- Örmeci, Ozan (2014), “Temel Hak ve Hürriyetlerin Gelişimi ve Korunması”, Uluslararası...

15
14 8 2014 Uluslararası Politika Akademisi – (UPA) – TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN GELİŞİMİ VE KORUNMASI http://politikaakademisi.org/temel-hak-ve-hurriyetlerin-gelisimi-ve-korunmasi/ 1/15 TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN GELİŞİMİ VE KORUNMASI UPA-ADMİN 08 AĞUSTOS 2014 122 OKUNMA 0 Temel Hak ve Hürriyetler Kavramı: Temel hak ve hürriyetler alanında “hürriyet (özgürlük)”, “hak”, “insan hakları”, “kamu hürriyetleri”, “kişi hakları”, “vatandaş hakları”, “temel haklar”, “anayasal haklar” gibi değişik terimler kullanılmaktadır. Çoğunlukla bunlar eş anlamda kullanılan kavramlardır. Ancak bununla birlikte bunlar arasında birtakım farklılıklar vardır. İnsanın toplum içinde yaşaması öncelikle diğer insanlarla olan ilişkilerinde davranışlarının sınırlanmasını gerektirmektedir. Buna karşın insan diğerlerinin müdahale edemeyeceği bir yaşam alanına sahip olmak da ister. Bireylerarası ve birey-devlet ilişkisinde karşılıklı haklar ve yükümlülüklerin belirlenmesi, temel hak ve hürriyetlerin şekillenmesini sağlamıştır. Tarihsel Süreç: İnsan hakları ve temel özgürlüklerin kaynağı olarak, genellikle Batı düşüncesi gösterilmektedir. Batı dünyasının Keşifler Çağı, merkantilist dönem, Sanayi Devrimi, kolonicilik ve emperyalizm süreçleriyle ilerleyen sermaye birikimi ve ekonomik gelişimine paralel olarak, bu ülkelerde farklı sosyal sınıflar oluşmuş ve bu sınıfsal mücadelelerden Avrupa’da demokrasi ve insan hakları kavramı ortaya çıkmıştır. Aydınlanma süreci ile Batı dünyası bu kavramların ideolojik-entelektüel altyapısını da oluşturmayı başarmıştır. Başlarda (belki de hala) Batı dünyası bu hakları yalnızca kendi vatandaşları -hatta vatandaşlarının bir bölümü için geçerli kılarken (sınırlı oy)-, sonrasında tüm vatandaşlarına (genel oy) ve dünya halklarına (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) bu hakları tanıdığını ilan etmiştir. Temel hak ve hürriyetler ve insan hakları kavramlarına yalnızca Batı medeniyetinde değil, başka ülkelerin düşünce tarihinde de rastlamaktayız. Örneğin M.Ö. 9. yüzyılda Çin hukuk ve siyaset felsefesinin önemli akımlarından biri Konfüçyüsçülük’tür. Konfüçyüs ahlakiyatçılığı; reformist ve eğitsel temellere dayalı adil ve hak gözetir bir kamu gücü oluşturulmasını öngörür. Budist Hint düşüncesinde de insanlığın 10 hak, özgürlük ve sorumluluğundan söz edilmektedir. Bunlardan 5 tanesi sosyal içerikte ve özgürlüklerin korunmasına ilişkindir. Bu özgürlükler; güç kullanmama, yoksulluğa karşı korunma, angaryaya karşı korunma, insan onur ve namusunun korunması, erken ölüm ve hastalıklara karşı mücadele sorumluluğudur. Diğer 5 özgürlük ise; hoşgörü, bilgi edinme özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, vicdan özgürlüğü ve toplumsal yaşam hakkı şeklindeki bireysel temel hak ve özgürlüklerdir. Doğrudan demokrasinin uygulandığı İlk Çağ Yunan şehir devletlerinde de (polis) insanların doğal, terk edilemez, devredilemez haklara sahip oldukları kabul edilmekteydi. Ne var ki köleler, kadınlar ve yabancılar bu haklara sahip değillerdi. Bu noktada İslamiyet’in insan hakları öğretisi yok mudur şeklinde bir soru akla gelebilir. Elbette ki teorik olarak İslamiyet, Müslümanların ve Müslüman olmayanların haklarını düzenlemiştir. Ancak Osmanlı İmparatorluğu uygulamasında insan hakları teorisine uyulduğu pek söylenemez. Türk Devlet geleneğinde adil davranma yükümlülüğünden söz edilmektedir. Ancak adil davranma hükümdarın basiretine bırakılmış görünmektedir. İktidarı bağlayıcı ciddi kurum ve kurallardan söz edilmemektedir. Bu durum ülkemizdeki anayasacılık hareketlerinin önemini ve değerini kendiliğinden ortaya çıkarmaktadır. Search here.. 799 Followers 3463 Likes 12 Subscribers 1576 Yazılar 51 Comments Ozan ÖRMECİ Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız. Deniz TANSİ Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız. Levent YILMAZ Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız. Barış METİN Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız. Hakan Mehmet KİRİŞ Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız. Göktürk TÜYSÜZOĞLU Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız. Tarkan DENİZ Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız. Kader SEVİNÇ Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız. 14 8 2014 10:54:57 BİZİ TAKİP EDİN Arşivler KÖŞE YAZARLARIMIZ < 2014 > Oca Şub Mar Nis May Haz Tem Ağu Eyl Eki Kas Ara Ana Sayfa AFRİKA AMERİKA ASYA AVRUPA BALKANLAR KAFKASYA OKYANUSYA ORTADOĞU TÜRK DIŞ POLİTİKASI DİĞERLERİ HABERLER RÖPORTAJLAR ETKİNLİKLER VIDEO ARŞİV TEM SİLCİLİKLER BASINDA BİZ HAKKIMIZDA LİNKLER İLETİŞİM

Transcript of - Örmeci, Ozan (2014), “Temel Hak ve Hürriyetlerin Gelişimi ve Korunması”, Uluslararası...

14 8 2014 Uluslararası Politika Akademisi – (UPA) – TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN GELİŞİMİ VE KORUNMASI

http://politikaakademisi.org/temel-hak-ve-hurriyetlerin-gelisimi-ve-korunmasi/ 1/15

TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN GELİŞİMİ VE KORUNMASIUPA-ADMİN 08 AĞUSTOS 2014 122 OKUNMA 0

Temel Hak ve Hürriyetler Kavramı:

Temel hak ve hürriyetler alanında “hürriyet (özgürlük)”, “hak”, “insan hakları”, “kamu hürriyetleri”, “kişi

hakları”, “vatandaş hakları”, “temel haklar”, “anayasal haklar” gibi değişik terimler kullanılmaktadır.

Çoğunlukla bunlar eş anlamda kullanılan kavramlardır. Ancak bununla birlikte bunlar arasında birtakım

farklılıklar vardır. İnsanın toplum içinde yaşaması öncelikle diğer insanlarla olan ilişkilerinde davranışlarının

sınırlanmasını gerektirmektedir. Buna karşın insan diğerlerinin müdahale edemeyeceği bir yaşam alanına

sahip olmak da ister. Bireylerarası ve birey-devlet ilişkisinde karşılıklı haklar ve yükümlülüklerin belirlenmesi,

temel hak ve hürriyetlerin şekillenmesini sağlamıştır.

Tarihsel Süreç:

İnsan hakları ve temel özgürlüklerin kaynağı olarak, genellikle Batı düşüncesi gösterilmektedir. Batı

dünyasının Keşifler Çağı, merkantilist dönem, Sanayi Devrimi, kolonicilik ve emperyalizm süreçleriyle

ilerleyen sermaye birikimi ve ekonomik gelişimine paralel olarak, bu ülkelerde farklı sosyal sınıflar oluşmuş

ve bu sınıfsal mücadelelerden Avrupa’da demokrasi ve insan hakları kavramı ortaya çıkmıştır. Aydınlanma

süreci ile Batı dünyası bu kavramların ideolojik-entelektüel altyapısını da oluşturmayı başarmıştır. Başlarda

(belki de hala) Batı dünyası bu hakları yalnızca kendi vatandaşları -hatta vatandaşlarının bir bölümü için

geçerli kılarken (sınırlı oy)-, sonrasında tüm vatandaşlarına (genel oy) ve dünya halklarına (Avrupa İnsan

Hakları Sözleşmesi) bu hakları tanıdığını ilan etmiştir.

Temel hak ve hürriyetler ve insan hakları kavramlarına yalnızca Batı medeniyetinde değil, başka ülkelerin

düşünce tarihinde de rastlamaktayız. Örneğin M.Ö. 9. yüzyılda Çin hukuk ve siyaset felsefesinin önemli

akımlarından biri Konfüçyüsçülük’tür. Konfüçyüs ahlakiyatçılığı; reformist ve eğitsel temellere dayalı adil ve

hak gözetir bir kamu gücü oluşturulmasını öngörür. Budist Hint düşüncesinde de insanlığın 10 hak,

özgürlük ve sorumluluğundan söz edilmektedir. Bunlardan 5 tanesi sosyal içerikte ve özgürlüklerin

korunmasına ilişkindir. Bu özgürlükler; güç kullanmama, yoksulluğa karşı korunma, angaryaya karşı

korunma, insan onur ve namusunun korunması, erken ölüm ve hastalıklara karşı mücadele sorumluluğudur.

Diğer 5 özgürlük ise; hoşgörü, bilgi edinme özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, vicdan özgürlüğü ve toplumsal

yaşam hakkı şeklindeki bireysel temel hak ve özgürlüklerdir.

Doğrudan demokrasinin uygulandığı İlk Çağ Yunan şehir devletlerinde de (polis) insanların doğal, terk

edilemez, devredilemez haklara sahip oldukları kabul edilmekteydi. Ne var ki köleler, kadınlar ve yabancılar

bu haklara sahip değillerdi. Bu noktada İslamiyet’in insan hakları öğretisi yok mudur şeklinde bir soru akla

gelebilir. Elbette ki teorik olarak İslamiyet, Müslümanların ve Müslüman olmayanların haklarını

düzenlemiştir. Ancak Osmanlı İmparatorluğu uygulamasında insan hakları teorisine uyulduğu pek

söylenemez. Türk Devlet geleneğinde adil davranma yükümlülüğünden söz edilmektedir. Ancak adil

davranma hükümdarın basiretine bırakılmış görünmektedir. İktidarı bağlayıcı ciddi kurum ve kurallardan söz

edilmemektedir. Bu durum ülkemizdeki anayasacılık hareketlerinin önemini ve değerini kendiliğinden ortaya

çıkarmaktadır.

Search here..

799Followers

3463Likes

12Subscribers

1576Yazılar

51Comments

Ozan ÖRMECİ

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Deniz TANSİ

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Levent YILMAZ

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Barış METİN

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Hakan Mehmet KİRİŞ

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Göktürk TÜYSÜZOĞLU

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Tarkan DENİZ

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Kader SEVİNÇ

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

14 8 2014 10:54:57

BİZİ TAKİP EDİN

Arşivler

KÖŞE YAZARLARIMIZ

< 2014 ▼ >

Oca Şub Mar Nis

May Haz Tem Ağu

Eyl Eki Kas Ara

Ana Sayfa AFRİKA AMERİKA ASYA AVRUPA BALKANLAR KAFKASYA OKYANUSYA ORTADOĞU TÜRK DIŞ POLİTİKASI DİĞERLERİ

HABERLER RÖPORTAJLAR ETKİNLİKLER VIDEO ARŞİV TEMSİLCİLİKLER BASINDA BİZ HAKKIMIZDA LİNKLER İLETİŞİM

14 8 2014 Uluslararası Politika Akademisi – (UPA) – TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN GELİŞİMİ VE KORUNMASI

http://politikaakademisi.org/temel-hak-ve-hurriyetlerin-gelisimi-ve-korunmasi/ 2/15

Temel hak ve hürriyetlerin sadece düşünürler tarafından ileri sürülmesi açıktır ki bir sonuç doğurmayacaktır.

Önemli olan bu düşüncelerin kamusal yaşama yansımasıdır. Kamusal yaşama yansıma ise hukuki

düzenlemelerle olmaktadır. Bu konuda sözü edilmesi gereken ilk belge; doğrudan insan haklarıyla ilgili

olmasa da Kralın yetkilerini sınırlayan ilk belge niteliğini taşıyan Magna Carta’dır. 1215 yılında İngiliz feodal

beyleri (baronlar) ile Kral John arasında imzalanmış ve feodal beyleri Kral’a karşı koruyan bir düzenlemedir.

Yine İngiltere’de 1679 yılında yürürlüğe giren Habeas Corpus Act ile kişi güvenliği sağlanmış, yargıç kararı

olmadan tutuklanma engellenmiştir. İngiltere’de kabul edilen 1689 tarihli Bill Of Rights (haklar bildirisi) da

Kral-Parlamento ilişkilerini düzenlemektedir. İnsan hakları ve özgürlükleri konusunda en ayrıntılı bütünlük

içeren ve çağdaş gelişmeleri etkileyen hukuki metin ise 1776 tarihli Virginia Bildirisi’dir. Bu bildiri; insanların

doğuştan eşit ve özgür olduklarını ve insanın kişiliğine bağlı dokunulamaz, vazgeçilemez, devredilemez

hakları olduğunu vurgulamıştır. Ancak Amerika’da kabul edilen bu bildiri bu ülkede insanların ırk ayırımına

tabi tutulmasına ve köleliğe engel olamamıştır. 1789 Fransız Devrimi sonrası ilan edilen Fransız İnsan ve

Yurttaş Hakları Bildirgesi ise, temel hak ve hürriyetlerin evrensel bir değer sistemi haline dönüşmesinde

önemli bir aşamadır. Ayrıca 20. yüzyılda insan hakları uluslararası düzeyde de koruma altına alınmıştır.

