Post on 31-Jan-2023
TURGUT ÖZAL DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI
Emrah KAV*
Özet
Bu çalışmada Turgut Özal ve ANAP hükümeti döneminde yaşanan dış
politika olaylarını ve bu olayların Özal’ın kişiliğiyle ilişkili yanlarını
anlatmaya çalışacağım. Özal’ın Cumhur Başkanlığı makamına çıkıp vefat edene
kadar ki Türkiye’yi dışarıda nasıl temsil ettiğini yararlandığım
kaynaklarla sizlere takdim edeceğim. Merhum’un körfez krizi sırasındaki ABD
ile nasıl iletişim içinde olduğunu ve neler düşündüğünü bu makalede
göreceksiniz.
Anahtar Kelimeler: AT, Körfez Savaşı, İslami Liberalizm, Ortadoğu, Özalve Bush, Turgut Özal.
GİRİŞ
Türk dış politikasında yaşanan değişim 1980’lerden sonra
ve özellikle Turgut Özal döneminde yaşanmaya başlamıştır.
1980’li yıllardan itibaren izlenen dışa açık ekonomi
politikalarının da bir gereği olarak Türkiye çok yönlü bir dış
politika izlemeye başlamış ve ekonomik çıkarlar izlenen dış
politikada gittikçe önem kazanmaya başlamıştır. Özallı yıllarda
ABD ve Batılı ülkelerle ilişkiler geliştirilirken, aynı zamanda
Türkiye bölgesel sorunlarla daha fazla ilgilenmeye başlamış ve
*Öğrenci, Uludağ Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Numara:
021260074.
1
bu dönemde dış politikada “çok yönlülük” daha da belirgin hale
gelmiştir.
Soğuk Savaş döneminin sona ermesi ile birlikte meydana
gelen gelişmeler belki de en fazla Türkiye’yi etkilemiş ve
İkinci Dünya Savaşından sonra izlenen dış politikada önemli
değişikliklerin yapılması sonucunu doğurmuştur. 1990’lardan
itibaren Türkiye özellikle bölgesel düzeyde oldukça aktif bir
dış politika izlemeye başlamış. İzlenmeye başlanan bu çok yönlü
aktif ve katılımcı dış politika Türkiye’nin kendi
tercihlerinden ziyade ortaya çıkan gelişmelerin bir zorlaması
sonucu oluşmuş olduğu söylenebilir.
1-ÖZAL’IN KİŞİLİĞİ
Özal'ın biyografisi: Turgut Özal 13 Ekim 1927 de
Malatya'da doğdu, babası Muhammed Sıddık Bey, annesi Hanife
Hanımdır. Özal’ın hem anne hem de babası memurdur bu sebepten
sabit bir şehirde kalamamıştır. İlkokula Bilecik Söğüt'te
başlamıştır, ortaokula Silifke'de başlayıp Mardin'de
bitirmiştir, liseye ise Konya Lisesi’nde başlayıp Kayseri
lisesinde bitirmiştir. Üniversite imtihanlarında İstanbul
Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği bölümünü burslu
kazanıp seçmiştir.1950 yılında üniversiteden mezun olmuştur.
Üniversiteden mezun olduktan sonra Elektrik İşleri Etüt
İdaresinde göreve başlamıştır. Daha sonra 1952 yılında
2
mühendislik ekonomisi alanında uzmanlık eğitimi için ABD’ye
gönderilen Turgut Özal, Türkiye’ye döndükten sonra Elektrik
İşleri Etüt İdaresi Genel Müdür Yardımcılığı’na atanmıştır.
Aynı yılda ilk eşi olan Ayhan hanımla evlenmiştir fakat birkaç
ay sonra bu evlilik bitmiştir ve ikinci evliliğini Semra
Hanım'la yapmış ve üç çocukları olmuştur; Zeynep, Ahmet ve Efe.
1961–1962 yıllarında askerlik hizmetini Millî Savunma Bakanlığı
Bilimsel Danışma Kurulu üyesi olarak yapmış ve Devlet Planlama
Teşkilatı’nın kurulmasına katkıda bulunmuştur. 1967–1971
yıllarında Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı görevini
yürütmüştür. Ekonomik Koordinasyon Kurulu, Para ve Kredi
Kurulu, RCD Koordinasyon Kurulu ve AET Koordinasyon Kurulu
başkanlıklarında bulunmuştur. 1971–1973 yıllarında Dünya
Bankası’nda danışman olarak görev yapmıştır.
Türkiye’ye döndüğünde farklı yerlerde çalıştıktan sonra
1979 yılında Başbakanlık Müsteşarı olarak atanmıştır. 12 Eylül
1980 askerî müdahalesinden sonra kurulan hükümete ekonomik
işlerden sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak atanmıştır.1982
yılında istifa edip 1983'te ise ANAP'ı kurup seçime girmiştir
ve halk tarafından hükümet kurma görevine yani Başbakanlığa
seçilmiştir. 1987'de tekrar seçimlere girmiş ve halkın seçimi
yine Turgut Özal Hükümeti olmuştur. 31 Ekim 1989'da Cumhur
Başkanı olan ve 17 Nisan 1993 günü vefat eden Turgut Özal'ın
hala nasıl öldüğü tartışılan bir konudur.
Turgut Özal ekonomi ve teknolojiye çok önem veren bir
kişiliğe sahipti bunun en basit göstergesi olarak her yurtdışı
seyahatlerinde yanında mutlaka Türk işadamlarını da alır ve
3
gittiği ülkelerle önemli ticari anlaşmalar yapardı. İhracat
için de aynı şekilde uğraşmış ve ABD’nin o yıllarda uyguladığı
ambargoyu yumuşatmak için çabasını sonuna kadar kullanmıştır.
Teknolojiye gelince Özal’ın ofisinde birçok kanalı aynı anda
izleyip dünya gündemini yakından takip ettiğini yakın dostu
Engin Güner’ de belirtmiştir kitabında.1
Özal her kanattan Türkiye’yi üstün bir medeniyete
eriştirme çabası içerisinde çalışıyordu. Gerek ABD gerek
AT(Avrupa Topluluğu) ile ilişkileri düzenlemek için çok
çabalıyordu. 1983 seçimlerini kazandığında dondurulmuş olan AT
ile ilişkileri düzenlemek ve topluluğa tam üyelik için zemin
hazırlamaya başlamıştır. Önceki dönemlerde sırt çevrilen Türkî
Cumhuriyetlerle ilişkilere yoğun bir önem vermiştir Özal.
Sovyetlerin de Dağılmasıyla soydaşlarımızla olan ilişki ve
bağlarımız yeniden canlanmaya başladı Özal bu konuya ayrı bir
önem veriyordu. ‘’16 Aralık 1991’deTürkiye, Sovyetler Birliğin ’den ayrılan tüm
bağımsız devletleri tanıdığını açıklayan ilk ülke olmuştur.’’ 2 Özal sadece kendi
soydaşlarıyla değil komşu ülkelerle de samimi ve iyi ilişkiler
kurma amacı taşıyan barışçıl, sakin, mantıklı ve deneyimleriyle
Türk ekonomisinin ve siyasetinin bir dönüm noktası olabilecek
bir kişiliğe sahipti.
