1980 SONRASI TÜRK ROMANINDA POLİSİYE

37
1980 SONRASI TÜRK ROMANINDA POLİSİYE Uğur MORKAYA* Giriş Yalnız edebiyat türleri arasında değil; belki de tüm sanat dalları içerisinde insanla en çok ilgilenen, onu tüm yönleriyle kavramaya ve estetik bir biçimde yansıtmaya çalışan sanatların başında roman gelmektedir. İnsanın bir birey olarak belirdiği burjuva döneminin anlatısı olarak tarih sahnesine çıkan roman; bireyin arzularını, hedeflerini, çelişkilerini, çatışmalarını, duygularını anlattığı gibi odağına aldığı insan tipi üzerinden insanlık durumlarını, toplumsal ilişkileri, siyasi, sosyal, kültürel dönüşümleri sanatsal bir üslupla yansıtmaya çalışan bir edebî türdür. Bu yansıtma edimi ise sürekli farklılaşır. Toplumun, kültürün, teknolojinin, bilimin değişimine paralel olarak hem roman hem de insanda zaman içerisinde değişimler meydana gelmiştir. Sosyoloji odaklı güçlü bireyi, belirli fikirleri, duyguları ve aidiyetleri temsil kabiliyeti yüksek; bilimin ve aklın egemenliğine dayanan bir atmosferin ürününü ele alan klasik roman, modern romanla birlikte, psikoloji odaklı güçsüz bireyi, aynı zamanda toplumsal bağları çözülmüş, edilgen, akla ve bilime olan inancı sarsılmış, varoluşsal problemler yaşayan sıradan anti kahramanları anlatır bir hale gelmiştir. İnsanoğlunun tarih sahnesine çıkışıyla birlikte görülen suça ve cinayete olan eğilimi, kent hayatının getirdiği problemler çerçevesinde yoğunluğunu artırmasıyla birlikte, edebî sahada da polisiye gibi merak ve gizemi öne çıkaran bir roman türünün doğmasına öncülük etmiştir. Cinayet, katil ve polis ya da dedektif gibi unsurların birleşmesinden oluşan polisiye, bu unsurların getirdiği merak duygusuyla çok ve çabuk okunmasından ve estetik dilin de geri plana atılmasından dolayı popüler bir roman türü olarak değerlendirilmiştir. Bu bağlamda, birçok polisiye yazarı sanat endişesi taşımayacak bir şekilde belli kalıplar çerçevesinde söz konusu roman türünün sınırlarını daraltmıştır. Ancak, son zamanlarda polisiye roman, modern roman tekniklerinin kullanımıyla 1

Transcript of 1980 SONRASI TÜRK ROMANINDA POLİSİYE

1980 SONRASI TÜRK ROMANINDA POLİSİYE Uğur MORKAYA*

Giriş

Yalnız edebiyat türleri arasında değil; belki de tüm sanat dalları içerisinde insanla en çok ilgilenen, onu tüm yönleriyle kavramaya ve estetik bir biçimde yansıtmaya çalışan sanatların başında roman gelmektedir. İnsanın bir birey olarak belirdiği burjuva döneminin anlatısı olarak tarih sahnesine çıkan roman; bireyin arzularını, hedeflerini, çelişkilerini, çatışmalarını, duygularını anlattığı gibi odağına aldığı insan tipi üzerinden insanlık durumlarını, toplumsal ilişkileri, siyasi, sosyal, kültüreldönüşümleri sanatsal bir üslupla yansıtmaya çalışan bir edebî türdür. Bu yansıtma edimi ise sürekli farklılaşır.

Toplumun, kültürün, teknolojinin, bilimin değişimine paralel olarak hem roman hem de insanda zaman içerisinde değişimler meydana gelmiştir. Sosyoloji odaklı güçlü bireyi, belirli fikirleri, duyguları ve aidiyetleri temsil kabiliyeti yüksek; bilimin ve aklın egemenliğine dayanan bir atmosferin ürününü ele alan klasik roman, modern romanla birlikte, psikoloji odaklı güçsüz bireyi, aynı zamanda toplumsal bağları çözülmüş, edilgen, akla ve bilime olan inancı sarsılmış, varoluşsal problemler yaşayan sıradan anti kahramanları anlatır bir hale gelmiştir.

İnsanoğlunun tarih sahnesine çıkışıyla birlikte görülen suça ve cinayete olan eğilimi, kent hayatının getirdiği problemler çerçevesinde yoğunluğunu artırmasıyla birlikte, edebî sahada da polisiye gibi merak ve gizemi öne çıkaran bir roman türünün doğmasına öncülük etmiştir. Cinayet, katil ve polis ya da dedektif gibi unsurların birleşmesinden oluşan polisiye, bu unsurların getirdiği merak duygusuyla çok ve çabuk okunmasından ve estetik dilin de geri plana atılmasından dolayı popüler bir roman türü olarak değerlendirilmiştir. Bu bağlamda, birçok polisiye yazarı sanat endişesi taşımayacak bir şekilde belli kalıplar çerçevesinde söz konusu roman türünün sınırlarını daraltmıştır. Ancak, son zamanlarda polisiye roman, modern roman tekniklerinin kullanımıyla

1

birlikte, kendini yenileyerek gerek dil gerek tema bakımından bir zenginliğe kavuşmuştur.

Özellikle Postmodernist algıyla birlikte, küreselleşmenin yarattığı çok kültürlü ortam kendini roman türünde de hissettirmiştir. İdeolojilere karşı sarsılan inancın, sosyal ve siyasi yaşamda öne çıkan etnik, mezhepsel ve bölgesel kimliklerin, tüketimi özendiren reklam ve medya dünyasının, her türlü bilgiyi, duyguyu ve düşünceyi anında dolaşıma sokabilen bilişim ve iletişim teknolojisinin şekillendirdiği bireyin yaşamına projektör tutar halegelir. Bu bağlamda postmodern anlatı tekniklerini kullanan yazar, çokkatmanlı, çokkültürlü, metinlerarası ilişkilere yaslanan, üstkurmaca bir düzlemde hayat bulduğu için oyunsuluk eğilimi taşıyanbireyi anlatmaya girişmiştir. Bu postmodern algı, kendini bir tür olarak kabul ettirmek için oldukça uğraş veren polisiye romana da sıçramıştır.

Bu çalışmamızda Türk edebiyatında 1980 sonrasında, büyük değişimler gösteren polisiye roman türünün gelişimine değineceğiz. Öncelikli olarak bu türün gelişimini vermeden, polisiye roman türünün tanımına, tarifine, bulundurması gereken unsurlarla birlikte, gerek Batı edebiyatında, gerek Türk edebiyatında (1980 öncesi olmak üzere) göstermiş olduğu değişime değineceğiz.

Polisiye Romanın Tanımı, Tasnifi ve Unsurları

Batıda ortaya çıkan ve gelişme gösteren polisiye edebiyat, önceleri mystery literatür (gizem edebiyatı) başlığı altında toplanan türler arasında gösterilmekteydi. Daha sonraları suspense (süphe, gerilim) ve crime/ criminal (suç) gibi adlarla anılmaya başlandı. Mystery, Britannica ansiklopedisinde “riddle, ghost ve dedective stories” (bilmece, muamma, esrar / hayalet / dedektif hikâyeleri) türlerini deiçeren genel bir terim olarak kullanılmaktadır. Mystery terimi, Amerikan günlük yaşamında ve dilinde daha sonra polisiye edebiyat ile eş anlamlılık kazanır.

Criminal sözcüğü İngilizce sözlükte “cürüm, suça ait, cezai, cani, suçlu, kabahatli kimse, suçluluk…” gibi anlamlara gelir. Polisiye sözcüğü ise Fransızcada “policier”, Almancada “polizeilich”, İngilizcede “detective” olarakkarsımıza çıkar. Renkli-Resimli-Ansiklopedik Büyük Sözlük’ te “konusu

2

polislikle ilgili” olarak açıklanan polisiye sözcüğü sıfat olarak kullanılmıştır: “polisiye roman, polisiye dizi, polisiye olay…” gibi.

Büyük Larousse’da ise polisiye için “bir cinayeti, bir suçu, aydınlatmak için gösterilen çabaları konu alan bir roman, bir öykü, bir film için kullanılır” ifadesi bulunmaktadır. Yine Renkli-Resimli-Ansiklopedik Büyük Sözlük’ te, polisiye roman: “konuları polisi ilgilendiren olaylardan (hırsızlık, cinayet, kaçakçılık, casusluk vb.) oluşan roman türü” olarak tanımlanmaktadır. Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi’nde ise; “çoğu zaman bir cinayetle ilgili esrarın polis veya dedektif tarafından aydınlatıldığı hikâye” olarak açıklanır.

Polisiye roman, cinayet romanı (cinaî roman) ve dedektif romanı terimleriyle de karşımıza çıkar. Polisiye romanın böyle adlandırılmasında, bu tür romanlarda bir cinayetin ve bu cinayeti ortaya çıkarmaya çalışan bir dedektifin/polisin bulunmasından dolayı, polisiye roman bu adlarla da anılır. Dedektif romanı ya da polisiye roman, içinden çıkılmaz gibi görünen esrarlı bir cinayetinçözümünü sunan, her şeyden önce mantığa güveni ve inancı dile getiren bir anlatı türüdür.1 Hayaletli, öte dünyayla, ruhlarla bağlantılı yaratıkların bulunduğu fantastik ögeler taşıyan öykülerden farklıdır.

Gerçek anlamda polisiye roman; akıl jimnastiği yaptıran bir vakit geçirme, bir oyalanma, kimi kişiler için de kaçış edebiyatının akıllıca düzenlenmiş örnekleri arasında yer alır. Sue Grafton polisiye romana ilginç bir yaklaşım getirir:

“Polisiye roman, adaletin tabakta servis edildiği bir türdür. Bunu becermek içinse illâ hukuk mahkemeleri tasarlamak gerekmez. Polisiyelerde, okuyucunun aradığı adalet, yemekten sonraki tatlı tabağıdır. O tatlı mutlaka yenir.”2

T. Dursun Kakınç, 100 Filmde Başlangıcından Günümüze Gerilim/Polisiye Filmleri adlı eserinde, bu roman türünün eskiden cinaî roman olarak adlandırılırken, daha sonra batılılaşma çabalarımıza örneklik etsin diye polisiye romanlara dönüştüğünü belirtir. Polisiye romanı da “Bir suçun, çokluk da bir cinayetin kimin eliyle (ve nasıl) işlendiğini bulma odağı çerçevesinde gelişen romanlardır” şeklinde tanımlar.3

1 Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 3, İletişim Yayınları, İstanbul 2001, s. 107.2 Lale Tunçman,“17 Mayıs Haftasının Kitapları”, <http://www.ntvmsnbc.com/news/324774.asp>3 T. Dursun Kakınç, 100 Filmde Başlangıcından Günümüze Gerilim/Polisiye Filmleri, Bilgi Yayınevi, İstanbul 1995, s. 11.

3

Başlangıcından bu yana çeşitli isimlerle anılan bu eserler, günümüzde yaygın olarak polisiye roman kavramıyla anılmaktadır. Polisiye romanı, zekice planlanmış bir cinayeti ve bu cinayetin nasıl işlendiğini çözmeye, katili, işin içine okuyucuyu da katarak, bulmaya çalışan bir dedektif veya polis etrafında şekillenen roman türü olarak tanımlayabiliriz. Polisiye romanlarda ana madde olarak, çözülmesi gereken esrarlı bir olay yer almalıdır. Bu esrar çoğu zaman bir cinayetle ilgilidir. Cinayetle ilgili bu esrarı akıl ve mantık yürüterek ortadan kaldıracak, cinayeti kimin ve nasıl işlediğini bulacak bir dedektife veya dedektif rolünde bir kişiye (polis, komiser vb.) ihtiyaç vardır. Dedektif ve topladığı deliller sayesinde katil mutlaka ortaya çıkarılır. Polisiye romanın tanımından ve içeriğinde yer alması gereken unsurlardan yola çıktığımız zaman bu tür romanların üç temel ögeden oluştuğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunlar; cinayet (suç), cinayeti isleyen katilve cinayeti çözmeye çalışan dedektif/ polis’ tir.

Her ne kadar yasalarda ayrıntılarına varılıncaya kadar özellikleribelirlenmiş olsa da, suç kavramı yere ve zamana göre değişkenlik gösterebilmekte, bir ülkede suç sayılan bir şeyin başka bir ülkede sayılmayabileceğini veya geçmiş zamanlarda suç sayılan bir fiilin daha sonra suç olmaktan çıkabileceğini belirten Ahmet Ümit, suçu söyle açıklar:

‘’ Suç, hangi politik sistemde olursa olsun, egemen güçlerin, toplumsal istikrarı sağlamak gerekçesiyle kendi sosyoekonomik sistemlerini korumak için icat ettikleri, asıl işlevibireyin haklı ya da haksız isteklerine gem vurmak olan bir kavramdır.’’4

Cinayeti ise, kişisel sebeplerden dolayı bir kişinin veya kişilerin planlayarak başka bir kişiyi veya kişileri öldürmesi olarak tanımlayabiliriz. Polisiye romanlarda genellikle bir cinayet hadisesi bulunur, olay örgüsü bu cinayet hadisesi etrafında şekillenir. Ancak bu durum daha çok ilk dönem polisiye eserlerde görülür. Daha sonra ortaya çıkacak olan değişik türdeki polisiye romanlarda cinayetin sayısı ve işleniş sebepleri de değişiklik göstermiştir. Örneğin; bir örgüt tarafından işlenen cinayetlerde soruşturma sürerken delilleri veya tanıkları ortadan kaldırmak amacıyla yeni cinayetlerin işlendiğini görürüz. Yine bu tür polisiyelerde, katil kişisel sebeplerden dolayı değil de farklı sebeplerle cinayet işleyebilir. Örneğin kendini kurtarmak, gizlemek amacıyla yerine başka birini tanınmayacak bir biçimde öldürüp kendisiymiş gibi gösterebilir. Tabiî bu durum daha çok örgütlü suçlarda karşımıza çıkar.

