Türkiye’de Genel Bütçe Vergi Gelirleri: 1980 Sonrası Bir Değerlendirme
Dünya'da Kültür Endüstrisinin Adorno Sonrası Değerlendirilmesi
Transcript of Dünya'da Kültür Endüstrisinin Adorno Sonrası Değerlendirilmesi
1
Trakya Üniverisitesi Görsel Kültür Anabilim Dalı-2014 Burak PAKLACI
GİRİŞ
‘’Kültür Endüstrisi’’ kavramı ilk olarak Adorno
tarafından kullanılmıştır. Sosyolog ve müzik eleştirmeni
olan Theodor W. Adorno, Frankfurt Okulu olarak
adlandırılan bilimsel topluluğun önde gelen dört
üyesinden biridir. Adorno, kültür endüstrisi kavramını;
endüstrinin’’doğrudan doğruya üretim sürecini değil,
kültürel malın standardizasyonunu ve dağıtım
tekniklerinin rasyonelleştirilmesini anlatmak’’ amacıyla
kullanıldığını söyler.
Görüldüğü gibi halk katmanlarından çıkan ve halkın
kendi içsel değerlerini taşıyan değerlerden farklı olarak
kültür endüstrisi, yukarıdan dayatmacı bir şekilde, o
toplumunda endüstriyel süreçler sonucundan oluşturulmuş
ve seri bir şekilde standart olarak üretilmiş ürünlerle
kitlelere ulaşır ve yeni bir kültürel sürecin ortaya
çıkmasına zemin hazırlar.
Kültür Endüstrisi, kapitalizmin etkisiyle ortaya
çıkan bir kültürel oluşumdur. Ayrıca Kültür endüstrisi,
uluslararası pazarın değişimlerine ve ihtiyaçlarına göre
biçimlenir. ‘’Endüstriyel tekniklerle üretilen ve çok
geniş kitlelere yayılan, karşı konulması güç
2
davranış,mitos ya da temsili olguların tümü1’’
diyebileceğimiz kültür endüstrisi, kitle iletişiminin
olduğu modern kitle toplumunun tipik kültürü olarak
nitelendirilebilir. Kültür Endüstrisi, sanat eserinin
özerkliğini bilinçli bir biçimde ortadan kaldırırken, onu
bütünüyle ‘’mala’’ dönüştürür2
BİRİNCİ BÖLÜM
KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI VE FRANKFURT OKULU
1.1 Theodor W. Adorno
1 Ertuğrul Özkök, Sanat İletişim ve İktidar, 1.Basım, Tan Yayınları, Ankara 1982, s.189-190 2 Abdurrahman Çelik,Kültür Endüstrisi Üç Yanlış Bir Doğru , 2. Basım, Literatür, İstanbul 2012, s.113-115
3
Theodor W. Adorno ( 1903, Frankfurt – 1969, İsviçre)
Frankfurt Okulu ya da ‘’Eleştirel Kuram ‘’ olarak bilinen
düşünce okulunun en önemli mensuplarındandır. Frankfurt
Üniversitesi’nde ( Bugünkü Goethe Üniversitesi ) felsefe,
müzikoloji ve sosyoloji eğitimi almıştır.. Ablan Berg’le
kompozisyon üzerine çalışmıştır, dönemin en önemli
eleştirmenlerinden Siegfried Kracauer’la Kant metinlerini
inceledi. Frankfurt Okulu’nun diğer önemli
temsilcilerinden Walter Benjamin ve Max Horkheimer ‘la
üniversite yıllarında tanıştı. Benjamin’le bu yıllarda
başlayan ve her ikisininde düşüncelerini karşılıklı
olarak etkileyen yazışmaları 1940’da Benjamin’in ölümüne
kadar devam etti. 1925’de Viyana’ya giderek Arnold
Schönberg ve Anton Webern gibi avangard besteciler ile
çalıştı. Schönberg’in ‘’yeni müziği) üzerine incelemeler
kaleme aldı. Frankfurt’ta Kierkegard üzerine tamamladığı
tezin ardından üniversitede ders vermeye başladı, ancak
Nazilerin iktidara gelmesiyle birlikte babasının Yahudi
olmasından ötürü 1934’de İngiltere’ye gitmek zorunda
kaldı. Horkheimer’in idaresinde olan ve Nazi rejimi
yüzünden New York’a taşınan Toplumsal Araştırmalar
Enstitüsü’nün Zeitschrift für Sozialwissenschaft dergisinde
yazıları yayınlandı.; özellikle ‘’Caz Üzerine’’ (1936)
adlı metni daha sonra Horkheimer’la geliştirecekleri
‘’Kültür Endüstrisi” eleştirisinin nüvelerini içeriyordu.
1938’ de Toplumsal Araştırmlar Enstitüsü’nde çalışmak
üzere New York’a göç etti. ABD’ de geçirdiği yıllarda,
4
Horkheimer ile birlikte “Aydınlanmanın Diyalektiği”
(1944) yazdı; Avustralyalı sosyolog Paul Lazarsfeld’le
kitle iletişim araçlarını inceledikleri “Radyo Projesi”
üzerine çalıştı; Dr. Faustus adlı romanı için Thomas Mann’a
müzik danışmanlığı yaptı; azınlıklara yönelik önyargıları
inceleyen ve aynı adla yayınlanan Otoriter Kişilik (1950)
başlıklı araştırmayı yönetmiştir3.
1.2 Kültür Endüstrisi Kavramı
Kültür endüstrisi ifadesi ilk kez, Adorno ile
Horkheimer’in Aydınlanmanın Diyalektiği isimli eserlerinde
kullanılmıştır. Daha önceki çalışmalarında kitle
kültüründen söz ederken Aydınlanmanın Diyalektiği ile
kitle kültürü tanımını yetersiz bulmuşlar ve bunu Kültür
Endüstrisi tanımıyla değiştirerek, kültür endüstrisinin
bilinen şeyleri yeni bir nitelikte birleştirdiğini
savunmuşlardır. Kitlelerin tüketimine göre düzenlenen ve
büyük ölçüde o tüketimin yapısını belirleyen ürünler, tüm
sektörlerde az çok bir plana göre üretilir. Tüm sektörler
yapısal olarak benzerdir ya da en azından birbirinin
açıklarını kapatarak, neredeyse tamamen gediksiz bir
sistem oluştururlar. Bunu olanaklı kılan sadece çağdaş
3 Adorno, Kültür Endüstrisi Kültür Yönetimi , 8. Basım, İletişim, İstanbul 2013
5
teknik olanaklar değil, aynı zamanda ekonomik ve yönetsel
yoğunlaşmadır. Kültür endüstrisi kasıtlı olarak
tüketicileri kendisine uydurur4.
Binyıllardır ayrı duran yüksek ve düşük sanat
düzeylerini, her ikisinin de zararına bir araya gelmeye
zorlar. Yüksek sanatın önemi, yararı konusundaki
spekülasyonlarla yok edilirken, düşük sanatın önemi de,
(toplumsal denetim kusursuz olmadığı sürece) içinde
barındırdığı isyancı direniş özelliğine dayatılan medeni
sınırlamalarla yok edilmektedir. Böylece, kültür
endüstrisi yöneltilmiş olduğu milyonların bilincini ve
bilinçaltını yönlendiriyor olmasına rağmen, kitleler
birincil değil, ikincil role düşerler ve hesaplanabilir
nesneler, makinenin tali parçaları olurlar. Tüketici,
kültür endüstrisinin bizi ikna etmeye çalıştığı gibi
hükmedici ya da özne değil, aksine nesnedir. Özellikle
kültür endüstrisi için biçimlendirilmiş olan kitle
iletişim araçları terimi, vurguyu nispeten zararsız bir
alana kaydırmakta çok işe yaramıştır. Gerçekte ne
öncelikle kitlelerle, ne de iletişim tekniklerinin
gelişimiyle bir ilgisi vardır, aksine onları dolduran
ruhla, sahiplerinin sesiyle ilişkilidir. Kültür
endüstrisi kitlelerle ilişkisini kötüye kullanarak,
verili ve değişmez sayılan bir zihniyeti çoğaltmaya ve
güçlendirmeye çalışır. Her ne kadar kültür endüstrisi
4 Adorno, Kültür Endüstrisini Yeniden Düşünürken, Çev: Bülent Doğan, Cogito Dergisi, Yaz 2003
6
kitlelere uyum sağlamadan varolamayacak olsa da, kitleler
onun ölçütü değil ideolojisidir5. Kültür endüstrisi
kavramı, geniş anlamıyla kültür ürünlerinin
endüstrileşmesi, ekonomik kârlılık esasıyla yaratılması,
sanayileşmeyle birlikte kültür ve sanat ürünlerinin
metâlaştırılması olgusunun altını çizer6.
1.2 Frankfurt Okulu
Neo Marksist disiplinler-arası perspektifleriyle,
psikanalitik yaklaşımı ve Hegel’ci bakış açısını
barındıran Frankfurt Okulu, eleştirel kuramlarıyla kültürü
bir mücadele alanı olarak çözümler. Okulun en önemli
temsilcilerinden Theodor W. Adorno ile Max Horkheimer’in
birlikte yazdığı “Aydınlanmanın Diyalektiği” eseri, kitle
kültürüne sert bir eleştiri niteliğindedir. Eserin kaleme
alınmasında Adorno’nun Nazi dönemi Almanya’sında şahit
olduğu Goebbels’in propaganda bakanlığının gözetimi
altında üretilen popülist kitle kültürüyle buradan kaçışı
ve Amerika’daki sürgün yaşamının etkileri büyüktür.
Aydınlamanın Diyalektiği eserinde eleştirilen,
Aydınlanma’nın akla ve bilimsel bilgiye dayalı özgürlükçü
düşünce yapısı yerine, yararcı bir rasyonaliteyle
belirlenen dar bir dünyaya yol açarak, pasif ve tek tip
5 Adorno, Kültür Endüstrisi Kültür Yönetimi , 8. Basım, İletişim, İstanbul 2013 6 Abdurrahman Çelik,Kültür Endüstrisi Üç Yanlış Bir Doğru , 2. Basım, Literatür, İstanbul 2012, s.116
7
tüketicilerden oluşmuş bir kitle toplumu yaratmış
olmasıdır7. Kitle kültürü eleştirisinin öne çıkardığı en
önemli kavramlardan biri de çalışmamızın özü olan Kültür
Endüstrisidir. Kültür endüstrisi, tanıdıklık ilkesine dayalı
standartlaşmış ürünler sunarak, izleyicinin algısında
gerilemeye neden olurken onlara, sahte-kimlik imkanı
sunarak, kapitalizmin yeniden üretiminde merkezi rolü
oynar. Adorno ve Horkheimer, bu noktada Sigmund Freud
tarafından geliştirilen psikanaliz kuramının önemli bir
kavramını ödünç alarak, kitlelerin kontrol altına
alınması sürecini betimlerler. Buna göre, her insanda
bulunan ana rahmine geri dönme doğal eğilimi (regresyon),
bildik ve tanıdık olana yönelme davranışını besler.