2-EKONOMİ ve TİCARETİN ÖZAL’IN DIŞ POLİTİKASINDAKİ ÖNEMİ
1 Bkz. Engin Güner, ÖZALLI YILLARIM, 2.Baskı, İstanbul: Babıali Kültür Yayıncılık, 2003.2 Ali Balcı, TÜRKİYE DIŞ POLİTİKASI: İlkeler, Aktörler, Uygulamalar, İstanbul: Etkileşim Yayınları, 2013. ss.202.
4
Ekonomi Özal’ın uzmanlık alanıydı. O 1980 darbesinde ülke
ekonomisinin çok sıkıntılı bir dönemden geçtiği bir zamanda
işinin başındaydı ve Türkiye’nin borç sorununu yakından takip
edip gereken hamleleri yapmak için çok çaba harcamıştır. Bu
çabalarını en iyi anlatan kişi Engin Güner onun ülkesi için
gayretlerini şöyle anlatıyor: 3
‘’1980 Haziran ayıydı… (Özal)Çok rahatsız ve sıkıntılıydı. Tüm Türk heyeti de…
Alınan borçların % 85’ i taksite bağlanırken , % 15’ ini ise peşin ödemek gerekiyordu.
Ancak peşin ödeme yapamadığımızdan ikinci bir erteleme söz konusuydu. Özal
başkanlığındaki heyet işte bu erteleme için gelmişti. Hem de ne şartlarda! Bu
seyahatten bir iki gün önce Özal, bir taşikardi geçirerek Hacettepe Hastanesi’nde
yoğun bakıma alınmıştı. Doktorlar Paris’e gitmesine izin vermemişlerdi. Fakat
toplantı Türkiye için hayatiyet derecesinde önemliydi. Tüm sorumluluğu üzerine ve
doktoru Mehmet Beyi de yanına alarak OECD’nin alt katındaki toplantı salonuna
gelmişti. Neticede OECD ve alacaklı ülkeler nezdinde etkili olan ABD’yi ikna ederek
borçlarımızın 7 milyarlık bir bölümünü erteletecekti.’’
Özal Ekonomide liberalizmi savunurdu. Bütün
iyileştirmelerin temelinde ekonomik liberalizmi gören Özal,
serbest piyasaya yönelik reformlarını her fırsatta hayata
geçirmeye çalıştı. Özal’a göre piyasa ekonomisi prensipte kendi
doğal haline bırakılmalıydı. Çünkü piyasa kendi başına
bırakıldığında birey piyasa içinde kendi çıkarlarını maksimize
etmek için çabalayıp en iyi şekilde çalışacaktı. Ancak Özal,
piyasaya müdahale edilmemesi gerektiğinden söz etmemiştir.
3 Engin Güner, a.g.e. , ss.16.
5
ANAP hükümeti ile başbakan olan Özal ekonomik alanda ilk
altı ayda büyük reformlara imza atmıştır. Türk lirası ve
kambiyo rejimine dair kontroller kaldırılıp, döviz alışverişi
serbest bırakılmıştır. Diğer büyük bir yenilik ise fonlar
oluşturulmaya başlanmıştır. Ekonomik reformlar ülkenin
çehresini hızlı bir değişime soktu. Yüz elli yıldır
halledilemeyen döviz darboğazı ihracattaki patlamayla
aşılmıştı. Artık ihraç ürünleri üzüm, incir, fındık gibi tarım
ürünlerinden ibaret değildi. Sanayi ürünleri zamanla
ihracatımızın %80’inden fazlasını oluşturuyordu. Tüm bu
gelişmeler yurt dışında da ilgi ile izleniyordu. Türkiye
ekonomiyle paralel olarak dış politikasında da ataktaydı ve
hızla Avrupa’nın hasta adamı olmaktan çıkıyordu. Özal
Türkiye’deki yeni değişim hareketini dış dünyaya anlatıyordu ve
bunun için kullandığı platform ise Davos’taki Dünya Ekonomik
Forumu toplantılarıydı. Yine o dönemlerde Avrupa Birliği ile
olan ilişkilerimizin en önemli konularından biri Avrupa
tarafından bizim tekstil ürünlerine uygulanan ihracat
kotasıydı. Hâlbuki tekstil sanayinde hızlı bir gelişme söz
konusuydu. Kotalar arttırılabilse bu gelişme daha çok
hızlanacaktı. Özal özellikle ABD ve Avrupa’nın koyduğu
kotaların arttırılması için çok uğraşmıştır. Neticede çok iyi
ilişkileri sayesinde ABD’deki kotalar 1991 yılında %100
arttırılmıştır. Fakat asıl sorun Avrupa’nın uyguladığı
kotalardı. Bu konuda Brüksel’e müzakereciler yollanmıştır ve
sonuna kadar direnmelerini söylemiştir Özal. Neticede kotalarda
%33 oranında bir artırım olmuştur. 4
4 Engin Güner. a.g.e. , ss.67-68.
6
Özelleştirme, Özal’ın çok önem verdiği iktidara geldiği
günden beri kafasına koyduğu bir olaydı. ‘’Devlete bir yük olduğunu
düşündüğü KİT’lerin bir an önce elden çıkarılması gerektiğine inanmıştı. Bu alanda
teşebbüse, çeşitli engeller yüzünden büyük gecikme ile seksenli yılların sonlarında
geçebilmiştir. Özelleştirmenin ilk örnekleri ÇİTOSAN ve USAŞ’ tı.’’ 5Ancak
muhalefet özelleştirmeye şiddetle karşı çıkıyordu. Durum
sallantıdaydı.
Merhum Özal kalkınma konusunda da çok hassastı. Türkiye’de
bir zamanlar milli petrol kampanyası ile petrol arama
çalışmaları başlamıştı. Toplumda ‘’Ah bir petrol bulunsa
Türkiye kurtulur’’ şeklinde bir düşünce hâkimdir. Buna karşılık
Özal: 6 ‘’İnşallah petrol bulunmaz’’ demiştir. Bunun izahı : ‘’Ülkeler
bu şekilde hazıra konarak kalkınamaz. Bu gibi doğal kaynak zenginliğine güvenenler
çalışıp çabalamazlar ve sonunda mirasyedi gibi har vurup harman savururlar ve
kalkınamazlar. Kalkınmak için mutlaka çok çalışmak lazımdır. İşte bu bakımdan
petrol bulunmasını temenni etmiyorum.’’ şeklindeydi.
Özal, uygulamalarında girişim özgürlüğü, serbest piyasa ve
özelleştirme gibi liberal ekonomi alanına büyük önem vermiş ve
bu alanda önemli başarılar sağlamıştır. Düşünce özgürlüğü,
çoğulculuk ve sivil toplum gibi siyasi liberalizm konusunda
ise, ekonomik liberalizmde olduğu kadar başarılı olamamıştır.
