plasma optical emission spectrophotometer (ICP-OES) device at Biophysic department. The data obtained as a result of the measurement were given in ppm (mg / l). The normal values that obtained in our studies were as follows; Cr (0.008±0.006), Cu (0.2±0.1), Fe (0.10±0.09), Mg (98.7±60.6), Mn (0.0010±0.0008), Se (0.20±0.07), Zn (0.5±0.3), Co (0.004±0.002), and Al (0.06±0.04).

Key words: Trace elements, urine samples, cats

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

215

Trake Kollapslı Köpeklerde Klinik, Radyografik ve Bronkoskopik Bulguların Diagnostik Değerlendirilmesi

Duygu TÖRE, Kutay YILDIZ, Sinem SAKA , Utku BAKIREL

İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye

Bu çalışma köpeklerde trakeal kollapsın klinik belirtileri ile radyografik ve bronkoskopik bulguları arasındaki ilişkileri belirlemek ve diagnostik rolünü değerlendirmek amacıyla yapıldı.

Araştırmaya istanbul üniversitesi veteriner fakültesi iç hastalıkları anabilim dalı kliniklerine öksürük, dispne ve senkop şikayeti ile getirilen 14 köpek dahil edildi. Fiziki muayeneler, radyografi, EKG ve Ekokardiografi yapıldı. Boyun ve toraks radyografileri hem sağ hem sol yan tarafına yatırılarak ve hem inspirasyon hem de ekspirasyon sonunda alındı. Kalp yetmezliği ve diğer bir hastalığı olmadığı tespit edilen bu köpeklerin bronkoskobik incelemesi kısa süreli genel anestezi altında yapıldı.

Bronkoskopide trakenin intratorasik, extratorasik veya her iki bölgesinde kollaps görülen hastaların bulguları radyografik bulgular ve klinik semptomlar le karşılaştırıldı.

Normal trake soluk alıp vermenin tüm aşamalarında açık kalmalıdır. Bu, kıkırdak yapıdaki trake halkaları ve dorsal trake membranı ile sağlanır. Trake kollapsı kıkırdak halkaların zayıflığı, dorsal trake membranın çökmesi veya ikisinin birlikte bulunması sonucu gelişir. Sonuç olarak kronik öksürük, anormal solunum sesleri ve dispne görülür. Trake çökmenin tanısı fiziksel muayene bulgularının ışığında radyografi ve endoskopi gibi görüntüleme yöntemleri ile yapılabilir.

Anahtar kelimeler: Tracheal kollaps, bronkoskopi, köpek

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

216

Diagnostic evaluation of clinical, radiographic and bronchoscopic findings in the dogs with tracheal collapse

Duygu TORE, Kutay YILDIZ, Sinem SAKA, Utku BAKIREL

Istanbul University Faculty of Veterinary Medicine Department of Internal Medicine,34320 Istanbul, Turkey

The aim of this study is to determine the relationship between clinical signs of tracheal collapse and radiographic, bronchoscopic findings and evaluate their diagnostic roles.

14 dogs with signs of coughing, dyspnea and syncope which were brought to Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Internal Medicine Department Clinics were included in this research. Physical examination, radiography, ECG and echocardiography were performed. Neck and thorax radiographies were taken both left and right sides and both at the end of inspiration and expiration. After ruling out heart failure or other diseases, these dogs were taken on a bronchoscopic examination under short time general anesthesia.

The findings of bronchoscopic examination with extrathoracic, intrathoracic tracheal collapse and both were compared to clinical signs and radiographic findings.

The normal trachea should remain open in all phases of respiration. This is maintained by cartilaginous tracheal rings and dorsal tracheal membrane. Tracheal collapse happens due to weakness of the cartilaginous rings, the collapse of the dorsal tracheal membrane or both. As a result of tracheal collapse, symptoms such as chronic cough, abnormal respiratory sounds and dyspnea can be observed. The diagnosis of tracheal collapse is based on physical examination and imaging methods like radiography and endoscopy.

Keywords: tracheal collapse, bronchoscopy, dogs

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

217

Boğa Spermasında Yüksek Isıdaki Eritme Tekniklerinin ve Soğuk Şokunun Spermatolojik Özelliklere Etkileri

Edis Yılmaz, Kemal Ak ve Alper Baran

İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Dölerme ve Suni Tohumlama Anabilim Dalı, Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye

Konteyner içerisinde muhafaza edilen boğa sperması, eritme işlemleri

sırasında ve sonrasında farklı çevre ısılarından zarar görmektedir. Saha koşullarında eritme sonrası 12°C ve daha düşük çevre ısılarına maruz kalan boğa spermasının bu işlemlerden zarar gördüğü saptanmıştır. Ancak farklı eritme teknikleri sonrası belirtilen soğuk şokunun ne derecede etkilendiği konusunda görüş birliği yoktur. Bu çalışmada soğuk şoklarına karşı daha dirençli ve saha koşullarında kullanılabilir eritme tekniğini geliştirebilmek amaçlanmıştır.

Çalışmada, 4 adet Holştayn boğanın aynı sulandırıcı ile payet yöntemine göre dondurulmuş spermaları kullanıldı. Her bir boğaya ait spermalar, 37°C’de 45 saniyede (Grup A=Kontrol grup), 50°C’de 15 saniyede (Grup B) ve 70°C’de 5 saniyede (Grup C) eritildi ve tüm gruplara eritme sonrası soğuk şoku uygulandı (5°C’de 300 saniye). Spermatozoon motilitesi ve morfolojik incelemeler sonrasında sperm numunesi 35°C’de 120 dakika süre ile medyum içerisinde inkübe edildi ve spermatolojik incelemeler tekrarlandı. Kontrol ve tedavi gruplarındaki sperma numuneleri modifiye edilmiş hepes medyumunda spermatozoaların fertilizasyon bölgesine ulaşması için gerekli süre kadar bir inkübatör içerisinde bekletildi. Motilite ve morfolojik bozuklukların oranı faz kontrast mikroskop ile değerlendirilirken, motilite oranı ve hız ise bilgisayar destekli sperm analiz cihazı (SFA-500) ile değerlendirildi. Spermatozoonların morfolojik incelemelerinde Hancock solüsyonundan yararlanıldı (Akrozom, diğer ve toplam). Bilgisayar destekli sperm analiz cihazında ise motilite ve spermatozoa hızı tekniğine uygun olarak yapıldı.

Soğuk şok ve inkübasyon sonrası motilite ve morfolojik bozukluklar yönünden grup A (kontrol) ve grup C arasında herhangi bir fark saptanamadı. Grup B’de elde edilen akrozom ve toplam morfolojik bozukluk oranları Grup A ve C’ye oranla önemli bir artış gözlendi.

Alternatif olarak 70°C ve 5 saniye’de daha kısa sürede eritme tekniğinin özellikle düşük çevresel sıcaklıklarda kullanılabileceği kanısına varıldı.

Anahtar Kelimeler: Boğa, sperma dondurma, eritme süresi, ısı,

spermatolojik özellikler.

Bu çalışma İstanbul Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından desteklenmiştir. Proje No. 5723/25.02.2010

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

218

Effects on Spermatological Traits of High Temperatures Thawing Techniques and Cold Shock in Bull Semen

Edis Yılmaz, Kemal Ak ve Alper Baran

İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Dölerme ve Suni Tohumlama Anabilim Dalı, Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye

Storage of bull semen in a container is damaged due to different

environmental temperatures during post-thawing processes. It was confirmed that bull semen are damaged from these processes when exposed to 12oC or low environmental temperatures post-thawing in field conditions. However, there is not an agreement on how much the stated cold shock is affected after different post-thawing temperatures. In this study, it is aimed to develop a thawing technique that is more resistant to cold shocks and practicable in field conditions.

In this study, four Holstein bulls were used to frozen semen in 0.25 ml straws. Semen of each bulls were thawed in 45 seconds at 37oC (Group A=Control group), in 15 seconds at 50oC (Group B) and 5 seconds at 70oC (Group C) and post-thawing cold shock (300 seconds at 5oC) were applied to all groups. After spermatozoa motility and morphological examinations are performed sperm samples were incubated at 35oC for 120 minutes and spermatological traits were repeated. Semen samples from the control and treatment groups were placed in an incubator taking into consideration the medium conditions (Modified buffered Hepes medium) and the time needed for spermatozoa to reach the fertilization site. Motility and morphological defects rates were determined with phase contrast microscopy and motility rate and speed with sperm fertility analyser (SFA-500). The Hancock solution was used for morphologic examination of spermatozoa (acrosome, other and total). In computer aided sperm fertility analyser, motility and movement were performed in according to the technique.

No significant difference was observed between group A (control) and C, with respect to both motility and morphological abnormalities, cold shock and after the incubation. With respect to acrosomal and total morphological defects rate in group B, a significant increase was observed in comparison with the group A and C.

The shorter semen thawing technique in 5 seconds 70oC can be used alternatively especially lower environmental temperatures. Key words: Bull, semen freezing, thawing time, temperature, sperm traits.

The present work was supported by the Research Fund of Istanbul Univesity. Project No. 5723/25.02.2010

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

219

Köpekte Hipotiroidi ile Birlikte Seyreden Dilate Kardiyomiyopati

Ege Güllüoğlu1,2 Banu Dokuzeylül1, Azmi Elhan Atik2, M. Erman Or1

1İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Avcılar, İstanbul, Türkiye

2Empati Akademi Hayvan Hastanesi, Güzelce, Büyükçekmece, İstanbul, Türkiye

Hipotiroidi hastalığı orta ve ileri yaşlardaki köpeklerde sık rastlanan endokrinolojik hastalıklardan birisidir. Çoğunlukla metabolik, dermatolojik ve kardiyovasküler semptomlara rastlansa da, spesifik olmayan klinik bulgular ile de hastalık kendisini gösterebilir. Bu raporda letarji şikayeti ile getirilen 8 yaşında, erkek, kastre edilmemiş Labrador Retriever ırklı köpek ele alınmıştır. Hastanın fiziksel muayenesinde; hipotermi (36.8°C), depresyon, hareket intoleransı, miksödem, üzgün yüz ifadesi ve toraks oskültasyonunda kardiyak seslerin derinden geldiği saptanmıştır. Hematolojik ve biyokimyasal kan analizleri sonucunda; hafif anemi, Troponin-I değerinde yükselme, Free T4 ve Total T4 değerlerinde azalma saptanmıştır. Radyografik muayene sonucunda vertebral kalp skorunda artış (12,3) ve abdominal grafide detay kaybı belirlenmiştir. Ekokardiyografide Dilate Kardiyomiyopati ve Perikardiyal Efüzyon varlığı saptanmıştır. Hastaya Pimobendan, Ramipril, Levotiroksin, Taurin, L-Karnitin, ve E vitamini tedavisine başlanmıştır. Tedaviden 3 gün sonra kontrole gelen köpekte letarji ve hipotermi ortadan kalkmıştır. Bir hafta sonrasında ekokardiyografide önceden belirlenen perikardiyal efüzyona ve bir önceki radyografik incelemede saptanan abdominal detay kaybına rastlanmamıştır. 21. günde yüzde miksödem ortadan kalkmış olup, köpekte anormal bir klinik bulgu izlenmemiştir. Tiroid hormon düzeyleri bir ay sonrasında normal seviyede saptanmıştır. Fiziksel muayene, laboratuvar muayeneleri ve tanısal görüntüleme yöntemleri sonrasında köpekte hipotiroid ve dilate kardiyomiyopati hastalığı olduğu teşhis edilmiştir. Orta ve ileri yaştaki köpeklerde letarji ve hipotermi gibi spesifik olmayan klinik bulguların, hipotirodizm ve kardiyak hastalıklar sebebiyle ortaya çıkmış olabileceği akla getirilmelidir.

Anahtar Kelimeler: dilate kardiyomiyopati, hipotiroidi, letarji, miksödem, köpek

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

220

Dilated Cardiomyopathy With Hypothyroidism In a Dog

Ege Güllüoğlu1,2, Banu Dokuzeylül1, Azmi Elhan Atik2, M. Erman Or1

1Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Internal Medicine, Avcılar, Istanbul, Turkey

2Empati Academy Animal Hospital, Guzelce, Buyukcekmece, Istanbul, Turkey

Hypothyroidism is one of the most common endocrinological disorders in middle-aged and geriatric dogs. Metabolic, dermatological and cardiovascular symptoms are often present, but the disease can also manifest with non-specific clinical symptoms. A 8-year-old, male, uncastrated Labrador Retriever was referred to hospital with the complaints of lethargy. In physical examination; hypothermia (36.8°C), depression, exercise intolerance, myxedema, sad facial expression and muffled heart sounds were detected in thoracic auscultation. Mild anemia, elevated Troponin-I, decrease in free T4 and total T4 were obtained in complete blood count and blood serum biochemistry. Radiographic examination revealed an increase in the vertebral heart score (12,3) and detail loss in abdominal radiography. Dilated cardiomyopathy and pericardial effusion were detected with echocardiography. Treatment was initially started with Pimobendan, Ramipril, Levothyroxine, Taurine, L-Carnitine, and vitamin E. Three days after treatment, no lethargy and hypothermia were detected. One week after treatment, pericardial effusion was disappeared in echocardiography and abdominal detail loss was not detected on radiographic examination. 21st day of control examination; any clinical signs such as myxedema was observed in the dog. Thyroid hormone levels were detected at the normal ranges after one month. After physical examination, laboratory tests and diagnostic imaging, hypothyroidism and dilated cardiomyopathy were diagnosed in the dog. It should be kept in mind that non-specific symptoms such as lethargy and/or hypothermia in middle-aged and geriatric dogs may be the cause of hypothyroidisim and cardiac disorders.

Key Words: dilated cardiomyopathy, hypothyroidisim, letargy, myxedema, dog

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

221

Doğal Yaşam Hekimliği ve Hastalıkları

Bilge Kaan Tekelioğlua, Sinan Kandırb, Erdal Ceyhanc, Eyüp Turabikc, A. Ege Kabataşd, Ömer Özdild, Rümeysa Asland, Buket Gürdale, Z. Berika Dillie, Ezgi Türke,

Mehmet Çelikf aÇukurova Üniversitesi Ceyhan Veteriner Fakültesi, Viroloji Anabilim Dalı, Adana-Türkiye, bÇukurova Üniversitesi Ceyhan Veteriner Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Adana-Türkiye

cT.C. Orman ve Şu İşleri Bakanlığı VII. Bölge Müdürlüğü Adana-Türkiye dÇukurova Üniversitesi Ceyhan Veteriner Fakültesi 2.sınıf Adana-Türkiye eÇukurova Üniversitesi Ceyhan Veteriner Fakültesi 1.sınıf Adana-Türkiye

fÇukurova Üniversitesi Ceyhan Veteriner Fakültesi, Gıda Hijyeni ve Terknolojisi Anabilim Dalı, Adana-Türkiye

Çalışmamızda doğal yaşam hastalıkları aktarılmıştır. Fakültemize bölge halkının yaralı

bularak getirdiği ahır baykuşu (Tyto alba), bukalemun (Chamaeliyo calyptratus), güvercin (Columbae columbae) ve yaban bıldırcını (Coturnix coturnix) ilk müdahalelerinin ardından stabil hale getirilerek rehabilitasyon süreçlerinin ardından doğaya geri salınmışlardır. Çalışmalara gönüllü öğrenciler katılmıştır. Çukurova Üniversitesi 24.000 dekar alanda kurulmuştur. Ana yerleşke Seyhan Baraj gölü havzasındadır. Üniversite sayesinde korunan havza ve çeşitli türlerin doğal yumurtlama alanı olan Yumurtalık Araştırma istasyonu ile başta Caretta caretta olmak üzere anfibikler, kanatlılar, su canlıları ve karada yaşayan canlılardan oluşan yaban hayatına ev sahipliği yapmaktadır. T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı VII. Bölge Müdürlüğü Adana, Kayseri, Osmaniye, Mersin, Hatay ve Niğde il sınırlarında doğal yaşamı ve sulak alanları koruma faaliyetlerinde bulunmaktadır. Doğal yaşam hastalıklarında ilk müdahalenin ardından uygun koşullarda rehabilitasyonu sağlanan hayvanlardan tam iyileşenler doğal habitatlarına geri bırakılmakta, iyileşemeyenler hayvanat bahçelerine yerleştirilmektedir. Doğal yaşamla birlikte paylaştığımız dünyamızın kendisini yenileyebilme kapasitesi sınırlıdır. Artan dünya nüfusu ve tüketim toplumu kaynakları sınırlı dünyamız üzerinde zarar verici baskı oluşturmuştur. Yok edilen ve kirletilen doğal yaşam alanları yaban hayatını tehdit etmektedir. Doğal yaşam acil yardımının ana hedefi yaralı olarak bulunan yaban hayvanların birncil ölüm nedenleri olan travma ve tutsaklık stresi ile post travmatik viral, bakteriyel, mikotik ve paraziter enfeksiyonları ortadan kaldırmak olmalıdır.

Çalışmamızda fakültemize bölge halkının yaralı bularak getirdiği bir ahır baykuşu (Tyto alba), bir bukalemun (Chamaeliyo calyptratus), bir güvercin (Columbae columbae) ve bir yaban bıldırcınına (Coturnix coturnix) yapılan acil yardım, rehabilitasyon ve doğaya geri bırakılış sağlanmıştır.

Fakültemize bölge halkının bir ilkokulun bahçesinde metal tellere dolaşmış halde bulduğu ağır travmatik halde, atonik, dehidre ve yaralı bulunarak getirdiği bir ahır baykuşu (Tyto alba), yaralı bulunan ve hareket güçlüğü çeken bir bukalemun (Chamaeliyo calyptratus), kedi saldırısı sonrası kurtarılan açık ve enfekte yaralı bir güvercin (Columbae columbae) ve yaban bıldırcınına (Coturnix coturnix) acil yardım ve rehabilitasyon uygulanmıştır. Yapılan ilk müdahalelerinin ardından stabil hale getirilmiş ve devamında rehabilitasyon süreçlerinin ardından doğaya geri salınmışlardır.

Bu çalışma sayesinde 1. ve 2. sınıflarda eğitim gören genç veteriner hekim adaylarının doğal yaşamın önemini anlamaları. Veteriner hekimliğin hangi zor şartlarda yapıldığını ve yaban hayatı hastalıkları ile ekolojiye sağladıkları katkının önemini kavramışlardır. Hassas, titiz ve sabırlı bir çalışma gerektiren yaban hayatı hastalıkları ve hekimliği konusunda görgü ve tecrübe geliştirilmesi sağlanmıştır. Ayrıca öğrencilerimizin mesleğimizin farklı ve renkli adımlarını yakından tanıyarak gerek eğitim hayatları sürecinde gerekse mezuniyet sonrası dönemde gerçek ilgi alanlarını belirleyerek daha doğru seçimler yapabilmeleri yönünde katkılar sağlanmıştır. Hepsinden daha önemlisi bilimsel verilerin sunumu konusunda tecrübe ve özgüven kazanmaları sağlanmıştır. Anahtar kelimeler: yaban hayatı hastalıkları, kanatlı acil yardımı, sürüngen acil yardımı

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

222

Wild Life Medicine and Diseases

Bilge Kaan Tekelioğlua, Sinan Kandırb, Erdal Ceyhanc, Eyüp Turabikc, A. Ege Kabataşd, Ömer Özdild, Rümeysa Asland, Buket Gürdale, Z. Berika Dillie, Ezgi Türke,

Mehmet Çelikf aCukurova University Ceyhan Veterinary Medicine, Dept.of Virology, Adana-Türkiye,

bCukurova University Ceyhan Veterinary Medicine, Dept.of Phsyology, Adana-Türkiye cT.R. Ministry of Forestry and Water Management VII. Regional Directory Adana-Türkiye

dCukurova University Ceyhan Veterinary Medicine 2.Grade Student Adana-Türkiye eCukurova University Ceyhan Veterinary Medicine 1.Grade Student Adana-Türkiye

fÇukurova Üniversitesi Ceyhan Veterinary Medicine, Dept.of Food Hygiene and Technology, Adana-Türkiye

Natural life diseases were reported in our work. The barn owl (Tyto alba), a chameleon (Chamaelio calyptratus), a pigeon (Columbae columbae) and a wild quail (Coturnix coturnix) brought to our faculty by local residents. Animals were stabilized after their first intervention and subsequently released back to nature after rehabilitation processes. Volunteer students contributed to the study. Çukurova University is founded on an area of 24.000 decares. The main settlement is in the Seyhan Dam reservoir basin. Both by the university and the Yumurtalık research station which is a natural spawning area for wild life reserves and habitats have been protected since 1973. Various species of wild life consisting mainly of Caretta caretta, amphibians, wings, aquatic life and onshore living under protection. T.C. Ministry of Forestry and Water Affairs VII. The Regional Directorate is in the protection of natural life and wetlands on the borders of Adana, Kayseri, Osmaniye, Mersin, Hatay and Niğde provinces. After the first intervention of natural habitat, the animals that have been rehabilitated under appropriate conditions are left back to their natural habitat, while those who are not healed are placed in zoological gardens. The share of our world we share with natural life is limited. The increasing world population and the resources of the consumer society have created a damaging pressure on our limited world. Destroyed and polluted natural habitats threaten wildlife. The main objective of the natural life medicine should be to remove post traumatic viral, bacterial, mycotic and parasitic infections with traumatic and captive stress, which are the causes of dead of injured wild animals. Emergency relief, rehabilitation and release back to nature were provided to a wild barn owl (Tyto alba), a chameleon (Chamaeliyo calyptratus), a pigeon (Columbae columbae) and a wild quail (Coturnix coturnix) . A barn owl found by the locals in a primary school garden (Tyto alba) and brought to our faculty in a severe traumatic condition as attonical, dehydrated and injured. A chameleon (Chamaeliyo calyptratus) brought by locals with injured and moving strength. A wounded pigeon (Columbae columbae) and a wild quail (Coturnix coturnix) associated with open and infected wounds after a cat attack has been brought by locals to our faculty. Emergency aid and rehabilitation were applied . They were stabilized after their initial intervention and were released back to nature after the rehabilitation process. Through this work, young veterinary practitioners studying in the first and second grade understand the importance of natural life. Understanding the conditions under which veterinary medicine is performed and the importance of contributing to wildlife diseases and ecology are the concepts. The development of manners and experience in wildlife diseases and medicine, which requires precise, careful and patient work has been provided. In addition, our students are well aware of the different and colorful steps of our profession and have contributed to making better choices by determining their real interests in the course of their education life or after graduation. More important than all of them, they have gained experience and confidence in the presentation of scientific data. Keywords: wildlife diseases, poultry emergency aid, reptile emergency aid

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

223

Kangal Irkı Bir Köpekte Sağdan-Sola Şantlı Patent Ductus Arteriosus

Onur İskefli1, Duygu Töre1, Elif Umay Takan2, Kutay Yıldız1, Remzi Gönül1

1Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Internal Medicine, Avcılar, 34320, İstanbul 2Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Internship Student, Avcılar,

34320, İstanbul

5 yaşlı, dişi, Kangal ırkı köpek, 3 haftadır karında şişlik, iştahsızlık ve halsizlik şikayetiyle İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Polikliniği’ne getirildi. Fiziksel muayene ve kan analizleri değerlendirildikten sonra, Patent Ductus Arteriosus (PDA) doppler ekokardiyografi ile teşhis edildi. Mikro baloncuk uygulaması ile sağdan sola şantlı PDA tanısı konuldu. Hasta, muayenesinin ardından hospitalize edildikten 1 gün sonra hayatını kaybetti. Kangal ırkı köpeklerde bugüne kadar PDA vakası bildirilmemiştir. Bu olgu Kangal ırkı köpeklerde ilk kez rapor edilmesi ve sağdan sola şantlı PDA olması ile ve kliniğimizde yapılan ilk mikro baloncuk uygulaması olması sebebiyle sunuma uygun görülmüştür.

Anahtar Kelimeler: Sağdan-Sola Şant, Kangal, Patent Ductus Arteriosus

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

224

Reverse (Right-to-Left Shunt) Patent Ductus Arteriosus in an Anatolian Shepherd Dog

Onur İskefli1, Duygu Töre1, Elif Umay Takan2, Kutay Yıldız1, Remzi Gönül1

1Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Internal Medicine, Avcılar, 34320, İstanbul 2Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Internship Student, Avcılar,

34320, İstanbul

5 year-old, female, Anatolian Shepherd dog was brought to Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Policlinic of Internal Medicine with complaints of abdominal swelling, and fatigue for 3 weeks. After physical examination and the evaluation of blood analysis, Reverse-Patent Ductus Arteriosus (PDA) was diagnosed by doppler echocadiography with micro-bubble study. The dog was hospitalised in our impatient service and died the next day after the examination. PDA is a rare congenital heart defect in dogs. There is no report about PDA in Anatolian Shepherd dogs. This is the first report of Reverse-PDA case in Anatolian Shepherd Dogs. For the first time, micro-bubble study was used as a diagnostic method in our clinic.