Birleşmiş Milletler’in yayınladığı 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile 1950 tarihli Avrupa İnsan

Hakları Sözleşmesi, devletlerin temel hak ve hürriyetleri ihlal etmesine karşı koruyucu mekanizmalar

öngörmüşlerdir.

Temel Hak ve Hürriyetlerin İçeriği:

A-) Hürriyet:

Doktrinde “hürriyet (özgürlük, liberty, liberté)” çok değişik şekillerde tanımlanmış ve anlaşılmış bir kavramdır.

Hürriyet, “bir şeyi yapma veya yapmama, belli bir şekilde davranıp davranmama erki”olarak tanımlanabilir.

Daha kısa bir ifadeyle hürriyet,“serbest hareket etme gücü”dür. Bu tanımda dikkati çekmesi gereken nokta,

hürriyetin insan fiilinin bir niteliğiolarak kullanıldığıdır. Dolayısıyla hürriyetten “serbest insan fiili” anlaşılabilir.

Seyahat hürriyeti, yerleşme hürriyeti, haberleşme hürriyeti, düşünce hürriyeti, basın hürriyeti gibi çeşitli

hürriyetlerden bahsedilmektedir. Bu hürriyetlerin içeriği aslında bir “insan fiili”nden ibarettir. Örneğin seyahat

hürriyeti gelip gitme, yerleşme hürriyeti bir yerde devamlı olarak oturma, haberleşme hürriyeti mektup

gönderme, telefonla konuşma vb., basın hürriyeti gazete çıkarma ve yayın yapma vb. fiillerden oluşmaktadır.

Bu hürriyetleri anayasada tanıyarak anayasa koyucu, insanların o konuda “serbest hareket etme güçleri”nin

olduğunu kabul etmiş olmaktadır.

B-) Hak:

“Hak (right, droit)”, hürriyetin somutlaştırılmış biçimidir. Hak, hürriyetin somutta gerçekleştirilmesinin

aracıdır. Örneğin “hak arama hürriyeti”, “dava hakkı” ile gerçekleşir. Hak, bir hürriyetin sağlanması için

kişiye anayasa ve kanunlar ile tanınmış yetkilerdir. Eğer bir kişinin, bir konuda hakkı var ise, devletten veya

diğer kişilerden onun yerine getirilmesini “isteme yetkisi”ne sahiptir demektir. Hukukun genel teorisinde hak

kavramı çok değişik şekillerde tanımlanmakta ise de, bu tanımlardan en eskisi ve yaygınına göre hak,

kişilere hukuk düzeni tarafından verilen bir irade kudreti, bir isteme yetkisidir. Bu tanım anayasa hukuku

alanına da uygulanabilir. Anayasa hukuku alanında hak, kişiye anayasa tarafından verilmiş bir irade kudreti,

bir isteme yetkisidir. Özetleyecek olursak; bir hakkın varlığından anlamlı olarak bahsedebilmek için şu

unsurların bulunması gerekir:

a-) Yetki: Hakkın özü bir şeyi yapabilme yetkisidir. Bu, onun aynı zamanda zorunluluk değil bir izin niteliği

gösterdiği anlamını da taşır. Başka bir anlatımla, hak sahibi hakkın konusundan yararlanıp yararlanmamak

bakımından bir takdir yetkisine sahiptir. Kişi hakkını kullanmaya zorlanamaz.

b-) Talep: Her hak sahibine olumlu ya da olumsuz bir talepte bulunma yetkisi verir. Genellikle “özgürlük

hakkı” negatif taleplerin, “talep hakkı” ise hem olumlu, hem de olumsuz taleplerin dayanağı olabilir. Başka

bir ifade ile bir hak başkalarına ya sırf bir kaçınma yükümlülüğü yükler, ya da kaçınmaya ek olarak bir edim

yükümlülüğü yükler.

c-) Tanınma, Saygı Gösterilme: Bir hak iddiası, hakkın konusundan yararlanma yetkisinin genel ve özel

olarak tanınmasını, ona saygı gösterilmesini iddia etmek demektir. Hukuki haklar söz konusu olduğunda,

bu özellik “zorla yerine getirme” ile takviye edilir. Hak sahibi, hakkını tanımayan veya ihlal edenlere karşı

yasal yollara başvurarak hakkın konusundan yararlanmasını fiilen sağlatabilir. Sırf bir ahlaki hak durumunda

ise, hakkı ihlal edilen kişinin buna karşı koyabilmesi ahlaki iddiayla sınırlıdır.

Hak kavramını başlıca dört anlamında söz edilebilir:

1. Ahlaksal anlam: Belli eylem ve faaliyetleri başkasına zarar vermeden gerçekleştirme hakkı.

2. Siyasal anlam: Vatandaşlık, parti kurma, seçme ve seçilme v.b. haklar.

3. Hukuksal anlam: Başkalarını suçlama, başkaları karşısında korunma, yasalar önünde eşit muamele

görme v.b. haklar.

4. Ekonomik anlam: İş ve meslek sahibi olma, işsiz kalmama, mülk edinebilme gibi haklar.

Armand SAĞ

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Gizem ARAZ

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Aslan Yavuz ŞİR

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Oytun MEÇİK

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Furkan KAYA

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Sina KISACIK

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Yüksel KAMACI

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Köken GÜNEŞ

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Burcu KANBAL

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Özcan ÖĞÜT

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Leslie ESBROOK

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Brett MARLER

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Tuna Emre KÖKLÜ

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Ahmet Erdi ÖZTÜRK

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Barış TINAY

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Ahmet CEYLAN

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

İsa USLU

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Kıvanç SAĞIR

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

14 8 2014 Uluslararası Politika Akademisi – (UPA) – TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN GELİŞİMİ VE KORUNMASI

http://politikaakademisi.org/temel-hak-ve-hurriyetlerin-gelisimi-ve-korunmasi/ 3/15

“Hürriyet” – “Hak” Ayrımı – “Hürriyet” ve “hak” kavramları bu şekilde tanımlanırsa aralarında şu farklar ortaya

çıkmaktadır:

(1) Hürriyet soyut, hak somuttur. Hak hürriyetin uygulanması aşamasında ortaya çıkar.

(2) Haklar mahkeme önünde ileri sürülebilir.

(3) Hürriyetlerin gerçekleşmesi için başkalarının veya devletin bir şey yapmaması gerekir. Hürriyet, kişinin

kendi fiili ile gerçekleşir. Hakkın gerçekleşmesi için ise, diğer kişilerin veya devletin hak sahibi kişi lehine

birtakım edimlerde bulunması gerekir. Hakkı gerçekleştiren fiil, hak sahibinin değil, başka kişilerin veya

devletin fiilidir.

C-) İnsan Hakları:

İnsan Hakları (Human Rights, Droits de l’homme)”- Bu alandaki en kapsamlı kavramdır. “İnsan hakları”; ırk,

din, dil ayrımı gözetmeksizin tüm insanların yararlanabileceği haklardır. Bu haklardan yararlanmak

bakımından vatandaş ve yabancı arasında fark yoktur. Diğer yandan “insan hakları” terimi bir ideali içerir. Bu

terimi kullananlar, bu alanda olanı değil, “olması gerekeni” dile getirirler. “İnsan hakları” terimini daha çok

tabii hukuk anlayışına mensup yazarlar kullanmaktadır.

D-) Vatandaş Hakları:

Bu terim (Citizenship Rights), Anayasa ve kanunlar tarafından tanınmış ve düzenlenmiş hak ve

hürriyetlerden sadece “vatandaşların” kullanabileceği hak ve hürriyetleri ifade eder. Bu hakları yabancılar

değil, sadece o ülkenin vatandaşları kullanabilir. Örneğin seçme ve seçilme hakkı, kamu hizmetine girme

hakkı gibi siyasal haklar birer “vatandaş hakları” niteliğindedir.

E-) Kamu Hürriyetleri:

“Kamu hürriyetleri, insan haklarının devlet tarafından tanınmış ve pozitif hukuka girmiş olan bölümünü ifade

eder”. Diğer bir ifadeyle kamu hürriyetleri (Libertés publiques), anayasa ve kanunlar tarafından düzenlenmiş,

sınırları belirlenmiş ve böylece kişilerin onları pratik olarak kullanmalarına imkân tanınmıştır.

F-) Kişi Hak ve Hürriyetleri (Ferdi Hürriyetler):

Bu terim (Libertés individuelles), 18. yüzyılın ferdiyetçi doktrininin ürünü olan “klasik hakları” anlatmak için

kullanılmaktadır. Örneğin kişi dokunulmazlığı, zorla çalıştırma yasağı, özel hayatın gizliliği, konut

dokunulmazlığı gibi temel hak ve hürriyetler, “kişi hakkı ve hürriyeti” veya “ferdi hak ve hürriyetler”

niteliğindedir.

G-) Anayasal Haklar:

Temel hak ve hürriyetler yerine “anayasal haklar (droits constitutionnels)” teriminin kullanıldığı da olur.

Anayasal hakları, anayasa tarafından tanınmış ve güvence altına alınmış haklar olarak tanımlayabiliriz.

Hangi hak ve hürriyetin “anayasal” bir hak ve hürriyet olduğu tartışmasız bir şekilde bellidir. Anayasada

düzenlenmiş olan temel hak ve hürriyetler, anayasal hak ve hürriyetlerdir.

Temel Hak ve Hürriyet Anlayışları:

1. Tabii (Doğal) Hak Anlayışı: Tabii hak doktrinine göre, insan, sırf insan olmaktan dolayı, doğuştan bazı

hak ve hürriyetlere sahiptir. İnsanın sahip olduğu haklar, devletten önce gelir; bu haklar insana devlet

tarafından verilmemiştir; dolayısıyla bu hak ve hürriyetlere devlet dokunamaz. Tabii hak doktrinini savunan

yazarlara göre, devletin kurulmasından önce insanlar “tabiat hali” denen bir dönemde yaşıyorlardı. Bu

dönemde tam ve mutlak bir özgürlüğe sahiptiler. İnsanlar sonradan aralarında “sosyal sözleşme” yaparak

siyasal topluma geçtiler ve devleti kurdular. Bunu yaparken doğal yaşamda sahip oldukları özgürlüklerden

bir kısmını devlete devrettiler. Ancak hepsini, özellikle de en önemlilerini devlete devretmediler; kendi

yanlarında muhafaza ettiler. Bundan çıkan sonuç şudur: İnsanlar, devletten önce birtakım tabii haklara

sahiptirler. O hâlde devlet kendi tarafından verilmemiş olan, kendisinden önce mevcut olan tabii haklara

saygı göstermek zorundadır.

2. Pozitivist Hak Anlayışı: Pozitivist anlayışa göre, hukukun tanımadığı ve korumadığı bir temel hak ve

hürriyetin bireylere sağlayabileceği herhangi bir güvence yoktur. Temel hak ve hürriyetlerin sözde

kalmaması, gerçekten bireylere birtakım güvenceler sağlayabilmesi için hukuk kuralları tarafından tanınması

ve müeyyideye bağlanması gerekir. Dolayısıyla, bir insan fiiline serbestlik tanıyarak onu temel hak ve

hürriyet haline getiren şey, hukuk kurallarından başka bir şey değildir. O halde temel hak ve hürriyetler

hukuk kuralları tarafından yaratılmışlardır. Hukuk kuralları ise devlet tarafından konulmuştur. Dolayısıyla

temel hak ve hürriyetlerin de, hukukun da kaynağında devlet bulunur. Buna göre ise, temel hak ve hürriyetler

devletten önce ve devletin üstünde olamaz. Bireyler temel hak ve hürriyetlere doğuştan sahip değildir; ona

bu hak ve hürriyetler devlet tarafından verilmiştir ve gerektiğinde devlet tarafından gerektiği ölçüde

sınırlandırılabilir. Pozitivist anlayış devletin temel hak ve hürriyetleri sınırlandırma konusundaki yetkisini tanır,

ama bunu emretmez; dolayısıyla pozitivist anlayış özgürlükçü bir devlet anlayışıyla bağdaşabilir, pozitivizm

François-Xavier ADA

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Uğur Sönmez ÖZLÜ

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Almaz SANDY

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Fadi ELHUSSEINI

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Laura BATALLA

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Ali ÜNCÜ

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Vahap TAŞTAN

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Ayşe YARAR

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Yagmur BAHRAM

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Murat TOPÇU

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Esma BUNJAKU

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Saltuk Buğra BOZKURT

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Emrah KAYA

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

Sarp YAKUT

Tüm Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayınız.

POPÜLER YAZILAR

THE STATUS OF IRANIAN YOUTH

THE TURKISH FOREIGN POLICY IN JUSTICE AND

DEVELOPMENT PARTY ERA AND THE “AXIS SHIFT”

DEBATE

TÜRKİYE-YUNANİSTAN İLİŞKİLERİNDE KIBRIS

SORUNU

NUCLEAR PROGRAM OF THE ISLAMIC REPUBLIC OF

IRAN: A COMPARISON ON KHOMEINI AND

AHMADINEJAD TERMS

TÜRKİYE’NİN UZAK DOĞU ÜLKELERİ (ÇİN, HONG

KONG, JAPONYA, GÜNEY KORE) İLE TİCARİ VE

14 8 2014 Uluslararası Politika Akademisi – (UPA) – TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN GELİŞİMİ VE KORUNMASI

http://politikaakademisi.org/temel-hak-ve-hurriyetlerin-gelisimi-ve-korunmasi/ 4/15

otoriter bir devlet anlayışını gerektirmez.

