SANATIN PAZARLAMA EĞİTİMİNDE KULLANIMI ÜZERİNE KEŞİFSEL BİR ÇALIŞMA
Transcript of SANATIN PAZARLAMA EĞİTİMİNDE KULLANIMI ÜZERİNE KEŞİFSEL BİR ÇALIŞMA
SANATIN PAZARLAMA EĞİTİMİNDE KULLANIMI ÜZERİNE KEŞİFSEL BİR ÇALIŞMA
Okan Tuna, Dokuz Eylül Üniversitesi, [email protected]
Mustafa Kalkan, Dokuz Eylül Üniversitesi Altan Yörük, Dokuz Eylül Üniversitesi
Gökçen Ergür, Dokuz Eylül Üniversitesi
ÖZET
İşletmelerin verimli çalışmalarında, yönetim-organizasyon boyutlarında,
çalışanlarda olumlu/etkili güdüleme oluşturmada, uyumlu takım
çalışmaları ve destekleyici problem çözme ortamları yaratmada sanatın
değişik dallarından yararlanıldığına ilişkin çalışmalara ilgili literatürde
daha sık rastlanmaktadır. Ancak, bu tür çalışmaların çok yeni olduğu ve
sınırlı sayıda kaldığı da gözlenmektedir. Bu çalışma, sanatın pazarlama
eğitiminde kullanılması üzerine öncü bir araştırma niteliğindedir. Sanatın
dönüştürücü işlevinin pazarlamanın fonksiyonları üzerine etkisinin
araştırılması amaçlanmaktadır. Keşifsel bir çalışma olup, pazarlama
eğitiminde yüksek lisans seviyesinde bir grup öğrenci ile
gerçekleştirilmiştir. Sanatın dönüşüm sürecinin tüm pazarlama
fonksiyonlarına uygulanması sağlanmış; Kolb’un Deneyimsel Öğrenme
Modeli uygulanmış ve pazarlama eğitiminde sanatın kullanılmasıyla
Kolb’un, edindiği bilgiden yeni bir şey yaratan, keşfetmeyi seven
yerleştirici (accommodating) öğrenci özelliklerine ulaşma derecesinin
belirlenmesi amaçlanmıştır. Sanatta dönüştürmenin tartışıldığı bir günlük
çalıştay ve iki haftalık alan çalışması sonrası derlenen öğrenci raporları,
pazarlama eğitiminde bilişsel boyutun yanında duyuşsal boyutun da
uygulanması gerektiğini; bunun da Deneyimsel Öğrenme Modeli’nin
temel ilkelerinin uygulanması böylece sanatın dönüştürücü
fonksiyonundan en iyi şekilde yararlanmayla mümkün olacağını ortaya
çıkarmıştır.
Anahtar Sözcükler: Pazarlama eğitimi, Deneyimsel Öğrenme Modeli,
Ürün geliştirmede dönüştürme
AN EXPLORATORY STUDY ON HOW ARTS CAN BE USED AT MARKETING EDUCATION
ABSTRACT
There have appeared in the recent relavant literature some academic
studies implying that arts have been utilized in such areas/fields as
business efficiencies, management and organization practices, forming
favorable motivations in employees and establishing supportive media
easing desired team works and problem solving activities. It is, however,
observed that such preliminary type studies are rather very few in number.
This study stands for a pioneering step discussing the possibilities of
using arts in marketing education. It mainly aims to explore how likely
the transforming function of arts is to affect the functions of marketing.
An exploratory study, it was conducted through a group of students
studying at MBA level in marketing. Having pursued the basic principles
of Kolb’s Experiental Learning Model, the study has applied the
transforming processes of arts on the functions of marketing, aiming to
see to what extent learners can be turned into “Kolb’s Accommodators”,
“who like to take information and create something new with it and
discover things on their own”, through using arts in marketing education.
Following a one-day workshop, where transforming features of arts were
discussed under the command of an artist, and two-week individual based
field studies, where the learners were exposed to the principles of
Experiental Learning Cycle, the indicidual reports accompanied with
their feedbacks were colected. The reports reveal that along with
cognitive dimensions, affective dimensions had better be focused in
marketing education, which could be provided through pursuing the basic
principles of Experiental Learning Model and thus making the best use of
the transforming function of arts.
Key Words: Marketing education, Experiental learning model,
transformation in product development.
SANATIN PAZARLAMA EĞİTİMİNDE KULLANIMI ÜZERİNE KEŞİFSEL BİR ÇALIŞMA
GİRİŞ
“Başkaları ile paylaşılabilecek estetik nesne, çevre ya da deneyim
oluşumunda beceri ve imgeleme yeteneğinin kullanılması” olarak
tanımlanan “sanat”’ın teknik mükemmellik, kuramsal zemin ve
düşünmenin çıkış noktası olduğu genel kabul görmektedir. Leo
Tolstoy’un deyişiyle, sanat insanları benzer duygular çevresinde bir araya
getiren ve insanlığın gelişimi ve refahı için kaçınılmaz olan bir
kaynaştırma yöntemidir. Gorki de, sanatı diğerleriyle aynı yere bakan
ama diğerlerinin göremediğini görme yeteneği olarak değerlendirmekte;
eskiyle yeni-denenmiş ile keşfedilmemiş arasında bir köprü olarak
betimlemektedir (Van Gundy ve Noiman, 2003; 7-9). Çeşitli tanımların
ortak paydaları birleştirildiğinde varılabilecek sonuca göre, sanat, bir
duygunun, tasarının ya da güzelliğin anlatımında kullanılan yöntemlerin
tümü ya da bu anlatım sonucunda ortaya çıkan üstün yaratıcılık olarak
tanımlanmaktadır. Sanatın, etimolojik anlamı incelendiğinde ise
hammaddenin dönüşümü üzerine kurgulanmış bir kavram olduğu
gözlenmektedir.
Sanatın yaşamla iç içeliği yeni bir oluşum değildir. İlk avcılık dansı ya da
ilkel kutsama törenlerinden beri somut yaşamın içinde ola gelmiştir.