Sanat ve bilim başta olmak üzere, kabaca kültür olarak
adlandırılabilecek, insanın her türlü kendini ifade etme
çabası, aynı zamanda bu bildik olanı dönüştürme ve aşma
arzusunu harekete geçirir. Ancak; kültür endüstrisi,
insanın bildik olana doğru mevcut eğilimini, regresif
yani geri dönüşçü söylem, imge, ürün ve stratejilerle
kuvvetli bir şekilde desteklerler. Bu nedenle endüstriyel
olarak üretilen bir kültürde, insanın dönüştürücü rolü
açığa çıkamaz; tersine baskılanır. Onun yerine, bir çeşit
çocuksulaşma, çocukluk zeka düzeyinde kalma durumu ortaya
çıkar8.
7 Philp Slater, Frankfurt Okulu, 1.Basım, Kabalcı, İstanbul 1998, s.468 Uzm. U. Zeynep Güven , Kültür Sosyolojisi ,1.Basım, Anadolu Üniveristesi,Eskişehir 2011 s.59-60
8
Frankfurt Okulu üyeleri eleştirel teori ve bilimsel
teori arasında kesin bir ayrım yapar. Bu noktada bu iki
teorinin üç hususta birbirinden farklı olduğunu iddia
eder. İlk olarak amaç ve hedeflerde farklılık
bulunmaktadır. Bilimsel teorilerin amacı ilk olarak
dünyanın başarılı bir şekilde maniple edilmesidir. Burada
araçsal bir kullanım bulunmaktadır. Eleştirel teoriler
ise, özgürleşmeyi ve aydınlanmayı amaçlamaktadır. İkinci
Olarak, bilimsel teoriler nesnelleştiricidirler. Bu bazı
durumlarda teoriler ve teorilerin göndermede bulunduğu
nesneler arasında ayrım yapıldığı anlamına gelir.
Eleştirel teoriler ise dönüşlüdürler ve her zaman
gönderme yaptıkları nesnel alanın aynı zamanda birer
parçası olmuşlardır. Bu noktada eleştirel aynı zamanda
kendileri hakkında olan teorilerdir. Üçüncü olarak ise,
teorilerin kabul edilmesi için kullanılan yöntemler
hususundadır. Bilimsel teoriler, gözlem ve deney yoluyla
doğrulama getirirken, eleştirel teoriler daha karmaşık
değerlendirme süreci gerektirir ve bu süreci başarılı
olarak atlatırlarsa başarılı olarak kabul edilirler9.
9 Sevim Atilla Demir , Sosyal Bilimlere Eleştirel Bir Bakış : Frankfurt Okulu ve Pozivitizm Eleştirisi , SAÜ Fen Edebiyat Dergisi 2009, s.64
9
İKİNCİ BÖLÜM
ADORNO ÖNCESİNE GENEL BAKIŞ
VE KÜLTÜRÜN ENDÜSTRİLEŞMESİ
2.1 Sınıf Çatışması, İdeoloji ve Kültür: Marksizm ve
Sonrası
Kültür, çatışmacı öğelerin kaynağı olarak en net
biçimde Karl Marx’ın öğretilerinde görülmektedir. Marx’a
göre sanayi toplumunda kültür, bir egemen ideoloji olarak
işler. Çünkü; kültürün, yönetici sınıfın (burjuvazi)
görüşlerini yansıtan, onun çıkarlarına hizmet eden ve
yetkelerini meşrulaştıran bir işlevi bulunmaktadır.
Dahası, işçi sınıfının (Proleterya), sınıf bilincinin
oluşumunu engelleyen ve yabancılaşmaya sebep olan bir
yanı bulunmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken husus,
kültür kavramının, özerk bir kavramsallaştırma olmadan,
toplumsal sınıf yönelimli, ekonomi ve iktidar ilişkileri
üzerinden değerlendirilmesinin yapılmasıdır10.
10 Uzm. U. Zeynep Güven , Kültür Sosyolojisi ,1.Basım, Anadolu Üniveristesi ,Eskişehir 2011, s.59
10
Buradaki çatışma kavramından hareket eden, kültürel
Marksistler’den olan Fransız düşünür Louis Althusser’e
göre, üstyapı kapitalizmin yeniden üretime olanak
sağlamasıdır11. Marksist bakış açısını, siyaset , kültür,
ve sosyalist strateji arasındaki bağlantılarla genişleten
Antonio Gramsci, iktidarın yalnızca ekonomik alana
dayanmadığını, kültürel unsurlarında da önemli rol
oynadığını ifade eder. Gramsci’nin yazına kazandırdığı en
önemli kavram Hegomanya’dır. Gramsci’ye göre hegomanya,
devletin ve yönetici sınıfın, sivil toplum içinde
inançları düzenleme yetkisidir12.
2.1 Kültürün Endüstriyelleşmesi
Genel anlamda endüstri insana, müşteri ve çalışan
olarak eğilir. Aynı endüstriyel zihniyet, çalışanlara
“akılsal örgütlenme” modeli önerir; onların sisteme uyumu
için çaba harcara. Buradan bakıldığında insanlara, hem
çalışma hayatında hem de kültür endüstrisi bağlamında
“seçme özgürlüğüne” sahip ‘bireyler’ oldukları söylense
de, kişiler, “her durumda birer nesne konumundadır.”
11 L. Althusser, Yeniden Üretim Üzerine,Çev: Işık Ergüden- Alp Tümertekin,İthaki, İstanbul 2006, s 128 12 Uzm. U. Zeynep Güven , Kültür Sosyolojisi ,1.Basım, Anadolu Üniveristesi ,Eskişehir 2011,s.60
11
İnsan kültür endüstrisince yaratılan bu tekdüzeliğe
katılıp katılmama konusunda kimi çelişkilerle de yüz yüze
kalır. Ama tekdüzeliğin çekici yapısı, insanları kendi
tarafına yaklaştırmayı genelde başarır. Tekrar eden,
birbirine benzer arzuları okşayan ve insanları tatmin
eden ürünler, müşterisini çemberin dışında konumlanmaktan
alıkoyar; dirençlerini kırar. Bir diğer deyişle tüketici
haline gelen insan “kurumlarından yakasını kurtaramadığı
eğlence endüstrisinin ideolojisine dönüşür. Bu bağlamda
kültür endüstrisinin kotardığı “sanat ürünü”yle de, sanat
“metalaşır ve pazarlanabilir bir şekle gelir.”
Böylesine bir ortamda, tüm ürünlerin pazarlanıp
tüketiciye sunulmasının en önemli yolu (bir süre sonra
kendisi de sanata dönüşen) reklamdır. Adorno’nun
deyişiyle reklam, “kültür endüstrisinin yaşam iksiridir
ve reklamın arkasında, sistemin egemenliği
gizlenmektedir; reklam damgası taşımayan her şeye
ekonomik açıdan su götürür diye bakılmaktadır”
Adorno, reklamın kültür endüstrisindeki zaferini
“tüketicinin sahte olduğu halde, bastırılması zor bir
istekle ‘kültür’ metalarını alma ve kullanmaya devam
etmesi” biçiminde açımlar. Sonuçta kültür endüstrisi,
çemberini tamamlamış ve nesnelerinin (müşterilerinin)
kalbini fethetmeyi başarmıştır. Adorno 1963’te
yayımladığı “Kültür Endüstrisine Genel Bakış” adlı
12
makalesinde, “Kültür Endüstrisi” çalışmasına ve buradaki
belirlemelere bir kez daha eğilir.
Adorno’ya göre adı geçen endüstrinin yeni diye sunduğu
şey, hep aynı olanın kılığının değiştirilmesinden
ibarettir: “değişikliğin her yerde gizlediği, kültür
üzerinde egemen olduğu günden beri değişmeden kalan kâr
güdüsü gibi bir iskelettir.
Kültür endüstrisinin başat etkinliği, kişiye sahte
bireysellik sunmasıdır. Ürünler, bir kaçışın yarattığı
sığınaktır; ancak bu, bir kaçıştan öte adeta kümelenmeyi
ortaya çıkarır. Adorno için kültür endüstrisinin
fizyolojisini “verimliliği arttırma, fotoğrafik sertlik
ve netlik karışımı; diğer yanda bireyci tortular,
hazırlanmış ve rasyonel eğilimli romantizmin ruh hali
oluşturur.
Adorno için tüm bunların insanları götürdüğü en önemli
sonuç, koşulsuz ve bilinçten yoksun “uyumdur”.
Kültür endüstrisinde bilincin yerini uyumlu olma hali
alır. Zaten dirençten/direnç gösterme ediminden
uzaklaştıran yapısıyla kültür endüstrisinin, insanı
ulaştıracağı farklı bir durak da söz konusu değildir: Bu
durağın en arı ifadesi, “ben zayıflığın teşvik edilmesi
ve sömürülmesidir.” Az önce belirtilen bilinç gerilmesi
veya yoksunluğu da, bu şekilde ortaya çıkmaktadır.
13
Ortaya attığı kültür endüstrisi kavramı ve onun
biçimlendirici/birörnekleştirici, yöneten-yönlendiren ve
ürünlerini pazarlayan yapısı dikkate alındığında, Adorno
kültür konusunda hassas davranır. Ona göre “kültüre özgü
olan, yaşamın çıplak zorunluluklarından bağımsız
olandır.” Adorno için kültürün “dokunulmaz
irrasyonelliğini en açık biçimde dışavurduğu yer,
yönetimin kültürel olana yabancılaşmasıdır; kültür en
fazla, onun hakkında en az deneyimi olanlara irrasyonel
görünür.”
