Turgut Özal Dönemi Türk Dış Politikası

28
TURGUT ÖZAL DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI Emrah KAV * Özet Bu çalışmada Turgut Özal ve ANAP hükümeti döneminde yaşanan dış politika olaylarını ve bu olayların Özal’ın kişiliğiyle ilişkili yanlarını anlatmaya çalışacağım. Özal’ın Cumhur Başkanlığı makamına çıkıp vefat edene kadar ki Türkiye’yi dışarıda nasıl temsil ettiğini yararlandığım kaynaklarla sizlere takdim edeceğim. Merhum’un körfez krizi sırasındaki ABD ile nasıl iletişim içinde olduğunu ve neler düşündüğünü bu makalede göreceksiniz. Anahtar Kelimeler: AT, Körfez Savaşı, İslami Liberalizm, Ortadoğu, Özal ve Bush, Turgut Özal. GİRİŞ Türk dış politikasında yaşanan değişim 1980’lerden sonra ve özellikle Turgut Özal döneminde yaşanmaya başlamıştır. 1980’li yıllardan itibaren izlenen dışa açık ekonomi politikalarının da bir gereği olarak Türkiye çok yönlü bir dış politika izlemeye başlamış ve ekonomik çıkarlar izlenen dış politikada gittikçe önem kazanmaya başlamıştır. Özallı yıllarda ABD ve Batılı ülkelerle ilişkiler geliştirilirken, aynı zamanda Türkiye bölgesel sorunlarla daha fazla ilgilenmeye başlamış ve * Öğrenci, Uludağ Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Numara: 021260074. 1

Transcript of Turgut Özal Dönemi Türk Dış Politikası

TURGUT ÖZAL DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI

Emrah KAV*

Özet

Bu çalışmada Turgut Özal ve ANAP hükümeti döneminde yaşanan dış

politika olaylarını ve bu olayların Özal’ın kişiliğiyle ilişkili yanlarını

anlatmaya çalışacağım. Özal’ın Cumhur Başkanlığı makamına çıkıp vefat edene

kadar ki Türkiye’yi dışarıda nasıl temsil ettiğini yararlandığım

kaynaklarla sizlere takdim edeceğim. Merhum’un körfez krizi sırasındaki ABD

ile nasıl iletişim içinde olduğunu ve neler düşündüğünü bu makalede

göreceksiniz.

Anahtar Kelimeler: AT, Körfez Savaşı, İslami Liberalizm, Ortadoğu, Özalve Bush, Turgut Özal.

GİRİŞ

Türk dış politikasında yaşanan değişim 1980’lerden sonra

ve özellikle Turgut Özal döneminde yaşanmaya başlamıştır.

1980’li yıllardan itibaren izlenen dışa açık ekonomi

politikalarının da bir gereği olarak Türkiye çok yönlü bir dış

politika izlemeye başlamış ve ekonomik çıkarlar izlenen dış

politikada gittikçe önem kazanmaya başlamıştır. Özallı yıllarda

ABD ve Batılı ülkelerle ilişkiler geliştirilirken, aynı zamanda

Türkiye bölgesel sorunlarla daha fazla ilgilenmeye başlamış ve

*Öğrenci, Uludağ Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Numara:

021260074.

1

bu dönemde dış politikada “çok yönlülük” daha da belirgin hale

gelmiştir.

 

Soğuk Savaş döneminin sona ermesi ile birlikte meydana

gelen gelişmeler belki de en fazla Türkiye’yi etkilemiş ve

İkinci Dünya Savaşından sonra izlenen dış politikada önemli

değişikliklerin yapılması sonucunu doğurmuştur. 1990’lardan

itibaren Türkiye özellikle bölgesel düzeyde oldukça aktif bir

dış politika izlemeye başlamış. İzlenmeye başlanan bu çok yönlü

aktif ve katılımcı dış politika Türkiye’nin kendi

tercihlerinden ziyade ortaya çıkan gelişmelerin bir zorlaması

sonucu oluşmuş olduğu söylenebilir.

1-ÖZAL’IN KİŞİLİĞİ

Özal'ın biyografisi: Turgut Özal 13 Ekim 1927 de

Malatya'da doğdu, babası Muhammed Sıddık Bey, annesi Hanife

Hanımdır. Özal’ın hem anne hem de babası memurdur bu sebepten

sabit bir şehirde kalamamıştır. İlkokula Bilecik Söğüt'te

başlamıştır, ortaokula Silifke'de başlayıp Mardin'de

bitirmiştir, liseye ise Konya Lisesi’nde başlayıp Kayseri

lisesinde bitirmiştir. Üniversite imtihanlarında İstanbul

Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği bölümünü burslu

kazanıp seçmiştir.1950 yılında üniversiteden mezun olmuştur.

Üniversiteden mezun olduktan sonra Elektrik İşleri Etüt

İdaresinde göreve başlamıştır. Daha sonra 1952 yılında

2

mühendislik ekonomisi alanında uzmanlık eğitimi için ABD’ye

gönderilen Turgut Özal, Türkiye’ye döndükten sonra Elektrik

İşleri Etüt İdaresi Genel Müdür Yardımcılığı’na atanmıştır.

Aynı yılda ilk eşi olan Ayhan hanımla evlenmiştir fakat birkaç

ay sonra bu evlilik bitmiştir ve ikinci evliliğini Semra

Hanım'la yapmış ve üç çocukları olmuştur; Zeynep, Ahmet ve Efe.

1961–1962 yıllarında askerlik hizmetini Millî Savunma Bakanlığı

Bilimsel Danışma Kurulu üyesi olarak yapmış ve Devlet Planlama

Teşkilatı’nın kurulmasına katkıda bulunmuştur. 1967–1971

yıllarında Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı görevini

yürütmüştür. Ekonomik Koordinasyon Kurulu, Para ve Kredi

Kurulu, RCD Koordinasyon Kurulu ve AET Koordinasyon Kurulu

başkanlıklarında bulunmuştur. 1971–1973 yıllarında Dünya

Bankası’nda danışman olarak görev yapmıştır.

Türkiye’ye döndüğünde farklı yerlerde çalıştıktan sonra

1979 yılında Başbakanlık Müsteşarı olarak atanmıştır. 12 Eylül

1980 askerî müdahalesinden sonra kurulan hükümete ekonomik

işlerden sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak atanmıştır.1982

yılında istifa edip 1983'te ise ANAP'ı kurup seçime girmiştir

ve halk tarafından hükümet kurma görevine yani Başbakanlığa

seçilmiştir. 1987'de tekrar seçimlere girmiş ve halkın seçimi

yine Turgut Özal Hükümeti olmuştur. 31 Ekim 1989'da Cumhur

Başkanı olan ve 17 Nisan 1993 günü vefat eden Turgut Özal'ın

hala nasıl öldüğü tartışılan bir konudur.

Turgut Özal ekonomi ve teknolojiye çok önem veren bir

kişiliğe sahipti bunun en basit göstergesi olarak her yurtdışı

seyahatlerinde yanında mutlaka Türk işadamlarını da alır ve

3

gittiği ülkelerle önemli ticari anlaşmalar yapardı. İhracat

için de aynı şekilde uğraşmış ve ABD’nin o yıllarda uyguladığı

ambargoyu yumuşatmak için çabasını sonuna kadar kullanmıştır.