Eldeki malzemeleri ürüne dönüştürme basit yöntemlerle başlamış;
zamanla bu dönüştürme süreci, üretene ve kullanana/izleyene zevk veren
sanat ürünü olarak tanımlanmıştır. Ancak son günlerde işletmelerdeki
yöneticiler aynı tarzla çalışmanın yararlarını görmeye başlamışlardır
(Austin ve Devin, 2003). Sanayi tarzı üretimin tarımsal ekonomiden
sanayi üretimine geçişin kaçınılmaz sonucu olduğu gibi, sanayiye dayalı
ekonomiden bilgiye dayalı ekonomiye geçişin dayanılmaz sonucu da
üretimde sanatsal bakış açısının kullanılması olmuştur (Austin ve Devin,
2003).
Sanat tarihi disiplini içinden bakıldığında; sanatın tek bir tanımını
sunmak imkansızdır. Sanatın tanımı ve neyin sanat olup neyin sanat
olmadığı insanlık tarihi boyunca değişmektedir; ya da başka türlü
söylendiğinde, günümüzde konunun uzmanı sayılan sanatçılar, sanat
tarihçileri, sanat alıcıları, sanat sosyologları, sanat psikologları vb. bir
nesnenin, düşüncenin ya da yaratımın “sanat” olup olmadığına karar
vermektedir (Gombrich 1992; 3-18).
Sanat, bir değer olarak pazarlamacıların ilgisini çekmiş ve sanatın
pazarlaması konusunda çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Ancak, sanatın
dönüşüm sürecinin “pazarlama yönetimi dönüşüm süreci ve eğitiminde”
kullanılması üzerine yapılan çalışmaların sayısının az olduğu
belirlenmiştir. Çalışmamızda sanatın yaratıcılıkla olan ilişkisi
vurgulanmakta ve sanat bu anlamda, hammaddenin (ya da hazır nesnenin)
dönüşüme uğratıldığı yaratıcı bir süreç olarak algılanmaktadır.
Bu çalışmada, öncelikle sanatın pazarlama eğitiminde kullanılması
doğrultusunda ilgili öğrenme kavramları ortaya konulacaktır. Daha sonra
ise, Kolb’un deneyimsel öğrenme modeline uygun olarak tasarlanan ve
pazarlama yönetimi yüksek lisans öğrencilerine uygulanan keşifsel
çalışmanın sonuçları paylaşılacaktır.
ÖĞRENMENİN TEMEL BİLEŞENLERİ
Eğitim psikolojisinde “öğrenme kavramı” yaşantı ürünü, kalıcı izli
davranış değişikliği olarak tanımlanmakta; temel özelliklerinin de
tanımda özetlendiği gibi “davranış değişikliği”, “yaşantı ürünü” ve
“kalıcı izli” olduğu vurgulanmaktadır (Erdem ve Akman, 1995; 130-
131).
Davranış Değişikliği Özelliği
Öğrenme tür ve düzeylerinin biliş ve davranış boyutlarındaki değişimlere
bağlı olarak belirlendiği savlanmaktadır (DarsØ, 2009; 48). Başka bir
deyişle, bu iki boyutun hiçbirinde değişiklik olmadığı durumlarda
“öğrenme” eyleminden söz edilemeyeceği; her ikisinde de değişim
olduğunda bütünleşik öğrenme (integrated learning), yalnızca biliş
boyutunda bir değişim yaşandığında bloke öğrenme (blocked learning);
yalnızca davranış boyutunda değişim olduğunda da zorlamalı öğrenme
(forced learning) türlerinin oluştuğu belirtilmektedir. Sözü edilen iki
boyuttan birinde değişim elde edilip diğerinde değişim oluşmadığında,
sonucun öğrenme eyleminin gerçekleşmemesi şekline dönüşme
olasılığının yüksekliği vurgulanmaktadır.
Ayrıca, yemek yapma, araba kullanma gibi, biraz kuram biraz öğretici
desteği kullanılarak edinilen öğrenme türünden de söz edilmekte, öncül
öğrenme (anticipitory) olarak adlandırılan bu türün bilişsel yanının
geliştirilmesiyle bütünleşik öğrenmeye dönüşebileceği belirtilmektedir.
Deneysel (experimental) öğrenme türünde, yargılamaya yer
verilmeksizin yeni bir davranışın denenmesi eylemin üzerinde
düşünülerek bilişsel anlamının da gerçeklemesiyle, öğrenmenin
bütünleşik öğrenmeye dönüşebileceği anımsatılmaktadır (Bkz. Şekil 1).
Şekil 1. Biliş-Davranış Bağı
Kaynak: DarsØ, 2009; 48
Yaşantı Ürünü Olma Özelliği
Yukarıda özetlenen biliş-davranış bağı, öğrenmede hem bilişte hem de
davranışta değişime yol açan öğrenme etkinliklerinin önemini
Öğrenme eyleminde başarısızlık (no
learning)
Zorlamalı Öğrenme (Forced)
Deneysel Öğrenme
(Experimental
Bloke Öğrenme
Öncül Öğrenme
(Anticipitory)
Bütünleşik Öğrenme
(Integrated)
Bilişte Değişim
Yok
Var
Davranışta Değişim
Var Yok
vurgulamaktadır. Öğrenme eyleminde tetikleyici ve sonucu belirleyen
öğenin yaşantı/deneyim olduğu da, öğrenmenin temel özelliklerinden biri
olan “yaşantı ürünü” kavramında görülmektedir. Diğer bir deyişle,
davranış ve bilişte değişiklik şartının yanında, öğrenmede
“yaşantı/deneyim” öğesine de vurgu yapılmaktadır.
Öğrenmede yaşantının önemine vurgu, 20. yüzyılda gelişen eğitimde
Pragmatizm (Faydacılık) felsefesinin etkileriyle başlamış, Charles S.
