“Aile Konutu” Kavramına İlişkin Tespitler

12
“AİLE KONUTU” KAVRAMINA İLİŞKİN TESPİTLER Doç. Dr. Zekeriya KURŞAT* I. Giriş Aile konutu, Türk Medeni Kanunundaki düzenleme (MK. m. 194) ile birlikte aile hukukunun önemli konularından biri haline gelmiştir. Özellikle ‘malik’ yahut ‘kira sözleşmesinin tarafı’ olmayan eşe tanınan haklar ve bu- nunla bağlantılı olarak malik yahut taraf olan eş bakımından gündeme gelen sınırlamalar, konunun önemini artırmıştır. Bu yönüyle “mülkiyet hakkı” ile “sözleşme özgürlüğü” gibi kavramlarla yakından ilgili olmuş ve bunların bir anlamda sınırları arasında yer almıştır. Aile konutu niteliğinin bu derece önemli sonuçları karşısında evli eşlerin sahip oldukları yahut kullandıkları konutların nitelemesi önem arz eder. Herhangi bir konuta “aile konutu” nitelemesi yapmanın önemli ve ağır sonuçları bulunduğundan dikkatli olunması gerekmektedir. Bu çalışmada aile konutunun evli eşler bakımından zorunlu olup ol- madığı ile eşlerin böyle bir konutu varsa dahi bunun yurt içinde olmasının bir şart olup olmadığı hususları değerlendirilecektir. II. Evli Kişiler Bakımından Gündeme Gelebilecek Konutlar Çalışmanın başında hemen belirtmek gerekir ki, evli eşlerin sahip ol- duğu yahut yaşadığı konut, kendiliğinden ve otomatik olarak aile konutu haline gelmez. Hatta eşlerin yaşadığı konutlar bakımından, “aile konutuseçeneği dışında başka “konut vasıflandırması” seçeneğinin bulunduğu, biz- zat Medeni Kanunda göz önünde bulundurulmuştur 1 . Bu çerçevede MK. m. 186 örnek olarak belirtilebilir. Zira MK. m.186/f. 1’de “Eşler oturacakları konutu birlikte seçerler” hükmü ile “aile konutu* İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk Anabilim Dalı Öğretim Üyesi. 1 Eğer konutlar bakımından başka nitelendirme seçeneği olmasaydı, eşlerin bir şekilde kullandıkları bütün konutların “aile konutu” olarak vasıflandırılması gerekirdi. Oysa aile konutu”nun tek olması gerektiği genel olarak kabul edilmektedir.

Transcript of “Aile Konutu” Kavramına İlişkin Tespitler

“AİLE KONUTU” KAVRAMINA İLİŞKİN TESPİTLER

Doç. Dr. Zekeriya KURŞAT*

I. Giriş

Aile konutu, Türk Medeni Kanunundaki düzenleme (MK. m. 194) ile birlikte aile hukukunun önemli konularından biri haline gelmiştir. Özellikle ‘malik’ yahut ‘kira sözleşmesinin tarafı’ olmayan eşe tanınan haklar ve bu-nunla bağlantılı olarak malik yahut taraf olan eş bakımından gündeme gelen sınırlamalar, konunun önemini artırmıştır. Bu yönüyle “mülkiyet hakkı” ile “sözleşme özgürlüğü” gibi kavramlarla yakından ilgili olmuş ve bunların bir anlamda sınırları arasında yer almıştır.

Aile konutu niteliğinin bu derece önemli sonuçları karşısında evli eşlerin sahip oldukları yahut kullandıkları konutların nitelemesi önem arz eder. Herhangi bir konuta “aile konutu” nitelemesi yapmanın önemli ve ağır sonuçları bulunduğundan dikkatli olunması gerekmektedir.

Bu çalışmada aile konutunun evli eşler bakımından zorunlu olup ol-madığı ile eşlerin böyle bir konutu varsa dahi bunun yurt içinde olmasının bir şart olup olmadığı hususları değerlendirilecektir.

II. Evli Kişiler Bakımından Gündeme Gelebilecek Konutlar

Çalışmanın başında hemen belirtmek gerekir ki, evli eşlerin sahip ol-duğu yahut yaşadığı konut, kendiliğinden ve otomatik olarak aile konutu haline gelmez. Hatta eşlerin yaşadığı konutlar bakımından, “aile konutu” seçeneği dışında başka “konut vasıflandırması” seçeneğinin bulunduğu, biz-zat Medeni Kanunda göz önünde bulundurulmuştur1.