Teknolojiye gelince Özal’ın ofisinde birçok kanalı aynı anda

izleyip dünya gündemini yakından takip ettiğini yakın dostu

Engin Güner’ de belirtmiştir kitabında.1

Özal her kanattan Türkiye’yi üstün bir medeniyete

eriştirme çabası içerisinde çalışıyordu. Gerek ABD gerek

AT(Avrupa Topluluğu) ile ilişkileri düzenlemek için çok

çabalıyordu. 1983 seçimlerini kazandığında dondurulmuş olan AT

ile ilişkileri düzenlemek ve topluluğa tam üyelik için zemin

hazırlamaya başlamıştır. Önceki dönemlerde sırt çevrilen Türkî

Cumhuriyetlerle ilişkilere yoğun bir önem vermiştir Özal.

Sovyetlerin de Dağılmasıyla soydaşlarımızla olan ilişki ve

bağlarımız yeniden canlanmaya başladı Özal bu konuya ayrı bir

önem veriyordu. ‘’16 Aralık 1991’deTürkiye, Sovyetler Birliğin ’den ayrılan tüm

bağımsız devletleri tanıdığını açıklayan ilk ülke olmuştur.’’ 2 Özal sadece kendi

soydaşlarıyla değil komşu ülkelerle de samimi ve iyi ilişkiler

kurma amacı taşıyan barışçıl, sakin, mantıklı ve deneyimleriyle

Türk ekonomisinin ve siyasetinin bir dönüm noktası olabilecek

bir kişiliğe sahipti.

2-EKONOMİ ve TİCARETİN ÖZAL’IN DIŞ POLİTİKASINDAKİ ÖNEMİ

1 Bkz. Engin Güner, ÖZALLI YILLARIM, 2.Baskı, İstanbul: Babıali Kültür Yayıncılık, 2003.2 Ali Balcı, TÜRKİYE DIŞ POLİTİKASI: İlkeler, Aktörler, Uygulamalar, İstanbul: Etkileşim Yayınları, 2013. ss.202.

4

Ekonomi Özal’ın uzmanlık alanıydı. O 1980 darbesinde ülke

ekonomisinin çok sıkıntılı bir dönemden geçtiği bir zamanda

işinin başındaydı ve Türkiye’nin borç sorununu yakından takip

edip gereken hamleleri yapmak için çok çaba harcamıştır. Bu

çabalarını en iyi anlatan kişi Engin Güner onun ülkesi için

gayretlerini şöyle anlatıyor: 3

‘’1980 Haziran ayıydı… (Özal)Çok rahatsız ve sıkıntılıydı. Tüm Türk heyeti de…

Alınan borçların % 85’ i taksite bağlanırken , % 15’ ini ise peşin ödemek gerekiyordu.

Ancak peşin ödeme yapamadığımızdan ikinci bir erteleme söz konusuydu. Özal

başkanlığındaki heyet işte bu erteleme için gelmişti. Hem de ne şartlarda! Bu

seyahatten bir iki gün önce Özal, bir taşikardi geçirerek Hacettepe Hastanesi’nde

yoğun bakıma alınmıştı. Doktorlar Paris’e gitmesine izin vermemişlerdi. Fakat

toplantı Türkiye için hayatiyet derecesinde önemliydi. Tüm sorumluluğu üzerine ve

doktoru Mehmet Beyi de yanına alarak OECD’nin alt katındaki toplantı salonuna

gelmişti. Neticede OECD ve alacaklı ülkeler nezdinde etkili olan ABD’yi ikna ederek

borçlarımızın 7 milyarlık bir bölümünü erteletecekti.’’

Özal Ekonomide liberalizmi savunurdu. Bütün

iyileştirmelerin temelinde ekonomik liberalizmi gören Özal,

serbest piyasaya yönelik reformlarını her fırsatta hayata

geçirmeye çalıştı. Özal’a göre piyasa ekonomisi prensipte kendi

doğal haline bırakılmalıydı. Çünkü piyasa kendi başına

bırakıldığında birey piyasa içinde kendi çıkarlarını maksimize

etmek için çabalayıp en iyi şekilde çalışacaktı. Ancak Özal,

piyasaya müdahale edilmemesi gerektiğinden söz etmemiştir.

3 Engin Güner, a.g.e. , ss.16.

5

ANAP hükümeti ile başbakan olan Özal ekonomik alanda ilk

altı ayda büyük reformlara imza atmıştır. Türk lirası ve

kambiyo rejimine dair kontroller kaldırılıp, döviz alışverişi

serbest bırakılmıştır. Diğer büyük bir yenilik ise fonlar

oluşturulmaya başlanmıştır. Ekonomik reformlar ülkenin

çehresini hızlı bir değişime soktu. Yüz elli yıldır

halledilemeyen döviz darboğazı ihracattaki patlamayla

aşılmıştı. Artık ihraç ürünleri üzüm, incir, fındık gibi tarım

ürünlerinden ibaret değildi. Sanayi ürünleri zamanla

ihracatımızın %80’inden fazlasını oluşturuyordu. Tüm bu

gelişmeler yurt dışında da ilgi ile izleniyordu. Türkiye

ekonomiyle paralel olarak dış politikasında da ataktaydı ve

hızla Avrupa’nın hasta adamı olmaktan çıkıyordu. Özal

Türkiye’deki yeni değişim hareketini dış dünyaya anlatıyordu ve

bunun için kullandığı platform ise Davos’taki Dünya Ekonomik

Forumu toplantılarıydı. Yine o dönemlerde Avrupa Birliği ile

olan ilişkilerimizin en önemli konularından biri Avrupa

tarafından bizim tekstil ürünlerine uygulanan ihracat

kotasıydı. Hâlbuki tekstil sanayinde hızlı bir gelişme söz

konusuydu. Kotalar arttırılabilse bu gelişme daha çok

hızlanacaktı. Özal özellikle ABD ve Avrupa’nın koyduğu

kotaların arttırılması için çok uğraşmıştır. Neticede çok iyi

ilişkileri sayesinde ABD’deki kotalar 1991 yılında %100

arttırılmıştır. Fakat asıl sorun Avrupa’nın uyguladığı

kotalardı. Bu konuda Brüksel’e müzakereciler yollanmıştır ve

sonuna kadar direnmelerini söylemiştir Özal. Neticede kotalarda

%33 oranında bir artırım olmuştur. 4

4 Engin Güner. a.g.e. , ss.67-68.

6

Özelleştirme, Özal’ın çok önem verdiği iktidara geldiği

günden beri kafasına koyduğu bir olaydı. ‘’Devlete bir yük olduğunu

düşündüğü KİT’lerin bir an önce elden çıkarılması gerektiğine inanmıştı. Bu alanda

teşebbüse, çeşitli engeller yüzünden büyük gecikme ile seksenli yılların sonlarında

geçebilmiştir. Özelleştirmenin ilk örnekleri ÇİTOSAN ve USAŞ’ tı.’’ 5Ancak

muhalefet özelleştirmeye şiddetle karşı çıkıyordu. Durum

sallantıdaydı.

Merhum Özal kalkınma konusunda da çok hassastı. Türkiye’de

bir zamanlar milli petrol kampanyası ile petrol arama

çalışmaları başlamıştı. Toplumda ‘’Ah bir petrol bulunsa

Türkiye kurtulur’’ şeklinde bir düşünce hâkimdir. Buna karşılık

Özal: 6 ‘’İnşallah petrol bulunmaz’’ demiştir. Bunun izahı : ‘’Ülkeler

bu şekilde hazıra konarak kalkınamaz. Bu gibi doğal kaynak zenginliğine güvenenler

çalışıp çabalamazlar ve sonunda mirasyedi gibi har vurup harman savururlar ve

kalkınamazlar. Kalkınmak için mutlaka çok çalışmak lazımdır. İşte bu bakımdan

petrol bulunmasını temenni etmiyorum.’’ şeklindeydi.