Keywords: Reverse (right-to-left shunt), Anatolian Shepherd Dog, Patent Ductus Arteriosus

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

225

İn vivo Anjiyojenez Modeli: Koryoallantoik Membran (CAM)

Enes Güncüm, Ceren Anlaş, Fulya Üstün , Oya Üstüner, Tülay Bakırel

İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Farmakoloji ve Toksikoloji Anabilim Dalı, Avcılar 34320 İstanbul

Mevcut vasküler ağdan yeni kan damarlarının oluşumu olarak tanımlanan anjiyojenez, gerek fizyolojik, gerekse tümör gelişimi ve diyabetik retinopati gibi patolojik olaylarda önemli rol oynayan biyolojik bir süreçtir. Çeşitli bileşiklerin anjiyojenik aktivitelerinin değerlendirilmesi amacıyla birçok in vivo/in vitro model kullanılmakla beraber, yoğun vaskülarizasyona sahip ekstraembriyonik bir yapı olan civciv koryoallantoik membran modeli, kolay uygulanabilirliği, tekrarlanabilirliği ve anjiyojenik yanıtın kantitatif ölçümüne olanak sağlaması gibi avantajları nedeniyle diğer metotlara alternatif olarak kabul edilmektedir.

Yöntem, test materyallerinin membran üzerine kabukta açılan bir pencere aracılığıyla küçük filtre diskler, jelatin süngerler veya biyolojik inert sentetik polimerler formunda uygulanması esasına dayanmaktadır. Civciv koryoallantoik membranda anjiyojenez gelişimsel olarak 3 evreden oluşmaktadır. Erken evrede (5.-7. gün) kapillar ağ filizlenmeye başlar. Mikrovasküler ağ gelişiminin başladığı dönem ara evre (8.-12. gün) olarak tanımlanırken, koryoallantoik öğelerin gelişimi geç evrede (12. günden itibaren) tamamlanır. Uygulamalar 5. günden itibaren yapılabileceği gibi, damar gelişiminin olgunlaştığı 12. günden sonra yapılacak uygulamaların anjiyojenez çalışmaları için daha uygun olduğunu savunan farklı yaklaşımlar da bulunmaktadır. Çalışma sonuçlarının görsel olarak değerlendirilmesinin yanı sıra, uygun koşullarda fikse edilen preparatların histokimyasal ve immunokimyasal açıdan incelenmesi de mümkündür.

Bu derlemede; tümör metastaz çalışmalarında, biyomateryallerin anjiyojenik/antianjiyojenik özelliklerinin incelenmesinde ve fotodinamik tedavi yaklaşımlarında uygun bir in vivo model olarak kabul edilen koryoallantoik membran uygulamaları hakkında güncel gelişmelerin sunulması amaçlanmıştır.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

226

In Vivo Model of Angiogenesis: Chorioallantoic Membrane (CAM) Assay

Enes Güncüm, Ceren Anlaş, Fulya Üstün , Oya Üstüner, Tülay Bakırel

Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Pharmacology and Toxicology, Avcilar 34320, Istanbul

Angiogenesis, defined as the formation of new blood vessels from the existing vascular network, is a biological process that plays an important role both in physiological and pathological events such as tumor development and diabetic retinopathy. Although the use of several in vivo/in vitro models for the evaluation of angiogenesis activities of various compounds, the chick chorioallantoic membrane model which is an extraembryonic structure with highly vascularized, is accepted as alternative to other methods due to its advantages such as easy applicability, repeatability and the ability to quantitatively measure the angiogenic response.

The method is based on the application of test materials in the form of small filter discs, gelatin sponges or biologically inert synthetic polymers via a window opening through the shell on the membrane. Angiogenesis in chick chorioallantoic membrane developmentally consists of three phases. In the early phase (5th- 7th days) the capillar network begins to sprout. The stage in which microvascular network development begins is defined as the intermediate phase (8th -12th day), while the development of chorioallantoic elements is completed in the late phase (from the 12th day). Practices may be performed from day 5, also there are different approaches that assert practices to be performed are more suitable for angiogenesis studies after day 12 when the vascular development is mature. The results of the study can be assessed visually, as well as histochemical and immunochemical evaluation of the preparations which have been established under appropriate conditions is possible.

In this review, it is aimed to present the current developments in the application of chorioallantoic membrane, which is accepted as an appropriate in vivo model in the tumor metastasis studies, examination of angiogenic / antiangiogenic properties of biomaterials and photodynamic therapy approaches.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

227

Veteriner Onkolojide Terapötik Hedef Olarak Tirozin Kinazlar

Enes Güncüm, Fulya Üstün Alkan, Ceren Anlaş, Tülay Bakırel, Oya Üstüner

İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Farmakoloji ve Toksikoloji Anabilim Dalı, Avcılar 34320 İstanbul

Sinyal iletiminde protein fosforilasyonunu/aktivasyonunu sağlayan tirozin kinazlar, hücrelerin yaşaması, çoğalması ve farklılaşması gibi biyolojik olaylarda rol oynamaktadırlar. Sinyal iletim yollarını ve proteinlerini hedef alan onkojenik mutasyonlar hücrenin çoğalma ve/veya yaşama işlevlerinin kontrolünü ortadan kaldırmakta ve onkojenik sinyal iletimi ile tümör gelişiminde ve invazyon/metastaz sürecinde etkin rol oynamaktadırlar. Tirozin kinazların sürekli aktivasyonu kontrolsüz hücre proliferasyonu, motilite ve invazyon artışı ile anjiyogenez gibi malign fenotipe özgü hücresel olayların hızlanmasına neden olmaktadır. Epidermal büyüme faktörü ve vasküler endotelyal büyüme faktörü reseptörü gibi tirozin kinazların birçok neoplazmik oluşumda aşırı ekspresyonunun saptanması tedavide tirozin kinaz aktivitesini hedef alan ajanların kullanımını rasyonel bir seçenek olarak ön plana çıkartmıştır.

Son yıllarda sinyal iletiminde yer alan moleküllerin ve sinyal yollarının karsinogenezdeki rollerinin ortaya konması, bu yollara özgü inhibitör ajanların kanser tedavisinde etkin olabileceğini göstermiştir. Tirozin kinaz inhibitörleri olarak adlandırılan hedeflendirilmiş küçük moleküllü ilaçların yarışmalı bir şekilde kinazların ATP’ye bağlanma bölgesini bloke ederek kinaz fosforilasyonunu ya da sinyal akımının başlamasını engellemeleri sonucu etkinlik gösterdikleri bildirilmektedir. Tirozin kinazlar beşeri hekimlikte birçok kanser tipinin tedavi protokolünde yer almakta ve tedavide başarılı sonuçlara ulaşılmaktadır. Hedefe yönelik tedavi seçeneği olarak sunulan bu bileşiklerin veteriner onkoloji alanında kullanımı ise henüz kısıtlı düzeydedir. Günümüzde veteriner onkoloji alanında Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından onaylanmış köpeklerde deri mast hücresi tümörlerinin sağaltımında toceranib ve masitinib, ayrıca alerjik dermatitis ve atopik dermatitisin kontrolünde kullanılan oclacitinib tirozin kinaz inhibitörü bileşikler bulunmaktadır. Bu derlemede, veteriner hekimlikte kullanılan tirozin kinaz inhibitörleri ve farmakolojik etkinlikleri özetlenmiştir.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

228

Tyrosine Kinases As A Therapeutic Target In Veterinary Oncology

Enes Güncüm, Fulya Üstün Alkan, Ceren Anlaş, Tülay Bakırel, Oya Üstüner

Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Pharmacology and Toxicology, Avcilar 34320, Istanbul

Tyrosine kinases, which provide protein phosphorylation/activation in signal transduction, play a role in biological events such as cell survival, proliferation and differentiation. Oncogenic mutations targeting signal transduction pathways and proteins abrogate the control of cell proliferation and/or survival functions and play an active role in oncogenic signal transduction and tumor growth and invasion/metastasis processes. Continuous activation of tyrosine kinases leads to acceleration of malignant phenotype specific cellular events such as uncontrolled cell proliferation, increased motility and invasion, and angiogenesis. The detection of overexpression of many tyrosine kinases, such as epidermal growth factor and vascular endothelial growth factor receptor, in many neoplastic formations has highlighted the use of agents targeting tyrosine kinase activity in therapy as a rational option. In recent years, the role of molecules involved in signal transduction and the role of signaling pathways in carcinogenesis has shown that inhibitor agents specific to these pathways may be effective in the treatment of cancer.

Targeted small molecule drugs, called tyrosine kinase inhibitors, have been reported to competitively inhibit kinase phosphorylation or signaling initiation by blocking the ATP binding site of the kinases. Tyrosine kinases are involved in the treatment protocol of many types of cancer in human medicine and successful outcomes are achieved in treatment. The use of these compounds, which are presented as targeted treatment options, in veterinary oncology is still limited. Today, tyrosine kinase inhibitors approved by the US Food and Drug Administration (FDA) for veterinary oncology include toceranib and masitinib in the treatment of skin mast cell tumors in dogs, as well as oclacitinib used to control allergic dermatitis and atopic dermatitis. In this review, tyrosine kinase inhibitors used in veterinary medicine and their pharmacological activities are summarized.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

229

Dünyada ve Türkiye’de Kırmızı Et Üretimi ve Tüketimi Durumunun İncelenmesi

Erdi ERGENE1, Enver Barış BİNGÖL2

1 İstanbul Esenyurt Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, 34510,Esenyurt, İstanbul

2İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Besin Hijyeni ve Teknolojisi Bölümü, 34320, Avcılar, İstanbul

Bireylerin yaşamlarını sağlıklı bir şekilde sürdürebilmesi yeterli ve dengeli beslenmesine bağlıdır. Et ve et ürünleri, içerdiği biyolojik değeri yüksek proteinler ve minerallerden dolayı insan beslenmesinde yüksek öneme sahiptir.

Günümüzde dünyada gelişmiş ülke olmanın ölçüsünün, hayvansal protein tüketimi ile doğru orantılı olarak arttığı ve hayvansal protein tüketimi %40-70 arasında bulunan ülkelerin gelişmiş ülke olarak kabul edildiği belirtilmektedir. FAO 2011 yılı verilerine göre Dünya’da sığır sayısı bakımından birinci sırada 213 milyon hayvan sayısı ile Brezilya gelmektedir. Brezilya’yı 211 milyon baş ile Hindistan ve 93 milyon baş ile ABD izlemektedir.

Hayvancılık, kırsal kesimde yaşayan halkımızın en önemli geçim kaynaklarından biri olmasının yanı sıra kaliteli protein kaynağı temininde de önemli bir yere sahiptir. Türkiye’de hayvancılık verileri incelendiğinde 2012 yılı itibariyle toplam büyükbaş hayvan sayısı 14 milyona ulaşmıştır. Koyun varlığı 1991’de 40 milyon baş iken 2012 yılında 24 milyon başa düşmüştür. Ancak 2015 verileri, Türkiye’nin yaklaşık 32 milyon koyun sayısı ile tekrardan AB ülkelerinden fazla sayıda koyun varlığına ulaştığını ve ilk sırada yer aldığını göstermektedir. Türkiye’yi sırasıyla İngiltere, İspanya ve Yunanistan izlemektedir.

Türkiye toplam kırmızı et arz ve kullanımı incelendiğinde toplam üretim miktarı 2011 yılından itibaren sürekli artış göstermiştir. 2010 yılında 775 bin ton olan üretim miktarı %28 artışla 2013 yılında 995 bin tona ulaşmıştır. Kişi başına düşen tüketim ise 2010 yılında ortalama 8,7 kg iken 2013 yılında 11 kg’a yükselmiştir.

Gelişen teknoloji, üretim alanlarının modernleşmesi ve eğitimli yetiştiricilerin sayısının artması, doğru hayvancılık politikaları ile birlikte kırmızı et sanayinin gelişmesine ve ülke ekonomisine katkı sağlamasına yol açmıştır. Tüketicilerin bilinçlenmesi ve sağlıklı gıda tüketimine olan talep de kırmızı et sektörünün gelişimine neden olmaktadır. Dengeli beslenmenin vazgeçilmez bir parçası olan kırmızı et özellikle son yıllardaki fiyat artışından dolayı düşük gelirli ailelerin kırmızı et tüketimini önemli ölçüde etkilemiştir. Bu nedenle üretim maliyetlerinin düşürülmesi ve kırmızı et tüketiminin arttırılması gerekmektedir.

Anahtar kelimeler: Kırmızı et, Et üretimi, Et tüketimi, Türkiye

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

230

Examination of The Production and Consumption Status of Red Meat in the World and Turkey

Erdi ERGENE1*, Enver Barış BİNGÖL2

1 Istanbul Esenyurt University, Faculty of Health Science, Department of Nutrition and Dietetics, 34510, Esenyurt, Istanbul

2 Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Food Hygiene and Technology, 34320, Avcilar, Istanbul

The ability of individuals to maintain their lives in a healthy way depends on adequate and balanced nutrition. Meat and meat products contain high prevalence of human nutrition due to high-value biological proteins and minerals.

Today, it is stated that the level of being developed country in the world is increasing in direct proportion with the consumption of animal protein and countries with animal protein consumption between 40-70% are considered as developed countries. According to the FAO 2011 data, Brazil is ranked first in terms of the number of cattle in the world with 213 million animals. India is followed by Brazil with 211 million cattle’s and the USA with 93 million cattle’s.

Animal husbandry is one of the most important sources of livelihood for living in rural areas and also has an important subject in supplying quality protein sources. When animal husbandry data is examined in Turkey, total number of bovine animals reached 14 million by 2012. Sheep's assets decreased from 40 million in 1991 to 24 million in 2012. However, the data for 2015 show that Turkey has reached the highest number of sheep in the EU countries with a total number of sheep of 32 million and is in the first place. Turkey is followed by England, Spain and Greece respectively.

The total supply and use of red meat in Turkey is examined, the total production amount has increased continuously since 2011. The amount of production, which was 775 thousand tons in 2010, increased by 28% to 995 thousand tons in 2013. Consumption per person in 2010 was 8.7 kg on average while it was 11 kg in 2013.

Developing technology, modernization of production areas and increasing number of educated farmers have led to the development of red meat industry along with correct animal husbandry policies and to contribute to the country's economy. Consumer awareness and demand for healthy food consumption are also leading to the development of the red meat sector. Red meat is an indispensable part of a balanced diet, has significantly affected the consumption of red meat in low-income families, especially due to the price increase in recent years. For this reason, it is necessary to reduce the production costs and increase the consumption of red meat.

Keywords: Red meat, Meat production, Meat consumption, Turkey

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

231

Koyun ve keçi astragallerinin (talus) artefakt olarak değerlendirilmesi

Ermiş ÖZKAN*, K.Oya KAHVECİOĞLU, Vedat ONAR

İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, 34320, Avcılar, İstanbul.

*[email protected]

Astragalus (talus), skeleton pedis’in (arka ayak iskeleti) ossa tarsi içinde yer alan bir kemiktir. Arkeolojik malzemeler içerisinde yaygın olarak bulunan bu kemik, tüketim artığı olarak yer alabildiği gibi, aynı zamanda depolanmış olarak ritüel veya oyun amaçlı da alan içerisinde yer alabilmektedir. Bu kemikler üzerinde işlevine uygun olarak yaygın olarak delinme, tıraşlanma gibi bazı izlere rastlanılmaktadır. Aşık oyunu olarak temelde kullanılan bu kemikler, bazı arkeolojik alanlarda ortaya çıkarılan mimari yapının kutsallığı ile de ilişkilendirilmektedir. Eski yazılı kaynaklarda astragallerin (talus) kullanımı ile ilgili birçok bilgi bulunmakta ve bu kemiklerin oyun, kumar, kehanet, zar, muska, deri işleme aleti (hide softener), seramik parlatıcısı gibi birçok alanda kullanılmış olabileceği düşünülmektedir. Bu çalışma, koyun ve keçi astragallerinin (talus) tarihsel süreç içerisinde artefakt olarak kullanılması hakkında değerlendirmeleri içermektedir.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

232

Evaluation of sheep and goat astragali (talus) as artefact

Ermiş ÖZKAN*, K.Oya KAHVECİOĞLU, Vedat ONAR

Department of Anatomy, Faculty of Veterinary Medicine, Istanbul University, 34320, Avcılar, Istanbul

*[email protected]

Astragalus (talus) is a bone take part in ossa tarsi at skeleton pedis (hindlimb skeleton). This bone which is commonly found in archaeological materials can take part in archaeological area as consumption waste at the same time as deposited for ritual or gaming purpose. On these bones some marks, suitable for its purpose, as perforation and shave marks is encountered. The bones mainly used for “Aşık” game is also associated with divinity of the unearthed architectural structure in some archaeological sites. There are a lot of knowledge about the usage of astragali (talus) in ancient written sources and it is considered that these bones might be used in various fields in game, gambling, die, amulet, hide softener, ceramic burnisher. This study includes evaluation about usage of sheep and goat astragals (talus) as artefact in historical process.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

233

Günümüzün ve Geleceğin Gıdaları: Fonksiyonel Gıdalar

Esra Akkaya, Funda Yılmaz Eker

İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Besin Hijyeni ve Teknolojisi Anabilim Dalı, Avcılar, 34320 İstanbul,

Günümüzde beslenme modeli ile sağlık arasındaki yakın ilişki çeşitli bilimsel verilerle ortaya konmuş, yapılan çalışmalarla sağlıklı yaşam ve yaşam kalitesinin yükseltilmesi hedeflenmiştir. Ayrıca son yıllarda tüketiciler de gıdaların sağlık üzerine etkileri hakkında çok daha hassas ve bilinçli hale gelmiştir. Bu bağlamda söz konusu işlevselliğe sahip, günümüzün ve geleceğin gıdaları olarak kabul edilen fonksiyonel gıdalar karşımıza çıkmaktadır. Fonksiyonel gıdalar, bireylerin sağlığı, fiziksel performansı veya besleyici değerlerinin yanında ruh hali üzerine de olumlu etkiye sahip, herhangi bir gıda olarak tanımlanmaktadır. Uluslararası Gıda Bilgi Konseyi (IFIC)’ne göre fonksiyonel gıdalar, temel beslenmenin ötesinde bir sağlık yararı sağlayabilecek gıdalar veya beslenme bileşenleridir. Uluslararası Yaşam Bilimleri Enstitüsü (ILSI) fonksiyonel gıdaları, fizyolojik açıdan aktif gıda bileşenleri sayesinde temel beslenmenin ötesinde sağlık üzerine yarar sağlayan gıdalar olarak tanımlamaktadır.

Fonksiyonel gıda terimi ilk kez 1984 yılında Japonya’da, avantajlı fizyolojik etkilere sahip özel bileşenlerle güçlendirilmiş gıda ürünlerini tanımlamak için, fizyolojik sistemlerin beslenme, duyusal beğeni, güçlendirme ve modülasyon arasındaki ilişkiler üzerine bir çalışma sonucunda kullanılmıştır.

Artan piyasa büyümesinin bir sonucu olarak, fonksiyonel gıdaların geniş bir yelpazesi bulunmaktadır. Bunlar; enerji ve spor içecekleri gibi meşrubatlar, tahıl ve bebek gıdaları, pişmiş ürünler, şekerleme, süt ürünleri-özellikle yoğurt ve diğer fermente süt ürünleri, yayılmış ürünler ve et ürünlerini kapsamaktadır.

Fonksiyonel gıdalar üzerine yapılan araştırma ve yatırımların hızla artmasına rağmen, bu kavramın yeni olması, herhangi bir yasal tanımının olmaması, konu ile ilgili yönetmelikler olmaması, dünyada fonksiyonel gıda ürünlerinin piyasaya sürülmesinde çeşitli sıkıntılara neden olmaktadır. Türkiye’de ise Türk Gıda Kodeksi ve yönetmelikleri kapsamında Tarım Bakanlığı onayıyla üretim yapılabilmekte ve çalışmalar Avrupa Birliği’ne uyum sürecine paralel olarak yürütülmektedir.

Anahtar Kelimeler: Fonksiyonel gıda, Beslenme, Sağlıklı yaşam, Tüketici beğenisi, Pazarlama

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

234

The Food of Today and the Future: Functional Foods

Esra Akkaya, Funda Yılmaz Eker

Istanbul University, Veterinary Faculty, Department of Food Hygiene and Technology, Avcılar, 34320 Istanbul,

Nowadays, the close relationship between nutrition model and health has been put forward in various scientific accounts and it has been aimed to increase healthy life and quality of life with the studies done. Moreover, consumers have become much more sensitive and conscious about the health effects of food in recent years. In this context, the functional foods which have the functionality mentioned come out as the food of today and the future. Functional food has been defined as any food that has a positive impact on an individuals’s health, physical performance or state of mind in addition to its nutritive values. According to the International Food Information Council (IFIC), functional foods are ‘foods or dietary components that may provide a health benefit beyond basic nutrition’. The International Life Sciences Institute of North America (ILSI) has defined functional foods as ‘foods that by virtue of physiologically active food components provide health benefits beyond basic nutrition’.

The term “functional food” was first used in 1984 in Japan as a result of a study on the relationships between nutrition, sensory satisfaction, fortification and modulation of physiological systems in order to define those food products fortified with special constituents that possess advantageous physiological effects.

As a result of increasing market growth, there is a huge possible range of functional foods. These include, soft drinks such as energy and sports drinks, cereal and baby foods, baked goods, confectionery, dairy products, especially yoghurts and other fermented dairy products, meat products. Despite the rapid increase in research and investment in functional foods, the newness of this concept, the lack of any legal definition and the lack of relevant regulations causes a variety of difficulties in launching functional food products to the market around the world. In Turkey, production can be done with the approval of the Ministry of Agriculture within the scope of the Turkish Food Codex and its regulations, and the studies are carried out parallel to the European Union harmonization process.

Keywords: Functional food, Nutrition, Healthy life, Consumer acceptance, Marketing

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

235

3 Yaşlı Dişi Yeşil İguana’da Preovulatuar Folliküler Stazis Olgusu

Fuat KUTAY GÜRÜLÜa,, Ümit UĞURLUb, Dila ATEŞPAREb, Hande Sümeyye KABAKCIc

a İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi 1.Sınıf, Avcılar,34320, İstanbul, Türkiye bİstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, Avcılar,34320, İstanbul, Türkiye

cİstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi 3.Sınıf, Avcılar,34320, İstanbul, Türkiye

Pet hayvanı olarak bakılan kertenkele, bukalemun, yılan ve kaplumbağa gibi sürüngenlerde üreme bozuklukları oldukça yaygındır. Dişi sürüngenlerde en sık karşılaşılan üreme bozukluğu preovulatuar folliküler stazisdir. Genellikle kötü beslenme, yetersiz yuva alanı, uygun olmayan sıcaklık, uygun olmayan nem şartları ve UVA-UVB kaynaklarının eksikliği gibi uygun olmayan bakım koşullarıyla bağlantılıdır. Ek olarak sürüngenin yaşı ve cinsel olgunluğu da hastalık oluşumunda rol oynar. Esaret altındaki sürüngenler seksüel olgunluğa doğal şartlardakilerden daha erken ulaşırlar. Bu sebeple preovulatuar stazise esaret altındaki genç sürüngenlerde de rastlanmaktadır. Bu hastalık yabani kertenkelelerde gözlemlenmez.

Çevresiyle ilgisizlik, titreme, kilo kaybı ve soluk deri rengi şikâyeti bulunan 3 yaşlı dişi yeşil iguanada abdominal palpasyonda foliküller belirlendi. Olgumuzdaki iguana için çok geç olmasaydı tedavi olarak ovariektomi yapılacaktı.

Özet olarak, yukarda bahsedilen preovulatuar folliküler stazis, esaret altında olup optimal koşullarda bakılmayan sürüngenlerde yaygın görülen ve hayvanın ölümüyle sonuçlanabilecek ciddiyette bir bozukluktur.