Özal’ın siyasi liberalizm ile ilgili uygulamalarını üç açıdan
değerlendirmek mümkündür: Birincisi, çoğu defa muhafazakâr
kimliği, liberal kimliğinin önüne geçmiştir. İkincisi, Özal bir
darbe sonrası iktidara gelmiş ve Türkiye siyasetinde öteden
5 Engin Güner. a.g.e. , ss.105.6 Engin Güner. a.g.e. , ss.108.
7
beri var olan askerin siyasete müdahale geleneğinin devam
ettiği bir dönemde siyaset yapmıştır. Üçüncüsü, Kürt
muhalefetinin silahlı mücadele yürüttüğü “düşük yoğunluklu
savaş” dönemine ait bir siyasetçidir. Özal, muhafazakâr
kimliğine rağmen adam kayırma, torpil, patronaj ilişkiler,
yolsuzluklar konusunda gerekli hassasiyeti göstermemiş, “benim
memurum işini bilir” tarzı ifadelerle yasadışı uygulamaları
adeta teşvik etmiştir. Bu anlamda, ahlaki liberalizm konusunda
gerekli başarıyı gösterememiştir.7
Bu yaklaşımın ne kadar doğru olduğunu bugün petrol zengini
ülkelerin konumlarına baktıkça daha iyi anlaşılıyor. Özal bir
ülkenin sadece dış yardımla kalkınamayacağını da söylemiştir:
‘’Çabanın %90-95 iç kaynaklı olmalı. Buna ilave olarak belki bir %10 veya %5’lik dış
yardım olabilir. Bunun tersi olursa o ülke kalkınamaz.’’ Gerçekten dünyada
bununda birçok örneği var.
3-AT, ABD ve SSCB(RF) İLE İLİŞKİLER
1-Türkiye ve Avrupa birliği ilişkiler 1980 yılına kadar
dalgalanmalara sahne olmuş, iyi kötü bir şekilde ilişkiler
kesintiye de uğrasa devam etmiştir. Ancak 12 Eylül 1980 yılına
gelindiğinde Türkiye’de askerin yönetime el koymasıyla
ilişkiler süresiz dondurulmuştur. Avrupa birliği darbenin kendi
politikalarını uygun olmadığını ve demokrasinin gelişimi
çerçevesinde Avrupa birliği içtihatlarına aykırı olduğunu7 A. Vahap, ULUÇ. ‘’Liberal - Muhafazakâr Siyaset ve Turgut Özal’ın Siyasi Düşüncesi’’, Yönetim Bilimleri Dergisi, Cilt: 12, Sayı: 23, ss.107-140, 2014.
8
söyleyerek Türkiye ye sert tepki vermiş ve darbenin biteceği
güne kadar ve Türkiye’nin demokrasiye geçişine kadar
görüşmelerin başlamayacağını söylemiştir.
Nihayet Kasım 1983’te Türkiye demokratik seçim yapmış ve
Özal iktidara gelmişti. O iktidara geldiğinde Avrupa birliği
ile ilişkiler donmuş noktadaydı. Avrupa Turgut Özal ve
hükümetinin darbe sonrası nasıl bir yol izleyeceğini merak
ediyor ve bekle gör politikası izliyordu. Avrupa özellikle
‘Ermenilerin’ durumu ve soykırım iddiaları hakkında Türkiye
devletine yeni şartlar kabul ettirme çabası içerisine girmişti.
Avrupa’nın Türkiye’ye diğer bir eleştirisi de Kürt halkının
statüsünün konuşulması ve Kıbrıs’ın işgaline son vermek için
Türkiye’yi her platformda eleştirmesiydi. Türkiye AT’ ye üye
olmak için her yolu deniyor ancak Avrupa bir türlü bu çabaları
görmüyordu ya da görmek istemiyordu. Yunanistan her fırsatta
Türkiye’ye zorluk çıkartıyor ve Türkiye aleyhine her platformda
oy kullanıyordu. Yunanistan güçlü bir Türkiye’nin yanı başında
olmasını istemiyor ve Kıbrıs’ta kuyruk acısı olan Yunanistan
her fırsatta bunun acısını çıkartmak istercesine Türkiye
aleyhine veto hakkını kullanıyordu. Türkiye ilişkilerin askıya
alınmasının ardından, ilk kez 1986 yılında toplanan Ortaklık
Konseyi’nde üyelik başvurusunda bulunmayı amaçladığını
belirtmiş; 14 Nisan 1987 tarihinde, Ankara Anlaşması’nda
öngörülen dönemlerin tamamlanmasını beklemeden, Roma
Antlaşması’nın 237’nci, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT)
Antlaşması’nın 98’inci ve EURATOM Antlaşması’nın 205’inci
maddesine dayanarak üyelik başvurusunda bulunmuştur. Bu başvuru
9
Türkiye’nin 30 yıldır kapısında beklediği Avrupa ya artık bizi
AT’ ye alın çağrısıydı. Yunanistan ve Lüksemburg tam üyelik
başvurusuna karşı çıkarken, İngiltere ve Belçika başvuruyu
desteklemiş, Almanya ise başvurunun gümrük birliği temelinde
olması gerektiğini dile getirerek başvuruyu uygun bulmamıştır.
Başvuru incelenmek üzere AT Komisyonu’na devredilse de,
Komisyon uzun bir süre Türkiye’nin başvurusuna bir cevap
vermemiştir.
Avrupa komisyonunun 1989’da açıkladığı raporda tam bir
belirsizlik hâkimdi. AT’ nin bu rapordaki belirsizliği ve
ikiyüzlü tavrı tüm dünya ülkeleri tarafından görülmüş ve
dünyanın önde gelen basın kuruluşları bu haksızlığa sessiz
kalmamışladır. AT’ nin bir toplantıda 1992’ye kadar birliğe
yeni üye alınmayacağını karara bağlaması Komisyon’un
Türkiye’nin başvuru talebine olumsuz cevap vereceğinin
işaretiydi ve beklendiği üzere 18 Aralık 1989’da aldığı kararla
Türkiye’ye başvurusunu askıya almayı önermiştir.8 Komisyon
Türkiye’nin üyelik başvurusunun askıya alınmasına ilişkin
kararını büyük ölçüde ekonomik yetersizliğe, demokrasi ve insan
hakları problemlerine, azınlık sorunlarına ve Kıbrıs’la ilgili
anlaşmazlıklara dayandırarak vermiştir.
AT Türkiye’nin üyelik başvurusunu kabul etmemesine rağmen
başvuru Avrupa kamuoyunun Türkiye’nin içişlerine yönelik
ilgisini arttırmış ve insan hakları konusunda AT’ nin
müdahalelerinin olduğu bir süreç başlamıştır. İlk olarak
Haziran 1987’ de Avrupa Parlamentosu aldığı bir kararla8 Ali Balcı. a.g.e. , ss.190.
10
Türkiye’yi ‘Ermeni Soykırımı’nı tanımaya çağırırken, aynı
zamanda azınlık meselelerinin de Avrupa standartları
doğrultusunda çözümlemesini talep etmiştir. Ayrıca 1980
darbesiyle ülkeden ayrılan Türkiye Komünist Partisi
yöneticilerinin yurda dönüşü sırasında tutuklanmaları üzerine
Avrupa Topluluğu, Ankara’yı sert bir şekilde eleştirmiş ve yine
Avrupa Parlamentosu bu tutuklamaları gerekçe göstererek Ocak
1988’de aldığı bir kararla Türkiye’ye yapılacak finansal
yardımları bloke etmiştir.
