Gizli Hristiyanlığın Popüler Kültür İçinde Temsiliyeti

23
1 Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İletişim Fakültesi Kültürel Çalışmalar ve Medya Yüksek Lisans Programı GİZLİ HRİSTİYANLIĞIN POPÜLER KÜLTÜR İÇİNDEKİ TEMSİLİYETİ Mert Kaya Kültür Araştırmaları Seminer Dersi Dönem Sonu Ödevi Doç. Dr. Aksu Bora

Transcript of Gizli Hristiyanlığın Popüler Kültür İçinde Temsiliyeti

1

Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsüİletişim Fakültesi

Kültürel Çalışmalar ve Medya Yüksek Lisans Programı

GİZLİ HRİSTİYANLIĞIN POPÜLER KÜLTÜR İÇİNDEKİ

TEMSİLİYETİ

Mert Kaya

Kültür Araştırmaları Seminer Dersi Dönem Sonu Ödevi

Doç. Dr. Aksu Bora

2

Ankara, 2014

Giriş

Tarih boyunca her alanda yaşanan gelişmeler, öncelikle

gelişmelerin olduğu bölgedeki insanların sosyal

yaşamlarında ciddi şekilde etkili olmuştur. Bu gelişmeler

insanların zaman ve mekân algılarını değiştirmenin yanı

sıra yerleşik algı ve tanımlarını da değişikliğe

uğratmıştır. Farklılıkların yaratılması ve tanınması

bağlamında yükselen çoğulcu bakış açısı, günümüzde

“cinsiyet, ırk, etnisite, din” gibi tikel kimlikler

toplumsal aktörlerin “kendi”ni ve “öteki”ni tanımlamasında

önem kazanmaktadır. Tüm kimliklerin inşa edildiği ön

kabulüyle, birey “kendi”ni yaratmak için bir “öteki”ne

ihtiyaç duymuştur. Bu durum aynı zamanda kolektif kimlik

inşasına da yansır. Kolektif kimlik inşasında ya da diğer

adıyla ulus kimliklerde “biz” olabilmenin koşulu “biz

olmayan” ya da “öteki” gibi bir karşıt yaratmaktır.

“Öteki”ne karşı duyulan nefret ya da korku, “biz”

bilincinin, ulusal kimliğin ayakta kalmasına yardımcı olur.

“Öteki” diye tabir edilenin tanımlanma ve benimsenme

sürecinde popüler kültür ürünleri önemli rol oynar. Çağdaş

temsil kuramından hareketle popüler kültür ürünlerinde

anlam inşa etme özelliği, “öteki”nin bu ürünlerdeki

temsilinin incelenmesini gerekli kılmaktadır. Bu noktada

3

Hall’ün temsil tanımı önemlidir ve şöyle der: “Temsil bir

kültürün üyelerinin dili anlam üretmek için kullandıkları

bir süreçtir.” (2009: 61) Başlangıçta yaratılan milli

benlik çerçevesinin “din ve etnisite” olarak şekillendiği

ülkemizde, son yıllardaki siyasi değişimin getirisi olarak

karşılanan “din” çerçevesinin renginin daha belirgin olduğu

noktası, “öteki” diye tabir edilenin nasıl bir “öteki”

olacağı konusunda fikir sahibi olmamıza olanak

sağlamaktadır. Buradan hareketle biri kitap (Son Krifos),

diğeri sinema filmi (Yüreğine Sor) olmak üzere son yıllarda

okuyucu ve izleyiciyle buluşmuş iki popüler kültür ürününün

“Gizli Hristiyanlık” ya da “kriptoluk” konusunda yaratmış

olduğu anlamlar inceleme alanı olarak belirlenmiştir.

Çalışmamın odak noktasının “öteki” inşasında tarihin açık

yaralarından olan “Gizli Hristiyanlık” bağlamında “din”

olgusunun oluşu, “biz” yaratmada etkin olarak kullanılan

“din” ve “dini söylem” ile örtüşmektedir. Yaratılan

karakterler ve olay örgüleriyle tarihsel bir gerçekliğin

yeniden doğru veya yanlış üretimi günümüzde mümkündür. Bu

durumdan yararlanmak isteyerek “Gizli Hristiyanlık” konusu

temelinde “biz” yaratma sürecinin devamlılığı söz konusu

olmaktadır.

Ötekileştirme

Milliyetçilik ideolojisinin doğması, yaygın hale gelmesi ve

Osmanlı topraklarında da kendine yer bulması uzun bir süreç

4

değildir. Muhafazakârlığın yanında daha sönük halde duran

“Türklük” kavramının yüceltilmesi adına tarih, edebiyat,

sanat gibi birçok dalda bu kavramın o dönemde kendine yer

bulduğunu söyleyebiliriz. Bu çalışmalar sonucunda, II.