Bu çerçevede MK. m. 186 örnek olarak belirtilebilir. Zira MK. m.186/f. 1’de “Eşler oturacakları konutu birlikte seçerler” hükmü ile “aile konutu”

* İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.1 Eğer konutlar bakımından başka nitelendirme seçeneği olmasaydı, eşlerin bir şekilde

kullandıkları bütün konutların “aile konutu” olarak vasıflandırılması gerekirdi. Oysa “aile konutu”nun tek olması gerektiği genel olarak kabul edilmektedir.

dışında bir konuta işaret edilmektedir. Buradaki konutun MK. m. 194’te dü-zenlenen “aile konutu” olmadığı, buradakine “eşlerin konutu” yahut “ortak konut” veya “evlilik konutu” denilebileceği kabul edilmektedir2. Böylece “Aile Konutu” ile ilgili değerlendirme yapılırken, MK. m. 186’nın göz önün-de bulundurulması gerektiği görülmektedir.

Bunun dışında meselenin “eşlerin birlikte oturması”, “eşlerin konut seçimi” ve “eşlerin yerleşim yeri” kavramları ile de yakın ilgisi bulunmak-tadır. Bu yüzden Medeni Kanunumuzun, eşlerin yerleşim yerine ve birlikte oturmalarına nasıl yaklaşım sergilediği de konu bakımından önem arz eder.

MK. m. 185/f. 3, “eşler birlikte yaşamak … zorundadırlar” düzenle-mesi ile eşlerin evlilik birliği anından itibaren birlikte yaşamaları gereğinden söz etmektedir. Yine buradaki düzenlemeye paralel olarak MK. m. 186/f. 1’de yukarıda belirttiğimiz gibi eşlerin birlikte oturacakları konutu birlikte seçecekleri kuralına yer verilmiştir.

Fakat bu iki düzenlemeye rağmen öbür yandan belirtmek gerekir ki, yeni Medeni Kanunumuz ile birlikte evli kadın kocasından ayrı yerleşim yeri edinebilmektedir. Zira eski Medeni Kanunda evli kadınlar bakımından ayrı yerleşim yeri edinemeyecekleri, kocanın yerleşim yerinin onların da yerleşim yeri sayılacağı yönündeki düzenleme yeni kanunda yer almamıştır.

Böylece Medeni Kanun sistemimizde, eşler bir yandan birlikte yaşa-mak zorunda olmalarına rağmen öbür yandan ayrı yerleşim yeri edinebil-mektedirler. Netice itibariyle eşlerin aile yaşamlarının merkezi niteliğinde “aile konutu” söz konusu olabileceği gibi böyle bir vasfı kazanamamış “eş-lerin ayrı konutları” bulunabileceği gibi yahut yine aile konutu vasfını kaza-namasa da “ortak konut” edinebildiklerini görmek mümkündür.

Netice itibariyle eşlerin birinin yaşadığı yahut birlikte yaşadığı her ko-nutun, Medeni Kanun sistemimizde “aile konutu” olarak görülmediği, söz konusu konut bakımından başka seçeneklerin söz konusu olabildiği belirtil-meli yahut tekrar vurgulanmalıdır.

Aile konutu kavramı dışındaki “eşlerin konutu” veya “evlilik konutu” kavramı, eşlerin, birlikte yaşamak üzere seçip belirledikleri, ortak yaşamları-nı sürdürmeyi amaçladıkları her yer, olabilmektedir. Aile konutundan farklı

2 Dural Mustafa, Öğüz Tufan, Gümüş Mustafa Alper, Aile Hukuku, İstanbul 2012, s. 156; Havutçu Ayşe, Evli Kadının Yerleşim Yeri, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fa-kültesi Dergisi, C. 7, S. 1, 2005, s. 40; Gençcan, Ömer Uğur, Miras Hukuku, Ankara 2008, s.667.

olarak eşlerin birden fazla konutu olabilmektedir. Zira eşler, ihtiyaçları ve olanakları ölçüsünde, birden fazla konuta sahip olabilir ve ortak yaşamlarını birden fazla yerde sürdürebilirler. Örneğin eşler, yılın belirli bir dönemini belli bir şehirde, diğer dönemini başka şehirde geçirebilirler. Yine, eşlerin devamlı olarak oturdukları ev dışında, yazın sadece birkaç ay kaldıkları bir yazlık veya kış aylarında bir iki ay kullandıkları dağ evi veya çiftlik evi de, MK. m. 186 anlamında, eşlerin konutu olarak değerlendirilmektedir3.