4 Ahmet Ümit, “Ceza Eğitmez, Evcilleştirir”, Radikal Kitap, nr. 264, Nisan 2006, s. 26.

4

Katil ya da suçlu, kin, intikam gibi kişisel sebeplerden dolayı veya bir hedefe ulaşmak uğruna planlayarak bir başkasını öldüren kişi/kişilerdir. Tabiî bu öldürme hadisesi, kişisel sebeplerden dolayı gerçekleşebileceği gibi başka sebeplerden de kaynaklanabilir.İlk dönem polisiyelerinde birden fazla cinayet olsa bile genellikle tek bir katille karşılaşılırken, günümüzde bu durumda da değişiklikler meydana gelmiştir. Dolayısıyla birden fazla cinayet vebirden fazla katilin bulunduğu romanlarla da karşılaşmak mümkündür. Yine de başroldeki gerçek katil diğerlerinden ayırt edilir özelliklere sahiptir. Romanda en zor biçimde ve en son ortaya çıkarılması bu özelliklerindendir.

Polisiye romanda bir de cinayeti çözmeye, katili bulmaya çalışan bir kişi vardır. Bu kişi dedektiften/polisten başkası değildir. Dedektifi, katili bulmak, cinayeti çözmek için uğraşan, deliller toplayan, bu delilleri değerlendirerek, akıl ve mantık yürüterek çözüme ulaşmaya çalışan ve bunları yapabilecek yeteneğe sahip olan kişi olarak tanımlayabiliriz. Dedektif polisiye romanın ana unsurudur denilebilir. Çünkü esrar perdesini ortadan kaldıracak, cinayeti çözecek, katilin kim olduğunu, cinayeti niçin ve nasıl işlediğini bulacak kişi odur. Dedektif araştırıp-soruşturarak, ipucubulup iz sürerek topladığı delilleri akıl ve mantık yürüterek değerlendirir ve bütün bu işlemler sonucunda esrarlı olayı çözüp cinayet hadisesini çözüme kavuşturur. Dedektif bir kahramandır. Birkaç istisna olsa da mutlaka cinayeti çözer, katili ortaya çıkarır. Yine ilk dönem polisiyelerinde dedektif, dedektiflik görevini yapan gerçek bir dedektifken daha sonraki polisiyelerde bu durum da değişiklik gösterir. Dedektif, bazen polis teşkilatından biri, bazen de dedektifliğe meraklı bir amatör olarak karşımıza çıkar. Bazen de hiç istemese de kendini olayların içinde bulan veya canını kurtarmak için katili ortaya çıkarmak zorunda olan bir kişi dedektif görevini üstlenir. Romanda, polise yardımcı oluyormuş gibi görünse de katili ortaya çıkaran, cinayeti çözen kişi odur.

Edebî türler, değişim göstermeyen yazı kapıları değildirler. Toplumda zamanla meydana gelen değişmeler, bir anlamda sokağa ayna tutan edebiyata da yansır. Edebî türler de kuşkusuz değişen zamanın ihtiyaçlarına cevap verecek nitelikte ve çeşitlilikte değişime uğrar. Modern çağın anlatım biçimlerinden olan roman türü de zamanladeğişime uğramış, konuları ve yapıları değişmiş ve yeni roman türleri ortaya çıkmıştır. Bunlardan biri de polisiye roman türüdür.

“Kurmaca” bir dünyayı ele alıp anlatan roman, hayattan aldığını yansıtır. Ancak bunu yaparken yazarın muhayyilesinde hayat tekrar kurgulanır, ona estetik boyutlar kazandırılır. Kısacası, yazar hayatı diliyle, zamanıyla, mekânıyla, kişileriyle tekrar

5

canlandırır, yeni bir dünya yaratır ve bir edebî eser ortaya çıkartır. Her ne kadar cinayet, dedektif, katil ögeleri etrafında şekillense de polisiye romanın yaptığı da budur; hayatı yeniden yorumlamak, yeniden canlandırmak.

Polisiye roman türünü diğer roman türlerinden ayıran en önemli özelliği cinayet (suç), katil ve dedektif üçlüsü etrafında şekillenen ve “Katil (suçlu) kim?” sorusunun cevabını bulmaya ve bir esrarperdesini aralamaya çalışan yapısıdır. Polisiye romanlar ilk dönemlerde belirli kalıplarda yazılmış birbirine benzeyen eserler olarak karşımıza çıkmış olsalar bile ilerleyen zamanlarda türün orijinal, kalıcı eserleriyle de karşılaşırız. Günümüzde ise durum daha farklıdır, sanki bir tür olduğunu kabul ettirmek istercesine yazılmış, edebî değeri oldukça yüksek polisiye romanlar mevcuttur.

Çok farklı eleştirilere maruz kalan 160-170 yıllık bir geçmişi olan polisiye roman, bazı kimseler tarafından edebiyat dışı olarak görülmektedir. Polisiye romanların edebiyat dışı sayılmasının nedenini S. Kemal Yetkin söyle açıklar: “On beş, yirmi yıl öncesine gelinceye kadar polis romanı insan duygularına ilgi göstermediği, çoğunluk kötü bir dille yazılmış olduğu için edebiyat dışı sayılmakta idi.”5

Berna Moran ise “…sınırlı kalıpları, işlevleri değişmeyen kişileri, bir cinayet ve onun çözümüne dayalı olay örgüsü ve tekrarlanan konvansiyonları yüzünden, yazınsal değerden yoksun, yalnız vakit geçirmek için okunan bir anlatı türü” olarak kabul gördüğünü, bututumun “yapısalcılığın edebiyatın yapısını ortaya çıkarmak amacıyla yapıtlara yeni bir yaklaşımla eğilene kadar” sürdüğünü belirtir.6

Polisiye romanın edebiyat dışı tutulmasına karşı çıkan Kurthan Fişek,“ iyi polisiye iyi edebiyattır” başlıklı makalesinde, ciddi edebiyat sayılan diğer türlerin içinde kötü, sevimsiz, zevksiz örnekler olabileceği gibi polisiye romanların da kötüsü, sevimsizi, bayağısı olabileceğini ifade eder. Bu durum bütün polisiyelerin kötü olmayacağını, gerçekten iyi yazılmış bütün eserlerin-polisiyeler de dahil değerli olabileceğini belirtir. Polisiyenin bir kaçış olduğu konusuna da değinen Kurthan Fişek, sanatın her türlüsü gibi edebiyatın da bir kaçış olduğunu belirtirken bunu şiir ve resim örnekleriyle pekiştirir.7

5 Suut Kemal Yetkin, “Polis Romanları”, Milliyet Sanat, nr. 115, Mart 1985, s. 9.6 Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 3, İletişim Yayınları, İstanbul 2001 s.107.7 Kurthan Fişek, “İyi Polisiye İyi Edebiyattır”, Milliyet Sanat, nr. 115, Mart 1985, s. 3.

6

Polisiye romanı, “edebiyatın üvey evladı” olarak değerlendiren Tacettin Şimşek, dünyada bu türe ait örneklerin hızla çoğalmasına rağmen, hâlâ türün edebî olup olmadığının tartışıldığını belirtirken son yıllarda postmodern tavrın polisiyeyi de edebî eserler arasında değerlendirdiğini ve polisiye ile ilgili edebiyat dışında da gerek psikolojik, gerek sosyolojik ve ekonomik incelemelerin yapıldığını, ancak bütün bunların yine de polisiye romanın edebiyat ve estetik normlar çerçevesinde fazla ciddiye alınmayan bir tür olduğu gerçeğini değiştirmediğini vurgular. Tüm bunlara rağmen araştırmaların, her zevk seviyesinden, her meslekten, her yaş grubundan insanın polisiye romana ilgi duyabildiğini ortaya koyduğunu belirtir ve bunun sebeplerini söyle sıralar: “İnsanda doğuştan var olan merak duygusunun tatmini, ciddi, ağırbaşlı edebî metinlerin estetik ve felsefi derinlik itibariyle yorucu oluşları, okuyucunun karmaşık olayları çözümleme konusunda roman kahramanı ile yarışma isteği ve polisiye romanın, okuyucuyu, yaşadığı reel ortamdan kaçırma işlevi.” 8

Erol Üyepazarcı, Korkmayınız Mr. Sherlock Holmes adlı eserinde polisiyeromanları edebiyatın dışında tutanları ve onları ciddi edebiyat saymayanları ağır bir dille eleştirmektedir. Bu güne kadar “işi ciddi edebiyatla uğraşmak olan” ciddi bir edebiyat insanının, bir araştırmacının polisiye romanla ilgili herhangi bir çalışma yapmayı düşünmediği için bu işin amatörlere, polisiye meraklılarına kaldığını belirtir. Bazı araştırmacıları söyle eleştirir:

‘’Türk edebiyatı ile ilgili genel eserlerde polisiye roman konusuna ya hiç değinilmemiş yahutta inanılmaz derecede üstünkörü değinilmiştir. Örneğin yetkin bir eser olan Atilla Özkırımlı’nın 5 ciltlik Türk Edebiyatı Ansiklopedisi’nde bırakın polis romanlarından söz etmeyi, bu tür roman yok sayılır. Nasıl mı? Roman maddesinde, roman çeşitleri sıralanır. Buna göre tam (53) çeşit roman vardır ama bunların arasına saygıdeğer yazar “polisiye romanı” sokmaz. O zaman da Türk Edebiyatı’nda polis romanlarının yerini bir amatörün incelemesi kaçınılmaz olur.’’ 9

Farklı değerlendirmelere tâbi tutulan polisiye roman türü her nekadar bazılarınca hâlâ edebî bir tür olarak görülmese de en fazla okunan türler arasındaki yerini her zaman korumuştur. Özellikle de günümüzde bu tür eserlerin yazımında görülen artış ve kurgu bakımından her geçen gün daha orijinal eserlerin ortaya konması, tartışmasız türün gelişimini büyük bir hızla sürdürdüğünün

8 Tacettin Simsek, “Romandaki Hafiye ya da Polisiye Roman”, Hece, Türk Romanı Özel Sayısı, nr. 65/66/67, Mayıs-Haziran-Temmuz 2002, s. 510-11.9 Erol Üyepazarcı, Korkmayınız Mr. Sherlock Holmes (Türkiye’de yayınlanmış çeviri ve telif polisiye romanlar üzerine bir inceleme 1881-1928), Göçebe Yayınları, İstanbul 1997, s. 2-3.

7

kanıtıdır. Polisiye roman ile ilgili bugüne kadar pek fazla çalışma yapılmasa da günümüzde bazı yüksek lisans tezleri ve makalelerle karşılaşırız. Araştırmacıların ve eleştirmenlerin gösterdiği bu ilgipolisiyenin tür olduğunu bir kez daha kanıtlar niteliktedir.

Çeşitli edebiyat araştırmacıları ve yazarlar polisiye romanın özelliklerini belirleme gereği duymuşlardır. S.S. Van Dine adını kullanarak polisiye hikâyeler ve bunlar üzerine eleştiriler yazan Willard Huntington Wright, 3 Eylül 1928’de American Magazine dergisindeiyi bir polisiye roman yazmak için uyulması gereken kuralları ilk defa kaleme almış ve bu türün özelliklerini kendine göre ortaya koymaya çalışmıştır. O’na göre polisiye romanın kuralları şöyledir:

1. Esrarı çözmede dedektifle okuyucu aynı fırsat eşitliğine sahip olmalıdır.2. Suçlunun dedektifi yanıltmak üzere başvurduğu kurnazlıklardan ve hilelerden başka kandırmaca yollarıyla okuyucu aldatılmamalıdır.3. Dedektif hikâyelerinde ask münasebetleri bulunmamalıdır.4. Dedektifin kendisi veya resmi görevlilerden herhangi birisi hikâyenin sonunda suçlu çıkarılmamalıdır.5. Suçlu mantıklı fikir yürütülmesi sonunda ortaya çıkarılmalıdır.6. Dedektif hikâyelerinde bir dedektif bulunmalı ve bu dedektif de ‘dedektiflik’ yapmalıdır.7. Dedektif romanlarında bir ceset bulunmalıdır ve bu ceset ne kadar‘ölü’ olursa o kadar iyidir.8. Suçu ve suçluyu örten esrar perdesi normal usullerle kaldırılmalı, zihinden geçenleri okuma, ruh çağırma, fala bakma veya benzeri usullerle dedektiflik yapılmamalıdır.9. Sadece ve sadece bir tek dedektif bulunmalıdır.10. Suçlu hikâyede önemli bir rolü bulunan, okuyucunun aşinası olduğu ve ilgi duyduğu bir kişi olmalıdır.11. Yazar bir hizmetçiyi suçlu olarak seçmemelidir.12. Kaç cinayet islenmişse islensin sadece bir suçlu bulunmalıdır.13. Gizli cemiyetler, yer-altı teşkilâtları dedektif hikâyelerinde bulunmamalıdır.14. Cinayetin işleniş tarzı ve ortaya çıkarılışı mantıklı ve ilmi olmalıdır.15. Meseledeki hakikat her zaman ortada olmalı, zeki ve kurnaz bir okuyucu, cinayetin açıklaması yapıldıktan sonra kitabı yeniden okuyarak çözümün ‘orada’ olduğunu görebilmelidir.16. Dedektif hikâyelerinde uzun tasvirler bulunmamalıdır.

8

17. Suç, profesyonel bir katilin omzuna yüklenmemelidir. Hırsız ve soyguncularla uğraşmak yazarın ve ‘parlak amatör dedektiflerin’ değil polis karakollarının görevidir.18. Dedektif hikâyelerindeki ölümler asla bir kaza veya intihar neticesinde vuku bulmuş olmamalıdır.19. Suçun islenmesinde sebepler tamamen şahsî olmalı, milletler arası münasebetler, politikalar veya harpler bu sebepleri oluşturmamalıdır.20. Sahte parmak izleri ve sonradan uydurulmuş görgü tanıkları bulunmamalı; suçlu suç mahallinde bıraktığı sigara izmaritlerinin markasından teşhis edilmemeli;olay yerindeki köpeğin havlamaması, dolayısıyla suçlunun ‘tanıdık’ biri olduğunun anlaşılmasıyla olay çözülmemelidir.

