El-Kand Fi Zikri Ulemai Semerkand'a Göre Türk Hakanlığı (Karahanlılar)

244
TRAKYA ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ Cilt: 5 Sayı: 9 Ocak 2015 TRAKYA UNIVERSITY JOURNAL OF THE FACULTY OF LETTERS Volume: 5 No: 9 January 2015 ISSN 1309-7660 Edirne

Transcript of El-Kand Fi Zikri Ulemai Semerkand'a Göre Türk Hakanlığı (Karahanlılar)

TTRRAAKKYYAA ÜÜNNİİVVEERRSSİİTTEESSİİ

EEDDEEBBİİYYAATT FFAAKKÜÜLLTTEESSİİ

DDEERRGGİİSSİİCilt: 5 Sayı: 9 Ocak 2015

TTRRAAKKYYAA UUNNIIVVEERRSSIITTYY

JJOOUURRNNAALL OOFF TTHHEE FFAACCUULLTTYYOOFF LLEETTTTEERRSS

Volume: 5 No: 9 January 2015

ISSN 1309-7660

Edirne

TRAKYA ÜNİVERSİTESİEDEBİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ

Cilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015

TRAKYA UNIVERSITYJOURNAL OF FACULTY OF LETTERS

Volume: 5, Number: 9, January 2015

Dergi Sahibi / OwnerTrakya Üniversitesi Rektörlüğü

Edebiyat Fakültesi AdınaProf. Dr. Ahmet GÜNŞEN

Editör / EditorDoç. Dr. Yüksel TOPALOĞLU

Dergi Yayın Kurulu / Editorial BoardBaşkan / Chairman

Prof. Dr. Ahmet GÜNŞENÜyeler / Members

Prof. Dr. Ahmet GÜNŞEN ● Prof. Dr. İlker ALP ● Prof. Dr. Ali İhsan ÖBEK ●Prof. Dr. Burçin ERDOĞU ● Doç. Dr. Ömer Soner HUNKAN ●Doç. Dr. Yüksel TOPALOĞLU ● Yrd. Doç. Dr. Bülent ATALAY

Dizgi ve Düzelti / Design and RedactionArş. Gör. Barış Berhem ACAR ● Arş. Gör. Esra Nur SÖZBİLİCİ ●

Arş. Gör. Ayşe Nur ÖZDEMİR ● Arş. Gör. Seda ÇETİN ● Arş. Gör. Polat SEL

Halkla İlişkiler / Public RelationsBurcu Karatepe

İletişim Adresi / AddressTrakya Üniversitesi Edebiyat FakültesiBalkan Yerleşkesi – Edirne / TÜRKİYE

Tel.-Belgegeçer: 284 235 95 27 / Dâhili: 1604 / 1641e-posta: [email protected]

Baskı / PublishingTrakya Üniversitesi Matbaası

Edirne Teknik Bilimler MYO Sarayiçi Yerleşkesi / Edirne

Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi Uluslararası Hakemli bir dergidir. Dergi,ASOS Index tarafından taranmaktadır. CEEOL (Central and Eastern European Online Library)tarafından ise gözetim altında tutulmaktadır.

Bu dergide yayımlanan makaleler Yayın Kurulu’nun izni olmadan aynen veya kısmenyayımlanamaz ve iktibas edilemez. Yayımlanan yazı ve makalelerin içeriği ile ilgili tümsorumluluk yazarlarına aittir.

Kapak Resmi: Tarihi Karaağaç Tren İstasyonu / Fotoğraf: Onur Öztürk

DANIŞMA KURULU

Prof. Dr. Hasan AKAY ● Fatih Sultan Mehmet ÜniversitesiProf. Dr. İlker ALP ● Trakya ÜniversitesiProf. Dr. Mehmet ALPARGU ● Sakarya ÜniversitesiProf. Dr. Nurettin ARSLAN ● Çanakkale Onsekiz Mart ÜniversitesiProf. Dr. Evangelia BALTA ● Ulusal Yunan Araştırmaları Vakfı / YunanistanProf. Dr. Tilla Deniz BAYKUZU ● Trakya ÜniversitesiProf. Dr. Engin BEKSAÇ ● Trakya ÜniversitesiProf. Dr. Smail ÇEKİÇ ● Sarajevo Üniversitesi / Bosna-HersekProf. Dr. Hayati DEVELİ ● İstanbul ÜniversitesiProf. Dr. Abdülkadir DONUK ● İstanbul ÜniversitesiProf. Dr. Recep DUYMAZ ● Edirne / TürkiyeProf. Dr. Nikolay EGOROV ● Çuvaş Sosyal Bilimler Enstitüsü, Çuvaşistan / RusyaProf. Dr. Cezmi ERASLAN ● İstanbul ÜniversitesiProf. Dr. Burçin ERDOĞU ● Trakya ÜniversitesiProf. Dr. Saadettin GÖMEÇ ● Ankara ÜniversitesiProf. Dr. Ramazan GÜLENDAM ● Çanakkale Onsekiz Mart ÜniversitesiProf. Dr. Abdullah GÜNDOĞDU ● Ankara ÜniversitesiProf. Süleyman Sırrı GÜNER ● Trakya ÜniversitesiProf. Dr. Ahmet GÜNŞEN ● Trakya ÜniversitesiProf. Dr. Mustafa S. KAÇALİN ● Marmara ÜniversitesiProf. Dr. Ahmet KANLIDERE ● Marmara ÜniversitesiProf. Dr. İrfan MORİNA● Priştine Üniversitesi / KosovaProf. Dr. Refik MUHAMMETŞİN ● İslam Üniversitesi, Kazan-Tataristan / RusyaProf. Dr. Ali İhsan ÖBEK ● Trakya ÜniversitesiProf. Dr. Azmi ÖZCAN ● Bilecik ÜniversitesiProf. Dr. Mustafa ÖZKAN ● İstanbul ÜniversitesiProf. Dr. Nevzat ÖZKAN ● Erciyes ÜniversitesiProf. Dr. Vitaliy RODİONOV ● Çuvaş Devlet Üniversitesi, Çuvaşistan / RusyaProf. Dr. İbrahim SEZGİN ● Trakya ÜniversitesiProf. Dr. Ahmet SINAV ● Sanko ÜniversitesiProf. Dr. Yaşar ŞENLER ● Namık Kemal ÜniversitesiProf. Dr. Miryana TEODİSİYEVİÇ ● Belgrad Üniversitesi / SırbistanProf. Dr. Ahmet TAŞAĞIL ● Mimar Sinan Güzel Sanatlar ÜniversitesiProf. Dr. Abdullah UÇMAN ● Mimar Sinan Güzel Sanatlar ÜniversitesiProf. Dr. Mualla UYDU YÜCEL ● İstanbul ÜniversitesiProf. Dr. İlya V. ZAYTSEV ● Rus Bilimler Akademisi Şarkiyat Enstitüsü / Rusya

BU SAYININ HAKEMLERİ

Prof. Dr. Şerif Ali BOZKAPLAN ● Dokuz Eylül ÜniversitesiProf. Dr. Alpaslan CEYLAN ● Ardahan ÜniversitesiProf. Dr. Ahmet Ali GAZEL ● Afyon Kocatepe ÜniversitesiProf. Dr. Hamza GÜNDOĞDU ● Sakarya ÜniversitesiProf. Dr. Ahmet GÜNŞEN ● Trakya ÜniversitesiProf. Dr. Taha KARACA ● Bozok ÜniversitesiProf. Dr. Murat KOÇ ● Marmara ÜniversitesiProf. Dr Kemalettin KUZUCU ● Marmara ÜniversitesiProf. Dr. İbrahim SEZGİN ● Trakya ÜniversitesiProf. Dr. Aydın USTA ● Mimar Sinan Güzel Sanatlar ÜniversitesiDoç. Dr. Nergis BİRAY ● Pamukkale ÜniversitesiDoç. Dr. Bahattin ÇELİK ● Ardahan ÜniversitesiDoç. Dr. Veli ÜNSAL ● Ahi Evran ÜniversitesiDoç. Dr. Nihat YAZILITAŞ ● Gazi ÜniversitesiDoç. Dr. Gülgün YILMAZ ● Trakya ÜniversitesiDoç. Dr. Muna YÜCEOL ÖZEZEN● Çukurova ÜniversitesiYrd. Doç. Dr. Akın BİNGÖL ● Kafkas ÜniversitesiYrd. Doç. Dr. Esat CAN ● Trakya ÜniversitesiYrd. Doç. Dr. İbrahim ÜNGÖR ● Erzincan ÜniversitesiYrd. Doç. Dr. Sefa YILDIRIM ● Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi

İÇİNDEKİLER

Ömer Soner HUNKAN

El-Kand Fî Zikri Ulemâi Semerkand’da Türk Hakanlığı (Karahanlılar)/ 1-17

Yunus ÖZGER

II. Abdülhamid Döneminde Yozgat’ın Sosyo-Ekonomik Durumu / 19-46

Nesrin GÜNAY

Yahya Kemal ve Attilâ İlhan’ın Şiirlerinde Yol ve Yolculuk Metaforları / 47-68

Oktay ÖZGÜL

Erzurum Tortum’da Önemli Bir Urartu Kalesi: Kapıkaya / 69-92

Abdurrahman DEVECİ

Selçuklu Dönemi Resim Çalışmaları / 93-111

Yavuz GÜNAŞDI

Erzincan Sırataşlar Kalesi / 113-131

Salih Koralp GÜREŞİR

İhanetin Mekânından Mücadele ve Kurtuluşun Mekânına:Nâzım Hikmet’in Kuvâ-yi Milliye Şiirlerini Coğrafya

Merkezli Okuma Denemesi / 133-143

Burcu KURT

Kar ve Buz Temininde Modernleşme ve XIX. Yüzyıl İstanbul’undaKarcı Esnafı / 145-167

Meryem ARSLAN

Türkçe ve Boşnakça İsimlerde Çokluğun Kullanımı ve Bunların TürkçeÖğretimine Etkileri / 169-187

Nezahat CEYLAN

Kuzeybatı İran’da Önemli Bir Yerleşme: Hasanlu / 189-221

Kitabiyat

Ayşe Nur ÖZDEMİR

Atâ Terzibaşı, Kerkük Şairleri, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2013, 4 Cilt,1648 s. / 223-227

CONTENTS

Ömer Soner HUNKAN

Turkic Khanate in El-Kand Fî Zikri Ulemâi Samarkand (Qarakhanıds) / 1-17

Yunus ÖZGER

Socio-Economic Situation of Yozgat During the Era of Abdulhamid II / 19-46

Nesrin GÜNAY

Road And Trip Metaphors in Poems of Yahya Kemal and Attilâ İlhan / 47-68

Oktay ÖZGÜL

An Important Urartuian Castle Kapikaya in Tortum, Erzurum / 69-92

Abrurrahman DEVECİ

Peinting Works of Seljuks Period / 93-111

Yavuz GÜNAŞDI

Erzincan Sırataşlar Castle / 113-131

Salih Koralp GÜREŞİR

From the Place of Betrayal to the Place of Struggle and Salvation: theReadings Focused on Geographic Approach to the Poems of Kuva-yi Milliye

By Nazım Hikmet / 133-143

Burcu KURT

Modernization in the Procurement of Snow and Ice and Ice Traders ofIstanbul in 19th Century / 145-167

Meryem ARSLAN

The Usage of Plural Suffix in Turkish-Bosnian Nouns and Their Effects onTurkish Language Teaching / 169-187

Nezahat CEYLAN

An Important Settlement in Northwestern İran: Hasanlu / 189-221

Kitabiyat

Ayşe Nur ÖZDEMİR

Atâ Terzibaşı, Kerkük Şairleri, İstanbul: Ötüken Publication, 2013, 4 Vol.,1648 p. / 223-227

Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 1-17

EL-KAND FÎ ZİKRİ ULEMÂİ SEMERKAND’DA TÜRK HAKANLIĞI(KARAHANLILAR)*

Ömer Soner HUNKAN**

ÖZ: el-Kand fî Zikri Ulemâi Semerkand, Türk Hakanlığı (Karahanlılar) devrinde yazılmış dinî-biyografik bir Arapça eserdir. Eserin müellifi Ebû Hafs Necmü’d-Dîn Ömer b. Muhammed en-Nesefî(1068-1142), Mâverâünnehr’in Müslüman Araplar tarafından fethinden itibaren yaşadığı döneme kadargelen Semerkand, Nesef, ve Buhârâ’da yaşamış veya bulunmuş muhaddisler ve meşhur ulemanın haltercümelerini ilm-i ricâl kapsamında alfabetik bir sıra ile ele almıştır. Eserde dini bilgilerin dışında, TürkHakanlığı’nın tarihine, idarî, askerî, sosyal yapısına dair orijinal bilgiler ihtiva eder. Dolayısı ile bumakalede, Nesefî’nin hakanlık hakkındaki kayıtları ele alınarak, analiz edilmeye çalışılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Nesefî, Semerkand, Karahanlılar, el-Kand, Mâverâünnehr

TURKIC KHANATE IN EL-KAND FÎ ZİKRİ ULEMÂİSAMARKAND (QARAKHANIDS)

ABSTRACT: al-Kand fî Zikri Ulamâi Samarkand is an Arabic religious – biographical work writtenduring the reign of the Turkic Khanate (Qarakhanids). The author of this work, Abû Hafs Nacmu’d-DînOmar b. Mohammad an-Nasafî (1068-1142) alphabetically examined the life history of renown ulema wholived or settled in Samarkand, Nasaf and Bukhara from the conquest of Transoxiana by Muslim Arabsuntil the period he lived. Apart from religious information, the work contains original data about thehistory and the social, administrative and military structure of Qarakhanids. Therefore, this article triesto examine and analyze the records of Nasafi on the khanate (Qarakahanids).

Keywords: Nasafi, Samarkand, Qarakhanids, al-Kand, Transoxiana

* Bu makale, Ekim 2012 – Ekim 2013 tarihleri arasında TÜBİTAK desteği ile Chicago Üniversitesinde‘A Survey on the Islamization Process of Turks in Central Asia (Qarakhanid’s Era 766-1212)’başlıklı projenin kaynak çalışmaları kapsamında hazırlanmış olup, desteğinden dolayı TÜBİTAK’a veçalışanlarına teşekkür ederim. Ayrıca, Chicago Üniversitesindeki himayeleri ve değerli katkıları içinProf. Cornell Fleischer ve Assoc. Prof. Hakan Karateke’ye de minnettarlığımı ifade etmek isterim.** Doç.Dr., Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü.

ÖMER SONER HUNKAN

2Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi

Cilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 1-17

GirişTarihçinin kullandığı malzemeler çalıştığı konuya özgü şartlar nedeni ile

çeşitlilik arz edebilmektedir. Mesela, Osmanlı tarihi bahsinde genel anlamdagözümüzde arşivler hemen canlanıverir. Selçuklu ve Bizans dendiğinde vakayina-meler veya kronikler öne çıkar. Kök Türkler söz konusu olduğunda bu, Orhunkitabeleri ve Çin yıllıklarıdır. Bunlar gibi Türk Hakanlığı (Karahanlılar) denildiğindeise ilk akla gelen bol miktardaki nümizmatik verilerdir. Ancak, çoğu zaman bumebzul ve belirgin kaynakların olayları izah etmede yetersiz kaldıkları durumlar olurve o zaman tarihçi başka kaynakların arayışına girer. İşte tam bu noktada TürkHakanlığı (Karahanlılar) tarihi ile meşgul olan tarihçilerin Maverâünehr’de yetişençok sayıdaki Hanefi hukukçuları ve onların eserleri üzerine yönünü çevirmesidoğaldır. Nitekim Türk Hakanlığı devrinde bu ülkenin vatandaşı bir hukukçu olaraken-Nesefî tarafından yazılmış dinî-biyografik eser el-Kand fî Zikri UlemâiSemerkand bu çerçevede önemli bir tarihi kaynak olarak ortaya çıkmaktadır.Dolayısı ile bu makalede, söz konusu eserde yer alan Türk Hakanlığı tarihine dairkayıtlar ele alınarak değerlendirilmeye çalışılacaktır.

Ebû Hafs Necmü’d-Dîn Ömer en-Nesefî’nin Hayatı ve EserleriKünyesi ile birlikte tam adı ve şeceresi Ebû Hafs Necmü’d-Dîn Ömer b.

Muhammed b. Ahmed b. İsmâil b. Muhammed b. Ali b. Lokmân en-Nesefî es-Semerkandî el-Mâturîdî’dir. 462/1068-1069 Yılında Mâverâünnehr’in önemlişehirlerinden Nesef (diğer adıyla Nahşeb1)’te doğması nedeniyle en-Nesefî, kendisiSemerkand’a yerleştiği için de ayrıca es-Semerkandî nisbeleri taşıdığıgörülmektedir.2 Nesefî’nin hayatına dair bilgiler daha çok onun eğitimi ve ilmîfaaliyetleri ile sınırlıdır. “Taʻdâdü Şüyûhi ʻOmer” adıyla yazdığı kaydedilen eserindehocası olan 550 üstattan hadis rivayet ettiği söylenir.3 Türk Hakanlığı devrinin bumümtaz şahsiyeti, kuvvetli hafıza ve keskin zekâsı ile çok sayıda hadis ezberlemişve bu nedenle kendisi “Müfti’s-Sekaleyn”, “Necmu’d-Dîn” ve “Hâfız” lakapları ilezikredilmiştir.4 Öğrencileri arasında el-Hidâye müellifi Burhânu’d-Dîn el-Merginânîgibi bölgenin önemli âlimleri vardır.5 el-Ensâb sahibi meşhur Semʻânî ondan icazetalmıştır.6 Hadis, fıkıh, tefsir, kelam ve edebiyat alanlarına vakıf olan Nesefî, yaptığıilmi seyahatler çerçevesinde Bağdâd’da bulunmuş ve orada kendi kitaplarından dersvermiş, birçok kişi ondan hadis rivayet etmiştir. Mekke’de ise Arapça gramer üzerine

1 Semʻânî, el-Ensâb, (Nşr. Ekrem Bûşî), C.12, Beyrut, 1984, s.80.2 Yusuf Ziya Kavakçı, XI ve XIII. Asırlarda Karahanlılar Devrinde Maveraünnehr İslam Hukukçuları,

Ankara, 1976, s.89; Ayşe Humeyra Aslantürk, “Nesefî, Necmeddin” DİA, C.32, 2006, s.571.3 Kavakçı, age., s.90.4 Aslantürk, agmad., s.571.5 Kavakçı, age., s.90; Ferhat Koca, “Merginânî”, DİA, C.29, s.182; Aslantürk, agm., s.571.6 Aslantürk, agmad., s.571.

EL-KAND FÎ ZİKRİ ULEMÂİ SEMERKAND’DA TÜRK HAKANLIĞI (KARAHANLILAR)

3Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 1-17

Cârullah ez-Zemahşerî ile tartışma yapmıştır. Nesefî, 12 Cemâziyelevvel 537 / 3Aralık 1142 tarihinde Semerkand’da vefat etmiştir.7

Nesefî’nin başta Akâidü’n-Nesefî olmak üzere fıkıh, tefsir, hadis, kelam vs.dinî-hukukî alanda telif ettiği yüze yakın eseri bulunmaktadır ki bunlardangünümüze kadar gelenleri sahanın uzmanları tarafından neşr, tez çalışmaları ve diğerakademik yayınlara konu olmuş ve hala olmaktadır.8

Nesefî, Târîhu Buhârâ adında tarihe dair bir kitap yazmışsa da günümüzeulaşmadığı anlaşılıyor.9 Onun bizi ilgilendiren ve bu makalenin konusu olan eseri,el-Kand fî zikri Ulemâi Semerkand, Semerkandlı muhaddisler, hadis rivayet edenlerve meşhur kişiler ile kısmen Nesefli ve Buhârâlı bilginlerin hal tercümelerinialfabetik sıra ile Arapça olarak kaleme aldığı ilm-i ricâl çerçevesindeki biyografikbir çalışmadır.10 Eserin orijinali yirmi cilt olup, günümüze sadece bir cildi ulaşmıştır.Semerkand tarihi hakkında daha önce yazılmış olan İdrîsî el-Esterâbâdî (ö.405 /1014-1015) ve Mustağfirî (ö. 432 / 1040-1041)’nin eserlerine dayanmakta ve kısmenonların zeyli niteliğini taşımaktadır. Bununla birlikte başka kaynaklardabiyografileri bulunmayan bazı kişilerin yer alması eserin değerini artırmaktadır.11

Nesefî’nin kısaca Kand veya Kandiyye adı ile de tanınan bu eserini Sem‘ânî,el-Kand fî Marifeti Ulemâi Semerkand adı ile zikretmektedir.12 Eserin Paris Arapçanüshasına (no: 6284) Târîhü Semerkand adı verilmiştir.13 Barthold’un kısmî neşrindeel-Kand’ın Leningrad Üniversitesi kütüphanesinde bulunan Farsça tercümesiKitâbü’l-Kand fî Târîhi Semerkand adını taşımaktadır.14 Bu nüshanın Nesefî’ninöğrencisi Muhammed b. Abdu’l-Celîl es-Semerkandî’nin Müntehabu’l-Kand fîMaʻrifeti (Târîhî) Ulemâi Semerkand adıyla yazdığı eser ile aynı olup olmadığıtartışmalıdır. Barthold, müstakil neşirleri ve W. Vyatkins’in Rusçaya çevirdiğiKandiye adlı eserin bu Müntehab’dan Farsçaya çevrildiğini ileri sürmektedir ki Z.V. Togan da bu görüştedir. Fakat bu meseleye özel bir mesai ayıran J. Weinberger,bunların ayrı eserler olduğu sonucuna varmıştır.15

7 Kavakçı, age., s.90; Ferhat Koca, “Merginânî”, DİA, C.29, s.182; Aslantürk, agmad., s.571.8 Ayşe Humeyra Aslantürk, Ebû Hafs Ömer en-Nesefî’nin ‘et-Teysîr fi’t-Tefsîr’ Adlı Eserinin Tahlili

ve Bakara Suresi’nin Tenkitli Neşri, (Basılmamış doktora tezi), MÜSBE, İstanbul, 1995.9 Aslantürk, agmad., s.573.10 Ömer Soner Hunkan, Türk Hakanlığı (Karahanlılar), İstanbul, 2007, s.34.11 Osman Aydınlı, İLAM, Araştırma Dergisi, c.3, Sayı 1, 1998, s.230; Aslantürk, agm., s.572.12 Sem‘ânî, VII, 1976, 373; Hunkan, age., s.34.13 Z. Velidi Togan, Tarihte Usul, İstanbul, 1985, s.192; R. N. Frye, Ortaçağın Başarısı Buhara, Ankara,

Tarihsiz, s.205.14 Nesefî, Kitâbü’l-Kand fî Târîhi Semerkand, (Nşr. V. Barthold), Turkestan, I, Petersburg, 1898.15 W. Barthold, Moğol İstilasına Kadar Türkistan, (Hakkı Dursun Yıldız), Ankara, 1990, s.17; Togan,

age., s.192; Aydınlı, agm., 230-231; Aslantürk, agm., s.572.

ÖMER SONER HUNKAN

4Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi

Cilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 1-17

Süleymaniye Kütüphanesi Turhanvalide no: 70’de kayıtlı olan eksik birnüshası Nazar Muhammed el-Fâryâbî tarafından 1991 yılında yayınlanmıştır.16 Bunüshanın baştan “hı” harfine kadar olan kısmı ile sondan “kef” harfinden sonrakikısmı eksiktir. Eserin bir başka eksiksiz tam bir nüshasını Yûsuf el-Hâdî hazırlamışve eser Tahran’da 1999 yılında basılmıştır.17 Bu çalışmada, el-Fâryâbî’nin neşrindenyararlanıldı ve eksik bölümler için de el-Hâdî’nin neşri kullanıldı.

el-Kand fî Zikri Ulemâi Semerkand’da Türk Hakanlığı (Karahanlılar)Eserin hakanlığa dair kayıtlarını şöyle tasnif edebiliriz: Türk hakanlığı

döneminde Semerkand, Buhârâ ve Nesef’te vezirlik, kadılık, müftülük, vaizlik,hatiplik, reislik, muhtesiplik yapan dinî ve bürokratik görevliler hakkında bilgilerihtiva eder. Hakanlığın İslam’a geçiş döneminde Seyhûn ötesindeki Türkbeldelerinde İslamlaşma ve buralara gelip giden din adamlarından bahseder.Sâmânîler devrinde Mâverâünnehr’de bilhassa ribâtlarda ve medreselerde okutulanİslamî öğretinin mahiyeti hususunda bilgiler vardır. Mâverâünnehr gâzileri veonların şehir komutanlarından bazılarının isimleri zikredilir. Mâverâünnehr’ingerçek fatihi ve Sâmâni Devleti’ni yıkan İlig Nasr b. Ali ve onun Türk müttefikiSâmânî Komutanı Faikü’l-Hassa’nın Semerkand’a ve Nesef’e gelişleri ile bu fetihdöneminde bölgenin durumunu tahmin etmeye yarayan ipuçları mevcuttur. Hakanlıkdöneminde Mâverâünnehr’de görülen veba salgını olaylar sırasında milat olarakkullanılır. Batı Türk Hakanlığı’nın kurucusu Tamgaç Han İbrâhîm’in oğlu Şemsü’l-Mülk Ebu’l-Hasan Nasr iki ayrı hâl tercümesinde hadis râvisi yani muhaddis olarakkaydedilir. Hakanlık hakkında orijinal kayıtlarından biri de Batı Türk HakanlığıHakanı Arslan Han Muhammed b. Süleymân’ın hayatta iken öldürülen oğlu Nasr’ın“Şemsü’l-Mülk” unvanı ile zikredilmesi ve onun Rebiülevvel 521 / Mart 1127tarihinde Selçuklu melikesi olması muhtemel olan el-Irâk Hâtûn ile evliliği olayıdır.

1. İslamlaşmaTürklerin ne zaman ve nasıl Müslüman olduğu hala yeterince aydınlatılmış bir

konu değildir. Türklerde eş zamanlı ve eş coğrafyalı bir İslamlaşma söz konusuolmadığı gibi tek tip bir İslamlaşmadan da bahsetmek zordur. İlk Müslüman Türkdevleti hangi Türk devletidir? Bu konuda dahi bir uzlaşma yoktur.18 Bu ve benzerisorular arttırılabilir. Ancak bu soruların cevabını çoğu zaman kronolojik bilgilerin

16 Nesefî, El-Kand fî Zikri Ulemâi Semerkand, 1-XII, (Nşr. M. Fâryâbî), es-Suudiyye, Mektebetü’l-Kevser, 1991.

17 Ebû Hafs Necmü’d-Dîn Ömer en-Nesefî, El-Kand fî Zikri Ulemâi Semerkand, (Nşr.Yûsuf el-Hâdî),Tahran, 1999.

18 Bu konuda bk. Ömer Soner Hunkan, “Ortak ve Farklı Yönleriyle Orta Asya’da Devletler ÜzerineEleştirel Değerlendirme”, TÜEFD, C.4, Sayı 7, 2014, s.75-85.

EL-KAND FÎ ZİKRİ ULEMÂİ SEMERKAND’DA TÜRK HAKANLIĞI (KARAHANLILAR)

5Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 1-17

ötesinde bu konularda pek derinlik arz etmeyen vakayinamelerden ziyade Nesefî veonun gibi diğer müelliflerin eserlerinde aramak faydalı olabilir.

Nitekim Nesefî, Seyhun ötesinde Türklerin İslamlaşmasını hem rakam hemde metot açısından değerlendirebilecek bilgiler vermektedir. Mesela, eserdeki EbîMaʻâz b. Süleymân el-Belhî’nin biyografisi buna iyi bir örnektir. Nesefî şöyle der:“Ebî Maʻâz, Horasân emîri Ali b. İsâ b. Mâhân mecbur ettiğinde Semerkand’a geldi.Ali b. İsâ b. Mâhân onu daha sonra Fergâna’ya sürdü. Akabinde H.190 / M.805yılında Ebî Maʻâz, Fergâna’dan Belh’e dönerken Semerkand’da geldi. ArdındanKeş’e ve nihayet Belh’e döndü. Ebî Maʻâz, Tirmiz ve Soğâniyân’dan Vaşcird’ekadar olan bölgenin kadısı olan Abdu’l-Azîz b. Hâlid b. Ziyâd b. Cervâl’e uğradı.Abdu’l-Azîz onu ikram ve iyilikle ağırladı. Oraya el-Aʻmaş da geldi ve Abdu’l-Azîzonu Ebî Maʻâz ile tanıştırdı ve onu da Ebî Maʻâz gibi konuk etti. Oradan Fergâna’yayöneldiler. Allah onlar vasıtası ile Şâş ve Fergâna halkına ihsanda bulundu ve onlareliyle yüz bine yakın kişi Müslüman oldu.”19

Nesefî’nin bu kaydında bahsedilen fakihlerden Ebî Maʻâz ve el-Aʻmaş eliyle805 yıllarından sonra Şâş ve Fergâna’da yüz bine yakın kişinin Müslüman olduğuhadisesi, Türk Hakanlığı ve Sâmânîler arasındaki ilişkilerle de uyuşmaktadır.Nitekim el-Almaî (ö. 486 / 1093’den önce)’nin Târîh-i Kâşgar’ından nakiller yapanCemâl Karşî’nin XIV. asrın başlangıcında yazdığı Mülhakâtü’s-Surâh’da verdiğibilgilere göre, Türk ülkeleri arasında İslamiyeti ilk kabul eden Şâş (Taşkend)şehridir.20 Bu şehrin halkı (bilinen ilk Türk Hakanlığı hakanı) Bilge Kadır Hanzamanında Müslüman olmuştur. Sâmânî Emîr Nûh bu şehre gâza yapmış ve İsfîcâb’akadar gelmiştir. Bu olayın tarihini ise Semʻânî, 225 / 839-840 olarakkaydetmektedir.21 Şu halde, Türk Hakanlığı’nın batı sınırındaki bu olay toplu yanikitlesel bir ihtida hareketi olmalıdır.

Buradan bir başka sonuç daha çıkarabiliriz. İslamlaştıran unsur olarak bölgeyeilk gelen fatihler Emevilerin henüz kurumsal anlamda yeterince gelişmişolmamalarından dolayı dini amaçları gölgeleyen ekonomik hedeflere yönelik askerîplanlara dayalı stratejilerinin yerini, Abbasiler döneminde kurumsal gelişmeyeparalel olarak İslam’ı tebliğde daha barışçıl yöntemlerin aldığını söyleyebiliriz.Zannımca Nesefî’nin verdiği şu anekdot bunu desteklemektedir: “Ali b. Muhammedb. Şakîk el-Belhî dedi: Belh’de dedemin üç yüz köyü vardı. Vâşcerd’de katligününde onun için orada bir kefen dahi yoktu. Önündeki her şeyi vaktine asılmışonunla kutsadıkları kaftanı ve kılıcı idi. Sanki onun görevini gösterir gibidir. OTürklerden, Karluk denilen kavme yaptığı büyük bir ticaret hakkında haber verdi.

19 Nesefî, el-Kand fî Zikri Ulemâi Semerkand, I-XII, (Nşr. M. Fâryâbî), es-Suudiyye, Mektebetü’l-Kevser, 1991, s.21-22.

20 Cemal Karşî, Mülhakâtü’s-Surâh, (Nşr. V. Barthold), Turkestan, I, Petersburg, 1898, s.130.21 Sam‘ânî, VII, 1976, s.13.

ÖMER SONER HUNKAN

6Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi

Cilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 1-17

Karluklar putlara tapıyorlar. Erguvani kırmızı bir elbise giymiş başı ve sakalı traşlıbüyük bir şeyh Karlukların putlarına hizmet ettiği bir günde onların putlar evinegirdi. Şakîk ona dedi ki: Ey Şeyh, içinde bulunduğun bu durum batıldır. Benim, seninve bu halk için Yaradan böyle bir şey yaratmadı. Allah dünya ve ahirette her şeyegücü yetendir. Her şeyi rızıklandırandır. Hizmetkâr ona dedi ki, Ey Arab, sözünyaptığınla muvafık değildir. Şakîk ona dedi: Nasıl yani? Dedi: Sen Yaradan’ın herşeye gücü yeten ve her şeyi rızıklandıran olduğunu iddia ediyorsun. Ama şimdiburada rızık talebi ile çile çekiyorsun. Söylediğin gibi idi ise: Seni şimdi buradarızıklandıran rızıklandırsın ve seni çileden sevince döndürsün. Şakîk dedi ki,dünyadan el çekmemin sebebi bu Türk’ün sözü idi. Derhal döndüm ve sahipolduklarımı ilim talebi ile harcadım.”22

Abbâsîlerin doğu vilayetlerinde özellikle Sâmânîler döneminde Horasan veMâverâünnehr’de mescidler, medreseler ve ribatlar merkezinde dinî ilimlerde tahsilyapmış pek çok tüccar görünümlü ilmen donanımlı İslam Sûfî vaizlerinin, Türkülkelerine yaptıkları seyahatlerin İslamlaşma açısından oldukça başarılı sonuçlarıolduğu görülebilmektedir.23 Zira Ebî Maʻâz ve el-Aʻmaş vasıtası ile gerçekleşenihtida hareketlerinin sonra da devam ettiğini diğer kaynaklardan takip edebiliyoruz.Bu kapsamda aralıklarla toplu yani kitlesel ihtida haberleri mevcuttur. Mesela 921yılında İslam’ı kabul eden Arslan Han oğlu Satuk, Mâverâünnehr’den Kaşgar’agelen ve ticaretle iştigal eden mutasavvıf bir şahsiyet olan fakih Ebû NasrSâmânî’nin telkinleri ile Müslüman olmuş ve bu yolla hakanlığın batısında İslamhâkim olmuştur.24 340 / 951-952 yılına gelindiğinde fıkıh ve kelam âlimi el-Edîb el-Kâtib el-Kelemâtî, Nişâbûr’dan ayrılarak, Buhârâ’ya gelmiş, burada birkaç yılkaldıktan sonra hakanlığın başkenti Balasagun’a gelerek “Hanlar Hanı” Arslan HanBaytaş’ın hizmetine girmiştir. 350 / 961-962 yılından önce orada vefat ettiği dikkatealınırsa, İbnü’l-Esir’in 349 / 960-961 yılı olaylarında kaydettiği, “Bu yıldaTürklerden yaklaşık iki yüz bin oba (hırkâh) İslam dinine girdi.” haberi anlamlıolmaktadır.25

Türk Hakanlığı ülkesine seyahatler yapan daha başka İslam-Sûfî vaizleri devardır. Hakanlığa Sâmânîlerin sınır vilayeti İsfîcâb’a bağlı Üsbânîkes’ten fakihEbu’l-Hasan Saîd b. Hâtim, Semerkand’da bir süre ikamet ettikten sonra Türkülkesine gitmiş ve 380/990-991 yılından önce oradan tekrar Üsbânîkes’edönmüştür.26 Nesefî’nin hâl tercümesini verdiği Ebû Zer Ammâr b. Hamd et-Temîmî

22 Nesefî, 120.23 Hunkan, age., s.126.24 Karşî, 132; Tezkire-i Satuk Buğra Han (Molla Hâcı, Buğra Hanlar Tezkiresi, (Nşr. Abdurrahim

Sabit), Kaşgar, 1988, s.68.25 İbnü’l-Esîr, El-Kâmil fi’t-Târîh, (Çev. Ahmet Ağırakça), VIII, s.460; Sam‘ânî, X, 1981, 458-459.26 Sam‘ânî, I, 1980, 210.

EL-KAND FÎ ZİKRİ ULEMÂİ SEMERKAND’DA TÜRK HAKANLIĞI (KARAHANLILAR)

7Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 1-17

el-Bağdâdî, 346 / 957-958’den önce yaptığı seyahatinde Mâverâünnehr, İsfîcâb veFergâna ile Türk ülkesine de gelmiş, Türk ülkesinden Nesef’e döndükten sonraBuharâ’da 387 / 997 yılında ölmüştür.27 435 / 1043-1044 tarihine gelindiğinde iseİbnü’l-Esîr’in rivayetine göre, yaz mevsimini Bulgar ülkesinde kışı da Balâsâgûn’dageçiren, Balâsâgûn ve Kâşgar taraflarında ise yağmacılık yapmakta olan henüzMüslüman olmayan on bin çadır halkı Müslüman olmuştur. Hayvancılıkla geçindiğibilinen bu çadır halkı, bu yılda, yirmi bin baş koyun keserek kurban bayramınıgeçirmişlerdir.28

2. Hakanlar ve Diğer Hanedan ÜyeleriNesefî, muhaddislerin biyografilerinde tabii olarak onları zaman zaman Türk

Hakanlığı hanedanı mensupları ile ilişkilendirerek, haklarında bilgi vermektedir. Buhanedan üyeleri şunlardır: Maverâünnehr’in fethinden itibaren kronolojik sıra ile İligNasr b. Ali (388-403 / 998-1013), Şemsü’l-Mülk Nasr b. İbrahim (460-472 / 1068-1080), Han Ahmed b. Hızır (ilk saltanatı: 47?-482 / 108?-1089 ve ikinci saltanatı:485-488 / 1092-1095), Kadır Han Cibril b. Ömer b. Tuğrul Han (492 -495 / 1098-1102), Arslan Han Muhammed b. Süleymân (495-524 / 1102-1130) ve Şemsü’l-Mülk Nasr b. Muhammed b. Süleymân (ö.1127).29

2.1. İlig Nasr b. Ali (el-Emîr İlig, İlig el-Mâdî, İlig Ebi’l-Hasan Nasr b.Ali: 998-1013)

Nesefî, Mâverâünnehr’in gerçek fatihi İlig Nasr b. Ali’nin bilhassa 1005yılındaki Nesef şehrine gelişini muhaddislerin hadis rivayetlerinde milat bir olay gibikaydeder.30 Bu sırada İlig Nasr b. Ali’nin maiyetinde olan muhaddislerin bazılarınınadına eserinde yer verir. Meselâ, bu muhaddislerden Ebî Mervân Abdu’l-Melik b.Saʻîd b. İbrâhîm en-Nesefî Belh ve Toharistan ile Buhara’da hadis dinlemiş, el-Emîrİlig Nesef’e geldiğinde Ebû ʻÂmir Adnân b. Muhammed ed-Debî de ondan hadisdinlemiştir. 1006 yılında ise vefat etmiştir.31 Bir başka muhaddis Ebî MuhammedAbdu’l-Azîz b. Abdullah es-Serahsî İlig el-Mâdî döneminde iki kez Nesef’inkazalarında bulunmuştur.32 Yazım ve şiirde zamanın tek katibi olarak nitelenenGaznelilerin hizmetinde bulunmuş Kâtib Ebi’l-Feth Ali Muhammed el-Bustî 396 /1005 yılında İlig el-Mâdî ile birlikte Nesef’e gelmiş ve 399 /1008 yılında İligNasr’ın başkenti Özkend’de ölmüştür.33 Ebî ʻÂmir Adnân b. Muhammed es-Sabî el-Herevî er-Reis, İlig Ebi’l-Hasan Nasr b. Ali’nin Nesef’e nüzulü zamanında Nesef’e

27 Nesefî, 475.28 İbnü’l-Esîr, IX, 396-397.29 bk. Hunkan, age., 490-491.30 Nesefî, 487.31 Nesefî, 250.32 Nesefî, 295.33 Nesefî, 397.

ÖMER SONER HUNKAN

8Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi

Cilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 1-17

gelmiştir. Bu 396 / 1005 yılındadır. Aynı zamanda Buhara’da da bir müddet hadisrivayet etmiş ve 397 /1006’dan sonra Herât’ta ölmüştür.34 Kısaca buradan şu sonuççıkarılabilir. 999 yılında İlig Nasr’ın başında olduğu hakanlık ordusu, Buhara’yıhiçbir direnişle karşılaşmadan fethetmiştir. Hâlbuki Sâmânîlerin resmi din adamlarıyani hatipleri camilerde hakanlığa karşı cihadın farz olduğunu ve hakanlığa karşısavaşmaları gerektiği fetvasını vermelerine rağmen, halk onlara itibar etmeyereketraflarındaki mutasavvıf gayri resmi din adamlarının hakanlığın iyi Müslümanoldukları dolayısı ile onlara karşı savaşı men eden fetva verdiklerini biliyoruz.35 Şuhalde, 1005 yılında Mâverâünnehr’de Sâmânîlerin tamamen yıkıldığı bir sırada,Nesefî’nin biyografilerini verdiği muhaddislerin ya bu mutasavvıf gruba dâhilolduklarını ya da Sâmânîlerin resmî din adamları ile şimdilik bir uzlaşmayavardıklarını düşünebiliriz.

Buğra Han Harun’un İsfîcâb, Fergana, Semerkand ve Buhara’yı alarakSâmânîlerin Maverâünnehr topraklarını fethetmesinin hemen ardından hastalanarakKaşgar’a dönerken vefat etmesi üzerine Türk Hakanlığı’nın başkenti Balasagun’dabulunan Arslan Han Ali, 992 yılında oğlu Nasr’ı Mâverâünnehr’in yeniden fethi içingörevlendirdi.36 Sikkelere göre Nasr, 384 / 994 – 995’de Fergâna ve Hocend’i, 385 /995’de İlâk’ı, 386 / 996’da Şâş’ı ve 387 / 997 yılında Uşrûsene’yi ele geçirdi.37 Nasrb. Ali bu başarıları esnasında “Tonga Tegin” unvanı taşımakta idi. Ertesi yıl TürkHakanlığı hakanı Kara Han (Arslan Han) Ali’nin doğuda gayrimüslim unsurlarakarşı giriştiği bir savaşta yanarak şehit olması üzerine, Balâsâgûn’da Türk hakanlığıtahtına büyük oğlu Ahmed b. Ali geçti (388 / 998).38 Kardeşi Nasr b. Ali de, başarılarıile konumunu güçlendirdiğinden bu tarihten itibaren “Tonga Tegin” yerine “İlig” ve“Arslan İlig” unvanlarını kullanmaya başladı.39 Özkend’i kendisine merkez edinerekTürk Hakanlığı adına Sâmânîleri ortadan kaldırmak ve onların merkezi Buhara veSemerkand’ı almak için harekete geçti. Nesefî, bu fetih sürecinde hakanlıkla işbirliğiyapan Sâmânîlerin Türk komutanlarından el-Emîr Ebi’l-Hasan Fâik b. Abdullah el-Hâssa (el-Endulüsî)’yı da hadis râviler arasına koyar. Ona göre Fâikü’l-Hassa,Sâmânî Emîri Ebî Muhammed Nûh b. Mansûr’un bir kölesidir. el-Emîr es-Sedîd ilebirlikte Nesef’e iki kez gelmiştir. Semerkand’a 387 / 997 yılı Rebiü’l-Evvel ayınınaltısına denk gelen Cumartesi günü vali olarak gelmiştir. Buhara’da 389 /999 yılı

34 Nesefî, 487.35 İbn Miskeveyh, Kitâbü Tecâribi’l-Ümem, (Nşr. H. F. Amedroz), I-II, (Zahîrü’d-Dîn Ruzrâverî) Zeylü

Kitâbi Tecâribi’l-Ümem, III, Kıt‘atü min Târîhi Ebi’l Hüseyn Hilâl b. el-Muhsin b. İbrâhîm es-Sâbîel-Kâtîb, IV, Kahire, Dârü’l-Kitâbi’l-İslâmî, s. 373-374.

36 Hunkan, age., 139.37 B. D. Koçnev, Karahanidskie Monety: İstoçnikovedçeskoe i İstoriçeskoe İssledovanie, Moskova,

1993, s.24.38 Hunkan, age., 13939 Koçnev, age., s.21.

EL-KAND FÎ ZİKRİ ULEMÂİ SEMERKAND’DA TÜRK HAKANLIĞI (KARAHANLILAR)

9Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 1-17

Ramazan ayının 13. günü Salı gecesi ölmüştür.40 Buradaki bilgiler bu konudakayıtlar veren vakayinameleri doğrulamaktadır. Nitekim İlig Nasr, Sâmânîlerinkoruyucusu Gazneli Sebük Tegin ile yaptığı anlaşma gereğince Faikü’l-Hassa’nınSemerkand valisi tayin edilmesi kararlaştırılmış idi.41

Son olarak, Nesefî’nin 1001 yılında yani hakanlığın Sâmânileri ortadankaldırdığı sırada Nesef’te Ebî Yaʻlâ Abdu’l-Vahhâb b. Ahmed en-Nesefî’ninhayatını kaybetmesine sebep olan olay, bu süreçte Mâveraünnehr’de korku ve kaosyaşandığını gösteren bir ipucu olarak ele alınabilir. Nitekim, Ebî Yaʻlâ Abdu’l-Vahhâb, 392 /1001’de bir Çarşamba gecesi feci bir şekilde öldü. Bunun sebebi şuidi; Bu ahlaksızlar (ed-Duʻâr) Nesef’te bir gece gönüllülük ve barış ehli olarakgecelediler. Savaşmak üzere orada çoğaldılar. Şeyh bir insanı öldüren birini gördü.Korktu ve olduğu yere düştü. Onu evine götürdüler ancak eve ramak kala öldü.42

Daha evvel 992 yılındaki Buğra Han Hârûn’un ilk fetih teşebbüsünden biraz önceİsbîcâb’da ikamet etmekte olan Ebi’l-Hasan Ali b. Abdullah b. Muhammed el-Cürcânî’nin Nesef’e geliş yılı 989 tarihi, Nesef’te fitne zamanı, beldenin harapolduğu ve yandığı bir tarih olarak ele alınmaktadır. Bu Sâmânîlerin son dönemindeMâverâünnehr’de otoritenin kaybolduğunu göstermektedir.43

2.2. Şemsü’l-Mülk Ebu’l-Hasan Nasr b. İbrahim b. Nasr (el-Melik Nasrb. İbrâhîm, Şemsü’l-Mülk Nasr b. İbrahim: 1068-1080)

Nesefî, Batı Türk Hakanlığı’nın kurucusu Tamgaç Han İbrâhîm’in oğluŞemsü’l-Mülk Nasr’ı muhaddisler arasında göstermektedir.44 Şemsü’l-Mülk Nasr,daha önce yazılan İbn Mâkûlâ (ö. 475 / 1082’den sonra)’nın İkmâl’inde de muhaddisve hadis rivayetçisi olarak zikredilir ki, böylece Nesefî de, güvenilir bir ricâl alimiolan İbn Mâkûlâ’nın verdiği bilgileri doğrulamaktadır.45 Türk Hakanlığı’ndateginlerin iyi bir eğitim aldıkları bilinmektedir. Bunun en güzel örneği herhaldeKaşgarlı Mahmud’tur. Diğer taraftan Kılıç Tamgaç Han İbrâhîm b. Hüseyn Devri(574-600 / 1178-1204) de Şems’ül-Mülk Nasr gibi, hattât idi. Yazdığı Kur’anmushaflarını satması için bir meçhule verir ve azığını bundan elde ederdi.46

40 Nesefî, 527.41 Şeyh Menînî, eş-Şerhü’l-Yemînî el-Müsemmâ bi’l-Fethi’l-Vehbî alâ Târîhi Ebî Nasr el-Utbî, I,

Kahire, 1286, 240-241; Curfâdekânî, Tercüme-i Târîh-i Yemînî, (Nşr. C. Şiâr), Tahran, 1374, s.139;Aydın Usta, Türklerin İslamlaşma Serüveni Sâmânîler, İstanbul, 2013, 266.

42 Nesefî, 269.43 Nesefî, 395.44 Nesefî, 313-314.45 Raşîd Efendi ktp. No: 903 vr.77a-b; İbn Mâkûlâ, el-İkmâl fî Ref‘i’l-İrtiyâb ani’l-Mütelif mine’s-

Semâ ve’l-Künâ ve’l-Ensâb, (Nşr. A. Yemânî), I-VI, Haydarâbâd, 1962-1967.46 Avfî, Tezkiretü Lübâbi’l-Elbâb, (Nşr. M. Abbâsî), I, Tahran, 1361, s.42.

ÖMER SONER HUNKAN

10Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi

Cilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 1-17

Şemsü’l-Mülk hakkında İbn Mâkûlâ (ö. 475 / 1082’den sonra), “…Buhükümdarın birçok lakabı vardır. Yolu iyidir. İlimlerin ve sanatların ekserisini bil-mektedir. Semerkand ve Buhârâ’daki cemaatten hadis dinlemiş ve rivayet etmiştir.Hat yazısı güzeldir.”47 derken, Müneccimbaşı da onun hakkında, “Kendisi bilgindi,birçok şeyhten hadis ve fıkıh okumuştu, güzel hutbeler tertip eder ve kendisi de hutbeokurdu.”48 demektedir.

Nesefi, Şems’ül-Mülk Nasr’ın Buhara Camiinde hadis rivayet ettiğini eş-Şeyhu’l-İmâm Abdu’r-Reşîd b. el-Hüseyn b. Ebî Sâlih b. el-Hasan el-Esrenkenî’ninhâl tercümesinde kaydetmektedir.49 eş-Şeyh Ebî Mutahhar Abdu’r-Reşîd b. Ahmedet-Tahirî es-Semerkandî’nin biyografisine göre de Semerkand’da ed-Dâru’l-Cüzcâniyye’de el-Melik Nasr b. İbrâhîm’den hadis rivayet edilmiştir.50

2.3. Ahmed Han (İlk Saltanatı: 108?-1089 ve ikinci saltanatı: 1092-1095)Nesefî’nin eserinde adı geçen bir diğer hakan Han Ahmed b. Hızır’dır. es-

Seyyid el-Âlim ez-Zâhid Ebî Bekr Zeyd b. el Hasan el-Caʻferî ez-Zeynî 495 / 1101yılında vefat edince şehir kabristanında (Makberetü’l-Medine) Ahmed Hanmakberesi tarafına defnedilmiştir.51 Batı Türk Hakanlığı’nda Han Ahmed b. Hızır,gayri memnun din adamlarının teşviki ile hakanlığın Selçuklu hâkimiyetine girdiğidönemi ve Türk İslam tarihinde ilk kez bir hakanın asker destekli bir ulema ihtilaliile de yönetimden uzaklaştırılması sonucu, yargılanarak zındıklık ile suçlandıktansonra idam ettirilen bir Türk hakanını temsil eder. Nesefî’nin verdiği bilgiden onunen azından bir kabrinin olduğu ve el-Caʻferî ez-Zeynî nibesine bakılırsa herhaldeşehir kabristanında ehl-i sünnet mensubu olmayanların tarafına defnedildiğianlaşılmaktadır.52

2.4. Kadır Han (Cibril b. Ömer b. Tuğrul Han: 1098-1102)Nesefî, el-İmâm el-Hatîb Ebî Muhammed Abdurrahman b. Yahyâ b. Yûnus

el-Çiğilî Kadır Han zamanında Semerkand hatibi olduğunu kaydeder.53 Bu hatipvasıtası ile adı geçen Kadır Han Cibril, ikiye ayrılmış bulunan hakanlığı üç yıl gibikısa bir süre de olsa şahsında birleştirmiş bir hakandı. Kadır Han, Semerkand’dakendisine naib olarak atadığı Ebû’l-Meâlî Muhammed b. Alevî el-Bağdâdî üç yılsonra isyan edince Semerkand’ı kuşatarak Bağdadî’yi yakaladı ve onunla birlikte

47 Raşîd Efendi ktp. No: 903 vr.77a-b.48 Müneccimbaşı, Câmiü’d-Düvel (Karahanlılar Fasikülü), (Trc. N. Lugal), İstanbul, 1940, s.9.49 Nesefî, 313.50 Nesefî, 313-314.51 Nesefî, 68.52 Nesefî, 68.53 Nesefî, 240.

EL-KAND FÎ ZİKRİ ULEMÂİ SEMERKAND’DA TÜRK HAKANLIĞI (KARAHANLILAR)

11Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 1-17

birçok yandaşını öldürttü (495 / 1101-1102).54 İşte böyle bir devirde el-Çiğilî,Semerkand hatîbi idi ki, bu çalışmanın konusu olan Ebû Hafs en-Nesefî, 1122yılında vefat eden bu Semerkand hatibinin öğrencilerinden idi.55

Kadır Han, “Kül Er Tegin” unvanı ile bir medrese yaptırmıştır. Horasân’ı elegeçirmek amacı ile Selçuklular ile giriştiği mücadelede Melik Sencer tarafındanöldürüldükten sonra, bu medreseye defnedilmiştir (Mayıs 1102).56

2.5. el-Hâkânü’l-Aʻzam Muhammed b. Süleymân (1102-1130)Nesefî’nin kaydettiği hakanlardan biri de Arslan Han Muhammed b

Süleymân’dır. Onun annesi Selçuklu sultanı Melikşah’ın kızı idi. Merv’inköylerinden Sûs’ta doğmuş idi. Batı Türk hakanlığı hakanlarından babası Tegin HanSüleyman’ın ölümünden sonra Mâverâünnehr’de tutunamadı ve Merv’e giderekorada ikamet etti. Kadır Han Cibril’i öldüren Horasân Meliki Sencer, Selçukluhimayesindeki Mâverâünnehr’de hakanların vaki olan itaatsizlikleri nedeniyle,güven duyduğu yeğeni Muhammed’i, çok sayıda askerle Semerkand’a göndererekBatı Hakanlığı tahtına oturttu. Sencer, aynı zamanda Muhammed’in damadı idi.57

Sikkelerde ve bazı İslamî metinlerde Arslan Han, Tabgaç Han ve ‘Ala’d-Devle”unvanları ile zikredilen Muhammed b Süleymân’ı Nesefî’nin “el-Hâkânü’l-Aʻzam”yani “En Büyük Hakan” unvanı ile zikretmiş olması önemlidir.58

Nesefî, Arslan Han döneminde Semerkand’a Irak tarafından gelen bazışahsiyetlerden bahseder. Bunlardan biri 1121 yılında Semerkand’ı ziyaret eden el-Emîru’l-ʻÂlem (Âlim) Ali b. Muhammed b. Tahir el-Irâkî ez-Zekî’dir. Erdemi,güzel dili, iyi hattı ve akıcı bir Arapçası olan, şiir ve hikâyeleri ezbere bilen ve orduehlinin kemer ve külahını kapsayan Türk elbisesin giyinerek gelen ez-Zekî pek fazlakalmadan aynı yıl el-Irâk’a dönmüştür.59 Nesefî bundan başka eş-Şeyh el-ʻÂlim el-Haccâc Ebi’l-Ferec Rüstem b. el-Abbâs el-Bağdadî’nin 519 / 1125 yılında ArslanHan Muhammed b Süleymân’a gelen el-Halîfe ʻAtiye b. Ali b. ʻAtiye el-Karşî’nin

54 İbnü’l-Esîr IX: 235.55 Sem‘ânî, III, 1980, 276; Yakût el-Hamevî, Mucemü’l-Buldân, (Nşr. F. A. el-Cundî), II, Beyrut,

Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 173; Şehâbü’d-Dîn Mercânî, Gurfetü’l-Hevâkîn li Urfeti’l-Havâkîn, 1864,Kazân (1941’de yazılan yazma nüshası: Taşkent El-Bîrûnî Şarkşinaslık Ens. Ktp. No: P.N. 5741),1941, s.39.

56 Nerşahî, Târîh-i Buhârâ, ‘Tercüme-i Ebû Nasr el-Kubâvî ve Telhîs-i Muhammed b. Zufer’, (Nşr. M.Radavî), Tahran, İntişârât-ı Tûs, 1363, s.20; Avfi, Cevâmiü’l-Hikâyât ve Levâmiü’r-Rivâyât, (Nşr. V.Barthold), Turkestan, I, Petersburg, 1898, s.84; İbnü’l-Esîr X, 283-284; IX, 235.

57 İbnü’l-Esîr X, 523; Mu‘înü’l-Fukarâ, Târîh-i Mollâzâde der Zikr-i Mezârât-ı Buhârâ, (Nşr. A. G.Me‘ânî), Tahran, 1339, s.74.

58 Nesefî, 59.59 Nesefî, 453.

ÖMER SONER HUNKAN

12Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi

Cilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 1-17

elçisinin yoldaşı olarak Semerkand’a geldiğini kaydeder.60 Arslan HanMuhammed’in bir süre sonra da 522 / 1128 yılında Darü’l-Hilâfe’ye Hanefî fakihiel-Hüseyn Ali el-Lemâşî’yi elçi olarak göndermiş olduğunu diğer kaynaklardanbiliyoruz.61

Arslan Han Muhammed, henüz Müslüman olmayan unsurlara karşı verdiğimücadeleden dolayı kaynaklarda “Gâzi” unvanı ile birlikte anılmaktadır. Buçerçevede Arslan Han Muhammed döneminde yaşayan ve Kaşgar’da uzun sürekaldıktan sonra 1126 yılında Semerkand’a dönen el-Mükrie el-Yârketî’nin dedesiAhmed b. Kündir’in Hindistan’a on altı kez, Türklere ise on yedi kez gaza yaptığınadair rivayeti, hakanlığın gaza faaliyetlerine yönelik verilerinin pek az olduğuortamda önemlidir.62

2.6. Şemsü’l-Mülk Nasr b. Muhammed b. Süleymân (ö.1127)Nesefî, Arslan Han’ın oğlu Şemsü’l-Mülk Nasr ile el-Irâk Hâtûn ’un zifafı

için 1127 yılında Semerkand’a gelen grupta Safiyu’d-Dîn Zekiyu’l-Mülk Ebi’l-HayrAli b. Nasr b. Ahmed b. Ali el-Esbehânî’nin de bulunduğunu yazar.63 Ancak,Selçuklu melikesi Irâk Hatun ile evlendirilerek nâib tayin edilen, cesur ve kahramanŞemsü’l-Mülk Nasr b. Muhammed, müderris fakih eş-Şerif el-Eşref el-Alevî es-Semerkandî tarafından babasının yerine geçmesi için teşvik ve tahrik ediliyordu.Ancak, Şemsü’l-Mülk Nasr b. Muhammed bunu kabul etmemiş olacak ki bu fakihve şehir reisi birleşerek Şemsü’l-Mülk Nasr b. Muhammed’i öldürdüler.64 Bugelişmeler sırasında Semerkand’da bulunmayan Arslan Han Muhammed, oğlununölüm haberini alınca oldukça üzüldü ve Türkistân tarafında bulunan diğer oğlunu ki523-524 / 1128-1130 tarihli Semerkand sikkelerine göre Ahmed b. Muhammedolmalı idi, asiler üzerine gönderdi. Diğer taraftan da, Sultan Sencer’den yardımistedi. Ancak, bu yardım daha ulaşmadan, Ahmed b. Muhammed Semerkand’agelerek, müderris fakih eş-Şerif el-Eşref el-Alevî es-Semerkandî’yi öldürmüş veşehir reisini tutuklamıştır.65

3. Hanedan ve Bürokrat Ulema ÇatışmasıBatı Türk Hakanlığı’nın en önemli olgularından biri de daha Mâverâünnehr’in

fethinden itibaren başlayan hakanlar ile medreseden yetişen ve zaman zamanbürokratik görevler üstlenen bürokrat-ulema sınıfı arasındaki çatışmadır. Bilindiği

60 Nesefî, 59.61 Kureşî, Cevâhirü’l-Mudiyye fî Tabakâti’l-Hanefiyye, (Nşr. el-Hulv), I, Kâhire, 1978, s.215.62 Nesefî, 286.63 Nesefî, 428-429.64 İbnü’l-Esîr X, 522; XI, 8165 Koçnev, “Svod Nadpisey na Karahanidskih Monetah: Antroponimy i Titulatura (Çast 2)”, Vostoçnoe

İstoriçeskoe İstoriçnikovedenne i Spetsialnie Distsipliny Vıpusk 5, Moskova, 1997, s.259.

EL-KAND FÎ ZİKRİ ULEMÂİ SEMERKAND’DA TÜRK HAKANLIĞI (KARAHANLILAR)

13Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 1-17

gibi Türklerin İslam’a girişinde pek çok değişim yaşanmış, bunlar zamanlasentezlenmiş veya bazı hususlar terk edilmiştir. Ancak çatışma halinde kalan konularda vardır. Bunlardan biri iktidar meselesidir. Bu yönü ile Batı Türk Hakanlığıhanedanı ile Mâverâünnehr’deki bürokrat-ulema sınıfı arasındaki devlete hâkim veyamuktedir olma kavgasıdır. Pek çok dinî önder şahsiyetin ve çevresinin hayatınıkaybettiği bu kavga, önce Selçuklu istilası ve ardından asker destekli ulema ihtilaliile sonuçlanmıştır.66

Bu çerçevede Nesefî, bunlardan Eş-Şeyh el-Kâdî el-İmâm eş-Şehîd EbîʻUsame Abdu’l-Vâhid b. Tâhir b. Muhammed el-Kermînî hakkında şöyledemektedir: “eş-Şeyh el-İmâm eş-Şehîd İsmâil Ebî (b.) Nasr es-Saffâr’ın en iyiarkadaşlarından idi. Bir müddet Kermine’de ders okuttu, yazdı ve fetva verdi. SonraBuhara’ya yerleşti. Bir süre orada ders okuttu, fetva, hüküm ve aynı zamanda hutbeverdi. Semerkand’a pek çok kez uğradı ve 488 / 1095 yılı Ramazan ayının on altısıÇarşamba günü Buhara’da şehit edildi.”67 Şehit edildiği kaydedilenlerden bir diğeride 523 / 1128 yılında es-Seyyid el-İmâm el-Ecell el-Eşref b. Muhammed b. EbîŞucâʻ idi.68

4. Âl-i BurhânSultan Sencer, bu çatışmayı sona erdirmek için Mâverâünnehr’deki

muhaliflerden Ebû İbrâhîm İsmâîl b. Ebî Nasr es-Saffâr’ın oğlu “ez-Zâhid es-Saffâr”olarak tanınan Ebû İshâk İbrâhîm b. İsmâîl’i Merv’e götürerek orada ikamete mecburetti. Onun yerine, Halîfe Ömer soyundan gelen ve ataları Mervli olan Hanefîfakihlerinden Abdü’l-Azîz b. Ömer b. Mâze’yi, kız kardeşi ile evlendirdikten sonra“Sadr” unvanı vererek, Mâverâünnehr’e Buhara’ya gönderdi. Abdü’l-Azîz gibi, dahasonra yerine geçen çocuklarının da “Burhânü’d-Dîn ve Burhânü’l-Mille ve’d-Dîn”lakaplarını kullanmasından dolayı “Âl-i Burhân” (Burhan ailesi) adı ile tanınan buaile, Buhârâ’da Saffâr ailesinin yerini alarak burada hakanlığın teşkilatı bütünündeHanefî taraftarlarının reisliği denilebilecek bir teokratik hâkimiyeti temsil ederoldular.69 Nesefî, eserinde bu ailenin mensuplarından birinin bazı unvanlarını ölümtarihi ile birlikte zikretmektedir. Buna göre adı, künyesi ve unvanları eş-Şeyh el-İmâm el-Ecell Burhânu’l-Eimme Ebî Muhammed Abdu’l-Azîz b. Ömer b. Abdu’l-Azîz Mâze olup, Buhara’da 528 / 1133 yılında vefat etmiştir.70

66 Bk. Ömer Soner Hunkan, “Türk Hakanlığı (Karahanlılar)’nda Hanedan ve Bürokrat-UlemaÇatışması: İlk Bürokrat Ulema İhtilali”, Türk Tarih Kongresi, Ankara, 11-15 Eylül, 2006, SelçukluDevleti ve Beylikler Dönemi Tarihi, Ankara, 2010, s.653-666.

67 Nesefî, 279.68 Nesefî, 353-354.69 Mu‘înü’l-Fukarâ, 47-48; Omeljan Pritsak “Âl-i Burhân”, Der İslam, XXX, sa.1, Berlin, 1952: 81-

96; Ali Öngül, Âl-i Burhân, DİA, VI, 1002, s.430.70 Nesefî, 229.

ÖMER SONER HUNKAN

14Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi

Cilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 1-17

Onun babası Ebu’l-Mefâhir Ömer, Mâverâünnehr’e doğru yönelen Kara Hıtâytehlikesi karşısında Batı Türk Hakanlığı hakanı Mahmûd b. Muhammed gibi,Selçukluların yanında yer aldı. Kara Hıtâylar 5 Safer 536 / 9 Eylül 1141tarihindeSelçukluları ve müttefiklerini Katvân Savaşı’nda yenilgiye uğratarakMâverâünnehr’i istila ettiler. Sadr Hüsâmü’d-Dîn Ebu’l-Mefâhir Ömer, KaraHıtâylara karşı direnmiş olacak ki Gür Han’ın huzurunda şehit edilerek Buhârâ’daKellâbâd’a defnedilmiştir.71

5. VebaNesefî, ele aldığı hâl tercümelerinde bazı önemli olayları milat olarak

tarihlendirme için kullanır. Bunlardan biri de 448 / 1056 yılında “vebâ-yı âm”şeklinde kaydedilen veba salgınıdır.72 Ulemadan bazılarının ölüm tarihini bu olayaatıf yaparak vermiştir. Meselâ, eş-Şeyh el-İmâm Abdu’l-Melik b. Ahîd el-Herkânî,büyük bir müftü idi. Semerkand’a geldiğinde fetva isteyenler etrafında izdihamoluştururdu. 448 /1056’da veba yılında vefat etti.73 Bir başkası el-İmâm Ebi’l-HasanAli b. Abdu’l-Azîz ez-Zübeyrî, Dizek’de veba senesi (el-vebâyu’l-ʻâm)’nde 448 /1056 yılında vefat etti.74

6. GâzilerMâverâünnehr doğusu ve kuzeyi itibari ile Türklere ve sonra onların İslam’a

girmesi ile Uygur ve Moğollara, güneyi ile de Hindistan’a karşı gaza bölgesi göreviniüstlenmiştir. Bu çerçevede Nesefî, el-Gâzî unvanlı Abdurrahman b. Abdullah gibibazı şahsiyetlerin biyografilerine yer verirken, bu çevreye gaza bölgelerine dair kısabilgiler de kaydeder.75 Meselâ, el-Mukrîe Ebi’l-Muzaffer Abdu’s-Seyyid b. Abdu’s-Selâm el-Yârketî’nin biyografisinde onun dedesinden rivayet ettiği kısa bir bilgivardır ki onu daha önce yukarıda zikretmiştik. Bir süre Semerkand’da ve sonraKâşgar’da uzun süre kalan el-Yârketî’nin, 520 / 1126 yılında Semerkand’da dediğinegöre; Dedesi Ahmed b. Kündir Hind’e on altı kez gaza yaptı. Türklere ise on yedi kezgaza yaptı. Onlara esir düştü. Onlar arasında yedi sene kaldı.76 Bir başka örnek cihatve hayır yolunda güzel eserler veren Ebi’l-Kâsım Abdullah b. Ahmed b. İdris es-Sâlâr

71 Ahmed b. Mahmûd, Selçuk-Nâme, (Hzr. E. Merçil), II, İstanbul, 1977, s.52; Bundârî, Irak ve HorasanSelçukluları Tarihi, (Trc. K. Burslan), İstanbul, 1943, s.249; Hüseynî, Ahbarü’d-Devleti’s-Selçukiyye(Trc. N. Lügal), Ankara, 1943, s.66; Fasîh el-Havâfî, Mücmel-i Fasîhî, (Nşr. V. Barthold), Turkestan,I, Petersburg, 1898, s.160.

72 Nesefî, 416.73 Nesefî, 252.74 Nesefî, 416.75 Nesefî, 161.76 Nesefî, 286.

EL-KAND FÎ ZİKRİ ULEMÂİ SEMERKAND’DA TÜRK HAKANLIĞI (KARAHANLILAR)

15Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 1-17

en-Nesefî’nin oğlu Muc b. Ebi’l-Kâsım, Türklere (fi et-Türk) esir düşmüş veesaretten kurtulamamıştır. Ebu’l-Kâsım ise 264 / 877 yılında ölmüştür.77

7. TeşkilatNesefî’nin bu dinî-biyografik eserinin tarihçiler için belki de en büyük faydası

teşkilat tarihine yönelik çalışmalarda önemli bir malzeme olarak kullanılabilecekolan devletin merkez, taşra ve ordu teşkilatı açısından değerlendirilebilecek unvan venisbeleri, kişilerin adı yanında veya yaptığı görevler nedeniyle kaydetmiş olmasıdır.Bu vesile ile bazı makamlara gelmiş ancak başka kaynaklarda rastlayamadığımızbürokrasinin bazı elemanlarının adına burada rastlayabiliyoruz. Bununla birlikte bugörevleri yapmış olan kişiler hakkında kronolojik bilgilere çoğu zaman yervermemesi, onların bunu hangi devlette, bölgede veya şehirde ne zaman yapmışolduğunun belli olmaması, eserin muhtevasından kaynaklanan bir eksikliktir.

Buna göre, el-Kâdî Ebî Hafs Ömer b. Şuayb b. Ebi’l-Kâsım es-Serâm ed-Dîzekî’nin Batı Türk Hakanlığı Arslan Han Muhammed b. Süleyman dönemindeSemerkand’daki kadiyu’l-muasker yani ordu kadısı olduğunu anlıyoruz ki kendisi525/ 1130 yılında ölmüştür.78 Ayrıca, 1114 yılından önce Kâdıyu’l-Kudât Ebi’l-Hasan Ali b. el-Huseyn b. Muhammed el-Mervezî’nin Mâverâünnehr’in baş kadısı(kadıyu’l-kudât) olduğunu öğrenmekteyiz.79 Son bir örnekle bitirecek olursak,Arslan Han Mansûr döneminde (1017-1025) Mâverâünnehr’de vezir unvanı ilezikredilen ve 1020 yılında öldüğü kaydedilen Ahmed b. Mansûr’a da eserderastlamaktayız.80

SonuçBuraya kadar kısaca şunları diyebiliriz, Nesefî (1068-1142) yaşadığı devir

itibarıyla Batı Türk Hakanlığı döneminin canlı şahitlerinden biridir. Çok sayıdahocadan ders almış olması, ulema çevresini iyi tanıdığını ve dolayısı ile hakanlıktayaşanan olaylara da gayet iyi vâkıf olduğunu söylememize fırsat verir. Ancakhakanların muhtemel bir zararından endişe ediyor olacak ki Nesefî’nin, yaşadığıdönemin hakanlarına veya hanedan üyelerine dair bilgi verirken, onlardan hiçbirinieleştirdiğine veya övdüğüne rastlanmaz. Sadece hakanlarla kıyasıya iktidar alanınıgenişletme kavgası veren ulema sınıfı mensuplarından herhangi biri öldürülmüşse,onları “şehit” unvanı ile zikretmekle yetinir. Bu da onun mücadelede ne taraftadurduğunu anlamamıza kâfi gelir. Son olarak, hakanlık dönemini ihtiva edenbilgilerin kısa ama orijinal olmalarına bakılırsa eserin, alana ilgi duyan ve dönemintarihini aydınlatmak isteyen araştırmacıları, bu tür dinî-biyografik ve hukukî

77 Nesefî, 204-205.78 Nesefî, 356.79 Nesefî, 423.80 Nesefî, 391.

ÖMER SONER HUNKAN

16Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi

Cilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 1-17

eserlerde ne denli orijinal veriler bulunabileceği yönünde teşvik edici bir mahiyetihaiz olduğunu belirtmek gerekir.

KAYNAKÇAAhmed b. Mahmûd, Selçuk-Nâme, (Hzr. E. Merçil), II, İstanbul, 1977, s.52.Aslantürk, Ayşe Humeyra, Ebû Hafs Ömer en-Nesefî’nin ‘et-Teysîr fi’t-Tefsîr’ Adlı Eserinin

Tahlili ve Bakara Suresi’nin Tenkitli Neşri, (Basılmamış doktora tezi), MÜSBE,İstanbul, 1995.

-------------------, Ayşe Humeyra. “Nesefî, Necmeddin”, DİA, C.32, 2006, s.571.Avfî, Tezkiretü Lübâbi’l-Elbâb, (Nşr. M. Abbâsî), I, Tahran, 1361, s.42.-------------------, Cevâmiü’l-Hikâyât ve Levâmiü’r-Rivâyât, (Nşr. V. Barthold), Turkestan, I,

Petersburg, 1898, s.84.Aydınlı, Osman, Nesefî’nin el-Kand fî Zikri Ulemâi Semerkand’ı I-XII, (Nşr. M. Fâryâbî),

es-Suudiyye, Mektebetü’l-Kevser, 1991., İLAM, Araştırma Dergisi, c.3, sa.1, 1998,s.230.

Barthold, W., Moğol İstilasına Kadar Türkistan, (Hakkı Dursun Yıldız), Ankara, 1990, s.17.Bundârî, İrak ve Horasan Selçukluları Tarihi, (Trc. K. Burslan), İstanbul, 1943, s.249.Curfâdekânî Ebu’ş-Şeref Nâsıh. Tercüme-i Târîh-i Yemînî, (Nşr. C. Şiâr), Tahran, 1374,

s.139.Fasîh el-Havâfî, Mücmel-i Fasîhî, (Nşr. V. Barthold), Turkestan, I, Petersburg, 1898, s.160.Frye, R. N, Ortaçağın Başarısı Buhara, Ankara, Tarihsiz, s.205.Hunkan, Ömer Soner, Türk Hakanlığı (Karahanlılar), İstanbul, 2007, s.34.-------------------, “Ortak ve Farklı Yönleriyle Orta Asya’da Devletler Üzerine Eleştirel

Değerlendirme”, TÜEFD, C.4, sa.7, 2014, s.75-85.-------------------, “Türk Hakanlığı (Karahanlılar)’nda Hanedan ve Bürokrat-Ulema

Çatışması: İlk Bürokrat Ulema İhtilali”, Türk tarih Kongresi, Ankara, 11-15 Eylül,2006, Selçuklu Devleti ve Beylikler Dönemi tarihi, Ankara, 2010, s.653-666.

Hüseynî, Ahbarü’d-Devleti’s-Selçukiyye (Trc. N. Lügal), Ankara, 1943, s.66.İbn Mâkûlâ, el-İkmâl fî Ref‘i’l-İrtiyâb ani’l-Mütelif mine’s-Semâ ve’l-Künâ ve’l-Ensâb,

(Nşr. A. Yemânî), I-VI, Haydarâbâd, 1962-1967; Raşîd Efendi ktp. No: 903 vr.77a-b.İbn Miskeveyh, Kitâbü Tecâribi’l-Ümem, (Nşr. H. F. Amedroz), I-II, (Zahîrü’d-Dîn

Ruzrâverî) Zeylü Kitâbi Tecâribi’l-Ümem, III, Kıt‘atü min Târîhi Ebi’l Hüseyn Hilâlb. el-Muhsin b. İbrâhîm es-Sâbî el-Kâtîb, IV, Kahire, Dârü’l-Kitâbi’l-İslâmî, s. 373-374.

İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, (Çev. Ahmet Ağırakça), VIII, s.460.Karşî, Cemal Mülhakâtü’s-Surâh, (Nşr. V. Barthold), Turkestan, I, Petersburg, 1898, s.130.Kavakçı, Yusuf Ziya. XI ve XIII. Asırlarda Karahanlılar Devrinde Maveraünnehr İslam

Hukukçuları, Ankara, 1976, s.89.

EL-KAND FÎ ZİKRİ ULEMÂİ SEMERKAND’DA TÜRK HAKANLIĞI (KARAHANLILAR)

17Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 1-17

Koca, Ferhat, “Merginânî”, DİA, C.29, s.182.Koçnev B. D., Karahanidskie Monety: İstoçnikovedçeskoe i İstoriçeskoe İssledovanie,

Moskova, 1993, s.24.Koçnev, B. D. “Svod Nadpisey na Karahanidskih Monetah: Antroponimy i Titulatura (Çast

2)” vostoçnoe İstoriçeskoe İstoriçnikovedenne i Spetsialnie Distsipliny Vıpusk 5,Moskova, 1997, s.259.

