ALEVI-5 E KT AÇ>I

30
HACI 1 - ........ ;..__-- 800. Dönümü GEÇMlÇ>TEN GÜNÜMÜZE A A ALEVI-5 E KT AÇ>I . . .. .. KULTUQU Edicör Ahmet OCAK T.C. KÜLTÜR VE TURiZM BAKANLIGI YAYINLARI

Transcript of ALEVI-5 E KT AÇ>I

~ HACI BEKTAŞ~ 1 ''ELİ -........;..__-- ~ 800. Doğrun Yıl Dönümü

GEÇMlÇ>TEN GÜNÜMÜZE A A

ALEVI-5 E KT AÇ>I . . .. ..

KULTUQU

Edicör

Ahmet Yaşar OCAK

T.C. KÜLTÜR VE TURiZM BAKANLIGI YAYINLARI

i © T.C. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANUGI

KÜTÜPHANELER VE YAYIMLAR GENEL MÜDÜRLÜGÜ 3232

KÜLTÜR .ESERLERİ DİZİSİ 477

ISBN: 978-975-17-3457-0

WW\Y.kulrurturiı.m.goY.cr

e-posıa: yayim l ar@kulrurmriım.gov.tr

Geçmişren Günümüze Alev1-Bekraşl Külrürü / Ed. Ahmet Yaşar Ocak.­Ankara: Kültür ve Turiı.ın Bakanlığı, 2009.

448 s.: rnk. res.; 31 cm.- (Kültür ve Turizm Bakanlığı yayınları; 3232. Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü kültür eserleri dizisi; 477)

ISBN: 978-975-17-3457-0

!. Ocak, Ahmet Y3§M. rı. k.a. ili. Serile.r.

297.62

FOTOGRAFLAR

- T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel

Müdürlüğü (Murat Gülyaz) - ~tırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü Halk Kültürü Bilgi ve Belge Merkezi arşivi.

- Gaıi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araşurma Merkezi Başka.nlığı arşivi.

- Grafıkcr Grafik-Ofset Matbaacılık Ltd. Şti. arşivi.

YAPIM Fersa Matbaacılık Lrd. Şti. Ostim 36. Sk. 5/C-D Yenimahalle/ANKARA

Tel: 0.312.386 17 00 www.fcrsaofser.com

BİRİNCİ BASKI 2000 Adet

BASKI YERİ, TARİHİ Ankara, 2009.

Alev! lnanç ve Kü!Lüı'Ünün Yazılı Kaynakları

c· iş

Alevi inanç ve kültürü rarih boyunca bir taraftan söz­

lü ve yazılı kaynakları ürermiş bir raftan da onlardan

beslenmişric. Yazılı kaynaklar geçmişte el yazması olarak

çoğaltılmış, kuşakran kuşağa aktarılmıştır. Alevi toplu­

mu içinde yaşanan inanç ve kültür sadece mürşitlerin ve

ozanların söz ve nefeslerinden oluşmaz; bunlarla birlikre

çok sayıda yazılı kaynak bulunmaktadır. Kültür aslında

bir roplumun ürettiği, oluşturduğu fıkirsel, davranışsa!

ve maddi öğelerin toplamıdır. Bilişsel veya fıkirscl boyur

sözlü ve yazılı kaynakların ifade ettiği kavramlar, sem­

boller, ilkeler, kuramlar ve bunlara yüklenen anlamlar­

dan oluşur. Gelenekte Alevi kültürünün fikirsel boyu­

runu oluşturan sözlü kaynaklarda nefesler, menlôbeler,

muhabbet ile üretilen anlamlar vb. yer alırken yazılı

kaynaklarında el yazması çok sayıda eser bulunmakta­

dır. Alevi kültürünün davranışsa! boyutunda sosyal ha­

yatın yanında inanca il işkin davranışlar merke7.i bir yer

işgal eder. Bu davranışlar arasında Ayin-i Cem rörenle­

rinde yer alan mürşitlik (dedelik/babalık), bir örf hu­

kuku olarak dii.fkürılük ve -bazı gruplarda var olan- mu­

sahiplik kurumu ve bunlara ilişkin davranışlar belirle­

yicidir. Alevi kültürün maddi boyutunu rarik, saz, çe­

rağ, rac, hırka gibi her clirlü kutsallık acfedilen nesneler;

dergah, rekke, türbe ve cemevi gibi her türlü mekan dü­

zenlemeleri oluşrurmakradır. Aslında külcürün fikirsel,

davranışsa! ve maddi boyuru bir bütündür.

Dinler, inançlar toplumsaldır. Her din veya inanç sosyal

b ir grubun onu benimsemesi ve davranışa dönüştürmesi

ile anlam kazanır. Karşılıklı olarak b irbirin i üreten inanç

HiilyıtBAL

ve külrür bir bütündür. Bu bütün dinamik olan toplum

veya grupla birlikre anlam kazanır.

Alevi inanç ve külrürünün bir parçası olan yazıl ı kay­

naklar bir yandan geleneksel olanı koruyarak, bir yan­

dan yeni olan ı üreterek çoğalmaktadır. Biz burada bu

kaynakların neler olduğuna değindikten sonra bazılarını

dalıa ayrıntılı inceleyeceğiz. Bunu yaparken sadece yazılı

metinlerin içerdiği konuları belirlemekle kalmayacağız,

Alevi geleneğini yansıtan inanca ilişkin anlayışları öne çı­

kartacağız. Böylece kaynaklarla birlikte Alevi inancının

remel tınsurbrıııı yansıtmaya çal ışacağıı.

Alevi inanç ve kültürünü besleyen yazılı kaynaklardan

bazıları; Nehcii'l-Belagn (Hı. Ali). M11k11/111 (Hacı Bekraş-ı

Veli), Besmele Tefiiri (Hacı Bekraş-ı Veli}, Velayetn!tmekr

(Hacı Bektaş-ı Veli, Abdal Musa, Seyyid Ali Sulcan,

Orman Baba vb.), Hii.miye, Kumm (Kenz-il Mesltib).

H11dik11tii's-S11nd!t (Saadete Ermişlerin Balıçesi-Fuzill),

Buyruklar (lmnm-ı Cafer-i Bııynığu, Şeyh S/ıfi Buy­

nığıı, Hızırnllme), Erlciruıameler, Kirab-ı Diir, Cab­

bar Kulu, llm-i Cavidnrı (Viran! Baba), Cenknameler,

Faztlemameler, Nefesler vb.

Bu merinlerin hepsini burada inceleme şansına sahip ol­

madığımız için geleneğin içinde yaygın olarak bilinenler­

den bazılarını inceleyeceğiz.

1. Buyrukl:u

Aleviler Batıni yorum ile yaşadıkları Yol'un esasları­

nı, ilkelerini, dini pratiklerini ve anlamını buldukla-

rı Buyruk adlı kitaplara özel bir önem atfederler. Öyle

ki bu metinleri Kur'an'dan sonra ikinci derecede kur­

sal metin olarak algılarlar. Bu metinlerin bir kısmı Şeyh

Safıyüdd1n-i Erdebili'yc, bir kısmı altıncı lmarn Cafer-i

Sadık'a atfedilir. Birincisi Şeyh Sdfi Buyruğu , ikincisi

lmam Caftr-i Buyruğu diye adlandırılır. Aslında her ikisi

de aynı zaman ve mekanın ürünü olabilir. Zaman Safevi

Dcvleti'nin var olduğu dönem (1502-1736), mekan ise

lran, Azerbaycan ve Anadolu coğrafyasıdır. Şeyh Safi

Buyruğıı veya imam Caftr-i Buynığıı adı verilen metin­

lerin Safevi Devleti zamanında Anadolu'ya halifeler ara­

cılığı ile geldiği kabul edilir. Şah lsmaü'in (ölm.1524)

oğlu Şah Tahmasb zamanında (1524-1576) Bısati tara­

fından Menakıbı/!- Esrlir ve Behcetii'L- Ahrar adıyla bir

kitap yazıldığı ve bu kitabı n B11yrıık olarak kabul edildi­

ği ifade edilmektedir. Buyruk adlı metinler zaman için­

de eklemeler yapı larak sürdürülmüş olmalıdır. Örne­

ğin Şeyh Safi Buyrıığu'nun dördüncü risalesinde yer alan

Safevi şeceresinin son halkasında Şah Ali Abbas ismi bu­

lunmaktadır. Şah Ali Abbas (il. Abbas) 1667 yılında ve­

fat etiğine göre bu metinlerin bu tarihten sonra da ço­

ğalalmaya devam edildiği anlaşılır.

Şeyh Safi Bııvmgu

Şeyh Safi Buyruğu, Erdebil Tckkc'sinin şeyhi olan Şeyh

Safıyüddin'e atfedilir. Onun 10. yüzyılda Erdebil'e göç

eden "Zerrin Külah" (Kızıl börk, Kıııl başlık) ile bir­

likte anılan Firuz Şah'ın soyundan geldiği kabul edilir.

Şeyh Safl'nin( 1252-1334) genç yaşta casavvufı-batıni

eğitim aldığı, ö1.elliklc Şeyh Zahid Geylani'nin yanında

yetişciği, ondan "hırka" giyd iği, mürşid i nin vefatından

sonra posta oturduğu, Moğoll arın halka baskıs ı na karşı

aldığı tavrın etkili olduğu farkl ı kaynaklarda ifade

edilmektedir.

Şeyh Safl'nin ve Erdebil Tekkesinin lran, Suriye ve Ana­

dolu başta olmak üzere geniş bir coğrafyada etki li olduğu

bilinmektedir. Şeyh Safı'nin soy şeceresinin oniki imam­

lara uzandığına dair açıklamalar vardır. Erkdnndme adıy­

la da anılan Şeyh Safi Buyruğu'nda Şeyh Safı'nin soyu

kendisinden 14 kuşak öncesinden Seyyid Ahmed ile

!marn Musa Kazım'a bağlanmaktadır.

Şeyh Safi Buyruğu adı alcında çok sayıda metin bulun­

maktadır. Bizim incelediğimiz eser, kürüphanede Tasav­

vuf Risaksi adı ile kayıdanmış, Erklinname olarak yayım­

lanmış olan eserdir.

Eserde tllipliğin edebi, erkanı, sufılik, mürşidik, musa­

hiplik, üç sünnet yedi farı, carikacın on iki manası, Safevi

şeceresi, tacın özellikleri vb. konuları içeren dört risale

bulunmakcadır.

!. Risale Besmele ile başlar ve "Hamd ve övgü i lemlerin

yaracıc.ısı olan Allah'a mahsustur. Salat ve selam yara­

cılmışların en hayırlısı olan Hı. Muhammed'e ve onun

rüm Ehl-i Beyt'i üıerine olsun." şekl indeki dua ile de­

vam eder. Sonra Hı. Muhammed'in Hı. Ali'ye son na­

sihati yer al ır;

"Ey evliya yoluna calip olan kişi! Şöyle rivayet edi lmiş­

tir: ResuluUah (sav) fena sarayından beka mülküne gi­

deceği günlerde Allah'ın Aslanı Ali'yi yanına çağırdı ve

"Ey Müminlerin Emiri, ben artık bu dünyadan gider ol­

dum, sana yadigar olacak bir vasiyet bırakmak istiyorum.

Bunu ciliplere de bildir. Kim bu vasiyetleri yerine geti­

rirse ben o kişiden razı olurum ve yarın ahirctde Yüce

Allah'ın ona mübarek cemalini gösccrmesini dilerim. Ey

Ali! Evliya edep erkanını muhafaza eden ve bu öğütleri

yerine getiren talipler benim dostumdur. Ancak, taliplik

iddiasında bulunup da bunları yerine getirmeyenler be­

nim düşmanımdır.» (2007:.25-26).

Tarikata girmeye hevesli olan cfilipe ilk söylenen budur.

Burada kanaatimce iki şey sağlanmış olmaktadır. Birinci­

si bizim yolumuz Hakk Dini'nin son peygamberinin yo­

ludur, yani 1slam'ın Yolu'dur. ikincisi, Yol'a girmeye calip

olan kişi büyük bir sorumluluk almaktadır ve bu sorwn­

luluklar b~langıçra bilinmelidir.

Daha sonra risale Şeyf Safı ile oğlu Şeyh Sadreddin Musa

(ölm. 1392) arasında geçen soru-cevaplı diyaloglarla

devam eder.

EÇM fTL~ GOSCMC 299 ALEVi ftEli:fA~I KOLT a

Bu soru-cevap kısmında cali bin edebi, sorumlulukları, bir­

birlerine karşı davran~ları, sufıliğin anlamı, menakıb oku­

manın faydası, evliyaya yakın olma vb. konular ele alınır.

Buyruk aynı zamanda bir eğitim kicabı niceliğindcdir.

Yol' un remel kavramları açıklanır Örneğin:

"Şeyh Sadreddin:

- Sufılik nedir? Sufi kimdir?

Şeyh Safı:

Her hali ve her anı edep içersindc olmakar. Edebi­

ni sakınmayan kişi erenler safında uranmaua müna­

fıklardandır. Hz. Peygamber buyurmuştur ki, "Edep

imandandır" ... Evliya yoluna talip olan altın, gümüş

gibi remiz olmalı, başına şah sikkesi konmalı ve şüp­

hesi imana dönmüş olmal ıdır. İşte sufı budur.

Şeyh Sadreddin:

- Münafık kimdir?

Şeyh Safı:

Münafık, evliya sözünü duyduğu halde bunu doğ­

nı kabul etmeyip, gönlünde kin, kibir ve hasec cu­

ran, yol düşmanıyla birlikte olan, gıybet eden ve ya­

lan söyleyen kişidir." (2007: 38,54,69).

[/. Risnk'de carikac ehlini bilgilendirmek için "Haırct-i

Şah-ı din pcnah" Şeyh Sadreddin carafından yapılan

açıklamalar yer almakcadır.

Bu açıklamalar arasında şu konular bulunmaktadır; soy­

sopa bakılmaksızın herkesin kendi hesabını vermesi, cer­

cüman hakkı, musahiplik, talibin yola aykırı davranan

halifeyi cerk ecmesi, üç sünnec ve yedi ruz, bunları yeri­

ne getirmeyenlere verilecek cezalar, Fetih suresi ve oniki

imamlar için yapılan dua, Nadi Ali duası. Arapça oku­

nan Nadi Ali 'nin Türkçesi şöyledir:

Ktra~t sahibi Aliyi çağman nkmtılarını çözmtM sana yardımcı olur.

Her türlü gam ve ktMr smin azamttink çözülür Ya Allah!

Senin peygamberliğinlt çözülür ya Muhammtd!

Senin velayttink röziiliir Ya Ali! Ya Ali! Ya Ali!

Bundan sonra Ali el-Mürraıa'nın, bücün peygamberlerin

ve evliyanın ruhuna, 73 Kerbela çölü şehitlerinin ruhla­

rına, Safevi sultanlarının ruh larına dua edilir ve Fatiha

okunur (2007:93).

