7894-Steve_Jobs-Walter_Isaacson-Dosd_Korpe-1997 ... - Turuz

728
https://www.facebook.com/groups/ekitaphane/

Transcript of 7894-Steve_Jobs-Walter_Isaacson-Dosd_Korpe-1997 ... - Turuz

https://www.facebook.com/groups/ekitaphane/

www.princexml.com
Prince - Personal Edition
This document was created with Prince, a great way of getting web content onto paper.

STEVE JOBS

WALTER ISAACSON

Çeviri: Dost Körpe

https://www.facebook.com/groups/ekitaphane/

https://www.facebook.com/groups/ekitaphane/

TEŞEKKÜRLER

Bu projenin başlamasına katkıda bulunan ve yol boyunca paha biçil-mez desteklerini esirgemeyen John ve Ann Doerr, Laurene Powell,Mona Simpson ve Ken Auletta’ya derinden minnettarım. Simon &Schuster’da otuz yıldır editörüm olan Alice Mayhew, yayıncı JonathanKarp ve temsilcim Amanda Urban bu kitabın oluşturulmasında sıra dışıbir gayret ve özen sergilediler. Asistanım Pat Zindulka sessiz sedasızyardımcı oldu. Babam Irwin’e ve kızım Betsy’ye de kitabı okuyuptavsiyelerde bulundukları için teşekkür etmek istiyorum. Ve herzamanki gibi karıma, Cathy’ye redaksiyonu, önerileri, akıllıca öğütlerive çok daha fazlası için derinden minnettarım.

ANA KARAKTERLER

Al Alcorn. Atari’de baş mühendis; Pong’u tasarladı ve Jobs’ı işe aldı.

Bill Atkinson. İlk Apple çalışanlarından; Macintosh için grafiklertasarladı.

Gil Amelio. 1996’da Apple’ın CEO’su oldu, NeXT’i satın aldı,Jobs’ı geri getirdi.

Chrisann Brennan. Jobs’ın Homestead Lisesi’ndeki kız arkadaşı, kızıLisa’nın annesi.

Nolan Bushnell. Atari’nin kurucusu ve Jobs’ın girişimcilikte rolmodeli.

Lisa Brennan-Jobs. Jobs’la Chrisann Brennan’ın kızları; 1978’dedoğdu ve başta Jobs tarafından terk edildi.

Bill Campbell. Jobs’ın Apple’daki ilk döneminde şirketin pazarlamaşefi ve Jobs’ın geri dönüşünden sonra onun sırdaşı ve yönetim kuruluüyesi.

Edwin Catmull. Pixar’ın kurucularından ve daha sonra bir Disneyyöneticisi.

Kobun Chino. California’da yaşayan ve Jobs’ın spiritüel öğretmeniolan bir Soto Zen ustası.

Lee Clow. Apple’ın “1984” reklamını yaratan ve Jobs’la otuz yılçalışan muzip reklamcılık sihirbazı.

Deborah “Debi” Coleman. Mac ekibinin ilk zamanlarındaki gözüpekmüdür; sonradan Apple’ın üretim departmanının başına geçti.

Tim Cook. Jobs’ın 1998’de işe aldığı ve 2011’de CEO’luğu devret-tiği istikrarlı, soğukkanlı yönetici.

Eddy Cue. Apple’da internet servisleri şefi, Jobs’ın içerik şirketler-iyle görüşmelerdeki sağ kolu.

Andrea “Andy” Cunningham. Regis McKenna’nın şirketinde çalışanve Macintosh’un ilk yıllarında Jobs için çalışan halkla ilişkileryöneticisi.

Michael Eisner. Pixar anlaşmasını yapan ve ardından Jobs’la zıtlaşansıkı pazarlıkçı Disney CEO’su.

Larry Ellison. Oracle’ın CEO’su ve Jobs’ın arkadaşı.

Tony Fadell. 2001’de Apple’a iPod’u geliştirmesi için getirilenpunkçı mühendis.

Scott Forstall. Apple’ın mobil cihaz yazılımı bölümünün şefi.

Robert Friedland. Reed öğrencisi, bir elma çiftliği komününün mülksahibi ve Doğu’nun ruhani bilgeliğinin arayıcısı; Jobs’ı etkiledi ve ar-dından bir maden şirketini yönetti.

Jean-Louis Gassée. Apple Fransa’nın yöneticisi; Jobs 1985’te kovu-lunca Macintosh bölümünü devraldı.

Bill Gates. 1955’te doğan diğer bilgisayar dehası.

Andy Hertzfeld. Şakacı, dostane yazılım mühendisi ve Jobs’ın orijin-al Mac ekibinden arkadaşı.

Joanna Hoffman. Orijinal Mac ekibinin Jobs’a karşı çıkabilecekkadar cesur üyesi.

Elizabeth Holmes. Reed’de Daniel Kottke’nin kız arkadaşı ve ilkApple çalışanlarından biri.

Rod Holt. Jobs’ın 1976’da Apple II’nin elektrik mühendisi olarak işealdığı, zincirleme sigara içen Marksist.

6/728

Robert Iger. 2005’te Eisner’ın yerine geçerek Disney CEO’su oldu.

Jonathan “Jony” Ive. Apple’ın baş tasarımcısı; Jobs’ın ortağı vesırdaşı oldu.

Abdulfattah “John” Jandali. Wisconsin’de okuyan Suriye doğumluyüksek lisans öğrencisi; Jobs’la Mona Simpson’ın biyolojik babasıoldu; sonradan Reno civarındaki Boomtown kumarhanesinde yiyecekiçecek müdürlüğü yaptı.

Clara Hagopian Jobs. Ermeni göçmenlerin kızı; 1946’da Paul Jobs’laevlendi ve Steve Jobs’ı 1955’te doğmasından kısa süre sonra evlatedindiler.

Erin Jobs. Steve Jobs’la Laurene Powell’ın sessiz, ciddi, ortancaçocukları.

Eve Jobs. Steve Jobs’la Laurene Powell’ın enerjik, canlı, en küçükçocukları.

Patty Jobs. Paul ve Clara Jobs tarafından, Steve’i evlat edinmeler-inden kısa süre sonra evlat edinildi.

Paul Reinhold Jobs. Wisconsin doğumlu, sahil güvenlikte çalışandenizci; 1955’te karısı Clara’yla birlikte Steve’i evlat edindi.

Reed Jobs. Steve Jobs’la Laurene Powell’ın en büyük çocukları;yakışıklılığını babasından, kibarlığını annesinden almış.

Ron Johnson. 2000’de Jobs tarafından, Apple mağazalarınıgeliştirmesi için işe alındı.

Jeffrey Katzenberg. Disney Stüdyoları Başkanı; Eisner’la zıtlaştı ve1994’te istifa edip, DreamWorks SKG’nin kurucularından biri oldu.

Daniel Kottke. Jobs’ın Reed’deki yakın arkadaşı; Hindistan’dabirlikte gezdiler; ilk Apple çalışanlarından.

7/728

John Lasseter. Pixar’ın kurucularından ve şirketteki yaratıcı güç.

Dan’l Lewin. Önce Apple’da, sonra da NeXT’te Jobs’ın yanındaçalışan pazarlama sorumlusu.

Mike Markkula. İlk büyük Apple yatırımcısı ve yönetim kurulubaşkanı; Jobs için bir baba figürü.

Regis McKenna. Başlarda Jobs’a yol gösteren ve gurusu olarak kalanhalkla ilişkiler sihirbazı.

Mike Murrey. Macintosh’un ilk zamanlarında pazarlama müdürü.

Paul Otellini. Intel CEO’su; Macintosh’un Intel çiplerine geçmesinekatkıda bulundu, ama iPhone işini alamadı.

Laurene Powell. Becerikli ve güleryüzlü Penn mezunu; GoldmanSachs’a ve ardından Stanford’a gitti; 1991’de Jobs’la evlendi.

Arthur Rock. Efsanevi teknoloji yatırımcısı, Apple’ın ilk zaman-larında yönetim kurulu üyesi, Jobs için baba figürü.

Jonathan “Ruby” Rubinstein. NeXT’te Jobs’ın yanında çalıştı,1997’de Apple’ın baş donanım mühendisi oldu.

Mike Scott. Markkula tarafından 1977’de Apple’ın başkanı olması veJobs’ı hizaya sokmaya çalışması için getirildi.

John Sculley. Pepsi yöneticisi; 1983’te Jobs tarafından Apple’ınCEO’luğuna getirildi; Jobs’la zıtlaştı ve 1985’te onu yerinden etti.

Joanne Schieble Jandali Simpson. Steve Jobs’ın ve Mona Simpson’ınWisconsin doğumlu biyolojik annesi; Steve’i evlatlık verdi,Mona’yıysa kendisi yetiştirdi.

Mona Simpson. Jobs’ın biyolojik kız kardeşi; 1986’da akrabalıklarınıkeşfedince yakınlaştılar. Annesi Joanne’den (Burası Olmasın Da),

8/728

Jobs’la kızı Lisa’dan (Sıradan Bir Adam) ve babası Abdulfattah Jan-dali’den (Kayıp Baba) biraz esinlenilmiş romanlar yazdı.

Alvy Ray Smith. Pixar’ın kurucularından; Jobs’la zıtlaştı.

Burrell Smith. Orijinal Mac ekibindeki melek yüzlü, dahi, sorunluprogramcı; 1990’larda şizofreniye yakalandı.

Avadis “Avie” Tevanian. NeXT’te Jobs ve Rubinstein’la birlikteçalıştıktan sonra 1997’de Apple’da baş yazılım mühendisi oldu.

James Vincent. Müziksever bir İngiliz; Apple’ın reklam ajansınınLee Clow’la ve Duncan Milner’la birlikte genç ortağı.