Kureşî, Cevâhirü’l-Mudiyye fî Tabakâti’l-Hanefiyye, (Nşr. el-Hulv), I, Kâhire, 1978, s.215.Menînî Şeyh., eş-Şerhü’l-Yemînî el-Müsemmâ bi’l-Fethi’l-Vehbî alâ Târîhi Ebî Nasr el-

Utbî, I, Kahire, 1286, 240-241;Mu‘inü’l-Fukarâ, Târîh-i Mollâzâde der Zikr-i Mezârât-ı Buhârâ, (Nşr. A. G. Me‘ânî),

Tahran, 1339, s.74.Müneccimbaşı, Câmiü’d-Düvel (Karahanlılar Fasikülü), (Trc. N. Lugal), İstanbul, 1940, s.9.Mercânî Şehâbü’d-Dîn, Gurfetü’l-Hevâkîn li Urfeti’l-Havâkîn, 1864, Kazân (1941’de

yazılan yazma nüshası: Taşkent El-Bîrûnî Şarkşinaslık Ens. Ktp. No: P.N. 5741),1941, s.39.

Nerşahî, Târîh-i Buhârâ, ‘Tercüme-i Ebû Nasr el-Kubâvî ve Telhîs-i Muhammed b. Zufer’,(Nşr. M. Radavî), Tahran, İntişârât-ı Tûs, 1363, s.20.

Nesefî, Ebû Hafs Necmü’d-Dîn Ömer, Kitâbü’l-Kand fî Târîhi Semerkand, (Nşr. W.Barthold), Turkestan, I, Petersburg, 1898.

-------------------, el-Kand fî Zikri Ulemâi Semerkand, I-XII, (Nşr. M. Fâryâbî), es-Suudiyye,Mektebetü’l-Kevser, 1991.

-------------------, el-Kand fî Zikri Ulemâi Semerkand, (Nşr.Yûsuf el-Hâdî), Tahran, 1999.Öngül, Ali, “Âl-i Burhân”, DİA VI, 1002, s.430.Pritsak, Omeljan, “Âl-i Burhân”, Der İslam, XXX, sa.1, Berlin, 1952: 81-96.Semʻânî, el-Ensâb, (Nşr. Ekrem Bûşî), C.12, Beyrut, 1984, s.80.Tezkire-i Satuk Buğra Han (Molla Hâcı, Buğra Hanlar Tezkiresi, (Nşr. Abdurrahim Sabit),

Kaşgar, Kaşgar Uygur Neşriyatı, 1988, s.68.Togan, Z. Velidi, Tarihte Usul, İstanbul, 1985, s.192;Usta, Aydın, Türklerin İslamlaşma Serüveni Sâmânîler, İstanbul, 2013.Yakût el-Hamevî, Mucemü’l-Buldân, (Nşr. F. A. el-Cundî), II, Beyrut, Dârü’l-Kütübi’l-

İlmiyye, 173.

Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 19-46

II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE YOZGAT’IN SOSYO-EKONOMİK DURUMU

(Tahrirat Müdürü Osman Namık Bey’in Raporuna Göre)

Yunus ÖZGER

ÖZ: Sultan II. Abdülhamid zamanında pek çok devlet adamı muhtelif konularla ilgili layihalarhazırlamışlardır. Bir tür rapor özelliği taşıyan bu layihaların bazısı padişahın emriyle hazırlanırken; birkısmı da devlet adamlarının kendi istekleriyle kaleme alınmışlardır. Bu çalışmada böyle bir layiha elealınacaktır. Söz konusu layiha, 1895’te Yozgat tahrirat müdürlüğü görevini icra eden Osman Namık Beytarafından yazılmıştır. Yaklaşık dokuz yıl Yozgat’ta kalan Osman Namık Bey, raporunda bu sürezarfında görüp işittiği pek çok hususa dair görüşlerini ifade etmiştir. Yozgat ve kazalarının eğitimdurumu, vakıfları, demografik yapısı, madencilik ve ormancılık faaliyetleri gibi hususlar hakkındadetaylı bilgiler vermiş, sorunları tespit etmiş ve çözüm yolları da önermiştir. Bu yönüyle bahsedilenlayiha, XIX. Yüzyılın son çeyreğinde Yozgat’ın sosyal ve ekonomik durumunu ortaya çıkarmayısağlayacak önemli bir veri niteliği taşımaktadır.

Anahtar Kelimeler: Yozgat, Osman Namık Bey, tahrirat müdürü, layiha

SOCIO-ECONOMIC SITUATION OF YOZGAT DURING THE ERAOF ABDULHAMID II

(According to the Reports of Osman Namık Bey, Director of Tahrirat(Correspondance))

ABSTRACT: Numerous statesmen prepared pleadings (layiha) on different subjects during the eraof Abdülhamid II. These pleadings, which were a kind of report, were written either with the order ofthe sultan or on their own wishes. This article examines one of such pleadings. This pleading waswritten by Osman Namık Bey who was the director of tahrirat office in Yozgat in 1895. Osman NamıkBey lived in Yozgat for nine years and pointed out many subjects in his pleading that he witnessed orheard within this period. He gave detailed information about education, foundations, demography,mining and forestry in Yozgat and in its vicinities. He also detected problems and suggested solutionsin his pleading. From these aspects, the pleading by Osman Namık Bey is a significant source forunderstanding social and economic situation of Yozgat during the last quarter of the 19th Century.

Keywords: Yozgat, Osman Namık Bey, director of tahrirat, pleading

Doç. Dr. Bozok Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü. eposta:[email protected]

YUNUS ÖZGER

20 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 19-46

GirişYozgat’ın içinde yer aldığı coğrafi alan, tarihî yönden oldukça eski ve

önemli bir bölgedir.

Osmanlı döneminde Bozok olarak anılan yöre, Dulkadirliler zamanındaburaya göç eden Bozok Türkmenlerinden adını almaktadır. XVI. yüzyılda kurulanBozok Sancağı, idari olarak Tanzimat öncesi dönemde Rûm Eyaleti’ne; Tanzimatsonrasında ise Ankara Vilayeti’ne bağlandı.1 Makale konusunu teşkil edenlayihanın yazıldığı 1895 tarihinde de aynı statüsü devam etmekteydi.

Bilindiği gibi Sultan II. Abdülhamid devrinde devlet adamlarının layihasunmaları neredeyse gelenek haline gelmişti. Herhangi bir konu hakkındaki görüşve düşüncelerin kaleme alındığı rapor nitelikli yazılar olan layihalar; bu dönemdedevlet adamları tarafından yazıldığı gibi, yönetimle ilgili bir görevi olmayankişilerce de kaleme alınabilmekteydi. Bu araştırmamızda incelenecek olan layiha,dönemin Yozgat tahrirat müdürü Osman Namık Bey tarafından yazılmıştır.

1. Osman Namık Bey’in Hayat HikâyesiSicill-i Ahvâl kaydına göre Osman Namık Bey, Cemiyet-i Rusûmiye üyesi

Ali Şevket Paşa’nın oğlu olarak H.1264’te [1847-48] İstanbul’da dünyaya geldi.Ağa Hüseyin Paşagiller olarak tanınırlardı. Eğitim hayatına sıbyan mektebindebaşladı, ardından Darulmaarif-i Rüştiye’ye ondan sonra Mahrec-i Aklâm’a girdi.Buradan mezun olduktan sonra Mekteb-i Mülkiye-i Şahane’ye kaydoldu ve 3 Mart1885’te orta dereceli diplomasını ve üçüncü sınıf tahrirat müdürlüğüne liyakatbelgesini aldı. Yirmi yaşında memuriyetle tanıştı ve ilk olarak hariciye kalemindeişe başladı. Ardından 1874-1877 yılları arasında Şurayı Devlet kalemindemülazemetle görev yaptı. Babasının tayinin Bursa’ya çıkması üzerine kendisi deBursa’ya gitmek durumunda kaldı.2 Bursa’da kaldığı sürede herhangi memuriyetvazifesi icra etmediği anlaşılan Osman Namık Bey, 19 Aralık 1882’de DâhiliyeNezareti Müsteşarlığına dilekçeyle başvuru yapıp taşrada memuriyet talebindebulundu.3 Ancak bu talep uygun bulunmadı, Osman Namık Bey’in yeni bir göreveatanması ancak 1887’de aidatla Beyrut’a bağlı Akka Sancağı ser-tahsildarlığınatayiniyle mümkün olabildi. Memuriyetinin lağvedilmesi nedeniyle burada fazlakalamadı. Bir süre yine boşta kaldıktan sonra 18 Eylül 1890’da 1240 kuruş maaşla

1 Ahmet Yaşar Ocak, “Bozok”, Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA), II, İstanbul 1992, s.321.2 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Dâhiliye Sicill-i Ahvâl İdâresi Defterleri (DH.SAİD.d.),

nr.112/259, s.259.3 BOA. Dâhiliye Mektûbî Kalemi (DH. MKT), nr.1340/8, 8 Safer 1300 [19 Aralık 1882].

II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE YOZGAT’IN SOSYO-EKONOMİK DURUMU

21Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 19-46

Yozgat serüveninden bir önceki görev yeri olan Malatya Sancağı tahriratmüdürlüğüne tayin edildi.4

2. Becayişle Yozgat’a TayiniOsman Namık Bey’in Yozgat’a tayini, Malatya tahrirat müdürlüğü akabinde

gerçekleşti. Malatya’da yaklaşık bir yıl kaldıktan sonra dönemin Yozgat tahriratmüdürü olan Ahmed Efendi ile becayiş talebinde bulundu. Talep ilgili mercilercekabul görünce 30 Ekim 1891’de 900 kuruş maaşla Yozgat tahrirat müdürlüğüneatandı.5

Osman Namık Bey’in Yozgat serüveni 16 Kasım 1891’de başladı ve dokuzyıl gibi uzun bir süre devam etti. Bu süre zarfında yaptığı gözlemler, İstanbul’atakdim ettiği layihasının kaynağı oldu. Başarılı bir bürokrat olarakdeğerlendirildiğinden 27 Aralık 1894’te üçüncü rütbe [rütbe-i salise] ileödüllendirildi.6

Bilindiği üzere Osmanlı’da kaza ve sancak merkezlerindeki resmiyazışmalar için tahrirat işleri makamı 1864 vilayet nizamnamesi ile ihdas edilmişti.Kaza merkezlerinde bu işi tahrirat katipleri icra ederlerken, liva yani sancakmerkezlerinde ise "liva tahrirat müdürleri" görevlendirilmişti. 1871 nizamnamesitahrirat müdürüne, sancağın bütün yazışmalarının sorumluğunu vermiş, kayıtlarıntoplanması ve muhafazasıyla görevlendirmişti. Yazı işleri için maiyetine tahriratkalemi kâtipleri ve kayıt işlemleri için ise bunlar arasından seçilecek memurlartahsis edilmişti.7

İlgili tüzüklerde müdürün sancakla alakalı rapor sunma yetki ve vazifesiolmamasına rağmen Osman Namık Bey, bir bürokrat duyarlılığıyla hareket etmişve gördüğü eksiklikleri İstanbul’a takdim etmiştir.

Dokuz yıl Yozgat’ta kalan Osman Namık Bey, Kasım 1900 tarihinde 1260kuruş maaşla Adana vilayetine bağlı Cebel-i Bereket sancağının tahriratmüdürlüğüne tayin edilince buradan ayrıldı. 8

4 BOA. DH. SAİD. d, nr. 112/259, s.259.5 BOA, DH. MKT, nr. 1875/15, 24 Eylül 1307 [6 Ekim 1891], DH. MKT, nr.1902/68, 5 Kanun-ı evvel

1307 [17 Aralık 1891].6 Mülkiye rütbelerinden birinin adı olup, saniye'den küçük, rabia'dan büyüktü. Askeri rütbelerden

binbaşıya denk gelirdi. Geniş bilgi için bk. M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve TerimleriSözlüğü, 3, MEB, İstanbul 1983, s.104.

7 Liva tahrirat müdürünün vazifesi için bk. 1864 Vilayet nizamnamesi 32. Maddesi ve 1871 İdâre-iUmûmiye-i Vilâyet Nizâmnâmesi 38. Maddesi. Düstur, I. Tertip, I. Cilt, s.614, 635.

8 Sicil kaydında Osman Namık Bey’in Yozgat görevi sonrası süreci şu şekilde özetlenmiştir:“…Ancak hastalığı nedeniyle başka bir yere tayinini istemek zorunda kalınca 9 Ekim 1902'deCebel-i Bereket'ten de ayrılmak zorunda kaldı. Daha sonra sırasıyla Çatalca, Siroz, Bayezid, Nablus

YUNUS ÖZGER

22 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 19-46

Hayat hikâyesi kısaca bu şekilde özetlenebilecek olan Osman Namık Bey’inne zaman vefat ettiği hakkında kesin bir kayda rastlanmadı. Şimdi Yozgat’ta görevyaptığı esnada görüp işittiklerinden yola çıkarak tespit ettiği sorunlar ve kendinceönerdiği çözüm önerilerden müteşekkil layihasını tahlile geçelim. Sözü edilenlayiha, Yozgat’taki dördüncü yılında kaleme alındı ve 29 Temmuz 1895’te [17Temmuz 1311] tamamlanarak Sadaret makamına arz edildi.

3. Layihanın TahliliKlasik Osmanlı kul sistemli bürokratik yazışma usulüne göre kaleme alınan

ve aciz kulunuzun arzı (Mâʽrûz-ı çâker-i kemîneleridir) şeklinde takdim edilenlayiha birkaç alt başlık şeklinde dizayn edilmiştir. Ziraat, hayvancılık, ormancılık,madencilik, sanayi ve ticaret, mülkiyenin durumu, nüfus işlemleri ve eğitim işleriele alınan konular arasında yer almıştır.

Padişah II. Abdülhamit’e şükran duygularının ifade edildiği giriş kısmındaOsman Namık Bey, padişah sayesinde aile büyüklerinin devlet hizmetinde görevaldıklarını belirtir. Ardından padişaha öteden beri bağlılıklarına istinaden “irad-ıkelâm” kabilinden bir şeyler söylemeye ve yazmaya cesaret ettiğini ifade eder.Dört yıldır icra ettiği tahrirat müdürlüğü makamında edindiği tecrübe ışığındagördüğü aksaklıkları dile getirmeye çalıştığını beyan eder ve akabinde şubaşlıklarla tespitlerini ortaya koyar.

a- ZiraatOsman Namık Bey’e göre; Yozgat sancağı arazisi çoğunlukla dağlık ve

yüksek olduğundan havası mutedil mahaller bulunur. Ancak pek çok yerinde kışsürekli ve şiddetli geçer. Buna bağlı olarak da bölgede pamuk, pirinç ve ipeküretimi yapılamadığından halk da bunlara rağbet göstermez. Az miktarda tütünekilebiliyorsa da mahsulü kötüdür. Patates üretimi, mahalli idarenin teşvikiyle yeniyaygınlaşmaktadır. Çavdar ve susam ekilmez. Yörede böyle bir gelenek yoktur.Bölgede mısır, darı, yulaf, burçak oldukça çok ekilmesine rağmen kendir ve afyonçok az miktarda ekilir. Keten ekilirse de işlenmez sadece tohumları satılır.

sancakları tahrirat müdürlüğü görevini icra etti. 1908'de padişah II. Abdülhamit'in iradesi alınarakOsman Namık Bey 270 kuruş mazuliyet maaşına bağlandı. Ancak bir süre sonra tekrar memuriyetegeri döndü. Bu defa 8 Ağustos 1908'de 769 kuruş maaşla Antalya sancağı tahrirat müdürlüğüneatandı. Ardından Isparta sancağı tahrirat müdürlüğüne tayin oldu, 12 Eylül 1909'da işe başladı isede yaşlılığından dolayı (62 yaşında idi) üç ay sonra 1 Aralık 1909'da azledildi ve emekliye sevkiiçin kadro haricinde bırakıldı. Osman Namık Bey'in emekliye sevk talebi hizmet süresini ve yaşhaddini henüz doldurmadığından uygun bulunmadı ancak kendisine 28.324 kuruş tazminat ödendi.Daha sonra ise komisyonun yeniden tetkiki sonrasında tekrar istihdamına müsaade edildi vekendisine ödenen tazminatın mazuliyet maaşından kesilerek tahsili kararlaştırıldı”. Bk. BOA.DH.SAİD.d., nr.112/259, s.259.

II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE YOZGAT’IN SOSYO-EKONOMİK DURUMU

23Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 19-46

Yozgat yöresinde birçok bağlık alan varsa da ürünlerinden ihracat yapılmaz.Meyve ve bostanları da yörenin ihtiyacını karşılayacak durumda değildir. Yöretoprağının verim kalitesi ikinci derecede sayıldığından hububat türlerinin ekimineelverişlidir. Ancak adet olmadığı için buğday ile arpadan başkasına pek rağbetgösterilmemektedir. Bunların hâsılatı ise bereketli olduğu dönemlerde bire onnispetindedir. Yörenin hemen hemen tüm ihracatı bu iki üründen yani arpa vebuğdaydan ibarettir.

Ancak bunu yeterli görmeyen Osman Namık Bey, başka bir üretimkaynağının olmaması nedeniyle arpa ile buğdayda verimin düşük olmasıdurumunda yöre halkının çok büyük sıkıntılara düşeceği uyarısını yapmaktadır."…zirâatı yalnız bunlara münhasır bırakmayıp…" diyerek, üretiminçeşitlendirilmesini teklif ederek çözüm önermekte, ancak bütün bunlardan dahaönce ziraat ve çiftçilik yönteminin ıslah edilmesi gerekliliğine dikkat çekmektedir.

b- HayvancılıkYöredeki hayvancılık faaliyetini "hayvanât" başlığı altında rapor eden

Osman Namık Bey’e göre; Yozgat yöresindeki mera ve yaylaların genişliği,mevcut hayvan sayısının birkaç mislini barındıracak büyüklüktedir. Hâlihazırdayetiştirilen hayvan sayısı oldukça fazladır. Tiftik, yapağı ve deri ihracatıyapılmaktadır.

Ziraat usulünde olduğu gibi hayvan beslemek ve çoğaltmak usulünde dereforma ihtiyaç duyulduğunu dile getiren tahrirat müdürü, hayvancılığınçoğalamamasını trenin yokluğuna bağlar. Çünkü demiryolu olmadığından hayvanihracatında zorluk yaşanmaktadır.

Böylece Osman Namık Bey, Yozgat ve çevresi için çok önem arz eden birmeseleye vurgu yapmış ve demiryolunun buradan geçmesinin gerekliliğine dikkatçekmiştir. Ancak II. Abdülhamit döneminde demir yolu ağı genişlemesine rağmenYozgat bundan nasibini alamamıştır.9

Osman Namık Bey’in hayvancılıkla ilgili ikinci önemli tespiti, bölgedegünümüzde artık rastlanmayan deve yetiştiriciliğidir. Rapora göre 1895’teYozgat’ta çok sayıda deve yetiştirildiği anlaşılmaktadır. Bundan başka at ve kısrakyetiştiriciliğinin de önemine vurgu yapılır. Namık Bey bu hususu

9 Osman Namık Bey’in dile getirdiği proje, ancak Cumhuriyet devrinde gündeme gelmiştir. Fakat budefa da Yozgat merkezden geçirilmemiş, sadece Yerköy ve Yenifakılı ilçeleri bundan istifadeedebilmiştir. Son zamanlarda geliştirilen yüksek hızlı tren projelerinden Yozgat’ın faydalanmasıiçin yoğun çaba sarf edilmiş ve Ankara-Sivas YHT hattı Yozgat’ın birkaç km uzağındaki Divanlıköyünden geçirilerek, Sorgun üzerinden Sivas’a ulaşması ön görülmüştür. Ankara-Sivas YHT hattıharitası için bk. http://tcdd.net/ankara-sivas-hizli-tren-projesi-yerky-yozgat-sivas-kesimi, erişimtarihi 20.09.2014.

YUNUS ÖZGER

24 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 19-46

Halkın eskiden Osmanlılığa olan meyilleri güzel atlarınyetiştirilmesine sebep olurmuş, şimdi o kadar olmasa da yeteri kadar atve kısrak bulunabilir. Hatta geçen iki sene içerisinde süvari askerleriiçin görevliler aracılığıyla isteğe uygun surette iki yüzden fazla at satınalınmış ve bu yönüyle halka büyük fayda sağlamıştır.

şeklinde izah eder.

Ziraat konusunda olduğu gibi hayvancılık alanında da köklü bir reformugerekli gören tahrirat müdürü, "cins-i feres ıslah ve teksîr edilse bu yüzdenmenfaat-ı külliye husûlü tabʽidir…" diyerek, Arap cinsi atların ıslah edilmesihalinde halkın daha büyük kârlar elde edeceğine dikkat çekmektedir.

c- OrmanlarRapora göre Yozgat havalisinde en büyük ormanlık alan, Boğazlıyan ve

Akdağmadeni kazalarında bulunur. Her iki kazada büyük çoğunluğu çam türündenolan geniş ormanlık alanlar vardır. Bunlar yörenin ihtiyacını karşıladığı gibiKayseri ve Kırşehir sancaklarına da önemli ölçüde kereste ihraç edilir.

Osman Namık Bey’in tespitleri dönemin Ankara salnamelerine de yansımışve Akdağmadeni kazasındaki ormanlar; Yabanabad, Beypazarı, Mihalıççık, Çorumkazaları ile birlikte vilayetin ormanlık alanları arasında gösterilmiştir. Salnamedede çam, meşe, gürgen ve ardıç türlerinin yetiştirildiği ifade edilmiş, bölgeninkereste ihtiyacının buralardan karşılandığı söylenmiştir.10

Osman Namık Bey, söz konusu ormanların korunması için yeterli tedbirinalınmadığı eleştirisinde bulunduğu gibi, yeni orman alanlarının oluşturulması ya daağaçlandırmanın çoğaltılması hususunda da ihmalin olduğu görüşündedir. " mürûr-ı zaman ile ne hâl kesb ideceği cây-ı mülâhâzadır" diyen Osman Namık Bey,mevcut orman miktarının gelecekte daha da azalacağından korkmakta ve bukorkuyu yaşlı insanların kendisine anlattıklarına dayandırmaktadır:

… Zîrâ ziyâde müsinn kimselerin rivâyetine göre Yozgadkasabasının etrafı ormanlık imiş el-yevm ise bundan numûneolarak kasabanın cihet-i cenûbisinde bir mikdâr çamlık bakîkalmışdır. Bu dahi belediye tarafından on seneden berimuhafazası hakkında edilen himmet semeresidir…

diyerek, durumu gözler önüne sermekte ve endişesinde haklılığını ortayakoymaktadır.

10 Ankara Vilâyeti Salnâmesi, 1313 (1895); on ikinci defʽa, s.231.

II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE YOZGAT’IN SOSYO-EKONOMİK DURUMU

25Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 19-46

Osman Namık Bey’in bu ikazları sonraki dönemlerde dikkate alınmış olmalıki, günümüzde Yozgat şehrinin güney yamaçlarında varlığını devam ettiren vesoğuk oluk olarak da bilinen çamlık alanı, 1958 tarihinde milli park statüsünekavuşturulmuştur.11 Böylece Osman Namık Bey’in asırlık endişesi, alanın devletkoruması altına alınması ile giderilmiştir.

d- MadencilikMadeniyat başlığı altında incelenen bu konuda madencilikle ilgili tespitlere

yer verilir. Bölgedeki maden varlığı konusunda umutsuz olan Osman Namık Beybu hususu " bu havâlide dahi mütevâri-i hicâb-ı etrâbdır" cümlesiyle ifade eder.Yozgat’ta sadece Akdağmadeni kazasına yaklaşık beş saat uzaklıktaki bir noktadagümüş madeni bulunduğunu ve önceleri buranın hükümet tarafından işletildiğinisöyler. Ancak söz konusu madenden sağlanan gelirin, yapılan masrafa yetmediğinive bu yüzden de on beş seneden beri atıl durumda (1880’den beri) bulunduğunudile getirir.

Osman Namık Bey’e göre, nakliye vasıtalarının yokluğu ve masrafınınçokluğu nedeniyle mültezimler madene rağbet göstermezler.

Eleştirilen diğer bir husus, maden işletmesinin tatili esnasında kâlhaneetrafında biriken cürufun o zaman 600 liraya müşteri bulunmasına rağmensatılmayarak hazinenin zarara uğramasına sebebiyet verilmiş olmasıdır. İçindegümüş ve kurşun karışımın bulunduğu ve tekrar kullanımıyla gelir elde edilmesininmümkün olduğu cürufa sonradan hiçbir talip olmamış ve adeta kaderine terkedilmiştir. Taş olarak kullanmak isteyen hırsızların saldırısına maruz kalmıştır.

e- SanayiRapora göre, Yozgat’ta sanayi alanında dikkate değer bir gelişme yoktur.

Ancak mahalli ihtiyaçların karşılanabildiği ölçekte demircilik, bakırcılık,doğramacılık, kunduracılık, frenk terziliği kollarında faaliyet vardır. Kuyumculuksektörü ülkenin diğer bölgelerinde olduğu gibi gayrimüslim reayanın elindedir.Terzilik, biçicilik, kiremitçilik ve marangozluk alanlarında Müslümanlar da faaliyetgöstermektedir.

f- TicaretYozgat ticaret hayatına eskiden gayrimüslimlerin hâkim olduğunu söyleyen

Osman Namık Bey, son on yıldan bu tarafa (1885’den beri) Müslümanların da

11 Çamlığın Milli Park statüsüne kavuşturulması dönemin ziraat vekâletinin 16.01.1958 tarihli ve6885-6 sayılı yazısı üzerine, 6831 sayılı kanunun 25. Maddesine göre, icra vekilleri (BakanlarKurulu) heyetince 05.02.1958 tarihinde kararlaştırılmıştır. Bk. Resmi Gazete, sayı 9853, (8 Mart1958).

YUNUS ÖZGER

26 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 19-46

ticaretle uğraşmaya başladıklarını ve bunların ihracat üzerine ticaret yaptıklarınıifade eder. Yörenin dışarıya satılan en önemli ürünleri, birinci derecede arpa vebuğdaydır. İkinci derecede ise tiftik, yapağı ve deri ihracatı bulunur. Sığır, koyun,afyon, cehri, kitre ve bal ise üçüncü derece ticaret ürünleridir. Yozgat’ın ticarimallarının çıkış noktası Samsun’dur. İskelesinden dolayı Samsun öteden beriönemli bir ticaret şehridir ve Ankara burası ile rekabet edememektedir.

Raporun devamında Yozgat’ın kadim bir yarasına parmak basan OsmanNamık Bey, ticaretin gelişmemesini yine tren hattının yokluğuna bağlamaktadır:

… ileride şimendüferin Sivas’a kadar inşâsında Kayseri, Kırşehrilivâları kadar da buraca istifâde yine me’mûl olmayub, temûr yolundanbu sancağın asıl istifâdesi Yozgat’tan Çorum tarîkıyle Samsun’a bir şu‘begüşâdıyla hâsıl olacağı erbâb-ı vukûfdan mervîdir…

diyerek, gelecekte açılacak olan Sivas hattının Yozgat’a bir faydasınındokunmayacağını ileri sürer. Osman Namık Bey’e göre Yozgat’ın demiryolundanistifadesi ancak Karadeniz ile bağlantıyı sağlayacak olan Yozgat-Çorum-Samsunhattıyla mümkün olabilir. Bu durumda Yozgat’ta yetiştirilen hububat ya da diğerticari ürünler, zaman kaybetmeksizin demiryoluyla Karadeniz’e oradan da denizyoluyla İstanbul’a kadar ulaşabilir.12

g- Mülkiye’nin DurumuOsman Namık Bey, mülki işlerin en önemlilerinden birinin toplumun

tasarruf hakkının korunması olduğunu ve bunun da ancak intizamlı tapu daireleriile sağlanacağını ifade eder. Ancak ona göre Yozgat sancağı böyle bir imkândanmahrumdur ve tapu işleri karmakarışık bir vaziyet içindedir.

Tapudaki bu düzensizlik, vergi işlemlerini aksatıp suiistimallere yol açtığıgibi, çiftçilerin şube sandıklarından faydalanmasını da engellemektedir.Aksaklıkları bu şekilde sıralayan Osman Namık Bey’e göre meselenin çözümü içintapu kâtiplerinin maaşla görevlendirilmesi, tapu işlemlerinin ıslahı ve kadastro

12 Esasında bu yol, Çapanoğlu Süleyman Bey’in Yozgat mutasarrıfı olduğu dönemlerde Sultan III.Selim’in İstanbul’un iaşesi için istediği zahire yardımının ulaştırıldığı bir yoldu. Yozgatseyahatnamesi bulunan Bafralı Yanko da Samsun’u Yozgat’ın en işlek iskelesi olarak kabul eder.Yüz yıl önceki durum aslında günümüzde de geçerlidir. Yozgat gibi iç bölge yerleşimlerinin denizlebağlantısı ancak bu yolla sağlanabilir. Böyle olması halinde kara, demir ve deniz yolunun üçündende faydalanılarak ticaret hacmi artırılabilir. Ancak günümüzde de bu yolda bir teşebbüsgözlenmemektedir. Ayrıntılı bilgi için bk. Bafralı Yanko, Yozgad Seyahatnamesi, Matbaa-ıEbuzziya, Kostantiniyye 1306, s.6; Ayrıca Çapanoğlu Süleyman Bey'in devlet merkezine yaptığızahire sevkiyatı ve genel olarak diğer faaliyetleri hususunda Serkan Polat tarafından bir doktora tezihazırlanmakta olup, ayrıntılı bilgiye oradan ulaşılabilecektir. Bk. Serkan Polat, "ÇapanoğluSüleyman Bey, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE YOZGAT’IN SOSYO-EKONOMİK DURUMU

27Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 19-46

usulünün tamamen icra edilmesi gerekmektedir. Devamında sistemin tıkandığınıanlatmak için açıklayıcı bir örnek verir:

… Mesela bir kişi öldüğünde mirasçılarına tahmini bedeli 20 binkuruş değerinde emlak ve arazisi kalıyor. Ama bunların gerçek değeri 5bin kuruştur. İntikal harcının uygulama gereği tahmini bedel üzerindenveriliyor olması varisleri perişan etmekte ve onlar da bu harcıödememekte ve söz konusu mülklerin vergileri eski sahipleri adınayürütülmektedir. Devlet bu emlak ya da arazinin vergisini istediğinde,sahiplerini bulamamakta ve hazine bu nedenle zarara uğratılmaktadır.

Zararın bir başka boyutunun daha olduğuna dikkat çeken Osman NamıkBey, borçlanmak için sandığa başvuran köylülerin rehin için istenilen tapuyu, kendiadlarına olmadığından ibraz edemediklerini ve bu nedenle borç para alamadıklarınıdile getirir. Elinde tapusu olan köylülerin ise borçlandırmada tahmini değerüzerinden uygulama yapılmasından dolayı yine mağdur olduklarını ifade eder.Konunun daha iyi anlaşılması için şöyle özetler:

… rehin bırakacağı tarlanın tahmini değeri beş bin kuruş olanköylünün arazisinin gerçek değeri bin kuruştur. Bu yüzden kendisineancak 400 kuruş borç verilebilir. Ancak bundan da pul parası vebenzeri harçlar kesilir, ayrıca bu parayı alana kadar hancıya,kahveciye borçlanılır ve tüm bunlar da çıktıktan sonra köylünün elindesadece 300 kuruş kalır…

Yaşanan süreci bir trajedi şeklinde değerlendiren tahrirat kâtibi, esasındaköylünün bir çift öküz almak için bu yola başvurduğunu ancak bunun mümkünolamayacağını görünce elindeki mevcut parayı da diğer işler için sarf ettiğinisöyler. Vadesi geldiğinde borcu ödeyecek gücü olmadığından köylünün bu defaicraya düştüğünü ve böylece evvelce bir çift öküze muhtaç bulunurken tarlasındandahi mahrûm kaldığını acı bir dille anlatır.13

Osman Namık Bey’in bu husustaki önerileri İstanbul’da derhaldeğerlendirmeye alınmıştır. Şura-yı Devlet 18 Eylül 1895’te layihanın tapu vekadastro ile ilgili kısmına cevap verilmesi için Defter-i Hakani Nezaretinegöndermiştir. 19 Ekim 1895’te verilen cevapta teklif edilen maaş bağlanmasıhususunun daha önce birçok defa yaşanan tecrübeye istinaden böyle uygunolamayacağını bildirmiştir. Böylece Osman Namık Bey’in bu teklifi de kabulgörmemiştir.

13 Tahrirat müdürünün köylünün durumunu tasvir eden durumu, akıllara "Dimyat’a pirince giderkenevdeki bulgurdan olmak" atasözünü getirir.

YUNUS ÖZGER

28 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 19-46

Kadastro usulünün tamamen icra edilmesi gerektiği teklifine karşılık da"kadastro usulünün mevki-i icrâya vaz’ı dahi devletçe bilinecek mevâddan…"denilerek, Osman Namık Bey’e olumsuz cevap verilmiş ve her şeyi devlet bilirklasik düşüncesiyle taşranın önerisi dikkate alınmamıştır. Halkın murisleri adınaolan senetlerini kullanmalarında bir sakınca olmadığının Şura-yı Devletçe kararabağlandığını bu yüzden harç ve intikal için herhangi bir baskı yapılmamasıgerektiğini bildirmiştir. Son olarak vergilerin, tahmini bedel üzerinden alınmasımeselesine açıklık getirilmiştir. Bu konuda nezaretin sadarete bir değişiklikteklifinde bulunduğunu ancak oradan herhangi bir cevap gelemediğini ifadeetmiştir. Sunulan teklifte vergilerin ya gerçek kıymet üzerinden alınması ya datahmini bedelin % 25 ila % 60’a kadar değişen oranda daha düşük değerdegösterilerek hesaplanarak toplanması ön görülmüştür. Ancak sadaretten bir cevapgelemediği için eski uygulamaya devam etmekten başka bir çare kalmadığı dabeyana eklenmiştir.14

Böylece Yozgat tahrirat müdürünün tapu ve kadastro ile ilgili değişiklikönerilerinin hiç biri olumlu şekilde sonuçlanmamış ve eski usulün devamında kararkılınmıştır.

ı- Nüfus İşlemleriOsman Namık Bey’in çözülmesi gerekli sorun olarak gördüğü hususlardan

biri de nüfus işlemleriyle ilgilidir. Nüfus muamelatı başlığıyla incelediği bubölümde, bazı köylerde birikmiş olan nüfus nakdi cezalarının toplanamamasınadikkat çeker. Bu durumun köylerin imam ya da muhtarlarının nizami süre içindeilmühaber vermesini engellediğini söyler. Her iki görevlinin herhangi bir vakanınihbarı için hükümet dairelerine gittiklerinde kendilerinden eski nakdi cezalarınistenileceği korkusuyla dairelere gitmekten kaçındıkları tespitini yapar.

Osman Namık Bey, büyük bir sorun olarak gördüğü meselenin halli içinişlem izni istediklerinden ancak herhangi bir cevap alamadıklarından dert yanar.Sorunun çözülmemesi halinde askerlik işlemlerinin de aksayacağı uyarısındabulunur.

Layiha metni İstanbul’a ulaşır ulaşmaz şikâyet konusu olan husus DahiliyeNezareti’ne bildirilmiş ve ne yapılması gerektiği sorulmuştur. Nezaretçe yapılanincelemede bazı köylerde birikmiş olan nüfus ve vukuat nakdi cezalarının birçok

14 BOA, ŞD, nr. 1344/ 8, v7, 7 Teşrin-i evvel 1311 [19 Ekim 1895] tarihinde Defter-i Hakanî Nazırıtarafından Şura-yı Devlete gönderilen cevabi tahrirat.

II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE YOZGAT’IN SOSYO-EKONOMİK DURUMU

29Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 19-46

yerde uygulandığı şekliyle Yozgat’ta da af getirilerek çözülmesi kararlaştırıl-mıştır.15

Nüfus işlemleri konusunda ele alınan ikinci husus istavriler meselesidir.İstavriler kabilesi, madencilik faaliyeti için çok eskiden Gümüşhane’nin TorulKazası’ndan simli kurşun madeni işletmek için Akdağmadeni kazasına gelmiş olangizli Hristiyan Rum halktı. Klasik dönemde bir takım sebeplerle gerçek dinlerinigizlemiş olan bazı Hristiyan gruplar, Tanzimat Fermanı sonrası getirilen özgürlükortamına bağlı olarak eski dinlerine dönmeye başlamışlardı. İstavriler de bunlararasında yer alıyordu. Resmi kayıtlarda Müslüman olarak kayıtlı olan İstavrilerindin değişikliği talepleri yaklaşık otuz yıl sürecek olan bir problem ortayaçıkarmıştı.16

Osman Namık Bey de layihasının bir bölümünde söz konusu bu İstavrilerdenbahsetmiştir. Akdağmadeni kazasında yaşayan yaklaşık yüz haneden ibaret birtaifeye İstavriler denildiğini hatırlatan tahrirat müdürü, bunların maden işlemekiçin Gümüşhane’den geldiklerini beyan ettiklerini söyler. Zamanın icabı gereğigelenlerin birer Müslüman ismi aldıklarını ve kendilerini Müslüman olarakgösterdiklerini anlatır. Bu hâlin doğru olmadığını düşünen Namık Bey İstavrilerinde bunun gerçek olmadığını söylediklerini belirtir ve onların "…yohsa bizleranlardan gördüğümüz vechle Hıristiyan oğlu Hıristiyan’ız ve vatan-ı aslîmizdekihemşehrilerimiz el-ân umûmân Hırıstiyan’dır. Kilisâlarımızda vaftiz ismimizmukayyeddir…" beyanında bulunduklarını dile getirir.

Kısacası aslen Rum milletine mensup olan ancak dönemin şartları gereğiMüslüman ismi kullanmak durumunda kalan İstavrilerin nüfus işlemlerinde büyüksorunlar yaşandığı rapor edilir. Akdağlı İstavriler, 1880’den beri serbest ayinyaptıklarını dile getirmekte ve metropolitlerinin bile mevcut olduklarını ilerisürerek Rum nüfus arasına aktarılmayı talep etmektedirler. Müslüman olarakilmühaber vermemekte ısrarcı olmaları ve Rum cemaatinden de yasal olaraksayılmamaları Yozgat’ın gerçek nüfusunun ortaya çıkmasını da engellemektedir.Ayrıca askerlikte de sorunlar yaşanmaktadır. Bu durumun "nüfus-ı mektume" yanisaklı nüfus sorunu oluşturduğunu tekraren söyleyen Osman Namık Bey, probleminbir an önce çözülmesi gereği üzerinde durur.

İstavriler sorunu, İstanbul’da da devlet yönetimi katında yankı bulmuş veözellikle Maliye Nezareti bunun çözümüne dikkat çekmiştir. Olaya hazinenin

15 BOA, ŞD, nr. 1344/ 8, v6, 17 Eylül 1311 [29 Eylül 1895] tarihli Dâhiliye Nazırı Halil Rıfat Paşatarafından Şura-yı Devlete gönderilen cevabi yazı.

16 Akdağmadeni'ndeki İstavriler meselesi için bk. Ahmet Türkan, "Tanzimat'tan Sonra Osmanlı'daTanassur Olayları ve Akdağmadeni'ndeki Gizli Hıristiyan İstavriler", Türk-İslam MedeniyetiAkademik Araştırmalar Dergisi, ed. Mehmet Aydın, sayı 10, Konya 2010, s.140-174.

YUNUS ÖZGER

30 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 19-46

zarara uğradığı fikriyle bakan maliye bürokratları, İstavriler Müslüman ise askervermeli, Hristiyan ise o zaman askerlik için bedel vermeli diyerek Osman NamıkBey’i haklı bulmuşlardır. Sorunun Şura-yı Devletle ayrıca görüşmeler yaparakçözüleceğini bildirmişlerdir.17

Adliye ve Mezahib Nezareti, yaptığı inceleme neticesinde İstavrilerinMüslüman olduklarını, askerlik vazifesinden kaçmak için bu yola başvurduklarınıbildirmiş ve onların Hristiyanlıklarına itibar edilmemesine dair görüş sunmuştur.Bunun üzerine İstavriler, doğum, ölüm ve nikâh işlemlerini hükümete habervermemeye, ölülerini Rum mezarlığına defnetmeye ve Müslümanlardan kız alıpvermemeye başlamışlardı. Yaşanan gelişmeleri yerinde görmek için Ahmed ŞakirPaşa 1897 ve 1898’de iki defa Akdağmadeni’ne gelmiş ve mesele hakkında bilgialmıştı. 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanı akabinde İstavriler tekrar harekete geçerekaynı taleplerini yinelediler. Ancak her defasında devlet, bu topluluğun Hıristiyanolmasını istemediğinden engeller çıkarttı. Birinci Dünya Savaşı döneminde orduyaasker vermeyince Osmanlı hükümeti, İstavrileri birer ikişer hane olarak başkayerlere dağıtma kararı almıştır.18

Böylece 1880’lerde başlayan ve 1895’te Osman Namık Bey’in raporunakonu olan İstavriler meselesi yıllarca süren bir problem olarak hükümeti meşguletmiştir.

i- Tahsilat KısmıOsman Namık Bey, bu başlıkta sancaktan tahsil edilen ağnam ve aşar

vergisinden söz eder. Öncelikle yörede koyun kırkma mevsiminin Nisan ayısonlarında olduğunu ve bundan daha önce yapılması halinde hayvanların soğuktantelef olacakları tespitini yapar. Ardından kanun gereği yörede ağnam vergisiişlemlerinin Mart başından itibaren başladığını ve nihayetinde yirmi yirmi beş günsonra yani Mart sonunda bedelin tahsiline başlandığını söyler. Koyun kırkma vevergi toplama mevsimlerinin uyuşmazlığı dolayısıyla halkın sıkıntıya düştüğünü"ol esnâda ahâlîde para bulunmaz belki ahâli tiftik ve yapağı satıp da borcunu edâetmeğe mecbûr.Ol-hâlde ahâli tazyîkı görünce tiftik ve yapağı daha ağnâmınüzerinde iken tüccâra dûn bahâ ile satıb borcundan kurtulmağa bakar" cümlesiyleizah eder.

Rapordan anlaşılacağı üzere köylü bu durumda zarara uğrar ve kazanansadece tüccar sınıfı olur. Vergi uygulamalarının köylüyü ezdiğini iddia eden

17 BOA, Şura-yı Devlet (ŞD), nr. 1344/ 8, v. 4, Maliye Nezareti tarafından Şura-yı Devlete gönderilen30 Haziran 1312 [12 Temmuz 1896] tarihli cevabi yazı.

18 Türkan, "Tanzimat'tan Sonra Osmanlı'da Tanassur Olayları ve Akdağmadeni'ndeki Gizli Hıristiyanİstavriler", s.170-171.

II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE YOZGAT’IN SOSYO-EKONOMİK DURUMU

31Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 19-46

Osman Namık Bey, aşarın toplanmasında mültezimlerin tavrının çok önemliolduğuna vurgu yapar. Ona göre, eğer mültezim zalim ve gaddar değilse hakkınıntamamını alır yani fazlasını almaz. Ancak onu müteakip vergi borcu içintahsildarlar köye gelir. Hemen akabinde de esnaftan alacaklı olanlar köylününbaşına üşüşür. Nihayetinde ise borç para ve zahire veren tefeciler "köylüye bir şeykalmamasını kastedercesine üzerine hücûm gösterirler ".

Osman Namık Bey bütün bunlardan sonra hayatta kalan köylününtohumluğuyla bir senelik yiyeceğini çıkarması halinde adeta Karun sayıldığınıbeyan eder. Raporunun sonunda

"İşte ahvâl-ı maʽrûza neticesi olmak üzere yiyeceği tükendiğinden bu sene üçay mevsim-i baharı tamamen dağların otuyla taʽayyüş ederek imrâr eden pek çokehl-i kurâ hem görüldü hem işitildi" diyerek durumu tüm çıplaklığıyla gözler önüneserer.

Osman Namık Bey’in maliye ile ilgili bu eleştirileri İstanbul’dadeğerlendirmeye tabi tutulmuş ve Şura-yı Devlet görevlileri layihanın maliye ileilgili kısmında şikâyet edilen hususları Maliye Nezareti’ne bildirmiştir. 18 Eylül1895’te Maliye’ye gönderilen resmi evrak, orada yetkililer tarafındandeğerlendirilmiş ve yaklaşık on ay sonra Maliye Nazırı Ahmed Nazif Paşa imzalıolarak 12 Temmuz 1896’da Şura-yı Devlete cevap gönderilmiştir.

Maliye bürokratları, tahrirat müdürünün şikâyetlerini biraz abartılı bulmuşve padişah II. Abdülhamit’in emriyle ferağ ve intikal harçlarının zaten eskiye göreartık yarısının talep edildiğini hatırlatmış ve artık harçların ağırlığından şikâyetemahal kalmayacağı düşüncesinde olduklarını ifade etmişlerdir. Kısacacı maliyeyetkilileri bu konuda yapılması gerekenin zaten önceden icra edildiğini ve dahafazla yapılacak bir şeyin olmadığını bildirmişlerdir.

İkinci olarak verginin fahiş oranda alındığı iddiası ele alınmıştır. Maliyeyetkilileri böyle olduğunu iddia edenlerin bir dilekçeyle başvuru yapmalarınıistemiş ve bu durumda her zaman olduğu gibi gerekli incelemenin yapılacağısözünü vermişlerdir.

Üçüncü olarak emlak alım satımlarındaki harçlarla ilgili şikâyet konusuaraştırılmıştır. Bürokratlara göre devlet gerekli düzenlemeyi yapmış ve alım satımişini belirli kurallara tabi tutmuştur. Ancak harç vermek istemeyen alıcı ve satıcılarsatış işlemlerini resmiyete dökmediklerinden aralarında hususi senetler tanzimetmektedirler. Asıl sorun da işlerin bu şekilde icrasından kaynaklanmaktadır.

Ağnam ve aşar vergileri ile ilgili yapılan eleştiriler ise nizamname hükümleridoğrultusunda yapılmış olmasına bağlanmıştır. Ancak bu konuda Osman NamıkBey’in şikâyetini haklı görmüş ve mağdur halkın sorununun çözümünün kanun ve

YUNUS ÖZGER

32 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 19-46

ya tüzük değişikliği ile mümkün olacağını söyleyerek topu Şura-yı Devleteatmıştır.19

Özetle Maliye Nezareti, Osman Namık Bey’i vergi hususunda haklıbulmamış ve yapılan uygulamaların yerinde olduğunu söylemiştir.

j- Bayındırlık İşleriRaporun en kısa bölümlerinden biri bayındırlık konusuyla ilgilidir. Rapora

göre, Yozgat sancağının bayındırlık alanında başta mühendis olmak üzere birçokeksiği bulunmaktadır. Buna rağmen yolları yine de zararsız durumdadır.Mükemmel hale gelebilmesi için masraf yapılması gerekir.

Osman Namık Bey’in çok az biçimde yer verdiği bayındırlıkla ilgilisorunlar, layihanın İstanbul’a ulaşması akabinde ilgili birimlerde derhalyankılanmıştır. Dönemin Ticaret ve Nafia Nazırı Hüseyin Tevfik Paşa, konuylabizzat ilgilenmiş ve ihtiyaç duyulan bir mühendis kısa süre sonra Yozgat’a tayinedilmiştir. Köprü ve yolların ikmali meselesine ise Tevfik Paşa, merkezdenyapılacak bir şey olmadığını beyanla yetinmiştir. Bu husustaki teamülün, yol veköprülerin halkın bedenî ve şahsi yardımlarıyla yapıldığını hatırlatmıştır.20

k- Eğitim-Öğretim DurumuRapora göre 1895’te Yozgat’ta mamur ve muntazam ve idaresi sağlam bir

iptidai mektep yoktur. Ancak yaklaşık on yıl evvel 1885’lerde kargir olarak bir lise(Mekteb-i Mülkiye-i İdâdîye) inşasına başlanmış ve o da yarım kalmıştır. İnşaatıntamamlanması için yaklaşık 170 bin kuruş, mefruşatı için 200 bin kuruşa ihtiyaçduyulmaktadır.

Yapılan onca yatırımın atıl bırakılması hususunu açık bir dille eleştirenOsman Namık Bey; "Maʽa hazâ edilen masrafla orak ve harman makineleri celbedilip de nevâhiye tevziʽ edilmiş olsaydı daha enfaʽ olmaz mıydı?” diye sormaktankendini alamaz. Devamında bu miktar parayla eğitimin en temel kurumu olaniptidai mekteplerin tanzim edilebileceğini ve yenilerinin yapılabileceğini ve iptidaimektep muallimlerinin düzenlice ödenemeyen maaşların verilebileceğini de açıkbir dille merkeze iletir. Köylerin eğitim durumuna da değinen Osman Namık Bey,"Kurâ ise mekâtibe eşedd-i ihtiyâc ile muhtâc çünkü zullâm-ı cehl u nâdâni birderece ehl-i kurâyı istîlâ etmişdir ki tafsîli muceb-i kelâl olur" diyerek, cehalet vebilgisizliğin vardığı derecenin tafsilinin imkansızlığını beyan eder.

19 BOA, ŞD, nr. 1344/ 8, v.9, Maliye Nezareti tarafından Şura-yı Devlet'e gönderilen 12 Temmuz1896 tarihli cevabi yazı.

20 BOA, ŞD, nr. 1344/ 8, v10, Ticaret ve Nafia Nazırı Hüseyin Tevfik Paşa'nın 1 Ekim 1895'te Şura-yıDevlete gönderdiği cevabi yazı.

II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE YOZGAT’IN SOSYO-EKONOMİK DURUMU

33Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 19-46

Osman Namık Bey’in eğitimle ilgili bu tespitleri başkentte derhal dikkatleriüzerine çekmiş ve Maarif Meclis-i Kebiri, Yozgat’taki iptidai mektep sayısının veidadi mektebe harcanan para tutarının 26 Ekim 1895 tarihli yazıyla derhalaraştırılmasını istemiştir.21 Söz konusu yazı 11 Ocak 1896 tarihinde istatistikkalemi tarafından cevaplandırılmış ve Ankara Maarif Müdürlüğünden istenencetvele istinaden Yozgat livasının tamamında Müslümanlara ait 296 iptidaimektebi bulunduğu bildirilmiştir.22

Gerçekte Osman Namık Bey ile Maarif Nezareti hadiseye farklı şekillerdebakmışlardır. Osman Namık Bey, yaklaşık on yıldır tamamlanamayan Yozgat idadibinasının bir an evvel ikmal edilmesini arzu etmiş bunun için de eğertamamlanmayacaksa şimdiye kadar neden bu kadar masraf yapıldığınındüşünülmesini istemiştir. Osman Namık Bey, edilen masrafın büyüklüğüne dikkatçekmek için harcanan parayla sancakta neler yapılabileceğini örneklendirmiştir.Oysa Maarif Nezareti bunu sancakta iptidai mektep bulunmadığından şikayetediliyor şeklinde yorumlamış ve istatistiki verilerle mektep sayılarını bildirmecihetine gitmiştir.

Dört yıldır Yozgat’ta görev yapan Osman Namık Bey’in sancaktaki okulsayısını bilmemesi mümkün değildir. Zaten raporun kaleme alındığı 1895’ten biryıl önceki Ankara vilayeti salnamesinde de Yozgat’taki eğitim öğretimfaaliyetlerine yer verilmiş ve mektep sayıları orada da gösterilmişti.

Sözü edilen h.1311 [1893-1894] tarihli Ankara salnamesine göre; 18 cami vemescidin bulunduğu Yozgat şehir merkezinde 5 medrese, 778 muhtelif kitaptanibaret iki kütüphane, 1 rüştiye mektebi, ikisi erkekler biri kızlar için tesis edilmişolan 3 iptidai mektebi ve 15 adet de sıbyan mektebi vardı. Köylerde ise 48 adetsıbyan mektebi bulunmaktaydı.23.

Yozgat eğitim tarihi üzerine araştırmalar yapan Taha Karaca da 1894-1895döneminde Yozgat ili genelindeki iptidai mekteplerin yani ilkokulların sayısını 300civarında olarak tespit etmiştir. Bunların 164 tanesinin eski tarzda eğitim veren

21 26 Ekim 1895 tarihli talimatta "…Baʽde îcâbına bakılmak üzere evvel-emirde Yozgad'da kaçmekteb-i ibtidâinin mevcûd olduğunun beyânı zımmında istatistik kalemine ve Yozgad idâdîsine nemikdâr akçe sarf edildiğinden ve ne sebebe mebni ikmâl edilmediğinden ve ikmâli için ne mikdârpara daha sarf edilmek lâzım olduğunu beyân zımmında muhâsebeye …" denilerek gerekliaraştırmanın yapılması istenmiştir. Bk. BOA., MF.MKT., nr. 311/14.

22 BOA, ŞD, nr. 1344/ 8, v5, Maarif Nezareti tarafından Şura-yı Devlet'e gönderilen 31 Mart 1312 [12Nisan 1896] tarihli cevabi yazı.

23 Ankara Vilayet Salnamesi 1311 [ 1893-1894], s.284.

YUNUS ÖZGER

34 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 19-46

mahalle mektepleri, 136 tanesinin ise yeni usulde eğitim veren mektepler olduğunuifade etmektedir.24

Osman Namık Bey’in layihasında işaret ettiği ve tamamlanmamasını eleştirimevzuu yaptığı Yozgat idadi binasıyla ilgili olarak Maarif Nezareti, kendinceolayın iç yüzünü ortaya çıkaracak bir bilgi paylaşmış ve gecikmenin sebeplerininburada aranması gerektiğini ima etmiştir. Nezaretin ilgili meclisinin yaptığıaraştırmaya göre Yozgat idadisi, Maarif Nezareti tarafından herhangi bir izinalınmaksızın sadece dönemin Ankara Valisi Süreyya Paşa tarafından verilen izinleinşaatına başlanmıştır. Ancak daha sonra Abidin Paşa göreve gelince inşaatdurdurulmuştur. Başlangıcından tadiline kadar geçen süre zarfında arsa bedeli dâhilyapılan harcamanın tutarının 184.296 kuruş 15 para olduğu saptanmış, inşaatıntamamlanabilmesi için ise 194.583 kuruşa ihtiyaç duyulduğu anlaşılmıştır.Bunlardan başka inşaatın tamamlanması için talep edilen tahsisatın keşif defterininusul ve nizamına uygun olup olmadığı da şehremaneti marifetiyle araştırılmakistenmiş ancak oradan herhangi bir cevap alınamadığı bildirilmiştir.25

Tarihi vesikalara bakıldığında Yozgat idadi binasının çok uzun yıllar çeşitlisıkıntılara düştüğü görülmektedir. Eğitim istatistiklerine göre her ne kadar 1894-1895’te 85 öğrencisi ve 13 memur ve öğretmeniyle eğitim faaliyetinde olduğu26

tespit edilmiş olsa da Mayıs 1911’de Osmanlı Mebusan Meclisi’nde yapılantartışmalarda yine binasının tamamlanamadığından şikâyet edilmiştir. Memuriyetidolayısıyla Yozgat’ta bulunmuş olan Sivas mebusu Mustafa Ziya Bey, "Yozgatidadisi ki, devr-i sabıkta başlamış, binası cesim nâ-tamam kalmıştır" diyerekkonuyu meclis gündemine taşımış ve

öyle âli bir mektebe mahsûs bir binanın öyle nâ-tamam birhalde bırakılmasına kimsenin vicdanı kail olamaz. Kimse tecvizetmez, bunu yaptırmak taht-ı vücubtadır,

demiştir.

Bu sözler üzerine dönemin Yozgat mebusu Edip Bey bir açıklama yapmış vebinanın 25 yıl önce başladığını [1886] ve yarısı inşa edilmişken nasıl olduysa tatiledildiğini ve geçen seneye [1910] kadar öylece kaldığını ifade etmiştir. Akabinde1910 senesinde mutasarrıf tarafından gerekli keşfin yapılarak nezaretesunulduğundan bahsetmiş ve son tahlilde 1911 senesindeki durumundan

24 Taha Niyazi Karaca, "Yozgat Eğitim Tarihine Katkı", Erciyes Üniversitesi Sosyal BilimlerEnstitüsü Dergisi, sayı 17, 2004/2, Kayseri 2004, s.142. s.139-150.

25 2 Kasım 1895 tarihli yazışma için bk. BOA. MF. MKT, nr. 311/14.26 Taha Niyazi Karaca, Ermeni Sorununun Gelişimi Sürecinde Yozgat'ta Türk-Ermeni İlişkileri, TTK

Yayınları, Ankara 2005, s.64.

II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE YOZGAT’IN SOSYO-EKONOMİK DURUMU

35Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 19-46

bahsederek, 210 bin kuruş tahsisat ayrılması halinde ancak tamamlanabileceğinisöylemiştir.27

l- MedreselerOsman Namık Bey, raporunun bu bölümünde önceki konuyu devam ettirmiş

ve Yozgat’taki medreseler ve eğitim-öğretim faaliyetlerini incelemiştir. O’na göreYozgat medreselerinin eğitim öğretim usulü, normal medrese tahsil usulündenoldukça uzaktır. Öğrencilerin çoğunluğu, askerlikten kaçmak için medreseyedevam etme eğilimindedir. Hâl böyle olunca tahsili noksan olarak yetişenhocalardan istifade mümkün olamamaktadır. Üstelik bu hocalar kendilerini"mürebbi-i millet" olarak görmekte halkı ise cahil bulmaktadırlar.

Osman Namık Bey, önceden çok bilgili insanların bu medreselerdenyetiştiğini ama hâlihazırdakilerin halkı eğitecek durumda olmadıklarını bir kezdaha tekrarlamaktadır. Toplumsal düzende eğitimin önemine dikkat çeken OsmanNamık Bey, medreselerin bu durumunun neticesi olarak toplumsal ahlakınzedelendiğini söylemekte ve Yozgat hapishanesinde yatan Müslüman mahkûmlarınçokluğunu buna delil olarak sunmaktadır.

m- Vâkfiye GelirleriLayihanın bu bölümünde vakfiye gelirlerine yer verilmiştir. Yozgat

sancağında yer alan vakıfların gelir durumu hakkında da bilgi veren tahriratmüdürü, buradaki vakıf gelirlerinin asıl amaçları için harcanmadığını ve gelirinbüyük kısmının mütevellilerde kaldığını söylemektedir. Mütevellilerin bâd-ı hevaolarak bir para aldıklarını ve bunun toplanması sırasında çok yolsuzluklarınyaşandığını ileri sürmektedir. On bin kuruş alacağı olan bir mütevellilinin işinikolaylaştırmak için bunu bir sarrafa kırdırdığını ve kalanını alıp işine gittiğini iddiaetmektedir. Yapılan bu uygulamaların engellenmesi için çok uğraşıldığını ancakneticesiz kaldığını raporuna ekleyerek, konudan İstanbul’u haberdar etmiştir.

n- Yozgat Belediyesinin DurumuTahrirat müdürü Osman Namık Bey, raporunun bu bölümünü Yozgat

belediyesine ayırır. Evvela Yozgat’ın demografik yapısı hakkında bilgi vererekkonuya giriş yapar. Buna göre raporun kaleme alındığı 1895’te Yozgat’ın nüfusu,yarısı Müslüman diğer yarısının büyük kısmı Ermeni ve bir haylisi Rum ve azmiktarda Katolik, Protestan olmak üzere toplam 19 bin kişidir. Belediyenin yıllıkgeliri 90 bin kuruş civarındadır. Bu miktar, ancak belediyenin daire masrafı, tabip,eczacı, aşçı ve tulumbacı maaşlarıyla diğer ufak tefek giderlerine yetebilmektedir.Bu yüzden şehrin tanzim ve tezyini için bir şeyler yapmak şöyle dursun temizlik

27 Meclis-i Mebusan Tutanakları, İ:104, C:2, 9 Mayıs 1327 [22 Mayıs 1911], s.74.

YUNUS ÖZGER

36 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 19-46

işleri bile gereği gibi yapılamamaktadır. Hatta tasarrufa riayet edilecek diye 1895senesinde belediye ebesinin maaşıyla bazı muhtaçlara verilen maaşlar bilekesilmiştir.

Belediyenin bu sıkıntılı durumunun giderilebilmesi ve mevcut gelirlerindoğru kullanımı için Osman Namık Bey bir çözüm önerisi getirmiş ve bunubaşkente bildirmiştir. O’na göre, taşralardaki belediye daireleri, merkezdeki büyükdairelerden birine bağlanmalı ve her yıl düzenlenip mahalli idare tarafındanonaylanmakta olan bütçeler bu büyük dairelere takdim edilmelidir. Böyle olmasıhalinde belediye gelirlerinin boş yere harcanması yolları kapatılmış olacaktır.

Osman Namık Bey’in diğer öneri ve tekliflerinde olduğu gibi belediye ileilgili olan kısmı da İstanbul’da ilgili birimlerce tartışılmıştır. Dönemin DâhiliyeNazırı Rıfat Paşa, taşra belediyelerinin hesap defterlerinin düzenli olarakgönderilmediğinden bahsederek sorunun kaynağının belediyeler olduğunusöylemiştir. Diğer taraftan belediye işlerinin oldukça karışık bir durumdabulunduğunu da belirterek köklü bir çözüm için Şura-yı Devlet’in devreye girmesigerektiğini ifade etmiştir.28

o- MemurlarRaporun son kısmında devlet memurları konusu incelenmiştir. Siyaset

erbabının devlet memurlarını mutavvi ve mutasanni olarak iki kısma ayırdığınıifade etmiştir. Osman Namık Bey’e göre; mutavviler fıtratları gereği devletmemurluğuna uygun kişilerdir ve işlerini samimi bir şekilde icra ederler.Mesleklerinde ilerleme ve gelişmeyi de ancak sadakatlerini ispattan ibaret olarakgörürler.

İkinci gruptakiler ise her türlü memuriyeti, geçim kapısı olarak düşünerek biryere girerler ve tüm mesailerini şahsi geleceklerini temin için harcarlar. Bundandolayı her memurun gerçek durumu, amirleri tarafından dikkatle değerlendirilerekhak ettiği mertebede ödüle layık görülmesi siyasetin bir gereği olarak görülür.

Bu genel değerlendirme sonrasında Osman Namık Bey, yaşadığı dönemdekimemurların büyük bir çoğunluğunun ikinci gruba mensup olduklarını belirtir. Hattabu tür memurlardan pek çoğunun henüz yaşı gelmemiş olduğu halde dolguncamaaşla emekli olup istirahat etmeyi düşündüklerini beyan eder. Ayrıcamemurlardan cezalandırılmayı gerektirecek halleri sabit olanların,cezalandırılmasında ihmal gösterildiğini veyahut onlara mühlet verildiğini deifadesine ekler.

28 BOA, ŞD, nr. 1344/ 8, v6, 17 Eylül 1311 [29 Eylül 1895] tarihli Dâhiliye Nazırı Halil Rıfat Paşatarafından Şura-yı Devlete gönderilen cevabi yazı.

II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE YOZGAT’IN SOSYO-EKONOMİK DURUMU

37Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 19-46

SonuçII. Abdülhamit devri Yozgat sancağı tahrirat müdürü Osman Namık Bey

tarafından kaleme alınan ve devletin payitahtında ilgili üst birimlere gönderilenlayihada birçok tespit yapılmış ve görülen eksikliklerin ikmali istenmiştir.

Tarım ve hayvancılığın geleneksel yöntemlerle sürdürüldüğü ve bu nedenlearzu edilen verimin alınamadığı söylenmiş ve bu iki alanda mutlaka reformyapılması gerektiği bildirilmiştir. Yozgat’ın hayvancılığa elverişli bir yöreolduğuna işaret edilerek özellikle at yetiştiriciliğinin desteklenmesi talep edilmiştir.Orman bakımından fakir olan bölgedeki mevcut ağaçlık alanların iyikorunamadığından bahsedilmiş ve gelecekte yok olma tehlikesine vurguyapılmıştır. Yörenin tek madencilik alanı olan ancak geliri giderinikarşılayamadığından kapatılmak zorunda kalınan Akdağmadeni kazasındaki gümüşmadenlerinin yeniden faal hale getirilmesinin bölge ekonomisine büyük katkısağlayacağına işaret edilmiştir. Ticaret alanında gayrimüslim reayanın etkin olduğutespiti yapılmış ve Müslümanların da son birkaç senedir yeni yeni ticaretleuğraşmaya başladıkları bilgisi paylaşılmıştır. Diğer alanlarda olduğu gibi tapuişlemlerinde ve çiftçilerin sürekli temas halinde bulunduğu ziraat sandıklarında dareforma ihtiyaç duyulduğu merkeze bildirilmiştir. Vergilerin tahsil ediliş zamanınçiftçilerin üretim faaliyetleriyle uyuşmadığı ve bu nedenle zarara uğradıkları haberverilerek bu hususta da ıslahat yapılması talep edilmiştir. Birkaç yoldan başkabayındırlık eserinin bulunmadığına dikkat çekilmiş, eğitim kurumlarının yetersizolduğu ve köylerde mektep açılmasının gerekliliği üzerinde hassasiyetledurulmuştur. Memur sisteminde de sorunlar olduğuna değinilmiş ve görevinikötüye kullananların cezalandırılmasında ihmalkârlık yapıldığı söylenerek tedbiralınması istenmiştir.

Yozgat tahrirat müdürü Osman Namık Bey’in zaviyesinden yörede görülenaksaklıkları daha da artırmak mümkündür. Yapılan yazışmalardan anlaşıldığınagöre şikâyet konusu olan pek çok husus sadece Yozgat’a özgü sıkıntılar değildi.XIX. yüzyılın son döneminde ülkenin çok büyük bir bölümünde görülenaksaklıklar birbirinin aynıydı. Nitekim vergi toplama dönemi ile ilgili olarakMaliye Nezareti tarafından verilen, nizamnamelere istinaden vergilerin toplandığıcevabı bunu doğrulamaktadır. Yine Akdağmadeni’ndeki İstavriler konusu, devletiniçinde bulunduğu siyasi ve sosyal durumdan ayrı değerlendirilecek durumdadeğildi.

Osmanlı sancak idaresini tanzim eden 1864 ve 1871 nizamnamelerindetahrirat müdürlerine bulundukları sancakla ilgili rapor yazma görevi verilmemişolmasına rağmen, sorumlu bir bürokrat duyarlılığıyla hareket ettiği anlaşılanOsman Namık Bey İstibdat Dönemi olmasına rağmen vilayetteki aksaklıkları raporedebilme cesareti sergilemiştir. Bu yönüyle Osman Namık Bey, takdir edilecek bir

YUNUS ÖZGER

38 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 19-46

vazife icra etmiştir. Diğer taraftan sıradan bir taşra görevlisi olmasına rağmenkaleme aldığı layihasının istibdat devrinde dikkate alınması ve ilgili bütünnazırlıklar tarafından cevaplar verilmiş olması da takdire şayandır.

Netice itibariyle Osman Namık Bey, sorumlu bir davranış örneği sergilemişve vilayetin birçok sorununun payitahtta tartışılmasını sağlamıştır.

KAYNAKÇA

1-Arşiv BelgeleriBaşbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Dâhiliye Mektûbî Kalemi (DH. MKT), nr. 1875/15,

1340/8.BOA. İrâde Tekâüd Sandığı (İ.TKS), nr. 20/26.BOA. Dâhiliye Sicill-i Ahvâl İdâresi Defterleri (DH.SAİD.d.), nr.112/259.BOA. Mâarif Mektûbî (MF.MKT), nr. 311/14.BOA, Şûrâ-yı Devlet (ŞD), nr. 1344/ 8.

2-Süreli YayınlarAnkara Vilâyeti Salnâmesi, 1313 (1895; on ikinci defʽa, s.231.Resmi Gazete, sayı 9853, (8 Mart 1958).Düstur, I. Tertip, I. Cilt, s.614, 635.Ankara Vilayet Salnamesi 1311[ 1893-1894].Meclis-i Mebusan Tutanakları, İ:104, C:2, 9 Mayıs 1327 [22 Mayıs 1911].

3-Kitap ve MakalelerBafralı, Yanko, Yozgad Seyahatnamesi, Matbaa-ı Ebuzziya, Kostantiniyye 1306.

Türkan, Ahmet, "Tanzimat’tan Sonra Osmanlı’da Tanassur Olayları ve Akdağmadeni’ndekiGizli Hıristiyan İstavriler", Türk-İslam Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi,ed. Mehmet Aydın, sayı 10, Konya 2010, s.140-174.

Karaca, Taha Niyazi, "Yozgat Eğitim Tarihine Katkı", Erciyes Üniversitesi Sosyal BilimlerEnstitüsü Dergisi, sayı 17, 2004/2, Kayseri 2004, s.142. s.139-150.

-------------------, Ermeni Sorununun Gelişimi Sürecinde Yozgat’ta Türk-Ermeni İlişkileri,TTK Yayınları, Ankara 2005.

Ocak, Ahmet Yaşar, “Bozok”, Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA), II, İstanbul 1992, s.321-322.

Pakalın, M. Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, 3, MEB, İstanbul 1983.

http://tcdd.net/ankara-sivas-hizli-tren-projesi-yerky-yozgat-sivas-kesimi, erişim tarihi20.09.2014.

II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE YOZGAT’IN SOSYO-EKONOMİK DURUMU

39Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 19-46

EKLER

Yozgat Tahrirat Müdürü Osman Namık Bey Tarafından KalemeAlınan Layiha Metni

Mâʽrûz-ı çâker-i kemîneleridir.

Ma‘rûzât-ı kemterânem merâyâ-yı hakâyık-ı ahvâl-ı âlem bulunan kulûb-ıhikem-i mevhûba-ı evliyâ-ı umûra gayrısız olduğu bedîhi bulunmasına nazaranberâhine her mukâbil îrâd-ı kelâm kablinden ve hatta haddimden hâric sözsöylemek olmağla berâber ecdâd-ı çâkerânemin per-verde oldukları ni‘met-iadîmü’n-ni‘met-i saltanat-ı seniyyenin asârı olarak irsen mâlik olduğum sadâkat veubûdiyyet-i hazret-i cihânbânî sâ’ikâsı eseri bulunduğu cihetle hatâyâ-ı vâkıʽâ-ıabîdânemin mazhar-ı afv-ı celîl-i efhamîleri olmak istirhâmıyla hayli vakitden berimüstahdem bulunduğum bir mevkiʽin ahvâl-ı umûmîyyesi hakkındaki vukûf veistidlâ‘ât-ı kemterânemin ba‘zı mülâhazât-ı ahkarânemin ilâvesiyle atebe-i celîle-iâsafânelerine arzına ictisâr olunmuşdur.

Zirâ‘at: Yozgad Sancâğı arâzisi ekseriyetle dağlık ve mürtefi‘ olduğundanhavası mu‘tedil muhit-i mahaller varsa da çok mahallerinde mevsim-i şitâ süreklive şiddetli olmağla bu havâlide pamuk, pirinç, ipek mahsûlâtı lâyıkıylaolamamasıyla bunlara rağbet yokdur. Cüz’î tütün zerʽ edilirse de mahsûlü pekâdidir. Patates zirâ‘ati hükümet-i mahâlliyyenin teşvîkiyle henüz tevessü‘ veta‘ammüm eylemekdedir. Çavdar, susâm zerʽi görenek değil. Mısır, dârı, yulaf,burçak, kapluca, kendir, afyon kılletle zerʽ olunur. Ketân ekilirse de tohumu satılırkendisi işlenmez. Hayli bağlar varsa da mahsûlâtından ihrâcât yokdur. Meyve vebostanları ihtiyâcât-ı mahalliyyeye kâfi olamaz râddededir. Ma‘mâfîh arzın kuvve-iinbâtiyyesi derece-i sânîyyede olub mezrû‘ât-ı mezkûrenin ekserîsinin vehusûsuyla hububât-ı hamsenin zerʽine kabiliyetli ise de âdet olmadığındanbuğdayla arpadan mâ‘adâsı çendân-ı rağbet kazanamamışdır. Bunların hâsılâtı isebereketli olduğu zaman bire on nisbetinde oluyor. Ve ihrâcât-ı mahalliyye hemânbunlara münhasırdır. Fakad buğdayla arpada asâr-ı feyz u bereket olmayacakolursa ahâlinin müzâyakaya dûçâr olması mukarrardır. Zirâ diğer bir cihet-i istifâdemefkûd. Binâberîn zirâ‘atı yalnız bunlara münhasır bırakmayıb tenevvü‘î esbâbınateşebbüs, ehemm-i umûrdan ise de evvelâ usûl-i zirâ‘at u felâhat ıslâha muhtâcdır.

Hayvânât: Merʽâ ve yaylaların vüsʽatı hayvânât-ı mevcûdenin birkaçmislini idâreye kâfî olub şimdiki mevcûdu hayli mikdâra bâliğ olur. Ve tiftik veyapağı ve deriden olan ihrâcât-ı mahalliyye epeyce mühimdir. Ancak beslemek veçoğaltmak ciheti ıslâha muhtâc olduğu misüllü şimendüferin fikdânı, teksîre mâniʽbulunmakdadır. Çünkü ihrâcâtında müşkilât var. Bir de bu havâlide epeyce devedahi bulunur. Hele halkın evâilde Osmanlılığa olan meyilleri güzel atların

YUNUS ÖZGER

40 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 19-46

yetiştirilmesine sebeb olurmuş. Şimdi ol mertebede değil ise de yine zararsız atlarve kısraklar bulunabilir. Hattâ geçen iki sene zarfında süvârî-i asâkir-i şâhânesiiçin me’mûru maʽrifetiyle matlûba muvâfık sûretde bu havâlîden iki yüzümütecâviz at mübâyâʽ edilmiş ve şu cihetle bir menfaʽat-ı mahalliyye hâsıl olmuşidüğüne nazaran cins-i feres ıslâh ve teksîr edilse bu yüzden menfaʽat-ı külliyyehusûlü tabʽidir.

Ormanlar: Boğazlıyan ve Akdağmadeni kazalarında kısm-ı aʽzamı çamnevʽinden olarak hayli ormanlar olub, ihtiyâcât-ı mahalliyyeden fazla olarakKayseri ve Kırşehri sancaklarına epeyce kerâste ihrâcâtı olur. Lakin emr-imuhâfazaları el-ân matlûb-ı ʽâli derecesinde olamadığı gibi yeniden ormanyetiştirmek ciheti ihmâl edilmekde olmağla, mürûr-ı zaman ile ne hâl kesb edeceğicây-ı mülâhazadır. Zîrâ ziyâde müsinn kimselerin rivâyetine göre Yozgadkasabasının etrâfı ormanlık imiş el-yevm ise bundan numûne olarak kasabanıncihet-i cenûbîsinde bir mikdâr çamlık bâkî kalmışdır. Bu dahi belediye tarafındanon seneden beri muhâfazası hakkında edilen himmet semeresidir.