Safevi sulranları Şeyh Şehabeddin'den başlamak üzere sı­

rayla verilir. içlerinde Şeyh S5fı ve onun oğlu Şeyh Sad­

reddin, Şah İsmail ve onun oğlu Şah Tahmasp da vardır.

fil. Risak'de önce Hı. Muhammed sevgi ve muhabbec

ile anılır ve vasiyeti açıklanır:

"Biline ki, gül bahçesinin bülbülü, şeriaan delili, haki­

kat bahçesinin söz sulcanı, dünya ve ahiretin efhuşahı,

suffe-i saf.ın ın sedası, vefa kubbesinin ayt, yüce, temiz,

seçilmiş, razı olunmuş, alemin övünç kaynağı Hz. Mu­

hammed Mustafa (Allah efendimiz Muhammed'e, Ehl-i

Bcyr'ine ve sahabesine salac ersin) ... " (2007: 97).

Vasiyeti taliplere verdiği öğütlerin tuculmasıyla ilgilidir

ve bunları tutanlara Hakk cemal.ini görebilmesi için şeF.ı­

atçi olacağını belirtir.

Bu risalede ayrıca, tarikata girme usulü, calibin mürebbi­

ye hizmeti, nefsin mertebeleri, raliplerin Ehl-i Beyr'i ra­

nımalart, dört kapı, carikaan on iki manası, mürebbilik,

rarikat içinde yirmi sekiz soru, Safevi şeceresi, tarikat ik­

rarının önemi, musahiplerin sorumlulukları vb. konu­

lar yer alır.

Şeyh Sa.fi Bııymğıı clliplerin dört kapının bilgisine sa­

hip olması gerektiğini savunur. ~ağıdaki metinde Hz.

Muhammed'in dört kapıyı temsil etmesi dikkat çekicidi r.

"Evvel şeriat, ikinci tarikat, üçüncü marifet, dördüncü

hakikat. Eğer sorarlarsa ıerfat nedir? Cevap vi r ki kavl-i

ResCıldür (Reswullah'ın sözüdür). Ve tarikat nedir dese­

ler? Diye ki fı'i-i ResCıldür ve marifet hakikat nedir? Diye

ki hal-i ResCıldür."(2007: 133).

Devamla şeriat haramı terk ecmek, tarikat benliği terk et­

mek, marifet terki rerk ecmek ve hakikat şüpheyi terk et­

mek olarak tan ımlanır ve tal ibin bu dörr kapının gereği­

ni yerine getirmesi halinde gerçek anlamda hakikat ehli

olacağı, Müslümanlık amelinin sağlam olacağı açıklanır.

<.CÇM1$HN G( NO•IU 1 300 1 \ I IEKTA$1 KOLTO•

. , <J, ,_.,, ''(; y ;; ~-"!. ~ ~.), (' ". : "-' ..\;.. d'--:--

" :tı j \ 1 \ ..:...v. ~ ....,,. ..,,,r ,, ,.

( !:.1>'..(->. . . • . • • • .- ' • ·-' ..... ~ Vl>IS" '" • 6 6 'ı a 6 I 4 w:j h ~ .... , a>..-:, .,. <....,", • G.4>:. :'.. 1

-»-d',»~ ..:~ .:... ~ ~~.ıv.}~,,. ~ 11.,...~~, .. . . ,. . . 1 \ /• • ' ,.. • ' - .. ~, ı;;.. ) rl'-_,. ı,..J J #,, .,. ~ 11',. , .,. ..,,_,, ,,. r -v,, %9,. ~ . . . . . . ,. . .. . \ ·, ,.

•'(> -~"'_; ,;... v..ı,•"' _, "'_, ":'-"' ~ ~,. ~, ~ ~ t":. . . . . . ,. . i.JJ. • ~ ~ J "';" o</.,, ~ ~,/ ~ • \.-61

"':,';., ( ~ ( ;...' il... ,,.,;...,,.,~) ·"';" ,..1,;, ~I!' .... ·~~ _ ;.ı; ,,;,, ~ .. ~ 1 \.:, . . .

,.; ' · • • ./ 1 . "' - - 1 1 • • •• . . ~ < "':' t_ "':"° • ,/ , • ır ~. "" ':J_' ... - ,._-> (~-, ~-". .• (. ,. • • / • • • • • .. I'

..,....L \JL/~ .Aa> ~''µ.> ~ .,.._,ı,p .A4:-U. ~ 'fo..,....,, oi1t

..... ı , 1 ,/ - 1 • • • •

.. ,.,..,_, :1""' -~ • ı> 1 <1,;.J .P ,\/' ... ı ._, _,,, .,, ~· ... • ... 1 '""', . . . , . . " . . . • ..:,"* (_,; e ~ ,_, ~ :' "!'". ,; .., ~,. ;;,,, ~ .:.. '... .... ~ .:. •, ... -:-1--; t> :•···~>~,·-.?,,ti' .J.·,.~'.P, ..... ~. ~,. ;V'_,~ . . . .

;,•,o;, 1&h·~ J./J, .;u:~ -~ ~V,ı w,ı ..,_;. b ~ •• . . . ..

"'

~ . \ r • • \ ,. ~} ~~ ..ı .... •L.r. "",• f .,, :1. ~ l r!'"' ,,.... • \.. ~ :.ı .,.

id Ali Sultan erkdnm (Serdar Bekuqoğl" Cönk). dan bir posı ıercemanı

"" '"' .. 1301 I AU.Vl ·Bl '1A)1 K Gi;Ç\ll~H~ Gl"'.'.-L'\1Lll

., y.J Y' ~I ..-Jı~t~!.;;P .,

\

~!1~~ ~)..-1..1'.J~~ (!; ı>t.1~ c'ı,ı,..._.p.ı:,_,~ ~a-Yp-.J.,..-~ı~_,~t.2.- ••

~~ ,.;.-ı,,., .!--'(. y Y'', f...bı.,., ..>W / 1 at.:::'1 ..>;./ r'f / "' ., " ("' ~1.->v-~_,,,ı..Jı~ .,

~..; 4.-_..;> '.JJ..JI ~..;;J_,J .,~_;1Y!11~~~~~

. - ,.,,, ; ~ ~,~, ~LJl~JJ.!-iı . .. d~_,r, -'~.:fa.)J(~l-ıi !.ı

~~L~~..!i>A.0 ~ v ., w·

..J;> .. ~~~~~.)J.)4L!,.~

• "--11'. b~-~.Y Jw "' I •

~'11_,...fıy_;.2~.....c~; ~~ 1"--~ ~~~ ı;. ....-:' /;

ALf.\1 IEKTA$1 ı:CLTC& MllT ,. r.rsr.ıuzr 302

J1/. JWak, Şryh Safi Menakıbı adını taşımaktadır. Bu bö­

lüm "Ol Tanrıyı beyan-ı mevcudat Muhammed Musta­

fa" nın "Ali sırru'l Münci" ve evlalanna emanet etti­

ği taç ve kisve hakkında bilgi ile başlar. Tacın öz.ellikle­

ri sıralanır. Bu özelliklerden bazıları şöyledir; Tacın aslı

Allah, kıblesi pir, noktası hakikat, kelimesi tekbir, guslü

halktan kesilmektir.

Bu risalede imam Cafcr-i Sadık ile Hı. Ali'nin konuş­

ması verilir. Daha doğrusu Cafet-i Sadık'ın ağzından "Ya

Ali" ile başlayan cümlelerle yolun esasları anlaalır. lmam Co.fer-i Sadık (699-765), :ıt:ısı Hz. Ali (598-661) nin ve­

faandan 38 yı l sonra doğduğuna ve dördüncü kuşak­

tan olduğuna göre bu konuşma ya gerçek-üstü bir ma­

nadadır, ya da Al i yolunda olan her talip Ali ile özdeş­

leşriği için "Ya Ali" demekten maksat, "Ya talip" demek

anlamına gelir. Bu risalede daha sonra Hatayi nefesleri

yer almaktadır. "Hacayi" mahlasını kullanan Şah İsma­

il (1487-1524) mihleri arasında yaşadığına göre, risale­

lerin ya:Lılışı en azından bu tarihten sonradır veya ekle­

meler yapılmıştır. Nefesler arasında oniki imamları an­

latanlar çoğunluktadır. Diğerleri dikkat çeken mısra­

larıyla şöyledir; "Anı bilmişem ben la feca illa Ali", "Ya

Ali senden medet", "Gönül dile getir evvel Hudayı",

"Q.n-ı gönülden Hayderiyemtt, "U feci illa Ali la scy­

fc illa Zülfikar", "Özüm eksik günahkarım güzel Şah",

"Pirim Hacı Bektaş sen kurtar canımı" vb. Bu son nefes­

te Hacı Bektaş-ı Veli pir olarak kabul edilmekte, ondan

şefaat beklenmekte ve soyunun Oniki imamlara ulaştığı

ifade edilmektedir (2007:238).

Bııyruk metinlerinde Hacı Bektaş-ı Veli yer almaz. Esas

olarak Hz. Muhammed, Hz. Ali ve Altıncı imam Caferi-i

Sad ık ve Safevi soyundan Şeyh Safi'nin söylemleri üze­

rinden inşa edilmiştir.

lmnm Cafn·ı Buyrugu

imam Cafor-i Bııyruğtı, Mımakıb-ı Evliya, Mımdkıbndm~.

Fütüvvemame vb. adlarla el yazması nüshalar halinde

yüzyıllarca korunan bu metinler ilk defa Sefer Aycelcin

carafindan Buyruk adıyla yayımlanır (1958). Bu yayım-

da İzmir nüshası esas alınır ve sonuna Maraş, Alaca, Gü­

müşhacıköy, Malacya ve Hacıbektaş nüshalarından bazı

bölümler eklenir. Bu nüshaları derleyen Aytekin, Bııyruk

adı verilen bu metinlerin adından da anlaşılacağı üıere,

bir yol ve süreğin içcüzüğü, programı, ilm-i hali, daha

doğrusu anayasası olduğunu belirtir. Buyruğun lzmir

nüshası esas olarak Narlıdere'de bulunan Tahcacılar'a ait

Yan Yanı Ocağı'ndaki el yazmasıdır. Bu el yazmasını en

son istinsah eden kişi, 130911881 tarihini not düşmüş­

tür. İmam Cafer-i Sadık'a atfedilen bu Buyrıık, Şeyh Safi

Buyruğtı ile benzerlikleri olmakla birlikte bazı furklılıklar

da içermektedk

Her şeyden önce imam Cafor-i Bııyrıığtı belli başlıklar al­

unda coplanmış konulardan oluşurken, Şryh Safi Buy­

ruğtı, başlıklı konu ların dışında Şeyh Safi ile oğlu Şeyh

Sadreddin arasında geçen soru-cevapl ı konuşmaları içer­

mektedir. Konuların içerikleri de farklı laşmaktadır. Ör­

neğin her iki Buyruk'ca da "üç sünnet ve yedi farın ol­

makla birlikte bunlara yüklenen an lamlar farklıdır. Bir

örnek verelim.

imam Cafer-i Buynığıı-lımir nüshasında:

"Talibin boynunda sufıliğin hakkında üç sünneti var·

dır. Birincisi: Gönlünde kin-kibir olmaya. ikincisi kaJ.

binde adavet (düşmanlık) olmaya. Üçüncü: Turab

ola."(1958: 114).

Şeyh Sifi Buyruğunda :

"Ehl-i carikaan üç sünneti vardır: Birisi budur ki,

kelime-i tevhidden dilin ha li eylemeye. ikincisi budur

ki, tilib bin ise bir orura ve üçüncü siinner oldur ki, kal­

binden adaveti görüreler." (2007: 82).

Burada sadece kalbinde adavet (düşmanl ı k) olmaması

benzerdir, diğerleri farklılaşmaktadır. Ayn ı durum yedi

farz sıralamasında da vardır.

Buyruklar esas olarak Yol'un esasları nı, mürşit ve calip·

lerin sorumluluklarını bildirmektedir.

imam Cafor-i Buyrıığtı, besmele ile başlıyor ve şöyle de­

vam ediyor;

303 A &U:

"imam Cafer-i Sadık, bu babı bu ayeti kendi mıtkımdan

bu hiikmü ayan ve beyandır. Evladı olıın kinuelue tari­

kat babların ve ahkamların ve hakikat hallerin ve marifet

babların ve ehL-i tarikat plrkrin ve erkdna varan taliplerin

ve siifi kardeılerin cümle hallerin ayan ve beyan eder ve

htm bildirir ki ciimk evladı Resuldm olan ve ıl11ip olan

bununla amel edip amil olalar. Yol erkan sürekr ve yofl1

vara/ar ki, onlar ol kinueler Muhammed ümmeti olduk­

ları belli ola. 811 defo anlara MıiJlümnn demek caiz olı,r."

(1958: 6).

Bu metinde b irkaç nokra öne çıkmaktadır. Birinc isi

Buymk, lınam Cafer-i Sadık'ın açıklamalarını, delillc­

rinj içermektedi r. İkincisi evlatlarına ve yola calip olan­

lara ıarikat-hakiknt-mnrifet kapılarının ahkamı bildiril­

mektedir. Burada şeriat kapısı geçilmiş olarak kabul edil­

miştir. Üçüncüsü, bu buyruklar Hakk Oini'nin, lslam'ın

esaslarını açıklamaktadır. Bunlara uyanlar Müslüman

olarak nitelendirilir. Bu şu anlama geHr ki Alev1 öğretlsi

İslam'dan ayrı değildir, onun kendisidir, o ne ise Alevilik

de odur.

Buyruğun !marn Cafer-i Sadık'a atfedilmesi an lamlıdır.

İmam Cafer-i Sadık (H. 699-765) tarihleri arasında ya­

şamış olan alrıncı imamdır. Yaşadığı dönemde Abba­

si oğulları Ebu-Müslim-i Horasani önderliğinde, Emevi

soyunun saltanatına ve hali fe Mervan' ın hali feliğine son

vermişlerdir. imam Cafer-i Sadık'a halifelik teklif edildi­

ği halde kabuJ etmemiş, İslam hukuku konusunda eser­

ler yazmış, tefsir, hadis, fıkıh, mantık, felsefe dersleri ver­

miş, çok sayıda öğrenci yetiştirmiştir. Hanefi mezhebi­

nin kurucusu olarak kabul edilen lmam Ebu Hanife de

onun öğrencisidir.

Buyruğun İ7.mir nüshası {Tahtacıların esas aldığı nüs­

ha) "Kırkların Cemi" ile başlar. Bu an latım diğer nüs­

halarında da yer alır. Böylece Hakk Oini'run son pey­

gamberi Hz. Muhammed, Şah-ı Merd:in Ali 'nin de ara­

larında bulunduğu Kırklara dahil olur. Kırkların sorusu

ürerinc, "Hakikat Ş5hı Merdan Al i hakkında geldi, va­

rın Ali'ye iradet getirin" diye buyurur. Böylece H7.. Ali'yi

Yol'un kurucusu olarak işaret eder.

Buyruklarda ortak o lan bir başka konu, Peygamber ile

Ali'nin musahip olmasıdır. Musahiplik iki ailenin dünya

ve ahirer kardeşliğidir ve Yol'a girmenin ön koşuludur.

