Türk İslam Ülküsü
Transcript of Türk İslam Ülküsü
1
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ …………………………………………………………………………………………….2
GİRİŞ ………………………………………………………………………………….……………3
BİRİNCİ BÖLÜM: TANIMLAR
A. FELSEFE ……………………………………………………………………………….4B. SİYASET ……………………………………………………………………………….5C. SİYASET FELSEFESİ
I. Siyaset Felsefesinin Temel Kavramları ………………………………….…....6a) Birey ……………………………………………………………………….6b) Toplum …………………………………………………………………....7c) Devlet ……………………………………………………………………...7d) Yurttaşlık (Vatandaşlık) ……………………………………….………...8e) Hak-Hukuk ………………………………………………………………...8f) Yasa ………………………………………………………………………..9g) Adalet ………………………………………………………………………9h) Eşitlik ………………………………………………………………………9ı) Adalet-Eşitlik İlişkisi ……………………………………………………10i) Özgürlük ………………………………………………………………….11j) Demokrasi …………………………………………………………….…11
II. Siyaset Felsefesinde Devlet ve Oluşumu ……………………………………12III. Siyaset Felsefesinde Birey-Devlet İlişkisi
…………………………………...14
İKİNCİ BÖLÜM: SEYİT AHMET ARVASİYE GÖRE SİYASET FELSEFESİ
A. HAYATI …………………………………………………………………………..………..16B. ESERLERİ …………………………………………………………………….……..……17C. SEYİT AHMET ARVASİYE GÖRE “SİYASET” ………………………………………18
1. Seyit Ahmet Arvasi de İçtimai Irk Kavramı .………………………..………..18
2. Milliyetçilik Kavramı ……………………………………………………………..193. Siyaset Kavramı ……………………………………………………………….…234. Demokrasi Kavramı …………………………………………………….………..245. Devlet Kavramı …………………………………………………………………..266. Seyit Ahmet Arvasi de İdareci Kavramı ………………………………………29
1
2
7. Seyit Ahmet Arvasi de Anayasa Kavramı …………………………………....318. Seyit Ahmet Arvasi nin Siyasetteki Önerileri
………………………………...33SONUÇ …………………………………………………………………………………………….34
2
3
ÖNSÖZ
Milliyetçilik, bir milletin sosyal, kültürel, ekonomik ve politik
bağımsızlık içinde, kendini güçlü ve mutlu kılma iradesi ile insanlık
âleminde kendine şerefli bir mevki edinme davasıdır. Milletlerin var olma
ve yaşama savaşıdır. Meşru bir hak ve şuurdur. Milliyetçilik, hiçbir
zümrenin inhisarında değildir. O, milli tarihin, milli kültürün ve milli
ülkülerin çizdiği zaruri bir yoldur. Milliyetçiğin sahibi millettir.
Milletin vicdanına aykırı, milli tarihe, milli kültüre ve milli ülkülere
ters düşen tarihler ve tutuşlar milliyetçilik olamaz. Şahıs ve zümre
milliyetçiliği olmaz. Milliyetçilik millete izafe edilir.
Seyit Ahmet Arvasi
İnsanoğlu yeryüzünde var olduğundan bu zamana kadar hep
topluluk halinde yaşama ihtiyacı hissetmiştir. İnsan doğası
gereği medenidir. Diğer millet ve medeniyetlerde örneğini
gördüğümüz üzere her toplum birlikte yaşama süreci içinde
kendine ait bir kimlik, bir değer yargısı oluşturur. Bu ise
Seyit Ahmet Arvasi’ye göre gayet doğal bir durumdur. Tıpkı
bunun gibi Anadolu coğrafyasında yaklaşık bin yıldır birlikte
yaşayan farklı unsurların bu süreç içinde ortak kültür, ortak
tarih, ortak değer yargıları oluşturarak kendine ait ortak bir
kimlik oluşturduğunu bunu sağlayan ruhun ise toplumun
karakterini oluşturan “İslam” şuurunun olduğunu Seyit Ahmet
Arvasi’yi merkeze alarak ortaya koymaya çalıştık.
Böyle bir çalışmayı yapmış olmamdan ziyade, böyle bir
çalışma yapabilme düzeyine gelme sürecimde bizi kendi
evlatlarından ayrı görmeyerek sevgi ve muhabbetini,
yoldaşlığını ve gönüldaşlığını bizden esirgemeyen değerli hocam3
4
Prof. Dr. Mevlüt Uyanık’a; aynı hassasiyeti gösteren değerli
danışman hocam Yrd. Doç. Dr. Aygün Akyol’a, manevi desteğini
her an kalbimde hissettiğim başta anneme, babama ve kız
kardeşim Büşra Onbaşı’ya teşekkürlerimi sunarım.
4
5
GİRİŞ
“Seyit Ahmet Arvasi’ye Göre Siyaset Felsefesi” başlıklı
metnimizde öncelikli olarak “Felsefe nedir?”, “Siyaset nedir?”,
“Siyaset Felsefesi ve Temel kavramları nelerdir?” sorularına
cevap vererek bireyin toplumla olan ilişkisinin ve bunun
neticesinde bireyin devletle olan ilişkisinin tutarlılığını
ifade etmeye çalışacağız. İnsanın doğası gereği medeni bir
canlı olduğundan hareketle içerisinde bulunduğu toplumla olan
zorunlu ilişkisini izah etmeye çalışacağız. Zira insan temel
ihtiyaçlarını karşılama hususunda hem tabip, hem tüccar, hem
mimar, hem mühendis olması imkânsız görünmektedir. Bu durumda
insan ister istemez toplumla iş birliği yapar ve bir anlamda
toplumla bir sözleşme yapmış olur. Bu durumda şöyle bir soru
gündeme gelmektedir. Toplum da bireylerin birbiriyle ve
devletle kurması beklenen bağ hangi temellere dayanmaktadır ve
dayanmalıdır?
Yazımızın ikinci kısmında Seyit Ahmet Arvasi’yi merkeze
alarak, kendi devletimizin sınırları içindeki bireylerin
birbirleriyle ve devletiyle olan ilişkilerinde etkili olan
hususları, gözden kaçırılan noktaları ve dikkat edilmesi
gereken durumları ifade etmeye çalışacağız. Tarihsel süreç
içinde farklı unsurlarıyla birlikte bir millet olarak teşekkül
eden “Türk Milleti” ni devlet ve millet bağlamında Seyir Ahmet
Arvasi’nin diliyle değerlendirmeye gayret edeceğiz. Seyit Ahmet
Arvasi’ye göre özellikle yakın dönemde karşılaşılan siyasi
sorunların neler olduğunu, bu sorunların çözümü için neler
yapılması gerektiğini gene kendi tarihi tecrübelerimizden
5
6
yararlanarak milli ve manevi bir bakış açısıyla ifade edeceğiz.
Milli ve manevi değerler diyoruz çünkü Seyit Ahmet Arvasi’ye
göre millete ve devlete ruh veren unsurlar bunlardır. Toplumun
kimliğini bu ruh oluşturur ve dolayısıyla “devlet” dediğimiz -
toplumun kendisinin oluşturduğu, toplumda adaleti, düzeni
sağlamayı amaçlayan- yapıya da bu idealler ruh verir. Seyit
Ahmet Arvasi bu ideali “Türk İslam Ülküsü” olarak ifade eder.
Arvasi’nin ortaya koyduğu bu Türk İslam Ülküsünü gene
Arvasi’nin kaleminden gücümüz nispetinde ifade etmeye
çalışarak, Türk siyasi tarihine yön vermede böyle tutarlı bir
alternatif yöntemin olduğunu belirterek, siyasi sorunlara
getirdiği çözüm önerilerinin dikkate alınmaya değer olduğunu
anlatmayı deneyeceğiz.
I. BİRİNCİ BÖLÜM: TANIMLAR
Seyit Ahmet Arvasi’ ye göre siyaset felsefesi konusunu
tartışırken öncelikle konumuzla alakalı bazı kavramların
tanımını yapmak gerekmektedir. Buna göre; felsefe, siyaset,
siyaset felsefesi, devlet ve kaynağı, birey-devlet ilişkisi
başlıklarını açıklamaya çalışacağız.
A.FELSEFE
Grekçe “sevgi” anlamına gelen fila “hikmet” anlamına gelen
sofiadan oluşan ve “hikmet sevgisi” demek olan filasofia
6
7
kelimesi Arapça’ya felsefe şeklinde geçmiştir. Phila (sevgi) ve
sophia (bilgelik) kelimelerinin birleşiminden oluşan felsefe
terimi, bilgiyi ve bilgeliği sevmektir. Bu terimi ilk defa
Pythagoras’ın kullandığını, Platon’un talebesi olan
Pontikos’tan öğreniyoruz. Pythagoras bilginin ve bilgeliğin
tutkunu olduğunu ifade etmek için “ben filozofum” tabirini
kullanmıştır. Pythagoras, Sophia’nın; yani bilgeliğin, eksiksiz
ve mükemmel bir varlık olan Tanrı’ya özgü olduğunu, dolayısıyla
insanın buna erişemeyeceğini, ancak bu bilgelik peşinde
olabileceğini, onu elde etmeye çalışacağını, onun sevgisini
talep edebileceğini belirtir. Terim anlamı açısından, en genel
şekliyle, felsefe, varlık, bilgi ve değer alanlarıyla ilgili
sorunları, akılcı ve eleştirel bir tarzda değerlendirmek, bu
sayede maddi evreni anlamlandırmak ve buradaki kendi
varoluşunu, kim ve ne olduğunu açıklamaya çalışmaktır. Bu
çabayı evrensel bir açıklama haline getiren nokta, evreni bir
bütün olarak incelemeye çalışması ve bunu fikri bir
sistematiklik çerçevesinde yapmasıdır. Felsefe insanın
yaşamını, değerlerini ve inançlarını sorgulayan, bu alanda
insan yaşamının ve eylemlerinin kendilerine dayanacağı genel
ilkelerin bilgisidir1. İslam Filozoflarından Kindi ise;
Sokrat, Eflatun ve Aristo’dan gelen ve orta çağda Müslüman ve
Hıristiyan düşünürlerce felsefe literatüründe çokça yer
verilmesi sebebiyle felsefenin geleneksel tanımları şeklinde
anılan altı ayrı tanım öne sürer. Buna göre a)felsefe hikmet
sevgisidir. b)felsefe, insanın gücü ölçüsünde Allah’ın
1. Harun Anay, “Felsefe” mad. İsam Ansiklopedisi İstanbul 2009, c.12,
S.311; Orhan Hançerlioğlu, “felsefe” mad. Felsefe Ansiklopedisi,
7
8
Remzi Kitabevi, İstanbul 1979, s. 147, Ahmet Cevizci, “felsefe”
mad. Felsefe Sözlüğü, Ankara 1996, Ekin Yayınları, s. 202-203;
Mevlüt UYANIK, Felsefi Düşünceye Çağrı, Elis Yayınları 2012 S. 15
fiillerine benzemesidir. c)felsefe ölümü önemsemektir.
d)felsefe sanatların sanatı ve hikmetlerin hikmetidir.
e)felsefe insanın kendisini bilmesidir. f)felsefe, insanın gücü
ölçüsünde ebedi ve külli olan varlıkların mahiyet ve hakikatini
bilmesidir2.
Felsefenin tanımını yaptıktan sonra konumuzla alakalı diğer
tanımımız olan “siyaset” kavramının açıklamasına geçebiliriz.
B. SİYASET
Sözlükte “bir nesneyi düzgün ve iyi durumda bulunması için
özenle gözetip korumak; hayvanı ehlileştirmek, atı terbiye
etmek” gibi anlamlara gelen siyaset, toplumun işlerini üzerine
alma, yürütme, yönetme işi, insan topluluklarını yönetme
sanatı” şeklinde tanımlanır. Fıkıh literatüründe, kamu
otoritesinin dinin genel ilkelerine ters düşmeyecek
düzenlemeler ve uygulamalar yapması da çoğu zaman siyaset
kelimesiyle ifade edilir. Aynı anlama gelen “politika” terimi
ise köken olarak Yunancadır. Bu terim şehir-devlete, siteye ait
işler anlamında kullanılmaktadır. Politika, siyaset sanatı
anlamına gelirken; politeia, devlet, anayasa veya cumhuriyet
demektir. Bir terim olarak siyaseti Batı düşünce tarihinde ilk
defa Jean Boudin “Devletin Altın Kitabı” adlı eserinde
kullanmıştır (1576). Bugünkü anlamda William Godwin ve J.
Bentham tarafından kullanılan siyaset bilimi, devlet ve siyasal
süreçteki “olan” ı inceler. “Olan” dan kasıt, devleti,
8
9
organlarını, siyasal kuvvetleri, iktidarın kuruluşunu ve
işleyişini araştırmaktır. Devlet işlerine katılma ve devlet
etkinliklerinin biçim, amaç ve içeriğini belirleme işi; siyasal
sistemin ve yapısının açıklanmasıdır3.
Birde siyasal süreçte “olması gereken” in incelendiği
normatif (kural koyucu) yönü vardır, olmasını gerekeni, ideali
araştırır, değer yargılarını inceler. İşte bu da siyaset
felsefesidir4.
2. Kindi, Tarifler Üzerine, Klasik İslam Filozofları, Felsefi Risaleleri içinde çev. Mahmut Kaya, Klasik yay. 2006 İstanbul.
3. H. Yunus Apaydın, “Siyaset” mad ,İA, İstanbul 2009, c.37 S.294, Mevlüt UYANIK, Felsefi Düşünceye Çağrı, Elis Yayınları 2012 S. 215, Orhan Hançerlioğlu, “Siyaset” mad. Felsefe Ansiklopedisi, Remzi Kitabevi, İstanbul 1979, s.104
4. Mevlüt Uyanık, Felsefi Düşünceye Çağrı, Elis yay. 2012 s. 215
C.SİYASET FELSEFESİ
1. Siyaset Felsefesi ve Temel Kavramları
Siyaset felsefesi siyasetin konusu olan devlet ve meşruiktidar/otoritenin nasıl olması gerektiğini inceler. Biranlamda paylaşma ve paylaştırma olayı olan siyasetin geçmişininve bu günün felsefesini yaparak inceler ve ideal olan hakkındafikirler geliştirir, en iyi yönetim biçimi üzerine araştırmalaryapar. Siyasetin problemlerini, siyasi sistemleri felsefeyeözgü yöntemlerle ele alan felsefenin bir dalıdır. Burada dikkatedilmesi gereken husus, incelenen devlet ve yönetim şekillerihakkında yargılayıcı tutumlardan kaçınmak ve bunların
9
10
incelenmesinde tarihsel şartları gözden kaçırmamaktır. Aksitakdirde, belirli bir dönemde geçerli sayılan birdevlet/yönetim biçimi mutlaklaştırılabilir. Bu ise,zihinlerimize giydirilen deli gömlekleri olan ideolojileşmekdemektir. Siyaset felsefesinin siyaset olgusu hakkındakifelsefi açıklamaları, filozofların siyasal kavram ve kurumlarıyorumlamaları, değer yargıları bilinmeden sağlıklı bir siyasetbilimi geliştirilemez5.