19. yüzyıldan başlayarak (yararlı-yararsız ayrımından
hareketle) kültürün gerçek yaratıcılarının, yönetenler
tarafından çoğunlukla hoş karşılanmaması veya en azından
yöneticilerle tam bir uyum içinde bulunmayışı da gözden
kaçmamalıdır. Adorno bu noktada, yönetimin kültürü
biçimlendirişiyle bağlantılı olarak Nazileri örnek
gösterir. Onların “özerkliği, bilinçliliği,
kendiliğindenliği ve eleştirelliği yok edip” bunlar
yerine “biçimlendiriciliği, güçsüz topluluğu ve uyumu”
koyduğunu vurgular. Adorno yönetimlerin “doğru kavrama”
başlığı altında, “öznenin boyun eğmesi ve körü körüne
itaat etmesinin yolunun açıldığını” belirtir. Yönetimin
eskiden beri varolan hastalığı, kültür yönetiminde bir
kez daha nükseder. Adorno’nun deyişiyle bu, kültürün
“kitleleri işleme, propaganda ve turizm aracına
dönüştürülmesidir.”
14
Kültürü kültür kılan, insana özgü varoluş koşullarının
kişilere aktarılmasıdır, bunun eksik kalması kültürün kök
salamamasına; bir anlamda kültürlenmenin
gerçekleşememesine neden olur. Adorno, bu belirlemelerin
ardından, bir kültür politikasının nasıl olması gerektiği
üzerine ipuçlarını da verir: “Eleştirel düşünceyi
dışlamayan ve yönetim organının bir işlevi olmakla
kalmayan bir kültür politikasıdır bu.” Böylesine bir
politika, kültürün tüketim nesnesi haline getirilmesine
ve insanların baskı altına alınmasına engel olacak
niteliktedir13.
13 Çağan Dikenelli, ADORNO Kültürün Endüstriyeleşmesi, cagandikenelli.blogspot.com,2008, 2014
15
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ
3.1 Kitlelerin Aldatılışı Olarak Aydınlanma
Nesnel dine yönelik desteğin yitip gitmesinin, kapitalizm
öncesine ait son kalıntıların dağılmasının, tekniğin,
toplumsal ayrımlaşmanın ve uzmanlaşmacılığın kültürel bir
karmaşaya yol açtığı yönündeki iddia her gün
yalanlanmaktadır. Günümüzde kültür her şeye benzerlik
bulaştırır14. Televizyon programları, diziler, sinema
filmleri, radyo programları, cadde ve sokaklardaki reklam
panoları, gazete ve dergiler, herkesin evine hatta;
günümüzde hepimizin cebine kadar giren internet topyekün
bir haraketle kültür endüstrisinin enstürümanları
durumundadır. Karşıt fikirlerdeki gazetecilerin aynı
patrona ait olan iki farklı gazetede köşe yazıları
yazması, aynı menşeili gıda firmalarının ülkemizde farklı
müşteri portföylerine hizmet etmesi gibi örnekler kültür14 Adorno, Kültür Endüstrisi Kültür Yönetimi , 8. Basım, İletişim, İstanbul 2013, s.47
16
endüstrisinin amaçlarını daha da açıklar niteliktedir.
Siyasal karşıtlıkların estetik ifadeleri bile bu çelikten
ritme hevesle uymakta birleşir. Her yerde boy gösteren
göz alıcı devasa yapılar, devletleri kapsayan ortak
amaçlı grupların eksiksiz planlılığını gtemsil
etmektedir.Betondan kent merkezlerinin çevresindeki eski
evler şimdiden birer gecekondu gibi görünür; kentin dış
semtlerinde “bongalov” tipi yeni evlerse, tıpkı
uluslararası fuarlarda görülen hafif konstrüksiyonlar
gibi, teknik ilerlemeye övgüde bulunup,birer konserve
kutusuymuşçasına kullanılıp atılmak için yapıldıları
izlenimini uyandırırlar. Bireyin hijyenik dairelerde
sözde bağımsız bir hayat sürmesini sağlaması gereken
şehir planlama projeleriyse, onu totoliter sermaye
iktidarının, yani hasmının boyunduruğu altına iyice
sokar. Tekel koşullarında tüm kitle kültürü kendi içinde
özdeştir ve bu kültürün iskeleti, yani tekel tarafından
imal edilen kavramsal ana hatları belirlemeye
başlamaktadır. Dümenin başındakiler, tekelin varlığını
ört bas etmek konusunda artık kaygı duymamaktadır; öyle
ki varlığı itiraf edilirken ne kadar arsız olunursa o
kadar gücü artar. Sinema ve radyo günümüzde kendilerini
sanatmış gibi göstermek zorunda değildir. Herhangi bir
işten farklı olmadıkları hakikatini, bilerek ürettikleri
zırvaları meşrulaştıran bir ideoloji olarak kullanırlar.
17
Çıkar çevreleri. Kültür endüstrisini teknolojik
terimlerle açıklamayı sever. Onlara göre, milyonlarca
insanın işin içinde olması çoğaltma yöntemlerine
başvurulmasını zorunlu kılarken, bu yöntemler aynı
gereksinimlerin sayısız yerde standart ürünlerle
giderilmesini kaçınılmaz hale getirmektedir. Üretim
merkezlerinin az sayıda olması ile, alımlama noktalaranın
dağınıklığı ve çokluğu arasındaki teknik karşıtlık, yetki
sahiplerinin örgütlenmesini ve planlamasını gerektirir.
Gerçekten de hem manüplasyonun hem de geçmişteki ve
gelecekteki gereksinimlerin yarattığı döngü içinde
sistemin birliği giderek pekişir15.
Kültür endüstrisini oluşturan, yayan ve güçlendiren
kitle iletişim araçlarının kitleler üzerindeki “ Halk
bunu istiyor” söylemleri içerisinde, sanki halkın kitle
iletişim araçları üzerinde söz sahibiymişçesine yapmakta
olduğu ve bu yönde ideolojik egemenlik kurduğu yönünde
eleştiriler bulunmaktadır. Medya kuruluşlarının, halka
istediği ürünleri verdiği ve demokratik bir yapı
taşıdığını, ayrıca demokrasinin aracı olduğunu
savunanlar, medyanın demokratik olduğu iddiasının, sadece
ideolojik bir aldatmaca olduğu ifade edilir16.
Birey,doğumundan ölümüne kadar geçirdiği toplumsallaşma
15 Adorno, Kültür Endüstrisi Kültür Yönetimi , 8. Basım, İletişim, İstanbul 2013, s.4916 Abdurrahman Çelik,Kültür Endüstrisi Üç Yanlış Bir Doğru , 2. Basım, Literatür, İstanbul 2012, s.117
18
sürecinde neye maruz kalırsa ve kendisi için hangi ölçü
“iyi”, “doğru”, ya da “güzel” kabul edilir ve sunulursa,
onu tercih etme eğiliminde davranış sergiler. Bu açıdan
bakıldığında “halk bunu istiyor” diye savunduğu ürünler,
aslında kitle iletişim araçlarının halka alıştırdığı ve
zevk olarak ürettiği sunulardır17.
3.2. 21. Yüzyıl’da Kültür Endüstrisi
Emperyalizmin, 20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren
yerini Kültür emperyalizmine bıraktığını görmekteyiz.
Sömürgeci devletler, silah zoruyla işgal ettikleri ülke
halklarının kültürlerini tahrip etmekte, kendi
kültürlerini sömürdükleri bu ülkelere empoze
etmektedirler. Sonuçta sömürgeci devlet, sömürülen ülkeyi
terk ettiğinde dahi arkasında kendi değerlerini
barındıran kültürel öğeler devam etmektedir. Günümüzde
silah zoruyla işgallerin ve kültür sömürülerinin varlığı
devam etmesine karşın, bundan daha tehlikeli olan
emperyalizm, gönüllü olarak 1tüketilen kültür
endüstrisinin ürünleri aracılığı ile olmaktadır.Çünkü
bilinç ticareti yapan bu endüstri, eğlendirdiğini iddia
ettikleri kitlelere belli görüş ve ideolojileri
aşılamaktadır. Amerika’nın kurtarıcılığı, Hristiyan
inançları, Türk toplum yapısıyla uyuşmayan ünlem, hitap
ve konuşma tarzları gibi yavaş yavaş kültürümüze sinen
17 Adorno, Kültür Endüstrisi Kültür Yönetimi , 8. Basım, İletişim, İstanbul 2013, s.80-81
19
öğeler, fiziksel şiddetle yapılmadığı için, toplumsal
değer ve yargıların yitirilmesine yol açmaktadır.
Gelişmiş ülkelerin böylece farklı egemenlik yöntemlerini
araştırmalarına gerek kalmamaktadır18.
Topluma sonu gelmeyen gösteri sunumunda buluna medya,
kolektif zihinde olgu ve olayların nedensellik
ilişkilerinden kopmasına yol açmaktadır. Bu durumda
sisteme yönelik sorgulamaların üretilmesi
olanaksızlaşmaya ve toplumun kendi değerlerine
yabancılaşmasına neden olmaktadır. Eleştirellikten uzak
ve apolitik bir toplum üreten kültür endüstrisinde
toplumsal sistem, adeta eleştirel bir akla sahip ve
zengin içerik beklentisi içerisine girebilecek bir
toplumun oluşmasını engellenmesini üzerine
temellendirilmiştir. Siyasal, sosyal, ekonomik ve
kültürel dinamikler toplumu eğlenceye iterken
eleştirellikten uzaklaştırmaktadır19.
Nasıl ki gelişmiş ülkeler sattıkları ürünlerle kendi
meşruluklarını ve egemenliklerini pekiştiriyorlarsa,
hayatımız ve dünyayı algılamamız için bu kadar kilit
noktada bulunan kitlr iletişim araçları da enformasyon
devrimi nitelemesiyle, kitleleri bir bilgi çağında
18 Ayşegül Bilsin, Kültür Endüstrisi Olgusunun Özel Bir Görünümü Olarak Günümüz Türk Toplumunda Eğlencenin İdeolojik Temellendirilmesi, Ankara Gazi Üniversitesi,SBEYK, ABD Yüksek Lisans Tezi 2007 ,s.18819 Zeynep Karahan Uslu, Yazılı ve Görsel Medyada Magazinleşmenin Tarihsel ve Sosyolojik Dinamikleri, İletişim Dergisi, Ankara Gazi Ü. Basımevi, Sayı :12, Kış 2002, s.16-17
20
yaşadığımıza ve bu araçlar aracılığıyla dünyada olan
biten herşeyi öğrendiğimize inandırmaya çalışmakta,
böylece kendi egemenliğini ve vazgeçilmezliğini
kurmaya/sağlamlaştırmaya uğraşmaktadır. Bu açıdan ‘’
Kitle haberleşme araçlarının bizi bir dünyadan haberdar
ettikleri doğru; ama bu dünya, bizim yaşadığımız dünya
değil, haberdar olduğumuz bir dünya.”20 Enformasyon çağı,
enformasyon devrimi gibi nitelemeleri aslında bir
yanılsamadan ibarettir. Büyük medya kuruluşlarının ve dev
haber alma ajanslarının Batılı ülkelerin elinde olması,
olayların aktarılmasında bir manipülasyonu ve
yönlendirmeyi beraberinde getirir.