Özal, uygulamalarında girişim özgürlüğü, serbest piyasa ve

özelleştirme gibi liberal ekonomi alanına büyük önem vermiş ve

bu alanda önemli başarılar sağlamıştır. Düşünce özgürlüğü,

çoğulculuk ve sivil toplum gibi siyasi liberalizm konusunda

ise, ekonomik liberalizmde olduğu kadar başarılı olamamıştır.

Özal’ın siyasi liberalizm ile ilgili uygulamalarını üç açıdan

değerlendirmek mümkündür: Birincisi, çoğu defa muhafazakâr

kimliği, liberal kimliğinin önüne geçmiştir. İkincisi, Özal bir

darbe sonrası iktidara gelmiş ve Türkiye siyasetinde öteden

5 Engin Güner. a.g.e. , ss.105.6 Engin Güner. a.g.e. , ss.108.

7

beri var olan askerin siyasete müdahale geleneğinin devam

ettiği bir dönemde siyaset yapmıştır. Üçüncüsü, Kürt

muhalefetinin silahlı mücadele yürüttüğü “düşük yoğunluklu

savaş” dönemine ait bir siyasetçidir. Özal, muhafazakâr

kimliğine rağmen adam kayırma, torpil, patronaj ilişkiler,

yolsuzluklar konusunda gerekli hassasiyeti göstermemiş, “benim

memurum işini bilir” tarzı ifadelerle yasadışı uygulamaları

adeta teşvik etmiştir. Bu anlamda, ahlaki liberalizm konusunda

gerekli başarıyı gösterememiştir.7

Bu yaklaşımın ne kadar doğru olduğunu bugün petrol zengini

ülkelerin konumlarına baktıkça daha iyi anlaşılıyor. Özal bir

ülkenin sadece dış yardımla kalkınamayacağını da söylemiştir:

‘’Çabanın %90-95 iç kaynaklı olmalı. Buna ilave olarak belki bir %10 veya %5’lik dış

yardım olabilir. Bunun tersi olursa o ülke kalkınamaz.’’ Gerçekten dünyada

bununda birçok örneği var.

3-AT, ABD ve SSCB(RF) İLE İLİŞKİLER

1-Türkiye ve Avrupa birliği ilişkiler 1980 yılına kadar

dalgalanmalara sahne olmuş, iyi kötü bir şekilde ilişkiler

kesintiye de uğrasa devam etmiştir. Ancak 12 Eylül 1980 yılına

gelindiğinde Türkiye’de askerin yönetime el koymasıyla

ilişkiler süresiz dondurulmuştur. Avrupa birliği darbenin kendi

politikalarını uygun olmadığını ve demokrasinin gelişimi

çerçevesinde Avrupa birliği içtihatlarına aykırı olduğunu7 A. Vahap, ULUÇ. ‘’Liberal - Muhafazakâr Siyaset ve Turgut Özal’ın Siyasi Düşüncesi’’, Yönetim Bilimleri Dergisi, Cilt: 12, Sayı: 23, ss.107-140, 2014.

8

söyleyerek Türkiye ye sert tepki vermiş ve darbenin biteceği

güne kadar ve Türkiye’nin demokrasiye geçişine kadar

görüşmelerin başlamayacağını söylemiştir.

Nihayet Kasım 1983’te Türkiye demokratik seçim yapmış ve

Özal iktidara  gelmişti. O iktidara geldiğinde Avrupa birliği

ile ilişkiler donmuş noktadaydı. Avrupa Turgut Özal ve

hükümetinin darbe sonrası nasıl bir yol izleyeceğini merak

ediyor ve bekle gör politikası izliyordu. Avrupa özellikle

‘Ermenilerin’ durumu ve soykırım iddiaları hakkında Türkiye

devletine yeni şartlar kabul ettirme çabası içerisine girmişti.

Avrupa’nın Türkiye’ye diğer bir eleştirisi de Kürt halkının

statüsünün konuşulması ve Kıbrıs’ın işgaline son vermek için

Türkiye’yi her platformda eleştirmesiydi. Türkiye AT’ ye üye

olmak için her yolu deniyor ancak Avrupa bir türlü bu çabaları

görmüyordu ya da görmek istemiyordu. Yunanistan her fırsatta

Türkiye’ye zorluk çıkartıyor ve Türkiye aleyhine her platformda

oy kullanıyordu. Yunanistan güçlü bir Türkiye’nin yanı başında

olmasını istemiyor ve Kıbrıs’ta kuyruk acısı olan Yunanistan

her fırsatta bunun acısını çıkartmak istercesine Türkiye

aleyhine veto hakkını kullanıyordu. Türkiye ilişkilerin askıya

alınmasının ardından, ilk kez 1986 yılında toplanan Ortaklık

Konseyi’nde üyelik başvurusunda bulunmayı amaçladığını

belirtmiş; 14 Nisan 1987 tarihinde, Ankara Anlaşması’nda

öngörülen dönemlerin tamamlanmasını beklemeden, Roma

Antlaşması’nın 237’nci, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT)

Antlaşması’nın 98’inci ve EURATOM Antlaşması’nın 205’inci

maddesine dayanarak üyelik başvurusunda bulunmuştur. Bu başvuru

9

Türkiye’nin 30 yıldır kapısında beklediği Avrupa ya artık bizi

AT’ ye alın çağrısıydı. Yunanistan ve Lüksemburg tam üyelik

başvurusuna karşı çıkarken, İngiltere ve Belçika başvuruyu

desteklemiş, Almanya ise başvurunun gümrük birliği temelinde

olması gerektiğini dile getirerek başvuruyu uygun bulmamıştır.

Başvuru incelenmek üzere AT Komisyonu’na devredilse de,

Komisyon uzun bir süre Türkiye’nin başvurusuna bir cevap

vermemiştir.

Avrupa komisyonunun 1989’da açıkladığı raporda tam bir

belirsizlik hâkimdi. AT’ nin bu rapordaki belirsizliği ve

ikiyüzlü tavrı tüm dünya ülkeleri tarafından görülmüş ve

dünyanın önde gelen basın kuruluşları bu haksızlığa sessiz

kalmamışladır. AT’ nin bir toplantıda 1992’ye kadar birliğe

yeni üye alınmayacağını karara bağlaması Komisyon’un

Türkiye’nin başvuru talebine olumsuz cevap vereceğinin

işaretiydi ve beklendiği üzere 18 Aralık 1989’da aldığı kararla

Türkiye’ye başvurusunu askıya almayı önermiştir.8 Komisyon

Türkiye’nin üyelik başvurusunun askıya alınmasına ilişkin

kararını büyük ölçüde ekonomik yetersizliğe, demokrasi ve insan

hakları problemlerine, azınlık sorunlarına ve Kıbrıs’la ilgili

anlaşmazlıklara dayandırarak vermiştir.

AT Türkiye’nin üyelik başvurusunu kabul etmemesine rağmen

başvuru Avrupa kamuoyunun Türkiye’nin içişlerine yönelik

ilgisini arttırmış ve insan hakları konusunda AT’ nin

müdahalelerinin olduğu bir süreç başlamıştır. İlk olarak

Haziran 1987’ de Avrupa Parlamentosu aldığı bir kararla8 Ali Balcı. a.g.e. , ss.190.