Pierce, William James, George Herbet Mead ve John Dewey, eğitim
felsefesinin insan problemlerine ilişkin çözümlere gereksinimi olduğunu;
düşünce ve eylemin yaşantının ayrılmaz unsurları olduğunu
vurgulamışlardır (Kale, 2001; 91 - 100). Eğitim felsefesini bir organizma
psikolojisine dayandıran Dewey, organizma ve çevre arasındaki ilişkiyi
yaşam ve eğitim arasındaki ilişkiye benzetir (s.203); problemli
durumlarla karşılaştığımızda içinde bulunduğumuz güçlükten kurtulmak
için deneyimlerimizden yararlandığımızı anımsatır (s.104); bireyin,
çeşitli tecrübeler ve öğrenilen şeyler arasındaki bağlantıları ve ilişkileri
anlama yeteneğini kazanmasıyla gelişebileceğini vurgular (s.118);
öğretimde öğrencilerin yaşadıkları anın problemlerini çözmelerini
sağlayacak bugüne ve geleceğe uyarlanabilir bir düşünme yöntemini
içselleştirmelerini sağlamanın önemine dikkat çeker.
Kalıcı İzli Olma Özelliği
Öğrenmenin özelliklerinden “kalıcı izli” olması da öğrenme eyleminde
güdülenme türü, dolayısıyla belirlenen amaçla yakından ilişkilidir. Başarı
amaçları iki farklı yaklaşımla ilişkilendirilmektedir: Öğrenme yönlü
(learning oriented) diğer bir deyişle iş odaklı (task-oriented) ve gösteri
yönlü (performence-oriented) veya ben odaklı (ego-oriented). Meece
(1994; 26), öğrenme-yönlü başarı amacını benimseyen grupta, amacın
tümüyle öğrenme ve öz-referans kaynaklı olduğunu; başka bir deyişle,
öğrencinin standardını kendisinin oluşturduğunu ve çabasının öğrenmeyi
geliştirmek olduğunu belirtmektedir. Sözü edilen ikinci grupta, amacın
öğrenmeyi geliştirme değil, dışsal normlara dayalı başarı standardını
yakalama olduğu vurgulanmaktadır. Ayrıca, öğrenme-yönlü başarı
amacında güdü türünün içsel (intrinsic), gösteri-yönlü başarı amacında
ise dışsal (extrinsic) olduğu belirtilmektedir (Wingfield, 1994:104).
PAZARLAMA EĞİTİMİNDE DENEYİMSEL ÖĞRENME
MODELİ
Öğrenmenin yukarıda özetlenen temel özelliklerinin pazarlama
eğitiminde de geçerli olduğu açıkça görülmektedir. Genel amaç, hedef
pazarda istendik yönde biliş ve davranış değişikliği oluşturmak, bu
değişikliğin hedef pazarın yaşantısıyla ilişkili olmasını ve içsel güdüleme
etkisi oluşturarak değişikliklerin kalıcı olmasının sağlanması olarak
özetlenebilir.
“Doğu’dan başlayıp, saat yönünde hareketle, Jung’a göre insan bilinç ve
tutumunun dört fonksiyonu, sezme(intuiting), hissetme (feeling),
duyularla algılama (sensing) ve düşünmedir (thinking) (DarsØ, 2009; 33).
Öğrenmenin tam olarak gerçekleşmesi için bu dört öğenin sürece dahil
edilmesi gerekmektedir. Kolb’un Deneyimsel (experiential) Öğrenme
modeli bu gereği yerine getirmekte, sözü edilen dört farklı öğrenme
becerisini bir döngü şeklinde öğrenme sürecine yerleştirmektedir (Calori
ve Woot, 1995; 274-275, Bobbit, et al, 2000;15; Petkus, 2000;64). (Bkz
Şekil 2).
Şekil 2. Deneyimsel Öğrenme Döngüsü
“Öğrenmenin etkili gerçekleşmesi için dört farklı yeteneğe gereksinim
vardır: Somut yaşantı (concrete experience), düşünmeye dayalı gözlem
(reflective observation), soyut kavramlaştırma (abstract conceptualization)
ve aktif deneme (active experimentation); başka bir deyişle, yeni
yaşantılar edinme, deneyimlerin çok yönlü düşünülmesi ve
gözlemlenmesi, gözlemleri mantıklı bir şekilde sağlam kuramlara
uyumlulaştıracak kavramlar geliştirme ve bu kavramların karar vermede
ve problem çözmede kullanılması (Calori ve Woot, 1995; 275). Sözü
edilen dört öğrenme yeteneği bir öğrenme döngüsü şeklinde formüle
edilmektedir. Somut deneyim/yaşantı duyguları tetiklemektedir.
Düşünmeye dayalı gözlemde, deneyime ilişkin izleme, dinleme,
Somut Yaşantı/Deneyim
(Concrete Experience)
Düşünmeye Dayalı Gözlem
(Reflective Observation)
Aktif Deney (Active
Experimentation)
Soyut Kavramlaştırma (Abstract
Conceptualization)
kaydetme, tartışma ve geliştirme bulunmaktadır. Soyut kavramlaştırma,
derinlemesine düşünmeyi içermekte, kuramları ve kavramları öğrenme
sürecine uyumlaştırmayı kapsamaktadır. Aktif deney, döngünün yapma
oluşturma bölümü olup, yanılma düzeltme deneyleriyle, yaşantı düşünme
ve kavramlaştırma aşamalarının kontrolünü içermektedir (Petkus,
2000;14).
Somut deneyim/yaşantı, deneyimlere ağırlık vermekte; kuram ve
genellemeleri değil, hali hazırda gerçeklikle ilgilenmekte; düşünme değil,
duyguyu ön planda tutmakta; problemlere yaklaşımda sistematik ve
bilimsel değil, sezgisel ve artistik yaklaşım benimsemektedir. Düşünmeye
dayalı gözlem, dikkatli gözlemle olanları anlamaya odaklı olup,
eylemden çok düşünmeyi, neyin işe yarayacağı değil, neyin nasıl
olduğunu ve uygulama değil, anlamayı kapsamaktadır. Soyut
kavramlaştırma, mantık, düşünme ve kavramların kullanılmasına
odaklanıp, duygu değil, düşünmeyi; belirli alanlarda sezgisel anlamayı
değil, genel kavramlar oluşturmayı; probleme sanatsal (artistik) değil
bilimsel yaklaşımı vurgular. Aktif deney, kişileri etkileme ve olguları
değiştirmeye odaklı olup, düşünerek anlamaya değil, pratik uygulamalara,
doğrulara değil neyin işe yarayacağına (pragmatik), gözlem değil
yapmaya ağırlık vermektir (Calori ve de Woot 1995; 278).