Anahtar Kelimeler: Sürüngen, Preovulatuar folliküler stazis, Üreme bozuklukları

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

236

Preovulatory Follicular Stasis in a 3-Year-Old Female Green Iguana

Fuat KUTAY GÜRÜNLÜa, Ümit UĞURLUb, Dila ATEŞPAREb, Hande Sümeyye KABAKCI c

aIstanbul University, Faculty of Veterinary Medicine 1 st class, Avcılar,34320,Istanbul, Türkiye bIstanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, 34320, Avcılar

Istanbul, Türkiye cIstanbul University, Faculty of Veterinary Medicine 3ͬ ͩ class, Avcılar,34320, Istanbul, Türkiye

Reproductive disorders are common in pet reptiles like lizards, chameleons, snakes and turtles. One of the most common reproductive disorder in female reptiles is preovulatory follicular stasis, which is often connected with inappropriate husbandry such as malnutrition, a inadequate nesting site, inappropiate temperature and humidity and the absence of UVA, UVB source. Additionally, reptiles age and sexual maturity play a secondary role on it. In captivity, reptiles can become sexually mature earlier than in nature environnements so, preovulatory stasis might seen in young captive reptiles. However it is not seen in wild lizards.

3 years old female green iguana with unresponsiveness, tremors, weight loss and dull skin colour, follicles were detected by abdominal palpation. Ovariectomy would have been the treatment procedure, if it had not been too late for the iguana.

In summary, preovulatory follicular stasis, mantioned above, is common in captive female reptiles which are kept in non-optimal conditions. Also it can have mortal affect on the animal.

Key Words: Reptile, Preovulatory Follicular Stasis, Reproductive Disorders

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

237

Farkli Maserasyon Ve Taksidermi Metotlari Kullanarak Bir Kedinin Yarim Taksidermisi

Furkan ÖNDERa, Ekimcan YÖYLERa, Ferhat TAŞKINa, İlker Çevirgena, Burcu İNSALb , İ. Önder ORHANb

aAnkara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Dışkapı, 06110, ANKARA, Türkiye

bAnkara Üniversitesi Veteriner Fakültesi AVMET Öğrenci Topluluğu, Dışkapı, 06110, ANKARA, Türkiye

Hayvanların tüm anatomik yapılarının sergilenmesi için bilim ve sanatın bir arada kullanıldığı modelleme işlemlerinden birisi yarım taksidermidir. Bu çalışmada, farklı maserasyon ve taksidermi metotlarının bir arada kullanılmasıyla, hem eğitim materyali olarak kullanabilecek hem de sergilenebilecek nitelikte anatomik bir preparat elde edilmesi amaçlanmaktadır.

Bu çalışmada herhangi bir hastalık riski taşımayan,üniversitemiz hastanesinde, ötenazisi yapılmış olan 1 adet kedi (Felis silvestris catus) kullanıldı. Küçük bir ensizyonu takiben vücuttan ayrılan deri yağlarından arındırıldı. Derinin sertleşmemesi ve normal anatomik boyutlarını kaybetmemesi için deri, güvercin (Columbalivia domestica) kazuratı ile 24 saat muamele edildi. Ardından pH dengesini nötralize etmek ve putrifikasyonu geciktirmek üzere deriye boraks uygulandı. Diğer taraftan karkas ise, 7 gün süreyle +4 oC’ de çürütüldükten sonra 7 gün benzin kullanılarak osteolojik maserasyon işlemine tabi tutuldu. Kaslardan ayrılan kemikler uygun anatomik pozisyonda iskeleti oluşturmak üzere birleştirildi.

Vücut boyutları küçük olan hayvanlarda osteolojik maserasyon yapılırken çürütme ve benzinin birlikte kullanımının diğer yöntemlere nazaran daha pratik ve kullanışlı olduğu gözlemlendi.Tabaklanan derinin anatomik boyutlarının korunmasında kullanılan güvercin kazuratının amacına uygun işlev gördüğü ve ucuz maliyetli olduğu görüldü.

Bu çalışmanın sonucunda bir kedinin anatomik yapılarının bilimsel ve sanatsal olarak sergilenebildiği ve veteriner hekimliği öğrencilerinin eğitim materyali olarak kullanabildiği, anatomik bir preparat elde edildi.

Anahtar kelimeler: Yarımtaksidermi, kedi, maserasyon

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

238

A Cat’s Half Taxidermy by Using Different Maceration and Taxidermy Methods

Furkan ÖNDERa, Ekimcan YÖYLERa, Ferhat TAŞKINa, İlker Çevirgena, Burcu İNSALb ,İ. Önder ORHANb

ᵃAnkara UniversityFaculty of Veterinary Medicine Department of Anatomy, Dışkapı, 06110, Ankara, Turkey

ᵇAnkara University, Faculty of Veterinary Medicine AVMET Student Community, Dışkapı, 06110, Ankara, Turkey

Halftaxidermy is one of them modeling process that combines science and art for the display of all the anatomical structures of animals.This study is aimed to obtain anatomical preparation which can be used both as training material and exhibiton by using different methods of maceration and taxidermy.

In this study, a cat (Felis silvestris catus) without any risk of disease which euthanized in our university hospital was used.The skin, which was seperated from the body by incision, was purified from its fats.The skin was treated with pigeon(Columbalivia domestica)feces for 24 hours so that it did not harden and lose its normal anatomical dimensions. Then borax was applied to neutralize pH balance and delay putrefaction.On the other hand, the carcass was subjected to osteogenic maceration with using gasoline for 7 days after being rotted at +4 °C for 7 days. Bones seperated from the muscles were assembled to form the skeleton in the appropriate anatomic position.

It has been observed that, while osteological maceration is performed in animals with small body sizes, the use of rotting and gasoline is more practical and useful than other methods.Also ıt has been shown that the pigeon feces,used to protect the anatomical dimensions of tanned skin, functions properly and is inexpensive.As a result of this study, an anatomical preparation was obtained in which anatomical structures of a cat had scientific and artistic display also veterinary students can use it as educational material.

Keywords: Halftaxidermy, Cat, Maceration

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

239

Süt ve Süt Ürünlerinde Stafilokokal Enterotoksinler

Göknur Yetimler, Gülay Merve Bayrakal, Ali Aydın

İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Besin Hijyeni ve Teknolojisi Bölümü, Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye

Dünya genelinde gıda kaynaklı zehirlenmeler incelendiğinde stafilokokların ürettiği toksinler sebebiyle üst sıralarda yer almaktadır. Stafilokokal enterotoksinler kontamine gıdaların tüketilmesi sonucu yaygın olarak gastroenteritise neden olan bakteriyel toksinlerdir. Kontamine SE tüketimi ardından birkaç saat içerisinde kusma, abdominal kramp, ishal hatta ölümlere neden olabilen ciddi intoksikasyonlar meydana gelmektedir. Ayrıca SE’lere bağlı olarak toksik şok, alerjik reaksiyonlar ve otoimmun hastalıklar da gözlemlenebilmektedir.

Günümüzde 23’den fazla SE bulunmakta ve bunlar emetik aktivite gösteren klasik stafilokokal enterotoksinler ile stafilokokal enterotoksine benzeyen proteinler (emetik özelliğe sahip değiller ya da henüz test edilmemişler) olarak 2 gruba ayrılmaktadırlar.

Pepsin gibi gastrointestinal proteazlara, dondurma, kurutma, düşük pH gibi çevresel faktörlere özellikle de ısıya karşı dirençli olmaları SE kaynaklı yaygın gıda salgınlarının başlıca sebepleridir.

Kontamine yemleri tüketen inekler, hasta ineklerin salgıları, eğitimsiz personel, yetersiz temizlenen sağım aletleri ve taşıyıcı vektörler gibi çevresel faktörlerden süte geçen SE’ler yetersiz pastörizasyon sonucu kontamine süt, peynir, krema gibi ürünlerin tüketimi ile insanlarda salgınlara yol açmaktadır. Personel hijyenine dikkat edilmesi, ekipmanın yeterli şekilde temizlenmesi ve dezenfeksiyonu, güvenli gıda işleme uygulamaları, pastörizasyon ısılarına dikkat edilmesi, soğuk zincirin muhafaza edilmesi, çiftlikten çatala çapraz kontaminasyonun önlenmesi stafilokokal enterotoksinlerin bulaşmasında alınması gereken başlıca koruyucu önlemlerdir.

Anahtar kelimeler: Stafilokokal Enterotoksinler, Süt ve Süt Ürünleri

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

240

Staphylococcal Enterotoxin in Dairy Products

Göknur Yetimler, Gülay Merve Bayrakal, Ali Aydın

Istanbul Univesity, Veterinary Medicine, Food Hygiene and Technology Department, Avcılar,34320 Istanbul, Turkey

Staphylococcal food-borne disease is one of the most common food-borne diseases worldwide due to enterotoxins. Staphylococcal enterotoxins are the bacterial toxins that cause gastroenteritis resulting from consumption of contamined foods. SEs can cause intoxications symptoms that are vomiting, abdominal cramping, diarrhea or even death within a few hour after ingestion of toxin-contaminated foods. Besides the food poisoning toxic shock-like syndromes, several allergic and autoimmune diseases can be occured.

Recently there have been more than 23 SEs that are subdivided into classical SEs with demonstrated emetic activity and staphylococcal enterotoxin-like proteins.

SEs are so important because they are resistant to inactivation by gastrointestinal proteases as pepsin as well as environmental factors such as freezing, drying, and low pH.

Contaminated animal feeds, sick cows secretions, food handlers carrying enterotoxin-producing staphylococcus, milking equipment inadequately cleaned and vectors transmit SEs to milk.

Following human was consumed unpasteurized milk, cheese, and other dairy products which were made from unpasteurized milk, food-poisoning outbreaks occur.

Safe food handling and processing practice, adequate cleaning and disinfection of equipment, attention to pasteurization heat and personnel hygiene, maintaining cold chain, prevention of contamination from farm to fork are the main protective measures to be taken in the transmission of staphylococcal enterotoxins.

Keywords: Stafilococcal enterotoxin, Milk and dairy products.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

241

Bir Atta Holter EKG Yöntemiyle 2. Derece Atriyoventrküler Blok

(Mobitz Tip 2) Tespiti

Hacer KOFALIa, Kutay YILDIZb, Onur İSKEFLİb, Remzi GÖNÜLb

a İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi 5. Sınıf Öğrencisi b İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı 34320, Istanbul, Turkey

Fakültemiz çiftlik hayvanları polikliniğinde bulunan 8 yaşlı, Paşa isimli iğdiş İngiliz atı, uyuşukluk, egzersiz intoleransı ve koşmada isteksizlik şikayetleriyle genel muayeneye alındı. Yapılan genel muayene sonucunda nabız sayısının (38 bpm), kapiller yeniden dolum süresinin (2 sn) ve mukozaların normal olduğu tespit edildi. Ancak yapılan oskültasyon sonucunda kalp ritminde bradiaritmik düzensizlik saptandı. Bu bulgunun ardından hasta detaylı laboratuvar ve kardiyolojik muayeneye alındı. Bu amaçla öncelikle tam kan sayımı ve biyokimyasal kan analizleri gerçekleştirildi. Ardından hasta, Ekokardiyografik ve Elektrokardiyografik incelemeye alındı. Ekokardiyografik incelemeler sonucunda ventriküler hipertrofi ve kalp fonksiyonlarında artış (EF: %92, FS: %65) saptandı. Daha sonra hastaya Holter EKG cihazı (Televet 100) yerleştirilerek hem dinlenme hem de egzersiz esnasında elektrokardiyografik incelemesi yapıldı. Holter EKG kayıtlarının incelemesi sonucunda hastada 2. Derece Atriyoventriküler blok (Mobitz tip 2) olduğu saptandı.

Holter EKG, hem egzersiz hem dinlenme sırasında uygulanabilirliğinden dolayı Standart EKG’den çok daha değerli bulgular sağlar. Gün içerisinde nadir olarak oluşabilecek bu tür aritmilerin tespiti standart EKG ile mümkün olmadığından Holter EKG uygulamaları altın standarttır. Sonuç olarak; özellikle atlarda kardiyak hastalıkların çoğunluğunu aritmiler oluşturduğundan, egzersiz intoleransı saptanan atlarda elektrokardiyografik inceleme önemlidir. Biz de bu vakada hayati tehlike oluşturabilecek bu ritim bozukluğunu Holter EKG yöntemi ile saptamış olduk.

Anahtar Kelimeler: Holter EKG, aritmi, kardiyoloji, at

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

242

Determination of 2nd Degree Atrioventricular Block (Mobitz Type

2) with Holter ECG in a Horse

Hacer KOFALIa, Kutay YILDIZb, Onur ISKEFLIb, Remzi GONULb

a Istanbul University Faculty of Veterinary Medicine 5th Grade Student b Istanbul University Faculty Of Veterinary Medicine Department of Internal Medicine 34320,

Istanbul, Turkey

A 8-year-old, emasculated English horse named Paşa was taken to the general examination because of the complaint of lethargie, exercise intolerance and reluctance to run. Pulse rate, capillary refill time and mucous membranes were detected as normal in the general examination. However, bradyarrhytmic irregularity was detected in cardiac auscultation. According to these clinical findings, it was decided to take the patient to laboratory and cardiologic examination. For this purpose, complete blood count and biochemical blood analysis were performed. After this analyses, Echocardiographic and Electrocardiographic examination were performed to the patient. Ventricular hypertrophy and increase in the cardiac function values (EF: 92%, FS: 65%) has been detected with echocardiography. Electrocardiographic examination was performed during both resting and excercise sessions by placing the Holter ECG device (Televet 100) on the horse. 2nd Degree Atrioventricular block (Mobitz type 2) was observed in Holter ECG recording.

Holter ECG can be applied during both resting and excercise sessions thus it is more valuable than Standart ECG. This arrhytmias can be observed rarely during the day and it may not be possible to detect them with standart ECG. For this reason Holter ECG is gold standart in such cases. In conclusion; electrocardiographic examination is important in horses with excercise intolerance because the arrhytmias are the most seen cardiac diseases in horses. In this case, we determined this life-threatening arrhytmia with Holter ECG.

Keywords: Holter ECG, arrhytmia, cardiology, equine

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

243

Memelilerde Modifiye Taksidermi

Hande Özlera, Mustafa Ersoya, İlker Çevirgena, Ertuğrul Yılmaza, Ahmet İncea, Burcu İnsalb, İ. Önder Orhanb

aAnkara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Ankara Veteriner Müzecilik Eğitim Topluluğu, Dışkapı, 06110, Ankara, Türkiye

b Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Dışkapı, 06110, Ankara, Türkiye

Taksidermi, özellikle vahşi av hayvanlarının, nesli tükenen ve tükenmekte olan hayvanların, doğada rastlanması güç olan patolojik türler ile korunması gereken endemik türlerin, gelecek nesillere aktarılması için, bilimsel ve sanatsal olarak anatomik teknikler kullanılarak prezervasyonu işlemidir. Yapılan çalışmada memeli hayvanlarda taksidermi standartlarının belirlenmesi ve modifiye bir trofe hazırlama metodunun geliştirilmesi amaçlanmaktadır.

Bu çalışmada herhangi bir hastalık riski taşımayan, üniversitemiz hastanesinde ötenazi yapılan 1 adet Sibirya Kurdu kullanıldı. Ölümü takip eden 1. saat içinde hayvan formalinle 48 saat boyunca ayakta duruş pozisyonunda fikse edildi. Ardından kaslarından hızlıca ayrılan deri yağlardan arındırıldı. Doğal anatomik boyutlarında bir trofe yapabilmek için, karkastan sentetik CaSO4 ile negatif kalıp çıkarıldı. Derinin pH’sını nötrlemek için kullanılan Sodium tetraborate decahydrate ve poliüretan köpük karışımıyla hazırlanan pozitif kalıplar derinin içine yerleştirildi ve deriye gizli şirurjikal süturlar uygulandı.

Kullanılan malzemeler sayesinde hızlı bir şekilde negatif ve pozitif kalıp elde edildi. Pozitif kalıp, hafif ve kuruduktan sonra kolayca şekillendirilebilen bir malzemeden yapıldığından örneğe doğal anatomik şeklini vermesi oldukça kolaylaştı.

Bu çalışmayla, doğal anatomik boyutlarında ve görüntüsünde, oldukça hafif, kolayca şekillendirilebilen bir anatomik örnek elde edildi. Çalışmada kullanılan modifiye trofe tekniğinin, diğer hayvanlarda da uygulanması planlandı.

Anahtar kelimeler: Taksidermi, kurt, trofe

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

244

Modified Taxidermy of Mammals

Hande Özlera, Mustafa Ersoya, İlker Çevirgena, Ertuğrul Yılmaza, Ahmet İncea, Burcu İnsalb, İ. Önder Orhanb

a Ankara University Faculty of Veterinary Medicine, Department of Anatomy, Dışkapı, 06110, Ankara, Turkey

b Ankara University Faculty of Veterinary Medicine, Ankara Veterinary Museology Education Community, Dışkapı, 06110, Ankara, Turkey

Taxidermy is the preserving of an animal's body via stuffing or mounting for the purpose of display or study for future generations.The main area to work on are endangered and rare species those are about to be endangered including the pathological species those are difficult to find in nature, and which must be protected.In this project our main aim is to determine the taxidermy standards in mammals and to develop a modified trophy preparation method.

In this study, one Siberian Husky was used, which did not carry any risk of illness and was euthanized in our university hospital. Within the first hour following death, the animal was fixed in standing position for 48 hours with formalin.It was then cleansed of subcutaneous tissue, which quickly separated from their muscles. In order to make a trophy with natural anatomic dimensions, negative mold with synthetic CaSO4 was made from the carcass.Positive molds prepared with a mixture of sodium tetraborate decahydrate and polyurethane foam, used to neutralize the skin pH, were placed deep into the skin and also secret surgical sutures were applied.

With using special materials , a negative and positive patterns were quickly obtained. Since the positive mold is made from a material that can be easily shaped after being light and dry, it is quite easy to give husky's natural anatomical shape.

With this work, an anatomical specimen that can be easily shaped in its natural anatomical dimensions and appearance was obtained. The modified trophy technique used in the study was planned to be applied to other animals as well.

Key words: Taxidermy, Husky, Trophy

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

245

Alman Irkı 27 Yaşındaki İğdiş Bir Atta Odontoklastik Diş Rezorpsiyonu ve Hipersementozis Olgusu

Hande Sümeyye KABAKCIa, Dilek OLGUN ERDİKMENb,, Ümit UĞURLUb, Dila ATEŞPAREb, Kutay GÜRÜNLÜc

a İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi 3.Sınıf, Avcılar,34320, İstanbul, Türkiye b İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, Avcılar,34320, İstanbul,

Türkiye cİstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi 1.Sınıf, Avcılar,34320, İstanbul, Türkiye

Odontoklastik Diş Rezorpsiyonu ve Hipersementozis (EORTH) atlarda nadir görülen ciddi bir diş rahatsızlığıdır. EORTH yaşlı atlarda özellikle kanin ve kesici dişleri etkileyen ağrılı bir durumdur. Tipik olarak üçüncü kesici dişten birinci kesici dişe ve bazen kanin dişe doğru gelişim gösterir. Bu hastalık ilk olarak Klug tarafından 2004 yılında tanımlanmıştır. Avrupa, Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya’da bildirilmiş olup Türkiye’de henüz hastalıkla ilgili kayıtlara geçilmiş bir vaka mevcut değildir. Hastalığın etiyolojisinin multifaktöriyel olduğu düşünülmektedir ve tam etiyoloji hala belirsizliğini korumaktadır.

Bilinen ırk, genetik, nutrisyonel veya yönetim predispozisyonları bulunmamaktadır. Son çalışmalarda tanının yapıldığı yaş ortalaması 24 (17/29) dur. EORTH tedavisi halen mümkün değildir ama dişler arasında kalan gıda birikintilerinin giderilmesi, diş fırçalama, topikal olarak antimikrobiyal solüsyon uygulamaları ile hastalık belli bir dereceye kadar idare edilebilir. Ancak hastalık progresiftir, ekstraksiyon tavsiye edilir. Tüm kesici dişlerin uzaklaştırılması radikal gözükse de çoğunlukla atın yaşam kalitesini önemli ölçüde arttırır. Prognoz çoğu vakada zayıf olarak değerlendirilir.

Olgumuzu dişlerindeki ve ağzındaki lezyonlar sebebiyle oluşan anoreksi şikayeti ile bize ulaştırılan 27 yaşlı Alman ılık kanlı iğdiş at oluşturmakta. Ağız muayenesinde sol maksillar kesici dişlerin bölgesinde diş etinde geri çekilme, ekstürksiyon, alveolar kemik kaybı mevcuttur. Klinik olarak etkilenmiş dişin ekstraksiyonu tedavi prosedürü olmuştur.

Özet olarak, EORTH orta yaşlı atlardan yaşlı atlara, başlıca kesici ve kanin dişleri etkileyen, sebebi bilinmeyen ve genellikle veteriner hekimler tarafından teşhis edilemeyen veya yanlış teşhis edilen ağrılı ve progresif bir hastalıktır. Amacımız bu hastalığa dikkat çekmek olmuştur.

Anahtar Kelimeler: Atlarda Diş Rezorpsiyonu, Hipersementozis, Diş Hekimliği, Periodontal Hastalıklar

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

246

Equine Odontoclastic Tooth Resorption and Hypercementosis in a 27-Year-Old German Warmblood Gelding Horse

Hande Sümeyye KABAKCIa, Dilek OLGUN ERDİKMENb,, Ümit UĞURLUb, Dila ATEŞPAREb, Kutay GÜRÜNLÜc

aİstanbul University, Faculty of Veterinary Medicine 3ͬ ͩ class, Avcılar,34320, İstanbul, Türkiye bİstanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, Avcılar,34320,

cİstanbul, Türkiye ͨİstanbul University, Faculty of Veterinary Medicine 1 st class, Avcılar,34320, İstanbul, Türkiye

Equine odontoclastic tooth resorption and hypercementosis (EOTRH) is a relatively uncommon form of severe dental disease in horses. EOTRH is a painful condition of older horses that primarily involves the canine and incisor teeth. Typically progresses from the third to first incisors and the canine teeth may also be affected. This disease was first described by Klugh in 2004 and has been described in Europe, the United States, Australia and yet there is no reported case related to this disease in Turkey. The etiology of EOTRH is likely to be multi-factorial and still remains unclear but increased occlusal forces in ageing teeth have also been proposed as a cause as an excessive mechanical stress on the periodontal ligament causes local micronecrosis and the release of cytokines, leading to activation of odontoclasts. There are no known breed, genetic, nutritional or management predispositions. In recent studies the mean age at diagnosis was 24 (17–29) years. Treatment of EOTRH is currently not possible, but the condition can be managed to some degree by removal of interdental food accumulation, tooth brushing and topical administration of antimicrobial solutions.

27-year-old German Warmblood Gelding Horse with a complaint of a anorexia caused by lesions in the mouth and teeth. On oral examination gingival recession, extrusion and alveolar bone loss were present on the left maxillary corner incisor. Extraction of the clinically affected teeth was the treatment procedure.

In summary, EOTRH is a painful progressive condition of primarily incisors and canine teeth in middle-aged to older horses of unknown cause and is likely under diagnosed and mis-diagnosed by the veterinary surgeons. Our goal was to draw attention about this disease.

Key words: Equine, Tooth Resorption, Hypercementosis, Dentistry, Periodontal Diseases

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

247

Kuluçkada Farklı Monokromatik Aydınlatma Uygulamalarının Japon Bıldırcınlarında Çıkış Süresi ve Korku Düzeyine Etkileri

Hasibe Mümünoğlua, Dilruba Aksoyb ,Kübra Melis Sabuncuoğlua, Gamze Çetinkayab, Zümrüt Marazb, ve Doğan Narinçb*

a Namık Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, 59100, Tekirdağ, Türkiye

b Namık Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, 59100, Tekirdağ, Türkiye *[email protected]

Bu çalışmanın amacı kuluçkada farklı monokromatik aydınlatma

uygulamalarının Japon bıldırcınlarında çıkış süresi ve korku düzeyine etkilerinin belirlenmesidir.

Çalışmada 300 adet kuluçkalık bıldırcın yumurtası üç deneme grubuna ayrılmış ve homojen üç kuluçka makinesine yerleştirilmiştir. Kuluçkada kontrol grubuna karanlık, diğer gruplara yeşil ve mavi LED (sırasıyla 560 nm ve 480 nm) aydınlatma sağlanmıştır. Kuluçkanın 400. saatinden 440. saatine kadar çıkışlar takip edilmiştir. Çıkıştan sonra 21. ve 42. günlerde her gruptan 15’er bıldırcında korku düzeylerinin belirlenmesi için hareketsiz kalma süresi (TI) ölçülmüştür. TI verileri normal dağılış göstermediğinden dolayı grup ortalamalarının karşılaştırılması için Kruskal-Wallis H testi uygulanmıştır.