Abdülhamit döneminde Türk kavramı, ırkî ve lisanî manada

artık şerefli ve gurur duyulan bir kavram olarak değişmiş,

Türk tarihinden bölümler gün ışığına çıkarılarak, Türk

tarih görüşü zaman ve mekân itibariyle genişlik kazanmaya

başlamıştır. Osmanlı Devleti dışında Türkçe konuşan

Müslümanlar “millettaş” olarak kabul edilmiş, yavaş yavaş

Türk Birliği fikri, kültürel terimlerle ifade edilmeye

başlanmıştır. Anadolu, Türklerin vatanı olarak önem

kazanmaya başlamış, Türk milliyetçiliğinin temeli olarak

Türk dil ve kültürünün rolü ve bunları canlandırmak ve

geliştirmek ihtiyacı da kuvvetlenmiştir. (Sarınay, 2004:

84) Hali hazırda yüce derecede bulunan muhafazakâr söyleme,

Türklük kavramı eklenmiş, kimlik yaratımı için gereken

temeller oluşturulmuştur. Bu ideoloji, değişimlere uğrasa

bile, daha sonra kurulacak olan Türkiye Cumhuriyeti için de

“temel kavram” niteliği taşıyacaktır.

Kimlik “biz”de olan ile “öteki”lerde olmayanın açık

tasviridir. “Batı dillerinde Latince’nin idem (aynı)

kökünden türetilen identite-identity kelimesi bir özdeşliği,

aynılığı ifade etmektedir.” (Kılıçbay, 2003: 155) Bu kavram

bir mensubiyetin göstergesidir. Böylece bir ayrışma değil

aynılaşmanın ürünüdür. Kimlik kavramının bu açıklamayla

tanımlanıyor olması kendince bir paradoks yaratmaktadır.

5

Connolly’nin ifadesiyle; “kimlik var olmak için farklılığa

gereksinim duyar ve kendi kesinliğini güven altına almak

için farklılığı ötekiliğe dönüştürür.” (1995: 93) Öteki bir

bakıma “ben”in ya da “biz”in yaratımıdır. Öteki ile “ben”

daima karşılıklı bir etkileşim halindedir. Bu durumda

öteki, bir yönüyle “ben”i bağlayıcı, sınırlayıcı,

kısıtlayıcı güce sahip olan bir otoritedir. (Çapar, 2006:

37) Birey kendini tanımladığında ötekini, ötekini

tanımladığında kendini tanımlamaktadır. Bu aynılık üzerine

değil, farklılık üzerine inşa edilmiş ayırt edici bir

tanımlamadır. Toplumların oluşum süreçlerinde “ben ve

öteki”, “yerli ve yabancı” , “çoğunluk ve azınlık” benzeri

kategoriler yaratılmaktadır. İnsanlar kendi aidiyetlerini

paylaşmayan insanları ya da grupları, toplumsal çevreleri

yabancılaştırma eğilimindedirler. Bu yabancılaştırma durumu

farklı olmayı ifade ettiği gibi aynı zamanda

“düşmanlaştırma” eğilimini de içermektedir. Birinci Dünya

Savaşı sonrasında yapılan bütün azınlık koruma

antlaşmaları, dönemin standart’ını oluşturan “soy, din, dil

azınlıkları” ölçütüne dayanmaktadır; Türkiye’de azınlık

haklarının hukuksal temelini oluşturan 24 Temmuz 1923

tarihli Lozan Antlaşması ise azınlık tanımlamasında “soy,

din, dil azınlıkları” terimi yerini “gayrimüslimler”

terimini kullanmaktadır. Bu nedenle Türkiye’deki resmi

azınlıklar yalnızca “gayrimüslim” yurttaşları (Ermeniler,

Rumlar, Yahudiler) kapsamaktadır. (Oran, 2005: 61-63) Bu

antlaşma ile çalışmamın odak noktası olan “dini temsiliyet”

çerçevesi uygun düşmektedir.

6

Osmanlı döneminde de “ötekileştirme” dediğimiz kavramı,

“kendini” tanımlamanın organı olan bir kavram olarak

görebiliyoruz. Türklükten ziyade ilk başlarda yönetimin

temelini oluşturan “İslamlaştırma” ideolojisinin

varlığından mütevellit, ötekileştirme meselesinin “dini”

çerçeve ile gerçekleştirildiği aşikârdır. Taraf

gazetesinden Neşe Düzel'in tarihçi Selim Deringil'le

gerçekleştirdiği ve “Selim Deringil: Osmanlı, Alevileri hep dışladı" (29

Mart 2010) başlığıyla ele alınana söyleşide, Osmanlı

İmparatorluğu’nun kitleleri zorla Müslümanlaştırma diye bir

resmî politikası hiçbir zaman olmadığını çünkü Osmanlı’da

“zimmî” diye bir kavramın olduğundan bahsediliyor. Müslüman

olmayanların devletin koruması altında olduğundan söz

ediliyor. Rusların, gayrı Rus nüfusa uyguladığı Ruslaştırma

ve Ortodokslaştırma politikasını uygulamadığından da

bahseden Deringil, kitlesel olarak kılıç zoruyla

Müslümanlaştırma olaylarının Osmanlı’da istisnai olarak

yaşandığını söylüyor. “Mesela bugünkü Bulgaristan

toprakları” diyerek örneklendirme yapıyor. Tanzimat’a dek,

Osmanlı’da askerî sınıfa dâhil olmanın, yani devlete ve

yönetici sınıfa girmenin tek yolunun Müslüman olmaktan

geçtiğini belirten Deringil, bu yüzden Müslümanlaşma,

soyluların Osmanlı yönetici sınıfına girmeyi istemesiyle de

yaşandığını belirtiyor. Bir de gayrimüslim nüfusun cizye

vergisi vermesinden ve bu verginin kriz dönemlerinde çok

ağır olabildiğinden söz ediyor. Söyleşide Cizye yükünden

kurtulmak için de Müslümanlaşanlar olduğunu belirtiyor.

Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu’nda gayrimüslimler üzerindeki

7

birtakım kısıtlamalardan örnekler veren Deringil,

gayrimüslimlerin yeşil renk giysiler giyemediklerinden, ata

ve deveye binemediklerinden, hatta bazı yerlerde

gayrimüslimlerin hamam günlerinin ve hamam eşyalarının da

ayrı olduğundan bahsediyor. Bir Müslüman öldüğünde “merhum”

olmasından, gayrimüslim öldüğünde ise “mürt” olmasından

bahsediyor. Mürt kelimesinin, “telef oldu, geberdi”

manasında hayvanlar için kullanıldığını belirten Deringil,

bu durumun Tanzimat’a dek sürdüğünü belirtiyor. Bu

örneklerle “dini” çerçeve içerisinde “ötekileştirme”

politikasının Osmanlı Devleti içerisinde ciddi biçimde

uygulandığı gözler önüne serilmiş oluyor.

Gizli Hıristiyanlık (Kripto Hıristiyanlık)

Tanzimat fermanının ilanı (1839) ile görünür olan “Gizli

Hristiyanlık” hadisesi, popüler kültür ürünlerince üzerinde

çokça durulan bir konu değildir. Gizli Hristiyanlık,

Osmanlı döneminde, Trabzon’un Maçka ilçesi ve kuzey

Gümüşhane’de bulunan Krom, Yağlıdere, Stavri, Zigana,

Santa, Torul ve çevresinde yaşayan ve Osmanlı tahrir

defterlerinde Müslüman olarak görünen ama gerçekte

Hristiyan olan halkın ve bu halkın 15 Temmuz 1857

tarihinde, 44 dini liderin gizli Hristiyan olduklarını

duyurmak, Avrupalı ülkelere durumlarını anlatmak için,

İstanbul’daki İngiliz büyükelçiliğine başvurmalarıyla

ortaya çıkan tarihi olayın adıdır. (Öztürk, 2005) Anadolu

topraklarında sadece Doğu Karadeniz bölümünde görülen bu

8

durum, Osmanlı toprakları dâhilinde bulunan farklı

coğrafyalarda da görülmüştür. Bryer, Osmanlı

İmparatorluğu’nda gizli Hristiyanlık olgusunun, sadece

Anadolu’ya özgü olmadığını coğrafi dağılım ve yerel

tanımlamalarıyla birlikte bildirir: Droverstvo (Sırbistan),

Patsaloi, Apostolikoi, Linovamvakoi (Kıbrıs), Laramanoi

(Arnavutluk), Kourmoulides (Girit), Kouroumlides,

Stavriotai, Santaoi, Klostoi (Doğu Karadeniz), Crypto

Maronit (Lübnan) ve Crypto Copts (Mısır) bu örneklerdendir.

(Bryer, 1988)

Olaylar incelendiğinde, Doğu Karadeniz bölgesinde bulunan

bir kesim Ortodoks Rum cemaatinin hep Hristiyan olarak

varlıklarını sürdürdükleri, bir kısmın çeşitli sebeplerce

ihtida yaptıkları, bir kesimin ise Müslüman gibi görünüp,

gizli yerlere yaptıkları şapellerde dinlerine devam edip

gizli Hıristiyan kaldıkları gözler önüne serilmiştir. Gizli

Hristiyan olanlara Tanzimat fermanı sonrası dinlerine

karışılmayacağının, rahatça dinlerini yaşayabileceklerinin

sözü verilmiştir. Bu sözlere güvenen birçok Rum, gizliden

sürdürmeye çalıştığı Hıristiyanlığına geri dönmüştür. Bu

dönem içerisinde toplumsal olarak ciddi olayların

yaşanabileceği öngörülebilir. Gizli Hristiyanlık

dosyası, 1923 yılında Lozan Barış Antlaşması'na ek olarak

yapılan sözleşme uyarınca Türkiye ve Yunanistan'ın -

İstanbul ve Kuzey Yunanistan bölgesi hariç- kendi

ülkelerinin yurttaşlarını din esası üzerine zorunlu göçe

tabi tutmasıyla tarihin tozlu rafları arasındaki yerini

9

almıştır. Kıbrıs’ta yaşanan gelişmeler sonrası, 1964

yılındaki Rum sürgünüyle İstanbul’da kalan birçok Rum

Yunanistan’a göç etmek zorunda kalmıştır. 2012 yılında ABD

Dışişleri Bakanlığının yayınladığı din özgürlüğü raporuna

göre bugün Türkiye’de sadece 2.500 kadar Hıristiyan Rum

azınlığının olduğu belirtilmiştir.