Bir başka ortak nokra düşkünlüktür. Dİİfkiin/iik Alevi

toplumunun örf hukukudur. Düşkünlük ikrarl ı grubun

iç düzenim sağlar, c51ipleri disipline eder. Hata edenler

sorgularur, yargılanır ve varsa harası, cezası verilir. Bu

CC'l3 kınama, para ödeme, bir süre grup dışında bckler­

me veya tamamen dışlama (yol düşkünü) şeklinde olabi­

lir. Her Buyrukta mürşitlerin ve raliplerin sorumluluk­

ları ve hakları ifade edilir. Taliplerden rehbere, mürşide

bağlılık ve hizmet beklerur.

Buyruğa göre p1rl ik, mürşitl ik, Muhammed-Ali'den kal­

mıştır. P1rlcr için bazı koşuUar vardır.

Bunların başında Pirlerin Evl ad-ı Resul olması, tarikat

kapısını, hikmetlerini, açıklamalarını, ayetlerin carnamı­

nı bilmesi gelmektedir. Aksi halde ; "on ların p1rliği cai7.

değildir. Ycrukleri aldıkları haramdır." (1958: 25).

Buyntk İzmir nüshasında dört kapı başlığı altında şu

açıklamalar yer alıyor;

"Amma budur ki, kapu dörctür. Evvel ilnı-i ımattir ve

bir dah i kenıtıl-i marifettir ve b ir dahi mana-i ıarikattir ve

Strfqme-i hakikat bunlar birbirine ayandır. Amma dör­

dünün de hasiyyeci vardı r. Onu dahi bilmek gerekir. Ev­

vel kapı şeriatı bilmese, şeriatı tamam olmu. Marifet il­

minden bilmese marifeti tamam olmaz. Bunun dördü­

nün sırları cümlesi birden oldu."( 1958: 29).

Burada yer alan öncelikle dört kapının tamam olması

fikri, Haa Bektaş-• Vclfnin açıklamaları ile uyuşmakta­

d ı r. Bu temel bir konudur. Dikkat ed il irse her bir kapı­

ya sıfatlar yüklenmiştir. Şeraitin ilmi, marifetin olgun­

luğu, tarikatın mana alemindeki yeri, hakikatin son aşa­

ma, doruk noktası olması vurgulanmıştır. Buradaki sıra­

lamada marifet ikinci olarak gösterild iği halde daha son­

ra üçüncü sırada -Hacı Bekraş-ı Veli'nin sıralamasına uy­

gun- veri lmişti r.

Buyruklar !marn Cafer-i Sadık'a atfedilmiştir. Buyruk

metinlerinin bu alancı İmamdan çok sonra ortaya çıktı-

304 \I l!KTA!I KOLlVR

ğı bilinmektedir. Ancak her açıklama tarihi bir şahitliğe

ihtiyaç duyar. Burada yapılan da budur.

Buymk'un Hacı Bekraş-ı Vclt'dcn sonra oluşcuğu açık­

nr. Müurmlik konusunda aşağıdaki cümle bunun

kanındır:

"Mücerrrdi sohbete ve ume ve erkd11a getimıek aJlıi erkan

rkğildir. .. Zira mücerrrtlik ®rt ki11uedm kalm1Ştır. Bi­

rincisi: !sa Prygamber'tkn kaldı.. ikinci: Hacı Bektaş-ı

Veli'den kaldı. Üçüncüsü: Veysel Karani'dm kaldı. Dör­

diinciis'Ü: Selman'dan kaldı ... Amma mılcerredirı imamlı­

ğı ve miirşiı/iği eridin değildir ... V., ona itibar etmek erkan

rkğildir. "(1958: 117).

Bu metin, bazı peygamber ve evliyanrn mücerret olduğu

kabul edilmekle birlikte esas olarak mücerrediğin onay­

lanmad ığı nı göstermektedir. Buna göre mücerret calip

cemc, sohbete katılamaz. Mücerretten imam ve mürşit

olamaz. Hacı Bektaş-ı Veli'nin mücerret olup-olmadığı

tartışılan bir konudur. Bektaşl Babagan kolu ile Safevi

kaynaklı bu B11yr11k'lar mücerred olduğunu ileri sürer­

ken Dedcgin kolu (Çelebiler) Hünkar'ın soyunun ken­

dileriyle devam ettiğini savunurlar.

Yine "lmamların övgüsü" başlığı al unda Kul Himmet'ten

bir şi ir aktarılmış olması (1958:9 1 ), Viranrden söz

edilmesi (1958:152) bu metinlerin Safevi dönemin­

de yazıldığını ve zaman içinde eklemelerin yapı ldığını

göstermektedir. Kul Himmet'in Pır Sultan Abdal'm der­

vişi olduğu, Virani'nin de aynı dönenılerde yaşadığı

sarulmaktadır.

imam Cafer Bııyruğrı'nda yer alan baı.ı konular şöyledi r:

Teslim-i rıza, miisahiplik, uscad hakkı ve döşek hakkı,

niyaz, uğruluk (hırs ızlı k), sufı nin yolu, oııiki farı., dört

kapı, tarikat yolu, tac, yolun hizmetleri, tarikatın onik.i

işleği, imamların övgüsü, besmele, on iki erkan, mücer­

redik, carik çalma,k, sufıliğin vasıfları, piri ziyaret erkanı ,

Şia mezhebi vb.

İzmir nüshasında diğer Buymk'larda bulunmayan baz.ı

konu ve kavramlar bulunmaktadır. Örneğin, "Cebrai-

Un cariklenmesi", "Ocak kazdırma", "iki musahipli ca­

nrn aşina olması", "İki aşinalı sufınin peşine olması",

"Oğlan-kız ikrarı", "evini ondalama" vb.

Bizim kanaatimize göre her iki B11yn1k (Şeyh Sn.fi Bumğu

ve İmam Cafer Buyruğu) içerik, dil bakımından birbiri­

ne benzemekle birlikrc baz.ı konularda F.ırklılaşmalar bu­

lunmakcadır. Bu durum Bııyruk adıyla toplanan risale­

lerin zaman içinde Anadolu coğrafyasında farklılaşrığını

akla getirmektedir. Bu risaleler Tahracı Türkmenleri ara­

sında imam Cafer-i Buyruğu olarak yeniden oluşrurulur­

ken diğer Alevi gruplar arasında ŞeyfSafi Bııyruğıı olarak

eckili olmuşcur.

Hızmıdme (Bııyrıık)

Eldeki nüshanın ilk ne zaman yazı ldığı bilinmemekle

birlikrc istinsah tarihi H.1264 M.1848 yı lını göstermek­

tedir. Amasya'da Seyyid Alizade Hasan b. Müslim tara­

fından istinsah edilen ve Alevi adab ve erkanını içeren bu

eser, Şeyh Safi Buymğu ve imam Caftr-i 811yrıığ'unun bir

sentC"Li gibidir.

Hızırndmlde Cafer-i Sadık, Şeyh Safi arasında geçen ko­

nuşmalar vardır. Zaman ve mekan bakımından müm­

kün olamayacak bu durum casawufi mecinlcrde sıkça

görülmektedir.

Birörnek:

Andan lrnarn Cafer Hazretleri Şeyh Safi Hazretlerine

rehber kapısını celkin eyledi:

"Ya Şeyh, ol ikrar kimindir?"

Şey eyini:

"Ya lroam, sen buyur biz tutalım ."

"Ya Şeyh, ikrar oldur ki Hakk' ı bir bilip Rcsul'ü hak bil­

meli" dedi.

Şeyh eyicti:

"Ya İmam, buyruk kimindir?"

İmam eyicti:

"Ya Şeyh, buyruk Hakk'ındır." (2007: 71-72).

305

lJerleyen sayfalarda Buyruk'larda yer alan temel konular

bulunmaktadır. Örneğin talibin öı.ellikleri, musahibin

sorumlulukları, on iki fan., mürebbinin önemi, mürşit

kapısının anlamı, buyruk tutmanın gerekleri, dört kapı,

kırk makam, edep-erkan, oniki imamlar, vb.

T'al ip nedir? sorusuna bağlı olarak talibin özellikleri sa­

yılır: T'alip ikrar verdiği mürşidini "Hilık" kendisini

"kul" olarak görür. ikrarına kec (eğri) bakarsa o "boşan­

mış avrat" gibi olur. Böylesinin dünyada alıcısı şeyrandı r.

O "Hakk'ın düşmanı ve AJi-Muhammed'in yolunun,

erkanının düşmanı ... Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli kad­

desallahü sırrehü'l-azi:ı, Evliya Kızı l Deli ve Abdal Musa

Sultan'ın ... düşmanıdır." (2007:75-79)

Hızmınme bir sentez olduğu için, diğer Buymk'larda ol­

mayan Hacı Bektaş-ı Veli burada yer alır. Ayrıca Bektaşi

geleneğinin önemli iki şahsiyeti Kızıl Deli namıyla Seyyid

Ali Sultan ve Abdal Musa yer alır. Bu bir bakıma, Anado­

lu Aleviliğinin kendi önderlerini öne çıkarma çabasıdır.

Bu metinde "Musahip Ali-Muhammed gibi gerektir"

diyerek Hz. Muhammed ile AJi' nin musahipliği örnek

gösterilir. Bu konu imam Cafer-i 'Sadık tarafından an­

latılır. Sonunda Şeyh "Bana bir kelime öğretenin kulu

kölesi olurum" diyen Hz. Ali'nin rurumuna uygun ola­

rak "imam Cafer Hazrerleri 'nin eline varır, ayağına yüı

sürer, secde kılar, şükür eyler. Bu anlatım Şeyh Safı'nin

İmam Cafer-i Sadık'a bağlılığını vurgulaması bakımın­

dan dikkat çekicidir. Daha sonra ise imam Cafer-i Sa­

dık, Şeyh Safi'yi ziyaret eder {niyaz eder). Bu da Şeyhin

ulu, bilge bir şahsiyet olduğunu yansıtır. Alevi öğrcci­

sinde insana niyaı Hakk'a niyazdır. Çünkü Hakk in­

sanda görünüş alanına çıkmışcır, insanın gönlünde taht

kurmuştur.

Hızırnnme'de on iki farı şöyle sıralan ır: 1. Musahibin

canı, 2. ikrar, 3. iman, 4. Din, 5. Ahbar, 6. Ekbar (Ek­

ber). 7. Edep, 8. Makam, 9. Tac-ı devlet, 1 O. Kemer­

best, 11. Evliya yoluna girmek, 12. Kutb-u evliya olmak

(2007:91). Bürün bu fanların musahiplik üzerinden an­

lamlandırılması çok manalıdır. Böylece yolun merkezine

musahiplik yerleşti rilmiş olur. Örneğin beşinci far(. olan

Ahbar, musahip ile canı cana, malı mala katmaktır. Al­

ancı fan Ekber, musahibi musahibin kavlini yerine ge­

tirmesi ile AJlah'ı bilmiş olmasıdır. On iki far7. ile oııiki

imamın ilişkilendirilmesi de anlamlı bir yaklaşımdır. tik

farzı yerine getiren Muhammed Mustaf.ı'dan, ikinci F.ır­

ıı yerine getiren AJiyyii'l-Mun:ı1A1'dan, on ikinci farzı ye­

rine getiren "Mehdi-Sahib-i- ıaman"dan şcF.ıac umabilir.

Hızmınme'de on iki farzı, dört kapıyı, kırk makrum ye­

rine geciren calibe ne denir? Sorusuna verilen cevap dik­

kat çekicidir;

"Ol calibi bi leyim dersen ya şeyh, ol calip ismi Şah ya­

zı lıdır. ismi Şah calibi olan Hünkar yaıılmıştır. . ."

(2007:107)

Şah kimdir ve Hünkar kimdir?

Alevi söyleminde Şah Hakk'rır, Şah Hı. Ali'dir, Hünkar

ise her zaman Hacı Bekcaş-ı Velrdir.

2. Makalat

Hacı Bekcaş-ı VelJ'yeatfedilen Makalat, AJevi-Bekcaştliğin

temel kaynaklarındand ır. Alevi-Bektaşi inanç önderleri,

Hacıbektaş dergahı posmişinleri bu eserin el yazmaları­

nı koruyarak bu günlere gelmesini sağlamışlardır. Ayrı­

ca bazı kütüphanelerde orijinal yazmalar bulunmaktadır.

Eser 1954 yılından bu tarafa günümüz Türkçesi ile en az

üç ayrı çalışma halinde yayımlanmışar.

Hacı Bekcaş-ı Veli'nin tasavvufi düşüncelerinin içeren

Maka/alın Molla Saadeddin (veya Said) adında bir mü­

ridi tarafından kaleme alındığı kabul edilmektedir. Bu

ya Hünkar'ın açıklamalarının doğrudan yazılması, ya da

daha sonra düzenlenmesi biçiminde olabilir.

Makalat bir giriş ve on bir bölümden oluşmaktadır. Baş­

langıcında kime ait olduğunu açıklayan şu ifadeler yer

almaktadır;

"Hazihi Makalaı-ı Şerifi Hazm-i Hünkar Hacı Bektaf-ı

Veli" (Bu Risale Haıret-i Hünkar Hacı Bektaş·• Vclfnin

şereAi Makalat'ıdır).

GEÇMl!Hl< GOSWMC, 1 306 1 rvl a KTA$1 KOLT(lRC

• ,.,, !.•flA Gmrl Mudurlüjii A11ivi). 9771 Nu.lı VuıfDefım ıra ı;-r

3071 \ rı tdA 1 ~ 1 •

Makalat'ı kaleme alan kişi Hünkar'a latif sözler söyle­

dikten sonra "Horasanlı Sultan Hacı Bektaş şöyle buyur­

maktadır" diyerek eserin birinci bölümünden başlar. Sı­

rasıyla bölümler ve ele alınan konular şöyledir;

Birinci bölümde insanların toprak, su, ateş, rüzgardan

oluşan dört nesneden yaratılması ve dört bölüğe ayrıl­

ması açıklanır. Dört bölük insan aslı hava olan şeriat ehli

abidler, ash ateş olan tarikat ehli ıahidler, aslı su olan mari­

fet ehli arifler ve aslı toprak olan hakikat ehli muhiblerdir.

ikinci bölüm "Şeytdn Ahvdlin Beyan !der" başlığını ta­

şır. Bu bölümde ele ahnan konular; Şeytan ve nefıs ilişki­

si, yedi kötü fiil (kibir, hased, cimrilik, açgözlülük, öfke,

kahkaha ve maskaralık), on iki iyi fiil (edep, korku, hara

yapmaktan sakınma, sabır, utanma, cömertlik, miskin­

lik, ilim sevgisi, marifet, can dileme, akı l di leme, Allah

sevgisi), insanın kendini bilmesi ve ibadeclerin anlamı.

Üçüncü bölüm "Adem Tann'ya !Vıç Makamda lru Anı

Bildıinir» şeklinde bir başlıkla verilir. Burada dörr kapı­

dan ilki olan şeriat ve on makamı açıklanır.

Dördüncii bölüm "Tarikattırı Makamlarını Beydn !der"

başlığın ı taşır ve burada tarikatın on makamı açıklanır.