Siyaset felsefesinin ele aldığı belli başlı konular;devletin kaynağı ve amacı, var olmuş olan devletlerinsınıflanması ve bu devletlerin oluşumunda etkili olan felsefeya da görüşlerin incelenmesi, ideal düzen arayışı birey devletilişkisi olarak ifade edilebilir. Siyaset felsefesi; birey,toplum, sivil toplum, devlet, hak, hukuk, yasa, bürokrasi,adalet, eşitlik, özgürlük gibi kavramları tanımlayarak;sorunlarını bu tanımlamalara dayanarak analiz eder6. O haldekonumuzla alakalı olan tanımları kısaca açıklayalım.
a) Birey: Kendisini gösteren, belirleyen karakteri, temelözellikleri ortadan kaldırılmaksızın bölünemeyen, bölünecekolsa da, parçalarına bütünün adı verilemeyen canlı insanvarlığıdır. Toplumun en küçük birimine, tek insana verilen ad,toplumu meydana getiren insanlardan her biri. Kendi başına birvarlığı ve kimliği olan insana birey denir. Siyaset bilimibağlamında etik ve demokrasi ilişkisi açısından bireyin özgürve kendisinin farkında olan/direnen bir benlik anlayışına sahipolması çok önemlidir. Çünkü bu hususlar, başkalarıylabütünleşen ben olabilmek için gereklidir. Diğer bir ifadeyle,toplumsal farklılıkları, aykırılığa dönüştürmeden kabulün yanısıra, başka ben ve kültürlerin kabulü için önemlidir7.
5. Mevlüt Uyanık, Felsefi Düşünceye Çağrı, Elis yayınları 2012 s215-216
10
11
6. Orhan Hançerlioğlu, “Devlet Felsefesi” mad. Felsefe Ansiklopedisi,Remzi Kitabevi, İstanbul 1979, s.306, Ahmet Cevizci, “SiyasetFelsefesi” mad. Felsefe Sözlüğü, Ankara 1996, Ekin Yayınları, s.467,Mevlüt UYANIK, Felsefi Düşünceye Çağrı, Elis Yayınları 2012 S. 215-216
7. Ahmet Cevizci, “Birey” mad. Felsefe Sözlüğü, Ankara 1996, EkinYayınları, s. 93, Orhan Hançerlioğlu, “Birey” mad. FelsefeAnsiklopedisi, Remzi Kitabevi, İstanbul 1979, s 181, Mevlüt UYANIK,Felsefi Düşünceye Çağrı, Elis Yayınları 2012 S. 216
b) Toplum: Bir arada yaşayan, aralarındaki ilişkilerde
belirli ahlaki, hukuki, örfi, töresel kurallara uymayı kabul
edenlerin oluşturduğu (cemiyet) insan topluluğudur. Belirli bir
coğrafi bölge üzerinde temel ihtiyaçlarını karşılamak için
örgütlenmiş; belli bir ekonomik altyapıyla belirlenmiş belli
üstyapı kurumlarına sahip olan sosyo-ekonomik bir biçimlenme;
aralarındaki etkileşim ve iletişimi düzenleyen kuralları ve
kurumları olan insan topluluğuna denir. Toplum tarihsel
gelişmenin belli bir aşamasında var olur ve her sosyo-ekonomik
kuruluşta değişir. Bunun gibi birey de belli bir sosyo-ekonomik
kuruluşta var olur ve her sosyo-ekonomik kuruluşta değişir.
Toplum insanı bir birey olarak var kıldığı gibi, kendisi de
onun etrafında ortaya var olur8.
c) Devlet: Bir hükümet yönetiminde örgütlenmiş siyasal
topluluk ve siyasal kurumların en büyüğüdür. Ortak bir toprak
bütünlüğüne dayanan ve söz konusu toprak parçasında yaşayan
insan topluluğu üzerinde bir denetimi bulunan siyasi
örgütlenmeye verilen addır. Amacı toplumsal düzenin, adaletin
ve toplumun iyiliğini sağlamayı hedeflemek olan, belirli bir
toprak parçası (ülke) üzerinde yaşayan insan topluluğuna sahip,
siyasal bir örgütle (hükümet) donanmış sosyal bir
organizasyondur. Devletin ayırıcı özelliği egemen ve bağımsız
11
12
olmasıdır. Kanunların yapılmasını ve uygulanmasını sağlayan
siyasi örgütlenmedir9.
Bu noktada, devletin rolünü ve toplumun konumunu tanımlamakönemlidir. “Devlet” , millet için mi vardır; yoksa tersi mi sözkonusudur? Bu soruya nasıl cevap verileceği çok önemlidir, zira“Millet, devlet içindir” demek, devleti toplumdan öncelemekdemek olup, onu toplumsal değişimin aktif öznesi olarak görmekanlamına gelir. Diğer bir ifadeyle, hayatın planlayıcısı,güvencesi ve dönüştürücüsü olarak devleti kabul etmek, ferdinkurucu bir özne olarak kabul edilmediğini söylemek demektir.Bu ise, insanı önceden belirlenen ve edilgen bir konumaitmektir. Bu durumun netleşmesi için bireylerin oluşturduğutoplum ile devlet ilişkisi bağlamında yurttaş ve millet/uyrukkavramını açıklamak gerekir10.
8. Orhan Hançerlioğlu, “Toplum” mad. Felsefe Ansiklopedisi, Remzi Kitabevi, İstanbul 1979, s.329-330, Mevlüt UYANIK, Felsefi Düşünceye Çağrı,Elis Yayınları 2012 S. 216
9. Orhan Hançerlioğlu, “Devlet” mad. Felsefe Ansiklopedisi, Remzi Kitabevi, İstanbul 1979, s. 304., Ahmet Cevizci, “Birey” mad. Felsefe Sözlüğü, Ankara 1996, Ekin Yayınları, s. 135, Mevlüt UYANIK, Felsefi Düşünceye Çağrı, Elis Yayınları 2012 S. 216-
10. Mevlüt UYANIK, a.g.e, 217
d) Yurttaşlık (Vatandaşlık): Kişinin hangi millete veyadevlete bağlı olduğunu ifade eden siyasal kimliktir. İnsanınyaşadığı toprak parçasına, yaşam biçimine olan bağlılığıdır11.Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yasalarının gerektirdiği belirlişartları taşıyan, ülkesi ve milletiyle bağımsız bütünlüğünüsavunan herkes, Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşıdır. Birey ileyurttaş arasındaki fark, yurttaş kendini kuşatan bağların veyükümlülüklerin farkına varmış olan, kısacası sosyalleşmiş olanbireydir. Yurttaş, kendi beklenti ve değerlerinin toplumun
12
13
beklentilerinden çok farklı veya tek olamayacağını bilenkişidir. Bu nedenle, yurttaş, sosyal hayatta var olan veçatışabilen beklentilerini çeşitli yollarla uyumlu kılmanıngereğine inanır. Birey olarak yurttaş, özel dünyasındayaşarken, aynı zamanda toplumu oluşturan diğer bireylerin deözel yaşamları, ilgileri, beklentileri olduğunu bilir, bunedenle iş birliği ve dayanışma için gerekli olanı yapar. Budurumda bireyin “var”lığı başkasının yaşamını kolaylaştırdığıgibi başka bir bireyin “var”lığı da kendi yaşamınıkolaylaştıracaktır diyebiliriz12.
e) Hak-Hukuk: İnsan varlığına, bir kimseye var olan
yasalarla, evrensel beyannameler ya da sözlü gelenekle tanınan
belli şekillerde hareket etme özgürlüğü, hukukun yasaların
tanıdığı yetki ve ayrıcalıktır. İnsana Tanrı, kral, yasa,
toplumsal bilinç ya da otorite kaynağı tarafından verilen
yetki, özgürlüktür. Bir kanun ve kurala göre insanlara tanınan
şeydir. Seçme ve seçilme hakkı gibi. Birde ahlaki ödev vardır.
Bu da, kişinin belirli ilişkilerinin kendisine yüklediği
yükümlülüklerin bilincine varmasıdır. Düşüncelerimizi serbestçe
söylemek hakkımızdır; diğer insanların düşüncelerine saygı
duymak ödevimizdir. Hukuk ise, Arapça hak kelimesinin
çoğuludur. Siyasal toplum düzenini sağlayan kurallardır. Ahlak
ve din kurallarının tersine hukuk kurallarının maddi yaptırım
gücü vardır. Hukukun görevi, toplumda beşeri ilişkileri adalete
uygun olarak düzene koyma, fertlerin hak ve sorumlulukları
arasında denge kurma, hakkımızı ve ödevimizi belirlemek, sosyal
düzeni sağlamak, insanlar arasında bir anlaşmazlık olduğunda
adalet dağıtmak ve davranışları zorunlu bir takım hareket
13
14
kurallarına uydurmaktır. Kanunlara ve hukuk kurallarına
uymayanlar cezalandırılırlar13.
11. Orhan Hançerlioğlu, “Yurt Severlik-Yurttaş” mad. FelsefeAnsiklopedisi, Remzi Kitabevi, İstanbul 1979, s.346,
12. Mevlüt UYANIK, Felsefi Düşünceye Çağrı, Elis Yayınları 2012 S. 217
13. Ali Bardakoğlu, “Hak” mad ,İA, İstanbul 2009, c.15, S.139; AhmetCevizci, “Hak” mad. Felsefe Sözlüğü, Ankara 1996, Ekin Yayınları, s. 237,Ahmet Cevizci, a.g.e, “Hukukun İşlevi” mad.s. 255; Orhan Hançerlioğlu,“Hak-Hukuk” mad. Felsefe Ansiklopedisi, Remzi Kitabevi, İstanbul 1979,s.275; Mevlüt UYANIK, Felsefi Düşünceye Çağrı, Elis Yayınları 2012 s. 219
f) Yasa: Belirli bir toplumda, bireylerin birbirlerininhaklarına zarar vermemeleri için gerekli olan ve bağlayıcıhukuki kanunlar demektir. Toplumsal düzenlilik için herkesinuyması zorunlu olan ilkelerin devlet tarafındankanunlaştırılmış şeklidir. Eski bir Türkçe sözcük olan yasa;türe, emir, buyurmak anlamlarını ifade eder. Dolayısıyla yasada “zor” unsuru vardır. Bununla birlikte hürriyet de sözkonusudur. Hırsızlık yapıp yapmama hususunda insan özgürdür;ama hırsızlık yaparsa yasalara göre cezalandırılır. Bir aradayaşamanın gereği olarak bu yasalara uymak gereklidir. Devletinyurttaşları ile olan etkileşimini sağlayan temel bağ,yasallıktır. Bunun temel adalet ilkelerine göre yapılmasızorunludur. Böylece adalet ve yasallık, toplumun ayaktadurabilmesi için zorunludur14. Yasaların amacı adaleti tesisetmektir dedik. O halde adaleti açıklayalım.
g) Adalet: Adalet kelimesi Arapça “a-d-l” fiilininmastarı olup zulmün zıddı olarak tarif edilmektedir. Ayrıca“hakikat” üzere hüküm verme olarak da ifade edilmiştir. Terimolarak ise bireysel ve toplumsal yapıda dirlik ve düzeni,hakkaniyet ve eşitlik ilkelerine uygun yaşamayı sağlayan,insanın davranışını ahlaki açıdan inceleyen ve eleştiren erdemolarak ifade edilebilir. Adalet; haklı ile haksızın ayırtedilmesi; haklıya hakkının verilmesi, kişilerin hak ettikleri
14
15
şeye sahip olabilmeleridir. Bu çerçevede, adalet bir kimseninhaklarıyla başkalarının (toplum, birey, halk) hakları arasındabir uyumun bulunması hâli ve bunun hukuka uygun olma durumudur.Ayrıca kişinin kendine ait mülkünde dilediği gibi tasarruftabulunabilmesi, adaletin ve özgürlüğün şartıdır15. Bu bağlamdaeşitlik kavramını açıklamak gereklidir
h) Eşitlik: Ahlaki ve toplumsal bir ideal olarak,insanların birbiriyle, aynı insan doğasına sahip olmakbakımından, aynı konum ve değerde olma hâli; İnsanlarınbirbirileriyle eş değerde olduğunu ve aralarında ayrımgözetilmemesi gerektiğini ifade eden bir ilkedir. Bütüninsanların eşit haklara sahip olduğunun kabulüdür. Değer, hak,ödev ve sorumluluk yönünden insanlar arasında gözetilmesigereken eşitlik; hakka saygı duyulması, başkasının hakkınamüdahale edilmemesi adalet ilkesi çerçevesinde doğan hakkın,hak sahiplerine verilmesidir. 16
14. Orhan Hançerlioğlu, “Yasa” mad. Felsefe Ansiklopedisi, RemziKitabevi, İstanbul 1979, s. 248; Ahmet Cevizci, “Yasa” mad. FelsefeSözlüğü, Ankara 1996, Ekin Yayınları, s. 547; Mevlüt UYANIK, FelsefiDüşünceye Çağrı, Elis Yayınları s. 220
15. Mustafa Çağrıcı, “Adalet” mad. İA İstanbul 1988 c. 1 s. 341; AhmetCevizci, “Adalet” mad. Felsefe Sözlüğü, Ankara 1996, Ekin Yayınları, s. 11;Mevlüt UYANIK, Felsefi Düşünceye Çağrı, Elis Yayınları s. 220,Aygün Akyol,Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2008/1, c. 7, sayı: 13, s.İbn Manzur, Lisânu’l-Arap, Daru’s-Sadr Yay., Beyrut 1990, c. 11, s. 430;
16. İlhan Kutluer, “Müsâvat” mad. İA İstanbul 1988 c. 32 s. 77; AhmetCevizci, “Eşitlik” mad. Felsefe Sözlüğü, Ankara 1996, Ekin Yayınları, s.194; Mevlüt UYANIK, Felsefi Düşünceye Çağrı, Elis Yayınları s. 220
Demokratik bir devlet için temel kavramlardan biri olaraköncelikle hukuk önünde eşitliği öncelemek gerekir. Çünküsiyasal yönetimde, teorikte olsa, her vatandaş eşit nitelikleresahiptir. Ancak yetenekli ve yeteneksiz, tembel ve çalışkan,
15
16
evli ve bekâr, üç çocuklu ve beş çocuklu gibi çeşitlibakımlardan birbirlerinden farklı bulunanlara tek kuralınuygulanması eşitliği değil eşitsizliği gerçekleştirir. Budurumda, eşitlik adil olmadığı gibi, adalet de eşitlik demekdeğildir, hatta adalet eşitsizliği getirir. Eşitlikçi yönetimegöre insanlar hayatlarını barış ve güvenlik içinde devamettirebilmek için eşit şartlarda ve eşit yetkilerle birsözleşme imzalamalıdırlar, yönetim şekilleri de bir diğerinezarar vermeyecek şekilde düzenlenmelidir. İnsan, insan olarakçeşitli imkânlarla gelişir. İnsan için eşitlik, ancak insanolmak bakımından söz konusudur ve insanın türdeşleriyle insanolmak bakımından eşdeğerdir. Bu bağlamda eşitlik gereğitoplumdaki insana, serbestçe gelişebilmesi için bu imkânsağlanmalıdır 17. Bu durumda adalet ile eşitlik arasındaki budurumu incelememiz gerekir.