Son Krifos (2008)

Turgay Bostan’ın ilk romanı olan ve Ötüken yayınlarından

çıkan bu kitap, ilk baskısını 2008 yılında, ikinci

baskısını 2014 yılında okuyucularıyla buluşturmuştur. 9

Haziran 2014 yılındaki bir söyleşide, yazar “Krifos”

kelimesini şöyle açıklamıştır; “Krifos ya da krifi kelimeleri Türkiye’de

bilinen kelimeler değil. Bugün hangi sözlüğe bakarsanız bakın bu kelimelerin anlamını

bulamazsınız. Etimolojik olarak krifi ya da krifos Yunancadaki kripto kelimesinden

gelir. Kripto hepimizin bildiği gibi şifre, sır anlamındadır. Fakat krifos kelimesi gizliliği

ifade etse de daha farklı bir anlam içerir. Bunu da gizlenmiş olarak çevirmemiz

mümkün”. Kitabın arka kapağındaki yazılar, kitap hakkında

bilgi sahibi olmamızı sağlıyor ve hatta yazarın bu olaya

bakış açısıyla ilgili de bilgi veriyor. “Dün bunlar

yaşanmıştı ve hala bir tarafıyla yaşanıyor. Yazılmamıştı,

bir ilk olarak romana döküldü. Gizliliğin ve ihanetin üç

asra yakın süren ilginç hikâyesi ve işte Son Krifos…” Kitap

Doğu Karadeniz coğrafyasının adeta resmini çiziyor bizlere.

Alışılageldik bir aşk hikâyesinin, tarihi bir roman

içerisinde var olmaya çalışması söz konusu. Karakterler

özenle seçilmiş. Bu noktada farklı azınlıklardan olan

10

karakterlere biçilen rollerin önyargılı olduğu durumu

gözler önüne seriliyor.

Balcı’ya göre, Türk filmlerinde Rum kadınlar vamp olarak

temsil edilirken erkekler düşman Rum imgesinin örneği

olarak çeteci/kaçakçı biçiminde sunuluyor. (Balcı, 2013:

232-233) Roman kahramanlarından Anastas, Yorgo, Estel ve

Yuvani tasvir edildiği gibi çeteci Rum karakterlerindendir.

Roman içerisinde eşkıya olduğu belirtilen Türk ve Müslüman

karakterler de mevcuttur fakat bu karakterler “vatan,

millet aşkıyla” orduya yardımcı olan milislerdir. Rum kadın

tasviri için ise dikkati çeken, aşk hikâyesinin odak

noktası olan Maria ve Ali Fuat’tır. Maria, romanın ana

kahramanlarından, Müslümanlara çok saygı duyan, her zaman

olumlu şekilde tasvir edilen, Vatansever olarak

nitelendirilen Aleksi’nin kızıdır. Gizli gizli Ali Fuat ile

görüştükleri birçok kez tekrarlanır. Hikâye’nin başından

itibaren gizliliği “hainlik” olarak niteleyen yazar,

Yunanca anlamı psikolojik olarak “içine kapanık” olan

“kripsinus” kelimesinin “ikiyüzlü, içten pazarlıklı”

anlamına geldiğini iddia etmektedir. (Son Krifos, s.69) Bu

yanlış bilgilendirmeyle, Krifos kelimesinin kökenine vurgu

yapılmış ve yanlış bir algı yaratımı izlenmiştir. Kitapta

hainlik meselesine vurgu yapmak amacıyla, Müslüman gibi

görünüp gizli Hristiyan olanlarla Hristiyanlığı hiç

bırakmayanlar arasında ufak bir karşılaştırma da mevcuttur.

Ana karakterlerden olmayan, Hristiyanlığı bırakmamış Yanko

efendi için “dedelerinin izinden ayrılmamış, alnı açık yüzü

11

ak şekilde Hristiyan gibi yaşamış” tanımlaması

kullanılıyor. (s.69) Bu karşılaştırmayla gizli

Hristiyanların yüzüne karaçalınmış oluyor. “İkiyüzlülük”

vurgusunun yapıldığı bir diğer bölüm, Kaymakam Veli Sabri

Bey’in Latif Bey’i yöre hakkında bilgilendirdiği bölümdür.

Kaymakam yörede elli sene öncesine kadar yaşayanların Türk

ve Müslüman olduğundan, Krifilik meselesinin unutulduğundan

bahsederken, Latif Bey söz alarak unutkan bir milletimiz

olduğundan bahsediyor. Kaymakam’ın “bizler unutunca, Rumlar

geçmişlerinde sanki böyle şeyler yaşamamışlar gibi

davranıyorlar” sözüne karşı Latif Bey, “İkiyüzlü insanlar

kurnaz ve nankör olur azizim” diyerek sohbeti sürdürüyor.

(s.166)

Kitabın hemen başında, ana karakterlerden Aleksi ve karısı

Martha’nın, daha sonra Rum çeteci olarak karşımıza çıkacak

olan oğulları Anastas ile ilgili bir tartışmaları konu

ediliyor. Martha Anastas’ın mektebe gidip, dilini, dinini

atalarını öğrenmesinin iyi olduğunu vurgularken, Aleksi şu

şekilde karşılık veriyor; “Ne ben ne benim dedem, ne sen,

ne de senin deden Grekçe mi biliyordu sanki? Bir de

kafasına Pontusçuluk sokup yoldan çıkardılar onu!” (s.18)

Yazar tarafından bu cümleyle Aleksi’nin ağzından Pontus

Rumlarının geçmişte Rumca konuşmadıkları, aldıkları

eğitimlerle “Pontusçuluk” gibi fikirler aşılandığı iddia

edilmiş oluyor. Bu iddialarla bir milletin geçmişiyle

ilgili yanlış bir algı yaratımı olduğunu görebiliyoruz.