Böylece MK. m. 186/f.1’deki vurgudan da anlaşıldığı gibi, “eşlerin konutu” eşlerin sahip oldukları her konut değil, ailenin kullanılmasına öz-gülenmiş fakat aile konutu gibi aile yaşantısının merkezi olması zorunluluğu olmayan konuttur. Bu yüzden eşlerden birinin ara sıra işi nedeniyle gittiği şehirde kaldığı otel yahut ev, MK. m. 186/f. 1 anlamında “eşlerin konutu” değildir. Fakat, bir eşin belli bir şehirde yaşaması ve diğer eşin ara sıra o şehre gidip, söz konusu konutta kalması halinde, oradaki konutun “eşlerin konutu” olarak nitelendirilmesi mümkün olur4.

MK. m. 186’da düzenlenen “eşlerin konutu” kavramına karşılık, MK. m. 194’te koruma bulan “aile konutu”, eşlerin ortak yaşamlarını sürdürdük-leri, birlikte kullandıkları herhangi bir yeri değil, ailenin yaşam merkezi hali-ne getirilmiş olan konutu ifade eder. Bu anlamda, eşlerin birden fazla “ortak konutu” yahut “eşlerin konutu” olabilirken, bunlardan kural olarak sadece birisi “aile konutu” olarak nitelendirilmelidir.

Bu noktada eşlerin ortak yaşamlarını sürdürdükleri birden fazla ko-nutun olması halinde, hangisinin aile konutu niteliğini kazanacağı konu-sunda, bir takım ölçütlerin geliştirildiğini görmek mümkündür. Bunlar üze-rinde aşağıda durulacaktır.

Yine genel olarak kabul edildiğine göre tatil amaçlı kullanılan ikinci konutlar; aile yaşamına hizmet etmeyen, bir mesleğin ya da ticari faaliyetin icrası amacıyla kullanılan konutlar, aile konutu sayılmazlar5.

Böylece, eşlerin birlikte kullansalar da sahip oldukları veya kullandık-ları her konutun “aile konutu” olmayacağı, “aile konutu” nitelendirilmesi

3 Havutçu, s. 40.4 Havutçu, s. 40. “Eşlerin konutu” ile “aile konutu” ayırımının vurgulandığı muhalefet

şerhinin yer aldığı Yargıtay kararı için bkz. Y. 2. HD., 02.02.2006, E. 2005/16473, K. 2006/799-Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

5 Günergök, s. 251.

için başka vasıfların da aranması gerektiği artık rahatlıkla anlaşılabilir. Bu, MK. m. 186 ve 194’ün birlikte değerlendirilmesinin zorunlu bir sonucudur.

III. Aile Konutu Nitelemesinin Önemi ve Sonuçları

MK. m. 194’te “aile konutu” olarak tespit edilen konuta, bir takım sonuçlar bağlanmaktadır. Madde metni şu şekildedir:

“Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz.

Rızayı sağlayamayan veya haklı bir sebep olmadan kendisine rıza verilmeyen eş, hâkimin müdahalesini isteyebilir.

Aile konutu olarak özgülenen taşınmaz malın maliki olmayan eş, tapu kütüğüne konutla ilgili gerekli şerhin verilmesini isteyebilir.

Aile konutu eşlerden biri tarafından kira ile sağlanmışsa, sözleş-menin tarafı olmayan eş, kiralayana yapacağı bildirimle sözleşmenin tarafı hâline gelir ve bildirimde bulunan eş diğeri ile müteselsilen so-rumlu olur.”

Görüldüğü gibi, “aile konutu” olarak vasıflandırılan konut bakımın-dan, malik olan eşin mülkiyet gibi güçlü hakkı üzerinde tasarruf yetkisi kı-sıtlanabilmekte; yine kira sözleşmesi söz konusu ise taraf olan eş tek başına sözleşmeyi feshedememektedir. Böylece gerek “mülkiyet hakkı” gerek “söz-leşme hukuku” ile ilgili istisna sayılabilecek düzenleme ve kısıtlamaların söz konusu olduğunu söylemek mümkündür. Zira MK. m. 194, her iki açıdan genel ilkelere aykırı düzenlemeler öngörmüştür. Bu yönüyle istisnai bir hü-küm olarak değerlendirilmeli ve yapılacak yorum da bu özellik göz önüne alınarak yapılmalıdır.

Bu derece ağır sonuçlar, yani mülkiyet hakkı ve sözleşmelerin nisbiliği ilkesini bir anlamda zayıflatan sonuçlar, MK. m. 194’te “aile konutu” olarak nitelendirilen konutlar açısından düzenlenmiştir. O halde vurgulanmalıdır ki, bu düzenleme, kişilerin genel olarak malvarlığı veya bütün sözleşmeleri bakımından değil, sadece “aile konutu” olan malvarlığı değeri yahut “aile konutu”nu konu edinen sözleşmeleri ilgilendirmektedir. Bu yüzden “aile konutu”nun varlığı, ayırt edici özelliklerinin ne olduğu hassasiyetle tespit edilmelidir. Zira “aile konutu” vasıflandırması, kendiliğinden “mülkiyet hak-kı” gibi güçlü bir hakkı olumsuz yönde etkileyebilmektedir.