Sadece Willard Huntington değil, Teolog, şair, denemeci ve dilbilimci Robert Knox, 1920'li yıllarda dedektif öyküleri de yazmışve 1929'da polisiye için “on emri” kaleme almıştır. Bunun dışında 1931’de Raymond Chandler de polisiye romanın temel özelliklerine ilişkin düşüncelerini on maddede sıralamıştır:

1.Suçlu romanın baslarında tanıtılmalı, ancak okuyucunun düşündüklerini anlamasına izin verilen biri olmamalıdır. 2. Doğal olarak, doğaüstü ve olağandışı isler konu dışı tutulmalıdır. 3. Bir taneden fazla gizli oda ya da geçit olmamalıdır. 4. Şimdiye kadar keşfedilmemiş bir zehir ya da sonuçta uzun bilimsel açıklamalar gerektirecek aletler kullanılmamalıdır.5. Hikâyede asla bir Çinliye rastlanmamalıdır.6. Dedektif ne tesadüfen sonuca varmalıdır ne de açıklanamayan bir sezgiyle.7. Dedektif suça teşebbüs etmemelidir.8. Dedektif olayı aydınlatmakta kullandığı her ipucunu bize açıklamalıdır.9. Dedektifin anlayışı kıt arkadaşı, Watson tipi, aklından geçenleriokuyucudan saklamamalıdır. Zekâsı ise ortalama okuyucunun çok az altında olmalıdır.10. Bizi yeterince hazırlamadan ikiz kardeşler ya da benzerler ortaya çıkarılmamalıdır.10

10 Robert Knox, “Polisiyenin On Emri”, Virgül, nr. 5, Subat 1998, s. 7. <http://www.pusula.com/virgul/sayfalar/5/148.htm>

9

Polisiye romanın özelliklerini belirlerken yazarların ve araştırmacıların kendi kişisel fikirlerini ortaya koyduklarını, okudukları polisiye romanlarda beğenmedikleri yönleri daha çok ele aldıklarını söylenebilir. Daha sonra yazılan romanlarda da bu maddelerin pek dikkate alınmadığını, pek çoğunun ihmal edildiğini görülür. Bazı genel özelliklerin önemli olduğu kesindir, ancak bu özelliklerden ziyade bunların kurgulanışı daha önemlidir. Bu yüzden kalıpların dışına çıkılarak da polisiye roman yazılabilir. Polisiye romanının edebî değerini arttıran da bu özelliklerden ziyade kurgusudur.

Polisiye romanda, gerçek dünya anlatılmalı ve anlatılan olaylar gerçeğe uygun olmalıdır. Aksi takdir de hayaletli, öte dünyayla, ruhlarla bağlantılı yaratıkların bulunduğu fantastik unsurlardan oluşan romanlar bu tür romanın yapısında sırıtabilir. Cinayeti aydınlatmaya çalışan bir dedektif veya polis mutlaka romanda yer alması gereken unsurlardandır. Dedektifin yanında ona yardımcı olanbir kişi de bulunabilir. İşlenen cinayetlerin ve katillerin sayısı fazlalık gösterebilir. Bu cinayetler seri cinayet niteliği de taşıyabilir. Eserin sonunda ya da herhangi bir yerinde suçlu mutlakaortaya çıkarılmalıdır. Herkes suçlu olabilir, dedektif bile.

Cinayetin çözümüne okuyucu da katılmalı, bu yüzden toplanan deliller okuyucudan gizlenmemeli-dir. Okuyucuya dürüst davranılmalı,okuyucu hayal kırıklığına uğratılmamalıdır. Çözüm açıklanabilir olmalıdır. Polisiye romanın kurgusu okuyucunun cinayeti dedektiften önce çözmesini engelleyecek biçimde tasarlanmalıdır. Sadece çok zekiokuyucular çözebilmelidir. Bu romanın okunurluğunu ve merak unsurunuda ayakta tutan bir durumdur. Kurgu gerektiğinde olayları kolayca açıklanabilecek kadar da basit olmalıdır. Cinayetin işleniş tarzı veortaya çıkarılışı mantığa uygun olmalıdır. Akla uygun olmayan yöntemlerden kaçınılmalıdır.

Polisiye romanda, yer yer aşk, sosyal olaylar, tarihi mekânlar, doğal güzellikler üzerinde de durulabilir, tasvirler yapılabilir. Ancak bu unsurlar, asla polisiye unsurların, “Katil kim?” sorusunun çözümünü bulma çabasının önüne geçmemelidir.

Bu başlık altında son olarak değineceğimiz nokta polisiye romanınkurgusunun nasıl olması gerektiğidir. E.A. Poe’nun yazmış olduğu eserlerle polisiye romanın kurgusunun nasıl olması gerektiği hususu da açıklık kazanmıştır. Poe’nun eserlerinden yola çıkıldığında ortaya çıkan kurgu maddeler halinde şöyle bir şekil arz eder:

1. Dedektifin tanıtılması,2. Suçun işlenmesi ve ipuçları,

10

3. Araştırma – soruşturma,4. Çözüm,5. Çözüme götüren delillerin açıklanması,6. Sonuç

Polisiye roman başlıca iki ana unsura sahiptir. Bunlardan biri devrik öyküleme tekniği, diğeri ise tümdengelimdir. Devrik öyküleme tekniğinde roman sondan başa doğru gelişme göstermektedir. Örneğin, polisiye romanda cinayet romanın başında işlenmiştir, ancak romanın asıl sorusu bu cinayetin neden ve kim tarafından işlendiğidir. Buna da geriye dönük olarak cevap aranmaktadır. Romanın diğer ana unsuru olan tümdengelim de ise, romanın aradığı cevabı bulmak için kullanılan tekniği ifade edilmektedir. Bu iki ana unsurdan, devrik öyküleme tekniğini ilk kez Godwin Calep Williams (1748) bir cinayetle ilgili araştırmayı konu edinen eserde kullanmıştır. Tümdengelim diğer bir deyişle çıkarsama unsurunun kökleri ise çok daha eskiye dayanır. Dini kitaplarda, pek çok eski kültürde yer alan hikâye ve efsanelerde rastlanılan bu unsuru içeren ve en bilinen hikâye SerendipPrensleri’dir. Berna Moran ise polisiye romanın kurguyu söyle bir sıralamayla açıklar:

1. Çözülmesi olanaksız görülen bir cinayet,2. Aleyhine gözüken kanıtlar yüzünden haksız yere suçlanan bir şüpheli,3. Polisin araştırmayı beceriksizce ve yanlış yönde yürütmesi,4. Parlak zekâlı ve yetenekli bir dedektif,5. Olayı ve çözümünü okura anlatan, dedektife hayran bir dostu.6. İnandırıcılığı sağlam görülmeyen kanıtların dikkate alınmaması gerektiği aksiyomu.11

Suut Kemal Yetkin ise polisiye romanın kurgusunu söyle özetler: ‘’Bir cinayet işlenmiştir. Bu bir neticedir. Bunu isleyeni meydana çıkarmak, yani sebebi bulmak gerekmektedir. Delillerin süzgeçten geçirilmesi, sağlamlar üzerinde durulması, birbirini tutmayan çürüklerden ayıklanması yapılacak ilk istir. Bütün bunlar beklenilmedik bir anda katili meydana çıkarıverir.’’12

Paul Buchloch ve Jens Becker polisiye romanın kurgusunu kişiler, çevre, kim, nasıl, niçin?, zaman ve suç modelleri üzerinden uzun uzun açıklamaktadırlar.

11 Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 3, İletişim Yayınları, İstanbul 2001, s. 106-107.12 Suut Kemal Yetkin, “Polis Romanları”, Milliyet Sanat, nr. 115, Mart 1985,s. 9.

11

Polisiye Romanın Tarihsel Gelişimi

a. Polisiye Romanın Batıdaki Gelişimi

Polisiye roman, okura bir sorunu sunan ve amatör veya profesyonel bir araştırıcının tümdengelim metotlarıyla ulaştığı sonuçla sorunun çözümünü veren roman olarak karşımıza çıkar. Joseph Wood Krutch, polisiye romanın düz yazının biçimce mükemmel olan modern türü olduğunu söyler. W.H. Auden’a göre polisiye roman bir cinayet sonrasında, gerçek katil dışındaki tüm şüphelilerin elenmesi ve katilin yakalanması öyküsüdür. Howard Haycraft polisiye romanın sonunda suçu ortaya çıkarma amaçlı yapıt olduğunu söyler. Polisiye roman genel anlamda edebiyatın ve özel anlamda gerçekçi romanın tersi olarak ortaya çıkmıştır. Polisiye roman, her eserin boyut ve kapak şeklinin kesin olarak önceden belli olduğu ve her kitabın genellikle önceden belirlenmiş içeriği, benzeşik ve tutarlı bir dizi içinde yer alır.

Polisiye roman, bir yandan da geleneksel romanın ters yansıması olarak ortaya çıkar. Geleneksel romanın baştan sona gelişen olaylar zincirini anlatmasının tersi olarak, sondan (cinayet) başa (cinayetin nedenleri) giden, alışıla gelmiş dramatik olayları (cinayetin ve cezanın tasviri) ve tek gerçek karakteri ölünün gerçekkişiliği bir anlatımdır. İşte bu devrik öyküleme tekniği (récit à rebours) – ki ilk olarak Godwin’in 1794 yılında yazmış olduğu Calep Williams adlı romanda kullanılmıştır- polisiye romanın ilk ana öğesi olarak karşımıza çıkar.

Polisiye romanın tarihi, toplumsal bir tarihtir ama aynı zamanda ölümün toplumsal bir tarihidir de. İlkel toplumlarda doğanın bir sonucu olarak kabul edilen ölüm, modern toplumda “afet kabilinden kaza” kabul edilir ve tabii burjuvazinin emek ve kazancın aleti olanbeden bütünlüğüne karşı en büyük tehlikedir, dolayısıyla en büyük korkudur. İşte polisiye roman da ideolojisini bu ölüm korkusunda bulur. Eğer bu bağlamda bakacak olursak her toplumun yaşadığı dönem içinde kendisi için kabul ettiği düzen, düzensizlik, rasyonellik ve irrasyonellik anlayışı toplumsal tarihini dolayısıyla da polisiye romanın tarihini etkilemiş olduğu söylenebilir.

Polisiye romanın tarihsel gelişimine baktığımız zaman çeşitli kaynaklarda polisiye türünün başlangıcı olarak, Edgar Allan Poe’nun 1841 yılında ABD’de Grahm’s Magazine dergisinde yayımlanan Morg SokağıCinayeti adlı eserini gösterilir. Poe’nun ilk gerçek anlamda cinayet

12

anlatısı türünü ve bu hikâyedeki Chevalier Auguste Dupin karakteriyle de ilk dedektifi yarattığı görüşü kabul edilir. Ancak bazı araştırmacılar bu duruma karşı çıkarak polisiyenin Poe’dan çok öncelere dayandığını belirterek Shakespeare’in Hamlet’ ini ilk polisiye olarak görürler. Hamlet bir tragedya havasında, öldürülen babasının katilini ararken, durmadan ipuçları toplayarak, bunları bütünleyip katili ortaya çıkarmaya çalıştığı için polisiyenin ilk örneği olduğunu ifade ederler.13

Polisiye romanın önemli unsurlarından biri olan cinayetin temelleri ise, kutsal kitaplarda yer alan Kâbil’in Hâbil’i öldürmesiyle ortaya çıkan ilk kardeş cinayetine kadar dayandıranlarda mevcuttur. Ancak bu cinayet polisiye romanlardaki cinayetlerden farklıdır ve bu konuda çeşitli rivayetler bulunmaktadır. Ernest Mandel ise polisiyelerin temelini “iyi haydut” hikâyelerine dayandırır ve şöyle bir açıklama yapar: “Modern dedektif romanı, iyi haydutlar hakkındaki popüler edebiyatın uzantısıdır: Robin Hood ve Til Eulenspiegel’den, Fra Diavola ve Vulpius’un Rinaldo Rinaldini’sine, Schiller’in Haydutlar ve Yitik Namustan Ötürü Suçlu’ suna.”14

Ahmet Ümit de polisiyenin temellerini çok öncelere dayandırmakta, 19. yüzyılın ve Poe’nun eserinin başlangıç olduğunu kabul etmemektedir. Suçu ve cinayeti anlatan metinlerin tarihin başlangıcına tekabül ettiğini belirten Ümit bu durumu söyle açıklar:

‘’ Klasik polisiyenin başlangıcı olarak 19. yüzyılın ortaları gösterilir. Oysa suçu ve cinayeti anlatan metinlerin tarihi çok daha gerilere, tarihin başladığı günlere uzanır. Suç, insanoğlunun bir varoluş biçimidir. Gerçekten de cinayeti ya da sonuçlarını anlatan ilk metinler, günümüzden binlerce yıl önce yazılmıştı. Hitit saray cinayetlerinin sonuçlarını konu alan Telipinu Fermanı ya da Sophokles’in ünlü yapıtı Kral Oidupus gibi. Bu metinlerin içinde Eski Ahit’te Kâbil ile Hâbil bölümünde anlatılan cinayet öyküsü en çarpıcı olanıdır. Bu hikâye sadece çarpıcı bir mesel olmaktan çıkmış, suçu ya da cinayeti anlatan yazara kolay kolay değişmeyecek/değiştirilemeyecek bir model olmuştur’’15

Thomas De Quincey, cinayete iki açıdan yaklaşır: ahlâksal açıdan ve estetik açıdan. Cinayet işlemenin tabiî ki çok kötü bir şey olduğunu, ahlâka aykırı olduğunu ancak cinayet işlendikten sonra artık yapılacak bir şeyin kalmadığını ifade eden Quincey, cinayete bundan sonra estetik açıdan yaklaşmanın doğru olacağını savunur. Polisiyenin batıdaki gelişimine devam edecek olursak, E. A. Poe, Morg

13 T. Dursun Kakınç, 100 Filmde Başlangıcından Günümüze Gerilim/Polisiye Filmleri, Bilgi Yayınevi, İstanbul 1995, s. 11.14 Ernest Mandel, Hoş Cinayet, Yazın Yayıncılık, İstanbul 1996, s. 19.15 Ahmet Ümit, “Tanrı Yazar mı, Yazar Tanrı mı?”, Radikal Kitap, nr. 267, Nisan 2006, s. 22.

13

Sokağı Cinayeti’ nin yanı sıra, Çalınan Mektup, Marie Roget’in Esrarı gibi polisiye kurgu içeren romanlarıyla, iyi şair, gizemli öykü yazarı kimliklerine “polisiye romanın babası” unvanını da eklemeyi başarmıştır.

Poe’nun yanı sıra Emile Gaboriau (1832-1873), Artur Conan Doyle (1859- 1930), Maurice Leblanc (1864-1941), Gaston Leroux (1868-1927), Pierre Souvestre (1874-1914) ve Marcel Allain(1885-1969) gibiyazarlar da polisiyenin kurucuları arasında sayılırlar. Polisiye romanın ikinci yazarı ise Poe’dan yirmi yıl sonra 1863’te yazdığı Lerouge Olayı, adlı romanıyla Emile Gaboriau olmuştur. Gaboriau, birbiri ardına yayımladığı Orchival Suç, 113 Numaralı Dosya, Paris Mahkûmları romanlarıyla ilk Fransız polisiye yazarı olma hakkına sahip olmuştur.