12

Roman içerisindeki birçok bölümde, gizli Hristiyan olan

Rumların Osmanlı’nın zor durumda olmasını fırsat bilip

Ruslarla işbirliğine girdiğinden, Pontus hayallerini

gerçekleştirmeye çalıştıklarından bahsedilmiştir. Örneğin,

romanın kahramanlarından, Rum çetecilerinden biri olarak

tasvir edilen Anastas isimli karakterin, sabahın erken

saatlerinde, kalabalık bir gruba liderlik yaparak sarhoş

bir şekilde şehre doğru indiğinden, inerkende “Türklere

ölüm! Ardasa Pontus’dur! Ardasa Rum’dur! Yaşasın Rusya!

Yaşasın Çar!” diye naralar attığından bahsedilmiştir.

Ayrıca bu bölümde kalabalığın içerisinde Ermeni askerlerin

olduğundan da söz edilmiştir.(s.359) Aynı şekilde, Kitapta

Rumların Rusları kurtarıcı olarak gördüklerine dair, Rus

askerlerinin şehre geleceğini duyan Rum ahalinin, Türk

komşularından gizli olarak, gelen Rus askerleri için

börekler açtığından, şerbetler hazırladığından ve sütlaçlar

kaynattığından söz ediliyor. (s.278)

Kitabın karakter betimlemelerinin yapıldığı yerlerinde

“öteki” olarak vurgulanan farklı etnik kökene sahip

gayrimüslimlerin, çirkin, korkak vb. kötü karakterlere

sahip olduklarından bahsedildiğini görüyoruz.

Karakterlerden Yorgos’un, babası gibi tıknaz, korkak, ablak

suratlı, hırslı ve kıskanç biri olarak betimlendiği

görülüyor.(s.111) Aynı şekilde ana karakterlerden biri olan

Ermeni Doktor Vartan için kırılgan, korkak, güvensiz ve

çekingen ifadeleri kullanılmıştır.(s.126) Rum ve Rus

güçlerine karşı savaşan, çoğu yerde “kahraman, vatanperver,

13

yiğit” diye tanımlanan Türk askerlerinden biri olan Binbaşı

Kör Selim karakterinin ölüm anı da üzerinde durulması

gereken noktalardan birisidir. Çatışma sırasında

vurulmasında, “kan” yerine kızılkanatlı kelebekler tasviri

kullanılmıştır. Masalsı bir anlatıyla Binbaşının şehit

olduğu okura sunulmuştur. Aynı noktada Rus Yüzbaşı

Pavel’in, Türk şehitlerin arasında dolaşıp, nefes alıp

veren, can çekişen askerleri acımasızca öldürüldüğü

resmedilmiştir.(s.330-331)

Kitap içerisinde Müslüman ile gayrimüslim arasındaki

“ötekileştirme” vurgusunun dikkat çektiği bir diğer bölüm

ise Rus ordusunda bulunan Müslüman askerlerin konusunun

olduğu bölümlerdir. “Urus ordusu içinde çoh Müslüman var,

yoğusam bu Ermeniler bize gün göstermiyer” sözüyle iyi-kötü

betimlemesi gerçekleştirilmiştir.(s.351) Bir diğer örnekte

ise kiraz ağacına çıkıp, dalları kıra kıra kiraz toplayan

Rus askerlerine “gâvurun dölleri” diye bağıran iki çocuğun,

askerlerce dut ağacına bağlanmasından ve aç susuz

bırakılmasından bahsedilen bölümdür. Bu bölümde, nöbeti

sırasında çocukların ağaca bağlı olduğunu gören, Rus

ordusuna mensup bir Müslüman askerin “Ay balalar,

neylemişseniz böyle? İmdi urganı kevşeteceğim, arkamı

dönünce gaçasınız, gülle sallasam da korhmayın.” diyerek

çocukların kaçmasına razı geldiğinden bahsedilmiştir.

(s.421) Şivesinden “Azeri” olduğunu düşündüğüm bu

karakterin bu bölümde yer alması, yazarın “Türkçü”

ideolojisinin kitaba ufak bir yansıması gibidir. Roman

14

kahramanlarından, babası ihtida eden, kendisi de

Müslümanları seven, saygı duyan bir Hıristiyan olan

Aleksi’nin sözleriyle, yazar kendi söylemek istediklerini

Rumlara itiraf ettirmiştir. Türkleri kandırdıklarını,

yıllardır yaşanan mutlu mesut hayatı Rumların bozduklarını,

Rumların yaptıklarının kabul edilemeyeceği birçok noktada

Aleksi karakteri kullanılarak dile getirilmiştir.(s.41-290-

330-357-482-483-527-529-530)

Son Krifos kitabı Tanzimat fermanıyla başlayıp Cumhuriyetin

kuruluşuna kadar giden bir dönemi ele almıştır. Rus

işgaliyle birlikte Gizli Hıristiyanları “vatan hainliği”

yapmakla eleştirmiş, Ruslarla işbirliği yaptıkları, Pontus

devleti kurmak gibi bir niyetleri olduğu iddia edilmiştir.

Kendi çıkarları doğrultusunda, iki-üç asır boyunca

Müslümanların Rumlar tarafından kandırıldığı belirtilmiş,

olayların insani boyutu hiç ele alınmamış, yaşanan her

durum “Türk milliyetçiliği” ve “İslamcılık” ideolojileri

çerçevesinde okuyucuya sunulmuştur.