Ma‘deniyât: Bu havâlîde dahi mütevâri-i hicâb-ı etrâbdır. YalnızAkdağmadeni kazası’nın merkezi bulunan Maden kasabasına beş sâ‘at kadar ba‘dmesâfede bir gümüş ma‘deni olub evâilde cânib-i hükümetden işletiliyorken, îrâdımasrafına tekâbül etmemekle takrîben on beş seneden beri mu‘attal bulunmaktadır.Ve vesâ’it-i nakliyyenin fıkdânı ve odun yakılacak olsa edilecek masrafın kesreti,iltizâmına dahi talib bulunmamasına sebebdir. Bir de odun sarf edilmiş olsa,civârındaki ormanların müddet-i kalîle zarfında imhâ olacağı der-kârdır. Fakatma‘den-i mezkûrun hengâm-ı ta‘tilinde kâlhâne yanında müterâkim kalan curufualtı yüz lira kadar bir meblağla iştirâya talib var iken satılmaması ve şimdi ise bunatalib bulunmamakla şu yüzden ızrâr-ı hazine vukû‘una meydân verilmesi garîbgörünüyor. Zirâ mezkûr curufda kurşun, demir ve sengle cüz’î mikdâr sîm dahimevcûd olmakla be-tekrâr kâl ve izâbe ile hasılâtından me’mûl olan istifâdeyemebnî, ol-vakit talib var imiş şimdi ise kâlhâne harâb olub el-ân vâridâtolmadığından kimse alamaz. Ve bir taraftan dahi kireçle imtizâcı olduğuna mebnîtaş yerine isti‘mâl edilmek üzere her rast gelenler tarafından sirkat yolunda ahzedilmekdedir.

Sanâyi‘: Bu bâbda şâyân-ı arz bir cihet olmayıb yalnız ihtiyâcât-ımahalliyye nisbetinde demircilik, kalaycılık, bakırcılık, doğramacılık,kunduracılık, frenk terziliği ve hatta kuyumculuk her mahallde olduğu misillücemâʽât-ı gayr-i müslime yedinde olub kaba terzilik, biçicilik, taşcılık, kiremitcilik,dülgerlik gibi sanʽat erbâbı miyânında müslim dahi bulunmaktadır.

Ticâret: Evâilde kâmilen gayr-i müslim ahâliye mahsûs iken on senedenberi şu mesleğe sülûk eden İslâmlar dahi görülmekdedir. Maʽmâfîh İslâmın ticâreti

II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE YOZGAT’IN SOSYO-EKONOMİK DURUMU

41Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 19-46

ihrâcât üzerinedir. İhrâcât-ı mahalliyye ise mârrü'l-ʽarz birinci mertebede hınta veşâʽir, sâniyen tiftik, yapağı, deri, sâlisen de sığır, koyun, afyon, cehri, kitre-imahmûze, bal gibi müteferrikden ibâretdir. Mahrec ise Samsun’dur. Zirâ Samsuniskelesi öteden beri idhâlâtın medhali olduğundan mahrec olmakda, Ankara bunarekâbet edememekte. Ve şu cihetle şimendüferden bu sancâkca henüz istifâde-itâmma hâsıl olamamaktadır. Ve ileride şimendüferin Sivas'a kadar inşâsındaKayseri, Kırşehri livâları kadar da buraca istifâde yine me’mûl olmayıb, demiryolundan bu sancağın asıl istifâdesi Yozgad’dan Çorum tarîkıyle Samsun'a birşuʽbe güşâdıyla hâsıl olacağı erbâb-ı vukûfdan mervîdir. Ahvâl-ı hâzıra, umûr-ıticâriyyeye nazaran câ-yı dikkat mahrec bahsinde olmayıb hınta ile şâʽire râyicbulmak cihetindedir. Çünkü sâlifü'l-arz ihrâcâttan sığır, koyun, baldan maʽadasınıAvrupa çeker. Lakin sevâbıkdaki gibi şimdileri dolgun fiyatla çekmiyor. Buğdayarpa ise memâlik-i ecnebiyyenin idhâlâtına karşı revâc bulamuyor. Hattâ bu bâbdabütün Anadolu vilâyât-ı şâhânesi hem-hâl gibidir. Ne hâcet Anadolu sevâhilineecnebi refîki geliyor. Binâenʽaleyh buranın zahiresine dahi revâcgâh olacak yalnızDersaâdet kalıyor demekdir. Bu takdîrce buranın hınta ve şaʽiri Dersaâdetcemazhar-ı rağbet olmazsa mahsûlâttaki asâr-ı feyz u bereketden me’mûl bulunanistifâdenin mahdûdiyeti emr-i bârizdir. İşte lehü’l-hamd bu sene bu havâlide feyz ubereket olmadığından livânın aʽşârı yüksek fiy’âtlarla ihâle olunmakda ise de âtîderâyic düşkün olursa ve zahire mültezimîn ve tüccâr yedinde kalırsa neticesi ne olur.Hâlbuki elindeki zahireyi saklayacak ehl-i servet mültezimlerin burada vücûduenderdir. Pek çoğu vakit hulûlunda taksitini iʽtâ için elindeki zahireyi satmağamecbûr bir hâldedir. Ahvâl-ı maʽrûza ile berâber bir nokta daha var ki, devâir-iresmîye ile Avrupa emtiʽasından olan idhâlât mukâbili tüccâr tarafından gidenakçeye mukâbil, dâhil-i livâya giren akçenin müvâzenesinde görülecek nisbet âtîyiteemmüle bâdîdir.

Gelelim Ahvâl-ı Mülkiyeye: Arz u beyândan müstağnî olduğu vechlemesâlih-i mülkiyyenin mahallerinden biri de umûmun hukuk-ı tasarrufiyesininte’mîni kazîyesi olub bu da tapu muʽâmelâtının intizâmına vâbeste olmağla hâlbukibu sancağın tapu muʽâmelâtı ifrâtla müşevveş bir hâldedir. Ve bu adem-i intizâmve inzibât vergi muʽamelâtını müteşettittir ve bu da tahsilâtı sektedâr ederek su’iistiʽmâlât vukûʽuna sebeb olmakda ve bir tarafdan dahi şuʽbe sandıklarından ahâli-izürrâʽnın istifâdesini menʽ eylemektedir. Binâ’en ʽalâ-zalik tapu ketebesinin maaşile tavzîfi ile muʽâmelâtının ıslâhı ve kadastro usulünün tamâmen icrâsı lüzûmunuhissettiriyor. Misâl olarak arz ederim ki bir şahsın vefâtında bi'l-ʽarz yirmi binkuruş kıymet-i muhammeneli emlâk ve arâzi veresesine kalıyor. Hâlbuki arâzi veemlâk-ı mezkûre el-yevm nihâyet beş bin guruş kıymetinde bulunuyor. Fakat neçâre ki intikâl harcı kıymet-i muhammeneden verileceği cihetle veresenin harcıvermeğe adem-i kudretlerinden nâşiʽ intikâl muʽâmelesi pesmânde olub kalırvergileri ise mutasarrıf-ı ûlâ nâmına yürütülür gider. Vaktâki vergileri taleb

YUNUS ÖZGER

42 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 19-46

olundukda sâhibleri bulunmaz çünkü vergisi aranılan tarlaya meselâ Mehmednâmındaki oğlu sahib çıkıb, birâderi Ahmed'in olduğunu beyân eder ve Ahmeddahi Mehmed'in o tarlaya zirâʽat etmekde olduğunu söyler ve yâhûd diyâr-ı âhardabulunur. Hatta değil böyle bir elden bir ele geçmesi belki intikâl veya ferâğtarîkiyle birkaç kimseye geçmiş olduğu hâlde masrafı esbâkı nâmına mukayyedarâzi çok bulunur. İşte bu kabilden bir köylü, istikrâz için şuʽbe sandığınamürâcaʽatında şuʽbe me’mûru terhîn edeceği tarlaların tapusunu ister, hâlbukiköylünün yedinde değil tapu muvakkat ilm u haber dahi yok ki ne ile şuʽbeyite’mîn etsin. Bir cihet daha var ki mürâcaʽat eden köylüde tapu bulunsun fakatterhîn edeceği tarlanın kıymet-i muhammenesi beş bin guruş ise kıymet-ihakikisinin de bin guruş olduğu şuʽbece maʽlûm olduğundan usûl-ı vechle köylüyeancak dört yüz guruş ikrâz edilebilir. Ve bundan dahi pul parası ve sâ’ire çıkdıkdanve bî-çâre köylü şu parayı istikrâza muvaffak oluncaya değin hancıya kahveciyeedinmiş olduğu borcunu te’diye eyledikten sonra yedinde ancak üç yüz guruş parakalır. Hâlbuki köylünün muhtâc olduğu bir çift koşu öküzü idi ki, üç yüz guruşlaalınması mümkün değil. Böyle olunca köylü ol parayı da başka ihtiyâcına sarf eder.Ve muahharen vaʽdesi hulûlunda te’dîye-i deyn etmeğe dahi iktidârı olmadığındannihâyetü'l-emr icrâ maʽrifetiyle tarlası satılarak köylü evvelce bir çift öküze muhtâcbulunurken tarlasından dahi mahrûm kalır. Ve’l-hâsıl gerek tapu ve gerek vergimuʽâmelâtının garâbet-i ahvâline inzimâm eden şuʽbe sandıkları muʽâmelâtınıntasʽibâtı zürrâʽ-ı ahâliyi mürâbahacılara muhtâc bırakmakdadır.

Nüfus Mu‘amelâtı: Ba‘zı kurâda müterâkim bulunan nüfûs cezâ-yınakdîleri mümteniü’l-husûl hâline gelib şu keyfiyet e’imme ve muhtârân-ı kurânınmüddet-i nizâmisi zarfında vukûʽât ilm u haberi vermemelerine sebeb oluyor.Çünkü ihbâr-ı vukûʽât zımnında hükümete geldiği hâlde kendisinden eski cezâ-yınakdîlerin istenileceğini bildiğinden tuzağa düşmemek fikriyle hükümete gelmezve köylünün hatrı içün ilm u haber de vermez. Ve şu cezâ-yı nakdîler hakkındaistîzân-ı muʽâmele edildi ise de emr-i cevâbîsi henüz şeref-vürûd etmedi. Ve nüfusvukûʽâtının vaktiyle adem-i ihbârı kaziyesinin muʽâmelât-ı askeriyyeye dahidokunması âşikârdır.

Bu sancâkda bir mes’ele daha vardır ki, o dahi istâvriler mes’elesidir. Şöyleki mârru’z-zikr Akdağmadeni kazasında iki yüz hâneyi mütecâviz bir tâifemevcûddur ki bunlara istâvriler ıtlâk olunur. Bunların hulâsa- ı efkârları ise (gümüşmaʽdeni işlerken maʽdencilik sanʽatıyla âbâ u ecdâdımız Gümüşhane Sancağı'ndanburaya hicret etmiş ve ol-vakt îcâb-ı zaman tab‘ân birer Müslümân ismini istiʽâreederek kendilerini efkâr-ı ʽâmmeye Müslüman göstermişler ve tevellüdâtlarını dahiesâmi-i İslâmiye ile tesmiye kılmışlar. Belki bu hâl caʽlî olub yohsa bizler anlardangördüğümüz vechle Hırıstiyan oğlu Hırıstiyanız ve vatan-ı aslîmizdekihemşehrilerimiz el-ân umûmân Hırıstiyan'dır. Kilisâlarımızda vaftis ismimiz

II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE YOZGAT’IN SOSYO-EKONOMİK DURUMU

43Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 19-46

mukayyeddir. Mazhar olduğumuz adâlet-i senîyyeye istinâden âyîn-i medhiyyemizialenen icrâya on beş seneden beri başladık ve el-yevm kemâl-i serbestiyle icrâeylemekdeyiz. Ve metropolid vekilimiz vardır bunun için bizi Rum cemâʽatisırasında tescîl edin ve mevlüdâtımıza dahi o yolda muʽâmele olunsun).Vâdiyesinde olub ve sözlerinde musırr bulunub nüfus vukûʽâtını aslâ vermemekdeolduklarından bunca nüfusları nice zamandan beri hâl-i mektûmiyette kalmışdır.Ve gerçi eskiden İslâm ismiyle mukayyed olanları muʽâmele-i askeriyyegörmekdeler ise de mürûr-ı zamanla bunlar kalmayınca çocuklarına bilmem ki nemuʽâmele olunur. Zirâ ki mukayyed değillerdir. Ve kendilerinin mürâcaʽatlarıüzerine bu bâbda muhâbere cereyân etmiş ise de şeref-vârid olan evâmir-ialiyyenin biri bunlara nasihatin adem-i te’sîri anlaşılmış olmakla ol-vechle icrâ-yıîcâbı zemîninde ve diğeri bunlar askerlikden rehâ bulmak fikrinde olmalarındandaʽvâlarının istimâʽ olunmamasıyla, umûmun İslâm defterine tescîli yolundaolduğundan ve onlar ise ke’l-evvel ısrâr üzere olmalarıyla berâber haklarında cebru şiddet istiʽmâli sarâhaten emr buyrulmadığından alâ-hâlihi tezebzübdebulunmakdadırlar . Belki nüfûs muʽâmelâtınca yolsuz olduğu gibi âlem-iislâmiyete karşı münâsebetsiz bir keyfiyetdir.

Tahsîlât: Vergi tahsîlâtının ahvâli arz olundu. Bedel-i aʽşâr ise efrâd-ıahâliye aid değil yalnız resm-i ağnâm kaldı. Bu sancâkda ağnâmın kırkılmasınanisan evâhirinde bed’ olunur. Zirâ bundan evvel olursa hayvânât soğukdan telefolur. Hâlbuki nizâm-ı vechle Mart ibtidâsında taʽdâda mübâşeretle taʽdâd ve teftîşmuʽâmeleleri nihâyet yirmi yirmi beş günde hitâm bularak bedelâtın tahsîline şürûʽediliyorki ol esnâda ahâlîde para bulunmaz belki ahâlî tiftik ve yapağı satıb daborcunu edâ etmeğe mecbûr. Ol-hâlde ahâlî tazyîkı görünce tiftik ve yapağı dahaağnâmın üzerinde iken tüccâra dûn bahâ ile satıb borcundan kurtulmağa bakar. İştebu cihetle bunlardan sâde tüccâr istifâde edib ehl-i kurâ mahrûm kalır. Aʽşâragelince eğer mültezim zâlim ve gaddar değilse hakkını tamamen alır ve anımüteʽâkiben vergiden olan borcunu istîfâ zımnında tahsîldâr yetişir o dahi birmikdârını sattırır ve anı müte‘akiben esnâfdan alacaklılar köylünün başına biterleronlar da istîfâ-yı hukûk ederler. Hele mevsim-i kışda akçe veyâhûd zahire verenmurâbahacılar ise köylüye bir şey kalmamasını kasd edercesine üzerine hücûmgösterirler köylü ise tohumluğuyla bir senelik yiyeceğini çıkarabilirse karun kesilir.İşte ahvâl-ı maʽrûza neticesi olmak üzere yiyeceği tükendiğinden bu sene üç aymevsim-i baharı tamamen dağların otuyla taʽayyüş ederek imrâr eden pek çok ehl-ikurâ hem görüldü ve hem işidildi.

Umûr-ı nâfiʽa: Baʽzı nevâkısıyla ve husûsuyla livâ mühendisi olmamağlaberâber sancağın hâvî olduğu yollar zararsızdır. Daha ziyâde mükemmeliyetimasrafa tevakkuf eder ve sâ’ir güna asâr-ı nâfiʽa görülemez.

YUNUS ÖZGER

44 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 19-46

Maʽârif-i umûmîye: Maʽmûr ve muntazam ve hüsn-i idâresi me’men biribtidâ’î mektebi henüz bulunmayan Yozgad kasabasında bundan on sene evvelterbi‘î bin zirâʽdan ziyâde kârgir olarak bir mekteb-i mülkîyye-i iʽdâdîyesi inşâsınabaşlanılıb nısf râddesini bulur bulmaz taʽdil edilmiş. Hâlbuki buna yüz yetmiş binguruş kadar sarf edildiği hâlde inşââtının ikmâl ve levâzımâtının tedârikiçün iki yüzbin guruş daha masraf olur. Maʽa hazâ edilen masrafla orak ve harman makinelericelb edilüb de nevâhiye tevziʽ edilmiş olsaydı daha enfa olmaz mıydı? Ve yâhûd olakçe ile esâs-ı tahsîl olan tahsîl-i ibtidâ’îye hidmet olmak üzere kasaba ve kurâmekâtib-i ibtidâ’îyeleri tanzîm ve teksîr edilse ne olurdu? Bu gün Yozgad’dabulunan ve usûl-i cedîde üzere derûnunda tedrîs edilen dört bâb mekteb- i ibtidâ’îmuʽallimlerinin maʽaşları ber-suret-i muntazamada te’mîn edilmemişdir. Kurâ isemekâtibe eşedd-i ihtiyâc ile muhtâc çünkü zullâm-ı cehl u nâdânî bir derece ehl-ikurâyı istîlâ etmişdir ki tafsîli muceb-i kelâl olur.

Medâris: Usûl-ı tahsilleri, medrese usûl-ı tahsîlinden pek noksân vetalebenin efkârı ise mücerred askerlikden kurtulmağa çâre-cû olmadan ibâretdir.Husûsuyla kurʽa imtihânının muʽâfiyeti sûhte zî ve kıyâfetinde bir takımhaylazların teksîrini bâʽis bulunmakdadır. Bunda hâsıl câ-yı tefekkür böyle tahsîlinoksan olarak yetişen hâcelerden istifâde bahsidir ki güyâ bunlar mürebbi-i milletoldukları halde halkı taʽassubbâr da mübtelâ kılmak ve güyâ cehilleri kendilerineelvermezmiş gibi bir de bununla berâber halkı batâ’et ve atâlete düşürmek içinmutaʽassıb etmek neye müfîd olacak. Fî’l-vâkî‘ evâ’ilde burada dahi nice efâzilümmet var imiş ve hep bu medârisden yetişmiş lakin şimdi emr ber-aks. Şimdiyetişen hâceler miyânında halkı ahvâl-ı âlemden muʽamelât-ı umûmîyyedenkavâʽid-i ma‘işetden, umûm ile hüsn-i muʽaşeretden agâh edecek ve îcâb-ı zamânagöre terbiye kılacak kimse görülemiyor. İşte bu cihetle ahlâka fesâd târî oluyorbuna delil ise Yozgad habishânesinde iki yüz mahbûs var ise ancak on beşigayrimüslim ve maʽadâsının Müslim bulunmasıdır. Hattâ şu ahlâk bozukluğununbir seyyiesi daha görülmekdedir ki ahâli-i kurâ baʽzı münâsebetsiz me’mûrlardanzarar görebilirse de bu makûleden ahâlinin gördükleri zarar kurâ, muhtâr vekahyâlarından görülmekde oldukları mazarrâta bi’n-nisbe yüzde beş râddesindekalır. Çünkü taʽdîlât için vergi kâtibleriyle muhamminler dolaşırlar iken bunlarınvergilerinden tenzîlât ve fukarâya zammiyât vukûʽuna dâ’imâ bunlar sebebdir. Birde bunlar köylerinde güyâ hanedânlık ederler hâlbuki köy nâmına bir masrafdefteri tutub bir senede bu yolda ne kadar masraf vukûʽbulmuş ise umûm köylüyetevziʽ eyleyib ettikleri masraf fukarâdan çıkmış olur. Ve kalle alâ-hâza’l-bevâkî.Gerçi bu yolsuzlukların men‘i tahtında hükümet-i mahalliyyece nice tedâbir olunduve emirler neşredildi lakin ne fâ’ide ki bu heriflerde ne insâf var ne merhametahâli-i ahâli-i fukâra ise bunlardan korkdukları kadar mutasarrıf-ı livâdan havfetmezler ve bu bâbda hakları da var zîrâ heriflerde ahlâk yok behâim sıfat

II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE YOZGAT’IN SOSYO-EKONOMİK DURUMU

45Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 19-46

kişilerdir. İşte bunların sebeb-i aslîsi ise cehl ile fesâd-ı ahlâk olduğu inkâredilemez.

Vâridât-ı vakfiye: Meşrûtunlehlerine sarf olunmayıp kısm-ı a‘zamımütevellilerin me’keli olmaktadır. Ve mütevelliler bâd-ı hevâ olarak bir paraalmakda olduklarından sûret-i ahzı bâbında yolsuz mu‘âmeleler dâimü’l-vukûʽdur.Meselâ bir mütevelli on bin guruş alacaksa işinin teshîli zımnında bir sarrafakırdırıp ve üst tarafını alıb işine gider. Sonra sarraf da tamamen sandıkdan parayıahz eyler. Bunun da menʽi için çok müzâkereler olduysa da neticesiz kaldı.

Husûsât-ı belediye: Yozgad kasabası, nısfı İslâm ve nısf-ı diğeri kısm-ıaʽzâmı Ermeni ve bir haylisi Rum ve birer cüzʽ-i mikdârları da Katolik, Protestanolmak üzere Hıristiyan olarak on dokuz bin nüfusu şâmildir. Ve vâridât-ı belediyesisenevî doksan bin guruş râddelerindedir. Hâlbuki idâre-i dâire-i belediyemasrafıyla tabîb, eczâcı, aşcısı, tulumbacı mâaşlarıyla sâ’ir âle’l-‘âde ve fevkâ’l-‘âde masraflara ancak vâridât-ı mezkûre tekâbül edebilib tanzimât ve tezyînât-ıbelde şöyle dursun lâyıkıyla tadhirât masrafına bile akçe kalmıyor. Hatta tasarrufariʽâyeten bu sene kâbile maaşıyla bazı muhtâcîn ma‘aşları katʽ edilmişdir.Ma‘mâfîh taşralar devâ’ir-i belediyesinin devâ’ir-i ‘âliyye-i merkeziyyeden birineirtibâtı olub da her sene tanzîm edilib hükümet-i mahalliye tarafından tasdîkkılınmakda bulunan bütceleri ol makâma takdîm edilecek olursa vâridât-ıbelediyenin isrâfât karşılığı olmakdan sıyâneti esbâb-ı tedârik edilmiş olur.

Me’mûrîn: Muhât-ı ‘ilm-i ‘âlem-ârâ-yı hidîvîleri buyurulduğu vechle erbâb-ı siyâset umûm me’mûrîn-i devleti ikiye taksîm edib, bir kısmına mutâviʽ ve birkısmına dahi mutasanniʽ demişler ki, birinciden olanlar tabʽan ve fıtraten devletme’mûrîyetine olan isti‘dâdıyla berâber görmüş olduğu terbiye muktezâsı olmaküzere meslekde tavʽ u rızâ-yı hakîki ve samimî ile hüsn-i hizmet ibrâzına sâʽî olur.Ve terakkî ve te‘âliyi ancâk isbât-ı sadâkatden ibâret addeder. Ve istikbâl-izâtîyyelerini bu uğurda fedâ kılarlar. İkinciden bulunanlar ise her türlü me’mûriyet-i hükümeti, medâr-ı ma‘işet telakkîsiyle bir me’mûrîyete sülûk ederek mesâ‘î-ivâkı‘âlarını te’mîn-i istikbâl-ı zâtîyyelerine hasr ederler. Binâ-berîn her me’mûrunhakîkat-ı hâli, âmiri tarafından nazar-ı dikkate alınarak müstehak olduğu mertebedemazhar-ı taltîf olmak hikmet-i siyâsîyyedendir. Me’mûrînden ise fî zamâninâmutasanni‘ler mutavvi‘lerden ziyâde görülüyor. Hattâ ihtiyâr olmaksızın dolguncama‘aşla tekâ‘üd olarak istirâhat fikrinde olanlar ve bu vechle derece-i hamiyyetiniizhâr edenler çok bulunuyor ki bunlar hep ikinci zümredendirler. Bir de mesâvi’-iahvâlî sübût bulanların mücâzâtlarında ihmâl ve yâhûd imhâl nadirâttan değildir.

Hülâsa-ı kelâm, terfîh-i ibâd, i‘mâr-ı bilâd hususu hayriyyet nusûsunama‘tûf buyrulan efkâr-ı kudsiyyet-âsâr, hazret-i hilâfetpenâhîye helâl-ı muvâsalât-ıumûr bulunan ârâ-yı sâ’ibe-i hükümperverî ve âmâl-i hayr iştimâl-i me‘âlî kemterî-

YUNUS ÖZGER

46 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 19-46

i dâver-i efhamîlerinin iltihâkı sa‘âdet-i müstakbeleyi te’mîn-i bi-hakkın kâfiolmağla ed‘iye-i mefrûka-ı cenâb-ı şehinşâhîye terdîfen temâdî-i eyyâm-ı ömr veiclâl u tevâfür-i muvaffakıyyât-ı âli’l-‘âl vekâletpenâhîleri duʽâ-yı vâcibü’l-edâsının tekrârıyla kasr-ı güftâra mübâderet kılınmış olmağla ol-bâbda ve kâtıbe-iahvâlde emr u fermân hazret-i veliyyü’l-emrindir.

Fî 17 Temmuz sene [1]311

Yozgad Tahrîrât Müdîribende[mühür][Osman Nâmık]

Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 47-68

YAHYA KEMAL VE ATTİLÂ İLHAN’IN ŞİİRLERİNDEYOL VE YOLCULUK METAFORLARI

Nesrin GÜNAY

ÖZ: Dilbilimde, şiir dili, dilin bireysel kullanımı olan sözün en özel ve öznel biçimi olarakgörülür. Şiir dilini dilbilimsel açıdan incelemek için özel yöntemlere ihtiyaç duyulur. Buincelemeler, edebiyat eleştirmenleri için metne dayalı olarak yargılamadan yorum yapmayısağlayan bir basamak özelliği taşır. Şiir dili incelemelerinin farklı boyutları vardır. Bunlardan enönemlisi şairin kullandığı kelimeler, bu kelimelerin gerçek ya da hayal dünyasındakikarşılıkları, kelimelerin bir araya getirilirken hangi dilbilgisel yapıların tercih edildiği ve bu biraraya gelişten hangi yeni imaj ve imgelerin oluşturulduğudur. Bunların dilbilimdeki incelemealanları anlambilim, sözdizimi ve göstergebilim alanlarıdır. Anlambilim, dilin sınırlarını aşarakgöstergeler (kelimeler) ile dış dünya arasındaki ilişkileri, sözdizimi bu göstergelerin nasıl biraraya geldiğini, göstergebilim ise göstergeler arasındaki ilişkileri incelemeyi hedefler. Bumakalede Türk Edebiyatının önemli iki şairi olan Yahya Kemal ve Attilâ İlhan’ın şiirlerindekiyol ve yolculuk göstergelerini anlambilim, sözdizimi, göstergebilimden yararlanarak, bugöstergelere şiir bütününde yüklenen temel, yan, uzak-yakın çağrışımlı anlamlar, duygudeğerlerini de kapsayan metaforik anlamlar çözümlenmeye çalışılmıştır. İki şairin şiirlerindekiyol ve yolculuk göndergelerinin anlam alanı belirlenmiş ve bu alanların belirlenmesindeki,etken unsurlar çözümlenmiştir. Sonuç olarak iki şairin şiirlerindeki seçme ve birleştirmeeksenindeki farlılıklar ortaya konmaya çalışılmıştır.

Anahtar Kelimeler: şiir dili, dilbilim, anlambilim, sözdizimi, göstergebilim, Yahya Kemal, Attilâİlhan, metafor, yol/yolculuk metaforları.

ROAD AND TRIP METAPHORS IN POEMS OF YAHYAKEMAL AND ATTİLÂ İLHAN

ABSTRACT: In linguistics, poetical discourse is seen as the most special and personalusage of the subjective form of the parole. Special methods are needed to examine the poeticaldiscourse according to linguistic aspects. These studies based on the text for literary critics tocomment feature that moves a step without judgment. There are different sizes to examine thepoetical discourse. The most important of these are words used by the poet in the real orfantasy world, and words that using together which preferred the grammatical structures andwhether created which the new image and the image of this using together. Their research

Yrd. Doç. Dr., Trakya Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Türkçe Eğitimi Bölümü[email protected].

NESRİN GÜNAY

48 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 47-68

fields in linguistics are semantics, syntax and semiotics. Semantics aims to examine beyond thelanguage of the signs (words) with the relationship between the outside world, the syntax aimsto examine these signs how to coming together, and the semiotics aims to examine therelationship between the signs. In this article, it was tried to be resolved the road and trip signsof two important poets of Turkish literature Yahya Kemal and Attilâ İlhan in respect of thedenotation, connotation, associative, emotive and metaphorical meanings, according tomethods of the semantics, syntax, and semiotics. The semantic field is determined between thesigns of the road and trips of the both poet’s poems and the factors in the text level are analyzedto determination of these semantic fields. As a result we have tried to determine the differencesof the selection and compounding in the two different poet’s poetries

Keywords: poetical discourse, linguistic, semantic, syntax, semiotics, Yahya Kemal and Attilâİlhan’s poems, metaphor, road and trip metaphors.

GirişBir dilin tarihinde ve edebiyatında müstesna bir yere sahip olan şiirin

dil hususiyetleri, hem dilbilim hem de edebiyat araştırmacılarının dikkatiniçekmiştir. Başta sözlü ürünler olmak üzere, dil ile ilgili her türlü ürünüinceleme sahasına alan dilbilim şiir diline de ilgisiz kalmamıştır.

Dilbilimde şiir dili, dilin söze dönüşmüş çok özel ve öznel birkullanımı olarak değerlendirilmiş ve bu değerlendirmeleri özel yöntemleredayalı dil içi ölçütlerle anlaşılır kılmak hedeflenmiştir. Bu yöntemleribelirlerken genel dilin işlevleri arasında şiir diline bir işlev yükleme gereğiduyulmuştur. Jacobson dilin altı işlevinden1 birinin şiirsel (edebi/yazınsal)işlev olduğunu belirtmiştir. Şiirsel işlev, dilin dinleyicide/okuyucuda birduygu ya da zevkin, değişik tasarımların oluşmasını sağlayan özel biriletişim biçimi olarak görülmüştür. Bu işlev, dilde yer alan iki temeldüzenlemeyle (seçme ve birleştirme) sağlanır. Şairin kullandığı kelimelergenel olarak dilin her gün kullandığımız ögeleridir. Yani seçme ekseninde,dili bilen herkesin kullanımına sunulan dilin malı olan kelimeler vardır.Ancak şair, bunları yepyeni bağlantılarla bir araya getirebilir, şiirleştirebilir.Bu, kimi zaman yakın ve uzak çağrışımlar sağlayan göstergelerin seçilerekbir arada kullanılması, kimi zaman çeşitli tasarımlar uyandıran, duygudeğerleri yüksek ögelerin seçimi, kimi zaman da alışılmadık bağdaştırmalaragidilmesiyle sağlanır.

Bu makalede, ünlü şairlerimizden Yahya Kemal ve Attilâ İlhan’ınşiirlerindeki yol-yolculuk göstergelerinin (kelimelerinin) hangi seçme vebirleştirme ekseninde bir araya geldiği belirlenmeye çalışılmıştır. Bunun

1 R. Jacobson’a göre dilin işlevleri: a) anlatım işlevi, b) çağrı işlevi, c) ilişki işlevi, d)betimleme işlevi, e) üstdil işlevi, f) yazınsal işlev. (bk. Kılıç Veysel, Dilin İşlevleri veİletişim, Papatya Yayıncılık, İstanbul 2002, s. 32.)

YAHYA KEMAL VE ATTİLÂ İLHAN’IN ŞİİRLERİNDE YOL-YOLCULUK METAFORLARI

49Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 47-68

yanı sıra, derlenen bu kullanımların, dil dışı gerçeklikte hangi nesne vedurumlara gönderme yaptığı ve hangi uzak-yakın çağrışımlara, hangianlamların aktarımına aracılık ettiği anlambilim, sözdizimi ve göstergebilimbakımından incelenmiştir. Saussure ve Peirce ile başlayan çağdaşgöstergebilim, insan yaşantısındaki anlamlı göstergeleri (kelimeleri) vegöstergeler arasındaki ilişkileri, sözdizimi bu göstergelerin nasıl bir arayageldiğini, anlambilim ise dilin sınırlarını aşarak dil ile dış dünya arasındakiilişkileri saptamayı hedefler. Göstergebilimin uğraştığı temel birimgöstergedir, ama en can alıcı nokta göstergelerin bir arada nasılişledikleridir. Bir sözcük tek başına ele alındığında bir tek nesneyi değil, onesnenin de içinde yer aldığı bir kümeyi temsil eder.2 Göstergebilimciler biredebiyat metnini incelerken olasılık ölçüsünde nesnel ve öznel yargılardan,seçimlerden uzak kalırlar. Metnin yapısını, biçimini betimleme, aynızamanda da onu şemalaştırma hedefleri vardır. Metnin bir tek doğru anlamıolacağını bugün pek kimse savunmuyorsa da böyle bir yöntemle, en iyitanıma varılacağına, bu yolun en sağlam sonuca götüreceğine, yanlışdeğerlendirmelerden eleştiriciyi koruyacağına inanılır. Edebiyat metnindeanlamlı bir birimin belirten yüzünü saptamak önemli, ama o oranda zor biriştir.3 Bu bağlamda, iki şairin şiirlerindeki özel dil malzemelerinin benzerlikve farklılıkları anlambilime ve göstegebilime dayalı söz sanatlarındanmetafora (eğretileme-istiare) bağlı olarak ortaya konmuştur. Metaforuntercih edilmesinin nedeni, metaforu oluşturan deyim aktarmalarının şiirinkendine has bir aracı durumunda olmasındandır.4

J. Kristeva, yapıtın belirten yüzünden ayrılmadan (yani dilbilimselyöntemle) yapılacak incelemede hem tarihsel verilerin hem yazarınkişiliğinin (psikanaliz) göz önünde tutulması gerektiğini ifade eder.5 Bugörüşten yola çıkarak yer yer her iki şairin de yaşadıkları dönem ve şahsiolarak etkilendikleri unsurlar ve bunların şiirlerine yansımaları üzerindekısaca durulmuştur. Esas itibarı ile makalenin konusu bir edebiyatincelemesi olmadığı için, şairlerin edebî şahsiyetleri ve yaşadıkları dönemüzerinde pek durulmamıştır.

2 Erkman, Akerson, Göstergebilime Giriş, Multilingual Yayınları, İstanbul 2005, s. 26, 35.3 Bayrav, Süheyla, Dilbilimsel Edebiyat Eleştirisi, Multilingual Yayınları, İstanbul 1999, s.

22.4 Metafor konusunda bazı dilbilimciler bir yönüyle dillerin de metaforik temellere dayalı

olduğunu, bazı özelliklerin toplamından (anlambirimcikler) ortak özellikleri taşıyankelimelerin (dil göstergelerinin) ortaya çıktığını ileri sürer. (bk. Aksan, Doğan, Şiir Dili veTürk Şiir Dili, Engin Yayınları, Ankara 1995, 67)

5 Bayrav, Süheyla, age., s. 24.

NESRİN GÜNAY

50 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 47-68

Bir edebi metni anlamanın ve yorumlamanın ilk basamağında şiirdekiduygu ve düşüncelerin en temel aktarıcısı olan dil malzemesinin incelenmesiyer alır. Bu bakımdan, makalenin konusu esas olarak şairlerin edebîşahsiyetleri değil onların bize şiirleri aracılığı ile sunmuş oldukları özel dilmalzemelerinin dilbilim açısından değerlendirilmesidir. İki şairin karşılaştı-rılmasının nedeni ise, karşılaştırmalı bir edebiyat incelemesi yapmak değil,özel ve öznel dil olan şiir dilinin özneler arası farklı kullanımlarını örnekleredayalı olarak gözler önüne serebilmektir.

İncelemede, Yahya Kemal’in Kendi Gök Kubbemiz, Eski ŞiirinRüzgarıyle, Rubâîler ve Hayyam Rubâîlerini Türkçe Söyleyiş; Attilâ İlhan’ınYağmur Kaçağı, Duvar, Sisler Bulvarı, Ben Sana Mecburum, YasakSevişmek, Bela Çiçeği ve Elde Var Hüzün adlı şiir kitaplarındaki yol veyolculuk ile ilgili göstergeleri tespit edilmiş, bunların çağrışımlarına dayalıanlam alanları belirlenmiş ve nasıl bir anlam bağı ile bir araya geldikleriüzerinde durulmuştur. Tespit edilen dil malzemesinden, doğrudan doğruyayol ve yolculuk gönderimi yapanlar ile yol ve yolculuğu çağrıştıranlarincelemeye esas alınmıştır.

I. Metafor (Yunanca: methapore, Arapça: ‘āriyet > istiāre,Türkçe: eğretileme)

Metafor, aralarında uzak yakın ilgi, benzerlik, işlev ilgisi, yakınlığı,bulunan iki şey arasında bir benzetme yoluyla ilişki kurarak birinin adınıötekine aktarma eğilimi sonucunda oluşan dil olayıdır.6 Şiir dilindemetaforik kullanımlar, bir dil göstergesinin temel anlam ilintisi ile başkaanlam dairelerinde yer alması biçiminde karşımıza çıkar.

Dilin iki anlatım biçiminden biri olan heyecan ve duygu uyandırmaamaçlı kullanımların ilk sırasında yer alan şiirlerde anlatımın diğer türü olanolay aktarmaya ihtiyaç duyulmaz. Olayların özel bir dille hissiyata dayalıolarak dile dökülmesi söz konusudur. Bildirim görevi olmayan şiirde, enyaygın tercih edilen söz sanatı, sözü sanata dönüştürme aracı olaraknitelenebilecek olan metaforlardır. Şiirler nasıl ki dilin bütün imkânlarındanyararlanarak dili hem bir araç hem de ortam olarak kullanırsa, dilin bütünanlam imkânlarını yapısında bulunduran metaforları da etkili bir biçimdekullanır. Metaforik anlam imkânlarından en başta gelenleri yan anlamlar,mecazlar, uzak yakın çağrışımlar, deyim aktarmalarıdır. Aristo, Poetika adlıeserinde, mecazlar ve deyim aktarımlarının kullanımıyla, dilin gündelikbayağılığından ve kabalığından kurtarılabileceğini ifade eder.7 Bu aynı

6 Aksan, Doğan, age., 126.7 Aristotales, Poetika (Çev.: İsmail Tunalı), Remzi Kitabevi, İstanbul 2008, s. 63.

YAHYA KEMAL VE ATTİLÂ İLHAN’IN ŞİİRLERİNDE YOL-YOLCULUK METAFORLARI

51Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 47-68

zamanda şiir dilinin bir özelliği olarak değerlendirilir: Dilin gündelikkullanımından farklı özel, sanatlı bir dil. Birçok dilbilimci, farklı terimlerikullansa da metaforla şiir dili arasında doğrudan bir bağ olduğunu, meta-forun bir süs değil şiirin özü olduğunu öne sürer.

Joubert, zihnin üretimi olan ve iki uzak gerçekliğin yakınlaştırılma-sından doğan imge ile metnin şiirselliği arasında doğrudan bir bağ olduğunuifade eder.8 Valery’e göre, şiirde mecaz benzetme gibi figürlerin kullanımı,rastgele bir olay, geleneğin yaygınlaştırdığı bir töre, bir alışkanlık olmayıpşiirin özünü açıklayan yanlardır. Mecaza bir süs gözüyle bakılmamalı, şairinarama çabasının, kararsızlığının belirtisi olarak değerlenmelidir.9 R. Barthes,üç tip söylevin varlığını öne sürer ve şiirin “mecaza dayanan lirik şiir, dinselmetinler, us belirten sözler” grubunda yer aldığını belirtir. Bayrav ise tekbaşına şiirin özünü anlamaya yeterli olmasalar da mecaz ya da benzetmeningelişmelerini izlemenin dil tarihini, edebiyat duyarlığı tarihini aydınlattığınıifade eder.10 Curcani, bazı istiarelerin yaygınlık kazandığı için herhangi birözgünlüğünün kalmadığını, bazı istiarelerin ise ancak büyük şairlerinşiirlerinde bulunduğunu, bütün farklı istiare kullanımlarının her birinde birözgünlük ve bir tatlılık bulunduğunu belirtir.11 S. R. Levin’e göre eğretileme,şiirde sapmayı simgeleştirir. Şiirde önümüze serilen bu söz sanatındakiögelerin neye benzetildiğini ya da hangi nesneden bir sapma olduğunu anla-dığımız an, bu söz sanatını eğretileme olarak adlandırırız.12 Rus incelemecisiAlexander Potebnya, imgesiz sanat olamayacağını şiirin ise hiç olmayacağınıifade eder. Şiirle birlikte öteki sanatları da besleyen, özgünleştiren imgekavramı daha çok, onun sözle anlatımı açısından dilbilimi ilgilendirir.Özdemir ise imgeyi şiirin ana yapı taşı sayar. Duyulanlarla algıladığımızvarlıkların, durumların zihnimizdeki görüntüleri, bunların şiire yansımışbiçimleri olarak tanımlanır. İmgeleri oluşturan ayrıntıların da duyularyoluyla seçildiğini söyler.13

Bütün bu görüşlerden yola çıkarak denebilir ki metafor, şiir dilindegöstergelerin temel anlamı, yan anlamı, tasarımları ve duygu değerlerinin

8 Joubert, Jean Louis, Şiir Nedir? (Çev.: Ece Korkut) Öteki Yayınevi, Ankara 1993, s. 619 Bayrav, Süheyla, Dilbilimsel Edebiyat Eleştirisi, Multilingual Yayınları, İstanbul 1999, s.

39.10 R. Barthes’e göre söylev tipleri şunlardr: a) Mecaz-ı mürsele dayanan öykü, anlatı, b)

Mecaza dayanan lirik şiir, dinsel metinler, us belirten sözler, c) Örtük tasıma dayananfelsefe yazıları, fikir tartışması yazıları, kuramsal yazılar. (bk. Bayrav age., s. 29)

11 Cürcani, Abdülkâhir El, Delâilü’l-İcâz Sözdizimi ve Anlambilim, Litera Yayıncılık, İstanbul2008, s. 78.

12 Özünlü, Ünsal, Edebiyatta Dil Kullanımları, Multilingual Yayınları, İstanbul 2001, s. 150.13 Aksan, Doğan, age., s. 29, 30, 128.

NESRİN GÜNAY

52 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 47-68

tamamından ve göstergeler arası bağı sanatsal ifadeye dönüştüren bütünimkânlardan yararlanan, dile dayalı sanatların en özelidir. Dilin anlamzenginliklerini şiire sanat olarak aktarmanın ilk temel yolu da dilin metaforiközelliklerinden yararlanmaktır.

II. Yahya Kemal’in Şiirlerinde Yol ve Yolculukla İlgili Metaforlar2 Aralık 1884’te Üsküp’te dünyaya gelen Yahya Kemal küçük

yaşlarından itibaren şiirler kaleme almıştır. Sadi Dergâhında ebced hesabınıöğrenmiş, Muallim Naci, Recaizade Mahmud Ekrem, Ziya Paşa, AbdülhakHamid, Mehmet Cemal gibi edebiyatçıların eserlerini henüz on beşyaşındayken okumuştur. 1903 yılında Paris’e gidişi, şiir dünyasında veanlayışında büyük değişimler geçirmesine vesile olmuştur. Bu tarihtenitibaren halis ve samimi şiire ulaşabilme mücadelesi başlamıştır. MondrosMütarekesinin acıklı günlerinde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesindedersler veren Yahya Kemal, Osmanlı tarih ve edebiyatı ile Fransız tefekkürve edebiyatı olmak üzere iki kaynaktan beslenmiştir. Osmanlı ve Batımedeniyetlerini iyi bilen yeni, sağlam, açık fikirlere sahip olan YahyaKemal’in en büyük mazhariyeti, eski şiirin ve oradan hareket ederek zümreşairlerinin asıl hususiyetini veren, bize ait lirizmin esası olan sesibulmasıdır.14

II. 1. Hayat ve Ölüm Çağrışımlı Yol ve Yolculuk MetaforlarıYahya Kemal’in şiirlerinde yol/yolculuk göstergeleri farklı çağrışım

alanlarıyla karşımıza çıkar. Bu çağrışımlardan birinci sırada yer alanlar,“hayat, ömür, ölüm ve insan”dır. Hayat yolculuğunda Allah’ın takdir ettiği“son yolculuk” kaçınılmaz olarak yaşanacak, “yolcuya serviliklere doğru yolgörünecek”tir. Yahya Kemal ölüme trajik olarak yaklaşmaz, ölümü birdiyardan öbür diyara geçiş, uyanılmaz bir uyku ve hayata öbür diyardadevam ediş sadeliğinde şiirine aktarır. Şair, ölüm gönderimli metaforlardafiilleri edilgen biçimde kullanarak insanın ölüm karşısındaki çaresizliğini,“uyanılmaz bir uyku” metaforuyla ölümün sıradanlığını, “ölüm maceramız”metaforundaki 1. teklik şahıs iyelik eki ile ise ölümün herkesin başındaolduğunu sezdirir:

14 Ayrıntılı bilgi için bk. Tanpınar, Ahmet Hamdi, Yahya Kemal, Dergâh Yayınları, İstanbul,1982; Beyatlı, Yahya Kemal, Çocukluğum, Gençliğim, Siyâsî ve Edebî Hâtıralarım,İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul, 1986; Kocakaplan, İsa, Yahya Kemal’inŞiirlerinde Edebî Sanatlar, Seçil Ofset, İstanbul, 2013.

YAHYA KEMAL VE ATTİLÂ İLHAN’IN ŞİİRLERİNDE YOL-YOLCULUK METAFORLARI

53Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 47-68

Teşrinlerin hüznü geçer tâ iliklere.

Anlar ki yolcu yol görünür serviliklere

Dünyanın ufku, gözlere gittikçe târ olur.

Yapraklar nasıl düşerse akıp kaybolan suya

Ruh öyle yollanır uyanılmaz bir uykuya

Duymaz bu anda taş gibi kalbinde bir sızı;

Fark etmez anne toprak ölüm macerâmızı. (KGK, 85, 86)

Tanpınar, Yahya Kemal’in ölüm yolculuğunda hiçbir zaman tekbaşına olmadığını ve sevgilisiyle, şarapla, dostlarıyla beraber olduğunu ifadeeder ve Abdülhak Hamid’e gazelindeki ölümü bir çeşit şarkılı Cythereadasına15 seyahate benzetir.16 Bu gazelde, aynı zamanda, hayatın gürültü veşamatasından, sonucu boş çıkan çabalarından, misafir olmamızdan (geçicili-ğinden) dolayı ölümü bir kurtuluş, sükûnet ve mutluluk olarak görür. Ayrıcaölüme sesleniş ile ölüm gerçekliğine, sıradan ve çok yakın olma anlamıkatmıştır:

Yattık bülend servlerin gölgesinde şâd

Dehrin bu hây hûyuna mecbûl-i handeyiz

Kâm almadık müsâferetinden bu âlemin

Cânanla meyle son günü ey mevt sendeyiz (EŞR, 97, 98)

Ölüm hayatımızın tam merkezinde tam bir gerçeklik olarak durur;ancak bütün bu keskin gerçekliğin hemen yanında tam bir bilinmezlik devardır. Bu tezat insanın düşüncesini zorlar; buna rağmen “yol nereye?”sorusu hiçbir zaman sorulmamalıdır. Ölüm macerası tam da bizimle ilgiliolsa da tam da bir belirsizlik taşır. Bu belirsizlik şüpheye ve sorulara nedenolmamalıdır:

15 “Cythere’e Yolculuk” Y. Kemal’in “gelmiş geçmiş şairlerin en büyüğü” olarak gördüğü veçok etkisi altında kaldığı Charles Baudelaire’in şiiridir. Aynı şairin “Güzel Gemi” ve“Yolculuğa Çağrı”, “Yolculuk” başlıklı şiirlerinde de Yahya Kemal’in yol/yolcuklukgöstergelerine yüklediği metaforik anlamların benzerini görebiliriz. (bk. Baudlaire, Charles,Kötülük Çiçekleri (Çev.: Erdoğan Alkan), Varlık Yayınları, İstanbul 2014, s. 95, 97, 213,235).

16 Tanpınar, Ahmet Hamdi, age., s. 147.

NESRİN GÜNAY

54 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 47-68

Sorma bir saniye bile şüpheyle sakın: “Yol nereye?”

Ayılıp neş’eni yükseltici sarhoşluktan

Yılma korkunç uçurum zannedilen boşluktan. (KGK, 97)

Ölüm ve sonrasının sorgulanmaması gerektiğine inanmasına rağmen,Sultan Selim için yazdığı “Rıhlet” başlıklı gazelinde, sultanın cennetegitmesi, peygamberimizin huzuruna çıkması ve günahlarının bağışlanmasıgibi motifler de gazele dâhil edilmiştir. Bunlar şiire manevi bir havakazandırmıştır:

Bir gün çalındı nevbet-i takdir rıhlete

Ukbâda yol göründü Hudâ’dan bu davete

Alnından öptü fahrederek Fahr-i Kâinât

Sâbâş sundu sarfedilen bunca himmete (EŞR, 19, 20)

Sembolik eğretileme üzerine kurulu olan “Mehlika Sultan” şiirinde,mecâzi sevgiliye ulaşmak için çıkılan mihnetli yolculuk çağrışımı vardır. Biryönüyle de “Kaf Dağlarına” yapılan yolculuk metaforuyla “simurg”söylencesinin farklı bir ilhamla işlenmiş bir yönü görülür. Yolcular, mihnetlibir “sevgiliyi arayış” yolculuğunun sonrasında “çıkrığı olmayan bir kuyuda”,“ufku ölüm servileri ile sarılmış gizli bir cihan” görürler. İyiyi, güzeliaramakla geçen zorluklarla dolu hayat yolculuğunun sonu, bize bir hayalâlemi gibi görünen asıl gerçekliktir. Sağlam bir tezat ile bize gerçek gibigörünen hayat yolculuğunun hayal, hayal gibi görünen son yolculuğun iseasıl gerçek olduğu çarpıcı bir biçimde şiirde ifadesini bulur. Bu dizelerdesırasıyla kullanılan geniş zaman şiire akıcılık katmakla birlikte, hayatyolculuğunun devam edip gittiğini ve ölümün zaman ve mekân tanımadığı,doğrudan doğruya “yolcu” öznesiyle ilgili olduğu çıkarımını yapmamızısağlar. “varmadan menzile bir yerde ölür” ifadesi ise ölüm gerçeğininherkesi kapsadığını ve çok net bir son olduğunu kural olarak aktarır. Hemenardından kullanılan görülen geçmiş zamanla ise ölümün herkesin başınagelebileceğini adeta gözle görülür şekilde daha kesin bir ifade ile sonlandırır.“Göç”, “göçüp gitmek” ölüme hem sıradanlık hem de bir yerden bir yere(dünyadan ukbâya) geçiş olarak algılanmasını sağlar. Şaire göre ölüm biryok oluş değildir, bir mekân değişikliğinden ibarettir. “Emel gurbeti” ifadesiile aslında ölüm diyarının bir anavatan, dünyanın ise gurbet olduğu sezdirilir:

YAHYA KEMAL VE ATTİLÂ İLHAN’IN ŞİİRLERİNDE YOL-YOLCULUK METAFORLARI

55Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 47-68

Bu emel gurbetinin yoktur ucu;

Dâimâ yollar uzar, kalb üzülür;

Ömrü oldukça yürür her yolcu

Varmadan menzile bir yerde ölür

Bir hayâlet gibi dünyâ güzeli

Girdiğinden beri rü’yâlarına;

Hepsi meshûr, o muammâ güzeli

Gittiler görmeğe Kaf Dağlarına.

Su çekilmiş gibi, rü’yâ oldu!

Erdiler yolculuğun son demine;

Bir hayâl âlemi peydâ oldu,

Göçtüler hep o hayâl âlemine. (KGK, 122, 123)

Yahya Kemal’in şiirlerinde, ölüm için “serviliklere uzanan bir yol”,“uyanılmaz bir uykuya yollanmak”, “zamandan demir almak günü”,“meçhule giden bir gemi”, “göç”, “göçüp gitmek”, “hayalinde doğan âlem”,“hayal âlemi”, “yol görünmek”, “Huda’ya doğru sefine açılması”, “cam-ıfenâya veda etmek”, “âlemin serhaddi”, “haddine varmak”, “manevi sefer”,“sahilden uzaklaşmak”, “bezm-i ezele gitmek”, “yolculuğun son demi”;hayat, dünya ve ömür için “seyahat”, “uzun yol”, “zahmetli yolculuk”, “emelgurbeti”, “rıhtım”, “liman”, “ömrünün geçtiği sahil”, “sefer eylemek”; insaniçin ise “yolcu”, “son yolcu” gibi zengin metaforik anlam yoğunluğu ileinsan-hayat-ölüm üçlüsü etrafında dönen lirik bir ölüm anlam alanınınolduğu görülür.

“rıhtım”, “sahil”, “liman” gibi metaforlar, dünyada, bize ölümgemisinin (sessiz geminin) her an gelip yanaşabileceği bir noktadayaşadığımızı anlatır: 3. teklik şahıs şart çekimi ile sunulan ifadede bizimdışımızda beklemediğimiz bir zamanda “emri Hak vaki olursa” çağrışımıoluşur. Ölümün son derece realist betimlendiği “Sessiz Gemi” şiirinde bumetaforik anlamlar aracılığı ile derin bir lirizm şiirin tamamına yayılmıştır.Geminin yolculuğu bu şiirde tam bir cenaze merasimini resmetmektedir.

NESRİN GÜNAY

56 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 47-68

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;

Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol! (KGK; 89)

II. 2. Balkanlar ve İstanbul’da Yol ve YolculukÜsküp’te dünyaya gelen, Nisan 1902’de İstanbul’a gidene kadar

öğrenim hayatına Üsküp ve Selanik’te kesintilerle devam eden YahyaKemal’de Balkanlar çok müstesna bir yere sahiptir. Bu mekânlar şair içinduygu değerleriyle yüklüdür, Balkan topraklarını Misak-ı Milli sınırlarıdışında kalan öz topraklarımız olarak görür. Onun şiirlerinde Balkanlar,“yerin serhaddi”, “son diyar”, “garbin ucu”, “hicretlerin bakıyyesi”,“mahzun hudutlar”, “ufuktaki sonsuzluk”, “sonsuz ufuk”, “asi ve bağrı hûn”metaforları ile lirik bir biçimde ifadesini bulan bir “gurbet”tir. Aşağıdakidizelerin 1. teklik şahıs tarafından aktarılmış olması da şairin Balkanlaraöznel duygu değerleri yüklediğinin bir göstergesidir:

Bir gün dedim ki istemem artık ne yer ne yâr!

Çıktım sürekli gurbete gezdim diyâr diyâr;

Gittim o son diyâra ki serhaddidir yerin,

Hâlâ dilimdedir tuzu engin denizlerin (KGK, 15)

Yol ve yolculuğun temel anlam alanında yer aldığı şiirlerinde yaygınolarak “gurbet”, “ufuk”, “kaygı günleri”, “uzun yolculuk” göstergeleri yeralır. Gurbetin sonsuz ufuklarında ise görünen menzil Balkanlardan sonraİstanbul ve semtleridir. Bu dizelerde “ufuk” metaforu ile geleceğe dair birümit gönderiminde bulunur. Bir İstanbul şâiri olan Yahya Kemal’inşiirlerindeki gurbet duygusu Attilâ İlhan’daki gibi Anadolu insanına has birgurbet duygusu değil, İstanbul’a ulaşma isteği ile dolu olan ve bu istekleanlamını bulan bir gurbet duygusudur:

Ben yolcuyum bugün

Nis Karnaval’da eğlenedursun

Ben yolcuyum bugün. Yolun ufkunda Çamlıca…(KGK, 68)

Gurbetten uzun yolculuk etmiş dönüyordum

İstanbul ufuktaydı… (KGK, 69)

YAHYA KEMAL VE ATTİLÂ İLHAN’IN ŞİİRLERİNDE YOL-YOLCULUK METAFORLARI

57Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 47-68

Yahya Kemal’in “Gurbet” başlıklı şiirinde baştan sona gurbetduygusu, bütün zorlukları ile şiire dâhil edilmiştir. Şair, gurbet göstergesininbütünleyicisi olarak, hayat boyunca sürüp giden, bitmeyen ümitler için“bitmeyen ufuklar” metaforunu kullanmıştır:

Gurbet nedir bilir mi o menfaya gitmeyen?

Ey gurbet, ey gurubu ufuklarda bitmeyen

Ömrün derinliğinde süren kaygı günleri… (KGK, 115)

III. Attilâ İlhan’ın Şiirlerinde Yol ve Yolculuk ile İlgili KavramAlanları

15 Haziran 1925’te Menemen’de dünyaya gelen Attilâ İlhan,çocukluğunda halk kültürünü ve halk söyleyişini benimsemesinde etkili olanBahri amcasından, Zekiye ninesinden ve Emine Bacıdan söz eder. Babasınıngörevi dolayısıyla önce Ilgın olmak üzere Anadolu’nun birçok yerini görür.1941 yılında bir hikâye ve bir şiir kaleme alarak edebiyat dünyasına girer.Bir kaçış gibi görünen 1949 yılındaki Paris yolculuğundan sonra şair, Paris,İzmir ve İstanbul üçgeninde döner durur. 1951 yılında Paris’e ikincigidişinde, Attilâ İlhan ulusal sentez düşüncesini yakalamaya çalışır.Şairliğinin ilk on yılında, II. Dünya Savaşının etkileri sonucunda hemduygusal ve bireysel hem de toplumsal temalara yönelir. Şiirin kelimelerledeğil, imgelerle yazıldığını ifade eden Attilâ İlhan’a göre, kelime imgedeğildir ve sadece benzetme (teşbih ya da istiare) de değildir, her ikisini dekullanan duygusal/düşünsel içeriğin somutlaşma biçimidir. Anlatacağıimgeyle, imgeyi anlatmakla görevli öteki kelimelerle, mısra ve şiir içindekises uyumuyla imgeler arası birlik ve karşıtlıkların gelişme süreciylebağlantılıdır.17 Aksan’a göre Attilâ İlhan, dış dünyadan edindiği izlenimlerleiç dünyasının tasarım ve çağrışımlarının bağdaştırmıştır.18

III. 1. Anadolu’da Yol ve YolculukAttilâ İlhan’ın, şiirlerinde “Hasan Beyli Yaylaları”, “Kızılaç”,

“Seyhan”, “Ceyhan”, “Islahiye”, “Osmaniye”, “Çukurova”, “İzmir”,“İstanbul”, “Yeşilköy” vb. gerçek mekân isimleri yer alır. Bu onunşiirlerinin toplumsal gerçeklik üzerine kurulu bir lirizme dönük olduğunungöstergesidir. Bu mekân isimlerinin yanı sıra özel isim olarak insan

17 Ayrıntılar için bk. Çelik, Yakup (Editör), Attilâ İlhan Armağanı, T.C. Kültür ve TurizmBakanlığı Yayınları, Ankara, 2006; İlhan, Attila, Elde Var Hüzün, Bilgi Yayınevi Ankara,1999, s. 92.

18 Aksan, Doğan, age., s. 37.

NESRİN GÜNAY

58 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 47-68

isimlerine de yer verir. İlhan’ın şiirlerinde Anadolu yolları ve Anadolu’dakiyolculukları Anadolu tasvirleriyle süslenmiştir. Bu tasvirler, çok canlı vehayata dönük olup, Anadolu insanının adlarının zikredilmesi ile dahagerçekçi bir anlama bürünür. Bütün bu gerçeklikler çoğu zaman Anadoluhayatındaki güçlükler ve güzelliklerle bir arada yer alır. Anadolu’da “göç”olgusu vurgulanır. Anadolu insanının göçünü “göçmen kuşlar” “turnalar”metaforları ile dile getirir. Bu metaforla Anadolu insanının sürekli olan göçhikayesini anlatır. “Ortalık duman duman” ve “zifiri karanlık” gibi ifadelerbir taraftan tasvir anlamındayken, diğer taraftan metaforik anlamla göçüngüçlüğünü, Anadolu insanının tüm zorluklara rağmen hayat yolunda devamettiğini çağrıştırmaktadır. “Şahan”, “şarkısını köyden köye iletmek”metaforları sürekli göç halinde olduğunu ve yiğitliği ile her gittiği yerde izlerbıraktığını sezdirmektedir. Bu Anadolu ve göç üzerine kurguladığı şiirlerdegerçekliğin hemen yanı başında Anadolu insanının garipliğinin duygusallığısezilir. Ayrıca şair, göçün devamlılığıyla hayat mücadelesinin devamlılığıarasında benzer bir anlam bütünlüğü oluşturmuştur, Anadolu insanı negöçten ne de hayat mücadelesinden vazgeçer:

şimdi göçmen kuşların tebdil-i mekan çağıdır,

bir yol sökün eyledi mi dizi dizi turnalar

Hasanbeyli yaylaları can bulup yeşerdi mi

kınalanır elvan elvan yeryüzü. (D, 17)

ve bir şahan gibi yaşamış gerçek

altında doru civan elinde martin

bu dağ benim bu dağ senin diyerek

iletmiş köyden köye şarkısını (D, 38)

kim bilir kaç araba kaç çopur ökkeş

ömrünü tamamlayıp yollara eskiyecek

insana kafa tutan dağ yollarını

benzin ile çalışan kayalarla güreşen

dağ yapılı arabalar yeninceye dek (D, 41)

Şairin şiirlerinde Balkanlar göçü, tarihi bir gerçek noktasındanifadesini bulan bir lirik söyleyişle yer alır. Balkanlar’dan göç hadisesini“yeni bir hayat”, “anayurda doğmak”, “gariplik sinmek” ve “usul usul yola

YAHYA KEMAL VE ATTİLÂ İLHAN’IN ŞİİRLERİNDE YOL-YOLCULUK METAFORLARI

59Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 47-68

çıkmak” gibi metaforlar ile süslediği göç hadisesinin garipliğini, tümhazinliği ile hissettirir. “Altın kafes” metaforu ile anavatanda maddidurumlarının iyi olmasına rağmen göçmenlerin yurt belledikleri yerleriderinden özledikleri vurgulanmıştır.

Attilâ İlhan’ın şiirlerinde Balkanlar Yahya Kemal’deki kadar içburkucu değildir. Balkanları, dış odaklayımla, bir tarih tablosu anlatır gibişiirine dahil eder. Yahya Kemal ise bu toprakları kaybedilmiş ya da terkedilmiş olarak görmez, geniş ufuklarının bir yerinde hâlâ yerini korur. Budurum, iki şairin Balkanlara yüklemiş olduğu duygu değerinin farklılığınıortaya koyar:

gel o taraf Bulgarlık olalı beri

bir gariplik sinmiş içlerine

altın kafesteki bülbül misali

yurt hasreti işlemiş iliklerine

….

bir sabah usul usul yola çıkmışlar

anayurda doğdu göçmen kafileleri

yeni bir hayat bekliyormuş onları (D, 33)

Anadolu şiirlerinde tren, tren vagonları, tren istasyonları adetakişileştirilmiş bir biçimde yer alır. Tren ve tren çağrışım alanında yer alandiğer göstergeler19 gurbet yolculuklarının vuslata ve ayrılığa neden olan hemolumlu hem olumsuz çağrışımlar yüklenen baş nesnesi durumundadır.Trenin yanı sıra kamyonlar, ırgat kamyonları Anadolu betimlemelerininiçinde yer alır:

eğer sen yine İstanbul’san

kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan

sirkeci garı’nda tren çığlıklarıyle bıçaklanıp

intihar dumanları içindeki haydarpaşa’dan

anadolu üstlerine bakıp bakıp

19 Şiirlerdeki çağrışım alanında yer alan bazı göstergeler şunlardır: tren çığlıkları, trendüdüklerinin çığlık çığlığa sorması, görünmez raylar, hürriyet trenleri, içinden bir trenkalkması, vagon penceresi, boş vagon gibi gözler, lokomotif hışmı. Vagonlar sıra sıra vefarklı farklı olmaları bakımından, farklı hayatın devamlılığını ve farklılıklarını çağrıştırır.

NESRİN GÜNAY

60 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 47-68

ağlayan

sen eğer yine İstanbul’san… (BSM, 6)

Şair şiirlerinde gerçek anlamları ile yol/yolculuk ile ilgili gerçekisimlere yer vermiştir: “telsiz mevceleri”, “tren penceresi”, “istasyon”,“telgrafın telleri”, “yol geçen hanları”, “derya kuşu limanları”,“tramvaylar”, “kamyonlar”, “otobüsler”, “gemiler”, “trafik ışıkları” vb.Memleketimizin manzarasını oluşturan bu gerçeklikler şiirin merkezindedirve şairin hayalinde denizler, dünyalar olmasına rağmen, bunların bulunduğumemleketinde olmak ister; çünkü bu mekânlar bizim gerçekliğimizdir, hayalâleminde ya da gerçeklikte dünyaları dolaşmak her zaman, bizim olanmekânlardan uzak kalmanın verdiği garipliği taşır:

Özüm nur gibi vardım denizler başına

Vardım terk ile rüyaları rüyaları

Vardım düşünerek dünyaları dünyaları

Memleketim aşık garip Karacaoğlan

Yol geçen hanları derya kuşu limanları (D, 55)

Attilâ İlhan kimi şiirlerinde ise bize Anadolu’yu karış karış gezdirir.Bu şiirlerde anlatım ve manzara o denli akıcı ve aydınlıktır. Öğrenilengeçmiş zaman ve şart kullanımları ile, bu yolculuğun şairin hayal dünyasınınbir yansıması, hayallerini süsleyen memleket gezileri olduğunu hissederiz:

ikimiz otobüsle uzak bir şehre gidiyormuşuz

kars’a mı desek

ardahan’a mı desek

yollarda kar bulut mavisi/dağlar duman

derin bir uykusuzluğa sarkmış yolcular

bir uçuruma sarkar gibi

gizli böcek çıtırtıları şoförün radyosundan

camlar buğulandı (EVH, 21)

III. 2. İstanbul’da Yol ve YolculukŞiirlerinde İstanbul’da birçok semt ve mekân adı yer alır. İstanbul’un

gerçek yüzü, bütün manzarası ile şairin şiirlerinde yer alır. Dünyadaki birçok

YAHYA KEMAL VE ATTİLÂ İLHAN’IN ŞİİRLERİNDE YOL-YOLCULUK METAFORLARI

61Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 47-68

ülkeye seyahat eden şair buralarda hissettiği yalnızlık, bilinmezlikduygularına bir gelecek, ümit, ilaç, sığınak ve aydınlık olarak İstanbul’ugörür. Bu dizelerde 1. şahıs gönderiminin olması, bu uzak yolculuklarınşairin özündeki derin izlerin bir yansıması olarak kabul edilebilir:

kenya’da simsiyah yalnızım

yoksul bir şilepte gemiciyim

malezya’da yük bekliyorum

önümden çekilirsen İstanbul görünecek

nerede olduğumu bileceğim (YK, 38)

İstanbul ve İstanbul’un semtleri, yolları, yolculuk araçları kimi zamanbir tecrübeli insan gibidir, kimi zaman ise deniz ürperir, akıntı ters gider işleryolunda gitmez, Üsküdar mavi sisler içinde kalır. Kimi zaman iseBeyoğlu’nun arka sokaklarındaki çirkinlikler tüm çıplaklığı ile gözler önüneserilir. Kişileştirme, bu nesne ve mekânların şairin hayatındaki önem veetkiyi vurgular niteliktedir:

hani görmüş geçirmiş atlı tramvaylar

hani her akşamdan bostanlı’dan öte (D, 89)

deniz ürperiyor içini çektikçe rüzgâr

tarz-ı nevin yola çıkmış beşiktaş iskelesinden

akıntı ters gidiyor

mavi sisler içinde üsküdar (D, 94)

beyoğlu’nda devriyeler fahişeler akşamı

sarhoş değil iki kadeh rakıdır hepi topu (EVH, 13)

III. 3. Özgürlük Yolu ve YolculuklarıAttilâ İlhan’ın şiirlerinin büyük bir bölümünde özgürlük mücadelesi,

yol/yolculuk metaforlu çağrışımlarla sağlanmıştır. Şair ruhununderinliklerinde yer alan özgürlük arayışını “anamdan yolcu doğmuşum”metaforu ile etkili bir biçimde ifade eder, bu arayış tüm zor şartlara rağmensonu ölüm dahi olsa devam edecektir. Bu metafordaki öğrenilen geçmişzaman kullanımı, şairin özgürlük arayışının herhangi bir zorlamaylaolmadığını, özgürlüğün adeta genlerine sinmiş olduğunu anlatır.

NESRİN GÜNAY

62 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 47-68

Ayrıca hemen sonra görülen geçmiş zaman 1. teklik şahıs çekimsıralaması, bu arayışın bilinçli bir çizgiye dönüştüğünü ve hayatınaaktardığını gösterir.

Özgürlük arayışı için “yola düşen” şair bu yolda ömrü boyuncayılmadan yürür. Şairin hayat yolculuğu, özgürlük arayışı ile anlamlı halegelir. Bu yolda kimi zaman ümitlidir kimi zaman ümitsiz kimi zaman isekaçış halindedir; ama hayali ile de olsa bu yoldan hiçbir zaman ayrılmaz:

yolumdan çekil yavrum

bağlasalar duramam

demir âsâ demir çarık dedim

neyleyim!

yolculuk dedim

yola bir düşüldü mü ömür boyunca gidilir

ekmeğin ve şarabın peşinden

harblere açlıklara rağmen

anamdan yolcu doğmuşum

gurbet dedim

vatan dedim

hürryet dedim (SB, 4)

Bu özgürlük yolunda özel bir yeri olan ve şairin özgürlükyolculuğundaki arayışlarını ve coşkusunu en iyi yansıtan şehir Paris’tir:

bir hızlı bulutlar

kırmızı kuşlarla süslenmiş yün eldivenlerin

gökyüzü kaldırımlarken ve paris şehri

sen ve paris şehri sevgilim

ve her biri bir başka türlü çığrışan

yol-cu-luk-lar (SB, 5)

Hayatın tam da içinde, hatta kendisi olan özgürlük yolculuğu kimizaman bütün gerçekliği ile kimi zaman hayalleri süsleyen bir emel olarak,

YAHYA KEMAL VE ATTİLÂ İLHAN’IN ŞİİRLERİNDE YOL-YOLCULUK METAFORLARI

63Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 47-68

ümit ve ümitsizlik gelgitleri ile Attilâ İlhan’ın şiirlerde yer alır. “gemibatıyor”, “gemisiz kalmış ulu bir liman”, “gemilerin uyanması”, “gemilerinkaybolması”, “gemiler yorgun ve uykuludur”, “gururlu bir gemiyim”,“içimde şilepler çarpışıyor”, “yaşlı bir şilep ağlıyor”, “vapurlarınuğuldaması”, “vapur eli kolu bağlı ağlıyordu”, “vapur kudurdu”, “siyah birvapur”, “kayıp vapur”, “sabah karanlığına vapur yanaşması”, “vapurun ecelteri dökmesi”, “yelken açmak”, “siyah yelkenlerin çekilmesi”, yelkenlerinparamparça olması”, “karanlığın yolları tutması”, “yola düşmek”, “yollarımkapandı”, “bütün yolların tutulması”, “yolcu olamamak”, “yollarıntükenmemesi”, “sefer” gibi imgeler özgürlük ve hayat yolculuğunu temsileden metaforik kullanımlar olarak karşımıza çıkar.

III. 4. Hayat ve Ölüm Çağrışımlı Yol ve Yolculuk MetaforlarıŞairin şiirlerinde hayat ve ölüm özgürlük yolculuğu macerasında

sadece bir bölüm, bir teferruat gibi görünür. Ancak nasıl ki özgürlükmücadelesi, çok çetin bir yolculuksa, hayat da böylesine “hiçbir zaman sonugelmeyen”, “çetrefil bir yolculuk”tur. Ölüm ise, “bir gidenin bir dahadönmediği”, “koyup gittiği”, “sonrasız, büyük bir boşluğa yapılan”, “sonbüyük yolculuk”tur. Bu yolculukların hedefi çoğu zaman belirsizdir, yolcularise alışılmışın dışında, muhalif yolculardır.

gümrük duvarlarına yapıştıran yolcu Abbas20

ya benim kahrım

ya senin ağrın

ağır kabaralarınla uykularımı ezerek deliksiz

yaşattığın (BSM, 7)

Aşağıdaki dizelerde fiil kullanılmaması ve eksiltili yapılar, akıp gidenhayat yolunda insanın çok etken olmadığını sezdirir.

aylar boyunca sefer sefer boyunca deniz

deniz boyunca sema sabah ve akşam (D, 68)

20 Şair, yolculuğun devamlılığını vurgulamak için “yolcu Abbas” deyimini kullanır. Deyiminhikâyesi ise şöyledir: Abbas Hoca (Abbas Molla) adlı bir zat Azerbaycan’ı, İran’ın pek çokyerlerini, Hindistan’ı, Arabistan’ı, Mısır’ı ve Kafkasya’yı dolaşmış bir halk şairidir. Gittiğive gezdiği yerlerde, güzel sohbetinden hoşlananların, bir süre daha kalmasını istemelerinekarşılık: “Olmaz, kalamam. Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz” der ve yoluna devamedermiş. Bu deyimin, yolcu ve ölmek üzere olmak gibi iki anlamı vardır. Şair şiirlerinde heriki anlamı da dâhil eder.

NESRİN GÜNAY

64 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 47-68

Aşağıdaki dizelerde ise, “kesinleşmiş” fiilindeki işteş ve öğrenilengeçmiş zamanlı yapı “çetrefil yolculuğun”, yolcunun kontrolü dışında vekendiliğinden gerçekleştiğini sezdirir:

aykırı bir yolcuyum dünya geniş

büyük bir kulak çınlıyor içimdeki

çetrefil yolculuğum kesinleşmiş (BÇ, 11)

Bu yolculukların meçhul sonu olan ölüm, hürriyete kavuşmak içinrahatça göze alınabilecek bir son olarak görülür, ölüm, “kanadı kırılmış birşahinin gökyüzünde yıldıza dönüşmesi” gibi masalsı ve cesur bir son,“mihnet ülkesindeki meçhul bir yer”dir. Ölümün korkulacak bir şeyolmadığını, hatta güzel ve yüce bir son olduğunu “kanadı kırık bir yıldız”metaforu ile anlatır. Aşağıdaki son dizede ise sanki bir halk deyişi gibidir.Şair, dilden dile dolaşan ölümün sıradan bir şey olduğunu adetayaşamışçasına dile getirmiştir:

koca şahin seninle yıldızları gezmiştik

neyleyim kanadın kırılmış biz yıldız olmuşuz

söyleşir dururuz onlar da bir günmüş

ölüm ölüm dedikleri işte bu ölümmüş (D, 104)

Ölüm, “yaşamak için ölmek” zıtlığı ile anılır, “ölelim” istek yapısı buyolda ölmenin toplumsal yönünü sezdirir. Bu yönüyle Attilâ İlhan özgüryaşamak için gösterdiği mücadelede yalnız değildir. Bu mücadeleyi veuğrunda ölümü göze almayı bireysel değil toplumsal bakışla şiirine döker.Bu toplumsal yönelişi, 1. çokluk şahıs gönderimi de destekler:

düşmüşüz hürriyet diyerek yola

çıksın karşımıza zalim ordular

ölelim yaşamak için marianne (D, 159)

“dünya garı”, “son istasyon” gibi hayat ve ölüm anlamlı metaforlarınmerkezinde yer alan “katar katar trenler”, hayat yolculuğundaki yaşamabiçimlerini sembolize eden ifadelerin baş nesnesi olarak geçer. Budizelerdeki eksiltili cümleler, insanın hayat akışında çok etkili olmadanyaşayıp gittiğini ancak asıl gerçekliğin ölüm olduğunu anlatır. Eksiltili vehayat çeşitliliğini betimleyici isim cümlelerinden sonra, “nasıl yaşarsan yaşa

YAHYA KEMAL VE ATTİLÂ İLHAN’IN ŞİİRLERİNDE YOL-YOLCULUK METAFORLARI

65Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 47-68

değişmez varılacak son” ifadesindeki şarta bağlı geniş zaman kullanımıylaölüm gerçeği, hayallerde adeta şimşek gibi çakar. “varılacak” edilgengelecek zamanlı sıfat-fiil ise yine insanların ölüm karşısında çaresizolduğunu, son istasyona varmamızın bizim isteğimizle ilgili olmadığınıçağrıştırır:

trenler katar katar

şu dağdağalı dünya garında gördüğüm

türlü çeşidi var

kimisi gümüştendir camları kesme billur

kimisi ahşap durduğu yerde tutuşur

kimisi sanki solucan uzar uzadıkça

kimisi düğüm üstüne sanki düğüm

kim olsan fakat hangisine binsen

nasıl binersen bin

değişmez varılacak son istasyon ki ölümdür (EVH, 54)

SonuçBu çalışma ile edebî metin incelemelerinde şairlerin şiirleri ve edebî

şahsiyeti üzerinde yorum yapmanın birinci basamağı olan şiir dilinin seçme-birleştirme ve bir arada kullanılan göstergelerin dilbilgisi yapıları, metaforekseninde bir inceleme denemesi yapılmıştır. Şiirlerin anlamını çözmek veyorumlayabilmek için şiirlerde kullanılan dili en güvenilir bir yol göstericiolarak ele almak ve önemsemek gerektiğini söylemek mümkündür.