Bu ülkeler kendi çıkarları ve dünyaya bakış açılarıyla
yorumladıkları dünyayı, yine kendi anlam kalıpları
çerçevesinde dünyaya bilgi olarak satarlar. Bu durum,
kendimizi dahi onların gözüyle görmemize,
eleştirilerimizi onların açısından yapmamıza yol açar ki,
bundan güzel ideolojik bir araç bulunamaz21.
3.3 Kültür Endüstrisinin Kamusal Alan Davranışları
Kültür endüstrisinin her şeyi imaj haline getirdiği
günümüz toplumlarında, imaj, pazarlık payını ve pazarda
gücünü arttıran her şeyi oluştururken, kitleler,20 Nabi Avcı, Kitle Kültürü Enformatik Cehalet Rehber Yayıncılık 1990, s.98 21 Abdurrahman Çelik,Kültür Endüstrisi Üç Yanlış Bir Doğru , 2. Basım, Literatür, İstanbul 2012, s.118
21
kendilerine sunulan imajı gerçek olarak algılamaya
başlarlar. Bu da giyinme, konuşma, beden dilini öğrenme
sayesinde imaj pazarlayanların kitle üzerinde egemenlik
kurmalarını; kitle tarafından önemsenip, yaptıklarının ya
da söylediklerinin gerçek sanılmasını sağladıkları
kişiler yolula kitleleri yönlendirme imkanı elde ederler.
Ayrıca varolan düşünce ya da yargıları, gene imajlar
yoluyla değiştirebilme imkanı günümüz koşullarında
kendini göstermektedir.
Seçkin kültürü oluşturan normlar, kurumlar, ve davranış
biçimleri, yığınlara empoze edildiğinde bir temelsizlik
ortaya çıkar. Çünkü yığınların yaşama biçimi ve yaşam
ürünleri elit kültürünkinden farklıdır. Ayrıca birikmiş
yaşam bilgisinin yeniden üretilmesi de empoze edilen
bilgiyle olanaklı kılınamaz22.Bu nedenle farklı değer,
anlayış ve yaşam tarzlarının kitlelere aktarılması,
kitlelerde psikolojik ve kültürel dengesizliklere yol
açmaktadır. Kendine gösterilen ama uygulanabilmesi
maddeten ve kültürel olarak imkansızlıklarla dolu olan
iki kültürel yapı arasında kalmak, ne ondan ne de
diğerinde olup, birisine aitmiş gibi davranmamak, kitle
içinde bireyin yaşayabileceği büyük bir bunalıma işaret
eder23.22 Atilla Doğan, Kitle Kültürü Karşısında Seçkin Kültür ve Türkiye’deki Durumu, Anadolu Ü. Yayın No: 386 Açıköğretim Fak. Yayın No: 149 Eskişehir s.109- 120 23 Abdurrahman Çelik,Kültür Endüstrisi Üç Yanlış Bir Doğru , 2. Basım, Literatür, İstanbul 2012, s.119
22
Seçkinlerin kendi kültürel referans ve çevrelerinde
seçmiş ve belirlemiş oldukları eğlence şekilleri, kitle
tarafından taklit edilmeye başlayınca, seçkinler
kendilerine yeni eğlence şekilleri ararlar. Böylece
kitle, özendikleri seçkinlerin eğlencesini yozlaştırarak
ucuza tüketmektedirler. Zaten seçkinlerin eğlence
mekanları da, kitlenin ulaşımının zor olduğu semtlere
yapılmaktadır. Ulaşıma çözüm getirme ihtimaline karşı,
kapıda güvenliğin kıyafetine, tanınmışlığına,gözlerindeki
sefalete göre seçim yaptığı bir engelleme konulur. Ayrıca
parmak iziyle veya parolayla içeri girilebilen kulüpler
de, seçkin kültürün kendini kitleden soyutlama
yöntemlerindendir. Kitlelere empoze edilmeye çalışılan
seçkin kültürün yapısal özelliklerine baktığımızda,
aradaki çelişkinin boyutu ortaya çıkabilir. Bu şekilde
seçkin kültürün eğlencelerinden mahrum edilen kitleye,
kültür endüstrisi üreticileri yeni eğlence şekilleri
belirler. Seçkinler gibi eğlenecekleri yanılsamasını
veren bu yöntemlerle, kitlelere içinde kendilerini
kaybedecekleri ve realiteden kopacakları fantazyalar
üretilir. Görüldüğü gibi kitle toplumunda yalnız
kalmamak, çoğunluğun kararına katılmakla mümkündür.Bunun
yolu ise kitleye dahil olarak sorumluluğun o ağır
yükünden kurtulmak ve özgürlükten feragatle gerçekleşir.
Böylece birey, yalnızlıktan kurtulduğunu düşünürken,
23
aslında iç dünyasını, özgürlüğünü kendi kararları ve
istekleri doğrultusunda yaşama hürriyetini, hatta
manipülasyondan uzak eğlenebilme hakkını bile kültür
endüstrisinin çarklarına bırakmaktadır. Bunun sonucunda
demokratik olduğunu sayıca iddia eden ve tahakkümünü bu
şekilde maskeleyen kültür endüstrisi, yalnızlaşan,
kararsızca ortada dolaşan ve büyük bir güç içinde
eriyerek kendini bırakan bireylerin imdadına koşmakta,
onları fantazyalar aracılığıyla sarmaktadır. Bu bireyler
düşünmekten, eleştirmekten ve tercih etme yeteneklerinden
yoksunlaşarak, sedece bir vatandaşlık numarasına
indirgenir24
Görüldüğü gibi kültür, insanın bilinçli müdahelesiyle
emek harcayarak ve amacına uygun araç kullanarak
oluşturduğu, toplumsallaşma süreciyle nesilden nesile
aktarılan, toplumda egemenlik ve mücadele ilişkilerini
bünyesinde barındıran davranış kalıpları, kurumlar ve
değer yargılarıdır25 Kültür bütüncül bir yapı arz
etmesine karşın bazı kültür tiplerini bünyesinde taşır.
Bu durum teknolojik gelişmelere bağlı olarak üretim
süreçlerinin karmaşıklaşmasından ve yaşam biçimlerini de
farklılaştırmasından kaynaklanır26.
24 Abdurrahman Çelik,Kültür Endüstrisi Üç Yanlış Bir Doğru , 2. Basım, Literatür, İstanbul 2012, s.120
25 Max Horkheimer, Geleneksel ve Eleştirel Kuram, Çev. Mustafa Tüzel, Yapı Kredi Yayınları İstanbul 2005, s.22226 Ayşe Kalay , Türkiye’de Video ve Kitle Kültürü İlişkisi ,İletişim Yayınları, İstanbul 1995, s.7
24
3.4 Kültür Endüstrisi ve Sanat
Sosyolog Jean Baudrillard (1929-2007) tüketimin sembol
ve göstergelere dayalı olduğunu, anlamın bu sembol ve
göstergeler sisteminde oluştuğunu, satın alınan malların
bir kimlik duygusu yarattığını savunur. Benzer şekilde
Judith Williamason da pek çok insanın bilinçli olarak
seçtiği anlamın, ürettiklerinden çok tükettikleriyle
oluştuğunu söyler. Modern tüketimin giderek artan bir
şekilde, gereksinim kadar arzuya dayalı hale gelmesi
tüketim olgusunun modern toplumların analizi için gerekli
verileri sunduğu görüşünü kuvvetlendirir27. Nitekim sanat
ürünü bir parçası olduğu tüketimin, büyüyen öneminden,
genişleyen kapsamından etkilenerek, sermaye ve meta
işlevini pekiştirmiştir. Sanat ürününün üretiminin
giderek artan bir şekilde endüstriyel ilişkilerle
belirlenmesi ve bunun bir uzantısı olarak alılmayıcıların
daha çok tüketiciye özgü eğilimler göstermesi, sanat
ürünlerininde endüstriyel üretim ve tüketim bağlamında
ele alınmasını gerektirmektedir. Bunun da ötesinde
endüstrinin kullandığı kitle iletişim araçları, sanat
ürününün alımlanması sürecini de değiştirmekte;
gönderici, alıcı ve mesajı içeren bir süreç haline
gelmektedir. Özellikle mesajların anlamlarının
belirlenmesinde alıcının özerkliği tartışma konusudur.
Buna göre sanat ürününün anlamlarının oluşmasında alıcı
27 Robert Bocock, Tüketim, Çev: İ. Kutluk, Dost Kitabevi, Ankara 2009
25
merkezde bulunmaz. Aksine alıcı, gönderici ve kullanılan
kitle iletişim aracının niteliğiyle oluşturulan
halihazırdaki anlamı kavramaya ve benimsemeye
eğilimlidir. Buradan hareketle, alıcının bazı
niteliklerinin, yani eğitim seviyesi ve sosyal statüsünün
öngörülen ve bazen de empoze edilmek istenenin dışındaki
anlama ulaşmasında etkili olduğu yorumu yapılır. Böylece
daha az sayıda olan eğitimli seçkinlerin anlamlandırma
bakımından kitleye göre daha özgür olduğu düşünülür28.
Sanat ürününün endüstriyle birleşmiş bu biçimi en büyük
eleştriyi Kültür endüstrisi kavramıyla Adorno ve
Horkheimer’den alır. Adorno ilk kez Aydınlanmanın
Diyalektiği eserinde kullandığı bu kavramın, hiçbir
şekilde kitlenin üretimiyle ilgili olmadığının altını
çizer29. Başka bir deyişle kültür endüstrisi kavramı,
kitle tarafından değil, endüstri tarafından üretilen
ürünleri karşılamaktadır. Böylece kavram, kitlenin
üretimde edilgen, tüketimde etken olmasına ve değerlerin
endüstriyel kıstaslarla belirlenmesine vurgu yapar.