SANATIN PAZARLAMA EĞİTİMİNDE KULLANIMI ÜZERİNE KEŞİFSEL BİR ÇALIŞMA Pazarlama eğitiminde, geleneksel ve teorik yöntemler yerine uygulama
ağırlıklı, katılımcı deneyimsel öğrenmenin önemi vurgulanmakta (Gaidis
ve Andrews, 1990b, Frontczak, 1998, Bobbitt vd, 2000) ve bu tür
öğrenme yönteminin, öğrencilerin katılımını ve motivasyonunu arttırdığı,
aynı zamanda teorik bilgilerini gerçek uygulamalar ile
bütünleştirmelerine destek olduğu belirtilmektedir (Harich, 1995,
Frontczak, 1998). Deneyimsel öğrenmenin ön plana çıktığı bu değişime
paralel pazarlama eğitiminde yeni yöntemler ortaya atılmaya ve
denenmeye başlanmıştır (Bobbitt vd, 2000, Kennedy vd, 2001, Louise vd,
2004, Elam ve Spotts, 2004, Stanton, 2006). Bu çerçevede, Kolb
(1984)’un deneyimsel öğrenme modeli, pazarlama eğitimine deneysel
öğrenme tekniklerini bütünleştirmede temel oluşturmaktadır (Tuna et al,
2011).
Araştırmanın Modelinin Geliştirilmesi
Kolb (1984)’ün deneyimsel öğrenme modeli dört ana basamaktan
oluşmaktadır ve bu basamaklar bu araştırmanın modeli içerisine dahil
edilmişlerdir (Bkz. Şekil 2).
1.Basamak (Somut Yaşantı/Deneyim): Popülasyon grubuna sanat
kökenli bir kişi tarafından sanatın değişik dallarındaki dönüşüm
(transformasyon) odaklı sunumun yapılması ve popülasyona bir sanatçı
tarafından belirlenen değişik materyallerin sağlanması. Bu aşamada,
döngünün başlatılmasında öncelikle gerekli olan güdülemenin sağlanması
ve öğrencilerin materyallerle somut deneyim yaşamaları amaçlanmıştır.
Böylece, duyuların beş değil on iki olduğunu belirten ve bunları üç grupta
toplayan Rudolf Stein’in ilk grubunun, isteklilik (willingness), faaliyete
geçirilmesi düşünülmüştür (DarsØ,2009;96). Öğrenciler, pazarlama
faaliyetlerinde “dönüşüm” kavramıyla ve kullanılacak materyallerle somut
bir deneyim yaşamışlardır.
2.Basamak (Düşünmeye Dayalı Gözlem): Öğrenciler sunulan materyalleri
yakından daha da dikkatle gözlemlemeye ve bu materyaller üzerinde ne gibi
bir dönüşüm gerçekleştirebileceklerine ilişkin düşünmeye başlamışlardır.
3.Basamak (Soyut Kavramlaştırma): Öğrencilerin seçtikleri
materyallerde dönüşüm oluşturmak için kavramlar geliştirmeye,
pazarlamanın tüm fonksiyonlarını düşünerek, gerçekleştirilecek
dönüşümlere ilişkin hipotezler geliştirmeye çalışması amaçlanmıştır.
4.Basamak (Aktif Deney): Bir önceki soyut düşünme, hipotezler
geliştirme, çeşitli kavramlar oluşturma çalışmaları sonunda, bu
kavramların uygulanması, dönüşümün pazarlamanın fonksiyonları
açısından etkili olup olmayacağının belirlenmesi amaçlı deneyler
yapılması amaçlanmıştır. Etkili dönüşüm elde edilinceye dek deneylerin
gerçekleştirilmesi umulmuştur. Bu aşamada hedef pragmatik olup,
pazarlamanın fonksiyonlarına uygun dönüşüm amaçlanmaktadır.
Araştırmanın Kapsamı ve Amacı
Deneysel bir uygulamadan oluşan bu çalışmanın, örneklemini yüksek
lisans dersinde pazarlama yönetimi dersini almış ve pazarlama
kavramının tüm süreçlerine hakim 12 öğrenci oluşturmaktadır.
Bu çalışmanın amacı;
Sanatın dönüşüm sürecinden pazarlama yöneticilerinin neler
öğrenebileceğinin tanımlanması,
Deneyimsel öğrenme modelindeki dört temel öğeden oluşan
öğrenme döngüsünün örneklem tarafından uygulanması ve bu
uygulamanın sonunda bütünleşik (integrated) öğrenmenin ne
derecede elde edildiğinin ortaya konulması olarak tanımlanabilir.
Araştırmanın Tasarımı
Bu çalışma için 1 günlük bir çalıştay öngörülmüştür. Çalıştayın ilk
kısımında, “Minimalizm” ve “Pop-Art”ın tanımlanması ve
konumlandırılması için katılımcılara tüm sanat tarihini başlangıcından
günümüze özetleyen ve herbir akım ya da üslubun zamanının
yaratıcılığını gösteren, yoğun görsellerle desteklenen bir sunum
yapılmıştır. Sunum, http://all-art.org web sitesi üzerinden alınan
görseller üzerinden katılımcılara aktarılmıştır. “Minimalizm” ve “Pop-
Art” sanat tarihi içinde konumlandırıldıktan sonra, her iki akımın belli
başlı temsilcilerini, ürettiği eserleri power-point sunumu ile verilmiştir.
Minimalizm ve Pop-Art günümüzde uygulanan sanat anlayışı anlamında
Güncel/çağcıl ya da Çağdaş Sanat denilen akımın temellerini atmıştır.