10

Türkiye’yi ‘Ermeni Soykırımı’nı tanımaya çağırırken, aynı

zamanda azınlık meselelerinin de Avrupa standartları

doğrultusunda çözümlemesini talep etmiştir. Ayrıca 1980

darbesiyle ülkeden ayrılan Türkiye Komünist Partisi

yöneticilerinin yurda dönüşü sırasında tutuklanmaları üzerine

Avrupa Topluluğu, Ankara’yı sert bir şekilde eleştirmiş ve yine

Avrupa Parlamentosu bu tutuklamaları gerekçe göstererek Ocak

1988’de aldığı bir kararla Türkiye’ye yapılacak finansal

yardımları bloke etmiştir.

1989 yılı Ocak ayında Başbakan Özal, Komisyon Başkanı

Jacques Delors’ a, başvuruya verilecek olan cevabın

geciktirilmemesini ve bunun sebep olacağı sakıncaları belirten

bir mektup yazmıştır. Özal’ın bu mektubu, girişimleri ve Ali

BOZER’ in temasları netice vermiş; Jacques Delors, Avrupa

Parlamentosu’nda 17 Ocak’ta bir genel değerlendirme açıklaması

yapmış ve Türkiye’nin tam üyelik başvurusuna 1989 yılı içinde

cevap verileceğini belirtmiştir. Bu cevap üzerine hem AT ve hem

de Türkiye, yoğun bir mesai içine girmişlerdir. AT Komisyonu,

Türkiye’yi kırmayacak bir cevap için hazırlıkları

yoğunlaştırmış, Türkiye’ye resmi niteliği olmayan bir teklifle,

önce ikili ilişkilerin canlandırılması, bir geçiş dönemi

geçirilmesi ve ondan sonra da başvurunun tekrar gözden

geçirilip-incelenmesi önerilmiştir. Tam üyelik müzakereleri

için takvim belirlenmesi amacıyla iş çevrelerini de devreye

sokarak yoğun bir kulis yürüten Türkiye bu öneriye, ‘tam üyelik

dışında bir çözümü, teklifi ve plânı kabul etmediği’ cevabını

vermiştir.

11

Türkiye’nin başvurusuna en sert tepkiyi Yunanistan vermiş

ve Yunan Hükümeti, Türkiye’nin tam üyeliğini istemediğini ve

karşı çıkacağını açıkça beyan etmiştir. Yunanistan’ın

muhalefeti, Türkiye’yle malûm sorunları yüzündendi. Danimarka

sosyalistlerin etkisiyle, Almanya da Türk işçilerinin serbest

dolaşımını istemediği için tam üyeliğe açıkça karşıydılar.

Lüksemburg da, karşı çıkanlar safında yerini almıştır. Diğer

ülkelerden Belçika, İngiltere ve Fransa ılımlı bir tavır

takındılar. Diğer ülkeler de, başvuruya açıkça karşı bir tavır

sergileme yoluna gitmemişler, ama açık destek de

vermemişlerdir.

Delors da Özal’a, tam üyelik başvurusuyla ilgili ekonomik

zorlukların yanında, siyasal engellerin de bulunduğunu

açıklamış ve AT’ ye girmek için bekleyen ülkenin sadece Türkiye

olmadığını, Avusturya, Kıbrıs Rum Kesimi ve Fas gibi ülkelerin

de bulunduğunu belirtmiştir. Özal, Türkiye’nin diğer ülkelerden

farklı bir durumda olduğunu ve arada, tam üyeliği amaçlayan bir

ortaklık anlaşması olduğunu hatırlatmıştır. Delors bu sefer, AT

Üyelerinin şu andaki en önemli hedef ve önceliğinin 1992’de

gerçekleşecek olan ‘tek senet ve tek pazar’ olduğunu

söylemiştir. Özal, müzakere tarihinden ziyade bu yönde bir

‘yeşil ışık’ yakılmasını istediklerini belirtmiş ve eğer

Türkiye’ye yol açarlarsa, Türkiye’nin İslam Âlemi için de bir

model olacağını ve Avrupa’yla İslam Dünyası arasında köprü

görevi göreceğini belirtmiştir.

Komisyon Raporu’nun hazırlandığı dönem göz önüne alınacak

olursa; dünyada duvarların yıkıldığı, Soğuk Savaş’ın sona

12

ermeye başladığı, yepyeni değişimlerin ve alt-üst oluşların

yaşandığı bir dönemde AT Komisyonu, bu rapor ve görüşle yine de

verebileceği en iyi görüş ve cevabı vermiş sayılır. Çünkü böyle

bir dönemde burada önemli olan husus, tam üyelik müzakerelerine

başlamayı olmazsa olmaz bir şart olarak görmek değildir.

Uluslararası ilişkilerde ümitler, beklentiler bir yana, mevcut

şartlar, gerçekler ve mümkün olanı gerçekleştirmek önemlidir.

Esas önemli olansa, 1989’dan 1990’lardaki büyük ve hızlı

değişime doğru gidilen bu ortamda, Türk dış politikasının, yeni

düzene uyum sağlaması ve AT ile ilişkileri sürdürmekti ki, bu

da zaten AT Komisyonu Raporu’nda yeterince karşılanmıştır.

Turgut Özal’ın hedefi, Türkiye’yi gerçek anlamda batı

standartlarına getirerek hem gelişmiş batılı ülkeler arasına

sokmak ve hem de Avrupa Birliği’yle gerçek anlamda entegrasyonu

gerçekleştirmekti. Özal AB ile Türkiye arasındaki ilişkileri

sağlamlaştırmak için ölene kadar azimle çabalamıştır ancak ne

yazık ki bizden sonra başvuruda bulunan ülkeler bile bizden

önce alınmıştır bu birliğe. Avrupa’nın Türkiye’ ye karşı anti-

sempatisi hala devam etmektedir.

2-Türkiye ve ABD ile ilişkileri: Özal ilk yurt dışı

gezisini ABD’ye yapmaya karar vermiştir. ABD’deki kısa çalışma

döneminde bu ülkeyi daha yakından tanıma fırsatı bulmuştu.

Aslında Amerika’yla tanışıklığı 1950’li yılların başlarına

kadar gidiyordu. Bu konuyu danışmanı Engin Bey şöyle anlatıyor:9

‘’O zamanlar genç bir mühendis olarak birkaç arkadaşıyla birlikte Amerika’ya

gönderilmişti. O Amerika’ya gidişini başta Başkan Bush ve eşi olmak üzere konuştuğu9 Engin Güner. a.g.e. , ss.54-55.

13

Amerikalıların çoğuna anlatırdı. Bunu yaparken hiçbir kompleks duymaz, aksine

nereden geldiğimizin bir örneği olarak yorumlardı.(…) Kendisinden birçok kez

dinlediğim ve Amerika denince hemen hatırladığı üzerinde iz bırakan olay şöyleydi:

1950’li yılları hatırlayalım, Amerika bizlere Baytekin kitaplarındaki gerçek ötesi

bir ülke gibi görünürdü. Gene bu yıllarda yurt dışına gidenlerin sayısı çok azdı.