Ron Wayne. Jobs’la Atari’de tanıştı, başta Jobs ve Wozniak’labirlikte Apple’ın ilk ortaklarından oldu, ama sonra hata yapıp kurucuhisselerinden vazgeçti.

Stephen Wozniak. Homestead Lisesi’nin elektronik bağımlısıgençlerinin yıldızı; Jobs onun muhteşem devre kartlarını paketleyippazarlamanın yolunu buldu.

9/728

“Dünyayı değiştirebileceklerini düşünecek kadar çılgın olan insanlar,

bunu yapan insanlardır.”

– Apple’ın “Farklı Düşün” reklamı, 1997

GİRİŞ

Bu Kitap Nasıl Yazıldı?

2004 yazının başında Steve Jobs beni aradı. Yıllardır uzaktanarkadaştık, arada sırada samimiyetimiz artıyordu, özellikle de o Timedergisinin kapağında veya CNN’de, çalıştığım yerlerde haberyapıldığını görmek istediği yeni bir ürünü piyasaya sürerken. Amaartık o iki yerde de çalışmadığımdan, ondan pek haber almıyordum.Geçenlerde katıldığım Aspen Enstitüsü’nden biraz bahsettik ve onaColorado’daki yaz kampımızda konuşma yapmasını teklif ettim. Seveseve gelirim, ama sahneye çıkmak için değil, dedi. Benimle yürüyüşyapıp konuşmak istiyordu.

Bu biraz tuhaf geldi. Onun ciddi konuşmalarını uzun yürüyüşlerdeyapmayı yeğlediğini henüz bilmiyordum. Biyografisini yazmamı is-tediğini öğrendim sonunda. Geçenlerde bir Benjamin Franklinbiyografim yayınlanmıştı, şimdi de Albert Einstein’ı yazıyordum ve ilktepkim kendini bu süreçteki doğal bir selef olarak mı gördüğünü şakayollu sormak oldu. Hâlâ inişli çıkışlı bir kariyerin ortasında olduğunuvarsaydığımdan teklifini reddettim. Şimdi olmaz, dedim. Belki on veyayirmi yıl sonra, sen emekliye ayrılınca.

Onu 1984’ten beri tanıyordum, Manhattan’daki Time-Life binasınaeditörlerle öğle yemeği yemeye ve yeni Macintosh’unu övmeye geldiğigünden beri. O zamanlar bile huysuzdu, bir Time muhabirine fazla ifşaedici bir haber yazarak kendisine zarar verdiği için saldırmıştı. Amasonradan onunla konuşunca ilginç canlılığı birçok kişi gibi beni deepey etkilemişti. Apple’dan kovulmasından sonra bile bağlantıyı ko-parmadık. Pazarlayacak bir şeyi, örneğin bir NeXT bilgisayarı veyaPixar filmi olunca etkileyiciliğini birden tekrar bana yöneltiveriyorduve beni aşağı Manhattan’daki bir suşi restoranına götürüp, tanıtımınıyaptığı şeyin şimdiye kadar ürettiği en iyi şey olduğunu söylüyordu.Ondan insan olarak hoşlanıyordum.

Apple’ın tahtına geri döndüğünde onu Time’a kapak yaptık ve kısasüre sonra bana yüzyılın en etkili insanlarıyla ilgili bir serimiz ko-nusunda fikirler sunmaya başladı. “Farklı Düşün” reklam kampan-yasını başlatmıştı, bu kampanyada bizim de düşündüğümüz bazı insan-ların ikonik fotoğrafları vardı ve Steve Jobs tarihsel etkileri değer-lendirme çabasını cezbedici buluyordu.

Biyografisini yazma teklifini reddetmemden sonra arada sıradahaberleştik. Bir ara ona e-posta yazıp kızımdan duyduğum bir şeyin,Apple logosunun Alman savaş kodlarını çözen ve ardından siyanürlüelma ısırarak intihar eden İngiliz bilgisayar öncüsü Alan Turing’denesinlenildiğinin doğru olup olmadığını sordum. Bana bunun doğru ol-madığını, ama akıl etmediğine hayıflandığını söyledi. BöyleceApple’ın başlangıç tarihi hakkında konuşmaya başladık ve bir kitapyazabilirim düşüncesiyle o konuda bilgi toplamaya başladığımı fark et-tim. Einstein biyografisi yayınlanınca Steve Jobs Palo Alto’daki birimza günüme geldi ve beni kenara çekip biyografisini yazmamı teklifetti yine.

Israrına şaşırmıştım. Mahremiyetine düşkün olduğu biliniyordu vekitaplarımın herhangi birini okuduğunu düşünmem için sebep yoktu.Belki ileride, demeyi sürdürdüm. Ama 2009’da karısı Laurene Powellaçık konuştu: “Steve hakkında kitap yazacaksan elini çabuk tut.” Jobsikinci defa hastalık izni almıştı. Karısına Jobs’ın bu fikri ilk ortaya at-tığında hasta olduğunu bilmediğimi itiraf ettim. Neredeyse kimsebilmiyordu, dedi. Jobs’ın kanser ameliyatı olmadan hemen önce beniaradığını ve bu ameliyatı hâlâ sır olarak tuttuğunu açıkladı.

O zaman bu kitabı yazmaya karar verdim. Jobs kitaba hiç karışmay-acağını, hatta önceden görme hakkını bile kullanmayacağını söyleyerekbeni şaşırttı. “Bu senin kitabın,” dedi. “Hatta okumayacağım bile.”Ama o sonbaharda daha sonra işbirliği konusunda fikrini değiştirmişgibiydi ve bunu bilmesem de tekrar kanser sorunları yaşamaya

12/728

başlamıştı. Telefonlarıma karşılık vermeyi kesti ve projeyi birsüreliğine rafa kaldırdım.

Sonra, 2009’un yılbaşı arifesinde Jobs beklenmedik bir şekilde beniaradı. Palo Alto’daydı, tek kız kardeşiyle, yazar Mona Simpson’labirlikte evindeydi. Karısıyla üç çocukları kısa bir kayak gezisine çık-mışlardı, ama kendisi onlara katılacak kadar sağlıklı değildi. Düşüncelibir ruh halindeydi ve bir saatten fazla konuştu. On iki yaşındayken birfrekans sayıcı yapmak istediğini, telefon rehberinde HP’nin kurucusuBill Hewlett’ı bulduğunu ve parça istemek için onu aradığını anımsa-makla başladı. Jobs hayatının son on iki senesinin, Apple’a geridöndüğünden beri geçen sürenin yeni ürünler yaratmak açısından enüretken dönemi olduğunu söyledi. Ama daha da önemli hedefininHewlett’ın ve arkadaşı David Packard’ın yaptığını yapmak, yaniölümünden sonra da yaratıcılığını koruyacak bir şirket yaratmakolduğunu söyledi.

“Çocukken beşeri bilimlere meraklıydım, ama elektroniği severdim,”dedi. “Sonra kahramanlarımdan birinin, Polaroid’den Edwin Land’inbeşeri bilimlerle diğer bilimlerin kesiştiği yerde durabilen insanlarınönemiyle ilgili sözünü okuyunca bunu yapmak istediğime karar ver-dim.” Biyografi için konular öneriyordu sanki (ve en azından bu konuiyiydi). Hem beşeri bilimlere, hem de diğer bilimlere yatkınlık güçlübir kişilikte birleşince ortaya çıkabilen yaratıcılık, Franklin ve Einsteinbiyografilerimde en çok ilgilendiğim konuydu ve 21. yüzyılda yaratıcıekonomilerin yaratılmasında kritik önem taşıyacağına inanıyorum.

Jobs’a neden biyografisini yazmamı istediğini sordum. “Sen insanlarıkonuşturmayı iyi beceriyorsun bence,” diye karşılık verdi.Beklemediğim bir yanıttı bu. İşten kovduğu, kötü davrandığı, terk ettiğiveya bir şekilde sinirlendirdiği düzinelerce insanla görüşmem gereke-ceğini biliyordum ve onları konuşturmamdan hoşlanmayacağındankorkuyordum. Sahiden de röportaj yaptığım insanları duyunca huzursu-zlandı. Ama birkaç ay sonra insanları, hatta düşmanlarını ve eski kız

13/728

arkadaşlarını bile benimle konuşmaya teşvik etmeye başladı. Sınırkoymaya da kalkışmadı. “Gurur duymadığım bir sürü şey yaptım,örneğin 23 yaşındayken kız arkadaşımı hamile bırakmam ve son-rasındaki tavrım bunlardan biri,” dedi. “Ama öğrenilmesine izinveremeyeceğim kadar kötü sırlarım yok.”

Onunla kırk civarında görüşme yaptım. Bazıları Palto Alto’dakioturma odasında yapılan resmi röportajlardı, diğerleriyse uzunyürüyüşlerde ve araba gezilerinde ya da telefonda yapılankonuşmalardı. On sekiz ay boyunca süren ziyaretlerim sırasında banagiderek daha çok açıldı, Apple’daki veteran iş arkadaşlarının gerçekliğiçarpıtma sahası dedikleri şeye zaman zaman tanık olsam da. Bunun se-bebi bazen Jobs’ın bellek hücrelerinin hepimizin başına gelen şekildeistemsizce hata yapması, bazense uydurma bir gerçeklik yorumunuhem bana hem de kendine sunmasıydı. Anlattıklarını kontrol etmekiçin yüzden fazla arkadaşıyla, akrabalarıyla, rakipleriyle, hasımlarıylave iş arkadaşlarıyla görüştüm.

Bu projeye katkıda bulunan karısı Laurene de kısıtlama getirmeyeveya yönlendirmeye kalkışmadı, yayınlayacaklarımı önceden görmeyide talep etmedi. Hatta Jobs’ın sadece olumlu değil olumsuz yönleri ko-nusunda da dürüst olmamda diretti. Kendisi hayatımda tanıdığım enakıllı ve sağduyulu insanlardan biri. “Onun hayatının ve kişiliğinin sonderece berbat yönleri var, gerçek bu,” dedi daha en baştan. “Bunlarıörtbas etmeye çalışmamalısın. O gerçeği çarpıtmakta ustadır, ama aynızamanda ilginç bir hayat öyküsü var ve tamamının doğru bir şekildeanlatılmasını istiyorum.”