Günümüzde sanatın bütün dallarının, aynı zamanda kendine
özgü bir endüstriye işaret ettiği açıktır. Galeriler,
tiyatro toplulukları, kayıt firmaları ve menejerleri
yaratıcıyla alılmayıcı arasındaki aracılar mıdır, yoksa
28 PhilipSmith, Kültürel Kuram, Çev: S. Güzelsan- İ Gündoğdu , Babil Yayınları , İstanbul 2007, s.230 29 Adorno, Kültür Endüstrisi Kültür Yönetimi , İletişim, İstanbul 2008 s.76
26
alılmayıcının üstünde, belirleyici, kural koyucu ve
yönlendirici güçler midir ?
Öncelikle endüstrinin, ortak ihtiyaçlar sonucunda
ortaya çıktığı ve bu ihtiyaçları seri üretimle
karşıladığı belirtilmelidir. Peki, sanatla ilgili
endüstriyel organizasyonlar hangi ihitiyacı
karşılamaktadır? Bu sorunun kapsamından, ürünün
oluşumunda ihtiyaç duyulan endüstrilerleri, örneğin çalgı
yapımı endüstrilerini ya da boya endüstrisini çıkarmak
gerekir. Üzerinde durulması gereken esas nokta,
endüstriyel organizasyonların tüketici konumundaki
bireylerin hangi ihiyacını karşıladığıdır. Adorno için bu
ihtiyaç, mekanikleşmiş emek süreciyle baş edebilmek ve
ondan kaçmak isteyen kişilerin aradığı
eğlencedir30.Adorno’ya göre sanat, hem içinde bulunduğu
toplumsal duruma ilişkin bir eleştri olanağını hem de bir
başka dünya özlemini içinde barındırır. Oysa kültür
endüstrisi, sanatın bu olumlu işlevini siler. Ne yüksek
sanatın varlığını, ne halk sanatının içinde taşıdığı
isyancı direniş olanağını barındıran ticari bir ürün
ortaya koyar. Kültür endüstrisi, gerçek bir kültür değil,
metâlaşmış, sözde bir kültür üretir. Bu noktada bile
kültürün amacı, en geniş kârı getirecek, pazara yönelik
ürünleri ortaya koymaktadır. Pazara yönelik bu tavır
sanat ürününün kaderi üzerinde belirleyici bir rol oynar.
30Öğr. Gör. Elif Damla Yavuz, Kültür Sosyolojisi ,1.Basım, Anadolu Üniveristesi ,Eskişehir 2011,s.167
27
Her ne kadar üretim, toplumun ihtiyaçları doğrultusunda
gerçekleştirilmekteymiş gibi görünmekteyse de aslında,
toplumda sahte ihtiyaçlar oluşturulmaktadır. Bu sahte
arz-talep döngüsü içinde sıkışmış konumdaki sanatçının,
vereceği sanat ürünü de beklentileri karşılamaya
yönelmiş, standartlaşmış ve öznellikten uzaklaşmıştır31.
3.4.1 Adorno Rehberliğinde Müzik’de Standartlaşma
Adorno’nun kitle kültürü ürünlerinin standartlaşmasına
ilişkin temel örneğini, kullanılan müzikal altyapı,
çalgılar, şarkı söyleme biçimi, hatta şarkı sözleri ve
görsel imaj ( kıyafetler, video klipler vs.) açısından,
birbirinden çok az farklılık gösteren popüler müzik
oluşturur. Adorno 1941 yılında yayımlanan “Popüler Müzik
Üzerine” adlı makalesinde üç tespitte bulunur: İlki,
popüler müziğin standartlaşmış olduğudur: Her ayrıntının
bir bütünlük kurgusuna hizmet ettiği bir senfonik eserden
farklı olarak, popüler müzik parçalarının mekanik yapısı,
bir parçada kullanılan bir ayrıntının kolaylıkla bir
diğerine uyabilmesini sağlar. Bu standartlaşma,
dinleyiciyi tepkileştirmeye yönelik bir uygulamadır. Oysa
dinleyici, bunun farkına varmaksızın, kendi bireysel
tercihlerini yaptığına inanır. Adorno’nun ikinci
saptaması, sürekli tekrar öğesini kullanan popüler
müziğin, dinleyiciyi pasif bir konuma iterek
31 Arş. Gör. Evrim H. Öğüt, Kültür Sosyolojisi ,1.Basım, Anadolu Üniveristesi ,Eskişehir 2011,s.150
28
yaratıcılıktan uzaklaştırması, farklı bir dünya
tahayyülünü olanaksız kılmasıdır. Bu açıdan popüler
müzik, yukarıda da bahsedildiği gibi, gündelik çalışma
temposundan sahte bir kaçışa hizmet eder. Adorno, üçüncü
olarak da, popüler müziğin sosyo-psikolojik işlevinin
müziğin tüketicilerinin, yine müzikteki tekrar ve ritim
unsurlarının etkisiyle gündelik yaşam düzenine, fiziksel
olarak uyum sağlamalarını kolaylaştırmak olduğunu ileri
sürer. Ancak; unutmamak gerekir ki belli bir tür içindeki
benzeşme, yüksek kültür içinde de karşımıza
çıkabilmektedir. Örneğin; belli bir döneme özgü klasik
müzik yapıtları, ortak müzikal öğeler taşımakta, ya da
ciddi roman kategorisindeki anlatılarda ortak temalar
göze çarpmaktadır32. Theodor Adorno'ya göre günümüz hafif
müziği; armonik yapısı 19. yüzyıl ciddi müziğinin armonik
yapısından beslenen ve yalnızca süslemede birbirinden
farklılık gösteren avam müziğidir. Ancak Adorno'nun
essentialist (özcü) yöntemine Nedim Karakayalı’nın
getirdiği bir eleştiri Adorno’nun kültürel metaların
diğer tüketim mallarından farklılığını hesaba katmamış
olmasıdır. Mesela memnun kalınan bir deterjan sorgusuz
bir şekilde rahatlıkla yeniden satın alınabilirken, bir
kültürel meta olan Tarkan albümünün satın alınması için,
hem önceki popüler Tarkan albümleriyle benzerlik
göstermesi, hem de sözde de olsa bir farklılık içermesi32 Arş. Gör. Evrim H. Öğüt, Kültür Sosyolojisi ,1.Basım, Anadolu Üniveristesi ,Eskişehir 2011,s.151
29
gerekmektedir. Yani “iyi” bir hafif müzik parçasının
büyüsü; aynı anda hem bilindik, hem de değişik olmakta
yatmaktadır33.
DÖRDÜNCÜ
BÖLÜM
21. YÜZYILDA POPÜLER KÜLTÜR VE TÜKETİM TOPLUMU
4.1 Popüler Kültür
Kitle kültürü içinde ticari amaçların gerçekleşmesiyle
ilgili olarak üretilen ve popülerleştirilen ve dinamik
bir görünüm verilen “Popüler Kültür” yaratıldı. Popülerin
en eski anlamı halka ait olandır. Fakat günümüzde bu
kavram “bir çok kişi tarafından seçilen veya sevilen”
anlamında kullanılmaktadır. Bu anlamda popüler kavramı
yönetici ekinliklerin (örneğin: müziklerin, tv
programlarının, seçimlerin, parlamenter demokrasinin,
temsil sisteminin ve tercihlere dayanan kararların) kabul
damgası oldu. Popülerin bu egemen kullanılışı yeni
alanlara taşınarak, yeni ifade biçimleri verilerek ve
toplumsal sistem içinde yeni dayanak rolü sağlanarak
devam etti. Popüler kültürün en çok ‘’ en çok tercih
33 Nedim Karakayalı, “Doğarken ölen: Hafif müzik ortamında ciddi bir proje olarak Orhan Gencebay”, 1995, Toplum ve Bilim sayı: 67, 136-154
30
edilen” bağlamında ele alınmasıyla karşımıza en yaygın en
yanlış pöpüler kültür tanımı çıkar: Popüler Kültür modern
toplumda devam eden “halkın” kültürüdür .Nasıl ki
fabrikada çalışan işçinin “bizim fabrika” dediği yer onun
değilse, onun sadece varoluş biçimini belirlediği yer
ise, popüler kültür ürünleri satın alıp kullandığı ve
“benim” dediği için, popüler kültür o sınıfa ait olamaz.
Halk olarak adlandırılan serbest kölenin yaşam tarzı onun
belirlediği, onun biçimlendirdiği ve değiştirdiği bir
yaşam tarzı değildir; o yaşam tarzı onunla vardır, onunla
yaratılandır ama onun özgür iradesinin ifadesi değildir.
Popüler kültür egemen toplumsal ve ekonomik ilişkileri
desteklerler, haklı çıkarır ve sürüp gitmesine yardımcı
olur. Kitle kültürü tekelci kapitalizmin kapitalizmin,
hem mal hem de imajlar satışını yapan, uluslarası pazarın
değişimlerine ve gereksinimlerine göre biçimlenip
değişen, önceden yapılmış, önceden kesilip biçilmiş,
paketlenmiş bir kültürü anlatır. Kapitalizmin kendi için
üretilen ve yaratılan zenginliği kendine ayırırken,
kitleleri ücretli köle olarak kullanarak “kitleler için”
yaptığı üretim ve bu üretimle gelen “ kimlik, duyma,
hissetme, yaratma, şimdisine, geçmişine ve geleceğine
bakma biçimi, kısaca yaşama yoludur.”Bu bağlam içinde
popüler kültür, pazar tarafından pazarda tüketim için “
sipariş edilen, ısmarlama” kitle kültürünün en çok
kullanılan ürünlerini, bu ürünlerin tüketilmesini ve bu
ürünleri teşvik eden düşünceleri ve duyarlılıkları
31
anlatır. Popüler metinler, kullanılmak, tüketilmek ve
fırlatılıp atılmak için üretilirler, çünkü bunlar
yalnızca anlamın ve hazzın toplumsal dolaşımdaki failleri
ve birer yoksullaştırılmış nesne olarak işlevini yerine
getirirler. Ayrıca popüler kültür, aşırı olmaya
eğilimlidir; fırça darbeleri kalın ve parlaktır. Bu
aşırılık ona “bayağı”, “molodramatik”, “apaçık”,
“yüzeysel”, ve benzeri suçlamaların yöneltilmesine
davetiye çıkarır34. Popüler kültürde, aynı zamanda,
sürekli kalıcılıkla değil, sürekli değişimle sermayenin
ve sermaye sisteminin sürdürülebilirliliği
gerçekleştirilir: Müzik alanında, popülerlik her hafta
değişen “top 40” içinde olma ve bunları dinlemedir.