1989 yılı Ocak ayında Başbakan Özal, Komisyon Başkanı
Jacques Delors’ a, başvuruya verilecek olan cevabın
geciktirilmemesini ve bunun sebep olacağı sakıncaları belirten
bir mektup yazmıştır. Özal’ın bu mektubu, girişimleri ve Ali
BOZER’ in temasları netice vermiş; Jacques Delors, Avrupa
Parlamentosu’nda 17 Ocak’ta bir genel değerlendirme açıklaması
yapmış ve Türkiye’nin tam üyelik başvurusuna 1989 yılı içinde
cevap verileceğini belirtmiştir. Bu cevap üzerine hem AT ve hem
de Türkiye, yoğun bir mesai içine girmişlerdir. AT Komisyonu,
Türkiye’yi kırmayacak bir cevap için hazırlıkları
yoğunlaştırmış, Türkiye’ye resmi niteliği olmayan bir teklifle,
önce ikili ilişkilerin canlandırılması, bir geçiş dönemi
geçirilmesi ve ondan sonra da başvurunun tekrar gözden
geçirilip-incelenmesi önerilmiştir. Tam üyelik müzakereleri
için takvim belirlenmesi amacıyla iş çevrelerini de devreye
sokarak yoğun bir kulis yürüten Türkiye bu öneriye, ‘tam üyelik
dışında bir çözümü, teklifi ve plânı kabul etmediği’ cevabını
vermiştir.
11
Türkiye’nin başvurusuna en sert tepkiyi Yunanistan vermiş
ve Yunan Hükümeti, Türkiye’nin tam üyeliğini istemediğini ve
karşı çıkacağını açıkça beyan etmiştir. Yunanistan’ın
muhalefeti, Türkiye’yle malûm sorunları yüzündendi. Danimarka
sosyalistlerin etkisiyle, Almanya da Türk işçilerinin serbest
dolaşımını istemediği için tam üyeliğe açıkça karşıydılar.
Lüksemburg da, karşı çıkanlar safında yerini almıştır. Diğer
ülkelerden Belçika, İngiltere ve Fransa ılımlı bir tavır
takındılar. Diğer ülkeler de, başvuruya açıkça karşı bir tavır
sergileme yoluna gitmemişler, ama açık destek de
vermemişlerdir.
Delors da Özal’a, tam üyelik başvurusuyla ilgili ekonomik
zorlukların yanında, siyasal engellerin de bulunduğunu
açıklamış ve AT’ ye girmek için bekleyen ülkenin sadece Türkiye
olmadığını, Avusturya, Kıbrıs Rum Kesimi ve Fas gibi ülkelerin
de bulunduğunu belirtmiştir. Özal, Türkiye’nin diğer ülkelerden
farklı bir durumda olduğunu ve arada, tam üyeliği amaçlayan bir
ortaklık anlaşması olduğunu hatırlatmıştır. Delors bu sefer, AT
Üyelerinin şu andaki en önemli hedef ve önceliğinin 1992’de
gerçekleşecek olan ‘tek senet ve tek pazar’ olduğunu
söylemiştir. Özal, müzakere tarihinden ziyade bu yönde bir
‘yeşil ışık’ yakılmasını istediklerini belirtmiş ve eğer
Türkiye’ye yol açarlarsa, Türkiye’nin İslam Âlemi için de bir
model olacağını ve Avrupa’yla İslam Dünyası arasında köprü
görevi göreceğini belirtmiştir.
Komisyon Raporu’nun hazırlandığı dönem göz önüne alınacak
olursa; dünyada duvarların yıkıldığı, Soğuk Savaş’ın sona
12
ermeye başladığı, yepyeni değişimlerin ve alt-üst oluşların
yaşandığı bir dönemde AT Komisyonu, bu rapor ve görüşle yine de
verebileceği en iyi görüş ve cevabı vermiş sayılır. Çünkü böyle
bir dönemde burada önemli olan husus, tam üyelik müzakerelerine
başlamayı olmazsa olmaz bir şart olarak görmek değildir.
Uluslararası ilişkilerde ümitler, beklentiler bir yana, mevcut
şartlar, gerçekler ve mümkün olanı gerçekleştirmek önemlidir.
Esas önemli olansa, 1989’dan 1990’lardaki büyük ve hızlı
değişime doğru gidilen bu ortamda, Türk dış politikasının, yeni
düzene uyum sağlaması ve AT ile ilişkileri sürdürmekti ki, bu
da zaten AT Komisyonu Raporu’nda yeterince karşılanmıştır.
Turgut Özal’ın hedefi, Türkiye’yi gerçek anlamda batı
standartlarına getirerek hem gelişmiş batılı ülkeler arasına
sokmak ve hem de Avrupa Birliği’yle gerçek anlamda entegrasyonu
gerçekleştirmekti. Özal AB ile Türkiye arasındaki ilişkileri
sağlamlaştırmak için ölene kadar azimle çabalamıştır ancak ne
yazık ki bizden sonra başvuruda bulunan ülkeler bile bizden
önce alınmıştır bu birliğe. Avrupa’nın Türkiye’ ye karşı anti-
sempatisi hala devam etmektedir.
2-Türkiye ve ABD ile ilişkileri: Özal ilk yurt dışı
gezisini ABD’ye yapmaya karar vermiştir. ABD’deki kısa çalışma
döneminde bu ülkeyi daha yakından tanıma fırsatı bulmuştu.
Aslında Amerika’yla tanışıklığı 1950’li yılların başlarına
kadar gidiyordu. Bu konuyu danışmanı Engin Bey şöyle anlatıyor:9
‘’O zamanlar genç bir mühendis olarak birkaç arkadaşıyla birlikte Amerika’ya
gönderilmişti. O Amerika’ya gidişini başta Başkan Bush ve eşi olmak üzere konuştuğu9 Engin Güner. a.g.e. , ss.54-55.
13
Amerikalıların çoğuna anlatırdı. Bunu yaparken hiçbir kompleks duymaz, aksine
nereden geldiğimizin bir örneği olarak yorumlardı.(…) Kendisinden birçok kez
dinlediğim ve Amerika denince hemen hatırladığı üzerinde iz bırakan olay şöyleydi:
1950’li yılları hatırlayalım, Amerika bizlere Baytekin kitaplarındaki gerçek ötesi
bir ülke gibi görünürdü. Gene bu yıllarda yurt dışına gidenlerin sayısı çok azdı.
Onlarda gördüklerini ballandıra ballandıra anlatırlar, bu ülkeyi bizim hiçbir zaman
ulaşamayacağımız bir masal diyarı gibi hayal ederlerdi. İşte Özal bu yıllarda genç bir
mühendis olarak birkaç arkadaşıyla uçağa biner. Amerikan uçağındaki ortam bile
değişiktir. Hiçbiri İngilizce bilmemektedir. Belki çat pat birkaç kelime. Amerikalı
hostes gelir ve hızlı hızlı bir şeyler sorar. Arkadaşları bildikleri nadir kelimelerden
olan hayır anlamına gelen ‘NO’ derler. Özal ise olumlu davranır ve evet anlamına
gelen ‘YES’ cevabını verir. Hayatta her olaya olumlu yönünden bakmayı adet edinmiş
Özal bunun ödülünü alır. Hostes kendisine bir sürü güzel yiyecekler, içecekler
getirirken diğerlerine hiçbir şey getirmez. Kendisi bu olayı keyifle anlatır orada
gördüklerinden çok etkilendiklerini, o zamanlar aramızda uçurumlar olduğunu
söylerdi.’’