İki şairin şiirlerindeki yol-yolculuk metaforları esas alınarak yapılantespitlerden çıkarılan sonuçlar özetle şöyledir:

1) Her iki şair de yolu ve yolculuğu insanın ömrü, ölüm; yolcuyu iseinsan çağrışımıyla kullanmıştır. Bu, iki şairin de ortak yönüdür. Ancak Attilâİlhan yol ve yolculuğu ölümün değil hayatın capcanlı ve dinamik bir parçasıolarak görür. Yahya Kemal’in şiirlerinde ise yol/yolculuk çoğu zamanhayatın akışını ve hüzünlü bir sonu, başka bir âleme geçiş olarak çağrıştıranbir vedayı temsil eder.

2) İki şair için ortak yönlerden biri de yelken/yelkenli/gemi/vapurgöstergeleri ile yapılan metaforlardır. İkisi de bu göstergeleri ümit,ümitsizlik sembolü olarak kullanır. “Ufuk” göndergesi, Yahya Kemal’deİstanbul ve Balkanlar ile bir arada kullanılırken, Attilâ İlhan’da sadeceİstanbul ile bir arada kullanılır.

NESRİN GÜNAY

66 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 47-68

3) Attilâ İlhan’ın hayat yolculuğu her zaman özgürlük arayışıyla içiçedir. Yahya Kemal’in hayat yolculuğu ise her zaman insanın faniliğini,geçiciliğini hissettirir.

4) “Son yolculuk” lirizmine yönelik metafor her iki şairde de ortaktır.Attilâ İlhan gemi ve yelken açmakla ilgili göndergeleri; özgürlük için,“hayat yolculuğu” ve “son yolculuk” metaforları için ise “tren”göndergelerini kullanır. Yahya Kemal’de tren göndergesine hiç rastlanmaz,bütün bu anlamlar için gemi ve çağrışım alanındaki diğer göndergelerikullanır.

5) İki şairde de değişik dönemlerde bir Paris sevdası vardır ve yineikisi de Paris’e tabir-i caizse kaçarak gider. Yahya Kemal’in şiirlerinde Parissadece Fransız şairlerden aldığı etkiyle çözümlenebilir ve şiirlerininhiçbirinde Paris adı zikredilmez. Ancak Attilâ İlhan’ın şiirlerinde gerek Parisgerekse dünya, Türkiye şehirleri ve bölge adları sık sık geçer. Bu da Attilâİlhan’ın şiirlerine toplumsal gerçekçiliğin birebir yansıdığını; YahyaKemal’de ise sanatını etkileyen sembolik unsur olarak yer aldığını gösterir.

6) Attilâ İlhan ölümü adeta “kanadı kırık bir yıldız misali gökyüzüneyolculuk yapma” imgesiyle başı dik bir biçimde ifade ederken, YahyaKemal, daima edilgen yapılı fiillere yüklediği ölüm anlamıyla insanın ölümkarşısındaki çaresizliğini vurgular. Bunun yanı sıra “ölüm maceramız”ifadesiyle ölümün bütün canlıları içine alan bir gerçeklik olduğunu vurgular.“uyanılmaz bir uykuya yollanmak” metaforuyla ölümü hem elimizdeolmayan hem de sıradan bir olgu gibi algıladığını sezdirir. “Biz” gönderimi,Attilâ İlhan’da özgürlük arayışı anlamıyla kullanılan “yola çıkarız”metaforlarında sıkça göze çarpar.

8) Yahya Kemal Balkan yolculuklarında ise tek başınadır. Buyolculukları, birinci teklik şahıs gönderimiyle, kendi nokta-i nazarındananlatır. Bu da şairin Balkanlara yüklediği duygu değerini, aidiyetduygusunun devam ettiğini sezdirir. Attilâ İlhan’da ise “o dağ senin bu dağbenim” metaforu ile somutlaşan Anadolu insanına has sürekli göç ruhununvarlığı sezilir. Balkanlara göç ise dış odaklayımla trajik tarihi bir olaysöylemiyle şiire aktarılır.

KAYNAKÇA

Aksan, Doğan, Şiir Dili ve Türk Şiir Dili, Engin Yayınları Ankara, 1995.----------------, Anlambilim ve Anlambilim Konuları ve Türkçenin Anlambilimi,

Engin Yayınları, Ankara 1998.

YAHYA KEMAL VE ATTİLÂ İLHAN’IN ŞİİRLERİNDE YOL-YOLCULUK METAFORLARI

67Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 47-68

----------------, “Dilbilim Açısından Şiir”, Dilbilim ve Türkçe Yazıları, MultilingualYayınları, İstanbul 2004, s. 129-156.

----------------, “Göstergeler ve Şiir Dili”, Dilbilim ve Türkçe Yazıları, MultilingualYayınları, İstanbul 2004, s. 342-349.

Aksoy, Ömer Asım, Deyimler Sözlüğü, İnkılap Yayınevi, İstanbul 1988.Aristotales, Poetika (Çev.: İsmail Tunalı), Remzi Kitabevi, İstanbul 2008.Bayrav, Süheyla, Dilbilimsel Edebiyat Eleştirisi, Multilingual Yayınları, İstanbul

1999.Baudlaire, Charles, Kötülük Çiçekleri (Çev.: Erdoğan Alkan), Varlık Yayınları,

İstanbul 2014.Beyatlı, Yahya Kemal, Çocukluğum, Gençliğim, Siyâsî ve Edebî Hâtıralarım,

İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul 1986.Cürcani, Abdülkâhir El, Delâilü’l-İcâz Sözdizimi ve Anlambilim, Litera Yayıncılık,

İstanbul 2008.Çağbayır, Yaşar, Orhun Yazıtlarından Günümüze Türkiye Türkçesinin Söz Varlığı

Ötüken Türkçe Sözlük C. 1, 2, 3, 4, 5, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2007.Çelik, Yakup (Editör), Attilâ İlhan Armağanı, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı

Yayınları, Ankara 2006.Erkman-Akerson, Göstergebilime Giriş, Multilingual Yayınları, İstanbul 2005.Guiraud, Pierre, Göstergebilim (Çev.: Mehmet Yalçın),İmge Kitabevi, Ankara 1994.-----------------, Anlambilim (Çev.: Berke Vardar), Multilingual Yayınları, İstanbul

1999.Günay, Doğan, Metin Bilgisi, Multilingual Yayınları, İstanbul 2001.-----------------, Sözcükbilime Giriş, Multilingual Yayınları, İstanbul 2007.Joubert, Jean Louis, Şiir Nedir? (Çev.: Ece Korkut) Öteki Yayınevi, Ankara 1993.Kılıç, Veysel, Dilin İşlevleri ve İletişim, Papatya Yayıncılık, İstanbul 2002.Kocakaplan, İsa, Yahya Kemal’in Şiirlerinde Edebî Sanatlar, Seçil Ofset, İstanbul

2013.Korkut, Ece, “Dilbilimsel Şiir Çözümlemeleri”, Günümüz Dilbilim Çalışmaları,

Multilingual Yayınları, İstanbul 2003, s. 133-142.Özünlü, Ünsal, Edebiyatta Dil Kullanımları, Multilingual Yayınları, İstanbul, 2001.Tanpınar, Ahmet Hamdi, Yahya Kemal, Dergah Yayınları, İstanbul 1982.

Şiirlerin Tarandığı KaynaklarBeyatlı, Yahya Kemal, Eski Şiirin Rüzgârıyle, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları,

İstanbul 1985.-------------------, Kendi Gök Kubbemiz, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları İstanbul

1987.

NESRİN GÜNAY

68 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 47-68

-------------------, Rubâîler ve Hayam Rubâîlerini Türkçe Söyleyiş, İstanbul FetihCemiyeti Yayınları, İstanbul 1988.

İlhan, Attilâ, Bütün Şiirleri II Sisler Bulvarı, Bilgi Yayınevi, Ankara 1983.-------------------, Bütün Şiirleri IV Ben Sana Mecburum, Bilgi Yayınevi, Ankara

1999.-------------------, Bütün Şiirleri VI Yasak Sevişmek, Bilgi Yayınevi, Ankara 1999.-------------------, Bütün Şiirleri IX Elde Var Hüzün, Bilgi Yayınevi, Ankara 1999.-------------------, Bütün Şiirleri I Duvar, Bilgi Yayınevi, Ankara 2000.-------------------, Bütün Şiirleri III Yağmur Kaçağı, Bilgi Yayınevi, Ankara 2001.-------------------, Bütün Şiirleri V Bela Çiçeği, Bilgi Yayınevi, Ankara 2001.

Şiirlerin Tarandığı Kaynaklar ve Kısaltmaları

BÇ: Bela ÇiçeğiBSM: Ben Sana MecburumD: DuvarEŞR: Eski Şiirin RüzgârıyleEVH: Elde Var HüzünKGK: Kendi GökkubemizSB: Sisler BulvarıYK: Yağmur Kaçağı

Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s.69-92

ERZURUM TORTUM’DA ÖNEMLİ BİR URARTUKALESİ: KAPIKAYA

Oktay ÖZGÜL

ÖZ: Bu makalede, Kuzeydoğu Anadolu Bölgesinin önemli bir kesimini oluşturan Erzurumiline bağlı Tortum-Kapıkaya köyünde yer alan bir Urartu kalesi incelenmiştir. İlk önce kaleninbulunmuş olduğu yerin coğrafyası ve antik çağlardaki fiziksel ve siyasi durumu ele alınmıştır.Daha sonra eskiçağ tarihi bakımından M.Ö 9-6. Yüzyıllar arasında Doğu Anadolu’nun tek hâkimiolan Urartu Devleti zamanındaki durumu ele alınmıştır. Çalışmada Urartular’ın kuzeye doğruaçılmasında önemli bir kale olan Kapıkaya’nın lokalizasyonu incelenmiştir. Ayrıca yaptığımızyüzey araştırmalarında bulduğumuz arkeolojik kanıtlar da kalenin Urartular’ın bölgedekiyayılımı açısından önemlidir. Çünkü bölgede Urartu varlığını bütün boyutları ile açıklayacakmalzeme ne yazık ki yeterli değildir. Ancak yapılan araştırmalar ve bulunan kaleler sayesindeUrartular’ın bölgeyi ihmal etmedikleri, hem yerleşme amaçlı, hem de askeri amaçlı kullandıklarıgörülmektedir. Zaten Tortum’un da içinde bulunduğu bu vadiler, antik çağlardan berisavunmaya ve kale yapmaya son derece müsait yerlerdir. Bu çalışma, hem Urartular’ın kuzeyyayılımını kanıtlar nitelikte bir çalışma olması, hem de Urartular’ın bu vadiler ile Karadeniz’eulaşma hedefleri açısından değerlendirilebilecek olması açısından önemlidir.

Anahtar Kelimeler: Erzurum, Tortum Coğrafyası, Kapıkaya, Kalesi, Urartular, ÇoruhHavzası

AN IMPORTANT URARTUIAN CASTLE IN TORTUM,ERZURUM: KAPIKAYA

ABSTRACT: This article examines an Urartian castle which is located on Kapıkaya village inTortum, Erzurum, which is an important place in North-eastern Anatolia. The article, primarily,deals with the physical and political condition of the place where the castle during the ancientperiods. Then, in terms of ancient history, the situation of the castle during Urartian Period whenit the only power in the Eastern Anatolia between 9th and 6th centuries B.C. was studied. Thestudy examines the localisation of Kapıkaya, which was an important castle for Urartian inopening to the north. In addition, the archaeological evidence that we found during the surfaceexaminations we conducted shows the importance of the castle for the Urartian to spread to theregion. Because the amount of the materials that will help us learn about Urartian existence in thearea with all aspects is unfortunately not enough. However, with the help of the conducted

Yrd.Doç.Dr. Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü. [email protected]

OKTAY ÖZGÜL

70 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 69-92

studies and the castles found, it is obvious that the Urartian did not neglect the region and didbenefit from it for both settlement and military purposes. As a matter of fact, such valleysincluding Tortum are extremely proper places for defence and building castles since ancienttimes. This study is significant not only for the fact that it has the characteristics of proving thespread of Urartu to the north but also of the goals of the Urartian to reach the Black Sea regionthrough these valleys.

Keywords: Erzurum, Tortum geography, Kapıkaya, Castle, the Urartian, Coruh Basin

GirişErzurum ilinin kuzeyinde yer alan Tortum ilçesi, idari olarak Erzurum’a

bağlı olmakla birlikte, Karadeniz Bölgesinin Doğu Karadeniz Bölümüiçerisinde ve Çoruh Irmağı’nın önemli kollarından birisini oluşturan TortumÇayı Vadisi’nde yer almaktadır (Harita1). Doğusunda Akdağlar, batısındaMescit Dağları, güneybatısında Dumlu Dağları ve Kargapazarı Dağlarıbulunmaktadır Batısında İspir, kuzeyinde Yusufeli, kuzeydoğusunda Oltu,doğusunda Narman, güneydoğusunda Pasinler ve güneyde ise Erzurum ili yeralmaktadır. Yaklaşık olarak 1900 km2‘lik bir yüzölçümü sahip olan Tortumilçesi, tarihi, coğrafi ve sosyo-ekonomik açıdan Erzurum yöresinin önemli birkısmını oluşturur.1

İlçenin jeolojik yapısını dar ve uzun vadiler ile tepelik alanlar oluşturur.Bu yer şekillerinin oluşmasında tektonik hareketler büyük bir rol oynamıştır.Tektonik hareketler ile yükselen saha, akarsular ile parçalanarak bugünkügörünümünü kazanmıştır (Harita 2).2

Yer şekilleri arasında dağlar, önemli bir yer tutar. Mescit Dağı (3289m), Dumlu Dağı (3169 m), Eğerli Dağı (3087 m), Dadaş Dağı (2994 m), ÇiçekDağı (3195 m), Kıllı Dağı (2530 m), Kemerli Dağı (2770 m), Çağ- det Dağı(2502 m), Tevin (Çağlayan) Dağı (2509 m), Tav Dağı (2244 m) ve ZökünDağı (2244 m) bölgenin önemli yükseltileridir.3

İlçenin en önemli akarsuyunu Tortum Çayı oluşturmaktadır. TortumÇayı, kaynağını Dumlu Dağlarının kuzey yamaçlarından alarak kuzeye doğruderin bir vadi içinde akmaya devam eder (3169 m). Daha sonra havzayıçevreleyen yüksek dağlardan beslenerek önce Tortum Gölü’ne ardından da

1 Oğuz Yılmaz, Tortum Çayı Havzası’nın Beşeri ve Ekonomik Coğrafyası, Atatürk ÜniversitesiSosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, Erzurum 1991, s. 3 vd.; İbrahim Atalay,“Mescit Dağı’nın Glasiyal Morfolojisi”, Ege Coğrafya Dergisi – II, İzmir 1984, s. 129-138

2 İbrahim Atalay, Türkiye Jeomorfolojisine Giriş, Ege Üniversitesi Yay, İzmir 1982, s. 1 vd.3 İbrahim Kopar – Cemal Sevindi “Tortum Gölü’nün (Uzundere-Erzurum) Güneybatısındaki

Aktüel Sedimentasyon ve Siltasyona Bağlı Alan-Kıyı Çizgisi Değişimleri”, Türk CoğrafyaDergisi, Sayı: 60, İstanbul 2013, s. 49-66.

ERZURUM TORTUM’DA ÖNEMLİ BİR URARTU KALESİ: KAPIKAYA

71Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s.69-92

Oltu Çayı ile birleşerek Çoruh Nehri’ne dökülmektedir.4 İlçeye 35 kmuzaklıkta ve ilçenin kuzeydoğusunda yer alan Tortum Gölü, heyelansonucunda Tortum Çayı Vadisinin tıkanması ile oluşmuş bir set gölüdür.5 Sonyapılan ölçümlere göre gölün hacmi 57,6 hm3, gölün uzunluğu 8,2 km,genişliği ise en geniş yerinde 1,4 km kadardır. Tortum Gölü’nün denizdenyüksekliği ise 1010 m’dir.6

Tortum ilçesi arazisinin büyük bir kısmı derin vadi ve tepeliklerdenoluştuğu için vadi tabanlarında sebze ve meyvecilik yapılırken tepeliksahalarda ise tarım ve hayvancılık daha yaygındır. Tortum ilçe merkezi veçevresinde daha çok İran-Turan bozkır bitki örtüsü yaygınken, kuzeytaraflarında ise Avrupa-Akdeniz-Sibirya florasına ait bitki türleri daha fazlayaygındır. Bu durum hem bitki örtüsü farklılığına hem de arazi farklılığınaişaret etmektedir.7

Bölgenin tepelik ve yüksek kısımlarında hayvancılık daha fazla iken,alt kesimlerde sebze ve meyvecilik ile tarımsal faaliyetler daha yoğunlukkazanmıştır. Bununla birlikte arazi yapısı, iklim şartları, yol durumu ve diğersebepler ekonomik faaliyetleri sınırlandırmıştır. Buna rağmen azami derecedecoğrafyadan faydalanan yöre halkı, olumsuz coğrafi şartları kendilerineuydurarak özgün bir ekonomik döngü oluşturmayı başarmıştır. Nitekimbölgede 2000 yılından beri sürdürmüş olduğumuz yüzey araştırmalarında budurumu tespit etmiş olduk.

Doğu Anadolu’yu Karedeniz kıyılarına ve Kafkasya (Batum-Tiflis)’yabağlayan Tortum, önemli tarihi yollar üzerinde yer almaktadır (Harita 3). M.Pehlivan’ın ifadesiyle, Serçeme Boğazı-İspir-Tortum güzergâhı ve Narman-Oltu-Olur hattı, eskiçağ boyunca hem denize ulaşmak hem de madenyataklarını kontrol altında tutmak için çok kullanılan vadiler olmuşlardır.8Olur-Oltu-Narman ve Tortum’un da içinde bulunduğu bu vadiler aynı

4 O. Yılmaz, age., s. 28 vd.5 İbrahim Atalay, “Geomorphology of the Lake Tortum and Its Immediate Surroundings (NE

Turkey)”, Review of the Geographical Institute of the University of İstanbul, 1979-1980,İnternational Edition, Number: 17, s. 49-65.Lahn 1944. 137-138.

6 İ. Kopar – C. Sevindi, agm., s. 49-66.7 O. Yılmaz, age., s. 30 vd.8 Doğu Anadolu ile Doğu Karadeniz arasında yer alan Tortum’un da içinde yer aldığı Çoruh

Havzası Vadileri ve Paryadros Dağları hakkında antik kaynaklarda çeşitli bilgiler yeralmaktadır. Ayrıca bu vadiler, umumiyetle Paryadros Dağ silsileleri arasında iyi sulanmış,ormanlık yerler bulunduğundan ve birçok kesimleri de derin dereler, dik uçurumlardanoluştuğundan dolayı büyük kaleler yapmaya müsaittir. Geniş bilgi için Bk. Strabon, XII, III,18 Ayrıntılı bilgi için bak. Pehlivan, 1991.

OKTAY ÖZGÜL

72 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 69-92

zamanda Roma’nın Kafkaslara açılan kapısı durumundaydılar. M. S. V ve VII.yüzyıllarda Sasaniler’in Bizans’ın mukavemetini kırmaları da yine buvadilerde meydana gelmiştir.9 Günümüzde Şenkaya-Göle-Olur-Oltu-Narman’dan geçen karayolu, Tortum üzerinden Erzurum’a bağlanmakta vebölge için çok önemli bir ulaşım değeri taşımaktadır.(Harita 4)

Eğimli ve kırık bir arazi yapısına rağmen, yerleşme, ulaşım ve verimliiklim şartlarına sahip olan bölgenin Eski Çağ tarihi hakkında maalesef yeterikadar bilgiye sahip değiliz. Şimdiye kadar bu alanda kazısı yapılmış vestratigrafik incelemesi ortaya çıkarılmış herhangi bir merkez olmadığındandolayı, Kapıkaya Kalesi hakkında değerlendirme yapılırken Erzurum orjinliarkeolojik veriler esas alınacaktır.

Yaptığımız yüzey araştırmalarında bölge hakkında Paleolitik veNeolitik Döneme ait herhangi bir bulguya rastlayamadık. Ancak Erzurum veçevresinin İlk Tunç Çağından itibaren yerleşmelere sahne olduğu düşünülürse,Tortum ilçesinin de iklim şartları, fiziki coğrafya ve sahip olduğu önemliyollardan dolayı devam eden kesintisiz bir yerleşmeye sahne olduğunusöyleyebiliriz. Nitekim bölgede yapmış olduğumuz arkeolojik çalışmalaresnasında Erken Demir ve Demir Çağına ait bulduğumuz kale ve yerleşmelerbu iddiayı doğrular niteliktedir.

Tortum ve Çoruh Havzası, M.Ö. IV. bin sonlarında Hurri kültürününyayılım alanı içerisinde yer almış,10 Hitit kaynaklarına göre ise, M. Ö. II.binden başlayarak Hayaşa ve Azzi Krallıklarının hâkimiyetine girmiştir.11

M.Ö. XIII ve IX. yüzyıllar arasında Doğu Anadolu’nun yerel krallıklarındanbiri olan Daya(e)ni-Diau(e)hi’nin etkisi altında yer alan bölge, M. Ö. IX veVI. yüzyıllar arasında ise Doğu Anadolu’nun güçlü devleti olan Urartu’nunegemenliğine geçmiştir.12

Tüm Doğu Anadolu’da olduğu gibi Erzurum ve çevresinde de yoğunbir yerleşme ve imar siyaseti amaçlayan Urartular, bölgedeki hâkimiyetlerinikuvvetlendirerek batıya Erzincan’a kadar yayılma göstermişlerdir. Nitekim

9 Renee Grousset, Histoire de I Armenie Paris 1973, s. 296.10 Mahmut Pehlivan, “Karaz ve Hurriler”, 100. Yıl Üniversitesi, Sosyal Bilgiler Dergisi I, Van,

1990, s.168-176; Charles Burney - Lang. D. M., The Peoples of the Hills, London 1971 s. 1vd.

11 Pehlivan, age., s. 29 vd; Koşay, H. Z., “Erzurum-Karaz Kazısı Raporu”, Belleten 91, Ankara1959, s. 349-413; Albrecht Goetze, “Madduwattas”. MVAEG XXXII, 1928, Leipzi, s. 1-178.H. G. Guterbock, The Deeds of Suppiluliuma as Told by his Son, Mursili II”. JCS X, 1956,Boston, 60 vd.

12 M. Pehlivan, age., s. 22 vd.; G. A. Melikishvili, Urartskie Klinoobraznye Nadpisi 1960Moskova, 26 vd; Mirjo Salvini, Geschichte und Kultur der Urartaer, 1995, Darmstadt 22-23

ERZURUM TORTUM’DA ÖNEMLİ BİR URARTU KALESİ: KAPIKAYA

73Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s.69-92

Pasinler Kalesi, Urartu Yazıtı, Güzelhisar Avnik Yazıtı ve Horasan YazılıtaşYazıtı, Urartular’ın Çoruh Vadileriyle beraber bölgede hâkimiyetkurduklarının en açık delilidir.13

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Urartular’ın Tortum ve çevresindekifaaliyetleri ile ilgili olarak herhangi bir yazılı kaynağa rastlanmamasınarağmen, hem bölgenin fiziki yapısının müsait olması hem de Urartular’ınKaradeniz kıyılarına ulaşması açısından son derece önemli olan bu çevredepek çok Urartu kalesine rastlamış olmamız bu açıdan çok değerlidir.

Urartu hâkimiyetinden sonra M. Ö. 400 yılında ordusuyla ErzurumOvası, Tortum Çayı Boyu, İspir civarı ve Bayburt Ovası üzerinden Trabzon’ageçen Ksenophon, (Anabasis-Onbinlerin Dönüşü) adlı eserinde, geçtiğiyerlerdeki yaşayan çeşitli kabilelerden ve yaptıkları işlerden bahsederken,bölgenin o zamanki etnik durumunu ortaya koymuştur.14

Bilindiği üzere Urartular hâkim oldukları yerlerde kale ve garnizon inşaederken bazı şeylere dikkat emişlerdir. Bölgenin yol durumuna, arazi yapısınave su kaynaklarına göre yüksek ve sarp kayalıklara yaptıkları kaleler ile hembölgeyi kontrol altına almayı amaçlamışlar hem de yerleşme ve idare merkezlikullandıkları kaleler ile yöre halkının ekonomik ihtiyaçlarını karşılamayıdüşünmüşlerdir.15

Urartu’nun kuzey yayılımındaki önemli bölgelerden bir olan Tortum veçevresinde A. Ceylan başkanlığında yaptığımız yüzey araştırmalarında tespitettiğimiz Kapıkaya Kalesi, hem konumu hem de üzerinde yer aldığı yolgüzergâhı dolayısıyla çok stratejik bir kaledir. Ayrıca yapım tekniği, mimari

13 Margaret R. Payne, Urartu Çivi Yazılı Belgeler Kataloğu, Arkeoloji Sanat Yayınları, 2006,s. 68-89, 253; Alpaslan Ceylan “Horasan Ve Çevresi Araştırmaları Işığında Yazılıtaş Yazıtı”,Çağlayan Aras, 2002, s.14-16, W, Ortthman “ Eine Urartaeischer Inschrift in Avnik” Archivfür Orientforschung 22/1968-69; Aydın, N. “Güzelhisar Urartu Kitabesi”, Belleten LV /213,1991, Ankara, 323-330.

14Lehmann-Haupt C.F, Armenien II-2 1926,Leipzig, s.704 vd; Anabasis’te Yukarı Arasboylarında yaşayan Phasianlar (demircilikle uğraşanlar) Tortum ve Yusufeli çevresindeyaşayan Khalybler, daha sonraları Tao veya Tayk diye anılacak olanlar ve İspir çevresindede Saspirler ve Herpasos (Çoruh Irmağı) boyunca da Skythenler’in yaşadığından bahsedilir.Ayrıca bir başka antik kaynak olan Strabon’da bu vadilerde yaşayan çeşitli İskit boylarıolduğunu ifade eder; Strabon, (XII, III, 18)). Antik kaynaklardan anlaşılacağı üzere Kür veÇoruh vadileri içerisinde yer alan Tortum ve çevresi M.Ö. V ve IV. yüzyıllarda İskitlerinhâkimiyeti altında idi. İskitler ’in yıkılmasından sonra bölgede var olan çeşitli İskit boylarıherhangi bir yere göç etmeyerek yöre halkına karışmışlardır. Ayrıntılı bilgi için bk.Ksenophon 1984, IV, IV, 18; V, 34; VI, 4-5, 24-27; VII, VIII, 25; İbrahim Tellioğlu, “Kimmer veİskit Göçeri’nin Doğu Anadolu Bölgesindeki Etkileri”, Atatürk Üniversitesi TürkiyatAraştırmaları Enstitüsü Dergisi s. 27, Erzurum 2005, s. 237-245.

15Altan Çilingiroğlu, Urartu Krallığı Tarihi ve Sanatı, İzmir 1997, s. 50 vd.

OKTAY ÖZGÜL

74 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 69-92

özelliği ve mevcut coğrafyadaki diğer kalelerden biraz daha büyük oluşu,Kapıkaya Kalesi’ni çok farklı kılmaktadır. Kaledeki ilk araştırmamızı 2005yılında gerçekleştirdik.16

Kapıkaya Kalesi 12009 yılında Kapıkaya Kalesi’nde detaylı bir çalışma imkânı bulduk.

(Foto 1;Çizim 1).17 Kale, Erzurum ili Tortum ilçesinin 26 km batısında yeralan Kapıkaya Köyü’nün 1 km kuzeyinde bulunmaktadır. Kapıkaya Kalesi,44.5554.056 K, 46.646.95.570. D. koordinatlarındadır. Yüksekliği 2188 molan kale, köyden 110 m yükseklikte yer almaktadır.

Kalenin batısında bir Urartu Göleti yer almaktadır (Foto 2-3). Bukalenin önemli görevlerinden biri ise, hayvancılık bakımından önem taşıyanbu göleti muhafaza etmektir. Bilindiği gibi Urartu sulama göletleri,Urartu’nun bölgedeki hâkimiyetinin daha iyi sağlanması için yapılmış tarımve hayvancılık bakımından son derece önemli olan sulama yapılarıdır. Buyapılara Urartu’nun hâkim olduğu hemen hemen her yerde rastlamakmümkündür.18 Günümüzde bölgede halen hayvancılık yapılmaktadır. 1979yılında gölet, DSİ tarafından genişletilerek yöre halkı için daha kullanışlı birhale getirilmiştir.

4,5-5 m yüksekliğinde olan kalenin sur duvarları günümüze kadargelmeyi başarmıştır (Foto 4-5). Sur duvarlarının kalınlığı ise 2.80 cm ile 3.40cm arasındadır. Urartu’nun bu bölgede sıkça kullandığı bir yöntem olan veKiklopik teknikte yapılan sur duvarlarının ebatları yer yer değişiklikgöstermektedir (Foto 6-7). Kaledeki taşların dış yüzeyleri tıraşlanmış vedüzleştirilmiştir. Sur duvarlarının geniş olmasından dolayı, duvar yapılırkenorta kısımları bu düzletme işleminden sonra çıkan taşlar ile daha küçüktaşlarla doldurulmuştur.19 Kalenin kapısı, kalenin güneybatı köşesineyapılmıştır. Kalenin giriş kapısı 280 cm olup kale yoluna, kale kapısındanaşağıya doğru bir yay çizilerek inilmektedir. Bunun gayesi kale kapısının daha

16 Alpaslan Ceylan, “2005 Yılı Erzurum-Erzincan-Kars-Iğdır İlleri Yüzey Araştırmaları”, 24.Araştırma Sonuçları Toplantısı –I, Ankara 2007, s. 163-182.

17 Alpaslan Ceylan Başkanlığında yürüttüğümüz çalışmaların 2009 yılı yayınları için bk. YasinTopaloğlu – Akın Bingöl vd. “2009 Yılı Erzurum-Erzincan-Kars-Iğdır İlleri YüzeyAraştırmaları”, 28. Araştırma Sonuçları Toplantısı – II, Ankara 2011, s. 1-21; AlpaslanCeylan, Doğu Anadolu Araştırmaları, Erzurum 2008.

18 Oktay Belli, Doğu Anadolu’da Urartu Sulama Kanalları, İstanbul, 1997 s. 1 vd.19 Altan Çilingiroğlu, ”Urartu Sur Duvarları Üzerine Düşünceler”, Arkeoloji-Sanat, II, 1983 28

vd.

ERZURUM TORTUM’DA ÖNEMLİ BİR URARTU KALESİ: KAPIKAYA

75Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s.69-92

korunaklı olmasını sağlamaktır. İkisi kalenin sağında ve solunda olmak üzerekalede toplam altı burç yer almaktadır.20

Yukarıda da bahsettiğimiz fiziki çevre şartlarından dolayı kale, mimaribakımdan topografik alana uygun bir tarzda inşa edilmiştir. Kale yapılırkenDoğu Anadolu’nun dağlık yapısı, arazi yapısı ve eğimi dikkate alınmıştır.Kalenin alt kısımlarında ve eteklerinde yıkılmış olan yapı kalıntıları yeralmaktadır. Bölgede birçok kalede Urartular’ın bu şekilde yapmış olduklarıyapılara rastlanabilir. Bu yapılar, yıkık bir halde olduğundan dolayı hangiamaçla yapılmış olduğu anlaşılamamaktadır. 21 Kalede yer yer kaçak kazıizlerine rastlanmaktadır. Bölge için stratejik öneme sahip olan bir Urartukalesidir. Keramik bakımından zengin olan kalede Urartu ve Erken Demirçağkeramikleri tespit edilmiştir (Foto 8-9; Çizim 2-3).

Kapıkaya Kalesi-2Bölgede yapmış olduğumuz yüzey araştırmalarında ikinci bir kale daha

tespit ettik. Kapıkaya Kalesi 2 adını verdiğimiz kale, Erzurum ili Tortumilçesinin 26 km batısında bulunan Kapıkaya Köyü’nde bulunmaktadır (Foto10). Köyün 2 km kuzeyinde bulunan kalenin güneyinde, Kapıkaya Göleti ve1 km güneydoğusunda ise Kapıkaya Kalesi-1 yer almaktadır.

Kalenin sur duvarları tamamen yıkılmış olup, yıkılan duvar taşlarıköylüler tarafından toplanarak amaçsız bir şekilde kümeler oluşturulmuştur(Foto 11-12). Köylüler arazi şartlarından dolayı tarım yapabilecek bir alanaihtiyaç duyduklarından dolayı böyle bir yola başvurmuşlardır.

Kalenin sur duvarları özellikle kalenin güney kısımda daha belirgin birşekilde görülebilmektedir. Kale, Kapıkaya 1 örneğinde olduğu gibi tipikkiklopik tarzda çok büyük olmayan kaba taşlarla inşa edilmiştir. Kalenin ikisur duvarının olduğu belirgin bir şekilde görülmektedir (Foto 13). İkinci surduvarları ise, hemen hemen yok olmuştur. Kalenin hemen eteklerinde

20 Bu şekilde yapılan Urartu kalelerinin, burç sayısı kalenin büyüklüğüne göre değişmektedir.Bu tip Urartu kaleleri genelde vadi tabanlı arazilerde yapılmış kalelerde daha fazla gözeçarpmaktadır. Bölgede yapılmış diğer Urartu kalelerinin yapısal özellikleri hakkında bk.Alpaslan Ceylan, “2001 Yılı Erzincan-Erzurum ve Kars İlleri Yüzey Araştırması”, 20.Araştırma Sonuçları Toplantısı, Ankara 2003, s. 310 vd; Alpaslan Ceylan- Akın Bingöl-Yasin Topaloğlu, 2006 Yılı Erzincan-Erzurum-Kars-Iğdır İlleri Yüzey Araştırması.

21 Bu şekilde yapılmış kalelere Erzurum Pasinler Kalesi başta olmak üzere Horasan HasanbeyKalesi, Iğır Bığır Kalesi, Aşağı Kom, Yukarı Kom Kalesi vb. örnek gösterilebilir. Ayrıntılıbilgi için bk: Mustafa Erkmen - Alpaslan Ceylan, “2001 Pasinler Kalesi Kazısı”, XIII. MüzeÇalışmaları ve Kurtarma Kazıları Sempozyumu, Ankara, 2003, s. 17-28; 2003, 17-28; OktayÖzgül, Eskiçağda (Yukarı) Aras Vadisi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,Basılmamış Doktora Tezi, Erzurum 2011.

OKTAY ÖZGÜL

76 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 69-92

düzleştirilmiş olan alanda, ikinci sıra sur duvarları kısmen de olsagörülebilmektedir. Kalenin iç kesimde Kapıkaya 1 de olduğu gibi yine çoksayıda kaçak kazıya rastlanmıştır.

Kaledeki keramik verileri Geç Kalkolitik, İlk Tunç Çağı, Erken DemirÇağı ve Orta Demir Çağı’na (Urartu) aittir (Foto 14-15; Çizim 4-5). Keramikbakımından Kapıkaya 1’e göre çok zengin olan kaledeki Erken Demir Çağı’naait emzikli keramikler de oldukça dikkat çekicidir. Kapıkaya Kalesi-1’dendaha yüksekte ve daha stratejik konumda olan kale, Urartu özelliği gösterenbir kaledir. Ancak Urartular döneminde bölgede egemen olan Diauehi Krallığıtarafından da bu kalenin kullanılmış olduğuna şüphe yoktur. Kaleler GeçKalkolitik Çağda yerleşim görmüş İlk Tunç ve Demir Çağlarında davarlıklarını devam ettirmişlerdir. 22

SonuçSonuç itibariyle Urartular’ın kuzeye doğru yayılmalarında önemli bir

görev üstlenen Tortum ve çevresi, Urartu için çok önemli bir bölge olmuştur.Bölgede yapmış oldukları kalelerden, bu durum rahatlıkla anlaşılabilmektedir.Tortum Kapıkaya’da tespit ettiğimiz bu iki kale, hem mimari hem de keramikbulguları bakımından Urartu özelliği göstermektedir. Kale, Urartular’ınbölgedeki hâkimiyetlerini göstermesi bakımından son derece anlamlıdır.

Urartular’ın bölgede yapmış oldukları böyle büyük kaleler, bu vadileriUrartuların hem iskân hem de askerî amaçlı kullandıklarını göstermektedir.Bölgede A. Ceylan başkanlığında sürdürdüğümüz yüzey araştırmalarıneticesinde Urartu kale ve höyüklerinin sayısının gün geçtikçe arttığınıgörmekteyiz. Bu durum bize Urartu askerî mimarisinin kuzey yönündekiyayılmasını göstermesi bakımından çok önemlidir. Çünkü Urartu’nun doğmuşolduğu topografik ve coğrafi alana tamamen zıt bir arazi yapısında ortayaçıkan bu kaleler, Urartular’ın araziyi kendilerine ne kadar uydurduklarını vearaziyi olumlu kullandıklarını göstermesi bakımından da önemlidir.

Bölgede yapılacak olan yüzey araştırmaları ve incelemeler sayesindeUrartu’nun Çoruh vadilerindeki mimari ve askerî varlığı çok daha netlikkazanacak, Urartuların çağdaşlarına göre araziyi kullanmadaki becerileri dahabelirgin bir şekilde ortaya çıkacaktır.

22 Mahmut Pehlivan, En Eski Çağlardan Erzurum’un Yıkılışına Kadar Erzurum ve Çevresi,Basılmamış Doktora Tezi Erzurum 1984, s. 80 vd.

ERZURUM TORTUM’DA ÖNEMLİ BİR URARTU KALESİ: KAPIKAYA

77Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s.69-92

KAYNAKÇAAtalay, İbrahim, “Mescit Dağı’nın Glasiyal Morfolojisi”, Ege Coğrafya Dergisi - 2,

İzmir, 1984, s. 129-138.-------------------, “Geomorphology of the Lake Tortum and Its Immediate

Surroundings (NE Turkey)”, Review of the Geographical Institute of theUniversity of İstanbul, 1979-1980, İnternational Edition, Number 17: s, 49-65.

-------------------, Türkiye Jeomorfolojisine Giriş, Ege Üniversitesi Yayınları, İzmir,1982.

Belli, Oktay, Doğu Anadolu’da Urartu Sulama Kanalları, İstanbul, 1997.Burney, Charles A. – Lang. D, M., The Peoples of the Hills, London, 1971.Ceylan, Alpaslan, “2005 Yılı Erzurum-Erzincan-Kars-Iğdır İlleri Yüzey

Araştırmaları”, 24. Araştırma Sonuçları Toplantısı Ankara – I, 2007, s. 163-182.

-------------------, “Horasan ve Çevresi Araştırmaları Işığında Yazılıtaş Yazıtı”,Çağlayan Aras, 2002, s. 14-16.

-------------------, Doğu Anadolu Araştırmaları, Erzurum, 2008.-------------------, 2001 Yılı Erzincan-Erzurum ve Kars İlleri Yüzey Araştırması, 20.

Araştırma Sonuçları Toplantısı, Ankara 2003, s, 311-324.Ceylan, Alpaslan- Bingöl, Akın-Topaloğlu, Yasin 2006 Yılı Erzincan-Erzurum-Kars-

Iğdır İlleri Yüzey Araştırması, 25. Araştırma Sonuçları Toplantısı Ankara2007. 3, s,129-149.

Çilingiroğlu, Altan, Urartu Krallığı Tarihi ve Sanatı, İzmir, 1997.-------------------, “Urartu Sur Duvarları Üzerine Düşünceler”, Arkeoloji-Sanat, II,

1983 28 vd.Goetze, Albrecht, “Madduwattas”, MVAEG XXXII, Leipzig, 1928, s. 1-178.Grousset, Renee, Histoire de I Armenie Paris, 1973.Guterbock, H.G., The Deeds of Suppiluliuma as Told by his Son, Mursili II”, JCS X,

Boston, 1956.Kopar, İbrahim – Sevindi, Cemal, Tortum, “Gölü’nün (Uzundere-Erzurum)

Güneybatısındaki Aktüel Sedimentasyon ve Siltasyona Bağlı Alan-KıyıÇizgisi Değişimleri”, Türk Coğrafya Dergisi – 60, İstanbul, 2013 s. 49-66.

Koşay, Hamit Zübeyr, “Erzurum-Karaz Kazısı Raporu”. Belleten 91, Ankara,1959, s.349-413.

Ksenophon, Anabasis, İstanbul, 1984.Lehmann-Haupt C. F, Armenien II-2 1926, Leipzig.Lahn, E., “Tortum Gölü ve Şelalesi”, Türk Coğrafya Dergisi - 5-6, İstanbul, 1944, s.

137-138.Melikishvili, G. A. Urartskie Klinoobraznye Nadpisi Moskova, 1960.

OKTAY ÖZGÜL

78 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 69-92

Payne, Margaret R., Urartu Çivi Yazılı Belgeler Kataloğu, Arkeoloji Sanat Yayınları,2006.

Pehlivan, Mahmut, En Eski Çağlardan Erzurum’un Yıkılışına Kadar Erzurum VeÇevresi, Basılmamış Doktora Tezi Erzurum 1984.

-------------------, “Karaz ve Hurriler”, 100. Yıl Üniversitesi, Sosyal Bilgiler Dergisi -I, Van, 1990, s. 168-176.

-------------------, Daya(e)ni-Diau(e)hi, Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen EdebiyatFakültesi Yayınları, Erzurum, 1991.

Salvini, Mirjo. Geschichte und Kultur der Urartaer, 1995, Darmstadt.Strabon, Antik Anadolu Coğrafyası (Geographika: XII-XIII-XIV), 2000.Tellioğlu, İbrahim, “Kimmer Ve İskit Göçleri’nin Doğu Anadolu Bölgesindeki

Etkileri”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi - 27,Erzurum, 2005, s. 237-245.

Topaloğlu, Yasin –Akın Bingöl vd., “2009 Yılı Erzurum-Erzincan-Kars-Iğdır İlleriYüzey Araştırmaları”, 28. Araştırma Sonuçları Toplantısı-II Ankara, 2011, s.1-21.

Yılmaz, Oğuz, Tortum Çayı Havzası’nın Beşeri ve Ekonomik Coğrafyası, AtatürkÜniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, Erzurum,1991.

Orthmann, W, “ Eine Urartaeischer Inschrift in Avnik” Archiv für Orientforschung22/1968-69, Aydın, N., “Güzelhisar Urartu Kitabesi”, Belleten LV /213, 1991,Ankara, 323-330.

ERZURUM TORTUM’DA ÖNEMLİ BİR URARTU KALESİ: KAPIKAYA

79Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s.69-92

Harita 1. Doğu Anadolu Haritası

OKTAY ÖZGÜL

80 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 69-92

Harita 2. Tortum Kapıkaya Kalesi

ERZURUM TORTUM’DA ÖNEMLİ BİR URARTU KALESİ: KAPIKAYA

81Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s.69-92

Harita 3. Torum Kapıkaya Kalesi ve Su Göletinin UydudanGörünümü

OKTAY ÖZGÜL

82 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 69-92

Harita 4. Tortum Kapıkaya Kaleleri I-II.

ERZURUM TORTUM’DA ÖNEMLİ BİR URARTU KALESİ: KAPIKAYA

83Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s.69-92

Foto 1. Kapıkaya Kalesi

Foto 2. Kapıkaya Kalesi’nin Batısındaki Urartu Göleti(DSİ Tarafından Genişletilmiş Hali)

OKTAY ÖZGÜL

84 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 69-92

Foto 3. Kapıkaya Kalesi’nin Batısındaki Urartu Göleti’ninUzaktan Görünümü

Foto 4. Kapıkaya Kalesi 1 Sur Duvarlarından Bir Görünüm

ERZURUM TORTUM’DA ÖNEMLİ BİR URARTU KALESİ: KAPIKAYA

85Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s.69-92

Foto 5. Kapıkaya Kalesi 1 Sur Duvarları

Foto 6. Kapıkaya Kalesi, Kiklopik Teknikte Yapılmış SurDuvarları

OKTAY ÖZGÜL

86 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 69-92

Foto 7.Kapıkaya Kalesi Sur Duvarları

Foto 8. Kapıkaya Kalesi 1 Keramikleri

ERZURUM TORTUM’DA ÖNEMLİ BİR URARTU KALESİ: KAPIKAYA

87Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s.69-92

Foto 9. Kapıkaya Kalesi 1 Keramikleri

Foto 10. Kapıkaya Kalesi 2

OKTAY ÖZGÜL

88 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 69-92

Foto 11. Kapıkaya Kalesi 2

Foto 12. Kapıkaya Kalesi 2

ERZURUM TORTUM’DA ÖNEMLİ BİR URARTU KALESİ: KAPIKAYA

89Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s.69-92

Foto 13. Kapıkaya Kalesi 2 Sur Duvarları

Foto 14. Kapıkaya Kalesi 2 Keramikleri

OKTAY ÖZGÜL

90 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 69-92

Foto 15. Kapıkaya Kalesi 2 Keramikleri

Çizim 1. Kapıkaya Kalesi – I Plan Çizim

ERZURUM TORTUM’DA ÖNEMLİ BİR URARTU KALESİ: KAPIKAYA

91Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s.69-92

Çizim 3. Kapıkaya Kalesi 1

Çizim 2. Kapıkaya Kalesi 1Keramik Çizimleri

OKTAY ÖZGÜL

92 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 69-92

Çizim 4. Kapıkaya Kalesi 2 Keramik Çizimleri

Çizim 5. Kapıkaya Kalesi 2

Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 93-111

SELÇUKLU DÖNEMİ RESİM ÇALIŞMALARI

Abdurrahman DEVECİ*

ÖZ: Selçuklu döneminde, İslam sanatı alanında, daha öncesinde rastlanmayan gelişmeleryaşanmıştır.Selçuklu sanatı sadece İran’ı değil, aynı zamanda diğer İslam ülkelerini de derinden etkilemişve İslam sanatının ana çizgisi ile, kalıcı örneklerin oluşmasında büyük rol oynamıştır. Büyük İslamfilozoflarının ve bilginlerinin yetiştiği bu dönemde resim üzerindeki yorumlar da yeni bir boyutkazanmıştır. Genel olarak Selçuklu resim sanatını şu bölgelerde ve şehirlerde aramak gerekir. Horasan,Rey- Kaşan, Bağdat, Konya, Diyarbekir, Musul, Şam, Halep… Bunların ortak temelleri olduğu hâldebirbirinden farklılaşan tarzları da bulunmaktadır. İlk İslam minyatürleri Selçuklu döneminde Horasan'dagörülmüştür. Horasan'da hazırlanan kitapların en önemlilerinden biri Semek Ayyar'dır. Büyük Selçukludevletinin kurucusu Tuğrul Bey'in 1055'te Bağdat'a girerek Sultan unvanını alması, Selçuklu sanat vekültürünün bu bölgede yayılmasının başlangıcıdır. Bağdat'ta resimlenmiş el yazmaları arasındaYunancadan Arapçaya çevrilen Kitâbül-Haşâyiş (Materia Medica), Hintli Beydaba'nın Kelile ve Dimne'siile Harirî’nin Makamât'ı sayılabilir. Büyük Selçuklu döneminde kitap yapmak ve onu resimlendirmekyaygın hâle gelmiştir. Râhat-üs-Sudûr ve Âyet-üs-Sürûr'un yazarı Ravendî'nin ifadesine göre Arslan oğluTuğrul döneminde sanatçıların rahat bir hayatı vardı. Anadolu Selçuklu dönemine ait minyatürlü yazmaörnekleri ise XII. ve XIII. yüzyıllardan kalmadır. Kitabül-Haşâyiş, El-hiyel el-hendesiyeh, Süverül-Kevâkibi’s-Sabite, Varka ve Gülşah ile Tezkire isimli el yazmaları bunların en önemlileridir.

Anahtar Sözcükler: Minyatür, Selçuklu, Selçuklu Minyatür, Selçuklu Sanatı

PAINTING WORKS OF SELJUK PERIOD

ABSTRACT: In Seljuk period, Islamic art experienced unprecedented developments. Seljuk artaffected not only Iran but also other Islamic countries, as well, and the base line of Islamic art played agreat role in the creation of long lasting examples. In this period when great Islamic philosophers andscholars, interpretations on paintings gained a new dimension. In general, Seljuk painting art should besearched in Khorasan, Rey- Kasan, Bagdat, Konya, Diyarbekir, Mosul, Damascus, Aleppo… Thereregions and cities have common basis, but also styles differentiating from each other. The first Islamicminiatures were observed in Khorasan in Seljuj Period. One of the most important books prepared inKhorasan is Semek Ayyar. Tughril Beg, the founder of Great Seljuk Empire, captured Baghdad andattained Sultan title, which is the beginning of Seljuk art and culture expansion to the region. Illustratedmanuscripts in Baghdad include Kitâbül-Haşâyiş (Materia Medica), which was translated from Greek toArabic, Kelile and Dimne by Indian Beydaba and Makamât by Harirî. Making books and illustrating them

* Yrd. Doç. Dr., Trakya Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Tasarım Bölümü[email protected]

ABDURRAHMAN DEVECİ

94 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 93-111

became common in Great Seljuk period. Accordin got the statement of Ravendi, the author of Râhat-üs-Sudûr and Âyet-üs-Sürûr, artists had comfortable life Tughril period, the son of Arslan Beg. On the otherhand, manuscript samples with miniatures from Anatolian Seljuk period date back to 12th and 13th

centuries. The most important examples are Kitabül-Haşâyiş, El-hiyel el-hendesiyeh, Süverül-Kevâkibi’s-Sabite, Varka, and Gülşah and Tezkire.

Keywords: Miniature, Seljuk, Seljuk Miniatures, Seljuk Art

Girişİslam’dan Sonraki Türk Resmi Çalışmalarıİslam resim sanatı minyatür ile bilinmektedir. İslam dünyasında tasvire

yönelmiş tepkinin kısmen minyatürü geliştirdiği ve yeni üslupların ortaya çıkmasınaneden olduğu, bu resim anlayışının yazı sanatıyla birlikte İslam sanatlarındaki tasviryasağından doğan boşluğu doldurmaya çalıştığı gözlenmektedir. Minyatürünperspektif, derinlik, oranlama ve ayrıntı içermeyen, realizmden uzak bir anlayışlayapılmış olması İslam inanışını pek rahatsız etmemiş ve minyatür yapımınatoleransla bakılmıştır.1 Bu durumda ilk dönemlerde Müslüman sanatçılar, dinadamlarının tepkilerini üzerlerine çekmemek için insan figürüne muhafazakâr birtarzda yaklaşmışlardır.

İslam sanatına minyatürün Türkler eliyle girdiğini söylemek mümkündür.Uygur Türklerinde görülen resim sanatının özellikleri itibariyle minyatürlerle büyükbenzerlik taşımış ve dolayısıyla söz konusu resimlerin, İslam sonrası Türk ve erkenİslam sanatında ortaya çıkacak minyatürlere kaynaklık etmiştir. Mevcut bilgi vebelgeler, minyatür sanatının ilk örneklerini Karahanlı ve Gazneli dönemlerindensonraya, Büyük Selçuklular dönemine tarihlese de, Selçuklu öncesi döneme aitkaybolmuş bazı minyatür örneklerinin mevcudiyeti muhtemeldir.

Minyatür sanatı, Selçuklu devlet adamlarının emrinde çalışan Uyguryazıcıların eliyle önce İran'a, daha sonra da Abbasi hilafetinin merkezi Bağdat'ataşınmıştır2.

Selçuklu Dönemindeki GelişmelerSelçuklu döneminde, İslam sanat alanında, daha öncesinde rastlanmayan

gelişmeler yaşamıştır.

1 Y. Can- R. Gün, Türk İslam Sanatları ve Estetiği. (2. bs.). Kayıhan Yayınevi, İstanbul, 2011, s. 277.2 Y. Can- R. Gün, age., s. 277.

SELÇUKLU DÖNEMİ RESİM ÇALIŞMALARI

95Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 93-111

Selçuklu sanatı sadece İran’ı değil, aynı zamanda diğer İslam ülkelerini dederinden etkilemiş ve İslam sanatının ana çizgisi ile kalıcı örneklerinin oluşmasındabüyük rol oynamıştır3.

Selçuklu sultanları, sanatın hükümdarlara ait ve dinin hizmetinde olduğunusavunmuşlardır4. Büyük İslam filozoflarının ve bilginlerinin yetiştiği bu dönemderesim üzerindeki yorumlar da yeni bir boyut kazanmıştır.

Selçuklular, gelenekçi İslam ilimlerinin öğretildiği ve idarecilerinin eğitildiğimedreselerin inşa edilmesine güçlü bir destek vermişlerdir. Tasavvufu, yani İslamimistisizmi önemsemişlerdir. Hatta bazı sultanlar ve idareciler önemli Sufileri özeldanışmanları olarak seçmişler ve bu durumun gelenekçi İslam’ın örgütlerinde içselbir unsur hâline gelmesi için çaba göstermişlerdir. Orta Çağ’ın önde gelen Müslümanentelektüel ve âlimi Gazali, Selçuklu idaresi altında Sufilik ve Sünniliğin birsentezini ortaya çıkarmış, böylece gelenekçi İslam’a ılımlı bir tasavvuf unsurununkatılmasını sağlamıştır 5.

Selçukluların siyasi, dinî ve kültürel mirası son derece zengindir. Selçukluöncesi ve sonrası dönem arasında çarpıcı bir tezat vardır. Onuncu ve on birinciyüzyıllar boyunca doğu İslam dünyasında kü¬çük İran ve Arap hanedanları giderekzayıflayan halifeliğe karşı güç-lenmişlerdi. Gelenekçi İslam, bazı aykırı akımlarıkendi içine almak, diğerlerini de ortadan kaldırmak sure¬tiyle iyice kuvvetlenmişti.Bu durum, temelde Gazneli Türk ve Sel¬çuklu hanedanları sayesindegerçekleşmişti6.

Türk minyatür sanatının 13. yüzyıla kadar olan gelişimini gösteren örneklerinbir çoğu ne yazık ki kaybolup gitmiştir. Elimize ulaşan ilk resimli kitaplar iseSelçuklu dönemine aittir.

Genelde Türk resim sanatının gelişimini göstermek için şöyle çizgi çizebiliriz:Resimli kitap sanatı Batı Türkistan'da gelişmiş Selçuklu emrinde çalışan Uyguryazıcıları eliyle İran bölgesine girmiştir. Bağdat'a yayılarak Avrupalıların Bağdatçığırı diye andıkları çığır böylelikle açılmıştır.

3 Katli- Margarita- Hamby- Loei, Honar-e Selcugi ve Harezmi, Çev. Yaghub Ajend, Movla Yayınevi ,Tahran, 1376 ş, s. 186.

4 A. Pope, Şahkarhaye Honare İran. Çev. Perviz Natel Hanleri, İlmi ve Ferhengi Yayınevi, Tahran,1384 ş, s. 32.

5 R. Hillenbrand, İslam Sanatı ve Mimarlığı. Çev. Çiğdem Kafescioğlu, Homer Kitabevi, İstanbul,2005, s. 89.

6 R. Hillenbrand, age., s. 89.

ABDURRAHMAN DEVECİ

96 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 93-111

“Selçuklu” sanatının kronolojisini siyasi olayların akışı ile ilişkilendirmek dezordur. Tarzların gelişiminde izlenen ritim, hanedanların değişim ritmi ile örtüşmez7.

Genel olarak Selçuklu resim sanatını şu bölgelerde ve şehirlerde aramakgerekir. Horasan, Rey- Kaşan, Bağdat, Konya, Diyarbekir, Musul, Şam, Halep…Bunların ortak temelleri olduğu hâlde birbirinden farklılaşan tarzları dabulunmaktadır.

Horasan’da Resim Sanatıİlk İslam minyatürleri Selçuklu döneminde Horasan'da görülmüştür8.

Horasan'da hazırlanan kitapların en önemlilerinden biri Semek Ayyar'dır (12. yy.).Bu kitabın bir nüshası Bodleian Kütüphanesinde bulunmaktadır. Kitabın yazarıFeramerz b. Hodâdâd b. Abdollah Katib Ercânî, halk içindeki Semek Ayyarhikâyelerini onun rivayetine göre yazdığı için “Sadık Bin Abi-Ebulkasım Şirazî”yibu kitabın yazarı olarak bildirmiştir9. Bu yazma Horasan Selçuklularınınminyatürlerini tayin etmek konusunda isabetli bir ayırt etme imkânı sağlamaktadır.Çok renkli elbiseleri, uzun örgülü saçları (Orta Asya kültürüne göre) ve tacabenzeyen başlıkları ile görülen kadınlar, doğrudan doğruya çiniler üzerindekisimaları hatırlatmaktadır (bk. Resim 1). Tezyini kompozisyonların tercihenkullanılması, suların, ağaçların, kuşlarla çalıların vaziyeti gibi teferruat da gözdenkaçmayacak şekilde aynıdır10.

Selçuklu–Bağdat ÇığırıBüyük Selçuklu devletinin kurucusu Tuğrul Bey'in 1055'te Bağdat'a girerek

Sultan unvanını alması, Selçuklu sanat ve kültürünün bu bölgede yayılmasınınbaşlangıcıdır. Fifürlü ve sayıları pek az olan erken devir Selçuklu üslubundan iyifikirler veren resimler günümüze ulaşmıştır. Bunların en belirli özelliği Selçuklularıno zamanki hayatını, tiplerini, kıyafetlerini savaş sahnelerine varıncaya kadar realistbir görüşle canlandırmasıdır. Fakat minyatür olarak Selçuklu üslubunu göstereneserler ancak 12. yy. sonundan itibaren zamanımıza gelebilmiştir11.

İslam sanatının ilk güzel minyatür örnekleri Bağdat çevresinde verilmiştir.Ortaçağ el yazması kitap geleneğinin hükümran sınıfın teşvik ve desteğiyle geliştiğidikkate alınırsa, minyatür sanatının ilk güzel örneklerinin Bağdat çevresindeverilmiş olmasını anlamak kolaylaşacaktır. Bağdat'ta resimlenmiş el yazmalarıarasında Yunanca'dan Arapça'ya çevrilen Kitâbül-Haşâyiş (Materia Medica), Hintli

7 age., s. 91.8 S. K. Yetkin, İslam Sanat Tarihi, Güven Basımevi, Ankara, 1954, s. 157.9 http://fa.wikipedia.org/wiki/سمک_عیار10 S. K. Yetkin, age., s. 157.11 O. Aslanapa, Türk Sanatı, Remzi Yayınevi, 5. basım, İstanbul, 1999, s. 364.

SELÇUKLU DÖNEMİ RESİM ÇALIŞMALARI

97Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 93-111

Beydaba'nın Kelile ve Dimne'si ile Harirî’nin Makamât'ı ve Kitâb el Baytarasayılabilir. Batılılar Bağdat'ta gelişen bu minyatür anlayışına Bağdat Çığırı isminivermişlerdir. Bağdat çığırı, aslında Selçuklu minyatür anlayışının bir ekolüdür.

Kitâbül-Haşâyiş (Materia Medica): Dioskorides’in De Materia Medica adlıtıp botaniği Yunancadan Arapçaya Kitâbül-Haşâyiş olarak çevrilmiştir. 2. yüzyıldaiKilikya'da Anazarba’da yaşamış bir hekim olan Dioskorides’in bu eserinin bugünbilinen 13 islami çevirisi mevcuttur. Bunlardan en eskisi H. 475/M. 1083 tarihinitaşıyan “Leiden nüshası”dır. Bu 13 nüshadan Londra British Museum ile TopkapıSarayı'nda III. Ahmed ekitaplığı’nda 2147 envanter numarasıyla kayıtlı iki eserMemlûklara, diğerleri Selçuklulara aittir12.

Kitâbül-Haşâyiş’in 1222'de Abdullah ibn el-Fazıl tarafından resimlenmiş birnüshası özellikle dikkate değer. İlaç hazırlayan hekimleri, ameliyat yapan cerrahlarıgösteren bu resimlerde doğa manzaralarına bir ya da iki sembolik ağaçladeğinilmiştir (bk. Resim 2)13.

Kitâb el Baytara (TSM, III Ahmed Kitaplığı 2115): S.K. Yetkin'e göre"Selçuklu çığırının bir kolu’’14 saydığı 13. yüzyıl Bağdat kaynaklı minyatürlüyazmalar içinde yer alan en önemli eserlerden birisi, Ahmed ibn el-Hüseyin ibn el-Ahnaf'a atfedilen ve atçılık ve baytarlık üzerine olan Kitâb el Baytara'dır15.

Eserin çevrildiği Yunanca kitabın 15. yüzyıldan daha eski örneğikalmadığından bu İslâmi nüsha büyük öneme sahiptir. Eserin bilinen dört nüshası,İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi; Fatih ve Ayasofya Koleksiyonları ile Kahire MilliKitaplığı’nda mevcuttur. Topkapı Sarayı Müzesi III. Ahmed Kütüphanesi’nde 2115numara ile kayıtlı olan nüsha 1210 yılında Ali İbn Haşan İbn Hibetullâh tarafındankopya edilmiştir. Kitaptaki minyatürler çerçevesiz bir şekilde metnin arasınagelmiştir. Çoğunlukla otlu, yeşil bir zemin üzerinde yapılan çeşitli at, seyis ve atkoşturan kişilerin tasvirleri, resimlerin konularını oluşturmuştur (bk. Resim 3)16.

Kelile ve Dimne: İbnül Mukaffa tarafından Arapça'ya çevrilen HintliBeydeba'nın Kelile ve Dimne'si (1220), MÖ 1. yy. civarında yaşadığı sanılan

12 Seyfi Başkan, Başlangıcından Cumhuriyet Dönemine Kadar Türklerde Resim, Atatürk KültürMerkezi, Ankara, 2009, s. 53.

13 S. K., Yetkin, İslam Ülkelerinde Sanat, Karaca Ofset Basımevi, İstanbul, 1974, s. 191.14 S. K. Yetkin, age., s. 157.15 Yurdaydın, H. G., “Başlangıcından XIII. Yüzyıl Sonlarına Kadar Müslüman Minyatürü”, Yıllık

Araştırmalar Dergisi II. A. Ü. İlahiyat Fakültesi, Türk ve İslam Sanatları Tarihi Enstitüsü, s. 191; G.İnal, Türk Minyatür Sanatı- Başlangıçtan Osmanlıya Kadar, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih YüksekKurumu Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Sayı: 63 Ankara, 1995, s. 28.

16 Seyfi Başkan, age., s. 58.

ABDURRAHMAN DEVECİ

98 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 93-111

Beydeba tarafından yazılmıştır. Fabl tarzında hikâyelerden oluşan öğretici ve eğiticibir eserdir.

Beydaba’nın yaşadığı zaman hakkında birçok farklı görüş bulunmaklaberaber, kitabın Depşelem isimli bir Hint hükümdarı zamanında yazıldığısanılmaktadır. Eserin hükümdara sunulduğu ve hükümdara bir tür tavsiye ve nasihatniteliğinde olduğu öne sürülmüştür.

Fabl türünün ilk ve en önemli örneklerinden olan Kelile ve Dimne`dekihikâyeler siyasetten erdeme kadar, birçok farklı konuyu ele almıştır. Eser adını ilkbölümündeki bir hikâyenin kahramanı olan iki çakaldan almıştır; “doğrunun vedürüstlüğün” simgesini “Kelile”, “yanlışın ve yalanın” simgesini “Dimne” temsiletmektedir17.

Kelile ve Dimne sanatçısı hayvan tasvirlerini sade ve öyküsel bir yöntemlebetimlemiştir. Renkli zeminler üzerinde, Konuları anlatırken realist bir tavırkullanması dikkat çekmektedir18.

Harirî'nin Makamât’ı (M. 1222- 1237: H. 619-634 / Diyarbakır): Bu kitapgerçek hayattan alınan hikâyelerden ibarettir. Ebu Zeyd o hikâyelerin kahramanıdır.Eser değişik yıllarda birkaç kez resimlendirilmiştir. O nüshaların en eskilerinden biriParis ulusal kütüphanesinde saklanmaktadır. Resimler genelde bir yüzeyde arkaplansız ve manzarasız yapılmıştır. Çiçekleri gerçeklerini yansıtmamaktadır19.

Büyük Selçuklu (1040- 1157)Bu dönemde kitap yapmak ve onu resimlendirmek yaygın hâle gelmiştir.

Râhat-üs-Sudûr ve Âyet-üs-Sürûr'un yazarı Ravendî'nin ifadesine göre, Arslan oğluTuğrul döneminde sanatçıların rahat bir hayatı vardı. Her bir hattatın on yerde,kendine ait çalışma yeri bulunuyordu20.

Bu yüzyıllarda görsel sanatlarda üretilenler yalnızca nicelik olarak bile birsıçrama teşkil ederler. Sayılarının artması ile -biçimlerin stan-dartlaşması da bundabir etkendir- sanat hâmiliğinde bir genişleme de gözlemlenir. Sanat hâmiliği artıkyalnızca saraya bağlı değildir; muhtemelen ekonomideki canlılığın, buna bağlıolarak şehirlerin zenginleşmesinin bir ifadesi olarak, popüler bir boyutu da vardır.

17 M. Selim İpek, “Arap Edebiyatında Fabl Türü”, Nüsha-Şarkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı 35,2012/II, s. 84.

18 Seyfi Başkan, age.i , s. 60.19 S. A. Şerifzadeh, Tarih-e Negargeri Der İran, Hovzeye Honeri Yayınevi, Tahran, 1375 ş., s. 67.20 S. K. Yetkin, İslam Sanat Tarihi, s. 157.

SELÇUKLU DÖNEMİ RESİM ÇALIŞMALARI

99Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 93-111

Demek ki bu sanat, bize çağın toplumunun ve bu toplumun zevklerinin bir kesitinisunar21.

Büyük Selçuklu sanatının geliştiği alan, genellikle modern İran’ın sınırlarıiçinde kalan bölge olarak kabul edilir; çünkü Büyük Selçukluların güç merkezi olanalan burasıdır. Ancak bu siyasi sınırların dışında kalan alan aslında daha geniştir22.

Bazı Selçuklu hükümdarları otorite kurdukları alanları batıya ve kuzey doğuyadoğru genişletmişlerse de, bu alanlar üzerindeki hâkimiyetleri pek sağlamolmamıştır. Ayrıca, bu dönemde Suriye ve Irak’taki görsel sanatlar kendi yollarınıizlemişler ve buralarda yerel gelenekler önemli bir rol oynamıştır.

Selçuklu sanatının İslam sanatı bağlamında önemi, İran’ın hâkim rolünübelirgin kılmasıdır. Bu durum Geç-Orta Çağ İtalya'sının Avrupa sanatı için oynadığıönemli role benzetilebilir. Aynı zamanda, İran sanatında sonraki yüzyıllardagörülecek gelişmeler de bu dönemde belirginleşmiştir. Bu sanatın etkisi bu dönemboyunca, ya Selçukların kendileri, ya da halefleri olan hanedanlar sayesinde,Suriye’den Hindistan’a uzanan geniş bir bölge içinde hissedilmiştir23.

Kühnel'e göre 12. ve 13. yy.ların bilinen minyatürleri arasında İran menşeliolanları ayırt etmek için seramikler üzerindeki resimlere, sonra Farsça yazmalara,nihayet tipik İranlı karakterlerle birbirini takip ederek gelişen özelliklere bakmakgerekir24.

Rey ve Kaşan’da yapılan resimlerle o dönemde yapılan seramikler üzerindekiresimler arasında büyük benzerlik bulunmaktadır. Genelde Büyük Selçukluyazmalarının resimleri, kırmızı, bir zemin ile metinden ayrılır. Bu renkli zemininkullanılması, Selçuklu minyatürlerinin özelliğini teşkil eder.

Büyük Selçuklu dönemi Türk, İslam ve İran sanat tarihi açısından en önemlidönemlerden biridir. Nizamî, Hamse adındaki şaheserini bu dönemde yazmıştır. Budönemde mimari, madencilik ve seramik işi zirveye ulaşmıştır. Büyük olasılıklaresim sanatının değişik türleri üzerinde de bu dönemde işlenmiştir ancak sadecebirkaç parça duvar resmi ve birkaç musavver yazı elimize ulaşmıştır ki bunlar bizeo dönem hakkında yeterli bilgi verememektedir25.

21 Hillenbrand, İslam Sanatı ve Mimarlığı. Çev. Çiğdem Kafescioğlu, Homer Kitabevi, İstanbul, 2005,s. 92.

22 Hillenbrand, age., s. 91.23 age., s. 92.24 Yurdaydın, H. G., age., s. 185'ten naklen bk. Ernest Kühnel, History of Miniature Painting and

drawing, A Survey of Persian Art, III, P. 1830.25 R. Pakbaz, Naggaşi-e İran Az Dirbaz Ta Emruz, Zerrin ve Simin Yayınevi, Tahran, 1380 ş., s. 55.

ABDURRAHMAN DEVECİ

100 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 93-111

Râhat-üs-Sudûr ve Âyet-üs-Sürûr, Suvar-el-Kevakıb-es-Sabıta, Enderznâme,Kitâbül-Aganî bu dönemin önemli musavver kitaplarıdır.

Râhat-üs-Sudûr ve Âyet-üs-Sürûr: Râvendî’nin 1203 yılında yazmayabaşladığı eser iki ya da üç yıl sonra tamamlanmıştır. Büyük İran Selçuklularınıntarihini içeren eserde 2.799 beyit yer almaktadır. Bu beyitlerin 511’i bizzat eserinmüellifine aittir. Şairlerin şiirlerini resimli kitap yapmak isteyen müellif, hattat Zeyn-el-Mahmud'a yazıları yazdırmış, Nakkaş Cemal İsfahanî'ye ise her şiirin tepesindeşairin suretini çizdirmiştir.

Suvar-el-Kevakıb-es-Sabıta: Hasan Abdurrahman bin Ömer el-Sûfî, Suvar-el-Kevakıb-es-Sabıta adındaki risaleyi, Fahrüddevle Deylemî için yazmıştır. Risalekitap şekilde hazırlanmıştır. 984. yılda hazırlanan bu eserde ustaca çizilen 48astronomik tasvirin yanı sıra, Fahrüddevle Deylemî'nin ve kitap yazarı Sufi'nin deresimleri bulunmaktadır26. Müneccim olarak bilinen Sufi aynı zamanda başarılı birressamdır. Kitabın resimlerini bizzat kendisi çizen Sufi, gökteki takımyıldızlarınıakrep, avcı, boğa v.s. burçları olarak betimlemiştir27. Andromeda (Zincirli Kız)Galaksisi'yi de ilk olarak o bulmuş, kayda geçirmiş ve risalesinde resmini deçizmiştir (bk. Resim 4).

Enderznâme: Büyük Selçuklulardan kalan bir musavver kitaptır. Kabus BinVoşmgir tarafından 1090 yılında hazırlanan Enderznâme adlı bu kitap, Amerika’daSinsiai Müzesinde korunmaktadır. Christian Prayer'e göre 1087-1090 yılları arasındaCürcan'da yazılıp resimlenen bu kitap, belki de o dönemin en eski minyatürkitabıdır28.

Kitâbül-Aganî: Selçuklu döneminde resimlendirilmiş diğer önemi bir kitaptır.Mohammad Amevi Gorşî tarafından yazılan bu kitap, cahiliyye dönemindenbaşlayarak Abbasi döneminin başına kadar (H. 3. yy.) Arap şiirlerini, hikâyelerini,musikî sözlerini ve mitoslarını içinde bulunduran bir ansiklopedidir29.

Selçuklu Şehnamesi: Şimdiye kadar bulunan en eski ve en ünlü Şehnamenüshalarından biri, Selçuklu dönemine aittir. İranlı araştırmacı Mehdi Garreviİran'da bulunan bu nüshaya "Kama Şehnamesi" adını vermiştir. 23X29 cm boyutuolan 309 sayfalı bu kitapta 45 resim bulunmaktadır. Bu eserde Sultan MahmutGazneli'nin Sarayındaki olayları, İskender ve Dara gibi destansı kahramanlarıgösteren resimler yer almıştır30.

26 S. A. Şerifzadeh, age., s.76.27 bk. http://fa.wikipedia.org/wiki/ عبدالرحمان_صوفی28 S. A. Şerifzadeh, age., s.76.29 bk. http://fa.wikipedia.org/wiki/االغانی.30 S. A. Şerifzadeh, age., s.77.

SELÇUKLU DÖNEMİ RESİM ÇALIŞMALARI

101Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 93-111

Seramikler Üzerindeki ResimlerSelçuklu dönemi resim sanatının önemli bir parçasını çini-seramikler

üzerindeki resimler oluşturmaktadır. Sadece çiniyi süslemek amacıyla yapılmayanbu resimler aynı zamanda tam bir resmin özelliklerini taşımaktadır. Selçukludöneminde seramikleri üzerindeki resimler yuvarlak yüzlü sade figürleri,kompozisyonu, tezyini ağaçları ve çiçekleriyle o dönemdeki kitapların resimleriyleo kadar benzerlik gösterirler ki bunların hepsini aynı ressamların yaptığıdüşünülmektedir. Ressamları, bir tabak veya bir kâsedeki açık yere göreuygulamışlardır. Resim 5’te Minaî seramik kâse üzerinde kalabalık bir savaş alanıgösterilmektedir ve iki ordu karşı karşıya gelmiştir. Sol tarafta kale, sade çizgilerlestilize edilerek çizilmiş olup tabak kenarları bile boş bırakılmamıştır. Tabak kenarıdaha yakın olduğu için oradaki motifler tabağın içindekilere göre daha küçükyapılmıştır. Figürler, uzun saçları, sakalları ve yuvarlak yüzler ile Büyük Selçukludönemi özelliklerini taşımaktadır [Washington Freer Gallery of Art, 43.3]31.

Anadolu Selçuklu ResmiMalazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu hızla Türkleşmeye başlamıştır.

Anadolu’nun değişik yerlerine dağılan Türk komutanlar farklı yerlerde ilk Türkbeyliklerini kurmuşlardır. Türk beylikleri, Anadolu’nun Türkleşmesine önemli katkısağlamışlardır. Başta Erzurum, Erzincan, Sivas, Kayseri, Mardin ve Diyarbakırolmak üzere birçok kent, bu dönemde önemli bir kültür, ticaret ve sanat merkezihâline gelmiştir32.

Anadolu resim sanatı, Horasan Selçukluları, Büyük Selçuklu dönemindeyapılmış çini ve seramikler üzerinde ve kitap yapraklarındaki resim geleneğinindevamı olarak bilinmektedir. Hatta Bazı Anadolu minyatürlerinde az da olsa Sasanibiçim ve figür özellikleri bulunur. Aynı zamanda Bizans resminin üç boyutlulukarayışları, bu dönemin resimlerinde gözden kaçmaz33.