3. Marksist Özgürlük Anlayışı: Marksizm’e göre liberal-kapitalist devletlerdeki özgürlükler biçimsel

özgürlüklerdir yani bunlar göstermeliktir. Zira bu özgürlükler sadece burjuva sınıfına hizmet etmektedir.

Evsiz bir insan için konut dokunulmazlığının; aç bir insan için düşünce hürriyetinin; gazete çıkaracak

parasal imkanlara sahip olmayan işçi sınıfı için basın hürriyetinin bir anlamı yoktur. Marksist anlayışa göre,

devlet kişilerin özgürlüklerini sınırlandıran ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmalı, onlara bu hürriyetleri

kullanmalarını sağlayacak imkanlar vermeli, insanı özgürleştirmelidir. Ancak bu şekilde gerçek özgürlük

sağlanabilir. Dolayısıyla Marksizm’de özgürlük değil, özgürleştirme kavramı önemlidir. Marksizm’e göre,

bireyin özgürleştirilmesi ise ancak proletarya ihtilalinden sonra sosyalist-komünist toplumda mümkündür.

Temel Hak ve Hürriyetlerin Kullanılmasında Sistemler:

Temel hak ve hürriyetlerin toplum içinde kullanılması kamu düzeni bakımından bazı tehlikeli sonuçlar

doğurabilir. Bu nedenle temel hak ve hürriyetlerin kullanılması bazı usullere bağlanmıştır. Bu konuda başlıca

üç usul vardır.

1. İzin Usulü: Buna “önleyici sistem (régime préventif)”de denir. Bu usulde, bazı temel hak ve hürriyetlerin

kullanılması için idarî makamlardan önceden “izin (autorisation)” almak gerekir. Örneğin bina yapmak için

“inşaat ruhsatı”, otomobil sürmek için “sürücü belgesi” almak lazımdır. Bu örneklerde mülkiyet hakkı ve

seyahat hürriyetinin kullanılması izne bağlıdır.

2. Bildirim Usulü: “Bildirim (déclaration préalab le)” usulünde temel hak ve hürriyetin kullanılabilmesi için

önceden izin almaya gerek yoktur; sadece o temel hak ve hürriyetin kullanılacağı idari makamlara bildirilir.

Bundaki amaç, kamu düzeni bakımından tehlikeli olabilecek bir temel hak ve hürriyetin kullanılacağı

konusunda idarenin önceden haberdar olması ve bunun için gerekli tedbirleri almasıdır. Örneğin

Türkiye’de toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmak isteyen kişiler, bu isteklerini 48 saat önceden bulundukları

yerin en büyük mülki amirine bildirmeleri gerekmektedir.

3. Serbestlik Usulü: Bu usule “düzeltici sistem (régime répressif)” de denir. Bu usulde bir temel hak ve

hürriyetin kullanılması için önceden bir izin almaya veya bildirimde bulunmaya gerek yoktur. İlgili kişi,

temel hak ve hürriyetini, bütün sorumluluğu kendisine ait olmak üzere serbestçe kullanır. Bu hürriyetin

kullanılmasından ortaya zararlı bir sonuç çıkmış ise, bu sonuç daha sonradan ilgili kişiye düzelttirilir; yani

bu kişi zararı tazmin eder veya cezalandırılır. Örneğin Türkiye’de kitap yayınlamak için herhangi bir izin

almaya veya bildirimde bulunmaya gerek yoktur. Ancak yayınlanan kitapta başkasına hakaret edilmiş ise

veya suç işlenmiş ise bunun hesabını daha sonra yazar ve yayıncı verir.

Serbestlik usulü, yani düzeltici sistem diğerlerine göre daha özgürlükçüdür. Liberal bir sistemde kişiler,

kural olarak önceden izin almaksızın veya bildirimde bulunmaksızın diledikleri temel hak ve hürriyetlerini

kullanabilmelidirler. Bu kişiler, hürriyetlerini kötüye kullanmışlar ise, bunun hesabını daha sonra verirler.

Bununla birlikte, daha sonradan telafisi güç veya imkânsız zararlara yol açabilecek olan bazı temel hak ve

hürriyetlerin kullanılması için yukarıda gördüğümüz izin veya bildirim usulü uygulanır. Örneğin otomobil

sürmesini bilmeden trafiğe çıkan biri, telafisi imkânsız kazalara yol açabilir. O nedenle bu hürriyetin

kullanılabilmesi için “sürücü belgesi” almak gerekir. Keza, depreme dayanaksız yapılmış binanın daha

sonra yıkılması durumunda telafisi imkânsız zararlar ortaya çıkabilir. İşte bina yapma hakkının kullanılması

da bu nedenle “ruhsat” usulüne bağlanmıştır.

Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınıflandırılması:

Temel hak ve hürriyetler; Georg Jellinek’in klasikleşen kategorizasyonuna göre üç gruba ayrılır: Negatif

(Olumsuz) statü hakları, Pozitif (Olumlu) statü hakları, Aktif statü (Katılma) hakları.

1-) Negatif (Olumsuz) statü hakları: Kişinin devlet tarafından dokunulamayacak ve aşılamayacak özel

alanının sınırlarını çizen; bireyi iktidara karşı koruyan haklardır. Yaşama hakkı, kişinin can ve mal

güvenliği, düşünce özgürlüğü, din ve vicdan hürriyeti, konut dokunulmazlığı, seyahat etme özgürlüğü gibi.

Bu haklar kişiyi devlete ve topluma karşı koruyan haklar olduğu için bu haklara “koruyucu haklar” da denir.

Bu haklara “kişisel haklar” da diyebiliriz.

2-) Pozitif (Olumlu) statü hakları: Kişi adına, devlete belirli ödevler yükleyen, bireye devletten olumlu bir

davranış, bir hizmet ve yardım isteme imkanı tanıyan haklardır. Sosyal güvenlik hakkı, eğitim ve öğrenim

hakkı, sağlık hakkı, konut hakkı gibi haklardan yararlanmak için devlet desteği, müdahalesi gerekmektedir.

Sosyal devlet anlayışının sonuçları olduğundan bu haklara kısaca “sosyal haklar” da denir.

3-) Aktif statü (Katılma) hakları: Aktif statü hakları, kişinin devlet yönetimine katılmasını sağlayan haklardır.

Bu haklara bu nedenle “katılma hakları” da denir. Seçme ve seçilme hakkı, siyasi parti kurma hakkı, siyasi

faaliyette bulunma hakkı, kamu hizmetine girme hakkı, dilekçe hakkı aktif statü haklarına örnek

gösterilebilir. Bu haklara “siyasi haklar” da denir.

Hürriyetlerin Bütünlüğü (Monizmi):

Her ne kadar temel hak ve hürriyetler konusunda çeşitli ayrımlar yapılıyorsa da, temel hak ve hürriyetler bir

bütündür. Bir kişi ancak, temel hak ve hürriyetlerin bütününe sahip olmak şartıyla özgür olabilir. Şüphesiz

ki, kişinin özgür olması için her şeyden önce negatif statü haklarına, yani bireysel haklara sahip olması

gerekir. Ancak kişi aç ise, evsiz ise bu haklara sahip olmasının bir anlamı kalmaz. O nedenle kişinin pozitif

statü haklarına, yani sosyal haklara da sahip olması gerekir. Nihayet, bu bireysel ve sosyal haklara sahip

olan kişinin, aktif statü haklarına yani siyasal haklara da sahip olması gerekir. Çünkü, yönetimine

EKONOMİK İLİŞKİLERİ

KIVANÇ SAĞIR

LATİN AMERİKA UZMANIMIZ KIVANÇ SAĞIR’INBOLİVYA MADENLERİ ZİYARETİ

KADER SEVİNÇ

AZERBAYCAN, ERMENİSTAN VE AGİT MİNSK GRUBU

ÇERÇEVESİNDE KARABAĞ SORUNU

GENDER EQUALITY AND THE EU’S

TRANSFORMATIONAL POWER IN TURKEY

14 8 2014 Uluslararası Politika Akademisi – (UPA) – TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN GELİŞİMİ VE KORUNMASI

http://politikaakademisi.org/temel-hak-ve-hurriyetlerin-gelisimi-ve-korunmasi/ 5/15

katılamadığı bir devlette kişinin bu hakları geri alınabilir. Görüldüğü gibi hürriyet özünde bütündür. Buna

hürriyetlerin monizmi ismi verilir.

Temel hak ve hürriyetlerin sınıflandırmasında diğer bir kategorizasyon ise haklarına niteliğine göre yapılır.

Buna göre;

1-) Siyasal haklar: Seçme-seçilme, dernek kurma, siyasal parti ve derneklere üye olma hakları vs.

2-) Kültürel haklar: Herkesin kendi kültürünü (dil, din, mezhep, inanç örf-gelenek vs.) genel kurallarla

çelişmediği sürece yaşama, yaşatma ve tanıtma hakkı.

3-) Ekonomik haklar: Mülkiyet edinme hakkı, ticaret yapma serbestiyeti gibi ekonomik temelli haklar.

4-) Sosyal haklar: Kişinin sosyal aktivitelere katılma, gösteri yapma, seyahat etme gibi sosyal içerikli

hakları.

Temel hak ve hürriyetler daha pek çok açıdan tasnife tâbi tutulmuşlardır. Temel hak ve hürriyetler;

- Konularına göre, “kişinin fizik hürriyetleri”, “düşünce hürriyetleri” ve “kolektif hürriyetleri” olmak üzere üçe,

- Kullanılış biçimlerine göre “bireysel hürriyetler” ve “kolektif hürriyetler ” olarak ikiye,

- Tarihsel açıdan birinci, ikinci ve üçüncü kuşak haklar olmak üzere üçe ayrılır.

Birinci kuşak hak lar, tarihsel olarak ilk ortaya çıkan haklardır. Bunlar kişi haklarını (örneğin kişi güvenliği,

konut dokunulmazlığı, düşünce hürriyeti) ve siyasal hakları (seçme ve seçilme, siyasal faaliyette bulunma

hakları) içerir. Magna Carta Libertatum (1215) ile İngiltere’de kralın keyfi müdahalelerine karşın kişi hak ve

özgürlüklerinin sınırlarının geliştirilmesi sağlanmıştır. Haklar Bildirgesi (1689) John Locke’un fikirlerinin

etkisiyle İngiliz Parlamentosu tarafından kabul edilmiştir. Bu bildirgeyle yaşama, hürriyet ve mülkiyet hakları

güvence altına alınmıştır. Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi (1775) ile yaşam, hürriyet ve mülkiyet haklarıyla

beraber mutluluğu arama hakkından söz edilir. Fransız Vatandaş ve İnsan Hakları Bildirgesi (1789) temel

insan hakları “hürriyet, mülkiyet, güvenlik ve zulme” direnme olarak tespit etmektedir. Eşitlik, özgürlük ve

adalet düşüncesinin kitleler tarafından telaffuz edildiği ilk siyasal örnektir.

İk inci kuşak hak lar çalışma, dinlenme, emeklilik, sağlık hakkı gibi sosyal ve ekonomik hakları içerir. Bu

haklar Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkmış büyük ölçüde İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra

uygulanmaya başlanmıştır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (1948) ikinci kuşağın ana

özelliğini yansıtır. Bu bildirge seyahat hürriyeti, mal sahibi olma, evlenme, kanun önünde eşitlik, açık ve adil

yargılanma hakkı, din hürriyeti, barışçı amaçlarla toplanma ve çeşitli sığınma haklarını ön plana çıkarır.

Ayrıca sosyal güvenlik, uygun yaşama standardı, tıbbi bakım, istirahat, eğlence ve ücretli periyodik tatil gibi

yeni haklar dizisini gündeme getirir Kölelik, işkence ve keyfi tutuklama bu bildiride yasaklanır. 19. yüzyılın

ikinci yarısında kitle hareketlerinin etkisiyle İkinci kuşak haklar gündeme gelmeye başlamıştır. Bununla

alakalı “sosyal haklar” ve aynı zamanda “sosyal devlet” kavramının doğuşu söz konusudur. Bireysel eşitlik

yerine toplumsal eşitlik düşüncesi ön plana çıkmıştır. Daha çok sosyal demokrasi ideolojisi etrafında ve

İkinci Dünya Savaşı nedeniyle faşizme ve militarizme tepkisel olarak ortaya çıkmıştır.

Üçüncü kuşak hak lar ise çevre hakkı, barış hakkı, gelişme hakkı gibi haklardan oluşur. Bunlar en son çıkan

haklar olup, bunlara “yeni insan hakları”, dayanışma hakları” da dendiği olur. Üçüncü kuşak haklar, 20.

yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmaya başlamıştır. Daha çok 3. Dünya ülkelerinin bazı taleplerini ifade

eder. Ulusların siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel geleceklerini belirleyebilme hakkı, sosyal gelişme

kalkınma hakkı ve doğal kaynaklardan yararlanma hakkı gibi. Bunlarla beraber barış hakkı, sağlık ve dengeli

bir şekilde yaşama hakkı gibi hakları da kapsamaktadır. 1982 yılında “Dayanışma haklarına İlişkin

Uluslararası Üçüncü Pakt Önerisi” hazırlanmıştır. Tahran Bildirgesi (1968), La Haye (Mart, 1989), Rio Dünya

Çevre Konferansı (1992), Viyana Dünya İnsan Hakları Konferansı Belgeleri (1993) bu hakların

somutlaştırılması yönündeki bildirgelerdir.

Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması:

Anayasada tanınan hak ve hürriyetler aynı zamanda anayasal koruma altındadırlar. Bunun yanı sıra

anayasa, temel hak ve hürriyetleri koruyucu kurallar da içermektedir. Temel hak ve hürriyetlerin

sınırlanmasını düzenleyen 13. madde, bu sınırlamanın sınırını da belirtmiştir. Bu nedenle ilk olarak insan

haklarının sınırlanmasında yasa koyucunun uymakla yükümlü olduğu sınırlamalar ele alınacaktır. 13.

madde, sınırlama sebeplerini saydıktan sonra şu kurala yer vermektedir: “Temel hak ve hürriyetlerle ilgili

genel ve özel sınırlamalar, demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz ve öngörüldükleri amaç

dışında kullanılamaz”. Hak ve hürriyetlere getirilecek sınırlamalar, demokratik rejim anlayışına aykırı

olmamalıdır. Hangi demokratik toplum sorusu ise Anayasa Mahkemesi tarafından, Batı uygarlığınca

benimsenen demokrasi anlayışı şeklinde cevaplandırılmaktadır. Demokratik toplumla ilgili yeterince

açıklama yapıldığı için burada tekrar değinilmeyecektir.

Anayasanın öngördüğü ikinci sınırlama ise temel hak ve hürriyetlere getirilecek sınırlamaların, öngörüldükleri

amaç dışında kullanılamamasıdır. Ölçülülük olarak adlandırılan bu ilke, genel ya da özel sınırlama amaçları

14 8 2014 Uluslararası Politika Akademisi – (UPA) – TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN GELİŞİMİ VE KORUNMASI

http://politikaakademisi.org/temel-hak-ve-hurriyetlerin-gelisimi-ve-korunmasi/ 6/15

ile sınırlama işlemleri arasında bir dengenin bulunmasını zorunlu kılmaktadır. Öngörülen amaçlar bahane

edilerek, başka bir amaca ulaşmak için hak ve hürriyetler sınırlanmayacak; yahut meşru amaç güdülerek

sınırlanmış olsalar bile, getirilen sınırlama bu amacın zorunlu ya da gerekli kıldığından fazla olmayacaktır.

Yapılan sınırlamayla, sağladığı yarar arasında hakkaniyete uygun bir dengenin bulunması gerekir. Amaçla

araç arasındaki makul ölçüyü aşan sınırlamalar anayasaya aykırıdırlar.

Hak ve hürriyetlerin korunmasıyla ilgili bir diğer hüküm, Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması başlıklı 40.

maddedir. Madde, anayasayla tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkesin, yetkili makama

geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahip olduğunu hükme bağlamaktadır.

Ayrıca, resmi görevlilerce bireylere verilen zararlar, devletçe karşılanacaktır.

Temel hak ve hürriyetlerin korunmasında zikredilmesi gereken en önemli anayasal imkan ise yargı

denetimidir. Yargı denetimi olmaksızın, hak ve hürriyetlerin ihlalinin yaptırımı olmayacak, yaptırımı

olmayan kuralların ise anlamı olmayacaktı r. Anayasa, bireylere, başkalarının işlem ve eylemlerine karşı

hak arama hürriyeti tanımasının yanı sıra; yasama organının, yani Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin

anayasaya aykırı olarak insan haklarını ihlal etmesini önlemek için Anayasa Mahkemesi’ni kabul etmiştir.

İdare makamlarının hukuka aykırı işlem ve eylemlerinin bireyleri etkilemesi ise idari işlem ve eylemlerin

yargısal denetimiyle önlenmiştir. Danıştay, idare ve vergi mahkemeleri, idarenin hukuka aykırı işlemlerinin

iptali; idari işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini için başvurulabilecek idari yargı mercileridir.

Ayrıca, kişiler, diğer kişilerin hukuka aykırı eylem ve işlemlerine karşı adli yargı mercilerinin koruması

altındadırlar.

İç hukukun öngördüğü yargı yollarına başvurduğu halde, hakkının ihlalini önleyemeyenlerin başvurabileceği

önemli bir uluslararası koruma mekanizması bulunmaktadır: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi.

Günümüzde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bünyesinde etkin koruma için Avrupa İnsan Hakları

Mahkemesi önemli rol oynamaktadır.

Temel hak ve hürriyetlerin korunmasını “iç koruma” ve “uluslararası koruma” olarak ikiye ayırıp

inceleyebiliriz.

A. İç Koruma:

Devletin kendi içinde, temel hak ve hürriyetlerin, yasama ve yürütme organlarına karşı ve keza özel kişilere

karşı korunması gerekir.

1. Yasama Organına Karşı Koruma: Temel hak ve hürriyetleri yasama organına karşı korumanın en

bilinen yolu, temel hak ve hürriyetleri yazılı ve katı bir anayasada saymaktır. Bu durumda, temel hak ve

hürriyetler, anayasanın koruması altına girmiş olur; artık yasama organı temel hak ve hürriyetlere dokunma

imkanından mahrum kalır. Ancak, bunun tam olarak gerçekleşmesi için, ülkede bir anayasa yargısının da

olması gerekir. Zira, anayasa yargısı yoksa, yasama organı anayasada sayılan ve normalde

dokunamayacağı temel hak ve hürriyetlere müdahale edebilir. Eğer anayasa yargısı varsa, yasama

organının temel hak ve hürriyetlere müdahale eden kanunları Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilir.

Buna temel hak ve hürriyetlerin “anayasal korunması” ismini verebiliriz.

2. Yürütme Organına Karşı Koruma: Temel hak ve hürriyetler, yürütme organına karşı da korunmalıdır.

Yürütme organı gerek, tüzük, yönetmelik gibi düzenleyici işlemleriyle, gerek bireysel işlemleriyle (yani idari

kararlarla), gerekse eylemleriyle temel hak ve hürriyetlere müdahale edebilir. İşte bu müdahalelere karşı

temel hak ve hürriyetlerin korunabilmesi için, yürütme organının düzenleyici ve bireysel işlemlerine karşı

yargı yolunun açık olması gerekir. İdarenin bir eylem ve işlemiyle temel hak ve hürriyetleri ihlal edilen kişiler,

bu işlemin iptal edilmesi, eylemin durdurulması ve uğranılan zararın giderilmesi için mahkemelere

başvurabilmelidir. Buna temel hak ve hürriyetlerin “idari yargı yoluyla korunması” ismini verebiliriz.

3. Özel Kişilere Karşı Koruma: Nihayet özel kişiler de diğer özel kişilerin temel hak ve hürriyetlerini ihlâl

edebilirler. Bir kişinin temel hak ve hürriyetlerine hukuka aykırı şekilde yapılan bir müdahale medeni hukuk

bakımından “haksız fiil” ve ceza hukuku bakımından -yerine göre- “suç” oluşturur. Temel hak ve hürriyeti bir

başkası tarafından ihlal edilen kişi, o kişiye karşı tazminat davası veya ceza davası açabilir. Buna temel hak

ve hürriyetlerin “adli yargı yoluyla korunması” ismini verebiliriz. Şüphesiz burada kişinin temel hak ve

hürriyetlerine müdahale eden diğer kişinin bir özel kişi olmasının veya bir kamu görevlisi olmasının bir önemi

yoktur. Kişinin dokunulmazlığı ilkesini kişiye işkence ederek, bir özel kişi de, bir polis memuru da ihlal

edebilir. Her iki durumda da kişinin temel hak ve hürriyetlinin adli yoldan korunması gerekir. Keza temel hak

ve hürriyetine hukuka aykırı olarak müdahale edilen kişi, bu müdahalenin önlenmesini kolluk makamlarından

da talep edebilir.

B. Uluslararası Koruma:

Temel hak ve hürriyetler İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası alanda da korunmaya başlanmıştır.

Temel hak ve hürriyetlerin uluslararası korunması alanında organlar oldukça çeşitlidir. “Birleşmiş Milletler

İnsan Hakları Komisyonu”; “İnsan Hakları Komitesi”, “Irk Ayrımcılığının Önlenmesi Komitesi”, “İşkencenin

Önlenmesi Komitesi” gibi çeşitli komisyon ve komiteler varsa da bunların arasında en önemlisi Avrupa İnsan

Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’dir.

14 8 2014 Uluslararası Politika Akademisi – (UPA) – TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN GELİŞİMİ VE KORUNMASI

http://politikaakademisi.org/temel-hak-ve-hurriyetlerin-gelisimi-ve-korunmasi/ 7/15

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi: Avrupa Konseyi çerçevesinde

imzalanan 1950 tarihli Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi birçok temel hak ve hürriyeti tanımakta ve bunların

korunması için güvenceli bir sistem getirmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (1 Kasım 1998’de

yürürlüğe giren 11 nolu Protokol ile değiştirilen son şekline göre), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi isimli bir

mahkeme kurmaktadır. Sözleşmede tanınan temel hak ve hürriyetleri, Sözleşmeyi imzalayan bir devlet

tarafından ihlâl edilen kişiler, bu devlete karşı, bu Mahkemeye “bireysel başvuru ” denen bir usulle

başvurabilirler. Bir kişinin Mahkemeye başvurabilmesi için öncelikle kendi ülkesinde hakkını araması, yani

iç hukuk yollarını tüketmesi gerekmektedir (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, m. 35). Kişiler, iç hukukta

hakkını aradıktan ve bu konuda olumsuz nihai kararı aldıktan sonra 6 ay içinde yazılı olarak Strasbourg’ta

bulunan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmalıdırlar (m. 35/1).

Bu mahkemenin yargılama dili İngilizce veya Fransızca’dır. Ancak, başvuru mektubu Konsey üyesi

devletlerin birinin diliyle (örneğin Türkçe) de yazılabilir. Mahkeme, yapılan başvuruları önce ön koşullar

açısından inceler ve bir eksiklik görmez ise başvurunun esastan incelenmesine karar verir. Ön koşulları

taşımayan başvurunun reddine karar verir (m. 35/2). Bu karar kesindir. Bu karara karşı başvuru yolu yoktur.

Mahkeme ön koşullar açısından kabul edilebilirlilik kararı verdikten sonra esas hakkında karar vermeden

önce, taraflara “dostane çözüm” önerebilir (m. 38). Taraflar (yani bireysel başvuru sahibi ile devlet) kendi

aralarında uzlaşırlar ve bu uzlaşma da Mahkemece benimsenirse, başvuru sonuçlanmış olur (m. 39).

Dostane çözüm yoluyla bir sonuca ulaşılamamışsa, mahkeme başvuruyu esastan inceler; tarafların yazılı

görüşlerini alır; gerekli görürse duruşma yapar, tanık dinler, keşif yapar. Mahkeme başvuru sahibinin

Sözleşmede tanınan bir hakkının devlet tarafından ihlâl edildiği kanısına varırsa, “hakkaniyete uygun bir

surette, zarar gören tarafın tatminine hükmeder” (m. 41). Yani Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin

hükmedebileceği müeyyide, devleti “tazminat” ödemeye mahkum etmekten ibarettir. Mahkemenin, devletin

Sözleşmeye aykırı işlemini iptal etme gibi bir yetkisi yoktur. Devlet de Mahkeme tarafından Avrupa İnsan

Hakları Sözleşmesi’ne aykırı bulunan eylem ve işlemini geri almak zorunda değildir. AİHM kararları

bağlayıcıdır (m. 46). Ancak bu kararların cebri icrası mümkün değildir. Mahkeme kararlarının uygulanıp

uygulanmadığı Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından denetlenir (m. 46).

Türkiye’de 4771, 4793 ve 4926 sayılı kanunlara göre, bir Türk mahkemesi kararının AİHS’ne aykırı olduğu

AİHM kararlarıyla tespit edilmiş ise, ilgili kişi AİHM’nin kararının kesinleşmesinden itibaren 1 yıl içinde bu

sebepten dolayı AİHS’ne aykırı karar veren Türk mahkemesinden “yargılamanın yenilenmesi”ni isteyebilir.

Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlandırılması:

İnsanlara bir takım hakların tanınması, bu hakların sınırsızca kullanılacağı anlamına gelmemektedir. Ancak

hangi hakların ne kadar sınırlanabileceği, üzerinde durulması gereken önemli bir sorundur. Toplum

hayatında temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması kaçınılmazdır. Sınırsız, mutlak hürriyet kavramı toplum ve

devlet hayatı içinde yer alamaz. Devletin ve toplumun var olabilmesi ve sürekliliğinin sağlanması için

hürriyetlerin sınırlandırılması kaçınılmaz bir zorunluluk teşkil eder. Ancak, demokratik bir toplumda, temel

hak ve hürriyetler sınırlandırılsa bile, bu sınırlandırma sınırsız, keyfi bir şekilde olmamalı ve temel hak ve

hürriyetler bütünüyle yok edilmemelidir. Yani sınırlandırmanın da sınırları olmalı, sınırlandırma birtakım

şartlara bağlı olmalıdır. İşte şimdi sınırlandırmanın sınırlarını yani şartlarını görelim.

1. Sınırlama, Yasama Organı Tarafından Kanunla Yapılmalıdır: 1789 Bildirgesi’nden beri kabul edilmiş bir

prensibe göre, temel hak ve hürriyetler ancak yasama organı tarafından kanunla sınırlanabilir. Bu sayede a-)

temel hak ve hürriyetlere yürütme organının müdahale etmesi önlenmiş, b-) sınırlandırmanın kamuoyu

denetimi altında yapılması sağlanmış, c-) sınırlamanın kişilere özgü değil genel için yapılması sağlanmış

olur.

2. Sınırlama Belli Sebeplere Dayanmalıdır: Temel hak ve hürriyetler, keyfi olarak, zevk için değil, kamu

düzeninin, genel sağlığın, genel asayişin korunması için sınırlanabilir.