Kuluçkanın 400. saatinde mavi, yeşil ve kontrol gruplarında çıkış yapan bıldırcınların oranları sırasıyla %0.76, %13.91, %6.54 olarak bulunurken, 410. saatte bu oranların %17.56, %63.48, %81.78 olduğu belirlenmiştir. Çıkış yapan civcivlerin tümü kontrol grubunda 428. saatte, yeşil grupta 434. saatte, mavi grupta 438. saatte elde edilmiştir. Denemenin 21. ve 42. günlerinde gerçekleştirilen korku düzeyi testi sonuçlarına göre kontrol, yeşil ve mavi aydınlatma gruplarındaki bıldırcınların TI süreleri sırasıyla 26.80, 38.40, 37.58 sn ve 39.13, 45.99, 53.97 sn olarak bulunmuştur. Her iki ölçümde de grupların TI ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmamıştır (P>0.05).

Kuluçkada uygulanan farklı monokromatik aydınlatmaların bıldırcınların çıkış süresini etkilediği, ancak korku düzeyine etkisinin olmadığı belirlenmiştir. Anahtar kelimeler: Monokromatik aydınlatma, LED, Tonik immobilite, çıkış süresi

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

248

Effects of Different Monochromatic Lighting Applications in Incubation on Hatching Time and Fear Response in Japanese

Quail

Hasibe Mümünoğlua, Dilruba Aksoyb ,Kübra Melis Sabuncuoğlua, Gamze Çetinkayab, Zümrüt Marazb, ve Doğan Narinçb*

a Namık Kemal University, Faculty of Agriculture, 59100, Tekirdağ, Turkey b Namık Kemal University, Faculty of Veterinary Medicine, 59100, Tekirdağ, Turkey

*[email protected]

The aim of this study is to determine the effect of different monochromatic lighting applications in incubation on hatching time and fear response in Japanese quail.

In the study, 300 hatching quail eggs were separated into three experimental groups and placed in three homogenous incubators. The dark environment for control, green and blue LED lighting (560 nm and 480 nm respectively) for treatment groups were supplied in incubators. The hatchings were monitored from 400th to 440th hour in the incubator. The durations of tonic immobility (TI) were measured using 15 birds per groups on the 21st and 42nd days in rearing period in order to determine the fear response of quail. Kruskal-Wallis H test was applied to compare means of groups due to TI data have not normally distributed.

The rates of hatched chicks of blue, green and control groups at the 400th hour of incubation were found 0.76%, 13.91% and 6.54%, respectively, while these were 17.56%, 63.48% and 81.78%, same order, at 410th hour of incubation. All of hatching chicks were obtained at 428th hour in the control group, 434th hour in the green group, and 438th hour in the blue group. According to the results of the tonic immobility test performed on the 21st and 42nd days of the experiment, the mean values of TI durations of control, green and blue groups were found 26.80, 38.40, 37.58 sec, and 39.13, 45.99, 53.97 sec, respectively. There were no statistically significant differences between the TI averages of the groups in both measurements (P> 0.05).

It has been determined that different monochromatic lighting applications affect the hatching time but not the fear response in Japanese quail.

Key words: Monochromatic lighting, LED, Tonic immobility, Hatching time

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

249

Sığırlarda Tüberküloz Lezyonlarının Morfolojik İncelenmesi ve Mikobakteri Etkeninin Gösterilmesi

Hazal Öztürk a, Miriam Leipig a, Birte Rieseberga, Reinhard K. Straubingerb, ve Walter Hermannsa

aMünih Ludwig Maximilian Üniversitesi Veteriner Patoloji Enstitüsü, 80539, Münih, AlmanyabMünih Ludwig Maximilian Üniversitesi Enfeksiyöz ve Zoonoz Hastaliklar Enstitüsü, 80539,

Münih, Almanya

Amaç: Almanya`nın Bavaria eyaletinde 2009 ve 2014 yılları arasında sığır tüberkülozu salgınları görülmüştür. Bu çalışmanın amacı, tüberküloz lezyonlarında rastlanılan patolojik değişiklikleri ve bu lezyonların gelişim aşamalarını incelemek ve enfekte organlarda mikobakterileri göstermektir. Materyal & Metot: Post-mortem incelemeler intradermal test analizleri baz alınarak şüpheli pozitif bulunmuş 241 sığır üzerinden gerçekleştirilmiştir. Histolojik incelemeler parafin, plastik ve epoksi resin doku gömme işlemleri ve rutine ve özel boyama yöntemleri (Fite-Faraco boyama) ve immunohistokimya (IHC) ile yapılmıştır. Mikobakterilerin gösterilmesi ışık ve transmisyon elektron mikroskobu kullanılarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Sığır tüberkülozu mikrobiyolojik olarak Mycobacterium caprae izolasyonu ile doğrulanmıştır. 241`den 84 sığır makroskobik olarak tüberküloz ile uyumlu bulunmuştur. Patolojik bulgular 5 makro-patern ve 4 histo-tip olarak sınıflandırılmıştır. Ayrıca, mikobakteri ve mikobakteri antijenleri tüberküloz lezyonlarında farklı miktarlarda ve lokalizasyonlarda bulunmuştur. Sonuç: Sonuç olarak, makroskobik ve histolojik değişiklikler göz önüne bulundurularak tüberkülozu lezyonlarının gelişim aşamaları tahmin edilebilmiştir. Mikobakteriler ve mikobakteri antijenleri farklı boyama yöntemleriyle gösterilebilmiştir. Bunun yani sıra, Fite-Faraco boyama ve IHC arasında pozitif bir korelasyon olsa dahi, IHC´de daha çok pozitif bölge tespit edilmiştir.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

250

Morphological Investigations of Tuberculous Lesions in Cattle and Demonstration of Mycobacteria

Aim: Several outbreaks of bovine tuberculosis occurred between 2009 and 2014 in cattle herds of Bavaria, Germany. The aim of the study was to determine the pathological alterations, the developmental stages of the tuberculous inflammation and to demonstrate mycobacteria within the affected organs. Material & Method: Post-mortem investigations were performed on 241 cattle with suspected bovine tuberculosis (bTB), based on a positive dermal tuberculin test. Histological investigations were performed using paraffin, plastic and epoxy resin tissue embedded materials and examined using routine and a special staining method (Fite-Faraco staining) and immunohistochemistry (IHC). The demonstration of mycobacteria was performed using light and transmission electron microscopy. Findings: Bovine tuberculosis was confirmed by the bacteriological isolation of Mycobacterium caprae. Eighty-four out of 241 cattle showed macroscopic lesions compatible with bovine tuberculosis. Pathological alterations could be divided into 5 macro-patterns and 4 histo-types. Furthermore, mycobacteria and mycobacterial antigen were found in different amounts and localizations within the tuberculous inflammation. Result: In conclusion, the developmental stages of tuberculous inflammation could be predicted based on macroscopic and histological findings. Mycobacteria and their antigenic fragments could be demonstrated within the tuberculous lesions using different methods. Although there was a positive correlation between the Fite-Faraco staining and IHC, more positive localizations were demonstrated by IHC.

Hazal Öztürk a, Miriam Leipig a, Birte Rieseberga, Reinhard K. Straubingerb, and Walter Hermannsa

aInstitute of Veterinary Pathology at the Centre of Veterinary Medicine of the Ludwig Maximilian University of Munich, 80539, Munich, Germany

bInstitute of Infection Medicine and Zoonoses at the Centre of Veterinary Medicine of the Ludwig Maximilian University of Munich, 80539, Munich, Germany

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

251

Veteriner Hekimliği Perspektifinde TTX Toksini: Bilinenler Ve Bilinmesi Gerekenler

A.Ilgın KEKEÇ, Serkan İKİZ, Seyyal AK

İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye

TTX toksini (tetrodotoksin), bilinen en güçlü deniz kökenli toksindir. Etkisini sodyum kanallarını bloke edip impuls iletimine engel olarak göstermektedir. Renksiz ve kokusuzdur yapıdaki TTX toksini protein yapıda olmamasından dolayıısıya dirençlidir ve gıdalardan arındırılması zordur. Bu zehrin başta balon balığı olmak üzere denizde yaşayan birçok canlıda bulunduğu bildirilmiştir. Japonya’da balon balığının tüketiliyor olması ve buna bağlı birçok zehirlenme bildirildiği için TTX, daha çok balon balığı ile anılmaktadır. Balon balığının kontrolsüz tüketimi zehirlenmeye yol açtığı gibi bilinen bir antidotunun olmaması nedeniyle de halk sağlığı yönünden önemli bir tehdit unsuru olarak görülmektedir. Son zamanlarda TTX içeren türlerin Akdeniz’de de görülmüş olması ülkemizde de tehlike oluşturacağından dikkatleri çekmiş ve gündeme gelmiştir. TTX’in insan sağlığı üzerine olumlu etkileri de araştırılmakta veantikemoterapik ajan olarak, uyuşturucu bağımlılığı tedavisinde ve anestezide kullanılabilirliğinin yararlı olabileceğibildirilmiştir. Toksinin orijini hakkında öne sürülen bazı hipotezler bulunmakta fakat hala tartışmalıdır.Birçok bilinmeyeninin açıklığa kavuşturulması ve kullanım alanlarını artırmak için araştırmaların devamlılığının önemli olacağı öngörülmektedir.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

252

Tetrodotoxin In Veterinary Perspective: Facts And Future Perspective

A.Ilgın KEKEÇ, Serkan IKIZ, Seyyal AK

İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye

Tetrodotoxin(TTX) is known as the most powerful marine toxin. It is a deadly neurotoxin that acts via inhibiting sodium channels and impulse transmission. Colourless and odourless TTX is heat resistant because it is not in protein structure so it is difficult to remove from foods. This toxin has been identified in many sea creatures especially in the puffer fish. TTX is more commonly associated with a puffer fish because the puffer fish is being consumed in Japan and many related poisonings have been reported. Uncontrolled consumption of puffer fish leads to poisoning and it is seen as an important threat to public health because of the absence of a known antidote. TTX containing species have recently seen in the Mediterranean See and have attracted attention because it could be threat for Turkey. The positive effects of TTX on human health are also being investigated. It is reported that TTX can be used as an antitumor agent, in treatment of drug dependence and in anaesthesia. There are some hypotheses about the origin of toxin but it is still unclear. It is foreseen that the continuity of research will be important in order to clarify many unknowns and to increase its usage areas. In this presentation, the details of TTX in the veterinary perspective are discussed.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

253

Global Çevre Problemi; Perflorlu Bileşikler

Irina Chumachenkoa, Ezgi Hisara, Ayça Üvezb, Ebru Gürel-Gürevinc, Elif İlkay Armutakb

aİstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, 34320, İstanbul bİstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, 34320,

İstanbul

cİstanbul Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü, 34134, İstanbul

Perforlu bileşikler (PFC), ilk olarak 1950’li yıllarda üretilmiş olan kararlı sentetik maddelerdir. Bu bileşikler, biyolojik birikim potansiyeli olan kalıcı organik kirleticilerdir ve oral yolla iyi absorbe edilirler. Proteinlere bağlanma yetenekleri yüksektir, metabolize edilmezler, eliminasyon süresi karbon zincirlerinin uzunluğuna bağlıdır ve vücutta taşınması kümülatif dozlarla orantılı olarak artmaktadır.

Yapılarında taşıdıkları flor sayesinde ısıya, yapışmaya karşı direnç göstererek, yüzeylerinde yağ, su tutmazlar. Bu özellikleri nedeniyle perflorlu bileşikler çok geniş kullanım alanına sahiptir. Halılar, kumaşlar, yer cilaları, mobilya kaplamaları, diş temizleyicileri, şampuanlar, insektisitler, gıda paketleme malzemelerinde, otomobil yakıtlarında sıklıkla kullanılmaktadır.

Perflorlu bileşiklerle ilgili Türkiye’de daha az oranda bilimsel çalışma yapılmasına karşılık, yurt dışındaki bazı çalışmalara göre, uygulamaların düşük dozlarında bile immünolojik, morfolojik ve nörolojik etkiler saptanmıştır. Kuzey Carolina’da yapılan bir pilot çalışma sonunda, yeni doğum yapmış annelerden alınan süt ve kan örneklerinin hepsinde yüksek düzeyde perflorlu bileşik tespit edilmiştir. Amerika’da, Norveç’te ve Japonya’da gerçekleştirilen araştırmalarda, çiftlik hayvanları ve kanatlılardan elde edilen hayvansal ürünlerde perflorlu kimyasal kalıntıları tespit edilmiştir. Özellikle bu hayvanlardan elde edilen dalak, karaciğer, böbrek gibi organlarda perflorlu kimyasal kalıntılarının et ve süte oranla daha yüksek olduğu gözlenmiştir.

Perflorlu bileşiklerin, denizlerde ve insan tüketimi için yetiştirilen çiftlik hayvanlarında, kontaminasyon oranları araştırılmalıdır. İnsan sağlığını korumak için, tüketicilerin olduğu kadar üreticilerin de bu tip kimyasalların zararları hakkında ayrıntılı olarak bilgilendirilmesi gerekmektedir.

Anahtar Kelimeler: PFC, perflorlu bileşik, kanser, çevre kirliliği

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

254

Global Environmental Problem; Perfluorinated Compounds

Irina Chumachenkoa, Ezgi Hisara, Ayça Uvezb, Ebru Gurel-Gurevinc, Elif Ilkay Armutakb

aIstanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Istanbul bIstanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Histology and Embryology,

34320, Istanbul

cIstanbul University, Faculty of Science, Department of Biology, 34134, Istanbul

Perfluorinated compounds (PFC) are stable synthetic substances, which were first produced in the 1950s. These compounds are persistent organic pollutants with potential for bioaccumulation and well absorbed orally. Their ability of binding to proteins is high, they are not metabolized, their elimination time depends on the length of the carbon chains, and the transport increases proportionally with the cumulative doses in the body.

PFCs are resistant of heat and adhesion, due to containing of fluoride in their structure. They don’t hold oil and water on their surface. Frequently used in carpets, fabrics, floor polishers, furniture coverings, dental cleaners, shampoos, insecticide, food packaging materials and automobile fuel.

In spite of fewer scientific studies on perfluorinated compounds in Turkey, even at low doses of applications, immunological, morphological and neurological effects have been determined in some abroad studies. At the end of a pilot study in North Carolina, a high level of PFCs was detected in all milk and blood samples from newborn mothers. According to researchs in the United States, Norway and Japan, PFC residues have been identified in livestock and poultry animal products. Especially, which were obtained from these animals, PFC residues in meat and milk were observed to be lower than spleen, liver and kidney.

The contamination rates of PFCs, need to be investigated in sea life and farm animals for human consumption. In order to protect human health, producers as much as consumers should be informed in detail about the damage of such chemicals.

Key words: PFC, Perfluorinated compounds, cancer, environmental pollution

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

255

Stereoloji’nin Görüntüleme Yöntemleri Üzerinde Kullanım Alanları

İsmail DEMİRCİOĞLU1, Nazan GEZER İNCE2

1 Harran Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı Eyyübiye Kampüsü, 63200, Şanlıurfa, Türkiye

2 İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Avcılar, 34320, İstanbul, Türkiye

Herhangi bir organın normal hacminin bilinmesi birçok hastalığın veya patolojik durumun teşhisinde önem taşımaktadır. Gelişen teknolojiler ile birlikte görüntüleme cihazları günümüzde sağlık alanında; tanı, teşhis ve tedavide çok sık kullanılmaktadır. Bilgisayarlı tomografi (BT) veya manyetik rezonans (MR) gibi radyolojik görüntüleme yöntemleri ile ilgilenilen yapının gerçek hacim veya bileşen hacim oranları değerlendirilir. Bu değerlendirmeler sonucunda ilgilenilen yapının normal olup olmadığına, uygulanılacak tedavinin planlanmasına veya uygulanan tedavinin sonuçlarına yönelik değerlendirmeler yapılır. Görüntüler üzerinde yapılan bu değerlendirmelerin yorumları doğru olsa bile değerlendiren kişiye bağlı olmaları sebebiyle sayısal değerleriyle ilgili sınırlı bilgi sağlayabilir. Son yıllarda klinik uygulamalarda radyolojik tetkiklerden elde edilen görüntüler üzerinde hacim hesaplama yöntemi olarak Cavalieri Prensibi’nin sıklıkla uygulandığı gözlenmektedir. Bu çalışma farklı görüntüleme sistemlerinin stereoloji alanındaki kullanımını; daha hızlı, pratik ve tarafsız sonuçlar elde ederek kullanılabilirliğini vurgulamaktır.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

256

Application Areas of Stereology on Imaging Methods

İsmail DEMİRCİOĞLU1, Nazan GEZER İNCE2

1 Harran University, Faculty of Veterinary Medicine, Anatomy Department, Eyyubiye Campus,

63200, Şanlıurfa, Turkey 2 İstanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Anatomy Department, Avcılar, 34320,

İstanbul, Turkey

Knowledge of the volume of an organ is important in diagnosing many diseases or pathological cases. By the advanced technologies, imaging devices are frequently used for diagnosis and treatment. Real volume or component volume rates of structures can be assessment through radiological imaging methods, such as computerized tomography (CT) and magnetic resonance (MR). Further analyses can then be made about whether the studied structure is normal, which treatment should be implemented and to determine whether treatments have been successful. However, the information that can be gained from such approaches is limited by a dependency on the person making the analyses. In recent years, the principle of Cavalieri has been frequently applied as a method of calculating the volume on images obtained from radiological examinations . This study is used with the location of different imaging systems in stereology; to emphasize its usability by obtaining faster, more practical and more unbiased results.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

257

Kanada’daki kargalillerde blaKPC-3 geni içeren Karbapenemaz üreten Enterobacter aerogenes

Iva Kutilovaa,b, Martina Masarikovab,c, Ivana Jamborovaa,b, Nicol Janeckoa,d, Ivan Literaka,b, Alois Cizekb,c, Darina Cejkovae, Monika Dolejskaa,b

aDepartment of Biology and Wildlife Diseases, Faculty of Veterinary Hygiene and Ecology,

University of Veterinary and Pharmaceutical Sciences Brno, Brno, Czech Republic bCentral European Institute of Technology, University of Veterinary and Pharmaceutical Sciences

Brno, Brno, Czech Republic cDepartment of Infectious Diseases and Microbiology, Faculty of Veterinary Medicine, University

of Veterinary and Pharmaceutical Sciences Brno, Brno, Czech Republic dDepartment of Population Medicine, University of Guelph, Canada

eVeterinary Research Institute, Hudcova 70, Brno 621 00, Czech Republic contact: [email protected]

Karbapenemler çoklu antibiyotik dirençli bakterilerin sebep olduğu hayati infeksiyonların sağaltımında kullanılan geniş spektrumlu beta-laktam antibiyotiklerdir.Son bulgular çiftlik hayvanları ve çevrede karbapenemaz üreten bakterilerin insan sağlığı için büyük sorun yarattığını göstermiştir.Biz bu çalışmada, Kanada’daki yabani karga türlerinde (Corvus brachyrhynchos, Corvus corax) karbapenemlere duyarlılığı azaltılmış gram negatif bakterilere odaklandık.

Karbapenemaz üreten bakterilerin ayrımında meropenem(0.125 mg/l) ve ZnSO4(100 mg/l) ‘lü MacConkey agar kullanıldı.İzolatlar tür düzeyine identifiye edilirken MALDI-TOF kullanıldı ve karbapenemaz geninin varlığı (blaNDM, blaKPC, blaVIM, blaOXA-48-type) PCR’da sekanslanarak test edildi. Karbapenemaz geni pozitif izolatların antimikrobiyal duyarlılığı test edildi.(20 antimikrobiyal paneliyle)Konjugasyon deneyleriyle karbapenemaz geninin alıcı hücrelere horizontal transferi araştırıldı.Plasmid taşıyan karbapenemaz genleri PCR-baz replicon tiplendirmesi kullanılarak uyuşmayan gruplar belirlendi ve büyüklükleri S1 nükleaz-PFGE ile saptandı.MiSeq Illumina platform da tüm gen sekanslama(WGS) uygulandı.

Toplamda 449 dışkı örneğinden sadece birinde blaKPC-3 geni taşıyan Enterobacter aerogenes izole edildi.Konjugasyon deneyi ve WGS analizi karbapenenmaz geninin Tn4401’e ekli olduğunu ve dirençli genlerin(blaOXA-2 ve aadB sadece büyük plasmidde bulunan) ve farklı boyutlardaki(90 kb ve 120 kb) FIIK uyuşmayan grupların 2 çokludirençli plasmidleriyle taşındığını gösterdi.

Sonuçlar, Kanada’da yabani kuşlarda karbapenemaz üreten Enterobacteriacea prevalansının düşük olduğunu gösterdi. Anahtar sözcükler:karbapenem, antimikrobiyal direnç, yabani kuşlar Bu çalışma 15-28663A ve LQ1601 projeleriyle desteklendi.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

258

Carbapenemase-producing Enterobacter aerogenes harbouring blaKPC-3 gene from corvids in Canada

Iva Kutilovaa,b, Martina Masarikovab,c, Ivana Jamborovaa,b, Nicol Janeckoa,d, Ivan Literaka,b, Alois Cizekb,c, Darina Cejkovae, Monika Dolejskaa,b

aDepartment of Biology and Wildlife Diseases, Faculty of Veterinary Hygiene and Ecology,

University of Veterinary and Pharmaceutical Sciences Brno, Brno, Czech Republic bCentral European Institute of Technology, University of Veterinary and Pharmaceutical Sciences

Brno, Brno, Czech Republic cDepartment of Infectious Diseases and Microbiology, Faculty of Veterinary Medicine, University

of Veterinary and Pharmaceutical Sciences Brno, Brno, Czech Republic dDepartment of Population Medicine, University of Guelph, Canada

eVeterinary Research Institute, Hudcova 70, Brno 621 00, Czech Republic contact: [email protected]

Carbapenems are broad-spectrum beta-lactam antibiotics used for

treatment of life-threatening infections caused by multidrug-resistant bacteria. Recent findings of carbapenemase-producing bacteria in farm animals and the environment are great concern for public health. Here we focused on Gram-negative bacteria with reduced susceptibility to carbapenems in wild corvid species (Corvus brachyrhynchos, Corvus corax) from Canada.

For the selection of carbapenemase-producing bacteria MacConkey agar with meropenem (0.125 mg/l) and ZnSO4 (100 mg/l) was used. The isolates were identified to the species level using MALDI-TOF and tested for presence of carbapenemase genes (blaNDM, blaKPC, blaVIM, blaOXA-48-type) by PCR followed by sequencing. Isolates positive for carbapenemase genes were tested for antimicrobial susceptibility (panel of 20 antimicrobials) and horizontal transfer of carbapenemase gene to recipient cells was studied by conjugation experiments. Plasmids carrying carbapenemase genes were assigned to incompatibility group using PCR-based replicon typing and their size was determined by S1 nuclease-PFGE. Whole genome sequencing (WGS) on MiSeq Illumina platform was performed.

From a total of 449 faecal samples only one Enterobacter aerogenes isolate carrying blaKPC-3 gene was obtained. The conjugation experiment and WGS analysis showed that the carbapenemase gene is inserted into Tn4401 and carried by two related multiresistance plasmids of FIIK incompatibility group that differed in size (90 kb and 120 kb) and the resistance genes (blaOXA-2 and aadB found only in the bigger plasmid).

The results of our study suggest low prevalence of carbapenemase-producing Enterobacteriaceae from wild birds in Canada. Key words: carbapenems, antimicrobial resistance, wild birds This study was funded by projects LQ1601and 15-28663A.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

259

Koyun Üretim Kalitesinde Scrapie Gen Polimorfizmi Etkisi

Ivana Philipova1, Tsvetoslav Koynarski2

1Trakia University; Faculty of Veterinary medicine; Stara Zagora, Bulgaria

2 Trakia University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Animal Genetics, 6000 Stara Zagora, Students’ Campus, Bulgaria

Koyun üreme özelliğinin scrapie polimorfizminden etkilenmediğini

belirlemek Metod deney hayvanlarıyla sağlandı.Farklı koyun ırklarında PRNP

genotipleri analiz edildi.(biri süt, biri et ve diğeri yün üretiminde)Analiz için kan örnekleri tek kullanımlık enjektörlerle vakuteynırda V.jugularisten aseptik koşullarda alındı.Scrapie genotipleri J Gen Virol 2004 yöntemine göre PCR-RFLP kullanılarak belirlendi.