Beşinci bölüm "Marifet Makamların Beydn !der" başlığı

akında marifet kapısının on makamı açıklanır.

AJnncı bölümde "Hakikat Makamın Beylin /der" başl ığı

altında hakikat kapısının on makam ı açıklanır.

Yedinci bölüm "Marifetin Cevabı"başlığınJ taşır ve Hacı

Bekcaş-ı Veli'den "Ol kucb-ı alem" olarak söz eder:

"Ol kııtb-ı liknı buyımır:

Gö11iil bir şehristandıır. Hakk SılbhlinehU ve Teala Arş'dan

ta Siireyyli'ya deği1111e ki yaradıldıysa ol şehrisranda vard111·

ve hem ol ıehre sığar ve hem ol ıehriftanda iki sıılıan var.

BiriJi Rahmanidiir ve biriJi Şeyrnnidıır.. . Rahmani sıılıa­

nın adı akı~ nlzyibi (vekili) imandur, sııb11jısı (komııranı)

miskinlikdiir." (2007: 85).

Sekizinci bölüm Tevhidıi'l Arif (Ariflerin Tevhidi) başlı­

ğı nda verilm~tir.

Dokuzuncu bölüm "Adem Sıfatın Bildiinir•. Burada

Adem'in yaratılış süreci açıklanır. Her bir organ ı farklı

bir coğrafyan ı n toprağından yaratJ:ın Adem' in şahsında

çeşiclilik, çok renklilik ifade edilir. Tanrı topraktan, ça­

murdan yaraccığı Adem'e kendi ruhundan karar ve onu

halifesi olarak yeryüzüne gönderir.

Burada lmam Cafer-i Sa<lık'a atfedilen bir ifade bun­

makrarur ki giiniimiiı Tlirkçesi ile şöyledir:

"Haberde şöyle gdmişti r: Adem soyundan yayıldık. Fa­

zilet babası Cafor-i Sadık (AJlah ondan razı olsun) der

ki: Hakk Teala Adem'i yaramıak diledi meleklere bildir­

di. Allahu Teala buyurmuştur: "Hatırla ki Rabbin me­

leklere: "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" de~­

ci." (2007: 11 O). Hacı Bekcaş-ı Veli' nin imam Cafer-i

Sadık' ııı beyanından Bakara 30. ayerini vermesi ve onun

için "Fazilet Babası" sıfatını kullanması anlamlıdır.

Hacı Bekcaş-ı Veli'ye göre, Çalap Tanrı' nın ıihiri ve

bliani yönü vardır. zahiri bu dünya, barını öbür dünya­

dır. Bu dünya Hakk'ın insanlara bağışıdır. Bunu "Andol­

sıın biz, Adem oğullarına çok ikram ettik" şeklindeki İsra

70. ayeti ile i lişki lend irerek verir. Makalat'ta bu ayetin

açıklaması şöyle yapılır:

"Dünyada her 11e yamttımsa si.zl= verdim. Gökler örtünüz,

)'eT!er MJtğiniz, melekler hizmetçiniz, kirômen kaıibin me­

lekleri y1Wc111ız, Klıbe kıbleniz, Kıır'an i11andığınız, Mu­

hammed (as) şıfoatçiniz, Adem atanız, Havva ananız, bay­

mm giinüniiz, Cııma giinii ilacınız (tiryak). Kıdlanm, ben si­

zin affedici Mevla'nızım. "(2007: 109-11 O).

Hünkar Hakk'ın insana insandan da yakın olduğunu

açıklar:

"Kaçan isteseniiz beni sizde isten, bu/asız. Zira tenünüzde

canıınuzdan yakinem ve elinüz dııtmağ11ulan yakinem ve

gözüniiz gördüğünden yakinem ve ayağıla yürı'idiiğiinii.z­

den yakinem. Kavluhıı uala: ... Pes her kim kendüyi bilse

bıı ilimlerhakikaıdür. ·(2007: 109-110).

Hakk insana tendeki candan yakın ise başka dost, başka

medet umulacak aran ır mı? lnsana bu kadar yakın olan

Hakk'ı insan gönül göziiyle görme-.ı: mi?

GEÇM!şTlN ~ MC 308 ,, BEICTAll •C rcao

Makalat'ın belirctiğine göre Hı. Ali de bu nedenle

Hakk'ı gördüm dedi;

"Bir kimse Hı. Ali'ye sordu:

- Ya Ali, taptığın Tanrı'yı görür müsün?

Hı. Ali şöyle cevap verdi:

- Görmesem tapar mıyım?" (2007: 102).

Hünkar'a göre, insan gönül gözüyle görürse gönül ile

Tanrı arasında bir engel olmaz.

"Gönül ile Çalab arasında perde yokrur" (2007: 102).

"Gönüle Çalap Tann yoldaşdur. imdi Kablye gidnıe kıla­

ğıız gerek. Görıüle Kur'an kılağuz yeter. Amma gönüle Ça­

lap Tanrıyoldaşyeter"(197 l: 75).

Makalat birçok konuyu içermekle birlikte merkezi konu­

su dört kapı-kırk makamdır. Hacı Bekcaş-ı Veli piri Lok­

man Perende vasıcasıyla bağlandığı Ahmed Ycsevl'den

gelen "Dön Kapı" anlayı.şına kırk makamı da ekleyerek

"dört kapı kırk makam" öğretisini oluşrurmuşrur. Bu öğ­

reti Hakk'a ulaşma yoludur Hakk Dini' nin batıni anla­

tımıdır.

Hacı Bektaş- ı Veli insanın Tanrı'ya kırk makam ı yaşaya­

rak ulaşabileceğini savunur;

"Ol kutb-ı illem buyumr kim; Kul, Çalap Tanrıya kırk

makamda irtr, Mst olur. Om ıer'iat içinde, 0111 tarikat

içinde, onı marifet içinde, om hakikat içindediir. • (2007:

68; 197 1: 14; 1954: 45).

Hünka.r bu makamları sayar ve ilgili olduğu Kur'an

ayecini veya Peygamber'den gelen hadisi belirtir. Bu

makamlar ve bağlı oldukları kapılar aşağıda verilmiş­

tir. Buııu gerçekleşti rirken farklı kişi lerce düzenlenen üç

Makal4t karşılaştırılmış ve en uygun haliyle veri l miştir.

a.Ştrint kapw ve on makam

1. iman getirmektir. 2. ilim öğrenmektir 3. Namaz.dır,

zekıimr, oruçrur. Gücü yetince hac'a gicmekcir yine Al­

lah yolunda savaşmaktır, cünüplüktcn temizlenmektir.

4. Helal kazanmaktır ve F.ıiıi haram bilmektir. 5. Nikah

yapmaktır. 6. Hayız ve nifaı halinde (lohusalıkta) cinsel

ilişkiyi haram bilmektir. 7. Sünnec-i cemaactir. 8. Şefkat­

tir. 9. Temiz giyinmek ve cemiı yemektir. 10. iyiliği em­

recrnek ve yaramaz işlerden sakınmaktır.

b. Tarikat kapsı ve on makam

1. El alıp tövbe etmektir. 2. Mürit ol maktır. 3. Saçları tı­

raş ecmek ve (carikaca uygun) elbise giyrnekciı. 4. Müca­

hadede göyünmcktir (Ncfs'lc savaşmak, nefisle mücadele

ermek, olgunlaşmak, pişmektir). 5. Hizmet eylemektir.

6. Havf sahibi olmaktır (Allah'tan korkmaktır). 7. Ümit­

le yaşamakcır. 8. Hırka, zembil, makas, seccade ve sub­

hadır (yüz caneli cesbih) ve her şeyden ibrec alıp hidayet

üzere yaşamaktır. Hidayet ise azizlere veri lir. 9. Ccmaac,

nasihat ve muhabbet sahibi ol maktır. 10. Aşktıt, şevkcir,

sefadır, faki rli ktir.

c. Marifet kapn ve on m11k11m

1. Edeptir. 2. Korkudur. 3. Perhiı.karlıkcır (Aşırı istek­

leri sınırlamaktır). 4. Sabır ve kanacar. 5. Ucanmaknr.

6. Cömerclikcir. 7. ilimdir. 8. Miskinliktir. 9. Marifettir.

10. Kendini bilmektir. Hı. Peygamber buyurur: "Nefsi­

ni bilen, rabbini bilir."

d. H11kik11r Kapm ve On Mrıkam

1. Toprak gibi olmaktı r (Alçak gönüllü olmaknr). 2. Yec­

miş iki milleri ayıplamamaknr. 3. El inden geleni men

etmemektir. 4. Dünya içinde yaratılmış her şeye güven

vermesi. 5. Mülk sahibine yüzün sürüp yüz suyunu bul­

maktır, zira vahdec evindedir (Mülkün gerçek sahibi

Allah'ın huzurunda eğilip itibar bulmakur). 6. Sohbec­

te hakikat sırlarını söylemekür. 7. Seyr-i süluktur (Ma­

nevi yolculuktur). 8. Sırdır. 9. Münacaardır (Allah'a ya­

karıştır). 10. Miişahadc (Hakk'ı halkta görme) ve Çalap

Tanrı'ya ulaşmaktır (1954; 1971, 2007).

Hao Bekcaş-ı Veli'ye göre, "Eğer bu Kırk Makam'ın biri­

si eksik olursa hakikat tamam olmaz. Zira eksik olur. Me­

sela birisi diliyle iman getirse ve gönlüyle inanmasa ya­

hut öşrünü ve zekatını vermese yahucTanrı'run hüküm­

lerinden birini inldir erse yahut Muhammed Mustafa'yı

<iE<~~tl)lf.S ı,l'Sl'Ml il 309 AltVJ.nn•d:\)I f\l'I fÜRl

inkar erse yahut cvlaclanndan birine haksıı dese, işlediği

bürün ameUeci boşa gider. Allahu leala şöyle buyurmuş­

tur: " ... onu saçılmış zerreler haline geıiririz (değersiı kı­

larız.) (Furkan, 23) ..... Şimdi ey aıizim! Kırk makam­

dan birinin eksik olmaması gerekir. Zira makamlardan

eksik bırakılan bir şey yok." ( 2007: 81-82).

Hacı Bekıaş-ı Vell insanın varoluş sürecinde zıtlıkları bir

arada görür. Bir carafuı öfke, açgözlülük ve kıskançlık var­

dır, diğer tarafta bunların karşıtları akıl, edep ve ilim var­

dır. Zıtların mücadelesinde bir grup diğerine geçici olarak

üsıün l ük sağlar. M11k11/ata göre, akıl kendisini kulda üç

manada gösıerir: Birincisi kendini bilmek, ikincisi ıop­

rak olmak, üçüncüsü kabri yurı kılmaktır. Bunlar devledi

(saygın, erdemli, güçlü) kişilerde mevcuırur.

"Dahı bir ma'nıda device; edep ve akıl ve latif ha (gü­

zel ahlak) dur."

Burada devletin/erdemin edep (ıerbiye). akıl ve latif huy

olarak tanımlanması anlamlıdır. Bu üç nesnenin (edep,

akıl ve laıif huy) bulunduğu kişiler ulu kişilerdir.

Edepli olmak, akıllı olmak ve !arif huylu olmak,

Bekraşilerin çok önemsedikleri davranışlardır. Bunlar bir

bütündür, biri eksik olursa o kişi erdemli, saygın olamaı.

Bektaşi edepli olmak durumundadır. Eline-beline-dfüne

sahiptir. Bekıaşi aklını kullanmak, aklın ı duygularının

önüne koymak zorundadır. Bekcaşi latif ahlaklıdır; ince,

nazenin, kimseyi incitmeyen, Plr' in "incinse de inciıme"

ilkesine uygun davranan kişidfr.

Makalat'ıa akı l çok önemsenerek anlaıılı r. Burada iki

söylemi öne çıkarmakla yetineceğiz;

"Akıl yer yıizünde Tannnm terazisidir. Yeryüzünde akıl

rmızisinden yeğ nesne yokt"r. Zira kim yeryıizünde her iyi

nesneyi, buyuran rıkıldır' (19 54: 87).

"Pes, bir kimesnede kim akıl olmaya, marifet olmaya,

ilim olmaya, Hakk'ran yana yolun nice göre" (1954: 89).

3. Besmele Tcfsıri

Kitlib-ı Ti:ftir-i Besmele: Bu eser, Manisa Küıüphancsin­

de bulunmakıadır. 827/ 1423 yılında Cafer b. Hasan ıa-

rafından isıinsah edilmiş bir çalışmadır. Hacı Bekıaş'ın

Maka/ati ile birlikte isıinsah edilmiş olması ve içeriğin­

deki konular ve üslup bu eserin Hünkar'a aiı olduğu fik­

rini desıcklemektedir.

Besmele (Bismi'll.ahi'r-Rahmnni'r-Rahfm} Hakkın 99 is­

minden ilk sırada yer alan Rahman ve Rahim (esirgeyen,

bağışlayan, merhameı ve ihsanını eksilımeyen) sıfatları­

nın yer aldığı bir ayettir. Hacı Bekcaş-ı Veli ıe!Sir çalış­

masına Besmele ile başlar ve Hakk'ı padişahlar padişahı

olarak ras:ıvvur eder. Ona göre, en mükemmel akıl O'nu

kavrayamaz, en ileri fıkir sahibi O'nu anlayamaz.

•Rahman ve Rahim oları Allah adıyla başlar ve

O'ndaıı yardım dikriz ki sayısız jiikür ve hamd O Pn­

dişrıhlar Padişahı'na ols"n. O'mı bilmekte akıl/arm aklı

ve hakimlerin hikmeti şaşkmdır. Fikir sahipleri11i11 fik­

ri O'nım yüceliğini anlamakta perişandır. Dua, ulam,

övgü ve salavat kendisine kirap gönderilmkrin en büyü­

ğü, peygamberl~rin başı ve söziinde d"ranların efendisi

Muhamrııed'ıi/. Mııstafo"ya olsun ki (All.ah'm selamı iizeri­

ne o/.mn) giinahklır/arm şefaatçiJidir• (2007: 41 ).

Hacı Bekraş-ı Veli Bcsmele'nin refsirini kendisinin (fakir

anlanııııda ıa'if ifadesini kullanarak) ahret ve din yolunu

anlanıak için ve düşünenler çeşitli faydalar bulsun diye

Tıirkçe açıkladığını belirtir ve rek bir beklentisi vardır;

"ben ıa'ifi birle analar ... n (Fakiri hayırla analar). l layır­

la anılmak; ne kadar mürevaıi ne kadar anlamlı bir isrek.

Hünkar'a göre, "Allah", "er-Rahman", "er-Rahim" söz­

cüklerini gönülden söyleyen kullarına Allah Peygamber'i

aracılığı ile şöyle seslenir:

"Ey aşıklar, ey sadıklar, ey Tahli ve Yasin ehli, dün­

yada yeterince durdunuz, şimdi hangi kapıdan ister­

seniz ceımerlere girin. Ben siziııim, siz benimsiniz"

(2007: 89).

Burada Tanrı ve insan birlikteliği veya Allah'ın insana

sahip çıkışı ne kadar özlü ifade edilm iş. Allah insan

için, "Biz ona tôh damarından daha yakmız" (Kaf. 16)

demedi mi?

ti "'ı: C.lNLM 310 1 KT.\ J KL T A.