I) Adalet-Eşitlik İlişkisi
İnsan toplumsal ve siyasal boyutu olan bir canlı olmasınedeniyle, diğer insanlarla bir arada yaşamak ve işbölümüyapmak zorundadır. Bu durum toplumsal boyutun adaletli veahlaklı bir şekilde nasıl gerçekleştirilebileceği hususunu,siyasal boyutunu ortaya koymaktadır. Birey-aile ve toplumüçgeni bir devletin varlığını gerekli kılıyor. Devlet, insanlararasında hakka uygun bir denge oluşturur. Bu anlamda adaletverilen ile hak edilen arasındaki dengedir. Bu denge bazıhallerde eşitlikle gerçekleşir; ancak adalet eşitlik değildengedir. Devletin başının ve emrindeki yönetici kesiminaşırılıklardan kaçınarak adaletli ve ahlaklı bir yönetimsergilemesi; yani hukuku öncelemesi, o yönetimin “doğru”luğunubelirler. Diğer bir ifade ile ortak iyiliği sağlamak ve adaleteuygun davranmak doğru, bu amaçtan sapmak ise yanlış yönetimdir,diyebiliriz. İsmi ne olursa olsun, eğer ortak iyiliği sağlamayı
16
17
adalet ve ahlak kuralları çerçevesinde sağlıyorsa, o yönetimiyidir, bu amaçtan sapmalar varsa kötüdür. Kişilerinkabiliyetleri ve çabalarının öne çıkacağı, birini diğerinekeyfi bir şekilde avantajlı kılacak bütün faktörlerkaldırılmalıdır. Bununla hedeflenen fırsat eşitliği sağlamak vebir bireyin geleceğini etkileyecek hiçbir şans unsurubırakmamaktır18.
17. Orhan Hançerlioğlu, “Eşitlik” mad. Felsefe Ansiklopedisi, RemziKitabevi, İstanbul 1979, s.89, Orhan Hançerlioğlu, a.g.e, “Eşit Hak” mad.s. 88; Mevlüt UYANIK, Felsefi Düşünceye Çağrı, Elis Yayınları s. 221
18. Hayrettin Karaman “Adalet” mad. İA İstanbul 1988 c. 1 s. 343; MevlütUyanık, “Adalet Kavramı Merkezinde Eşitlik ve Özgürlük İlişkisinin FelsefiAnalizi” İstanbul Barosu ve HFSA işbirliği ile düzenlenen Hukuka Felsefi veSosyolojik Bakışlar IV Konulu Sempozyuma Sunulan Bildiri. İstanbul 25-29Ağustos 2008 s. 308; Mevlüt Uyanık, Felsefi Düşünceye Çağrı, ElisYayınları, s. 221-222
i) Özgürlük: İnsanın eylemlerini kendi iradesiyle karar
vererek yapması ve sonuçlarından sorumlu olmasıdır. Siyasal
açıdan, genel ifadeyle, hangi kurallara bağımlı kalındığının
bilincinde olmak, kaçınılmaz sorumlulukların farkına varmaktır.
İnsanın doğal yeteneklerini serbestçe kullanabilmesini dile
getirmek üzere doğal özgürlük, yasaların yasaklamadıklarını
yapmak olanağını dile getirmek üzere yurttaş özgürlüğü,
yasaların verdiği siyasal yetkileri kullanabilmeyi dile
getirmek üzere siyasal özgürlük ifadesi kullanılır. Eşitlik mi
öncelenmeli yoksa özgürlük mü diye bir soru sorarsak, eşitlik
ile özgürlüğün hangisine öncelik verileceği önem taşır. Zira
eşitliğe öncelik vermek, sosyalizm örneğinde görüldüğü üzere,
özgürlüğe kısıtlamalar getirebilir. Eğer özgürlüğe öncelik
verilirse, kapitalizm de olduğu gibi, yeni sınıflar ortaya
çıkabilir. Bunların anlamlı olabilmesi, ancak yöneten ve
17
18
yönetilenlerin yazılı ya da yazısız yasalara uymalarıyla
mümkündür19.
j) Demokrasi: Grekçe, demos (halk) ve kratos
(güç/iktidar) kelimelerinden türetilen ve aralarında hiçbir
ayrıcalık gözetmeksizin bütün halkın ya doğrudan ya da seçtiği
temsilciler vasıtasıyla kendi kendini yönetmesi, yönetimde
kuralların hâkimiyeti, yönetenlerin yönetilenler tarafından
belirlenmesi, çoğunluğun yönetimi anlamına gelir. Demokrasi,
hürriyet, eşitlik ve kardeşlik kavramlarını ahenkli bir şekilde
bağdaştıran yönetim tarzıdır. Siyasal iktidara, hür seçimlerle
katılma eşitliğini temel alır. Temel hürriyetleri kanun
teminatıyla korumayı ilke edinir. Siyasal bakımdan tam bir
eşitlik içinde tüm vatandaşların yönetime katılabilecekleri
yönetim biçimidir. Demokrasi terimini ilk kez kullanan
Magemyzos’a göre, bu terim, oligarşik sistemin temsilciliğini
ifade eder. Buna karşısı o isanomia kavramını devreye sokar.
İsanomia daha uygun bir kavramdır, zira yasalar önünde bütün
vatandaşların hukuki açıdan eşit olduğunu vurgular. Sosyo-
ekonomik konumları ne olursa olsun, herkesin eşit bir biçimde
siyasal hayata katılma hakkını ifade eden bir terimdir20.
19. Orhan Hançerlioğlu, “Özgürlük” mad. Felsefe Ansiklopedisi, Remzi
Kitabevi, İstanbul 1979, s.102; Ahmet Cevizci, “Özgürlük” mad. Felsefe
Sözlüğü, Ankara 1996, Ekin Yayınları, s. 408; Mevlüt Uyanık, a.g.sempozyum
bildirisi, s. 306; Mevlüt Uyanık, Felsefi Düşünceye Çağrı, Elis Yayınları
s. 24-25
20. Orhan Hançerlioğlu, “Demokrasi” mad. Felsefe Ansiklopedisi, Remzi
Kitabevi, İstanbul 1979, s.287-288; Ahmet Cevizci, “Demokrasi” mad. Felsefe
18
19
Sözlüğü, Ankara 1996, Ekin Yayınları, s. 129, Mevlüt Uyanık, Felsefi
Düşünceye Çağrı, Elis Yayınları s. 222-223
Konumuzla ilgili kavramlarımızı verdikten sonra siyasetfelsefesinin temel konuları olan “Devlet ve Oluşumu” “Birey-Devlet İlişkisi” konularını izah edelim.
II. Siyaset Felsefesinde Devlet ve Oluşumu
İlk çağlardan beri filozoflar, en büyük siyasal kurumolarak devleti görmüşlerdir. Çünkü bireylere tanınan haklarıngüvence altına alınması için bu örgütlenmeye ihtiyaç vardır.Toplumun genel yararı yahut ortak iyiliğini, siyasal iktidar,hukuki kurallar çerçevesinde sağlamaya çalışıyorsa, buna hukukdevleti denir. Devlet içerde huzur ve sükûneti, güvenliğisağlarken halkını, ülkesini dış saldırılardan da koruyacakönlemler alır. Ayrıca adaletin yerine getirilmesi, toplumsalhuzursuzluk ve çatışmalarda halkının yanda yer alarak haksızıcezalandırması gerekir21.
Devletin tanımını daha önce; siyasal kurumların enbüyüğüdür, amacı toplumsal düzeni, adaleti ve toplumuniyiliğini sağlamayı hedefleyen, belirli bir toprak parçası(ülke) üzerinde yaşayan insan topluluğuna sahip, siyasal birörgütle (hükümet) donanmış sosyal bir organizasyondur, şeklindeyapmıştık. Bu sosyal organizasyon, kalabalığın/halkın kendisiniyönetmesi pratikte mümkün olmadığı için Bir’e; yani devlete,temsil hakkını vermesi ile olur. Bu nedenle, siyasal iktidar,kendilerine itaat edilmesi gerektiği, resmen halk tarafındanonaylanmış kişilerde oluşur. İktidar, toplumun kurallarına,inançlarına ve değerlerine uygun şekilde oluşan bir etki ya dagüç birimidir denilebilir. Temsili demokrasi ile kurulansiyasal birleşmeyi ve bütünleşmeyi sağlayan bir simge olandevletin ayırıcı özelliği, egemen ve bağımsız olması olup, üç
19
20
temel işlevi vardır. Bunlar; yasama, yargı, yürütmedir. Yasama;hakların pozitifleştirilmesi, yargı; tek tek somut haller içinbu hakların tespit edilmesi, yürütme; hukuki ihlallere karşıhak sahiplerinin korunmasıdır22. Devletin mevcudiyeti meşruiktidar; yani otoriteyi tesis etmekle mümkündür. İktidarınresmi ifadesi devlette bulunur. Yasama yetkisini, devletbünyesinde seçilmiş milletvekillerinden oluşan meclis kullanır.Burada bireylere tanınan haklar pozitifleşir, uygulanabilirhale getirilir ve sürekli olarak geliştirilirler. Yürütmeyetkisini hükümet kullanır, meclis tarafından tespit edilenhakları somut alana döker. Yürütme yetkisi kapsamında, diğerdevletlere karşı temsil görevi de olup, yönetim ve yönlendirmeişlevlerini yürütür. Yargı yetkisini bağımsız yargı organlarıolan mahkemeler kullanır ve hukuk ihlallerine karşı haksahiplerini korur devlet, yasama, yürütme ve yargı
21. Mevlüt Uyanık, Felsefi Düşünceye Çağrı, Elis Yayınları s. 228
22. Muhammed Abid Cabiri; İslam’da Siyasal akıl, s.611 Bkz.
Mevlüt UYANIK, İslam Siyaset Felsefesinde “Sivil İtaatsizlik” Kavramı
Hasan el-Basri Örneği, Kaknüs Yayınları, S 24
organlarıyla bireylerinin dolayısıyla, toplumun korunması için
gerekli önlemleri alır. Gaye, bireylerin (yönetilenlerin) hukuk
güvenliği sağlanılması olduğu için bir hukuk devleti yalnız
hukuku korumakla kalmayıp, koyduğu hukuka da bağlı olan bir
kurumdur. Yönetenlerde bu hukuka uymak zorundadır. Çünkü onlar
devlet üzerinde öznel bir hak sahibi olmayıp, sadece devletin
organı olarak kendilerine hukuk tarafından tanınan yetkileri
kullanırlar23.
Mevlüt Uyanık’a göre bu sayede devlet, “hukuk devleti”
nitelemesi kazanacaktır. Hukuk, yönetilenlere, devlete karşı
20
21
da, hukuk güvenliğini sağlar; bu devleti polis devleti”
olmaktan çıkarır. Bu bağlamda hukuk devletinin temel
ilkelerini, yönetimin yasallığı, yönetimin yargı tarafından
denetimi, yargıçların bağımsızlığı, temel hakların güvenlik
atına alınması olduğu söylenebilir. Devlet bir anlamda
soyuttur, onu somutlaştıran örgütlenme tarzıdır. Dolayısıyla
devletin ne olduğunu görebilmek ancak hükümet vasıtasıyla
görülen işlere bakmakla mümkün olur. Hükümet kimlerin (halkın
genel menfaatini mi, yoksa azınlık sınıfların mı) çıkarlarını
koruyor, sorusunun cevabı önemlidir. Eğer, cevap, “azınlık
sınıfların” olursa, temel haklar (siyasi-ekonomik) devre dışı
kalır, hukuk işlemez, devlete olan güven sarsılır. Çünkü sorun,
“demokrasi” adına bile olsa, iktidarın belirli bir grupta
toplanması durumunda totalitarizmi/zorbalığı ortaya
çıkaracağının kesin olmasından kaynaklanmaktadır. Çünkü bu
durumda, görünürde yöneticilerini her ne kadar halk seçiyor
gibi gözükse de, aslında halkın yöneticilerini seçme
özgürlüğünün yok edilme riski ortaya çıkmaktadır24.
Bu noktada, kendisi için yasalar yapan ve bunların
adaletli ve eşit bir şekilde kendisine uygulanmasını isteyen
yurttaş olarak birey ve devlet ilişkisi gündeme gelmektedir.
Yurttaş kendisinin yönetilmesini istediği yasaları yine kendisi
yapar. Bu nedenle yönetilen, yönetenin otoritesini kabul edip,
ona saygı duymaktadır.
23. Munci Kapani, Politika Bilimine Giriş, Ankara 1975, s.23 Bkz.
Mevlüt UYANIK, İslam Siyaset Felsefesinde “Sivil İtaatsizlik” Kavramı Hasan
21
22
el-Basri Örneği, Kaknüs Yayınları s.24, Mevlüt UYANIK, Felsefi Düşünceye
Çağrı, Elis Yayınları 2012 S. 228
24. Mevlüt UYANIK, İslam Siyaset Felsefesinde “Sivil İtaatsizlik”
Kavramı Hasan el-Basri Örneği, Kaknüs Yayınları, S 24, Mevlüt UYANIK,
Felsefi Düşünceye Çağrı, Elis Yayınları 2012 S. 229
III. Siyaset Felsefesinde Birey-Devlet İlişkisi
Bir insan diğer insanlarla yardımlaşmaksızın, kendisini
benzersiz kılan ve kendine özgü erdem olmak üzere elde ettiği
bu erdemleri tek başına elde etmesi imkânsızdır. Yani, bir
insan kendisine ait olan bir erdemi elde etme konusunda diğer
insanlara ihtiyaç duyar. Bu nedenle insan doğası gereği
medenidir. İnsan bu yardımlaşmaya yalnızca, insana özgü
niteliklerde değil, insan hayatı için zorunlu olan tüm diğer
şeylerde de ihtiyaç duyar. Örneğin; besin elde etme, mesken
edinme, giyinme, kısacası, ‘arzulama gücü’ bakımından insanın
ihtiyaç duyduğu her şey gibi, bu zorunlu durumlar konusunda
diğer canlılar ile insanlar bir biçimde ortaktır. İnsan
“düşünen” ve “eylemde bulunan” bir canlı olarak fiziksel ve
toplumsal çevresine etki eden, birbiriyle karşılıklı
bağlantılar kuran bir varlıktır. Var olmak, bu anlamda, bir
ailenin; bir mahallenin, bir milletin, bir devletin unsuru
olmaktır. Bu açıdan toplum içindeki davranışlarını keyfine göre
yapamaz. İnsanlar mademki topluluk halinde yaşamaktadır, o
halde toplumsal uyumu, işbirliğini en iyi şekilde sağlayacak
değerler ve davranış tarzları üzerinde düşünmeleri gerekir25.