Bunu başarıp başaramadığıma karar vermeyi okuyucuya bırakıyor-um. Bu dramdaki bazı olayları farklı anımsayacak veya zaman zamanJobs’ın gerçekliği çarpıtma sahasında kısılı kaldığımı düşünecek kişilerçıkacaktır eminim. Henry Kissinger hakkında kitap yazarken olduğugibi (ki bu projeye iyi bir hazırlıktı), insanların Jobs hakkında sonderece yoğun olumlu ve olumsuz hisler beslediklerini ve Rashomon

14/728

etkisinin sık sık belli olduğunu fark ettim. Ama çelişkili anlatılarıadilce dengelemek ve kullandığım kaynaklar konusunda şeffaf olmakiçin elimden geleni yaptım.

Bu kitap kusursuzluk tutkusu ve azmi sayesinde altı endüstride:kişisel bilgisayarlarda, animasyon filmlerde, müzikte, telefonlarda, tab-let bilgisayarlarda ve dijital yayıncılıkta çığır açan yaratıcı bir girişim-cinin inişli çıkışlı hayatıyla ve sarsıcı bir şekilde güçlü karakteriyle il-gilidir. Listeye yedinci bir endüstri eklenebilir: Jobs’ın tam olarak çığıraçmasa da yenilik getirdiği perakende satış mağazaları. Ayrıca sadeceweb sitelerinde değil, daha çok uygulamalarda temellenen dijitaliçerikler için yeni bir pazarın yolunu açtı. Bu arada çığır açıcı ürünlerüretmekle kalmayıp, kalıcı şirketini ikinci denemesinde kendiDNA’sıyla, yani vizyonunu sürdürebilecek yaratıcı tasarımcılarla vegirişken mühendislerle donattı.

Bu kitabın aynı zamanda mucitlikle ilgili olduğunu umuyorum. Bir-leşik Devletlerin yaratıcılık avantajını korumanın yollarını aradığı vedünyadaki toplumların yaratıcı dijital çağ ekonomileri oluşturmayaçalıştıkları bir dönemde Jobs yaratıcılığın, hayal gücünün ve süreğenmucitliğin mutlak ikonudur. 21. yüzyılda değer üretmenin en iyiyolunun yaratıcılığı teknolojiyle birleştirmek olduğunu bildiğinden,hayal gücü sıçrayışlarını takdire şayan mühendislik başarılarıylabirleştiren bir şirket kurdu. O ve Apple’daki iş arkadaşları farklıdüşünebiliyorlardı: Sadece odak grubu temelli, gösterişsiz ürün yenilik-leri geliştirmekle kalmayıp, tüketicilerin ihtiyaç duyduklarını henüzbilmedikleri yeni cihazlar ve hizmetler sundular.

Jobs kolayca taklit edilebilecek, örnek alınacak bir patron ya da insandeğildi. İçine şeytan kaçmış gibi olduğu zamanlarda çevresindekilerinhiddete ve umutsuzluğa kapılmalarına yol açabiliyordu. Amakişiliğiyle tutkuları ve ürünleri birbiriyle bağlantılıydı, tıpkı Apple’ındonanımlarının ve yazılımlarının genellikle entegre bir sisteminparçaları olması gibi. Dolayısıyla hayat öyküsü hem eğitici hem de

15/728

uyarıcıdır; yaratıcılıkla, karakterle, liderlikle ve değerlerle ilgili der-slerle doludur.

Shakespeare’in 5. Henry’si –dikkafalı ve toy Prens Hal’ın tutkuluama hassas, katı ama duygusal, ilham verici ama kusurlu bir kraladönüşmesinin öyküsüdür– bir temenniyle başlar: “Ah ateşten yapılmabir ilham perisi yükselse / Mucitliğin en aydınlık göğüne.” PrensHal’ın durumu basitti; yapması gereken tek şey babasının mirasıylauğraşmaktı. Steve Jobs içinse mucitliğin en aydınlık göğüne yüksel-mek, iki çift ebeveynin ve silikonu altına dönüştürmeyi yeni yeniöğrenen bir vadide büyümenin öyküsüyle başlar.

16/728

1. BölümÇocukluk

Terk Edilen ve Seçilen

Paul Jobs ve Steve, 1956

Homestead Lisesi Yıllığı’ndan

Sunnyvale’deki ev ve Apple’ın doğduğu garaj

“SWAB JOB” okul şakası afişiyle

Evlat Edinilmesi

Paul Jobs 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Sahil Güvenlik’ten terhisolunca tayfa arkadaşlarıyla bahse girdi. San Francisco’ya gelmişlerdi,gemileri orada terhis edilmişti ve Paul iki hafta içinde kendine evlene-cek birini bulacağına bahse girdi. Sırım gibi, dövmeli bir motormakinistiydi, bir seksen boyundaydı, hafif James Dean’i andırıyordu.Ama Ermeni göçmenlerin iyi huylu kızı Clara Hagopian’la çıkmasıyakışıklılığı sayesinde olmadı. O akşam dışarı çıkmayı planlayan kızınarkadaş grubunda araba yoktu, oysa Paul ve arkadaşlarında bir tanevardı. Paul on gün sonra, 1946 Mart’ında Clara’yla nişanlanıp bahsikazandı. Onlarınki mutlu bir evlilik olacaktı; 40 yıldan fazla sürdü,ölüm onları ayırana dek.

Paul Reinhold Jobs, Wisconsin’deki Germantown’da bulunan birmandıra çiftliğinde büyümüştü. Babası alkolik olsa da ve onu bazendövse de, Paul sert görünüşünün altında kibar ve sakin bir insan olarakyetişmişti. Liseyi yarım bıraktıktan sonra Orta Batı’da gezinipmakinistlik yapmıştı, 19 yaşında da Sahil Güvenlik’e katılmıştı, oysayüzme bilmiyordu bile. USS M. C. Meigs gemisinde görevlendirilmişti

ve savaşın çoğunda İtalya’ya, General Patton’a asker taşımışlardı.Makinistlik ve ateşçilik yeteneğiyle takdir toplamıştı, ama arada sıradaufak tefek olaylara karıştığından rütbesi erlikten öteye gidememişti.

Clara New Jersey’de doğmuştu; ebeveyni 1915 Türk-Ermeni olaylarısonrasında oraya göçmüşlerdi ve Clara çocukken San Francisco’nunMission Bölgesi’ne yerleşmişlerdi. Clara’nın pek kimseye bahset-mediği bir sırrı vardı: Daha önce evlenmişti, ama kocası savaştaöldürülmüştü. Yani Paul Jobs’la çıktığı gün yeni bir hayata başlamayahazırdı.

Savaş sırasında çoğu insan gibi onlar da yeterince heyecanyaşamışlardı ve artık sadece bir yere yerleşmek, çocuk yetiştirmek vedaha sakin bir hayat sürmek istiyorlardı. Paraları az olduğundan Wis-consin’e taşınıp birkaç sene Paul’ün ebeveyninin evinde kaldılar, sonrada Indiana’ya taşındılar ve Paul orada, International Harvester şirket-inde makinistlik yapmaya başladı. Eski arabalarla uğraşmaya bayılıy-ordu ve boş zamanlarında onları alıp, elden geçirip satarak parakazanıyordu. Sonunda işini bırakıp tam gün ikinci el araba satıcılığıyapmaya başladı.

Clara’ysa San Francisco’yu seviyordu ve 1952’de kocasını oraya geridönmeye ikna etti. Sunset Bölgesi’nde, Golden Gate Parkı’nın hemengüneyinde Pasifik’e bakan bir daire tuttular ve Paul bir finans şirket-inde “icracılık” yapmaya, sahiplerinin borcunu ödemediği arabaları kil-itlerini açarak toplamaya başladı. Ayrıca bu arabaların bazılarını satınalıp, onarıp satarak iyi para kazanıyordu.

Ancak hayatlarında bir eksiklik vardı. Çocuk istiyorlardı, ama Claradış gebelik geçirmişti –döllenmiş yumurta uterus yerine fallop tüpüneyerleşmişti– ve artık kısırdı. Dolayısıyla 1955’te, evliliklerinin dok-uzuncu yılında, bir çocuğu evlat edinmeye karar verdiler.

Paul Jobs gibi Joanne Schieble da Alman kökenli, köylü bir Wiscon-sin ailesindendi. Babası Arthur Schieble Green Bay civarından göç

21/728

etmişti; orada karısıyla birlikte sahip olduğu bir vizon çiftliği vardı veemlakçılıktan fotoğraf baskıcılığına dek çeşitli işlerde başarılı olmuştu.Özellikle kızının aşk ilişkileri konusunda son derece sertti ve onun ilkaşkını, –Katolik olmayan ressamı– hiç beğenmemişti. DolayısıylaJoanne Wisconsin Üniversitesi’nde ihtisas yaparken Abdulfattah“John” Jandali adlı Suriyeli bir Müslüman asistana aşık olunca, ba-basının onu evlatlıktan reddetme tehdidini savurması şaşırtıcı değildi.

Jandali önde gelen bir Suriyeli ailenin dokuz çocuğunun en küçüğüy-dü. Petrol rafinerileri ve çeşitli şirketleri olan babası Şam’da ve Hu-mus’ta geniş arazilere sahipti ve bir ara bölgedeki buğday fiyatlarınıtamamen kontrolüne almıştı. Schieble ailesi gibi Jandaliler de eğitimiönemsiyorlardı; aile fertleri İstanbul’da veya Sorbonne’da eğitimalmışlardı nesiller boyu. Abdulfattah Jandali Müslüman olmasınakarşın bir Cizvit yatılı okuluna gönderilmişti ve Beyrut’taki AmerikanÜniversitesi’nden lisans diploması aldıktan sonra siyasal bilgiler yük-sek lisansı ve öğretim asistanlığı yapmak üzere WisconsinÜniversitesi’ne gelmişti.