Yüreğine Sor (2009)

Yönetmenliğini Yusuf Kurçenli’nin yaptığı, oyunculuklarını

Tuba Büyüküstün, Kenan Ece ve Hakan Eratik’in paylaştığı

film 2009 yılında gösterime girmiştir. Son Krifos kitabının

yazarı Turgay Bostan’ın 2010 yılında Milliyet Blog’da

paylaştığı “Yüreğine Sor’uyorum” isimli köşe yazısında,

kendisinden izin alınmadan kitabından alıntılar

yapıldığını, ayrıca kaynaklardan düzgünce

15

yararlanılmadığına, yönetmenin kafasının karıştığına dikkat

çekmiştir. (http://blog.milliyet.com.tr/yuregine-sor-

uyorum/Blog/?BlogNo=238596) Yüreğine Sor filmi, başlı

başına bir aşk hikâyesidir. Karadeniz’in eşsiz doğasıyla

harmanlanan film, “gizli Hristiyanlık” meselesine de

değinen ilk Türk filmi olarak öne çıkıyor. Gizli

Hristiyanlığını sürdüren halkın, Tanzimat fermanıyla ve

Avrupalı liderlerce savunulacağı kişisel haklarının

farkında olmalarına rağmen gizli Hristiyan olarak

hayatlarına devam etmelerini gözler önüne seriyor. Gizli

Hristiyanların, ne yapacaklarına dair karar verememeleri,

“daha zamanı değil” gibi söylemler kullanarak “baskı”

altında oldukları sergileniyor. Konsolos’un katılımıyla

gerçekleşen bir toplantıda “Dinden döndüğünü söyleyip

astılar bir adamı Trabzon’da” diyen gizli Hristiyan kişi

ile bu durumun kolay olmayacağı gösterilmeye çalışılıyor.

Aynı toplantıda konuşma yapan Papaz, “Müslüman olmamız için

baskılara maruz kaldık, dinimizi yaşamamız için ağır

vergiler aldılar bizden, cizye yani haraç, kimisinin hali

vakti yok bu haracı ödemeye Müslümanmış gibi göründüler,

kilise mazur gördü onları, rabbimizin hoş göreceğini

bildiği için mazur gördü. Sizler 200 yıldır bu

durumdasınız, kilise çektiğiniz acıları biliyor, camilere

gittiniz, namaz kıldınız, ölülerinizi Müslüman mezarlarına

gömdünüz ama artık şartlar değişti, Hristiyan olduğunuz

için cizye ödemeyeceksiniz, artık en fukaranız bile rahatça

dinini yaşayabilecek. Kiliseniz artık sizlerden bunu

bekliyor.” (Yüreğine Sor, dk.19) diyerek gizli

16

Hristiyanların çektiği acılardan açık bir şekilde

bahsetmiştir.

Aslında gizli Hristiyan olan Mustafa ile Müslüman olan

Esma’nın aşk hikâyesi, Mustafa’nın gizli Hristiyan

olduğunun öğrenilmesiyle bir çıkmaza girmektedir.

Mustafa’nın hasta olan ve halk tarafından çok sevilen

dedesi vefat ettiğinde, gerçeği saklayamayan karısının

Müslüman adetlerince yapılan cenaze töreninde söz alıp

konuşması, “benim kocam Süleyman, Johannes adıyla vaftiz

edilmiştir” deyip aslında Hristiyan olduklarını belirtmesi,

kocasının Hristiyan mezarlığına gömülmesini istemesi, bu

olayların insani boyutlarını gözler önüne sermiştir.

Hristiyan olduğunu duyan cemaatin dağılması, çocukların

dalga geçmeleri ise dönemin toplumsal baskısının örneğini

teşkil etmektedir. (Yüreğine Sor, dk.85) Böyle bir durumda

Mustafa ile Esma’nın ilişkisi çıkmaza girer ve bu çıkmazdan

kaçarak kurtulmaya çalışılır fakat bu gerçekleşemez ve Esma

kendini köprüden atarak hayatına son verir.

Filmin başlarında bulunan bir Cuma namazı sahnesinde, gizli

Hristiyan Yakup’un da aralarında bulunduğu cemaate, imam

şöyle seslenir “İsa’ya Tanrı’nın oğlu derler, o zaman anası

da olur babası da. Hristiyan komşularınıza gidin, doğru

yolu gösterin. Kıyamet günü peygamber efendimizin

sancağının gölgesine sığınsınlar” der.(dk.7) Bu bölüm gizli

Hristiyanların içinde bulunduğu garip durumun göstergesi

niteliğindedir. Hemen bir sonraki sahnede, askerlerin gizli

Hristiyan Yakup’un, çalıştığı yere doğru geldiğini görünce

17

nasıl tedirgin olduğu izleyiciye gösterilir. (dk.8) Bu

bölümle, gizli Hristiyanların sadece sosyal olarak değil,

devlet tarafından da baskı uygulandığının mesajı verilmeye

çalışılmıştır. Bir diğer baskı göstergesinin bulunduğu

sahnede, bebeğin vaftiz edilmesi için eve çağrılan Papazla

vaftiz sonrası evde yapılan sohbettir. Papazın evde kapalı

kaldığı belirtildiğinde, Papaz “beni burada kim tanıyacak”

diye cevap verir. Böylece Müslüman bilinen bir evden Papaz

çıkması durumunun infiale sebep olabileceği gösterilmeye

çalışılmıştır. (dk.33) İnfial ortamının kalkması için

gösterilen çabalara örnek olabilecek bir diğer sahnede,

sabah ezanının okunmasıyla Mustafa’nın annesinin Mustafa’yı

sabah namazına göndermeye çalıştığı sahnedir. Dedesinin

hasta olmasından, babasının ağaç kesmeye gitmesinden ve

evden bir erkeğin namaz kılmaya gitmesi gerektiğinden,

annesi Mustafa’nın namaza gitmesini istemektedir.