Onlarda gördüklerini ballandıra ballandıra anlatırlar, bu ülkeyi bizim hiçbir zaman

ulaşamayacağımız bir masal diyarı gibi hayal ederlerdi. İşte Özal bu yıllarda genç bir

mühendis olarak birkaç arkadaşıyla uçağa biner. Amerikan uçağındaki ortam bile

değişiktir. Hiçbiri İngilizce bilmemektedir. Belki çat pat birkaç kelime. Amerikalı

hostes gelir ve hızlı hızlı bir şeyler sorar. Arkadaşları bildikleri nadir kelimelerden

olan hayır anlamına gelen ‘NO’ derler. Özal ise olumlu davranır ve evet anlamına

gelen ‘YES’ cevabını verir. Hayatta her olaya olumlu yönünden bakmayı adet edinmiş

Özal bunun ödülünü alır. Hostes kendisine bir sürü güzel yiyecekler, içecekler

getirirken diğerlerine hiçbir şey getirmez. Kendisi bu olayı keyifle anlatır orada

gördüklerinden çok etkilendiklerini, o zamanlar aramızda uçurumlar olduğunu

söylerdi.’’

Ermeni karar tasarıları iki ülke arasındaki ilişkileri

gerginliğe götürecek dereceye ulaşmıştır.  1980’e kadar bu konu

temsilciler meclisine geldiğinde ABD yönetimi tarafından

durdurulmuştur. Ancak bu tarihten sonra iç dinamiklerinde

tetiklenmesi ile ABD bu konuyu durdurmak yerine desteklemeye

başlamıştır. 1980–1982–1984 tarihlerinde bu konu tekrar meclise

getirilmiş, 1984’te temsilciler meclisinde, 24 Nisanın “insanın

insanı hunharca katlettiği gün” olarak ilan edilmiştir. 1985’de

bu teşhis temsilciler meclisinde genel oya sunuldu, ancak

ABD’deki Türkiye uzmanları ve bilim adamı sıfatındaki 69

tarihçinin ortaklaşa yayınladıkları bildiri sonucunda hata

14

yapıldığı bildirilmiş ve tasarı son anda reddedilmiştir. Fakat

Ermeni lobisi çalışmalarına tüm hızıyla devam etmiş ve bunu tüm

dünyaya kabul ettirmek için çalışmalar başlatmıştır. Tabi ki bu

durum Türk-Amerikan ilişkilerinin bozulmasına da neden

olmuştur. Son olarak George Bush’un 1990 seçimlerinde, bir

milyonu aşkın Ermeni’nin sözde soykırımda katledildiği günün

75. yıldönümüne katılacağını bildirmesi Türkiye’de olumsuz

karşılanmıştır. Bu da Türk-Amerikan ilişkilerinin Ermenistan

politikası sonucunda nasıl bozulduğuna işaret eder.

ABD 1980’e kadar Kürt sorunu ile fazla ilgilenmedi

1980’den sonra Türkiye’de baş gösteren PKK olayları neticesinde

Kürt kelimesini daha sık telaffuz eden Amerika, Kürtlerin dil

ve kültürlerini daha iyi yaşaması için taleplerde bulundu. Yine

Kuzey Irak’taki Kürtlerle son derece ilgilenen Amerika, İran-

Irak savaşı öncesinde Kürtlere yardım etti. Amerika’nın

Türkiye, İran ve Irak’ta bulunan Kürtleri bir federal çatı

altında toplamak ve bu birlik sayesinde İsrail’i rahatlatma

gibi amaçları bilinmektedir. Amerika’nın Kürtlere desteği

Türkiye ile Amerika arasında sorunlar çıkmasına neden olmuştur.

Daha sonra 1983 yılında başbakan olacak Turgut Özal

döneminde de Türk- Amerikan ilişkileri her alanda gelişme

kaydetmiştir. Kısaca 1983'ten Soğuk Savaş’ın bittiği tarih olan

1989'a kadar ilişkiler oldukça üst düzeyde tutulmuştur. Soğuk

savaşın bitişi ilişkilerde bir duraksamaya ve Türkiye'nin

rolünün sorgulanmasına neden olsa da, 1991’deki Körfez

Savaşında Türkiye'nin üstlendiği rol, Türkiye'nin, ABD'nin

süper güç olduğu bu Yeni Dünya Düzeninde de önemli bir

15

konumunun olduğunu göstermiştir. 1990’lı yıllarda Türkiye

içeride terörle ve krizlerle uğraşmak zorunda kalsa da dış

politika anlamında ABD ile ilişkileri çeşitlendirme yoluna

gitmeyi tercih etmiştir. 1991 yılında geliştirilmiş “ortaklık

kavramı” ortaya atılmıştır. 1995’ten sonra ise ilişkiler

değişik bir boyut kazanarak “stratejik ortaklık” seviyesine

çıkarılmıştır.

1980’li yıllarda Türkiye hükümetleriyle ABD hükümetleri

arasında genel olarak sıcak ilişkiler gözlenmiştir. Bu

dönemde Ermeni Sorunu ve Kıbrıs Sorunu Türkiye-ABD ilişkilerine

gölge düşürdüyse de ilişkiler genel olarak olumlu düzeyde

gelişmiştir. Başbakan (ve Cumhurbaşkanı) Turgut Özal I. Körfez

Savaşı sırasında ABD Başkanı George H.W. Bush'la çok yakın bir

dayanışma politikası izlemiş. Türkiye Irak

petrollerini taşıyan Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattını

kapatmıştır.

3-SSCB ile ilişkilerinde 12 Eylül askerî darbesinin

ardından, görev başındaki askeri hükümet ülkenin dış politika

seçeneklerini çeşitlendirmeyi amaçlayarak Moskova ile

Washington arasında belirli bir denge politikası izlemeyi

kararlaştırmıştı. Aslında 80’li yılların başından itibaren,

özellikle de askeri hükümet döneminden beri, ikili ilişkilerde

gözlenen hareketlilik, 1984 yılında imzalanan Doğal Gaz

Anlaşması ile farklı bir ivme kazanmıştır. Bununla birlikte

cumhuriyet tarihinde eşine ender rastlanan bu işbirliği

hamlesi, ikili ilişkilerin özellikle ekonomik boyutunu ön plana

çıkarmıştı; bu olumlu süreç, 1991 Aralık ayında SSCB’nin

16

dağılmasına kadar devam etmişti. 1986 yılında Başbakan Özal’ın

Moskova ziyareti sırasında Türk müteahhitlerin SSCB’de takas

karşılığında inşaat projelerine katılımına ilişkin anlaşma yanı

sıra Türkiye’nin Sovyet pazarına yönelik tüketim malları

üretimi için sanayi girişimlerini destekleyecek Sovyet doğal

gazının 1987’den itibaren ülkemize nakli konusunda ortak

bildiriler imzalanmıştır. SSCB’nin dağılmasından önceki en son

üst düzey gezisi, Cumhurbaşkanı Özal’ın 1991 Mart’ında

gerçekleşmişti; söz konusu ziyaret sırasında, her iki devletin

cumhurbaşkanları, ikili işbirliği alanlarının geliştirilmesi ve

Karadeniz çevresindeki ülkeleri bütünleştirecek bir sürecin

başlatılması üzerinde mutabık kalmışlardı.10

1991 yılı, Türk dış politikasının dönüm noktalarından

biridir: Körfez Savaşı, SSCB’nin dağılması, eski

Yugoslavya’daki savaşın başlaması ve Yukarı Karabağ’daki

kıvılcımların yeniden ortaya çıkması. Türk karar alıcıları, bu

yeni gelişmeler ışığında ülkenin askeri doktrinini gözden

geçirmek ve ulusal güvenliğin ve tehdit kaynaklarının yeniden

tanımlamak çabasına girişmişlerdir. Nitekim bu yeni çabalar

çerçevesinde güvenlik sorunsalının en geniş anlamda algılanması

sonucu ortaya çıkmıştır.