1954 yazında Joanne, Abdulfattah’la birlikte Suriye’ye gitti. Hu-mus’ta iki ay kaldılar ve orada Abdulfattah’ın ailesinden Suriye ye-meklerini öğrendi. Wisconsin’e geri döndüklerinde hamile olduğunukeşfetti. İkisi de 23 yaşındaydılar, ama evlenmemeye karar verdiler.Joanne’in o sırada ölüm döşeğinde olan babası, onu Abdulfattah’laevlenirse evlatlıktan reddetmekle tehdit etmişti. O küçük Katolikcemaatinde kürtaj da kolay bir seçenek değildi. Bu yüzden Joanne1955 başında San Francisco’ya gitti; bekâr annelere barınak sağlayan,bebeklerini doğurtan ve gizli evlat edinmeleri ayarlayan iyi kalpli birdoktor onu himayesine aldı.

Joanne’in bir koşulu vardı: Çocuğunu evlat edinecek insanlarüniversite mezunu olmalıydılar. Bu yüzden doktor bebeğin bir avukatlakarısına verilmesini ayarladı. Ama oğlan doğduğunda –24 Şubat1955–, seçilen çift kız çocuk istediklerine karar verip caydılar.

22/728

Dolayısıyla doğan çocuk, bir avukatın değil mekaniğe düşkün, lisedenterk bir adamla kitapçılık yapan dürüst karısının oğulları oldu. Paul veClara yeni bebeklerine Steven Paul Jobs adını verdiler.

Ancak Joanne bebeğinin ebeveyninin üniversite mezunu olmasınıistiyordu hâlâ. Çocuğun lise mezunu bile olmayan bir çifte verildiğiniöğrenince evlatlık verme belgelerini imzalamayı reddetti. Buuzlaşmazlık haftalarca sürdü; bebek Steve, Jobs’ların evine yerleştir-ildiğinde bile. Sonunda Joanne pes etti, ama ancak Jobs’lardan çocukiçin para biriktirip onu üniversitede okutacaklarının sözünü aldıktansonra –hatta bu konuda imzalı taahhüt aldı–.

Joanne’in gerekli belgeleri imzalamak istememesinin bir sebebi dahavardı. Babası ölmek üzereydi ve Joanne hemen ardından Jandali’yleevlenmeyi planlıyordu. Evlendikten sonra çocuklarını geri alabilmeyiumuyordu –sonradan akrabalarına bunu, bazen ağlayaraksöyleyecekti–.

Arthur Schieble Ağustos 1955’te, çocuğun resmen evlat edinilmes-inden birkaç hafta sonra öldü. Joanne ve Abdulfattah Jandali’yse oseneki Noel’in hemen ardından, Green Bay, St. Philip’deki ApostleKatolik Kilisesi’nde evlendiler. Jandali ertesi sene uluslararası ilişkilerdoktorasını tamamladı ve sonra bir çocukları daha oldu, Mona adınıverdikleri bir kız.

Joanne’in 1962’de Jandali’den boşandıktan sonra yaşadığı ma-ceraperest gezgin hayatını kızı –sonradan büyük bir romancı olacakolan Mona Simpson– Burası Olmasın Da adlı dokunaklı romanında iş-leyecekti. Ama Steve gizlilik içeren bir prosedürle evlatlık ver-ildiğinden, birbirlerini bulmaları yirmi yıl sürecekti.

Steve Jobs evlatlık olduğunu küçük yaştan beri biliyordu. “Ailem bukonuda gayet açık davrandı,” diye anlattı. Altı yedi yaşındayken evininbahçesinde oturduğunu ve sokağın karşı tarafında oturan kıza evlatlıkolduğunu söylediğini net anımsıyordu. “Yani gerçek ailen seni

23/728

istememiş mi?” diye sormuş kız. “Ahhhh! Kafamda şimşekler çaktı,”dedi Jobs. “Ağlayarak eve koştuğumu hatırlıyorum. Annemle babamdediler ki, ‘Hayır, anlamalısın.’ Çok ciddiydiler, gözlerimin içinebakıyorlardı. ‘Seni özellikle seçtik,’ dediler. İkisi de bunu söylediler veyavaşça tekrarladılar. Her kelimenin üstüne basa basa söylediler.”

Terk edilmek. Seçilmek. Özel olmak. Bu kavramlar Jobs’ın benliğin-in, kendine bakışının parçası haline geldiler. En yakın arkadaşları, doğ-duktan sonra terk edilmenin onda yara izleri bıraktığını düşünüyorlar.“Bence yaptığı her şeyde mutlak kontrol sahibi olma arzusukişiliğinden ve doğduktan sonra terk edilmiş olmasından kaynaklanıy-or,” diyor uzun süreli iş arkadaşı Del Yocam. “Ortamını kontrol etmekistiyor ve ürünü kendisinin bir uzantısı olarak görüyor.” Üniversitedenhemen sonra Jobs’la yakınlık kuran Greg Calhoun ise başka bir sebepgörüyor. “Steve terk edilmiş olmasından ve bunun yol açtığı acıdanepey bahsetti bana,” diyor. “Bu onu bağımsızlaştırdı. Farklı bir ritmeuymaya başladı ve bunun sebebi, doğduğu dünyadan farklı bir dünyadayaşadığını bilmesiydi.”

Jobs sonradan, tam da biyolojik babasının kendisini terk ettiğiyaştayken (23), kendisi de bir çocuk yapıp terk edecekti. (Kızınvelayetini sonradan üstlendi.) O çocuğun annesi Chrisann Brennan,evlatlık verilmenin Jobs’ın “içini kırık cam parçalarıyla doldurduğunu”ve bazı davranışlarının anlaşılmasını kolaylaştırdığını söylüyor.1980’lerin başlarında Apple’da Jobs’la yoğun bir şekilde birlikteçalışan Andy Hertzfeld, hem Brennan’la hem de Jobs’la yakınlığınıkoruyan az sayıda kişiden biri. “Steve’le ilgili asıl mesele, neden bazenkendini tutamayıp da bazı insanlara içgüdüsel olarak, son derece za-limce ve zarar verici davranabildiği,” diyor. “Bunun sebebi doğduktansonra terk edilmesi. Altta yatan asıl mesele, Steve’in hayatındaki terkedilmişlik olgusu.”

Jobs buna inanmıyor. “Terk edildim diye çok çalıştığımı, başarılıolursam annemle babamın beni geri isteyeceklerini umduğumu filan

24/728

düşünenler var, ama bu çok saçma,” diyor ısrarla. “Evlatlık olduğumubilmek kendimi daha özgür hissetmemi sağlamış olabilir, ama kendimiasla terk edilmiş hissetmedim. Ebeveynim kendimi özel hissetmemisağladılar hep.” Sonradan, Paul ve Clara Jobs’tan “üvey” ailesi diyebahsedenlere, hatta “gerçek” ailesi olmadığını ima edenlere bile kıza-caktı hep. “Onlar %1000 gerçek ailemdi,” diyor. Biyolojik ailesindensekısaca bahsediyor: “Onlar benim sperm ve yumurta bankamdılar – ağırkonuşmuyorum, öyleydiler sadece, bir sperm bankası meselesiydi okadar.”

Silikon Vadisi

Paul ve Clara Jobs’ın yeni oğullarına sağladıkları çocukluk, 1950’ler-in sonlarında pek çok açıdan tipikti. Steve iki yaşındayken Patty adlıbir kızı evlat edindiler ve bir banliyö evine taşındılar. Paul’ün çalıştığıfinans şirketi CIT onu Palo Alto’daki şubesine atamıştı, ama o bölgeçok pahalı olduğundan, hemen güneydeki daha ucuz bir kasaba olanMountain View’deki bir parsellenmiş araziye yerleştiler.

Paul Jobs orada oğluna mekanik ve araba sevdasını aşılamaya çalıştı.“Steve, bu artık çalışma tezgâhın,” dedi, garajlarındaki masanın bir kıs-mını çizgiyle ayırarak. Jobs babasının zanaatkârlığından etkilendiğinianımsıyor. “Babamın tasarım anlayışının epey iyi olduğunu düşünüy-ordum,” diyor, “çünkü her şeyi yapabiliyordu. Dolaba ihtiyacımızvarsa bir tane yapıyordu. Çitimizi yaparken bana bir çekiç verdi,onunla birlikte çalışayım diye.”

Elli yıl sonra o çit hâlâ Mountain View’deki evin arka ve yan bahçes-ini çevreliyor. Jobs bana onu gösterirken kazıkları okşadı ve babasınıniyice bellettiği bir dersi hatırladı. Babası dolapların ve çitlerin arkatarafları gizli kalacak olsa bile, onları düzgün yapmanın önemindenbahsetmişti. “Düzgün çalışmayı seviyordu. Görülmeyecek kısımlarıbile önemsiyordu.”

25/728

Babası eski arabaları elden geçirip satmayı sürdürdü ve garajı fa-vorilerinin fotoğraflarıyla donattı. Oğluna tasarım ayrıntılarını göster-iyordu – astarları, havalandırma deliklerini, krom çamurlukları, koltukkızaklarını. Her gün işten çıkınca blucin tulumunu giyip garaja çekiliy-ordu, Steve de genellikle peşinden geliyordu. “Motorlardan biraz an-lamasını sağlarım diye düşünmüştüm, ama ellerini kirletmeyi hiçistemiyordu,” diye sonradan anımsayacaktı Paul. “Mekanik şeylereasla çok ilgi duymadı.”