İnsanların bir arada yaşamaları için bir takım kuralların,
yasaların olması ve bunların adil bir şekilde uygulanması
zorunluluğu devlet denilen organizasyonun varlığını
22
23
gerektirmektedir. Devlet kendi sivil çıkarlarını tedarik etmek,
korumak ve geliştirmek için teşkil edilmiş bir insan
toplumudur. Hiçbir toplum, hiçbir kuruluş, bazı kanunlarla
düzene sokulmadıkça ve üyeleri bazı kurallara tamamıyla riayet
etmeye rıza göstermedikçe yaşayıp bütünlüğü sürdüremez.
Diğerlerini hataları konusunda uyarmak yanlışlıktan uzaklaşması
için onu ikna ve teşvik etmek ve sonuçta doğruya yöneltmek her
insanın görevidir. Fakat kanunları icra etmek, itaat beklemek
ve zor kullanmak siyasi yönetimden başka kimseye ait
değildir26. Devlet kendisine bağlı bulunan birey (yurttaş) için
vardır diyebiliriz.
Milleti oluşturan bireyler; yani yurttaşlardır. Yasalar
önünde eşit yurttaşların oluşturduğu topluluğa kamuoyu denir.
Toplumun sınıf ve tabakalarını oluşturan bütün
25. İbn Rüşd, Siyasete Dair Temel Bilgiler, çev Muharrem Hilmi Özev,
Bordo Siyah Dünya Klasikleri-Felsefe, s.30; Mevlüt Uyanık, Sivil
İtaatsizlik Eylemleri ve Dini Değerler, Elis Yayınları; s.108
26. Mevlüt UYANIK, İslam Siyaset Felsefesinde “Sivil
İtaatsizlik” Kavramı Hasan el-Basri Örneği, Kaknüs Yayınları s.25; Munci
Kapani, Politika Bilimine Giriş, Ankara 1975, s.23; John Locke, Hoş Görü
Üstüne Bir Mektup, çev: Melih Yürüşen, Liberte Yayınları 1998 s.18-21
gruplar, devletin niteliğine göre sunulan “kamu hizmetleri”
nden yararlanmakta ve yükümlülüklere katılmaktadır. Dolayısıyla
kamusal olan, özel olan ile ilişkisi içinde belirlenir27.
Devleti, diğer örgütlenmelerden ayrı kılan özellik, bireyin
(yurttaş) zorunlu üyelik niteliğidir. Birey, dilediği zaman
emir ve yükümlülüklere uymamazlık edemez. Bu hususta önemli
olan hiçbir topluluğun saygı duyduğu bir ilke adına siyasi
23
24
iktidara rıza göstermeden kendisini yönettirmeyeceğidir. Diğer
bir özellikte, kanuni (meşru şekilde) cezalandırma yetkisi
devletin tekelindedir. Bireyler arasındaki anlaşmazlıkları,
kendi yöntemleriyle çözemez ve cezai yaptırım uygulayamazlar.
Devlet ve birey ile bireylerin oluşturduğu gruplar arasında
sıkı bir ilişki vardır. Devletin varoluş sebebi, milletine
hizmet sunmaktır. Devletin görevi, çatışan çıkarları belirli
planlarla çözmeye ve gidermeye çalışmaktır28.
Siyaset felsefesinin temel kavramları ile ilgili bilgileri
verdikten sonra yazımızın ikinci kısmı olan “Seyit Ahmet
Arvasi’de siyaset kavramı” kısmına geçebiliriz.
24
25
27. Mevlüt Uyanık, a.g.e s. 25; Ali Y. Sarıbay-S.Seyfi Öğün,
Bir Politikbilim Perspektifi, Asya yay. Bursa 1998, s.43
28. Mevlüt Uyanık a.g.e. s.25; Cemal Bali Akal, Yasa ve Kılıç,
Afa yay. İstanbul 1991, s.7
I. İKİNCİ BÖLÜM: SEYİT AHMET ARVASİ DE SİYASET KAVRAMI
Siyaset felsefesinin tanımını yaparken; siyasetin konusu
olan devlet ve meşru iktidar/otoritenin nasıl olması
gerektiğini, bir anlamda paylaşma ve paylaştırma olayı olan
siyasetin geçmişinin ve bu günün felsefesini yaparak inceler ve
ideal olan hakkında fikirler geliştirir, demiştik. Yazımızın bu
kısmında meşru iktidar nasıl olmalı, ideal olan siyaset nedir,
özellikle içinde bulunduğumuz toplumu yönetirken nelere dikkat
etmeliyiz, sorularına Seyit Ahmet Arvasi’yi merkeze alarak
cevap vermeyi deneyeceğiz. Bu aşamaya geçmeden önce Seyit Ahmet
Arvasi’yi tanıyalım.
A.HAYATI
Türk-İslam Sentezi yerine Türk-İslam Ülküsü düşüncesinin mimarı
olan Seyit Ahmet Arvasi 15 Şubat 1932 tarihinde Ağrı
Doğubayezıt’ da doğdu. Van’da başladığı ilkokulu Doğubayezıt’
da, Karakösede başladığı ortaokulu Erzurum’ da bitirdi. Erzurum
Erkek Öğretmen Okulundan mezun olarak Konya-Doğanbeyli
25
26
İlkokulunda öğretmenliğe başladı (1952). Ağrı-Tutsak ilçesi
Molla Çepni (Şemdin) köyü ilkokulunda üç yıl öğretmenlik
yaptıktan sonra girdiği Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji
Bölümünü bitirdi (1958). Pedagoji öğretmeni olarak Van
Alparslan ve Savaştepe İlköğretmen Okulları ile Balıkesir
Necatibey, Bursa (1971) ve İstanbul Atatürk Eğitim
Enstitülerinde görev yaptı. 1979 yılında kendi isteğiyle emekli
oldu. Katılamadığı MHP Büyük Kongresinde Genel İdare Kuruluna
seçildiğini radyodan öğrenmiş, “iradesi dışındaki bu tecelliyi
reddetmeyi de uygun bulmayarak” emekliliğini istemişti. 12
Eylül’den sonra MHP ileri gelenleriyle birlikte bir süre
tutuklu kaldı29.
29. İhsan Işık, Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları
Ansiklopedisi, Elvan Yayınları, Ankara, 2007, c.1, s. 361
İlk kalp krizini Mamak Cezaevinde geçirdi. Rahatsız
olmasına rağmen Türkiye gazetesindeki köşe yazılarını ölümüne
kadar sürdürdü. İstanbul Erenköy’deki evinde daktilosu başında
31 Aralık 1988’de ruhunu teslim etti. 1977’de Türk Gençlik
Vakfını kurmuş ve vefatına kadar başkanlığını yapmıştı. İlk
yazılarını 1967’de Yeni İstanbul gazetesinde yayımladı. Daha sonra
1970’li yıllarda Hergün, 1980’li yıllarda Türkiye gazetesinde
günlük köşe yazarlığı yaptı. Günlük fıkra yazarlığından önce
yazılarını haftalık Yeni Düşünce gazetesinde yayımladı. Ayrıca
haftalık Devlet gazetesinde; Ülkü-Bir, Gene Arkadaş, Hasret, Nizam-ı Âlem,
Milli Eğitim ve Kültür, Ülkücü Kadro dergilerinde yazılar yazdı.
26
27
Özellikle ilk iki eseri Kendini Arayan İnsan ve İnsan ve İnsan Ötesi adlı
kitaplarıyla tanınmış ve geniş ilgi toplamıştır30.
B. ESERLERİ
ŞİİR:
Sır (Ahmet Cezar Arvasi imzasıyla, 1955)
ŞİİRLERİM (Tüm şiirleri, 1989)
DENEME-İNCELEME
İleri Türk Milliyetçiğinin İlkeleri (18 sayfalık kitapçık, 1965)
Kendini Arayan İnsan (1968)
İnsan ve İnsan Ötesi (1970)
Dünyadaki Kaynaşmalar ve Milli Eğitimimiz (1975)
Eğitim Sosyolojisi (1976)
Türk-İslam Ülküsü (3 cilt, Hergün gazetesindeki yazıları, 1979,1980, 1983)
Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz (1982)
İlm-i Hal, Doğu Anadolu Gerçeği (1986)
Size Sesleniyorum 1 (Türkiye gazetesindeki yazıları, 1989)
Hasbihal (6 cilt, Türkiye gazetesindeki yazıları, 1991)31
30. a.g.e., s. 362-363
31. a.g.e., s. 363
II. SEYİT AHMET ARVASİYE GÖRE SİYASET FELSEFESİ
27
28
Osmanlı Devleti 1699 Karlofça ve 1717-1718 Pasarofça, 1878Berlin antlaşmalarıyla önemli toprak kayıplarına uğramasıylabirlikte, demografik toprak yapısındaki yaşanan büyükdeğişim karşısında, tıpkı bugünkü gibi, “dini ve ırkiunsurları nasıl aynı siyasi formülü destekler halegetirebiliriz? sorusuna cevap arıyordu. Özellikle göçler ileküçük bir Osmanlı olan Anadolu’da çok farklı dil, din, ırkvardı ve dolayısıyla bu durum, Fransız devrimiyle birliktesiyasi bir program haline gelen, ulusalcılık yeni kurulandevlette “ortak payda nasıl sağlanacak?” sorusunu gündemegetirdi32. Mevlüt Uyanık konuyla alakalı şunları söyler.Kültürlerin birbiriyle rekabet eden evrenselliktasarımları/modelleri olduğundan hareketle, kültürler arasıetkileşim ve bunun sonucundaki dönüşüm üzerinde durarak,toplumumuzu oluşturan birey ve gruplara ortak bir düşünme vehayat tarzı, ortak bir geçmiş ve ortak bir gelecek ülküsüsağlayabiliriz33. Seyit Ahmet Arvasi ise bu konuyla alakalıiçtimai ırk kavramını benimsediğini söyler.
1. Seyit Ahmet Arvasi de İçtimai Irk Kavramı
Irklar insan türünü zenginleştiren “variation”lar olarakbirer realitedirler. Bu realitenin inkârı da, siyasiistismarı da asla doğru değildir. Irklar, elbette vardırfakat asla, siyasi istismarlara, “aşağı ırk”, “üstün ırk”gibi beşer hassasiyetini rencide edici teorilerinpropagandasına müsaade edilmemelidir. İslamiyet ırkgerçeğini inkâr etmez, ancak bu gerçeğin istismarınakarşıdır. İlim ve politika adamları, bu gerçeği bilerek veAllah’tan korkarak hareket etmek zorundadırlar. Yüce ve
28
29
mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’e göre “ O gökleriyaratması, O yerleri yaratması, dillerinizin verenklerinizin birbirine uyması da O’nun ayetlerindendir.Hakikat, bunlarda bilenler için elbette ibretler vardır.”(er-Rum 22) Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek vebir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için siziboylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerliolanınız, O'na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır.Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır(Hucurat 13). Bununla beraber, milletlerin hayatında önemlibir yer tuttuğuna şahit olduğumuz ve sosyolojinin “içtimaiırk” olarak ele aldığı ve “biyolojik ırkçılık” tan tamamenayrı diğer bir gerçek vardır. Türk
32. Mevlüt Uyanık, Üç Tarz-ı Siyaset –Bir Üst KimlikTasarımı Olarak Türkiyelilik-, Metropol Yayınları 2003, s. 10
33. Mevlüt Uyanık, a.g.e., s. 89
milliyetçiliği, politikasını biyolojik ırkçılık üzerine kurmayı
reddetmekle beraber içtimai ırk gerçeğini inkar ve ihmal
etmemelidir. Bu içtimai ırk; bir milleti teşkil eden fertlerin,
ailelerin, sınıf ve tabakaların “soy birliği şuuru” dur. Ortak
bir şuur tarzında beliren mensubiyet duygusunun soy ve kan
birliği şuuru biçiminde de duyulmasıdır. Ortak kültür, ortak
coğrafya, ortak hayat tarzı ve ortak mücadeleler, bir milletin
fert ve tabakalarını hem ruhi, hem de fizik bakımından
birbirine yaklaştırır. Aynı kültürün içinde yaşayan ve aynı
kaderi paylaşan insanlar arasında evlenmeler kolaylaşacağından,
tarih içinde, bir oluş ve yoğruluş halinde insanlar fiziksel
29
30
olarak da birbirine benzemeye başlar. Yani, sosyal, kültürel,
ekonomik ve politik bütünleşmelerden, sosyolojik bir zaruret
olarak, zamanla bir içtimai ırk doğar. Ülkemizde, aynı dine
mensubiyet ve aynı kökten gelme şuuru sebebiyle kız alıp verme
kolaylaşmış bulunduğundan Türk içtimai ırkı tarih içinde
kolayca teşekkül etmiş bulunmakta ve gittikçe
kuvvetlenmektedir. Bir Fransız, bir İngiliz, bir Alman, bir
Rus, bir Çinli, bir Japon tipi teşekkül ettiği gibi bir Türk
tipi de teşekkül etmiştir. Bu tip ve diğer milletlere ait
tipler, yeni teşekkül etmiş değildir, binlerce yıllık bir
tarihi birikimin ifadesidir. Görüldüğü gibi biyolojik ırkçılık
parçalayıcı ve bölücü bir karakter taşıdığı halde, içtimai ırk
birleştirici ve bütünleştirici bir özellik taşır. İçtimai ırk,
aynı tarihe, aynı kültüre, aynı din ve ülküye sahip insanlar
arasında kan ve soy birliği şuurunun güçlenmesine yol açtığı
gibi millet ve devleti de güçlendirir34.
2. Milliyetçilik Kavramı
Seyit Ahmet Arvasi milliyetçilik kavramını şöyle
açıklar. Milliyetçilik, bir milletin sosyal, kültürel, ekonomik
ve politik bağımsızlık içinde, kendini güçlü ve mutlu kılma
iradesi ile insanlık âleminde kendine şerefli bir mevki edinme
davasıdır. Milletlerin var olma ve yaşama savaşıdır. Meşru bir
hak ve şuurdur. Milliyetçilik, hiçbir zümrenin inhisarında
değildir. O, milli tarihin, milli kültürün ve milli ülkülerin
çizdiği zaruri bir yoldur. Milliyetçiğin sahibi millettir.
Milletin vicdanına aykırı, milli tarihe, milli kültüre ve milli
ülkülere ters düşen tarihler ve tutuşlar milliyetçilik olamaz.