Allah, domur, O dost insana kendisinden de yakındır.

Hacı Bekcaş-ı Veli'ye göre kullar gönül evlerini temiz­

leyip Hakkı davcc ederlerse Hakk onların evlerine girip

konukluğu kabul eder.

Hacı Bekt:ış-ı Veli bir "lacife"sindc (örnek olay) içi cer­

ccmiz olmuş bir gönül evine nasıl misaHr olacağını an­

laur. Bu anlarım Alevi-Bektaşilerin yere-göğe sığmayan

yüce Allah'ın nasıl olurda bir insanın gönlüne sığdığı­

nı da bi:ıe bildirir. (Bu metindeki Hacı Bckcaş-ı Veli'nin

söyleyiş güzelliğine de dikkat edilmelidir).

"Latife: Tanrı Te'd/a Resül'e "Yn M11h11mmed eğer mü­

minler beni evlerine davet eder, nğırlarlarsn ben de orıla­

rı ağırlarım. Onlar bann gönıll aynasım gösıerirlerse ben

de perdeyi kaldırır, cemlılimi gösteririm." dedi. ResU! ".Ytı

ilahi, sen yemekıerı içmekten miinezzehsin, imanlar seni

nasıl ağırlasın? dedi. Tanrı Ttala "Ey benim hnbibim mii­

mirılere söyle, göniil evini tevllzulıık siipiirgesiyle siipiir­

siinler. Hmm, cimriliğin, dılfmanlığm, hainliğin ve kıs­

kançlığın çerini çöpiinü çıkanmlar. Sonra kötii işlerin­

den pipnan olmnlar. Pişmanlık myuyla sulasınlar. Son­

ra deniz hallSmı (tevhit, hakikat stı:cndesi, hakikat maka­

mı) sminler. Muhabbet sofrasını döşesinler. Aşkı başlarm­

dan çıksın. Rıza ve teslim, korku ve ümit yüzlerini tevek­

kül ve marifet deniziyk, sabır bahçesinden yana açımlar.

Bismil/ahi'r-Rahmani'r-Rahim ve la //nlu illaUah'ı gönül

okçusuna vminler ve bana atsmlar. Bm de daveti kabul

etkyim. Bir gii11 ve bir gecede iiç yüz altmış kez (sevap) vere­

yim. 0111111 gönliine girip kon11kluğım11 kabul edeyim. Son­

ra bm de Firdevs Cemıeti'ni ona saray olarak tertip ede­

yim ... "(2007: 130-132).

Yukarıdaki metinde ve daha önce kul l anılan aşıklar,

sadı klar kavram l arına dikkat edelim; geleneksel ola­

rak ccmlerde dualarda "iişıkan, sadıkan" diye geçer.

Bunun yanında gönül evi, hakiknt seccadesi, marifet de­

nizi, muhabbet sofraSt, nza vt teslim vb. bütün bu kav­

ramlar Alevt-Bektaş!liğin remel yapı taşlarıdır. Bunlar

Hünkar'ın Makalaı'ında da vardı. Her iki eser arasında

üslup ve içerik bakımından önemli benıerlikler bulun­

maktadır.

Hacı Bektaş-ı Veli'ye göre, Çalap Tanrı'nın 1sm-i Azam'ı

Allah'tır. Kur'an'da Tanrı, kendi adını "Allah" olarak be­

lirtiyor ve kendisinden başka ilah olmadığını, her şeyi

yönertiğini, bu nedenle kulluk edilmesini istiyor. Ancak

insanlar anlasınlar diye yaratıcılığı, gücü ve iradesi üzeri­

ne açıklamalarda bulunduktan sonra bu yargısını belir­

tiyor. Hünkar, Tanrı'nın Peygamber'inc şöyle seslendiği­

ni varsayar:

"Tanrı Teala "Ey Muhamıned, lsm-i h.am'ım Allah'tır.

Keremimi bildiren adım Rahman'dır. Lürfumu bildi­

ren adım Rahlm'd.ir. Eğer her durumda "BiJmi'llahi'~

Rahmani'r- RahimN dersen ben keremim ve lürfum ile se­

nin bekçin olurum, dedi." (2007: 42).

Hacı Bektaş-ı Veli, Hakk'ın dost ve yardımcı oluşunu

güzel bir "latife" ile an lam.

"Latife: Tanrt Teala "Ey müminler k!tftrlerin taptık­

larına "el-LJtn derler. Bunaldıkları zaman "el-LlıtN der­

ler. Ama fayda bulama.z/ar. Smin taptığın Allnh'ttr. Sen de

bunaldığın zaman "Allah" diye seslenir ve fayda bulama.z­

san, Allah diyen ile el-LJt diyen arasında ne fark olıır?"

(2007: 46).

Hünkar'ın Allah'ı bu şekilde konuşrurması şüphesiz ki

Kur'an'daki ayetlere bağlı olmalıdır. Bunlardan sadece

biri şöyledir: Bilmez misin ki, göklerin ve yerin hüküm­

ranlığı Allah'ındır. Sizin için Allah'can başka ne bir dost,

ne de bir yardımcı vardır (Bakara, 107).

Hünkar, Tanrı'nın Elest Meclisi'nde ruh larla görüşrüğü­

nü beyan eder. Elesı Meclisi, Tanrı'nın ruhla.r ı huzurun­

da copladığı mecl istir. Burada coplanan ve dünyaya ine­

cek o lan ruhlar Hakk'tan "hasekilik" (gözde olmayı) di­

lerler. Hakk Teala ise onlara ancak dünyadan yüz çevi­

renlerin, yüzünü ahirete dönenlerin bu mükafattan ya­

rarlanacağını söyler:

"Hakk Teala onlara; "Ben sizi yurdunuzdan ayırıp

garipliğe gönderiyorum. O yerde iken oraya gönül ve­

rip yurdunuzu unutmazsanız, benim nurumun sevgi­

sini bekleyip nurumun yerine dünyayı ccrcih etmezse-

niz, Rahmetimjn çokluğundan size camrdığım gibi, bu kadar fazla ihsanda bulunuyorum. Benim gibi bir

Rahimliğim ve Halimliğim sofrasından sizi doyurayım.

Ne kadar çok suçunuz o lsa da on ları bağışlarım; yecer ki

benim üstüme başka bir nesne tercih ermeyeseniz. Her

kim biz.im huzurumuzda hasekilik dilerse, dünyadan yüz

çevirsin, yüzünü ahirete döndürsün. Kendisinden yana

kulluğunu amrsın biz de onu haseki edelim. Ona rür­

lü rürlü hilacler giydirelim, perdeyi ka.ldırıp cemalimizi

gösterelim. Her baktığım ızda biz onu görelim o bizi gör­

sün." (2007, Tefsiri: 73).

Bu anlarım Hacı Bektaş-ı Veli'nin Tanrı tasavvurunu çok

güzel yansıcmakcadır. Tanrı esirgeyen ve bağ~layandır

(Rahman ve Rah1ın'dir). Tanrı cömerttir, kul bir adım

atarsa O on adım atmaktadır ve dünyayı küçlimseyen

kullarına vakti gelince cemalini gösterme sözü vermek­

tedir. Üstelik her baktığında kul Tanrı'yı, Tanrı kulu gö­

recektir. Bu ne müthiş anlacımdır. Hakk ile kul arasında

bu güzel muhabbeti kim daha güzel anlaıabilirdi!.

Kur'an'da ancak halis kulların kıyamet vaktinde kendi

wcına yüzlerini dönüp bakacakları bildirilmektedir. Mü­

min kulların ruh halinde, ahiret hayacında Allah'ın cc­

ma.lini görebileceği belirtiliyor. Hünkar da Kıyamet su­

resi 22. ve 23. ayetlerden hareketle bu açıklamayı yapmış

olmalı. "O gün bazı yiizkr parlayacak Rabkrine bakacak­

lardır" (Kıyamet, 22, 23).

Hünkar Hakk Teala'n ı n ResCılline "Aluned" adıyla hi­

cap ederek dört kicabın öılinü Fatiha içinde copladığını,

Fatiha'nın özünü Besmelede topladığını, berkim Besme­

le çekerse dörc kicabı okumuş gibi, bunlarla ibadet ecmiş

gibi sevap vereceğini belirtir: .

"Ey Ahmed, dörr ki cabın tamamını copladım,

Fatiha'nın içinde koydum. Fatiha'da ne varsa hepsini

Bismillahi'r-rahmani'r-rahim'in içine koydum. Senin

ümmetinden kim bir kez iman ile doğru Bismil/ahi'r­

Rahmani'r-Rahim derse; Tevrat'ı, İncil'i, Zebur'u,

Kur'anı okumuşçasına ve bunlarla ibadet etmişçesine

sevap vereyim. Bu ne güzel kerem, bu ne güzel lücuf ki

birkaç damla murdar sudan meydana gelmiş insana

padişahın dergahı dururken, göz göre göre rasc gele bir

acizin dcrgih ı na giden (kulun) coprak başına olsun. Ki­

tabımın dergahını, rahmetimle, şefkacim le, iyiliklerle

bezedim. Elbette ki hediyem dergahıma layık olacaktır."

(2007: 97).

Hünkar Tanrı'nın fakir kuluna yaptığı emsalsiz. lücuHa­

rının kendi dergihının yüceliği ile mütenasip olacağını

belirtir. Buna rağmen aciz olan bir nesneye rapan kulun

da vay haline.! Burada yer alan Fatiha ile ilgili anlaum­

lar Hacı Bekcaş-ı Vdi'ye atfedilen Fatiha tefsirinde de yer

alnıakcadır.

Hacı Bekcaş-ı Veli'nin anlatımlarında Tanrı, Adem'e çok

yakındır, dosmır.

Adem'in ağladığını görünce şöyle seslenir:

"Ya Adem, niçin ağlıyorsun? diye seslendi.

llaht "Ayrıl ık belasından" dedi.

Tanrı Teala "Ya Adem bizim cemalimizi görmek is­

teyenler, bizim adımızı alışkanlık haline getirsin ki ben

perdeyi kaldırıp yüzümü ona göstereyim" dedi." (2007:

121).

Tanrı elbette insan gibi bir sıfata, yüze sahip değildir.

Ancak Hünkar insanlar anlasın diye, insan Hakk'ı ken­

disinde bilsin d iye ve kendi özünü Hakk'tan bilsin diye

bu açıklamaları yapar.

Hünkar Tanrı ile son peygamberi Muhammed Musta­

fa arasında şöyle bir konuşmanın geçtiğini varsayar. Sı­

radan insanlar için bunun rasavvur bile edilmesi güçtür.

Oysa Hünkar' ın Tan rı ve insan an layışı bunu mümkün

kılmaktadır.

"Tanrı Teala "Ey cömerc peygamber, ben senin üm­

metini senden bin kat f.ızla severim. Çünkü Uilahe

illallah Muhammedun Reslılullah, derken önce benim

adımı sonra da seni söylerler. Her ibadette önce fanı,

sonra senin sünnetini yaparlar. Senin ümmetin benim

kullarımdır. Sen onlara şefaat edersen ben lücufra bulu-

312 AU 1 O • A K LT l

nurum. Şimdi onlar benim kudretimin ve büyüklüğü­

mün hakkı için Bismi'llahi'r-rabmani'r rahim derlerse;

ben her işlerinde onlara kendilerine daha yakın olayım.

Allah'lığunla onların dünyada ayıplarını örteyim. Rah­

manlığımla ahirecce diğer insanlar arasında rezil etmeye­

yim. Rahlmliğimle işledikleri günahları, sevaplarla (iyi­

liklerle) değiştireyim", dedi "(2007: 45).

Meleklerin yaratılışları ve cennetteki görevleri ve Bismil­

lah diyenlerin mükafacı şöyle hildye edilmektedir:

"O deniu vannca o kuş dünya kadar büyiidü, dmi­

u daldı. Çok su kaldırdı, çıktı. Arım altına gitti. Silkin­

di. Onun kanadından bin ktz bin damla nur damladı.

Tanrı damlayan her bir damladan bir melek yarattı. O

meleklere emretti: "Gidin hizmetklirları alın, cennete va­

rın. BismiUah diyen için kiminiz köşkler yapın, kiminiz

bağlar bahçeler dikin, kiminiz ırmaklar düzün. N O andan

itibaren melekler ta kıyamtte kadar o işle 111eşg11/diiler. •

(2007: 105).

Görüldüğü gibi buradaki anlatım Hakk Dini'nin kolay­

lıklarla dolu olduğunu, bir Besmele çekmenin bile melek­

lerin insana lıizmer için koşmasına neden olduğunu yan­

sıcmakcadır. Ancak Kur'an'ın özünü kavram~ biri böy­

le düşünebilir ve böyle iFadc edebilir. Hacı Bektaş-ı Vdi

bunu başarmış bilge bir şahsiyettir, erenlerin piridir, ser­

çeşmed ir.

4. Hüsniye

Alevi klasiklerinden biri olan Hüsniylde yer alan anlarım­

lar, kitapta belirtildiğine göre, mucasavvıf Mekke'li Şeyh

Ebul Fctb'in ağzından nakledilir. Eserin ya7.arı ve yazı­

lış tarihi bilinmemektedir. Eser, halife Hanın Reşid' in

huzurunda, Basra'nın ünlü bilginlerinden İbralıim Ha­

lit, imam Şafü ve Ebu Yusuf ile bir rüccarın cariyesi olan

Hüsniye arasında geçen carrışmaları içermektedir. Tıic­

car lmam Cafer-i Sadık'ın müridi olduğu iç.in Hüsniye

Cafer-i Sadık'tan beş yaşından yirmi yaşına kadar eğirim

alma imkanı bulmuşcur. Hüsniye, Cafer-i Sad ık'ın şehit

edilmesinden sonra malı mülkü elinden alman rüccann

durumunu düzeltmek için Harun Reşid' in huzurunda

ulema ile tartışmayı önerir. Yapılan anlaşmaya göre ca­

riye kazanırsa tüccar üç bin alcın alacakrır, kaybederse

Hüsniye Harun Reşid'e verilecektir.

Hüsniye ile ulema arasında geçen rarrışmalar esas olarak

Ehl-i Beyt'in din anlayışı ile Hanefi mezhebi mensupla­

rımn din anlayışı çerçevesinde gelişir. Bu caruşmalarda

Hüsniye Kur'an ~yetlerini ve hadisleri deli l olarak göste­

rir ve caruşmanın sonunda Harun Re~id ve çevresi onun

üstünlüğünü kabul etmek zorunda kalır.

Hüsniye adlı eserde caruşılan cemel konular şunlardır;

1. Halifeliğin kimin hakkı olduğu, 2. Hayır ve şer, 3.

Peygamber, veliler ve imamların günahsızlığı, 4. Kur'an,

5. Hakk Yolundan gidenler, 6. Allah görülebilir mi?, 7.

Hz. Peygamber'in mirası, 8. Ehl-i Beye düşmanlığı.