Ermeni karar tasarıları iki ülke arasındaki ilişkileri
gerginliğe götürecek dereceye ulaşmıştır. 1980’e kadar bu konu
temsilciler meclisine geldiğinde ABD yönetimi tarafından
durdurulmuştur. Ancak bu tarihten sonra iç dinamiklerinde
tetiklenmesi ile ABD bu konuyu durdurmak yerine desteklemeye
başlamıştır. 1980–1982–1984 tarihlerinde bu konu tekrar meclise
getirilmiş, 1984’te temsilciler meclisinde, 24 Nisanın “insanın
insanı hunharca katlettiği gün” olarak ilan edilmiştir. 1985’de
bu teşhis temsilciler meclisinde genel oya sunuldu, ancak
ABD’deki Türkiye uzmanları ve bilim adamı sıfatındaki 69
tarihçinin ortaklaşa yayınladıkları bildiri sonucunda hata
14
yapıldığı bildirilmiş ve tasarı son anda reddedilmiştir. Fakat
Ermeni lobisi çalışmalarına tüm hızıyla devam etmiş ve bunu tüm
dünyaya kabul ettirmek için çalışmalar başlatmıştır. Tabi ki bu
durum Türk-Amerikan ilişkilerinin bozulmasına da neden
olmuştur. Son olarak George Bush’un 1990 seçimlerinde, bir
milyonu aşkın Ermeni’nin sözde soykırımda katledildiği günün
75. yıldönümüne katılacağını bildirmesi Türkiye’de olumsuz
karşılanmıştır. Bu da Türk-Amerikan ilişkilerinin Ermenistan
politikası sonucunda nasıl bozulduğuna işaret eder.
ABD 1980’e kadar Kürt sorunu ile fazla ilgilenmedi
1980’den sonra Türkiye’de baş gösteren PKK olayları neticesinde
Kürt kelimesini daha sık telaffuz eden Amerika, Kürtlerin dil
ve kültürlerini daha iyi yaşaması için taleplerde bulundu. Yine
Kuzey Irak’taki Kürtlerle son derece ilgilenen Amerika, İran-
Irak savaşı öncesinde Kürtlere yardım etti. Amerika’nın
Türkiye, İran ve Irak’ta bulunan Kürtleri bir federal çatı
altında toplamak ve bu birlik sayesinde İsrail’i rahatlatma
gibi amaçları bilinmektedir. Amerika’nın Kürtlere desteği
Türkiye ile Amerika arasında sorunlar çıkmasına neden olmuştur.
Daha sonra 1983 yılında başbakan olacak Turgut Özal
döneminde de Türk- Amerikan ilişkileri her alanda gelişme
kaydetmiştir. Kısaca 1983'ten Soğuk Savaş’ın bittiği tarih olan
1989'a kadar ilişkiler oldukça üst düzeyde tutulmuştur. Soğuk
savaşın bitişi ilişkilerde bir duraksamaya ve Türkiye'nin
rolünün sorgulanmasına neden olsa da, 1991’deki Körfez
Savaşında Türkiye'nin üstlendiği rol, Türkiye'nin, ABD'nin
süper güç olduğu bu Yeni Dünya Düzeninde de önemli bir
15
konumunun olduğunu göstermiştir. 1990’lı yıllarda Türkiye
içeride terörle ve krizlerle uğraşmak zorunda kalsa da dış
politika anlamında ABD ile ilişkileri çeşitlendirme yoluna
gitmeyi tercih etmiştir. 1991 yılında geliştirilmiş “ortaklık
kavramı” ortaya atılmıştır. 1995’ten sonra ise ilişkiler
değişik bir boyut kazanarak “stratejik ortaklık” seviyesine
çıkarılmıştır.
1980’li yıllarda Türkiye hükümetleriyle ABD hükümetleri
arasında genel olarak sıcak ilişkiler gözlenmiştir. Bu
dönemde Ermeni Sorunu ve Kıbrıs Sorunu Türkiye-ABD ilişkilerine
gölge düşürdüyse de ilişkiler genel olarak olumlu düzeyde
gelişmiştir. Başbakan (ve Cumhurbaşkanı) Turgut Özal I. Körfez
Savaşı sırasında ABD Başkanı George H.W. Bush'la çok yakın bir
dayanışma politikası izlemiş. Türkiye Irak
petrollerini taşıyan Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattını
kapatmıştır.
3-SSCB ile ilişkilerinde 12 Eylül askerî darbesinin
ardından, görev başındaki askeri hükümet ülkenin dış politika
seçeneklerini çeşitlendirmeyi amaçlayarak Moskova ile
Washington arasında belirli bir denge politikası izlemeyi
kararlaştırmıştı. Aslında 80’li yılların başından itibaren,
özellikle de askeri hükümet döneminden beri, ikili ilişkilerde
gözlenen hareketlilik, 1984 yılında imzalanan Doğal Gaz
Anlaşması ile farklı bir ivme kazanmıştır. Bununla birlikte
cumhuriyet tarihinde eşine ender rastlanan bu işbirliği
hamlesi, ikili ilişkilerin özellikle ekonomik boyutunu ön plana
çıkarmıştı; bu olumlu süreç, 1991 Aralık ayında SSCB’nin
16
dağılmasına kadar devam etmişti. 1986 yılında Başbakan Özal’ın
Moskova ziyareti sırasında Türk müteahhitlerin SSCB’de takas
karşılığında inşaat projelerine katılımına ilişkin anlaşma yanı
sıra Türkiye’nin Sovyet pazarına yönelik tüketim malları
üretimi için sanayi girişimlerini destekleyecek Sovyet doğal
gazının 1987’den itibaren ülkemize nakli konusunda ortak
bildiriler imzalanmıştır. SSCB’nin dağılmasından önceki en son
üst düzey gezisi, Cumhurbaşkanı Özal’ın 1991 Mart’ında
gerçekleşmişti; söz konusu ziyaret sırasında, her iki devletin
cumhurbaşkanları, ikili işbirliği alanlarının geliştirilmesi ve
Karadeniz çevresindeki ülkeleri bütünleştirecek bir sürecin
başlatılması üzerinde mutabık kalmışlardı.10
1991 yılı, Türk dış politikasının dönüm noktalarından
biridir: Körfez Savaşı, SSCB’nin dağılması, eski
Yugoslavya’daki savaşın başlaması ve Yukarı Karabağ’daki
kıvılcımların yeniden ortaya çıkması. Türk karar alıcıları, bu
yeni gelişmeler ışığında ülkenin askeri doktrinini gözden
geçirmek ve ulusal güvenliğin ve tehdit kaynaklarının yeniden
tanımlamak çabasına girişmişlerdir. Nitekim bu yeni çabalar
çerçevesinde güvenlik sorunsalının en geniş anlamda algılanması
sonucu ortaya çıkmıştır.
Öte yandan, Ankara’nın, güvenlik sorunsalıyla girdileri
sınırlandırılmış karar alma sürecinden kurtulma çabasıyla daha
etkin bir dış politika arayışına girdiği görülmüştür. Bu
10 Soğuk Savaştan Günümüze Türkiye-Rusya İlişkileri: https://www.academia.edu/2104741/Soguk_Savastan_Gunumuze_Turkiye-Rusya_Iliskileri, (E.T. 18.08.2014).