30
31
Şahıs ve zümre milliyetçiliği olmaz. Milliyetçilik millete
izafe edilir. 35
34. Seyit Ahmet Arvasi, Türk İslam Ülküsü, Yeni Güven Matbaası 2008, I.cilt s. 134-137
35. Seyit Ahmet Arvasi, Türk İslam Ülküsü, Yeni Güven Matbaası 2008, I.cilt s. 242 II.Cilt. 275
Seyit Ahmet Arvasi kavram kargaşası sonucu ortaya çıkan şu
anlayışı eleştirir. Türklükten söz edildiği zaman ırkçılıkla,
İslamiyet’ten söz edildiği zaman milliyet düşmanlığı ile itham
edilmeniz işten bile değildir. Oysa bu ithamı yapanlar, din ile
milliyetimizin, en az bin yıldan beri, bir diğeri ile ne derece
kaynamış olduğunu görmeli, milletimizin teşbihi ile beden ve
ruh durumuna gelmiş olduğunu idrak edebilmeli idiler. Türk
milleti, asırlardan beri, İslamiyet’i hem bir din hem de bir
ideoloji olarak benimsemiş, kültür ve medeniyetini, bu ruh ve
iman ile yoğurmuş bulunmaktadır. Böylelikle Türk
milliyetçiliği, İslam’ın iman ve şuuru içinde yücelmeyi gaye
edinen ve Türk’ün mutluluğunu burada arayan bir harekettir.
Türk Milliyetçiliği, milli bir hareket olduğundan, kaynağını,
Türk’ün tarihinden, kültüründen, vicdanından ve ihtiyaçlarından
aldığından, ister istemez milletle bütünleşmek zorunda olan bir
dünya görüşüdür. Türk milliyetçiliğinin en önemli işi, millette
iman birliğini sağlamaktır 36. Buradan hareketle şunu
diyebiliriz, milliyetçiliğin tanımını neye göre yapıyorsak
rotamızı da ona göre belirlemiş oluyoruz. “Türk Milliyetçiliği”
kavramının dışında kalarak dışarıdan bir tanımlama yapmak ise
31
32
indirgemeci tutumdan ileriye gidemediğini görüyoruz. Arvasi
milliyetçiliği Milli Hâkimiyet kurmak için gerekli görür.
Arvasi’ye göre Milli hâkimiyet kavramı milletimiz için şunu
ifade eder. Hakka inanan ve Hakk’a tapan bir milletin,
vicdanında ve gönlünde yatan mukaddes ölçülere bağlı olarak
tecelli eden iradesinin, lif lif, hücre hücre bütün idareye ve
vatana hâkim kılınması demektir. Çağdaş sosyolojinin verilerine
göre, millet, sosyal kültürel, ekonomik ve politik
teşkilatlanmanın en büyük, en karmaşık ve en tutarlı örneğini
teşkil eden bir insan grubudur. Sosyal gelişme içinde, müşahede
edebildiğimiz en son ve en büyük teşkilatlanma birimidir.
Milletler, devletler halinde teşkilatlanarak insanlık âlemini
meydana getirirler. Devletler de, ihtiyaç ve maksatlarına göre,
işbirliği yaparak çeşitli paktlar ve bloklar teşkil edebilir.
Milletler arası etkileşime rağmen, her millet, kendi hür ve
bağımsız iradesi ile teşkilatlanmak arzusu içindedir. Tarih,
milletlerin, bu şuur ve irade içinde hareket etmekte ve zaman
içinde başarılı olduklarını doğrulamaktadır. Her millette,
başka milletler karşısında, harekete geçen bir milli
bağımsızlık şuuru ve iradesi bulunduğunu hiç kimse inkâr
edemez. Milletler, bağımsız ve hür kalmak istemektedirler.
Milli tecrübeleri içinde,
36. Seyit Ahmet Arvasi, Türk İslam Ülküsü, Yeni Güven Matbaası 2008,
II.cilt s. 285,289,352
.
şahsiyetli bir gelişme arzusu ile tarih sahnesinde boy
göstermek istiyorlar. Yine sosyolojinin tespitlerinden
32
33
öğrendiğimize göre, teşkilatlanmak demek bir milletin sosyal,
kültürel, ekonomik ve politik manada, hem işbirliği hem de iş
bölümü yapması demektir. Böylece, aynı milli şuuru paylaşan ve
fakat sosyal zaruretlerle farklı dilimlere ve bölümlere ayrılan
bir cemiyet yapısı ortaya çıkar. Devleti teşkil eden milletin
fertlerin, bir taraftan bir millete mensup olmanın şuurunu
taşırken, diğer taraftan sosyal ve ekonomik iş bölümünden doğan
sosyal dilimlerden birine katılmanın ortak tavır ve
psikolojisine de sahiptirler. Bu, milli şuur ve iradenin de
mevcut olduğunu ispat eder. Bu ikinci şuura, ister dilim, ister
sınıf, ister tabaka adını veriniz, fark etmez. Milli devlet her
hangi bir sınıf ve zümrenin devleti değildir. Çünkü devlet, bir
sınıf ve zümrenin teşkilatlanması değil, bir milletin bütün
dilim ve tabakaları ile bir bütün teşkil edecek biçimde, sadece
Hakk’ın hâkimiyeti için el ele vermesi demektir. Sınıf ve
zümreler elbette teşkilatlanabilirler ancak, bundan devlet
değil, birlikler, loncalar, sendikalar, kooperatifler hatta
partiler meydana gelir. Devlet, bir millete ait olmakla
birlikte, bu saydığımız teşkilatlar, sadece sınıf ve zümrelere
mahsustur. Türk İslam Ülkücüleri, sınıf devletine değil milli
devlete milli hâkimiyete inanır. Arvasi’ye göre kültür ve
medeniyetimiz, devlet işlerini düzenlemede farklı düşünce ve
programlara, hiziplere ve düşünce çatışmalarına sempati
duymakla birlikte, sınıf ve zümre tahakkümünü hedef alan baskı
gruplarına ve sınıf particiliğine sevgi duymamaktadır. Sınıf ve
zümre tahakkümünü hedef alan parti kavgalarını, haklı olarak
tefrikacılık olarak değerlendirmektedir37.
33
34
Seyit Ahmet Arvasi tarif ettiği devlet ve millet kavramı
içinde hükümet kavramının da bu minvalde gelişeceğini belirtir.
Buna göre Türk İslam Ülküsünde, hükümet de devlet gibi bir
milli müessesedir. Türk İslam Ülküsü sınıf devleti fikrini
reddettiği gibi, sınıf hükümeti kavramını da reddeder. Buna
göre devlet, bir milletin sosyal, kültürel, ekonomik ve politik
yönden teşkilatlanması demekse, hükümet de devlet işlerini
milli ve çağdaş ihtiyaçlara göre yürütmeye talip kadroların
milli irade ile iş başına gelmesi ve milli irade istediği zaman
da gitmesi demektir. Türk İslam Ülküsü, devleti millete,
hükümetleri sınıflara mâl etmek isteyen düşünce biçimini de,
devleti de, hükümeti de sınıfsal sayan zihniyeti de tasvip
etmez. Buna göre, devlet de hükümet de asla milli karakterini
kaybetmemelidir. Aksi halde, şu veya bu tarzda
37. Seyit Ahmet Arvasi, Türk İslam Ülküsü, Yeni Güven Matbaası 2008,
II.cilt s. 358,360,361
teşekkül eden imtiyazlı sınıflar elinde cemiyet ıstırap çeker,
insanlık tarihi, eğer sınıfların bir diğerine karşı
mücadelesinden ve bunun doğurduğu ıstıraplardan şikâyetçi ise,
şu sınıf iktidardan indirilip onun yerine bu sınıfı getirmek
suretiyle mesele çözülmez. Bütün mesele, devlet ve hükümet etme
işini bir sınıf tahakkümü fasit dairesinden kurtarıp sadece
Hakk’ı hâkim kılmaya çalışacak milliyetçi ve ülkücü kadroların
milli irade ile iş başına gelmesini sağlayacak bir nizamın
kurulmasını temin edebilmektedir.38
Seyit Ahmet Arvasi insanın tabiiyetiyle, inancıyla değilkendi niteliklerine göre değer kazanabileceğini veya yineinsanın tabiiyetiyle, inancıyla değil kendi faaliyetleri
34
35
neticesinde tepki çekeceğini belirtir ve bu düşüncesini şöyledile getirir. Müslüman Türk’e göre, insan, imanına ahlakına vefaziletine göre değer kazanabilir. Bu sebepten olacak, TürkMilleti, kendi tebaası veya vatandaşı bütün insanlara merhametve şefkat ile muamele etmiş, bütün tarihi boyunca insana değervermiştir. Kurduğu devletlerde, farklı ırklara, milletlere,dinlere azami müsamahayı göstermiş, onların meşru hak vehürriyetlerini teminat altına almış. Esasen her millet içinde –çeşitli sebeplerle- bazı etnik gruplar bulunabilir. Bunormaldir. Bunların kendi varlıklarını koruma ve geliştirmehakları da elbette vardır. Ancak, tarih bize öğretiyor ki, bazıetnik gruplar veya bu gruplara mensup bir kısım insanlar, bukadarla kalmamakta, kendilerini bağrına basan millete çeşitlişekilde hâkim olma yollarını aramaktadırlar. Kendi aralarındaaçık veya gizli bir dayanışma kurarak, sinsi bir azınlıkırkçılığı gayreti ile faaliyete geçmektedirler. Mesela,kendileri koyu birer ırkçı oldukları halde, içinde yaşadıklarımillete beynelmilelciliği, kozmopolitliği, sahte bir hümanizmmaskesi altında aşılamaya çalışmakta, ondaki milliyetçi ruh veşuuru yıkmaktadırlar. İçinde yaşadıkları milletin de –en azkendileri kadar- yaşama ve var olma hakları olduğunu unutarakonların milliyetçiliklerini ırkçılık, kafatasçılık, gericilik,şovenlik ve faşistlikle lekeleme yoluna gitmektedirler. Yinetarihten öğreniyoruz ki, onlar, bu kadarla kalmamakta, gerçekvatan çocuklarını, iftira ve dedikodularla gözden düşürmeye,tesirsiz kılmaya, onların yükselme yollarını tıkamaya,birbirlerine düşürmeye, birbirlerine harcatmaya büyük önemvermektedirler. Bu konuda daha da ileri giderek bölge, şive,lehçe, sınıf ayrılıklarını, farklarını ve hatta nüanslarınıistismar ederek kardeşi kardeşe vurdurmaya götürmekte ve bu
35
36
kanlı ortamda –fırsat bularak- gereken hıyaneti rahatçatezgâhlamaktadırlar39.
38. Seyit Ahmet Arvasi, Türk İslam Ülküsü, Yeni Güven Matbaası 2008,
II.cilt s. 362,363
39. a.g.e, II. cilt s. 419
3. Siyaset Kavramı
Seyit Ahmet Arvasi’ye göre Türk Milletinin siyasi
yapılanmalarına ehlisünnet itikadı yön vermiştir. Bu
fikirlerini şöyle dile getirmiştir “Ecdadımız, İslam’ın, yani
edille-i şer’iyye nin ışığında ve Türk töresinin sağladığı
disiplin içinde çalışarak kendi içtimai, iktisadi ve siyasi
nizamını kurmuştur. Üstelik kendine mensup insanları mutlu,
huzurlu, adil ve dengeli bir hayat nizamı içinde yaşatarak
güçlü ve dayanıklı bir devlet, sürekli ve seviyeli bir
medeniyet geliştirmiş bulunmaktadır. İslamiyet’i, sünnet-i
seniyye’ye uyarak sosyal ve ekonomik hayatın her noktasına
kadar uygulayan ve asırlarca bir devlet nizamı tarzında
sistemleştiren Türk Milletinin tecrübelerinden siyaset adamları
ve sosyologlar faydalanmalıdırlar. (15) Türk İslam Ülkücüsü,
Türk milliyetçisi olarak milletinin sosyal, kültürel, ekonomik
ve politik açıdan güçlenmesini, bütünleşmesini, gelişmesini ve
yücelmesini temin için kadrolaşır ve teşkilatlanır. O, İslam’ın
iman, aşk, ahlak ve aksiyonuna sahiptir; onun şahsi dostu ve
düşmanı yoktur; onun dostluğu da düşmanlığı da Allah içindir.
O, devletini de, milletini de, bayrağını da Allah için sever ve
yüceltir. O, hem milli tecrübeyi, hem de beşeri tecrübeyi
hazmederek bugünü yorumlar, geleceğe yönelir. Onda İslam’ın
basireti ve Türk’ün hassasiyeti vardır. O nizam-ı âlem ve36
37
i’layı kelimetullah için mücadele eden ve insanı hem
maddesiyle, hem de ruhu ile kavrayan çağdaş bir alperendir.
Türk İslam Ülkücüsü, fikir, sanat, kültür, medeniyet, şahsiyet,
cemiyet, ekonomi, ilim ve politika konularında orijinal ve
yepyeni olduğu kadar, âlemşümul bir hakikat ile mayalanan mutlu
bir sentezin takipçisidir. Bu yönü ile de ezeli, ebede bağlayan
sırat-ı müstakim üzeredir”.40
Seyit Ahmet Arvasi Türklerin siyasi anlayışına
inançlarının yön vermesinin gayet doğal olduğunu savunur. Ona
göre; bir ülkenin iç ve dış politikası, pek çok faktörün etkisi
ile teşekkül eder. Milli politikayı tayin eden pek çok dinamik
vardır. Cemiyette cereyan eden her olay gibi, politika da bir
sosyal gerçeklik ifade eder. Her milletin ve her devletin iç ve
dış politikası, tarihinden, sosyal, kültürel, ekonomik
yapısından, jeopolitiğinden etrafını saran dünyadan, milli ve
beşeri ihtiyaçlardan kaydettiği ve özlediği gelişmelerden
tecrit edilemez. Milli politika, şu veya bu kadronun keyfi
temayülüne göre değil, milletin ihtiyaç ve temayüllerine göre,
şart ve imkânlarına uygun olarak yürütülür. Milli politikadan
maksat, milleti ve devleti mutlu
40. Seyit Ahmet Arvasi, Türk İslam Ülküsü, Yeni Güven Matbaası 2008,
II.cilt s.15,261
ve güçlü kılmak, maruz kaldığı sosyal, kültürel, ekonomik
problemlerden kurtarmak, içten ve dıştan gelecek tehlikelere
karşı korumaktır. Milli tercihlere göre, devleti ve milleti
yönetmektir. Bu sebepten, Türk’ün milli iç ve dış politikasını
yürütmek isteyen kadrolar, her şeyden önce milletimizi çok iyi
37
38
tanımak, onun ihtiyaç ve temayülünü bilmek, her konudaki dert
ve sıkıntılarını yüreklerinde duymak zorundadırlar. Bunun
yanında, iç ve dış politikaya yön veren sosyolojik dinamikleri
ve çağdaş gelişmeleri objektif olarak tespit ve hesap
edebilmelidirler. Milletler, iç ve dış savunmalarını, sıcak ve
soğuk savaşın gereklerine göre yürütmezlerse kaybederler.