Giyimde popüler olan şey mevsimlerle değişen modayla
gelen güdümlü kültürel yaşamdır. Yeme ve içmede Pepsi ve
Coca Cola; Marlboro ve Winston; Pizza Hut ve Pizza King;
McDonalds ve Burger King arasındaki özgür seçim için
tüketici kazanma mücadelesi ve bunun bireysel özgürlük,
zevk ve tercih olarak sunulmasıdır. Popüler kültür bir
“çabuk kullanım ve hızlı tüketim” kültürüdür: Bu tür
kullanım ve tüketim popülerin üretiminin ilk safhasından
son-kullanım ve atma safhasına kadar her aşamasında
vardır. Böylece kitle üretiminin kalıcılığı ve
sürekliliği garanti edilir35. Popüler olan kullanılarak
34 John Fiske, Popüler Kültürü Anlamak, Ark Yayıncılık, Ankara 1999, s.143-153 35 İrfan Erdoğan ,Popüler Kültürün Ne olduğu Üzerine, http://www.irfanerdogan.com/Eğitim Dergisi Kasım 2004
32
paketlenmiş popüleri, tüketiciler alır ve popüleri
boğazlarına, saçlarına, yüzlerine, midelerine, üstlerine,
ayaklarına “uygulayarak” malın ve bilincinin
popülerleştirilme sürecini tamamlarlar. Tüketici eğer
popülere katılmazsa veya kazara popüleri yakalayamazsa
popüler bir şekilde tedirgin edilir ve tedirgin hisseder;
huzursuzdur. Ancak popülerini eksik etmeyen tüketici
gülümseyerek hem popülerle kendini bulur hem de popüler
olanın satışına katılır. Bu satışta kendi vücudu ve kendi
ruhu en önde gelen taşıyıcıdır. Popüler siyasal, ekonomik
ve kültürel pazarda emeğiyle üretime ve dağıtıma katılan
ve bölüşümden ona verilenle serbest köleliği garantilenen
insan, popüler olmayan kendine kendi olarak bakmaktan
korkar; kendini kendinden çalan popülerlere kurtarıcı
olarak sarılıp kimliğini ve kendini bulup rahatlar: Bu
yolla kendinin sandığı “önemli kendi” olur insan. Bunu
her gün sürekli yapmak zorundadır36.
Fiske, Popüler kültürün gündelik yaşam ile kültür
endüstrilerinin arasındaki ortak kesimde oluştuğunu, halk
tarafından oluşturulduğunu ve halka dayatılamayacağını ve
yukarıdan değil içeriden doğacağını ifade ederek popüler
kültürü, sistemin verdikleriyle idare etme sanatı olarak
tanımlamaktadır. Gramsci’nin yaklaşımı ise, popüler
kültüre olumsuz yaklaşan “Frankfurt Okulu” ile popüler
kültüre olumlu yaklaşan “Kültürelciliği” birleştirmiştir.
36 İrfan Erdoğan ,Popüler Kültürün Ne olduğu Üzerine, http://www.irfanerdogan.com/Eğitim Dergisi Kasım 2004
33
Buna göre popüler kültür Ne yapısalcı ekolün gördüğü gibi
ne halkın kültürel defarmasyonu ne de kültürelcilerin
gördüğü gibi kendini doğrulama, kendini yapma olarak
görülür. Popüler kültür, karşıt baskılar ve eğilimler
tarafından biçimlenen “ güç alanı” ilişkileri olarak
nitelenir. Gramsci kapitalizm içindeki mücadelenin
egemenlikten çok hegomoni için mücadele olduğunu ileri
sürer. Ona göre burjuvazi, burjuva ideolojisinin karşıt
sınıfın kültürleri ve değerleri içinde bulduğu yer
ölçüsünde hegomoni kurabilir. Burjuva egemenliği, işçi
sınıfının kültürünü değiştirerek veya onu yok ederek
değil; işçi sınıfının burjuva kültürü ile birlik
olmasıyla güvence altına alınabilir. Böylece hem burjuva
hem de işçi sınıfı kültürleri tamamiyle birbirine karşıt
iki grup olarak düşünülmez. Yani popüler kültür, ne
egemen ideolojiyle çatışan, empoze edilmiş kitle
kültüründen ne de karşıt kültürlerden oluşmaz. Popüler
kültür iki sınıf arasında pazarlık sahasıdır. Bu sahada
egemen ve alttaki karşıt kültürel, ideolojik değerler ve
elemanlar farklı karışımlar içinde bulunurlar. Bir
kültürel pratik kendi politikasını sanki alnına yazılmış
gibi kendisi taşıyamayıp, o pratiğin siyasal fonksiyonu,
belli bir ortamda diğer pratiklerle anlamlandırılması
sonucu olarak içinde yazıldığı toplumsal ve ideolojik
34
ilişkilere bağlıdır. Kültürel pratiklerin siyasal ve
ideolojik eklemleri sabit değil, değişkendir37.
Popüler kültürle ilgili tanımlamaları dikkate alarak,
popüler kültürü daha iyi anlayabilmek için örneklerimizi
çoğaltmamız kaçınılmazdır. Bir futbol maçını
arkadaşlarıyla beraber özel locasında seyreden bir
işadamı popüler kültüre katılmamaktadır. Buna karşın aynı
işadamı iş kıyafetlerinden sıyrılarak kendi yerel
takımının maçını en ucuz tribünden seyrediyor ve
alkışlıyorsa popüler kültüre katılıyor demektir. Tabi ki
popüler kültüre katılabilmek için muhtemelen komşu
gençlere göre biçimlenmiş diğer toplumsal dayanışmalara
da katılıyor olması gerekir. Burada iş adamının
beğenileri ve tercihleri bireysel değil toplumsaldır.
Televizyonda yer alan ve burjuvaziyi yaşatan film ve
özellikle diziler kapitalizmin bir eleştirisi olarak
yorumlanabilir. Tabi bu dizileri ve filmleri her
seyredişte izleyicilerin popüler anlamlar ve hazlar
bulacağını iddia edemeyiz. Ancak izleyicilerin bu
dizilerin kodlarını çözmeleri, toplumda var olan
kapitalist, tüketimci cinsiyetçi, ırkçı değerlerle
dayanışmaya geçerek, haz almaları yani kendi
yaşantılarıyla ilgili özlemleri aramaları mümkündür. Bu
tür diziler izleyicilere bir anlam dağarcığı sunar.37Erdoğan Alemdar, Popüler Kültür ve İletişim, Ümit Yayınları, Ankara 1994 s.104-107 Meral Özbek, Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski, İletişim Yayınları, İstanbul 2000, s.66-69
35
Esasen bu anlam dağarcığı izleyicilerin kendi seçimlerini
kendilerinin yapabildikleri, sonra da bu seçimleri kendi
kültürlerine uydurabildikleri bir anlamlar
supermarketidir. İzleyicilerin sağlık ve mutluluk arası
ilişkilerden, ticari ilişkilerden, cinsel ilişkilerden,
mahremlerinden kendi anlamlarını üretmeye imkan sağlar.
Dolayısıyla bu filmler değişik popüler kültürlerin
oluşturulabileceği göreceli bir kaynak bankası
konumundadır38.
4.2 Tüketim Toplumu
Tüketim toplumunun ortaya çıktığı tarihsel süreç ve
mekân konusunda farklı yaklaşımlar sergilense de,
genellikle İkinci Paylaşım Savaşı sonrası ve yer olarak
da Amerika Birleşik Devletleri (ABD) gösterilmektedir.
Savaş sonrası oluşan toplumsal refah, 1929 ekonomik
bunalımını tekrarlamak için tercih edilen ve toplam
talebi arttırmayı hedefleyen Keynesyen ekonomi
politikalarının tercih edilmesi ve fordist üretim tarzı
sonucu Amerika toplumunda başlayan ve diğer Batılı
ülkelere yayılan tüketimdeki artış, tüketim
toplumu/tüketim kültürü kavramını ortaya çıkarmıştır.
Günümüz tüketim toplumlarında, tüketim ihtiyaçtan çok
prestij, farklılık, bir gruba aidiyet, kimlik ve imaj38 Hasan Hüseyin Özkan, Popüler Kültür ve Eğitim, Kastamonu Eğitim Dergisi, Mart 2006 Cilt 14 No1, s.29-38
36
edinme, sınıf atlama gibi simgesel değerler adına
yapılmaktadır. Medya içerikleri, tüketiciye metaları
kullanarak sınıf atlayacağı, yaşamının olumlu anlamda
değişeceği, bir gruba ait olacağı ya da farklı olacağı
türünden iletiler sunmakta, ürünün kendisinin tanıtımı
ise geri planda yer almakta ya da hiç yer almamaktadır.
Özellikle 1980 ve 1990’lı yılların medya ürünleri ve
reklamlarında ise, tüketiciye bir “yaşam tarzı”
sunulduğuna vurgu yapılmaktadır.
Bugünün medyasının ürünlerine genel olarak bakıldığında
tüketimi arttırıcı ve yeni tüketici kimliklerin
oluşmasına yol açan bir eğilim sergilediklerini
rahatlıkla söyleyebiliriz. Özellikle izleyicilerin
bilinçdışı arzularına seslenen medya içeriklerinde
magazinleşmiş bir söylemin hakim olduğundan söz
edilebilir. Bir yandan, su medya içerikleriyle
izlerkitleye yeni tüketim formatları sunulurken; diğer
yandan da, bu medya içerikleri doğrudan tüketime yönelik
birer ürün olarak algılanmaktadır.