Bu dönem minyatürlerinin önemli bir kısmı, Artuklu emirlerinin himayesindeGüney Doğu Anadolu merkezlerinde yapılmıştır. Bir diğer önemli minyatür merkeziise Konya’dır. Anadolu Selçuklu dönemine ait minyatürlü yazma örnekleri, 12. ve13. yüzyıllardan kalmadır. Kitabül-Haşâyiş, Fî M'rifet El-hiyel el-hendesiyeh, Suvarel Kavâkıb es-Sabite, Varka ve Gülşah ile Tezkire isimli el yazmaları, bunların enönemlileridir.

31 http://vista.ir/article/302150.32 www.kulturelbellek.com/anadolu-selcuklu-sanati.33 Seyfi Başkan, age., s.56; D. Piper, (Ed.), The History of Art: II The Random House Library of

Painting and Sculpture, Volume 3. Random Hause- New York, 1981, s. 26.

ABDURRAHMAN DEVECİ

102 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 93-111

Nesih Yazılı Minyatür: Anadolu Türk minyatür sanatının başlangıcına ait,sayıları az olmakla beraber, bazı karakteristik yazılar kalmıştır. 1271-72 tarihlerindeAksaray ve Kayseri'de hazırlandığı bilinen yazarının ve nakkaşının kendisini Sivaslıolarak gösterdiği 146 yapraklı nesih yazılı minyatürlü bir yazma (Paris. Bib. Nat.Persan 174) ilgi çekicidir. Yazarı ve ressamı İbn-el-Sicistânî olarak bilinen bu kitap,üç bölümden ibaret olup birinci ve ikinci bölümde yazar kendini, uğraştığı bilimleri,İslam dünyasında yaptığı gezileri vs. anlatır. 671'de (1272) Kayseri'de yazılanMunis-el-havarif adlı son bölümde, Nasır-el-Rammal el-Saatî el-Sivasî adı ilegörünen yazar, bu kısmı sultan III. Gıyaseddin Keyhusrev’e ithaf etmiştir34.

Kitab-ı Tiryak-ı Calinos: Günümüze biri 1199 tarihinde yazılan ve “ParisUlusal Kütüphanesi nüshası”, diğeri de tarihsiz olan ve “Viyana Ulusal Kütüphanesinüshası” olarak tanınan iki örneği ulaşmıştır35. Paris'te Bibliothe'que Nationale'debulunan 1199 tarihli yazma, minyatür olarak Selçuklu üslubunu gösteren eserlerinen iyi örneklerindendir. Bu yazma büyük bir ihtimalle, zengilerden Arslan NureddinŞah I. (1193-1210) tarafından Musul'da yazdırılmış olmalıdır.

Astroloji Kitabı: Bu döneme ait bir diğer musavver kitaptır. 1271’deAksaray’da yazılarak Sivaslı Nasreddin tarafından Selçuklu Sultanı III. GıyaseddinKeyhüsrev’e sunulmuştur (Paris, bib. Nat., P.174).

Doğu’dan alınan motiflerin yanında minyatürlerdeki güçlü konturlar ve hafifgölgelendirme, sanatçısının Bizans minyatürlerini tanımış olduğunu göstermektedir.

Fî M'rifet El-Hiyel el-Hendesiye (1206/Diyarbakır): XII. yüzyılın ikinciyarısında Artukluların hizmetine giren mühendis El-Cezerî, Diyarbakırlı emirMahmud b. Muhammed b. Karaaslan’ın isteği üzerine teknik buluşlarını Fî M'rifetEl-Hiyel el-Hendesiyeh isimli kitapta toplar. Sanatçı, temeli Archimedes (Arşimet)ve sonrası bilginlerin buluşlarına dayanan yapıtlarında, suyun ve dişlilerinhareketiyle çalışan aletleri tanıtır. Aletlerin bütününün ve parçalarının ayrıntılıtasarımlarını renklendirerek çizmiş, içinde otomatik çalışan saatlerin, otomatikhareket eden insan ve hayvanların, fıskiyeli havuzların vb. aletlerden oluşantasarımlarını yapmıştır (Resim 6)36.

Bu eserin bilinen ilk kopyaları, 1205-06 tarihine aittir. Çizimler Selçukluüslubu içermektedir (İstanbul Topkapı Müzesi Kitaplığı, Hazine A. 3472, H. 414).

Varka ve Gülşah (1220/Konya): Varka ve Gülşah adını taşıyan resimli kitap,Selçuklu döneminin en önemli minyatürlü eseridir. Selçuklu döneminde bu

34 O. Aslanapa, age., 1999, s. 364.35 G. İnal, age., s. 24.36 Seyfi Başkan, age., s. 55.

SELÇUKLU DÖNEMİ RESİM ÇALIŞMALARI

103Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 93-111

minyatürlerin Hoy'lu nakkaş Abdülmümin bin Muhammed tarafından yapıldığı, 61.sayfada bulunan minyatürden anlaşılmaktadır.

Sanat tarihi kitaplarında, Varka ve Gülşah ressamının, Abdülmümin Hoyiolduğu üzere fikir ittifakı olsa da37, bu kitabın nerede resimlenip hazırlandığıkonusunda karşıt fikirlere rastlamaktayız. Nurhan Atasoy, Konya’ya yerleşmiş biraileden olan Abdülmümin tarafından resimlendiğini savunurken, Suut Kemal Yetkinkitaptaki minyatürlerin, 12. ve 12. yüzyıl Rey veya Kaşan vazo ve kâselerindekiresimlere her bakımdan benzediğini ve bu eserin Büyük Selçuklu dönemine aitolduğunu savunmaktadır: “Büyük Selçuklulardan kalma minyatürlü tek bir yazmabilinmektedir. Prof. Ahmet Ateş'in bulduğu Varka ve Gülşah…”38

İranlı sanat tarihçileri de genelde Hoyi'nin bu kitabı, Azerbaycan'daresimlediğini savunurlar39.

Varka ve Gülşah, Halife Osman (644-656) ve ilk Emevi halifesi Muaviye(661-680) zamanlarında yaşamış olan Arap şairi Urvah bin Hizan al-Udhri’nintalihsiz hayatından esinlenilerek yazılmıştır. Uzun süre unutulmuş olan bu aşkserüveni ile İran şairi Ayyuki, manzum bir eser meydana getirmiş ve Sultan GazneliMahmud'a ithaf etmiştir.

Orta Çağ Fransız edebiyatında Floire et Blanche-Flore adıyla bilinen bu aşkhikâyesi, Türkçe olarak Yusuf-i Meddah tarafından 1371 tarihinde, Varka ve Gülşahadıyla yeniden yazılmıştır. Sonraları aynı tema, Türk edebiyatında sık sık işlenmişve uzun süre en çok okunan bir aşk hikâyesi olarak kalmıştır40.

Prof. Ahmet Ateş tarafından keşfedilip tanıtılan Farsça yazılmış Varka veGülşah mesnevisi, yazısı ve minyatürlerinin üslubuna göre 13. yüzyıl başlarında,Anadolu Selçuklu sanatının ortaya koyduğu şaheserlerdendir. İçinde 71 minyatürbulunmaktadır41. Bu kitap 13. yüzyılda pek sevilen yuvarlak bir nesih ileyazıldığından, içindeki minyatürlerin de aynı yüzyılda yapılmış olduğu kabulolunabilir42.

Hayvanları, özellikle savaş sahnelerinde atları, değişik açılardan gösterennakkaş, bir yandan gözlem gücünü açığa vururken, bir yandan da eğri çizgileribirbirine dolayarak kompozisyona bir arabesk görünüşü vermektedir. Öyle kinakkaşın tek amacının, hareketleri değerlendirmek olduğu söylenebilir.

37 G. İnal, age., s. 52.38 S. K., Yetkin, İslam Ülkelerinde Sanat, s. 191.39 bk. R. Palbaz, age., s. 56.40 S. K., Yetkin, age., s. 191.41 O. Aslanapa, age., s. 364.42 S. K., Yetkin, İslam Ülkelerinde Sanat, Karaca Ofset Basımevi, İstanbul, 1974, s. 191.

ABDURRAHMAN DEVECİ

104 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 93-111

İki atlının dövüşünün yer aldığı sahnede de zemin arabesklerle tamamendoldurulmuştur (bk. Resim 7). Zeminin bu biçimde süslenmesini, Büyük Selçukludönemi minyatürlerinin çoğunda buluruz. Bu ağır süslemelere karşın, ince uzundikdörtgenler oluşturan kompozisyonlar oldukça yalındır.

Karakteristik Türk MotifleriSelçuklu döneminde genelde aslı İran, Arap, Hint ve Yunan dillerinde

yazılmış olan kaynaklar üzerine resim çalışmaları yapılmıştır. Kitap resimlerinde,İslam öncesinden gelen eski resim karakterlerine çok sık rastlamaktayız. Ancakdeğişik amaçlarla kullanılan çini ve seramikler üzerinde Türk karakterlerinin önemlibir yeri vardır. Örnek olarak bir geyiğe veya dağ keçisine arkadan saldıran bir grifonveya kaplan yüzlü kanatlı bir yaratık, Hunlar döneminde çok sayıda görülenfigürlerdendir. Bu konu, Selçuklu dönemindeki seramikler ve duvar kabartmalarındada defalarca çalışılmıştır (bk. Resim 8).

İki başlı kartal, Selçuklu döneminde çalışılan bir diğer karakteristik Türkfigürüdür (bk. Resim 9). Eski çağlarda Sümerler ve Hititlerde de bu figüre rastlanır.“İmdigud” denilen çift başlı kartal figürü ilk kez, MÖ 3000 sonları ve 2000başlarında, Mezopotamya’da görülmüştür. Sümerler’de, Lagaş kentinin simgesi çiftbaşlı kartal. Orta Asya Türklerinden Göktürklerde ve daha sonraları Selçuklulardada görülmektedir43.

Kartal, kuşlar arasında, ululuk ve yükseklik timsalidir. Bu yüzden; Türkler;kılıç kabzalarında da, çift başlı kartal figürü kullanmışlardır44.

İki başlı kartal'ın Türk mitolojisinde de önemli yeri vardır. Tanrısallaştırılanİki Başlı Kartal sağ kanadı ile güneşi, sol kanadı ile ayı kaplar. Aynı zamanda TanrıÜlgen’in (Gök Tanrı) sembolüdür.

Türk mitolojisinde yer ile göğün arasındaki çelik kapıyı, kartal tutar. İnsanlaragökyüzü ve yeryüzü yolculuklarında refakat eden varlıklar, kuş şeklindedir45.

Ancak bir görüşe göre, İslam’dan sonra bu simgenin anlamı, güç ve iktidarıtemsil etmekten İslamî bir anlama geçerek, ahiret ve ölümü temsil etmeyebaşlamıştır46.

43 Ekrem Memiş. Eski Çağda Türkler, Çizgi Kitapevi, Konya.2002, s.85.44 http://vista.ir/article/302150.45 http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87ift_ba%C5%9Fl%C4%B1_kartal.46 F. Fethil-Ferbud, , “Seyr-e Tahavvol-e Nuguş-e Perende ve Movcudat-e Esatiri-e Baldar Der

Mensucat-e Al-e Buye ve Selcugi”, Negere Dergisi, Sonbahar, 12. sayı, Tahran, 1388 ş, s. 41-51.

SELÇUKLU DÖNEMİ RESİM ÇALIŞMALARI

105Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 93-111

SonuçGenelde Türk resim sanatının gelişimini şöyle açıklayabiliriz. Resimli kitap

sanatı, batı Türkistan'da gelişmiş, Selçuklu emrinde çalışan Uygur yazıcılarıtarafından İran bölgesine sokulmuştur. Bu sanat Bağdat'a yayılarak AvrupalılarınBağdat çığırı diye andıkları çığırı açmıştır.

Selçuklu dönemi minyatürlerin ilk örnekleri, Horasan'da ortaya çıkmıştır.Onun en bariz örneği musavver kitap olan Semek Ayyar'dır. Ancak Selçuklu resmi,güzel ve ustaca eserleriyle Bağdat'ta büyük gelişmeler kaydetmiştir.

Kitâbül-Haşâyiş (Materia Medica), Hintli Beydaba'nın Kelile ve Dimne'si veHarirî’nin Makamât'ı gibi ünlü eserler orada ortaya çıkmıştır.

Genelde Selçuklu sanatından söz edildiğinde, yeni İran coğrafyasındaçalışılan eserler düşünülmektedir. Oysa Selçukluların hüküm sürdüğü bütünbölgelerde, o hâkimiyet ve sanatın doğrudan ilişkisi ve etkileşimi olmuş ve sanat,Selçuklu sarayının desteği ile yeni basamaklara çıkabilmiştir.

Selçuklunun önemli şehirlerinden ve başkentlerinden biri olan Konya daönemli resim çalışmalarına ev sahipliği yapmıştır. Bu şehirde meydana gelen enönemli eser belki de cazip destanıyla bütün Selçuklu İmparatorluğunun en ünlü eserisayılan, Varka ve Gülşah'tır.

Selçuklu dönemi minyatürleri, genelde konularını İran ve Arap destanlarındanve bilimsel çalışmalarından almıştır. Ancak bu dönemin özellikle de duvarresimlerinde çift başlı kartal ve arkadan bir hayvana saldırmakta olan aslan gibikarakteristik ve milli Türk motifleri de göze çarpıcı bir şekilde kendinigöstermektedir.

KAYNAKÇA

Aslanapa, Oktay, Türk Sanatı, (5. bs), Remzi Yayınevi, İstanbul, 1999.Başkan, Seyfi, Başlangıcından Cumhuriyet Dönemine Kadar Türklerde Resim, Atatürk

Kültür Merkezi, Ankara, 2009.Can, Yılmaz- Gün, Recep, Türk İslam Sanatları ve Estetiği. (2. bs.). Kayıhan Yayınevi,

İstanbul, 2011.Fethil-Ferbud, F., “Seyr-e Tahavvol-e Nuguş-e Perende ve Movcudat-e Esatiri-e Baldar Der

Mensucat-e Al-e Buye ve Selcugi”, Negere Dergisi, Sonbahar, Sayı 12, Tahran, 1388ş, s. 41-51.

Hillenbrand, Robert, İslam Sanatı ve Mimarlığı, (Çev. Çiğdem Kafescioğlu), HomerKitabevi, İstanbul, 2005.

İnal, Güner, Türk Minyatür Sanatı- Başlangıçtan Osmanlıya Kadar, Atatürk Kültür, Dil veTarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Sayı 63 Ankara.

ABDURRAHMAN DEVECİ

106 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 93-111

İpek, M. Selim, “Arap Edebiyatında Fabl Türü”, Nüsha- Şarkıyat Araştırmaları Dergisi, Sayı35, 2012/II, s. 79-92.

Katli- Margarita- Hamby- Loei, Honar-e Selcugi ve Harezmi, (Çev. Yaghub Ajend), MovlaYayınevi , Tahran, 1376 ş.

Kühnel, Ernest, History of Miniature Painting and drawing, A Survey of Persian Art, III, P.1830.

Memiş, Ekrem, Eski Çağda Türkler, Çizgi Kitapevi, Konya, 2002.Pakbaz, R., Naggaşi-e İran Az Dirbaz Ta Emruz, Zerrin ve Simin Yayınevi, Tahran, 1380 ş.Piper, D. (Ed.), The History of Art: II The Random House Library of Painting and Sculpture

Volume 3. Random Hause- New York.Pope, A., Şahkarhaye Honar-e İran, (Çev. Perviz Natel Hanleri), İlmi ve Ferhengi Yayınevi,

Tahran, 1384 ş.Şerifzadeh, S. A., Tarih-e Negargeri Der İran, Hovzeye Honeri Yayınevi, Tahran, 1375 ş.Yetkin, S. K., İslam Sanat Tarihi, Güven Basımevi, Ankara, 1954.Yetkin, S. K., İslam Ülkelerinde Sanat, Karaca Ofset Basımevi, İstanbul, 1974.Yurdaydın, H. G., “Başlangıcından XIII. Yüzyıl Solaraına Kadar Müslüman Minyatürü”,

Yıllık Araştırmalar Dergisi II. A. Ü. İlahiyat Fakültesi, Türk ve İslam Sanatları TarihiEnstitüsü, s. 181- 192.

İnternet Kaynakları:

http://www.kulturelbellek.comhttp://fa.wikipedia.orghttp://tr.wikipedia.orghttp://vista.ir/article

SELÇUKLU DÖNEMİ RESİM ÇALIŞMALARI

107Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 93-111

EKLER

Resim 1. Şema, Şemşat ile perilerin konuşmasını dinlerken, Semek Ayyar'danbir resim, Horasan, 12. yy.

Resim 2. İlaç Hazırlanması, Kitâbül-Haşâyiş, Bağdat, 1222 ( H. 619).

ABDURRAHMAN DEVECİ

108 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 93-111

Resim 3. Atlılar, Ahmed ibn el- Hüseyn ibn el-Ahnaf, Kitab el-Baytara, kâğıtüzerine opak pigmentli boya, Topkapı Sarayı Müzesi, III Ahmed Kitaplığı, 2115,İstanbul.

Resim 4. Andromeda (Zincirli Kız) Galaksisi çizimi, Suvar el Kavakıb esSabıta, 984 yılı (Bodleian Library)

SELÇUKLU DÖNEMİ RESİM ÇALIŞMALARI

109Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 93-111

Resim 5. Minaî Seramik Tabak Yüzündeki Savaş Sahnesi: Büyük Selçukludönemi, [Washington Freer Gallery of Art, 43.3].

Resim 6. Elinde ibriği ile insan görünümlü bir tasarım, el-Cezeri, Kitâb fîMa'rifet el-Hiyel el-Hendesiyye, Nisan 1206 Diyarbakır, Topkapı Sarayı MüzesiIII.Ahmet Kitaplığı, 3472 s.139b.

ABDURRAHMAN DEVECİ

110 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 93-111

Resim 7. Gülşah’ın Adenli savaşçıyı öldürmesi: Varka ve Gülşah, Selçukludönemi, Konya, 13. yy., [TSMK, H. 841, y. 23 b].

Resim 8. Boğaya Saldıran Aslan, Selçuklu Dönemi Duvar Kabartması,Diyarbakır , Ulucami.

SELÇUKLU DÖNEMİ RESİM ÇALIŞMALARI

111Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 93-111

Resim 9: İpek kumaş üstüne altın simle işlenmiş çift başlı kartal, 13. yy.Konya (Berlin Staatliche Museum).

Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 113-131

ERZİNCAN SIRATAŞLAR KALESİ

Yavuz GÜNAŞDI

ÖZ: Doğu Anadolu Bölgesi’nin batıya açılan önemli bir kısmını oluşturan Erzincan ve çevresiM. Ö. 9. ve 6. Yüzyıllarda bölgede hâkimiyet kuran Urartu Devleri için ele geçirilmesi gerekenönemli bir bölge olmuştur. Bu yüzden bölgeye birçok askeri amaçlı sefer düzenlenmiştir.Bölgenin en önemli merkezi şüphesiz Urartular’dan kalan Altıntepe’dir. Bölgenin en önemliUrartu merkezi olan Altıntepe, Urartular’ın kuzeydeki yayılmalarını, sınırlarını, bölgeye bakışaçısını gösteren önemli bir merkezdir. Bunun yanı sıra bölgede yaptığımız yüzeyaraştırmalarında Urartu Devleti’nin kalıcı amaçlı kaleler, sulama kanalları ve yerleşmelerkurduğunu anlamaktayız. Erzincan’ın Çayırlı ilçesinin 8 km. kuzeydoğusunda tespit ettiğimizSırataşlar Kalesi stratejik konumu dolayısıyla, Urartu’nun bölgede hem savunma amaçlı hem deyerleşme amaçlı bir düzen kurmaya çalıştığını gösteren önemli bir merkezdir. Bu çalışmadaSırataşlar Kalesi’nin Erzincan ve diğer Urartu hâkimiyetinde tespit edilen kaleler ile kıyaslamasıyapılmıştır. Ayrıca Urartu askeri mimarisinin başkentten uzaklaştıkça değişip değişmediğiarkeolojik kanıtlar çerçevesinde incelenmeye çalışılmıştır.

Anahtar Kelimeler; Doğu Anadolu, Erzincan, Altıntepe, Sırataşlar, Urartu

ERZINCAN SIRATASLAR CASTLEABSTRACT: Erzincan and its surroundings which constitute an important role in opening

to the western parts for East Anatolia Region became a significant area needed to be seized byUrartian State which achieved dominance in the region in the 9th and 6th centuries B.C. Therefore,numerous military expeditions were organized to the area. The most important center of the areais undoubtedly Altıntepe which remained from the Urartian. Being the most important Urartiansettlement of the area, Altıntepe is an important center which shows the spreading of theUrartians to the North and their boundaries and provides a viewpoint to the region. In addition,we understand from the surface studies which we conducted in the area that Urartian State builtpermanent castles, irrigation channels and settlements. Due to the strategic location, SırataşlarCastle, which we determined in the 8 km. Northeast of Çayırlı town of Erzincan, is an importantcenter showing that the Urartian tried to found an order for both defence and settling purposes.This study compares Sırataşlar Castle with other castles determined in Erzincan under Urartiangovernance. Additionally, whether Urartian military architecture changed distancing fromcapital city was tried to be analysed in terms of archaeological evidences.

Keywords: East Anatolia, Erzincan, Altıntepe, Sırataşlar, Urartian

Yrd. Doç. Dr., Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü. [email protected]

YAVUZ GÜNAŞDI

114 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 113-131

GirişErzincan ili Doğu Anadolu Bölgesi’nin kuzeybatısında, Yukarı Fırat

bölümünde yer almaktadır. Erzincan, kuzeyde Bayburt, Gümüşhane, Giresun;doğuda Erzurum; güneyde Bingöl, Tunceli; güneybatıda Elazığ ve Malatya;batıda ise Sivas illeri ile komşudur. Erzincan’ı önemli kılan sebeplerden birtanesi de, Doğu Anadolu ile Doğu Karadeniz coğrafyası arasında bir geçişnoktasını oluşturmasıdır.1 Bununla birlikte Erzincan, M.Ö. 1. Binden itibarenUrartuların kuzeybatıya doğru yayılmalarında önemli bir merkez olmuştur.2

Bölgede M.Ö. I. Binde hâkimiyet kuran Urartular, Doğu Anadolu’nundiğer bölgelerinde olduğu gibi Erzincan yöresinde de dağlık ve yüksek alanlarıtercih etmişlerdir. Erzincan ili genelde yüksek ve dağlık alanlardan oluşmaklabirlikte bölgenin en önemli yüksekliklerini Esence ve Munzur (Mercan)dağları meydana getirmektedir. Esence Dağları 3459 m. yüksekliğe sahip olanve kuzeyde yer alan önemli bir dağ silsilesidir. Erzincan ilinin güneyindekikalkerden oluşan Munzur Dağları ise 3463 m. yüksekliktedir. MunzurDağlarının en yüksek noktası 3463 m’dir. Ergan Dağı, Bakıl Dağı, AvcıDağları, Şal Dağı ve Hel Dağları da bölgenin diğer önemli dağlarıdır. Budağlar birbirlerinden derin vadiler ile ayrılmaktadır.3

Su kaynakları ve engebesiz verimli tarım havzaları, tarih boyunca insanyerleşmelerinin en belirleyici unsurlarından biri olmuştur. Bundan dolayıbinlerce yıldır insanoğlu, yerleşme seçimi yaparken su kaynaklarını ve sukaynaklarına yakın olan yerleri tercih etmişlerdir. Herhangi bir yerin sukaynaklarının bolluğu, tarım alanlarının varlığı, ulaşım ağının kolaylığı vb.sebepler o bölgenin jeostratejik ve jeopolitik önemini arttırmaktadır. Bunedenle bölgeye hayat veren en önemli su kaynağı hiç şüphesiz ki Karasuırmağıdır.4

Karasu Irmağı’nın yukarı kaynağını Kargapazarı Dağları’na kadaruzanan Yedigözeler adıyla anılan bir dereden alır. Sonra Şenyurt Köyüyakınlarında Dumlu-Şenyurt tektonik oluğuna girer. Yeşildere Köyü’nünbatısındaki Dumlu (Yeşil Dere) ve Köşk Deresinin katılımıyla büyüyen nehir,Erzurum Ovası’nda Dumlu Çayı adını alır. Doğu-batı yönünde akan nehir,

1 Mehmet Tevfik Tarkan “Ana Çizgileriyle Doğu Anadolu Bölgesi”, Atatürk Üniversitesi 50.Yıl Armağanı, 1974 Erzurum, s. 6.

2 Alpaslan Ceylan, Doğu Anadolu Araştırmaları, Erzurum-Erzincan-Kars-Iğdır, Erzurum2008, s. 23.

3 Abdulkadir Gül - Adem Başıbüyük, Bir Tarihi Coğrafya İncelemesi (Osmanlı’danCumhuriyet’e Erzincan Kazası), Salkımsöğüt Yayınevi, Erzurum 2011, s. 12 vd.

4 Özdemir Koçak, Eskiçağ Tarihinde Sinope. (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbulÜniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1993, s. 17.

ERZİNCAN SIRATAŞLAR KALESİ

115Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 113-131

Tercan-Çayırlı depresyonuna ulaşır. Sansa Boğazına ulaşan Karasu, öncekuzey-kuzeydoğu yönünde daha sonra güney-güneybatı yönünde akarakdoğu-batı akış istikametinde devam eder. Erzincan Ovası’nın batısındanKemah Boğazı’na girer. Bundan sonra Kemaliye’ye ulaşan nehir, KebanBarajında Murat ve Peri çayı ile birleşerek Fırat adını alır ve Mezopotamya’yahayat verir.5

Yukarı Fırat Bölümünün kuzey kısmında yer alan Erzincan, etrafıyüksek dağlarla çevrili, rakımı düşük (1200 m.) ve Karasu gibi bol sukaynaklarına sahip olmakla birlikte ılıman bir iklim özelliği göstermektedir.6

Erzincan, bir taraftan Kafkasya, Kuzeybatı İran ve Doğu Anadolu ileOrta Anadolu'nun kesişme noktasında yer almakta, diğer taraftan da KuzeySuriye ve Güneydoğu Anadolu'dan gelerek kuzeyde Karadeniz'in önemlilimanı Trabzon'a ulaşan tarihi yolun üzerinde bulunmaktadır.

Erzincan’ı tarih boyunca önemli kılan özelliklerden bir tanesi de, stratejikyollar üzerinde yer almasıdır. Özellikle, Urartular zamanında Van’dan(Tuşpa) başlayıp Erciş-Patnos-Tahir Gediği-Horasan-Hasankale-Erzurum veErzincan’a kadar ulaşan yol, kral Menua (M. Ö. 810-786) döneminde yapılmışolup önemli bir ticaret yoluydu.7

Günümüzde karayolu ve demiryolunun mevcut olduğu bölge ulaşımaçısından son derece hareketlidir. Bu yollar sayesinde İran’dan başlayıpDoğubayazıt-Ağrı-Kars-Pasin Ovası ve Erzurum’a ulaşan ticari ve ekonomikhayat, özellikle canlı hayvan taşımacılığı, Anadolu’nun içlerine kadargötürülebilmekte ve bu sayede bölge ekonomisi sürekli gelişmektedir.8

Erzincan’ın verimli tarım ovalarına sahip oluşu, çevresine nispetendaha ılıman bir iklim özelliği göstermesi ve etrafının korunaklı yüksekdağlarla çevrili olması eskiçağlardan itibaren yerleşim gören bir bölgeolmasını sağlamıştır. Ulaşım ağı ve önemli yol güzergâhlarının üzerinde yeralmasından dolayı Erzincan, Doğu Anadolu coğrafyasının sosyo-ekonomikyapısının oluşmasında ve gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır.

5 Selahattin Polat, Karasu Havzasının Hidrojeomorfolojik Etüdü, Basılmamış Doktora Teziİstanbul, 2003, s. 106; Abdulkadir Gül - Adem Başıbüyük, age., s. 19.

6 Sırrı Erinç, Klimatoloji ve Metotları, İstanbul 1996, s. 300 vd.; Abdulkadir Gül - AdemBaşıbüyük, age., s. 7.

7 Oktay Belli, “Doğu Anadolu’da Urartu Yol Şebekesinin Araştırılması”, Türkiye Arkeolojisive İstanbul Üniversitesi, Ankara 2000a, s. 409.

8 Yavuz Günaşdı, Karasu (Yukarı) Havzasındaki Tarihi ve Arkeolojik Veriler, AtatürkÜniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, Erzurum, 2013, s. 25.

YAVUZ GÜNAŞDI

116 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 113-131

Erzincan’daki tarihi ve arkeolojik çalışmaların temeli 1938 yılındaAltıntepe ile atılmıştır. 1938 yılında Altıntepe’de bir prens mezarına rastlayanVon der Osten, bu mezarın Urartular’a ait olduğunu tespit etmiş ve daha sonrabölgeye olan ilgi artmaya başlamıştır.9 1959 yılında T. Özgüç başkanlığındabir ekip tarafından kazı çalışmaları başlatılmıştır. Kazılarda ortaya çıkarılantapınak alanı, saray, mezar taşları, duvar resimleri ve depolardan çok zenginveriler elde edilmiştir.10 Aradan geçen uzun yıllardan sonra AtatürkÜniversitesi öğretim üyelerinden M. Karaosmanoğlu tarafından kazıçalışmalarına yeniden başlatılmıştır. Bununla birlikte 1998 yılından itibarenA. Ceylan başkanlığında bölgede aralıksız bir şekilde araştırma yapılmayabaşlanmıştır. Halen daha devam etmekte olan bu araştırmalar sayesindebölgede yer alan tarihi ve arkeolojik birçok merkez bilim dünyasınakazandırılmıştır.

Bölgedeki tarihi ve arkeolojik veriler bölgenin Geç Kalkolitik ve İlkTunç Çağı’ndan itibaren yerleşim gördüğünü ortaya koymaktadır. M.Ö. I. Binyerleşmelerinden olan Altıntepe ve burada yapılan kazılar, Erzincanbölgesinde verileri kesinleşen tek yerleşim yeri olma özelliği taşımaktadır.

Erzincan İli, Çayırlı İlçesi’ne bağlı Çadırkaya beldesi üzerindeyükselen Çadırkaya (Pekeriç) Kalesi bölgedeki önemli Urartu yerleşmesiolarak karşımıza çıkmaktadır. Kale, içerisinde kaya mezarı kutsal kayaişaretleri, kaya basamaklı bir su tüneli barındırmaktadır. Sur duvarları büyükölçüde tahrip olan kalenin ana kayaya oyulmuş sur yatakları üzerine inşaedilen kiklopik teknikteki sur duvarları da yer yer tespit edilebilmektedir.11

Ayrıca, Tercan İlçesinin 28 km. kuzeybatısında Yollarüstü Köyü’nünhemen güneyinde yükselen ve bölgede ki önemli Urartu merkezlerinden biriolan Yollarüstü Kalesi ve kaya mezarı tarihi Erzurum-Erzincan karayolununhemen üzerinde yer almaktadır.12

9 Hans Henning von der Osten “Neue Urartaelsche Bronze aus Erzincan”, VI. InternationalKongress für Archaeologi 1939, Berlin 1940, s. 225-229.

10 Tahsin Özgüç, “Altıntepe Kazıları – Excavations Altıntepe”. Belleten XXV / 98, 1961,Ankara, s. 253-290; Tahsin Özgüç, Altıntepe I: Mimarlık Anıtları ve Duvar Resimleri,Ankara, 1966; Tahsin Özgüç, Altıntepe II, Ankara, 1969.

11 Alpaslan Ceylan "Çayırlı’da Tarihi ve Arkeolojik Araştırmalar". Atatürk Üniversitesi,Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi-XV, Erzurum, 2000, s. 277-291; Alpaslan Ceylan,“The Erzincan, Erzurum and Kars Region in The Iron Age”. Anatolian Iron Ages V, London,2005, s. 21-29; Alpaslan Ceylan, Doğu Anadolu Araştırmaları Erzurum – Erzincan – Kars -Iğdır (1998 - 2008), 2008, Erzurum.

12 Alpaslan Ceylan, “2001 Yılı Erzincan, Erzurum ve Kars İlleri Yüzey Araştırmaları”. 20.Araştırma Sonuçları Toplantısı 2, Ankara, 2003, s. 311-324; Ceylan, age., s. 97.

ERZİNCAN SIRATAŞLAR KALESİ

117Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 113-131

Erzincan İli, Kemah İlçesinin 16 km kuzeybatısında Taşbulak Köyünde1652 m rakımda yer alan Taşbulak Kalesi ve Kaya Mezarı bölgede Urartuvarlığını gösteren önemli merkezlerden biridir. Güneydoğu-kuzeybatıdoğrultulu bir kale olan Taşbulak stratejik açıdan oldukça önemli bir konumdayer almaktadır. Kalenin güney tarafında yer alan 70 cm çapında 90 cmderinliğinde ki su sarnıcının varlığı dikkat çekicidir. Ayrıca kalenin güneytarafında bir kaya mezarı bulunmaktadır. Bu kaya mezarı tipik Urartu KayaMezarıdır.13

Urartuların yapmış oldukları kalelerin bir kısmını yöresel idare merkezihüviyetini taşıyanlar oluştururken bir kısmını da, verimli ovaları ve önemliyolları kontrol altında tutmak amaçlı yapılmış olanlar oluşturur.14 2000 yılıyüzey araştırmasında tespit ettiğimiz Sırataş Kalesi, verimli bir ova olanÇayırlı ovasını kontrol altında tutmak amacıyla yapılmış bir kaledir.15

Sırataş Kalesi, Erzincan ili Çayırlı ilçesinin 8 km. kadarkuzeydoğusunda önemli bir konumda yer almaktadır16. Kalenin tamkarşısından tren yolu geçmektedir. Kale, bulunmuş olduğu konum itibariyeçok miktarda su kaynağına yakın bir yerde kurulmuştur. Bu küçük derelerdenbir tanesi olan Karadivan Çayı da kalenin hemen batısından akmaktadır.17

Urartular kalelerini inşa ederlerken bir takım hususları göz önündebulundururlardı. Bu hususlardan bazıları şunlardır: Kalenin yüksek bir dağüzerinde ve kayalık bir alanda yer alması, maden ocaklarını kontrol atındatutmak maksadıyla önemli bir yol şebekesine hâkim olması, düşmansaldırılarından korunaklı bir yapıda olması, su kaynaklarına yakın olması veetrafında onları besleyebilecek tarım alanlarına sahip olması vb.18

Hemen hemen bu özelliklerin hepsini bünyesinde barındıran SırataşKalesi, sarp kayalığın yapısına uydurularak dikdörtgene yakın bir planda inşaedilmiştir Kalenin bir yüzünde yazıt yazılması için yapılmış olduğu izlenimiveren düzleştirilmiş bir alanın oluşturulduğu görülmektedir. Fakat kalede kazıçalışmaları yapılmadığı için bir yazıt ya da kabartma varlığına rastlayamadık.

13 İbrahim Üngör-Akın Bingöl vd., “2012 Yılı Erzincan, Erzurum İlleri Yüzey Araştırmaları”,31. Araştırma Sonuçları Toplantısı, Ankara, 2014.

14 Altan Çilingiroğlu, Urartu Krallığı Tarihi ve Sanatı, İzmir 1997, s. 48.15 Alpaslan Ceylan, “2000 Yılı Erzurum, Erzincan, Kars, Iğdır İlleri Yüzey Araştırmaları” 19.

Araştırma Sonuçları Toplantısı - II, Ankara 2002, s. 166.16 Kalenin koordinatları; 39.51.17.74.K; 40.04. 19. 66. D. Kalenin yüksekliği ise 1520 m. dir.17 Ceylan, agm., (2005), s. 21-29; Ceylan, age., 73.18 Çilingiroğlu, age., (1997), s.. 50; Mirjo Salvini, Urartu Tarihi ve Kültürü, Arkeoloji ve Sanat

Yayınları İstanbul, 2006, s. 144 vd.

YAVUZ GÜNAŞDI

118 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 113-131

Kale, etrafındaki doğal yolları kontrol altında tutan, verimli tarımarazisini çevreleyen ve Urartuların kuzeydeki hâkimiyetlerini pekiştirenAltıntepe’ye19 yakın bir yerde olması dolayısıyla çok önemli ve stratejik birkaledir. Urartular için hem bir garnizon niteliği taşıyan kale, hem de bölge içinaskeri bir idare merkezi hüviyetini taşımıştır. Nitekim kalenin mimari vecoğrafi konum özellikleri değerlendirildiğinde bu durum çok daha kolayanlaşılmaktadır.

Urartular genel olarak kalelerini dağ silsilelerinin uç kısmına yaparakhem yolları kontrol altında tutabiliyor hem de kendilerini daha rahatsavunabiliyordu. Ancak Van Kalesi, Erzincan Altıntepe ve Sırataşlar KalesiUrartuların bu tipik kalelerinin dışına çıkmaktadır. Bu kaleler savunmaaçısından oldukça zayıf, verimli arazilerin hemen üzerinde, ovayı kontrolaltında tutan bir konumda inşa edilmişlerdir. Sırataşlar kalesi mutlaka kazıçalışması yapılması gereken oldukça önemli bir Urartu kalesidir. Buradayapılacak olan çalışmaların Erzincan Altıntepe kazılarını da destekler nitelikteolacağına şüphemiz yoktur.

Kalede yapmış olduğumuz incelemelerde örneklerine daha önce Vanbölgesinde rastladığımız kaya nişleri (kör kapı, yalancı kapı, çoban kapısıolarak da bilinmektedir) tespit ettik. Bu kapıların en güzel örneklerinden birtanesini Van Meher Kapısı oluşturmaktadır20. Bu kapıların en önemliözelliklerinden bir tanesi de Urartu tapınak kapılarına benzemesidir. Buşekilde yapılmış kapının ilk örneklerini bölgede göstermesi bakımından çokönemlidir.

Kaledeki en önemli özelliklerinden bir tanesi de ana kayanın oyularakbir su tünelinin ve su kanalının oluşturulmuş olmasıdır. Bilindiği gibiUrartuların kalelerdeki önemli mimari özelliklerinden bir tanesi de yapmışoldukları kalelerde su tüneli ve su kanalı inşa etmeleridir. Bu şekilde kalelere

19 Mehmet Karaosmanoğlu, “Erzincan Altıntepe Kalesi”, Urartu - Doğuda Değişim, Yapı KrediYayınları, İstanbul 2011, s. 366.

20 Urartuların inancına göre, yüksek dağlarda ve kayalıklarda oturan tanrılar bu kapılardangirecekti. Bu kutsal inanış nedeniyledir ki bu kapılar günümüze kadar korunarak gelmiş vehalk arasında böyle bir inanışa sebep olmuştur. Bu konu hakkında ayrıntılı bilgi için bak. O,Belli, “Van Bölgesinde Urartu Krallığına ait Çivi Yazılı Anıtsal Kaya Kapıları” , TürkiyeArkeolojisi ve İstanbul Üniversitesi, 2000, 386 vd. M. T. Tarhan-V Sevin, "Urartu TapınakKapıları ile Anıtsal Kaya Nişleri Arasındaki Bağıntı"-" The Relation Between UrartianTemple Gates and Monumental Rock Niches", Belleten 39, 389 vd. M. Salvini, "TheHistorical Backround of the Urartian Monument of Meher Kapısı", Anatalian Iran Ages 3,The Praceedings of the Third Anatalian Iran Ages Cal/aquium beld at Van, 6-12 August 1990,(ed. A.Çilingiroğlu-O.H.French), Ankara, 20S-210. ; M. T. Tarhan, "Recent Research at theUrartian CapitalTushpa" Tel Aviv 21-1, 1994, 28.

ERZİNCAN SIRATAŞLAR KALESİ

119Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 113-131

yapılmış su tüneli ve su kanalı örneklerine Van başta olmak üzere Iğdır21,Kars22, Erzincan23, Erzurum24 ve Urartu’nun yayıldığı coğrafyalarda darastlanmaktadır.

Kale, duvar yapım tekniği bakımından Urartu’nun çok yaygın olarakkullandığı kiklopik teknikte inşa edilmiştir. Kale duvarlarında kullanılantaşların yüksekliği yaklaşık olarak 60-80 cm. arası iken genişlikleri ise 50-70cm. arasındadır. Kalenin sur duvarlarının büyük bir kısmı ayakta olmasınarağmen mimari yapısı tahrip olmuştur. Kale eteklerinde yapmış olduğumuzincelemelerde yüzey bulgusu olarak Urartu keramiği elde edilmiştir. Düzgünfırınlanmış keramikler bölgedeki Urartu varlığını gözler önüne sermektedir.

SonuçSonuç olarak A. Ceylan başkanlığında yapmış olduğumuz yüzey

araştırmalarında tespit ettiğimiz Sırataş Kalesi, Urartu Krallığı’nın kuzeybatıyayılımındaki önemli kalelerden bir tanesidir. Bölgede Çadırkaya (Pekeriç),Altıntepe, Yollarüstü, Maden Kalesi ve Taşbulak gibi oldukça önemli Urartumerkezleri tespit edilmiştir. Bu merkezlerin hepsi Urartuların bölgede kivarlığının daha iyi anlaşılması açısından son derece önemlidir. SırataşlarKalesi de içinde barındırdığı birçok farklı yapı ve özellik ile Urartu tarihiaçısından araştırılması gereken bir merkezdir. Burada yapılacak olan kazıçalışmaları bölge tarihi ve Urartu tarihi açısından oldukça gereklidir.

KAYNAKÇABelli, Oktay, "Van Bölgesinde Urartu Krallığına ait Çivi Yazılı Anıtsal Kaya

Kapıları" Türkiye Arkeolojisi ve İstanbul Üniversitesi, Ankara 2000b, 386-393.-------------------, “Doğu Anadolu’da Urartu Yol Şebekesinin Araştırılması”, Türkiye

Arkeolojisi ve İstanbul Üniversitesi, Ankara 2000a, s. 409-414.Ceylan, Alpaslan – Bingöl, Akın vd. “2006 Yılı Erzurum-Erzincan-Kars-Iğdır İlleri

Yüzey Araştırmaları”, 25. Araştırma Sonuçları Toplantısı - 3, Ankara 2006,129 - 148.

-------------------, “Çayırlı’da Tarihi ve Arkeolojik Araştırmalar”. Atatürk Üniversitesi,Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi-XV, Erzurum, 2000, s. 277-291.

21 Alpaslan Ceylan, agm., (2002), s. 167.22 Oktay Özgül-Alpaslan Ceylan vd. “2011 Yılı Erzurum-Erzincan-Kars-Iğdır İlleri Yüzey

Araştırmaları”, 30. Araştırma Sonuçları Toplantısı - II Ankara 2012, s. 277-292.23 Alpaslan Ceylan, “2003 Yılı Erzurum-Erzincan-Kars-Iğdır İlleri Yüzey Araştırmaları”, 22.

Araştırma Sonuçları Toplantısı - 2, Ankara 2004, s. 191.24 Alpaslan Ceylan - Akın Bingöl vd. “2006 Yılı Erzurum-Erzincan-Kars-Iğdır İlleri Yüzey

Araştırmaları”, 25. Araştırma Sonuçları Toplantısı - 3, Ankara 2008, s. 236.

YAVUZ GÜNAŞDI

120 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 113-131

-------------------, “1998 Yılı Erzincan Yüzey Araştırması”, 17. Araştırma SonuçlarıToplantısı - II, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2000, s. 181-192.

-------------------, “The Erzincan, Erzurum and Kars Region in The Iron Age”,Anatolian Iron Ages V, London, 2005, s. 21-29.

-------------------, “2000 Yılı Erzurum, Erzincan, Kars, Iğdır İlleri YüzeyAraştırmaları” 19. Araştırma Sonuçları Toplantısı - II, Ankara 2002, s. 165-178.

-------------------, “2003 Yılı Erzurum-Erzincan-Kars-Iğdır İlleri YüzeyAraştırmaları”, 22. Araştırma Sonuçları Toplantısı - 2, Ankara 2004, s. 189-200.

-------------------, Doğu Anadolu Araştırmaları, Erzurum-Erzincan-Kars-Iğdır,Erzurum 2008.

Çilingiroğlu, Altan, Urartu Krallığı Tarihi ve Sanatı, İzmir 1997.Erinç, Sırrı, Klimatoloji ve Metotları, İstanbul 1996.Gül, Abdulkadir - Başıbüyük Adem, Bir Tarihi Coğrafya İncelemesi (Osmanlı’dan

Cumhuriyet’e Erzincan Kazası), Salkımsöğüt Yayınevi, Erzurum 2011.Günaşdı, Yavuz, Karasu (Yukarı) Havzasındaki Tarihi ve Arkeolojik Veriler, Atatürk

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, Erzurum,2013.

Karaosmanoğlu, Mehmet, “Erzincan Altıntepe Kalesi”, Urartu - Doğuda Değişim,Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2011, s. 366-373.

Koçak, Özdemir, Eskiçağ Tarihinde Sinope. (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi),İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1993.

Osten, Hans Henning von der “Neue Urartaelsche Bronze aus Erzincan”, VI.International Kongress für Archaeologi 1939, Berlin 1940, s. 225-229.

Özgüç, Tahsin, “Altıntepe Kazıları – Excavations Altıntepe”. Belleten XXV / 98,1961, Ankara, s. 253-290.

-------------------, Altıntepe I: Mimarlık Anıtları ve Duvar Resimleri, Ankara, 1966.-------------------, Altıntepe II, Ankara, 1969.Özgül, Oktay – Ceylan, Alpaslan vd. “2011 Yılı Erzurum-Erzincan-Kars-Iğdır İlleri

Yüzey Araştırmaları”, 30. Araştırma Sonuçları Toplantısı - II Ankara 2012, s.277-292.

Polat, Selahattin, Karasu Havzasının Hidrojeomorfolojik Etüdü, Basılmamış DoktoraTezi İstanbul, 2003.

Salvini, Mirjo “The Historical Background of the Urartian Monument of MeherKapısı”, Anatolian Iron Ages 3. (Anadolu Demir Çağları 3.), The Proceedingsof the Third Anatolian Iron Ages Colloquium held at Van, 6 - 12 August 1990.III. Anadolu Demir Çağları Sempozyumu Bildirileri Van, 1994, s. 205-210.

-------------------, Urartu Tarihi ve Kültürü, Arkeoloji ve Sanat Yayınları İstanbul,2006.

ERZİNCAN SIRATAŞLAR KALESİ

121Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 113-131

Tarhan, Mehmet Taner – Sevin, Veli, "Urartu Tapınak Kapıları ile Anıtsal KayaNişleri Arasındaki Bağıntı" - " The Relation between Urartian Temple Gatesand Monumental Rock Niches", Belleten 155/39, Ankara 389-412.

Tarhan Mehmet Taner, "Recent Research at the Urartian Capital Tushpa" Tel Aviv21/1, 1994, s. 22-57.

Tarkan, Mehmet Tevfik “Ana Çizgileriyle Doğu Anadolu Bölgesi”, AtatürkÜniversitesi 50. Yıl Armağanı, 1974 Erzurum, s. 7-22.

Üngör, İbrahim – Bingöl, Akın vd., “2012 Yılı Erzincan, Erzurum İlleri YüzeyAraştırmaları”, 31. Araştırma Sonuçları Toplantısı, Ankara, 2014.

YAVUZ GÜNAŞDI

122 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 113-131

Harita 1. Doğu Anadolu Haritası

ERZİNCAN SIRATAŞLAR KALESİ

123Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 113-131

Harita 2. Erzincan İl Haritası

YAVUZ GÜNAŞDI

124 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 113-131

Harita 3. Urartu Yayılım Haritası

ERZİNCAN SIRATAŞLAR KALESİ

125Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 113-131

Harita 4. Sırataş Köyü ve Kalesi

YAVUZ GÜNAŞDI

126 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 113-131

Harita 5. Sırataş Kalesi

ERZİNCAN SIRATAŞLAR KALESİ

127Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 113-131

Foto 1. Genel Görünüm

Foto 2. Sur Duvarları

YAVUZ GÜNAŞDI

128 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 113-131

Foto 3. Sur Duvarları

Foto 4. Kale Yolu

ERZİNCAN SIRATAŞLAR KALESİ

129Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 113-131

Foto 5. Kaya Basamaklı Alan

Foto 6. Kutsal Alan

YAVUZ GÜNAŞDI

130 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 113-131

Foto 7. Kutsal Alan

Foto 8. Yazıt Yazılması İçin Tıraşlanmış Alan

ERZİNCAN SIRATAŞLAR KALESİ

131Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 113-131

Foto 9. Su Sarnıcı

Çizim 1. Sırataş Keramik Buluntuları

Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 133-143

İHANETİN MEKÂNINDAN MÜCADELE VE KURTULUŞUNMEKÂNINA: NÂZIM HİKMET’İN KUVÂYİ MİLLİYE

ŞİİRLERİNİ COĞRAFYA MERKEZLİ OKUMA DENEMESİ

Salih Koralp GÜREŞİR

ÖZ: Nâzım Hikmet’in Kuvâyi Milliye şiirleri, Millî Mücadele’yi konu edinen edebiyattaönemli bir yere sahiptir. Türk tarihinin söz konusu mühim dönüm noktasının sosyalist ideolojietrafında yorumlandığı eserde Millî Mücadele destanî bir üslûpla yüceltilir. İşgalin yaşandığıİstanbul ile mücadelenin mekânı olan olarak oluşturulan Anadolu’ya dair imajların bolluğuşiiri, edebî eserdeki mekânı coğrafya olarak tanımlayan coğrafya merkezli okumalara elverişlihâle getirmiştir. Söz konusu coğrafyayı yaşamaktan ziyade öğrenmek suretiyle bulan şair, elealdığı mekânları belirli tiplerin varlık nedeni olarak yorumlar. Diğer bir deyişle Millî Mücadelemekânları eserde, coğrafyanın tesir ettiği insanları oluşturur. Mücadele, coğrafyanın ürünü olanbu şahısların macerası olarak cereyan eder. Söz konusu şahıslar; ihanetin mekânı olanİstanbul’da ve mücadelenin mekânı olan Anadolu’da yaşarlar. İşgal kuvvetleriyle onlarınTürklere karşı savaştırdığı köleler ise uzak coğrafyaların insanlarıdırlar.

Anahtar Kelimeler: Edebiyat coğrafyası, Millî Mücadele, Nâzım Hikmet, İstanbul, Anadolu

FROM THE PLACE OF BETRAYAL TO THE PLACE OFSTRUGGLE AND SALVATION: THE READINGS FOCUSED ON

GEOGRAPHIC APPROACH TO THE POEMS OF KUVAYI MILLIYEBY NAZIM HIKMET

ABSTRACT: Kuvayi Milliye poems by Nazım Hikmet have a great importance in theLiterature on Independence War. This works, which describes this important milestone inTurkish history with a socialist ideology, glorifies Independence War with an epical language.The wealth of images between İstanbul where the occupation is experienced and Anatolia- theplace of battle- make the poem eligible for the readings focused on geographic approach to textswhich portrays the place of literary work as geography. Poet chooses learning theaforementioned geography rather than experiencing it and describes there as the reason forspecific characters to exist. In other words, the places of Independence War creates the peopleinfluenced by this geography. This battle happens as an adventure of people who lives in thatgeography. These characters live in the place of betrayal, İstanbul, and the place of struggle,

Dr., Trakya Üniversitesi Türk Dili Bölümü. [email protected]

SALİH KORALP GÜREŞİR

134 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 133-143

Anatolia. The occupation forces and the slaves who were forced to fight against Turks are thepeople of far regions.

Keywords: the Geography of Litereture, Independence War, Nazım Hikmet, Anatolia,İstanbul

GirişCoğrafya, yalnızca üzerinde yaşanılan, sınırları belirlenmiş bir

yeryüzü parçasını ifade etmez. Sınırlarında yaşama şansı tanıdığıtopluluklara şekil veren, onları bazı ruhsal ve fiziksel niteliklerde birleştirencoğrafya1, ayrıca önemli bir tesir vesilesidir. Bu açıdan edebiyat da coğrafyaile doğrudan ilişkilidir. Birey olarak sanatkâr, mensubu bulunduğu tarihîcoğrafyadan aldığı doğal tesirlerin yanında, bilinçli olarak yaptığımekân/coğrafya değişiklikleriyle de beslenir. Bu münasebet, bazensanatkârın yaşadığı mekân olabildiği gibi, bir süreliğine bulunduğu ya da hiçgitmediği, dolayısıyla öğrenmek suretiyle bulduğu mekân vesilesiyle degerçekleşebilir.

Edebî eserdeki mekân(lar)dan yola çıkarak esere ve sanatkârınaulaşmayı hedefleyen coğrafya merkezli bakışlar, son yıllarda okumalarıçeşitlendiren bir saha olarak dikkat çekmektedir. Konuyla ilgiliçalışmalarıyla bilinen Emel Kefeli, edebiyat coğrafyası kavramını öneçıkararak coğrafya merkezli okumalara şu tanımı getirir: “Coğrafya merkezliokuma ya da géo-littéraire yaklaşım, metindeki mekânı ‘coğrafya’ olarak elealır. Edebiyat coğrafyası, yazarın hayat coğrafyası gibi kavramları öneçıkararak metnin üretim sürecini farklı bir kanaldan irdeleyen okumatürüdür.”2 Araştırmacının “hareket noktaları”nı ise şöyle belirler:

“- Yazarın hayat coğrafyası

- Metnin/yazarın edebiyat coğrafyası

1 “Tarih, boşlukta cereyan etmez. Tarihi anlamak için coğrafyaya başvurmak zaruridir”sözleriyle coğrafyayı tarihin öncelikli kaynağı olarak belirleyen Mehmet Kaplan,coğrafyanın millet üzerindeki etkisini şöyle açıklar: “Orta Asya Türk’ü, Anadolu Türk’üsadece tarih, müessese, örf ve adet bakımından değil, fizyolojileri bakımından dabirbirinden ayrıdır. Keza İran ve Arap coğrafyası, Müslüman medeniyetine dâhil olmaklaberaber bizi Araplardan ve Acemlerden ayırır. Coğrafî şartları, coğrafyanın ebedî tesiriniunutan hiçbir ideolojinin millî realiteyi kavrayamaması bundan ileri gelir… Zira o bir kadergibi bize yapışıktır.” Mehmet Kaplan, Nesillerin Ruhu, 8. basım, İstanbul 2001, DergâhYayınları, İstanbul, s. 152.

2 Emel Kefeli, “Coğrafya Merkezli Okuma”, Turkish Studies, Volume 4 / 1-I, Winter 2009, s.423.

İHANETİN MEKÂNINDAN MÜCADELE VE KURTULUŞUN MEKÂNINA: NÂZIM HİKMET’İNKUVÂYİ MİLLİYE ŞİİRLERİNİ COĞRAFYA MERKEZLİ OKUMA DENEMESİ

135Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 133-143

- Seçilmiş bir coğrafyanın farklı yazarların duyuş tarzı vegözlemlerindeki yansımaları”3

Görüldüğü üzere, coğrafya merkezli okumalar genel manadametindeki mekân(lar)la sanatkâr arasındaki münasebeti belirlemeyihedeflemektedir. Biz de yazımızda, Nâzım Hikmet’in “Kuvâyi Milliye”şiirlerini coğrafya merkezli okumaya çalışacağız.

Bütün bir Millî Mücadele coğrafyasının bulunduğu eserde mekân,içinde bulunulan, temas edilen bir nitelik arz etmez. Şairin dışarıdan gelentesirlerle bularak seçtiği, dolayısıyla öğrendiği coğrafyadır.4 Zira şairin hayatcoğrafyası metinde çizdiği coğrafya ile yalnızca birkaç noktadakesişmektedir. Şöyle ki Nâzım Hikmet, Millî Mücadele’ye katılmak üzereAnadolu’ya geçmeden önce tahsil hayatını tamamladığı İstanbul’dadır.1921’de arkadaşı Vâlâ Nurettin’le birlikte Millî Mücadele’ye katılmak üzereAnadolu’ya geçmiş, isteğinin reddedilmesi üzerine geldiği Bolu’da yedi aysüreyle öğretmenlik yapmış, ardından gittiği Moskova’dan 1928’de gizlicedönmüş, böylelikle Hopa, İstanbul ve Ankara’da tamamlayacağı ilkmahkûmiyet sürecine adım atmıştır. Cezasının tamamlanmasının ardındangeldiği İstanbul’da birçok gazete ve dergide yazarlık yapan, film senaryolarıve piyesler kaleme alan Nâzım Hikmet, 1933’te tekrar tutuklanır. Böylecebaşlayan ikinci mahkûmiyet süreci Ankara, Çankırı ve Bursa cezaev-lerinde tamamlanır.5

Görüldüğü üzere eserine seçtiği coğrafyanın çok küçük bir kısmındabulunan Nâzım, şiirini cezaevinde bulunduğu süreçte kaleme alır.6 “939İstanbul Tevkifhanesi, 940 Çankırı Hapisanesi, 941 Bursa Hapisanesi” (s.

3 Emel Kefeli, Edebiyat Coğrafyasında Akdeniz, 3 F Yayınevi, İstanbul 2006, s. 16.4 İkinci bölümdeki vesikaların Nutuk’tan alındığının belirtilmesi, söz konusu öğrenmeyi

kanıtlayan önemli bir ayrıntıdır.5 Nâzım Hikmet’in hayat coğrafyası şu kaynaklardan yararlanmak suretiyle hazırlanmıştır:Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, 2. bs., c. II, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul,

2003.Ekber Babayev, Nâzım Hikmet Yaşamı ve Yapıtları, (Çev. Ataol Behramoğlu), İnkılâpKitabevi, İstanbul, 2002.

6 Nâzım Hikmet’in Kuvâyi Milliye’yi cezaevinden kurtulması karşılığında verilmiş bir“sipariş”le yazdığı iddiası şiirle ilgili bilinen iddiaların başında gelmektedir. Söz konusuiddiayı bir siparişten ziyade tavsiye olarak değerlendiren Mustafa Şerif Onaran, şiirinNâzım Hikmet’e dönemin Emniyet Müdürü Şükrü Sökmensüer tarafından şu sözlerleönerildiğini yazar: “Sen Benerci gibi başka ülkelerin kahramanlarını ele alıyor, onlarınkurtuluş savaşını anlatıyorsun. Biz bir ‘Millî Mücadele’den geçtik. Onun destanı yazılmağadeğmez mi? Neden bizim insanlarımızın destanını ele almıyorsun?” (Mustafa Şerif Onaran,“Kuvayi Milliye Destanı”, 100. Doğum Yıldönümünde Nâzım Hikmet’e Armağan, T.C.Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2002, s. 168.)

SALİH KORALP GÜREŞİR

136 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 133-143

91)7 ibareleriyle biten eser, görüldüğü üzere ele aldığı savaştan yaklaşıkyirmi yıl sonra kaleme alınır. İlk olarak 1965 yılında kitap olarak KurtuluşSavaşı Destanı adıyla basılır. 1966’da Memleketimden İnsanManzaraları’nın içinde yer alır. 1968’de Cevdet Kudret tarafından KuvâyiMilliye Destanı adıyla kitaplaştırılır.8

Sekiz bölümden oluşan eserde Millî Mücadele çekirdek vakadır.Belirli coğrafyalara mensubiyetleriyle Millî Mücadele’ye karşı takındıklarıtavrın müessisi olan tipler vasıtasıyla işlenen savaş, büyük ölçüde sosyalistbakış etrafında yorumlanmış, mazlum bir millet olan Türklerin emperyalistBatı’ya karşı verdiği haklı mücadele resmiyle yüceltilmiştir.

1. İhanetin Mekânı: İstanbulNâzım Hikmet eserinde iki farklı İstanbul ve İstanbullu imajı çizer. İlk

İstanbul, Mütareke devrini konu edinen birçok romandan bildiğimiz olumsuztablodan farksızdır. Buna göre İstanbul’da üst sınıfa mensup “birçokhanımlar, beyler, paşalar” (s. 14) yaşar. Batı’nın işgaline direnen Anadolu’yakarşılık ihanete bulaşmaları, işbirlikçi ve ahlaken zayıf olmaları şehri, “ateşve ihanet”in mekânı olarak gösterir. Savaş ekonomisinin hâkim olduğuşehirde, karaborsa faaliyetleri ve kaynağı savaş olan servetlerin harcandığıeğlenceler düzenlenir.

Şair, ilk İstanbul’dan yalnızca bu eğlencelerin yaşandığı mekânlarıanar: “Ve lâkin Tarabya’da, Pötişan’da ve Ada’da Kulüp’te / aktı Renşarapları su gibi / ve şekerin sahibi / kapladı Miloviç’in yorganına 1000liralıkları.”(s. 23) Sınırlı İstanbul coğrafyasının Mütareke devri romanlarındagördüğümüz baloları andıran bir fonda verilmesinin, şehrin olumsuzmanzarasını artırdığı söylenebilir: “İstanbul’da hanımlar, beyler, paşalar, / tülperdeler, kravatlar, apoletler, şişeler, / çıtı pıtı dilleri ve pamuk gibi elleri” (s.26)

Emperyalist işgale direnen Anadolu’ya rağmen eğlenen İstanbullular,şairin Millî Mücadele’ye hizmet edenlerin motivasyon kaynağı olarakbelirlediği umut duygusundan da yoksundurlar. Millî davaya bu yüzdenihanet ederler. Onlara göre ülkenin tek kurtuluş çaresi Amerikan mandasıdır:“Buna rağmen, / İstanbul’da birçok hanımlar, beyler, paşalar, / Türk

7 Şiir metninden yapılan alıntılar eserin şu baskısına aittir: Nâzım Hikmet, Kuvâyi Milliye,Yapı Kredi Yayınları İstanbul, 2002, 226 s.

8 Şiirin yayımlanma süreci hakkındaki bilgiler, Alâattin Karaca’nın şiiri ele aldığı şuyazısından alınmıştır: “Efsane Şair Nâzım Hikmet’in Kûvayi Milliye Destanı’na EfsaneninDışından Bakmaya Çalışmak”, Hece (Nâzım Hikmet Özel Sayısı), S. 11, Ankara, 2007, s.188.

İHANETİN MEKÂNINDAN MÜCADELE VE KURTULUŞUN MEKÂNINA: NÂZIM HİKMET’İNKUVÂYİ MİLLİYE ŞİİRLERİNİ COĞRAFYA MERKEZLİ OKUMA DENEMESİ

137Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 133-143

halkından kesmişlerdi umudu. / Yağdırıldı telgraflar Erzurum’a: / ‘Amerikanmandasına girelim.’ diye.” (s. 6)

Şiirdeki ikinci İstanbul, işgal edilen bir şehirde yaşamanınolumsuzluklarından muzdarip olan halkın ve Anadolu’da vazife başındabulunan İstanbulluların şehridir. İlk İstanbul’un temel faaliyeti olaneğlenmenin aksine burada, savaş kaynaklı acılar yaşanır: “Mücevher gibiuzak ve erişilmezdi şeker / erimiş altın pahasında gazyağı / ve namuslu,çalışkan, fakir İstanbullular / sidiklerini yaktılar 5 numara lâmbalarında. /Yedikleri mısır koçanıydı ve arpa / ve süpürge tohumu / ve çöp gibi kaldıçocukların boynu.” (s. 23)

İkinci İstanbul’a mensup şahısların ilki olan Kartallı Kâzım’ınhikâyesini Altıncı Bâb’da okuruz. Hayatı pahasına emperyalist işgale direnenmilis tipini canlandıran Kâzım, Gebze’de işgalcilere tercümanlık yapanMansur’u vurmakla görevlendirilmiştir. İkinci İstanbul’a mensup olan biriolarak vazifesini lâyıkıyla yapar. Hizmetini herhangi bir karşılık beklemedenyapmış, ayrıca savaş vurguncularının aksine sosyal statüsü aynı kalmıştır:“Ve kavga bittiği zaman / ne çiftlik sahibi oldu ne apartıman / Kavgadanönce Kartal’da bahçıvandı, / kavgadan sonra Kartal’da bahçıvan…/” (s. 67)

Anadolu’da vazife başında olan İstanbullulardan bir diğeri olan“Süleymaniyeli Ahmet”, Anadolu’da iş gören ikinci ideal İstanbulludur.Ordu mensubu olan Ahmet, görevli olduğu birliklerin yer değiştirmehareketine hurda bir kamyonun şoförü olarak katılır. Durmadan arızalanankamyonunu menzile ulaştıramayacağını düşünüp kaygılanır. Rahatlamak içinİstanbul’u hatırlamaya çalışır. Ahmet’in hayalinde Süleymaniye, Uzunçarşı,Rüstem Paşa Camii, Balıkpazarı, Eyüp ve Kasımpaşa ile canlanan sur içiİstanbul’u ihanetin mekânı değil, sıla hasretiyle hatırlanan uzaktaki şehirdir.İdeal İstanbul’u oluşturan söz konusu imajlar, ilk İstanbul’a nazaran dahazayıf görünmekte, bu da şehri daha ziyade “ateş ve ihanet”in mekânı olarakgöstermektedir.

2. Mücadele ve Kurtuluşun Mekânı: AnadoluTarihin yazdığı Millî Mücadele coğrafyasının büyük ölçüde yer aldığı

şiirde Anadolu; şehirleri, kasabaları, nehirleri, bitki örtüsü ve sakinlerinintipik özellikleri gibi etkenler üzerinden coğrafya-insan münasebetini gerçekmanada veren temel mekândır. Mücadeleden kurtuluşa giden yoldaİstanbul’un karşısında abartılı bir idealizmi barındırır. Bu bakış ve tabiatağırlıklı mekân tercihi, eseri destan türüne yaklaştıran iki temel özellikolarak dikkat çekmektedir.

SALİH KORALP GÜREŞİR

138 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 133-143

“Yıl 1918-1919 ve Karayılan Hikâyesi” adını taşıyan ilk bölümdeAnadolu, âtıl İstanbul’a karşılık hasat mevsiminin bereketli kıldığıcoğrafyadır. Mücadele, tütününü kıran, arpaları biçip buğdaya hazırlananEge Bölgesi ile güneyde başlamıştır: İzmir, Manisa, Menemen, Aydın,Akhisar, Adana, Antep, Urfa ve Maraş.

Fakat bölümde Millî Mücadele’nin hususi olarak cereyan ettiği şehir,Antep; Anadolulu imajını temsil eden tip, Anteplidir. Bir mekân olarakAntep, iklim koşulları etrafında tanıtılmıştır. Buna göre Antep, yaşamızorlaştıracak kadar “sıcak” bir şehirdir. Bu özelliğiyle “çetin” koşullarbarındırır. İklimin neticesi olan bitki örtüsünden şiire yalnızca fıstık ağaçlarıyansımıştır. Antepliler yaz boyunca bu ağaçların gölgesinde serinlerler. Silâhkullanmaktaki ustalıkları, iyi at binmeleri ve yiğitlikleri tipik özellikleriolarak dikkat çeker: “Antepliler silâhşor olur, / uçan turnayı gözünden /kaçan tavşanı ard ayağından vururlar / ve Arap kısrağının üstünde / taze yeşilselvi gibi ince uzun dururlar. /” (s. 17)

Söz konusu nitelikler doğrultusunda oluşturulan Antepli tipini şiirdeKarayılan isimli köylü canlandırır. Karayılan gerçek mânâda Antepli olmayıMillî Mücadele sırasında hak eder. Mücadele öncesinde tipik Anteplilerinaksine korkak biridir: “Yaşıyordu bir tarla sıçanı gibi / ve korkaktı bir tarlasıçanı kadar.” (s. 17) Düşmanın şehre girdiği gün saklandığı fıstık ağacındanzorla indirilmiştir. Ayrıca at üzerinde “taze yeşil selvi gibi” (s. 17) duranhemşerilerinden fiziki bakımdan da farklıdır: “Boynu yine böyle çöp gibiince / ve böyle kocaman kafalıydı / Karayılan / Karayılan olmadan önce” (s.18) Fakat yiğitleri yetiştiren coğrafya ile uyumsuzluğu çok sürmez. Kısasürede değişip milis güçlerinin sembol ismi olur.

“Yıl Yine 1919 ve İstanbul’un Hâli ve Erzurum ve Sıvas Kongrelerive Kambur Kerim’in Hikâyesi” adını taşıyan İkinci Bâb’da, mücadele edenAnadolu; Erzurum, Erzurumlulular ve Adapazarlı bir çocuk olan KamburKerim’in hikâyesi üzerinden söz konusu edilir. Millî Mücadele’nin mühimgelişmelerinden olan kongrenin düzenlendiği Erzurum, iklimi ve halkınınbazı özellikleriyle bir mekân resminde belirmiştir. Buna göre Erzurumikliminin en belirgin özelliği çok zor şartlarda yaşanan kıştır. Çok zorlugeçen kış mevsiminde âdeta her şey kaskatı kesilmektedir: “Erzurum’un kışızorludur, balam, / tandırında tezek yakar Erzurum, / buz tutar yiğitlerinbıyığı / ve geceleyin karlı ovada / kaskatı katılaşmış, donmuş görürsünkaranlığı.”(s. 25) İstiklâl Harbi’nin başlangıcına ev sahipliği yapan şehirdeErzurumlu ile kış arasında yaşanan zorlu mücadele şehri, direnme azminesahip insanların mekânı olarak göstermiştir.

İHANETİN MEKÂNINDAN MÜCADELE VE KURTULUŞUN MEKÂNINA: NÂZIM HİKMET’İNKUVÂYİ MİLLİYE ŞİİRLERİNİ COĞRAFYA MERKEZLİ OKUMA DENEMESİ

139Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 133-143

Şehrin bitki örtüsünden şiire yalnızca kavak ağaçları yansır. Kışın buzkesen kavaklar, yazın şehri sineklerin istilâsına uğratır. Ve iki mevsimdebüründükleri farklı görüntüleri, Erzurumlunun değişen mizacına benzer.Şöyle ki, “halim selim” olan Erzurumlunun, mevsime göre değişen kavaklarmisali değişip “gözünün döndüğü” olur.

İkinci Bâb’ın eksen şahsı Adapazarlı Kerim, hikâyesiyle adım adımyaklaştığı Millî Mücadele coğrafyasının bir tarafını oluşturur. Babasını sefer-berlikte kaybetmiş bir yetim olarak öncelikle, akrabalarının himayesindeyaşadığı Eskişehir’dedir. Düşman işgalindeki şehirde dayısı tarafından işgalkuvvetlerinin depolarından silâh çalmakla görevlendirilir. Kuvâyimilliye’ninşehre girmesiyle dayısı tarafından zeybeklere emanet edilir. Zeybeklerinhimayesinde ilk durağı Kocaeli’dir. “Kocaeli ormanı gürgen ve meşeliktir: /yüksek / kalın. / Gökyüzü gözükmez.” (s. 31) dizeleriyle çizilen Kocaelicoğrafyasında birlikler arasında evrak getirip götüren Kerim, yağmurlu birgecede atından düşüp yaralanır. Adapazarı, Yahşıhan, Konya ve Sillenahiyesi üzerinden çizilen Millî Mücadele coğrafyasının küçük bir kısmınıyaralı olarak geçer. Son durağı olan nahiyedeki tedavisinin ardından kamburolan Kerim vasıtasıyla şair, Millî Mücadele’nin hangi şartlarda ve kimlerlekazanıldığına dikkat çeker.

“Yıl 1920 ve Arhaveli İsmail’in Hikâyesi” adını taşıyan ÜçüncüBâb’ın coğrafyası Türk ordusunun çekilme güzergâhında yer alan mekân-larla belirir. Erzurum ve Sivas kongrelerinin ardından ordu, Akhisar,Karacabey ve Bursa üzerinden çarpışarak geri çekilir. Cephede başarısızlık-ların yaşandığı bir ortamda ideal davranış, İstanbul’da yaşayan Karadeniz-lilerin elinden gelir. Karadeniz limanlarına kaçak silâh ve asker ceketi,İstanbul’un “inanmış” insanları olan “Lazlar”ın takalarıyla taşınır. Birçokimkânsızlığa rağmen takalar, Millî Mücadele’ye katılmış olmanın gururuylasüzülürler:

“Şimdi büyük sırlarını götürüyorlardı. / Şimdi, denizde bir insansesinin / ve demirli şileplerin kederlerini / ve Kabataş açıklarında sallanan /saman kayıklarının fenerlerini / peşlerinde bırakıp / ve karanlık sudaAmerikan taretlerinin önünden akıp / küçük, / kurnaz / ve mağrur /gidiyorlardı Karadeniz’e.” (s. 40)

Bölümde, mücadeleye katılan Anadolu insanını temsil eden takalarınmürettebatı tipik Karadeniz insanıdır. Uzun, eğri burunlu olan Karadenizliler,konuşmayı “şehvet” derecesinde severler. Mücadeleye ferdî hürriyetlerinitemin maksadıyla katılmış olmaları onları hamasetten uzak, gerçek insanlarolarak göstermiştir. Şöyle ki, yenilgi, millî felâketin yanı sıra aynı zamanda

SALİH KORALP GÜREŞİR

140 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 133-143

işsiz, hatta aç kalmak demektir. Bu yüzden millî kaygılarının yanında, “sırtılâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin / zaferi için /” (s. 40) de ter dökerler.Bu uğurda ölümü mesele etmeden mücadele ederler.

Söz konusu Karadenizli imajı şiirde sınırlı olarak Arheveli İsmail’inşahsında sergilenir. Cepheye silâh taşıyan bir teknenin mürettebatından olanİsmail, İngiliz torpidosunun taciziyle batan tekneden sağ olarak kurtulan birdenizcidir. Batan teknenin kayığında “emaneti” olan ağır makineli tüfekledenizin ortasında yapayalnızdır. Nihayetinde çıkan fırtınada kürekleri kırılanİsmail, Millî Mücadele’nin âkıbeti bilinmeyen kahramanlarının arasınakarışır.

“Nurettin Eşfak’ın Bir Mektubu ve Bir Şiiri” adlı Dördüncü Bâb’daAnadolu, cepheye gitmek üzere vazifesinden istifa eden NurettinÖğretmen’in arkadaşına yazdığı mektupta söz konusu edilmiştir. AnkaraKuyulu Kahve’de yazdığı mektubuna “Türk Köylüsü” adlı şiirini de ekleyenNurettin Eşfak, şiirinde Anadolu merkezinde oluşmuş Türk köylüsü imajınıçizer. Buna göre savaş, Türk köylüsü için yeni bir gelişme değildir. Anadoluköylüsü yüzyıllardır savaşın olumsuz şartlarını yaşamaktadır. Bununlabirlikte köylü için asıl felâket unutulmuşluktur. Bu yüzden o yalnızca,“topraktan öğrenip / kitapsız bilendir”(s. 52) Aşkta dahi talihsiz olan köylü,daima terk edilen âşıktır. Cephe, asıl trajedisini yaşadığı mekân olsa da bu,devlet tarafından hatırlandığı tek andır. Böyle anlarda önderini arayan Türkköylüsü, bulduğu takdirde mutedil tavrını terk edip ölüme korkusuzcagidecek bir cesarete sahiptir.