Öte yandan, Ankara’nın, güvenlik sorunsalıyla girdileri

sınırlandırılmış karar alma sürecinden kurtulma çabasıyla daha

etkin bir dış politika arayışına girdiği görülmüştür. Bu

10 Soğuk Savaştan Günümüze Türkiye-Rusya İlişkileri: https://www.academia.edu/2104741/Soguk_Savastan_Gunumuze_Turkiye-Rusya_Iliskileri, (E.T. 18.08.2014).

17

bağlamda, “model devlet” olma arzusuyla Orta Asya ve

Kafkaslardaki nüfusun çoğunluğu Müslüman olan ve Türkiye ile

ortak kültürel geçmişe sahip yeni bağımsız devletlere yönelik

özel bir dış politika söylemi izleme eğilimine girmişti. “Türk

modeli”, hem laik, hem demokratik, hem de serbest piyasa

anlayışını benimsemiş, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan bir

ülke seçeneği olarak sunulmaktaydı. Söz konusu Orta Asya ve

Kafkaslardaki Türkçe konuşan cumhuriyetler, uluslararası

arenada kendi devlet meşruiyetlerini sisteme kabul ettirmek

çabasından olduklarından, Türk karar alıcıların dikkatlerini

çekmekteydiler. Nitekim Türkiye, Azerbaycan’ın bağımsızlığı

tanıyan ilk ülke olmuştu ve Orta Asya cumhuriyetlerini tanıyan

ve buralarda ilk büyükelçilikleri açan ilk ülkelerden biriydi.

Soğuk Savaş boyunca Türkiye’nin SSCB’ deki otonom

cumhuriyetlere ilişkin ayrı bir dış politikası olmamıştır.

Sovyetler Birliği’nin dağılma işaretleri gösterdiği 1980’lerin

son yıllarında dahi Türkiye bu politikasını değiştirmemiş ve bu

dönemde başlayan Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki

gerginliklere Moskova’nın iç politikasını ilgilendiren mesele

olduğu gerekçesiyle müdahale etmemiştir. 1990 yılında bu

ülkelerin neredeyse tamamı egemenliklerini ilan edip,

bağımsızlık konusunda önemli bir adım atınca Türkiye’nin Soğuk

Savaş döneminde izlediği politikası değişmiştir. İlk olarak

Turgut Özal, Mart 1991’de Azerbaycan ve Kazakistan’a bir

ziyaret gerçekleştirmiş, ardından yılın geri kalanında Türkiye

ve Türk Cumhuriyetleri arasındaki karşılıklı ziyaretler hız

kazanmıştır.11

11 Ali Balcı. a.g.e. , ss.201.

18

1990 ve 1991 yıllarında, SSCB’nin dağılmasından hemen önce,

Moskova ve Ankara, dostluk, iyi komşuluk ve işbirliği

anlaşmaları imzalamışlardı. Öte yandan, Türk hükümeti Türkî

cumhuriyetlerini ilk tanıyacak kadar cesaretli adımlar atmıştı,

ancak Türkiye ile Rusya Federasyonu arasındaki ilk resmi

ilişkiler, 1992 yılı başındaki KEİB projesi çerçevesindeki

görüşmeler bağlamında oluşmuştu. Rusya Federasyonu başkanı B.

Yeltsin, İstanbul Zirvesi’ne katılmak üzere 1992 Haziran’ında

Türkiye’ye gelmiş ve bu teşkilatın kuruluş deklarasyonuna imza

atmıştı. 1992 yılı boyunca, her iki devlet aralarındaki

ilişkilerin resmi düzeylerde gelişebilmesi için bir dizi

anlaşma imzalamıştır. Nitekim iki devlet arasındaki ilişkilerin

kurucu belgesi, 25 Mayıs 1994 tarihinde dönemin başbakanı

Demirel’in Moskova ziyareti sırasında imzalanan ve 19 Temmuz

1994’te yürürlüğe giren Türkiye-Rusya arasındaki ilişkilerin

esasları hakkında antlaşma olmuştur. Söz konusu antlaşma, 1991

yılında Cumhurbaşkanı Özal’ın Moskova ziyareti sırasında

Gorbaçov’la imzaladığı dostluk, iyi komşuluk ve işbirliği

antlaşmasının bir devamıdır.12 Türkiye artık çekinmeden Türkî

Cumhuriyetleri tanıyabilmiştir.

Soğuk Savaştan yeni çıkmış bir ülke ya da dağılmakta olan

bir birlik olduğu için SSCB pekte görünür bir ilişki

olmamıştır. Savaşın bitiminde Türkiye ve Rusya arasında yaşanan

diplomasi ciddi bir artış göstermiştir. Savaştan önce çekimser

12 A.g.e. , https://www.academia.edu/2104741/Soguk_Savastan_Gunumuze_Turkiye-Rusya_Iliskileri, (E.T. 18.08.2014).

19

davranan Türkiye savaş sonrası Asya ve Orta Asya’da etkinliğini

gösterme fırsatı bulmuştur. Moskova ile bağı kalmayan Türkî

Cumhuriyetlerle daha samimi ilişkiler için temeller Özal’ın

Cumhurbaşkanlığı Döneminde atılmaya başlamıştır.

4-ÖZAL’IN ORTA DOĞU’YA YAKLAŞIMI

1980'lerin başında uluslararası sistemde ve Orta Doğu

bölgesinde, hem bölgenin hem de Türkiye'nin kaderini yakından

etkileyen üç, önemli gelişme ortaya çıktı: Sovyetler

Birliği'nin Afganistan'ı işgali, İran İslam devrimi ve İran-

Irak savaşı. Bu üç olay, Türkiye'yi de yakından etkilemiş,

Türkiye'nin iç ve dış politikasında yeni bir sürecin başlangıcı

olmuştur. Ve en önemlisi, bu gelişmeler, Türkiye'nin Orta

Doğuya daha fazla dönmesine, daha fazla ilgilenmesine ve bir

bakıma daha fazla kaynaşmasına katalizör etkisi yapmıştır. Bu

süreçte en önemli rolü de, Türkiye'deki askeri darbe sonrasında

oluşan yeni düzende ön plana çıkan Turgut Özal oynamıştır.

Diğer bir deyişle, 1980'ler boyunca Türkiye'nin Orta Doğu'ya

yönelmesinde, bir yandan uluslararası konjonktürün sunduğu

olumlu avantajları gelirken, diğer yandan bu avantajları

kullanmaya hazır ve uyumlu bir konuma sahip olan Özal etkili

olmuşlardır.

Türkiye'nin 1980'lerdeki Orta Doğu'ya açılımı, ne daha önceki

dönemlerde eşine rastlanır ne de karşılaştırılması pek mümkün

olmayan bir örnektir. Aşağıda daha detaylı görüleceği üzere, bu

dönemdeki Türkiye-Orta Doğu ilişkileri, her bakımdan oldukça

üst seviyede gelişmiş, her iki taraf açısından da olumlu

20

sonuçlar doğurmuştur. Ekonomik, ticari, mali, siyasi, sosyal,

kültürel yönlerden önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Böylesi

istisnai bir yakınlaşmanın oluşmasının nedenini, Türkiye'nin

klasik devlet politikasının 'değişime' uğramasında değil, bu

dönemde ortaya çıkan gerçekten istisnai uluslararası

konjonktürün yarattığı imkânlarda ve bu imkânları kullanan Özal

liderliğinde aramak gerekir.