Polisiye romanın İngiltere’deki temsilcisi Artur Conan Doyle ise roman kahramanı Sherlock Holmes ile okur karşısına çıkar. Kızıl Leke adlı eseriyle polisiye yazarlığına başlayan Doyle, daha sonra Dörtlerin Parolası, 1892’de de short stories (kısa hikâyeler) tarzında Sherlock Holmes’un Maceraları’ nı kaleme alır. Maurice Leblanc ise, Victor Hugo’nun ‘Sefiller’inden Jean Valjean’ın, Alexadre Dumas’ın ‘Üç Silahşörler ’inden d’Artagnan’ın, Conan Doyle’un dedektifi Sherlock Holmes’un bütün sevimliliğini bünyesinde toplayan “Arséne Lupin” tipini polisiye roman dünyasına kazandırır. Böylece Arséne Lupin şahsında milliyetçi, her türlü güzel hayali gerçekleştirebilecek yeteneğe sahip yenilmez bir kahraman karşımıza çıkar.

Dünyanın hem hırsız hem hafiye olan bu en çapkın polisiye kahramanı Arséne Lupin, 1905 yılında dönemin ünlü yayıncısı Lafitte’in sahibi olduğu “Je Sais Tout (Her Şeyi Biliyorum) adlı aylık magazin dergisi için Leblanc’tan bir polisiye hikâye istemesiyle ve bu polisiyenin kahramanının Fransa için, İngiltere’nin Sherlock Holmes’u ile aynı değerde olması koşulunu öne sürmesiyle ortaya çıkar. Leblans’ın eseri tıpkı Doyle’unkiler gibi bütün dünyada ve ülkemizde çok tutulmuş ve sevilmiştir. Bütün zamanların en sevimli hırsız hafiyesi “Cingöz Recai” bütün yerel renklerine karsın başarılı bir Lupin uyarlamasıdır.

Fransız yazar Gaston Leroux ise 1907 yılında yazdığı Sarı Odanın Esrarıromanıyla ününü pekiştirir. Polisiye romanın kurucuları arasında sözedilmesi gereken iki yazar daha vardır. Bunlar, “Fantomas” tipinin yaratıcıları Marcel Allain ile Pierre Souvestre’ dir. Bu ikiliden Allain, o dönemin tanınmış gazetecilerinden Souvestre’ın yanında gazeteciliğe başlamış ve ikili 1909 yılında ilk eserlerini vermişlerve daha sonra Fantomas’ı yaratmışlardır.

14

Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyada polisiye roman altın çağını yaşamıştır. Artık özerkliğini kazanmış, magazin ve dergilerin vesayetinden kurtulmuştur. Çözüm romanı, muamma roman, sorun romanı gibi adlarla anılan türün ilk örnekleri İngiltere’de verilirken, daha sonra Amerika’da sürdürülür, Belçika ve Fransa’da da temsil edilir. Bu tür romanlarda yapı, basta ortaya konan bir cinayet, ardından bir dedektifin belli sayıda şüpheliyi sorgulaması ve sonunda suçluyu ortaya çıkarması şeması üzerine kurulur. Bu türe Ruth Rendell, Phyllis D. James’in katkıları oldukça fazladır. Türün en önemli temsilcisi ise gerilim yaratmada ve gerilimi canlı tutmadagerçek bir usta olarak görülen, Şebnem Atılgan’ın kurgu dünyasının kraliçesi olarak değerlendirdiği Agatha Christie’dir. Yarattığı HerculePoirot tipiyle Şark Ekspresinde Cinayet (1936), Styles’de Asrarengiz Vaka (1963), Nil Cinayeti(1963), Katil Kim (1981) gibi romanlarında muamma roman yöntemi uygular.16

Agatha Christie’den başka Dorothy Sayers, Gilbert Keith Chestersongibi yazarlar ve ABD’den Van Dine, John Dickson Carr (Carter Dickson), Ellery Queen, Erle Stanley Gardner da aynı doğrultuda eserler verirler. Günümüzdeki yabancı polisiyeleri, özellikle 2006’da yayımlanan polisiyeleri ve yazarlarını A. Ömer Türkeş söyle sıralar: M. Robotham’ın Şüphe, James Patterson Mary Mary, Maxime Chattam’ ın Karanlığın Soluğu, Jonathan Kellerman’ ın Öfke, Jeremiah Healy’nin Tıpkı Uyku Gibi, P.J.Tracy’nin Oynamak ister misin? , Clive Cusser’in Truva Hazinesi, J. Madison Davis’in Van Gogh Komplosu, Subcomandante Marcos ve Jorge Semprun’un birlikte kaleme aldıkları Huzursuz Ölüler, Jorge Semprun’un Ramon Mercader’in İkinci Ölümü ve Henning Mankell’in Riga’nın Köpekleri vb.17

b. Polisiye Romanın Türkiye’deki Gelişimi

Polisiye roman içinde oluştuğu toplumun özelliklerinden etkilenmiştir. Bu da polisiye romanın tarihinin aynı zamanda toplumsal tarih de olduğu gerçeğini kabullenmeyi gerektirir. Yazınınbu kısmında Türk edebiyatında polisiye türünün 1980’lere kadar olan gelişimine çok kısa bir şekilde değinmek gerekmektedir. Toplumsal koşullara bağlı olarak ilk örneklerin verilmeye başlandığı klasik polisiye romanda, zaman içinde yaşanan toplumsal değişim ve gelişmeler alt türlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

16 Şebnem Atılgan, “Başrolde Bir Genç Kız Var”, Radikal Kitap, nr. 277, Temmuz 2006, s. 8.17 A.Ömer Türkeş, “Yabancı Polisiyeler” Radikal Kitap, nr. 259, Mart 2006, s. 6.

15

Klasik polisiye romanda önceleri bireysel nedenlerle işlenen suçların soruşturulması dedektiflere bırakılırken, daha sonra I. Dünya Savaşı döneminde yaşanan değişimlerin sonucunda örgütlü suçlara karşı mücadelede, arkasında örgüt desteğini bulan polis ve dedektif ortaya çıkmıştır. İki dünya savaşı arasında bireysel dürtülerle işlenen suçlardan ayrı olarak casuslar eliyle devlete karşı işlenen suç türü doğmuştur. Teknolojinin ve iyi örgütlenmenin desteğini alan casuslar, roman kahramanı olarak karşımıza çıkarlar. Soğuk Savaş döneminde de önemini koruyan casusların maceralarının yanı sıra, polisiye romanda mafya, siyaset gibi konular da yer almaya başladı. Böylece II. Dünya Savaşından sonra polisiye romanda üstün teknoloji savaşlarının, kimi zaman devletlerarası ve devlet içi, kimi zaman da bireysel, sosyal, ekonomik vb. çıkarlar nedeniyleyaşanan mücadelelerin yer aldığı, aşk, cinsellik, sapkınlık gibi unsurlarla desteklenen gerilim ve heyecan dozu yüksek hikâyeler yanithriller’lar yazılmaya başladı.

Batı’da polisiye roman toplumsal gelişimler ve değişimler sonucu böyle bir evrim geçirirken, Osmanlı İmparatorluğu’nda, 1800’lerin sonunda Batı’yla yakın ilişkiler kurulmaya başlanması ve Batılılaşmaçalışmalarının ve çabalarının etkisiyle gelişen Osmanlı edebiyatına,polisiye roman önce çeviriler yoluyla girerken daha sonra, ilginin artmasıyla telif romanlarla gelişme göstermiştir. Pek çok ünlü edebiyatçının eserler verdiği bu alanda Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte polisiye roman türünde eserlerin hem çeviri hem de telif olarak yayınlarına devam edilmiştir.

Ülkemize polisiye romanların girişi, polisiyenin batıdaki başlangıcından kırk yıl sonra gerçekleşmiş ve bu giriş çeviri romanlarla olmuştur. Dilimize çevrilen ilk polisiye roman ise Fransız yazar Ponson de Terrail’in Paris Faciaları adlı kitabıdır. 1881 yılında Ahmet Münif tarafından çevrilmiştir. Birinci dönemde daha çok Fransız polis romanları çevrildiği görülür. Bu dönemin çevirmenleri arasında Ahmet Mithat Efendi (Emile Gaboriau’nun ‘Orcival Cinayeti’ni 1884’te çevirdi), Hüseyin Rahmi Gürpınar, Fazlı Necip, Süleyman Nazif, Ahmet Rasim, Ali Kemal, Mahmut Sadık, Mehmet Atâ ve Servet-i Fünun dergisi sahibi Ahmet İhsan önemli yer tutar. Daha sonraki yıllarda bu çeviri faaliyetleri çok fazla kişiye ulaşabilmesi amacıyla gazetelerde tefrika yoluna gidilir. Böylece halk bir taraftan türün Artur Conan Doyle, Maurice Leblanc, Gaston Leroux Marcel Allain-Pierre Souvestre ikilisi gibi ünlülerin eserleri çevrilip tefrika edilirken, diğer yandan Türk okurları söz konusu yazarların kahramanları Sherlock Holmes, Arséne Lupin, Roulatabille ve Fantome ile tanışma şansına erişir.

16

1908’de II. Meşrutiyet’in ilanı sonrasında Sherlock Holmes tercümeleri ile polisiye romanların çevrilmesinin yoğunlaştığı yeni bir döneme girilmiştir. Bu dönem hem yazarlarda hem de eserlerde büyük bir çeşitlilik görülmeye başlanmıştır. Latin harflerinin kabulüne yani 1928’e kadar olan bu dönemde klasik romanların yanı sıra dime novelların da yoğun bir şekilde tercümesi yapılmıştır. 1928’den önce yayınlanmaya başlayan dime novel türündeki polisiye romanlara yeni tiplemeler eklenerek, bu türde eserler verilmeye devam edilmiştir:

“Örneğin Murat Akdoğan’ın yazdığı ‘Polis Hafiyesi Orhan Çakıroğlu’nun Maceraları” gibi yeni tiplemeler de eklenmiştir. Bunun dışında örnek isimler ise, yarattığı “Meshedi” tipini polis dedektifi olarak kullanan Ercüment Ekrem Talu. “Gavur Memet” tiplemesiyle II. Abdülhamit döneminin ilginç bir panaromasını çizen Ziya Şakir, Polis Memuru Ali Karaefe tiplemesiyle başarılı yapıtlar yazan Zeyyad Ebüzziya; çeşitli polisiye yapıtlarıyla Vâlâ Nurettin(Vâ-Nû) ve eşi Nihal Karamağralı,42 Cingöz Recai dışındaki polis romanlarıyla ServerBedi, İskender Fahrettin Sertelli, Hamdi Varoğlu, Hikmet Münir, M. Cahit Gündoğdu, Bedirhan Çınar, Vural Sözen ve diğerleridir. Bu yazarlar arasında en ünlenen ise gazeteci Murat Davman tiplemesiyle Ümit Deniz’dir.”18

Edebiyatımızda telif polisiye romanların yazılması ise tüm bu çalışmaların sonrasında gerçekleşir. İlk telif polisiye roman olma özelliğini taşıyan Ahmet Mithat Efendinin Esrâr-ı Cinayât (1884) adlı polisiye romanından başka 1884’te tefrika edilen Hayret adlı romanı ile 1887’de tefrika edilen Haydut Montari adlı eseri de ayrı bir özellik taşır. Fazlı Necip’in Cani mi? Masum mu? adlı eseri, 1912’de Yervant Odyan Efendinin Abdülhamid ve Sherlock Holmes isimli eseri; 1913’te Ebüssüreyya Sami’nin Amanvermez Avni dizisi; 1922-1928 yılları arasındaçıkan Hüseyin Nadir’in Fakabasmaz Zihni dizisi; 1924-1928 yılları arasında çıkan Peyami Safa’nın Server Bedi adıyla yazdığı Cingöz Recai tiplemesinin serüvenleri sayılabilir. 1930'lu yıllarda Cemil Cahit'in İkiz Şeytanlar, Kan İçen Hortlar, Feridun Hikmet Es’in İki Cinayet Gecesi, Tahsin Abdi Gökşingöl’ ün 12 Kadının Esrarı, Süleyman Çapanoğlu’un Milyon Avcıları ve Rıza Çavdarlı’ nın Müthis Katil Landuru romanları ilgiye değer.Ama aynı yıllarda yarattığı Yılmaz Ali serisi ile Vala Nurettin (Va-Nu) gerçek bir polisiye yazarı olduğunu kanıtlar. 19

1928 Harf Devriminin ardından da polisiye roman çevirilerine devam edilmiştir. Bu dönemde tüm dünyada altın çağını yaşayan “muamma” romanının “kraliçesi” Agatha Christie’den ilk çeviri 1936 yılında Şark Ekspresi Cinayeti ile yapılmıştır. Polisiye Romanın önemli bir18 Erol Üyepazarcı, “Türkiye’de Polisiye Romanın 129 Yıllık Öyküsü’’ http://members.fortunecity.com/bilgistan/okunasi/polisiye.htm19 A. Ömer Türkeş, “Polisiye Tarihimize Kısa bir Yolculuk” Radikal Kitap, Ağustos 2001, <http://www.blogcu.com/romanyazilari/179015>

17

türü olan casusluk romanlarında da Harf Devriminin ardından eserler verilmeye devam edilmiştir. 1946 yılında Esat Mahmut Karakurt, AnkaraEkspresi ile eli yüzü düzgün ilk Türk casusluk romanını yazmıştır

Dünya edebiyatında polisiyelerin altın çağı olarak nitelenen 1940'lı yıllarda, Türkiye'de Hamdi Varoğlu, Rıza Danişment Korok, Melek Z., İlhami Safa, İskender Fahrettin Sertelli, Ziya Çalıkoğlu, Mecdi Emiroğlu, Cahit Gündoğdu, Turhan Aziz Beler ve Faik Benlioğlu gibi isimleri sayabiliriz. Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın suç ve ceza kavramlarını natüralist bir bakışla sorguladığı Kesik Baş’ı ise kuşkusuzdönemin polisiye romanları arasında en önemlileri olmayı hak eder.