Dirençli genotip taşıyanlar arasında en yüksek vücut ağırlığı Ile de France breed (79,15kg) saptanırken, en düşüğü (61,58 kg) ile ARR/VRQ genotipi taşıyıcısında gözlendi.Fertilite oranındaki sonuçlar daha çeşitli olurken, yabani tip genotip (ARQ/ARQ) Ile de France ırkıyla (her yıl 1,47 kuzu) en yüksek sonuçları sergilerken, Trakia Merino ırkıyla aynı genotipte en düşük sonuçlardan(1,29) birini göstermiştir.Süt veriminde PrP polimorfizminin etkisinin sütçü melez ırklar üzerine görülmesiyle birlikte yün performansında Trakia Merino ırkıyla görüldü.

Kesin olmayan sonuçlara göre hiçbir performans özelliğinde ve genotip arasında bağlantı bulunmaması koyunların verimliliğinde PRNP genotipi etkisinin bulunmayışını göstermektedir.Bu sebeple dirençli genotip(ARR/ARR) arayışında hayvanların seçilimi üretkenliklerine zarar vermemektedir.

Anahtar kelimeler: koyun, scrapie, PRNP, üretim

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

260

Scrapie Gene Polymorphism Influence to Sheep Productive Qualities

Ivana Philipova1, Tsvetoslav Koynarski2

1Trakia University; Faculty of Veterinary medicine; Stara Zagora, Bulgaria

2 Trakia University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Animal Genetics, 6000 Stara Zagora, Students’ Campus, Bulgaria

To prove that scrapie polymorphism does not affect sheep productive

traits. The method was by experimental animals. The PRNP genotypes were

analyzed in different sheep bread (one for milk, one for meat and another for wool productivity). Blood samples for analysis were collected aseptically from v. jugularis with disposable needles in plain vacutainers after fixation. Scrapie genotypes were determined by using the PCR-RFLP method of J Gen Virol 2004.

The highest body weight was found among the carriers of the resistant genotype (ARR/ARR) within the Ile de France breed (79,15kg), while the lowest body weight (61,58kg) was observed for the carriers of the ARR/VRQ genotype. The results for the fertility rate were even more divergent, the wild type genotype (ARQ/ARQ) exhibited the highest result within the Ile de France breed (1,47 lambs per year), while the same genotype showed one of the lowest results (1,29) within the Trakia Merino breed. The influence of the PrP polymorphism on milk yield was observed among the milk crosses,while the wool performance (fleece yield and fibre length) was witnessed within the Trakia Merino breed.

The insignificant results show lack of association between any genotype and performance trait, which indicates the absence of influence of the PRNP genotype to sheep’s productiveness. Therefore, selection of animals after the resistant genotype (ARR/ARR) will not impair their productivity.

Key words: sheep, scrapie, PRNP, production

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

261

İneklerde Siyanür Zehirlenmesi

Kutay YILDIZa, Banu DOKUZEYLÜLa, Remzi GÖNULa, M.Erman ORa

a İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı 34320, İstanbul, Türkiye

Siyanid; doğadaki en kuvvetli toksinlerden biridir ve inekler dahil tüm hayvanları etkileyebilir. Beslenme şekilleri nedeniyle ruminantlar bu toksinden çok kolay etkilenirler. 2000’den fazla bitki türü siyanojenik glikozitleri içerir ve bu glikozitler vücutta hidrolizasyonla hidrojen siyanide dönüşür. Hidrolizasyondan sonra, hidrojen siyanid methemoglobin ile birleşir ve bu kompleks oksidatif fosforilasyonu inhibe eder. Bu sürecin sonucu olarak etkilenen hayvanlar ölürler. Toksin hayvanları çok hızlı etkileyebilir. Klinik muayenede saptanan kırmızı renkli müköz membranlar ve nekropside saptanan ölüm katılığının erken gelişmesi bulguları siyanid zehirlenmesinin en önemli semptomlarıdır. Tedavi çok hızlı bir şekilde uygulanırsa, toksin nötralize edilebilir ancak çoğu vakada toksinin hızlı etkiyen doğasından ötürü ölürler.Bu zehirlenmeden korunma yöntemlerine önem gösterilmesi hayati önem taşır.

Bu derlemenin amacı; siyanür zehirlenmesi, tanısı, tedavisi ve korunması hakkında bilgi vermektir.

Anahtar Kelimeler: Siyanür, İnek, Zehirlenme, hidrojen siyanid

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

262

Cyanide Poisoning in Cattle

Kutay YILDIZa, Banu DOKUZEYLULa, Remzi GONULa, M.Erman ORa

a Istanbul University Faculty of Veterinary Department of Internal Medicine 34320, Istanbul, Turkey

Cyanide is one of the most vigorous toxins in the nature and it can affect all animals including cattle. Ruminants can be easily affected by this toxin because of their feeding style. More than 2000 plant species includes cyanogenic glycosides and these glycosides are converted to hydrogen cyanide by hydrolisation in the body. After the hydrolisation, hydrogen cyanide merges with methemoglobin and this complex inhibits the oxidative phosphorylation. As a result of these processes, affected animals may die. The toxin can affect animals rapidly. In clinical examination cherry-red colored mucous membranes and in the necropsy early formation of death attendance are the cardinal symptoms of cyanide poisoning. If the treatment performed rapidly, toxin can be neutralised but in the most cases the animals die due to rapidly acting nature of the toxin. It is important to pay attention to prevention from this toxication.

The aim of this review is to examine the cyanide poisoning, its diagnosis, treatment and prevention.

Keywords: Cyanide, Cattle, Toxication, Hydrogen cyanide

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

263

Köpeklerde Çikolata Zehirlenmesi

Kutay YILDIZ, Banu DOKUZEYLÜLa, Utku BAKIRELa, M.Erman ORa

a İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı

Evcil köpekler ve insanlar aynı ortamı paylaşmaktadırlar. Çikolata tüketen insanlar bu tarz gıdaları köpeklerinin ulaşabilecekleri yerlerde bulundurabilirler. Çikolata insanlarda toksikasyon oluşturmasa da köpeklerde toksisiteye sebep olabilir. Zehirlenmeye sebep olan madde teobromindir ve teobromin çikolatanın içerdiği temel maddelerden biridir. Bu madde çok yavaş metabolize olduğundan vücutta birikir ve toksikasyona sebep olur. Çikolatanın her türü köpekler için zararlıdır. Çikolatanın türüne göre içerdiği teobromin miktarı da değişiklik göstermektedir. Bu sebeple zehirlenmenin şiddeti tüketilen çikolata türüyle yakından alakalıdır. Zehirlenmenin ana klinik semptomları; heyecan, titreme, genelde projektil biçimde oluşan kusma, yoğun su içme, ishal, halsizlik ve ajitasyondur. Bu semptomlar böbrek hasarı, kalp atım bozuklukları ve ölüme yol açabilir. Tedavi olarak hasta normal gıda ile beslendikten sonra hidrojen peroksitle kusturulur. Bu uygulama 6-8 saat içinde yapılmalıdır. Tedavi ne kadar erken uygulanırsa, o kadar iyi sonuç elde edilir. Yavaş metabolizasyon dolayısıyla teobrominin vücuttan eliminasyonu 6 günü bulabilir.

Bu derlemenin amacı; köpeklerde tehlikeli olabilen çikolata zehirlenmesi, semptomları, patogenezi ve tedavisi hakkında bilgi vermektir.

Anahtar kelimeler: çikolata zehirlenmesi, toksikasyon, teobromine, köpek.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

264

Chocolate Poisoning in Dogs

Kutay YILDIZ, Banu DOKUZEYLUL, Utku BAKIRELa, M.Erman ORa

a Istanbul University Faculty of Veterinary Medicine Department of Internal Medicine

Domestic dogs and humans are sharing the same environment. People who consume chocolate may keep these kind of foods in places where their dogs can reach. Although chocolate does not cause any toxic effect in humans, causes toxicity in dogs. The structure that causes toxication is theobromine and theobromine is the main ingredient of chocolate. This substance accumulates in the body because it is metabolized very slowly and causes toxication. Every kind of chocolate is harmful to dogs. The content of theobromine is variable in different types of chocolate. Therefore, the type of chocolate also has an effect on the rate of toxicity formation. The main clinical signs of the toxication are excitement, trembling, vomiting which often occurs projectily, excessive thirst, diarrhea, fatigue and agitation. These symptoms can lead to kidney damage, heart rate irregularity and death. As treatment, the dog has to fed with normal food and then spewed with hydrogen peroxide. This process has to be done within 6-8 hours. If the treatment is applied early, better results can be obtained. It takes about 6 days for elimination of theobromine from the body due to slow metabolism.

The aim of this review is to provide information about chocolate poisoning which may be dangerous to dogs, it’s symptoms, pathogenesis and treatment.

Key words: chocolate poisoning, toxication, theobromine, dogs.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

265

Dermatofitoz ve Çevresel Kontaminasyona Bağlı Şekillenen İnatçı Tüy Dökülmesi

Kutay YILDIZa, Banu DOKUZEYLÜLa, Kemal METİNERb, Remzi GÖNÜLa, M.Erman ORa

a İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı 34320, İstanbul, Türkiye b İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı 34320, İstanbul, Türkiye

4 yaşında bir iran kedisi kliniğimize tüylerinin tamamen dökülmesi

şikayetiyle getirildi. Alopesi 5 ay önce başlamıştı ve hasta bütün tüylerini kaybetmişti. Hastaya, fakülte polikliniğine getirilmeden önce immunomodülatörler, antifungaller ve antimikrobiyallerden oluşan birçok tedavi uygulanmış ancak hasta iyileşmemişti. Hastada aynı zamanda son dönemde şekillenen bir disüri şikayeti de mevcuttu. İlk fiziksel klinik muayenede; hipertermi, submandibular lenf yumrularında lenfadenopati ve kaşınmaya bağlı deri lezyonları saptandı. Klinik muayeneden sonra kan ve idrar tahlilleri, ayrıca alopesi olan bölgelerden alınan kazıntı örneklerinin mikrobiyolojik incelemesi yapıldı. Tam kan sayımında lökositoz (WBC: 28,5 1000/uL) saptandı. İdrar tahlilinde; strüvit kristallerine bağlı orta şiddetli sistitis saptandı. Öncelikli olarak enfeksiyonu elimine etmek için antimikrobiyal tedavi ve sistit tedavisi hastaya uygulandı. Bu tedavi boyunca, evde kedilerinin temas edebileceği bütün eşyaların yenilenmesi tavsiye edildi. Bu tedaviden bir hafta sonra, lökosit değerinin normal düzeye indiği, üriner semptomların ortadan kalktığı ve idrar tahlilindeki bulguların normale döndüğü saptandı. En önemlisi, deri lezyonlarından alınan örneklerin mikrobiyolojik incelemesi, hastada Microsporum canis olduğunu ortaya çıkardı. Bu bilgiyle hastaya acilen antimikotik tedavi başlandı. Bu vakada antimikotik ajan olarak Itrakonazol (10mg/kg günde 2 kez) kullanıldı. Hasta; antimikotik tedavinin 2. Haftasında tamamen iyileşmişti.

Sonuç olarak; dermatofitozlu böyle hastaların iyileşmesi çevresel kontaminasyonun ortadan kaldırılmasıyla yüksek derecede ilişkilidir. Tedavi doğru şekilde uygulansa bile, çevresel kontaminasyon ortadan kalkmadan, hastalar tamamen iyileşemeyebilirler.

Anahtar kelimeler: Dermatofitoz, antimikotik terapi, kedi, çevresel kontaminasyon

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

266

Stubborn Hair Loss due to Dermatophytosis and Environmental Contamination

Kutay YILDIZa, Banu DOKUZEYLULa, Kemal METINERb, Remzi GONULa, M.Erman ORa

a Istanbul University Faculty Of Veterinary Medicine Department of Internal Medicine 34320, Istanbul, Turkey

b Istanbul University Faculty Of Veterinary Medicine Department of Microbiology 34320, Istanbul, Turkey

A 4-years-old persian cat was referred to our clinic with complaint of complete hair loss. Alopecia was started 5 months ago and the patient became completely hairless. Before the patient was brought to our faculty polyclinics, multiple treatments including immunomodulators, antifungals, antimicrobials were applied but the cat was not recovered. The patient also had dysuria recently. In the first physical clinic examination; hypertermia, lymphadenopathy in submandibular lymph nodes, skin lesions due to itching were determined. After the clinical examination, blood and urine analysis and microbiological examination of the areas with alopecia were performed. In complete blood count; leucocytosis (WBC: 28,5 1000/uL) was detected. Moderate cystitis due to struvit crystals was detected with urine analysis. Antimicrobials and cystitis treatment were applied to eliminate the infection at the first hand. During this therapy, the patient owner was informed to renew all the stuffs which animal may get in touch at their house. One week after this therapy, leucocyte value was detected in normal ranges, urinary symptoms were disappeared and the urine was became normal. Above all, microbiological analysis of the skin lesions revealed that the patient has Microsporum canis. Due to this information, antimycotic therapy was started initially. As an antimycotic agent; Itraconazole (10 mg/kg twice daily) was used in this case. The patient was completely treated after 2 weeks of antimycotic therapy.

In conclusion, recovery of such cases with dermathophytosis is highly related to the elimination of the environmental involvement. Although the therapy has been applied correctly, the patients can not be recovered until environmental contamination has been eliminated.

Key words: Dermatophytosis, antimycotic therapy, cats, environmental contamination

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

267

Kuluçkada Farklı Monokromatik Aydınlatma Uygulamalarının Japon Bıldırcınlarında Büyüme Özelliklerine Etkileri

Kübra Melis Sabuncuoğlua, Gamze Çetinkayab , Zümrüt Marazb , Hasibe Mümünoğlua, Dilruba Aksoyb ve Doğan Narinçb,1

a Namık Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, 59100, Tekirdağ, Türkiye

b Namık Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, 59100, Tekirdağ, Türkiye 1Corresponding author:[email protected]

Bu çalışmanın amacı kuluçkada farklı monokromatik aydınlatma uygulamalarının Japon bıldırcınlarında büyüme özelliklerine etkilerinin belirlenmesidir.

Çalışmada kuluçkada karanlık uygulanan 105 (Grup 1), yeşil ve mavi LED (sırasıyla 560 nm ve 480 nm) aydınlatma sağlanan 95 ve 82 Japon bıldırcınının (sırasıyla Grup 2 ve Grup 3) haftalık canlı ağırlık verileri kullanılmıştır. Gruplar arasında büyüme örnekleri bakımından farklılığın test edilmesi amacıyla MANOVA yöntemlerinden olan Profil analiz tekniği kullanılmıştır. Bireysel büyüme örneklerinin modellenmesi amacıyla da Gompertz fonksiyonu kullanılmıştır. Gruplar arasında büyüme fonksiyonuna ait β0, β1 ve β2 parametreleri ile bükülme noktası koordinatlarının karşılaştırılması için ANOVA tekniğinden yararlanılmıştır.

MANOVA sonuçları incelendiğinde genel Wilk's Lambda anlamlılık düzeyinin 0.05'ten düşük olduğu belirlenmiş, gruplara ait profillerin paralellik göstermediği tespit edilmiştir. Gompertz büyüme eğrisi modelinin ergin ağırlık parametresi bakımından en yüksek ortalamanın (218.71 g) Grup 3'te olduğu belirlenmiştir (P<0.05). Benzer şekilde büyüme eğrisi bükülme noktası ağırlığı için en yüksek ortalama (79.44 g) Grup 3'te saptanmıştır (P>0.05). Gompertz fonksiyonun β1, β2 parametreleri ve bükülme noktası yaşı bakımından deneme grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamıştır (her üçü de P>0.05).

Kuluçkada uygulanan farklı monokromatik aydınlatmaların bıldırcınların büyüme özelliklerini etkilediği belirlenmiştir. Özellikle kuluçkada uygulanan mavi LED ışığın besi döneminde canlı ağırlık kazancına önemli etkisi olduğunu söylemek mümkündür. Anahtar kelimeler: Monokromatik aydınlatma, LED, Büyüme, Profil analizi, Gompertz

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

268

Effects of Different Monochromatic Lighting Applications in Incubation on Hatching Time and Fear Response in Japanese

Quail

Kübra Melis Sabuncuoğlua, Gamze Çetinkayab , Zümrüt Marazb , Hasibe Mümünoğlua, Dilruba Aksoyb ve Doğan Narinçb,1

a Namık Kemal University, Faculty of Agriculture, 59100, Tekirdağ, Turkey

b Namık Kemal University, Faculty of Veterinary Medicine, 59100, Tekirdağ, Turkey 1Corresponding author:[email protected]

The aim of this study is to determine the effects of different

monochromatic lighting applications in incubation on the growth characteristics in Japanese quail.

In the study, weekly body weights of 105 birds dark environment supplied in incubator (Group 1), and 95 and 82 bids green and blue LED lighting (560 nm and 480 nm, respectively) supplied in incubator (Group 2 and Group 3) were used. The profile analysis technique of MANOVA methods was performed to test the differences between the groups in terms of growth characteristics. The Gompertz growth function was also utilized to model individual growth patterns. The ANOVA technique was used to compare groups in reference to the β0, β1 and β2 parameters and the inflection point coordinates of the growth function.

The general Wilk's Lambda significance level was found to be lower than 0.05, and the profiles of the groups werenot found to be parallel according to the MANOVA results. The highest mean value (218.71 g) of the upper asyptote parameter of Gompertz growth model was found in Group 3 (P<0.05). Similarly, the highest mean value (79.44 g) of body weight of point of inflection of Gompertz function was determined in Group 3 (P>0.05). There were no statistically significant differences between the experimental groups in terms of β1, β2 parameters and age of inflection point of Gompertz function (P>0.05 in all three).

It has been determined that different monochromatic lighting applications affect the growth characteristics in Japanese quail. Particularly, it is possible to say that blue LED lighting in incubator plays key role on body weight gain in fattening period. Key words: Monochromatic lighting, LED, Growth, Profile analysis, Gompertz

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

269

Sığır Dışkılarından İzole Edilen Salmonella Türlerinin Dağılımı

Melih ÇAKIN, Beren BAŞARAN KAHRAMAN, Belgi DİREN SIĞIRCI, A. Funda BAĞCIGİL

Istanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı

Salmonella cinsinin üyeleri yerleştikleri konakta gastroenterit ve

septisemi ile seyreden infeksiyonlara neden olmaktadır. İnfeksiyonu takiben iyileşen hayvanlar, klinik belirti göstermeden dışkılarıyla etkeni aylarca hatta yıllarca saçabilir. Özellikle dışkı ile saçılan etken, kesim aşamasında karkas kontaminasyonlarına yol açarak insanlarda görülen gıda kaynaklı solmonelloz olgularına kaynak teşkil etmektedir. Bu çalışmada sığır dışkılarında farklı mevsimsel dönemlerde Salmonella etkenlerinin varlığının ve serovar dağılımının araştırması, izolatların farklı gruplardaki antibiyotiklere duyarlılıklarının incelenmesi amaçlandı.

Bu amaçla İstanbul çevresindeki beş adet sığır işletmesinden, bir yıl boyunca her mevsim döneminde bir kez olmak üzere toplam dört defa dışkı örnekleri toplandı. İzolasyon ve identifikasyon aşamaları, Dünya Sağlık Örgütü’nün gıda ve dışkıdan Salmonella spp. izolasyon protokolüne (ISO6579) göre yapıldı. İzolatların serotiplendirmesi Ankara Etlik Veteriner Kontrol Araştırma Enstitüsü’nde yapıldı. Antibiyotik duyarlılıkları da Klinik ve Laboratuar Standartları Enstitüsü (CLSI) standartlarına göre yapıldı (CLSI, M100-S23, M31-S1).

Çalışma boyunca toplam 425 adet dışkı örneği toplandı. Bunlardan üç tanesinde (%0,36) Salmonella spp. izole edildi. Serotiplendirme sonucunda iki tanesinin S. Kottbus, bir tanesinin ise S. Lindenburg olduğu belirlendi. Antibiyotik duyarlılık testi sonuçlarına göre tüm serovarların sulfametoksazole dirençli, amoksisilin/klavulanik asit, seftriakson, siprofloksasin, enrofloksasin, trimetoprim sülfameteksazol ve nalidiksik aside duyarlı oldukları belirlendi. Anahtar Kelimeler: Salmonella, Serovar, Sığır, Dışkı, Direnç

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

270

The Distribution of Salmonella Species Isolated from Cattle Feces

Melih ÇAKIN, Beren BAŞARAN KAHRAMAN, Belgi DİREN SIĞIRCI, A. Funda BAĞCIGİL

Istanbul University Faculty of Veterinery Medicine, Department of Microbiology

Members of the Salmonella genus are the cause of infections progresses with gastroenteritis and septicemia. Recovered animals might shed the agent with their feces for months even years without showing any clinical sign. Especially carcasses contaminated with fecal material can cause food borne salmonellosis in human. This study aimed to search three points; the presence of Salmonella agents in cattle faeces in different seasons, distribution of the serovars and antibiotic susceptibilities of the isolates.

For this purpose, fecal samples were collected from five cattle farms around İstanbul city, once in each season, totally four times within one- year period. Isolation and identification performed according to the procedure [Isolaton of Salmonella spp. from animal faeces (ISO6579)], advised by World Health Organization. Serotyping of isolates was performed by the Ankara, Etlik Veterinary Control Central Research Institute. Antibiotic susceptibility tests performed according to Clinical and Laboratory Standards Inntitue Standarts (CLSI) (CLSI,M100-S23,M31-S1).

During the study 425 fecal samples was collected. Salmonella spp. were isolated from 3 (0.36%) of the samples and two of them were serotyped as S. Kottbus and one was S. Lindenburg. The results of antibiotic susceptibility tests showed that all serovars was resistant to sulfamethoxazole and susceptible to amoxicillin/clavulanic acid, ceftriaxone, ciprofloxacin, enrofloxacin, trimethoprim-sulfamethaxazole and nalidixicacid.

Key Words: Salmonella, Serovar, Cattle, Feces, Resistant

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

271

Bir arap kısrakta sezaryen olgusu

Meltem Nur TOPALAK*,M.Can GÜNDÜZ**Asuman YAŞAR**A.Can ÇETİN**İbrahim KURBAN***

*İstanbul Üniversitesi,Veteriner Fakültesi, 2. Sınıf Öğrencisi **İstanbul Üniversitesi,Veteriner Fakültesi, Doğum ve Jinekoloji Ab.D ***İstanbul Üniversitesi,Veteriner Fakültesi, Atçılık ve Antrenörlüğü

Normal gebelik süresi tamamlandığında, ana ve yavru üzerinde hiçbir

olumsuz etki yapmadan ve yardım gerekmeksizin şekillenen doğumlar “normal doğum” olarak kabul edilir. Yardım gerektiren her doğum ise “güç doğum” olarak adlandırılır. Herhangi bir nedenden dolayı kısrak doğumu başarı ile gerçekleştiremiyorsa, yapılacak ilk işlem doğuma yardım etmektir. Genellikle yavru pozisyon anormalliği, yavru büyüklüğü veya gebelik sürecinde yavru ölümleri gibi sebeplerden şekillenen güç doğumlarda, vajinal yolla yavrunun alınamadığı durumlarda operasyon sezaryene başvurulur.

Olgumuz 6 yaşlı, al donlu, arap melezi kısrak olup, doğum yapamama şikayetiyle 26/02/2017 tarihinde İ.Ü Veteriner Fakültesi Acil kliniğine getirilmiştir. Kısrağın klinik ve ultrasononografik muayene sonucunda atın doğum zamanının geçtiği ve yavruda canlılık olmadığı gözlenmiştir. Yapılan vaginal muayenede yavru pozisyonunun uygun olmadığı ve vaginal yolla uzaklaştırılamayacağına karar verilmiş olup acil operasyon sezaryene alınmıştır. Premedikasyon sonrasında inhalasyon anestezisi eşliğinde operasyon sezaryen yapılmıştır. Klinik tabloda genel durumunun da çok iyi olmadığı kısrağa postoperatif olarak intravenöz sıvı replasmanı, 14 gün intramusculer olarak antibiyotik, 7 gün mide koruyucuları eşliğinde intravenöz olarak nonsteroidantiinflamatuar tedavisi uygulanmıştır. İlerleyen günlerde deri dikiş hattının alt kısmında lokal enfeksiyon gözlenmiş olup lokal olarak o bölgenin tedavisi yapılmıştır. Bu vakada kısraklarda operasyon sezaryenin endikasyonları ve tedavi sürecinde hastanın bakım ve beslenme programının sunulması amaçlanmıştır.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

272

A Cesarian Case on Arabian Mare

Meltem Nur TOPALAK*, M.Can GÜNDÜZ**Asuman YAŞAR**A.Can ÇETİN**İbrahim KURBAN***

*Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, 2nd Year Student ** Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Gynecology and Obstetrics

*** Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Horsemanship and Horse Training

Deliveries that take place without external help, presenting no negative

effect on the mare nor the foal are regarded as "normal birth”. On the other side, deliveries that require assistance are considered as “difficult birth" If the mare cannot complete the delivery successfully for any reason, the first thing to do shall be to assist the delivery. Cesarean section operation is generally practiced in abnormal body position, the size of the foal and as the foal could not be delivered from vaginal route.