Jobs kaportanın altında çalışmayı pek de cazip bulmuyordu aslında.“Araba tamirciliğiyle ilgilenmiyordum. Ama babamla takılmakhoşuma gidiyordu.” Evlatlık olduğunun bilincine vardıkça babasınagiderek daha fazla bağlanıyordu. Jobs sekiz yaşlarındayken bir gün ba-basının Sahil Güvenlik’teki zamanlarından kalma bir fotoğrafını buldu.“Makine dairesindeydi ve gömleğini çıkarmıştı, James Dean’e benziy-ordu. Çocukların Vay be dedikleri anlardan biriydi. Vay canına,ebeveynim bir zamanlar gençmişler ve gayet hoş görünüyorlarmış.”

Babası arabalardan bahsederken Steve’i elektronikle tanıştırdı.“Elektronikten çok anlamıyordu, ama otomobillerde ve tamir ettiğibaşka şeylerde sık sık karşılaşmıştı. Bana elektroniğin temellerini gös-terdi ve epey ilgilendim.” Daha da ilginci yedek parça aramaya çıktık-ları zamanlardı. “Her hafta sonu hurdalığa giderdik. Jeneratörler, kar-büratörler, her türden parça arardık.” Babasının tezgâhta pazarlık yap-masını anımsıyordu. “Sıkı pazarlıkçıydı, çünkü parçaların gerçek fiy-atını tezgâhtaki adamlardan daha iyi biliyordu.” Jobs’lar Steve’i evlatedinirken verdikleri sözü bu sayede tutabildiler. “Babam bir Ford Fal-con’u veya başka bir marka çalışmayan döküntü bir arabayı 50 dolaraalıp, üzerinde birkaç hafta çalışıp 250 dolara satıyordu – ve bundanAmerikan Vergi Dairesi’nin haberi olmuyordu; böyle böyle üniversiteparam birikti.”

Jobs’ların 268 Diablo adresindeki evini ve mahalledeki diğer evleriyapan emlâk müteahhidi Joseph Eichler’in şirketi, 1950 ila 1974’te

26/728

California’daki çeşitli parselasyon alanlarında 11,000’den fazla ev inşaetmişti. Frank Lloyd Wright’ın “sıradan” Amerikalılara yönelik sade,modern ev vizyonundan etkilenen Eichler’in inşa ettiği ucuz evlerdecam duvarlar, bakkal tavanları, görünür direkler ve kirişler, beton plakdöşemeler ve bol bol sürme cam kapı vardı. “Eichler iyi iş çıkardı,”dedi Jobs mahalledeki yürüyüşlerimizden birinde. “Evleri kullanışlı,ucuz ve iyiydi. Düşük gelirli insanlara temiz tasarımlı, sade evlersundu. Bazı ayrıntılar muhteşemdi, örneğin yerden ısıtma olması.Çocukluğumdan hatırlıyorum, halılar çok güzel ısınıyordu.”

Jobs Eichler’in evlerine duyduğu hayranlığın kitle pazarına yönelikkeskin tasarımlı ürünler tasarlama arzusunu aşıladığını söyledi. “Ger-çekten muhteşem bir tasarımla basit işlevselliği makul fiyatlı bir ürünüstünde birleştirebilmeyi seviyorum,” dedi, Eichler’in evlerinin temizzarafetinden bahsederken. “Apple’ın ilk vizyonu buydu. İlk Mac’teyapmaya çalıştığımız buydu. iPod’da yapmayı başardığımız buydu.”

Jobs’ların evinin karşısında başarılı bir emlâkçı oturuyordu. “Çokakıllı bir adam değildi,” diye anımsıyordu Jobs, “ama servet kazanıyorgibiydi. Bu yüzden babam ‘Bunu ben de yapabilirim,’ diye düşündü.Çok çalıştığını hatırlıyorum. Gece kursuna gitti, lisans testini geçti veemlâkçılığa başladı. Sonra piyasada kriz çıktı.” Böylece, Steve ilkok-uldayken aile bir yıl kadar para sıkıntısı çekti. Annesi bilimsel aletlerüreten bir şirket olan Varian Associates’te muhasebecilik yapmayabaşladı, ayrıca ikinci bir ipotek kredisi aldılar. Steve dördüncüsınıftayken bir gün öğretmeni ona “Evrende anlamadığın nedir?” diyesordu. Jobs “Babamın neden durup dururken parasız kaldığını an-lamıyorum,” diye yanıt verdi. Yine de babasının daha iyi bir satıcı ol-mak uğruna yaltakçılık veya üçkâğıtçılık yapmamasından epey gururduyuyordu. “Emlâk satmak için insanlara yalakalık yapmak gerekiy-ordu, ama babam bunda iyi değildi, hamurunda yoktu. Bu yönünü tak-dir ediyordum.”

27/728

Babası aynı zamanda sakin ve kibar mizaçlıydı, ki oğlu ileride onunbu yönlerini örnek almasa da gururla övecekti. Babası tavır sahibiydi.

Mahallede bir mühendis oturuyordu, Westinghouse’ta fotoelektrik hücrelerüstünde çalışıyordu. Bekârdı, beatnik tiplerdendi. Bir kız arkadaşı vardı. Kızbazen bana bakıcılık yapıyordu. Babam da annem de çalıştığından, okuldan sonramühendisin evine gidip birkaç saat kalıyordum. Adam birkaç kez sarhoş olupkıza vurdu. Kız bir gece bize geldi, korkudan ödü patlamıştı; sonra adam dagelince babam onun karşısına dikildi – kız burada ama sen giremezsin dedi. Öyledimdik durdu. 1950’lerin güllük gülistanlık olduğunu düşünmekten hoşlanırız,ama o adam insanların hayatını karartan mühendislerden biriydi.

Mahalleyi Amerika’daki diğer binlerce cılız ağaçlı parselasyonalanından ayıran şey, tembellerin bile mühendisliğe meyilli olmalarıy-dı. “Buraya taşındığımızda şu köşelerin hepsinde kayısı ve erik ağaçlarıvardı,” diye anımsıyordu Jobs. “Ama askeri yatırımlar sayesinde bölgegelişmeye başlamıştı.” Jobs vadinin tarihini yalayıp yuttu ve kendirolünün başlayacağı günlerin hayalini kurmaya başladı. Polaroid’denEdwin Land sonradan ona Eisenhower’ın kendisinden Sovyet tehdidin-in gerçek boyutunu öğrenmek için U-2 casus uçağı kameraları üretmes-ine yardım etmesini istediğini söyledi. Metal kutulardaki filmler,Jobs’ın yaşadığı yerin yakınındaki NASA Ames Araştırma Merkezi’negötürülmüştü. “Bir bilgisayar terminalini hayatımda ilk kez babam beniAmes merkezine götürünce gördüm,” dedi Jobs. “Sırılsıklam aşıkoldum.”

1950’lerde civarda başka savunma müteahhitleri belirdi. Denizaltılariçin balistik füzeler üreten Lockheed Füze ve Uzay Bölümü 1956’da,NASA merkezinin yanına kuruldu; bundan dört yıl sonra, Jobs’laroraya taşındığında bölgede 20.000 kişi çalışıyordu. Birkaç yüz metreötede Westinghouse füze sistemleri için tüpler ve elektrik transform-atörleri üreten tesisler kurdu. “Yeni teknolojiler üreten bir sürü askerişirket vardı,” diye anımsıyordu Jobs. “Orası gizemliydi ve yüksekteknoloji üretiyordu, dolayısıyla orada yaşamak çok heyecanvericiydi.”

28/728

Savunma endüstrileriyle birlikte teknolojiye dayalı güçlü bir ekonomigelişti. Bunun kökeni 1938’e, Dave Packard’la yeni karısının PaloAlto’daki bir daireye taşınmalarına ve kısa süre sonra dairenin odun-luğuna Packard’ın arkadaşı Bill Hewlett’ın yerleşmesine dayanıyordu.Binanın garajı vardı –garajlar ileride vadide hem faydalı hem de ikonikolacaktı– ve burada ilk ürünleri olacak ses osilatörünü üretene kadarçalışacaklardı. 1950’lere gelindiğinde Hewlett-Packard teknik cihazlarüreten, hızla büyüyen bir şirketti.

Neyse ki civarda garajlarına sığmaz olan girişimcilere göre bir yervardı. Stanford Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Dekanı FrederickTerman, özel şirketlerin öğrencilerin fikirlerini ticarileştirebilmesi içinüniversite arazisinde 700 dönümlük bir endüstri parkı yaratarak böl-genin teknoloji devriminin beşiği haline gelmesine katkıda bulundu.Parkın ilk kiracısı Clara Jobs’ın çalıştığı Varian Associates’ti.“Terman’ın o muhteşem fikri, burada teknoloji endüstrisinin gelişmes-ine her şeyden fazla katkıda bulundu,” dedi Jobs. Jobs on yaşınageldiğinde HP’nin 9.000 çalışanı vardı ve mali istikrar isteyen hermühendisin çalışmak istediği başlıca şirketti.

Bölgenin gelişmesine katkıda bulunan en önemli teknoloji yarıiletkendi elbette. New Jersey’deki Bell Laboratuvarları’nda geliştirilentransistörün mucitlerinden biri olan William Shockley, MountainView’e taşındı ve 1956’da o sıralar yaygın olarak kullanılan pahalı ger-manyumun yerine silikonla transistör üretecek bir şirket kurdu. AmaShockley giderek istikrarsızlaşıp da silikonlu transistör projesindenvazgeçince sekiz mühendisi –en önemlileri Robert Noyce’la GordonMoore’du– ayrılıp Fairchild Semiconductor’ı kurdular. Bu şirketbüyüyüp 12.000 kişi çalıştırmaya başladı, ama 1968’de Noyce CEO ol-mayı başaramayınca bölündü. Noyce, Gordon Moore’la birlikte Integ-rated Electronics Co. adıyla tanınan bir şirket kurdu ve şirketin isminizekice, Intel şeklinde kısalttılar. Üçüncü çalışanları Andrew Grove1980’lerde şirketi hafıza çipleri yerine mikroişlemcilerde odaklayarak

29/728

büyütecekti. Birkaç yıl sonra bölgede yarı iletken üreten elliden fazlaşirket olacaktı.