Başarılı bir iç ve dış milli politika, milletin sosyal,
kültürel, ekonomik yapısına uygun olan, onun ihtiyaç ve
temayüllerini benimseyen, devleti güçlü milleti mutlu kılan
gerçekçi ve çağdaş anlayışla kurulabilir41.
4. Demokrasi kavramı
Seyit Ahmet Arvasi çoğulcu demokrasi anlayışını savunurancak bu söylem üzerinden yıpratma eylemlerine karşı da uyarır.Buna göre demokrasilerde hâkimiyet ve milli irade esastır.Bütün fert ve zümrelere fırsat eşitliği tanınmalıdır. Kanunlaradalete uygun olmalı. Çoğulcu demokrasi tavırlara saygıyabağlıdır. Demokrasilerde devlet adamları idare ettikleri kişi,zümre, sınıf, nesil teşkilat ve milletin tavırlarını bilmek veolaylar karşısında alınacak vaziyetleri önceden hesaplamakzorundadır. Devlet, milletin ortak tavırlarına mutlaka değervermelidir. Çünkü bu ortak tavırların dayandığı kökler çoksağlamdır. Bunlar milli tarihten ve temel kültür değerlerindenkaynaklanırlar. Bir millet dinine, diline, bayrağına, töresine,hukukuna, birliğine, bütünlüğüne, milli ve mukaddes mefahirinekarşı hassastır. Bu konuda menfi tavırlara karşı müsamahakârdeğildir. Çoğulcu demokrasi, bir maske olarak kullanılamaz,milletlerin ve devletlerin kendilerini koruma haklarını ortadankaldırmaz. Hiçbir millet, dininin, dilinin, kültür vemedeniyetinin devlet ve vatanının parçalanması gayretlerinemüsamaha edemez; bayrağının düşürülmesi karşısında sessiz
38
39
kalamaz. Çoğulcu demokrasi, Türk devlet ve milletini millişahsiyet içinde geliştirmeye çalışan farklı program vetavırlara fırsat ve imkân tanımak demektir 42.
Arvasi demokrasinin sadece söylemde kalmamasıgerektiğini, sağlıklı bir şekilde demokrasinin tam kapasiteylefaal olması gerektiğini savunur ve bunun içinde demokrasiyeinanmış kadrolara ihtiyaç olduğunu söyler. Devlet idaresindedış ve iç
41. Seyit Ahmet Arvasi, Türk İslam Ülküsü, Yeni Güven Matbaası 2008, II.cilt s.264
42. a,g,e. I. cilt. 168,321-322
nizam arasında ahenk ve uyum esastır. Şekli başka, muhtevası
başka olan bir devlet idaresi, büyük kusurlar ve zaaflar ile
doludur. Demokrasi denilince akla hemen şunlar gelir. Öncelikle
anayasa ve bu anayasaya uygun hazırlanmış bir seçim kanunu,
seçimle teşekkül eden bir parlamento, bu parlamentonun
hazırladığı kanunları uygulayan bir hükümet, halk tarafından
seçilmiş bir Devlet Başkanı, bağımsız mahkemeler hatırlanır.
Ancak, unutmamak gerekir ki, bunlar, sadece demokrasinin dış
görünüşü yahut şeklî müesseseleridir. Ayrıca Arvasi kendi
demokrasi tanımını da yapar. Buna göre demokrasi, sadece bir
şekilden ibaret değildir. Onun muhtevasını, gerçekten inanmış,
idealist kadrolar tayin eder. Türk İslam Ülküsünde, Milli
Demokrasinin Anayasası, milli vicdanda duran bir iman
abidesidir. Seçim, Hakk’ın hâkimiyetine inanmış milli
iradesinin hür ve samimi tecellisini istemek demektir.
Parlamento, bu milli iradeyi temsil etmek sorumluluğunu ateşten
bir gömlek gibi giyen milletvekillerinin toplandığı mukaddes
bir meclistir. Devlet Başkanı, doğrudan doğruya milletin veya39
40
temsilcilerinin seçtiği, anayasa ile sınırlı, en büyük
yetkilidir ve aynı zamanda icranın başıdır. O, mukaddes
anayasanın emrinde ve millet adına hükümet olmakla mükelleftir;
kadrosunu ve yardımcılarını kendi tayin eder43.
5. Devlet Kavramı
Seyit Ahmet Arvasi’ye göre millet devlet için değil,
devlet millet için vardır. Bu anlamda devletin yapısı milli
devlet olmalıdır. Milli devlet, herhangi bir sınıf ve zümrenin
tekelinde olamaz. O bütün sınıf ve zümrelerin, bütün iş ve
meslek guruplarının manevi-maddi hak ve menfaatlerini adil bir
tarzda koruyan, savunan ve dengeleyen ve bütün vicdanlarda
saygı ve itibar bulan müşfik bir otorite olmak zorundadır.
Zulme, haksızlığa, gadre uğrayan herkes ve her zümre yanında
mutlaka devleti bulmalıdır. Devlet, mazlumdan yana olmazsa,
zalimin zulmü artar, mazlumlar çoğalır sosyal denge bozulur
ihkak-ı hak mazlumun ve mağdurun bizzat kendisinin hakkını,
kendisinin alması sonucu açılır, cemiyet anarşiye düşer. Buna
müsaade edilmemelidir. Dinimiz, mazluma zulüm etme hakkını
tanımaz, ancak, devlet, müşfik ve adil otoritesini kullanarak
mazlumun hakkını almak zorundadır. Mazlum ve mağdur, hakkını
alamazsa incinir, kırılır, kin duyguları kabarır, zulme uğrayan
başka insanlarla açık veya gizli irtibatlar kurar,
teşkilatlanır ve sosyal patlamalara kaynak olmaya başlar. Türk
İslam Ülkücüleri için devlet ve onun icra gücü olan hükümetler,
43. Seyit Ahmet Arvasi, Türk İslam Ülküsü, Yeni Güven Matbaası 2008,
II.cilt s. 335-336
40
41
teşrii gücü olan meclisler ve kazai (yargı) gücü olan
mahkemeler, asla bir sınıf ve zümrenin tekelinde ve kontrolünde
olamaz, bunlar Türk Milleti adına hareket etmek zorunda olan ve
milli vicdanda yatan mukaddes ölçülere bağlı milli
müesseselerdir44.
Arvasi milli devletin temelini yine kendi değerlerimizde
aramamız gerektiğini söyler. Zira milletin tutumu ne ise
devletin tutumu da o olacaktır. Buna göre hak ve hukuka milli
irade ve temayüllere ve ilmin verilerine dayalı bir idare
sistemine Türk İslam kültür ve medeniyeti, en gür ve berrak
kaynak olabilir. Tıpkı elektronların bir çekirdek etrafında
toplanarak atomu, planetlerin bir güneş etrafında toplanarak
bir güneş sistemini, bu sistemlerin birleşerek galaksileri,
hücrelerin birleşerek dokuları, dokuların birleşerek organları,
organların birleşerek organizmayı meydana getirdiği gibi,
insanların kafalarının ve vicdanlarının birleşerek manevi ve
maddi huzur ve gelişimini temin eden bir otoriteye ihtiyaç
vardır. İnsan yığınları ve sürüleri yoktur, organize olmuş
insan grupları vardır. Bu insan grupları, sadece ortak
ihtiyaçlarla bir araya gelmiş olmakla kalmamakta, maddi veya
manevi bir otorite altında toplanmaktadır. Bu otoritenin ailede
baba, klanda ihtiyarlar meclisi, kabilede ve aşirette reis,
imparatorlukta kral, millette millet meclisi veya başkan adını
alması hükmümüzü değiştirmez. Sadece, insanın bir otoriteye
ihtiyaç duyduğunu ispatlar45.
Seyit Ahmet Arvasi devletin gerekliliği üzerinde durarak
devletin olmaması halinde ortaya çıkacak sorunları kendi
üslubuyla şöyle sıralar. Devlet, bir milletin teşkilatlanması41
42
demektir. Bu, cemiyetlerin kaotik bir yığın olmaktan kaçarak,
düzenli ve istikrarlı bir hayat tarzına sığınmaları demektir.
Örneğin, trafiği düzenleyen görevli memura, istisnasız herkesin
itaat ettiği bir şehirde, vasıtaların düzenli bir akış içinde
olacağını ve yayaların rahatça hareket edebileceğini haklı
olarak savunuruz. Trafik kaidelerini, samimiyetle ve titizlikle
uygulayan bu görevlinin otoritesi semboliktir. Ona itaat
etmekle kimsenin ne hürriyeti kısıtlanmış olur, ne de haysiyeti
zedelenmiş olur. Aksine, hürriyetler ve haysiyetler, düzen
içinde korunmuş olur. Bir an için, bu görevlinin, trafik
kurallarını bir kenara bırakarak, keyfi kararlar vermeye
başladığını, temsil ettiği otoriteyi kötüye kullanarak, burada
yetkili benim diyerek, kaidelere uymadığını, haksız kararlar
ile kitleleri tedirgin etmeye çalıştığını düşünelim. Yahut
aksine, sokakta yürüyen yayaların veya vasıtaların, “trafik
görevlisi de kim oluyor,
44. Seyit Ahmet Arvasi, Türk İslam Ülküsü, Yeni Güven Matbaası 2008,
I.cilt s. 162
45. a,g,e. II. cilt s. 315-316
hangi hakla beni itaate davet ediyor? Ben makamca veya sosyal
baremim itibarı ile ondan üstünüm” gibi bir komplekse kapılarak
bildikleri gibi hareket ederlerse ne olur? Hiç şüphesiz sokak
devleti yıkılır. Otorite kalmaz, trafik tıkanır, gürültü artar,
kazalar çoğalır, zaman israf edilir, sinirler törpülenir. Bu
sabit misalle şunu demek istiyoruz. İçtimai nizam, herkesin
severek itaat edebileceği kanunlarla, prensiplerle ve
42
43
kaidelerin cemiyetin vicdanına mukaddes birer değer halinde yer
bulması ile idarecilerin bu içtimai normları sadakatle ve
samimiyetle temsil ve tatbik etmelidir. Bilindiği gibi İslam
nizamı, ayet ve hadislerden kaynaklanmış mukaddes ölçülerin
ferdi ve içtimai vicdanda bir iman haline gelmesini ister. Bu
suretle bu ulvi değerler etrafında kenetlenen fertler ve
gruplar, iş başına getirdikleri idarecileri, bu ölçüler içinde
murakabe ederler. İdareciler, bu ölçülere sadık kaldıkları
müddetçe de onlara itaat etmek zorundadırlar. Şanlı
Peygamberimiz, böylece davranan idarecilere itaat etmemizi
emreder. İdarecinin adı, rengi, kalıbı değil, temsil ettiği
görev önemlidir. Peygamberimiz, bu görevi hakkı ile yaptığı
müddetçe “başınızdaki burnu halkalı bir zenci bile olsa, ona
itaat etmeniz gerekir” diye buyurmuşlardır46.
Türk İslam Ülküsünde devlet, Allah’tan başka ilah yoktur
diyen bir milletin, hür iradesini ortaya koyarak bu espri
içinde teşkilatlanması demektir. Böylece teşkilatlanan bir
milletin devleti mukaddes anayasaya bağlı kalarak ve sırat-ı
müstakimde yürüyerek sağladığı otoriteyi, bir baba şefkati
içinde kullanır. O, seyirci değil müdahalecidir; bir zulüm
aracı değil hürriyet, eşitlik ve adalet müessesesidir; bir
sınıf ve zümreyi değil bir milleti temsil eder. Türk İslam
Ülküsünde devlet, inkârı mümkün olamayan bir sosyal
müessesedir. Her sosyal müessese gibi, o da cemiyetin ve
milletin sosyal, kültürel, ekonomik, politik ve tabii
şartlardan etkilenir. Devlet, milletten tecrit edilemez.
Millete mahsus olan bütün maddi ve manevi değerler, aynı
zamanda devletin teminatı altındadır. Devlet, milletin renk ve
43
44
hüviyetini taşır, onun tarihi, kültürel ve sosyal değerleri ile
damgalanır. Elbette, Türk’ün devleti, Türk’ün maddi ve manevi
bütün renk ve hususiyetlerini taşıyacak ve onun iradesi ile
biçimlenecektir47.
46. Seyit Ahmet Arvasi, Türk İslam Ülküsü, Yeni Güven Matbaası 2008,
II.cilt s. 329
47. a,g,e. II. cilt s. 347
Seyit Ahmet Arvasi devletin neden gerekli bir organizma
olduğunu ve bu organizmanın getirdiği düzenin öneminden
bahsettikten sonra düzen ile özgürlük arasındaki ince çizgiye
dikkat çeker. Buna göre; devlet, bir sosyal vakıa olarak
anarşinin zıddı olan nizam ihtiyacından doğmuştur. Ancak, bu
nizam ihtiyacının istismar edilerek sert ve müstebit (zorba)
idarelerin kurulmasına cemiyetler, daima karşı çıkmışlardır.
Cemiyetler, nizam kadar hürriyete de muhtaç olduklarını çok iyi
bilirler. Nitekim hürriyet ihtiyacı ile harekete geçen
cemiyetler, istibdat dairelerini yıktıktan sonra, büyük bir
hassasiyetle hürriyetleri teminat altına almaya çalışmışlardır.
Klasik demokrasi cemiyetlerin bu tepkisine tercüman olmuştur.
Nüfusu artan, ihtiyaçları büyüyen, ilişkileri karmaşık hale
gelen, kalabalıklar içinde sosyal yalnızlığa düşen, sınıf ve
zümre boğuşmaları içinde bulunan, işi, ekmeği, sağlığı ve
hayati tehlikeye maruz kalan kitleler, devletten sosyal
güvenlik, sosyal adalet istemektedir. Çeşitli avantajlara ve
imkânlara sahip bulunan sınıf ve zümrelerin kopardıkları
imtiyazlardan tedirgindirler; bu sebepten ısrarla fırsat ve
imkânlarda eşitlik aramaktadırlar. Kitlelerin bu isteği
karşısında, klasik ve Liberal Batı Demokrasisi, ister istemez44
45
çehre ve mahiyet değiştirmek zorunda kalmaktadır. Hürriyetçi
olduğu kadar toplumcu, müdahaleci fırsat ve imkânlarda eşitlik
sağlayıcı bir nitelik kazanmakta, herhangi bir sınıf ve zümreye
imtiyaz tanımayan bir milli demokrasi haline gelmektedir. Türk
İslam Ülkücüleri İslam’ın basireti ve Türklüğün hassasiyeti
içinde hareket ederek insanları esir alan veya almaya çalışan
bütün tahakküm unsurlarını, bütün sahte mabutları yıkmaya,
Allah’tan başka ilah yoktur parolası ile kitleleri hürriyete
kavuşturmaya çalışır. Aynı zamanda, milli demokrasisini büyük
tarihi mirası üzerinde oturtarak sosyal adalete, sosyal
güvenliğe, fırsat ve imkân eşitliğine dayanan sistemi kurmayı
amaç edinir48.