Our case concerns a 6 year old, chestnut coated Arabian crossbreed mare that has been brought to Emergencies section of Istanbul University Veterinary Faculty Hospital on 26/02/2017. After clinical and ultrasound examination of the mare, it was observed that the foal was still as the delivery time had passed. As a result of vaginal examination that determined the unsuitable position of the foal for a vaginal extraction, the mare has been immediately taken into cesarean section operation. Following premedication, the operation has been performed under inhalation anesthesia. Post operatively, the general clinical condition of the mare was not satisfactory and was subject to intravenous liquid replacement, intramuscular antibiotics for 14 days, gastroprotectives for 7 days and intravenous nonsteroidal anti-inflammatory drugs. In the following days, a local infection has been observed at the ventral sutured area that has been treated locally. This case report consists of presenting particular indications of a C-section operation on mares and the postoperative care and treatment program.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

273

Köpeklerde Agresif Davranışlarda Tedavi Yaklaşımları

Mehmet Murat KILIÇ 1, Özer ÖZKAYA1, Alper BAYRAKAL2, Alev AKDOĞAN KAYMAZ2, Mehmet Erman OR2

1 University of Istanbul, Faculty of Veterinary Medicine, Fourth Grade Student, Avcılar, 34320 İstanbul

2 University of Istanbul, Faculty of Veterinary, Department of Internal Medicine, Avcılar, Istanbul

Köpeklerde agresyon en yaygın görülen davranış problemi olup, ciddi sonuçlar doğurabildiğinden evcil hayvan sahibinin ve tüm toplumun üstesinden gelmesi gereken bir sorundur. Bu problem toplumun ve diğer canlıların yaşamlarını tehdit ettiğinden her yıl milyonlarca köpek sahipleri tarafından barınaklara terk edilmektedir. Yanlızca Amerikada her yıl 15-20 milyona yakın köpeğe bu sebepten ötürü ötenazi uygulanmaktadır. Bunların başında dominant kaynaklı agresyon gelmektedir. Tüm bu nedenlerden dolayı köpeklerde agresyonun tedavisi günümüzde veteriner hekimlik alanında önem kazanan bir konu olmaya başlamıştır. Köpeklerin gösterdiği tüm agresif davranışlar, davranış problemi olarak değerlendirilmemelidir. Davranış problemi olarak değerlendirebilmek için agresyonun kime ve neye yönelik olduğu önem arz etmektedir. Köpeklerde davranış problemleri pek çok sebepten ileri gelebildiği için öncelikle problemin nedenini ortaya koymak gerekir. Problemin sebebi ortaya konulduktan sonra, tedavide farmakolojik ilaç kullanımının yanısıra, köpeklerde mevcut problemin giderilmesine yönelik davranış terapisi, hasta sahibinin yanlış tutumunun değiştirilmesi gibi alternatif tedavi seçenekleri mevcuttur. Hazırlamış olduğumuz bu derlemede, köpeklerde agresif davranışlara yönelik tedavi seçenekleri değerlendirilerek, bu tedavi seçeneklerinin veteriner pratikte kullanımına yönelik katkı sağlanılması amaçlanmıştır.

Anahtar Kelimeler: Agresyon, Köpek, Tedavi seçenekleri

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

274

Treatment Principles in Aggresive Behavior in Dogs

Mehmet Murat KILIÇ 1, Özer ÖZKAYA1, Alper BAYRAKAL2, Alev AKDOĞAN KAYMAZ2, Mehmet Erman OR2

1 University of Istanbul, Faculty of Veterinary Medicine, Fourth Grade Student, Avcılar, 34320 İstanbul

2 University of Istanbul, Faculty of Veterinary, Department of Internal Medicine, Avcılar, Istanbul

Canine aggression is the most common and serious behaviour problem that pet owner and the entire society must deal with. Because this problem threatens the lives of people and other living things, millions of dogs are abandoned every year. Every year 15-20 million dogs are euthanized for this reason in America. There are various types of aggression, including competitive, sexual, territorial, predatory, pain-induced, fear-induced, maternal, learned and dominance aggression. At the beginning of these are dominant-induced aggression. Because of all these reasons, the treatment of aggression in dogs is now becoming a important matter of veterinary medicine. All of the aggressive behavior of dogs should not be considered a behavioral problem. In order to be able to evaluate aggression as a behavioral problem, it is necessary to know to whom and to what. As the behavior problems of dogs can be caused by many reasons, firstly the cause of the problem must be revealed. After the cause of the problem, alternative theraphies are available, such as the use of pharmacologic drugs in treatment, behavioral therapy to correct the problem in dogs, and the misconception of the patient’s owner. In this study we have prapared, the treatment options for aggressive behaviors in dogs are evaluated and its aimed to provide these treatment options in veterinary practice.

Key words: Aggression, Dog, Treatment principles

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

275

İlaçların Sabit Hızlı İnfüzyonunun Veteriner Hekimlikte Kullanımı

Neslihan ÜNALAN1, Ataman Bilge SARI2

1 İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İstanbul

2 İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Veteriner Farmakoloji ve Toksikolojisi Anabilim Dalı, İstanbul

Sabit hızlı infüzyon, ilaçların dakikada istenen miktarda infüzyon çözeltisi içerisinde damar içine verilmesinde kullanılan bir uygulama yöntemidir. Veteriner kliniklerinde elektronik infüzyon pompaları ve monitörizasyon cihazlarının yaygınlaşması teknolojik ilerlemelere bağlı olarak artmaktadır. Bu durum beşerî hekimliğin acilinde veya yoğun bakımında sabit hızlı infüzyon ile kullanılan birçok ilacın veteriner pratikte de kullanılmasına imkân yaratmıştır.

Sabit hızlı infüzyon yöntemi ile kardiyovasküler, analjezik, anestezik, diüretik ve antimikrobiyal ilaçlar, damar içi çözelti içerisinde devamlı verilerek plazma konsantrasyonlarının kararlı durumda kalması hedeflenir. Bu yöntem, belirli aralıklarla uygulanan ilaçların oluşturduğu maksimum ve minimum plazma konsantrasyonu arasındaki farkı ortadan kaldırarak; yarı ömrü kısa olan ilaçlarda plazma konsantrasyon dalgalanmalarını ve güvenlik indeksi düşük ilaçlarda yan etki potansiyelini azaltır. Uygulamanın olumlu yönlerinin yanında, konudaki bilgi eksikliği ve dakika bazında doz hesaplamanın matematiksel zorlukları ilaçların sabit hızlı infüzyon ile kullanımının yaygınlaşmasına engel olmaktadır.

Bu amaçla, uygulanabilecek ilaçların kullanımı hakkında bilgi kazanılmasının ve doz hesaplamada basit yöntemlerin oluşturulmasının ilaçların sabit hızlı infüzyon ile kullanımına kolaylık sağlayarak uygulamanın yaygınlaşmasına yardımcı olacağını düşünmekteyiz.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

276

Usage of Drugs Via Constant-Rate Infusion in Veterinary Medicine

Neslihan UNALAN1, Ataman Bilge SARI2

1 İstanbul University, Veterinary Faculty, İstanbul

2 İstanbul University, Veterinary Faculty, Department of Veterinary Pharmacology and Toxicology, İstanbul

Constant-rate infusion is a drug administration method which drug is given intravenously at the desired drug amount per minute in solutions. In veterinary clinics, electronic infusion pumps and monitorization devices are becoming widespread because of technological advance. This has created the possibility of using many drugs in veterinary medicine that are used in the human emergency medicine and intensive care with constant-rate infusion.

In constant-rate infusion method; cardiovascular, analgesic, anesthetic, diuretic and antimicrobial drugs are administered continuously in an intravenous solution with the constant flow so that plasma concentrations remain steady. This method removes the difference between the maximum and minimum plasma concentrations of drugs administered at regular intervals and in this wise, helps to decrease the plasma concentration fluctuation in drugs which have short half-lives and reduce the potential of adverse effects in low safety index drugs. Despite the advantages, the lack of knowledge and experience in the subject and the mathematical difficulties of dose calculation on time basis, prevent the use of drugs with constant rate infusion widely.

For this purpose, we think that gaining information about the use of drugs that can be used with this method, creating simple methods for dosage calculation will help to spread the use of drugs with constant-rate infusion.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

277

Gıdalarda Bakteriyel Toksinler ve Kontrol Yöntemleri

Nisa SİPAHİa, Serkan İKİZb ve Seyyal AKb

aİstanbul Esenyurt Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Tıbbi Laboratuvar

Teknikleri Programı, Esenyurt, 34510 İstanbul, Türkiye bİstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Avcılar,

34320 İstanbul, Türkiye

Üretimin değişik safhalarında gıdaların mikrobiyal kontaminasyona

maruz kalması ciddi boyutlara varabilen sağlık sorunlarına yol açmaktadır. Bu kontaminasyonlar, besinlerin üretim, işleme, muhafaza, tüketime sunulma aşamalarında, gerekli hijyenik ile teknolojik uygulamalar yetersiz kaldığında gerçekleşmektedir ve sadece insan sağlığı açısından değil ekonomik anlamda da önemli sorunlara sebebiyet verebilmektedir.

Bakteriler doğrudan hastalık kaynağı olabileceği gibi ürettikleri toksinlerle de çeşitli intoksikasyonlara neden olmaktadır. Buna sebebiyet veren toksijenik bakterilerin ürettikleri toksinler gıda üretim zincirinin herhangi bir aşamasında oluşabilmekte ve toksini üreten mikroorganizma inaktif hale gelse bile biyolojik olarak aktif kalabilmektedir. Bununla birlikte gıda üzerinde oluşan toksinleri arındırmak için kullanılan belli başlı bir yöntem olmaması, bazı toksinlerin pastörizasyon ısılarına ve ışınlarına dirençli olmaları günümüzde önemli bir sorun olarak değerlendirilmektedir. Gıda tüketilmeden kısa bir süre önce toksin testleri ile gıda içerisindeki toksini saptamak mümkün olsa da bu sadece şüpheli gıdalarda yapılmaktadır. Dolayısıyla üretimin değişik safhalarında mikrobiyal kontaminasyona maruz kalan gıdalarda sterilizasyon sonrası bakteri toksininin bulunmayacağı anlamı çıkarılmamalıdır. Soğuk pastörizasyon, ısıl işlem, bakteriyosin veya son yıllarda geliştirilen mikroçip kullanımı gibi yöntemlerle bu durum kontrol edilmeye çalışılsa da rutin kullanıma yerleşmiş güvenilir ve etkili bir yöntem bulunmamaktadır.

Bu sunumda gıda kaynaklı intoksikasyona sebep olan başlıca mikroorganizmalar ve gıdalar içerisinde bulanabilecek bakteri toksinlerine karşı neler yapılmakta olduğu anlatılmaktadır. Sağlıklı hammadde yetiştiriciliğinin önemi vurgulanmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Gıda, Bakteri, Toksin

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

278

Bacterial Toxins in Food and Control Methods

Nisa SİPAHİa, Serkan İKİZb ve Seyyal AKb

aIstanbul Esenyurt University, Vocational School of Health Services, Medical Laboratory

Technologies, Esenyurt, 34510 Istanbul, Turkey bIstanbul University, Veterinary Medicine Faculty, Department of Microbiology, Avcılar,

34320 Istanbul, Turkey

Exposure of food to microbial contamination at various stages of production leads to serious health problems. Contamination occurs when the necessary hygienic and technological applications are inadequate in the stages of production, processing, preservation and transportation and storage of nutrients. This situation can cause significant problems not only in terms of human health but also in economic sense.

Bacteria can be cause infection directly or intoxication via their toxins. The toxins produced by toxigenic bacteria can form at any stage of the food production and can remain biologically active even if the toxin-producing microorganism becomes inactive. Also, there is no clear method to remove toxins in food. In addition that, some toxins can be resistant to pasteurization heat and rays. Today, bacterial toxins in food are important problem because of all these reasons. Although it is possible to detect toxins in food with toxin tests, it is performed only in suspicious foods. Therefore, it should not be understood that bacterial toxins would not be found in sterilized/pasteurized food. If this situation is trying to be determined by the cold pasteurization, heat treatment, bacteriocin or recently developed microchips, there is no reliable and effective method for routine using to detect or eliminate bacterial toxins in food.

This study describes the main microorganisms causing food-borne intoxication and it is explained what can be done against the toxins. It is also emphasized that the importance of healthy raw material production.

Key Words: Food, Bacteria, Toxin

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

279

Makroanatomik Çalışmalarda Bilgisayarlı Tomografi ve Magnetik Rezonans Kullanımı

Ozan GÜNDEMİR, Gülsün PAZVANT, Vedat ONAR

İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Avcılar, 34320 İstanbul, Turkey

Çağımızda gelişmekte olan teknolojiye bağlı olarak diseksiyona dayalı klasik makro-anatomik çalışmalar yerini zamanla bilgisayarlı görüntüleme tekniklerine bırakmaktadır. Bilgisayarlı Tomografi (BT) ve Magnetik Rezonans (MR) görüntülerinden elde edilen veriler hayvanın genel anestezi altında iken alınmasını sağladığı için kadavra yapımına gerek duyulmamakta ve hayvan refahı açısından anatomik çalışmalarda tercih edilmektedir. Ayrıca bilgisayarlı görüntüleme teknikleri gerek araştırmacıyı ve gerekse öğrenciyi kadavra hazırlama ve saklanmasında kullanılan formaldehitin zararlı etkilerinden uzak tutmaktadır. BT ve MR’dan alınan görüntüler normal anatomik yapıların morfometrisini, topografisini ve yapıların birbiri ile olan ilişkisini ortaya koyan ve günümüzde sıklıkla kullanılmaya başlayan noninvaziv yöntemlerdendir. Söz konusu teknikler ile elde edilen görüntüler aksiyal, sagittal ve koronal kesitlerden elde edildiği için anatomik yapının detaylı incelenmesine olanak sağlamaktadır. Alınan görüntüler iki boyutlu olup DICOM (Digital Imaging and Communications in Medicine) formatında kaydedilmekte ve gelişen teknolojinin sunduğu çok kesitli BT ve MR cihazları ile tetkikin hızı artmış ve cihazın oluşturduğu görüntülerin kesit kalınlıkları incelmiştir. Aralıksız alınan kesitlerin bilgisayarda işlenmesiyle farklı planlarda kesitler, 3 boyutlu anatomiyi ve istenilen bölgenin detayını ortaya koyabilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Veteriner Anatomi, Bilgisayarlı Tomografi, Magnetik Rezonans

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

280

The Usage of Computerized Tomography and Magnetic Resonance Images in Macroanatomical Studies

Ozan GÜNDEMİR, Gülsün PAZVANT, Vedat ONAR

Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Anatomy, Avcılar, 34320 İstanbul, Turkey

In the course of time depending on the developing technology, classic macro anatomical studies with dissection abandon its place to computerized imaging techniques. Since the data obtained with Computerized Tomography (CT) views and Magnetic Resonance Images (MRI) was taken from animals under anesthesia and does not need to dissection, it is preferable for anatomical studies in the terms of animal welfare. Besides computerized imaging techniques keeps not only researcher, but also student away from harmful effects of formaldehyde that used in both cadaver preparation and its storage. Nowadays the images obtained with CT and MRI, shows both morphometry and topography of normal anatomical structure of organs and tissues and reveals the relationship of the structures with each other, are two of the frequently used noninvasive methods. Since the images that taken by these techniques, are obtained from axial, sagittal and coronal incisions, enable the inspection of the anatomical structure in detail. The images are two-dimensional and recorded in DICOM (Digital Imaging and Communications in Medicine) format and the speed of the test has increased and section thickness of the images has thinned with multi-section BT and MRI machines that were offered by developing technologies. Incisions in different plans that were obtained with continuous incisions by computer process, can display both the anatomy in three-dimensional and the required area in detail.

Key words: Veterinary Anatomy, Computerized Tomography, Magnetic Resonance Images

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

281

Köpekte Beyin Loblarinin 3d Yazici İle Modellenmesi

Sefa Batuhan Keleşa, Burhan Cirita, Barış Cısdıka, Alp Birol Bostancıa, Şafak Argına, Berkay Aptioğlua, Burcu İnsalb, Çağdaş Otob

a Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi, AVMET Öğrenci Topluluğu, Dışkapı, 06110, Ankara, Türkiye

b Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Dışkapı, 06110, Ankara, Türkiye

Günümüzde dijital ortama aktarılan 3 boyutlu görüntüler uygun CAD yazılımları kullanılarak 3 boyutlu yazıcı çıktıları haline dönüştürülebilmektedir. Son on yılda bu çıktıların tıp alanında, özellikle anatomi ve cerrahi eğitiminde kullanımı yaygınlaşmıştır. Bu çalışmanın amacı veteriner anatomi eğitiminde anlatılması ve anlaşılması zor olan karmaşık beyin anatomisi için uygun modelleme yapılarak bir eğitimi materyali oluşturmaktır.

Çalışmada normal anatomiye sahip bir köpeğe ait beyin MR görüntüleri kullanılarak elde edilen 3 boyutlu fiziksel beyin çıktısı kullanıldı. 3 tesla MR ile elde edilen DICOM görüntüler, Mimics Innovation Suite programında segmente edilerek yeniden yapılandırıldı. STL formatındaki verilerden PLA bazlı yarı saydam beyin çıktıları elde edildi. Kalıp üzerinde anatomik yapılar belirlendikten sonra entegre edilen led ampuller ile oluşturulan model zemine sabitlenerek işaretlendi.

Yüksek çözünürlüklü MR görüntüleri üzerinden elde edilen 3 boyutlu çıktılar köpek beyninin yüzeysel ve fonksiyonel anatomisi için uygun bir eğitim materyali oluşturdu. Yarı saydam PLA bazlı model üzerinde beyin, beyincik ve beyin kökü bölümlendirildi. Beyin yarımküreleri üzerindeki oluklar kullanılarak beyin lopları ve özel duyu bölgeleri işaretlendi.

Çalışma ile beynin yüzeysel ve fonksiyonel anatomisi için ucuz, dayanıklı, anlaşılabilir ve elde edilebilir bir anatomik model geliştirildi. Çalışmada kullanılan tekniklerin geliştirilip diğer anatomik preparatalar üzerinde de uygulanması planlandı.

Anahtar Kelimeler: Beyin, Anatomi, MR , 3D yazıcı

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

282

Modeling Of Dog Brain Lobes With 3d Printer

Sefa Batuhan Keleşa, Burhan Cirita, Barış Cısdıka, Alp Birol Bostancıa, Şafak Argına, Berkay Aptioğlua, Burcu İnsalb, Çağdaş Otob

a Ankara University Veterinary Faculty, AVMET Students Community, Dışkapı, 06110, Ankara, Turkey

b Ankara University Veterinary Faculty, Department of Anatomy , Dışkapı, 06110, Ankara, Turkey

Nowadays, 3D digital images can be transformed into 3D printing by using appropriate CAD software. Over the past decade, the use of these printings has become widespread in the medical field, especially in educatiom of anatomy and surgery. The purpose of this study was to create an educational material by modeling the complicated brain anatomy which is difficult to describe and understand in veterinary anatomy training.

Three-dimensional printing of the brain obtained using brain MR images of a dog with normal anatomy was used in the study. DICOM images obtained with 3 tesla MRI were segmented and reconstructed in the Mimics Innovation Suite program. PLA-based semi-translucent printing was obtained from the data in the STL format. After the anatomical structures were determined on the mold, the pattern created with the integrated led bulbs was marked.

The 3D printings obtained from high-resolution MRI images produced an appropriate training material for the superficial and functional anatomy of the dog's brain. Cerebrum, cerebellum and brain stem were described on a semi-transparent PLA based model. Using the sulci on the brain hemispheres, the brain lobes and special sensory areas were marked.

The study has developed an inexpensive, durable, understandable and obtainable anatomic model for the superficial and functional anatomy of the brain. The techniques used in the study were planned to be developed and applied on other anatomical preparations.

Keywords: Anatomy, Brain, MRI, 3D Printer

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

283

Bolu, Düzce’de Faaliyet Gösteren Mezbahalardaki Gıda ile Temas Eden Yüzeylerin Mikrobiyolojik Değerlendirmesi

Selin MERT1, Karlo MURATOĞLU2, Ahmet KOLUMAN3 ve Tolga KAHRAMAN2

1İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi 2İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Besin Hijyeni ve Teknolojisi Anabilim Dalı

3T.C. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Gıda Kontrol Laboratuvarı, Adana, Türkiye.

Sığır eti ve et ürünlerinin mikrobiyolojik kalitesi, üretim, işleme ve taşıma sırasındaki hijyen koşullarından oldukça etkilenmektedir. Mezbahalarda uygun şekilde hijyen kontrollerinin yapılmaması mikrobiyolojik kontaminasyonun önemli bir kaynağı olabilmektedir. Bu çalışma ile Bolu, Düzce’de faaliyet gösteren iki farklı kesimhanenin hijyenik kalitesinin araştırılması amaçlanmıştır.

Bu çalışma için, iki farklı kesimhaneden gıda ile temas eden yüzeylerden (kesim aletleri, çalışma tezgahları) ve personel ellerinden 36 adet swap örneği alınmıştır. ;Swap örnekleri gıda temas yüzeylerin 10 cm2’lik alanlarından elde edilmiştir. Temas yüzeyleri için toplam mezofilik aerobik bakteri (TMAB) sayıları ile koliform bakteri sayıları belirlenmiş; koliform ve Staphylococcus aureus (S. aureus) sayıları da personel el örnekleri için tespit edilmiştir.

Elde edilen verilere göre En yüksek TMAB ve koliform sayıları yüzey örneklerinden tespit edilmiştir. TMAB ve koliform sayılarının ortalaması sırasıyla 4.20–5.69 log10 cfu/cm2 3.30–4.77 log10 cfu/cm2 bulunmuştur. Sadece bir çalışanın elinden S. aureus izole edilmiştir.

Sonuçlar, et ve et ürünlerinin halk sağlığı için potansiyel bir tehlike oluşturabildiğini ve tesislerde çalışan personelin iyi hiyenik üretim hakkında eğitilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Kesimhanelerde yapılan mikrobiyolojik analizler, Tehlike Analizi Kritik Kontrol Noktası (HACCP) ve İyi Üretim Uygulamaları (IUU) programlarının bir parçası olarak potansiyel tehlikeleri tanımlamak ve izlemek için en önemli konulardan biridir.

Anahtar Kelimeler: Et, Mezbaha, Swap, Gıda ile temas eden yüzeyler, HACCP.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

284

Microbiological Evaluation of Food Contact Surfaces at Slaughterhouses in Düzce, Bolu

Selin MERT1, Karlo MURATOĞLU2, Ahmet KOLUMAN3 and Tolga KAHRAMAN2

1Istanbul University, Veterinary Faculty, Avcilar, Istanbul, Turkey 2Istanbul University, Veterinary Faculty, Department of Food Hygiene And Technology, Avcilar,

Istanbul, Turkey 3Turkish Republic, Ministry of Food Agriculture and Livestock, Food Control Laboratory, Adana,

Turkey

The microbiological quality of beef and meat products is strongly affected by the conditions of hygiene during their production, processing and handling. Without proper hygienic control in slaughterhouses can act as an important source of microbiological contamination. The present study was to investigate the microbiological quality of two different slaughterhouses in Düzcei Bolu.

For this study, 36 swab samples were taken from contact surfaces (cutting equipments, tables) and personnel hands from two different slaughterhouses. Swab samples from were obtained from 10 cm2 area of food contact surfaces. Total mesophilic aerobic bacteria (TMAB) counts and coliform bacteria counts were determined for contact surfaces; coliform and Staphylococcus aureus (S. aureus) counts for personnel hands samples.

According to the results, the highest level of TMAB and coliforms were found in contact surface samples. Mean value of TMAB were found as 4.20–5.69 log10 cfu/cm2 and coliforms were 3.30–4.77 log10 cfu/cm2. S. aureus was detected from only one worker’s hand.