17
bağlamda, “model devlet” olma arzusuyla Orta Asya ve
Kafkaslardaki nüfusun çoğunluğu Müslüman olan ve Türkiye ile
ortak kültürel geçmişe sahip yeni bağımsız devletlere yönelik
özel bir dış politika söylemi izleme eğilimine girmişti. “Türk
modeli”, hem laik, hem demokratik, hem de serbest piyasa
anlayışını benimsemiş, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan bir
ülke seçeneği olarak sunulmaktaydı. Söz konusu Orta Asya ve
Kafkaslardaki Türkçe konuşan cumhuriyetler, uluslararası
arenada kendi devlet meşruiyetlerini sisteme kabul ettirmek
çabasından olduklarından, Türk karar alıcıların dikkatlerini
çekmekteydiler. Nitekim Türkiye, Azerbaycan’ın bağımsızlığı
tanıyan ilk ülke olmuştu ve Orta Asya cumhuriyetlerini tanıyan
ve buralarda ilk büyükelçilikleri açan ilk ülkelerden biriydi.
Soğuk Savaş boyunca Türkiye’nin SSCB’ deki otonom
cumhuriyetlere ilişkin ayrı bir dış politikası olmamıştır.
Sovyetler Birliği’nin dağılma işaretleri gösterdiği 1980’lerin
son yıllarında dahi Türkiye bu politikasını değiştirmemiş ve bu
dönemde başlayan Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki
gerginliklere Moskova’nın iç politikasını ilgilendiren mesele
olduğu gerekçesiyle müdahale etmemiştir. 1990 yılında bu
ülkelerin neredeyse tamamı egemenliklerini ilan edip,
bağımsızlık konusunda önemli bir adım atınca Türkiye’nin Soğuk
Savaş döneminde izlediği politikası değişmiştir. İlk olarak
Turgut Özal, Mart 1991’de Azerbaycan ve Kazakistan’a bir
ziyaret gerçekleştirmiş, ardından yılın geri kalanında Türkiye
ve Türk Cumhuriyetleri arasındaki karşılıklı ziyaretler hız
kazanmıştır.11
11 Ali Balcı. a.g.e. , ss.201.
18
1990 ve 1991 yıllarında, SSCB’nin dağılmasından hemen önce,
Moskova ve Ankara, dostluk, iyi komşuluk ve işbirliği
anlaşmaları imzalamışlardı. Öte yandan, Türk hükümeti Türkî
cumhuriyetlerini ilk tanıyacak kadar cesaretli adımlar atmıştı,
ancak Türkiye ile Rusya Federasyonu arasındaki ilk resmi
ilişkiler, 1992 yılı başındaki KEİB projesi çerçevesindeki
görüşmeler bağlamında oluşmuştu. Rusya Federasyonu başkanı B.
Yeltsin, İstanbul Zirvesi’ne katılmak üzere 1992 Haziran’ında
Türkiye’ye gelmiş ve bu teşkilatın kuruluş deklarasyonuna imza
atmıştı. 1992 yılı boyunca, her iki devlet aralarındaki
ilişkilerin resmi düzeylerde gelişebilmesi için bir dizi
anlaşma imzalamıştır. Nitekim iki devlet arasındaki ilişkilerin
kurucu belgesi, 25 Mayıs 1994 tarihinde dönemin başbakanı
Demirel’in Moskova ziyareti sırasında imzalanan ve 19 Temmuz
1994’te yürürlüğe giren Türkiye-Rusya arasındaki ilişkilerin
esasları hakkında antlaşma olmuştur. Söz konusu antlaşma, 1991
yılında Cumhurbaşkanı Özal’ın Moskova ziyareti sırasında
Gorbaçov’la imzaladığı dostluk, iyi komşuluk ve işbirliği
antlaşmasının bir devamıdır.12 Türkiye artık çekinmeden Türkî
Cumhuriyetleri tanıyabilmiştir.
Soğuk Savaştan yeni çıkmış bir ülke ya da dağılmakta olan
bir birlik olduğu için SSCB pekte görünür bir ilişki
olmamıştır. Savaşın bitiminde Türkiye ve Rusya arasında yaşanan
diplomasi ciddi bir artış göstermiştir. Savaştan önce çekimser
12 A.g.e. , https://www.academia.edu/2104741/Soguk_Savastan_Gunumuze_Turkiye-Rusya_Iliskileri, (E.T. 18.08.2014).
19
davranan Türkiye savaş sonrası Asya ve Orta Asya’da etkinliğini
gösterme fırsatı bulmuştur. Moskova ile bağı kalmayan Türkî
Cumhuriyetlerle daha samimi ilişkiler için temeller Özal’ın
Cumhurbaşkanlığı Döneminde atılmaya başlamıştır.
4-ÖZAL’IN ORTA DOĞU’YA YAKLAŞIMI
1980'lerin başında uluslararası sistemde ve Orta Doğu
bölgesinde, hem bölgenin hem de Türkiye'nin kaderini yakından
etkileyen üç, önemli gelişme ortaya çıktı: Sovyetler
Birliği'nin Afganistan'ı işgali, İran İslam devrimi ve İran-
Irak savaşı. Bu üç olay, Türkiye'yi de yakından etkilemiş,
Türkiye'nin iç ve dış politikasında yeni bir sürecin başlangıcı
olmuştur. Ve en önemlisi, bu gelişmeler, Türkiye'nin Orta
Doğuya daha fazla dönmesine, daha fazla ilgilenmesine ve bir
bakıma daha fazla kaynaşmasına katalizör etkisi yapmıştır. Bu
süreçte en önemli rolü de, Türkiye'deki askeri darbe sonrasında
oluşan yeni düzende ön plana çıkan Turgut Özal oynamıştır.
Diğer bir deyişle, 1980'ler boyunca Türkiye'nin Orta Doğu'ya
yönelmesinde, bir yandan uluslararası konjonktürün sunduğu
olumlu avantajları gelirken, diğer yandan bu avantajları
kullanmaya hazır ve uyumlu bir konuma sahip olan Özal etkili
olmuşlardır.
Türkiye'nin 1980'lerdeki Orta Doğu'ya açılımı, ne daha önceki
dönemlerde eşine rastlanır ne de karşılaştırılması pek mümkün
olmayan bir örnektir. Aşağıda daha detaylı görüleceği üzere, bu
dönemdeki Türkiye-Orta Doğu ilişkileri, her bakımdan oldukça
üst seviyede gelişmiş, her iki taraf açısından da olumlu
20
sonuçlar doğurmuştur. Ekonomik, ticari, mali, siyasi, sosyal,
kültürel yönlerden önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Böylesi
istisnai bir yakınlaşmanın oluşmasının nedenini, Türkiye'nin
klasik devlet politikasının 'değişime' uğramasında değil, bu
dönemde ortaya çıkan gerçekten istisnai uluslararası
konjonktürün yarattığı imkânlarda ve bu imkânları kullanan Özal
liderliğinde aramak gerekir.