“922 Ağustos Ayı ve Kadınlarımız ve 6 Ağustos Emri ve Bir ÂletleBir İnsanın Hikâyesi” adını taşıyan Yedinci Bâb’da Anadolu coğrafyası,düşmanın geri çekilme güzergâhı ve Anadolu kadınları üzerindenoluşturulmuştur. Sakarya Nehri ekseninde beliren coğrafya, aynı zamandamücadelenin zafere dönüştüğü mekânın resmidir. Metristepe’de kazanılanson mücadelenin ardından girilen Bozöyük, Adapazarı, etrafından dolaşılanSapanca Gölü, İzmit ve Karamürsel, ordunun düşmanı kovaladığı, nihaîzaferin öncesinde öne çıkan son mekân adlarıdır. Söz konusu mekânları ardıardına sıralayan şair, Millî Mücadele’nin sembol mekânı olan Sakarya Nehrive etrafına sınırlı olarak değinir. Sıcak savaşın yaşandığı alanın kuzeyindeyer alan Sakarya, keskin ve dik yamaçlı dağlarla “münzevi” çam ağaçlarınınbulunduğu sarp denilebilecek bir sahada akar. Sert hatlar barındıran Sakaryaresminin, nehrin hemen güneyinde yaşanan acımasız mücadeleyle uyuştuğusöylenebilir.

İHANETİN MEKÂNINDAN MÜCADELE VE KURTULUŞUN MEKÂNINA: NÂZIM HİKMET’İNKUVÂYİ MİLLİYE ŞİİRLERİNİ COĞRAFYA MERKEZLİ OKUMA DENEMESİ

141Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 133-143

Bölümdeki Anadolu’ya dair son imajlar, Millî Mücadele’nin çokönemli unsurları olarak oluşturulan Anadolu kadınlarına aittir. Erkeğinegemen olduğu bir toplumda her bakımdan ihmal edilen Anadolu kadınıbarış zamanlarında bunu sorun etmeden çalışarak kırsalın en çalışkan üretimaracı olmuş, bu çalışkanlığını savaş zamanında da kağnılarıyla cepheyemühimmat taşımak suretiyle devam ettirmiş, bu sayede zaferde büyük paysahibi olmuştur.

Sekizinci Bâb’da mekân, ağaç ve kuş seslerinin olmadığı çorak biryer olarak tasvir edilen Kocatepe’dir. Savaşın zaferle neticelendiği yer olanKocatepe’de, görevli manga askerleri, sekiz bölümlük şiirin sekiz kişiliközeti olarak yer alırlar: Sarışın, esmer, kekeme, obur, büyük ayaklı, tornacı,deli, gazi, bembeyaz dişli. Bölümün sonunda İzmir de şiire girer. Kayserilibir nefer, düşmanın çekilirken ateşe verdiği şehirden Akdeniz’iseyretmektedir. Anadolu’ya dair bu son görüntünün sembolik manasıkonumuz açısından mühimdir. Şöyle ki, büyük ölçüde bozkırda verilenmücadele, Anadolulu bir nefer vasıtasıyla denize kavuşup zaferleneticelenmiş, böylelikle Akdeniz kurtuluşun son mekânı olmuştur.

3. Kuvâ-yi Milliye’de “Öteki”nin CoğrafyasıKuvâyi Milliye şiirlerinde işgal güçlerinin kimliklerini veren “öteki”

imajları, Nâzım Hikmet’in coğrafyayla alâkalı son dikkatidir. Osmanlı’nınişgalini emperyalist Batı’nın mazlum Doğu’ya zulmü olarak görüplânetleyen şair, işgalci Batılıları da belirli tipler hâlinde işleyip ötekileştirir.Bu açıdan onlar, şiirin, ihanete bulaşmış İstanbulluların ardından gelen ikinciolumsuz unsurudurlar.

Şiirde işgal güçlerine dair ilk ayrıntı, Antepli sembol milis güçKarayılan’ın hikâyesinin anlatıldığı bölümde yer alır. Ülkenin güneyini işgaleden Fransızlar ve İtalyanlar üniformalarıyla sınırlı olarak görünürler:“Şapkası horoz tüylü” (s. 16) İtalyan ve kara gözlü bir Yürük kızınıngördüğü “mavi üniformalı Fransız” (s. 16). Emperyalist siyasetin dönemdekilideri sayılan İngiltere’yi temsil eden İngiliz askeri, “uzun dişli İngiliz” (s.18) ifadesinin bir ölçüde diğerlerine nazaran itici hâle getirdiği bir resimdesunulur. Sivas Kongresi’ne manda teklifiyle gelen İstanbullularınberaberinde getirdikleri Amerikalı gazeteci “Mister Bravn”, şiirde geçen birdiğer yabancıdır. Amerika’nın himaye ettiği ülkeleri refah ve mutluluğaeriştirdiği fikrinin propagandasını yaptığı kongrede beraberindekileringüvenini kazanmıştır: “Ve Erzurumlulardan ve Sıvaslılardan ve Türkmilletinden çok / işbu Mister Bravn’a güveniyorlardı.” (s. 27)

SALİH KORALP GÜREŞİR

142 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 133-143

Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’ndaki müttefiki Almanya ve Almanimajını sınırlı olarak veren mısralar, işgal güçlerinin haricindeki “öteki”yivermektedir. İşgal güçlerini Osmanlı’nın yaşam hakkını gasp eden olumsuzgüçler olarak gören şair, Almanya’yı ise yaşananların önde gelen sorumlusuilân eder. Buna göre İttihat ve Terakki, Almanya’yla yalnızca görüntüdenibaret olan bir ittifak yapmış, ülke “uzun konçlu Alman çizmesi”(s. 23) ve“Vilhem’in bıyıkları” (s. 23) ifadeleriyle anılan Almanya elinden felâketesürüklenmiştir.

İkili ilişkilerin mazlum tarafını oluşturan Doğu milletleri, Nâzım’ındostça yaklaştığı “ötekiler”dir. Şair, memleketinin hâliyle onlar arasındakader birliği kurar. “Kambur Kerim”, işgal altındaki Eskişehir’de yalnızcaona bisküvi veren Hintli askerlerle dost olmuştur. “Zavallı Afrika zencileri”(s. 24) olarak nitelendirilen Tunuslu ve Hintli kölelerden savaş sırasındaTürk saflarına geçenler olur. “Karayılan”daki Türkistanlı Ahmet, kısıkgözleri, seyrek sakalı ve cesur karakteriyle bütün bir Türk dünyasını temsileder. Dağlarda bir başına dolaşıp ordunun sıkıştığı yerde peyda olup düşmanıdağıtır. Ardından mekân edindiği dağlara döner.

SonuçKuvâyi Milliye, Millî Mücadele’yi işgalci düşmanın faaliyetleri ve üst

tabakanın büyük ihanetleriyle mücadele eden sıradan insanların destaniöyküsü olarak yorumlayan hamasi bir eserdir. Söz konusu kahramanlar veolumsuz karşıtları, memleketi uğrunda feragat ya da ihanet etme gibidavranışları hiç değişmeden tekrarlayan düz tiplerdir. Ve ait olduklarıcoğrafyadan insana sirayet eden mizaç ve fizik özellikleri ileportreleştirilmişlerdir. Hırçın Karadeniz’in şekillendirdiği mücadeleci veinatçı Karadenizli, sıcak Antep’in eseri olan çetin koşullara dayanan güneyli,soğuk Erzurum’un neticesi olan dayanıklı doğulu tipi ya da her bakımdançökmüş İstanbul’da yaşayan işbirlikçi hain tipi gibi. Tüm bunların, tarihîanlatılarımızın çok önemli eksikliği olan insana temasla neticelenmesibeklenirse de ideolojik bakış, bunu yalnızca bir ölçüye kadar mümkünkılmıştır.

Söz konusu tiplerin büyük ölçüde Millî Mücadele’nin mihenk taşlarınıoluşturan mekânlarda şekillenmesi, mücadele ve zaferin coğrafyasının eserintemel mekânı olduğunu gösterir. Bununla birlikte söz konusu coğrafya,mensubu olduğu tiplerin haricinde gerçek ve canlı bir mekân izlenimivermez. Bunda eserin muhtelif cezaevlerinde, mücadelenin reel zamanındançok sonra kaleme alınmasının etkisi olduğu söylenebilir. Diğer bir deyişleesere yaşanmıştan ziyade “zihnî/öğrenilen” coğrafya hâkimdir. Kaldı ki

İHANETİN MEKÂNINDAN MÜCADELE VE KURTULUŞUN MEKÂNINA: NÂZIM HİKMET’İNKUVÂYİ MİLLİYE ŞİİRLERİNİ COĞRAFYA MERKEZLİ OKUMA DENEMESİ

143Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 133-143

ömrü boyunca sürgünlere, tutuklamalara maruz kalan Nâzım Hikmet’indiğer şiirlerinde de -Moskova imajları haricinde- büyük ölçüde söz konusuzihnî coğrafya etkilidir.

KAYNAKÇABabayev, Ekber, Nâzım Hikmet Yaşamı ve Yapıtları, (Çev. Ataol Behramoğlu),

İnkılâp Kitabevi, İstanbul 2002.Karaca, Alâattin, “Efsane Şair Nâzım Hikmet’in Kûvayi Milliye Destanı’na

Efsanenin Dışından Bakmaya Çalışmak”, Hece, (Nâzım Hikmet Özel Sayısı),S. 11, 2007, s. 185-193.

Kaplan, Mehmet, “Edebiyat Coğrafyası”, Nesillerin Ruhu, 8. bs., Dergâh Yayınları,İstanbul 2001, s. 152-153.

Kefeli, Emel, “Coğrafya Merkezli Okuma”, Turkish Studies, Volume 4 / 1-I, Winter2009, s. 423-433.

-------------------, Edebiyat Coğrafyasında Akdeniz, 3 F Yayınevi, İstanbul 2006.Nâzım Hikmet, Kuvâyi Milliye, Yapı Kredi Yayınları İstanbul 2002.Onaran, Mustafa Şerif, “Kuvayi Milliye Destanı, 100. Doğum Yıldönümünde Nâzım

Hikmet’e Armağan, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2002, s. 157-186.

Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, 2. bs., c. II, Yapı Kredi Yayınları,İstanbul 2003.

Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 145-167

KAR VE BUZ TEMİNİNDE MODERNLEŞME VE XIX. YÜZYILİSTANBUL’UNDA KARCI ESNAFI

Burcu KURT*

ÖZ: Kar ve buz Osmanlı klasik döneminden beri hem sarayın hem halkın ana tüketimmaddelerinden biri olmuştur. Osmanlı sarayının kar ve buz ihtiyacı 15. yüzyıldan itibarenİstanbul yakınındaki dağlardan ve göllerden özel istihdam edilen personel vasıtasıyla teminedilirken, İstanbul halkının tükettiği kar ve buz ise çoğunlukla İstanbul’da bulunan karkuyularından karcı esnafı tarafından elde edilmekteydi. Bununla birlikte Avrupa’da yaşanansanayi devriminin etkilerinin Osmanlı coğrafyasına ulaştığı 19. yüzyılın ikinci yarısından itibarenkar ve buzun temin ediliş biçiminde ortaya çıkan modernleşme ve 1887 senesinde kurulanDersaadet Buz Fabrikası, İstanbul halkının kar ve buzu tüketim ve temin biçimlerimdedeğişikliklere sebep olmuştur. Kar ve buzun makineler vasıtasıyla ve yılın her döneminde eldeedilebilen bir materyal haline gelmesi İstanbul karcı esnafının yüzyılın ikinci yarısından itibarenbir çok sorunla karşılaşmasına neden olmuştur. Bununla birlikte karcı esnafı, kar ve buzuntemininde yaşanan sanayileşme ve Dersaadet Buz Fabrikası’nın üretime geçişine rağmen hayattakalmayı başarmış ve İmparatorluğun yıkılışına kadar varlığını sürdüren sınırlı esnaf kollarındanbiri olmuştur.

Anahtar Kelimeler: İstanbul, esnaf, karcı, kar, buz

MODERNIZATION IN THE PROCUREMENT OF SNOW ANDICE AND ICE TRADERS OF ISTANBUL IN 19TH CENTURY

ABSTRACT: Snow and ice have been one of the main consumer goods of both the Palaceand public since the Ottoman classical era. Snow and ice demand of the Ottoman Palace was usedto be obtained from the mountains and lakes near Istanbul by a special personnel since thebeginning of 15th century. Snow and ice consumed by the people of Istanbul was, however,provided from snow wells located in Istanbul by ice traders. However, beginning from the secondhalf of the 19th century, when the effects of the Industrial Revolution has already reached theOttoman Empire, modernization in the procurement of snow and ice and foundingConstantinople Ice Factory in 1887 have led to changes in consumption and procurement of ice

* Dr., İstanbul Teknik Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü.

BURCU KURT

146 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 145-167

and snow by the people of Istanbul. Ice and snow became materials that can be obtained any timeof year via industrial machines, which led the ice traders of Istanbul to encounter lots of problemssince the second half of the century. However ice traders managed to survive despite theindustrialization in procurement of snow and Constantinople Ice Factory to commenceproduction and has been one of the branches of trade existed until the fall of the Empire.

Keywords: Istanbul, craftsmen, ice trader, snow, ice

GirişOsmanlı mutfağında XV. yüzyıldan itibaren, özellikle içeceklerin

soğutulmasında faydalanılan kar ve buz, saray sakinleri arasında kullanıldığıgibi, halk tarafından da yaygın olarak tüketilmekteydi. İstanbul halkınınkullandığı kar ve buz, karcı esnafı tarafından şehrin çeşitli bölgelerindentoplanılmakta ve kar kuyularında muhafaza edilmekteydi. Hatta sarayınihtiyaç duyduğu kar ve buz talebinin karşılanamadığı durumlarda, zamanzaman İstanbul’daki karcı esnafından ilave alımlar da yapılabilmekteydi.

Karcı esnafı, Avrupa’daki sanayi devriminin Osmanlı’da etkilerininhissedildiği XIX. yüzyıla kadar İstanbul halkına kar ve buz temin eden yegânetedarikçi olarak varlığını sürdürmüştür. Osmanlı İmparatorluğu’nda sanayi-leşme sürecinin hız kazandığı XIX. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul’da birbuz fabrikasının kurulması üzerine karcı esnafı kendisini bir anda buzfabrikası tarafından imal edilen suni kar ve buz ile rekabet eder bir haldebulmuştur.

Bu makalede, XIX. yüzyıl İstanbul’unda karcı esnafının sanayileşmeyebağlı olarak geçirmiş olduğu değişim, kar ve buzun elde edilme biçiminihijyenik hale getirme çabaları ve tüm bunların bir sonucu olarak İstanbul’dakikarcı esnafının buzun teminindeki modernleşmeye karşı vermiş olduğuvarlığını sürdürme mücadelesi mercek altına alınacaktır.

1. Osmanlı İmparatorluğu’nda Kar ve Buz TeminiKar ve buzun yeme-içme adetlerine girmesini milattan öncesine kadar

tarihlendirmek mümkündür. Bu dönemde Çin’den Akdeniz’e ve Ortadoğu’yakadar içecekleri soğutmak üzere kullanılan kar ve buz, temini ve saklanmasızahmetli bir ürün olduğu için ancak seçkinlerin sofrasında yer alabilmekteydi.Bizans ve Selçuklu dönemlerinde de, Anadolu’da kar ve buzun özellikleiçeceklerin soğutulmasında kullanıldığı bilinmektedir. Ortaçağda temini zorve zahmetli bir materyal olan kar ve buzun saklanması iki şekildeyapılmaktaydı. Kar ve buz doğal olarak dağlardan temin edilirdi. Dağların

KAR VE BUZ TEMİNİNDE MODERNLEŞME VE XIX. YÜZYIL İSTANBUL’UNDA KARCI

ESNAFI

147Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 145-167

mevcut olmadığı bölgelerde buz havuzları sayesinde buz üretilmekteydi. Buşekilde elde edilen karın erimemesi için sabahın erken saatlerinde veyageceleri taşınır, daha sonra keçe, saman ya da kurumuş otlara sarılarakkuyulara indirilerek muhafaza edilirdi1.

Kar ve buz Osmanlı mutfağında XV. yüzyıldan itibaren, özellikleiçeceklerin soğutulmasında kullanılmıştır2 . Osmanlı’da kar ve buz sadeceyaşam kalitesi yüksek olan saray sakinleri arasında değil, İstanbul halkıarasında da yaygın olarak rağbet görmekteydi3. Hatta ordunun sefere çıktığıdönemlerde, karcı ve buzcuların da yiyecek ve içeceklerin soğutulmasımaksadıyla sefere götürüldüğü bilinmektedir4.

Kar ve buz talebi mevsim değişimine bağlı olarak ilkbahardabaşlamakta ve kış aylarına kadar devam etmekteydi 5 . Bu dönemde kar,İstanbul’da düşük fiyatla satılmakla birlikte bu kar çoğu zaman İstanbulçevresinden getirildiği için yeterince beyaz ve temiz olmayıp içerisinde çamurbarındırmaktaydı6. Bu nedenle Saray için dağların tepesinde bulunan beyaz ve

1 Özge Samancı, “Kar, Şerbet ve Dondurma”, Yemek ve Kültür, 9 (2007), s. 146-147.2 Samancı, agm., s. 148. Bunun yanı sıra karın çeşitli hastalıkların iyileştirilmesi için tıbbi

olarak da kullanıldığı bilinmektedir. Alev Gözcü-Eren Akçiçek, “Osmanlı Mutfağında Kar veBuz”, I. Türk Mutfak Kültürü Sempozyumu (hzl. Arif Bilgin-Özge Samancı), Bilecik ŞeyhEdebali Üniversitesi: Bilecik, 2012, s. 271-272.

3 Salomon Schweigger, Sultanlar Kentine Yolculuk (1578-1581), Kitap Yayınevi: İstanbul,2004, s. 141; Cafer Çiftçi, Osmanlı Döneminde Mudanya İskelesi ve Gümrüğü, BursaBüyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş.: Bursa, 2012, s. 87-88. Bu durum İmparatorluğunçöküşüne kadar değişmemiştir. XIX. yüzyılda Bursa’yı ziyaret eden bir seyyah şehirdeki enfakir insanın bile bu yiyecek maddesini rahatlıkla temin edebildiğini ifade etmektedir. R.Walsh, A Residence at Constantinople: Greek and Turkish Revolutions, V. 2, Richard Bentleyand Son: London, 1838, s. 210. Başka bir seyyahın hemen hemen aynı dönemde kaleme aldığıanılarından bu durumun İstanbul için de farklı olmadığı anlaşılmaktadır. Charles White, ThreeYears in Constantinople or, Domestic Manners of the Turks in 1844, V.2, Henry Colburn:London, 1846, s. 14.

4 Hakan Yıldız, “Osmanlı Seferlerinde Gıda Tedarik Organizasyonu ve Ordunun Beslenmesi”,Yemek ve Kültür, 9 (2007), s.94, 105, 109-110.

5 XVI. yüzyılda İstanbul’da kar satan dükkânların sayısının kasaplardan az olmadığı ifadeedilmektedir. Pedro’nun Zorunlu İstanbul Seyahati: 16. Yüzyıl’da Türkler’e Esir Düşen Birİspanyol’un Anıları (çev. Fuat Carım), Güncel Yayıncılık: İstanbul, 1996, s. 183. ÖzellikleOsmanlı şehir ve kasabalarındaki zenginler kışın kar toplatarak kar kuyularında saklanmasınısağlamaktaydılar. Hatta kar kimi zaman saray mensupları ve zenginler tarafından hayır amaçlıkullanılmaktaydı. Yazın sıcak günlerinde zenginler halka bedava kar dağıtmaktaydılar.Ayrıca saray mensupları ise çeşmelerin suyunu soğutmak amacıyla vakıflar kurmuşlardır.Mary Priscilla Işın, Gülbeşeker: Türk Tatlıları Tarihi, Yapı Kredi Yayınları: İstanbul, 2008,s. 289-290.

6 Arif Bilgin, Osmanlı Saray Mutfağı 1453-1650, Kitabevi: İstanbul, 2004, s. 231.

BURCU KURT

148 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 145-167

saf kar getirtilmekteydi. Bu durum ise maliyeti arttırarak buz ve kar tüketiminisaray açısından masraflı bir hale getirmekteydi7.

Osmanlı sarayının kar ihtiyacı XVI. yüzyıla kadar Yunanistan’ınTeselya bölgesinden temin edilmiş, sonraki dönemlerde ise İstanbul’un yakınçevresinden toplanıp hassa karlıklarında saklanmaya başlanmıştır 8. Ayrıcaİstanbul’a kar yağdıkça askerler tarafından kürek ve kızaklarla karlartoplanarak kar kuyularında muhafaza edilmekteydi9. Bununla birlikte, sarayıntüketeceği kar, esas olarak hassa karlıklarından temin edilmekle birlikte karınyetmediği dönemlerde piyasadan ilave alımlar da yapılabilmekteydi10.

Sarayın buz ihtiyacı ise zaman zaman Gemlik’teki Katırlı Dağı’ndansınırlı miktarda getirilmekle birlikte esas olarak Uludağ’daki göllerdensağlanmaktaydı 11 . Bu zahmetli iş için sarayda birçok personel istihdamedilmesi ve kısa sayılmayacak bir mesafeden taşınması buzu pahalı birtüketim maddesi haline getirmekteydi. Uludağ’daki göllerden çıkarılan buzkesilmekte ve kesilen buz, her bir kalıbı içine alacak ebattaki kıl keçeleresarılıp sağlamca dikilmekteydi. Kendir urganlarla bağlanarak şehre kadartaşınan buzlar, bir müddet burada depolandıktan sonra nakliye hayvanlarıvasıtasıyla Mudanya’ya aktarılmakta ve iskelelerden kayıklara yüklenerekİstanbul’a ulaştırılmaktaydı12. Bu bölgelerden saraya kar ve buz nakli işininorganizasyonu “buzcubaşı” unvanı ile Bursa’da ikamet eden Buzcu Beylerisimli bir aileye hasredilmişti13. İlerleyen dönemlerde artan buz gereksiniminikarşılamak üzere kışın İstanbul civarında buz tutan göl ve derelerden de buz

7 Arif Bilgin, Osmanlı Taşrasında Bir Maliye Kurumu: Bursa Hassa Harç Eminliği, Kitabevi:İstanbul, 2006, s. 168. XVII. yüzyılda İstanbul’da yedi tanesi Eyüp’te olmak üzere yetmişadet kar kuyusu bulunmaktaydı. Samancı, agm., s. 148.

8 Samancı, agm., s. 148.9 Işın, age., s. 289.10 Bilgin, Osmanlı Saray Mutfağı 1453-1650, s.231.11 Bayhan Çubukçu, Mebrure Değer, “İstanbul’da Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Saraya

Buz ve Kar Sağlanması”, Türk Dünyası Tarih ve Kültür Dergisi, 218 (2010), s. 28.12 Bilgin, Bursa Hassa Harç Eminliği, s. 169; Raif Kaplanoğlu, “Saraya Tat Taşıyan Bursalı

Aile: Buzcular”, Bursa Araştırmaları, 1 (2003), s. 52-53; İsmail Buzcular, 517 (799) SenedirYaşayan Bir Aile: Buzcular, Bursa: y.y, 2004, s.101; Cafer Çiftçi, “Osmanlı Dönemindeİstanbul’un İaşesinde Bursa’nın Rolü”, Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama MerkeziDergisi (OTAM), 16 (2004), s.166-167.

13 Babadan oğula geçen buzcubaşılık görevi bölgedeki miri karlık ve buzlukların korunmasınıda içermekteydi. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), İrade Maliye (İ.ML), 84-4, Lef 1.

KAR VE BUZ TEMİNİNDE MODERNLEŞME VE XIX. YÜZYIL İSTANBUL’UNDA KARCI

ESNAFI

149Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 145-167

temin edilmeye başlanmıştı14. Çeşitli şekillerde elde edilen kar ve buz; saraymutfağına, helvahaneye, hareme, sadrazama ve devlet ileri gelenlerineverilmekteydi15.

XVIII. yüzyılda İngiltere’de başlayan ve XIX. yüzyıl ortalarındanitibaren tüm Avrupa’ya yayılan Sanayi Devrimi, her sektörde olduğu gibi karve buz alanında da fabrikalaşma ve makineleşme sürecini beraberindegetirmiş, kar ve buz temini ve imalinde değişime neden olmuştur. Avrupa’dayaşanan bu teknolojik gelişmeler, Osmanlı Devleti’ni de etkilemiştir. Böylecedağların tepelerinden veya donan göllerden kışın geleneksel yöntemlerle eldeedilerek yazın tüketilmekte olan kar ve buz, 1800’lü yılların sonundan itibarenAvrupa’dan ithal edilen buz makineleri vasıtasıyla suni bir şekilde üretilmeyebaşlanmıştır.16.

Avrupa’dan buz makinelerinin getirtilmesi ve bunun bir neticesi olarakbuz fabrikalarının kurulması, buzun gündelik hayatta kullanım alanınıgenişletmiş ve daha çok ve sık tüketilen bir ihtiyaç maddesi haline gelmesineneden olmuştur. Zira fabrikalarının kurulması ile buz her daim piyasadabulunabilen ve tüketilebilen bir kalem halini almış ve bu durum buzun halkarasında bir yiyecek-içecek ve ferahlama maddesi olarak tüketiminiarttırmıştır. Üstelik fabrikaların kurulması akabinde kar ve buz yalnızca sıcakbölgelerde ferahlamak amaçlı kullanılan ve saray ile halkın kullanımı içintemin edilen bir madde olmaktan çıkmış ve istenildiği zaman elde edilen suni

14 Çubukçu, Değer, agm., s.27; I. Başağaoğlu, İ. Mebrure Değer, B. Çubukçu, “İstanbul’da KarKuyuları ve İşletmeleri Hakkında Bir Araştırma”, I. Edirne Tıp Tarihi Günleri Kongresi,Trakya Üniversitesi Matbaası: Edirne, 2001, s. 131.

15 Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi: İstanbul: Topkapı Sarayı Bağdat 304Yazmasının Transkripsiyonu Dizini (hzl. Orhan Şaik Gökyay), C.1, Yapı ve Kredi Bankası:İstanbul, 1996, s.251; Samancı, agm., s. 148. XVII. yüzyılın ikinci yarısında kar ve buzunsaray içerisinde dağıtım miktarlarına dair bir örnek için bk. Mustafa Nuri Türkmen, “OsmanlıDevleti’nde Saray İhtiyaçlarının Karşılanması: Kar ve Buz Temini”, Gazi Akademik BakışDergisi, 4/8 (2011), s. 209-213.

16 İlk buz fabrikası 1834 tarihinde Jacop Perkins adlı bir İngiliz tarafından kurulmuştur.Abdullah Martal, “Karcı Katırından Buz Fabrikasına”, Belgelerle Osmanlı Döneminde İzmir,Yazıt Yayınclık: Ankara, 2007, s.64. Buz makineleri Fransa, Almanya, İsviçre ve Belçika’da

’na bu ülkelerden ithal edilmekteydi. Burcu Kurt, “BuzTemininde Sanayileşme ve Osmanlı İmparatorluğu’nda Kurulan Buz Fabrikaları”, OTAM, 30(2011), s. 78.

BURCU KURT

150 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 145-167

buz, hastane, eczane, tahaffuzhane17 gibi sağlık kuruluşlarının yanında askeriihtiyaçlar için de kullanılmıştır18.

Buz makineleri vasıtasıyla suni buz üretiminin olanaklı hale gelmesiİmparatorluğun çeşitli bölgelerinden birbiri ardına buz fabrikası açmak içinimtiyaz taleplerinin doğmasına neden olmuştur. Bu girişimlerin sonucu olarakOsmanlı İmparatorluğu’na ilk buz fabrikası İstanbul’da, İstinye Caddesiüzerinde, Mabeyn-i Hümayun Bekçiler Müdürü Salim Ağa’nın 1886 tarihindealmış olduğu imtiyaz neticesinde kurulmuştur19. Bu ilk fabrikanın ardındanOsmanlı topraklarında birbiri ardına buz fabrikaları açılmaya başlanmış ve1890’lı yıllara gelindiğinde artık suni buz üretimi son derece sık kullanılan vekanıksanan bir sanayi kolu haline gelmiştir20.

2. Sanayileşmenin Eşiğinde İstanbul Karcı EsnafıXIX. yüzyılda Sanayi Devrimi ve Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması gibi

nedenlerle esnaf ve lonca teşkilatı eski gücünü kaybetmiştir 21 . Tanzimat

17 Tahaffuzhane, yabancı memleketlerden Osmanlı topraklarına girebilecek bulaşıcıhastalıklardan korunmak amacıyla, gerekli sağlık önlemlerinin alındığı yapılara verilenisimdir. Bu konuda detaylı bilgi için bk. Gülden Sarıyıldız, Hicaz Karantina Teşkilatı: 1865-1914, Türk Tarih Kurumu: Ankara, 1996; Gülden Sarıyıldız, Karantina Teşkilatının Kuruluşuve Faaliyetleri (1838 - 1876), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek LisansTezi, İstanbul 1986.

18 Kurt, agm., s.79.19 Dersaadet Buz Fabrikası imtiyazına göre fabrika suni olarak üreteceği buzları halka sabit bir

ücret üzerinden satacak ve fabrikanın ürettiği suni kar ve buz, gerek Karhane-i Amire ve özelşahıslar tarafından tedarik edilen doğal buzun, gerekse ihracat yoluyla İmparatorluk dışındantedarik edilen suni ve doğal buzun satışına bir mani teşkil etmeyecekti. agm., s.80-82. Bununlabirlikte fabrikanın 1887 senesinde iretime başladığı anlaşılmaktadır. Çubukçu, Değer, agm.,s.28. Anonim bir şirket şeklinde teşekkül eden Dersaadet Buz Fabrikası’nın hisse senetleri1900’lü yılların başında İsviçre tebasından Voltaire ve Adolph Bomonti biraderler ileBomonti Birahanesi’nin elinde toplanmış ve buz imal imtiyazı bu şahıslar tarafındankullanılmaya başlanmıştır. Kurt, agm., s.83. Dersaadet Buz Fabrikası’nın kuruluşu sonrasıİstanbul’da artan buz üretimi ve bunun yol açtığı sorunlar konusunda ayrıntılı bilgi için bk.Burcu Kurt, “Osmanlı Sosyal Hayatında Yenileşmeye Bir Örnek: Buz TeminindeModernleşme ve Dersaadet Buz Fabrikası”, Tarih Boyunca Yenileşme Hareketleri, Kitabevi:İstanbul, 2014, s.43-50.

20 Osmanlı İmparatorluğu toprakları üzerinde kurulan buz fabrikaları ile ilgili detaylı bilgi içinbk. Kurt, agm., s.83-95.

21 Mehmet Genç, Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi, Ötüken Neşriyat: İstanbul,2000, s.304; Donald Quataert, Sanayi Devrimi Çağında Osmanlı İmalat Sektörü, İletişimYayınları: İstanbul, 2011, s. 22. XVIII. yüzyıla kadar esnaf dergâh ve zaviyelerinden oluşanesnaf örgütlenmeleri, bu tarihten sonra yerini loncalara bırakmıştır. Genç, age.., s. 230; AhmetKala, “Lonca”, DİA, C. 27, Türkiye Diyanet Vakfı: Ankara, 2003, s. 211; ; Mehmet Demirtaş,Osmanlı Esnafında Suç ve Ceza, Birleşik Kitabevi: Ankara, 2010, s. 26-28; Mehmet Demirtaş,

KAR VE BUZ TEMİNİNDE MODERNLEŞME VE XIX. YÜZYIL İSTANBUL’UNDA KARCI

ESNAFI

151Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 145-167

sonrasında esnafın birçok alandaki ani çöküşüne çeşitli çareler aranmışsa dagenel anlamda bu çabaların başarıya ulaşmadığını söylemek mümkündür22.Bununla birlikte İmparatorluğun çöküşüne kadar kimi esnaf kolları varlığınıdevam ettirmiştir. Karcı esnafı da bunlardan birisidir.

Kar ve buzun halk tarafından sıklıkla ve çokça tüketilen bir ürünolmasının doğal bir sonucu olarak karcı esnafı, Osmanlı klasik dönemindenitibaren İstanbul’da faaliyet gösteren esnaf taifeleri arasında yer almıştır23.

Osmanlıda Fırıncılık, Kitap Yayınevi: İstanbul, 2008, s. 26-29. Bu örgütlenmeler içerisindeyer alan görevliler ve örgütlenme şekli ile ilgili detaylı bilgi için bk. Genç, age., s. 296-301;Ömer Lütfi Barkan, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Esnaf Cemiyetleri”, İstanbul Üniversitesiİktisat Fakültesi Mecmuası, 41/1-4 (1984), s. 39-46; Ömer Demirel, “Osmanlı Esnafı (1750-1850)”, Türkler, c. 14, Yeni Türkiye Yayınları: Ankara, 2002, s. 253-255; Ahmet Kala,“Esnaf”, DİA, c..11, Türkiye Diyanet Vakfı: Ankara, 1995, s. 424-426; Tahsin Özcan,Fetvalar Işığında Osmanlı Esnafı, Kitabevi: İstanbul, 2003, s. 23-41; Bayram Nazır,Dersaadet’te Ticaret, İstanbul Ticaret Odası: İstanbul, 2011, s. 23-49; Burçak Evren, OsmanlıEsnafı, Doğan Kitapçılık: İstanbul, 1999, s. 11-20; Özer Ergenç, “Osmanlılarda Esnaf veDevlet İlişkileri”, Tarihte Türk Devletleri II, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü: Ankara, 1987,s.628-629; Demirtaş, Osmanlı Esnafında Suç ve Ceza, s.17-48. Loncalar Tanzimatdöneminde kaldırıldıysa da bu işlem daha çok kağıt üzerinde kalmış ve yapısı bozulmuşşekilde “esnaf kahyalığı” olarak devam ettirilmiştir. Sacit Kutlu, “İttihat ve Terakki Cemiyetive Esnaf Örgütlenmesi”, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Esnaf ve Ticaret (der. FatmagülDemirel), Tarih Vakfı Yurt Yayınları: İstanbul, 2012, s.143. Bununla birlikte az da olsa,hamallar ve kayıkçılar örneğinde olduğu gibi XIX. yüzyılda halen varlığını sürdürebilenloncalar mevcuttu. XIX. yüzyılda hamallar ve kayıkçılara ait loncaların değişen iktisadisisteme uyum sağlama girişimleri konusunda detaylı bilgi için bk. Donald Quataert, OsmanlıDevleti’nde Avrupa İktisadi Yayılımı ve Direniş (1881-1908), Yurt Yayınevi: Ankara, 1987,s. 86-102; Osman Nuri Ergin, Mecelle-i Umur-i Belediyye, c. 4, İstanbul BüyükşehirBelediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı: İstanbul, 1995, s. 1916-1920.

22 Bu konuda detaylı bilgi için bk. Zafer Toprak, “Tanzimat’ta Osmanlı Sanayii”, Tanzimat’tanCumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, c. 5, İletişim Yayınları: İstanbul, 1985, s. 1345-1347;Edward C. Clark, “Osmanlı Sanayi Devrimi”, Tanzimat: Değişim Sürecinde Osmanlıİmparatorluğu, Phoenix Yayınevi: Ankara, 2006, s. 467-480; Rıfat Önsoy, “TanzimatDönemi Sanayileşme Politikası”, H.Ü. Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2/2 (1984), s. 5-12;Mehmet Seyitdanlıoğlu, “Tanzimat Dönemi Osmanlı Sanayii (1839-1876)”, A.Ü. TarihAraştırmaları Dergisi, 28/46 (2009), s. 53-69; Adnan Giz, “Islah-ı Sanayi Komisyonu”,Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, c. 5, İletişim Yayınları: İstanbul, 1985,s.1360-1362; Donalt Quataert, Manufacturing and Technology Transfer in the OttomanEmpire (1800- 1914), The Isis Press: İstanbul, 1992, s.28-31; Çağlar Keyder, “Osmanlıİmparatorluğu’nda XVIII. ve XIX. Yüzyıllarda İmalat Sanayii”, Osmanlı, c. 3, Yeni TürkiyeYayınları: Ankara, 1999, s. 269-278.

23 Pedro’nun Zorunlu İstanbul Seyahati, s.183; Gökçe Özcan, İstanbul Bab Mahkemesi 149No’lu Şeriyye Sicili Defterine Göre İstanbul’da Sosyal Hayat, Marmara Üniversitesi İlahiyatAnabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2003, s. 138-1139; İstanbul Ahkâm Defterleri:İstanbul Esnaf Tarihi (yay hzl. Ahmet Tabakoğlu), c. 1, İstanbul Büyükşehir BelediyesiKültür İşleri Daire Başkanlığı İstanbul Araştırmaları Merkezi: İstanbul, 1997, s. 59-60.

BURCU KURT

152 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 145-167

XIX. yüzyılda İstanbul’da özellikle halk tarafından tüketilen kar ve buz,R.1282 (M.1866/67) tarihinde Karhane-i Amire mukataasının lağvedilerekesnafın serbestçe kar satışına izin verilmesi 24 sonrası büyük oranda karcıesnafı tarafından karşılanmıştır. Karcılık mesleği bu dönemde yalnızcaMüslümanlar tarafından yapılan bir faaliyet olarak kalmamış gayrimüs-limlerin de rağbet ettiği bir esnaf kolu olmuştur25.

Kar kuyularının erken dönemden itibaren en yoğun olarak bulunduğubölge Eyüp ve civarıdır26. Bunun yanı sıra XIX. yüzyılda İstanbul’da hemşehir merkezinde hem de dışında 27 karcı ve buzcu esnafı tarafındandoldurulmakta olan birçok kar kuyusu bulunmaktaydı. Kar kuyusu bulunanbaşlıca bölgeler, Beyoğlu, Gümüşsuyu 28 , İzzet Paşa (Şişli) ve Balmumcuçiftlikleri29, Kasımpaşa, Tatavla (Kurtuluş)30, Makriköy’de (Bakırköy) TaşOcakları denilen bölge31, Arnavud Köyü32, Sarıyer civarındaki Bahçeköy33 ileRami köyündeki çiftlikler ve civarındaki Çamurlu Han’dı34 . Kar ve buzusaklama işlevi gören bu kuyular, açık arazide bulunan derin, geniş, konişeklinde ve derinliği ve çapı 10-15 metre kadar olan çukurlardan ibaretti35.Kuyuların içerisine saman ve buz kat kat yerleştirilir, üzeri tekrar saman vesonra toprak ile örtülürdü36. Çukurlara kış mevsimi boyunca kar dökülür vebu kar donarak buz haline gelirdi. Daha sonra ise bu buz kütleleri büyük

24 BOA, Şura-yı Devlet (ŞD), 793-26, Lef 2.25 Merkeze gönderilen dilekçelerde yalnızca Müslümanların değil gayrimüslim Ermeni

karcıların imzalarının da bulunması bunun kanıtıdır. BOA, ŞD, 793-26, Lef 1, 3, 6. XVI.yüzyılda da karcılık mesleğinin Hristiyanlar ve özellikle Bulgarlar tarafından yapıldığıbilinmektedir. Schweigger, age., s.142.

26 Evliya Çelebi, age., s.252; Eremya Çelebi Kömürciyan, İstanbul Tarihi: XVII. Asırdaİstanbul, Eren Yayıncılık: İstanbul, 1988, s.30. Eyüp’te bireysel kuyuların yanı sıra Karhane-i Amire’ye ait miri kar kuyuları da bulunmaktaydı. BOA, İrade Şura-yı Devlet (İ.ŞD), 89-5310, Lef 2; BOA, ŞD 795-10, Lef 1.

27 White, age., s.14; BOA, Dahiliye Nezareti Mektûbi Kalemi (DH.MKT), 1526-7.28 BOA, ŞD, 2909-8, Lef 1. Bölgede ayrıca Karhane-i Amire İdaresi’ne bağlı miri kar kuyuları

da mevcuttu. BOA, Hazine-i Hassa Defterleri (HH.d), 6700, Lef 6; BOA, İ.ŞD 89-5310, Lef2.29 İzzet Paşa ve Balmumcu’da Emlak-ı Hümayun’a bağlı çiftlikler bulunmaktaydı. Arzu T.

Terzi, Hazine-i Hassa Nezareti, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2000, s.158. Bu çiftliklerdahilinde de kar kuyuları mevcuttu. BOA, ŞD, 793-26, Lef 4.

30 Kasımpaşa ve Tatavla’da kar doldurulması kamu sağlığına zararlı olduğu gerekçesiyle 17Şubat 1897 tarihinde yasaklanmıştır. BOA, Bab-ı Ali Evrak Odası (BEO), 1043-78200, Lef 1

31 BOA, DH.MKT, 1520, Lef 1.32 BOA, HH.d, 29998.33 BOA, DH.MKT, 1520, Lef 2.34 BOA, Dahiliye Nezareti Hukuk Kısmı (DH.H), 1-68, Lef 1.35 Çubukçu, Değer, agm., s.27-28; Schweigger, age., s.141; Gözcü, Akçiçek, agm., s.273.36 Çubukçu, Değer, agm., s.27-28; Schweigger, age., s.141.

KAR VE BUZ TEMİNİNDE MODERNLEŞME VE XIX. YÜZYIL İSTANBUL’UNDA KARCI

ESNAFI

153Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 145-167

parçalar halinde kesilerek hayvanlar veya arabalar vasıtasıyla şehir merkezinetaşınırdı37.

R.1282 (m.1866/67) tarihinde Karhane-i Amire’nin tekel hakkınınkaldırılarak esnafın serbestçe kar satışına izin verilmesinin akabinde hemKarhane-i Amire, hem de Şehremaneti ile karcı esnafı arasında karkuyularından alınacak vergiler üzerine birçok anlaşmazlık yaşanmayabaşlanmıştır. Bunun nedeni şüphesiz Karhane’nin elinde bulunan kardoldurma tekelinin kaldırıldığı süreçte esnaf tarafından doldurulan kuyular-dan elde edilecek varidatın düzenlenmesi ve bir düzene oturtulmaya çalışıl-masıdır.

İstanbul’da bulunan kar kuyuları, şahıslara ait kuyular ve miri olanlarolarak ikiye ayrılmaktaydı. Bunlardan şahısların tasarrufunda bulunan vebireysel tüketim için doldurulan kuyulardan hiçbir şekilde vergi alınmı-yordu38. Bununla birlikte zaman zaman, halk tarafından şahsi ihtiyaçları içinkullanıldığı iddia edilen ve vergisi ödenmeyen kaçak karların, Karhane-iAmire’nin piyasaya sürdüğü karın yarı fiyatına satılarak haksız kazanç eldeedildiği vakalara rastlanılmaktaydı 39 . Bu gibi teşebbüslerin önlenmesamacıyla Maliye Nezareti 1876 Mart’ında Şura-yı Devlet’e müracaattabulunarak Dersaadet ve Bilad-ı Selase’nin (Üsküdar, Galata, Eyüp) bazıyerlerinde, kuyulardan elde edilen kar ve buzun başka bölgelere nakledil-meksizin aynı bölgede ucuz fiyata satışa çıkarıldığı ve bunlardan gümrükvergisi alınmadığını bildirdi. Bu nedenle Maliye Nezareti, Karhane-iAmire’nin gelirlerine halel gelmemesi amacıyla halkın tasarrufunda bulunankuyular için kira bedeli nispetinde ücret alınarak ruhsat verilmesini talep etti.Fakat Şura-yı Devlet’te yapılan görüşmelerde ise halkın çıkarlarının korun-ması göz önünde bulundurarak Maliye’nin talebi reddedildi. Zira karyağmadığı senelerde kuyu sahipleri kar dolduramayacakları için bunlardanbelirli senelik bir ücret talep edilmesi hakkaniyete uygun olmayacaktı. Üstelikbu şekilde sadece bireysel tüketim amacıyla kuyularına kar dolduran halkında mağduriyeti söz konusu olacaktı40. Bu nedenlerden dolayı Şura-yı Devlet,meselenin kuyuların sahipleri veya kiracılarının kar satmaya başlayacakları

37 Schweigger, age., s.141-142; BOA, DH.MKT, 1526-7.38 BOA, ŞD, 2909-8, Lef 3-4.39 Örneğin 1876 senesinde Üsküdar’da bazı şahısların bu tarz bir teşebbüste bulundukları ve

bunun üzerinden haksız kazanç elde ettikleri tespit edilmişti. BOA, ŞD, 261-54, Lef 1.40 Aynı vesika, Lef 1.

BURCU KURT

154 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 145-167

zaman belirli bir vergi alınarak bu şahıslara ruhsat verilmesi yoluylaaşılmasını uygun gördü41.

Bireysel kullanımın yanı sıra İstanbul’da karcı esnafının ve bizzatKarhane-i Amire’nin kullandığı kar kuyuları da mevcuttu. Dersaadet ve Bilad-ı Selase’de, kar kuyularının ticari amaçla doldurulabilmesi için uygulanmasıgerekli kaide, kar doldurmak isteyenlerin Karhane-i Amire müdüriyetinebaşvurarak dolduracakları kuyuların büyüklüğüne göre harç ödemelerindenibaretti42. Üstelik 1879 senesinde alınan bir kararla İstanbul’da bulunan mirikuyuların cüzi bir kısmının Karhane-i Amire tarafından doldurulmasına kararverilmiş; doldurulmasına lüzum görülmeyen miri kuyular ile miri arazidensayılan koru ve orman gibi mekânlarda açılan kar kuyularının ise halkın karve buza olan ihtiyacı göz önünde bulundurularak kar doldurmak isteyenlerebelirli bir ücret karşılığında ruhsat verilmek suretiyle kiralanması uygungörülmüştü43. Buna göre 25.000 kıyyeye44 kadar kar alan kuyulardan senelik250 kuruş, 50.000 kıyye alanlar için 500 kuruş bedel alınması kararlaştırıl-mıştı. Bunun dışında ruhsatsız olarak miri arazilerde bulunan kuyulara kardolduranların doldurdukları karlara herhangi bir ücret ödenmeksizin elkonulacak, alınan bu karar şahısların tasarrufunda bulunan kuyular için geçerliolmayacaktı. Bu şartlar haricinde İstanbul’da miri kuyulara ruhsatsız kar vebuz doldurulması yasaklanmıştı45.

Kar kuyularıyla ilgili geçerli olan bu kurallar ve Şura-yı Devlet’in almışolduğu karara rağmen, kar kuyularından alınan vergiler 1880’li yıllarınbaşında karcı esnafı ile Şehremaneti arasında çeşitli sorunların yaşanmasınaneden olmuştur. Şura-yı Devlet’in 1879 tarihli kararıyla şahıslara ait karkuyularının kapsam dışı bırakılmasına rağmen Şehremaneti ve belediyedairelerinin karcı esnafının tasarrufunda bulunan kuyulardan kira bedeli talepetmesi çeşitli şikâyetlere yol açmıştır 46 . Karcı esnafının iddialarıyla ilgili

41 Aynı vesika, Lef 2.42 Aynı vesika, Lef 4.43 Bununla birlikte 1865 yılındaki kolera salgınında olduğu gibi olağanüstü durumların vuku

bulması halinde Karhane-i Amire’nin elindeki imtiyaz kimi zaman iptal edilebilmekteydi.BOA, ŞD, 2909-8, Lef 5. Nitekim 1865 Temmuzunda başlayan ve İstanbul’un gördüğü enbüyük afetlerden biri olan kolera salgını yaklaşık dört ay sürmüş, salgında binlerce insanhayatını kaybetmiştir. Mesut Ayar, Osmanlı Devletinde Kolera: İstanbul Örneği (1892-1895),Kitabevi, İstanbul, 2007, s.29.

44 Bir kıyye 400 dirheme ve 1.283 kilograma tekabül etmekteydi. Halil İnalcık, “OsmanlıMetrolojisine Giriş”, Türk Dünyası Araştırmaları, 73 (1991), s.44-45.

45 BOA, ŞD, 2909-8, Lef 1.46 Aynı vesika, Lef 2.

KAR VE BUZ TEMİNİNDE MODERNLEŞME VE XIX. YÜZYIL İSTANBUL’UNDA KARCI

ESNAFI

155Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 145-167

yapılan araştırma ise, İstanbul’da faaliyet gösteren karcı esnafının, kışmevsiminde Katırlı ve civarında bulunan miri arazilerde ve Dersaadet veyaBilad-ı Selase’de bulunan boş tarla ve bahçelerdeki kuyu ve çukurlarasahipleriyle anlaşarak ruhsatsız bir şekilde kar doldurduğunu ve bu yolla vergikaçırdığını ortaya çıkarmıştı. Esnafın bu usulsüzlüğü kuşkusuz Karhane-iAmire’nin gelirlerinin azalmasına neden olmaktaydı47. Bu gibi teşebbüsleriönlemek amacıyla Şehremaneti tarafından ruhsatsız olarak doldurulan karkuyularının tespit edilerek buralardaki kar miktarına göre gerekli harcınalınmasına karar verilmişti 48 . Yapılan incelemede miri arazilerdeki karkuyularını ruhsatsız dolduran bir kısım esnafın devlete yüklü bir kira borcubulunduğu da belirlendiğinden 49 , Şura-yı Devlet kararıyla Şubat 1883’deesnafın devlete olan borcunun bir an önce tahsil edilmesine girişildi50. HattaKarhane bütçesinin bu nedenlerle oluşan açığını kapatmak üzere karcı esnafıtarafından doldurulacak karlardan kıyye başına beş para vergi alınmasıKarhane-i Amire İdaresi tarafından teklif edilmişse de bu teklif kar ve buzfiyatlarını yükselteceği düşüncesiyle Şehremaneti Meclisi tarafından uygungörülmedi51.

Şehremaneti meclisinin ret kararı üzerine, Karhane-i Amire müdüriyetibu defa da kar kuyularından alınan vergiye zam yapılmasını gündeme getirdi.Buna göre esnafın elindeki kar kuyularından kapasitesi 25.000 kıyyeye kadarolanlardan senelik 350 kuruş, 50.000 kıyyeye kadar olanlar için 700 kuruş,50.000 ila 70.000 kıyye arasında olanlardan 10.050 kuruş, 100.000 kıyyeyekadar olanlardan 1.400 kuruş vergi alınacaktı. Ayrıca Karhane’nin teklifindeşahısların elinde bulunan kar kuyularından da vergi alınması öngörülmek-teydi. Teklife göre vergi miktarı şahıslara ait kar kuyularından 25.000 kıyyeyekadar olanlarından senelik 200, 50.000 kıyyeye kadar olanlar için 500, 75.000kıyyeye kadar olan kuyular için 750 ve 100.000 kıyyeye kadar olanlardan ise1000 kuruş olarak belirlenmişti52.

Karhane’nin kuyulardan alınan vergiye zam yapılması teklifiyleeşzamanlı olarak karcı esnafı hükümete Eylül ayında bir şikâyet dilekçesidaha göndermişti. Karcı esnafı, 1880 senesinde dönemin Karhane-i Amire

47 Aynı vesika, Lef 3, 7.48 Aynı vesika, Lef 4, 6.49 Aynı vesika, Lef 3.50 Aynı vesika, Lef 7. Esnafın ödememiş olduğu vergiler toplamı 25.000 kuruş civarındaydı.

Aynı vesika, Lef 4.51 Aynı vesika, Lef 4.52 Aynı vesika, Lef 4.

BURCU KURT

156 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 145-167

müdürü İzzet Efendi tarafından, şahısların mülkü dâhilindeki kuyulardan“nispetsizce” vergi alındığını ifade etmekteydi. Esnaf, içerisinde bulunan1883 senesinde kış soğuk geçmediğinden az miktarda kar doldurulabildiğinihatırlatmış fakat buna rağmen Şehremaneti tarafından gönderilen memurlarınkuyularda ölçüm yaparak doldurulan kara bakmaksızın, kuyularınbüyüklüğüne göre vergi talep etmekte olduğundan şikâyet etmişti 53 . Buşekilde devam ederse birçok kişinin “terk-i sanat” etmek durumundakalacağını ileri süren karcı esnafı, tüm masrafları kendileri tarafındankarşılanmak üzere Şehremaneti tarafından bir memur görevlendirilmesini vebu memur vasıtasıyla kuyuların içerisine doldurulan kar miktarına göre vergialınmasını talep etti54.

İstanbul karcı esnafının şikâyetleri ve Karhane-i Amire’nin zam talebiancak Ocak 1889’da Şura-yı Devlet’e havale edilebilmiştir 55 . Burada,öncelikle daha evvel alınmış olan kararlara atıfta bulunularak Karhane’nin karkuyularından alınacak vergiye yönelik zam teklifi reddedildi. Daha öncekendileri tarafından alınmış olan kararların halkın kar ve buz ihtiyacınıkarşılamaya ve kolaylaştırmaya yönelik olduğunun altını çizen kurum, karınbir kıyyesinden beş para vergi alınmasına yönelik talebi de Karhanebütçesindeki açığın nedenine dair yapılan izahatın yetersizliği nedeniyleuygun görmemişti. Zira Şura-yı Devlet’e göre Karhane’nin masraflarınınartması, Karhane’nin doğru şekilde yönetimi ile ilgili bir durum olup sorunungiderilmesi Karhane İdaresi’nin sorumluluğundaydı 56 . Üstelik karınkıyyesinden beş para alınması, kar ve buz fiyatlarını arttırarak halkınmağduriyetine neden olacaktı. Şura-yı Devlet, kararında karcı esnafınınşikayetlerine de yer vermiş ve şikayetleri haklı bulmuştu. Zira vergi tutarınınbelirlenmesinde karın miktarının değil, kuyunun kapasitesinin esas alınması

53 Aynı vesika, Lef 5.54 Osman Nuri Ergin, age., c.8, s. 4292.55 Hatta konunun Şura-yı Devlet’te görüşüldüğü esnada karcı esnafı Şehremaneti tarafından

bahsedilen vergilerin bir an önce ödenmesi yolunda kendilerine baskı yapıldığından şikayetederek, ödemenin karar alınana kadar ertelenmesini talep etmişlerdi. BOA, ŞD, 2909-8, Lef3.

56 Karhane-i Amire bütçesindeki bu açık Dersaadet Buz Fabrikası’nın da açılmasıyla birliktedaha büyük bir sorun teşkil etmeye başlamış ve Aralık 1887 tarihinde Karhane-i Amireİdaresi’nin ıslah edilmesine karar verilmiştir. Karhane’de yapılan ıslah girişimleriyle sarayiçin elde edilmekte olan kar ve buzun temin şeklinde değişikliğe gidilmiş ve bu şekildekurumun tasarruf etmesi sağlanmaya çalışılmıştır. 1900’lü yılların başında ise sarayaBursa’dan kar ve buz temini usulü terk edilmiş, bunun bir sonucu olarak da 1914 senesi Ocakayında da “buzcubaşılık” kurumu resmen ilga edilmiştir. BOA, DH.MKT, 1476-30; . BOA,İ.ŞD, 89-5310, Lef 1; BOA, İ.ML, 94-4.

KAR VE BUZ TEMİNİNDE MODERNLEŞME VE XIX. YÜZYIL İSTANBUL’UNDA KARCI

ESNAFI

157Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 145-167

mantıklı ve adaletli bir uygulama değildi. Nitekim Şura-yı Devlet’te, kar vebuz tüketiminin gündelik hayattaki yerine vurgu yapılarak, karcı esnafınınkaygıları doğrultusunda alınacak vergi oranının kar miktarına görebelirlenmesi gerektiği kararlaştırıldı57.

3. Kar ve Buzun Temininde Sanayileşme ve İstanbul Karcı EsnafıXIX. yüzyıla gelindiğinde halkın tükettiği kar ve buz, Karhane-i Amire

tarafından temin edilen cüzi bir kısım hariç tutulursa, büyük oranda karcıesnafı tarafından karşılanmaktaydı. Bu dönemde Avrupa’da yaşanan SanayiDevrimi’nin etkileri özellikle XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibarenOsmanlı topraklarında hissedilmeye başlamıştır. Sanayi devrimi karcıesnafının faaliyetlerini yakından fakat olumsuz olarak etkilemiştir. Bunoktada karcı esnafını etkileyen en önemli unsur şüphesiz ki kar ve buzunimalindeki değişim ve bunların makineler vasıtasıyla suni olarak üretilebilirbir materyal haline gelmesi olmuştur. Bu şekilde karcı esnafı birden birekendilerini makul fiyatlarla suni kar üreten makinalar ve yüzyılın sonunadoğru da Dersaadet Buz Fabrikası ile rekabet eder bir halde bulmuşlardır.Özellikle buz fabrikasının suni olarak ürettiği kar ve buzların, esnafın teminettiklerine oranla daha sağlıklı koşullarda elde ediliyor olması, XIX. yüzyılboyunca karcı esnafının topladığı kar ve buzun devlet eliyle sağlıklı halegetirilmesi çabalarını da beraberinde getirmiştir.

1887’de üretime başlayan Dersaadet Buz Fabrikası karcı esnafınınkazancını olumsuz yönde etkilemiştir. Bunun bir sonucu olarak 1890’lıyılların başından itibaren karcı esnafı fabrikanın varlığından kaynaklanançeşitli sorunlarla karşılaşmış ve müteaddit defalar fabrikayı hükümete şikâyetetmiştir. Şikâyetlerin en başında söz konusu fabrikanın, buzun yanı sıra ucuzve bol miktarda kar sürmesi gelmekteydi. Zira fabrika üretmiş olduğu buzlarıkırdırarak suni kar imal ediyor ve bu da hem Karhane-i Amire’nin hem dekarcı esnafının ticaretine sekte vuruyordu. Bunun üzerine 1894 senesinde karve buzun satış mevsiminin başlamasıyla birlikte karcı esnafı fabrikanınimtiyaz sözleşmesinde yalnızca buz imalinin yer aldığı ve kar üretimindenbahsedilmediği gerekçesiyle hükümete yeniden şikâyette bulundu58.

Şikâyetler üzerine Ticaret ve Nafia Nezareti, fabrikanın kırmak veyaezmek suretiyle satmakta olduğu kar numunelerini inceletmiş ve neticededoğal kar ile bunların arasında fark olmadığına karar vermiştir. Bunun üzerine

57 Ergin, age., c. 8, s. 4293.58 Karcı esnafının şikayetleri Haziran ve Temmuz ayları boyunca devam etmiştir. BOA, ŞD,

1201-16, Lef 4.

BURCU KURT

158 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 145-167

nezaret, Karhane-i Amire İdaresi ve karcı esnafının çıkarlarının zedelenme-mesi için suni kar üretimine son verilmesi gerektiği üzerinde durmuştur59.Fakat yapılan hukuki incelemelerde Dersaadet Buz Fabrikası’nın imtiyazsözleşmesi gereğince kar imal edebileceğine kanaat getirilmiş ve son kertedekarcı esnafının talepleri reddedilmiştir60.

Karcı esnafının bu süreçte bir diğer şikâyeti de Dersaadet BuzFabrikası’nın ilave fabrikalar kurarak buzun satışını tekeli altına almagirişimiyle ilgilidir. Karcı esnafı bunun için de 1899 senesi Mart’ındahükümete başvurmuş ve fabrikanın İstinye’nin yanı sıra Feriköy ve Fener’dede fabrikalar inşa ederek buzun satışını tekeli altına almaya çalıştığını iddiaetmiştir. Fakat yapılan sözleşme ile Dersaadet Buz Fabrikası’na, Dersaadet veBilad-ı Selase dahilinde fabrikalar kurma ve istediği yerde mağazalar açarakbuz satabilme imtiyazı tanındığından, karcı esnafının bu şikayeti de karşılıkbulamamıştır61.

Dersaadet Buz Fabrikası’nın imalata geçişinin akabinde karcı esnafınınkarşılaştığı en büyük sorun ise, kuyulara doldurularak elde edilen kar ve buzunŞehremaneti tarafından sağlıklı hale getirilmesi çabaları olmuştur. Fabrika,üretime geçtiği 1887 senesinde, Şehremaneti, Dersaadet ve Bilad-ı Selase’debulunan karcı esnafını temiz kar doldurup satmaya mecbur etmek üzere, tamda kar kuyularının doldurulma dönemi olan Kasım ayında bir talimatnamehazırlamıştır62. Şehremaneti tarafından hazırlanan talimatnameye göre şehiriçerisinde; mahalle aralarındaki arsalarda, mezarlık alanlarında ve evlerinbahçelerinde kar kuyusu açılması ve buralarda kar doldurulması yasaklan-mıştı. Yeniden açılacak kar kuyuları şehrin dışında, iskândan uzak ve hayvanotlatılmayan mevkilerde olacak ve bunlar belediye daireleri tarafındanmuayene edilecekti. Kuyuların doldurulması esnasında karların toplandığıyerlerin sıhhati ve doldurulan karların temiz olup olmadığı belediye daireleritarafından kontrol edilecek ve ancak temiz kar doldurduğu tespit edilenlerinKarhane-i Amire’ye vermekle yükümlü oldukları vergi kabul edilerek ruhsatverilecekti. Bunun yanı sıra talimatnamede doldurulan karın muhafazası içinkar kuyularının üzerine dökülen samanın her sene yenisiyle değiştirilmesişartı da yer almaktaydı. Bir önceki sene kullanılmış olan samanlarınkurutularak yeniden kullanılması söz konusu talimatname ile kesinlikleyasaklanmıştı. Ayrıca karların temiz kalması ve içlerine yabancı madde

59 Aynı vesika, Lef 2.60 Aynı vesika, Lef 1.61 BOA, BEO, 1445-108325, Lef 2.62 BOA, ŞD, 729-14, Lef 1.

KAR VE BUZ TEMİNİNDE MODERNLEŞME VE XIX. YÜZYIL İSTANBUL’UNDA KARCI

ESNAFI

159Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 145-167

girmemesi için kuyuların üzerinin tamamen kapalı olması zorunluluğugetirilmişti. Bahsedilen kurallara uygun olmayan kar kuyularına kar satışı içinruhsat verilmeyeceği gibi bu tarz kuyuları dolduranlara para cezasıuygulanacaktı63. Söz konusu talimatname hayata geçirilerek sonraki yıllardada sıkı bir şekilde uygulanmış ve kar kuyuları kontrol altında tutulmuştur64.

Talimatnamenin uygulamaya konulmasından yaklaşık on sene sonraSaray Kimyageri Charles Bonkowski, İstanbul suları üzerinde bir çalışmayapmakla görevlendirilmiş ve şehirde kullanılan çeşitli kar ve buzlarınkimyasal, mikroskobik, bakterioskobik analizini yapmıştı. 1889 tarihli rapor-da İstanbul ve civarından gelen kar ve buz örneklerinde zararlı maddelerinyanı sıra birçok mikrop tespit edilmiş ve sonuçlar Berlin İmparatorluk HijyenEnstitüsü tarafından da onaylanmıştı. Aynı araştırmada Dersaadet BuzFabrikası tarafından Terkos gölünden sağlanan su ile elde edilen suni buzunmikrop taşımadığı ve temiz olduğu ifade edilmişti65.

Bonkowski Paşa tarafından yapılan araştırmanın da etkisiyle Şehrema-neti, 1887 tarihli talimatnamenin yetersizliğine kanaat getirerek karcıesnafından, klasik yöntemlerle temin edilen kar ve buzun sağlıklı olması içinyeni düzenlemelere gitmesini talep etmiştir. Bu durum 1897 sonrasında karcıesnafı ile Şehremaneti arasında kuyulara doldurulan karın hijyen esaslarınagöre düzenlenmesi konusunda ciddi anlaşmazlıklar yaşanmasına sebepolmuştur.

Karcı esnafı 1897 senesinde, kar doldurma mevsimi olan Kasım ayındahükümete başvuruda bulunarak temizliği ve hijyeni belediye tarafındanonaylanmış olan kuyulara kar doldurulmasının belediye tarafındanyasaklandığını şikâyet etmiştir. Tam ruhsatını aldıkları kuyularını doldurmayabaşlayacakları sırada söz konusu yasakla karşılaşan esnaf, açık ve yüksekalanlarda bulunan kuyularına eskiden olduğu gibi kar doldurmalarına izinverilmesini talep etmiştir66. Karcı esnafının şikâyetleri Sadaret’e ulaştırılmışve Sadaret, yasağın devam etmesi durumunda yaz mevsiminde kar ve buz

63 Bu talimatname kurallarını uygulamaya karcı esnafı mecbur olduğu gibi Karhane İdaresi desorumlu tutulmuştu. Aynı vesika, Lef 2.

64 BOA, ŞD, 793-26, Lef 4.65 Çubukçu, Değer, agm., s. 29; Feza Günergün, “XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Osmanlı

Kimyager-Eczacı Bonkowski Paşa (1841-1905)”, I. Türk Tıp Tarihi Kongresi Bildirileri,Nobel Yayınları: Ankara, 1992, s.247-248. Charles Bonkowski Avrupa’da bir çok sıhhiye vehijyen kongresine katılmış, 1892 senesinde “Dersaadet ve bilumum vilayat-ı şahane hıfz-ısıhha sermüfettişi” olarak atanmış ve bir çok Anadolu kentinde koleranın yayılmasınıönlemek üzere görevlerde bulunmuştur.

66 BOA, ŞD, 793-26, Lef 4, 6.

BURCU KURT

160 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 145-167

fiyatlarının artacağına, bunun yanı sıra kar doldurarak geçimlerini temin edenesnafın da mağdur olacağına dikkat çekerek, Şehremaneti’nden düzenlemeningözden geçirilmesini istemiştir67.

Hükümetin görüşüne rağmen Şehremaneti, kendisine bağlı HıfzıssıhhaKomisyonu ile Bakterioloji-i Şahane Müdürü Maurice Nicolle’ün raporlarınaistinaden yasağı ısrarla savunmuştur. Zira komisyon raporunda, kuyularadoldurulan karların dış etkenlerden korunmaları için üzerlerinin gübre ileörtülmekte olduğu ve bu yolla karlara toprak, mikrop ve sayısız zararlı maddekarıştığı belirtilmiştir. Mösyö Nicolle68 tarafından yazılan raporda ise, karkuyularında bekletilen karların dahilen kullanımlarının mümkün olamayacağıifade edilmiştir. Nicolle, bu tür karların ancak haricen kullanılabileceğinibelirtmekle birlikte, bu durumu halka izah etmenin güçlüğünü hesaba katarak,kuyulardan temin edilen karların satışının yasaklanmasını zaruri ve tek çıkışyolu olarak göstermiştir. Şehremaneti, iki raporun ortaya koyduğu mahzurlar-dan hareketle aldığı kararın geçen seneden itibaren belediye dairelerinebildirildiğini, fakat kış ayından doldurulmuş olan karların ziyan olmaması içinbunların satışına geçici olarak izin verildiğini ifade etmiş; söz konusu yasağınbundan sonraki süreç için uygulanmasının mümkün olduğunu belirtmiştir.Şehremaneti’ne göre soruna bulunabilecek tek çare, karcı esnafının bundansonra satacakları karları Katırlı dağından veya Dersaadet civarındakidağlardan getirmeleriydi69.

Şehremaneti’nin ısrarlı tutumu ve bu tutumun Maurice Nicolle’ünraporundan kaynaklandığının haber alınması karcı esnafının yeniden hükü-mete şikâyette bulunmasına neden olmuştur70. Bu yolda merkeze gönderilmişşikâyet dilekçeleri arasında 13 Aralık 1897 tarihinde “umum karcı esnafı”tarafından Şura-yı Devlet’e gönderilen arzuhal hem içerik hem de üslupaçısından son derece dikkat çekicidir. Karcı esnafı, söz konusu arzuhaliŞehremaneti’nin itirazlarına bir cevap olarak kaleme almıştır. Esnaf öncelikle,kuyulara doldurulan karın mikroplu olduğu iddialarına yanıt vermiş ve karınsıfır derecenin altında bir soğukluğa sahip olduğunun altını çizerek

67 BOA, BEO, 1043-78200, Lef 1.68 Bakteriolojihane-i Şahane 1894 senesinde açılmış ve müdürlüğüne Fransa’daki Pasteur

Enstitüsü’nden getirtilen Maurice Nicolle atanmıştır. Ekrem Kadri Unat, Osmanlıİmparatorluğunda Bakterioloji ve Viroloji, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi:İstanbul, 1970, s.41. Maurice Nicolle hakkında detaylı bilgi için ayrıca bk. age., s. 47-48.

69 BOA, ŞD, 793-26, Lef 6, 8.70 Bu şikayetlerin ana noktasını buz fabrikasının suni buz imal etmek için kullandığı Terkos

gölü sularıyla, kuyulara doldurulan kar ve buzun sıhhatine dair karşılaştırmalar oluşturmuştur.Aynı vesika, Lef 1, 3.

KAR VE BUZ TEMİNİNDE MODERNLEŞME VE XIX. YÜZYIL İSTANBUL’UNDA KARCI

ESNAFI

161Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 145-167

mikropların bu sıcaklıkta barınmalarının mümkün olamayacağını ifadeetmiştir. Üstelik Karhane-i Amire gibi bir kurumun karcı esnafının temin ettiğikarları satın alması, esnafa göre bu karların saflığının en büyük kanıtıdır.Esnaf, kuyuların üzerinin gübre ile kaplandığı iddiasını da tamamenreddetmiştir. Zira gübrenin ısıtıcı özelliğinden dolayı karı eriteceğini bilenkarcı esnafının böyle bir yönteme başvurması zaten makul değildir. Hattaharcı esnafı, Mösyö Nicolle’un birkaç örnek kuyu üzerinde inceleme yaptığıhalde, sonuçları tüm kuyulara teşmil etmesinin bilimsel bir yaklaşımolmadığını ileri sürmüştür. İstanbul’da kuyulara kar doldurulmasına dairyasağın resmen açıklanmadığını öne süren esnaf, nihayet kendi temin ettiklerikarların sağlık açısından suni karlardan farksız olduğunu iddia etmiştir. Karcıesnafına göre, fabrikanın suni buz imal ederken kullanmış olduğu cihazlar vesuların teftişi durumunda kendileri tarafından kuyulara doldurulan karlarınaleyhine kimsenin söz söylemeye hakkı yoktur. Diğer taraftan bir önceki senebelediyenin karcı esnafının kuyularında incelemelerde bulunduğunu ve bukarların temizliğini basın yoluyla halka duyurduğunu da hatırlatan karcıesnafı, belediyenin kamu sağlığını tehlikeye atacak bir harekette bulunma-sının mümkün olmadığını belirtmiş ve “geçen sene eyü olan bir şey bu senefena olamayacağı aşikârdır” 71 ifadelerine yer vermiştir.

Şehremaneti ve karcı esnafı arasında yaşanan bu anlaşmazlık üzerinekonu 1897 senesi Aralık ayında Şura-yı Devlet’e havale edildi. Yapılangörüşmelerde, özellikle yaz aylarında karın zaruri ihtiyaç maddeleri arasındayer aldığını ve bu maddenin tedarikinin sağlanması ve kolaylaştırılmasının birmecburiyet olduğunu, ayrıca senelerdir geçimini bu yolla sağlayan karcıesnafının mağdur edilmemesi gerektiğini dikkate alan meclis, karcı esnafınınkorunması kaydıyla kar toplanması usulünün iyileştirilmesi gerektiğine kararverdi. Meclis, Bakteriolojihane Müdürü Mösyö Nicolle’ün görüşüne debaşvurmuştu. Nicolle, görüşünde kar kuyularını görmediğini, bununla birlikteyaptığı araştırmalarda kuyuların inşa şekliyle ilgili çekinceleri bulunduğunuifade etmişti. Müdür öncelikle, bu kuyuların alt kısmının ızgaralı ve karlarınerimesiyle ortaya çıkan atık suların birikmeden lağımlara akmasına imkânverir tarzda yapıldığını, bunun ise son derece faydalı olduğunu ifade etmişti.Öte yandan kuyuların etrafı toprak olarak bırakılmakta ve bu da dışarıdanyağmur sularının ve toprak parçalarının karlara karışmasına nedenolmaktaydı. Bu nedenle Mösyö Nicolle, kar kuyularının altının ve etrafınınçimento veya madeni levha ile kaplanması, üstlerinin ise saman veya karkeçesi ile örtülmesi gerektiğini ifade etmiş ve bu kaidelere uyulduğu takdirde

71 BOA, ŞD, 793-26, Lef 2.

BURCU KURT

162 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 145-167

kamu sağlığı açısından bir sorun kalmayacağını belirtmişti. Nicolle’üntavsiyelerinin karcı esnaf tarafından da kabul edilmesi üzerine Şura-yı Devlet,İstanbul’daki kar kuyularının bu şartlar dahilinde doldurulmasına engelolunmaması yönünde karar aldı72. Böylece iki tarafın da kaygılarını giderecekbir orta yol bulunmuş oldu.

Ancak Şura-yı Devlet’in bu kararı Şehremaneti ile karcı esnafıarasındaki sorunları çözmeye yeterli olmamıştır. Nitekim karcı esnafı Şubat1898’de, Şehremaneti’nin bir başka dayatmasının haksızlığı için yenidenhükümete başvurmuştur. Çünkü Şehremaneti, kuyuların taş duvarlarlaçevrilerek üzerlerinin çimentoyla kaplanmasını istemiştir. Esnaf ise taş duvarinşa etmek için mevsim şartlarının uygun olmadığını öne sürmüştür. Konuyuyeniden değerlendiren Şura-yı Devlet, Şehremaneti’nin talebini yerindebulmakla birlikte, esnafın mağdur olmaması için düzenlemenin bir sonrakisene hayata geçirilmesine karar vermiştir 73 . Şehremaneti, kar kuyularınınıslahı için vaktin müsait olduğu ve itirazın sadece birkaç kişiyle sınırlı olduğugerekçesiyle Şura-yı Devlet kararına karşı çıkmıştır. Hatta birkaç kişininçıkarı için kamu sağlığının tehlikeye atılamayacağını savunmuştur74. Neticedeanlaşmazlık Şehremaneti lehine sonuçlanmış ve Belediye görevlileri İstan-bul’un birçok yerinde kar kuyularının doldurulmasına engel olmuştur. Doldu-rulan kuyulara kireç dökülerek kar imha edilirken, kuyular da tahrip edil-miştir75.

Şehremaneti’nin meclis kararını hiçe sayan ısrarlı tutumu üzerine karcıesnafının hükümet nezdindeki şikâyetleri devam etti. Nihayet konu Sadaret’ehavale edilince76, Sadrazam Said Paşa anlaşmazlığa noktayı koydu. Buna göreo yıl için kuyulara kar doldurulmasına izin verilecek ve kuyuların ıslahımeselesi bir sonraki seneye ertelenecekti77.

Kar kuyularının etrafına çimento sıvanması meselesi bir sonraki senekarcı esnafı tarafından yeniden gündeme getirilmiş ve esnaf, içi çimento ilekaplanmış kuyulara koydukları karların eridiğini ve bu tarz kuyularda karınmuhafazasının mümkün olmadığını ileri sürerek eski usulde kar doldurulma-

72 BOA, BEO, 1059-79496, Lef 2.73 BOA, BEO, 1077-80726, Lef 2.74 BOA, ŞD. 795-10, Lef 2.75 Aynı vesika, Lef 1. Şehremaneti’nin bu tarz uygulamaları daha sonraki senelerde de devam

etmiş ve kimi zaman karcı esnafı tarafından bu durum mahkemelere taşınmıştır. BOA, DH.H1-68, Lef 1-2.

76 BOA, BEO. 1110-83223, Lef 2.77 Aynı vesika, Lef 1.

KAR VE BUZ TEMİNİNDE MODERNLEŞME VE XIX. YÜZYIL İSTANBUL’UNDA KARCI

ESNAFI

163Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 145-167

sına izin verilmesini talep etmişti. Esnafın talepleri üzerine konu yenidenŞura-yı Devlet’te tartışılmış fakat karcı esnafının talepleri reddedilerek dahaönce alınan kararın uygulanmaya devam edilmesi uygun görülmüştür78.