Hüsniye din ve mezhebini şöyle açıklar; "Son Peygamber

Hı. Muhammed' in ve onun Ehl-i Beyc'inin dininden ve

mezhebindenim" ( 1997: 15). Burada dikkat çekici olan

şey din ve me-ı.hebin bir bütün o larak algı lanmasıdı r. Bu

anlay4a göre din tektir ve onun mezheplere ayrılması söz

konusu değildir.

Aslında mezhep ayrımı başlangıçca yokcur. Mezhepler

İslam hukukunun günlük sorunlara uygulanması sıra­

sında doğan yorum Farklılıklarından kaynaklanmıştır.

Hukuk bilginleri olan Ebu Hanife, Şafii, Malik ve İbn

Hanbel'in yaptığı yorumlar onlardan sonra mezhep ola­

rak algılanmıştır.

Hüsniye ile İbrahim Halit arasındaki ilk taraşma Hz.

Muhammed'dcn sonra halife.liğin kimin hakkı olduğu

sorunudur. Hiisniye'nin bu soruna yaklaşımı şöyledi r:

Halifelik ilk iman edenin hakkıdır. İlk iman eden Hz.

Muhammed' in danıadı ve amcasının oğlu Ali'dir. Ali kü­

çük bir çocuk olduğu halde iman etmiştir. ( 1997: 18).

Hüsniye Hı. Muhammed'in çevresindekilere şöyle

dediğini aktarır; "Sizler, benim en yak.ın arkadaşlarım

olarak da biliniz ki yüce Allah beni ve Ali'yi aynı nurdan

yarattı ... " (1997:2 1).

&EÇ>llfTL" &ONCMC 313 u.vı IE>:TA~I KOLTC•

Ademden beri gelen "nur"un ikiye ayrılması ve her bi­

rinden Muhammed Musrafa ve Ali'nin varolması inan­

cı, Alevi teolojisinin önemli dayanak nokralarından bi­

ridir. Alevi inancına göre Hz. Muhammed ve Hz. Ali

aynı "nur" dan yaratılmışlardır. Bu nedenle nefesler­

de "Muhammed Ali" veya "Ali Muhammed" denir. Biri

nübüvvenin diğeri velayetin temsilcisidir. Her ikisi de

Hakk nurunun yansımasıdır. Bu nedenle zikirler, aşıklar

"Hakk-Muhammed-Ali" derler. Bu derinliği kavrama­

mak, başka manalar çıkarmaya sebep olur ki yani ıştır.

Kur'an'dan delil gösterme Hüsniye'nin taraşmalar sı­

rasında kullandığı bir yöntemdir. Bu yöntem Ehl-i

Beye inancının tamamen Kur'an'a dayandığını, Hakk

Oini' nin kendisi olduğunu gösrermek için uygulanmak­

tadır. Bu anlayış Hz. Ali'nin bütün hutbelerinde, mek­

tuplarında yer almaktadır. Dolayısıyla Ehl-i Beye soyu

ve onların izinden gidenler, erenler, veliler bu yöntemi

sürdürmüşlerdir.

Hüsniye tartışmada önce Peygamberin vasisi, yardımcısı,

halifesinin, imamın Ö"LCl1iklerini sıralar ve bu öıclliklerin

ancak Hz. Ali'de bulunduğuna işaret eder.

Bu özelliklerin bir kısmı şöyledir: İmam, Hz. lbrahim'in

nesl inden gelmeli; babaları ve ecdadı asla puta rapma­

mış olmalı; temiz doğmuş, iman ve inancı ram, ma­

rifer ve ilim sahibi olmalı. Güıel ahlaklı ve edepl i, iyi

ve cesur olmalı; bilgisi, masumiyeti, temizliği, hikme­

ti, arınmışlığı ile tanınmalı; kafirler, zalimler, ikiyüzlü­

ler ve ıulmediciler onun heybetinden ve azametinden

korkmal ı. Sahip olduğu her şeyi Allah yolunda harcama­

lı; Kur'an-ı Kerim'in yorumu 1.or ayeclerini rahatça yo­

rumlayabilmeli, ayerlerin hakiki anlam larını bilmeli; her

zaman yoksul ve düşkün durumda olanların derelerini

dinlemeli; Allah'ı ve Peygamberini canından çok sevmeli

{1997: 84).

Hüsniye Hz. Ali'n in Hakk karında Peygamberin vasisi,

halifesi olarak tayin edildiğini öıecle şöyle anlatır; Veda

Haccı'nda açıkça yazılıdır. Allah'ın Peygamber'i Gadir-i

Hurn'a hacı adaylarıyla ile birlikte yerleşti. Allah'ın em­

riyle Cebrail oraya inip Maide suresi 67. ftyeti getirdi:

Ey Peygamber! Sana Rabbin'den indirilen mıri bildir.

Eğer bildimınsm, O'mm peygamberliğini yapmamış olur­

sun. Allah seni insanların fitnesinden korur. (Maide, 67).

O zaman Hz. Peygamber, develerin scmerlerinden mey­

dana getirilmiş bir minbere çıkıp şöyle seslendi: "Ben ki­

min efendisi isem Ali de onun efendisidir. Ya Rab, Ali'ye

bağlanana dostluk göster, düşmanlık edene de düşmanlık

et. Ona yardım edene yardım et, ona hor bakana hor bak.

Her kim ona zulmedcrse ona lanet eyle ya Rab" { 1997:86).

lslam Peygamberi Hı. Muhammed böyle yakarınca Ceb­

rail Maide suresi 3. ayetini indirdi;" Bugün dininizi, yani

size verdiğim nimeti tamamladım. Din olarak siu lslamı

verdim .. " Hüsniye bu konuda doğru bildiklerini söylc­

mderini ısrarla isteyince orada bulunan alim Kadı Ebu

Yusuf şöyle der; "Peygamber' in sahabelerinin, Kur'an

yorumcularının ve hadis uzmanlarının çoğu, belirttiğin

ayetin Ebu Talip oğlu Ali hakkında indiğini kabul etmiş­

tir. "Ben kimin efendisi isem .. ." diye de başlayan hadis

de doğru ve b ilinen bir hadistir ve o dahi Ali hakkında

söylenmiştir".

Hüsniye, Maide 55. ve Al-i İmran 61. fiyeclerinin Hı. Ali

hakkında olup olmadığını sorunca Ebu Yusuf "Bunda

herhangi bir yanl1ş ol madığı gibi, i.nkar ermek de doğru

olmaz" der {1997:85-87).

Hüsniye, Necm 3. ve 4. ayetlerini örnek vererek Peygam­

berin tüm söylediklerinin Allah tarafından ona bildiril ­

diğini ifade eder. \& o arzusıına göre söz söylemez. Onun

sözıi Allah tarafindan vahyolunnıuştur {Necm, 3,4).

Hüsniye Peygamber'in hasta döşeğinde vasiyet yazmak

için kağıt kalem istediği zaman, Hattab oğlu Ômer'in

buna engel olarak "Kur'an bize yerer" dediğini; vef.ırın­

dan sonra cenazeyi kaldırmak yerine Ebubckir'i halife

seçme telaşına düştüklerini; Hı. Ali ve yakınlarının Pey­

gamberi defn ettiğini; Ebubekir'e zorla ve hile ile biat

edilmesine karşı sabır gösterdiğini; sahabeden on iki ki­

şinin Ebubekir'i öldürmek istediğini; Hı. Ali'nin buna

engel olduğunu, kendisine sağlığında peygamberin sabır

göstermesini telkin ettiğini bildirir. Burada Hı. Ali'nin

ağ-.ı:ından aktarı lan Peygamber'c ait sözler çok anlamlıdır:

C!(.Mllf[.' GCNCMCZE 314 1 ALl\ 1 BU:TAll < LTCR

"Ey Ali! Benim ümmetim benden sonra sana zul­

medecek, sözlerinde durmayacaklar. Ey Ali! Biz seninle

Musa ve Harun gibiyiz. Nasıl ki İsrail oğulları Harun'u

bırakıp öküze tapalar, benim ümmetim de seni bırakıp

başkalanna uyacaklar."

"Ey Al i! Sabrec. Onlarla savaşma. Çünkü kılıçlar çe­

kil irse, Kur'an-ı Kerim, Enam suresi 95. ayerre yazıldJğı

gibi ölüden diri çıkar, diriden ölü. Hiçbir sonuca ul~a­

mazsınız. İslam yok olur. Ey Ali! Allah'ın emri şudur ki,

sabır ve rahammül edip evinde oturmalısın. Harta maz­

lum olduğun zaman bana kavuşursun" (1997: 94).

Hüsniye, Hz. Peygamber'in Ehil-i Beyt'ine, yakınları­

na, akrabalarına sevgi calebinin Allah'ın bir isteği oldu­

ğunu belirtir. Bunun için Kur'an-ı Kerim Şura suresi 23.

ayetini gösterir: De ki, size verdiklerime karşılık sizden

hiçbir şey istemiyorum. Sadece yakınlarıma sevgi istiyorımı

(Şura, 23) ( 1997: 99).

Bir Alevi klasiği olan Hüsniye adlı eserde "hayır ve şer"

konusu da taraşılır. Soru şudur; "Hayır ve şer" Allah'tan

mıdır yoksa "hayu" Allah'tan "şer" insanın nefsinden mi

kaynaklanır?

Hanefi mezhebinden İbrah im Halit'e göre "hayu ve

şer" Allah'tand ır. Fikrine kanıt olarak da Kur'an'dan bazı

ayetleri gösterir (1997:29).

Hüsniye bu ayetleri yorwnlar ve b~ka ayetlerle descekle­

yerek fikrini açıklar; Ona göre noksanı ve kusuru olma­

yan iyi şeylerin tümünü Allah'a mal ermek doğrudur. Al­

lah, lücuf, uyarı, kudret, kuvvet, akıl ve buna benzer şey­

leri kafirlere de bağışlamışar. Böyle olmasaydı onlar ger­

çeği görmedikleri zaman, görmeme yeteneğinden mah­

rwn bırakıldıkları için hata yaptıklarını savunacaklardı.

Allah peygamberleri insanlara ona karşı bahane öne sür­

memeleri için gönderdiğini buyurmuştur. Allah kullarını

saptırıp yoldan çıkarmış olsaydı o eylemi başkasına isnat

etmezdi ve cezalandırmv.dı. "Biz insana doğru yolu gös-

baskısında sonuç kısmında Harun Reşid'in huzurun­

da yapılan tanışmayı Hüsniye' nin ka-1.andığı, b~ta ve­

zir Yahya Bermeki olmak üzere birçok devlet büyüğü­

nün Hüsniye'ye dualar ettiği, Harun Reşid' in o tarihten

sonra Ehl-i Beyt' e zulüm etmekten vazgeçtiği ve baş­

tan yapılan sözleşmeye uyduğu anlaulır. Böylece İmam

Cafer-i Sadık'ın yanında yetişmiş olan bir cariyenin ul~­

tığı bilgi düz.eyinin ne kadar mükemmel olduğu ve Ehl-i

Beyt yolundan gidenlerin tezlerinin her zaman daha güç­

lü olduğu mesajı verilir.

Eser Anadolu'da Aleviler tarafından yüzyıllardan beri bi­

linmektedir. Esere konu olan taraşmalar geçmişten bu

güne r~ınmıştır. Hüsniye adlı eserin etkisinin yaygın ol­

duğunu Sünni ulemanın yv.dığı karşı eserlerden an­

lıyoruz. Buna örnek Ahmer Feyzi Çorurni'nin yazdı­

ğı el-Feyzii'r-Rabbtint fi Ebatili'l-lrani adlı eser gösterile­

bi lir. Nakşibendiyyc rarikacınm Hllidiyye koluna men­

sup, Çorum'da medresede müderrislik yapmış, uzun

süre müftülük götevinde bulunmuş olan Ahmet Fey-li

Çorurni (1839- 1909), bu eserinde Hüsniye'deki te'Llcrc

karşı açıklamalar yapmıştır. Ona göre eser Şam' dan İran' a

1551 yılında getirilmiş ve burada Arapça'dan Farsça'ya

çevrilıniştic Türkçe çevirisi 1853'dc yapılrnışm. Al1mec

Feyzi ÇorumJ. eserin Osman lı ülkesinde fıme ve fesatçı­

karmak için Şah İsınail'den sonra kaleme alınm ış oldu­

ğunu beli rtir. Ona göre Hüsniye Şiilik iddiasında olan

bir grup tarafından, cahil avamı saparmak ve akidelerini

bozmak amacıyla yazılmış ve yayımlanmıştır. (2000: 21).

Şia ile Sünni anlayışların arasındaki farklılaşmayı Ş ia'nın

lehine aktardığı ileri sürülen Hüsniye, Çorumi tarafın­

dan bir kitap genişliğinde analize ve eleştiriye tabi rutul-

muştur. Bu durwn Hümiye'nin Anadolu'daki etkisinin

Sünni ulemayı tedirgin ettiğini göscermektedir. Hüsniye

adlı eserin içeriğinin doğru veya yanlışlığından önce bu

algılama önemlidir.

terdik; ister şükretsin ister küfretsin" (Dehr,3). 5. Velayemameler

Hiisniye adlı eserde yer alan diğer tartışma konuları- Velayetname veya Vilayetndme olarak isimlendirilen eser­

na burada girme imkanımız yok. Eserin sadeleştirilmiş !er velayet sahibi olan zatların olağan ve/veya olağanüs-

tü yönlerini yansıtan metinlerdir. Bu nedenle bunlara

menkibelerden oluştuğu için mendkıbname de denmek­

tedir. Velayet sahibi kimseler Hakk'ın kendine dosc kıl­

dığı ulular, veliler yani insan-ı kamil aşamasına ulaşmış

bilge kişilerdir. Velayet sahibi olanların başında Yolun

kurucusu Hı. Ali ve onun izinden giden Hacı Bekraş-ı

Veli gelir.

En yaygın olarak bilinen Vclayemameler şu şahsiyeclcr

için yazılmışrır; Hacı Bekraş Hacım Sultan, Abdal Musa

Sultan, Kaygusuz Sultan, Seyyid Ali Sultan, Sulcan Suca­

eddin Veli, Orman Baba vb.

Hacı Bekt11j-ı Veli Vel.ayetnamesi

Bu velayem~mc, Hacı Bekraş-ı Veli'nin soy kütüğü, haya­

u, eğitim i, Ahmed Yesevi, Lokman parende ile olan iliş­

kisi, Anadolu'ya (Rum'a) gelişi, Suluca Karayiik'e yerleş­

mesi, Tabduk Emre'ye nişan göstermesi, Yunus Eınre'ye

nasip vermesi, Hızır Nebi ile buluşması, gösterdiği diğer

kerametler, Osmancığa (Osman Bey'e) saFa-nazar etme­

si, Hakka yürümesi, türbesinin yapılması vb. konuları

içermektedir.

Müellifi kesin olmamakla birlikte yaygın kanaat

"Firdcvsi-i Rumi" lakabıyla tanınan Fatih ve il. Beyaııd

zamanında yaşam ış Bursalı İlyas bin Hızır olduğu san ıl­

maktadır. 14-layetname'de 150lyılında posmişin olan Ba­

lım Sultan'dan söz edilmemesi onun bu tarihten önce ya­

zıldığını göstermektedi r.