Özellikle 1950’lerden sonra polisiye romanın her türü çeviriler aracılığıyla Türk okuruyla buluşmaya başlamıştır. 1950’li yıllarda başladığı Mike Hammer çevirilerinin ardından kendisi de F.M. takma adıyla telif Mike Hammer romanları yazan Kemal Tahir bu anlamda önemli bir isimdir. Kemal Tahir’in kendi kahramanı Sam Krasmer’i yaratarak Mike Hammer serisi yazmayı bırakmasıyla onun yerini Muzaffer Ulukaya takma adını kullanan Afif Yesari almış ve Mike Hammer öykülerini devam ettirmiştir. Bunların yanı sıra pek çok yazarımız, takma isimle polisiye roman türünde eserler vermiştir. Örneğin Aziz Nesin, Nuruhayat imzasıyla, başarılı olmayan bir diziyi Beyaz Mendil’i yayınlamıştır.

1950’li yıllarda Kemal Tahir’in dışında, Afif Yesari, Ümit Deniz,Aziz Nesin gibi yazarları da bu türde eser verenler içerisinde sayabiliriz. 1960’lardan sonra dönemin siyasî tansiyonun yükselmesi ile birlikte polisiye yazımında bir azalmanın olmasına yol açmıştır.Nihal Karamağaralı, Zuhal Kuyaş ve Nazım Mirkelam’ın klasik çağ polisiyelerinin kapalı mekânda geçen muamma çözümlerine dayalı romanları dışında Ümit Deniz’in artık eskisi kadar ilgi toplamayan birkaç Murat Davman macerasını bu dönemde yazılan polisiye eserler arasında gösterebiliriz.

İçinde oluştuğu toplumun özelliklerinden etkilenen polisiye romanbaşlangıcından günümüze kadar birçok değişime uğramış, gelişmiş ve farklı yöntemlerle ve özelliklerle karşımıza çıkmayı başarmıştır. Budurum polisiye romanların yazıldıkları dönemlere ve gösterdikleri özelliklere göre farklı adlarla anılmalarına ve çeşitli sınıflandırmalara tâbi tutulmalarına sebep olmuştur. Muamma-sorun roman adı verilen ilk dönem polisiyelerinde başlıca amaç katilin bulunmasıdır. Bu tür genellikle dar bir mekânda şüphelilerin dedektif tarafından tek tek soruşturulmasıyla esrarın çözüldüğü ve katilin bulunduğu kalıplaşmış bir yapıya sahiptir. Daha sonra ortayaçıkan kara romanda ise soruşturma için görevlendirilmiş dedektif görevini üstlenen bir kişi ve bu soruşturmaya engel olmaya çalışan,

18

delilleri ve tanıkları yok etmeye çabalayan, bunu yaparken de yeni cinayetler işleyebilen bir katil veya katiller yer alır. Psikolojik ve sosyal olayların konu edildiği kara romanlarda hem suçlunun geçmiş fiili ortaya çıkarılmaya çalışılırken hem de yeni cinayetleriönlenmesi için yapılan çabalar anlatılır. Thriller ve suspence romanlar ise kara romanla benzerlik gösterseler de bu romanlarda önemli olan heyecanın ve gerilimin en üst düzeyde tutulmasıdır. Tabi polisiye romanın sınıflandırılması sadece bunlarla sınırlı değildir. Birçok yazın eleştirmeninin çeşitli sınıflandırmalara gittikleri görülmektedir.

1980 ve Sonrası Türk Romanında Polisiye

1980 askeri darbesinden sonra, her yönde yapılan politikanın tehlikeli hale gelmesi ile özellikle ülke sorunlarına değinen edebiyatın bu alandan uzaklaşmasına neden olmuştur. Aynı tarihlerdenitibaren ciddi biçimde gelişen serbest piyasa ortamı önce televizyonun sonra da videoların Türk insanın yaşamına yaygın biçimde girmesini sağlamıştır. 1990’lı yıllarda bilgisayar ve internet teknolojileri Türkiye ile yabancı ülkeler arasındaki kültürel etkileşimi daha da arttırmıştır. Yabancı film ve kitaplarınülkede çok miktarda tüketilmesi popüler edebiyata ilgiyi arttırmıştır. Bilim kurgu, casusluk, fantezi gibi popüler edebi türler daha fazla tanınır hale gelmiş ve sevilmiştir. Gelişen kitap sektörü de bu türlerin toplumdaki tüketim alanını genişletmiştir. Bugelişmelerin doğal sonucu olarak yerli yazarlar popüler edebiyat ürünleri yazmaya başlamış ve ciddi bir sektörün oluşmasını sağlamışlardır.

Günümüz kitap piyasasını incelediğimiz zaman aşk, polisiye, bilimkurgu, siyasal kurgu gibi popüler olmuş edebî türlerin büyük sayılarda basıldığını ve satış yaptığını görmekteyiz. Popüler edebiyat ülkemizde tıpkı Batı toplumlarında olduğu gibi daha fazla insana ulaşabilmektedir.

1980 darbesi ile başlayan yeni dönemde eskiden de var olan türlerdevam ederken diğer bir yandan da yeni türler de yazılmaya başlanmıştır. Bunlardan biri olan polisiye edebiyat bu gücünü, yeni dönemde de devam ettirmiştir. Bununla birlikte toplumsal yeniliğe bağlı olarak yazarlar tarafından türe bazı yenilikler getirilmiştir.Her şeyden önce polisiye edebiyat mekân olarak sadece İstanbul’u kullanmaktan vazgeçmiş ve Anadolu’da yer alan diğer şehirler de suçun arka planını oluşturmaya başlamıştır. Eski polisiye

19

türlerimizde polis ya da dedektif gibi profesyonel insanlar ağırlıklı olarak eserde yer alırken, 1980 ve sonrasındaki polisiye eserlerde gazeteciler, ev kadınları hatta kadın pazarlayıcıları bilededektifin rolünü üstlenmişlerdir. Yakın dönem polisiyelerinde dikkati çeken bir diğer unsurda farklı cinsel eğilimlerin romanlara yansımasıdır. 20

On dokuzuncu yüzyıl başlarından itibaren güven duygusunun azalmasıyla birlikte suç oranlarının büyük artış gösterdiği dikkati çekmektedir. Polisiye romanın gelişimiyle birlikte, suç oranlarının artışı arasında zaman bakımından bir paralellik olduğu görülür. Suç olgusunun kamu hukukunu tehdit etmeye başladığı yerde varlığını belirginleştiren polisiye roman, anlatma esasına dayalı metinler eliyle toplumu bu tür kirliliklerden arındırmayı üstlenen bir misyonla hareket eder. Polisiye roman aslında savaşlarla yıkılmış kent olgusunun ardından ortaya atılan bir ütopyanın arındırıcı ve saflaştırıcı eli gibi hareket eder. Söylem, yeni kurulan sistemin kötülükle mücadelede yoluna devam ettiği ve yeni yaşam modelini oluşturan modern toplum pratiklerinin bu arındırmayla uygulanabileceğidir.

Ali Ömer Türkeş Türkiye’de 1980’lerin bir bellek yitimiyle açıldığını, polisiyenin yüzyıllık geçmişine kimsenin dönüp bakmadığını ve polisiyeye yeni yeni yazılan bir tür muamelesi yapıldığını belirtmektedir. 211980’li yıllardaki ilk örnekler, Erhan Bener’in Sisli Yaz (1984) ve Çetin Altan’ın Rıza Bey’in Polisiye Öyküleri (1985), Pınar Kür’ün Bir Cinayet Romanı (1989) ve Ümit Kıvanç’ın Bekle Dedim Gölgeye (1989) adlı polisiyeleri ile Mehmet Eroğlu'nun Issızlığın Ortasında (1984), Geç Kalmış Ölü (1984) ve Yarım Kalan Yürüyüş (1986) romanları da siyasî polisiye şeklinde karşımıza çıkmaktadır.

Polisiye edebiyatta görülmektedir ki, yabancı yazarların eserleriyoğunlukla çevrilirken; Patricia Highsmith, Dean R. Koontz, Robert Ludlum, Frederick Forsyth, John Grisham, Sue Grafton vb. diğer yandan da son yıllarda polisiye roman alanında Türkiye’de de nitelikli telif eserler de verilmeye başlanmıştır.

1990’lı yıllara geldiğimizde edebiyatımızı geniş biçimde etkilemeye başlayan postmodernizmin polisiye romana da sirayet ettiği görülmektedir. Postmodemizm, her şeyin bir şaka, bir oyun olarak algılanabileceğini ileri sürer. Dolayısıyla romanda oyun 20 Veli Uğur, 1980 Sonrası Türk Edebiyatında Popüler Roman, Prof. Dr. Mine Mengi Adına Türkoloji Sempozyumu (20-22 Ekim 2011) Bildirileri, Adana 2012, s. 421-42221 A. Ömer Türkeş, “Osmanlı Polisiyeleri” Radikal Kitap, nr. 255, Şubat 2006, s. 12.

20

oynamak edebi açıdan meşrudur. Pınar Kür’ün Bir Cinayet Romanı ve Cinayet Fakültesi adlı eserleri yazarın da roman kahraman olduğu, romanın bizzat karakterler tarafından şekillendirildiği çalışmalardır. Her iki roman da postmodem edebiyata uygun biçimde muğlak sonuçlara sahiptirler. 1990’lı yıllardaki polisiye romanlarda postmodern kurguya rastlamakla birlikte özellikle Ahmet Ümit’in son dönem romanlarında bu tekniği kullanıldığını görürüz.

Metinlerarasılık ve üstkurmaca tekniklerinin sıkça yer aldığı, modern romanlardakinin aksine özneye değil de eserde söylemin kendisine odaklanan, tarihi gerçeklerle kurguyu iç içe vererek tarihten yararlanan postmodern roman, sıra dışı kurgusuyla dikkatleri üzerine çekmeyi başarır. Postmodern romanda anlatıcı, mekân ve zaman yapıları modern roman ve yansıtmacı romana göre daha değişik farklılıklar gösterir. Postmodern romanın yazarı çoğul anlatıcı tekniğiyle okuru şaşırtırken, “hyper mekân” yapısının değişkenliği ve bir arada verilmiş farklı zaman dilimlerinin yapısıyla okuyucuyu alışık olmadığı bir âlemin içinde tek başına bırakmıştır.

Postmodern roman belki bugün tüm yönleriyle yepyeni bir tür olarak görülüyorsa da, biraz irdelendiği zaman anlaşılacaktır ki aslında bu türün geçmişe atıflar yaptığı aşikârdır. Efsane, destan, masal gibi türlerde postmodern romanda da yer alan özellikler tespitedilebileceği gibi; postmodern romanın nitelikleri incelendiğinde bazı özelliklerinin ilk roman örneklerinde de saptanabiliyor olması oldukça dikkat çekici bir unsurdur.

Postmodern ile polisiye roman esas olarak birbirine oldukça uzak iki tür olarak değerlendirilebilir. Cinayetin veya cinayetlerinsoruşturulmasına ve çözülmesine dayanan polisiye roman, analitik birdüşünme yöntemiyle kotarılmış, bilimselliğin önemsendiği, olaylar arasındaki nedensellik bağının sıkıca örüldüğü bir tür olarak klasikya da modern romana yakın durur. Çünkü polisiye hikâye en basit ifadeyle çözülmesi gereken bir bulmacadır ve verili bilgilerden mantıksal çıkarsamalar yapılarak sonuca gidilir. Oysa postmodern roman, metinlerarasılık, üstkurmaca, oyunsuluk, çoğulculuk, kolaj, pastij, ironi, susku vb. bir dizi tekniği, anlatı biçimini sistemli bir biçimde kullanır ve kurgu, zaman, mekan, dil-anlatım gibi klasikroman unsurlarını tersyüz eden bir anlayışı önceler. Fantastiğe, anakronizme, sürrealizme, göreceliliğe eğilim gösteren postmodern roman; elbette nesnelliğe, pozitivizme, modernizme ve determinizme uzak bir bakış açısının ürünüdür. Bu nedenle polisiye bir anlatıda postmodern teknikleri denemek polisiye hikâyenin bütünlüğünü, inandırıcılığını ve bilimselliğini sarsmak gibi tehlikeler

21

barındırdığı gibi farklı, özgün ve yeni bir türün ya da anlatım tarzının doğmasına da olanak sağlar.

Postmodern edebiyat, postmodern kurgu ve polisiye arasındaki ilişkinin merkezinde çağın değişen insanı ve postmodern öznenin yeniinsan bilinci olarak ortaya çıkışı meselesi yer almaktadır. Postmodern çağın sorgu bilinci olan postmodern edebiyat, edebiyatın kendi tarihinde daha önce görülmemiş bir işlev üstlenmektedir. Bu durumun pek çok nedeni olmakla ve bu nedenlerin çok geniş bir tarihsel arka planı bulunmakla birlikte postmodern durumun kendi bilincinin kurulmuş ve kurulmakta olan bir yapı olarak tanımlanması en önemli gerekçeyi oluşturmaktadır. Postmodern düşünce tarihsel temelleri hermeneotik metafizik aracılığıyla tarihsel hermetizme, hermenötiğin yorumsamacılığı aracılığıyla Tevrat’a, kendisini dayandırdığı söz merkezli evren aracılığıyla İncil’e (Yuhanna) ve aynı araçla da Kuran’ın bilhassa mistik yorumuna dayanan bir karşımdır. Bu karışımın edebiyatla ilgili tarafını ise modernist imgeyle başlayan ve postmodernde söz ve yorumun kendisine dönüşen homo-logos kavramı oluşturmaktadır. Postmodern özne ve postmodern anlatının polisiyeyle ilişkisi öznenin kendi doğasının polisiyenin doğasıyla aynı olmasından kaynaklanmaktadır. Berna Moran’ın J.L. Borges, A. Robbe Grillet, I. Calvino, Muriel Spark, Umberto Eco gibi postmodernist anlatının önemli isimleri aracılığıyla sınıf atladığını söylediği polisiye kurmaca kendisi bir yitik bellek, kayıp merkez arayışı olan öznenin gizemli yolculuğunun doğal formu olmaktadır. Bu durum, Hermetik ve gnostik mirasın birlikte yarattıkları, giz sendromunun Postmodern öznenin bilincini kuran yapısıdır. Yani postmodern özne kendi gizinikurulmuş bir bilinç labirenti olan tarih bilincinin içinde aramaktadır. Labirent yatay bir uzamdır, bu nedenle de polisiye kurmacanın iz peşindeki dikkatli merceğini kendi bilincini keşfetmekte kullanırken karşısına tarih bilincinin kendisi çıkmaktadır. Bu, insanın kendi yarattığı bilinçle karşı karşıya gelmesi fakat labirentin yataylığı nedeniyle kendisini tarih bilincinin dışından görebileceği bir yüksekliğe erişememesi durumunun adı olmaktadır.