Her iki sanat akımı, modernist sanattan kopmaya başlayan Sanat’ın ilk
öncülleri arasında yer almaktadır. 1960 ve 70’li yıllarda artık modernist
sanatın tamamen uzağına düşecek ve günümüz sanatına oldukça
yaklaşacak olan sanat ortamında “post-modern tepki” diye de
nitelendirilebilen Kavramsal Sanat, Süreç Sanatı, Eylem Sanatı, Mail-Art,
Vücut Sanatı, Yeryüzü Sanatı, Fluxus, Video Sanatı, Performans Sanatı
vb. akımların öncüsü konumunda olan üç akımdan ikisi “Minimalizm” ve
“Pop-Art” (Üçüncüsü “Geç Resimsel Soyutlama” akımı) olacaktır
(Germaner 1997;Atakan 1998).
Minimalizm ve Pop-Art’ın araştırma kapsamına alınmasının önemli bir
nedeni, araştırmanın katılımcılarının sanat aracılığıyla yaratıcılığını
körüklemenin ötesinde, bu iki akımın “zamanının modern pazarlama
tekniklerini” yıkmaya çalışmasıdır. Bu pazarlama teknikleri, ürünü
merkeze almakta (tıpkı modernist sanattaki yaratıcı sanatçının ürettiği
“sonul” ve “otantik” eser gibi) ve izleyicinin “beğenisi”
hedeflenmektedir. Oysa Minimalizm ve Pop-Art, “postmodern
pazarlamaya” gidecek yolu açmışlardır. Ürün kişinin kimliğini
bulabildiği bir nesne değildir; çok katmanlıdır; isteyen istediğini
alabilmektedir, bu anlamda izleyici/alıcı merkeze çekilmiştir hatta bir
merkez yoktur. (Babacan ve Onat, 2002; 11-20: Fırat, Dhokalia ve
Venkatesh 1994; 40-56) Modernist durumda, sanatçı eseri üretmekte;
galerici eseri satın almakta; sanat piyasasındaki diğer oyuncular (sanat
tarihçileri, eleştirmenler, sosyologlar, psikologlar) yorumlamakta ve bu
şekli ile değerine katkıda bulunmakta; eser izleyiciye belli bir değer
üzerinden sunulmakta ya da alıcısı satın almaktadır. Burada da galerici ya
da sergi düzenleyicisi tarafından sanatçı ya da eser tanıtılarak “modern
pazarlama teknikleri” devreye girmektedir. Sanat kitlesi bellidir: Bunu
anlayabilecek ve uygun fiyatı verebilecek hedef kitle vardır. Oysa pop
sanatçılar ve minimalistler karşı çıkışları ile (başta sergi mekanını
reddetmeleri, meta ürünler yapmamaları, ürünün izleyici-sanatçı
etkileşimi ile açığa çıkması vb.) “pazarlama” unsurlarını ortadan
kaldırmışlardır. Bu noktanın algılanması, pazarlamada önemli bir eğilim
olması nedeniyle, çalışmamızda vurgulanmaktadır.
Çalıştayın ikinci bölümünde ise takımların önlerine sunulan malzemeleri
kullanarak (Bkz Şekil 3), pazarlama planlaması süreci kapsamındaki
değişkenler çerçevesinde (hedef pazar ve konumlandırma stratejisi
belirleme, değer tasarımı v.b.) dönüşümü gerçekleştirmeleri istenmiştir
(Bkz Şekil 3). Çalıştayın bu uygulama bölümünde katılımcılar gönüllü
olarak “minimalizm” ve “pop art” çalışacaklar olmak üzere ikiye ayrılmış;
sunumda aktarılan bilgilere paralel “öğrenci araç-gereçleri” üretmeleri
beklenmiştir. Bu bölümde sanat tarihi uzmanı doktora öğrencisi
katılımcılara yardımcı olmuştur.
Şekil 3. Çalıştayda Kullanılan Malzemeler ve Dönüşüm Süreci
Çalıştay sonrası, her öğrenciye iki hafta verilmiş ve ürettikleri ürünlere
ilişkin aşağıdaki başlıkları içeren bir rapor hazırlamaları istenmiştir;
‐ Hedef pazarın tanımlanması: Müşteri grubu olarak kimler
hedeflenmektedir ?
‐ Konumlandırma stratejisinin belirlenmesi: Müşterinin
zihninde nasıl bir algı yaratılmak istenmekte ve bu bağlamda
hedef pazara yönelik ne tür konumlandırma sloganları
belirlenmektedir?
‐ Fiyatlama stratejisinin belirlenmesi: Üretilen “değer”’in
fiyatlama stratejisi nedir?
‐ Dağıtım kanalı stratejilerinin belirlenmesi: Kanalları belirleme
stratejilerinin özellikleri nelerdir?
‐ Tutundurma stratejilerinin belirlenmesi: Ürüne ilişkin ne tür
tutundurma stratejileri düşünülmektedir?
Çalıştay’dan iki hafta sonra katılımcılar ile bire bir görüşmeler
gerçekleştirilmiş, raporlar toplanmış ve çalışmanın amacına uygun olarak
bu sürecin kendilerine ne kattığı ve pazarlama anlamında ne tür öğrenme
hedeflerini ön plana çıkardığı belirlenmeye çalışılmıştır.
Araştırmanın Bulguları
Kolb modelinin ilk basamağı olan somut yaşantı/deneyim ile ilgili
değerlendirmeler çeşitli sorular çerçevesinde katılımcılardan elde
edilmeye çalışılmıştır. Çalıştaya katılan öğrencilere, öncelikle
“pazarlama dersindesiniz, güzel sanatlar ile ilgili bir sunum
yapılacağını duyduğunuzda ne düşündünüz?” sorusu sorulmuştur.
Katılımcıların bir çoğu böyle bir şey beklemediklerini ve şaşırdıklarını
belirtmişlerdir. Kimi katılımcılar ise güzel sanatlar ile pazarlama
arasındaki ilişkinin ne olabileceği sorusunu kendi kendilerine sorduklarını
açıklamışlardır. Katılımcılardan bir tanesi ise “ Ben makine mühendisiyim.