Düzen ile özgürlük arasındaki ince çizgiden bahseden
Arvasi, bu uzlaşmanın olabilmesi için birtakım şartlar öne
sürmüş ve bu uzlaşmanın önündeki suni engellere de dikkat
çekmiştir. Bu durumda günümüz insanı devletinden üç şey
istemektedir. Bunlardan birincisi, klasik hak ve
hürriyetlerinin çok yönlü bir teminat altına alınması,
ikincisi, külfet ile nimet arasında denge kurularak sosyal
adalet ve sosyal güvenlik sağlanması, üçüncüsü, iç ve dış
barışı sağlayıcı bir devlet otoritesidir49.
48. Seyit Ahmet Arvasi, Türk İslam Ülküsü, Yeni Güven Matbaası 2008,
II.cilt s. 348-349
49. Seyit Ahmet Arvasi, Türk İslam Ülküsü, Yeni Güven Matbaası 2008,
II.cilt s. 354
Ancak Seyit Ahmet Arvasi günümüz siyasi rejimlerinin
toplumun bu ihtiyaçlarını bütünü ile kavramayıp her birinin bir
45
46
köşesinden kendine çekerek parçalara ayırdığını söyler.
Liberalizm, kitlelerin hürriyet ihtiyacını sosyalist komünist
doktrinler, sosyal adalet ihtiyacını, faşist sistemler devlet
otoritesi ihtiyacını istismar ederek taraftar toplamaya
çalışmışlardır. Kitleler ise maruz kaldıkları baskıların itici,
ihtiyaçların ve propagandaların çekici gücü ile bunların
arasında yalpalayıp durmuşlardır. Siyasi partiler ve kadrolar
ise, bir diğerini öcü, kendilerini kurtarıcı tanıtarak parsa
toplamakta ve tahterevalli oynamaktadırlar. Türk İslam
Ülkücüleri şu veya bu adla ortaya çıkan bütün yabancı
ideolojilere karşıdırlar. Onlar, çağdaş Türk İslam davasını,
kendi öz kaynaklarına dayanarak gerçekleştireceklerdir50.
6. Seyit Ahmet Arvasi’ de İdareci Kavramı
Seyit Ahmet Arvasi bize devletten, devletin dayandığı
temellerden bahsettikten sonra kendi milli ve manevi
değerlerimize paralel bir yönetimin idarecisinin de bu minvalde
olması gerektiğini belirtir. Arvasi bu konuda ki tespitlerini
yaparak dikkat edilmesi gereken şu hususlara değinir. Yüce
Kitabımız, insanlara yine insanların tahakküm etmesini
yasaklamış; ister fert, ister aile, ister zümre, ister sınıf,
ister millet, ister ümmet, ister insanlık adına olsun, hiçbir
kişi veya grubun bu konuda imtiyaz sahibi olmasını
istememiştir. Yüce dinimiz, mülk ve hükmün Allah’a ait olduğunu
hem ayetlerle hem de hadislerle tespit etmiş bulunmaktadır.
Günümüz dünyasında, siyasi rejim tartışmaları, otoritenin,
idare edilenlere mi yoksa idare edenlere mi ait olduğu
etrafında dolaşmaktadır. Liberalizm, politikada idare
edilenlerin otokrasi ise daha çok idare edenlerin lehine
46
47
hükümleri savunurlar. Öte yandan liberal demokrasi, daha çok
ferdi hak ve hürriyetlerin ağır bastığı bir dünya görüşünü,
sosyal demokrasi ise cemiyetin hak ve menfaatlerinin ön plana
alındığı felsefi tavrı savunur. Oysa yüce Kitabımız’ın ortaya
koyduğu sistemlerde, ne idare edenlerin, ne de idare
edilenlerin tahakküm etme hakkı vardır. Öte yandan hâkimiyet
hakkı, ne fertlerin, ne sınıfların ve ne de cemiyetlerindir. Bu
tip tartışmalar karşısında, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur:
İşte bu makamda, nusret ve hâkimiyet, hak olan Allah’ındır(El-
Kehf- 44). Allah otoritesini peygamberleri vasıtası ile tebliğ
ettiği emir, ölçü ve hükümlere müminlerin uyması ile tesis
eder. Bu hükümlere, başta peygamberler olmak üzere, inanan
herkes uymak zorundadır. Önemli olan ferdin veya cemiyetin
otoritesi değil, bu yüce ve
50. Seyit Ahmet Arvasi, Türk İslam Ülküsü, Yeni Güven Matbaası 2008,
II.cilt s.354
mukaddes emirlerin üstünlüğüdür. Esasen insan, fıtraten
(tabiatı itibarı ile) ister fert, ister cemiyet planında olsun
kendi gibi yaratıkların otoritesine tabi olmak istemez. İnsan,
ancak yüceliğine iman ettiği mukaddes prensiplere itaat etmeyi
sever. İslam’da, Allah adına hükmetmeye kalkışacak bir ruhban
sınıfı mevcut değildir. Mü’minler, inandıkları yüce prensipler
ışığında, o prensipleri yüceltmek ve yaşamak isteği ile kendi
idarecilerini, bizzat kendi iradeleri ile seçeceklerdir.
İdareciler, bu yüce ve mukaddes prensiplere bağlı kaldıkları
sürece, mü’minler de onlara itaat etmekle mükellef
olacaklardır. İdareciler, mü’minlerde, bu şuuru uyanık tutmak
zorundadırlar. İslam’da inanmış halkın görüşüne ve düşüncesine
47
48
çok önem verilir. Yüce Kitabımız, Müslümanları “ ki, bunların
işleri, daima aralarında müşaveredir” diye över(Şura Suresi,
ayet,37 ). Yüce ve şanlı Peygamberimiz de “ ümmetim bâtıl üzere
toplanmaz”, “ ümmetimin ittifakında (düşünce ve iş birliğinde)
kuvvet, ihtilafında (farklı rey ve ihtiyaçlarında) rahmet
vardır”, “halkın sevdiğini Hak da sever” diye buyurmuşlardır.
Bütün bu ölçüler, İslam’ın, cumhurî bir karakter taşıdığını
ortaya koymakla beraber, bazı zaruri hallerde tarihin iradesi
ile iş başına gelmiş kadrolar için de bağlayıcı niteliktedir.
Yani ister halkın reyi ile ister sosyal ve tarihi determinizmin
itici gücü ile iktidara gelsin kadrolar, asla kendi nefsanî ve
zümrevî menfaatleri etrafında bir tahakküm kuramazlar. İslam’da
mülk ve hüküm Allah’ındır; idare edenler de, idare edilenler de
O’nun koyduğu emir ve ölçülere uyarlar. Kimse, kimseye tahakküm
etmez51.
Seyit Ahmet Arvasi idarede etkili olan amillerin göreceliolduğunu belirtir ve Türk Milletinin bu amillerden hangisineyönelmesi gerektiğini şöyle ifade eder. Günümüz de milletlerinve devletlerin idaresinde etkili olan pek çok amil vardır.Teşekkül eden hükümetler ve tayin olunan siyasi rejimler, hersosyal vakıa gibi, ihmal edilmesi mümkün olmayan dinamiklerebağlıdır. Mesela, idare de hukukun üstünlüğü ilkesinin hâkimolması fikri yanında, zaman zaman bu ilke ile çatışıpçatışmayacağı üzerinde fazla durulmayan halkın iradesinin esasalınması fikri savunulmakta iken, bazıları da çağdaş devletinve idarenin ilmi verilere ve gerçeklere bağlı olarakyürütülmesini istemektedir52. Arvasi’nin bu konuda ki önerisiise; öyle bir idare kurulmalı ki, hem hukukun üstünlüğü ilkesi
48
49
işleyecek, hem muhtelif dilim ve tabakaları ile cemiyetiradesini ve ağırlığını ortaya koyacak, hem de millet, çağdaşilmin verileri
51. Seyit Ahmet Arvasi, Türk İslam Ülküsü, Yeni Güven Matbaası 2008,
II.cilt s. 309-310
52. a.g.e; II. cilt s. 311
ile akademik güç kazanarak gelişme ve modernleşme imkânı
bulacak. Öte yandan idareye hâkim olması istenen ve üstünlüğü
iddia edilen hukuk, hangi hukuktur? Bu soru karşısında, kişi ve
zümreler, inanç ve felsefelerine göre farklı vaziyet
almaktadırlar. Liberalistin, kapitalistin, sosyalistin,
komünistin, faşistin, anarşistin, kralcının savunduğu hukuk çok
farklı olacağı gibi, her milletin içinde bulunduğu coğrafi,
sosyal, kültürel, ekonomik ve hatta politik şartlara göre
savunacağı hukuk da farklı olacaktır. Görülüyor ki hukukun
üstünlüğü ilkesi müphem ve muğlâk kalmaktadır. Başarılı ve
güçlü bir idarenin teşekkülü için, gerçekten de hukukun
üstünlüğünü samimiyetle kabullenmiş; yetkisini milli iradeden
almış; meselelerini, ilmi ve akademik verilerin ışığında
çözümlemek üzere kadrolaşmaya kararlı, bu hususlarda tavizsiz
bir zihniyete ihtiyaç vardır. Ancak, üstünlüğüne inanılan
hukuk, gerçekten insanı, insana kul etmeyecek; fert ve cemiyet
olarak insanın şerefine inanacak; milli vicdanı tatmin etmekle
birlikte âlemşümul olacak; insanı ruh ve beden olarak
kavrayacak; adil, koruyucu, müşfik, ferdi ve cemiyeti
geliştirici prensipler ihtiva edecek. Ayrıca, insanı kişilerin,
ailelerin, sınıfların, zümrelerin, kavimlerin, ırkların
tahakkümüne terk etmeyecek; beşer idrakinin keşfedebildiği
49
50
bütün değerlerin üstünde duran “HAK” ın otoritesini esas
alacaktır. Böylece insanın vicdanında Anayasalaşan mukaddes
ölçülere göre, kendi idarecisini, kendi hür iradesi ile tayin
eden bir milli irade, gerçekten saygıya değerdir53.
7. Seyit Ahmet Arvasi’ de Anayasa Kavramı:
Seyit Ahmet Arvasi anayasanın bir tahakküm aracı olarak
kullanılmaması gerektiğini, belirli kesim ve kurumların
çıkarlarını savunma amacı gütmemesi gerektiğini savunur. Ayrıca
anayasanın demokratik hukuk düzenini savunması için gayret sarf
etmesi gerektiğini belirtir. Arvasi kendi anayasa tanımını
yaptıktan sonra bunun analizini şöyle yapar. Anayasa, bir
millet ve devlet için, bütün kanunlara ve uygulamalara temel
teşkil eden, cemiyetin sosyal, kültürel, ekonomik, politik
bütün ihtiyaçlarına cevap veren, maşeri vicdanda kabul bulan,
milli ve mukaddes değerlerle tam bir ahenk içinde bulunan,
istikrar ve dinamizmin dengesi üzerine kurulan bir hukuk
belgesidir. Ayrıca milli özellik taşımasına rağmen, âlemşümul
bir karaktere sahip olan, zamana dayanıklı prensipleri ihtiva
eden, tavizsiz, fakat esnek hükümlerle bulunduğu zemine kolayca
intibak eden bir hukuk belgesidir ve öyle olmak
53. Seyit Ahmet Arvasi, Türk İslam Ülküsü, Yeni Güven Matbaası 2008, II.cilt s. 311-313
zorundadır. Sosyolojik manada denebilir ki, anayasa, millivicdana hâkim olan mukaddes değerlerdir. Şayet, anayasa, buhüviyette değilse, onun ihlal edilmesi, milli vidanda kaygıuyandırmaz. Hâkimiyet Hakk’ın diyen halkın iradesi, milli vemukaddes bir iman abidesi durumunda bulunan âlemşümulanayasanın ışığında kendisini ve yöneticilerini murakabe
50
51
edecektir; fert, sınıf ve zümre hâkimiyetine son verecektir.Milli irade, eğer bu çapta tecelli edecekse seçimler,parlamentolar, hükümetler, yüksek mahkemeler, birer mukaddesmana kazanır ve insanın mutluluğuna hizmet edebilir. Aksihalde, bir sınıf ve zümre hâkimiyetini hedef alan seçimlerdende, parlamentolardan da, hükümetlerden de, yüksek mahkemelerdende bir hayır beklenmez54.
Arvasi anayasa kadar seçim sistemi ve seçim kanununun daen az anayasa kadar önemli olduğunu savunur ayrıca seçimsistemiyle anayasanın daha aktif kullanılması için BaşkanlıkSisteminin yararlı olacağını ifade eder. Buna göre devletlerinhayatında ve hükümetlerin kaderinde, anayasaların ve seçimsistem ve kanunlarının oynadığı rolü küçümsemek mümkündeğildir. Birçok ülkedeki hükümet buhranları, doğrudan doğruyaanayasa ve seçim sisteminden kaynaklanmaktadır. Ülkemizdekisosyal, ekonomik, kültürel ve politik buhranlara, bir de milliyapıya cevap vermediğini yaşayarak öğrendiğimiz seçimsistemleri, geniş boyutlar kazandırmaktadır. Bizim kanaatimizegöre, Türkiye’de “Başkanlık Sistemi” faydalı olacaktır.Doğrudan doğruya milletin seçeceği devlet başkanı, aynı zamandahükümetin başkanı olarak vazife yapmalıdır. Bu tedbir, herşeyden önce, belirli bir süre hükümet buhranlarına son verecek,icra rahatça çalışabilecektir. Böyle bir tedbir, üstelikmilletimizin karakterine ve yapısına da uygundur ve onu memnunedecektir. Demokrasiye inananlar, milletin iradesindenkorkmazlar. Seçim sistemimizde gerçekten esaslı değişiklereihtiyaç vardır. Ön seçim kaldırılarak, dar bölge nispi seçimsistemi getirilmelidir. Birçok demokrat ülkede tatbikatınıgördüğümüz gibi, barajı geçenler ilk turda seçilmeli,geçemeyenler ikinci tura kalmalıdır. Mahkemeler sadece anayasa
51
52
ve kanunlara bağlıdır. Günümüzde insanlar, kendilerini mutlukılacak, bütün ferdi, içtimai, milli ve beşeri ihtiyaçlarınacevap verecek, insanları hem hür, hem tok kılacak, öte yandanhem idare edenlerin, hem de idare edilenlerin vicdanlarını,yeni baştan bir iman ve aşk ile kavrayacak âlemşümul biranayasa ihtiyacı içinde kıvranıyorlar55.