The results indicate that meat and meat products present a potential hazard for public health and the personnel at the plant must be educated on good sanitary practices to prevent contamination and ensure applying good hygiene practices during production that emphasize sanitary effectiveness. Microbial testing for slaughterhouses is one of the most important subjects for identifying and monitoring potential hazards as part of Hazard Analysis Critical Control Point (HACCP) and Good Manufacture Practice (GMP) programs.

Key words: Meat, Meat Plants, Swab, Food Contact Surfaces, HACCP.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

285

Bir Atta Göz Kapağında Saptanan Sebasiyöz Karsinoma Olgusu

Sevde İSLAMOĞLU1, Damla HAKTANIR2, İbrahim KURBAN3, Serhat ÖZSOY4 Aydın GÜREL2

1İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, 3. Sınıf Öğrencisi 2İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı

3İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Meslek Yüksekokulu Atçılık ve Antrenörlüğü 4İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı

Atlarda tümöral - neoplastik gelişimlerin en fazla ortaya çıktığı üç organ deri, göz ve genital sistemdir. Yine atlarda saptanan tüm tümörlerin %10’ unun göz ve çevresi (periorbital) dokularda geliştiği ve bu dokularda gelişen neoplazilerin yaklaşık %80’inin malign karakterde olduğu belirtilmiştir.

11 yaşlı dişi Haflinger at sağ alt göz kapağı bölgesinde şişlik şikâyeti ile Cerrahi Anabilim Dalı Kliniğine getirildi. Bu şişliğin yaklaşık 1 yıldır var olduğu ve son zamanlarda büyümeye başladığı öğrenildi. Yapılan muayenede hastanın sağ alt göz kapağı iç kısmında konjunktiva üzerinde yaklaşık 6x4 cm boyutlarında, yumuşak kıvamda multinodular görünümde ve solid yapıda bir kitle varlığı ve buna bağlı olarak bölgede dışa doğru çıkıntı ile karakterize bir şişlik geliştiği saptandı. Tümöral dokunun konjunktivada sınırlı olduğu görüldü. Lezyonlu bölgede göz kapağı üzerinde ve içinde kıvamlıca purulent görünümünde bir eksudat birikimi de görüldü. Klinik değerlendirme sonucunda tümöral dokunun operatif olarak uzaklaştırılmasına karar verildi. Genel anestezi sonrası tümöral doku sağlıklı dokular aleyhine çalışılarak total olarak atıldı. Eksize edilen doku Patoloji Anabilim Dalına gönderildi. Histopatolojik olarak kitleye, sebositik tipte sebasiyöz karnisoma tanısı konuldu.

Postoperatif bakımında parenteral tedavinin yanı sıra, konjunktiva ve operasyon bölgesi steril serum fizyolojik ile temizlenerek antibiyotikli solüsyonlar, yangı giderici solüsyonlar ve pomadlar kullanıldı. Yaklaşık 1,5 sene sona hasta sahibi ile yapılan görüşmede bölgede bir nüks gelişmediği, fakat hayvanın yapılan ruam taramasında pozitif sonuç çıkmasından dolayı yasa gereği ötenazi edildiği öğrenildi.

Bu çalışmada Haflinger ırkı bir atta tek taraflı olarak alt göz kapağında saptanan sebasiyoz karsinoma olgusunun klinik, histopatalojik ve operatif yönleriyle sunulması amaçlanmıştır.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

286

Equine Ocular Sebaceous Carcinoma: A Case Report

Sevde İSLAMOĞLU1, Damla HAKTANIR2, İbrahim KURBAN3, Serhat ÖZSOY4 Aydın GÜREL2

1Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, 3rd Year Student 2Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Pathology

3Istanbul University, Vocational School of Veterinary Medicine Department of Equine and Training Programme

4Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery

Neoplastic tumoral lesions most frequently occur in the skin, eye and genital system in horses. Approximately 10% of all the equine tumors develop in ocular and periocular areas and 80% of them are malignant.

An 11-year-old Haflinger mare was referred to the Department of Surgery with the complaint of a swelling on the right inferior eyelid. Clinical inspection revealed a multinodular solid mass with partially soft texture with the dimensions of 6x4 cm located on the conjunctiva of right inferior eyelid, characterized by a swelling. As a result of the clinical evaluation, it was decided to be surgically removed with wide margins under general anesthesia and the excised biopsy material was submitted to the Department of Pathology.

Histopathologically the tumoral mass was diagnosed as sebaceous carcinoma of sebocyte type. The postoperative care involved parenteral treatment together with cleansing of the operation zone and the conjunctiva with sterile normal saline and administration of antibiotic solutions, anti-inflammatory solutions and pomades. It was reported by the owner that the lesion did not recur approximately 1.5 years following the treatment. However, the horse was euthanized according to legal measures as she was tested positive for glanders.

The purpose of this study was to present a case of unilateral sebaceous carcinoma of the eyelid in an 11-year-old Haflinger with its clinical, histopathological and surgical aspects.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

287

Su Kuşlarında Influenza

Slavko Nikolova, Barash Muradb

a Trakia University, Veteinary Faculty, Stara Zagora, Bulgaria b Trakia University, Veterinary Faculty, Stara Zagora, Bulgaria

Su kuşlarında daha duyarlı olan, kuşlarda ani ölümlere sebep veren akut viral bir hastalıktır.

Orthomyxoviridae ailesinden oldukça patojenik İnfluenza A virüsünün sebep olduğu enfeksiyondur.Genetik olarak değişken genomlu segmentli (-) RNA yapısındadır.8 tane yapısal protein bulunur fakat en önemlileri N(nöramidinaz) ve H( hemaglütinin)’dir. Avrupa’da en patojenik suş şu zamana kadar H5N8’dir.

İnfeksiyonun kaynağı olan yabani su kuşları hasta veya latent olarak infeksiyonun taşıyıcısıdır.Duyarlı su kuşları(ördekler, kazlar, kuğular) her yaştan olabilir.Nadiren av kuşları da olabilir.Virüs dışkı ve solunum yolu ile saçılmaktadır.Bulaşma feko-oral, solunum ve konjuktival yolla olmaktadır.Hastalık kuşlarda yüksek morbiditeli ve mortaliteli pandemilere yol açar.

Virüs solunum yolu mukozaları, epitelyum silleri ve kana geçerek (viremi) giriş yapar.Daha sonar bazı organlara( bağırsak, akciğer, kaslar ve beyin) lokalize olarak çok infeksiyöz aşamaya sebep olur.24-48 saat içinde hızlı ölümlerle sonuçlanır.

Dezoriyantasyon, uçma bozuklukları ve uyuşukluk görülür.Geri yürüme ve sıkışmış baş vardır. Daha sonra karada ve suda dairesel yürüme görülür.Bu semptomlar bir gün surer ve ölümle sonuçlanır.

Vücut neredeyse değişmemiştir.Mukoz membranlarda ve epikardda hemoraji görülebilir.Paranşimal organlar değişmemiştir fakat distrofik aşama görülebilir.Pankreasta büyüme varken dalakta görülmez.

PCR testi için araştırma materyalleri referans laboratuvara gönderilir. Avrupa’da tedavisi ve aşısı bulunmamaktadır.Sadece damgalama uygulanabilir.

Anahtar Kelimeler: İnfluenza, Su Kuşları, Ördekler, H5N8

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

288

Influenza in Waterfowl

Slavko Nikolova, Barash Muradb

a Trakia University, Veteinary Faculty, Stara Zagora, Bulgaria b Trakia University, Veterinary Faculty, Stara Zagora, Bulgaria

Acute viral illness with rapid and sudden death in birds but with more sensitivity in waterfowls.

Caused by a virus from Orthomyxoviridae family, genus - Influenza A, which is highly pathogenic. That has a segmented (-) RNA, genetically unstable genome. There are 8 structural proteins, but the most important are two: N (neuraminidase) and H (hemagglutinin). Which most pathogenic in Europe is H5N8 so far.

The sources of infection are wild waterfowl birds, clinically sick or latent infection carriers. However receipter are: waterfowl (ducks, goose and swan) that can be at any age. And rarely gamebirds. The virus is being excreted with the faeces and the respiratory tract. The transmission is: fecal-oral, respiratory and conjunctival. The disease is pandemic with high morbidity and mortality in birds.

The virus enters through the respiratory mucose, strikes the epithelium and passes into the blood (viremia). Then it localizes in some organs (intestine, lungs, muscles and brain) where causes highly infectious process. And it ends with rapid death within 24-48 hours.

Desorientation, uncoordinated flight and numbness. Walking back and squeezing head. Later walking in circle, both on land and water. These symptoms lasts for a day and 100% ends with death.

The body is almost unchanged. Hemorrhages can be seen in mucous membranes and the epicardium. Parenchymal organs are unchanged but dystrophic processes can be seen. The pancreas is enlarged, but the spleen is not.

Research materials can be whole bodies sent to reference laboratory to make PCR tests.

There aren’t treatments and vaccines applied in Europe. Only stamping-out can be done. Keywords: Influenza, Waterfowl, Ducks, H5N8

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

289

Hayvanlarda Pasteurella multocida İnfeksiyonları

Tuğçe TINMAZ, Belgi DIREN SIĞIRCI, Baran ÇELIK, Beren BAŞARAN KAHRAMAN, Barış HALAÇ, Kemal METINER, Serkan İKIZ, Seyyal AK, Arzu

Funda BAĞCIGIL

aİstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Avcılar, 34320 İstanbul,Türkiye

Pasteurella multocida Gram negatif, hareketsiz, kapsüllü, sporsuz ve bipolar boyanma özelliğine sahip kokoid ya da kısa küçük çomaklardır. Kanlı agar ya da serumlu buyyonda üreyebilen etken, MacConkey agarda üreyememektedir. Katalaz, oksidaz ve indol testleri pozitiftir. Birçok hayvan türünde fırsatçı infeksiyonlara neden olmaktadır.

Kedi ve köpek üst solunum yolları ve ürogenital sistemin doğal florasında bulunabilen etken, bu hayvanların ağız florasından %70-%90 oranlarında izole edilmiştir. Özellikle ısırma yalama gibi temaslar sonucu insanlarda çok ciddi infeksiyonlara neden olabilmektedir. Özellikle bağışıklık sistemi baskılanmış hayvanlarda üst solunum yolları infeksiyonları ya da ürogenital sistem infeksiyonları ile seyreder. Kanatlı hayvanlarda bulaşıcı ve öldürücü bir hastalık olan kolera hastalığına neden olmaktadır. Tavşanlarda iştahsızlık, halsizlik, hareket etmede isteksizlik ve çeşitli bölgelerde apse ile seyreden, %15-20 mortalite ile seyreden bulaşıcı pastörelloz olguları görülmektedir. Sığırlarda ise akut seyirli, yüksek mortalite ile seyreden hemorajik septisemi hastalığına neden olmaktadır.

Bu derlemede P. multocida’nın farklı hayvan türlerinde neden olduğu infeksiyonların bulguları, epizootiyolojisi ve korunma yöntemleri anlatılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Pasteurella multocida, Pastörella, Veteriner, Öğrenci

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

290

Pasteurella multocida Infections In Animals

Tuğçe TINMAZ, Belgi DIREN SIĞIRCI, Baran ÇELIK, Beren BAŞARAN KAHRAMAN, Barış HALAÇ, Kemal METINER, Serkan İKIZ, Seyyal AK, Arzu

Funda BAĞCIGIL

aİstanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department Of Microbiology, Avcılar, 34320 İstanbul,Turkey

Pasteurella multocida is a small, Gram-negative, nonmotile, capsulated and non–spore-forming coccobacillus with bipolar staining features. Bacteria can grow on blood agar or nutrient broth but doesn’t grow on MacConkey agar. It is catalase, oxidase and indole positive. It can cause opportunistic infections in various animal species.

P. multocida which is a part of normal flora can be isolate 70% to 90% from upper respiratory system and urogenital system of cats and dogs. In particular, contacts such as licking and biting can cause very serious infections in humans. The animals do not show any clinical signs under normal conditions. But urogenital system or upper respiratory system infections can occur in immune-comprised animals. In poultry, it is the causative agent of fatal and contagious infection called fowl cholera. It causes anorexia, fatigue, reluctance to move, abscess in various regions of the body and 15-20% mortality in rabbits. In cattle it causes an infection with high mortality and acute form, and called hemorrhagic septicemia.

In this review, clinical findings, epidemiology and control programs of infections caused by P. multocida in different animal species will be explained.

Keywords: Pasteurella multocida, Pasteurellosis, Vet, Student

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

291

Kedilerde Cheyletiellosis ve Spot-on Selamectin ile Sağaltımı

Umut Fikret Korkmaza, Sami GÖKPINARb

aKırıkkale Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Yahşihan, 71450, Kırıkkale, Türkiye bKırıkkale Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Parazitoloji Anabilim Dalı, Yahşihan, 71450,

Kırıkkale, Türkiye

Cheyletiella cinsine bağlı akarlar zoonoz karakterde olup, konaklar arasında yakın temas ile bulaşmaktadır. Konak spesifiteleri çok yüksek olmayıp, aynı ekten farklı konaklarda enfestasyon yapabilir. Bu çalışmada 2 adet sahipli ev kedisinde bulunan Cheyletiellosis ve bunların spot-on selamectin ile sağaltımından bahsedilmiştir.

Çalışmanın materyalini 2 yaşında dişi melez ve 1 yaşında melez bir erkek kedi oluşturmuştur. Her iki olguda da hayvan sahipleri fazla miktarda kepeklenme ve kaşıntı şikâyeti ile kliniğimize başvurmuştur. Kedilerin lezyonlu bölgelerinden bistüri ile kazıntı alınmıştır. Alınan kazıntılar %10’lk KOH ile muamele edilerek, ışık mikroskobunda incelenmiştir. Akar tespit edilen bu kedilere 15 gün arayla 2 kez spot-on selamectin uygulanmıştır.

Yapılan muayenede her iki kedinin Cheyletiella blakei ile enfeste oldukları görülmüştür. 15 gün arayla 2 doz ticari spot-on Selamectin ile tedavi edilen bu hayvanların ikinci tedaviden sonraki 15. 30 ve 60. günlerde yapılan muayenelerinde etkene rastlanmamıştır.

Kedilerde iki doz spot-on selamectin ile mücadelenin cheyletiellosise etkili olduğu kanaatine varılmıştır.

Anahtar kelimeler: Cheyletiellosis, kedi, selamectin

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

292

Cheyletiellosis in Cats and its Treatment with Spot-on Selamectin

Umut Fikret Korkmaz a , Sami GÖKPINAR b

aKırıkkale University, Faculty of Veterinary Sciences, Yahşihan 71450, Kırıkkale, Turkey bKırıkkale University, Faculty of Veterinary Sciences, Department of Parasitology, Yahşihan,

71450 Kırıkkale, Turkey

Cheyletiella type Acaria are of a zoonotic character and spread by close contact between hosts. Host specificity is not high and may cause infection in a variety of hosts. In this study, cheyletiellosis enfestation of two housecats and its treatment with spot-on selamectin has been mentioned.

The subjects of the study are a two year old crossbreed female cat and an one year old crossbreed male cat. In both cases, the owners of the cats have presented their pets at our clinic with symptoms of itchiness and dandruff. Samples have been taken from the lesions with a bistoury. These samples have been treated with 10% KOH and have been examined under a light microscope. Acaria was detected on the cats and they were treated with 2 applications of spot-on selamectin two weeks apart.

Both cats were found to be infected with Cheyletiella blakei upon examination. Following treatment with commercial spot-on selamectin two weeks apart, after the second treatment, the agent of the enfestation was not detected in the examinations made on the 15th, 30th and 60th days.

Two doses of spot-on selamectin is effective against cheyletiellosis enfestations in cats.

Key words: Cat, cheyletiellosis, selamectin

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

293

Köpeklerde Epileptik Nöbetlerin Kronik Tedavisinde Güncel Yaklaşımlar

Yasemin KAYA a, Alper BAYRAKALa, Alev AKDOĞAN KAYMAZ a

a İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Avcılar, 34320 İstanbul,Türkiye

Köpeklerde epileptik nöbetler, nörolojik hastalıklarda en sık rastlanılan semptomlardan biridir. Ortalama köpek popülasyonu içerisinde görülme oranı %2-3 arasında değişmektedir. Nöbetler; anormal serebral veya talamik fonksiyon bozukluğu sonucu gelişmektedir. Nöbetlere sebep olan anormal nöronal aktivite beynin sekonder yapısal lezyonlarından kaynaklanabileceği gibi (beyin tümörü gibi), aynı zamanda herhangi bir yapısal bozukluk olmaksızın yalnızca nörotransmitter madde ve reseptörlerinde meydana gelebilecek değişikliklerden de ileri gelebilmektedir. Birçok nörotransmitter madde arasında Gamma Amino Bütirik Asit (GABA) ve glutamat, nöbetleri başlatan paroksismal depolarizasyon oluşumunda önemli rol oynamaktadırlar. Nöbetlerin tedavisinde bu nörotransmitter maddelerin reseptör agonist ya da antagonistlerinden faydalanılmaktadır. Bu vakaların tedavisinde, hastada oluşabilecek yan etkileri en aza indirerek nöbetlerin ortadan kaldırılması ana hedefi oluşturur. Tedavinin seçimi ise ilacın etkinliği, güvenilirliği ve fiyatına (kronik bir tedavi olduğundan) bağlı olarak değişmektedir. Günümüzde halen nöbetlerin tedavisinde en çok kullanılan farmakolojik ajan bir GABA reseptör agonisti olan Fenobarbital hidroklorürdür . Fenobarbital HCl kronik kullanımda diğer antikonvülzanlara oranla daha düşük yan etki oluşturmasına ragmen, başta karaciğer olmak üzere çeşitli organlarda yan etkilere sebep olabilmektedir. Bununla birlikte kısa etkili olduğundan ve düzenli olarak 12 saatte bir ilaç alımı gerektirdiğinden hasta yakınlarının da yaşam kalitesi olumsuz yönde etkilenmektedir.

Hazırlamış olduğumuz bu derlemede, nöbetlerin kronik tedavisinde güncel tedavi prensiblerini değerlendirerek, hasta ve hasta yakınlarının yaşam kalitesini minimum düzeyde etkileyecek tedavi seçeneklerinin ortaya konulması amaçlanmıştır.

Anahtar Kelimeler: Epilepsi, Nöbet, Köpek, Tedavi

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

294

Current Approaches in Chronic Treatment of Epileptic Seizures in Dogs

Yasemin KAYA a, Alper BAYRAKALa, Alev AKDOĞAN KAYMAZ a

a University of Istanbul, Faculty of Veterinary, Department of Internal Medicine, Avcılar, 34320 Istanbul, Turkey

Epileptic seizures in dogs are the most common symptoms in neurological diseases. The incidence in the average dog population ranges from 2-3%. Seizures improves from abnormal cerebral or thalamic dysfunction. Abnormal neuronal activity that leads to seizures arise from the brain's secondary structural lesions (such as brain tumors), as well as changes that can occur only in neurotransmitter substances and receptors without any structural disturbance at the same time. Among the many neurotransmitter substances, Gamma Aminobutyric Acid (GABA) and glutamate plays an important role in the formation of paroxysmal depolarization which induces seizures. Receptor agonist or antagonists of these neurotransmitters agents are utilized in the treatments of seizures. In the treatment of these cases, reducing the side effects that may occur in the patient are the main target of removing the seizures from the center. The choice of the treatment depends on the drug's (since it's a chronic treatment) effectiveness, safety and price. Phenobarbital hydrochloride which is a GABA receptor agonist is the most commonly used pharmacological agent in treatments of the seizures at the present time. Although phenobarbital HCl has a lower side effect in chronic use than other anticonvulsants, it can cause side effects in various organs, especially the liver. However it effects the patients' owners life quality adversely since it requires regular medication for 12 hours and has a short acting.

In this review we aimed to evaluate the current treatment principles in the chronic treatment of seizures and to present treatment options that would affect the quality of life of patients and their owners to a minimum.

Keywords: Epilepsy, Seizure, Dog, Treatment

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

295

Kedi ve Köpeklerde Antifungal Direnç ve Klinik Önemi

Yasemin Kayaa , Banu Dokuzeylüla , Utku Bakırela, M. Erman Ora

aİstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi,İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye

İmmunsupresif hastalıkların insan ve hayvan popülasyonunda artmasıyla birlikte invasiv fungal hastalıkların sayısında artış gözlenmiştir. Geçtiğimiz yıllarda yeni antifungal ilaçlar lisans almış olsalar da fungal enfeksiyonların insidensinin artmasıyla antifungal ilaçlara karşı oluşan direnç prevalansındaki yükseliş dikkat çekicidir. Fungal etkenlerin patojenitesi yeteri kadar önemsenmediğinden antifungal ajanlara karşı oluşan direnç çalışmaları antibakteriyel direncin gerisinde kalmıştır. Beşeri hekimlikte Candida spp., daha az olarak Aspergillus spp.’de antifungal ilaç direnci büyük önem taşırken veteriner hekimlik pratiğinde konu ile ilgili yeterli çalışma bulunmamaktadır. Kedi ve köpek hekimliğinde rastladığımız dermatomikoz vakalarının tedavisinde çoğunlukla ketokonazol, flukonazol, itrakonazol ve terbinafin kullanılmaktadır. Son yıllarda çeşitli olgularda uygulanan tedavilerden istenilen başarının alınamadığı rapor edilmiştir.

Bu derlemenin amacı antifungal direnç mekanizmalarının invaziv dermatomikoz tanısı konulan hastalardaki tedavi başarısızlığını anlamak ve klinik direnç kavramı hakkında bilgi vermektir.

Anahtar Kelimeler: Antifungal direnç, dermatomikoz, hayvan, insan

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

296

Clinical Importance of Antifungal Resistance in Small Animal Medicine

Yasemin Kayaa , Banu Dokuzeylula , Utku Bakırela, M. Erman Ora

aDepartment of İnternal Medicine, Faculty of Veterinary Medicine,Istanbul University, Avcılar, 34320 Istanbul, Turkey

With the increase of immunosuppressive diseases in human and animal populations, an increase in the number of invasive fungal diseases has been observed. Although new antifungal drugs have been licensed in the past years, the increase in the prevalence of resistance to antifungal drugs with the incidence of fungal infections increase is noteworthy. The antibacterial resistance has been left behind because of the pathogenicity of the fungal agents is not considered as important as their ability to resist antifungal agents. Candida spp. and less the Aspergillus spp. have a important place in human medicine, but there is not enough study it in veterinary medicine. Ketoconazole, fluconazole, itraconazole and terbinafine are mostly used in the treatments of dermatomycosis cases we come across with in cat and dog medicine. During the recent years, it has been reported that the desired success of treatments applied in various cases can not be achieved.

The purpose of this article is to understand the antifungal resistance mechanisms in patients diagnosed with invasive dermatomycosis and to explain the concept of clinical resistance.

Key words: Antifungal resistance, dermatomycosis, animal, human

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

297

Yeni Zelanda Beyaz Tavşanlarinin Deneysel Olarak Pasteurella Multocida İnfekte Edildikten Sonra Kirmizi Kan Hücrelerindeki

Değişim

Yoana Petrovaa, Teodora Georgievaa, Ivan Georgieva, Vladimir Petrovb, Ismet Kalkanovc, Manol Karadaevd, Stoio Stoeve , Fabrizio Cecilianif

Trakia University, Faculty of Veterinary Medicine, aDepartment of Pharmacology, Animal Physiology and Physiological Chemistry

bDepartment of Veterinary Microbiology, Infectous and Parasitic Diseases cDepartment of General and Clinical Pathology

dDepartment of Obstetrics, Reproduction and Reproductive Disorders eSecond year student, Stara Zagora, Bulgaria

fUniversity of Milano, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Veterinary Science and Public Health, Milano, Italy

Çalışmanın amacı deneysel olarak tavşanların P.multocida ile enfekte edildikten sonra kırmızı kan hücrelerindeki değişimi saptamaktır.

Araştırma; 3 yaşında 12 adet dişi New Zealand beyaz tavşanlarında iki gruba ayrılarak yapılmıştır. Bulgar yasalarına uygun olarak, I.grup kontrol amaçlı 6 ve II. grup deneysel olarak 6 hayvandan oluşmaktadır.Test grubundan her hayvan P.multocida suşuyla intradermal olarak infekte edildi. (dansite: 1.5 x 109 cfu/ml., enjeksiyon hacmi: 0.1 ml.) Kan örnekleri P.multocida ile enfeksiyondan sonra Na2EDTA’lı steril tüplere tüm tavşanların V.auricularis caudalis’inden 0. Saatten önce, 6, 24, 48. Saatlerde ve 7, 14, 21, 28. günlerde alındı.28 gün boyunca kırmızı kan hücreleri değerleri gözlemlendi.Kırmızı kan hücresi değeri (1012/l), hemoglobin konsantrasyonu (g/l), hematokrit (%), eritrositlerin hücre hacmi (fl), eritrositlerin hemoglobin konsantrasyonu (pg), parçalı hemoglobin konsantrasyonu (g/l) Exigo EOS Vet, Boule Medical AB, Sweden ile belirlendi.