Bu endüstrinin katlanarak büyümesi Moore’un meşhur bir keşfiylebağlantılıydı; Moore 1965’te, bir çipe yerleştirilebilecek transistörsayısını temel alarak, entegre devrelerin hızına ilişkin bir grafik çizdive hızın iki senede bir ikiye katlandığını ve bu gidişatın sürmesininbeklenebileceğini gösterdi. Bu 1971’de, Intel eksiksiz bir CPU(merkezi işlem birimi) –Intel 4004– üretebildiğinde kanıtlandı ve bubirime “mikroişlemci” adını verdiler. Moore Yasası geçerliliğinigünümüze dek genel olarak korudu ve güvenilir performans-fiyat tah-mini, Steve Jobs ve Bill Gates de dahil olmak üzere iki nesillik gençgirişimcilerin yenilikçi ürünlerinin maliyetlerini kestirebilmelerinisağladı.

Haftalık ticaret gazetesi Electronic News’ün köşe yazarı Don Hoe-fler’in Ocak 1971’de “Silikon Vadisi ABD” adlı bir yazı dizisinebaşlamasıyla birlikte çip endüstrisi bölgeye yeni bir isim kazandırdı.Güney San Francisco’dan San Jose’ye dek, Palo Alto’yu içine alarakuzanan altmış beş kilometrelik Santa Clara Vadisi’nin ticari omurgasıEl Camino Real’dır; bu “kral yolu” eskiden California’nın 21 misyonerkilisesini birbirine bağlardı, şimdiyse ABD’deki yıllık girişimci ser-maye yatırımlarının üçte birini gerçekleştiren şirketleri ve geliştirmegruplarını birbirine bağlayan işlek bir caddedir. “Büyürken oranın tari-hinden ilham aldım,” dedi Jobs. “Onun parçası olmak istedim.”

Çoğu çocuk gibi o da etrafındaki yetişkinlerin ilgi alanlarından etki-lendi. “Mahalledeki babaların çoğu gerçekten ilginç şeylerle uğraşıyor-lardı, örneğin fotovoltaiklerle, bataryalarla ve radarla,” diye anımsıy-ordu Jobs. “Bunlara hayranlık duyarak ve haklarında sorular sorarakbüyüdüm.” Bu komşuların en önemlisi olan Larry Lang yedi kapı ötedeoturuyordu. “Benim gözümde örnek bir HP mühendisiydi o: İyi birtelsiz operatörüydü, tam bir elektronik düşkünüydü,” diye anımsıyorduJobs. “Bana oynamam için bir şeyler getirirdi.” Birlikte Lang’ın eski

30/728

evine doğru yürürken Jobs bahçe yolunu gösterdi. “Bir karbon mik-rofonla bir batarya ve bir hoparlör alırdı ve bu bahçe yoluna koyardı.Bana karbon mikrofona konuşmamı söylerdi ve sesim hoparlördenyükselmiş halde çıkardı.” Jobs’ın babası ona mikrofonlara mutlakaelektronik amplifikatör gerektiğini öğretmişti. “Bu yüzden hemen evekoşup babama yanlış bildiğini söyledim.”

“Hayır, amplifikatör gerekir,” dedi babası ona. Steve itiraz edince ba-bası deliye döndü. “Amplifikatörsüz çalışamaz. Bir numara olmalı.”

“Babama hayır deyip durdum, görmesi gerektiğini söyledim vesonunda benimle birlikte gidip bizzat gördü. ‘Vay anasını,’ dedi.”

Jobs bu olayı net hatırlıyordu, çünkü babasının her şeyi bilmediğiniilk kez fark etmişti. Sonra daha da huzursuz edici bir gerçeği keşfet-meye başladı: Ebeveyninden daha zekiydi. Babasının becerikliliğini,ustalığını takdir etmişti hep. “Okumuş bir adam değildi, ama onun epeyzeki olduğunu düşündüm hep. Fazla okumazdı, ama bir sürü şeyi yap-abiliyordu. Mekanik olan neredeyse her şeyi çözebiliyordu.” Ama kar-bon mikrofon olayı kendisinin ebeveyninden daha akıllı ve zekiolduğunu fark etmesine yol açacak acılı bir süreci başlatmıştı. “Çokönemli bir andı, zihnime kazındı. Ebeveynimden daha zeki olduğumuanlayınca, bunu düşündüğüm için çok utandım. O anı asla unutmay-acağım.” Sonradan arkadaşlarına söylediğine göre bu keşif, evlatlık ol-ması da eklenince, kendini ailesinden ve dünyadan biraz ayrı –uzak vekopuk– hissetmesine yol açtı.

Kısa süre sonra bir şeyi daha fark etti. Ebeveyninden daha zekiolduğunu keşfetmekle kalmadı, bunu bildiklerini de keşfetti. Paul veClara Jobs çocuklarına karşı sevgi doluydular ve hayatlarını çok zeki–ve aynı zamanda şevkli– bir oğulla geçirmeye uygun hale getirmeyehazırdılar. Onu rahat ettirmek, ona özel olduğunu hissettirmek içinbüyük çaba sarf edeceklerdi. Ve Steve kısa sürede bu gerçeği de farketti. “Annem de babam da benimle ilgileniyorlardı. Özel olduğumuhissedince epey sorumluluk duymuşlardı. Bana bir şeyler öğretmenin,

31/728

beni daha iyi okullarda okutmanın yolunu buluyorlardı. İhtiyaçlarımıkarşılamak istiyorlardı.”

Yani Jobs sadece bir zamanlar terk edildiğini bilerek değil, aynızamanda özel olduğunu hissederek büyüdü. Bunu kişiliğininoluşmasında daha etkili buluyordu.

Okul

İlkokula başlamadan önce annesinden okuma öğrenmişti. Ama bubazı sorunlara yol açtı. “İlk birkaç sene canım sıkıldığından, başımı be-laya sokarak oyalandım.” Jobs’ın otoriteyi kabullenmeye hem mizacı,hem de yetiştirilme tarzı sebebiyle meyilli olmadığı kısa sürede an-laşıldı. “Daha önce karşılaşmadığım tarzda bir otoriteyle karşılaştım vehoşuma gitmedi. Ve beni az kalsın yeneceklerdi. Tüm merakımıöldürmelerine ramak kalmıştı.”

Okulu, Monta Loma İlkokulu Jobs’ın evinden dört sokak ötedeki,1950’lerden kalma bir dizi alçak binadan biriydi. Jobs can sıkıntısındaneşek şakaları yapıyordu. “Rick Ferrentino diye bir arkadaşım vardı vebaşımızı belaya sokup duruyorduk,” diye anımsıyordu. “Örneğinüstünde ‘evcil hayvanınızı okula getirme günü’ yazılı küçük ilanlarhazırladık. Çılgıncaydı, her tarafta köpekler kedileri kovalıyordu veöğretmenler deliye dönmüştü.” Bir başka sefer, diğer çocukları bisikletkilitlerinin şifrelerini söylemeye ikna ettiler. “Sonra çıkıp bütün kil-itleri birbiriyle değiştirdik, böylece kimse bisikletini alıp gidemiyordu.Meseleyi o gecenin geç saatlerine kadar halledemediler.” Jobs üçüncüsınıfa geldiğinde eşek şakaları daha tehlikeli olmaya başlamıştı. “Birkeresinde öğretmenimiz Bayan Thurman’ın sandalyesinin altında pat-layıcı patlattık. Kadın tiklendi.”

Üçüncü sınıfı bitirmeden önce iki üç kez cezalı olarak eve yollanmasışaşırtıcı değil. Ancak babası artık ona özel insan muamelesi yapmayabaşlamıştı ve okuldan da aynı tavrı beklediğini sakin ama kararlı birşekilde belirtti. Paul Jobs’ın “Bakın, onun suçu yok,” dediğini

32/728

anımsıyordu oğlu. “İlgisini çekemiyorsanız bu sizin suçunuz.” Jobsebeveyninin onu okuldaki kabahatleri yüzünden cezalandırdığını anım-samıyordu. “Babamın babası alkolikmiş ve onu kemerle dövermiş, amaben dayak yediğimi sanmıyorum.” Ebeveyninin “okulun suçluolduğunu, çünkü beni özendirmekten çok salak şeyler ezberletmeyeçalıştıklarını” anladığını ekledi. Hayatının geri kalanına damgasını vur-acak duyarlılık ve duyarsızlık, sinirlilik ve soğukluk karışımını sergile-meye başlamıştı bile.

Dördüncü sınıfa geçme vakti geldiğinde okul Jobs’la Ferrentino’nunsınıflarını ayırmanın en iyisi olduğuna karar verdi. Yeni öğretmen“Teddy” lakabıyla bilinen, Imogene Hill adlı, çabuk sinirlenen birkadındı ve Jobs’ın söylediğine göre “hayatımın azizelerinden birioldu.” Kadın onu iki hafta izledikten sonra en iyi yöntemin ona rüşvetvermek olduğuna karar verdi. “Bir gün okuldan sonra bana içindematematik problemleri bulunan bir kitap verdi, bunu eve götürüp çöz-meni istiyorum dedi. ‘Manyak mısın?’ diye düşündüm. Sonra dünyakadar kocaman görünen şu dev lollipoplardan birini çıkardı. Ve dedi ki,problemlerin çoğunu doğru çözersen sana hem bunu vereceğim, hemde beş dolar. Kitabı ona iki günde geri verdim.” Birkaç ay sonraJobs’ın artık rüşvete ihtiyacı kalmadı. “Öğrenmek ve öğretmenimimemnun etmek istiyordum sadece.”