54. Seyit Ahmet Arvasi, Türk İslam Ülküsü, Yeni Güven Matbaası 2008,
II.cilt s. 307-334
55. a.g.e; II. cilt s. 336-338; 329-330
8. Seyit Ahmet Arvasi’nin Siyasetteki Önerileri:
Seyit Ahmet Arvasi, idare edenle idare edilenlerin, yani
düzen ile hürriyetin arasındaki dengenin sağlıklı bir şekilde
sağlanması takdirle milletin refah ve mutluluk içinde
yaşayabileceğini belirtir. Bunun olabilmesi için bir dizi
önerilerde bulunur. Buna göre idare edenler, devlet işlerini
başarı ile yürütmek için daha fazla yetki isterler. Buna
mukabil idare edilenler ise, onların bu isteklerini şüphe ve
tereddütle karşılar. Gerçektende yöneticiler, yetki isterken ne
kadar haklı ise, halkın da bu yetkilerin kötüye kullanılması
endişesi içinde bulunması o kadar haklıdır. Halk kitleleri,
yöneticilerin, yetkilerini kötüye kullanmamaları için, devamlı
bir maddi manevi murakabe altında bulunmalarını ister. Bunun
için, yönetici kadroların her şeyden önce, iyi bir eğitimden
geçirilerek yüksek ahlaklı, milli ve mukaddes anayasaya
yürekten inanmış, ülkenin ve dünyanın gidişinden haberdar,
tecrübeli birinci sınıf uzmanlar kadrosu halinde yoğrulmasını
bekler. Öte yandan, gerçekten Hakk’ın ve hukukun üstünlüğüne
52
53
inanmış ellere tevdi edilmiş, bağımsız yargı ve denetim
organlarının vazife yapmasını arzu eder. Bütün bunların
yanında, geniş halk kitleleri, devlet ve hükümet işlerinin
başarı ile yürütülmesi için, kendi ağırlığını da samimi ve hür
seçimler ile ortaya koymak hakkını elinde tutmak ister. Bütün
bunları, sağladıktan ve işler duruma getirdikten sonra
gerçektende, yönetici kadrolara geniş yetkiler vermekte fayda
vardır. Demokraside murakabe ne kadar gerekli ise,
yöneticilerin geniş yetki ve sorumluluk sahibi olmaları da
devlet işlerini yürütmede kolaylık sağlaması bakımından o kadar
gereklidir. Vicdanın, kanunun ve milletin murakabe edemediği
bir idare, zulme doğru yol alırken, yetkisiz bırakılan bir
idare de acze düşer. Özlediğimiz ve gerçekleştirmek istediğimiz
demokrasi, güçlü bir vicdan eğitiminden geçirilmiş uzman
kadroların, hür seçimlerle tecelli edecek milli irade yolu ile
iş başına gelmesi şeklinde doğacaktır. Milli irade ve hukukun
murakabesi altında, yöneticilere geniş yetkiler verilecek, buna
paralel sorumlulukları arttırılacaktır56.
Az önce de ifade ettiğimiz gibi Arvasi, hürriyet ve
otorite arasındaki hassas dengenin önemini vurgulayarak güçlü
bir devlet yapısının bu sayede oluşabileceğini ifade eder. Buna
göre; güçlü ve başarılı bir devlet nizamı, hürriyet ve
otoritenin dengesi üzerine kurulabilir. Hürriyetlerin istismarı
otoriteye ihtiyacı, otoritenin istismarı
56. Seyit Ahmet Arvasi, Türk İslam Ülküsü, Yeni Güven Matbaası 2008, II.cilt s. 337
hürriyete ihtiyacı kamçılar. Cemiyetler, öyle bir nizam
isterler ki, orada ne hak, ne hürriyetler istismar edilsin, ne
53
54
yetki ve sorumluluklar kötüye kullanılabilsin. Böyle düşününce,
kuvvetler ayrılığı prensibi otokrasiye, kuvvetlerin toplanması
prensibi ise anarşiye karşı birer emniyet sübabıdır. Bu
prensiplerin değeri de, ülkenin ve dünyanın şartlarına,
yöneticilerin ve yönetilenlerin kalite ve yapılarına göre
değişir. Kuvvetlerin ayrılması veya toplanması prensipleri,
cemiyetin yapısına göre işlerlik kazanmakla beraber, mümkün
mertebe, bunların dengesine ulaşmakta fayda vardır. Bu, hem
kuvvetler ayrılığını gerçekleştirmek, hem de kuvvetlerin
birbirini kontrol etmesini istemek demektir. Bilfarz, yasama
organını şu veya bu şekilde kontrolüne alan hırslı çevreler,
parmak sayısına dayanarak her isteklerini olarak ortaya
koymamalıdır. Yine, yargı organı, belli bir çevrenin kontrolüne
girip bir zulüm ve haksızlık yuvasına dönüşmemelidir. Buralara
çöreklenen kadrolar yandaşlarını, himaye ederek hasımlarını
cezalandırma yoluna gidememelidir. Yürütme organı, partizan,
tarafgir ve haksız davranışlarda bulunmamalıdır. Kuvvetler
arasında denge sağlamak için anayasaya kesin olarak bağlı
kalmak gerekmektedir. Bütün kuvvetlerin anayasanın murakabesi
altında olması esastır57.
SONUÇ:
İnsan kendisine ait olan bir erdemi elde etme konusundadiğer insanlara ihtiyaç duyar. Bu nedenle insan doğası gereğimedenidir. İnsan bu yardımlaşmaya yalnızca, insana özgüniteliklerde değil, insan hayatı için zorunlu olan tüm diğerşeylerde de ihtiyaç duyar. Örneğin; besin elde etme, mesken
54
55
edinme, giyinme, kısacası, ‘arzulama gücü’ bakımından insanınihtiyaç duyduğu her şey gibi, bu zorunlu durumlar konusundadiğer canlılar ile insanlar bir biçimde ortaktır.
İnsan “düşünen” ve “eylemde bulunan” bir canlı olarakfiziksel ve toplumsal çevresine etki eden, birbiriylekarşılıklı bağlantılar kuran bir varlıktır. Var olmak, buanlamda, bir ailenin; bir mahallenin, bir milletin, birdevletin unsuru olmaktır. İnsanlar mademki topluluk halindeyaşamaktadır, o halde toplumsal uyumu, işbirliğini en iyişekilde sağlayacak değerler ve davranış tarzları üzerindedüşünmeleri gerekir.
57. Seyit Ahmet Arvasi, Türk İslam Ülküsü, Yeni Güven Matbaası 2008,
II.cilt s. 344-345
Toplumsal uyumu, işbirliğini en iyi şekilde sağlayacak
değerler ve davranış tarzları üzerinde düşünme hususunda Seyit
Ahmet Arvasi’yi merkeze alarak siyasette alternatif bir
yöntemin olduğunu ifade etmeye gücümüz nispetince gayret ettik.
Seyit Ahmet Arvasi’nin de belirttiği gibi nasıl ki her devlet,
her millet kendi tarihi geçmişinden, kültürel değerlerinden
beslenip buna göre bir devlet nizamı ortaya koyuyorsa Türkiye
Cumhuriyeti Devleti de kendi örf ve adetleriyle, yaşadığı bu
topraklardaki tarihsel süreç içinde oluşturduğu milli ve manevi
değerlerle bir kimlik oluşturmalı. Seyit Ahmet Arvasi
Anadolu’da bu kimliğe esas şeklini veren unsurun yaklaşık bin
yıldır İslamiyet olduğunu ifade eder. Dolayısıyla milli
değerlerin ifade edildiği “Türklük” ve manevi değerlerin ifade
edildiği “İslamiyet”, Türk İslam bilincini/idealini gerekli
kılar.
55
56
Seyit Ahmet Arvasi kavram kargaşası sonucu ortaya çıkan şu
anlayışı eleştirir. Türklükten söz edildiği zaman ırkçılıkla,
İslamiyet’ten söz edildiği zaman milliyet düşmanlığı ile itham
edilmeniz işten bile değildir. Oysa bu ithamı yapanlar, din ile
milliyetimizin, en az bin yıldan beri, bir diğeri ile ne derece
kaynamış olduğunu görmeli, milletimizin teşbihi ile beden ve
ruh durumuna gelmiş olduğunu idrak edebilmeli idiler. Türk
milleti, asırlardan beri, İslamiyet’i hem bir din hem de bir
ideoloji olarak benimsemiş, kültür ve medeniyetini, bu ruh ve
iman ile yoğurmuş bulunmaktadır. Böylelikle Türk İslam
milliyetçiliği, İslam’ın iman ve şuuru içinde yücelmeyi gaye
edinen ve Türk’ün mutluluğunu burada arayan bir harekettir.
Seyit Ahmet Arvasi ısrarla “biyolojik ırk ve sosyolojik/içtimai
ırk” kavramların altını çizerek “Türk’ün Mutluluğu”ndan
kastının içtimai ırk olduğunu ifade eder. Bu içtimai ırk; bir
milleti teşkil eden fertlerin, ailelerin, sınıf ve tabakaların
“soy birliği şuuru” dur. Ortak bir şuur tarzında beliren
mensubiyet duygusunun soy ve kan birliği şuuru biçiminde de
duyulmasıdır. Ortak kültür, ortak coğrafya, ortak hayat tarzı
ve ortak mücadeleler, bir milletin fert ve tabakalarını hem
ruhi, hem de fizik bakımından birbirine yaklaştırır. Aynı
kültürün içinde yaşayan ve aynı kaderi paylaşan insanlar
arasında evlenmeler kolaylaşacağından, tarih içinde, bir oluş
ve yoğruluş halinde insanlar fiziksel olarak da birbirine
benzemeye başlar. Yani, sosyal, kültürel, ekonomik ve politik
bütünleşmelerden, sosyolojik bir zaruret olarak, zamanla bir
içtimai ırk doğar. Ülkemizde, aynı dine mensubiyet ve aynı
kökten gelme şuuru sebebiyle kız alıp verme kolaylaşmış
56
57
bulunduğundan Türk içtimai ırkı tarih içinde kolayca teşekkül
etmiş bulunmakta ve gittikçe kuvvetlenmektedir. Bir Fransız,
bir İngiliz, bir Alman, bir Rus, bir Çinli, bir Japon tipi
teşekkül ettiği gibi bir Türk tipi de teşekkül etmiştir. Bu tip
ve diğer milletlere ait tipler, yeni teşekkül etmiş değildir,
binlerce yıllık bir tarihi birikimin ifadesidir. Görüldüğü
gibi, içtimai ırk birleştirici ve bütünleştirici bir özellik
taşır. İçtimai ırk, aynı tarihe, aynı kültüre, aynı din ve
ülküye sahip insanlar arasında kan ve soy birliği şuurunun
güçlenmesine yol açtığı gibi millet ve devleti de güçlendirir.
Bu temellendirmeden sonra Seyit Ahmet Arvasi’nin kısa ve
uzun vadede siyasette karşılaşılan problemlere sunduğu çözüm
önerilerinin, güçlü bir millet ve bu milletin rengini verdiği
güçlü bir devlet yaklaşımının dikkate alınması gerektiğini
düşünüyoruz. Ayrıca alternatif bir bakış açısı olarak, Seyit
Ahmet Arvasi’nin siyaset (eğitim ve iktisat da dâhil olmak
üzere) alanındaki çalışmalarından yararlanılması gerektiğinin
altını çizmek istiyoruz.
57
58
KAYNAKÇA
Akyol Aygün, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2008/1, c. 7, sayı: 13,
İbn Manzur, Lisânu’l-Arap, Daru’s-Sadr Yay., Beyrut 1990, c. 11
Arvasi Seyit Ahmet, Türk İslam Ülküsü, Yeni Güven Matbaası 2008, I.cilt
Arvasi Seyit Ahmet, Türk İslam Ülküsü, Yeni Güven Matbaası 2008, II.cilt
Apaydın H. Yunus, “Siyaset” mad ,İA, , c.37, İstanbul 2009.
Bardakoğlu Ali “Hak” mad ,İA, İstanbul 2009, c.15
Cevizci Ahmet, Felsefe Sözlüğü, Ankara 1996, Ekin Yayınları
Çağrıcı Mustafa, “Adalet” mad. İA İstanbul 1988 c. 1,
Harun Anay, “Felsefe” mad. İsam Ansiklopedisi İstanbul 2009, c.12
Hançerlioğlu Orhan, Felsefe Ansiklopedisi, Remzi Kitabevi, İstanbul 1979,
Işık İhsan, Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi, Elvan Yayınları, Ankara, 2007, c.1
İbn Rüşd, Siyasete Dair Temel Bilgiler, çev Muharrem Hilmi Özev, Bordo SiyahDünya Klasikleri-Felsefe
Karaman Hayrettin “Adalet” mad. İA İstanbul 1988 c. 1
Kindi, Tarifler Üzerine, Klasik İslam Filozofları, Felsefi Risaleleri içinde çev. Mahmut Kaya, Klasik yay. 2006 İstanbul.
Kutluer İlhan, “Müsâvat” mad. İA İstanbul 1988 c. 32
Locke John, Hoş Görü Üstüne Bir Mektup, çev: Melih Yürüşen, Liberte Yayınları 1998
Uyanık Mevlüt, Felsefi Düşünceye Çağrı, Elis Yayınları 2012
Uyanık Mevlüt, Adalet Kavramı Merkezinde Eşitlik ve Özgürlük İlişkisinin Felsefi Analizi İstanbul Barosu ve HFSA işbirliği ile düzenlenen Hukuka Felsefi ve Sosyolojik Bakışlar IV Konulu Sempozyuma Sunulan Bildiri. İstanbul 25-29 Ağustos 2008
Uyanık Mevlüt, İslam Siyaset Felsefesinde “Sivil İtaatsizlik” Kavramı Hasan el-Basri Örneği, Kaknüs Yayınları, Cabiri Muhammed Abid; İslam’da Siyasal akıl
UYANIK Mevlüt, İslam Siyaset Felsefesinde “Sivil İtaatsizlik” Kavramı Hasan el-Basri Örneği, Kaknüs Yayınları, Kapani Munci, Politika Bilimine Giriş, Ankara 1975 Bkz
58
59
Uyanık Mevlüt, Sivil İtaatsizlik Eylemleri ve Dini Değerler, Elis Yayınları
Uyanık, Mevlüt, İslam Siyaset Felsefesinde “Sivil İtaatsizlik” Kavramı Hasan el-Basri Örneği, Kaknüs Yayınları Ali Y. Sarıbay-S.Seyfi Öğün, Bir PolitikbilimPerspektifi, Asya yay. Bursa 1998
Uyanık Mevlüt, İslam Siyaset Felsefesinde “Sivil İtaatsizlik” Kavramı Hasan el-Basri Örneği, Kaknüs Yayınları Cemal Bali Akal, Yasa ve Kılıç, Afa yay. İstanbul 1991, s.7
59