Günümüz çağdaş tüketim kültürü kavramının, küreselleşme
olgusu iel yakından ilişkili olduğunun altının çizilmesi
gerekmektedir. Artık, endüstriyel ve ticari süreçler
küresel boyutta işlenmekte; maddi kültürün tüm sonuçları
ulus devletin sınırlarını aşmaktadır. Lüks tüketim
malları artık çok uzaklara ulaşabilmekte ve tüketim
küresel bir boyut kazanmaktadır. Gerçekten de, post-
37
modern toplum, geç kapitalist dönem ya da yeni tüketici
toplumu gibi kavramlarla ifade edilen zaman dilimindeki
(küreselleşme sürecini yaşayan toplumların) son dönem
medya ürünlerinde ‘yaşam tarzı’ sunumları ön plana
çıkmaktadır39. David Chaney, yaşam tarzı kavramını şöyle
tanımlamıştır: “ İnsanları birbirinden farklı kılan
davranış tarzlarıdır… Ayrıca yaşam tarzları, kültürel
yapılara bağlı olmakla birlikte her bir biçim, bir tavır
ve gruba ait bazı eşyaları, yerleri ve zamanları kullanış
şeklidir”40.
Yaşam tarzlarının, arzuların akışkanlığı bağlamında
paketlenerek topluma sunulmasında günümüz medyası merkezi
bir rol oynamaktadır. Özellikle medya dolayımıyla
sergilenen ürün formatlarında yaşanan standartlaşma,
tektipleşme, ticari birer meta haline gelme ve içerik
düzeyinin düşüklüğü türünden özellikle, tüketim kültürünü
doğrudan pekiştirmektedir. Kapitalizm ve bundan beslenen
egemen Batılı ekonomik sistem, üretilen metaları tüm
dünyada dağıtıma sokarak kendisini ayakta tutmaya
çalışmaktadır. Tüketim ve farklı yaşam tarzlarının
dolaşıma sokulduğu, “hemen şimdi ve hep daha fazla”
tüketerek yeni kimlik değerlerinin kazanılacağının
vurgulandığı bir dünayada, insanlar da bu yanılsamayı
yaşayarak yönlendirmeye açık bilinçleriyle içişnde
39 Banu Dağtaş- Erdal Dağtaş, Medya Tüketim Kültürü ve Yaşam Tarzları, ÜtopyaYayınevi , 1.Basım, Ankara 2009, s.7-8 40 David Chaney, Yaşam Tarzları, Dost Kitabevi, Ankara 1999, s.14-15
38
yaşadıkları dünyaya bir yerinden tutunmaya
çalışmaktadırlar. Kuşkusuz, kapitalizmin bu noktada
tüketim ve tükettirmeye yönelik iki temel ayrıcalığı
belirginlik kazanmaktadır: Birincisi, ekonomik açıdan
kârlarını en çoklaştırma; ikincisi ise, idelojik düzlemin
garantiye alınmasıdır. Bu yüzden, içinde yaşadığımız
dönemdeki kapitalizmiçin kimlik değerlerinin yeniden
üretimine ilişkin gerçekleştirilen tüketim, yatırıma
dayalı üretimden daha çok önemlidir. Bu anlamda, tüketim,
kapitalizmin kültürel hegemonyasının yeniden üretimi için
vazgeçilmez önemdedir. Çünkü kapitalist Batı, 1970’lerde
fazla arzdan kaynaklanan krizini aşabilmek için metaları
kimlik değerleriyle birlikte pazarlayarak, gelişmiş
Batı’nın dışına da satmak istemiş ve bunda da başarılı
olmuştur. Böylece, 1980’li yıllarla birlikte Batılı
gelişmiş ülkelerde sosyal devletin korumacılığından,
Sovyetler Birliği’nde ise sosyalist toplum düzeninden
vazgeçilmesiyle birlikte; dayanışmacı, kolektivist
kimliklerden hızla uzaklaşılarak bireysel kimliklere
yaklaşılmıştır. Sonuçta, tüketim kültürü ve bu kültürün
dolaşıma soktuğu metalar, bireysel kimliklerin inşâsında
oldukça işlevsel olmuştur41.
Tamamen bireysel bir bakış açısıyla iktidarı da
muhalefeti de eleştirip dışlayan Baudrillard ise yeni
41 Banu Dağtaş- Erdal Dağtaş, Medya Tüketim Kültürü ve Yaşam Tarzları, Ütopya Yayınevi , 1.Basım, Ankara 2009, s.9-10
39
tüketim toplumunun artık asıl/kopya, gerçeklik/görünüş
gibi karşıtlıklar kurularak açıklanamayacağını, çünkü
yabancılaşılan bir insan özünün ve hakikatinin ve buna
bağlı olarak hakikati temel alan toplumsal muhalefet
biçimlerinin yok olduğunu, bir simülasyona dönüşen
gündelik hayatın gönderme yapabileceği dolaysız yaşam
biçimlerinin ortadan kalktığını iddia eder. Baudrillard’ı
sosyalist görüşten ayıran temel fark budur.
Baudrillard’ın ‘Simulakra ve Simulasyon’ isimli kitabında
bahsettiği yalnızlaşan toplumu düşündüğümüzde, bilgi
çağıyla yaratılan ‘yapay gerçeklikte’ birey, ‘virtüel
avatarı’ ile bütünleşmekte ve kimliğinden
uzaklaşmaktadır. Bu yapay gerçeklikte birey, kendi
kendisinin kölesi olmuştur. Artık tüm sistem ve düzen
değişmiştir.
Dünya düzeninin değişiyor olduğuna dair ilk sinyalleri
elbette ki medya vermiştir. Yaklaşık kırk yıl kadar önce,
Amerika’da Loud Ailesi ile 1971 yılında başlayan ilk
‘Reality Show’ programıyla artık birey televizyona değil,
televizyon onun nasıl yaşadığına bakar olmuştur.
Baudrillard, bu bağlamda, ‘Panoptik Gözetleme
Sistemi’nden, aktifle pasifin yok edildiği bir caydırma
sistemine geçildiğine değinmektedir. Model ve gerçeğin
birbirine karıştığı bu “hiper-gerçek dünya” artık bireyi
haber yapmaktadır. “Haber sizsiniz, toplumsal sizsiniz,
olay sizsiniz…” Yedi ay aralıksız sürdürülen çekimler
40
sonucunda Loud ailesinden geriye kalan ne yazık ki sadece
300 saatlik bir film olmuştur; çift boşanmış, çocuklar
ise dağılmıştır. İnsanlar eskiden boş zamanlarında bile
iş ile ilgili sorunlarını düşünürken; günümüzde özellikle
gelişmiş kapitalist toplumlarda, çalışırken bile boş
zamanlarda kendilerine sunulan olanakların hayalini kurar
olmuşlardır42. 20.yüzyılın sonlarıyla birlikte insanların
amacı, gereksinimlerini gidermenin ötesinde tüketim
yapmaktır. İnsanların kimlikleri, tüketicilik ve daha çok
tüketmek üzerine kurulmuştur. Reklamı yapılan her tüketim
malzemesi alınmasa bile, ona sahip olabilmek için
çalışılmaktadır. Buradaki güdü, gereksinim değil anlık
tatmindir. Bir başka deyişle, arzuların tatminine yönelik
geçici bir çözümdür. Tüketim gerçekleştikten sonra bu
anlık/geçici tatmin ortadan kalkıp, yeni bir tatmin
sağlamak için yeni bir tüketim yapmak, insanları bu
dönemde işliklerdeki çalışmanın amacını oluşturmaktadır.
Post-fordist dönem, eşdeyişle finans piyasalarının
küreselleştiği, tüketimin artan biçimde özel hale
geldiği, hizmet sektörünün genişlediği, farklı tüketici
gruplarına yönelik üretimin gerçekleştirildiği bir
ecredir. Bu dönemde, küresel eğitim süzgecinden geçmiş,
yüksek gelirli yeni orta sınıf şekillenmiş ve bunlar
aşırı tüketimi hedefleyen kültürün küreselleşmesini
sağlayan aktörler olmuştur.
42 Şükrü Argın, Kapitalist Toplumda işin ve işgücünün kaderi: Fordizmden post- fordizme, Birikim 41, s. 16-29
41
Bu dönemde temel gereksinim bir nesneye duyulan ihtiyaç
değil, farklılaşma ihtiyacıdır. Tüketimin, insanları
belirlediği bu toplumsal yapıda; insanlar, kendi
farklılıklarını ortaya koymak için medya tarafından
sunulan göstergeleri ve imajları tüketme yolunu
benimsemektedir. Bu bağlamda kapitalist toplumlarda boş
zamanın ekonomik ve siyasal anlamı, birbirlerini
karşılıklı olarak üreten yapı içinde ortaya çıkmaktadır
diyebiliriz. Yaratılan her toplumsal boş zaman,
ekonominin özellikle hizmet ve eğlence sektörüne be bunu
dolayımlayan kitle iletişim araçlarına yeni kazanç
alanları açmaktadır. Siyasal açıdan ise, boş zaman
süreçleri, kitleleri her türlü toplumsal sorun karşısında
kaytsızlaştırmanın, apolitikleştirmenin ve
iktidar/egemenlik süreçlerinin yaşandığı bir siyasal
davranış modelinin üretilmesi yönünde önemli ve etkin
araçlardan biri olarak görülmektedir43.
43 Banu Dağtaş- Erdal Dağtaş, Medya Tüketim Kültürü ve Yaşam Tarzları, Ütopya Yayınevi , 1.Basım, Ankara 2009, s.69-70
42
SON
UÇ
Kültür Endüstrisinin yüzyılımızda geldiği nokta;
toplumsallıktan uzak, ortak karar verebilme yeteneğini
yitirmiş, bireyselliğin kaçınılmaz sonucu olan yalnızlık
probleminin merkeze oturuduğu bir yerdir. Adorno ve
Horkheimer’in geliştirmiş olduğu “ Kültür Endüstrisi”
kavramı insanların, toplumun, devletin, sanatın, ve dâhi
duyguların metalaştırılarak bir ürün olarak
pazarlanmasını eleştirir. Kültür endüstrisi denilen
silahın her noktada insanoğluna uyguladığı baskı rejimi
günümüzde en acımasız halini almıştır. Barınma, beslenme,
eğitim, giyinme, eğlencede yüksek dozda bulunan ve sosyal
yaşamda zirve noktaya ulaşan endüstriyel duygular,
toplumun “neden bende yok? “ duygusuna en ciddi zemini
hazırlamış, insanların beyinleri ile değil de sahip
oldukları metalar ve mensup oldukları oluşumlarla
varolma savaşına girmelerine neden olmuştur. 2000’li
yıllarla beraber hayatımızın başköşesine oturan teknoloji
toplumu birbirinden koparmıştır. Günümüzde insanların yüz
yüze vakit geçirmekten çok, dijital ortamlar aracılığı
ile bir şeyler paylaşıyor olması bunun en net
göstergesidir. Teknolojinin tarihsel süreci
incelendiğinde, her yeni buluş ve gelişmenin daha evvel
üretilen teknolojiyi ve gelişmeyi gözden düşürdüğü
açıktır. Sinemanın doğuşu, başta tiyatro olmak üzere
43
sahne sanatlarını ve radyoyu, 80’li yılların gözde
endüstrisi olan video kasetler ve günümüzde varlığını
“şiddetle” sürdüren televizyon, sinemayı sekteye
uğratmıştır. Tiyatro oyunlarındaki her temsilin onu
izleyen kitleye özel bir performans olduğu gerçeği,
tiyatro seyircisinin ne kadar değerli ve şanslı
olduğunun ispatıdır. Sinema filmlerindeki performans,
anlık bir performanstır ve dünyanın her yerinde o
performans gösterilir. Büyük kitlelere ulaşarak verilmek
istenen mesajın sinema sayesinde daha kolay verilmesi
reddedilemez bir gerçektir ancak; bu sinemanın
21.yüzyılın endüstrisi olduğu gerçeğini değiştirmez.