Bu yüzden gerek mülkiyet hakkının temel niteliklerini göz ardı etme-den6 fakat gerekse de MK. m. 194’ün koruma gayesini göz önünde bulun-durarak, aile yaşantısı önceliğini unutmadan yorum yapmak gerekir. Aile yaşantısı bakımından elbette MK. m. 194’ün kapsamına girecek malvarlığı değerinin “aile konutu” olduğunu belirtmekte tereddüt edilmemeli; fakat bu kapsama giremeyecek malvarlığı değerinin de “aile konutu” olarak vasıflan-dırılmaması gerekir. Aksi takdirde mülkiyet hakkına durduk yere müdaha-lenin yolu açılmış olur. Bu yüzden “aile konutu” vasıflandırması, oldukça hassas bir incelemeden sonra ve dikkatle yapılmalıdır. MK. m. 194, istisnai bir hüküm olduğuna göre, asla geniş yorumlanmamalı ve bu maddenin dü-zenleme amacını (ratio legis) aşan hallerde, “aile konutu” tespiti yapmaktan kaçınılmalıdır7.

IV. Aile Konutu Niteliği Bakımından Ayırt Edici Unsurlar

Aile konutu belirlemesi yapılırken, göz ardı edilmemesi gereken önemli husus, MK. m. 194’ün koruma amacı yahut “ratio legis”idir. Zira MK. m. 194, belirli koruma getirme maksadıyla düzenlenmiş bir maddedir. Somut durumda söz konusu korumanın haklı bulunmayacağı hallerde “aile konutu” nitelendirmesi yapmak, MK. m. 194’ün koruma amacı ile çelişkili sonuca yol açabilecek ve lüzumsuz yere, hak sahibi eşin hakkının sınırlan-ması sonucuna yol açacaktır.

MK. m. 194’ün ratio legisi, konutta hak sahibi olmayan eşin ve aile-nin, hak sahibi eşin düşüncesizce ve kötü niyetle yapacağı işlemlere karşı korunmasıdır. Bir başka deyişle hak sahibi olmayan, yani mülkiyet hakkına sahip olmayan yahut kira sözleşmesinde taraf olmayan diğer eşin ve tabi ailenin barınma ihtiyacının bir anlamda teminat altına alınmasıdır.

Bu yüzden yukarıda belirttiğimiz gibi somut durumun özelliğine göre böyle bir koruma haklı görülmüyorsa, yasanın koruma amacı ortadan kal-kar. Koruma amacının sona erdiği, ortadan kalktığı durumda da, konut, aile konutu olmaktan çıkar8. Bu yüzden aile konutu nitelendirmesi, somut du-

6 Mülkiyet hakkı, ayni haklar arasında en güçlü hak olması hasebiyle malike dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarruf etme yetkilerini vermektedir (MK. m. 683).

7 İstisna hükümlerinin dar yorumlanması, hukukun temel kurallarından biridir. Konu ile ilgili açıklamalar için bkz. Akyol Şener, Medeni Hukuka Giriş, İstanbul 1995, s. 245.

8 Havutçu, s. 44.

rumda böyle bir koruma ihtiyacının olup olmadığı hususu göz ardı edilerek yapılamaz.

“Aile konutu” belirlemesi yapılırken, yukarıda ortaya koyduğumuz üzere göz önünde bulundurulması gereken diğer husus, eşlerin her konutu-nun “aile konutu” olmadığı ve başka konut ihtimallerinin bulunduğu husu-sudur. O halde, eşlerin birlikte yahut münferit sahip oldukları konutun ken-diliğinden aile konutu olmadığı, bunun dışında başka unsurların bulunması gerektiği bilinmelidir.

Esasında “aile konutu” niteliği için, söz konusu konutun eşlerin mül-kiyetinde olması zorunluluğu bulunmamaktadır. Kira sözleşmesine dayanı-larak kullanılan konut dahi aile konutu olarak kabul edilebilmektedir. Bu anlamda, “mülkiyet” aile konutunun koşullarından bir tanesi değildir. Va-sıflandırma mülkiyet durumuna göre değil, konutun kullanılması düzenine bakılmak suretiyle yapılmalıdır.