‘’1970'lerin sonu ve 1980'lerin başında Orta Doğu bölgesini ve Türkiye'yi çok

yakından ilgilendiren üç önemli gelişmeden ilki Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı

işgali, ikincisi İran'da İslam devriminin olması, üçüncüsü İran-Irak savaşının

başlamasıdır. Bu olayların tümü, öncelikle Orta Doğu'nun genel politikasını ve bu

politikadaki hassas dengelen alt üst etmişti. Öncelikle Sovyetlerin Afganistan'ı işgali,

Sovyetlerin Güney Asya yoluyla güneye doğru yayılması ve bu yolla hem bölgedeki

ABD-Batı yanlısı ülkelerin hem de özellikle Basra Körfezi gibi petrol zengini

alanlarının Sovyetlerin etkisi altına girmesi anlamına geliyordu. Bu durum, Doğu-Batı

ilişkilerinde ikinci soğuk savaş döneminin başlamasına yol açarken bölgedeki

dengeleri de Sovyetler lehine etkileme potansiyeline sahipti.’’13

Türkiye'nin Orta Doğu politikası, öncelikle Özal’ın genel

devlet ideolojisinin ve bu çerçevede oluşan dış politikasının

bir türevidir. Türkiye Cumhuriyeti'nin temel dış politikasını

belirleyen ve onun tercihi olan Batılılaşma arzusu ve Batı ile

işbirliğinin durumu, onun Orta Doğu politikasının eğilimini ve

durumunu da belirlemiştir. Esasen Türkiye, Orta Doğu'yla

ilgilenmek ve sıkı ilişkiler geliştirmek niyetinde değildir. Bu

nedenle, Türkiye, istisnai kısa dönemler hariç Orta Doğu'ya ait13 TÜRKİYE'NİN ORTA DOĞU POLİTİKASI: GELİŞİMİ VE ETKENLERİ, http://strateji.cukurova.edu.tr/ORTA_DOGU/04.htm, (E.T. 20.08.2014).

21

ve özgün bir dış politika geliştirmemiş, bölgeye ikincil ve

hatta son zamanlarda daha alt seviyelerden bakmıştır. Orta

Doğu'yla çok sıkı ilişkiler geliştirdiği anlarda bile Batı

faktörü daima gündemde olmuştur. Türkiye'nin 80 yıllık Orta

Doğu politikası, en başından itibaren uluslararası konjonktürün

etkisi altına oluşmuş ve gelişmiştir. Türkiye'nin bölgeden

kopmasında ve yakınlaşmasında, bölgedeki ve dünyadaki

gelişmeler belirleyici rol oynamıştır. Bu süreçte, ideolojik

tercihler genellikle ikinci planda kalırken, daha çok

liderlerin kişisel özellikleri ön plana çıkmıştır.

5-DÖNEMİN KIRILMA NOKTASI: Körfez Savaşı

Irak'ın Kuveyt'i 2 Ağustos 1990 tarihinde işgali ile

başlayan ve ABD önderliğindeki Körfez Koalisyonu'nun Irak'ı

mağlup etmesi ile 28 Şubat 1991 tarihinde resmen son bulan

Körfez Savaşı, Orta Doğu bölgesinin ve özellikle Türkiye'nin de

içinde bulunduğu bölgenin taşlarını yerinden oynatmıştır.

Körfez Savaşı, Türkiye'yi en başından yani Irak'ın Kuveyt'i

işgalinden itibaren yakından ilgilendiriyordu. Irak'ın Kuveyt'i

işgali Türkiye'yi birbiriyle çelişen iki alternatifle karşı

karşıya koymuş: Bir yanda, Türkiye ile Irak arasında çok sıkı

ve çok yönlü ilişkiler vardı. İki ülke arasında, ekonomik,

ticari, mali, sosyo-kültürel ilişkiler, petrol boru hatları

sistemi, ortak etnik sorunlar ve enerji gibi konular üzerine

oturan bir karşılıklı bağımlılık sistemi vardı. Bu bağımlılığı

sona erdirmek, kesinlikle Türkiye'nin lehine değildi, maliyeti

yüksekti. Ama diğer yandan da, Irak'ın Kuveyt'i işgali hiçbir

22

şekilde ve mazeretle kabul edilemez bir davranıştı. Eğer Irak

geriye püskürtülmezse, ileride daha büyük sorunlara yol açardı.

Bu iki nedenle Irak'a karşı oluşan Körfez Koalisyonu'na

katılması gerekirdi. Diğer yandan, Türkiye'nin Körfez

Koalisyonu'na destek vermesi, aynı zamanda onun 'tarafsızlık'

ilkesinden ayrılması anlamına geliyordu. Böylesi çetrefilli ve

zor bir ikilem, Türk dış politikası karar vericiler için hem

işgalin yaşandığı günlerde ve hem de savaştan sonraki günlerde

hep gündemde olmuştur.

Türkiye, bu ikilem karşısında, tercihlerden ikincisini

seçmiş: Yani, Türkiye 1960'ların başından itibaren dikkatle

sürdürdüğü 'denge' ya da 'tarafsızlık' politikasını terk

ederek, ABD'nin önderliğinde oluşan Birleşmiş Milletler

'müşterek güvenlik' sistemi çerçevesinde bölgedeki en önemli

ekonomik partneri olan Irak'la ilişkilerini koparmış: Çok sıkı

ekonomik ambargo uygulamış, petrol boru hatlarını kapatmış,

müteahhitler ve işçiler işlerini terk edip geri dönmüşlerdir ve

siyasi-diplomatik temaslar durma noktasına gelmiştir. Böylece

Türkiye, 1973'ten itibaren Irak'la arasında büyüttüğü

ilişkileri birkaç gün içinde sona erdirmişti.

Körfez krizi hiç beklenen bir gelişme değildi. Irak’ın

Kuveyt’i işgal etmesini tüm dünya şaşkınlıkla izlemiştir.

‘’Konuyla doğrudan ilgili kişiler bile gelişmelerin nereye varacağını fark

edememiştir. Hatta ABD’nin Bağdat Büyükelçisi bile işgale ihtimal vermemiş, olayı

atlamıştır. Ancak Özal daha yılbaşında Başkan Bush’a Irak konusundaki endişelerini

bildirmişti. Olayı yakından izliyordu. Bundan dolayıdır ki işin vahametini görüp

23

derhal Ankara’ya dönmüş ve hemen o gece saat 20.00’da Askeri Şura yemeğine

katıldıktan sonra 21.30’da MGK’yı toplamıştı. 2 Ağustos 1990 Perşembe günü Irak’ın

Kuveyt’i işgali Özal ve yanındaki bizler için de çok yoğun ve zor geçecek bir dönemin

başlangıcı olacaktı’’ 14

Özal ise dünyada Kuveyt’in işgalini sürpriz olarak

karşılamayan ender liderlerdendi. Özal, ABD Başkan’ı Bush’u

uyarmıştı ‘’Size daha öncede belirttiğim gibi Saddam bölgedeki en tehlikeli

adamdır, şimdi asker yığıyor ve bu konuyu dikkatle izliyor musunuz?’’15 Özal Kriz

başladığı andan itibaren ise olayların nasıl gelişeceğini şu

şekilde 3 faz’da ön görmüştür; Birinci faz; ambargo, BM

Kararlarının uygulanması ve kuvvet biriktirilmesi. İkinci faz;