80’li yılların gözdesi video kaset sektörü, 90’lı yıllar
ile büyüyen özel televizyonların sayesinde tarihe
karışmıştır. Sinema,video kaset ve tiyatro örneğinde
vermiş olduğumuz sürecin müzik içinde geçerli olduğunu
söyleyebiliriz. Müzik sadece sesten ibaret bir sanat
olmaktan çok onu seslendiren ya da enstürüman ile icrâ
eden sanatçının, mimik ve jestleri ile ruhumuza giren bir
sanattır. Tarihsel süreç içerisinde müzik sahneden
plaklara, oradan kaset teknolojisine, 2000 li yıllarla
compact disc’lere ve günümüzde hafıza kartlarına kadar
girmiştir. Elbette teknolojik gelişmeler bilimin ve bilim
insanlarının yoğun ve insancıl çalışmaları ile evlerimize
kadar girmiştir. Fakat onu kullanan insanoğlu kendi
hayatını ve doğasını ucuzlattığını görememiştir. Kültür
endüstrisi’nin canavarlaştığı günümüzde birey özne
44
konumundan nesne konumuna geçmiştir. Teknolojik
gelişmenin verdiği bireysellik duygusu, başka birine
ihtiyaç duymama bencilliği insanlığın birlikte hareket
edebilme kabiliyetini köreltmiştir. Adorno’nun eserlerini
kaleme aldığı yıllarda teknoloji bugünkü boyutundan çok
çok uzaklardaydı. Yine de Adorno’nun ileri görüşlü
düşünceleri, bugünkü dünya haritasına yapıştırıldığında
yaklaşmakta olan tehlikeyi nasıl fark edebildiği açıktır.
Özellikle internet sayesinde, bugün bilginin nasıl
ucuzladığını görmekteyiz. Marx bir yazısında :
“Kitaplarım, onları yazarken içtiğim tütünün parasını
bile karşılamadı” demiştir. Bugün Marx ya da başka bir
yazarın kitaplarına ulaşmamız için bilgisayar başına
geçmemiz yeterlidir. Medya ve internet üzerinden bizlere
empoze edilen yaşam biçimleri, giyim tarzları ve sözde
kültür öğeleri, sistemi yöneten kültür endüstrisi
üreticilerinin istekleridir. Son günlerde herkesin
mutlaka bir üyeliği bulunan “Sosyal Medya”, ismindeki
illüzyonun aksine toplumu, asosyalleştiren bir oluşumdur.
İnsanlar bu platformlar üzerinden haberleşip, hayatlarını
buralardan afişe etmektedirler. Dünya üzerindeki en büyük
istihbarat hareketi sosyal medya aracılığı ile ve
ilginçtir insanların gönüllü katılımı ile sağlanmıştır.
2012 verilerine göre Facebook isimli sosyal paylaşım
sitesinin 955 milyon üyesi vardır ve bu üyelerin 552
milyon gibi önemli bir kısmı her gün profillerine giriş
yapmaktadır. Günümüzde üye sayısı 1 milyarı aşan
45
Facebook, Kültür endüstrisinin önemli bir cephesi olarak
görünmektedir44. Sosyal ağları kullanan 350 kişiyle
yapılan bir ankette kişilerin, %35,4 lük bir kısmının yüz
yüze görüştüğü, %47,3’lük kısmının hiç yüz yüze
görüşmediği %7,2’lik kısmın ise bu konunun şu anda belli
olmayan bir durum içinde olduğunu belirtmişlerdir. Bu
ankete katılan kişilerin %67,4’ ü hergün internete
giremekte, %73’ü sosyal medyayı kullanmakta, sosyal
medyayı kullananların %55,2’si hergün sosyal medya
ağlarına giriş yapmaktadırlar45.
Adorno’dan bugüne değerlendirdiğimiz Kültür endüstrisi,
çağımızda Tüketim Toplumunu yaratarak zirveye ulaşmıştır.
Sahip olduğu metalar ile kişilik sahibi olmaya çalışan
birey, Kültür endüstrisinin hergün yenilediği ürün
politikası ile günden güne daha mutsuzlaşmış ve
yalnızlaşmıştır.
44 Cihan Pehlivan, Facebook’un Kaç Üyesi Var?, Shiftdelete.net, 27.07.2012, Z.T : 28.04.2014 45 Beril Akıncı Vural, Mikail Bat, Yeni Bir İletişim Ortamı Olarak Sosyal Medya, Yaşar Üniveristesi 2010
46
KAYNA
KÇA
Abdurrahman Çelik,Kültür Endüstrisi Üç Yanlış Bir Doğru , 2.
Basım, Literatür, İstanbul 2012
47
Adorno, Kültür Endüstrisi Kültür Yönetimi , 8. Basım,
İletişim, İstanbul 2013
Adorno, Kültür Endüstrisini Yeniden Düşünürken, Çev: Bülent
Doğan, Cogito Dergisi, Yaz 2003
Atilla Doğan, Kitle Kültürü Karşısında Seçkin Kültür ve
Türkiye’deki Durumu, Anadolu Ü. Yayın No: 386
Açıköğretim Fak. Yayın No: 149 Eskişehir
Ayşegül Bilsin, Kültür Endüstrisi Olgusunun Özel Bir Görünümü
Olarak Günümüz Türk Toplumunda Eğlencenin İdeolojik
Temellendirilmesi, Ankara Gazi Üniversitesi,SBEYK, ABD
Yüksek Lisans Tezi 2007
Ayşe Kalay , Türkiye’de Video ve Kitle Kültürü İlişkisi ,İletişim
Yayınları, İstanbul 1995
Banu Dağtaş- Erdal Dağtaş, Medya Tüketim Kültürü ve Yaşam
Tarzları, Ütopya Yayınevi , 1.Basım, Ankara 2009
Beril Akıncı Vural, Mikail Bat, Yeni Bir İletişim Ortamı
Olarak Sosyal Medya, Yaşar Üniveristesi 2010
Cihan Pehlivan, Facebook’un Kaç Üyesi Var?,
Shiftdelete.net, 27.07.2012, Z.T : 28.04.2014
Çağan Dikenelli, ADORNO Kültürün Endüstriyelleşmesi,
cagandikenelli.blogspot.com 2008, Z.T 27.04,2014
David Chaney, Yaşam Tarzları, Dost Kitabevi, Ankara 1999
48
Elif Damla Yavuz, Kültür Sosyolojisi ,1.Basım, Anadolu
Üniveristesi,
Eskişehir 2011
Erdoğan Alemdar, Popüler Kültür ve İletişim, Ümit Yayınları,
Ankara 1994
Ertuğrul Özkök, Sanat İletişim ve İktidar, 1.Basım, Tan
Yayınları, Ankara 1982
Evrim H. Öğüt, Kültür Sosyolojisi ,1.Basım, Anadolu
Üniveristesi ,Eskişehir 2011
Hasan Hüseyin Özkan, Popüler Kültür ve Eğitim, Kastamonu
Eğitim Dergisi, Mart 2006 Cilt 14, No :1
İrfan Erdoğan, Popüler Kültürün Ne olduğu Üzerine,
http://www.irfanerdogan.com/ Eğitim Dergisi Kasım 2004
John Fiske, Popüler Kültürü Anlamak, Ark Yayıncılık,
Ankara 1999
Louis Althusser, Yeniden Üretim Üzerine, Çev:Işık
Ergüden- Alp Tümertekin, İthaki, İstanbul 2006
Max Horkheimer, Geleneksel ve Eleştirel Kuram, Çev. Mustafa
Tüzel, Yapı Kredi Yayınları İstanbul 2005
Meral Özbek, Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski,
İletişim Yayınları, İstanbul 2000
Nabi Avcı, Kitle Kültürü Enformatik Cehalet, Rehber
Yayıncılık 1990
Nedim Karakayalı, “Doğarken ölen: Hafif müzik ortamında ciddi
bir proje olarak Orhan Gencebay”, 1995, Toplum ve
Bilim sayı: 67
49
Robert Bocock, Tüketim, Çev: İ. Kutluk, Dost Kitabevi,
Ankara 2009
Philp Slater, Frankfurt Okulu, 1.Basım, Kabalcı,
İstanbul 1998
Philip Smith, Kültürel Kuram, Çev: S. Güzelsan- İ
Gündoğdu , Babil Yayınları , İstanbul 2007
Sevim Atilla Demir , Sosyal Bilimlere Eleştirel Bir Bakış :
Frankfurt Okulu ve Pozivitizm Eleştirisi , SAÜ Fen Edebiyat
Dergisi 2009
Argın, Kapitalist Toplumda işin ve işgücünün kaderi: Fordizmden
postfordizme, Birikim 41
U. Zeynep Güven , Kültür Sosyolojisi ,1.Basım, Anadolu
Üniveristesi ,Eskişehir 2011
Zeynep Karahan Uslu, Yazılı ve Görsel Medyada
Magazinleşmenin Tarihsel ve Sosyolojik Dinamikleri, İletişim
Dergisi, Ankara Gazi Ü. Basımevi, Sayı :12, Kış
2002