Deneysel grupta 48.saatte (P<0.05) hemoglobin ve eritrositte belirgin değişiklikler bulundu.Ayrıca 7.gün ve 48.saatte hematokrit (P<0.05) ve parçalı hemoglobin konsantrasyonunda (P<0.01; P<0.001) 0.saate kıyasla önemli değişiklikler gözlendi.

Tavşanlarda P.multocida infeksiyonları kırmızı kan hücreleri indikatörlerinde (eritrosit, hemoglobin, hematokrit, parçalı hemoglobin konsantrasyonu) önemli değişikliklere sebep olmuştur.

Anahtar kelimeler: hematoloji, tavşan, P.multocida

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

298

Changes in Parameters of Red Blood Count in New Zealand White Rabbits After Experimentally Induced Pasteurella Multocida

Infection

Yoana Petrovaa, Teodora Georgievaa, Ivan Georgieva, Vladimir Petrovb, Ismet Kalkanovc, Manol Karadaevd, Stoio Stoeve , Fabrizio Cecilianif

Trakia University, Faculty of Veterinary Medicine, aDepartment of Pharmacology, Animal Physiology and Physiological Chemistry

bDepartment of Veterinary Microbiology, Infectous and Parasitic Diseases cDepartment of General and Clinical Pathology

dDepartment of Obstetrics, Reproduction and Reproductive Disorders eSecond year student, Stara Zagora, Bulgaria

fUniversity of Milano, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Veterinary Science and Public Health, Milano, Italy

The aim of the investigation was to identify the changes of red blood

count in rabbits after experimentally provoked P. multocida infection. The experiments were carried out on 12 three-month-old, female New

Zealand White rabbits divided in 2 groups: Ist – control and IInd- experimental, each consisting of 6 animals, keeping according to the requirements of Bulgarian legislation. Each rabbit from tested group was intradermally infected with P. multocida strain (density: 1.5 x 109 cfu/ml., injection volume: 0.1 ml.). Blood samples were drawn with Na2EDTA sterile tubes from v. auricularis caudalis from all rabbits before (0 hour) and 6, 24, 48 hours and 7,14, 21, 28 days after infection with P. multocida. Parameters of red blood count were observed in dynamics for 28 days. The number of red blood cells (1012/l), hemoglobin concentration (g/l), hematocrit (%), mean cell volume of erythrocytes (fl), mean hemoglobin concentration in erythrocytes (pg), mean concentration of corpuscular hemoglobin (g/l) were determined on the analyzer Exigo EOS Vet, Boule Medical AB, Sweden.

In the experimental group we founded significant differences in erythrocytes and hemoglobin on 48th hour (P<0.05), also in the hematocrit (P<0.05) and mean concentration of corpuscular hemoglobin on 48th hour and 7th day (P<0.01; P<0.001) respectively compared to hour 0, the time before infection. P. multocida infection in rabbits cause significant changes in indicators of red blood count: erythrocytes, hemoglobin, hematocrit and mean concentration of corpuscular hemoglobin.

Key words: hematology, rabbits, P. multocida

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

299

Bazı Kuş Türlerinde Dilin Morfolojik Özellikleri

Zümrüt Maraza, Hasibe Mümünoğlub, Dilruba Aksoya, Kübra Melis Sabuncuolub , Gamze Çetinkayaa , Serkan Erdoğanc*

aNamık Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, 59030 Tekirdağ, Türkiye

bNamık Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, 59030 Tekirdağ Türkiye cNamık Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, 59030 Tekirdağ, Türkiye

*Sorumlu yazar : [email protected]

Orofaringeal boşluktaki organlardan biri olan dil; dil papillaları,

kıkırdak ve kemik iskelet elemanları, kaslar ve tükürük bezleri gibi birbirlerini mekanik olarak etkileyen yapılardan meydana gelmiştir. Bu çalışma bazı kuş türlerinde kuş dilinin morfolojik özelliklerini ortaya koymak için yapılmıştır.

Bu amaçla; şahin, saksağan ve kuzgun dilleri kullanılmıştır. Öncelikle organlar gros diseksiyon metoduyla, daha sonra taramalı elektron mikroskop ile incelenmiştir.

Genel olarak, kuş dilleri oldukça uzun olup, şahinde yuvarlak, diğer türlerde ise sivri bir apex ile sonlanmıştır. Saksağan ve kuzgunda apex lingua oldukça farklı olup, çoklu uzun iğne benzeri çıkıntılarla kaplanmıştır. Tüm dillerde gövde ve kök arasında yerleşim gösteren ve yönleri geriye doğru konikal papillalardan oluşan bir papilla sırası bulunmaktadır ve papilla sayıları tüm türlerde değişiklik göstermektedir. Dillerde tat papillası gözlenmemiştir.

Anatomik olarak bazı benzerliklerin varlığı ve ortak özelikleri saptandı ve farklılıkların ise türlerin yaşadığı çevre ve besin türüne olan morfolojik adaptasyonun bir yansıması olduğu düşünüldü. Anahtar Kelimeler: Morfoloji, dil, kuşlar.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

300

The Morphological Characteristics of the Tongue in Some Avian Species

Zümrüt Maraza , Hasibe Mümünoğlub, Dilruba Aksoya, Kübra Melis Sabuncuoglub , Gamze Çetinkayaa , Serkan Erdoğanc*

aNamık Kemal University, Faculty of Veterinary Medicine, 59030 Tekirdag ,Turkey

bNamık Kemal University, Faculty of Agriculture, 59030 Tekirdag ,Turkey cNamık Kemal University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Anatomy, 59030

Tekirdag , Turkey *Corresponding author: [email protected]

The lingual apparatus, which is one of the oropharyngeal cavity organs,

consists of those elements mechanically affecting each other, such as lingual papillae, cartilaginous and bony skeletal elements, muscles and salivary glands. This study was performed to reveal morphological characteristics of the avian tongue in some bird species.

For that purpose, the tongues of buzzard, magpie and raven were used. Firstly the organs were evaluated by gross dissection and then scanning electron microscopy.

In general anatomy, avian tongues were considerably elongated and was terminated with an oval-shaped apex in buzzard and pointed apex in other species. The lingual apex was quite distinctive in magpie and raven, and multiple long and acicular processes covered the apex. A conical papillary crest, which was pointed backward and located between the lingual body and the radix of the tongue was detected in all samples, but the number of the conical papillae in this crest was different in each species. There were no gustatory papillae on the tongues.

We established the presence of resembles and common similarities in the anatomy, and the diversity was a reflection of a morphological adaptation to feeding type and environment of species. Key words: Morphology, tongue, birds.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

301

Bir Mezbahanenin Ekolojik Açıdan Genel Olarak İncelenmesi

Ezgi Türk, Kadriye Özdemir, Çağla Ulaş, Buket Gürdal, Berika Dilli, M Fatih Arık, Muhammet Bozyiğit, M Berat Bubilik, A Kemal Dönmez, Ahmet Tozlu, Y Burak

Ünver, Ömer Özdil, Ege Kabataş, Hikmet Y Çoğun

Çukurova Üniversitesi, Ceyhan Veteriner Fakültesi, Ceyhan, Adana, Türkiye

Bu çalışmada fakültemizin 1. sınıf öğrencileri, Kayseri ilinde bulunan özel bir et kombinasının üretim ve atık yönetimini, ekolojik olarak çevre, insan ve hayvan sağlığı açısından gözlemlemiş ve izlenimlerini sunmayı amaçlanmıştır.

İncelenen kombina, Kayseri’nin Kocasinan İlçesi Karpuzatan Mevkii’nde olup, günlük yaklaşık 70 büyükbaş ve 150 küçükbaş olmak üzere toplamda 220 hayvan kesimi gerçekleştirilmektedir.

Kesilmek üzere mezbahaya ulaşan hayvanların sağlık kontrolleri veteriner hekimler tarafından Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nca belirlenen ilgili kanun, yönetmelik ve mevzuatlar çerçevesinde gerçekleştirilmektedir. Kombina genelinde hayvan refahına titizlikle dikkat edilmekte ve ciddi bir disiplin uygulanmaktadır.

Ceyhan Veteriner Fakültesi 1. Sınıf öğrencilerinin incelemiş olduğu bu kombinanın ekolojik olarak; çevre, insan ve hayvan sağlığı yönüyle hijyen kurallarına riayet etmekte olduğu görülmüştür. Bu çalışma ile veteriner hekimlik mesleğine ilk adımı atan 1. Sınıf öğrencilerinin bir et kombinasının işleyişi, sürdürülebilirliği, çevre ile uyumu ve kesim sonunda elde edilen yan ürünlerin veteriner halk sağlığı açısından önemini tecrübe yolu ile kavramıştır. Ayrıca, bu izlenimlerini uluslararası bir kongrede aktarmaları sunum deneyimini kazanmaları bakımından önem arz etmektedir.

Anahtar Kelimeler: Atık, Çevre, Hayvan Refahı, Kesimhane.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

302

A General Overview of the Slaughterhouse by Ecologically

Ezgi Türk, Kadriye Özdemir, Çağla Ulaş, Buket Gürdal, Berika Dilli, M Fatih Arık, Muhammet Bozyiğit, M Berat Bubilik, A Kemal Dönmez, Ahmet Tozlu, Y Burak

Ünver, Ömer Özdil, Ege Kabataş, Hikmet Y Çoğun

Cukurova University, Ceyhan Veterinary Faculty, Ceyhan, Adana, Turkey

In this study, it was aimed to present the impressions and observations of production and waste management of a special slaughterhouse in Kayseri province in terms of environment, human and animal health.

The investigated slaughterhouse is located in Karpuzatan place, Kocasinan district of Kayseri City, where a total of 220 animals are slaughtered per day, including about 70 cows and 150 sheep.

The routine health controls of arrived animals to slaughterhouse were done by veterinarians within the framework of the relevant laws, regulations, and legislation determined by the Republic of Turkey Ministry of Food, Agriculture and Livestock. Animal welfare rules were applied seriously and meticulously by the management of the slaughterhouse.

Çukurova University Ceyhan Faculty of Veterinary Medicine first year undergraduate students have been observed that the investigated slaughterhouse environment, human and animal health in accordance with the rules of hygiene. As a result of this study, the undergraduate students who made the first step to the veterinary medicine profession experienced that the understanding of the to function, sustainability, harmony with the environment and the by-products of the slaughterhouse with regard to the veterinary public health. Furthermore, it is also important for them to gain the experience by present their impressions in an international congress.

Key words: Animal Welfare, Environment, Slaughterhouse, Waste.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

303

Atlarda Renkli Görme

Ezgi Esra ÇETİNa, Berika DİLLİa, Sinan KANDIRb, Mehmet ÇELİKc

aÇukurova Üniversitesi, Ceyhan Veteriner Fakültesi,1. Sınıf Öğrencisi,Ceyhan 01920, Adana, Turkey

bÇukurova Üniversitesi, Ceyhan Veteriner Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, 01930 Adana, Türkiye

cÇukurova Üniversitesi, Ceyhan Veteriner Fakültesi, Gıda Hijyeni ve Teknolojisi Anabilim Dalı, 01930 Adana, Türkiye

Göz, hayvanın çevresine karşı görsel uyumunu sağlar. Bazı türlerdeki görsel uyum, koku ve işitme duyularına nazaran daha gelişmiştir. Dolayısıyla, hayvanların gördüğü nesneler ile insanların görmüş oldukları aynı şeyler değildir. Bu da, hayvanların renkli engeller veya hareketli nesneler karşısında insanlardan farklı tepkiler verebileceği anlamına gelir. Atların, tehditkar bir görsel uyarıma karşı vereceği ilk yanıt kaçma davranışıdır ki bu durum tehlike arz edebilir. Bu nedenle, atlarla iletişim halinde olan insanlar, onların görsel yeteneklerini de anlamalıdırlar. İnsanlar ve atlar arasındaki başlıca farklılıklar; pupillanın şekli, retinanın özellikleri, renkli görme yetenekleri ve görsel alanın genişliğidir. Renk algısındaki farklılığa, insanların üç tip, atların ise iki tip spektral koni hücresine (mavi ve yeşile duyarlı) sahip olması sebep olmaktadır. Atların renk spektrumları mavi-yeşil ve sarıdır. Renkli görme ile ilgili yapılan davranışsal çalışmalar; atların maviyi sarıdan ayırabildiğini, ancak mavi-yeşil renk tonlarını aynı parlaklıktaki grinin tonlarından ayıramadığını göstermektedir. Bu nedenle, atlar da diğer ungulatlar gibi dikromatik görüşe sahiptirler. Atlarda renkli görme konusundaki bilgi birikimi, at davranışlarını anlayabilmek amacı ile veteriner hekimler ve yetiştiriciler için önem arz etmekle birlikte, biniciler açısından da atların görsel olarak zor engellerden ve atlama kazalarından korunması için gereklidir.

Anahtar Kelimeler: At, Görme, Göz, Koni Hücreleri

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

304

Color Vision in Horses

Ezgi Esra ÇETİNa, Berika DİLLİa, Sinan KANDIRb, Mehmet ÇELİKc

aCukurova University, Ceyhan Veterinary Faculty, 1st Year Student, Ceyhan 01930, Adana, Turkey

bCukurova University, Ceyhan Faculty of Veterinary Medicine, Department of Physiology, 01930 Adana, Türkiye

cCukurova University, Ceyhan Veterinary Faculty, Department of Food Hygiene and Technology, 01930, Adana, Türkiye

The eye provides for an animals’ capability to visually explore its environment. In some species vision is more advanced than in others which primarily rely on senses such a smell or hearing. What an animal sees, therefore, is not the same as what man sees. This implies that animals may respond differently to colored obstacles or moving subjects than man. In horse, the first response to a threatening visual impression is flight, which may result in dangerous situations. Thus, understanding the visual abilities of horses is necessary for people dealing with them. The major differences between man and horse are the shape of the pupil, the properties of the retina, color vision capabilities and the extent of the visual field. The difference in the perception of colors is caused by the presence of three spectral types of cone in man and two spectral types of cone in horse, blue and green sensitive. The color spectrum of horses runs from blue to green and yellow. Behavioral color vision tests suggest that horses can discern blue from yellow but are not able to discriminate a blue-green color hue from a grey stimulus of the same brightness. Therefore, horses are dichromatic, as are other ungulates. Knowledge about color vision in horses is important to understand horse behavior and therefore is useful for veterinarians and horse breeders. It is also helpful for riders who design jumps and who need to protect horses from hazards provided by visually difficult obstacles.

Keywords: Cone Cells, Equine, Eye, Vision

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

305

Atlarda Kablosuz EKG Kaydında Güncel Gelişmeler

Sinan KANDIRa, Osman GÜNGÖRb, Rene van den HOVENb

a Çukurova Üniversitesi, Ceyhan Veteriner Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, 01930 Adana, Türkiye

b Viyana Veteriner Üniversitesi, At Hastanesi,İç Hastalıklar Bölümü, Küçük Hayvan ve At Anabilim Dalı, 1210 Viyana, Avusturya

Elektrokardiyografi (EKG) 1903' ten beri bilinen ve kardiyoloji alanında hâlâ kullanılan en hızlı, en güvenli ve en ucuz teşhis yöntemidir. Günümüzdeki dijital teknikler ile EKG kayıtları kesin olarak analiz edilebilmektedir. Ayrıca modern teknoloji, vericiler aracılığı ile işlenen ve kablosuz olarak uzaktaki alıcılara gönderilen EKG sinyalleri vasıtasıyla yüksek kalitede telemetrik EKG kayıt imkânı da sağlamaktadır. Böylece, fiziksel aktivite etkisiyle zaman içinde değişen EKG parametrelerini izlemekte kolaylaşmaktadır. Bu cihazların kapasiteleri ve teknik operasyon yetenekleri hâlâ geliştirilirken, boyutları da küçültülmeye çalışılmaktadır. Genel olarak, biyotelemetri cihazları kalp atım hızını (KAH) örneklemektedir, ilave özellik olaraksa solunum hızını algılayabilen ve kalp atım değişkenliğini (KAD) hesaplayabilen cihazlar da bulunmaktadır. Göz önünde bulundurulması gereken önemli teknik özellikler; mikroişlemcilerinin hızı ve yazılım algoritmalarıdır.

At hekimliğindeki uygulamalara örnek olarak, atlarda yaygın görülen kardiyak aritmilerin izlenmesi verilebilir. Atlarda kardiyak aritmilerin meydana gelme sıklığı ve tipleri, fizyolojik ya da patolojik nöro-hormonal mekanizmalar tarafından etkilenmektedir. Yarış atlarında düşük performans sendromu yaygın bir sorundur. Paroksismal egzersizle ilişkili kardiyak disritmiler de bu sorunun sebebi olabilir. Ayrıca, egzersiz sonrası izlenen KAH değerleri, KAD’nin analizine imkan tanıyarak yarış atlarının rejenerasyon dönemlerine dair bilgi de sağlar. Egzersiz yoğunluğu, maksimum KAH ile ilişkilendirilerek egzersiz programları için yol gösterici olabilir. Anahtar Kelimeler: At, Elektrofizyoloji, Kalp, Kardiyovasküler Sistem

Bu çalışma Çukurova Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri (BAP) tarafından desteklenmiştir. Proje No: 8089.

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

306

Current Developments in Wireless ECG Recording in Horses

Sinan KANDIRa, Osman GÜNGÖRb, Rene van den HOVENb

a Cukurova University, Ceyhan Faculty of Veterinary Medicine, Department of Physiology, 01930 Adana, Türkiye

b University of Veterinary Medicine Vienna, Equine Hospital, Section Internal Medicine, Department for Small Animals and Horses, 1210 Vienna, Austria

Electrocardiography (ECG) is known since 1903 and is still the most rapid, safest and cheapest diagnostic tools in cardiology. Digital techniques nowadays precisely analyze ECG recordings. Furthermore, modern technology enabled high quality ECG telemetry, whereby ECG signals are processed by transmitters and sent wireless to distant receivers. Herewith it is easy to monitor the effect of physical activities over time on the ECG parameters. Devices are still being improved in their capacity, decreased size and technical operation. In general biotelemetry devices sample heart rate (HR), some pick up respiratory rate and some calculate heart rate variability (HRV) as extra option. Important technical considerations are the speed of the microprocessors and the software algorithms.

Examples of application in equine medicine are the monitoring of cardiac arrhythmias, which are common in horses. Their occurrence, frequency and types are affected by physiological and pathological neuro-hormonal mechanisms. Poor performance syndrome is a common problem in race horses. It may be caused by paroxysmal exercise associated cardiac dysrhythmias. Furthermore, monitoring HR after training enables HRV analysis and provides information on regeneration of the equine athlete. Exercise intensity can be related to maximum HR and could serve as training guidelines.

Keywords: Cardiovascular System, Electrophysiology, Equine, Heart

This study was supported by Cukurova University Scientific Research Projects (BAP), Project No: 8089.

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

307

İzole Sıçan Kalbinde İskemi/Reperfüzyon Hasarında Angiotensin Tip I ve Angiotensin Tip II Reseptör Blokajının Rolü

Aysu Kılıça, Savaş Üstünovab, Cansu Ustac, Huri Bulutd, Mehmet Üyüklüb, Cihan Demirci-Tansele, İsmail Meralb, Elif İlkay Armutakf, Ebru Gürel-Gürevine

aİstanbul Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 34303, İstanbul bBezmialem Vakıf Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, 34093, İstanbul

cİstanbul Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 34134, İstanbul

dBezmialem Vakıf Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, 34093, İstanbul eİstanbul Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü, 34134, İstanbul

fİstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, 34320, İstanbul

Çalışmamızda, angiotensin tip I reseptör blokeri Losartan, angiotensin tip II reseptör blokeri PD123319’un tek başlarına ve birlikte uygulanmasının izole perfüze sıçan kalbinde iskemi/reperfüzyon (IR) hasarındaki etkilerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.

Çalışmada; yetişkin, 250-300 gram 40 adet erkek Wistar albino sıçan kullanılmıştır. Hayvanlar 5 gruba ayrılarak, kontrol ve IR gruplarının yanında Losartan (20 mg/kg), PD123319 (20 mg/kg) ve Losartan+PD123319’un birlikte uygulandığı IR grupları oluşturulmuştur. Hayvanların kalpleri, Langendorff izole kalp sistemine in situ kanülasyon yöntemi ile asılmış ve kardiyodinamik parametreler deney boyunca kaydedilmiştir. Ayrıca, deney sonunda kalpler biyokimyasal analizler için alınmış ve elde edilen veriler istatistiksel olarak değerlendirilmiştir.

İzole edilen sıçan kalplerinde, IR’den kaynaklanan hasarlar deney boyunca düzelmezken, Losartan ve PD123319’un ayrı ayrı ve birlikte uygulanması ile kardiyodinamik parametrelerde kısmi bir geri dönüş gözlenmiş, geri dönüşün PD123319 grubunda daha belirgin olduğu tespit edilmiştir. Kreatin kinaz-MB, miyeloperoksidaz, malondialdehit, laktat dehidrogenaz, angiotensin II ve renin düzeylerinin, IR uygulaması ile arttığı, her iki antagonistin uygulanmasıyla azaldığı belirlenmiştir. Bütün bu parametreler üzerinde, sadece PD123319 uygulaması yapılan IR grubunun etkisinin daha fazla olduğu tespit edilmiştir.

Sonuç olarak, IR hasarının miyokardiyal fonksiyon bozukluğuna neden olduğu, Losartan ve PD123319 uygulamasının bu hasara karşı kalbi koruyucu rollerinin olduğu, ancak PD123319’un kısmen daha etkili olduğu belirlenmiştir. Anahtar kelimeler: İskemi/reperfüzyon, Angiotensin Tip I ve Tip II, Losartan, PD123319, İzole kalp

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

308

Role of Angiotensin Type I and Type II Receptor Blockade in Ischemia/Reperfusion Injury of Isolated Rat Heart

Aysu Kilica, Savas Ustunovab, Cansu Ustac, Huri Bulutd, Mehmet Uyuklub, Cihan Demirci-Tansele, Ismail Meralb, Elif Ilkay Armutakf, Ebru Gurel-Gurevine

aIstanbul University, Institute of Health Science, 34303, Istanbul bBezmialem Vakif University, Faculty of Medicine, Department of Physiology, 34093, Istanbul

cIstanbul University, Institute of Graduate Studies in Science and Engineering, 34134, Istanbul

dBezmialem Vakif University, Faculty of Medicine, Department of Medical Biochemistry, 34093, Istanbul

eIstanbul University, Faculty of Science, Department of Biology, 34134, Istanbul fIstanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Histology and Embryology,

34320, Istanbul

Our study aimed to determine the effects of angiotensin type I receptor blocker Losartan and angiotensin type II receptor blocker PD123319IR in ischemia/reperfusion (IR) injury in isolated perfused rat hearts when they are applied alone and together.

In this study, 40 male Wistar albino rats, weighing between 250-300 g, were used as experimental animals. The animals were divided into 5 groups as control, IR, and IR groups in which Losartan (20 mg/kg), PD123319 (20 mg/kg) and Losartan+PD123319 were administered. The hearts were attached to Langendorff isolated heart system by employing in situ cannulation method, and cardiodynamic parameters were recorded during the experiment. Besides, at the end of experiment hearts were retained for biochemical analysis, and all data were statistically evaluated.

While IR injury was not recovered during the experiment in isolated rat hearts, a partial recovery of cardiodynamic parameters was observed in Losartan, PD123319 and Losartan+PD123319 groups, recovery being more pronounced in PD123319 group. Levels of creatine kinase-MB, myeloperoxidase, malondialdehyde, lactate dehydrogenase, angiotensin II and renin were increased with IR application, and decreased with treatment of both antagonists. Effects on all of these parameters were much more remarkable in PD123319 group.

As a result, it was determined that IR injury caused myocardial dysfunction, and treatment of Losartan and PD123319 played a cardioprotective role against that injury, PD123319 being more efficient in this protection.

Key words: İschemia/reperfusion, Angiotensin Type I and Type II, Losartan, PD123319, Isolated heart

19. Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Bilimsel Araştırma Kongresi

309

NOTLAR

19. International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

310

NOTLAR