Benim mühendislik alanında eğitimini aldığım tüm dersler matematiksel
kurallara dayanmaktadır. Pazarlama dersine katıldığım ilk gün;
tasarladığınız ya da üretimini yaptığınız ürünün muhakkak genişlemeye
elverişli bir pazar payı ve sürekliliği olması gerektiğini anladım. Yani siz
ne kadar tüm matematiksel modelleri yapıp, tüm hesaplamaları
sağlamaları ile kontrol edilmiş bir ürün meydana getirin; eğer o satın
alacak kişilerde görsel bir beğeni oluşturmuyorsa, sizin o ürünü satma
ihtimaliniz yoktur. Güzel sanatlar ile ilgili sunum benim çıkarımıma bir
basamak daha katacak, ürünün nihai şeklinden de ziyade onu alıcıya ne
şekilde sunmamızın gerekliliğini de göstermesi açısından verimli olacak
diye düşündüm” şeklinde bir açıklamada bulunmakla pazarlama
eğitiminde bilişsel (cognitive) boyutun yanında duyuşsal (affective)
boyutun da önemini açığa çıkarmıştır.
“Konuk öğretim üyesinin anlattığı konularda en çok ilginizi çeken ne
oldu ?” sorusuna ise çeşitli yanıtlar alınmıştır. Benzer olanlar aynı
gruplarda toplanarak yapılan analiz sonunda, ortaya çıkan görüşler
aşağıdaki çerçevede belirlenmiştir;
Sanatta gelişim/değişim evreleri: “Sanatın tarihsel gelişimi
üstünde devam eden sunumda dönem veya akımlar arasındaki
farkların ve bu farkların oluşma sebeplerinin konuşulduğu
bölümler ilgimi en çok çeken bölümler oldu”
Sanatın etkinliği: “ Hikayenin bütününe bakarak her dönem için
söylenebilecek -sanatçı çağının ilerisindedir- deyişini destekler
örnekler görmek ilgimi çekti”
Pop-Art türünün –geleneksel sanat pazarlamasına-
başkaldırısı: “Özellikle pop-art kısmı bana çok ilginç geldi”
Sanatın yaşamın doğal bir parçası olduğu gerçeği: “Konuk
öğretim üyesinin anlattığı konulardan en çok milattan önceki
zamanlarda insanların yaptıkları resimler, farkında olmadan
sanatı keşfetmeleri ilgimi çekti. Dünyanın farklı yerlerinde
insanların gördüklerini resmetmeleri ve günümüzde birçok
etkinliğe ilham olmaları beni etkiledi”.
Birinci basamağa ilişkin olarak katılımcılara arka arkaya “size konu
verildiğinde aklınıza o an ne geldi ?” ve “malzemeler verildiğinde ilk
duygunuz ne oldu ?” soruları sorulmuştur. Bu sorulara katılımcılar,
çoğunlukla heyecan ve endişe yaşadıkları konusunda cevap vermişlerdir.
Katılımcılardan bir kısmının ise konuya ilişkin ilginç tespitleri
bulunmaktadır. Bunlardan bazıları aşağıda olduğu gibi aktarılmaktadır;
“Parçalardan nasıl bir bütün oluşturabilirim diye düşündüm.
Öncelikle ne yapmam gerektiğine ve neye ihtiyacım olduğuna
karar vermem gerekiyordu. Doğa üstü bir şey olması gerekiyordu,
bir şeye benzemesinden çok kendi hayal gücümü kullanarak bir
şey var etmeye çalıştım”
“Bir malzemenin kullanım alanının dışında bir şey tasarlamak,
oldukça heyecan verici ve alışık olmadığım bir konuydu. Eğitimim
ve çalışma hayatımda bu yönde çalışma yapmadığım için, hevesle
başladım, ancak düşündüğüm kadar kolay olmadığını da anladım”
Deneyimsel öğrenme modelinin ilk basamağı olan “somut
yaşantı/deneyim” bölümünde, öğrencilerin çok değişik, alışılmadık bir
ortamla karşılaşmaları sonucunda şaşkınlık ve belirsizlik duygularını
yaşadıkları gözlemlenmiştir. Bu soruların analizinden, sanatın pazarlama
fonksiyonlarında kullanılması düşüncesi öğrencilerde çalıştayın ilk
basamağı sürecinde merak, şaşkınlık, ilgi uyandırmış; ama izleyen
aşamalarda, güdülemenin olumlu etki yarattığı ve tetikleyici olduğu
sonucuna varılmıştır.
İkinci basamak olan “düşünmeye dayalı gözlem” aşamasında ise elde
edilen sonuçlar aşağıdaki gibi özetlenmektedir;
Bu çerçevede, öncelikle katılımcılara malzemeleri görünce geliştirmeyi
düşündüğünüz obje oldu mu ? sorusu yöneltilmiştir. Bu soruya alınan
yanıtlardan katılımcıların öncelikle malzemeleri inceledikleri sonrasında
ise tasarıma karar verdikleri sonucu ortaya çıkmıştır. Malzemeler
üstünde düşünürken güzel sanatlara ilişkin anlatılanları aklınızdan
geçirdiniz mi ? sorusu üzerine ise katılımcıların sunumun çeşitli
aşamalarından etkilendikleri sonucu ortaya çıkmıştır;
“Kesinlikle güzel sanatlar ile ilgili anlatılanları gözden geçirdim.
Tasarım sürecinden önce gösterilen tüm görseller aklımdan geçti.
Farkında olmadan sunumda yer alan ve beni çok etkileyen
tanrıçalardan esinlendim”
“Sanat kavramını oldukça fazla düşünmeye çalıştım. Sadece
işlevsellik ile bu ürünü pazarlama şansım yoktu, sanatsal bir
şeyler de katmam gerekiyordu.”
İkinci basamak olan “düşünmeye dayalı gözlem” aşamasında, sanatın
dönüşüm sürecine ilişkin daha önce verilen sunumun düşünme sürecine
etkileri olduğu ve katılımcıları büyük oranda etkilediği gözlenmiştir.