3. Sınırlamada Ölçülülük İlkesine Uyulmalıdır: Sınırlama kanunla yapılsa ve kamu yararını amaçlasa dahi,

temel hak ve hürriyetin sınırlandırılmasında başvurulan araç, ulaşılmak istenen amaçla ölçüsüz bir oran

içinde bulunmamalıdır.

4. Sınırlama, Anayasaya Aykırı Olmamalıdır: Temel hak ve hürriyetlerin anayasa tarafından tanındığı ve

düzenlendiği bir sistemde kanunla yapılan sınırlamalar anayasanın özüne aykırı olmamalıdır.

5. Çekirdek Alana Dokunulmamalıdır: Şüphesiz gerektiği ölçüde, kural olarak, bütün temel hak ve hürriyetler

sınırlandırılabilir. Ancak, demokratik bir hukuk devletinde, ölüm cezaları dışında kişilerin öldürülmesi, hangi

durumda olursa olsun kişilere işkence edilmesi kabul edilebilecek şeyler değildir. Bu nedenle, temel hak ve

hürriyetler ne kadar sınırlanırsa sınırlansın, devlet yaşama hakkı gibi temel haklara saygı duymak

zorundadır.

6. Ek Şartlar: Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırmasında yukarıdaki şartların dışında bazı anayasalar ek

şartlar da öngörmektedir. Örneğin 1961 Anayasası’na göre bir temel hak ve hürriyeti sınırlandıran kanun, o

hakkın ve hürriyetin özüne dokunamaz. Keza 1982 Anayasası’na göre temel hak ve hürriyetlerle ilgili

sınırlamalar, “demokratik toplum düzeninin gerekleri”ne aykırı olamaz.

Temel Hak ve Hürriyetlerin “Sınırlılığı”,“Anayasal sınırlar” ve “objektif sınırlar” durumunda temel hak ve

14 8 2014 Uluslararası Politika Akademisi – (UPA) – TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN GELİŞİMİ VE KORUNMASI

http://politikaakademisi.org/temel-hak-ve-hurriyetlerin-gelisimi-ve-korunmasi/ 8/15

hürriyetlerin “sınırlandırılmasından değil, “sınırlılığından” bahsedilir.

Anayasal Sınırlar: Bazı temel hak ve hürriyetlerin ayrıca kanunla sınırlandırılmasına gerek yoktur. Zira,

bunlar bizzat anayasalar tarafından daha tanınırken sınırlandırılmıştır. Örneğin Türkiye’de toplantı ve gösteri

yürüyüşü hakkı, 1982 Anayasasının 34. maddesine göre, “silahsız ve saldırısız” olması koşuluyla mevcuttur.

Keza hak arama hürriyeti de aynı anayasanın 36. maddesine göre “meşru vasıta ve yollardan faydalanmak

suretiyle” hak aramayı kapsar. Bu şu anlama gelmektedir ki, kişilerin zaten, “silahlı ve saldırılı” toplantı ve

gösteri yürüyüşü hakkı yoktur. Kimse, “meşru vasıta ve yollar” dışında hak arama hürriyetine sahip değildir.

Objektif Sınırlar: Ayrıca her hak ve hürriyetin, Anayasada belirtilmemiş olsa bile, o hürriyetin niteliğinden

doğan, yani “eşyanın tabiatında mevcut olan”, objektif sınırları vardır. Örneğin dilekçe hakkı , dilekçede bir

başkasına hakaret edilmesine izin vermez; basın hürriyeti kişilerin şeref ve haysiyetine tecavüzü, düşünceyi

açıklama hürriyeti suç işlenmesini kışkırtmayı kapsamaz.

Temel Hak ve Hürriyetlerin Arasında Hiyerarşi Var Mıdır?: Şüphesiz ki değerleri bakımından hak ve

hürriyetler arasında hiyerarşi olduğu düşünülebilir. Örneğin yaşama hakkının seyahat hürriyetinden daha

değerli olduğu söylenebilir. Ancak, hukuk teorisi bakımından, kural olarak, aynı anayasa tarafından tanınmış

temel hak ve hürriyetler arasında hiyerarşi kurulması mümkün değildir. Çünkü, pozitif bir hukuk sisteminde,

temel hak ve hürriyetlerin arasında hiyerarşi kurulabilmesi için anayasa normları arasında hiyerarşinin

olması gerekir ki, bu mümkün değildir. Anayasanın bütün maddeleri, hukuki geçerliliklerini aynı kurucu

iktidardan alır ve hepsi normlar hiyerarşisinde aynı basamakta bulunur. Anayasa normları arasında hiyerarşi

yok ise, bu normlardan kaynaklanan temel hak ve hürriyetler arasında da hiyerarşi yoktur.

Olağanüstü Hallerde Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlandırılması: Savaş, seferberlik, ayaklanma, deprem,

salgın hastalıklar gibi olağanüstü hâllerde temel hak ve hürriyetlerin normal dönemlere göre çok daha aşırı

ölçüde sınırlandırılmasına, hatta bu hürriyetlerin askıya alınmasına izin verilmektedir. Bu dönemlerde

“zaruret hâli (état de nécessité)” teorisine göre, yürürlükteki hukuk düzeniyle bağlı olmaksızın temel hak ve

hürriyetler sınırlandırılabilecektir (zaten birçok yazılı anayasa bunu ayrıca kabul etmektedir). Bu dönemlerde

temel hak ve hürriyetler gibi önemli değerlere müdahale edilir. Ancak bu müdahale, zevk için değil, daha

üstün değerleri korumak için yapılmaktadır. Örneğin kişilerin yaşamlarını korumak için sokağa çıkma

hürriyetleri askıya alınmaktadır. Olağanüstü hâllerde temel hak ve hürriyetlere müdahale edilmesi, itfaiye

erlerinin bir evin camlarını kırarak içeri girip yangını söndürmelerine benzetilebilir. Camların kırılması

mülkiyet hakkına bir müdahaledir; ama bu yapılmazsa evin tamamı yanacaktır. Olağanüstü hâllerde bazı

hürriyetlerin askıya alınabileceği kabul edilmezse çok daha büyük zararlar ortaya çıkar.

Zaruret Hali Teorisi:

“Magna Carta prensipleriyle bir savaş idare edilemez” (Lord Scrutton).

“Ev yanıyorsa, ona itfaiye göndermek için hâk imden izin istenmez” (Jean Romieu).

1907 yılında Rusya’da Çarlık Hükümeti Başkanı Stolypin, kendisini, istisnai mahkemeler kurmakla eleştiren

muhalefete şu cevabı vermiştir: “Yanan bir evde camların k ırılması mubah sayılır”. Muhalefetin “iktidarın

elleri kanda” üzerine Stolypin, “şayet hükümetin elleri kandaysa, bu onun olağanüstü bir ameliyat yapmak

mecburiyetinde bulunan bir operatör durumunda olmasındandır” demiştir. ABD Başkanı Abraham Lincoln

ise iç savaş sırasında Habeas Corpus Act’a aykırı kararlar almakla kendini itham edenlere şu cevabı

vermiştir: “Bazen bir hayatı kurtarmak için bir uzuv feda edilebilir; fakat bir uzvu kurtarmak için hayatın

feda edilmesi ak ıllıca bir iş olmaz”.

1961 Anayasası ilk haliyle şu düzenlemeyi içermekteydi: “Temel hak ve hürriyetler, Anayasanın sözüne ve

ruhuna uygun olarak ancak kanunla sınırlanabilir. Kanun; kamu yararı, genel ahlak, kamu düzeni, sosyal

adalet ve milli güvenlik gibi sebeplerle de olsa bir hakkın ve hürriyetin özüne dokunamaz”. Bu özgürlükçü

anlayış, anarşi ortamının sorumlusu olarak görüldüğü için, 12 Mart 1971 yılındaki askeri muhtıra sonrasında

yapılan değişiklikle, temel haklar ve hürriyetlerin sınırlanması şu şekilde düzenlenmiştir: “Temel hak ve

hürriyetler, Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün, Cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin, kamu

yararının, genel ahlakın ve genel sağlığın korunması amacı ile veya Anayasanın diğer maddelerinde

gösterilen özel sebeplerle, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak, ancak kanunla sınırlanabilir. Kanun

temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunamaz. Bu Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbirisi, insan

hak ve hürriyetlerini veya Türk Devleti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü veya dil, ırk, sınıf, din ve

mezhep ayırımına dayanarak, nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyeti ortadan kaldırmak kastı ile

kullanılamaz. Bu hükümlere aykırı eylem ve davranışların cezası kanunda gösterilir”.

Devlet otoritesinin, kişi ve toplum aleyhine büyümesi şeklinde özetlenebilecek bu gelişme, kardeş

kavgasının büyümesini engelleyememiş, 12 Eylül 1980 tarihli askeri müdahale sonrasında yapılan 1982

Anayasası , temel hak ve hürriyetleri sorumlu olarak gören anlayışın etkisiyle daha ayrıntılı sınırlamalara

yer vermiştir. Temel hak ve hürriyetlerin geneline yansıyan sınırlayıcı anlayış, günümüzde toplum tarafından

zorlanmaktadır. 1961 Anayasası döneminde lüks olarak nitelenen temel hak ve hürriyetlerin artık toplum

tarafından talep edilmesi olumlu bir gelişmedir. Örneğin kamu görevlileri, sendika hakkı ve siyasal haklar

için uğraş vermektedirler. Düşünceyi ifade hürriyetine getirilen sınırlamalar tartışılmaktadır. Ayrıca toplumsal

kargaşanın sorumlusunun temel hak ve hürriyetleri olmadığı açıkça görülmektedir. 1982 Anayasası temel

hak ve hürriyetleri üçlü bir sınırlama sistemine tabi kılmıştır:Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması, temel

14 8 2014 Uluslararası Politika Akademisi – (UPA) – TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN GELİŞİMİ VE KORUNMASI

http://politikaakademisi.org/temel-hak-ve-hurriyetlerin-gelisimi-ve-korunmasi/ 9/15

hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılmaması, temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması.

1982 Anayasası, 12. maddesinde herkesin, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel

hak ve hürriyetlere sahip olduğunu belirttikten sonra, bu hakların kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere

karşı ödev ve sorumluluklarını da içerdiğini söyleyerek sınırlamalara geçmiştir. Temel hak ve hürriyetlerin

sınırlanması başlıklı 13. maddeye göre genel sınırlama sebepleri şunlardır: Devletin ülkesi ve milletiyle

bölünmez bütünlüğünün, milli egemenliğin, Cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin,

kamu yararının, genel ahlakın ve genel sağlığın korunması . Ayrıca Anayasanın ilgili maddelerinde de

sınırlama sebeplerine yer verilebilecektir. Sosyal ve ekonomik haklar devlete bir takım yükümlülükler

getirmektedir. Devletin bu hakları sağlamakta yetersiz kalması ya da görevlerini gereği gibi yerine

getirememesi bu hakların sınırlanması anlamına gelecektir. Örneğin, sosyal güvenlik hakkının getirdiği

yükümlülüklerin yerine getirilmemesi, çalışanların ve emeklilerin sosyal güvenlik hakkından yeterince

yararlanamamaları sonucu doğurmaktadır.

1982 Anayasası’nda gördüğümüz temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması esasının yanı sıra bir de temel

hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılmaması kuralı vardır. Buna göre; Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerin

hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetinin

varlığını tehlikeye düşürmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin bir kişi veya zümre tarafından

yönetilmesini veya sosyal bir sınıfın diğer sınıflar üzerinde egemenliğini sağlamak veya dil, ırk, din ve

mezhep ayrımı yaratmak veya sair herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzenini

kurmak amacıyla kullanılamazlar. Anayasanın hiçbir hükmü, Anayasada yer alan hak ve hürriyetleri yok

etmeye yönelik bir faaliyette bulunma hakkını verir şeklinde yorumlanamaz. Anayasanın 15. maddesine

göre savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler

ihlal edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya

tamamen durdurulabilir veya bunlar için anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.

Görüldüğü gibi, temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının yanı sıra anayasanın tanıdığı güvenceler de

ortadan kaldırılabilecektir. Bu önemli yetki, savaş, seferberlik, sıkıyönetim ve olağanüstü hallerde

kullanılacağına göre öncelikle bu kavramları incelemek gerekmektedir.

1-) Seferberlik: 2941 sayılı Seferberlik ve Savaş Hali Kanunu’nun 3. maddesine göre seferberlik, devletin

tüm güç ve kaynaklarının, başta askeri güç olmak üzere, savaşın ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde

hazırlanması, toplanması, tertiplenmesi ve kullanılmasına ilişkin bütün faaliyetlerin uygulandığı; hak ve

hürriyetlerin kanunlarla kısmen veya tamamen sınırlandırıldığı haldir. Seferberlik hali, ülkenin bir bölümünde

(kısmi) veya tamamında (genel) ilan edilebilir.

2-) Savaş: Devletin varlığını sürdürmek, milli menfaatleri sağlamak ve milli hedefleri elde etmek amacıyla,

başta askeri güç olmak üzere devletin maddi, manevi tüm güç ve kaynaklarının hiçbir sınırlamaya tabi

tutulmadan kullanılmasını gerektiren silahlı mücadeledir. Savaş ilanına karar verilmesinden, bu halin

kaldırıldığının ilan edilmesine kadar savaş hali söz konusu olacaktır (2941 sayılı yasa, m. 3).

3-) Olağanüstü Hal: Anayasanın 119. maddesine göre tabii afet, ağır ekonomik bunalım veya tehlikeli salgın

hastalık hallerinde olağanüstü hal ilan edilebilecektir. Ayrıca, Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini

veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin

ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması üzerine de

olağanüstü hal ilan edilebilir (Anayasa m. 120).