Mustafa’nın “Gitmeyiki herkes Cami’ye.” sözüne karşılık

annesinin, “herkes değuluk biz, bizim gitmemiz lazım” sözü

manidardır ve içinde bulundukları sosyal baskı durumumun

ifadesidir.

Film içerisinde dikkat çeken bir diğer önemli ayrıntı ise

Rum ahalinin Karadeniz şivesiyle Türkçe konuşması ve

yöresel kıyafetleri giyiyor olmasıdır. Dini öğelerle

süslenen sahnelerde, Rumca duaların edildiği, duvarlarda

Hz. İsa ve Meryem Ana ikonalarının, haçların bulunduğu göze

çarpmaktadır. Ayrıca Türk filmlerindeki gayrimüslim

temsillerinde Rum erkeklerinin çeteci gösterilmeleri gibi

18

bir durum film içerisinde mevcut değildir. Filmin bir

bölümünde, köyün gençlerinin üzüm topladığı sırada tütün

çetelerinin gelmesi, çete lideri görünümündeki kişinin

Esma’yı tutup, “Rum musun? Acem’e gideyrum, götüreyum seni,

Acem ipeklerine sarayum” deyip tacizde bulunması

gösterilmiştir. Hem çete liderinin, hem de çetenin diğer

üyelerinin kıyafetleri Rum milis güçlerinin kıyafetlerini

andırmaktadır fakat aynı kıyafetlerin bugün bile Karadeniz

yöresel kıyafeti olarak sunulduğunu unutmamak gerekir. Bu

bölümde çete grubunun Türk ya da Rum olduğunu açıkça belli

eden bir görüntü yoktur. Çete liderinin “Rum musun?”

sorusundan dolayı, film bize çetenin Rum çetesi

olabileceğini düşündürmektedir. (Yüreğine Sor, dk.45) Daha

sonraki bir bölümde, bu çetenin yakalanması ve isimlerinin

sorulmasında, birinin adının Alex, diğerinin adının Hasan

olduğu belirtiliyor ve böylece direk “Rum çetesi” yaftası

eklenmesine engel olunuyor. (dk. 51)

Film içerisinde “Gizli Hristiyan” Rumların adeta geçmişini

temsil eden Hacı Süleyman karakteri, bir bölümde torunu

Mustafa’ya (dk.10), bir diğer bölümde ise köyün ileri

gelenlerinden Mecit Bey’e (dk.55) askerlik anılarından

bahsediyor. Hacı Süleyman ile ilgili bir diğer bölümde ise,

oğlu Yakup babasına neden “Hacı Süleyman” dendiğini şu

sözlerle aktarıyor; “Hac’a gitmeye mecali olmayan bir

adamın yerine hac’a gitti de ondan”. (dk.22) Yukarıda

belirttiğim gibi gizli Hristiyanların geçmişini temsil

ettiğini düşündüğüm Hacı Süleyman karakteriyle, gizli

19

Hristiyan olanlarla, Müslümanların nasıl iç içe geçtiğinin,

birlikte yaşamlarını sunduğunun örnekleri gösterilmeye

çalışılıyor.

Yüreğine Sor filmi Son Krifos kitabından farklı olarak

sadece Tanzimat döneminde yaşananları ele almış, Gizli

Hristiyanlar ve gizli olmayan Hristiyanlarla Müslümanların

birlikte nasıl yaşadıklarını, Gizli Hristiyan olanların

durumlarından bahsetmeleriyle yaşadıkları sosyal baskıyı,

içinde bulundukları bu kötü durumu izleyiciye aktarmaya

çalışmıştır.

Sonuç

Ulus devlet bilincinin ve kimlik yaratımının

gerçekleştirilmeye çalışıldığı ülkelerde “azınlıklar” ciddi

sorunlar teşkil etmektedir. “Kendini”, “öteki” ile

yaratmaya devam eden sistem, “öteki”ne karşı tutumunu

düşmanlaştırmaktadır. “Vatan” kavramının pekiştirilmesi

sonucu ortaya atılan “vatan hainliği” kavramı da

pekiştirilip, “kendi”nden olmayan her “öteki” vatan

hainliğiyle sorgulanmaktadır. “Türk’ün Türk’ten başka dostu

yoktur” düsturu tamda buna işaret etmektedir. 17. yüzyılda

başlayan İslamlaşma hareketinden sonra, 20. yüzyılda baş

gösteren Türkleşme hareketi sonucu yaratılan “Müslüman

Türk” görünümü, günümüz Türkiye’sinde yaşayan farklı etnik

kökenlere sahip vatandaşları ciddi bir tehlikeyle karşı

karşıya getirmektedir. İktidarlarca yaratılan algının

halka ulaşması için kullanılan en etkili yöntem popüler

20

kültür ürünleridir. Bu ürünlerle algı yaratımı, söylem

anlatımı işleme koyulur ve hızla yayılmaya başlar. Gizli

Hristiyanlık, tarihteki birçok hadise gibi Anadolu

topraklarında cereyan etmiş bir durumdur. Toplumsal olarak

ciddi sorunlar yaratan bu durumda insanlar ya “irtida”