SonuçSanayi Devrimi’nin Osmanlı esnaf ve zanaatkârları, en azından

bunların büyük bir kesimi üzerindeki etkisi son derece tahrip edici olmuştur.XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı coğrafyasında yoğun elemeğine dayalı üretimin yerini makineler ve fabrikalar almıştır. XV.yüzyıldan itibaren Osmanlı gündelik hayatında önemli bir yer işgal eden karve buzun temin edilme şekli de sanayileşme sürecinden üzerine düşen payıalmıştır. Yüzyılın sonunda Dersaadet Buz Fabrikası’nın kurulmasıyla birlikte,yüzyıllardır kışın toplanarak kuyularda bekletilip yazın piyasaya sürülen karve buz, suni olarak üretilmeye başlanmış ve yılın her mevsimi piyasadabulunan bir ürün halini almıştır.

Avrupa’da yaşanan Sanayi Devrimi ve bunun getirdiği makineleşme vefabrikalaşma süreci, tüm esnaf kollarını olduğu gibi karcı esnafını da derindenetkilemiştir. İstanbul’da buz fabrikası kurulması akabinde karcı esnafı birçoksorunla karşı karşıya kalmıştır. Esnaf bir yandan Dersaadet Buz Fabrikası’nınpiyasaya sürdüğü suni kar ve buzla rekabet etmek, bir yandan da Şehremane-ti’nin koymuş olduğu yeni nizamnamelerle mücadele etmek zorundakalmıştır. Bu dönemde karcı esnafının karşılaştığı en büyük güçlük kuşkusuzŞehremaneti’nin eski usullere uygun olarak elde edilen kar ve buzu sağlıklıhale getirmek amacıyla uygulamaya koyduğu yeni sıhhi tedbirler olmuştur.

Bununla birlikte gerek bilimsel faaliyetlerin gelişmesi sonucu karınhijyen koşullarını modernleştirme çabaları, gerekse sanayileşme neticesindekarın suni bir şekilde üretilen bir madde haline gelmesi karcı esnafınıpiyasadan silememiş, tüm bu sorunlara rağmen İstanbul karcı esnafı, SanayiDevrimi sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nda varlığını devam ettirmeyibaşaran sayılı esnaf kollarından biri olmayı başarmıştır. Karcı esnafınınayakta kalmasında, XIX. yüzyılda kar ve buzun artık halkın sıklıkla tükettiğitemel bir ihtiyaç maddesi haline gelmesinin etkisi olduğu gibi, bu temelihtiyaç maddesinin halkın kolayca ve ucuz olarak ulaşabileceği bir şekildepiyasada bulunması gereğini ön planda tutan resmi kurumların payı dabüyüktür.

78 BOA, DH.MKT. 2190-32; BOA, DH.MKT. 664-3, Lef 1-2.

BURCU KURT

164 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 145-167

KAYNAKÇA

1.İrâdelerİrade Maliye (İ.ML)İrade Şura-yı Devlet (İ.ŞD)

2. Babıâlî Evrak Odası (BEO) Sadaret EvrakıBâbıâli Evrak Odası (BEO)Sadaret Mühimme Kalemi Evrakı (A.MKT. MHM)

3. Dâhiliye Nezareti EvrakıDâhiliye Nezareti Mektûbi Kalemi (DH.MKT)Dahiliye Nezareti Hukuk Kısmı (DH.H)

4. Hazine-i Hassa EvrakıHazine-i Hassa Defterleri (HH.d)

5. Şûra-yı Devlet Tasnifi (ŞD)

B. Kitap ve Makaleler

Ayar, Mesut, Osmanlı Devletinde Kolera: İstanbul Örneği (1892-1895), Kitabevi:İstanbul, 2007.

Barkan, Ömer Lütfi, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Esnaf Cemiyetleri”, İstanbulÜniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, 41/1-4 (1984), s.39-46.

Başağaoğlu, I., DEĞER, İ. Mebrure, ÇUBUKÇU, B., “İstanbul’da Kar Kuyuları veİşletmeleri Hakkında Bir Araştırma”, I. Edirne Tıp Tarihi Günleri Kongresi,Trakya Üniversitesi Matbaası: Edirne, 2001, s.131-136.

Bilgin, Arif, Osmanlı Saray Mutfağı 1453-1650, Kitabevi: İstanbul, 2004.

-------------------, Osmanlı Taşrasında Bir Maliye Kurumu: Bursa Hassa HarçEminliği, Kitabevi: İstanbul, 2006.

Çiftçi, Cafer, Osmanlı Döneminde Mudanya İskelesi ve Gümrüğü, Bursa BüyükşehirBelediyesi Kültür A.Ş:.Bursa, 2012.

-------------------, “Osmanlı Döneminde İstanbul’un İaşesinde Bursa’nın Rolü”,Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi (OTAM), 16 (2004),s.153-171.

KAR VE BUZ TEMİNİNDE MODERNLEŞME VE XIX. YÜZYIL İSTANBUL’UNDA KARCI

ESNAFI

165Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 145-167

Clark, Edward C., “Osmanlı Sanayi Devrimi”, Tanzimat Değişim Sürecinde Osmanlıİmparatorluğu, Phoenix Yayınevi: Ankara, 2006, s.467-480.

Çubukçu, Bayhan-Mebrure Değer, “İstanbul’da Osmanlı İmparatorluğu DönemindeSaraya Buz ve Kar Sağlanması”, Türk Dünyası Tarih ve Kültür Dergisi, 218(2010), s.27-30.

Demirel, Ömer, “Osmanlı Esnafı (1750-1850)”, Türkler, c.14, Yeni TürkiyeYayınları: Ankara, 2002, s. 255- 259.

Demirtaş, Mehmet, Osmanlı Esnafında Suç ve Ceza, Birleşik Kitabevi: Ankara, 2010.

-------------------, Osmanlıda Fırıncılık, Kitap Yayınevi: İstanbul, 2008.

Ergenç, Özer, “Osmanlılarda Esnaf ve Devlet İlişkileri”, Tarihte Türk Devletleri II,Ankara Üniversitesi Rektörlüğü: Ankara, 1987, s.627-631.

Ergin, Osman Nuri, Mecelle-i Umur-i Belediyye, c. 4, İstanbul Büyükşehir BelediyesiKültür İşleri Daire Başkanlığı: İstanbul, 1995.

-------------------, Mecelle-i Umur-ı Belediye, c. 8, İstanbul Büyükşehir BelediyesiKültür İşleri Daire Başkanlığı: İstanbul, 1995.

Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi: İstanbul: Topkapı Sarayı Bağdat 304Yazmasının Transkripsiyonu Dizini (hzl. Orhan Şaik Gökyay), c. 1, Yapı veKredi Bankası: İstanbul, 1996.

Evren, Burçak, Osmanlı Esnafı, Doğan Kitapçılık: İstanbul, 1999.

Genç, Mehmet, Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi, Ötüken Neşriyat:İstanbul, 2000.

Giz, Adnan, “Islah-ı Sanayi Komisyonu”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e TürkiyeAnsiklopedisi, c. 5, İletişim Yayınları: İstanbul, 1985, s.1360-1362.

Gözcü, Alev-Eren AKÇİÇEK,, “Osmanlı Mutfağında Kar ve Buz”, I. Türk MutfakKültürü Sempozyumu (hzl. Arif Bilgin-Özge Samancı), Bilecik Şeyh EdebaliÜniversitesi: Bilecik, 2012, s.268-298.

Günergün, Feza, “XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Osmanlı Kimyager EczacıBonkowski Paşa (1841-1905)”, I. Türk Tıp Tarihi Kongresi Bildirileri, NobelYayınları: Ankara, 1992, s. 229-252.

İnalcık, Halil, “Osmanlı Metrolojisine Giriş”, Türk Dünyası Araştırmaları, 73 (1991),s.21-50.

Işın, Mary Priscilla, Gülbeşeker Türk Tatlıları Tarihi, Yapı Kredi Yayınları: İstanbul,2008.

BURCU KURT

166 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak< 2015, s. 145-167

İstanbul Ahkam Defterleri: İstanbul Esnaf Tarihi (yay hzl. Ahmet Tabakoğlu), C.1,İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı İstanbulAraştırmaları Merkezi: İstanbul, 1997.

Kala, Ahmet, “Esnaf”, DİA, C.11, Türkiye Diyanet Vakfı: Ankara, 1995, ss. 423-430.

-------------------, “Lonca”, DİA, C.27, Türkiye Diyanet Vakfı: Ankara, 2003, s. 211-212.

Kaplanoğlu, Raif, “Saraya Tat Taşıyan Bursalı Aile: Buzcular”, Bursa Araştırmaları,1 (2003), s.51-54.

Keyder, Çağlar, “Osmanlı İmparatorluğu’nda XVIII. ve XIX. Yüzyıllarda İmalatSanayii”, Osmanlı, c. 3, Yeni Türkiye Yayınları: Ankara, 1999, s. 269-278.

Kömürciyan, Eremya Çelebi, İstanbul Tarihi: XVII. Asırda İstanbul, Eren Yayıncılık:İstanbul, 1988.

Kurt, Burcu, “Buz Temininde Sanayileşme ve Osmanlı İmparatorluğu’nda KurulanBuz Fabrikaları”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve UygulamaMerkezi Dergisi (OTAM), 30 (2011), s. 73-98.

-------------------, “Osmanlı Sosyal Hayatında Yenileşmeye Bir Örnek: Buz TeminindeModernleşme ve Dersaadet Buz Fabrikası”, Tarih Boyunca YenileşmeHareketleri, Kitabevi: İstanbul, 2014, s. 43-50.

Kutlu, Sacit, “İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Esnaf Örgütleri”, Osmanlı’danCumhuriyet’e Esnaf ve Ticaret (der. Fatmagül Demirel), Tarih Vakfı YurtYayınları: İstanbul, 2012, s.143-160.

Martal, Abdullah, Belgelerle Osmanlı Döneminde İzmir, Yazıt Yayıncılık: Ankara,2007.

Nazır, Bayram, Dersaadet’te Ticaret, İstanbul Ticaret Odası: İstanbul, 2011.

Önsoy, Rıfat, “Tanzimat Dönemi Sanayileşme Politikası”, H.Ü. Edebiyat FakültesiDergisi, 2/2 (1984), s. 5-12.

Özcan, Gökçe, İstanbul Bab Mahkemesi 149 No’lu Şeriyye Sicili Defterine Göreİstanbul’da Sosyal Hayat, Marmara Üniversitesi İlahiyat Anabilim DalıYayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2003.

Özcan, Tahsin,, Fetvalar Işığında Osmanlı Esnafı, Kitabevi: İstanbul, 2003.

Pedro’nun Zorunlu İstanbul Seyahati: 16. Yüzyıl’da Türkler’e Esir Düşen Birİspanyol’un Anıları (çev. Fuat Carım), Güncel Yayıncılık: İstanbul, 1996.

Quataert, Donald, Osmanlı Devleti’nde Avrupa İktisadi Yayılımı ve Direniş (1881-1908), Yurt Yayınevi: Ankara, 1987.

KAR VE BUZ TEMİNİNDE MODERNLEŞME VE XIX. YÜZYIL İSTANBUL’UNDA KARCI

ESNAFI

167Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 145-167

-------------------, Sanayi Devrimi Çağında Osmanlı İmalat Sektörü, İletişim Yayınları:İstanbul, 2011.

-------------------, Manufacturing and Technology Transfer in the Ottoman Empire(1800- 1914), The Isis Press: İstanbul, 1992.

Samancı, Özge, “Kar, Şerbet ve Dondurma”, Yemek ve Kültür, 9 (2007), s.146-150.

Sarıyıldız, Gülden, Karantina Teşkilatının Kuruluşu ve Faaliyetleri (1838 - 1876),İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek LisansTezi, İstanbul 1986.

-------------------, Hicaz Karantina Teşkilatı: 1865-1914, Türk Tarih Kurumu: Ankara,1996.

Schweigger, Salomon, Sultanlar Kentine Yolculuk (1578-1581), Kitap Yayınevi:İstanbul, 2004.

Seyitdanlıoğlu, Mehmet “Tanzimat Dönemi Osmanlı Sanayii (1839-1876)”, A.Ü.Tarih Araştırmaları Dergisi,28/46 (2009), s. 53-69.

Terzi, Arzu T., Hazine-i Hassa Nezareti, Türk Tarih Kurumu: Ankara, 2000.

Toprak, Zafer, “Tanzimat’ta Osmanlı Sanayii”, ’ ’Ansiklopedisi, C.5, İletişim Yayınları: İstanbul, 1985, s. 1345-1347.

Türkmen, Mustafa Nuri, “Osmanlı Devleti’nde Saray İhtiyaçlarının Karşılanması:Kar ve Buz Temini”, Gazi Akademik Bakış Dergisi, 4/8 (2011), s. 209-213.

Unat, Ekrem Kadri, Osmanlı İmparatorluğunda Bakterioloji ve Viroloji, İstanbulÜniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi: İstanbul, 1970.

Walsh, R., A Residence at Constantinople: Greek and Turkish Revolutions, V.2,Richard Bentley and Son: London, 1838.

White, Charles, Three Years in Constantinople or, Domestic Manners of the Turks in1844, V.2, Henry Colburn: London, 1846.

Yıldız, Hakan, “Osmanlı Seferlerinde Gıda Tedarik Organizasyonu ve OrdununBeslenmesi”, Yemek ve Kültür, 9 (2007), s. 92-100.

Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 169-187

TÜRKÇE VE BOŞNAKÇA İSİMLERDE ÇOKLUĞUNKULLANIMI VE BUNLARIN TÜRKÇE

ÖĞRETİMİNE ETKİLERİ*

Meryem ARSLAN**

ÖZ: Bu makale, Türkçe ve Boşnakça isimlerde çokluk kategorisinin yapılanması ve bunlarınTürkçe öğretimine etkileri konusunda hazırlanmıştır. Çalışmada, cinslik kategorisine sahipolmayan Türkçe ile bu kategoriye sahip Boşnakça, çokluk kullanımları açısındankarşılaştırılmaktadır. İsimlerin çokluk yapılması ile ilgili karşılaştırmalara dayanan buyazıda, Boşnakçadaki çokluk yapılanması, sayı sıfatları, kişi zamirleri ve isimlerin tekrarıylaoluşan ikilemeler bağlamında ele alınmaktadır. Bilindiği gibi Boşnaklarla Türkler arasındageçmişten bugüne hem ticarî hem kültürel hem de aynı dinin paylaşmanın getirdiği yakınlıklarbulunmaktadır. Başka bir deyişle, iki ülke ve insanları arasında yoğun etkileşim ve iletişim sözkonusudur. Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, bu çalışma, Bosna-Hersek’te biryanda Türkçe öğrenimi bir yanda da Türkçenin öğretilmesi çalışmalarına katkı sağlamayıamaçlamaktadır.

Anahtar Sözcükler: Yabancı dilin öğrenilmesi, yabancı dil olarak Türkçe öğretimi veöğrenimi, çokluk şekilleri, Türkçe, Boşnakça

THE USAGE OF PLURAL SUFFIX IN TURKISH-BOSNIANNOUNS AND THEIR EFFECTS ON TURKISH

LANGUAGE TEACHING

ABSTRACT: This study is conducted in order to examine the structure of plural suffixcategory in Bosnian and Turkish nouns and their effects on Turkish Language teaching. Thisstudy compares Turkish Language, which doesn’t have the category of common nouns andBosnian Language, which has this category in terms of the usage of plural suffix. In this articlebased on the comparisons regarding the plural suffix of nouns, the plural suffix in BosnianLanguage is examined in terms of numeral adjectives, personal pronouns and reduplicationswhich consist of the repetitions of nouns. As is known, there are connections between Bosniansand Turks by means of sharing commerce, culture and same religion. In other words, there is an

* Bu çalışma, 2010 yılında 01-03 Temmuz 2010 yılında İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi’ndeyapılan III. Uluslararası Türkçenin Eğitimi-Öğretimi Kurultayı’nda bildiri olaraksunulmuştur.

** Dr., [email protected].

MERYEM ARSLAN

170 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 169- 187

intense interaction and communication between the two countries and their people as well. Givenall these, this study aims to contribute to the studies on learning and teaching Turkish Languagein Bosnia and Herzegovina.

Keywords: Learning foreign language, Teaching and learning Turkish as a foreign language,Turkish, Bosnian.

GirişGiderek küreselleşen dünyada daha fazla birlikte yaşamak zorunda

kalan insanlar, eğitim başta olmak üzere, iş, göç gibi çeşitli nedenlerle ikincidile ihtiyaç hissederler. Bu durum, ikinci dili öğreten ve öğrenenlerin de kendibilgileri, yöntemleri ve yaklaşımlarını sürekli gözden geçirme gereğinidoğurmaktadır. İkinci dilin nasıl öğretileceği, ne kadar öğretileceği,yanlışların ne zaman düzeltileceği, yazı çalışmalarının nasıl yapılacağı gibipek çok soru cevaplandırılmayı bekleyen dinamik sorulardır. Şimdiye kadaryapılan çalışmalardan anlaşıldığına göre, ikinci dil öğreniminin tek biryöntemi bulunmamaktadır. Pek çok yöntemi kapsayan dil öğretim sürecinde,dil öğreten kişi uygun gördüğü duruma göre çeşitli yöntemlerdenyararlanabilir.

Dil öğretim sürecinde hangi yöntem kullanılırsa kullanılsın, ikinci diliöğrenen kişiler, bilinçli veya bilinçsiz olarak doğal dillerinden yararlanır,ikinci dili, doğal dilleriyle karşılaştırırlar. Aynı karşılaştırma, ikinci diliöğreten kişiler tarafından da yapılmaktadır. Karşılaştırma çalışmalarınınverimli olabilmesi için çalışmacıların her iki dile hâkim olması gerekir. Dilöğrenim sürecini hızlandırmak ve verimli hale getirebilmek için bilimselyöntemlerle yapılacak karşılaştırma çalışmalarının artması gerekmektedir.

Türk halkının kültürel, tarihî ve ticari yönden etkili bir iletişim içindebulunduğu Bosna-Hersek’te Türkçe ikinci dil olarak popüler kurslardanakademik ortamlara kadar çeşitli düzlemlerde öğretilmektedir. Bu ülkedeki,Türkçe öğretimi çalışmalarında iki dilin karşılaştırılmasıyla elde edileceksonuçlara ihtiyaç bulunmaktadır. Bu çalışmada, sözü edilen ihtiyaca bir katkısağlamak amacıyla, Türkçe ve Boşnakça isimler çoğul kategorilerininyapılanması yönünden karşılaştırılacaktır.

Boşnakçanın dişil, eril ve nötr isimlere sahip olması, ismin hallerinde,sayılarda, fiil çekiminde, sözü edilen üç isim türüne göre farklı çoklukşekillerinin kullanılması, Boşnakçadaki çoğul kategorisinin yapılandırılma-sını çeşitlendirmektedir. Bu çeşitlilik anlatımda ve karşılaştırmada güçlükçıkaracağından konunun sınırlandırılması yoluna gidilmiştir.

TÜRKÇE VE BOŞNAKÇA İSİMLERDE ÇOKLUĞUN KULLANIMI VE BUNLARIN

TÜRKÇE ÖĞRETİMİNE ETKİLERİ

171Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 169-187

İncelemeTürkçe, biçimbilgisel olarak sondan eklemeli bir dildir. Birkaç örnek

dışında çekim ekleri yapım eklerinden sonra gelmektedir. Yine Türkçedebiyolojik ayrımları gösteren gerçek cinsiyet ayrımları bulunmaktayken, cansızvarlıklara uygulanan gramatikal cinsiyet Türkçede bulunmamaktadır.

Türkçe isimler, varlıkların tek ve çok olmasına göre özel (Ayşe,Mehmet, Denizli, Türkiye, İngilizce gibi.) ve cins isimler (kuş, ağaç, kalemgibi.); beş duyu ile algılanıp algılanmamasına göre soyut (mutluluk, huzur,sinirlilik, ruh) ve somut (taş, ağaç, su, kalem) altında incelenmektedir. Ayrıca,Türkçede dilbilgisel olarak tekil görünümlü olmasına rağmen kavramsalolarak çoğula gönderme yapan isimler de topluluk ismi olarakadlandırılmaktadır. Bunların yanında isimleri yapısına göre incelemek demümkündür.

Boşnakça, cinslik özelliğine sahip bir dildir. Boşnakçadaki isimler,sıfatlar, cümleler, tamlamalar, çoğullar, zamirler bu durumdanetkilenmektedir. Boşnakçadaki isimler cinsliklerine veya isimlerin genitifhalindeyken aldıkları eklere göre adlandırılmaktadır. Cinsliklerine göre eril(Boşnakçada muškog roda; İngilizcede masculine), dişil (Boşnakçada ženskogroda; İngilizcede feminine) ve nötr (Boşnakçada srednjeg roda; İngilizcedeneuter) şeklinde üç gruba ayrılır. İsimler genitif eklerine göre ise –a çeşidi, -eçeşidi ve –i çeşidi olarak üçe ayrılır. Buna göre eril ve nötr isimler genitifhalde –a ünlüsünü aldıkları için –a çeşidi; dişil isimler genitif halde –eünlüsünü aldıkları için –e çeşidi isimler; dişil isimlerden sayılan bir grup isimgenitif halde –i ünlüsünü aldığı için –i çeşidi isimler olarak adlandırılır.

İsimlerin cinslik durumu yani eril, dişil ve nötr durumları temelde işaretsıfatı olan taj, ta, to (“bu” anlamında) sözcüklerinin kullanımıyla belirlenir:Eril isimlerden önce taj, dişil isimlerden önce ta, nötr sözcüklerden önce toşeklinde kullanılır: Taj jezik, ta žena, to selo, taj cvijet, ta kost, to tele gibi.Bunların yanında sözcüklerin cinsini belirlemek için sesbirimlerden deyararlanılmaktadır: Eril sözcüklerin yalın hali istisnalar dışında ünsüzlerlebiter. Dişil sözcüklerin yalın halinde, ismin sonunda -a ünlüsü bulunmaktadır.Nötr sözcüklerin yalın hallerinde ise, sözcük sonunda –e veya –o ünlüleribulunur. Buna göre:

a) Jezik (dil), grad (şehir), sin (oğul), sat (saat) ünsüzlerle bittiği içineril isimlerdir. Bunun dışında –e, -a ve –o ile bitmesine rağmen eril kabuledilen sözcükler de vardır. Bunlar dilde istisnalar olarak kabul edilmektedir.Auto (Araba < autobus), aga, sto (masa < stool), atelje (atölye), Alija (özelisim) eril sözcüklerdendir.

MERYEM ARSLAN

172 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 169- 187

b) Knjiga (kitap), žena (kadın), Emina (özel isim), voda (su) –a ünlüsüile bittiği için dişil sözcüklerdendir. Bunun yanında ünsüzlerle ve –o ile bitenisimlerin bazıları da dişil isimler olarak kabul edilir. Buna göre kost (kemik),ljubav (aşk), soo (tuz < sol) dişil sözcüklerdendir ( Dževad, 2002: 190).

c) Selo (köy), jezero (göl), jaje (yumurta), oko (göz), djete (çocuk) –oveya –e ünlüleri ile bittiği için nötr sözcüklerdendir.

Bu durum şu şekilde tablolaştırılabilir:

İsim Çeşitleri İsimlerin Sonu Tekil ve Yalın HaldekiÖrnekleri

Eril sözcükler Genellikle ünsüzle biter. zub, gradDişil sözcükler -a voda, ženaNötr sözcükler -o ili -e selo, more-i çeşidi sözcükler(dişilsözcüklerin bir çeşidi)

Ünsüzle biter, ama istisnaolarak –i değişikliğine uğrar kost, noć

Boşnakçada, fenomen, varlık ve nesneleri anlatmak için kullanılanisimler, sözcük çeşitleri içerisinde büyük bir alana sahiptir. İsimler renkisimlerinden coğrafî isimlere, nesne isimlerinden sanat dallarına kadar genişbir yelpazede çeşitlenmektedir. Bu çeşitler beş duyu ile algılanıpalgılanmamasına göre somut (Boşnakçada: konkretne, stvarne, predmetne) vesoyut isimler (Boşnakçada: apstraktne, nestvarne, mislene); belli bir varlığaad olup olmaması yönüyle özel (Boşnakçada: Vlastite imenice, osobne,imena) ve cins isimler (Boşnakçada:opće imenice, zajedničke imenice) olarakadlandırılır. Dilbilgisel olarak tekil görünümlü olmasına rağmen kavramsalolarak çoğula gönderme yapan isimler de topluluk isimleri (Boşnakçada:Zbirne (Kolektivne) imenice) olarak ifade edilmektedir. Kuća (ev), majka(anne), lišće (yaprak) somut isimlere; ljepota (güzellik), tuga (hüzün), sreća(mutluluk), ljutna (sinirlilik), dobrota (iyilik) soyut isimlere; Tuzlanka, Amina,Merima, Evropa, Mars özel isimlere; otac, majka, nana, sin, kamen(taş),knjiga (kitap), vjetar (rüzgar) cins isimlere; djeća (çocuklar), momčād(takım), janjād (kuzular), cvijeće (çiçekler), lišće (yapraklar), kamenje(taşlar) sayılabilen topluluk isimlerine; voda (su), snijeg (kar), mermer, zlato(altın), brasno (un) madde isimlerine örnek olarak göserilebilir. Bununyanında, Boşnakça gramere göre bazı isimleri hem soyut hem de somutşekilde düşünmek mümkündür. Bunlar arasındaki sınır kesin olarak bellideğildir. Pleme (kabile, soy), narod (millet), država (devlet) bu türisimlerdendir.

TÜRKÇE VE BOŞNAKÇA İSİMLERDE ÇOKLUĞUN KULLANIMI VE BUNLARIN

TÜRKÇE ÖĞRETİMİNE ETKİLERİ

173Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 169-187

Türkçe ve Boşnakça İsimlerde Çokluka) Türkçe İsimlerde Çokluk1

Türkçede çokluk kategorisini karşılamak üzere asıl olarakbiçimbillgisel bir yol kullanılmaktadır: -lar, -ler eki. Bunun yanında çokluğunifadesi için başka bazı yollar da vardır. Türkçede bazı sıfatlarla ve zamirlerle(birçok kişi, birçoğu, bazı öğretmenler, bazısı, ben-biz, sen-siz gibi) ikilemeler(kapı kapı gezmek = çok kapı gezmek =kapılar gezmek gibi) sayılarla daçokluk ifade edilebilmektedir. Ancak Türkçede –lar eki her zaman çoklukbildirmemektedir; bundan başka işlevleri de bulunmaktadır. Bu işlevler şöylesıralanabilir:

Topluluk, aile, millet adları yapmak; bir dine ve gruba mensupolma durumlarını göstermek: Tolgalar, Güldenler, Sırplar, Ruslar,Osmanlılar, Abbasîler, Musevîler, Budistler, Servet-i Fünuncular, BeşHececiler gibi.

Bir şahsın bağlı olduğu aileyi, bir çevreyi göstermek, benzetmebildirmek: Hacı Bektaşlar, Fuzulîler, Yunus Emreler, Yakup Kadriler, gibi.

Çokluk anlamı taşıyan cins adlarında anlam güçlendirmek: Gökler,aylar, güneşler, topraklar, yerler gibi.

Kişi ve kurumlar topluluğunu bildirmek: Şoförler Derneği, İşçiSendikaları Konfederasyonu, Memurlar Kooperatifi, Öğretmenler Derneğigibi.

Abartma anlamı katmak: Çocuk ateşler içinde yanıyor. /Bu aileevlatlarını ne büyük sıkıntılarla yetiştirdi, bir bilseniz./ Merhabalar efendim.gibi.

Seslenme ve ünlem durumunu sağlamak: Ordular! İlk Hedefiniz,Akdeniz’dir./ Muallimler, bayanlar baylar gibi.

Şahıs ve unvanlarla yer adı türetmek: Hacılar Köyü, AydınlarKöyü, Kocaaliler Köyü gibi.

Tür adları ve aile oluşturan tür adları oluşturmak: Turunçgiller,baklagiller, sürüngenler gibi.

İkilemeler yapmak: Günler günü, güzeller güzeli, aylar ve aylargibi.

Saygı ve nezaket bildirmek: 2. Tekil şahıs için: Sizler öncebuyurunuz. / Sizler önce geçiniz. gibi.

1 Bu bölüm için “Korkmaz, Z. (2003). Türkiye Türkçesi Grameri (Şekil Bilgisi), Türk DilKurumu Yayınları.Ankara; Ergin, M. (1997). Türk Dil Bilgisi, İstanbul, Bayrak Yayınları;Lewis, G.L. (1975). Turkish Grammar, Oxford; İlhan, N. Türk Dilinde Çokluk, Elazığ, ManasYayıncılık.” adlı çalışmalardan yararlanılmıştır.

MERYEM ARSLAN

174 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 169- 187

Deyimlerle kalıplaşarak kullanılmak: iyi günler, iyi geceler/dünyalar kadar iş gibi.

Türkiye Türkçesinde çokluk ekinin hal ekleriyle kullanımı ise Tablo1’de görülmektedir:

Tablo 1: Türkçe Çokluk Ekinin Hal Eklerine Göre Kullanımıİsimler

Tekil ÇoğulNominatif -Ø -lar /-ler- ØGenitif -(n)ın, -(n)in, -(n)un, -(n)ün -lar-ın /-ler-inDatif -(y)a, -(y)e -lar-a, -ler-eAkuzatif -(y)ı, -(y)i, -(y)u, -(y)ü -lar-ı /-ler-iAblatif -dan, -den, -tan, -ten -lar-dan, -ler-denİnstrumental -(y)la, -(y)le, ile, n -lar-la, -ler-leLokatif -da, -de, -ta, -te -lar-da, -ler-deEşitlik Eki -ca, -ce, -ça, -çe -lar-ca, -ler-ce

b) Boşnakça İsimlerde Çokluk2

Bir nesnenin, varlığın çok olma durumu anlamına gelen çokluk,Boşnakçada množina sözcüğü ile; tekil kavramı da jednina sözcüğü ile ifadeedilmektedir. Boşnakçadaki çokluk, cinsiyet kategorisinden etkilenmektedir.Çokluk kategorisi, eril, dişil, nötr sözcüklere göre değişmektedir. Bunlara ekolarak, kural dışı çokluklar da bulunmaktadır. Kural dışı örnekleringösterilmesi çalışmanın alanını genişleteceği için, çalışmada kurallı çokluklarölçü olarak alınmıştır. Čovjek (insan)- Ljudi (insanlar); dijete (çocuk)- dijeća(çocuklar) gibi bazı örneklerle kuralsız çokluklara değinilmiştir. Bununyanında dişil bir sözcük olan krv (‘kan’ anlamında) sözcüğü gibi tekil ve çoğulşekli aynı olan sözcükler de vardır.

Boşnakçadaki cinslik özelliği isimlerin çokluk ekleriniçeşitlendirmektedir. Bundan dolayı, bu dildeki çokluk için tek bir şekilden sözedilememektedir. İsimlerin hal eklerine göre kullanımında, çokluk ekinin haleki ile birlikte kullanıldığı, hatta çokluk ekinin yapısının değiştiği, zamanzaman da yapısını kaybettiği görülmektedir.

Bazı isimlerin çokluk eki alması durumunda kökün değiştiği, zamanzaman sesbilgisel olarak değiştiği, bazı alıntı sözcüklerde yardımcı ses olarak–j- sesini aldığı görülmektedir. Yine bazı sözcüklerin çokluk ekini kökün –ov-

2 Bu bölümdeki bilgiler için “Čaušević, E., (1996). Gramatika Suvremenoga Turskog Jezika,Hrvatska Sveučilišna Naklada, Zagreb; Jahičž, D. vd (2002). Gramatika Bosanskoga Jezika,Dom Štampe, Zenica.” adlı çalışmalardan yararlanılmıştır.

TÜRKÇE VE BOŞNAKÇA İSİMLERDE ÇOKLUĞUN KULLANIMI VE BUNLARIN

TÜRKÇE ÖĞRETİMİNE ETKİLERİ

175Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 169-187

/-ev- eki ile genişledikten sonra aldığı tespit edilmiştir. Hangi sözcüklerin buşekilde genişletildiğine dair herhangi bir kuralın olmadığı belirlenmiştir.

İstisna durumlar dikkate alınmadan, Boşnakça isimlerdeki çokluğun,isim cinslerine ve hal eklerine göre kullanımları Tablo 2’de görülmektedir:

Tablo 2: Boşnakça Çokluk Eklerinin Hal Eklerine Göre Kullanımı-a çeşidi sözcükler (ErilSözcükler)

-a çeşidi sözcükler(Nötr Sözcükler)

-e çeşidi sözcükler(Dişil Sözcükler)

-i çeşidi sözcükler(Dişil sözcüklerinbir türü)

jednina(Tekil)

Množina(Çoğul)

Jednina(Tekil)

Množina(Çoğul)

Jednina(Tekil)

Množina(Çoğul)

Jednina(Tekil)

Množina(Çoğul)

Nominativ -Ø, -o/-e -(-ov/-ev)i -o/-e -a -a -e -Ø -iGenitiv -a -ā, -ÿ,-ijÿ3 -a -ā -ē -ā, -ÿ,-ī -i - īDativ -u -ima -u -ima -i -ama -i -imaAkuzativ =N=G -e -o/-e -a -u -e -Ø -iVokativ4 -e/-u,

=N-i -o/-e -e -e, -o, -a -e -Ø -i

İnstrumental5 -om/-em -ima -ōm -ama -om -ama -i /-ju -imaLokativ -u -ima -i -ama -i -ama -i -ima

Boşnakça isimlerde çokluğun hal eklerine göre kullanımıyla ilgiliörnekler ise istisnalarıyla birlikte ve olabildiğince Tablo 3'te gösterilmektedir.

Türkçe ve Boşnakçadaki İsimlerdeki Çokluk DurumununKarşılaştırılması

İsimlerdeki çokluk durumu, hal eklerine, iyelik eklerine, ikilemlerleyapılan çokluğa göre karşılaştırmalı bir şekilde gösterilecektir.

3 Genitiv ekinde –ā daha çok kullanılır; –ī,bazı sözcüklerde kullanılır : ljudi, ljudì; mjesec-mjesecī, crv-crv- ī gibi. –ijÿ ise eski bir ikili durum gösteren ektir: noktijÿ, prstijÿ.

4 Vokativ, Boşnakçada seslenme ifade ederken kullanılan bir hal ifadesidir. Bu durum Türkçedeseslenme ünlemleri ile ifade edilir. Boşnakçada isimlerdeki cinslere göre vokativ ekifarklılaşmakta ve özel ekler almaktadır.

5 İnstrumental eki, de –om veya –em eki ile yapılır. Bunların sözcüğe eklenmesinde şu kuraluygulanır: a) Damaksı olmayan seslerden sonra –om gelir: čovjekom, učenikom, jelenom,gradom, zubom. b) Sözcükler z veya s ile biterse –om gelir: obrazom, vitezom, kosom (zikzaklıgidiş), pojasom (belt: kemer). c) Damaksı sesler varsa –em gelir: mužem, mladićem, vozačem,kolačem, čajem.d) Damaksı seslerden sonra –e varsa –om gelir: ježom, krečom, vešom,padežom. e) Sözcüklerin sonunda c varsa, -em gelir: ocem, stricem, borcem, glumcem; eğerödünç sözcüklerin sonunda –c varsa ek –om olur: princom, vicom. f) Sözcüklerin sonunda –t, r, št,žd varsa –om veya –em gelebilir: put-om/ put-em /prištom/ prištem, duždom/duždemgibi. g) Sözcüğün sonunda –ar varsa –om veya –em gelebilir: gospodarom/gospodarem,pekarom/pekarem gibi. Sadece –r varsa –om gelir: darom, profesorom, pendžerom gibi. (Dževad Jahičž vd, 2002: 200-201).

MERYEM ARSLAN

176 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 169- 187

Tablo 3: Boşnakça İsimlerde Çokluğun Hal Eklerine Göre KullanımınaÖrnekler

-a çeşidisözcükler (eril

sözcükler)

-a çeşidi sözcükler(nötr sözcükler)

-e çeşidi sözcükler(dişil sözcükler)6

-i çeşidi sözcükler(dişil sözcüklerin bir türü)

jednina(tekil)

množina(çoğul)

jednina(tekil)

množina(çoğul)

jednina(tekil)

množina(çoğul)

jednina(tekil)

množina(çoğul)

Nom

inat

iv

grad-ø7

panj- øanđeo8-øčitalac- øaut-oradiojelen-øprozor- øsinsirzubbubregstudent

grad-9ov-ipanj-ev-ianđel-ičitaoc-iaut-iradiji10

jelen-iprozor-isin-ov-isir-ev-izub-ibubrez-istudent-i

dugme-ø,ime- øtelejanjemore-ømjestosrcejutrokopljeperouhokrilo

dugme-t-aime-n-a-----------mor-amjestasrc-ajutrakopljaperaušikrila

knjigasestrasmokvaapotekadjevojkamajkarijekazvijezdajabukaprilika

knjigesestresmokveapotekedjevojkemajkerijekezvijezdejabukeprilike

riječ-økost-ønoć-øokokokoškoristbojāzanradostličnost

riječ-ikost-inoć-iočikokoš-ikorīst-ībojāzn- iradost-iličnost-i

6 Dişil sözcüklerden bazılarının sadece çokluğu bulunmaktadır: hlače, novine: pantalon vegazete.Bazı dişil sözcükler de topluluk ismi şeklindedir: braća, djeća, dječurlija, gospoda.Bazı sözcükler eril ve dişil gibi hal eki alabilmektedir. Örneğin babo sözcüğü, erile göre dedişil duruma göre de çekimlenebilmektedir: babo, baba, babu veya babo, babe, babi gibi.Dişile göre çekimlenmesi genellikle Boşnakçada olmaktadır.

7 Bu tabloda kullanılan sözcüklerin anlamları sırasıyla şöyledir: grad “şehir”; panj “kütük”;anđeo “melek”; čitalac “okur”; auto “araba”; radio “radyo”; jelen “geyik”; prozor “pencere”;sin “oğul”; sir “peynir”; zub “diş”; bubreg “böbrek”; student “öğrenci”; dugme “düğme”; ime“isim”; tele “buzağı”; janje “kuzu”; more “deniz”; mjesto “yer”; srce “kalp”; jutro “sabah”;koplje “mızrak”; pero “kalem”; uho “kulak”; krilo “kanat”; knjiga “kitap”; sestra “kız”;smokva “incir”; apoteka “eczane”; djevojka “kız”; majka “anne”; rijeka “nehir”; zvijezda“yıldz”; jabuka “elma”; prilika “fırsat”; riječ “sözcük”; kost “kemik”; noć “gece”; oko “göz”;kokoš “tavuk”; korist “yarar”; bojāzan “korku”; radost “neşe”; ličnost “kişilik”.

8 -o ile biten eril sözcükler diğer hallerde iken -l alabilirler (Dževad Jahičž vd, 2002: 199).9 Çokluk eki olarak –i her zaman tek başına gelmez. Bazen araya -ov veya -ev ekini alır.

Damaksı harflerden sonra -ov, damaksı olmayan harflerden sonra -ev gelir (Dževad Jahičžvd, 2002: 201).

10 Bir sözcüğün sonunda -io varsa hal ekleri esnasında -j- sesini alır (Dževad Jahičž vd, 2002:204).

TÜRKÇE VE BOŞNAKÇA İSİMLERDE ÇOKLUĞUN KULLANIMI VE BUNLARIN

TÜRKÇE ÖĞRETİMİNE ETKİLERİ

177Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 169-187

geni

tiv

grad-apanj-aanđel-ačitaoc-aaut-aradij-ajelen-aprozor-asin-asirazubbubreg-astudent-a

grad-ov-āpanj-ēv-āanđel-āčitalac-āaut-āradij-ājelen-aprozor-āsin-ov-āsir-ev-āzub-abubreg-āstudenātā

dugme-t-aime-n-atele-t-ajanje-t-amor-amjest-asrc-ajutr-akopljaper-auhakrila

dugme-t-āime-n-ā----------mor- āmjest- āsrcājutār-ākopālj-āper-āušijūkril-ā

knjigesestresmokveapotekedjevojkēmajk-ērijek-ēzvijezd-ējabuk-ēprilik-ē

knjigāsestar-āsmokāvāapotek-ādjevoj- āk-āmajk- ī

rijek-āzvijezd-ājabuk-āprilik-ā

riječ-ikost-inoć-i---kokoš-i

koristipamēt-ibojāzn-iradost-iličnost-i

riječ- īkost- īnoć- īočijukokoš- ī/kokoš- ī-jukorīst- īpamēt- ībojāzn- īradost-īličnost- ī

Dat

iv

grad-upanj-uanđel-učitaoc-uaut-uradij-ujelen-uprozor-usin-usir-uzub-ububreg-ustudent-u

grad-ov-imapanj-ev-imaanđel-imačitaoc-imaaut-imaradij-imajelen-imaprozor-imasin-ov-imasir-ev-imazub-imabubrez-imastudent-ima

dugme-t-uime-n-utele-t-ujanje-t-umor-umjest-usrc-ujutr-ukoplj-uper-uuhukril-u

dugme-t-imaime-n-ima-------------mor-imamjest-imasrc-imajutr-imakoplj-imaper-imauš-imakril-ima

knjizisestrismokviapotec-idjevojcimajc-irijec-izvijezd-ijabuc-iprilic-i

knjigamasestr-amasmokvamaapotek-amadjovojkamamajk-amaapotek-amarijek-amazvijezd-amajabuk-amaprilik-ama

riječ-ikost-inoć-i----kokoš- ikorist-ibojāzn-iradost-iličnost-i

riječ-imakost-imanoć-imaoč-imakokoš-imakorīst-imabojāzn-imaradost-imaličnost-ima

Aku

zativ

grad- øpanj- øanđel-ačitaoc-aaut-oradi-ojelen-aprozor- øsin-asire / siruzubbubregstudenta

grad-ov-epanj-ev-eanđel-ečitaoc-eaut-eradij-ejelen-eprozor-esin-ov-esir-ev-ezubebubreg-estudente

dugme-øime- øtelejanjemoremjestosrcejutrokopljeper-ouh-okril-o

dugme-t-aime-n-a-----------moramjestasrcajutrakoplj-aperaušikrila

knjigusestr-usmokvuapotek-udjevojk-umajk-urijek-uzvijezd-ujabuk-uprilik-u

Knjigesestr-esmokveapotek-edjevojkemajk-erijek-ezvijezd-ejabuk-eprilik-e

riječ-økost- ønoć- ø----kokoškoristbojāzanradostličnost

riječ-ikost-inoć-iočikokoš- ikorīst-ibojāzn-iradost-iličnost-i

voka

tiv

grad-epanj-uanđel-ečitaoc-eaut-oradi-ojelen-eprozor-esin-esir-omzub-ebubre-ž-estudente

grad-ov-ipanj-ev-ianđel-ičitaoc-iaut-iradij-ijelen-iprozor-isin-ov-isir-ev-izub-ibubrez-istudenti

dugme-øime- øtelejanjemoremjestosrcejutrokopljeper-ouh-okril-o

dugme-t-aime-n-a----------mor-amjest-asrcajutrakopljaperaušikrila

knjigosestrosmokvoapotekodjevojkomajk-orijek-ozvijezd-ojabuk-oprilik-o

Knjigesestr-esmokveapotekedjevojkemajk-erijek-ezvijezd-ejabuk-eprilik-e

riječ-økost- ønoć- ø----kokoš- ikorist-ibojāzn-iradost-iličnost-i

riječ-ikost-inoć- iočikokoš- ikorīst-ibojāzn-imaradost-iličnost-i

MERYEM ARSLAN

178 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 169- 187

instr

umen

tal

grad-ompanj-emanđel-omčitaoc-emaut-omradij-emjelen-omprozor-omsin-omsiromzub-ombubreg-omstudentom

grad-ov-imapanj-ev-imaanđel-imačitaoc-imaaut-imaradij-imajelen-imaprozor-imasin-ov-imasir-ev-imazub-imabubrez-imastudentima

dugme-t-omime-n-omtele-t-omjanje-t-ommor-emmjest-omsrc-emjutr-omkoplj-emper-omuh-omkril-om

dugme-t-imaime-n-ima-----------mor-imamjest-imasrc-imajutr-imakoplj-imaper-imauš-imakril-ima

knjigomsestr-omsmokvomapotekomdjevojkommajk-omapotek-omrijek-omzvijezd-omjabuk-omprilik-om

Knjigamasestr-amasmokv-amaapotekamadjevojkamamajk-amaapotek-amarijek-amazvijezd-amajabuk-amaprilik-ama

riječ-i(ju)kost-inoć-i---kokoš- i(ju)korist-i /korišćubojāzn-iradost-iličnost-i

riječ-imakost-imanoć- imaoči-makokoš-imakorīst-ima

bojāzn-imaradost-imaličnost-ima

loka

tiv

grad-upanj-uanđel-učitaoc-uaut-uradij-ujelen-uprozor-usin-usiruzub-ububreg-ustudentu

grad-ov-imapanj-ev-imaanđel-imačitaoc-imaaut-imaradij-imajelen-imaprozor-imasin-ov-imasir-ev-imazub-imabubrezimastudentima

dugme-t-uime-n-utele-t-ujanje-t-umor-umjest-usrc-ujutr-ukoplj-uper-uuh-ukril-u

dugme-t-imaime-n-ima----------mor-imamjest-imasrc-imajutr-imakoplj-imaper-imauš-imakril-ima

knjizisestr-ismokviapotecidjevojc-imajc-iapotec-i

Knjigamasestr-amasmokv-amaapotek-amadjevojkamamajk-amaapotek-ama

riječ-ikost-inoć-i----kokoš- ikorist-ibojāzn-iradost-iličnost-i

riječ-imakost-imanoć-imaoč-imakokoš-imakorist-imabojāzn-imaradost-imaličnost-ima

Tablo 3’e göre, Boşnakçadaki hal kategorisi 7 çeşittir. Bunlar orijinaldilde şöyle ifade edilmektedir: Nominativ, genitiv, dativ, akuzativ, vokativ,instrumental, lokativ. Genitiv eki, tamlayan durumunu karşılamaktadır. Bazenbu ek Türkçede çıkma-ayrılma durumu denilen ablatif eki ilekarşılanmaktadır. Birine seslenme, hitap bildiren vokativ hal bildiren şekilTürkçede hal ekleri içerisinde işlenmemektedir. Sözcüğün hal bildirenşekilleri, eril, dişil ve nötr şekillere ve sözcüklerin teklik ve çokluklarına görefarklılıklar sergilemektedir.

Boşnakçadaki isimler eril, dişil, nötr ve –i çeşidi olmak üzere dörtçeşide ayrılmaktadır. Boşnakça isimlerin yalın şeklinde dört çeşit çoklukbulunmaktadır. Eril sözcükler için –i çokluk eki olarak kullanılır: Grad(şehir)-grad-ovi(şehirler), sat (saat)-sat-ovi (saatler), panj (ağaç kütüğü)-panj-evi, auto (araba)-auti (arabalar) gibi. Eril sözcükler çokluk ekini alırkenbazen kök değişikliğine de uğramaktadır: pas(köpek), psi (köpekler), anđeo(melek)- anđeli (melekler) gibi. Bazı alıntı sözcüklerden sonra, çokluk eki için–j- yardımcı sesini almaktadır: taksi-taksiji(taksiler), radio-radiji(radyolar)gibi. Özel isimlere çokluk eki gelmez: Mehmet beg, Muhsin Rizvić gibi.

TÜRKÇE VE BOŞNAKÇA İSİMLERDE ÇOKLUĞUN KULLANIMI VE BUNLARIN

TÜRKÇE ÖĞRETİMİNE ETKİLERİ

179Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 169-187

Boşnakçada dişil isimler –a ünlüsü ile biter. Onlar çoğul yapılırken –aünlüsü –e’ye dönüşür: Knjiga (kitap)-knjige (kitaplar), voda (su) –vode(sular) gibi.

Boşnakçada genitif hali –i olan isimler de dişil isim kabul edilmektedir.Bu tür isimler ünsüzle biter ve –i ile çoğul yapılır: kost (kemik)-kost-i, noć(gece)-noći(geceler) gibi.

Boşnakça nötr isimler –o veya –e ile bitmektedir. Nötr sözcüklerinçoğulunda ise –o veya –e yerine –a ünlüsü getirilir: more (deniz)-mor-a(deniz-ler), jezero (göl)-jezer-a (göller), mjesto (yer)-mjesta (yerler) gibi.Nötr bazı isimler çokluk eki almadan önce –t-, -n-,-v-, -s- ile –et-, -en-, -ev-, -es- ekleri ile genişletilebilmektedir: ime (isim)-ime-n-a (isimler), dugme(düğme)-dugme-t-a (düğmeler) gibi.

Boşnakçada bunların dışında özel çokluk ekleri daha vardır. –ād ve –ićiekleri yavru konumundaki varlıkların çokluğunda kullanılır: mače (kediyavrusu, kedi eniği)-mačād / mačići (kedi yavruları, kedi enikleri), unuče(torun), unučād ya da unučići (torunlar).

Türkçe İsimlerde Çokluğun Hal Eklerine Göre Kullanımına Örneklertekil çoğul

nominativ şehirkütükmelekokur

şehir-lerkütüklermelek-lerokur-lar

genitiv şehr+inkütüğ+ün

meleğ+inokur+un

şehirler+inkütükler+inmelekler+inokurlar+ın

dativ şehrekütüğ+emeleğ+eokur+a

şehirler+ekütükler+emelekler+eokurlar+a

akuzativ şehr+ikütüğ+ü

meleğ+iokur+u

şehirler+ikütükler+imelekler+iokurlar+ı

instrumental11 şehir-lekütük-lemelek-le

şehirler+lekütükler+lemelekler+le

11 Türkçede vasıta hali eki, ekli veya eksiz olarak yazılabilmektedir. Tabloda yer olmadığı içinayrı yazılan ile vasıta hali yazılamamıştır. Örnekler eksiz şekliyle de düşünülmelidir:araba(y)la veya araba ile; şehir+le veya şehir ile gibi.

MERYEM ARSLAN

180 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 169- 187

okur-la okurlar+laLokativ şehir+de

kütük+temelek+teokur+da

şehirler+dekütükler+demelekler+deokurlar+da

ablativ şehir+denkütük+tenmelek+tenokur+dan

şehirler+denkütükler+denmelekler+de nokurlar+dan

eşitlik eki ben+ceyıllar-ca

polis+çepara+ca

Türkçe isimlerde çokluk eki büyük ünlü uyumuna göre değişmektedir.Çokluk eki, istisnalar dışında, isimlerin yalın hallerinde kalın ünlülerden sonra–lar, ince ünlülerden sonra –ler şeklindedir. Hal ekleri, çokluk ekinden sonra,gelmektedir. Hal ekleri, çokluk ekinde herhangi bir ses değişimi veya sesdüşmesi meydana getirmeden eklenmektedir.

Boşnakçada ablatif ve eşitlik halleri bulunmamaktadır. Bunlar iz, od, sa(ablatif için), preko, kroz, s(a), niz; po, od gibi sözcüklerden önce kullanılançeşitli kelimelerle karşılanmaktadır. Bu durum aşağıda örneklerlegösterilecektir:

Ben+ce Po mome mišlenju (Benim düşünceme göre )Baba+m+ca: Po mišlenju moga oca (Babamın düşüncesine göre)Para+ca: S obzirom na paru (Paraya göre)Polis+çe: Od policije (Polis tarafından) Okkalarca: na oke

(oka, 1,283kg)Hükümet+çe: Od (strane) vlade (Hükümet tarafından)Yaş+ça: Po godinama starosti (Yaşa göre)Yıllarca: Godinama (Yıllar, çok yıl) / Günlerce Danima (Günler, her

gün)Ömrüm+ce: Tokom mog života, u mom životu (Yaşamım boyunca,

yaşamımda)Burada isteğiniz+ce davranabilirsiniz: Ovdije se možete ponašati po

svojoj želji.(Burada isteğine göre davranabilirsin.)Askerce yürü- : Ići poput vojnika, na vojnički naćin (Askerî bir

tarzda yürü-)Büro+dan çıktım: Izišao sam iz ureda.Hocamız fakülteteden çıktı mı: Je li naš profesor otišao s fakulteta?Çocuk evden kaçmış: Dijete je pobjeglo od kuće.Kitaplarınızı masadan aldınız mı: Jeste li uzeli svoje knjige sa stola?Köyden geç- : Proći kroz selo / Merdivenlerden in-: sići niz

stepenice

TÜRKÇE VE BOŞNAKÇA İSİMLERDE ÇOKLUĞUN KULLANIMI VE BUNLARIN

TÜRKÇE ÖĞRETİMİNE ETKİLERİ

181Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 169-187

Hırsız odama pencereden girmiş: Lopov je (izgleda) ušao u moju sobukroz prozor.

Pencereden taş attı: Ubacio je kamen kroz prozor.Hastalıktan söz etmeyiniz: Ne govorite o bolesti.Seyahat ettiği ülkelerden haftalarca bahsetmişti: Tjednima je

pripovijedeo o zemljama u koje je putovao.Susuzluktan yanıyorduk: Gorjeli smo od žeđi.Gözden uzak: Dalek od očijuŞimdiden: Od sada

Boşnakçada birini çağırma, birine seslenme isme gelen özel eklerleyapılır. Bu da hal ekleri arasında incelenmektedir. Türkçede ise birineseslenme ünlem çeşitleri arasında incelenir ve seslenme ünlemleri olarakadlandırılır. Aynı zamanda, Türkçede seslenme vurgu ve tonlama ile yapılır:Mehmet!, Ey Türk Gençliği!, Bakkal Amca! gibi.

Türkçede tek olma durumunu bildirdiği için özel isimler çokluk ekialmaz. Eğer isimler çokluk eki alırlarsa, çokluktan başka anlamlar ifadeetmektedirler12:

Ayşeler (veya Ayşegiller): Ajšini (Ayşeninkiler)Papatyagillerden bir bitki: biljka iz porodice kamiliceOsmanlılar: OsmanlijeAbbasîler: AbbasidiOrhan Beyler: Gospodin Orhan i njegova porodica (Orhan Bey ve

ailesi)Selimoviçler: Ljudi poput Selimoviç ( Selimoviç gibi kişiler)Zagrep’ler, Viyana’lar dolaştım: Obišao sam Zagreb, Beč i njima

slične grodove (Zagreb, Viyana ve ona benzer şehirler dolaştım.) ya daObišao sam grodove poput Zagreba i Beča (Zagreb ve Viyana benzeri şehirlergezdim. )

Sınıftaki Ahmet'ler ayağa kalksın: Neka ustanu u razredu (svi) oni kojise zovu Ahmet. (Sınıftaki Ahmet isimli olan kişiler ayağa kalksın.)

Boşnaklar: Bosanciİspanyollar: ŠpanciTürkler: TurciMüslümanlar: MuslimaniHıristiyanlar: Kršćani

12 Bazı durumlarda, özel isimlerdeki çokluk eki, çokluk anlamı ifade edebilir. Örneğin, sınıftakiiki Mehmet’ten bahsediliyorsa, Mehmetler bugün gelmedi şeklindeki bir kullanımda, +ler aileanlamında değil, çokluk görevindedir.

MERYEM ARSLAN

182 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 169- 187

Çocuk ateşler içinde yanıyor: Dijete ima groznicu (Çocuğun çok ateşivar.); Dete ima temperaturu (Çocuğun ateşi var.); Nadiren Dete gori u vatriya da Dete izgor Çocuk ateşte yanıyor ya da çocuk yanıyor) şeklindekullanılır.

İyelik Ekli İsimlerde Çokluğun KullanımıBoşnakçadaki iyelik durumu da sözcüklerin eril, dişil ve nötr

durumlarına göre değişmektedir. Bu değişiklik, ismin eril, nötr, dişildurumuna göre iyeliğin tamlayan kısmında görülebilir. Söz gelimi moj benimanlamına gelmektedir ve moj auto (benim arabam), moj grad (benim şehrim)gibi eril sözcükler için kullanılır. Moj sözcüğünü dişil sözcüklerle kullanırken–a ünlüsü getirilmelidir: Moja knjiga (benim kitabım), moja voda (benimsuyum) gibi. Nötr sözcüklerle kullanılırken de –e veya -o ünlüleri getirilir:Moje pero (benim dolma kalemim), moje jaje (benim yumurtam), njegovo selo(onun (eril) köyü), njihovo dijete (onların çocukları) gibi. İyeliğin tamlayankısmı, ismin çokluk özelliklerine göre de değişir. Auti, arabalarım anlamınagelir. Benim arabalarım demek için, iyeliğin tamlayan kısmına da çoklukekinin getirilmesi gerekmektedir. Bundan dolayı, eril sözcüklerin çoğulu olan–i eki moj sözcüğüne eklenir ve moji auti şeklinde ifade edilir. Aynı şekildediğer isimlerin çoğulu da iyeliğin tamlayan kısmını etkilemektedir. Bu durumdiğer şahıslar için de geçerlidir.

Boşnakçadaki iyeliklerin bir özelliği de tamlayan ve tamlananparçasının birlikte kullanılmasıdır. İyelikte, tamlanan kısmı tek başınakullanılmamaktadır. Örnek kullanımlar:

Babam: moj otac Ağzın: tvoja ustaEvlerim: moje kuće Şehrimiz: naš gradArabaları: njegovi automobili İlacı: njegov ljekBurnum: moj nos Kitabım: moja knjigaDoktorum: moj doktor Avlularınız: vaša dvorištaBenim odam: moja soba Kendi param: moj vlastiti novacAnne ve babam: moja majka i moj otac

Boşnakçadaki iyelikte hal ekleri hem tamlayan hem de tamlanankısmına gelmektedir. Bu ekler de yine Boşnakçadaki cinslik özelliğine göredeğişmektedir.

Boşnakçadaki iyeliğin hal eklerine göre kullanışlarına birkaç örnek:

Moj grad je najljepši na svijetu: Benim şehrim, dünyadaki en güzelşehirdir.

TÜRKÇE VE BOŞNAKÇA İSİMLERDE ÇOKLUĞUN KULLANIMI VE BUNLARIN

TÜRKÇE ÖĞRETİMİNE ETKİLERİ

183Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 169-187

Ona ima njihovu sliku u njenom novčaniku: (Onun) cüzdanındaresimleri var.

Njegov kaput je nov: Onun ceketi yenidir.Tvoji sinovi su vrijedni: Oğlanların çalışkandır.Moje knjige su stari: Benim kitaplarım eskidir.Teško je naš jezik: Bizim dilimiz zordur.Njegova jakna je nova: Onun ceketi yeni.Şto pa tvoja mama misli o tvojem stilu: Annen stilin hakkında ne

düşünüyor?Ronaldo posjetio Mandelu u njegovoj kući: Ronaldo, Mandela’yı onun

evinde ziyaret etti.Upoznao sam covjeka koji radi s njegovim bratom: Onun kardeşiyle

çalışan kişiyi tanıdım.Dokumentarni film i nekoliko njegovih spotova: Belgesel film ve onun

reklâmları.On se plaši mog13 ujaka veya On se plaši mojeg ujaka: O (eril)

dayısından korkuyor.

İyelik isimlerin çekim eklerinden biridir. Bu ekler, adın karşıladığınesnenin veya varlığın kime veya neye ait olduğunu bildirmektedir.Türkçedeki iyelik ekleri, onlara ait olan şahıs zamirlerine de işaret eder. Bazenşahıs zamirleri olmadan da kullanılmaktadır. İyelik eki almış isimler hal eklerialdıklarında, hal ekleri şahıs zamirlerinin olduğu kısma değil, iyelik eklerininbulunduğu tamlanan kısmına gelmektedir. Çokluk eki almış sözcükleriniyeliğinde, çokluk ekinde ses olayı veya ses değişimi olmamaktadır. Yalnızca,3. Şahıs iyelik eklerinden sonra zamir n'si (pronominal n) adı verilen bir sesgelmektedir: Onun evi+n+de, onların arabası+n+da gibi.

Türkçedeki iyelik ekleri ismin kalınlık incelik uyumuna göredeğişmektedir. Örnekler: (Benim) arabalar+ım, (senin) okul+un, (onların)sınıf+ı+nda gibi.

İkilemelerde Çokluğun KullanımıTürkçede ikilemeler veya tekrarlar, tekrar grupları adıyla bilinen söz

öbeklerinin, anlamı kuvvetlendirmek, sürekliliği belirtmek, bazı eylemlerin vekavramların çokluğunu belirtmek gibi de görevleri vardır: 'Ev ev dolaş-, gecegündüz çalış-, kapı kapı gez-, kucak kucak selam, dizi dizi ayakkabı gibi.’ Buörneklerde görüldüğü gibi, ismin çokluğu tekrar edilen sözcükle

13 Boşnakça iyelik ekleri genitif, datif gibi hal ekleri aldığında I. 2. tekil şahısta kısalmaolabilmektedir: Mojeg yerine mog; mojem yerine mom; tvojeg yerine tvog; tvojem yerinetvom; svojeg yerine svog; svojem yerine svom gibi.

MERYEM ARSLAN

184 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 169- 187

verilmektedir. Bu durumda, isim yapısal olarak herhangi bir ek almasa daikileme isme çokluk anlamı kazandırmaktadır.

Türkçede yaygın bir şekilde kullanılan ve çokluk yapma özelliği debulunan ikilemelerin, Boşnakçada nasıl karşılandığını göstermek, Türkçeöğretiminde onların nasıl ifade edilmesi gerektiğini belirtmek amacıyla bukonu çalışmaya eklenmiştir.

İkilemelerle ifade edilen çoklukların Boşnakçada nasıl karşılandığınıgöstermek için birkaç örnek:

Masanın üzerinde şişe şişe limonata duruyordu: Na stolu su stajale bocei (boce) limunade.

Ev ev dolaş-: Hodati po kućama (Evler kadar yürü-) ya da ići od kućedo kuće (Evden eve git-)

Çarşı pazar dolaş-: Obilaziti ıržnice i irgove (Çarşıda ve pazarda dolaş -)

Konu komşu: (Svi) susjedi (Bütün komşular).Ben lafa söze karışmam: Ne miješam se ja ni u kakve razgovore.

(Herhangi bir konuşmaya karışmam.)Çoluk çocuk: djeca, sitna djeca, nejačad (çocuklar, küçük çocuklar,

minikler)Fakir fukaraya acıyorum: Žao mi je siromaha.(Fakirlere (yoksullara)

üzülüyorum.)Cahil cühela ile değil; âlim ulema ile dost ol: Budi prijatelj s

pametnima, a ne s neznalicama (Akıllılarla arkadaş ol, bilgisizlerle olma.)Köşe bucak kaç-: Razbiježati se po kutovima. (Köşelere kadar kaç-)Hısım akraba: (Sva) rodbina (Bütün akrabalar).

SonuçTürkçe ve Boşnakçadaki çokluğun Türkçe öğretimine etkileri,

Boşnaklara Türkçeyi öğretirken elde ettiğimiz deneyimlerin de yardımıylaşöyle ifade edilebilir:

1.Türkçede bazı sözcüklerde geçmiş dönemlerde kullanılan +an / +en,+z gibi bazı çokluk eki bulunsa da işlek çokluk eki +lar/+ler'dir. Ekin ünlüsüsözcüğün kalınlık-incelik durumuna göre değişiklik gösterir. Saat+ler,istikbâl+ler gibi bazı istisnalar hariç, kalın ünlülerden sonra +lar, inceünlülerden sonra +ler çokluk eki olarak kullanılmaktadır. Türkçe öğrenmeyebaşlayan biri bu kuralı öğrendikten sonra bu eki doğru olarakkullanabilmektedir. Yine de bu kural pekiştirilinceye kadar az da olsa çoklukekinin yanlış kullanıldığı gözlemlenmiştir: Ev+ler, sınıf+ler gibi.

TÜRKÇE VE BOŞNAKÇA İSİMLERDE ÇOKLUĞUN KULLANIMI VE BUNLARIN

TÜRKÇE ÖĞRETİMİNE ETKİLERİ

185Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 169-187

Boşnakça isimler, cinslik özelliklere sahiptir. Bundan dolayı her cinsinözel bir çokluk eki bulunmaktadır. İstisnalar hariç, eril isimlerde –(ov/-ev)iünlüsü; dişil isimlerde –e ünlüsü; nötr isimlerde –a ünlüsü çokluk eki olarakkullanılmaktadır. Bunun yanında +ād ve +ići ekleri varlıkların yavrularınıifade etmek için kullanılan çokluk eklerindendir.

Türkçe, gramatikal cinsiyet özelliği olmayan bir dildir. Bu durum,çokluk ekinin tüm sözcüklere aynı şekilde uygulanmasını sağlamaktadır vebundan dolayı dil öğrenen kişiye zaman kazandırmaktadır.

2. Hal ekleri kalınlık-incelik ve düzlük-yuvarlaklık uyumuna göre,çokluk ekinden sonra sözcüğe gelmektedir. Hal ekleri geldikten sonra çoklukekinde bir ses değişikliği olmamaktadır. Türkçedeki çokluk eki, hal eki ilebirleşerek hem çokluk hem de hal ekini ifade etmek için şekil değişikliğineuğramamaktadır. Türkçe öğrenenler, ünlü uyumularını öğrendikten sonra, haleklerini çokluk ekinden sonra doğru ünlülerle kullanabilirler. Çokluk ekininhal ekleri ile kullanımlarını, +lar / +ler (nominatif halde); +lar+ı / +ler+i(akuzatif halinde ); +lar+a / +ler+e (datif halinde); +lar+da / +ler+de(lokatif halinde); +lar+ın /+ler+in (genitif halinde); +lar+dan / +ler+den(ablatif halinde) +lar+ca /+ler+ce (eşitlik halinde); +lar+la (+lar ile) /+ler+le (+ler ile) (instrumental halinde) şeklinde göstermek mümkündür.

Boşnakçadaki çokluk ekinin hal ekleri ile birlikte kullanımı isimcinslerine göre değişmektedir. Bu kullanımları kısaca şu şekilde göstermekmümkündür: +(ov/ev)i (eril isimlerde14); -e (dişil isimlerde); -a (nötrisimlerde); -i (-i çeşidi isimlerde) (nominatif halde); -ā, -ū,-ijū (e.i.'de); -ā(n.i.'de); -ā, -ū,-ī (d.i.'de); - ī (-i.ç.i.'de) (genitif halde); -ima (e.i.'de); -ima(n.i.'de); -ama (d.i.'de); -ima (-i.ç.i.'de) (datif halinde); -e (e.i.'de); -a (n.i.'de);-e (d.i.'de); -i (-i.ç.i.'de) (akuzatif halde); -i (e.i.'de); -e (n.i.'de); -i (d.i.'de); -e (-i.ç.i.'de) (vokatif halde); -ima (e.i.'de); -ima (n.i.'de); -ama (d.i.'de); -ima(-i.ç.i.'de) (lokatif halde); -ima (e.i.'de); -ima (n.i.'de); -ama (d.i.'de); -ima (-i.ç.i.'de) (instrümental halde) bu çeşitlerde kullanılmaktadır.

3. Türkçede vokatif hali yoktur. Seslenme, ismin yalın halinde vurgu vetonlama ile yapılmaktadır. Boşnakçaya göre bu durum daha sadedir ve Türkçeöğrenim ve öğretimini kolaylaştırır.

4. Boşnakçada ablatif ve eşitlik halleri yoktur. Onlar, Boşnakçadaçeşitli yardımcı sözcüklerle ifade edilir. Eşitlik ekinin gibi, göre, kadaranlamları için ayrı sözcükler vardır. Onların doğru olarak öğretilmesi, bu

14 Bundan sonra eril isimler e.i., dişil isimler d.i,nötr isimler n.i., -i çeşidi isimler –i.ç.i. şeklindekısaltılacaktır.

MERYEM ARSLAN

186 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 169- 187

anlamlarının doğru kavratılmasına bağlıdır. Bu hallerin sözcüklerebağlanması, kolaylıkla öğretilse de eklerin anlam çeşitliliğinin kavratılması veonların doğru olarak kullanılmasının sağlanması belli bir süreyigerektirmektedir.

5. İyelik, tamlayan ve tamlanan parçasından oluşmaktadır. Tamlanankısmına gelen iyelik ekleri bir şahsı karşılamaktadır. Şahıs zamirleri, iyeliktetamlayan eki almış durumdadırlar. Bazı durumlarda, Türkçede, iyelik ekialmış isim, şahıs zamiri olmadan da kullanılabilmektedir. Boşnakçada iseiyelik şahıs zamirleri ile birlikte kullanılmaktadır. Tek başlarınakullanılmamaktadır. Türkçe öğrenenler, iyeliği başlangıçta şahıs zamirleri ilekullanmayı tercih etmektedirler.

6. Türkçede, iyelik ekleri annemler, babamlar, dayımlar, halamlar,babanlar gibi bazı kullanımlar dışında, çokluk ekinde sonra gelmektedir.Çoğul isimlerden sonra iyelik ekleri iyeliğin tamlanan kısmına gelmektedir.Boşnakça iyelikte çokluk ekleri, hem tamlayan hem de tamlanan kısmagelmektedir. Türkçe öğrenirken, ana dilinin özelliğinden yararlanan biröğrenci, iyelikte hal eklerini hem tamlayan hem de tamlanan parçasınagetirmektedir. Bundan dolayı zaman zaman benimde evimde, senindenkitaplarından gibi ifadelerle karşılaşılabilmektedir.

KAYNAKÇAAlparslan, Şenol, Bosna’da Türk Kültürünün İzleri, (2.bs.) Genel Kurmay Basımevi,

Ankara 2008.Čaušević, Ekrem, Gramatika Suvremenoga Turskog Jezika, Hrvatska Sveučilišna

Naklada, Zagreb 1996.-------------------, Yabancı Dil Olarak Türkçe Öğretiminde Karşılaştırmalı Gramerin

Yeri, Avrupa'da Yabancı Dil Olarak Türkçe Öğretimi Sempozyumu - 25-26Ekim 2001.

Eker, Süer, Bosna’da Etno-Linguistik Yapı ve Türk Dili ve Kültürü Üzerine Etkileri,Milli Folklor, Sayı 18, 2006, s.72.

Ercilasun, Ahmet Bican, Türk Dili Tarihi, Akçağ Yayınları, Ankara 2004.Ergin, Muharrem, Türk Dil Bilgisi, İstanbul, Bayrak Yayınları 1997.Jahičž, Dževad vd., Gramatika Bosanskoga Jezika, Dom Štampe, Zenica 2002.İlhan, Nadir Türk Dilinde Çokluk, Elazığ, Manas Yayıncılık 2009.Korkmaz, Zeynep, Türkiye Türkçesi Grameri (Şekil Bilgisi), Türk Dil Kurumu

Yayınları. Ankara 2009.Lewis, G.L., Turkish Grammar, Oxford 1975.

TÜRKÇE VE BOŞNAKÇA İSİMLERDE ÇOKLUĞUN KULLANIMI VE BUNLARIN

TÜRKÇE ÖĞRETİMİNE ETKİLERİ

187Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 169-187

Zülfikar, Hamza, Yabancılar İçin Türkçe Dersleri, Dilbilgisi, Üniversitesi Basımevi,Ankara 1976.

Serbian Possessive Pronouns (Prisvojne zamenice u srpskom),http://www.lztranslation.com/pdf/serbian-possessive-pronouns.pdf Erişimtarihi: 18.03.2010.

www.latrobe.edu.au/linguistics/LaTrobePapersinLinguistics/.../07Popovic.pdfErişim tarihi: 17.03.2010.

http://hr.wikipedia.org/wiki/Imenice Erişim tarihi: 17.03.2010.http://www.lztranslation.com/pdf/serbian-possessive-pronouns.pdf Erişim tarihi:

17.03.2010.

Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

KUZEYBATI İRAN’DA ÖNEMLİ BİR YERLEŞME:HASANLU

Nezahat CEYLAN

ÖZ: Hasanlu, İran’ın kuzeybatısında yer alan Hasanlu, Urmiye Gölüne 12 km uzaklıkta yeralmaktadır. Bölgenin doğusunda Urmiye ve Uşneviye, batısında Sulduz ovası bulunmaktadır.Hasanlu Sulduz Ovasını kontrol etmektedir. Hasanlu Asur yıllıklarında Gilzanu ülkesi olarakadlandırılmaktadır. Hasanlu ile ilgili en geniş ve kapsamlı çalışmalar PensilvanyaÜniversitesinin yaptığı “Hasanlu Projesi” dir. Hasanlu Projesi kapsamında 10 yapı katı tespitedilmiştir. M.Ö. 6000’den başlayan tarihi İslami devre kadar devam etmektedir. Hasanlu’da IIIB katı M.Ö. 700 - 600 tarihlerini vermektedir. Urartu dönemine gelen bu yapı katında bulunaneserlerden anlaşıldığına göre Hasanlu’nun o dönem adının “Meşta” olduğu anlaşılmıştır.Hasanlu Kuzeybatı İran’ın kronolojisinin oluşmasında önemli bilgiler sunmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Hasanlu, Urartu, Uşneviye, Sulduz, Urmiye, Kuzeybatı İran, Mešta

AN IMPORTANT SETTLEMENT IN NORTHWESTERN İRAN:HASANLU

ABSTRACT: Hasanlu is located in the northwest of Iran and 12 km away from Lake Urmia.There is Lake Urmia and Ushnu in East of Hasanlu and Sulduz valley in the western part.Hasanlu controls Sulduz valley. Assyrian annals mentioned Hasanlu as Gilzanu State. Themost extensive research on Hasanlu was “Hasanlu Project”, which was conducted byPennsylvania University. 10 layers was discovered within the scope of Hasanlu Project.Hasanlu had existed from 6000 B.C. to Islamic history. The III B layer in Hasanlu gave the datesof 700 - 600 B.C. According to the artifacts that found in III B layers, Hasanlu was named as“Mešta” in Urartian period. Hasanlu area provides vital informations for creating thechronology of Northwest Iran.

Keywords: Hasanlu, Urartian, Ushnu, Sulduz, Urmia, Northwest Iran, Mešta

Dr.

NEZAHAT CEYLAN

190 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

Girişİran’ın kuzeybatısında yer alan Hasanlu, Urmiye Gölü’ne 12 km

mesafede olup Hasanlu ve Eminlu köyleri arasında bulunmaktadır. Bölgenindoğusunda Urmiye Gölü ve Uşneviye, batısında Sulduz Ovası yeralmaktadır. Kafkasya ve Azerbaycan’ın güneyinde konumlanan Hasanlukültür katmanlarıyla (IV. ve V. Hasanlu) Sulduz Ovası’nı kontrol etmek-tedir.1

Hasanlu, Asur kaynaklarında Gilzanu ülkesinde konumlanıyordu.Salvini’ye göre Gilzanu ülkesi, Urmiye Gölü’nün batı kıyısında yeralmaktaydı.2 Reade, Gilzanu’nun Uşnaviye olabileceğini belirtmiştir.3Asur’un kuzeydeki komşuları Kumme, Muşaşir, Hubiškia ve Gilzanu’dur. II.Asurbanipal’in Kalhu’daki ikamet yerinin açılış törenine bu dört ülkeninkralları davet edilmiştir.4 Asur insan emeği, maden, sığır ve atı da içine alanhammaddeleri elde etmek için Gilzanu bölgesine gitmiştir. Gilzanu bölgesiAsur’a en iyi atlarını göndermiştir.5Asur kaynaklarına ait bir yazıtta budurum şu şekilde ifade edilmektedir:6

Tummu ülkesinden ayrılarak Kirruru ülkesine indim.Kirruru ülkesinin, Simesi Ülkesinin, Ulmania ülkesinin, SimerraÜlkesinin, Adaus Ülkesinin, Hargaya Ülkesinin, HarmasayaÜlkesinin tributu atları, katırları, öküzleri, koyunları, şarap (ve)bronz kapları – aldım. Onlara angarya işler yükledim. KirruruÜlkesinde iken Assur’un, efendimin ihtişamı Gilzanu veHubişkialıları ezdi (ve ) onlar, atları, gümüşü, altını, kalayı,bronzu ve bronz kapları tribut olarak bana getirdiler.