4-) Sıkıyönetim: Anayasanın tanıdığı hür demokrasi düzeninin veya temel hak ve hürriyetleri ortadan

kaldırmaya yönelen ve olağanüstü hal ilanını gerektiren hallerden daha vahim şiddet hareketlerinin

yaygınlaşması veya savaş hali, savaşı gerektirecek bir durumun baş göstermesi, ayaklanma olması veya

vatan veya Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışmanın veya ülkenin ve milletin bölünmezliğini

içten veya dıştan tehlikeye düşüren şiddet hareketlerinin yaygınlaşması sebepleriyle sıkı yönetim ilan

edilebilir.

Savaş ilanı yetkisi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Ancak, Meclis tatilde veya ara vermede iken

ülkenin ani bir silahlı saldırıya uğraması ve bu sebeple silahlı kuvvet kullanılmasına derhal karar

verilmesinin kaçınılmaz olması halinde Cumhurbaşkanı da Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kullanılmasına karar

verebilir (Anayasa m. 92). Seferberlik, sıkıyönetim ve olağanüstü hal ilanına ise Cumhurbaşkanı’nın

başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu yetkilidir. Bu kararlar Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onayına

sunulur. Seferberlik ilanı ve sıkıyönetim hallerinde kamu düzenini sağlama yetkisi askeri makamlara geçer.

Olağanüstü hallerde ise sivil makamlar yetkilidir. Anayasa’nın 15. maddesine göre temel hak ve hürriyetlerin

kullanılmasının durdurulması için yukarı da belirtilen hallerden birinin ilanı gerekmektedir.

İkinci olarak, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklerin ihlal edilmemesi zorunluluğu getirilmiştir. Bu

zorunluluktan yola çıkılarak, özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’yle tanınan özgürlüklere

dokunulamayacağı şeklinde bir yorum yapmak mümkündür. Çünkü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

Devletin belirli davranışlarda bulunmasını yasaklamaktadır. Ancak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin

15. maddesi de temel hak ve hürriyetlerin olağanüstü hallerde durdurulmasına imkan tanımaktadır. Bu

nedenle, Sözleşmenin 15. maddesi uygulamasından da kısaca söz etmek gerekiyor. Avrupa İnsan Hakları

Komisyonu ve Divanı (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi), temel hak ve hürriyetlerin durdurulmasını haklı

gösterecek nedenlerin bulunup bulunmadığını denetlemektedir. Komisyon ve Divan, 15. madde

uygulamasında, ulusun yaşamını tehdit eden tehlikenin varlığı ölçütünü kullanmaktadır. Savaş ya da

14 8 2014 Uluslararası Politika Akademisi – (UPA) – TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN GELİŞİMİ VE KORUNMASI

http://politikaakademisi.org/temel-hak-ve-hurriyetlerin-gelisimi-ve-korunmasi/ 10/15

ulusun varlığını tehdit eden tehlikenin varlığı şu şekilde açıklanmaktadır: “Sadece belli grupları ya da kişileri

değil, nüfusun tamamını hedef alan ve söz konusu devleti oluşturan topluluğun yaşam düzenini tehdit eden,

boyutları olağanüstü ve gerçekleşmesi kesin ve yakın olan tehlike ya da kriz”. Anayasanın 15. maddesi

temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulmasını durumun gerektirdiği ölçüyle sınırlamaktadır. Alınan

tedbirler olağanüstü durumun gerektirdiği ölçüde ve olağanüstü durumun ortadan kaldırılmasına yönelik

olmalıdır.

Son olarak bazı haklara mutlak dokunulmazlık sağlanmıştır. Bu hakların kullanılmasının durdurulması ya da

ortadan kaldırılması söz konusu olamayacaktır. Anayasanın 15. maddesine göre; savaş, seferberlik,

sıkıyönetim ve olağanüstü hal ilanında dahi kişinin yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne

dokunulamaz (Savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler ile ölüm cezalarının infazı hariç

tutulmuştur). Kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı

suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararıyla saptanıncaya kadar

kimse suçlu sayılamaz. Temel hak ve hürriyetlerin durdurulmasından, 1961 Anayasası’nın sıkıyönetimi

düzenleyen 124. maddesinde de söz edilmekteydi. 1982 Anayasası’nın farkı ayrı bir madde olarak

düzenlemesi ve anayasada öngörülen güvencelerin kaldırılabilmesine imkan tanımasıdır. Özellikle yargısal

denetimin kaldırılması, yapılan işlemlerin, olağanüstü durumun gereklerine uygun yapılıp yapılmadığını

denetlemeyi olanaksız kılmaktadır. Bu nedenle 15. madde uygulamada insan hakları için tehlikeli sonuçlar

doğurabilecek niteliktedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin getirdiği koruma düzeni, bu olumsuzluklara

karşı bir sigorta sayılabilir. Avrupa Konseyi’nden çekilmeyi ya da uzaklaştırılmayı göze alabilecek bir iktidar

karşısında hiçbir hukuki güvence kalmadığını da belirtmek gerekiyor.

İnsan Haklarına Kavramsal ve Tarihsel Bakış:

İnsan hakları üzerinde durmadan önce “insan” ve “hak” kavramlarının tanımlarını vermek yerinde olur. İnsan

varlığına ve insanın ne olduğuna ilişkin sorular felsefenin başlangıcından beri söz konusudur. İnsanın

niteliğine yönelik soru ile aslında şunları sormuş oluruz; insanın doğası (özü) nedir, insanın bir doğası var

mıdır, insanı insan yapan şey nedir, insanın ayırt edici nitelikleri nelerdir? Bazı filozofların öngördüğü gibi

insan, soyunun başlangıcında bir doğal durumda yaşamış olsa bile, burada insan tıpkı hayvanlar gibi sürü

halinde yaşıyor olacağından, henüz insan olma evresine varmış sayılmaz. Bu nedenledir ki Aristoteles

insanı zoon politikon (politik hayvan) olarak tanımlamıştır. Sürü halinde yaşayan canlının sürüde bulunuşunu

belirleyen şey içgüdüdür. Oysa en basit düzeyde örgütlü bir toplulukta bulunmak için içgüdü yeterli değildir,

akla gerek vardır. Toplumun oluşturulması ve biçimlendirilmesi akıllı bir varlığın işidir. İnsan hakkı kavramı da

toplum içinde olmaktan gelmektedir.

İnsan hakları birlikte yaşamanın gerektirdiği bir şeydir. Tek başına ıssız adada yaşayan bir insanın

hakkından söz edilemez. Herhangi bir şeyin hak olduğu söylendiğinde, bunu tartışılmaz olduğu ve herkes

tarafından kabul edilmesi gerektiği anlatılmak istenir. Toplu yaşam içerisinde bireye var olan yasalar,

evrensel beyannameler veya en azından sözlü bir gelenekle tanınan belli şekillerde hareket etme özgürlüğü,

yetisi ya da imkanına “hak” denilebilir. İnsan hakları kavramı içinde toplanan; yaşama, özgürlük, eşitlik,

çalışma, eğitim alma, sağlıklı yaşama, meslek sahibi olma uygun bir hayat standardına sahip olma,

yerleşme ve seyahat özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, bilimsel, felsefi ve sanatsal faaliyette bulunma

özgürlüğü ve benzeri haklar yukarıda sözü edilen hakları içermektedir. Diğer bir ifadeyle insan hakları ya da

kamu özgürlükleri kavramını şu şekilde tanımlayabiliriz: İnsanın tek tek kişilerle ve iktidarla ilişkileri içinde

kendi malı olarak elinde bulundurduğu, kurallarla yönetilen ayrıcalıklardır.

Tore Lindholm’e göre bu kavramın özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz:

1-) Evrensellik: İnsan hakları, insana sırf insan için tanınan haklar olduğundan, günümüz dünyasındaki bütün

insanlar bu haklara sahiptirler. Ama evrensellik sadece hak sahipliğini kapsamaz. Muhataplık ve sorumluk

anlamında da insan haklarının evrensel olduğunu belirtmek gerekir. Günümüzün uluslararası toplumunda

bütün devletler ve dolaylı olarak bütün kişiler, insan haklarına uymak zorundadırlar.

2-) Geniş İçerik: Kısmen uluslararası konsensüs, kısmen de pazarlıklarla belirlenen ve her bir insanın doğal

hakkı olan siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel ve sivil haklardan oluşan, sağlam zemine oturmuş, mantıken

iyi dengelenmiş ve bunun yanında gelişmeye açık bir haklar paketi.

3-) İkili Sorumluluk: İnsan hakları konusunda devletlerin iki türlü sorumluluğu bulunmaktadır. Devlet bir

taraftan halka karşı sorumluluğunu yerine getirmelidir. Bu, kendi yetki ve sorumlukları dahilinde yeterli

anayasal, yasama ve idari uygulama tedbirlerini alarak ve her bir insanın hakkını koruyarak mümkün olabilir.

Diğer taraftan da devlet, diğer devletlere karşı sorumluluğunu yerine getirmelidir. Bunun için, devletin, insan

haklarında uluslararası standardın geliştirilmesi için diğer devletleri teşvik etmesi ve gözetlemesi, ayrıca ulus

üstü insan hakları kuruluşlarına destek olması gerekmektedir.

4-) Yasal ve Ahlaki Temeller: Devletlerin kendi içindeki anayasa ve diğer yasaları ile uluslararası

anlaşmaları, hem yasal hem de ahlaki geçerlilik temellerine sahip olmalıdır. Bütün insanların özgür ve eşit

olduğunu belirten ahlaki yasayı referans almayan bir düzenlemenin meşru addedilmesi mümkün değildir.

İnsan hakları kavramı uzun zamanın bir ürünüdür. Kavram belli bir evrim sonucunda bugünkü halini almıştır.

İnsanlığın tarih boyunca yaptığı zorlu mücadeleler sonucunda dünyada kabul görür bir duruma gelmiştir.

Günümüzde insan haklarının bütünü uluslararası belge ve sözleşmelerle güvence altına alınmıştır. İnsan

14 8 2014 Uluslararası Politika Akademisi – (UPA) – TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN GELİŞİMİ VE KORUNMASI

http://politikaakademisi.org/temel-hak-ve-hurriyetlerin-gelisimi-ve-korunmasi/ 11/15

hakları kavram olarak Batı’da şekillenmiş ve gelişmiştir ancak bu mücadelelerin yalnızca Batı’da yapıldığı

anlamına gelmez. Batı’da bir kavram olarak yansımasını bulan insan hakları, yaşamış ve yaşamakta olan

tüm insan topluluklarının mücadelesi sonucunda oluşmuştur.

I. Kişi Özgürlükleri ve Siyasal Haklar:

Bugün klasik ya da geleneksel haklar olarak adlandırdığımız bu haklar (1. kuşak haklar) büyük ölçüde

aristokrasi-burjuvazi çatışmasına dayanmaktadır. İki sınıf arasındaki çelişki ve çıkarlar çatışması, özellikle

siyasal hakları netleştirmektedir. Ayrıcalıklar üzerine kurulu feodal rejime karşı devrimci burjuvazinin verdiği

mücadele, özgürlük ve eşitlik kavramlarının doğmasına önayak oldu. 17. ve 18. yüzyıl devrimleri feodal çağın

kapanmakta olduğunu müjdelerken, beraberinde hak ve özgürlükler demetini getirdiler. Feodalite-burjuva

çelişkisi sonucu doğan hak ve özgürlükler, büyük düşünce akımlarının da etkisiyle dönemin, İngiliz,

Amerikan ve Fransız haklar bildirgelerinde yer alarak hukuk düzeninin yapıtaşları haline geldiler. Birinci

kuşak haklar Amerikan ve Fransız devrimlerinden doğmuştur.

İlk ve orta çağda insan hakları açısından kayda değer bir gelişmeden söz edilemez. Antik Yunan ve

Roma’da ise demokrasinin ve insan hakları düşüncesinin ilk izleri görülmektedir. Sadece siyasal haklar

vardır ve seçkin kişiler yasa karşısında eşittir. Ancak kadınlar ve köleler bundan yoksun bırakılmıştır. Ancak

Ortaçağ’da 1215 tarihinde Magna Carta Libertatum (Büyük Hürriyet Fermanı) ile İngiltere’de kralın keyfi

müdahalelerine karşın kişi hak ve özgürlüklerinin sınırlarının geliştirilmesi sağlanmıştır. Aydınlanma Çağı

denen bu dönemi etkileyen en önemli düşünürlerden birisi de John Locke’dur. Locke, insanların yaşama,

hürriyet ve mülkiyet sahibi olmak için tabii bir hakka sahip olduğu görüşünü ortaya attı. Locke’ un bu teorisi,

İngiliz parlamentosunun 1689 tarihli Haklar Bildirgesine temel teşkil etmiştir. John Locke (1632-1704)

Liberalizmin en önemli kurucularından biri kabul edilir. Locke’un fikirleri İngiltere dışında başka devletleri de

etkiledi. 1775 yılında Virginia devletinde benzeri bir haklar bildirgesi düzenlendi. Bu bildiride yaşama

hürriyeti ve mülkiyet hakkından sonra yeni bir hak, mutluluğu arama hakkından söz edilir. Bildiride bu dört

hak Amerika tarafından 1775’te ilan edilen Bağımsızlık Bildirgesi’nde aynen yer almıştır. Amerikan

Bağımsızlık Bildirgesi insan eşitliği düşüncesini bir metin içinde kayda geçiren ilk bildirgedir. Bu bildirgeyi

kaleme alan Thomas Jefferson, insan eşitliği ve özgürlüğü konularını hayata geçirecek en önemli unsur

eğitimdir. Bunun ardından Fransız İhtilali(1789), eşitlik, özgürlük ve adalet düşüncesinin kitleler tarafından

telaffuz edildiği ilk siyasal örnektir. İhtilalin felsefesi eşitsizliğe başkaldırıdır. İhtilalle beraber Fransız

Vatandaş ve İnsan Hakları Bildirgesi 1789 yayınlanır. Bildirge “İnsanlar hür ve eşit şartlarda doğar ve öyle

kalır” ilkesi çerçevesinde temel insan haklarını “hürriyet, mülkiyet, güvenlik ve zulme direnme” olarak tespit

etmektedir.