Üçüncü ve dördüncü basamaklarda, Kolb’un
“yerleştirici(accommodating)” öğrenme özelliklerinde “şunu şöyle
yaparsam şu konuda nasıl bir sonuç alabilirim?” şeklinde özetlenebilecek
“what if” düşünme boyutunun etkin bir şekilde kullanıldığı, çalışma
sonunda değerlendirilen” öğrenci raporları “ından anlaşılmaktadır.
Katılımcıların tümü ise, böylesine bir çalıştayın kendilerine önemli
derecede katkıda bulunduğunu belirtmişlerdir. Bunlardan bazıları aşağıda
aktarılmaktadır;
“Pazarlama eğer bir sunum ve müşterilerle bağ kurmak ise, güzel
sanatlar gibi fark yaratabilecek bir alandan faydalanmanın çok
güçlü bir yan olacağını fark ettim. Böylesine özgün bir
çalışmanın içinde bulunmaktan memnuniyet duydum. Olaylara
hep daha geniş ve farklı açılardan bakmaya çalışırım. Sanat ve
pazarlama benim için geniş bir perspektif oluşturdu. Bu açıdan
zenginleştiğimi düşünüyorum”.
“ Gelecekte pazarlamayla ilgili herhangi bir çalışma yapacak
olursam kesinlikle sanattan yararlanmayı düşünüyorum hatta bu
konudaki eksikliklerimi çeşitli eğitimler alarak destekleyebilirim.
Çalıştayın da çok eğlenceli ve öğretici olduğunu söyleyebilirim.
Sadece obje yaratma konusunda zaman biraz kısıtlıydı”
“ Pazarlama ve sanat bütünleştirilebilecek şeylermiş onu
farkketim. Kendi adıma hem objeyi tasarlarken hem de face book
üzerinden satmaya çalışırken çok keyif aldım. Böyle bir şeye
ihtiyacımız varmış meğer”
Sonuç ve Değerlendirme
Alanında ilk sayılabilecek bu çalışmanın genel amacı, sanatın pazarlama
eğitiminde olası etkilerinin belirlenmesidir. Sanatın dönüşüm sürecinden
yararlanarak pazarlama yöneticilerinin yenilikçilik ve yaratıcılık
yeteneklerini geliştirebilecekleri öngörülmüş ve bu öngörünün
gerçekleştirilme düzeyinin deneyimsel öğrenme yöntemiyle ortaya
çıkarılmasına çalışılmıştır. Başka bir deyişle, pazarlama eğitiminde
Kolb’un dört öğrenme türünden “Yerleştiricilik” (Accomodating)
özelliklerinin sanatın etkisiyle tetiklenmesi düşünülmüştür. Bu öğrenme
türünün temel özelliği “ders materyalinin yeni durumlara ve problem
çözmeye uyarlanarak kullanılması, bilginin somut deneyimle alınıp aktif
deneyle işlenmesi; edinilen bilginin yeni şeyler üretmede kullanılması,
yaratıcılığın kullanılarak üretimde özgür ve yenilikçi yaklaşım
sergilenmesi” olarak özetlenebilir. Bu çalışmada, sözü edilen öğrenme
özelliklerinin pazarlama fonksiyonlarının tümünde, ürün geliştirme,
fiyatlandırma, tutundurma ve fiziksel dağıtım aşamalarında, geçerli
kılınması hedeflenmiştir. İçinde bulunduğumuz bilgi toplumunda,
yenilikçiliğin büyük bölümünün sosyal arenada yeni öğrenme süreçleri
gerektirdiğinin bilincinde olarak, sanatsal dönüşümlerin desteğiyle
Kolb’un “deneyimsel öğrenme modeli” nin uygulanması düşünülmüştür.
Bu düşünce doğrultusunda pazarlama eğitimi almış yüksek lisans
öğrencilerinden 12 kişilik bir grupla üç aşamalı çalıştay gerçekleştirilmiş
ve çalışmanın sonunda öğrencilerden uygulanan sürece ilişkin geri
bildirimler alınmış ve pazarlama fonksiyonlarına ilişkin yaptıkları
uygulamalar derlenerek değerlendirilmiştir. Değerlendirmenin genel
sonuçları şu şekilde özetlenebilir: sanatın pazarlama fonksiyonlarında
kullanılması düşüncesi öğrencilerde çalıştayın ilk basamağı sürecinde
merak, şaşkınlık, ilgi uyandırmış ama izleyen aşamalarda güdüleme
olumlu etki yaratmış, tetikleyici olmuştur. Deneyimsel öğrenme
modelinin ilk basamağı olan “somut yaşantı/deneyim” bölümünde,
öğrencilerin çok değişik, alışılmadık bir ortamla karşılaşmaları
sonucunda şaşkınlık ve belirsizlik duygularını yaşadıkları
gözlemlenmiştir. İkinci basamak olan “düşünmeye dayalı gözlem”
aşamasında, sanatın dönüşüm sürecine ilişkin daha önce verilen sunumun
düşünme sürecine etkileri olduğu gözlenmiştir. Üçüncü ve dördüncü
basamaklarda, Kolb’un “yerleştirici (accomodating)” öğrenme
özelliklerinde “şunu şöyle yaparsam şu konuda nasıl bir sonuç
alabilirim?” şeklinde özetlenebilecek “what if” düşünme boyutunun
etkin bir şekilde kullanıldığı, çalışma sonunda değerlendirilen öğrenci
raporlarından anlaşılmaktadır.
Sonuç olarak, ön deneme özelliğinde yapılan bu çalışma, sanatın
pazarlama eğitiminde kullanılmasının, çalışma öncesi öngörülenden de
olumlu ve etkili olabileceğini göstermiştir. Özellikle Kolb’un deneyimsel
öğrenme modeli, insan benliğinin dört temel gücü olan vücut, ruh, zihin
ve duygu boyutlarının tümünü içermesi açısından, pazarlama
fonksiyonlarının tümünde etkili olabileceği görülmektedir.