Hasanlu sit alanında, en geniş ve kapsamlı incelemeyi PensilvanyaÜniversitesinden Dyson’un yönetimindeki kazı ekibi 1959-1974 yıllarıarasında yapmıştır. Çalışma “Hasanlu Projesi” olarak bilinir. Bu çalışma,İran İslami devrimine kadar devam etmiştir. Pensilvanya Üniversitesininçalışmaları, Kuzeybatı İran için önemli bir katkı sağlamıştır. Hasanlu Projesikapsamında 10 tabaka tespit edilmiştir (Hasanlu X- I). Tespit edilentabakalar Neolitik dönemlerden, İslami zamanlara kadar süreklilik

1 T. Cuyler Young, “The Iranian Migration into the Zagros” Iran V, 1967, s. 48 vd.2 Mirjo Salvini, Urartu Tarihi ve Kültürü, İstanbul, 2006, s. 35.3 E. Julian Reade, “Hasanlu, Gilzanu and related Considerations” AMI 12, 1979, s. 175 vd.4 A. Kırk Grayson, Assyrian Royal Inscriptions II, Wiesbaden, 1976, s. 172 vd.5 Stephan Kroll, “İran’daki Urartu Şehirleri” Urartu. Doğu’da Değişim, İstanbul, 2011, s. 1566 ARAB, I, no. 440; Hakan Sivas, Urartu ile ilgili Assur Kaynakları (Yayınlanmamış Yüksek

Lisans Tezi), İstanbul, 1991, s. 47 vd.

KUZEYBATI İRAN’DA ÖNEMLİ BİR YERLEŞME: HASANLU

191Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

göstermiştir. Daha sonraki çalışmalar ise New York Metropoliten Sanatmüzesi tarafından yapılmıştır.7 Kazı çalışmaları, 2000- 2001 yıllarındamerkezi tepede devam etmiştir.8

Hasanlu’da yapılan kazı çalışmaları hiç şüphesiz ki Kuzeybatı İran’ınkronolojisi açısından belirleyici özellik taşımaktadır. Bu konuda yoğunçalışma yapan Dyson,1956’dan 1962’ye kadar olan çalışmalarının sonucuolarak Demir Çağı, I-II-III. Dönem olarak tanımlamıştır.9 Young isekronolojik olarak dönemi 3 bölüme ayırmıştır. Erken Batı Keramik Grubu,Geç Batı Gri Keramik Grubu, Geç Devetüyü Keramik Grubu.10

Karbon 14 tahlillerine göre Hasanlu V’in yapı katı M.Ö 1350 tarihinivermektedir. Dyson bu dönemi, kıyaslı kronoloji levhasında, M.Ö 1450’yetarihlemektedir. 11 Dyson kronolojisine göre Hasanlu’nun yapı katlarışöyledir;

X. Devre 6000 ve 5000 arasıIX. Devre 5000 ve 4500 arasıVIII. Devre 4500 ve 3000 arasıVII. Devre 3000 ve 2000 arasıVI. Devre 2000 ve 1450 arası

7 Oscar W., Muscarella, “Hasanlu 1964”, The Metropolitan Museum of Art Bulletin,Sayı 25,1965, s. 121 vd.; Oscar W., Muscarella, “Hasanlu in the Ninth Century B.C. and ItsRelations with Oth Cultural Centers of the Near East”, AJA 75, 1971, s. 263 vd; H. RobertDyson, “The Architecture of Hasanlu: Periods I to IV”, AJA 81/4, 1977a, s. 548 vd.

8 Khatip Şehidi, “Investigations of Hasanlu and reconsideration of its upper strato”,International Journal of Humanities of the Islamic Republic of Iran 13/ 3, 2006, s. 17 vd.

9 H. Robert Dyson, “Problem of Protohistoric Iran as seen from Hasanlu”, JNES XXIV,1965, s. 211.

10 Çeşitli bilim adamları, Kuzeybatı İran’ın kronolojik terminolojinin uygulanması ile ilgiliproblemler yaşamışlardır. Konu ile ilgili geniş bilgi için bak; Oscar W., Muscarella, “TheIron Age at Dinkha Tepe, 1966”, MMAJ - 9, 1974, s. 79; Oscar W., Muscarella, “North-Western Iran: Bronze Age to Iron Age.” Anotolian Iron Ages 3, A. Çilingiroğlu, D.H.French (ed)Ankara: BIAAM 16, 1994, s. 140; Vincent, C. Pigott, “The Question of thePresence of Iron I Period in Iron, In Mountains and Lowlands” Essays in the Arechaelogy ofGreater Mesopotamia, ed.L.D. Levine and T.C. Young, Jr., 1977, s. 209 vd.; Ernie,Haenrinck, “The Iron Age in Guilan: Proposal for a Chronology. In Bronze- WorkingCentres of Western Asia c. 1000- 539 B.C”, ed. J. Curtis, 1988, s. 64; Stephan Kroll,“Habur Ware im Osten oder: Der TAVO auf Irrwegen im Iranischen Hochland In Beitragezur altorientalischen Archologie und Altertumskunde”, ed. P. C. Calmayer, K. Hecker, L.Jakop – Rost and C. B. F. Walker, Wiesbaden- Harrassowitz, 1994, s. 163; D. MichaelDanti, “The Late Bronze and Early Iron Age In Northwestern Iran”, Ancient Iran (ed. D.T.Potts), 2013, s. 331.

11 Dyson, H. Robert, “ Hasanlu et les Vallees de Solduz et Ushu, Douze AnneeesD’Exploration, Archeologie Vivante 1/1, 1968, s. 83 vd.

NEZAHAT CEYLAN

192 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

V. Devre 1450 ve 1250 arasıIV. Devre 1250 ve 800 arasıIIIB Devresi 700 ve 450 arasıIIIA Devresi 400 ve 300 arasıII. Devre Partlardan önce- 300I. Devre İslami dönem

Bu konuda farklı görüş sunan Danti’nin Hasanlu için verdiği kronoloji iseşu şekildedir:12

Dyson’un Kronolojisine göre Hasanlu’nun yapı katları

12 Danti, D. Michael, “The Late Bronze and Early Iron Age In Northwestern Iran”, AncientIran (ed. D.T. Potts), 2013, 327 vd.

KUZEYBATI İRAN’DA ÖNEMLİ BİR YERLEŞME: HASANLU

193Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

X. Hasanlu: Hasanlu’nun en eski yerleşim dönemi X. Hasanlu ya daHacı Firuz’dur. M.Ö 6000-5000 yılları arasındadır. Bu dönemin çanakçömlekleri, fırınlanmamış, kahverengi ya da kırmızı bezemeli, kil astarlı vesaman katkılıdır.13

IX. Hasanlu: İran’da Dalma Tepe olarak bilinir. M.Ö 5000- 4500yılları arasına tarihlenir. Bu dönem Piz Dili, Hacı Firuz, Sivan Tepe, İran’ınbatısındaki Kengaver’e kadar olan bölgede görülmüştür. 14

VIII. Hasanlu: Piz Dili Dönemi olarak bilinir. Sulduz deresininKuzeydoğu köşesinde Hasanlu tepesinin 6. km’sinde yer almıştır. PizDili’ndeki nakışlı, bitki katkılı kaplar ile XIII- XII Gavra’nın kaplarıbirbirine oldukça benzerdir.15 Ayrıca kalıntılar, Mezopotamya’da IV. Obeyd,Erken Uruk, Gavra ve IV. Obeyd ile benzerlik göstermektedir. VIII. DönemDyson’ın16 tarihlemesinde 4500-3000 yılları arasını kapsamaktadır.

Piz Dili’nin çanak çömlekleri el yapımı olup, bitki katkılı ve kabadır.Çanak çömlekler çeşitli derecelerde pişirilmişlerdir. Nakışlı olan çanakçömlekler çoğunlukta kaydedilmiştir. Bu çanak çömleklerin koyukahverengi ve parlak kahveye benzer kırmızı renkte olduğu görülmüştür. Burenklerin çeşitliliği pişirilmedeki farklılıktan kaynaklanmaktadır. Piz Diliçanak çömleklerinin süsleme şekilleri; Eşit yatay bantlar, yatay bantlariçinde bir birine bağlı üçgen sıralar, yatay bantlar içinde içi dolu daire sırası,birbirini kesen hatlar ve bantlar üzerinde sade hayvan motifleridir.17

VII. Dönem Hasanlu (yaklaşık M.Ö 3000- 2000): Turuncu çanakçömlekleri ile bilinir. Zaman olarak M.Ö 3000- 2000 yılları arasınatarihlenmiştir. Karaz kültürü ile çağdaştır. Ancak bu kültür ile çanak çömlekbenzerliği yoktur. Hacı Firuz mezarlığında VII Dönem Hasanlu kültürünerastlanmıştır.18

13 Ekber Perfereç, İran’ın Kuzeybatısının Demirçağ İncelemesi, Erdebil’in Şehriyar Bölgesive Çevresindeki Kalelerin Çalışılması, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Tarbiat ModaresÜniversitesi, Tahran 2007, s. 105.

14 Carol Hamlin, “Dalma Tepe”, Iran Vol 13, 1975, s. 111; Perfereç, age., s. 101.15 Perfereç, age., s. 105.16Dyson, 1957 ve 1958 yıllarında Urmiye’nin güneybatısında İran’ın Kalkolitik kültürünü

belirlemek açısından önemli çalışmalar yapmışlardır. Konu ile ilgili bak: Dyson, agm.,(1968), s.86; H. Robert Dyson, - T. Cuyler, Young, “Pisdeli Tepe”, Antiquity XXXIV,no.133, 1960, s. 19 vd.

17 Kerim Hacızade, A Study of Urartian Settlement in the N.W. Iran (700- 900 B.C),Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Tahran, 1995, s. 26.

18 Perfereç, age., s. 105 vd.

NEZAHAT CEYLAN

194 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

Dönem VI (yaklaşık MÖ 1600-1250): Tarihsel açıdan bu dönemdeAsur kralları I. Adad-nirari (1307-1275), I. Shalmaneser (1274-1245), ve I.Tukulti-Ninurta (1243-1206) Zagros dağlarında ilk Asur seferlerinibaşlatmışlardır.19

Hasanlu VI’da, Kuzey Mezopotamya‘daki Habur Kültürünün etkisigörülmektedir. Nakışlı çanak- çömlek çoğunlukla yer almaktadır. Çanak-çömlek üzerinde, paralel, dalgalı, çizgi bezemeli süslemeler, kırmızı ya dakoyu kahverengi mat boya ile boyanmış desenlerle süslü, pembemsi-turuncurenkli keramikler, dönemi temsil etmektedir. Geniş düz ağızlı ve halkaşeklinde dipli kaseler; halka veya disk şeklinde dipli kısa ya da uzunçömlekler bu dönemde çokça yer almaktadır. Bu çanak- çömleğin üzerindekidesenler genellikle paralel şeritler , üçgenler, dama tahtaları, çizgiler (düzkase ağızlarında), veya nadiren küçük kuş şeklindedir.

Hasanlu Kalesi’nin kuzeybatı kısmında yapılan sınırlı kazılardaDönem VI’daki boyalı keramikten, Dönem V’teki açkılı monokromkeramik türüne ani bir geçiş gözlenmiştir. VI. Tabaka ile V. tabaka arasındaerozyon çöküntüsünün olmaması, araya bir terk döneminin girmediğinigöstermektedir. Dönem VI’nın boyalı keramiği artık görülmez olur. Bukeramik türünün yerini açkılı, gri-siyah , deve tüyü renkli kaba yemekkapları almıştır. Hasanlu’nun Dönem VI’dan Dönem V’e Geçiş’i Kuzeybatıİran’ın Demir Çağı ile ilgili arkeolojik bir problemdir.20 (yaklaşık MÖ 1250)Bu dönemde ani kültür değişimi yaşanmıştır. Eski kültürel düzeninbozulması MÖ 2. binin sonunda çok geniş bir alanda cereyan eden birtakımhareketlerle ilişkilidir. Bu dönemde Troia VIIa yağmalanmış, Hititlergerilemiş, “deniz kavimleri” olarak adlandırılan hareketler başlamış, OrtaAnadolu’da ve Asur’un kuzey sınırlarında Frigler ortaya çıkmıştır.21 Aynızamanda I. Shalmaneser’in (1274-1245) hükümranlığı sırasında, Asuryıllıklarında, ilk kez Urartu devletinden bahsedilmiştir.22 Bütün bu hareketlerani kültür değişimini oluşturmuştur.

Dönem V (yaklaşık MÖ 1250-1000): Dönem V’e ait kalıntılarınbüyük kısmı mezarlıklardan elde edilmektedir. Hasanlu’da mezarlar, dışkentin sınırında, kuzey, doğu ve batıda bulunmaktadır. Daha önceki

19 Dyson, agm., (1965), s. 194.20 Oscar W., Muscarella, “Hasanlu and Urartu”, Acta Iranıca, (ed. S. Kroll, C. Gruber, U.

Hellwag, M. Roaf/ P. Zımansky), 2007, s. 265 vd.21 Dyson, agm., (1965), s. 193.22 ARAB, I: 144.

KUZEYBATI İRAN’DA ÖNEMLİ BİR YERLEŞME: HASANLU

195Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

dönemde insanlar ölülerini yerleşme içine gömerlerken, bu dönem insanlarıyerleşme dışında mezarlıklar kullanmışlardır. 23

Kuzeydoğuda yer alan mezarlarda ölüler hoker tarzında gömülmüştür.Mezarın içindeki buluntular, siyah- gri çanak- çömlekler ve az sayıda nakışlıçanak çömlekler’dir. Mezarların içinde metal olarak tunç ve az miktardaaltına rastlanmıştır.24

Gömüler basit inhumasyon tipinde olup ölünün yanında , ayaklı birkadeh, derin kase, depo çömleği ve genellikle bir keçi ya da koyunun çeyreğivardır. Buna ilaveten küçük nesneler de mevcuttur: boncuklar, bronz bilezikve yüzükler, silindir mühürler , bir örnekte demir bir yüzük ele geçmiştir.25

Geoy Tepe’de bu döneme ait olan bir taş mezar rapor edilmiştir.26 Mezardörtgen bir odadan oluşmaktadır. Bu oda yaklaşık 1.25 x 2 m ölçülerindedir.Dört tane çatı taşını taşıyabilmek için duvar taşları bindirme tekniğindeyapılmıştır. Odanın içinde 12 tane gömü tespit edilmiştir. İlk ölünün yanındabir kâse, çömlek, kadeh ve fincan bulunmaktadır. Ölüler üst üstegömülmüştür; aralarında az miktarda toprak tabakası vardır. Belli birpozisyonları yoktur.27

Hasanlu V dönemi ancak renklere bakılarak bölünebilmektedir.28Gri-siyah ve bej rengi çanak çömlekler bu ayırımda kullanılabilmektedir. Gri–siyah çanak çömleklerin, bej renge olan oranı; %60 bej, %40 gri- siyahtır.Bej rengin çokluğunun en önemli nedeni, Demir Çağ öncesi ölçüt olmasıdır.Sayıca az olan kırmızı ve siyaha benzer kahverengi çanak çömlekler, hurmabeyaz ve bej renkli astar üzerine nakışlıdır.29Bu durum nakışlı çanakçömleğin devam ettiğinin göstergesidir. Kapların boyun ve omuzkısımlarında bant şeklinde desenler bulunmaktadır.

V. Hasanlu, I. Demir Çağ özelliklerini yansıtmaktadır. Tabanı düğmelive halka kulplu ayaklı kâseler dönemin özelliğini belirlemektedir. Dyson V.

23 Perfereç, age., s. 115 vd.24 Perfereç, age., s. 114 vd.25 H. Robert Dyson, “The Archaeological evidence of the second millennium B.C. on the

Persian Plateau”, Cambridge on the History 2/I, I.E.S Edwards et. Al.(ed.), Cambridge1973, s. 706.

26 T. Brown Burton, Excavations in Azerbaijan, 1948, Londra, 1951, s. 142.27 Dyson, agm., (1965), s. 197.28 Dyson, agm., (1965), 195; H. Robert Dyson, “Architecture of the Iron I Period of Hasanlu

in Western Iran, and Its Implications for Theories of Migration on the Iranian Plateau” Leplateau iranien et l’Asie centrale des origines a la conquete islamique, ed. J. Deshayes.Paris: Editions du Cente national de la recherche scientifique, 1977, s. 156; T. CuylerYoung, “A Comparative Ceramic Chronology for Western Iran”, IRAN III, 1965, s. 55.

29 Young, agm., (1965), s. 55.

NEZAHAT CEYLAN

196 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

Hasanlu dönemini “Tabanı düğmeli kap dönemi“ olaraktanımlamıştır.30Ayrıca bu döneme ait mezarlıkta iki adet gagalı kap elegeçmiştir.31

V. Hasanlu’ya ait mimari ölçütler ise şunlardır: Ayakları taştan vespiral merdivenler, ahşaptan sütunlar, sekiler (kerpiçten yapılma), evlerintemeli yontulmamış taşlardan oturma yerleri, eşik taşı, ocaklar vepayandalardır.32

Dönem V ile dönem IV arasında süreklilik söz konusudur. DönemV’te kullanılan mimari teknikler burada görülür: Kerpiç boyutları 39 x 39 x15 cm’dir. Kerpiçler kesilmemiş 1 m yüksekliğindeki taş temellerüzerindedirler.33 Aynı şekilde keramikte de Dönem V’e ait açkılı monokromgri keramik (gri-siyah ile siyah, kahverengi ve kırmızı) kullanılmaya devameder. Bunun yanı sıra devetüyü keramik ve kaba mutfak kapları damevcuttur. Yemek kaplarının şekli ise hemen hemen hiç değişmemiştir.Metal kapların kullanımında artış gözükür.34

Dönem IV (yaklaşık MÖ 1000-800): IVA, IV B, IV C olmak üzere 3kısımdan oluşmaktadır. Bu ayrımın sebebi mimari ile ilgilidir. En çok bilgiyiIVB dönemi verir. IVC en eski dönemidir. IVC’nin üzerinde IVB veIVA’nın inşaatları bulunmaktadır.35

Bu bölgede, batıda ve doğuda iki yanmış bina bulunmaktadır.Batıdaki yanmış binanın içinde altın levha ele geçmiştir. Sütunlu salonunbatı yönünün devamında bir tane erzak odası ve pitoslar bulunmuştur. 36 IV.Hasanlu’nun yanmış binalarında at kemiklerine rastlanmıştır. Bu durum IV.Hasanlu topluluğunda atın çok önemli bir yere sahip olduğunugöstermektedir.37

IV. Hasanlu’da mabet olduğu düşünülen binada 1500’den fazla eserele geçmiştir. Mabedin iç kısmında fildişinden ve kemikten yapılma eserler

30 Dyson, H. Robert. - Young, T. Cuyler, agm., (1960), s. 19 vd.31Gagalı kaplar İran’ın demir çağ özelliklerindendir. Hasanlu’nun gagalı kaplarının örnekleri

Nahcivan’da bulunanlar ile benzerlik göstermektedir; Muscarella, agm., (1965), s. 121 vd;Muscarella, agm., (1974), s. 48.

32 Perfereç, age., s. 114 vd.33 Dyson, agm., (1965), s. 168.34 Perfereç, age., s. 118.35 Dyson, agm., (1977), s. 548 vd; Perfereç, age., s. 119.36 Perfereç, age., s. 121.37 H. Robert Dyson, “The Iron Age Architecture of Hasanlu”, Expedition 31/ 2-3, 1989b, s.

71.

KUZEYBATI İRAN’DA ÖNEMLİ BİR YERLEŞME: HASANLU

197Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

bulunmuştur. 38Mabedde stellerin dayanak kısımları gri rengine yakındır.Ayrıca mabed de adakları sunmak için adak odaları yer almıştır.39

Hasanlu IV Döneminde, kale ve mezarlık kullanılmaya devamedilmiştir. Kalenin etrafı 11 kuleye sahip bir tahkimat duvarı ile çevrilmiştir.Kuleler arasında 35 m vardır ve her biri yaklaşık 10 metre karedir. Kulelerarasındaki boşluk 2 adet taş payanda (0.5 x 3 m) ile üç eşit parçayaayrılmıştır. Tek girişi batı yamacındadır. Bu yapılarda bulunan nesneler ikifarklı grupta toplanmıştır. Biri Asur mallarının kopyaları ya da ithaledilenleridir. İkincisi ise yerel geleneklere göre yapılan nesnelerdir. 40Asurmalzemesi içinde tipik MÖ 9. yy silindir mühürleri bulunmaktadır. Gümüşbir bardak üzerine bezenmiş at arabası ve figürler Asur’dan gelen MÖ 9. yyetkilerine örnek olarak gösterilebilir. Dyson bu buluntu topluluklarınınSulduz’da güçlü bir Asur etkisinin olduğunu ve Geç Dönem IV ile 9. yyAsur’unun arasındaki bağlantıyı göstermek açısından yeterli olduğunubelirtmektedir.41

IV. Hasanlu’nun mezarlarında gagalı kaplar, demirden yapılmaeşyalar ele geçmiştir. Mezar mimarisi kerpiç ve taştandır. Ölü gömme tarzı,yığma şeklinde olup, ölüler hoker tarzında tek olarak gömülmüştür. Çok azölü yatay gömülmüştür.42

IV. Hasanlu’nun çanak- çömlekleri türü bakımından 4’eayrılmaktadır.

1- Kalın kaba kaplar: Bej rengindedir. Bazı türleri kırmızı kil astarlıdır.2- İnce kaplar: Çoğunlukla gridir. Bej renkli olanları da mevcuttur.3- Normal Kaplar: Çoğunlukla kahverengine sahiptir.4- Astarlı Kaplar: Sadece IV. Hasanlu’da raporlanmıştır. Çok kaba ve

kalındır. Gri, sarı, yeşil, mavi, beyaz renkte astarlanmıştır.43

IV. Hasanlu’nun bazı kapları yuvarlak tabanlı ve yuvarlak vücutlu, 3ayaklı kaplardır. Ayaklar hayvan ayağı şeklindedir.

III. Salmanassar Kalhu’da çalıştırmak üzere marangozlar, taşçılar,bronz ve fildişi ustaları getirtmiştir. Bu ustalar sayesinde Hasanlu’dabulunan kaliteli mallar üretilmiştir. Aynı zamanda Salmanassar Küçük

38 D. Michael Danti, “The Artisan’s House of Hasanlu Tepe”, Iran 49, 2011, s. 11 vd.39 Perfereç, age., s. 125.40 Perfereç, age., s. 119 vd.41 Dyson agm., (1965), s. 200.42 Hakemi, Ali - Rad, Mahmut, “Rapport et Resultants de Fouilles Scientifques a Hasanlu

Solduz”, GB, 1950, s. 25.43 Perfereç, age., s. 127.

NEZAHAT CEYLAN

198 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

Asya’daki demir ve gümüş üretiminin kontrolünü ele geçirmiştir. Dyson’agöre Hasanlu’da demirin bolca bulunması da aynı zaman diliminerastlamaktadır.44

IV. Hasanlu ve III. Hasanlu arasında yaklaşık 100 yıl kadar boşdönem vardır. Bu dönem II. Sargon’un ve III. Tiglet Pleser’in yönetimindeAsur güçlerinin Manna bölgesinde yeniden kurulmasına ve Urartularınyayılmasına denk gelmiştir. M.Ö 715-714’te II. Sargon, doğu seferi ileUrartu’nun gücünü kırmış, Urartu’nun kutsal kenti Musaşir’i yağmalamış veMed liderini Hama’ya getirmiştir. Bu sırada Asur desteğini alan Mannalar,Urmiye Gölü’nün güney doğusundan Yanık Tepe’nin güneyine kadar etkiliolmaya başlamışlardır.45

Hasanlu IV’ün yıkımından46 sonra, gecekonducuların kısa bir süreburada yaşadığına dair kanıtlar mevcuttur. Bu süre içinde oldukça dayanıksızduvarlar inşa edilmiştir. Yaklaşık 50 yıl kadar sürdüğü tahmin edilmektedir.Buluntu yok denecek kadar azdır. Gecekonduculardan sonra yerleşimterkedilmiştir.47

III. Hasanlu 2 bölüme ayrılır. III A VE III B olmak üzere. III Bdevresi Urartu kalesi ve sur duvarı ile ilgilidir. Tepenin üzerine inşaedilmiştir. 48

44 Dyson, agm., (1965), s. 193.45 Dyson, , agm., (1965), s. 193 vd; H. Robert Dyson,– C. Vincent Pigott, “Hasanlu: Survey of

Excavations in Iran- 1973-1974”, Iran XIII, 1975, s. 182 vd; Young, agm., (1967), s. 48;Wolfram Kleiss - Harald Hauptmann, , Topographische Karte von Urartu, 1976, Berlin, no.50; H. Robert Dyson, “Rediscovering Hasanlu”, Expedition 31/2-3, 1989a, s. 3 vd; H.Robert Dyson, “The Iron Age Architecture of Hasanlu”, Expedition 31/ 2-3, 1989b, s.107vd.

46 Hasanlu IV yerleşmesinin II. Sargon’un sekizinci seferi esnasında ( M.Ö. 714 yılında )yıkıldığı ile ilgili görüş için bk. Medvedskaya, “Who Destroyed Hasanlu IV” Iran 26, 1988,1- 15. Demir Çağ dönemine ait olan Hasanlu IV, M.Ö 9.yy’ın sonunda Menua ve İşpiuniönderliğinde Urartular tarafından yıkılmıştır. Konu ile ilgili bak; Paulo. E Pecorella, - MirjoSalvini, “Researches in the Region Between the Zagros Mountains and Urmia Lake”,Persica 10, 1982, s. 9 vd; H. Robert Dyson - W. Oscar Muscarella, “Constructing theChronology and Historical Implications of Hasanlu IV”, Iran 27, 1989, s. 1 vd; AltanÇilingiroğlu, Urartu Tarihi, İzmir 1994, s. 57; Oscar W., Muscarella, “The Excavation ofHasanlu: An Archaeological Evaluation”, BASOR 342, 2006, s. 75; Kroll, agm., (2011), s.155.

47 Dyson, agm., (1965), s. 193; Peter Magee, “Deconstructing the destruction of Hasanlu:Archaelogy, imperialism and the Chronology of the Iranion Iran Age”, Ir Ant 43, 2008, s.89 vd.

48 Dyson- Muscarella, agm., ( 1989), s. 3 vd.

KUZEYBATI İRAN’DA ÖNEMLİ BİR YERLEŞME: HASANLU

199Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

Hasanlu III B (M.Ö700-600): Hasanlu III B dönemi Urartulara aittir.İlk defa İşpuini tarafından getirilen ve anıt tipi olan zafer yazıtlarıUrartu’nun yayılma siyasetini göstermesi açısından oldukça önemlidir.Hasanlu adına Meşta ismiyle, İşpuini ve Menua’nın, Erçek Gölüyakınlarındaki Karagündüz Yazıtında rastlamaktayız. Yazıt, UrmiyeGölü’nün güneyinde yer alan verimli vadilerin fethini şu şekildeanlatmaktadır:49

Arka yüz: Efendi tanrı Haldi'ye Sarduri oğlu İşpuini veİşpuini oğlu Minua bu steli diktirdiler.Tanrı Haldi, kendimızrağıyla sefere çıktı, Meşta Şehri'ni ele geçirdi ve BarsuaÜlkesi'ni de ele geçirdi .Tanrı Haldi güçlü ve tanrı Haldi'ninmızrağı da güçlüdür. Tanrı Haldi'nin kudretiyle Sarduri oğluİşpuini ve İşpuini oğlu Minua, Meşta Şehri'ne karşı sefere çıktılar.İşpuini güçlüydü ve Minua da güçlüydü. Ordu da 106 savaşarabası, 9.174 süvari ve 2.704 piyade (vardı). Tanrı Haldi, Sardurioğlu İşpuini ve İşpuini oğlu Minua'nın önünden gitti.. (Onlar,)Meşta, Qua, Saritu ve Nigibi şehirlerini ve Barsua Ülkesi'nin(şehirlerini) ele geçirdiler. Oradan ... X bin 45(?)3 ... X on bin6.600 ... 1.120 at, 1.200 büyükbaş hayvan, X bin 065 deve ve X onbin 5.000 küçükbaş hayvan yolla çıktı. Tanrı Haldi'nin kudretiyleSarduri oğlu İşpuini ve İşpuini oğlu Minua bunları götürdüler.Fethedilmiş kaleleri geride bıraktıkları zaman, ülkelerepayettiklerini ..

Urmiye Gölü’nün güneyini ele geçiren Urartular bölgenin önemliovaları olan Uşnu ve Sulduz ovalarında kaleler inşa ettirmiştir. UrmiyeGölü’nün güney batısında yer alan Hasanlu’da Urartu egemenliğinegirmiştir.50 Salvini’ye göre Hasanlu; Karagündüz Yazıtı’nda adı geçen Meşta

49 Karagündüz yazıtı için bak Lehmann - Haupt - Carl. F., Corpus InscriptionumChaldicarum, Berlin-Leipzig, 1928-1935, no,15, tab. 43-44; Friedrich König, Hanbuch DerChaldischen Inschriften, AfO, Beiheft 8, Graz W., 1955-1957, no, 7; Peter Hulin, “UrartianStones in the Van Museum”, AS 8, 1968, s. 237, no, 3; Mirjo Salvini, “La stele diKaragündüz”, Pecorella, P.E., Salvini, M. (ed.), Tra lo Zagros el’Urmia. Ricerche storicheed archeologiche nell’Azerbaigian Iraniano, Roma, 1984, s. 57 vd.; Payne, Margaret,Urartu Çivi Yazılı Belgeler Kataloğu, İstanbul 2006, s. 38 vd.

50 Karagündüz yazıtında İşpuini ve Oğlu Menua’nın adı geçtiği için Hasanlu’yu bu iki kralınortak yönetiminde olduğu zaman ele geçirildiği kabul edilmektedir. Geniş bilgi için bak;Salvini, age., s. 51 vd.; Hasanlu’nun Kral Menua tarafından ele geçirildiği görüşü için bak;Altan Çilingiroğlu, Urartu Krallığı Tarihi ve Sanatı, İzmir 1997, s. 30 vd.

NEZAHAT CEYLAN

200 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

ile aynı yerdir.51 Salvini görüşünü Menua dönemine ait olan Taştepe Yazıtıile desteklemektedir.52 M.Ö 9. yy’a tarihlendirilen bu sefer, M.Ö 800’leretarihlenen Hasanlu IV tabakasının tahribatıyla uyum sağlamaktadır.53UrartuYazıtlarında Meşta, Asur kayıtlarında ise Mesu olarak ifade edilmektedir.Wright ve Rigg bu iki yerin aynı olduğunu görüşünü savunmaktadırlar.Meşta’nın Manna ülkesinin güneyi olabileceği görüşünü ise Levine ilerisürmüştür.54

Menua döneminde, Urmiye Gölü’nün güneyinin Urartu egemenliğinegirmesi ile birlikte ordunun ihtiyaç duyduğu değerli atlar bu bölgeden eldeedilmiştir. Urmiye Bölgesinin at yetiştiriciliği konusunda mahir olduğubilinmektedir. Daha önce bölgeye hâkim olan Asurlular da atlarını buradantemin etmişlerdir.55

Hasanlu III B’de önceki döneme ait olan kale yeniden yerleşime tabiolmuştur. Bu yerleşme, küçük bir kale olan Agrep Tepe vasıtasıyla himayealtına alınmıştır. Karbon 14 tahlillerine göre Agrep Tepe’nin çanakçömlekleri ile III B’nin çanak çömlekleri aynı dönemdir.56

Urartu dönemi olan Hasanlu III B’de kullanılan keramiğin çoğudevetüyü renginde olup aynı zamanda kırmızı astarlı kaseler de çokyaygındır. Birkaç tane çanak parçasında kahverengi ve siyah renklerinkullanıldığı gözlenmiştir. Hasanlu III B döneminde üçgen desenli keramiktürü, en kaliteli olanıdır. İnce, kaliteli, iyi perdahlı devetüyü keramik üzerine,ağ motifi ya da üçgen motiflerinin olduğu bir keramik türüdür. Üçgenkeramik ve benzer türleri Batı Zagroslarda da görülmektedir. Dönem III

51 Mirjo Salvini, “Die Urartaischen Schriftlichen Quellen aus Iranisch- Azerbaidjan”, AMI 6,1979, s. 177; Paulo. E. Pecorella, - Mirjo Salvini, “Tra lo Zagros e l’Urmia. Ricerchestoriche ed archeologichenell’Azerbaigian Iraniano”, IG - 78, Roma 1984, s. 18.

52 Salvini, agm., (1979), s. 170 vd.53 Salvini, age., s. 51 vd.54Edwin. M., Wright, “The Eighth Campaign of Sargon II”, JNES 2, 1943, no. 31 ve Horace

Abram Rigg, “Sargon’s Eighth Military Campaign”, JAOS 62, 1942, no. 34, Louis Levine,“Geographical Studies in the Neo Assyrian Zagros”, IRAN XII, 1974.

55 Karagündüz yazıtında bölgeden alınan atların sayısı 1200 olarak verilmektedir. Bak;Lehmann- Haupt, age., no.15, tab 43-44; König, age., no.7; Hulin, agm., s. 237, no, 3;Georgi Aleksandrovic, Melikişvili, Urartskie klinoobraznye Nadpisi, Moskova, 1960, no,24; Mirjo Salvini, “Lidentificazione della citta di Mesta con il Hasanlu.” Tr alo Zagros e lUrmia, Ed. P. E. Pecorella and M. Salvini, Roma, 1984, s. 57 vd., Margaret Payne, UrartuÇivi Yazılı Belgeler Kataloğu, İstanbul 2006, s. 38 vd.; Ayrıca bak; Stephanie Dalley,“Foreign Chariotry and Cavalry in the Armies of Tiglath-Pileser III and Sargon II”, BritishInstitute for the Study of Iraq 47, 1985, s. 31 vd.

56 Muscarella, agm., (2006), s. 83.

KUZEYBATI İRAN’DA ÖNEMLİ BİR YERLEŞME: HASANLU

201Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

B’de, Dönem IV’te görülen yatay akıtacakların yerini yonca dudaklı yukarıkalkık emzikler almıştır.57

Hasanlu IV B ve daha sonraki Urartu dönemi olan III B boyuncadikdörtgen biçimli binalar bulunmuştur. Binalar içinde dar taş döşemelikoridorlar ve yan taraflarında uzayan küçük arklara rastlanmıştır. Kroll bubinalardaki yapılara bakarak, bu binaların ahır olabileceğini iddia etmiştir.58

Dyson ise mevcut sitemi “üçlü yol sistemi” olarak tanımlamıştır.59

Hasanlu III B’de eski kalenin kapısı artık kullanılmaz olmuştur.Batıda bir yan giriş oluşturulmuştur. Kalenin duvarı Urartu tekniğiyle taş vekerpiçten yapılmış, payandalarla güçlendirilmiştir. Eşik, taş döşelidir.Odaların içinde parlak kırmızı kaplar bulunmuştur. Temeldeki büyük taşlarınmimari tarzı ve sur duvarların planı, diğer Urartu kalelerine benzemektedir.Agrep Tepe bunun güzel bir örneğidir.60

Hasanlu III B’den III A’ya geçişi erozyon yüzünden anlamak zordur.Bazı bölgelerde III B’ye ait duvarlar kullanılmaya devam edilmiştir. Boyalıüçgen malı kaybolmuştur, ve yerine gelen keramik türünde büyük kaplar vedevetüyü malı vardır. 61 Tüm bu bölge MÖ 549 yılında Akhamenidlerin(Kyros), eline geçtiği için, III A’nın büyük bir kısmı Akhamenid dönemineait olmalıdır.

II. DÖNEM: Uzun duvar kalıntıları bu döneme ait bulgulardandır.Hatip Şehidi’nin incelemesinde bu dönem iki devreye bölünmektedir. II Bevresi Akamenid dönemiyle, II A evresi ise Suluki dönemiyleeşleşmektedir.62

I. DÖNEM: İslami dönemden çok az kalıntı ele geçmiştir.

İran coğrafi konum açısından Eski Çağ tarihinden itibaren önemliyerleşim yerlerinden birisidir. Özellikle Kuzeybatı İran tarihin herdöneminde yerleşme görmüştür. Bu durumu sağlayacak koşullar bölgede

57 Dyson, agm., (1965), s. 205.58 Stephan Kroll, “Ein Triple Road System oder Stallbauten in Hasanlu IV B?”, AMI 25,

1992, s. 65 vd.; Kroll, agm., (2011), s. 154.59 Dyson, agm.,1(989b), s. 107 vd.60 Elizabeth Johnson, “Urartian Influence Upon Irannian Architecture in the First Millennium

B.C”, Marsyas 17, 1975, s. 25; Alireza Hejebri Nobari, Architecture Militaire Urarteenne,Yayınlanmamış Doktora Tezi, Paris, 1997, s. 173.

61 H. Robert Dyson, “The Achaemenid Painted Pottery Hasanlu III A”, AS 49, 1999, s. 101vd.

62 Şehidi, agm., s. 17 vd.

NEZAHAT CEYLAN

202 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

mevcuttur. Asur kaynaklarında Gilzanu ülkesi olarak geçen bölge AsurDevleti için altın, kalay, bronz ve atın temin edilebileceği yer olarakgörülüyordu. Bölgenin M.Ö. 9. yy’dan itibaren Urartuların dikkatini çek-tiğini yazılı kaynaklardan öğrenmekteyiz. Urartu Devletinin İşpiuni - Menuaortak krallığı dönemi ve daha sonraki dönemlerinde Uşnu ve Sulduz ovalarıile yakından ilgilendiğini görmekteyiz. Burada hâkimiyet kurmaya çalışanUrartu, düzeni sağlamak için güçlü kaleler inşa etmiştir. Bu kalelerden biriolan Hasanlu Neolitik devirden, İslami devirlere kadar yerleşim görmüştür.Çalışmalar sonucu, Hasanlu’nun 10 kültür tabakası tespit edilmiştir. Kuzey-batı İran’ın kronolojisini belirlemek açısından Hasanlu yerleşmesinde yapı-lan çalışmalar oldukça önemlidir. Kuzeybatı İran’ın kronoloji konusu tamnetlik kazanmış değildir. Yapılmış olan ve yapılacak çalışmaların bu konuyadestek sağlayacağı kesindir.

KAYNAKÇABurton. T - Brown, Excavations in Azerbaijan, 1948, Londra, 1951.Çilingiroğlu, Altan, Urartu Krallığı Tarihi ve Sanatı, İzmir 1997.-------------------, Urartu Tarihi, İzmir 1994.Dalley, Stephanie, “Foreign Chariotry and Cavalry in the Armies of Tiglath-Pileser

III and Sargon II”, British Institute for the Study of Iraq 47, 1985, 31- 48.Danti, D. Michael, “The Artisan’s House of Hasanlu Tepe”, Iran 49, 2011, s. 11-54.-------------------, “The Late Bronze and Early Iron Age In Northwestern Iran”,

Ancient Iran (ed. D.T. Potts), 2013, 327- 376.Dyson, H. Robert - Muscarella, W. Oscar, “Constructing the Chronology and

Historical Implications of Hasanlu IV”, Iran 27, 1989, s. 1-27.Dyson, H. Robert – Pigott, C. Vincent, “ Hasanlu: Survey of Excavations in Iran-

1973-1974”, Iran XIII, 1975, s. 182 vd.Dyson, H. Robert, “Architecture of the Iron I Period of Hasanlu in Western Iran, and

Its Implications for Theories of Migration on the Iranian Plateau” Le plateauiranien et l’Asie centrale des origines a la conquete islamique, ed. J.Deshayes. Paris: Editions du Cente national de la recherche scientifique,1977, s. 155-159.

-------------------, “Digging in Iran: Hasanlu, 1958”, Expedition I, 1959, 4 vd.-------------------, “Problem of Protohistoric Iran as seen from Hasanlu”, JNES XXIV,

1965, s. 193-217.-------------------, “Hasanlu et les Vallees de Solduz et Ushu, Douze Anneees

D’Exploration, Archeologie Vivante 1/1, 1968, 83-102.-------------------, “Rediscovering Hasanlu”, Expedition 31/2-3, 1989a, s. 3 vd.

KUZEYBATI İRAN’DA ÖNEMLİ BİR YERLEŞME: HASANLU

203Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

-------------------, “The Achaemenid Painted Pottery Hasanlu III A”, AS 49, 1999, s.101 vd.

-------------------, “The Archaeological evidence of the second millennium B.C. onthe Persian Plateau”, Cambridge on the History 2/I, I.E.S Edwards et.Al.(ed.), Cambridge 1973, s. 686-715.

-------------------, “The Architecture of Hasanlu: Periods I to IV”, AJA 81/4, 1977a, s.548 vd.

--------- “The Iron Age Architecture of Hasanlu”, Expedition 31/ 2-3, 1989b, s. 107vd.

Dyson, H. Robert. - Young, T. Cuyler, “Pisdeli Tepe”, Antiquity XXXIV, no.133,1960, s. 19 vd.

Grayson, A. Kırk, Assyrian Royal Inscriptions II, Wiesbaden, 1976.Hacızade, Kerim, A Study of Urartian Settlement in the N.W. Iran (700- 900 B.C),

Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Tahran, 1995.Haenriınck, Ernie, “The Iron Age in Guilan: Proposal for a Chronology. In Bronze-

Working Centres of Western Asia c. 1000- 539 B.C”, ed. J. Curtis, 1988, s.63-78.

Hakemi, Ali - Rad, Mahmut, “Rapport et Resultants de Fouilles Scientifques aHasanlu Solduz”, GB 1950, 87- 103.

Hulin, Peter, “Urartian Stones in the Van Museum”, AS 8, 1968, s. 235- 244.Johnson, Elizabeth, “Urartian Influence Upon Irannian Architecture in the First

Millennium B.C”, Marsyas 17, 1975, s. 21- 38.Kleiss, Wolfram - Hauptmann, Harald, Topographische Karte von Urartu, 1976,

Berlin.König, Friedrich. Hanbuch Der Chaldischen Inschriften, AfO, Beiheft 8, Graz W.,

1955-1957.Kroll, Stephan, “Ein Triple Road System oder Stallbauten in Hasanlu IV B?”, AMI

25, 1992, s. 65- 72.-------------------, “Habur Ware im Osten oder: Der TAVO auf Irrwegen im

Iranischen Hochland In Beitrage zur altorientalischen Archologie undAltertumskunde”, ed. P. C. Calmayer, K. Hecker, L. Jakop – Rost and C. B.F. Walker, Wiesbaden- Harrassowitz, 1994, 159- 166.

-------------------, “İran’daki Urartu Şehirleri” Urartu. Doğu’da Değişim, İstanbul,2011, s. 150-169.

Lehmann – Haupt - Carl. F., Corpus Inscriptionum Chaldicarum, Berlin-Leipzig,1928-1935.

Levine, Louis, “Geographical Studies in the Neo Assyrian Zagros”, IRAN XII, 1974,s. 99- 124.

Magee, Peter, “Deconstructing the destruction of Hasanlu: Archaelogy, imperialismand the Chronology of the Iranion Iran Age”, Ir Ant 43, 2008, s. 89-106.

NEZAHAT CEYLAN

204 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

Medvedskaya, Inna, “Who destroyed Hasanlu IV ?” Iran 26, 1988, s. 1-15.Melikişvili, Georgi Aleksandrovic, Urartskie klinoobraznye Nadpisi, Moskova,

1960.Muscarella, Oscar. W., “Hasanlu 1964”, The Metropolitan Museum of Art

Bulletin,Sayı 25, 1965, s. 121 vd.-------------------, “Hasanlu and Urartu”, BU, 2011, s. 311-26.-------------------, “Hasanlu in the Ninth Century B.C. and Its Relations with Oth

Cultural Centers of the Near East”, AJA 75, 1971, s. 263-266.-------------------, “North- Western Iran: Bronze Age to Iron Age.” Anotolian Iron

Ages 3, A. Çilingiroğlu, D.H. French (ed)Ankara: BIAAM 16, 1994, s. 139-154.

-------------------, “The Excavation of Hasanlu: An Archaeological Evaluation”,BASOR 342, 2006, s. 69-94.

-------------------, “The Iron Age at Dinkha Tepe, 1966”, MMAJ - 9, 1974, s. 39-90.-------------------, “Hasanlu and Urartu”, Acta Iranıca, (ed. S. Kroll, C. Gruber, U.

Hellwag, M. Roaf/ P. Zımansky), 2007, s. 235 vd.Nobari, Alireza Hejebri, Architecture Militaire Urarteenne, Yayınlanmamış Doktora

Tezi, Paris, 1997.Payne, Margaret, Urartu Çivi Yazılı Belgeler Kataloğu, İstanbul 2006.Pecorella, Paulo. E - SALVINI, Mirjo “Researches in the Region Between the

Zagros Mountains and Urmia Lake”, Persica 10, 1982, s. 1-35.-------------------, “Tra lo Zagros e l’Urmia. Ricerche storiche ed

archeologichenell’Azerbaigian Iraniano”, IG - 78, Roma 1984.Perfereç, Ekber, İran’ın Kuzeybatısının Demirçağ İncelemesi, Erdebil’in Şehriyar

Bölgesi ve Çevresindeki Kalelerin Çalışılması, (Yayınlanmamış DoktoraTezi), Tarbiat Modares Üniversitesi, Tahran 2007.

Pigott, Vincent, C. “The Question of the Presence of Iron I Period in Iron, InMountains and Lowlands” Essays in the Arechaelogy of GreaterMesopotamia, ed.L.D. Levine and T.C. Young, Jr., 1977, s. 209- 234.

Reade, Julian. E., “Hasanlu, Gilzanu and related Considerations” AMI 12, 1979, s.175- 181.

Rigg, Horace Abram, “Sargon’s Eighth Military Campaign”, JAOS 62, 1942, s. 130vd.

Salvini, Mirjo, “Die Urartaischen Schriftlichen Quellen aus Iranisch- Azerbaidjan”,AMI 6, 1979, s. 170 vd.

-------------------, “Lidentificazione della citta di Mesta con il Hasanlu.” Tr aloZagros e l Urmia, Ed. P. E. Pecorella and M. Salvini, Roma, 1984, s. 19 vd.

KUZEYBATI İRAN’DA ÖNEMLİ BİR YERLEŞME: HASANLU

205Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

-------------------, “La stele di Karagündüz”, Pecorella, P.E., Salvini, M. (ed.), Tra loZagros el’Urmia. Ricerche storiche ed archeologiche nell’AzerbaigianIraniano, Roma, 1984, s. 57-62.

-------------------, Urartu Tarihi ve Kültürü, İstanbul, 2006.Sivas, Hakan, Urartu ile ilgili Assur Kaynakları (Yayınlanmamış Yüksek Lisans

Tezi), İstanbul, 1991.Şehidi, Khatip, “Investigations of Hasanlu and reconsideration of its upper strato”,

International Journal of Humanities of the Islamic Republic of Iran 13/ 3,2006, s. 17-29.

Wright, Edwin. M., “The Eighth Campaign of Sargon II”, JNES 2, 1943, s. 173 –186.

Young, T. Cuyler, “A Comparative Ceramic Chronology for Western Iran”, IRANIII, 1965, s. 53- 85.

-------------------, “The Iranian Migration into the Zagros” Iran V, 1967, s. 11- 34.

NEZAHAT CEYLAN

206 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

Harita 1. Anadolu ve İran Coğrafyası

KUZEYBATI İRAN’DA ÖNEMLİ BİR YERLEŞME: HASANLU

207Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

Harita 2. İran Coğrafyası

NEZAHAT CEYLAN

208 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

Harita 3: Hasanlu Yerleşmesi ve Çevresi

KUZEYBATI İRAN’DA ÖNEMLİ BİR YERLEŞME: HASANLU

209Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

Harita 4: Urartu Yayılım Haritası

NEZAHAT CEYLAN

210 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

Harita 5: Hasanlu Topografya Planı (Danti 2011)

KUZEYBATI İRAN’DA ÖNEMLİ BİR YERLEŞME: HASANLU

211Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

Figür 1: Hasanlu (Dyson )

NEZAHAT CEYLAN

212 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

Figür 2: Hasanlu III B Planı (Muscarella 2006)

KUZEYBATI İRAN’DA ÖNEMLİ BİR YERLEŞME: HASANLU

213Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

Foto 1: Hasanlu

Foto 2: Hasanlu

NEZAHAT CEYLAN

214 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

Foto 3: Hasanlu

Foto 4: Hasanlu

KUZEYBATI İRAN’DA ÖNEMLİ BİR YERLEŞME: HASANLU

215Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

Foto 5: Hasanlu Buluntu Örnekleri ……….. Foto 5: Hasanlu Buluntu Örnekleri

Foto 7: Hasanlu Buluntu Örneğihttp://www.metmuseum.org/toah/hd/hslu/hd_hslu.htm

NEZAHAT CEYLAN

216 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

Foto 8: Hasanlu Buluntu Örneği(http://www.metmuseum.org/toah/hd/hslu/hd_hslu.htm)

Foto 9: Hasanlu Buluntu Örneği(http://www.metmuseum.org/toah/hd/hslu/hd_hslu.htm)

KUZEYBATI İRAN’DA ÖNEMLİ BİR YERLEŞME: HASANLU

217Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

Foto 10: Hasanlu Buluntu Örneği(http://www.metmuseum.org/toah/hd/hslu/hd_hslu.htm)

Foto 11: Hasanlu Buluntu Örnekleri

NEZAHAT CEYLAN

218 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

Çizim 1: Hasanlu Keramik Çizimi (Danti 2013)

KUZEYBATI İRAN’DA ÖNEMLİ BİR YERLEŞME: HASANLU

219Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

Çizim 2: Hasanlu Keramik Çizimi (Danti 2013)

NEZAHAT CEYLAN

220 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

Çizim 3: Hasanlu Keramik Çizimi (Danti 2011)

KUZEYBATI İRAN’DA ÖNEMLİ BİR YERLEŞME: HASANLU

221Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 189-221

Çizim 4: Hasanlu Keramik Çizimi (Danti 2011)

Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 223-227

KİTABİYAT

Ayşe Nur ÖZDEMİR

Av. Atâ Terzibaşı, Kerkük Şairleri, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2013, 4Cilt, 1648 s.

Osmanlı Devleti’nin yıkılmasındansonra yeni kurulan devletin sınırları dışındakalan Irak’ta yaşayan Türkmenle-rin kültürve edebiyatını ortaya koyan en ciddiçalışmalardan birisi, Atâ Terziba-şı’nınhazırlamış olduğu Kerkük Şairleri adlıeseridir.

Atâ Terzibaşı on üç ciltlik bueserinde, yaklaşık dört yüz yıllık süreçteKerkük’te doğmuş ve yetişmiş olan 170’eyakın şaire geniş bir şekilde yervermiştir. Söz konusu eserin ilk cildi 1963yılında Bağdat’ta basılmış, 13. cildi ise 2012 yılında Kerkük’teyayımlanmıştır. Irak Türkmen edebiyatı alanında önemli bir rolü olan AtâTerzibaşı’nın uzun çalışmalar sonucu Arap harfleri ile ortaya koyduğu buhacimli eseri, geniş bir akademik çalışma grubu (Prof. Dr. Ali İhsan Öbek,Doç. Dr. Yüksel Topaloğlu, Ayşe Taşralı, Arş. Gör. Duygu Dalbudak veÇağdaş Albayrak) tarafından Latin harflerine aktarılmış ve Ötüken Neşriyattarafından Kasım 2013’te dört cilt halinde okurların dikkatine sunulmuştur.

Irak Türkmenlerinin kültür ve edebiyatlarını kayıt altına alarak,unutulmasının önüne geçen bu büyük kültür araştırmacısı, 1924’te Kerkük’tedünyaya gelir. Öğrenim hayatına mahalle mektebinde başlayan Atâ Terzibaşı,

Arş. Gör., Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,[email protected]

AYŞE NUR ÖZDEMİR

224 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 223-227

eğitimine Türk okulunda devam eder. Daha sonra Kerkük’te kaydolduğuArapça öğretim veren liseyi de tamamlayan Terzibaşı, 1950 yılında BağdatÜniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olur ve Kerkük’te serbest olarakavukatlık yapmaya başlar.

Irak Türklerinin edebiyatı, kültür, tarih, dil ve folklor dünyası üzerineönemli çalışmalar ortaya koyan Atâ Terzibaşı, 1950’li yıllardan sonra isminiduyurur. Çeşitli dergi ve gazetelerde yazıları çıkan yazar, özgün çalışmalarıylada dikkatleri çeker. Yazarın araştırma ve incelemelerini iki temel alandayoğunlaştırdığını görürüz.

Bunlardan ilki sözel kültür alanıdır. Terzibaşı, sözel kültür açısındanzengin bir birikime sahip olan Irak Türklerinin halk edebiyatı ve folklorürünlerini yoğun gayretler sonucu derlemiştir. Kerkük’ü merkeze alan buçalışmalarından üç ciltlik Kerkük Hoyratları ve Manileri adından daanlaşılacağı üzere folklorik bir çalışmadır. Bununla birlikte Kerkük Havalarıve Kerkük Eskiler Sözü de aynı minvalde ele alınan bir diğer eseridir. Yazarınyöneldiği ikinci inceleme sahası ise yazılı kültür alanıdır. Bu coğrafyadakonuşulan Türkçenin özelliklerini ortaya koyan Kerkük Ağzı ve TürkmenSözlüğü yazarın dil üzerine de mesai harcadığının göstergesidir. Bu çalışmalardışında yaklaşık yüz yıllık basın tarihini ele aldığı Kerkük Matbuat Tarihi adlıbir eseri daha vardır. Bununla birlikte ortaya koyduğu çalışmaların enkapsamlısı on üç ciltlik Kerkük Şairleri ve yine üç ciltlik Erbil Şairleri isimliçalışmalarıdır.

Yaptığı çalışmalarla ünü Irak sınırlarını aşan yazar, binbir zorluklaortaya koyduğu Kerkük Şairleri isimli çalışmasının ön sözünde yararlandığıkaynakları belirtir. Geniş bir yelpazeye yayılan bu kaynakların arka planındaşiir mecmuaları, Irak’ta yetişmiş Türkmen şairleri hakkında bilgi veren nadireserler, divanlarına ve şiir mecmualarına rastlanan bir kısım Kerküklü şairineserleri ve haklarında yazılmış olanlar, Kerkük’te çıkmış olan dergi vegazeteler gibi çok zengin bir birikim bulunmaktadır. Yazar sadece Irak’tadeğil, Türkiye’de, İran’da ve başka yerlerde yayımlanan eserlerden deyararlanmıştır. Ayrıca erişemediği ve kullanamadığı ancak önemli olduğunudüşündüğü kaynakları de eserinde özellikle belirtmiştir. Yazar bu eseriyleIrak’ta Türkmen edebiyatı tarihini hazırlamak ve böylece umumi Türkedebiyatında noksan kalan bir alanın tamamlanması için de ilk adımı atmakgayesini taşır.

Kitabında Kerküklü şairlerin hayatlarını geniş bir şekilde anlatmaya veeserlerinden, şiir ve nesirlerinden örnekler vermeye çalışan Atâ Terzibaşı,böylece eserine “Kerkük’te Türkmen Edebiyatı antolojisi” vasfını

KİTABİYAT

225Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 223-227

kazandırmak ister. Terzibaşı eserine her ne kadar antoloji vasfını kazandırmakamacı güttüğünü dile getirse de Kerkük Şairleri tertibi, yöntemi ve kaynakkullanımı bakımından edebiyat tarihi özellikleri de taşır. Eserde klasik şairlereönem verildiği gibi, halk şairlerine de yer verilmiştir. Atâ Terzibaşı değerlideğersiz ayrımı yapmadan Kerkük topraklarının yetiştirdiği bütün eski ve yenişairleri içine alacak şekilde eserini tertip etmiştir. İkinci baskısında eserinyanlışlarını düzeltme ve bazı yeni kaynaklar ışığında eksiklerini tamamlamafırsatını yakalayan yazar, kitabını genişletilmiş şekliyle ve resimlerle süslüolarak yeniden düzenlemiştir.

Çalışmada şairler, kronolojik şekilde verilmiştir. Ele alınan şairin adı,doğum ve ölüm tarihleri belirtildikten sonra yararlanılan kaynaklaradeğinilmiştir. Ayrıca ele alınan şairin hayatı, şahsiyeti, şöhreti, tesiri veeserlerinden bahsedilmiş ve bölüm söz konusu eserlerden örnekler verilmeksuretiyle tamamlanmıştır.

Yazar, eserini açık, duru ve saf bir Türkçeyle yazmıştır. Eserin dilözellikleri Türkçenin başka topraklarda yaşayan Türkler tarafından nasılişlendiğini ve Türkiye Türkçesine ne denli benzediğini göstermek açısındanda somut bir örnek teşkil eder.

Bu değerli külliyatta yer verilen şairler ciltlere göre şöyle sıralanmıştır:

Birinci Kitap (1. ve 2. Ciltler)Birinci Cilt: Nevres, Bedrî, Es‘ad, Kasımî, ‘Örfî, Sâfî, Sâkit, Kâbil,

Zeynelâbidin ve Mail.

İkinci Cilt: Müftü, Lutfî, Mûr ‘Ali Baba, Gulamî, Şeyh AbdurrahmanHâlis, Salih, Faiz, Şeyh Rıza, Hâlisî, Mehmet Rasih, Ömer Öztürkmen veBaha.

İkinci Kitap (3., 4. ve 5. Ciltler)Üçüncü Cilt: Mihri, Tabiboğlu, Tabib, Muhammet Nevruzi, Şeyhoğlu,

Hâkî, Râzî, Şakî, Nevres-i Sâlis, Hâvî, Ya’kub Ziyaî, Sakıp, Mehmet Salih,Zulmî, Hakî, Lutfullah bin Veli Efendi, İsmail Mekkî bin Veli Efendi,Fadlullâh bin Veli Efendi, Fevzî, Tıflî, Rencûrî, Narî, Nakşî, Haydaroğlu veAyvazoğlu.

Dördüncü Cilt: Ahmet Medenî, Abdullah Kudsî, Cevat Necipoğlu,Rauf Görkem, Mektubizade Ömer Fevzi, Mustafa Sümer Salim, MollaSüleyman Salim, Mehmet Beha, Servet Kevser, Tisinli Rauf ve NakışlızadeMustafa Muhib.

AYŞE NUR ÖZDEMİR

226 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 223-227

Beşinci cilt: Mahmut Nedim, Salih Rifat, M. Galip, Aziz Sami, MekkiLebib, Abdülkâdir Hulusî, Molla Kasım Hulusî, Sa’id Fıtrat, Seyit Salih,Ahmet Sabrî, Abdussamet Sabrî, Süleyman Vehbî, Abdulfettah Vehbî, KâmilVehbî, Kerimî, Rüşdî, Reşit Ali Dakuklu ve Reşit Kâzım Bayatlı.

Üçüncü Kitap (6., 7., 8. ve 9. Ciltler)Altıncı Cilt: Hicrî Dede, Abdullah Niyazi, Hüşyar Dede, Didar Dede,

Abdülmecit Vâfî, Mustafa Vâfî, Süleyman Vâfî, ‘Aşkî, Süleyman Samî,Süleyman Ali Samî, Sıddik Osman, Abdullah Mazhar ve Hıdır Lûtfî.

Yedinci Cilt: Reşit Akif, Mehmet Sadık, Esat Naip, Sadullah Müftî,Saîd Besim ve Mehmet Hatip.

Sekizinci Cilt: Osman Mazlum, İzzettin Abdî, Tevfik Celâl Orhan,Nâzım Refik Koçak, Ömer Ağa Piryadî, Arap Fehmi, Celal Rıza ve Tâkî Bey.

Dokuzuncu Cilt: İnâyet Koçak, Şâkir Sâbir Zirâatçi, Mehmet İzzetHattat, Ahmet Otrakçıoğlu, Necmettin Esin, İsmet Özcan, Ata Bezirgân, AliRıza Alaslan, Âşık Abbas, Yusuf Nuri, Sait Âşık ve Şehnaz Hanım.

Dördüncü Kitap (10., 11., 12. ve 13. Ciltler)Onuncu Cilt: Abdurrahman Askerî, Hâkî, Vecihî, Kâmî, Hamdî, Tıflî,

Muhammed Salih Mektebdar, Tevfik Erkân, Hasan Hüsnî, Halil Münevver,Razî, Hasan Görem, Âşık Rızâ, Şükür Hanzad, Mustafa Gökkaya, FerahGökkaya, Şekibe Vandavî, Leyla Merdan ve Ümmî Nedime.

On Birinci Cilt: Mehmet Ramiz, Abdussettar Abdî, Abbas Kemal,Burhan Celal, Nasih Bezirgân, Fatih Saatçi, Ömer Zeynel, Hasan NecefFelahî, Ekrem Pamukçu, Talip Semin Dakuklu, Yasin Mahir, MehmetHamlegil ve Hayrullah Bellevoğlu.

On İkinci Cilt: Fuat Hamdi, Ali Marufoğlu, Abdulhalik Beyatlı,Bahaettin Salihî, Ali Saib, İsmail Serttürkmen, Fahrettin Ergeç, Hasan İzzetÇardağlı ve Sabah Karaaltın.

On Üçüncü Cilt: Mustafa Fevzî, Mahmûd Tıflî, Ali Hikmet,Abdurrahman Fâni, Seyyid Mehmet Emin, Reşîd Sâlih, Hacı Veled Şefkat,Refik Hilmi, Molla Halil Zeki, Sinân Sa’îd, Abdulkadir Nakîb, SeyfeddinBiravçı, Kahtân Hürmüzlü, Sami Tütüncü, İbrahim Neftçi, Cemil Emin,Mustafa Kemal Denden, Mehmet Mehdi Bayat ve Sabir Demirci.

Atâ Terzibaşı, bir asra yaklaşan ömrünü, bir edebiyat incelemecisi vekültür araştırmacısı olarak doğduğu toprakların yazılı ve sözlü kültürürünlerinin derlenmesine adamış bir şahsiyettir. Irak Türkmenlerinin yaşadığı

KİTABİYAT

227Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi DergisiCilt: 5, Sayı: 9, Ocak 2015, s. 223-227

topraklarda Türk kültürü hakkında birçok ürünü bir edebiyat tarihçisi dikkatiile dar çevrelere sıkışmaktan kurtarmış ve geniş okuyucu kitleleri ilebuluşturmuştur. Terzibaşı, özelde Türkmen edebiyatını genelde ise Türkedebiyatını yerel ve evrensel yönleriyle tüm dünyaya tanıtmak amacıylahareket etmiştir.

Kerkük’te yetişen şairlerin hayatlarını ve eserlerini toplu olarak ortayakoyan bu çalışma, uzun ve yorucu bir araştırmanın ürünüdür. Türkedebiyatının belli bir coğrafyayla sınırlı olmadığını, tarih boyunca farklı edebîbiçimlerde ürünler yarattığını göstermesi açısından çalışmanın önemibüyüktür. Türk dilinin ve edebiyatının uzun yıllar aynı coğrafyayıpaylaştığımız insanların zihin ve kalplerinde nasıl tezahür ettiğini ve bugünküedebiyatımızla bu ürünlerin etkileşimini metinler üzerinden görmek ve aynıkökten türemiş iki edebiyatı karşılaştırmak açısından da eserin faydasıtartışılmazdır.

Bu tarz metin aktarmaları, kuşkusuz alfabe engeline takılan okurlarayeni bir ufuk ve alan açıyor. Bu itibarla Kerkük Şairleri gibi önemli birkülliyatı sorunsuz şekilde yeni yazıya aktaran ekibi kutlamak gerekiyor.

EDEBİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ YAYIN İLKELERİ

1. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Ocak ve Temmuz ayları olmaküzere yılda iki sayı olarak yayınlanan uluslararası hakemli bir dergidir. Yazılarönce Yayın Kurulu tarafından incelenir ve uygun görülenler konunun uzmanıolan en az iki (2) hakeme gönderilir. Hakemlerden gelen raporlara göreyazıların neşredilip neşredilmeyeceğine karar verilir.

2. Derginin dili Türkiye Türkçesidir. Ancak her sayıda iki makaleyi geçmemekkaydıyla diğer Türk lehçeleri ile yabancı dillerde makalelere de yer verilebilir.

3. Makalelerin dergimizde yayınlanabilmesi için daha önce başka bir yerdeyayımlanmamış veya yayımlanmak üzere kabul edilmemiş olması gerekir.Bilimsel bir toplantıda sunulmuş ve yayımlanmamış bildiriler, bu durumbelirtilmek şartı ile dergimizde yayınlanmak üzere kabul edilebilir.

4. Yazıların her türlü ilmî sorumluluğu yazarlarına aittir.

5. Yazılarda Türk Dil Kurumunun yazım kurallarına uyulur.

6. Yazılar, MS Word programına göre kâğıdın bir yüzüne Times New Roman yazıkarakteriyle, 11 punto, tek satır aralığında, A4 kâğıdına kenar boşlukları, üst 6cm, alt 5 cm, sağ ve sol 4 cm, üst bilgi 5 cm, alt bilgi 4 cm, cilt payı 1 cmolacak şekilde düzenlenir.

7. Yazılar üç nüsha (iki nüshasında isim, unvan ve çalıştığı kurum belirtilmeden)ve bir CD olarak editöre gönderilir. 20 sayfayı geçen yazılar dergideyayınlanmayabilir.

8. Yazılardaki paragrafların ilk satırı 0.5 cm içeriden başlayacaktır. Ana başlıkbüyük harfle ve metin gövdesini ortalayacak şekilde, sayfanın üstünden 4 satıraşağıda, alt başlıklar ise paragraf düzenine uygun olarak (0.5 cm içeriden)konulacaktır. Başlık yazısının sağ alt tarafına yazar veya yazarların adları yanyana yazılır. Yazar ad/adları yazılırken herhangi bir akademik unvanbelirtilmez. Yazarın akademik unvanı, çalıştığı kurum (üniversite, fakülte,bölüm veya diğer) adları ve elektronik posta adresi dipnot biçiminde sayfanınaltına yazılmalıdır. Akademik unvan dışında başka unvan kullanılmaz.

9. Başlık yazısı ve yazar adlarından hemen sonra Türkçe özet yer alır ve büyükharflerle ÖZ şeklinde yazılır. Konunun Türkçe özeti 100-250 kelime arasındaolmalıdır. Türkçe özetten sonra İngilizce özete yer verilir. Her iki özetin altındaAnahtar Kelimeler-Keywords (3-8 kelime) yazılır. Makalenin İngilizce başlığıİngilizce özetten (ABSTRACT) önce büyük harflerle yazılmalıdır. Makaleninİngilizce başlığı, Türkçe ve İngilizce özetler 8 punto ve Palatino Linotype türüile yazılmalıdır.

10. Araştırma ve inceleme dalındaki yazılar Öz (Türkçe ve İngilizce) makale metnişeklinde düzenlenir. Yabancı dilde yazılan yazılarda yukarıdaki bölümlerinyabancı dildeki karşılıkları kullanılır ve aynı düzenlemeye uyulur.

11. Dipnotlarda İzlenecek Yöntem: Bilimsel bir yazıda kullanılan kaynaklarınkünyesi dipnot olarak sayfa altında gösterilir. Dipnotlar 9 punto ile yazılmalıdır.Yararlanılan kaynaklar ilk geçtikleri yerlerde ayrıntılı ve aşağıdaki örneklerdebelirtilen sıralamaya uygun olarak verilir:a. Kitaplar: Yazar Adı Soyadı, Kitap Adı (italik), Baskı Sayısı, Yayın Yeri

ve Yılı, Sayfa Numarası.Örnek: İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, 10. Baskı, İstanbul 1993, s. 111.

Eğer ikinci kez geçiyorsa; İ. Kafesoğlu, age., s. 112.b. Makaleler: Yazar Adı Soyadı, Makale Adı (tırnak içinde), Dergi/Kitap

Adı (italik), Cilt No, Sayı, Yayın Yeri ve Yılı, Sayfa Numarası.Örnek: Nevzat Özkan, “Gagavuz Türkçesinin Sözlükleri Üzerine”, TürkDünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı 12/2, Ankara Güz 2001, s. 749.Eğer ikinci kez geçiyorsa; N. Özkan, agm., s. 750.c. Dipnotlardaki bilgilerden sonra verilecek kaynakların parantez içinde

verilip verilmeyeceği yazarın takdirine bırakılmıştır.

12. Kaynakçada İzlenecek Yöntem: Sayfanın ortasına büyük harflerleKAYNAKÇA yazılacaktır. Kaynakçadaki eserler 10 punto yazılmalıdır. Eserleryazar soyadına göre alfabetik olarak sıralandığından, eserlere ayrıca sıra veyabölüm numarası verilmeyecek ve yazarların unvanları kullanılmayacaktır.Kaynak listesi, yazarın soyadı, adı, varsa makalenin başlığı (tırnak içinde), dergiveya kitabın adı (italik), varsa derleyen veya çevirenin adı, cildi, sayısı, birdenfazla basıldıysa kaçıncı baskı olduğu, basım yeri ve yılı biçiminde verilir. Aynıyazarın birden fazla eseri kaynak olarak kullanılmışsa basım tarihine veyaalfabetik sıraya göre eskiden yeniye doğru dizilmelidir. Erişim tarihi belirtilerekinternet tabanlı kaynaklar da kullanılabilir.Örnek: http://arsiv.sabah.com.tr/arsiv/2002/05/10/s01.htmla. Kitaplar: Yazar Soyadı, Adı, Kitap Adı (italik), Baskı Sayısı, Yayın Yeri

ve Yılı.Örnek: Ögel, Bahaeddin, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Türk DünyasıAraştırmaları Vakfı, İstanbul 2001.

b. Makaleler: Yazar Soyadı, Adı, Makale Adı (tırnak içinde), Dergi/KitapAdı (italik), Cilt No, Sayı, Yayın Yeri ve Yılı, Sayfa Numarası.

Örnek: Uydu Yücel, Mualla, “Kuman Kıpçakların Tarihinde İgor Destanı’nınYeri ve Önemi (4 resim ile birlikte)”, Belleten, sayı 258, Ağustos 2006, s. 523-560.

13. Gönderilen yazılara ait resim, şekil ve grafikler sayfa yazım alanını taşmayacakbiçimde net ve ofset baskı tekniğine uygun olmalıdır. Bunların sıra numarası veadı her şeklin veya grafiğin altında verilmelidir.

14. Derginin aynı sayısında, ilk isim olarak bir yazarın birden fazla eseriyayımlanamaz.

15. Makalesi yayınlanan yazarlara iki adet dergi verilir.

16. Dergimizde basılmayan yazılar yazarlarına iade edilmez.

17. Yazılar, Fakültemiz Web sayfasından temin edilecek dilekçe ile birlikteEdebiyat Fakültesi Dekanlığına teslim edilecektir.

e-posta: [email protected], [email protected]

PUBLICATION PRINCIPLES FOR TRAKYA UNIVERSITY

JOURNAL OF FACULTY OF LETTERS1. Trakya University Journal of Faculty of Letters is an international refereed

journal. Articles are examined by the Publication Board first and then sent twoat least two (January-July) referees specialized in the area concerned. It isdecided whether articles will be published or not based on the reports of thereferees.

2. The Journal is in Turkish but articles in another Turkish dialects and foreignlanguages are also accepted provided that their number does not exceed two.

3. In order for the articles to be published in the Journal they should not bepreviously published or accepted for publication elsewhere. Papers presented ina scientific meeting but not published may be accepted for publication in theJournal provided that their status is mentioned.

4. Writers are solely responsible for the content of their articles.

5. It is advised that writing rules of Institute of Turkish Language (TDK) arefollowed.

6. Articles submitted to the Journal should be on a standard A4 page layout, withone side of the paper containing written material. Articles should be submittedin "Times New Roman" font, fontsize set to 11, and single spaced with margins6 cm at the top, 5 cm at the bottom, 4 cm at the right and the left with 1 cmbinding space.

7. Articles should not exceed 20 pages. Articles exceeding 20 pages may not bepublished. Three identical hard copies of the article and a one copy on CDshould be submitted to the editor. Author(s) should not include their names,academic title and institute on two of the hard copies.

8. The paragrahs should start leaving a 0.5 cm space. The main title should becentred and in capital letters and placed after leaving the first 4 lines of thepaper blank. The subtitles should be placed in accordance with the paragraphlayout (leaving a 0.5 cm space). The name(s) of the writer(s) should be writtenbelow the heading and on the right. When writer’s/writers’ name or names are

written no academic title is mentioned the writer’s academic title, institutionshould be given as footnotes. No title other than academic title may be used.

9. The title and writer’s name is followed by the abstract in Turkish. (the word ÖZis centered and written in capital letters). The abstract in Turkish should notexceed 200 words. The abstract in Turkish is followed by the abstract inEnglish. Keywords (3-8 words) follow both abstracts. The title (ABSTRACT)in capital letters is followed by the name of the article in foreign language.

10. In research and review articles the text should be arranged as abstract-ÖZ(Turkish and English) and article body.

11. Footnotes: The sources used in an academic article are mentioned in footnotes.The sources are given in detail when they are mentioned fort he first time as inthe example below.a. Books: Author’s Name, Surname, Book’s Name (in italics), Edition,

Publisher, Publishing Place and Year, Page Number.Example: Necmettin Hacıeminoğlu, Türkçenin Karanlık Günleri, 3rd Edition,Türk Edebiyatı Vakfı Publications, İstanbul 2003, p. 45.If mentioned for the second time; N. Hacıeminoğlu, ibid, p. 46.b. Essays: Author’s Name, Surname, Essay’s Name (in quotation),

Journal’s/Book’s name (in italics), Volume No, Issue No, Publishing Placeand Year, Page Number.

Example: Nevzat Özkan, “Gagavuz Türkçesinin Sözlükleri Üzerine”, Dil veEdebiyat Dergisi, Issue 12/2, Ankara Güz 2001, p. 749.If mentioned for the second time; N. Özkan, ibid., p. 750.c. It is up to the author whether to write the sources in parantheses or not

following the information in footnotes.

12. References: The title REFERENCES in capital letteres should be centered. Theworks in sources should be in 10 font size. Since the works in the referencessection are listed alphabetically by surname the Works will not be given sectionnumbers and the authors’ titles will not be used. The references list is given asAuthor’s Surname, Name, the essay’s title if any (in quotation), journal’s andbook’s name (in italics), compiler’s or translator’s name if any, Volume, IssueNo, Edition if any, Publishing Place and year If more than one work of anAuthor are used as references they should be listed by date from the oldest tothe newest or by alphabetical order. Internet based resources may also be usedprovided that date of access is mentioned.Example: http://arsiv.sabah.com.tr/arsiv/2002/05/10/s01.html.a. Books:Example: Ögel, Bahaeddin, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, TürkDünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 2001.b. Essays

Example: Pala, İskender, “Ahmet Fakih ve Şiirleri Üzerine Bir İnceleme”, TürkKültürü İncelemeleri Dergisi, Issue 1, January 2009, 123-148.

13. Images, figures and graphics should not exceed the writing page area and theyshould be clear enough to be printed offset. Their number and name should be givenbelow the respective figures and graphics.

14. In one issue more than two works containing the same writer as the first name arenot published.

15. The writers whose article is published are sent two issues of the Journal.

16. Articles not published in the Journal are not returned to the authors.

17. Essays may be sent electronically to the e-mail addresses below.

e-mail: [email protected], [email protected]