II. Sosyal, Ekonomik ve Kültürel Haklar:

19. yüzyılda eşitlik ve özgürlük herkese tanınmış idiyse de, bunlardan küçük bir zümre yararlanabiliyordu

(sınırlı oy hakkı). Bu dönemde tanık olunan toplumsal sefalet, işçi sınıfının (proletarya) içinde bulunduğu güç

koşullar bunun en belirgin kanıtıydı. İşçi sınıfı sanayi devrimiyle beraber bu ortamda doğdu ve toplumsal

muhalefeti oluşturmakta gecikmedi. Çalışan kesimlerin 19. yüzyılın ikinci yarısında şiddetlenen

mücadelelerinde özellikle siyasal haklar ve ekonomik talepler ön plana çıkıyordu; seçme ve seçilme ve

siyasal örgütlenme hakları, çalışma olanaklarının düzeltilmesi, iş olanaklarının yaratılması, toplumsal

güvenliğin sağlanması, sendika ve grev hakları. Siyasal haklar uğruna verilen mücadele ile sosyal haklar

savaşını aynı kaynaktan doğuruyordu. Bu ekonomik olarak güçsüz durumdaki kitlenin siyasal ve toplumsal

eşitsizliklere karşı tepkisi olarak nitelendirilebilir. Eşitliğin öne çıkarılmasıyla özgürlüklerin

toplumsallaşması, bir yandan emekçi sınıfın mücadelesinde, öte yandan sosyal devlet kuramında ön plana

anlam kazanır.

Devletin ilk kuşaktaki kayıtsızlığı yerini haklarla ilgili ve sorumlu devlet anlayışı almıştır. Bu yeni devlet de

sosyal devlet olarak adlandırılmıştır. Bu dönemde hukuk metinlerince tanınan sosyal ve kültürel haklar, 20.

yüzyılın başında Anayasalarca (1917 Meksika, 1919 Almanya, 1924 Sovyetler Birliği) düzenlenecektir. 1948

yılında Birleşmiş Milletler genel kurulunda geçen ve ilan edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ikinci

kuşağın ana özelliğini yansıtır. Bu bildirge seyahat hürriyeti, mal sahibi olma, evlenme, kanun önünde

eşitlik, açık ve adil yargılanma hakkı, din hürriyeti, barışçı amaçlarla toplanma ve çeşitli sığınma haklarını ön

plana çıkarır. Kölelik, işkence ve keyfi tutuklama bu bildiride yasaklanır. Ayrıca sosyal güvenlik, uygun

yaşama standardı, tıbbi bakım, istirahat, eğlence ve hatta ücretli periyodik tatil gibi bazı yeni haklar dizisini

gündeme getirir. Toplumsal etmenleri geçen yüzyılda hazırlanmış olan ikinci kuşak hakların güvence altına

alınması yüzyılımızın olgusudur.

III. Dayanışma Hakları:

II. Dünya Savaşı’ndan sonra hak ve özgürlükler, uluslararası ilişkilerin gelişmesi ve uluslararası örgütlerin

kurulması (BM teşkilatı) ile uluslararası düzlemde gündeme gelmeye başladı. Bunda özellikle sömürgeden

çıkan Üçüncü Dünya devletlerinin baskısı rol oynamıştır. “Dayanışma hakları” adı verilen kuşağı doğuran

etmenlerin başında bilimsel ve teknik ilerlemelerin ortaya çıkardığı sorunlar yer alıyor. Nükleer teknoloji ile

atom çağına girilmiş; nükleer yayılma ise insanoğlunun varlığını sürdürme sorununu gündeme getirmiştir.

İnsan çevresini tüketen sınai büyüme yanında, kalkınmakta olan ülkeler ve bağımsızlığına yeni kavuşmuş az

gelişmiş devletlerin karşı karşıya bulunduğu ciddi sorunlar da insan hakları üzerinde yeniden düşünmeyi

gerekli kılmıştır. Bu gelişmelerin sonucunda 1982 yılında “Dayanışma haklarına İlişkin Uluslararası Üçüncü

Pakt Önerisi” hazırlanıyor ve dört özgün hak ayrıntılı biçimde düzenlenecektir: Çevre hakkı, gelişme hakkı,

14 8 2014 Uluslararası Politika Akademisi – (UPA) – TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN GELİŞİMİ VE KORUNMASI

http://politikaakademisi.org/temel-hak-ve-hurriyetlerin-gelisimi-ve-korunmasi/ 12/15

barış hakkı, insanlığın ortak mal varlığına saygı hakkı. Tahran Bildirgesi (1968), La Haye (Mart, 1989), Rio

Dünya Çevre Konferansı (1992), Viyana Dünya İnsan Hakları Konferansı Belgeleri (1993) bu hakların

somutlaştırılması yönünde belgelerdir.

Köleliğe Karşı Mücadele:

Köle ve kölelik, yaratılışında kişisel yararını aşırı derecede korumak eğilimi bulunan İnsan’ın var olduğu ilk

zamanlardan beri olagelmiştir. Köleciliğe, önce ahlaki kurallarla engeller oluşturulmuş ancak, içgüdüsünde

egoizmin hakim olduğu köle sahibinin ahlakı ve vicdanı köleliği tam önleyemediğinden, emredici din ve

hukuk kuralları yaptırımlar getirmiş, bir çok milletler arası sözleşmeler de konu köleliği ortadan kaldırmaya

çalışmış, büyük ölçüde başarı sağlamış, fakat, günümüzde, özellikle geri kalmış ülkelerde kölelik hala

tamamen ortadan kaldırılamamıştır. Bu konuda yapılan mücadele şu şekilde özetlenebilir:

- Önceleri İngiltere’ de daha sonra Amerika’da kurulan Dostlar Derneği 1770’de müminlere köleliği

yasaklıyor.

- 1780’de Dostlar hareketinin yoğun olduğu Pensilvanya’da, köleleri özgürleştiren bir yasa çıkartılıyor.

- ABD’de 1807-1808 yıllarında köle ticareti yasaklanıyor, köleliğe son verilmesi ise 1865’de

gerçekleştirilmektedir. Fransa ise Batı Hint adalarında köleliği 1848’de kaldırmaktadır.

Devletlere köle ticaretini yasaklamaya çağıran belgeler şu şekilde sıralanabilir:

- 1814-1815 Paris Barış Antlaşmaları,

- 1815 Viyana Kongresi,

- 1822 Verona Bildirgesi,

- Köleliğin kaldırılmasıyla ilgili belgeler şunlardır:

- 1841 Londra Antlaşması,

- 1862 Washington Antlaşması,

- 1855 Berlin Konferansı,

- 1890 Brüksel Konferansı,

- 1922’de kurulan Kölelik geçici Komisyonun uluslararası sözleşme ile köleliğin kaldırılması yolundaki

çalışmalar sonucunda 1926’da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda “Köleliğe Karşı Uluslararası Sözleşme”

kabul edildi. 10 Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve 3 Eylül 1953 tarihinde yürürlüğe giren

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile kölelik kesin olarak yasaklanıyor.

Temel İnsan Hakları Belgeleri:

A-) Genel Korunmayı Sağlayan Belgeler:

- Birleşmiş Milletler Şartı (1945)

- İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (1948)

- İnsan Haklarına İlişkin Uluslararası Sözleşmeler (1966) (Uluslararası Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi

1966. Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi 1966)

B-) Özel Koruma Sağlayan Belgeler

- Irk ayrımcılığının Bütün Şekillerinin Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası sözleşme (1965),

- Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi sözleşmesi (1979),

- İşkence ve Başka Zulümce, İnsanlık dışı Ya da Onur Kırıcı Davranış Ya Da Cezaya Karşı sözleşme

(1984),

- Çocuk Hakları Sözleşmesi (1989),

- Bütün Göçmen İşçilerin Ve Aile Bireylerinin Haklarının Korunmasına ilişkin Uluslararası Sözleşme (1990).

İnsan Haklarının Felsefi Gelişimi:

İnsan haklarının felsefi gelişimi Liberalizm ideolojisinin ortaya çıkmasıyla yakından alakalıdır. Liberalizm;

Avrupa’da kentsoylu (burjuvazi) ve aristokrasi sınıflarının mücadelesinden, özellikle de burjuvazinin

14 8 2014 Uluslararası Politika Akademisi – (UPA) – TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN GELİŞİMİ VE KORUNMASI

http://politikaakademisi.org/temel-hak-ve-hurriyetlerin-gelisimi-ve-korunmasi/ 13/15

aristokrasinin önüne geçmesinden doğmuştur. Avrupa’da 10., 11. yüzyıldan itibaren ticaret gelişmeye

başladı. Bu dönemde ticaret daha çok klasik ticaret yolları üzerine kuruluydu ve sınırlı düzeydeydi. Haçlı

Seferleri sayesinde Batı dünyası Doğu’yu tanımış ve orada kendisinde bulunmayan ürünleri birtakım

tüccarlar pazarlamaya başlamıştı. İngiltere’de ticaret sınıfı güç kazanınca 1215 tarihli Magna Carta

Antlaşması imzalanmış ve kral birtakım yetkilerinden vazgeçmiştir. Avrupa’daki bu ekonomik gelişmelere ek

olarak 14. yüzyıldan başlayarak Rönesans dönemi tüm Avrupa’da etkili oluyordu. İtalya’da 14. yüzyılda

başlayan ve sonrasında birçok Avrupa ülkesine yayılan Rönesans kelime anlamıyla “yeniden doğuş”

demektir. Rönesans’ın önemi; Avrupa’nın bu dönemden başlayarak Kilise ve din merkezli değil, seküler ve

insan merkezli (anthropocentric) düşünceye önem vermesidir. Bu dönemde antik Yunan klasikleri Latinceye

çevrilmiş ve Avrupa’da okunmaya başlamıştır. Bilime, sanata ve estetiğe ilişkin merak hızla artmış,

gelişmeler yaşanmış ve skolastik (Kilise görüşü) düşünce zayıflamıştır. Rönesans, Reform hareketine ve

Avrupa’nın dünya liderliğine soyunmasına uygun bir ortam sağlamıştı.

Reform 15. ve 17. yüzyıl boyunca tüm Avrupa’yı etkileyen Katolik Kilisesi’ne karşı yapılmış dinsel bir

harekettir. Reform sonucu Protestanlık mezhebi Katolik ve Ortodoks mezhepleri yanında Hıristiyanlığın bir

kolu olarak kendini kabul ettirmiş ve daha önemlisi Avrupa’daki mezhep ve din savaşları uzun ve kanlı

savaşlar sonrasında son bulmuştur. Bozulan ve halkı ezen Kilise’nin İncil yorumlarını eleştiren ve İncil’i farklı

bir şekilde yeniden yorumlayan Alman din adamı Martin Luther sayesinde ortaya çıkmıştır. Bazı

prensliklerin Luther’e destek vermesi üzerine Avrupa’da savaşlar yaşanmıştır. Lutherciliğe ek olarak

Kalvincilik ve Anglikanizm mezhepleri de bu dönemde doğdu ve kendilerini kabul ettirdi. Avrupa’da ciddi

anlamda bir burjuvazinin ortaya çıkışı, Keşifler Çağı sonrasında bakir Güney Amerika kıtasından gelen

hammaddeleri pazarlayan tüccarlar sayesinde oldu. Burjuvalar şehirde fabrikalarını kurarak istihdam

sağlıyor, büyük paralar kazanıyor ve siyasal iktidarı etkilemeye çalışıyorlardı. Toprak sahibi ve aileden asil

aristokrasi ise bir durağanlık sürecindeydi ve bu iki sınıfın çıkar çatışması kaçınılmazdı. Sonuçta daha

büyük ekonomik imkanları olan ve daha ihtiraslı olan burjuvazi aristokrasinin gücünü kurdu ve reformlar veya

devrimler yoluyla kendi hakimiyetini kuracak yeni bir düzen kurdu. Bu düzen, liberalizme dayanıyordu zira

burjuvazi devletten mal, can güvenliğinin korunmasını ve özgürce ticaret yapabileceği güvenli bir piyasa

mekanizmasının kurulmasını istiyordu. Aristokrasinin ticareti sınırlayan kuralları ve ayrıcalıkları artık rafa

kalkıyordu.