Aile konutu, eşlerin, evlilik birliğine ilişkin hayatlarının merkezi ola-rak seçtikleri, yaşantılarına yön verdikleri, sürekli kalma niyetiyle oturup kullandıkları, yaşadıkları yerdir. Doktrinde ve Yargıtay içtihatlarında genel-likle kabul edilen bu tanım9, MK. m. 194 gerekçesinde “Aile konutu eşlerin bütün yaşam faaliyetini gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdiği, acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı, anılarla dolu bir alandır” ifadeleriyle, destek bulmaktadır10.

9 Genel olarak bkz. Baygın, Cem, 4721 Sayılı Yeni Medeni Kanunun Evlenme, Bo-şanma ve Evliliğin Genel Hükümleri Konusunda Getirdiği Değişiklikler, Bilgi Top-lumunda Hukuk, Ünal Tekinalp’e Armağan, İstanbul, 2003, s. 437; UÇAR, Ayhan, 4721 Sayılı Medeni Kanun ile İhdas Edilen Yeni Bir Müessese: Aile Konutu Mües-sesesi. e-akademi.org, Ocak 2006; Acar, Hakan, Türk Medeni Kanunu m.194 Kap-samında Aile Konutu Üzerinde İyiniyetli Üçüncü Kişilerin Hak Kazanımı, Kazancı Hakemli Hukuk Dergisi, No:45-46, Haziran 2008, s. 9; Doğan, Murat, Medeni Ka-nunun Getirdiği Yeni Bir Müessese: Aile Konutu, AÜEHFD, 2002, C.VI, S. 1-4, s. 286.

Konu ile ilgili Yargıtay kararları için bkz. Y.2.HD. 02.02.2006, E. 2005/16473, K. 2006/799; Y.4.CD. 18.03.2009, E. 2007/213, K. 2009/5127. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bir kararında aile konutunu şu ifadelerle tanımlamıştır: “Aile konutu, eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği, buna göre yaşantısına yön verdiği, acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı alandır” (HGK. 4.10.2006, E. E. 2-591, K. 624- Kazancı İçtihat Bilgi Bankası).

10 Benzer vurgu TC. Başbakanlık Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’nün 01.06.2002 tarih ve 2002/7 sayılı Genelgesinde de yapılmıştır.

Böylece aile konutunun herhangi bir konut olmadığı, bunun için eşle-rin o konut bakımından pozisyonlarının ve konutun aile yaşantısına katkısı-nın önem arz ettiği görülmektedir.

Bu aşamada belirtmek gerekir ki, aile konutu vasıflandırması, eşlerin durumu esas alınarak yapılmalı; üçüncü kişilerin konut karşısındaki durum-ları doğrudan değerlendirme kıstası olmamalıdır. Üçüncü kişiler konutu kul-lanıyor olsalar dahi, bu durum, “aile konutu” vasıflandırmasına engel teşkil etmemelidir. Zira önemli olan üçüncü kişilerin kullanması yahut kullanma-ması değil, eşlerin söz konusu konutu kullanmaları ve bunun yoğunluğu ya-hut tarzıdır. Örneğin aynı konutta eşler ve çocuklar dışında, üçüncü kişilerin birlikte yaşaması ve konutun birlikte kullanılması halinde, “aile konutu” va-sıflandırması yine de yapılabilecektir11.

Aile konutu, eşlerin ortak yaşantılarının merkezi haline getirdikleri konuttur. Burada ayırt edici husus, “eşlerden birinin kendi iş yahut sosyal yaşantısının merkezi” değil “aile olmanın gereği olan ortak yaşantının mer-kezi” hususudur. Bu anlamda eşlerden birinin işi nedeniyle başka şehirde yaşadığı konut, diğer eş arada sırada onu ziyaret ediyor olsa dahi, “aile ko-nutu” olarak nitelendirilemez. Meğerki diğer eşin ziyaretleri aslında “ortak yaşantı”nın tek tesisi hali olsun ve aile görüntüsü bu şekilde veriliyor olsun.

Eşlerin ortak çocuklarının bulunması halinde, “ortak yaşam yeri” söz konusu çocuğun pozisyonundan yola çıkılmak suretiyle saptanabilir. Örne-ğin çocuğun yaşadığı, okula gittiği yerdeki konut aile konutu olarak değer-lendirilmeye daha yatkın olacaktır. Bu anlamda eşlerin farklı konutlarından çocuğun bulunduğu konut “aile konutu” olarak tercih edilmelidir. Fakat ço-cuğun dahi pozisyonun geçici olmaması, eşlerin günlük yaşantıları dışında planlı yaşantılarının da söz konusu tercihi desteklemesi gerekir. Bir başka