‘’1970'lerin sonu ve 1980'lerin başında Orta Doğu bölgesini ve Türkiye'yi çok
yakından ilgilendiren üç önemli gelişmeden ilki Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı
işgali, ikincisi İran'da İslam devriminin olması, üçüncüsü İran-Irak savaşının
başlamasıdır. Bu olayların tümü, öncelikle Orta Doğu'nun genel politikasını ve bu
politikadaki hassas dengelen alt üst etmişti. Öncelikle Sovyetlerin Afganistan'ı işgali,
Sovyetlerin Güney Asya yoluyla güneye doğru yayılması ve bu yolla hem bölgedeki
ABD-Batı yanlısı ülkelerin hem de özellikle Basra Körfezi gibi petrol zengini
alanlarının Sovyetlerin etkisi altına girmesi anlamına geliyordu. Bu durum, Doğu-Batı
ilişkilerinde ikinci soğuk savaş döneminin başlamasına yol açarken bölgedeki
dengeleri de Sovyetler lehine etkileme potansiyeline sahipti.’’13
Türkiye'nin Orta Doğu politikası, öncelikle Özal’ın genel
devlet ideolojisinin ve bu çerçevede oluşan dış politikasının
bir türevidir. Türkiye Cumhuriyeti'nin temel dış politikasını
belirleyen ve onun tercihi olan Batılılaşma arzusu ve Batı ile
işbirliğinin durumu, onun Orta Doğu politikasının eğilimini ve
durumunu da belirlemiştir. Esasen Türkiye, Orta Doğu'yla
ilgilenmek ve sıkı ilişkiler geliştirmek niyetinde değildir. Bu
nedenle, Türkiye, istisnai kısa dönemler hariç Orta Doğu'ya ait13 TÜRKİYE'NİN ORTA DOĞU POLİTİKASI: GELİŞİMİ VE ETKENLERİ, http://strateji.cukurova.edu.tr/ORTA_DOGU/04.htm, (E.T. 20.08.2014).
21
ve özgün bir dış politika geliştirmemiş, bölgeye ikincil ve
hatta son zamanlarda daha alt seviyelerden bakmıştır. Orta
Doğu'yla çok sıkı ilişkiler geliştirdiği anlarda bile Batı
faktörü daima gündemde olmuştur. Türkiye'nin 80 yıllık Orta
Doğu politikası, en başından itibaren uluslararası konjonktürün
etkisi altına oluşmuş ve gelişmiştir. Türkiye'nin bölgeden
kopmasında ve yakınlaşmasında, bölgedeki ve dünyadaki
gelişmeler belirleyici rol oynamıştır. Bu süreçte, ideolojik
tercihler genellikle ikinci planda kalırken, daha çok
liderlerin kişisel özellikleri ön plana çıkmıştır.
5-DÖNEMİN KIRILMA NOKTASI: Körfez Savaşı
Irak'ın Kuveyt'i 2 Ağustos 1990 tarihinde işgali ile
başlayan ve ABD önderliğindeki Körfez Koalisyonu'nun Irak'ı
mağlup etmesi ile 28 Şubat 1991 tarihinde resmen son bulan
Körfez Savaşı, Orta Doğu bölgesinin ve özellikle Türkiye'nin de
içinde bulunduğu bölgenin taşlarını yerinden oynatmıştır.
Körfez Savaşı, Türkiye'yi en başından yani Irak'ın Kuveyt'i
işgalinden itibaren yakından ilgilendiriyordu. Irak'ın Kuveyt'i
işgali Türkiye'yi birbiriyle çelişen iki alternatifle karşı
karşıya koymuş: Bir yanda, Türkiye ile Irak arasında çok sıkı
ve çok yönlü ilişkiler vardı. İki ülke arasında, ekonomik,
ticari, mali, sosyo-kültürel ilişkiler, petrol boru hatları
sistemi, ortak etnik sorunlar ve enerji gibi konular üzerine
oturan bir karşılıklı bağımlılık sistemi vardı. Bu bağımlılığı
sona erdirmek, kesinlikle Türkiye'nin lehine değildi, maliyeti
yüksekti. Ama diğer yandan da, Irak'ın Kuveyt'i işgali hiçbir
22
şekilde ve mazeretle kabul edilemez bir davranıştı. Eğer Irak
geriye püskürtülmezse, ileride daha büyük sorunlara yol açardı.
Bu iki nedenle Irak'a karşı oluşan Körfez Koalisyonu'na
katılması gerekirdi. Diğer yandan, Türkiye'nin Körfez
Koalisyonu'na destek vermesi, aynı zamanda onun 'tarafsızlık'
ilkesinden ayrılması anlamına geliyordu. Böylesi çetrefilli ve
zor bir ikilem, Türk dış politikası karar vericiler için hem
işgalin yaşandığı günlerde ve hem de savaştan sonraki günlerde
hep gündemde olmuştur.
Türkiye, bu ikilem karşısında, tercihlerden ikincisini
seçmiş: Yani, Türkiye 1960'ların başından itibaren dikkatle
sürdürdüğü 'denge' ya da 'tarafsızlık' politikasını terk
ederek, ABD'nin önderliğinde oluşan Birleşmiş Milletler
'müşterek güvenlik' sistemi çerçevesinde bölgedeki en önemli
ekonomik partneri olan Irak'la ilişkilerini koparmış: Çok sıkı
ekonomik ambargo uygulamış, petrol boru hatlarını kapatmış,
müteahhitler ve işçiler işlerini terk edip geri dönmüşlerdir ve
siyasi-diplomatik temaslar durma noktasına gelmiştir. Böylece
Türkiye, 1973'ten itibaren Irak'la arasında büyüttüğü
ilişkileri birkaç gün içinde sona erdirmişti.
Körfez krizi hiç beklenen bir gelişme değildi. Irak’ın
Kuveyt’i işgal etmesini tüm dünya şaşkınlıkla izlemiştir.
‘’Konuyla doğrudan ilgili kişiler bile gelişmelerin nereye varacağını fark
edememiştir. Hatta ABD’nin Bağdat Büyükelçisi bile işgale ihtimal vermemiş, olayı
atlamıştır. Ancak Özal daha yılbaşında Başkan Bush’a Irak konusundaki endişelerini
bildirmişti. Olayı yakından izliyordu. Bundan dolayıdır ki işin vahametini görüp
23
derhal Ankara’ya dönmüş ve hemen o gece saat 20.00’da Askeri Şura yemeğine
katıldıktan sonra 21.30’da MGK’yı toplamıştı. 2 Ağustos 1990 Perşembe günü Irak’ın
Kuveyt’i işgali Özal ve yanındaki bizler için de çok yoğun ve zor geçecek bir dönemin
başlangıcı olacaktı’’ 14
Özal ise dünyada Kuveyt’in işgalini sürpriz olarak
karşılamayan ender liderlerdendi. Özal, ABD Başkan’ı Bush’u
uyarmıştı ‘’Size daha öncede belirttiğim gibi Saddam bölgedeki en tehlikeli
adamdır, şimdi asker yığıyor ve bu konuyu dikkatle izliyor musunuz?’’15 Özal Kriz
başladığı andan itibaren ise olayların nasıl gelişeceğini şu
şekilde 3 faz’da ön görmüştür; Birinci faz; ambargo, BM
Kararlarının uygulanması ve kuvvet biriktirilmesi. İkinci faz;
Kuvvet yığılmasına devam edilmesi ve üçüncü faz’ı ise silahlı
mücadele faz’ı olarak öngörmüştür.16
Türkiye, Özal’ın inisiyatifi ile petrol boru hattını
kapatmış, kartlarını oynamış, Batı dünyasının yanında yer
almıştır. Bu davranış Irak’taki ve Kuveyt’teki gelişmeleri
heyecanla izlemekte olan tüm dünyanın gözlerini üzerimize
çevirmişti. Özal dünyanın dört bir köşesinden gelen basın
mensuplarına uzun mülakatlar veriyor, televizyon kanallarında
en çok seyredilen saatlerde ekrana çıkıyor ve Türkiye’nin
görüşlerini, olaya bakış açısını büyük bir rahatlıkla ve
içtenlikle anlatıyordu. Artık Özal krizde dünyanın en büyük
liderleri arasında en ön sırada yerini almıştı. Dış basını kriz
14 Engin Güner. a.g.e. , ss.83. 15 Engin Güner. a.g.e. , ss.84.16 Cumhurbaşkanı TURGUT ÖZAL 'ın Körfez Krizi Konusunda Basın Mensuplarıyla Yaptıkları Sohbet Toplantısı, Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1991.