Kadın buna karşılık ona mercek aşındırmak ve fotoğraf makinesiyapmak gibi işler için hobi setleri verdi. “Bana en çok şey öğretenöğretmen oydu ve o olmasa hapse düşerdim eminim.” Kadının yak-laşımı, Jobs’ın özel olduğu kanısını bir kez daha güçlendirdi. “Sınıfım-da sadece benimle ilgileniyordu. Bende bir şey görmüştü.”

Imogene Hill’in tek gördüğü zekâ değildi. Kendisi yıllar sonra, o sen-enin sınıfının Hawaii Günü’nde çekilen bir fotoğrafını paylaşmaktanson derece gururlu ve hoşnuttu. Jobs istenen Hawaii gömleğinigiymeden gelmişti, ama fotoğrafta önde, ortada duruyor ve üstünde bir

33/728

Hawaii gömlek var. Başka bir çocuğun sırtındaki gömleği ikna yoluylaalmayı başarmıştı.

Dördüncü sınıfın sonuna doğru Bayan Hill, Jobs’ın seviyesini test et-tirdi. “Lise ikincisi sınıf seviyesinde çıktım,” diye anımsıyordu Jobs.Zihinsel açıdan özel olduğunu kendisiyle ebeveyninin yanı sıra okul daanlayınca, ona ilginç bir teklifte bulundular: İki sınıf atlayıp, dördüncüsınıftan yedinci sınıfa geçmesini teklif ettiler. Onu meşgul ve teşvik et-menin en kolay yolu buydu. Ebeveyni daha sağduyulu davrandı ve sa-dece bir sınıf atlamasına izin verdi.

Geçiş acılı oldu. Zaten asosyal olan, tek başına takılan Jobs kendinibir yaş büyük çocukların arasında buldu. Daha da kötüsü, altıncı sınıfıbaşka bir okulda okudu: Crittenden Lisesi’nde. Burası Monta Lomaİlkokulu’ndan sadece sekiz sokak ötede olmasına karşın pek çokaçıdan bambaşka bir dünyaydı, çünkü etnik çetelerle dolu bir ma-halledeydi. “Her gün kavga ediliyordu ve duşta insanlardan haraçalınıyordu,” diye yazdı Silikon Vadisi muhabiri Michael S. Malone.“Erkeklik gösterisi olarak okula bıçak getirmek olağandı.” Jobs’ıngeldiği zamanlarda bir grup öğrenci toplu tecavüzden hapse atıldılar vebir komşu okulun otobüsü, okulun güreş takımının Crittenden’ıntakımını yenmesinden sonra parçalandı.

Kabadayılar tarafından sık sık rahatsız edilen Jobs, yedinci sınıfın or-tasında ailesine ültimatom verdi. “Beni başka bir okula göndermeler-inde direttim,” diye anımsıyordu. Bu mali açıdan zorlayıcı bir teklifti.Ebeveyni zar zor geçiniyordu. Ama eninde sonunda ona boyun eğe-cekleri artık kesin gibiydi. “Direndiklerinde onlara Crittenden’e geridönmek zorunda kalırsam okulu bırakacağımı söyledim. Bunun üzerineen iyi okulları araştırdılar ve varlarını yoklarını denkleştirip daha güzelbir semtte 21.000 dolarlık bir ev satın aldılar.”

Sadece beş kilometre güneye, Güney Los Altos’taki eskiden meyve-lik olan, sonradan parsellenmiş bir arazideki birbirinin benzeri müstakilevlerden birine taşındılar. 2066 Crist Yolu’ndaki evleri tek katlıydı, üç

34/728

yatak odalıydı ve yanında sokağa bakan, iner kapılı, son derece önemlibir garaj vardı. Orada Paul Jobs arabalarıyla, oğluysa elektronikle ilgi-lenebiliyordu. Garajın bir başka önemi, vadinin en güvenli ve en iyiokullarından biri olan Cupertino-Sunnyvale okulunun bölge sınırınınhemen içinde kalmasıydı. “Buraya taşındığımda şu köşeler meyve-likti,” diye gösterdi Jobs, eski evinin önünden geçerken. “Orada oturanadam bana iyi bir organik bahçıvan olmayı ve kompostlamayı öğretti.Her şeyi mükemmel yetiştiriyordu. Hayatımda daha lezzetli şeyleryemedim. İşte o zaman organik meyvelerle sebzeleri önemsemeyebaşladım.”

Jobs’ın ebeveyni sofu olmasalar da onun dindar olarak yetişmesiniistiyorlardı, bu yüzden genellikle Pazarları onu Luther kilisesinegötürüyorlardı. Jobs on üç yaşındayken bu son buldu. Aile Life okuy-ordu ve derginin Temmuz 1968 sayısında Biafra’da açlık çeken ikiçocuğun afallatıcı fotoğrafı yayınlandı. Jobs fotoğrafı Pazar okulunagötürüp kilise papazının karşısına dikildi. “Parmağımı kaldırsam, Tanrıhangisini kaldıracağımı benden önce bilir mi?”

Papaz “Evet, Tanrı her şeyi bilir,” diye yanıtladı.

Bunun üzerine Jobs Life’ın kapağını çıkardı ve “Peki Tanrı bunu, buçocuklara ne olacağını biliyor mu?” diye sordu.

“Steve, anlamadığını biliyorum ama evet, Tanrı bunu biliyor.”

Jobs böyle bir Tanrı’ya tapmak istemediğini söyledi ve bir daha kili-seye gitmedi. Ancak Zen Budizmi’ni yıllarca inceledi ve uyguladı. Yıl-lar sonra ruhani tarafı üstüne düşünürken, dinin aktarılan dogmalardançok spiritüel deneyimlerde odaklanmasını daha iyi bulduğunu söyledi.“Hristiyanlık İsa gibi yaşamaktan ve dünyayı İsa’nın gözündengörmekten çok imanda odaklanınca cazibesini yitiriyor,” dedi bana.“Bence farklı dinler aynı eve açılan farklı kapılar. Bazen ev var diyedüşünüyorum, bazense yok diye. Büyük sır bu.”

35/728

Jobs’ın babası artık Spectra-Physics’te, Santa Clara civarındaki,elektronik cihazlar ve tıbbi ürünler için lazer cihazları üreten bir şir-kette çalışıyordu. Bir makinist olarak, mühendislerin tasarladığı ürünprototiplerini inşa ediyordu. Oğlu kusursuzluğun gerekliliğindenbüyülenmişti. “Lazer cihazları çok ince ayar gerektirir,” dedi Jobs.“Gerçekten karmaşık olanların, uçak cihazları veya tıbbi cihazlar içinkullanılanların çok belirgin özellikleri vardı. Babama ‘Şunu istiyoruzve tek bir metal parçasından yapılmasını istiyoruz, ki eşit genleşsinler,’diyorlardı. Babamın da bunu nasıl yapacağını bulması gerekiyordu.”Bütün parçaların sıfırdan inşa edilmesi gerekiyordu, yani Paul Jobskendi aletlerini ve kalıplarını üretmek zorundaydı. Oğlu büyülenmişti,ama makine atölyesine pek inmiyordu. “Bana mengene ve torna kul-lanmayı öğretmesi eğlenceli olabilirdi. Ama maalesef hiç gitmiyordum,çünkü elektronikle daha çok ilgileniyordum.”

Paul Jobs bir yaz Steve’i ailesinin Wisconsin’deki çiftliğine götürdü.Steve köy hayatını sevmese de bir görüntü aklında kaldı. Bir buzağınındoğuşunu gördü ve o küçük hayvanın birkaç dakika uğraştıktan sonrayürümeye başlamasına çok şaşırdı. “Bunu sonradan öğrenmemişti, bubilgi donanımına önceden yüklenmişti,” diye anımsıyordu. “Bir insanyavrusu bunu yapamazdı. Başkaları umursamasa da bana ilginç geldi.”Donanım-yazılım mantığıyla düşünüyordu. “Sanki hayvanın vücu-dundaki bir şeyler ve beyni, öğretilmek yerine anında birlikteçalışmaya başlayacak şekilde tasarlanmıştı.”

Jobs dokuzuncu sınıfı Homestead Lisesi’nde okudu; buranın 2.000kişinin faydalandığı geniş kampüsünün iki katlı briket evleri o zaman-lar pembeydi. “Ünlü bir hapishane mimarı tarafından tasarlanmıştı,” di-ye anımsıyordu Jobs. “Yıkılmaz olmasını istiyorlardı.” Jobs yürümeyisever olmuştu ve on beş sokak ötedeki okula her gün tek başınayürüyordu.

Yaşıtı birkaç arkadaşı vardı, ama 1960’lar sonlarının karşıkültürünekapılmış olan daha büyük öğrencilerle de tanıştı. O zamanlar teknoloji

36/728

düşkünleriyle hippilerin dünyası az çok kesişmeye başlamıştı.“Arkadaşlarım cidden zeki gençlerdi,” dedi. “Matematiğe, bilime veelektroniğe düşkündüm. Onlar da bunlara ve ayrıca LSD’ye ve bütün okarşıkültür tribine düşkündüler.”