11 Bu çerçevede Yargıtay Hukuk Genel Kurulu nispeten yeni sayılabilecek şu kararında vardığı sonuç tartışmaya açıktır. Yargıtay yurt dışında yaşayan bir ailenin Türkiye’de aile konutunun olabileceğini belirlemiş ve şu tespitleri yapmıştır: “Bu bağlamda yurt dışında yaşayan bir ailenin Türkiye’ye geldiğinde kullandığı tek bir ev var ve bu yukarıda açıklanan niteliklere sahipse aile konutu olarak kabulü olanaklıdır. Ne var ki, somut olayın özelliği itibariyle dava konusu taşınmaz bu özelliği taşımamaktadır. Dosya kapsamından tarafların evlendikleri günden bu yana ve halen yurt dışında yaşadıkları, yapıldığı ilk günden itibaren bu konutta davalının anne ve babasının oturduğu, faturaların davalının babası tarafından ödendiği, davanın taraflarının bu konutta sadece izne geldikleri dönemde ve burada oturmakta olan ailelerini ziyaret amacıyla 10-15 gün kaldıkları, anlaşılmakla; başkasının kullanımına özgülenmiş bir konutun, aile konutu olarak, kabulüne olanak bulunmamaktadır. Davanın reddi ge-rekir” (HGK. 28.9.2011, E. 2-447, K. 556-Kazancı İçtihat Bilgi Bankası).

ifadeyle eşlerin planlı yaşantılarının çocuğun bulunduğu konuta yönelik ol-ması ek bir unsur olarak aranmalıdır.

Aile konutu bakımından, “tarafların orayı aile merkezi haline getirmiş olmaları” dışında kural olarak “orayı fiilen kullanıyor olmaları” koşulu da aranır. Eşlerin, arada sırada da olsa taşınmazı aile yaşantısının merkezi ola-rak kullanmaları gerekir. Eşlerin hiç kullanmadıkları konutların bu anlamda aile konutu olarak değerlendirilmesi mümkün değildir.

Yukarıda ortaya koyduğumuz üzere, “aile konutu” düzenlemesi ile korunan yarar, eşlerin barınma ihtiyacıdır. Bundan yola çıkarak “barınma ihtiyacı”nın söz konusu olmadığı hallerde “aile konutu” nitelemesi yapı-lamayacaktır. Özellikle eşlerden birinin hiç gitmediği veya arasıra sadece ziyaret maksatlı gittiği, aile yaşantısının tecellisi olmayan yerler bakımın-dan da aynı sonuca ulaşmak gerekir. Bu anlamda eşlerden birinin başka şehirde yaşayan eşini ziyaret etmesi, kendiliğinden söz konusu yeri “aile konutu” haline getirmemelidir. Zira aile yaşantısı, eşlerin sadece birbirlerine görmeleri anlamına gelmez. Daha müesses ve sürekli bir durumun aranması gerekir. Süreklilikten kasıt, eşlerin sürekli birlikte yaşamaları değil; ziyaret dahi olsa bunun rutin olması, bu ziyaretleri temel alan ortak planlamaların yapılması, aile olmanın gereği olan sonuçlara yol açması gerekir. Ziyaret eden eşin, sadece kalma ve yatma yeri olarak kullandığı yer için ise bu tes-pitler yapılamaz. Eşin MK. m. 194 anlamında bir barınma ihtiyacı esasında söz konusu değildir.

Netice itibariyle özetle belirtilebilir ki eşlerin sosyal faaliyetlerinin yo-ğunlaştığı, çocukların eğitim gördükleri yer, eşlerin ortak bir yaşam merkezi oluşturmak üzere birlikte seçtikleri, sürekli olarak ailenin barınması amacı-na hizmet eden, aile için yaşamsal önem taşıyan, hal ve şartlardan, üçüncü kişilerce de, aile yaşamının merkezi olduğu anlaşılabilen yer, aile konutu sayılmaktadır12.

V. Aile Konutu Unsurlarının Zorunlu Sonucu Olarak İki Tespit:

Bu incelemede temel maksat, aile konutunun “evli eşler” bakımın-dan zorunlu bir unsur olup olmadığı ile aile konutunun mutlaka yurt içinde olması zorunluluğunun bulunup bulunmadığı sorularına cevap aramaktır.

12 Şıpka Şükran, Türk Medeni Kanunu’nda Aile Konutu ile İlgili İşlemlerde Diğer Eşin Rızası, İstanbul 2002, s. 75 vd.; Havutçu, s. 41; Günergök Özcan, Eşlerden Biri-nin Mülkiyetindeki Tapuya Kayıtlı Aile Konutu Üzerinde Üçüncü Kişilerin Mülkiyet Veya Sınırlı Ayni Hak İktisabı, EÜHFD, C. XIII, S. 1-2 (2009), s. 252.