Polisiyenin en önemli özelliği içeriğin yerini kurmacanın kendisinin almış olmasıdır. Polisiyeyi diğer türlerden ayıran suçun kendisinden çok muammayla ilgilenmesidir. Ciddi edebiyatın, insan bilinciyle toplum arasındaki klasik çözümlemelerinde suçu toplumsal bir olgu olarak ele almalarına karşın, polisiye muammayı çözmeye yönelmektedir. Polisiye türünün önemli eserlerinde suç, analitik yöntemler ve olay örgüsünün basit şematik yapısı aracılığıyla toplumsal arka planından ayrılarak bir inceleme nesnesine yani

22

kendisinin bilincine dönüşmektedir. Polisiyenin ilgilendiği üç tür suç cinayet, hırsızlık ve uyuşturucudur.

Postmodern anlatıda dört biçiminde de karşımıza çıkan arayışta ve yolculuk izleğinde sanat dedektifin yerine geçen bilinci temsil etmektedir. Eco’nun Gülün Adı’nda ve Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı romanında sanat bilinci çağ bilincinin tarih bilinciyle karşı karşıya geldiği, bilincin kendi kayıp hakikatinin izlerini çalındığıyerde, öldürülmüş bilincini katilinin evinde, kendine ait sırrı, esrarı yaratan uyuşturucunun merkezinde tarih bilincinin içinde aradığı izsürücü dedektiftir. Bu, postmodern öznenin “yitik belleği”, “kayıp merkezi” yitirdiği yerde yani kendi yarattığı geçmiş olan tarih bilincinin içinde aramasının formudur. Öznenin bilinci iz sürme sırasında dedektif titizliğiyle kendi bilincinin izlerini, kendisiniyaratan bilinç labirenti olan tarih bilincinin içinde ararken kendi bilinci onu kendisiyle ilgili ipuçları aracılığıyla gerçekte insanlığın iki tür bilme biçiminden birisi olan hermetik bilincine en eski tanrısına, kendi yarattığı tanrıya tapma bilinci olan hermetizme götürür.

Polisiye dikkatiyle kendisini oluşturan unsurları ve onların kaynağını ilk nedene kadar takip eden bilinç en son ilk nedenle karşılaşmaktadır. Polisiye dikkatinin ipuçlarının her birini tanrıyaulaşmada birer basamak yapan kişinin kendi bilinç sorgulaması Allah’a yani vahye ulaşıncaya kadar diğer tanrılarla, kendisini, bilincini oluşturan kurulmuş tanrılarla karşılaşmaktadır. Fakat arayış kurgu değildir. İnsanın yaşam unsurlarının her birini içine alan dolayısıyla insanın kendi bilincinin tanıklığında yeni bir yaşam alanına ulaştığı yaşanmışlıktır.

Özellikle teknolojideki hızlı gelişmeler, medyanın ve televizyonuntoplum üzerinde artan yabancılaşma dünyada gelişen postmodern dalganın yansımaları ile birleşince polisiye ve postmodern gibi türlerin gelişmesi kaçınılmaz olur. Bir taraftan metinlerarasılık, üstkurmaca, oyunsuluk, çoğulculuk, kolaj, pastij, ironi, susku, anakronizm, palimpsest vb. bir dizi tekniği, anlatı biçimini sistemli bir biçimde kullanan postmodern romanın bu unsurlarının polisiye romanın içinde harmanlanması sonucunda da postmodern polisiye türünün doğuşuna şahitlik ederiz. . Öte taraftan kentlileşme, bireyselleşme, teknolojik gelişmeler bağlamında değişikbir forma bürünen suç, cinayet, gerilim gibi öğeleri içeren polisiyeroman da postmodernist algılara açıklığını gösterir.

Postmodern tekniklerin, romanda polisiye bir hikâyeyi dengeli ve uygun bir biçimde uyguladığı romanları postmodern polisiye olarak belirleyebiliriz. Postmodern romanın tekniklerinden temel kurguda

23

verilmesi gereken üstkurmacadır. Bu tarz polisiye romanları ilgi çekici kılan kuşkusuz postmodern kurgu özelliklerini barındırmasıdır. Cinayet soruşturması bağlamında ilerleyen polisiye kurgu, fantastik geçişlerle yüzyıllar öncesine gidebileceği gibi, tarihsel bir anlatıyı, mistik ya da tasavvufi bir kurguyu da içerebilir. Romanda kullanılan başlıca postmodern teknikler ise metinlerarasılık, çoğulculuk, palimpsest ve oyunsuluktur. Romanın polisiye kurgusunu besleyen ve anlatının zenginleşmesini sağlayan butekniklerin izlerini sürmek, romanın anlam dünyasını kavramayı sağlayacağı gibi hangi türün içerisine girdiğinin tespiti açısından da elzem hale gelir.

Postmodern anlatının en temel özelliklerinden biri de oyunsu bir ortamın yaratılması ve kurmaca düzlemde metinlerarasılık, üstkurmaca, çoğulculuk vb. tekniklerle, anlatıların okura bir oyun gibi sunulmasıdır. Yıldız Ecevit’in ifadesiyle “gerçeğin belirsizleştiği, klişe kalıplarla üretilip tüketime sunulduğu bir çağın sanatçısı, kendisine sürekli yabancılaşan bir dünyayı yeniden üretmek yerine, rotayı farklı bir estetik doğrultuya kaydırmıştır; salt sanatsal yaratıcılığı, hem biçim hem de içerik/motif düzleminde odağa almış, onunla oynamaktadır.”22 Bu bağlamda oyun, yalnızca yazarın yaratıcılığı için bir önkoşul olmayıp aynı zamanda yazara, her türlü baskının, zorunluluğun dışında kendini gerçekleştirmesi için uygun koşullar dasunar. Postmodern polisiye romanlarda bu oyunsuluk ilkesinin daha çok fantastik bir anlatımla yapıldığını görürüz.

Postmodern romanların ya da postmodern polisiyelerin genel özellikleri irdelendiğinde “tarihten yaralanma” nın belirgin bir şekilde kendini gösterdiği saptanabilmektedir. Ancak elbette postmodern roman ya da postmodern polisiyeler tarihten birebir, gerçekçi bir yöntem ile yararlanma yoluna gitmez. Gerçekle kurguyu bir arada vererek okuyucuyu ikilemde bırakmayı seçer. Bununla birlikte tarihsel olaylar postmodern romanlarda çarpıtılabilir. Postmodern romanın genel yapısından habersiz, sıradan bir okuyucu için postmodern tarih romanları yanlış bilgilenmelere neden olabilmektedir. Dilek Yalçın Çelik, Yeni Tarihselcilik Kuramı ve Türk Edebiyatında Postmodern Tarih Romanları adlı yapıtında postmodern kurgu ile yazılan tarih romanlarının bu yönüne ilişkin açıklayıcı bilgiler vermektedir:

‘’ Bu romanlar, yazılan, basılan ve okunan hemen her örnekle birlikte tartışılmış, yazarının alışılmış yazma biçimlerinin dışına çıkması, tarihi ve edebiyat metinlerini yorumlaması durumunda, şiddetle eleştirilmiştir. “Yazar merkezli”, “metinsel birlik ve bütünlük” düşüncesinin hâkim olduğu, “gerçekçi bakış açısı” ile yazılmış romanlar okumaya alışmış okur ve eleştirmenler, postmodern kurgu ile sonsuz sayıda yoruma el verecek ölçüde

22 Yıldız Ecevit, Türk Romanında Postmodernist Açılımlar, İletişim Yayınları,İstanbul 2002.s.99

24

açık bir şekilde yazılmış tarihi romanlara ne tür bir okuma biçimi ile yaklaşabilecekleri konusunda bir tereddüt yaşamışlardır. Çünkü postmodern anlayışı benimsemiş bir yazarın yaratıcılığı, geleneksel, gerçekçi tarzda roman yazan bir yazarın yaratıcılığından çok farklıdır.’’ 23

1990'lı yıllar yerli polisiyeler için bir altın çağın başladığının habercisidir adeta. Özellikle bu dönemde yazılmış olan polisiyelerde postmodern algının oldukça arttığını görürüz. Tabi ki her polisiye bu şekilde yazılmamıştır. Postmodern polisiye dışında tarihten, mitolojiden, psikolojiden ve dönemin siyasi olaylarından faydalanan polisiyeler dikkati çeker.

1990’lı yıllarda, Levent Aslan Karanlığın Gözleri (1991), Taner Ay Marsyas'ın Cesetleri (1992),Erhan Bener Gece Gelen Ölüm (1992), Engin GeçtanKırmızı Kitap (1993), Osman Aysu Havyar Operasyonu, Mavi Beyaz Rapsodi, Cellat romanları, Piraye Şengel Gölgesiz Bir Kadın (1994), Murat Çulcu Baykuşlar Vadisi (1997), Ünal Bolad Cinnet (1998), Reha Mağden Yazlıların Tableti (1999), Armağan Tekdöner Çırak (1999), Orhan Pamuk Benim Adım Kırmızı (1999), Sadık Yemni Amsterdam’ın Gülü adlı eserleriyle boy gösterirlerken, Akif Pirinççi’ de Felidea dizisiyle iyi birer polisiye yazarı olduklarını kanıtladılar. 1999 yılında başlatılan Kaktüs Kahvesi Polisiye Roman Yarışması, edebiyatımıza üç yeni yazar ve eser kazandırdı:Jüri özel ödülü verilen Rüzgârsız Şehir' de bilimkurgu ağırlıklı heyecan dolu hikâyesiyle Cenk Eden, Türk dilinde yazan İngiliz vatandaşı Birol Oğuz’un ödülsüz ama başarılı romanı Siyah Beyaz, ve birincilik ödülü verilen Celil Oker' in Çıplak Ceset adlı eseri almıştır. Eserlerinde parapsikolojiyi yoğun biçimde kullanan Hakan Yel de Lokanta adlı eseriyle türe yeni malzemeler sağlamıştır. Romanda, gizemli güçleri olan Kuzey adlı bir lokantacının suçluları kendi yöntemleriyle cezalandırılması konu edilmektedir.

Erol Üyepazarcı “Türkiye’de Polisiye Romanın 129 Yıllık Öyküsü” adlı çalışmasında 1990’lı yıllardaki polisiye için şöyle bir değerlendirme yapar:

“90’lı yıllarda ise önce Osman Aysu, polisiye romanın “gerilim” türünde, bu türün uluslararası ünlülerinin yapıtlarıyla başabaş nitelikte eserleri peşpeşe vererek kendine özgü bir okuyucu tipini yakalamış ve polisiye romanın geniş bir kitleye hitap ettiğinin kanıtını ülkemizde de vermiştir... Son yıllarda dikkati çeken bir diğer polisiye roman yazarı Ahmet Ümit ise “kara roman” türünün büyük ustalarını anımsatacak şekilde, muammanın yanı sıra eserlerini (Sis ve Gece, Kar Kokusu, Agatha’nın Anahtarı), toplumsal ve insan psikolojisiyle ilgili öğelere de ağırlık vererek yazmaktadır. Kanımızca önümüzdeki yıllar, Türk edebiyatındapolisiye romanın hak ettiği yeri alacağı yıllar olacaktır... Celil Oker’in, kahramanı emekli pilot

23 Dilek Yalçın Çelik, Yeni Tarihselcilik Kuramı ve Türk Edebiyatında Postmodern Tarih Romanları, Akçağ Yayınları, Ankara 2005.s.14.

25

Remzi Ünal olan iki kitabı: “Çıplak Ceset” ve “Kramponlu Ceset” ile Cenk Eden’in “Rüzgârsız Şehir” ve Birol Oğuz’un “Siyah- Beyaz” adlı kitapları bana bunun ilk kanıtları gibi geldi.”24

Erol Üyepazarcı’ nın da belirttiği gibi son dönemlerde öne çıkan polisiye yazarları arasında Ahmet Ümit, Celil Oker, Birol Oğuz ve Osman Aysu yer almaktadır. Bu yazarlardan Ahmet Ümit’in ilk polisiyeöykü kitabı Çıplak Ayaklıydı Gece, 1992 yılında yayınlandı. 1994’de Bir Ses Böler Geceyi, 1999’da Agatha’nın Anahtarı ve 2002’de Şeytan Ayrıntıda Gizlidir adlı kitaplarında da polisiye öyküler yer aldı. Ahmet Ümit’in ilk polisiye romanı Sis ve Gece 1996’da yayınladı, onu 1998’de Kar Kokusu, 2000’de Patasana, 2002’de Kukla ve 2003’de Beyoğlu Rapsodisi izledi ve yazar postmodern algıyla da romanlarını birleştirerek farklı polisiyeler yazmaya devam etti. Tarihi, mitolojiyi, dinsel bazı özellikleri eserlerinde işlemeye başlamıştır.

Birol Oğuz, Bir Suat Erez Polisiyesi adı ile iki roman yayınlamıştır: Siyah Beyaz ve Siyah Mavi. Celil Oker ise yarattığı emekli pilot Remzi Ünalkarakteri ile polisiye yazarları arasına katıldı. Bir Remzi Ünal Polisiyesi başlığını taşıyan dizide Çıplak Ceset, Kramponlu Ceset, 1000 Lotluk Ceset ve Rol Çalan Ceset adlı kitaplar bulunmaktadır. Celil Oker karşımıza çıkardığı Remzi Ünal karakteriyle tıpkı Ümit Deniz’in Murat Davman’ıgibi bir seri yakalar. Bu dönemde öne çıkanlardan biri olan Ahmet Ümit’te Başkomiser Nevzat karakteriyle bir nevi Ümit Deniz ve Celil Oker gibi bir seri sürdürür. “Okuyucuda alışkanlık yaratma potansiyeli taşıyan kahramanı Remzi Ünal ise, Hava Kuvvetleri’ nden emekli, alkol sorunu nedeniyle THY’den atılma bir özel dedektif. Yazar, Turgut Özal döneminde Cumhurbaşkanı tarafından veto edilen Özel Dedektiflik Yasası “ya veto edilmeseydi” diye düşünüp bu karakteri yaratmış. Kaktüs Kahvesi’nin yarışması da, konusunu uzun süre kafasının bir köşesinde dolaştırdıktan sonra yazmaya başladığı kitabı tamamlamış. Elde ettiği sonuçlarla ilgilenmiyorsa benzeyen kahramanını bir uyuşturucu ticaretinin içine sokan Celil Oker, Radikal’den Sema Uludağ ile yaptığı söyleşide şöyle diyor: Çünkü popüler kültür ürünlerinde devamlılık çok önemli. Popüler kültür ürünlerinde bir dokuyaratmak sürekliliğe bağlı. Dolayısıyla Çıplak Ceset de Remzi Ünal polisiyelerinin ilki. İkincisi Kramponlu Ceset. Şu günlerde onun üzerinde çalışıyorum”25

Popüler kültür ürünlerinde devamlılığın önemini bu şekilde vurgulayan ve polisiye romanların da popüler kültür ürünü olduğunu söyleyen ve dolayısıyla da onlarda da devamlılığı sağlamak gerektiğine inandığını belirtmektedir.