24
sırasında çok iyi değerlendirmiş, Batı kamuoylarını da
etkilemeyi başarmıştı.
SONUÇ
Özal, her defasında piyasa ekonomisini savunmuş, çağdaş
dünyanın siyasal değerleri olan demokrasi ve özgürlüklere vurgu
yapmıştır. Piyasa ekonomisi, demokrasi ve özgürlüklerin gereği
olarak bireyselleşmeyi gelişmenin başlangıç noktası olarak
kabul etmiş, bu anlamda da, birey lehine devletin gücünün
sınırlandırılması gerektiğini savunmuştur. Özal bireyselleşmeye
verdiği değer kadar toplumsal bütünleşmenin temel unsurları
olan muhafazakâr değerlere ve milli duygunun önemine de aynı
ölçüde önem atfetmiştir.
AT’ ye tam üyelik süreciyle ABD ve Ortadoğu ekseni dışına
çıkan ve bu anlamda özellikle dış politikadaki aktif tutumuyla
Türkiye’de sermayenin desteğini alan Özal, Ortadoğu’yla
ilişkilerinde Körfez kriziyle birlikte açık olarak bu
meşruiyeti yitirmiştir. Bu açıdan Uzgel’ in değerlendirmesinin
önemi vurgulanmalıdır. TOBB’ un 1990’da Türkiye genelinde 900
üyesini kapsayan anketinde özellikle Türkiye’nin ödediği petrol
faturasının artmasından dolayı Körfez müdahalesine olumsuz
yaklaşım %96’lara erişmiştir. Bunalımdan en çok inşaat ve
ticaret sektörü zarar görmüştür. Savaş sonrası doğrudan yatırım
alanı bulan iş çevreleri ise bu süreçten nispeten daha fazla
yararlanmıştır.17
17 İlhan Uzgel. Ulusal Çıkar ve Dış Politika, Ankara: İmge Kitabevi, 2004, ss.281-282.
25
Özal’ın karar alma yetkisini, tüm kurumları aşarak
kullanmasının en açık nedeni; 12 Eylül sonrası belirlenen temel
ABD ve Körfez ülkeleri işbirliğini devamı ve burada beklenen
ekonomik çıkarlar olarak tanımlanabilir. Kuşkusuz Türkiye
sonraki süreçte Suriye ile yaşadığı su sorunu, PKK’ya verdiği
destek ve Irak’ın kuzeyinde şekillenen bağımsız Kürt
hareketinden zarar görmüş ve bunu Körfez Krizindeki ekonomik ve
bölgesel hedeflerinin bir bedeli olarak algılamıştır. Özal’ın
ölümünden sonra yoğunlaşan sınır ötesi operasyonlar ve bu
bağlamda ABD yenilenen TSK’deki yenileme çalışması Türkiye’nin
ABD ile varolan bölgesel ittifakının da devam edeceğinin
göstergesi olmuştur.
26
KAYNAKÇABalcı, Ali. TÜRKİYE DIŞ POLİTİKASI: İlkeler, Aktörler,Uygulamalar, İstanbul: Etkileşim Yayınları, 2013.Barlas, Mehmet. Turgut Özal'ın Anıları, İstanbul: SabahKitapları, 1994.Ereker, Funda – Özer, Utku. ‘’ONYEDİNCİ YÜZYILDAN GÜNÜMÜZE RUSYA’NIN KARADENİZ POLİTİKASI’’, RUSYA’NIN DOĞU POLİTİKASI, Sezgin Kaya(der.). Bursa: Ekin Yayınları, 2013,ss.165-198. Güner, Engin. Özallı Yıllarım, 2.baskı, İstanbul: Babıali Kültür Yayıncılık, 2003.ULUÇ, A. Vahap. ‘’Liberal - Muhafazakâr Siyaset ve Turgut Özal’ın Siyasi Düşüncesi’’, Yönetim Bilimleri Dergisi, Cilt: 12, Sayı: 23, ss. 107-140, 2014.Uras, Güngör, Ekonomide Özallı yıllar 1980-1990, İstanbul: AFA,1993.Uzgel, İlhan. Ulusal Çıkar ve Dış Politika, Ankara: İmge Kitabevi, 2004.Yılmaz, Mesut. ‘’Avrupa Birliği’’, Siyaset Okulu, Burak Küntay(der.), İstanbul: Bahçeşehir Üniversitesi Yayınları, 2006, ss. 39-70.Cumhurbaşkanı TURGUT ÖZAL 'ın Körfez Krizi Konusunda Basın Mensuplarıyla Yaptıkları Sohbet Toplantısı, Ankara: BaşbakanlıkBasımevi, 1991.
27
AVRUPA BİRLİĞİ’NE TAM ÜYELİK BAŞVURUSUNA GİDEN SÜREÇTE TURGUT ÖZAL’IN YAKLAŞIMLARI, ÇALIŞMALARI VE POLİTİKASI,http://eprints.sdu.edu.tr/585/1/TS00669.pdf, (E.T.17.08.2014).Turgut ÖZAL, http://www.tccb.gov.tr/sayfa/cumhurbaskanlarimiz/turgut_ozal/, (E.T. 04.08.2014).Bir liderden daha fazlası... Turgut Özal, http://blog.milliyet.com.tr/bir-liderden-daha-fazlasi----turgut-ozal/Blog/?BlogNo=198987, (E.T. 04.08.2014).Turgut Özal Kimdir? , http://www.sabah.com.tr/fotohaber/yasam/turgut-ozal-kimdir/41410, (E.T. 04.08.2014).Turgut Özal Belgeseli,http://www.tha.com.tr/turgutozal/sayfa16.htm, (E.T. 04.08.2014).TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ, http://www.tbmm.gov.tr/ul_kom/kpk/trabils.htm, (E.T. 14.08.2014).TÜRKİYE ABD İLİŞKİLERİ, http://www.hasanozgurozen.com/turkiye-abd-iliskileri/, (E.T.17.08.2014).SOĞUK SAVAŞTAN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE–RUSYA İLİŞKİLERİ,https://www.academia.edu/2104741/Soguk_Savastan_Gunumuze_Turkiye-Rusya_Iliskileri, (E.T. 18.08.2014).ORTAKLIKTAN ADAYLIĞA, http://www.ikv.org.tr/ikv.asp?ust_id=36&id=445, (E.T. 14.08.2014).
28