(dinden çıkma) etmekle suçlanmış, ya vatan hainliği ve

kandırılmayla suçlanmıştır. Bu durumun insani boyutuyla

ilgilenmek, ulus kimlik inşası sırasında kimsenin aklına

gelmemiştir. Son dönem popüler kültür ürünlerinden olan

“Son Krifos” kitabı ile Yusuf Kurçenli’nin yönetmenliğini

yaptığı “Yüreğine Sor” filmi gizli Hıristiyanlığı ele alan

nadir eserlerdendir. Son Krifos kitabının zaman zaman

“nefret söylemi”ne varacak cinsten bölümlerinin olması,

karakterler tanımlarında “kötü, hırslı, çirkin, korkak”

olanların Rum ya da Ermeni gayrimüslimlerin olması ve daha

birçok farklı durumla Gizli Hristiyan Rumlar ve hatta ana

konu olmasa bile Ermeniler tarafından Osmanlı’nın nasıl

arkadan hançerlendiği anlatılmaya çalışılmaktadır. Yüreğine

Sor filminde ise gizli Hristiyanlığın insani boyutu ele

alınmış, Müslüman kalmak yahut Hristiyanlığa dönmek

arasında sıkışmış hayatlar konu edilmiştir. Film, toplumsal

baskıları da yukarıda belirttiğim gibi birçok noktada ele

almıştır. Tarihsel olarak bakıldığında, Doğu Karadeniz

bölgesindeki maden ocaklarında çalışmak için “Müslüman

gibi” gözükmek zorunda olan Hristiyanlar kandırmayla

suçlanmışlardır. Gizli Hristiyanlık Osmanlı topraklarında,

birbiriyle bağlantısı olmayan birçok farklı noktada

gözlemlenmiştir, o zaman sorulması gereken soru şudur;

21

Oralarda da mesele madenlerde yüksek rütbelerde çalışma

imkânı mıdır? Madenlerde gayrimüslimlerin yüksek rütbelerde

çalıştırılmaması, gayrimüslimlerden cizye alınması, yeşil

renk kıyafet giyememeleri, deveye binememeleri iddia

ettikleri gibi, Müslüman ve gayrimüslim halkın eşit biçimde

yaşadıklarını mı gösterir? Tarihteki birçok olayı Osmanlı

hoşgörüsüyle, Türk milliyetçiliğiyle ya da “mağduriyet”

kavramıyla ele almak, gerçeği insani boyutlarla görmemize

engel olacaktır. Çünkü kolay olan birini suçlamak ve

cezalandırmaktır. Sosyal baskılar ve devletin bu

baskılardaki rolü incelendiğinde, din gibi tamamen insani

bir olgunun, yüzlerce yıl inananları tarafından saklanması,

bize o insanların neler çektiğini anlamamızda yardımcı

olacaktır.

22

Kaynakça

Balcı, Dilara (2013). Yeşilçam’da Öteki Olmak (Başlangıcından

1980’lere Türkiye Sinemasında Gayrimüslim Temsilleri. İstanbul:

Kolektif Kitap.

Bostan, T. (2010, Nisan 15). Milliyet. Aralık 12, 2014 tarihinde Milliyet Blog: http://blog.milliyet.com.tr/yuregine-sor-uyorum/Blog/?BlogNo=238596 adresinden alındı

Bryer, Anthony (1988). Peoples and Settlement in Anatolia and the

Caucasus 800-1900, London: Ashgate Publishing.

Connolly, William E. (1995). Kimlik ve Farklılık: Siyasetin Açmazlarına

Dair Demokratik Çözüm Önerileri. Çev. Ferma Lekesizalın.

İstanbul: Ayrıntı

Çapar, Mustafa (2006). Türkiye’de Eğitim ve “Öteki” Türkler, Özgür

Üniversite Kitaplığı: 55. Ankara: Özgür Üniversite

Deringil, S. (2010, Mart 29). T24. Aralık 12, 2014

tarihinde T24: http://t24.com.tr/haber/selim-deringil-

osmanli-alevileri-hep-disladi,73618 adresinden alınmıştır

23

Filmi, Y. S. (2014, Ekim 4). Youtube. 12 Aralık, 2014 tarihinde Youtube: https://www.youtube.com/watch?v=zZpwMl-50H8 adresinden alınmıştır

Hall, Stuart (2009) “The Work of Representation” Representational

Cultural Representations and Signifying Practices”. London:Sage

Publications.

Kılıçbay, Mehmet Ali (2003). “Kimlikler Okyanusu”, Doğu-Batı,

“Kimlikler”, Sayı: 23, (Mayıs-Haziran-Temmuz 2003). Ankara:

Doğu-Batı yayınları.

Oran, Baskın (2005) Türkiye’de Azınlıklar (Kavramlar, Lozan, İç

Mevzuat, İçtihat, Uygulama). İstanbul: İletişim Yayınları.

Öztürk, Özhan (2005). Karadeniz Ansiklopedik Sözlük, İstanbul:

Heyamola Yayınları.

Yusuf Sarınay (2004) Türk Milliyetçiliğinin Tarihi Gelişimi ve Türk

Ocakları, Ötüken Yay. İstanbul

United States Department of State, Bureau of Democracy,

Human Rights and Labor, (2012), International Religious

Freedom Report for 2012,