A. Aile Konutunun Zorunlu Olmadığı Tespiti

Yukarıda ortaya koyduğumuz gibi eşlerin sahip olduğu veya sadece kullandığı konutlar bakımından çeşitli nitelendirme olasılıkları bulunmakta-dır. Bu çerçevede bir konutun “eşlerin konutu”, “aile konutu” hatta “münfe-rit konut” olabileceği görüldü.

Yine görüldü ki, bir konutun “aile konutu” olarak nitelendirilmesi, söz konusu konut bakımından önemli sonuçlara yol açmaktadır. Tekrar vurgula-mak gerekirse, mülkiyet hakkının söz konusu olması halinde, mülkiyet hak-kının; kira hakkının söz konusu olması halinde ise hakkın kullanılmasının geniş anlamda sınırlandırılması söz konusu olabilmektedir (MK. m. 194). Bu yönüyle “aile konutu” vasıflandırması, ağır sonuçlara yol açabilecek bir vasıflandırmadır. Bu yüzden kişilerin bu şekilde sahip oldukları haklar bakı-mından sınırlandırma sonucuna yol açacak bu tespit dikkatle yapılmalıdır.

Yukarıdaki açıklamalarımızdan ortaya çıkan bir diğer gerçek şudur ki, aile konutu için, aranması gereken koşullar bulunmaktadır. Tek başına mülkiyet yahut kiracılık hakkının bulunması, konutun “aile konutu” olarak nitelendirilmesine yol açmaz. “Aile konutu” kavramı, eşlerin “barınma ih-tiyacı” ile yakından ilgili bir kavramdır. Bu yüzden meseleye bu açıdan ba-kılmalı ve eşlerin barınma ihtiyacının giderildiği konutların ancak “aile ko-nutu” olacağı kabul edilmelidir. Zira bir eşin sahip olduğu mülkiyet gibi bir hak bakımından sınırlandırma, diğer eşin barınma ihtiyacının teminat altına alınması maksadıyla gündeme gelebilmektedir. Böylece kanun koyucu, ba-rınma ihtiyacına üstünlük tanımış; mülkiyet hakkını bir anlamda ikinci plana itebilmiştir. Fakat bunu sadece gerçek anlamda barınma ihtiyacının teminat altına alınması gerektiği hallerle sınırlı olarak yapmıştır. Bu yüzden “aile konutu”na ilişkin yapılacak yorumlarda bu husus sürekli gözetilmelidir.

Aile konutu bakımından bazı özellikler ve şartlar arandığına göre, söz konusu şartların bulunmadığı hallerde “aile konutu” nitelemesi yapmaktan kaçınmak gerekir. Aksi takdirde koşulları bulunmamasına rağmen, mülkiyet hakkını etkileyecek bir sonuca yol açılabilecektir.

Bazı evli eşlerin çeşitli sebeplerle ve genelde geçici bir zaman dilimi için bir türlü aile yaşantısı kuramamaları halinde, aile yaşantısının merkezi olan bir konuttan da söz edilemez. Bu gibi hallerde mutlaka bir aile konutu-nun varlığı ileri sürülememelidir.

B. Aile Konutunun Yurtdışında Olabileceği Tespiti

Daha önce üzerinde durduğumuz Hukuk Genel Kurulu kararında13 hatırlanacağı üzere yurt dışında yaşayan bir ailenin sınırlı bir zaman dilimi için Türkiye’ye gelmesi halinde, söz konusu evin “aile konutu” olarak nite-lendirilebileceği saptaması yapılmış; fakat kararda dava konusu taşınmazın, başka aile tarafından kullanılması nedeniyle aile konutu olarak nitelendiril-meyeceği sonucuna ulaşılmıştır.

Böylece andığımız Hukuk Genel Kurulu kararında, ailenin Türkiye zi-yaretine rağmen Türkiye’de kaldığı konutun aile konutu olmadığı saptaması yapılmıştır. Bu durumda, Yargıtay’ın en azından bu kararda ailelerin mut-laka Türkiye’de bir aile konutlarının bulunması zorunluluğunu aramadığı sonucuna ulaşılabilir.

Gerçekten de Türkiye sınırları içerisinde yukarıda unsurlarını ortaya koyduğumuz “aile konutu” şartlarını taşıyan bir konutun bulunmaması ha-linde, ille de yurt içinde aile konutu bulunması gerektiği ileri sürülemez. Yukarıda andığımız şartların yurtdışındaki bir konutta var olması halinde, pekâlâ yurt dışındaki konutun “aile konutu” olduğu kabul edilebilir.