Liberalizm işte bu sınıfsal çatışma koşulları içerisinde iki temel esasa dayanarak ortaya çıktı; Eşitlik ve

Özgürlük. Büyük maddi imkanları olan kentsoylular yasal olarak aristokrasinin gerisinde olmayı

kabullenemiyor ve iktidarın soyluluk veya teokratik şekilde değil, vergi veren vatandaşların oylarıyla (sınırlı

oy) oluşmasını savunuyordu. Yasal eşitlik ve oyla seçilen iktidar (Cumhuriyet ve milli egemenlik) fikri

burjuvazinin en büyük özlemiydi. Özgürlük ise burjuvazinin mal ve can güvenliğinin korunmasına yönelik bir

ilkeydi ve burjuvazi servetine devlet veya aristokrasi tarafından el konulmaması ve kendisine vergi yükü

bindirilmemesi için özgürlük talep ediyordu. Fransız Devrimi sonrası yayınlanan Fransız İnsan ve Yurttaş

Hakları Bildirisinde mülkiyet hakkı kutsal ve dokunulmaz ilan edilen tek haktı. Burjuva demokrasisinin bir

ürünü olan liberalizmin başta genel oy ilkesi olmak üzere birçok eksiği vardı ve bu haklar ancak işçi sınıfının

mücadelesiyle kazanılabildi. (1848 ayaklanmaları). Ayrıca liberalizm genellikle siyasal liberalizm (siyasal

özgürlükler, eşit haklar, bireyin korunması) ve ekonomik liberalizm (ekonominin serbest piyasa dengesine

bırakılması, laissez-faire laissez-passer) olarak ikiye ayrılmıştır ve ekonomik liberalizm boyutu hayli

tartışmalıdır. Daha sonra liberal uygulamalarda ortaya çıkan sorunlar sosyal demokrasi ve sosyal devletin

kurulmasıyla önlenmeye çalışılmıştır.

Sınıfsal düzlemde bunlar olur ve Avrupa’da yeni bir zengin burjuva sınıfı oluşurken, entelektüel hayatta da

Avrupa Rönesans ve Reform sonrası 17. yüzyıldan başlayarak başlayarak büyük bir atılım

gerçekleştiriyordu. İnsan merkezli (anthropocentric) düşünce gelişiyor ve Kilise’nin baskısının kırılması

sonrası bireysel özgürlükler daha çok önem kazanıyordu. Avrupa’da 17. yüzyıldan başlayan ve 18. ve 19.

yüzyıllarda devam eden bu entelektüel ilerleme sürecine Aydınlanma Çağı denildi. Günümüzün siyasal

tartışmalarının birçoğu o dönemde ilk kez tartışılmaya ve modern demokrasilerin kuralları belirlenmeye

başlandı.

John Locke:

John Locke (1632-1704) Liberalizmin en önemli kurucularından biri kabul edilir. İnsan doğasının özünde iyi

olduğuna ve devlet olmadan insanların genel anlamda barış içerisinde yaşadığına ancak kimi zaaflarına

yenik düşen kötü insanlar nedeniyle insanların devleti bir sosyal sözleşme ile kurmak zorunda kaldıklarını

savunuyordu. (Devletsiz doğal durumda insanlar merkezi bir otorite olmadığı için saldırıya uğradıklarında

cezayı kendileri verecektir. Bu durumda duyguları nedeniyle aşırıya kaçabilir ya da taraflı davranabilirler. Bu

nedenle Locke liberal bir devletin gerekliliğini savunur.) Locke’a göre devletin amacı insanların mal ve can

güvenliklerinin korunması ve kişinin tartışmalı bir durumda adil yargılanmasıydı. Bunlar gerçekleşmiyorsa

kişinin devlete isyan hakkı doğardı. Parlamenter rejime inanıyordu ve Kalvinistti. Her ne kadar mülkiyeti

kutsaması bağlamında kapitalizmin babası olarak tanınsa da, emeğin yüceliğini ve bir malın mülkiyetindeki

tek etkenin emek olduğunu belirtmesi onu bir yandan da Marks’ın öncüsü yapar. Liberalizmin temel hak ve

özgürlükler (can ve mal hürriyeti ve güvenliği) boyutunu geliştirmiştir.

John Stuart Mill:

John Stuart Mill (1806-1873) ünlü bir Liberalizm teorisyeni ve İngiliz devlet adamıdır. Jeremy Bentham’ın

kurduğu faydacılık akımının savunucusu olmuş ve “bir eylem yalnızca bir fayda sağladığı zaman doğrudur”

14 8 2014 Uluslararası Politika Akademisi – (UPA) – TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN GELİŞİMİ VE KORUNMASI

http://politikaakademisi.org/temel-hak-ve-hurriyetlerin-gelisimi-ve-korunmasi/ 14/15

prensibine göre en fazla sayıda insanın en büyük mutluluğunu en istenir sonuç olarak görmüştür. Harm

principle (zarar ilkesi) teorisine göre, kişinin ifade özgürlüğünü sınırlamanın tek meşru nedeni söylenen

sözlerden ötürü bir diğer kişinin zarar görmesidir. Liberalizmin düşünce ve vicdan özgürlüğü boyutunu

geliştirmiştir. Özgürlük Üstüne (On Liberty) isimli çalışmasında ifade özgürlüğünün faydalarını sıralamıştır.

Mill’in anlayışına göre ifade özgürlüğü, toplumsal ilerlemenin ve gelişmenin en temel gereğidir. Zira, farklı

görüşlere sahip kişilerin herhangi bir baskıya maruz kalmadan tartışabilmeleri, olası eksikleri ve yanlışları

ortaya koymakta ve toplumun farklı kesimlerinin katkı sağlamasına imkan vermektedir. İfade özgürlüğü

kapsamı içinde yaşanan tartışmalar sonucunda fikirler gözden geçirilmekte, eksik yanları belirlenmekte ve

bu görüşlerin diğerleri ile harmanlanması veya yerlerini daha geçerli doğrulara bırakmaları sonucunda

doğruya giden yolda bir adım daha atılmaktadır. Fikirlerin serbestçe açıklanmasına ve nakledilmesine izin

verilmediği durumlarda, insanlar doğruların faydasından yararlanamadıkları gibi yanlışların zararından da

kaçınmaları çok mümkün değildir.

Montesquieu:

1689-1755 yılları arasında yaşamış Fransız siyasal teorisyen ve filozoftur. Kuvvetler ayrımı (güçler ayrımı)

kuramını ortaya atmıştır. 20 yıl üzerinde çalıştığı De l’esprit des Lois (Yasaların Ruhu) adlı kitabında

yasama, yürütme ve yargıyı birbirlerinden ayırmanın önemini vurgulamıştır. “Önünde kendisine engel olacak

başka bir güç bulunmayan bir yönetici özgürlükleri çiğneyebilir, yetkilerini aşabilir. Kuvvet kuvveti

durdurmazsa özgürlük olmaz” demiştir. Liberalizm kuvvetler ayrılığı ilkesini ve gücün bölünmesi prensibini

geliştirmiştir. (Güç bozar, mutlak güç mutlaka bozar à Lord Acton)

Jean Jacques Rousseau:

Jean Jacques Rousseau (1712-1778) Cenevreli ünlü Fransız düşünürdür. İnsan doğasına ilişkin

çözümlemesiyle, insanın uygarlık tarafından değiştirilmemiş doğal halinin birçok açıdan daha üstün olduğu

fikri ve modern demokrasi anlayışına temel oluşturan toplumsal sözleşme öğretisiyle ün kazanmıştır. Genel

irade fikri ile çoğunlukçu demokrasinin temellerini atmış ve Fransız Devrimi koşullarının oluşmasına katkı

sağlamıştır. Demokrasinin prosedürler ve seçim boyutunun gelişmesine büyük katkı sağlamıştır. Ayrıca

eşitsizlik eleştirisi sayesinde sosyalizmin de temellerini atmış kabul edilebilir.

Emanuel Sieyes:

1748-1836 yılları arasında yaşamış ve Fransız Devrimi’ne bizzat katkıda bulunmuş ünlü düşünürdür. Aktif

yurttaş-Pasif yurttaş ayrımını yaratmış ve böylelikle sınırlı oy ilkesinin gelişmesine katkıda bulunmuştur.

Yarattığı devlette pasif yurttaş hakları (can ve mal güvenliği) herkese geçerlidir ancak aktif yurttaş hakları

yani kamu gücünün kurulmasına ve işlemesine katılma hakları sadece aktif yurttaşlara tahsis edilmiştir.

Aktif yurttaşlık hakkı belirli bir düzeyin üzerinde vergi veren kişilere tanınmaktadır.

Benjamin Constant:

1767-1830 yılları arasında yaşamış Fransız liberalizm teorisyenidir. Özel mülkiyetin burjuva

demokrasisindeki (liberal demokrasi) yerini belirtmesi açısından önemlidir. “Sadece mülkiyettir ki, aydın

olabilmek için gerekli boş zamanı ve doğru yargıda bulunabilme olanağını verir; dolayısıyla sadece mülkiyet

insanların siyasal hakları kullanabilmelerini sağlar” demiştir. Robespierre ve Jakoben deneyimini yaşamış ve

bu nedenle halk oyuna dayansa dahi bazı hakların asla geri alınamaz temel haklar olduğunu savunmuştur.

Klasik liberalizm ve modern liberalizm arasında ayrım yapmıştır. Klasik liberalizm ona göre katılıma ve

halkın doğrudan etkisine dayanmaktadır ancak modern liberalizm daha çok yasalar, bireylerin özgürlüğü ve

prosedürlerle ilgilidir.

Adam Smith:

1723-1790 yılları arasında yaşamıştır ve daha çok liberalizmin ekonomik boyutuyla ilgilenmiştir. Ona göre

insanların zengin olmak için özgür bir biçimde çaba göstermeleri her türlü ilerlemenin ön koşuluydu. Yani

insan kendi çıkarı için çalışırken aslında topluma da hizmet ediyordu. Görünmez el (invisible hand)

düşüncesiyle piyasanın en mükemmel dengeyi sağlayacağını ve eşitsizliklerin toplum için büyük bir sorun

teşkil etmeyeceğini düşünüyordu. Devlet ona göre sadece bir düzenleyici olmalı ve piyasaya müdahale

etmemeliydi.

John Maynard Keynes:

1883-1946 yılları arasında yaşamış ünlü İngiliz iktisatçı ve devlet adamı. Adam Smith’in görünmez el fikri,

Büyük Buhran ve sonrasında serbest piyasa ekonomisinin yaşadığı krizlerle sarsılınca Keynescilik ön plana

çıkmıştır. Keynes’e göre krizlerin nedeni yatırımların tasarrufların gerisinde kalmasıydı. İnsanlar yapılan

yatırımdan daha fazla tasarruf ettiklerinde üretilen mallara istem azalacak ve zararına satışlar gündeme

gelecekti. Sonuç ise iflaslar ve işsizlikti. Bunalımı bitirmek için devlet yatırımda kendisi aktif rol oynamaları

ve iş sahaları yaratarak ekonomiyi yeniden canlandırmalıydı. Bu da devletin Smith’in dediğinin aksine

seyirci ve yalnızca düzenleyici olmasını değil, müdahaleciliğini gerektiriyordu (sosyal refah devleti).

14 8 2014 Uluslararası Politika Akademisi – (UPA) – TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN GELİŞİMİ VE KORUNMASI

http://politikaakademisi.org/temel-hak-ve-hurriyetlerin-gelisimi-ve-korunmasi/ 15/15

TAGS » 1961 anayasası, 1982 anayasası, adam smith, aihm, aihs, amerikan devrimi, anayasa mahkemesi, anayasal haklar,

avrupa insan hakları mahkemesi, avrupa insan hakları sözleşmesi, benjamin constant, bill of rights, bireysel özgürlükler,

birinci kuşak haklar, birleşmiş milletler, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları

Komisyonu, bm, demokrasi, doğal hak anlayışı, doğal hukuk, düşünce özgürlüğü, ekonomik haklar, emanuel sieyes, erol anar,

ferdi hürriyetler, fransız devrimi, Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi, Georg Jellinek, habeas corpus, hak, haklar

bildirisi, hürriyet, ikinci kuşak haklar, insan hakları, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, jean jacques rousseau, john locke, john

maynard keynes, john stuart mill, kamu hürriyeti, kamu hürriyetleri, kemal gözler, kişi hak ve hürriyetleri, kişi hakları, köleliğe

karşı mücadele, kölelik, kültürel haklar, liberalizm, magna carta, manset, marksist özgürlük anlayışı, marksizm, martin luther,

montesquieu, ozan örmeci, özgürlük, pozitivist hak anlayışı, pozitivizm, reform, rönesans, siyasal haklar, siyasi haklar,

sosyal devlet, sosyal haklar, tabii hukuk, tahran bildirgesi, temel hak ve hürriyetler, temel haklar, thomas jefferson, Tore

Lindholm, türk anayasaları, türkiye'de anayasacılık, üçüncü kuşak haklar, vatandaş hakları, Virginia Bildirisi, Zaruret Hali

Teorisi

POSTED IN » DİĞERLERİ, TÜRK DIŞ POLİTİKASI

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

KAYNAKLAR

- Gözler, Kemal, Anayasa Hukukuna Giriş, 2007, Bursa: Ekin Basın Yayın Dağıtım. Satın almak için;

http://www.idefix.com/kitap/anayasa-hukukuna-giris-kemal-gozler/tanim.asp?

sid=QO88O7G4YH3HE1MXDRPP.

- Anar, Erol, İnsan Hak ları, 1999, İstanbul: Özgür Üniversite. Satın almak için;

http://www.idefix.com/kitap/insan-haklari-erol-anar/tanim.asp?sid=NOJK3BNDYH5HCA6KKVY3.

Bu kitaplardan özetlenmiştir.

Related »

Leave A Response »

Logged in as upa-admin. Log out »

Comment

Post Comment

Copyright © 2011-2013 UPA adına tüm hakları saklıdır. Servis Sağlayıcı: Harbour Agency Back to Top

L’ELECTION

PRESIDENTIELLE EN

TURQUIE: LA VICTOIRE A

LA PYRRHUS

D’ERDOĞAN

THE ILLUSTRATION OF

IRAQI TURKMEN

ASSOCIATIONS ABROAD

İSRAİL-FİLİSTİN

SORUNU: SİLAHLAR

SUSACAK MI?

BÜYÜK KAOS AŞAMASI:

BRZEZINSKI’NİN UYARISI