24 Erol Üyepazarcı, “Türkiye’de Polisiye Romanın 129 Yıllık Öyküsü”, http://members.fortunecity.com/bilgistan/okunasi/polisiye.htm25 “Kaktüs’ün Dedektifleri”, http://www.radikal.com.tr/diğer/ekler/cumartesi/1999/06/12/kitap/kak.html

26

Cenk Eden’in uzay polisiyesinden sonra dünya polisiye literatüründe ilk travesti dedektifi yaratan da bir Türk olmuştur. Mehmet MuratSomer Hop Çiki Ya Ya adını verdiği, kahramanı bir travesti olan Burçak adlı karakterin üzerinden hikâyelerin anlatıldığı polisiye diziyi 2003 yılında yayınlamaya başlamıştır. Bu serinin ilk üç kitabı Peygamber Cinayetleri, Buse Cinayeti ve Jigolo Cinayeti’dir.

Bu türde sadece erkek yazarlar değil kadın yazarların da özellikle2000’li yıllarda eserler verdikleri görülmektedir. Pınar Kür’ün 1994’de yayınlanan Sonuncu Sonbahar adlı romanı dışında birçok polisiyesi bulunmaktadır. Nihan Taştekin’in 2000 yılında yazdığı Kertenkelenin Uykusu ve 2001 yılında yayınlanan Perihan Mağden’in Haberci Çocuk Cinayetleri, Alev Alatlı’nın Schrödinger’in Kedisi 1. Kitap: Kabus ve EsmehanAykol’un Kitapçı Dükkanı adlı eserleri izlemiştir. Nihan Taştekin’in ikinci polisiye romanı Yağmur Başlamıştı63 ise 2002 yılında yayımlanmıştır. Esmehan Aykol da 2003 yılında Kelepir Ev’i yazmıştır. Aynı yıl Sibel Atasoy’un Venüs Bağlantısı adlı romanı yayınlanmıştır.

Bu dönem vurgulanması gereken bir diğer nokta da şudur; Türk yazarların yanı sıra yabancı yazarlar da kahramanı Türk olan veya konusu Türkiye’de geçen romanları kaleme almaya başlamışlardır. Bunların başında Jakop Arjouni’nin Almanya’da yaşayan Türk Dedektif Kemal Kayankaya tiplemesiyle yazdığı İyi Ki Doğdun Türk adlı romanı gelir. Arjouni’nin yanı sıra İngiliz yazarlar Barbara Nadel ve Julian Rathbone da Türk kahramanlara romanlarında yer vermiş ve Türkiye’yi romanlarına mekân olarak seçmişlerdir. Barbara Nadel’in Türkiye Polisiyeleri’nde Müfettiş Çetin İkmen’in maceraları konu edilmiştir. Bu romanlar Belşazzarın Kızı, Uyuşturucu Kafesi ve Arabesk’tir. Julian Rathbone ise Bıçak Atmada Üstüme Yoktur, Ölüm İlacı, Elmas Pazarı ve Tuzak gibi romanlarında Türkiye ve Türklere yer vermiştir.26

1990’lardan sonra yoğun bir şekilde gerek telif, gerek çeviri olsun pek çok polisiye romanın yazıldığı bu dönemde, aynı zamanda yaşanan toplumsal gelişmeler de hem polisiye romanı hem de inceleme çalışmalarını etkilemiştir. Özellikle 1996 yılı sonunda Susurluk’ta meydana gelen ve “Susurluk Skandalı” olarak adlandırılan trafik kazası sonucunda devlet-mafya-siyasetçi üçgeninde yaşanan ilişkiler ortaya çıkmıştır. Böylece devlet içinde derin devlet, kontgerilla vb. kavramlar gündelik hayata girdi. Yine bu ilişkiler ağı içinde çeşitli yazarlar MİT, derin devlet, kontgerilla gibi konularda inceleme kitapları yayınlamaya başladırlar.27

26 Elif Güliz Bayram, Türkiye’de Polisiye Roman: Osman Aysu Romanları, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2004, s. 25

27

Bu yazarlardan biri de Soner Yalçın’dır. Soner Yalçın 1996’da, öldürülen Kürt işadamı Behçet Cantürk’ün Anılarını: Beco adıyla kitaplaştırdıve Binbaşı Ersever’in İtirafları adlı kitabında da öldürülen JİTEM görevlisi Cem Ersever’in hayatıyla bağlantılı olarak kontgerilla ile ilgili inceleme çalışmalarına yer verdi. Araştırmacı yazar kimliği ile ön plana çıkan Soner Yalçın daha sonra Doğan Yurdakul ile önce Reis: Gladio’nun Türk Tetikçisi adlı kitabı yazarak, devletin adam öldürmek, gizlioperasyonlar vb. işlerde kullandığı bir tetikçi olan ve Susurluk kazasında ölen Abdullah Çatlı’nın hayatını ve onun devlet tarafındankullanılmasını gerektiren yapıyı ve ortamı incelemiştir. İkili daha sonra Bay Pipo: Bir MİT Görevlisinin Sıradışı Yaşamı: Hiram Abas adlı kitaplarında bu kez öldürülen istihbaratçı Hiram Abas’ın yaşam öyküsünün yanında MİT ile ilgili bilgileri vermiş ve hatta kitabın arka kapağında çalışmayı “MİT’in gayri resmi tarihi” olarak tanımlamıştır.

Ülkede son yıllarda yaşanan bu gizli ilişkilerin yoğunlaşması ve bunların da Susurluk gibi kazalarla ortaya çıkmasının ardından yazarların incelemelerine konu olması sonucu alenileşmesi gerek görsel medyada gerek de polisiye romanda ilgi çeken konular olarak yansımalarını bulmuştur.

Bu gelişmeler öyle bir tesir yaratmıştır ki, Fransız yazar Jean Christophe Grangé’nin de dikkatini çeken bu olaylar yazarın Kurtlar İmparatorluğu adlı romanında Türkiye’de adı Susurluk kazasına karışan pek çok isme ve ülkücülere yer vermesine kadar götürmüştür.

2000’li yıllarda polisiye romanın tıpkı 1930-1950’li yıllardaki altın çağına benzer bir çağ yaşadığını belirten A. Ömer Türkeş “ İyi Başladı” başlıklı yazısında, sadece 2006’da yayımlanan onlarca eser veyazarları Orhan Teoman Özdemir, Havva Gülbeyaz Coşkun, Şule Sahin, Mehmet Murat İldan, Ahmet Ümit, Basar Aksan, Kemal Barış İncitmez, Sevki İşbilen, Ferhat Ünlü, Enver Günsel, Osman Aysu, İsmail Ünver, Aytekin Gezici, İsmail Gülensoy, ve Çağan Dikenelli’ den söz ederkeneserlerini eleştirir.28

Bu kısımda son olarak değineceğimiz nokta; ‘’açık mutfak adeti’’. Bora Aksu ‘’ Polisiyede Yeni bir Eğilim: Açık Mutfak Adeti’’ adlı yazısında özellikle 1990’larda ve 2000’li yılların başında yazılmış olan polisiyeler yeni bir eğilime dikkat çekmektedir. Bu kısa

27 Elif Güliz Bayram, Türkiye’de Polisiye Roman: Osman Aysu Romanları, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2004, s. 22.

28 A. Ömer Türkeş, “İyi Başladı” Radikal Kitap, nr. 257, Şubat 2006, s. 18.28

yazısında bu eğilimi eleştirdiği dikkati çeker. Son olarak da bu yazının tamamını burada vererek yazarın ne kastetmek istediğini belirteceğiz:

‘’ Sosyal bilimlerde epeydir böyle bir tartışma var, bir yazı yazmaya ‘ben kimim, politik ve sosyal konumum tam olarak nedir, ne yaptım, niye ve nasıl yaptım’ meselelerini anlatarak başlamanız gerekiyor, diyorlar. Madem bilim tarafsız değilmiş, o zaman hangi taraftan olduğumuzu bir bir açıklayıp ruhumuzu kurtaralım diye. Metinler içinde debelenmek yerine biraz açık havaya çıkmayı tercih edip bir saha çalışması filan yaptığınızda da hayatınızı zehiretmek üzere yine ben ne yaptım, o bana ne dedi, ben o zaman ne hissettim filan gibi şeyler yazıyorsunuz…

Bu iş belli ki sosyal bilimler alanını aşmış, polisiyelere de sirayet etmiş. Kitapların başında yarımşar sayfalık teşekkür var: Avukatlara, polislere, tapu müdürlüğü görevlilerine… Conan Doyle’un yerel polis teşkilatından kıytırık bir şube müdürüne teşekkür ettiğini hayal edebiliyor musunuz? Ya da mesela ‘Londra Hastanesi kimyagerlerinden Karen Horney’e barbitürat türevlerinin kullanımı konusunda verdiği bilgilerden ötürü teşekkür ederim’ filan gibi bir şeyler dediğini? Utanç verici!

Fakat bu açık mutfak âdeti, bugünkü polisiyenin eski İngiliz tarzı polisiyelerden farkına da işaret ediyor. Gri hücreler işi çözmek için yetmez, mıncık mıncık çalışacaksın, ona buna sorupbilgi alacaksın, ter dökeceksin. Buna mukabil polisiye okurluğu da değişti. Artık dedektifin önüne geçme şansımız yok gibi. O bir şeyler öğrenecek, bize aktaracak ki yol alabilelim. Tıpkıdedektifler gibi, biz de gri hücrelerle fazla ilerlemiyoruz artık. İnsan bazen özlüyor ama akıl yürütmenin, ukalalığın tadını, ne yalan söyleyeyim!’’29

1980 Sonrasında Yayımlanmış Telif Türk Polisiye Eserleri

Çalışmamızın bu son kısmında özellikle 1980 sonrasında Türk edebiyatında verilmiş olan telif polisiye eserlerinden ve yazarlarından kısaca bahsedeceğiz.

Bu dönemde en çok polisiye eserleri verenlerden biri olarak karşımıza Osman Aysu çıkmaktadır. romanlarında daha çok siyasi polisiyelere yer veren, yer altı dünyasından konular işleyen yazarın29 Bora Aksu, ‘’Polisiyelerde Yeni Bir Eğilim: Açık Mutfak Adeti’’, Virgül, Nisan 2000, s. 75.

29

polisiye eserleri şöyledir: Havyar Operasyonu (1994),Sır Duvarları (1995) Mavi Beyaz Rapsodi (1996), Sorguç ( 1996), At Kuyruklu Adam (1997), Cellat (1997), Lenin’in Mangası (1998), Çöl Akrebi (1998), Yanık Yüz (1999), Kurt Sığınağı (1999), Karanlıkta Fısıltılar (1999), Kuşkunun Ötesi (1999), Şeytanın Maskesi (1999), Nemrut’un Gazabı (2000) Bir Aşk Masalı (2000), Ayışığı (2000) Londra & Moskova Hattı,(2000) Yazar ve Aşkı (2001), Odak Noktası (2001), Güvercin Kayalıkları (2001), Miras (2001), Bıçak Sırtı (2001), Terörün Gölgesinde (2002), Taş Plak (2002), Aşk Oyunu (2003), Yedinci Uzman (2003), Tilkiler Savaşı (2003) Saklı Gerçek (2003). Romanlarında Osman Aysu gibi siyasi konuları işleyen derin devlet olaylarına giren bir diğer yazar da son dönemlerde araştırmacı yazar kimliği ile ön plana çıkan Soner Yalçın’dır. Behçet Cantürk Anıları: Beco (1996), Binbaşı Ersever’in İtirafları (1996), eserlerini yazarken diğer yandan Doğan Yurdakul ile Reis: Gladio’nun Türk Tetikçisi (1999), Bay Pipo: Bir MİT Görevlisinin Sıradışı Yaşamı: Hiram Abas (1999) adlı eserleri yayımlar. Mehmet Eroğlu’nun Issızlığın Ortasında (1984), Geç Kalmış Ölü (1984) ve Yarım Kalan Yürüyüş (1986) romanları da polisiye edebiyat içinde siyasi polisiye örnekleri olarak katılabilir. 

Osman Aysu gibi son yıllarda popülerliği oldukça yüksek polisiyeler yazan bir diğer yazar da Ahmet Ümit’tir. Ümit, eserlerini postmodern algıyla da birleştirerek türe yeni soluklar katan bir yazar olarak karşımıza çıkar. Ahmet Ümit’in polisiye eserleri ise şunlardır; Çıplak Ayaklıydı Gece (1992), Bir Ses Böler Geceyi (1994),Masal Masal İçinde (1995), Sis ve Gece (1996), Tapınak Fahişeleri Başkomser Nevzat 2 (1997), Agatha'nın Anahtarı (1999), Kar Kokusu (1998), Patasana (2000), Şeytan Ayrıntıda Gizlidir (2002), Kukla (2002), Beyoğlu Rapsodisi (2003), Aşk Köpekliktir (2004), Başkomser Nevzat, Çiçekçinin Ölümü (2005), Kavim (2006), Bab-ı Esrar (2008), İstanbul Hatırası (2010), Başkomser Nevzat 3: Davulcu Davut'u Kim Öldürdü ? (2011), Sultanı Öldürmek (2012), Beyoğlu'nun En Güzel Abisi (2013).

Kaktüs Kahvesi Polisiye Roman yarışmasında birincilik kazanan ve polisiye türünde eserler vermeye devam eden yazarlardan Celil Oker’in eserleri ise şunlardır: Çıplak Ceset (1999), Kramponlu Ceset (1999), Bin Lotluk Ceset (2000), Rol Çalan Ceset (2001), Son Ceset (2004), BirŞapka Bir Tabanca (2005), Yenik ve Yalnız (2010).