Vt/ayemltme şöyle başlar;

"Arifarin kutbu, erenlerin sım Horasanlı Hz. Hünkar

Hacı Bekraş-ı 14-li'nin şerefli nıenakıbıdır (KS.A.)"

(2007: 57).

Vtldyemame Hacı Bektaş-ı Veli'nin soyunu yedinci lmam

Musa Kl\zım'ın oğlu İbrahim Mükerrem Mucap acacılı­

ğı ile oniki imama ve Peygambere bağlar. Vtlltymıame'ye

göre Bekcaş doğuşuyla birlikte kerametlerini gösterme­

ye başlar. Altı aylık olduğu zaman ilk sözü şu olur; " ~­

hcdü en la ilahe illaUahu vahdehu la şerike leh ve eşhe­

dü enne Aliyyen velı'yyııllahn. Çocuk Bektaş'ı Hoca Ah­

med Yesevl'nin halifesi şeyh Lokman-ı Perende'nin yanı­

na eğitilmek üzere verirler. Genç yaşta kerametler göste-

rir. Bu nedenle kendisine Hünkar Hacı Bektaş Horasani

denir. Elindeki yeşil beni, Hı. Ali'nin nişanı olarak kabul

edilir. Bunların sonunda Lokman-ı Perende öğrencisine

derin saygı duyar ve dervişler ona bağlanır.

Ve/ayemltme Hoca Ahmed Yesevl'yi Horasan ülkesi­

n in valisi, 99 bin Türkistan pirinin piri, Muhammed

Hanefi soyundan bir scyyid olacak gösterir. Sekizinci

lmam Ali Rıza'd:ın icazet almıştır. İmam Rııa Muham­

med Mustafa ve Ali Murtaza'dan kendisine intikal etmiş

olan emanetleri (taç, hırka, sofra, it/em, seccade) Ahmed

Yesevl'ye verir. Yesevi de bu emanetleri Hünkar'a devre­

der. Böylece 14-/ayemame yol zincirini de belirlemiş olur.

Hoca Ahmed Yesevi, Hacı Bekraş-ı Vell'yi erkana uy­

gun olarak tıraş eder, emanetleri ve icazeti verir ve şöy­

le seslenir;

"Ey Bektaş şimdi tamamen nasibini aldın. Müjde o/­

sun ki kutbu'[. aktabiık membesi senindir, kırk yıi hük­

mün vardır. Şimdiye değin bizimdi. Fakat bundan sonra

biz dünyada (yokluk evinde) çok kalmayıp ahrete göçece­

ğiz. Sen de Rum'a (Anadolıı'ya) yöneksin ... . Seni Ana®/11

ermkrine btıf yaptık. S11/11ca Karaöyük'ü sana yurt verdik.

izin verdik artık eğknme yola çık. •(2007:165).

Ahmed Yesevl (ölm. 1167) ile Hacı Bekraş- ı Veli'nin

(1209-1270) yaşadığı dönemler karşılaştırılırsa bir ara­

da bulunmaları söz konusu değildir. Ancak Lokmanı Pe­

rende ile bağlantı sağlanmaktadır. Sonuç ne olursa ol­

sun, esas olan Bekraştlcrin bu birlikceliği görmek isteme­

leridir. Bu nedenle Ahmed Yesevi Hünkar'ın piri kabul

edilir ve onun tarafından Anadolu'yu aydınlatmak üzere

gönderildiğine inanılır.

14-/ayemltme'de Alevi-Bektaşi toplumunun önderi olan

Hünkar'ın kutsallığına dönük söylenceler geliştirilir.

Hacı Bekcaş-ı Veli'nin güvercin kılığında Anadolu'ya gel­

mesi, cansız duvarı yüriicmesi, darı yaprağının üzerinde

iki rekat narnaı kı lması bunlardan bir kısmıdır. Bunlar

evliyanın kerameti olarak kabul edilir.

Hacı Bekcaş-ı Veli Anadolu'ya güvercin kılığında gelir­

ken bunu ilk fark eden Seyyid Nuretrin'in kızı Fatıma

Bacı'dır. Gözcü Karaca Ahmed bile Fark ermediği halde

bir kacLnın fark etmesi anlamlıdır.

lc111Kt Duası.

1 1 AltVI •E< ı Ajl KOi f0MO ı.t~MljTE~ G0NU\1UI 317

Bir D~J~ lrautnllmci.

Ati <N(M>J 3J8 1•\IBK1'1~LK

Anadolu'ya girdiğinde Rum erenleri Hünkara mürşidini,

kimden nasip aldığını, nereden geldiğini sorarlar. Hünkar

da Hz. imam Musa Kazım'a dayanan neslini saydıktan

sonra, "Mürşidim, doksan dokuz bin Türkistan pirinin

başı Hoca Ahmed Yescvi'dir. Meşrebim, Muhammed­

Ali'den, nasibim Hüda'dandır" der (2007: 182).

Vel!iyetnamlye göre Hünkar Sulucakarahöyük'e yerlcş­

tilcten sonra kısa zamanda kerameclerini duyup ona ina­

nalar çevresinde toplandı. Muhipler, dervişler arasında

batın ilminde olgunlaşmış olanları halife olarak görev­

lendirdi. Hünkarın 36.000 halifesi vardı. Yani bu kadar

çerağ uyandırmış ve Anadolu'yu aydınlatmak üzere her

birini bir yere göndermişti. Saru Saltuk, Taptuk Emre,

Kolu Açık Hacım Sultan, Barak Baba, Hııır Samir, Pir

Ebi Sultan bunlardan ba-ıı l arıd ır. Kendisine yakın olan

ve erkanda, yolda ona hizmet eden 360 derviş bulunu­

yordu. Saru İsmail (ibrikdar), Güvenç Abdal, Seyyid Ce­mal, Baba Resul (ferraş), Huy Ara bunlardandır. Bunlar

arasında da hiyearşik bir düzen vardır. Örneğin Seyyid

Cemal Hünkat' ın en ulu halifesidir, öbür halifelerin üst

yarunda oturutdu. Ondan sonra Kolu Açık Hacım Sul­

tan gelirdi. Hünkar batın kılıcı ona vermişti. Daha sonra

Re.stil Baba gelirdi. Hünkar Hakk'a yürümeden önce bu

güzide halifelerine nereyi yurt edineceklerini bildirmişti.

Vel!iyetname'ye göre Hünkar'ın tacı elifı ve Hüscynidir.

Kendisine bağlananlara da erkan gereği tıraş eder, baş­

larındaki kisveyi tekbirler, gözlerini ve sırtlarını sıvaz­

lardı. Halife olacak dervişlere ayrıca icazet verir, taç ve

hırka giydirirdi. Sofra kurulur, sohbet edilir, semaha

durulurdu.

Hacı Bektaş-ı Vcll'nin nasip dağımğını başlangıçta kav­

ramayan ancak daha sonra bunu anlayıp ona bağlanan ve

sonra aşk ile yola devam edenler de vardır. Tapcuk Emre

ve Yunus Emre bunlara örnektir.

Velayeman1e'den öğrendiğim i1,c göre, Hacı Bektaş-ı Veli

ile Fütüwet ehlinin ulusu Ahi Evren yakın dosttur­

lar. Ahi Evren "kim bizi şeyh edinirse onun şeyhi Hacı

Bektaş Hünkar'dır" der. Bekraş11ik ve Ahilik'te yola gi­

riş ayini, eşik öpme, kuşak bağlama merasimleri, okunan

tercümanlar (dualar) ve kıyafccler bakımından benzerlik­

ler bulunmaktadır.

Velayemameye göre, Selçuklu Sultanı "Selim Han Gazi

oğlu Kılıçarlan'ın oğlu Sultan Alaeddin Keyhüsrev"

Hünkfır'a saygı duyar, bir sorun olursa danışır, istekle­

rini yerine getirir. Kendisinden yardım isteyen Osman

Bey'e elif tacını tekbirleyip giydirir, belindeki kuşağı çı­

karıp ona kuşanr, önündeki çcrağı uyandırır, yayılı sofra­

yı Osman Bey'in önüne koyar, dua eder.

•Kafirkr bizim başlığımtZJ senin başmda gördiikkri za­

man elkrimkki kılıcı sıkı tutmasmlar. Senin kılıcm onları

kessin. Onlann kılıcı seni kemıesin. Her 11errye girkrmı fet­

hedip gelesin ... Hünkar adımı sana bağııladım. Gü11 ®ğu­

sundan batısma kadar çırağın yaıımı. Anadolu erenleri bu

makamı birisine vermek istedi. Her biri birisini ııygun gör­

dü. Ben yedi yıldır senin ruhlarım velayet elinde saklayıp

duruyorum. işte geldin. Nasibini aldm. Bizden 11asip buy­

dıt. sana ıılaştı" dedi.

Sonra o itimat edilen kişilere dönüp "Gidin oğlıımuz Ala­

addin padişaha bizden selam söyleyin. Brına yüce bir ma­

kam versin. O da bunu bizim gibi dini ayrı düşmanla­

rın üzerine göndersin. Kafire kılıç vurup gaza etsin" dedi.

(2007: 5 50).

Sultan Alaeddin'e de makam vermesi için haber salar.

Bunun Ü7.erine Sultan Alaeddin'in Osman Bey'e Sulra­

nönü sancağını verir. Osman Bey'de kendisine uyanla­

ra Hünkar'ın giydirdiği caca benzer taçlar giydirir. Kendi

kapıkullarının ak börk, çevreden gelenlerin kırmızı börk

giymelerini iscer. Askeri çoğalan Osman Bey, Bilecik'ten

Bursa'ya kadar olan bölgeyi alır. Beylik devlet olma yo­

lundadır. Hacı Bekcaş-ı Veli'nin moral desteği ve halife­

lerini, dervişlerini seferber etmesi devletin kuruluşunda

önemli rol oynar.

Vclayemamenin sonunda Hacı Bekı:aş'ın Hakk'a yürü­

meden kısa bir süre önce çok değer verdiği hal ifesi Saru

İsmail'e bildi rdiği öğütler yer alır.

Otman Baba Velayetnamesi

Orman Baba 15. yüzyılda Horasan'dan Anadolu'ya gel­

miş, Anadolu ve Balkanların fethine katılmış bir gazi

derviş, bir alperendir. Onun hayatı hakkındaki bilgiler

daha çok menkıbelere dayanır. Vdayernamesinde bil-

GEÇMIHL" cc" >tCZE 319 ALEYI BE"T~I KCLTC•

Yatma Bir Omımı Baba Vrlô)'ttmtmetiiıin iç &palt Sayfası.

G ÇMIJTE' CO>< M 320 VI 1 KTAJI KCLT k

dirilen rivayerlere göre Otman Baba H.780 M. 1378-

79'da doğmuş, H.833 M. 1402 yılında Timur'la be­

raber Anadolu'ya gelmiş HOğuz dilinde söyknm" esas

adı Hüsam Şah olan bir velidir. Velayetnamesinde bil­

dirildiğine göre H. 883 M. 1478'de Hakk'a yürümüş­

tür. Bulgaristan'daki rekkesi, devrinde ve daha son­

ra en önemli Bek~i rekkelerindcn biri haline gelmiş­

tir. Önemli bir Bckraşi velisi olan Akyazılı Sultan'ın da

şeyhi sayılmaktadır. Ayrıca Muhyiddin Abdal, Mec­

zub Abdal gibi pek çok cekke şairinin Orman Baba'ya

bağlı oldukları, şiirlerinde ondan hürmerle bahsettik­

leri görülmckccdir. Vtldymıame-i Otman Baba adlı

~er, şeyhin yakın halifelerinden olduğu anl~ılan ve

daima kendisiyle birlikce dolaşan "Güççük Abdal" tara­

fından onun ölümünden beş yıl sonra (H. 888 M. 1483)

yazılm ıştır.

Vt/Ayemame'ye göre, Hakk ·ıcafa Adem'e neslinden 56 kuşak sonra dünyaya gelecek olan son peygamberi, nü­

büvvec makamını ve velaycc makamını bildirmişcir.

Burada elli ala kuşakran önemli isimler sayılır. Bu isimler

aracılığı ile nur intikal eder. Buııların bir kısmı Kur'an'da

peygamber olarak bildirilmiştir. (Nuh, lbrahim Halil, ls­mail, Uyas vb.). bir kısmı son dönem Kureyş kabilesin­

den Peygamber'in acalarıdır.

Adem Peygambcr'dcn beri gelen ilahi nur, iki kardeş olan

Abdullah ve Ebu Talib'e gel ince ikiye bölünür. Peygam­

ber Muhammed Musrafa ve Velilerin Şahı Hı. Ali aynı

nurdan yaraulmış olurlar. Hakk'ın nuru hem nübüvvet

hem de velayette kendisini gösccrir. Bu nedenle Hz. Mu­

hammed, amcasının oğlu ve sonra damadı olan Hz. Al i

için şöyle der;

"Erıe veALiyyiin mirı mirin vahid"yani "Ben Ali ile bir

nurdanıı" (2007:4).

"Lahmiike lahmi cimıtlke cismi demmiike demt mhııke

rııht" Yani "etin etimden, cismin cisınimden, kanın ka­

nımdan, ruhun ruhumdandır" (2007: 5).

Peygamber ve Veli aynı ilmin Oedün ilmi, bacın ilmi) iki

öğreticisidir.

Ene medinctü'l-ilmi ve Aliyyün babuha" yani "Ben il­

mün şehriyem Ali kapusıdur" (2007:5).

Bu anlayış Alevi-Bektaşi düşüncesinin temelidir. Pey­

gamberlik ve Velilik vahdet.in (birliğin) iki yönüdür.

Bu nedenle A1ev1-Bekıaşl inancı nübüvvet makamına

ve velayet makamına yani Hı. Muhammed'e ve Hı.

Ali'ye derin saygı ve sevgi duyarlar. Onlar aynı nur­

dan, Hakk'ın nurundan yaranldıkJarı için aslında birliği

temsil ederler. Bu nedenle "Muhammed Ali" der­

ler. Bu nedenle "Hakk-Muhammed-AJi" derler. Bunu

dediklerinde aslında tevhjdi dile getirirler "ve her kim

nübüvvet-Ü velayete inkar ide AJlahu Teala'ya inkar

itmiştir" (2007: 4).

Vtlityemamlye göre, Hz. Ali hem ilimde hem de yiğirlik­

te üstün kılınmışar.

"Ve hem Hazret-i Murtaza Ali hakkında Hakk celle ve

'ala arslanum dimişdür".

Ey ve/Ayet mtldeni şdhum Ali Ey Hudıinıın mahzarı şôhum Ali Ki Tanrı arslanıım didi sana Kalmışam sen dest-gir olgil bana Hem Muhammed hakkıına min nıiri11 vôhid !kimiz bir nurdanıız diyii Nebi şerh eykdi

"Nitekim Cebrail Hazretleri Hakk kıbelinden söyledi:

La fara illa Ali lô seyfo illa Zıi'l-fekôr (Velayetname: 5).