O halde, ailenin bir aile konutu varsa bunun mutlaka Türkiye’de ol-ması zorunluluğu bulunmamaktadır. Bu ihtimalde, yurt dışındaki aile mer-kezinin teknik anlamda “aile konutu” olarak kabulü az önce belirttiğimiz gibi mümkün olmalıdır. Yapılması gereken, ailenin gerçekten aile merkezi-nin neresi olduğunun belirlenmesidir.

Söz konusu konuta bu sefer MK. m. 194’ün uygulanıp uygulanmaya-cağı meselesi, yabancılık unsuru söz konusu olacağından bir Milletlerarası Özel Hukuk problemi olacaktır. Yargıtay da bir kararında aile konutu olarak özgülenme talebinin görüldüğü bir davada yabancılık unsuru bulunması ne-deniyle öncelikle uygulanacak hukukun tespitinin gerektiğini belirtmiştir14.

13 HGK. 28.9.2011, E. 2-447, K. 556-Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.14 “Davacı; davalının başka bir kadınla yaşamaya başladığını, eşini ve çocuklarını ter-

kettiğini, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmediğini, davalının katılma alacağını azaltma ihtimalinin kuvvetle muhtemel olduğunu ileri sürerek, davalı eşine ait (2) ve (6) nolu bağımsız bölümler üzerindeki davalının tasarrufu-nu engelleyici tedbir alınmasını (4) nolu bağımsız bölümün de aile konutu olarak özgülenmesini istemiştir. … Dosyaya alınan nüfus kaydından, tarafların ikisinin de izinle Türk vatandaşlığından çıktıkları, izin belgesinin teslim alındığı 24.9.2001 tari-

Fakat yurt dışındaki aile merkezine uygulanacak hukukun belirlenmesi me-selesi ayrı bir meseledir ve “aile konutu” vasıflandırması bakımından önem teşkil etmemelidir.

VI. Sonuç

Yukarıda yapılan değerlendirmelerden anlaşıldığı üzere eşlerin birlik-te sahip oldukları her konut “aile konutu” değildir. “Aile konutu” nitelemesi için bir takım koşullar bulunmaktadır. Bu koşul yahut kriterlerin bulunmadı-ğı hallerde, sırf bulunsun diye “aile konutu nitelemesi” yapılamaz. Zira bu niteleme özellikle mülkiyet hakkının kullanılması ile ilgili önemli sonuçlara yol açar.

Aile konutu nitelemesi yapılırken, MK. m. 194’ün amacı, eşlerin aile yaşantısına gerçekten sahip olup olmadıkları ve bunun nerede gerçekleştiği, çocukların durumu, üçüncü kişilerin bakış açısı gibi ölçütler dikkate alın-malıdır.

Bu ölçütler çerçevesinde eşlerin konut yahut konutları bulunsa bile bunların hiç birinin “aile konutu” olmadığı yahut bunlardan yurt dışında olan konutun gerçek anlamda “aile konutu” olduğu sonucuna ulaşılabilme-lidir.

hinden itibaren Türk vatandaşlığını kaybettikleri anlaşılmaktadır. Şu halde dava, kişi bakımından yabancı unsur ihtiva etmektedir. Evlenmenin genel hükümleri eşlerin müşterek milli hukukuna tabidir. Tarafların ayrı vatandaşlıkta olmaları halinde müş-terek ikametgah hukuku bulunmadığı taktirde mutad meskenleri hukuku, bunun da bulunmaması halinde Türk Hukuku uygulanır. ( 2675 s. K.md.12/2 )”. Bkz. Y.2.HD., 17.10.2006, E. 6239, K. 14136-Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

Kararda aile konutunun yurtdışında olması nedenine dayanılmadığına, yabancılık unsurunun kişi yönünden olduğu bilinmelidir. Yine de aile konutu olarak özgüleme talebine başka hukukun uygulanabileceği tespiti bakımından kararın yol gösterici olduğunu düşünmekteyiz.

Konuya ilişkin ayrıca bkz. Faruk Kerem Giray, “4721 Sayılı Türk Medeni Kanununda Yer Alan ‘Aile Konutu’ Kavramının Kanunlar İhtilafı Hukuku Bakımından Değerlen-dirilmesi”, Milletlerarası Hukuku ve Milletlerarası Özel Hukuku Bülteni, C. 23, S. 1-2 (2003), s. 423-448; Berner Kommentar, Bd. III/1/2, Die Wirkungen der Ehe im allgemeinen, Art. 159-180 ZGB, Art. 169, P. 89.