Kuvvet yığılmasına devam edilmesi ve üçüncü faz’ı ise silahlı

mücadele faz’ı olarak öngörmüştür.16

Türkiye, Özal’ın inisiyatifi ile petrol boru hattını

kapatmış, kartlarını oynamış, Batı dünyasının yanında yer

almıştır. Bu davranış Irak’taki ve Kuveyt’teki gelişmeleri

heyecanla izlemekte olan tüm dünyanın gözlerini üzerimize

çevirmişti. Özal dünyanın dört bir köşesinden gelen basın

mensuplarına uzun mülakatlar veriyor, televizyon kanallarında

en çok seyredilen saatlerde ekrana çıkıyor ve Türkiye’nin

görüşlerini, olaya bakış açısını büyük bir rahatlıkla ve

içtenlikle anlatıyordu. Artık Özal krizde dünyanın en büyük

liderleri arasında en ön sırada yerini almıştı. Dış basını kriz

14 Engin Güner. a.g.e. , ss.83. 15 Engin Güner. a.g.e. , ss.84.16 Cumhurbaşkanı TURGUT ÖZAL 'ın Körfez Krizi Konusunda Basın Mensuplarıyla Yaptıkları Sohbet Toplantısı, Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1991.

24

sırasında çok iyi değerlendirmiş, Batı kamuoylarını da

etkilemeyi başarmıştı.

SONUÇ

Özal, her defasında piyasa ekonomisini savunmuş, çağdaş

dünyanın siyasal değerleri olan demokrasi ve özgürlüklere vurgu

yapmıştır. Piyasa ekonomisi, demokrasi ve özgürlüklerin gereği

olarak bireyselleşmeyi gelişmenin başlangıç noktası olarak

kabul etmiş, bu anlamda da, birey lehine devletin gücünün

sınırlandırılması gerektiğini savunmuştur. Özal bireyselleşmeye

verdiği değer kadar toplumsal bütünleşmenin temel unsurları

olan muhafazakâr değerlere ve milli duygunun önemine de aynı

ölçüde önem atfetmiştir.

AT’ ye tam üyelik süreciyle ABD ve Ortadoğu ekseni dışına

çıkan ve bu anlamda özellikle dış politikadaki aktif tutumuyla

Türkiye’de sermayenin desteğini alan Özal, Ortadoğu’yla

ilişkilerinde Körfez kriziyle birlikte açık olarak bu

meşruiyeti yitirmiştir. Bu açıdan Uzgel’ in değerlendirmesinin

önemi vurgulanmalıdır. TOBB’ un 1990’da Türkiye genelinde 900

üyesini kapsayan anketinde özellikle Türkiye’nin ödediği petrol

faturasının artmasından dolayı Körfez müdahalesine olumsuz

yaklaşım %96’lara erişmiştir. Bunalımdan en çok inşaat ve

ticaret sektörü zarar görmüştür. Savaş sonrası doğrudan yatırım

alanı bulan iş çevreleri ise bu süreçten nispeten daha fazla

yararlanmıştır.17

17 İlhan Uzgel. Ulusal Çıkar ve Dış Politika, Ankara: İmge Kitabevi, 2004, ss.281-282.

25

Özal’ın karar alma yetkisini, tüm kurumları aşarak

kullanmasının en açık nedeni; 12 Eylül sonrası belirlenen temel

ABD ve Körfez ülkeleri işbirliğini devamı ve burada beklenen

ekonomik çıkarlar olarak tanımlanabilir. Kuşkusuz Türkiye

sonraki süreçte Suriye ile yaşadığı su sorunu, PKK’ya verdiği

destek ve Irak’ın kuzeyinde şekillenen bağımsız Kürt

hareketinden zarar görmüş ve bunu Körfez Krizindeki ekonomik ve

bölgesel hedeflerinin bir bedeli olarak algılamıştır. Özal’ın

ölümünden sonra yoğunlaşan sınır ötesi operasyonlar ve bu

bağlamda ABD yenilenen TSK’deki yenileme çalışması Türkiye’nin

ABD ile varolan bölgesel ittifakının da devam edeceğinin

göstergesi olmuştur.

26

KAYNAKÇABalcı, Ali. TÜRKİYE DIŞ POLİTİKASI: İlkeler, Aktörler,Uygulamalar, İstanbul: Etkileşim Yayınları, 2013.Barlas, Mehmet. Turgut Özal'ın Anıları, İstanbul: SabahKitapları, 1994.Ereker, Funda – Özer, Utku. ‘’ONYEDİNCİ YÜZYILDAN GÜNÜMÜZE RUSYA’NIN KARADENİZ POLİTİKASI’’, RUSYA’NIN DOĞU POLİTİKASI, Sezgin Kaya(der.). Bursa: Ekin Yayınları, 2013,ss.165-198. Güner, Engin. Özallı Yıllarım, 2.baskı, İstanbul: Babıali Kültür Yayıncılık, 2003.ULUÇ, A. Vahap. ‘’Liberal - Muhafazakâr Siyaset ve Turgut Özal’ın Siyasi Düşüncesi’’, Yönetim Bilimleri Dergisi, Cilt: 12, Sayı: 23, ss. 107-140, 2014.Uras, Güngör, Ekonomide Özallı yıllar 1980-1990, İstanbul: AFA,1993.Uzgel, İlhan. Ulusal Çıkar ve Dış Politika, Ankara: İmge Kitabevi, 2004.Yılmaz, Mesut. ‘’Avrupa Birliği’’, Siyaset Okulu, Burak Küntay(der.), İstanbul: Bahçeşehir Üniversitesi Yayınları, 2006, ss. 39-70.Cumhurbaşkanı TURGUT ÖZAL 'ın Körfez Krizi Konusunda Basın Mensuplarıyla Yaptıkları Sohbet Toplantısı, Ankara: BaşbakanlıkBasımevi, 1991.

27

AVRUPA BİRLİĞİ’NE TAM ÜYELİK BAŞVURUSUNA GİDEN SÜREÇTE TURGUT ÖZAL’IN YAKLAŞIMLARI, ÇALIŞMALARI VE POLİTİKASI,http://eprints.sdu.edu.tr/585/1/TS00669.pdf, (E.T.17.08.2014).Turgut ÖZAL, http://www.tccb.gov.tr/sayfa/cumhurbaskanlarimiz/turgut_ozal/, (E.T. 04.08.2014).Bir liderden daha fazlası... Turgut Özal, http://blog.milliyet.com.tr/bir-liderden-daha-fazlasi----turgut-ozal/Blog/?BlogNo=198987, (E.T. 04.08.2014).Turgut Özal Kimdir? , http://www.sabah.com.tr/fotohaber/yasam/turgut-ozal-kimdir/41410, (E.T. 04.08.2014).Turgut Özal Belgeseli,http://www.tha.com.tr/turgutozal/sayfa16.htm, (E.T. 04.08.2014).TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ, http://www.tbmm.gov.tr/ul_kom/kpk/trabils.htm, (E.T. 14.08.2014).TÜRKİYE ABD İLİŞKİLERİ, http://www.hasanozgurozen.com/turkiye-abd-iliskileri/, (E.T.17.08.2014).SOĞUK SAVAŞTAN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE–RUSYA İLİŞKİLERİ,https://www.academia.edu/2104741/Soguk_Savastan_Gunumuze_Turkiye-Rusya_Iliskileri, (E.T. 18.08.2014).ORTAKLIKTAN ADAYLIĞA, http://www.ikv.org.tr/ikv.asp?ust_id=36&id=445, (E.T. 14.08.2014).

28