Ancak bu çalışmanın, alanında ilk sayılabilecek ve ön deneme
özelliğinde olduğundan, önemli kısıtlar taşıdığı dikkate alınmalıdır. En
önemli kısıt, sanatın çalışmada uygulamadan çok kavramsal boyutta
kalmış olmasıdır. İkinci önemli kısıt katılımcı sayısının oldukça düşük
olmasıdır. Bir başka kısıt ise sanatın ve deneyimsel öğrenme modelinin
tüm pazarlama fonksiyonları kapsamında uygulanmış olmasıdır.
Gelecekteki araştırmalarda, sanatın genelde ve kavramsal boyutta değil,
belirli bir alanının belirli bir pazarlama fonksiyonuna odaklı ve sanatsal
etkinliği uygulama şeklinde sürece dâhil edilmesi düşünülebilir.
Kaynakça
Atakan, Nancy (1998), “Arayışlar: Resim ve Heykelde Alternatif Akımlar”
(Çev. Zeynep Rona), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Austin, R. VE Devin, L. (2003), “ Artful Making-What Managers Need to
Know About How Artists Work”, Prentice Hall, Upper Saddele River, New
Jersey.
Babacan, Muazzez ve Ferah Onat (2002), “Postmodern Pazarlama Perspektifi”,
Ege Academic Review, Volume 2, Issue 1. s.1.
Bobbitt, L. Michelle, Inks, Scott A., Kemp, Katie J., Mayo, Donna T., (2000),
“Integrating Marketing Courses to Enhance Team-Based Experimental
Learning”, Journal of Marketing Education , Cilt. 20, Sayı. 1, s. 15-24
Calori, R ve Woot, P. (1995), “European Management Model”, Prentice Hall,
Inc. Upper Saddle River, Nev Jersey 07458, USA.
DarsØ, L. (2009), “Artful Creation: Learning-Tales of Arts-in-Business”,
Samfundslitteratur, Denmark.
Elam, Elizabeth L., Spotts, Harlan E., (2004), “Achieving Marketing
Cirriculum Integration: A Live Case Study Approach”, Journal of Marketing
Education, Cilt. 26, Sayı. 1, s. 50-65
Erden E. ve Akman Y (1995),” Gelişim-Öğrenme-Öğretme”, Arkadaş
Yayınları.
Fırat, A. Fuat, Nikhilesh Dholakia ve Alladi Venkatesh (1995), “Marketing in
a Postmodern World”, European Journal of Marketing, Vol. 29, No. 1, s. 40-
56.
Frontczak, Nancy T., (1998), “A Paradigm for the Selection, Use and
Development of Experimental Learning Activities in Marketing Education”,
Marketing Education Review, Cilt. 8, Sayı.3, s. 25-33
Gaidis, William C., Andrews, Carig J., (1990b), “Management of Experimental
Learning Projects in Marketing Coursework”, Journal of Marketing Education,
s.49-60
Germaner, Semra (1997), “1960 Sonrasında Sanat: Akımlar, Eğilimler,
Gruplar, Sanatçılar”, İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Gombrich, E.H. (Çev. Bedrettin Cömert) (1992), “Sanatın Öyküsü”, İstanbul:
Remzi Kitabevi Yayınları.
Harich, Katrin, (1995), “Experimental Learning in Business Classes: Outcomes
and Challenges”, College Student Journal, Cilt. 29, s. 409-413
Kale, N. (Çeviren) (2001), “Eğitime Felsefi ve İdeolojik Yaklaşımlar”, Ütopya
Yayınları, Ankara (Kitabın orijinal adı: Philosophical and Ideological
Perspectives on Education, Gerald L.Gütek).
Kennedy, Ellen J., Lawton, Leigh, Walker, Erika, (2001), “ The Case for Using
Live Cases: Shifting the Paradigm in Marketing Education”, Journal of
Marketing Education, Cilt. 23, Sayı. 2, s. 145-151.
Keser, Nimet (2005), “Sanat Sözlüğü”, Ankara: Ütopya Yayınevi.
Louise, W. Smith, Doren, Van, Doris C., (2004), “The Reality-Based Learning
Method: A Simple Method for Keeping Teaching Activities Relevant and
Effective”, Journal of Marketing Education, Cilt. 26, Sayı. 1, s. 66-74
Lynton, Norbert (Çev. Cevat Çapan ve Sadi Öziş) (1982), “Modern Sanatın
Öyküsü” İstanbul, Remzi Kitabevi Yayınları.
Meele, J.L. (1994), “The Role of Motivation in Self-Regulated Learning”, in
Self-Regulation of Learning and Performes Issues and Educational
Applications, Dale H. Schunk and Barry J. Zimmerman (Editors), Lawrence
Eorlboom Associates Publishers Hillsdale, New Jersey.
Pektus, E. (2000), “A Theoretical and Practical Framework for Service-
Learning in Marketing: Kolb’s Experiential Learning Cycle”, Journal of
Marketing Education; Apr. 2000; 22, 1: ProQuest Central.
Sözen, Metin ve Uğur Tanyeli (2005), “Sanat Kavram ve Terimleri Sözlüğü”,
İstanbul: Remzi Kitabevi Yayınları.
Stanton, Angela D’Aura, (2006), “Bridging the academic/practitioner Divide in
Marketing”, Marketing Intelligence & Planning, Cilt. 24, Sayı. 3, s. 233-244
Tuna, O. , Göçer, A. ve Çakaloz, B.(2011), "Pazarlama Laboratuvar Kullanımı
Üzerine Bir Araştırma". 16. Ulusal Pazarlama Kongresi, İstanbul.
VanGundy, A.B ve Naiman, L. (2007), “Orchestrating Collaboration at Work”,
Pfeiffer, USA.
Wigfield, A. (1994), “The Role of Children’s Achievement Values in the Self-
Regulation of Their Learning Outcomes in Self-Regulation” in Self-Regulation
of Learning and Performes Issues and Educational Applications, Dale H.
Schunk and Barry J. Zimmerman (Editors), Lawrence Eorlboom Associates
Publishers Hillsdale, New Jersey.
Yılmaz, Mehmet (2005), “Modernizmden Postmodernizme Sanat”, Ankara:
Ütopya Yayınevi.