Vtlôyetndmlde Hı. AJi'nin yiğitliği ve kılıcının gücü

hakkında birçok olay anlarılır. Alev1-Bekıaşiler Hı.

AJi'nin bu Hakk'ran gelen yiğitliğine hayran olurlar ve

onu bütün haksızlıklara karşı çıkan bir şahsiyet olarak

kendilerine rehber edinirler.

Vtldyetndme'de nübüvvet makamı sahibi Hı. Resul

kendinden sonra nübüvvetin ramamlandığını ancak

velayetin baki olacağını bilerek Ehl-i Bcyc'iııc haki­

katın sırlarını devrettiğini belirtil ir. Anlarıma göre to­

runları Hasan'da nübüvvet ve Hüseyin'de velayet sırları

toplanır.

"Pes Hasan mahıar-ı nübüvvet ve Hüseyin malııar-ı

velayet oldı." (2007: 8).

Böylece nübüvvet ve velayet sırları Ehl-i Bcyt soyun­

da devam eder. Aleviler bu nedenle Ehl-i Beyr soyuna

ClçMllTE" GC'" >ıeZE 321 I AU\l IEKTAŞI ~CLT R

-~~~~-J~~:.~ ~: ;"

\~

9731 Nu.lı Dtfimlt Vakıf Kaydı (Vakıflar Genel Müdürlüğü Arıivi).

322

(

l• #

saygı ve muhabbecle yaklaşır, Onların izinden girmeye

çalışırlar.

Velayetname Peygamberin rorunlarına yapı lan zulmü an­

latır ve zulüm edenlerin laneclenmiş kavim olduklarını

belirtir.

"Hazrer-i Lnam Hasan'a zchr virdiler ve Hazrer-i

lmam Hüseyin'i Kerbela'da şehit irdiler ve dahı la'ne­

tullahi alô kavmi'z-zalimin ehl i oldılar (2007:9).

("Allah'ın laneti zalimler güruhu üzerinize olsun".

Araf, 44).

Alcv1ler zulme uğrayan EhJ-i Beyr soyuna büyük bir

muhabbetle saygı duyarlar. Zalimlere de laner okurlar

(Teberra). Ehl-i Beyr dosrlarına muhabbetle davranırlar,

onları severler (Tevella).

Erkan, AJevl-BekraşiJerin inanç önderleri rarafindan kon­

duğu kabul edilen, zaman içinde anonim leşen inanca ve

ibadece ilişkin esaslar, kurallar ve törenler. Erkan name ise

bu esasların, kuralların , davramşların içeriklerini ve sıra­

larını belircen kısacası rören düzenini açıklayan metin­

lerdir. Geçmişren gelen geleneksel merinler dil ve kural­

lar bakımından güncelleşcirilerek uygulanmakradır. De­

deler ve babalann ayin-i cemde esas aldıkları çok sayıda

erkanname bulunmaktadır. Balım Sultan Erkannamesi

en yaygın olanlardan biridir.

11 , , t. un ı ,o

Bu yazma eser H.1313 (M. 1895) yı lında Derviş Mu­

hammed bin Şeyh Hüseyin tarafından istinsah edil­

miştir. Eserin ilk sayfasında yer alan Şeyh Baba Cafer- i

Sadık'ın yazmanın sahibi veya müellifi olması muhre­

meldir. Eser "Der Beyan-ı Hilafet" başlığını taşı makla

birlikte üzerinde çalışanlar tarafından Bektaşilik'reki ha­

life erkanını konu aldığı için Bekraşf Erklınnamesi ola­

rak yayımlamışlarıdır. İçerik bakımından Balım Suüan

Erkamıamesi'ne benzediği kabul edilmektedi r.

Bu metin esas olarak erkanda icra edilecek ritüelleri,

okunacak rercümanları ifade etmektedir. Eser alrı başlık­

tan oluşmaktadır: Der beyô.n-t usulü hilafet, Der beyan-ı

erkan, Der beyan-ı ayin-i Cem, Der beyan-ı kemerbest, Der

beyan-t ikrar-ı kemerbeste, Erkan-ı çerağ .

Erkanname şöyle başlamakcadır:

"Ey talip, evvel rehber olan kapuya geçe özür d ileye,

tercümanını okuya, mürşit dahi özrünü kabul idüp "hu"

diyeler. Andan rehber hilafete talip olan canı elinden tu­

tup raşra çıkarub ve tiğ-i bendini alub mürşidine teslim

ede. Andan rehber gelüb talibin esvabını çıkarub ve serre

puşi bağlaya ve bunu okuya: Bism-i Şah ... " (2006: 69).

Bism-i Şah'dan sonra Arapça iki ayet yazı lmıştır. (Tah­

ıiııı: 6, 13aka ı a: 58).

Rehber daha sonra bir ayec okur, "Dilersek onları başka

hemcinsleriyk değiştiririz" (İnsan, 28) Tığ-i bendi ralipin

boynuna cakar ve şu ayeti okur; "Oraya (Kabe)ye giren

emniyette olur." (Al-i lmran,97).

Erkannamede rehberin ve ta.l ipin ne yapması ve ne oku­

ması gerektiği suayla anlarılır:

"Andan sonra bir adım gidüp "Esselamü aleyküm

şeriat erenleri, esselamü aleyküm tarikac pirleri, essela­

mü aleyküm hakikat şahları, esselamü aleyküm marifec

kamil leri." andan bunu okuya "Yüzü özü darda, eli ve

boynu ip ile bağlı, can ı feda vücudu terk edenlere koç

kurbanımız vardır. Erkan-ı evliyayı müşahede idüb hi­

lafette layık ne buyurursan ız Allah eyvallah" diye. Anlar

dahi kabullerine "hu" diyeler rehber talibi miirşit önüne

gerürüp reslim ede ve mürşit dahi talibin başına ellerini

ura ve bunu okuya ... " (2006: 70).

Burada Zuhruf, 13. ayecin Arapçası yer alm ışar. "Bütün

bımları bizim hizmetimize veren (Allah) ne yücedir. (0 ol­

masaydı) biz bunu elde edemezdik." Arkasından Yasin, 83.

ayeci okur: "Her şeyin üzerinde tasarruf sahibi olan Al­

lah ne yücedir ve hepiniz ona döndürükceksiniz. " Bundan

sonra mürşic kulağına üç defa ba'dehu telkin eder (Metin

Arapça yazılmış olup esteğfuullah ile başlayan tövbe du­

asıdır.) Metin şöyle devam eder;

"Andan mürşit bunu diye "Ey talip yalan söyleme, gıy­

bet etme, şehverperest olma, kibr-ü kin tutma, hased ey­

leme; gördüğün ört görmediğin söyleme; elinle koyma-

1323 1

<lığın şeye yapışma; elin ermediği yere el sunma; sözün

geçmediği yere söz söyleme; ibret ile bak hilm ile söyle;

küçüğüne izzet büyüğüne hizmet, ikrarını saf eyle; Hak­

kı özünde mevcuc bil; her esrar erenlerin agah ol; özü­

nü carikacde sabic kadem eyle; rehberin Muhammed,

mürşidin Ali, mezhebin Caferi, gürüh-u naci, pirin Hacı

Bekraş-ı Veli'dir (2006:7 1).

Halife makamı için düzenlenen erkan böyle başlar ve de­

vam eder. Görüldüğü gibi erkan içinde ne yapılacağı,

hang.i duanın, hangi tercümanın okunacağı ayrınalı ola­

rak belirlenmiştir. Bu manada erkannamcler birer uygu­

lama rehberid ir.

7. İlm-i Cavidan

"Ebedi ilim" an l amına gelen //m-i Cavida11, Viranı

Baba'ya air tasavvufi deri nliği olan bir eserdir. Viran!

Baba yedi büyük ozan arasında kabul edilir. (Diğerleri

Nesimi, Hacayl, Fuıu l l, Kul Himmet, Yemini, Ptr Sul­

tan Abdal). Aşık Viranı, DMn'ında kendisinin Seyyid

Ali Sulcan'a (K.ız.ıl Veli veya Kızıl Deli) bağlı olarak göste­

rir: •Biz Urum abdalıyız scrdarunıı Kızıl Velt'. Tarikatta

Bekraşi mcıhcbde (mcşrcbde) Caferi olduğunu bclircir.

Ona göre ebedi kudret ilmi, imam Cafer-i Sadık'a aic­

cir. O, manası gizli sözlerin (rumuz) açıklandığı, hakika­

cin anlatıldığı bir ilimdir. Aslında bu ledün ilmi, baı:ın il­

midir.

Cafer'indir ey Virani i/m ü kudret cavidan,

FazL-ı Hak'ıır kim, rumı'ızu andan o/mııştıır beyan,"

//m-i Cavidan, Bektaş! adap-erkanını, felsefesini, remel

ilkelerini konu edinmektedi r. Bu esredc Fatiha ccfsiri,

Ehl-i Beye sevgisi, dört kapı kırk makam, i nsan-ı kamil,

nübüvvec ve velayet makamlarmın anlamı vb. konular

üzerinde durulmaktadır.

llm-i Cavidan ad lı eserden sadece Hı. Ali hakkında ya­

zılanlardan küçük bir bölümünü aktarmakla yetineceğiz.

Viranı Baba'ya göre Ali Bismillih'ta mevcuttur. Bütün

evrene hükmeden Bismillail ve Ali'dir. Ali, ilmin kapısı,

Muhammed ilmin şehridir. Allah'ın büyüklüğü, kuvvet,

kudret ve hikmetine göre bütün ilimlerin kapısı Ali'dir.

Evkre kapısrndan girmek gerekir (Bakara, 189). Bismillah

yedi harftir. Bismillah Ali'dir ki yedi tane ismi vardır.

Furkan'da: Ali, lncilde: İlya, Zcbur'da: Beriyya, Tevratta:

Bl-riya'dır. Diğe adları: Türabi, Haydar, Şih-ı Merdan'dır

(2008: 323-327).

Sonuç

Yukarıda içerikleriyle birlikce tanıtmaya çalıştığımız

Alcvi-Bekraşi temel kaynakları her şeyden önce Alevi

toplumunun sadece sözlü külcüre dayanmadığının bir

göscergesidir.

Her kültür elbette kuşaklararası ilerişimi ni önce söıel

olarak, yüz yüze gerçekleştirir. Alcviler-Bckr:ıştler bu rür

aktartma "cemal cemale" derler. Sözlü külrür muhab­

bet ile gerçekleşi r. Muhabbet yolun esasla rını, usul ve

erkanını öğrenmede önemli bir eğitim a racıdı r. Muhab­

bet olgun, bilge, arif o lanlar arsında gerçekleşir. Onla­

rı dinleyenler de nasiplerine düşeni alı rlar. Sözlü kültür

akranının bir başka aracı nefeslerdir. Aşıkların, ozanların

nefesleri bu kültürün, inancın özüdür, öu:cidir. Nefesler

belli bir düzen içinde okunduğunda yolun ilkeleri, edep­

erkaru, mürşitlerin ve caliplerin sorumlukları anlaşılır.

Alevi düşünce ve inancının bir ayağı sözlü olarak aktarı­

lan bilgiler ise bir ayağı da yazılı kaynaklarda yer alan bil­

gilerdir. Yukarıda bir kısmını açıklama imkanı bulduğu­

muz yazılı kaynaklar bilimsel esaslara uygun olarak ana­

liz edildiğinde, içerik analizine tabi ruculduğunda çok

önemli verilere ulaşılacaktır.

Yaşayan Alevil iğin sözlü ve yazıl ı kaynakları gelenek­

sel olanı ifade ecmekcedi r. Toplumlar, inanç grupları

modernleşme-küreselleşme süreçlerinde hızla değişmek­

te ve dönüşmektedir. Bu süreç gelenekten, köklerden ko­

partılarak yaşanırsa bütün kurumsallaşmış yapJar gibi

Alevilik de bundan olumsuz olarak etki lenir. Modernlik

ve geleneksellik birbirinin zıddı değildir. Geleneksel olan

gelişmek için modernliğe ihtiyaç duyar, modern olan da

kabul edilmek için geleneksel olana ihtiyaç duyar. Önem­

li olan geleneksel ile modernin sentezini yapabilmektir.

Sentez birliğin, bütünlüğün anlamın adıdır.

q; s 324 ALE>l l 1' AS •

K n:ık' r

Buyrıılt (/m11m Cıfrr-ı Bıqruf;u), nşr. Scftt Aytekin, Em<k Yay., Ankara 1958.

B"Y'ult, hıl. Fuat Soıkurt. K:ıpı Yay .• ls<anbul 2005.

Şeyh Sdfl Buynıgu. drl. Mchm« Yaman, l.scanbul 1994.

Hacı Bck~-ı Veli, Maltalaı, hzl .. Sefer Aytekin, Emek Ba.ıım-Yayımevi, Ankara 1954.

Mnltalaı, hzl., Esad Coşan, Seha Neşriya<, 1971.

Mnltnlaı, lu.I. Komisyon (Ali Yılmaz, Mehmeı Akkuş, Ali Ôztürk). Türkiye Diyanet Vakii Yay., Ankara 2007.

ikt'11<k T<ftiri, Hami)"< Duran, lurkiı>< Diyaneı Vakfı Yay., Anlura 2007.

Vt/JymAnıt-i Han &lttll(-ı Vtli, bıl. Hami)" Duran, lurkiye Diyanet Vakfı Yay., Anlan 2007.

Vt/4ynn4mt (Mtnalub-ı l /an &Jttll(-ı Vtlı), hzl. wı Korkmaz, Anı Yay., lsranbul 1995.

f,f( Ml~ll N o,l Nl.MI f. l 325

Orman &ha Vt/Jyrn4mt1İ (Tmltıtlı Mttin), Filiz Kılıç, Mustaf.ı Arslan, Tuacıy Bülbül, Ankara 2007.

Malta/at (Şeyh Sôfi Buyruf;u}, hzl. Sönmeı Kudu, Ni:tamcttin P:ırbk, Hor.uan Yay., lsranbul 2008.

Er!td11niime(Tnsavvu/ Risaksi}, (Şeyh Sdfi Buyrugu} , hzl. Doğan K:ıplan,

T'ıirkiyc Diyaneı Vakfı Yay., Ankam 2007.

Hızırnnme, hzl. Baki Yoşa ı\ltın<>k , Türkiye Diyanec Vakfı Yay., Ankara 2007.

HiiJniye, hzl.Ali Toprak, Am Yay., lsıanbul 1997.

/Guib-ı Dar, hzl. Osman Btri, Türkiye Diyaneı Vakfı Yay., Ankara 2007.

Sayın Dalluran, Ahmtt F<J%i ÇA,.,;mı, El-Fgz'ür-RabbJ11İfi Iµgıntltı Ehl-i

Sıinntt'in Şii AJtitltrint Ttnltitlltri, Osav Yay., lsıanbul 2000.

Güm~lu, Ounun·Yaldınm Ru . .a, &le.Al.fi CrkJ.1utA:nıai, l lor.ıun v~y .. lscanbul 2006.

Vinnl Baba, //m-i Gıvidnn ,Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara 2008.

-'l.EVl IUIOlı.Sf l l·t!CıRl)