Yarattığı Suat Erez karakterinin serisi şeklinde yayımladığı Siyah Beyaz (1999),Siyah Mavi (2001), Siyah Kırmızı (2007) eserleriyle dikkati çeken bir diğer yazarda Birol Oğuz’dur. Bu yıllarda dikkati çeken bir diğer kişi uzay polisiyesi yazan Cenk Eden’dir. Yazar Rüzgârsız Şehir (1999) adlı eseriyle bu tarz bir polisiye ile dikkati çekmeyi başarmıştır.

30

Akif Pirinççi, Felidae (1999), Gövde (2000), Francis (2001), Sonu Hep Gözyaşı (2001), Cave Canem (2002), Düello (2003) eserlerini verirken, Mehmet Murat Somer; Peygamber Cinayetleri (2003), Buse Cinayeti (2003), Jigolo Cinayeti (2003), Peruklu Cinayetler (2013) dikkati çeker. Bunların dışında Ajda’nın Elmasları, Huzur Cinayetleri, Pembe Tütülü Amiral, Kaderin Peşinde kitaplarını da son yıllarda yayımlamıştır.

Kadın polisiye yazarlarımız arasında belki de en dikkat çeken isim olarak Pınar Kür’ü söyleyebiliriz. Sonuncu Sonbahar (1994), Bir Cinayet Romanı (1996) ve Cinayet Fakültesi (2006) eserlerini vermiştir. Perihan Mağden 1991 yılında yayımlanan Haberci Çocuk Cinayetleri adlı kısa romanı ile bu türe örnek sunarken, Nihan Taştekin Kertenkelenin Uykusu (2000), Yağmur Başlamıştı (2002), Karganın Güldüğü (2005), Zeval (2011) kitaplarıyla türe katkı sağlar. Esmehan Akyol Kitapçı Dükkanı (2001), Kelepir Ev (2003), Şüpheli Bir Ölüm (2007), Tango İstanbul (2012) adlı eserlerinde Katil Hirşel karakterini karşımıza çıkarır. Kadın polisiye yazarlarımızdan biri de Sibel Atasoy’dur. Venüs Bağlantısı (2003) kitabıyla dikkat çeken yazar Bir Kadını Öldürmek (2005), Sır Mısır (2008) adlı eserlerini de polisiye türüne kazandırmıştır.

Piraye Şengel, Pusulasız Yolcu (2003), Cenin ve Ceset (2008) kitaplarını yazarken, Şule Şahin’de ilk psikolojik polisiyeler ile dikkati çeker: Kopmuş İp (2005), Kocama Tuzak Kurdum (2008). Havva Gülbeyaz Çoşkun ise, Mavi Gözlü Adam (2004), Mazideki Sırlar (2004), Arayış (2005) eserleriyle varlığını gösterir.

Sadık Yemni Amsterdam’ın Gülü (1996), Öte Yer (1997), Muska (1997), Metros (2002), Çözücü (2003), Zaman Tozları (2009), Yatır (2013) eserleriniverirken, Ümit Kıvanç Bekle Dedim Gölgeye (2000) eserlerini verir. Levent Aslan Karanlığın Gözleri (1991) romanı, polisiyeyi  korku ile harmanlayan satanistik bir hikâye etrafında döner. Taner Ay, Marsyas’ın Cesetleri’nde (1992) eski eser kaçakçılığına yer vermiştir. Gece Gelen Ölüm (1992) adlı romanla Erhan Bener cinsellik, şantaj ve cinayeti birleştirdiği sürükleyici bir polisiye oluşturmuştur. EnginGeçtan, Kırmızı Kitap’ ta (1993) neşeli ve fantastik bir dünya kurarak polisiye anlatımına örnek verir..

Reha Mağden  Yazgıların Tableti’ nde (1999) Murat Davman ismini verdiği komiser tiplemesiyle polisiyelerin geçmişine, Ümit Deniz’ e bir gönderme yapmıştır. Doğrudan türe dahil olmamakla birlikte Armağan Tekdöner’in  Çırak (1999) romanı da içerdiği absürd öğeler ve polisiye kurgusu ile ilgi çekici özellikler barındırır. 1999’da polisiye tutkunlarına asıl sürprizi Orhan Pamuk yapmıştır. Postmodern akımın belli başlı bütün özelliklerini taşıyan Benim Adım

31

Kırmızı (1998), tarihi dekorlar önünde süren keyifli bir polisiyedir veromandaki düşünsel meselelerden çok katilin kimliği okuyucular tarafından tartışılmıştır. Hasan Doğan Kayıp Adada Cinayet (2001) romanını yazar, Başar Aksan Ölümcül Ziyafet (2006) adlı eserde Paris’ inen ünlü şeflerini (aşçılarını) hedef alan bir dizi cinayet üzerine kurgulanmış ilginç, sevimli ama yeterince işlenmemiş bir roman karşımıza çıkarır. Siyasi polisiyelerin sınırlarında dolaşan Kemal Barış İncitmez’in İçinde adlı eserinde de polisiye izlerini görürüz. 2000’li yıllarda rpolisiye roman anlayışı içine fantastik unsurları katan Murathan Mungan, Şairin Romanı (2011), adlı eseriyle bize fantastik bir polisiye sunar.

Hz. Davud'un Yıldızı’ nın (2006) kapağında polisiye-macera ibaresi gözeçarpıyor ama kökeni Yahudi mitolojisine dayanan ve 1900’lü yılların başlarında geçen hikâyesi için polisiye nitelemesi yapmak türün sınırlarını zorlamak olacaksa da, fantastik öğeler içeren heyecanlı bir macera romanı yazmış olarak karşımıza çıkar Şevki İşbilen. Ferhat Ünlü’ nün Mat (Münasebetsiz Ayıklama Teşkilatı) (2006), romanında da casusluk örgüsü fantastik kurguyla birlikte verilir. Bu romanın dışında Susurluk Günlüğü (2000), Buzdan Gözyaşı (2000), Bir Gölgenin İntikamı (2003) adlı polisiyeleri de mevcuttur yazarın. Enver Günsel’ in Bay Ayakkabı Cinayetleri (2006), İsmail Ünver’ in Kurban Sa (2006), Aytekin Gezici’nin İmralı Firarisi(2006) adlı romanlarıyla türe destek verirler. Çağan Dikenelli Kör Fahişe Bıçağı (2006), Yüreksöken Cinayetleri (2006) ve İsmail Güzelsoy Rukas: Perde Açılıyor (2006) ve Mehmet Murat İldan Paris’in Altındaki Güller (2006), Antikacı Argon’un Günlüğü (2005), adlı eserleriyle karşımızaçıkar. Son yıllarda dizi sektöründe de yer bulan ve sinemaya da aktarılan Behzat Ç. Emrah Serbest’in polisiye serisi olan aynı adlı eserinden uyarlanmıştır.

Sonuç

Sanatta, bireysel eğilimlerle başlayan modernist ve postmodernist açılımlar sonucunda içeriğin egemenliği yerini kurgusal arayışlara bırakmıştır. Başlangıcında edebiyat dışı olarak gösterilen polisiye roman, zamanla ayrı bir kimlik kazanmasının dışında, tüm sanatların başından geçen zamana ayak uydurma durumunu yaşamaktan da kaçamamıştır. Modernizm sonrası ona karşı bir duruş olarak ortaya çıkan postmodernizmin edebiyata olan etkisi, bir roman türü olan polisiye romanı da etkilemiştir. Sanatın birçok alanına etki eden buakımla birlikte polisiye roman anlayışında bazı değişimler oluşmuştur.

32

Cinayet romanının kurgusunun sorgulandığı polisiye eser yazılış hikâyesini içinde barındırır. Polisiye romanlarda, özellikle postmodern polisiyeler yazarın amacı polisiye türüne bir örnek daha katmak değil, bu türün özelliklerini, kalıplarını, konvansiyonlarınısergilemektir. Bir diğer ifadeyle, hem içinde cinayetin olduğu polisiye türde bir roman, hem de bu roman aracılığıyla polisiye tür üzerine yazılmış bir üst kurmaca sunmaktadır.

Toplumun geçirmiş olduğu her devreden etkilenen bir türdür edebiyat. Bu türün içinde son yıllarda popülerliği fazlaca artmış olan polisiye de nasibini alır bu durumdan. Postmodern değişimlerle birlikte, 1980 darbesinin yaratmış olduğu siyasal ve sosyal ortamdanetkilenen polisiyeler de farklı biçimlerde yazılmaya başlanmıştır. Başlangıçta çeviri şeklinde gelişme gösteren bu edebiyat türü özellikle 1980 sonrasında telif eserler verme konusunda oldukça artış göstermiştir. Ali Ömer Türkeş’in de belirttiği gibi bilhassa 2000’li yılların başı polisiye edebiyat türünde verilen eserlerde bir altın çağ yaşatmıştır.

33

Kaynakça

ARSLANTUNALI, Mustafa; “Sahi Bizde Niye Polisiye Yoktu?”, Virgül Aylık Kitap ve Eleştiri Dergisi, Ekim 2000, Sayı 34, s. 66-67.

ATILGAN, Şebnem, “Başrolde Bir Genç Kız Var”, Radikal Kitap, nr. 277, Temmuz 2006, s. 8.

BAYRAKTAR, Esin; “Peyami Safa-Cingöz Recai”, Virgül Aylık Kitap ve Eleştiri Dergisi, Sayı 23, Kasım 1999.

BAYRAKTAR, Esin; “Paranoya Polisiye ve 2.Abdülhamid”, Virgül Aylık Kitap veEleştiri Dergisi, Sayı 30, Mayıs 2000.

BAYRAM, Elif Güliz, Türkiye’de Polisiye Roman: Osman Aysu Romanları,Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2004.

BORA, Aksu; “Polisiyelerde Yeni Bir Eğilim: Açık Mutfak Adeti”, VirgülAylık Kitap ve Eleştiri Dergisi, Nisan 2000, Sayı 29, s.75.

ÇELİK, Dilek Yalçın, Yeni Tarihselcilik Kuramı ve Türk Edebiyatında Postmodern Tarih Romanları, Akçağ Yayınları, Ankara 2005.

DEMİR, Fethi, ‘’Ahmet Ümit’in Bab-ı Esrar Romanını Postmodern Polisiye Olarak Okumak’’, International Journal of Social Science,Volume 5 Issue 7, p. 247-257, December 2012.

DEMİR, Fethi, ‘’Postmodern Romanda İnsanın Konumu’’ Turkish Studies – International

34

Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 8/4 Spring 2013, p. 607-616, ANKARA-TURKEY

ECEVİT, Yıldız, Türk Romanında Postmodernist Açılımlar, İletişim Yayınları, İstanbul 2002.

FİSEK, Kurthan, “İyi Polisiye İyi Edebiyattır”, Milliyet Sanat, nr. 115, Mart 1985, s.2-5.

GEZER, Habibe, Türk Edebiyatında Polisiye Roman ve Ahmet Ümit’in Polisiye Roman Kurguları, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Isparta, 2006.

“Kaktüs’ün Dedektifleri”, http://www.radikal.com.tr/diğer/ekler/cumartesi/1999/06/12/kitap/kak.html

K., Tarık Dursun; 100 Filmde Başlangıcından Günümüze Polisiye Gerilim Filmleri, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1995.

KNOX, Robert, “Polisiyenin On Emri”, Virgül, nr. 5, Subat 1998, s. 7. http://www.pusula.com/virgul/sayfalar/5/148.htm

MANDEL, Ernest, Hoş Cinayet, Polisiye Romanın Toplumsal Bir Tarihi, Çev. N. Saraçoğlu, Yazın Yayıncılık, İstanbul, 1985.

MORAN, Berna, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 3, İletişim Yayınları, İstanbul 2001.

ŞİMSEK, Tacettin, “Romandaki Hafiye ya da Polisiye Roman”, Hece, Türk Romanı Özel Sayısı, nr. 65/66/67, Mayıs/Haziran/Temmuz 2002, s. 510-514.

TUNÇMAN, Lale, “17 Mayıs Haftasının Kitapları”, NTV Kültür/Sanat, http://www.ntvmsnbc.com/news/324774.asp

35

TÜRKEŞ, Ali Ömer; “Unutulmuş Yerli Polisiyeler”, Virgül Aylık Kitap ve Eleştiri Dergisi, Şubat 1998, Sayı 5, s.16.

TÜRKEŞ, Ali Ömer; “Bir Polisiye Akımı: Hard Boiled”, Virgül Aylık Kitap ve Eleştiri Dergisi, Şubat 1998, Sayı 5, s.15.

TÜRKEŞ, Ali Ömer ve BORA, Aksu; “Polisiye Edebiyatın Yeni Ürünleri”, http://www.matbuat.com/konular/edebiyat/edebiyathemcool.htm

TÜRKEŞ, Ali Ömer, “İyi Başladı”, Radikal Kitap, nr. 257, Subat 2006,s. 18.

TÜRKEŞ, Ali Ömer, “Yabancı Polisiyeler”, Radikal Kitap, nr. 259, Mart 2006, s. 6.

TÜRKEŞ, Ali Ömer, “Osmanlı Polisiyeleri”, Radikal Kitap, nr. 255, Subat 2006, s. 12.

UĞUR, Veli, 1980 Sonrası Türk Edebiyatında Popüler Roman, Prof. Dr. Mine Mengi Adına Türkoloji Sempozyumu (20-22 Ekim 2011) Bildirileri, Adana 2012,

ÜMİT, Ahmet, “İçimdeki Katille Yüzleştim”, Hürriyet Gazetesi Keyif Eki, 12 Ekim 2003, s.7

ÜMİT, Ahmet, “Tanrı Yazar mı, Yazar Tanrı mı?”, Radikal Kitap, nr. 267, Nisan 2006, s.22.

ÜMİT, Ahmet, “Cinayeti Yazıyor”, ( Röportaj: Sema Aslan), Milliyet Pazar, 22 Aralık 2000, <http://www.milliyet.com.tr/200/12/22/pazar/kitp01.html>

ÜYEPAZARCI, Erol; Korkmayınız Mr. Sherlock Holmes:Polisiye Roman ve Gelişimi Hakkında Bazı Genel Bilgiler ile Latin Harflerinin Kabulüne Kadar (1881-1928), Türkiye’de Yayınlanmış Çeviri ve Telif Polisiye Romanlar Üzerine Bir Deneme, İstanbul, Göçebe Yayınları, 1997.

ÜYEPAZARCI, Erol; “Türkiye’de Polisiye Romanın 129 Yıllık Öyküsü”, http//members.fortunecity.com/bilgistan/okunasi/polisiye.htm

YETKİN, Suut Kemal, “Polis Romanları”, Milliyet Sanat, nr. 115, Mart1985, s. 9.

36

37