O zamanlar yaptığı eşek şakaları genellikle elektronikle ilgili oluy-ordu. Bir keresinde evini hoparlörlerle donattı. Ama hoparlörler mik-rofon olarak da kullanılabildiğinden dolabını bir kontrol odasınadönüştürdü, böylece diğer odalarda olanları dinleyebiliyordu. Bir gece,ebeveyninin yatak odasını kulaklıkla dinlerken babasına yakalandı vesinirlenen adam sistemi sökmesini söyledi. Jobs pek çok akşamınıLarry Lang’in, eskiden oturdukları sokakta yaşayan mühendisin gara-jında geçirdi. Larry sonunda Jobs’a onu büyülemiş olan karbon mik-rofonu hediye etti; ayrıca Heath setleriyle, o zamanlar lehimmeraklılarının bayıldığı, telsiz gibi elektronik cihazları içeren, kendinbirleştir türünden setlerle ilgilenmesini sağladı. “Heath setlerinin bütünpanelleri ve parçaları renk kodlu oluyordu, ama kullanım kılavuzucihazın nasıl işlediğini de açıklıyordu,” diye anımsıyordu Jobs. “Her-hangi bir şeyi inşa edip anlayabileceğini fark etmeni sağlıyorlardı. İkitelsiz yaptıktan sonra katalogta televizyon görünce ‘Bunu ben de yap-abilirim,’ diye düşünüyordun, yapmasan bile. Ben çok şanslıydım,çünkü çocukken babam ve Heath setleri herhangi bir şeyi inşa edebile-ceğime inanmamı sağladılar.”

Lang ayrıca onu Hewlett-Packard Kâşifler Kulübü’ne soktu; 15civarında öğrenciden oluşma bu kulüp Salı geceleri şirket kafetery-asında toplanıyordu. “Laboratuvarlardan bir mühendis getiriyorlardı veadam üstünde çalıştığı şeyden bahsediyordu,” diye anımsıyordu Jobs.“Babam beni oraya arabayla götürüyordu. Buna çok seviniyordum. HPLED (Light Emitting Diodes) teknolojisinde bir öncüydü. Bu yüzdenonlarla yapılabilecek şeyleri konuşuyorduk.” Babası artık bir lazer şir-ketinde çalıştığından, Jobs bu konuyla özellikle ilgileniyordu. Bir gecebir konuşmadan sonra HP’nin lazer mühendislerinden birine rica edipholografi laboratuvarını gezdi. Ama onu en çok etkileyen şey, şirketin

37/728

geliştirdiği küçük bilgisayarları görmekti. “Hayatımın ilk masaüstü bil-gisayarını orada gördüm. Adı 9100A’ydı, hesap makinesinden hal-liceydi aslında, ama aynı zamanda ilk masaüstü bilgisayardı. Devasay-dı, belki 20 kilo vardı, ama çok güzeldi. Ona aşık oldum.”

Kâşifler Kulübü’ndeki çocuklar projelerle uğraşmaya teşvik ediliy-ordu; Jobs elektronik sinyallerdeki pals sayısını ölçen bir frekans sayıcıyapmaya karar verdi. HP’nin ürettiği bazı parçalara ihtiyacıolduğundan CEO’ya telefon etti. “O zamanlar herkesin numarası tele-fon rehberindeydi. Ben de Palo Alto’daki Bill Hewlett’ın ev nu-marasını bulup aradım. Benimle 20 dakika sohbet etti. Parçaları yolla-makla kalmayıp, beni frekans sayacı ürettikleri fabrikada işe aldı.”Jobs, Homestead Lisesi’ndeki ilk yılından sonraki yaz orada çalıştı.“Babam beni sabahları arabayla götürüp akşamları alıyordu.”

İşi temelde bir montaj bandındaki nesnelere “somun ve cıvata tak-maktan” ibaretti. İş arkadaşları, CEO’yu arayarak işe girmiş olan bugirişken çocuğa biraz sinir oluyorlardı. “Bir müdüre ‘Bu işe bayılıyor-um, bu işe bayılıyorum,’ dediğimi hatırlıyorum; sonra ona kendisininen çok neyi yapmayı sevdiğini sordum. O da ‘Düzüşmeyi, düzüşmeyi,’dedi.” Jobs bir üst katta çalışan mühendislerle daha iyi anlaşıyordu.“Her sabah 10’da donut ve kahve servisi yapıyorlardı. Bu yüzden üstkata çıkıp onlarla takılıyordum.”

Jobs çalışmayı seviyordu. Ayrıca gazete dağıtıcılığı yapıyordu–yağmurlu günlerde babası onu arabasıyla götürüyordu– ve lisedekiikinci senesinde hafta sonlarını ve yazı dev bir elektronik mağazasıolan Haltek’te stok yazıcılığı yaparak geçirdi. Babasının aradığı oto-mobil parçaları nasıl hurdalıklarda bulunuyorsa, elektronik aletler deburada bulunuyordu: Şehrin koskoca bir sokağını kaplayan bir yağmacıcennetiydi; yeni, kullanılmış, kurtarılmış ve fazlalık parçalar raflaratıkıştırılıyor, kutulara hep birlikte atılıyor ve arka bahçeye yığılıyor-lardı. “Arka tarafta, deponun yanında çitli bir arazi vardı ve oradaPolaris denizaltılarının sökülüp hurda niyetine satılmış teçhizatları gibi

38/728

şeyler bulunuyordu,” diye anımsıyordu. “Bütün kumandalar ve tuşlaroradaydı. Renkleri ordu grisi ve yeşiliydi, düğmeleri ve ampul kapak-ları kehribar rengi ve kırmızıydı. Büyük kollu şalterler vardı, onları aç-mak muhteşemdi, bütün Chicago’ya elektrik veriyormuş gibihissediyordum.”

Ön taraftaki, ciltleri yıpranmış kalın kataloglarla dolu ahşap tezgâh-larda insanlar şalterler, rezistörler, kapasitörler ve bazen de son modelhafıza çipleri için pazarlık yapıyorlardı. Steve, babasının otomobilparçaları satın alırkenki taktiğini uyguladı ve başarılı oldu, çünkü herparçanın fiyatını tezgâhtarlardan daha iyi biliyordu. Babasını taklit etti.Pazarlık ve kâr sevdasının da etkisiyle, elektronik parçaları giderekdaha iyi tanıdı. Elektronik bit pazarlarına, örneğin San Jose’deki takasmerkezine gidip değerli çipler ya da parçalar içeren kullanılmış devrekartları gibi şeyleri pazarlıkla satın alıyor ve sonra Haltek’tekimüdürüne satıyordu.

Jobs ilk arabasını babasının yardımıyla 15 yaşındayken satın almayıbaşardı. Araba, babasının bir MG motoru taktığı iki renkli bir NashMetropolitan’dı. Jobs arabayı pek beğenmese de bunu babasına söy-leyip de kendi arabasına sahip olma fırsatını kaçırmak istemedi. “Şimdidüşünüyorum da, Nash Metropolitan gayet havalıydı aslında,” dedisonradan. “Ama o sıralar dünyanın en beğenilmeyen arabasıydı. Yinede sonuçta bir arabaydı ve bu harikaydı.” Arabayı satıp üstüne çeşitliişlerde çalışarak bir senede biriktirdiği parayı ekleyerek, Abarth mo-torlu bir kırmızı Fiat 850 coupé alabildi. “Babam o arabayı almamayardım etti ve elden geçirdi. Para kazanmanın ve bir şey için parabiriktirmenin verdiği tatmin çok heyecan vericiydi.”

Jobs aynı yaz, Homestead’deki ikinci öğrenim yılına başlamadanönce, marihuana içmeye başladı. “O yaz ilk kez uyuşturucu kullandım,15 yaşındaydım ve sonra düzenli olarak esrar içmeye başladım.” Birara babası oğlunun Fiat’ında bir miktar uyuşturucu buldu. “Bu ne?” di-ye sordu. Jobs istifini bozmadan yanıtladı: “Marihuana.” Jobs

39/728

babasının öfkesine maruz kaldı, ki hayatında nadiren yaşadığı bir şeydibu. “Babamla ettiğim tek ciddi kavgaydı,” dedi. Ama sonunda babasıboyun eğdi. “Bir daha asla esrar kullanmayacağıma söz vermemi is-tedi, ama söz vermedim.” Hatta okuldaki ikinci senesinde LSD ve otkullanmaya, aynı zamanda da uykusuzluğun zihin bükücü etkilerinikeşfetmeye başladı. “Biraz daha fazla uyuşturucu kullanır olmuştum.Arada sırada LSD de kullanıyorduk, genellikle boş arsalarda ya daarabalarda.”

Aynı zamanda lisedeki son iki senesinde entelektüel birikimini epeyarttırdı ve artık bir kavşakta bulunduğunu, ya tamamen elektronikle il-gileneceğini ya da edebiyata ve yaratıcı uğraşlara yöneleceğini düşün-meye başladı. “Epey müzik dinlemeye başladım, bilim ve teknolojidışında şeyler de okumaya başladım – Shakespeare, Platon. KralLear’a bayılıyordum.” Diğer favorileri arasında Moby Dick ve DylanThomas’ın şiirleri vardı. Ona neden kendini Kral Lear’la KaptanAhab’a, edebiyatın dünyasının en başına buyruk ve azimli iki karakter-ine yakın hissettiğini sordum, ama yanıt vermeyince üstelemedim.“Lise ikideki İngilizce öğretmenim muhteşemdi. Ernest Hemingway’ebenziyordu. Bizi Yosemite’ye, kar ayakkabısıyla yürümeye götürdü.”

Jobs’ın aldığı derslerden biri sonradan Silikon Vadisi efsaneleriarasına katılacaktı: Öğrencilerini tesla bobinlerinden kıvılcım çıkarmakgibi numaralarla şovmen gibi heyecanlandırabilen John McCollum adlıeski bir donanma pilotunun girdiği elektronik dersi. Adamın sevdiğiöğrencilerine anahtarını verdiği küçük deposu transistör gibi parçalarladoluydu. Elektronik kuramlarını açıklamak, onları örneğin rezistörlerlekapasitörleri seri ve paralel bağlamak gibi pratik uygulamalarla ilişki-lendirmek ve ardından bu bilgileri amplifikatör ve telsiz yapımındakullanmak konusunda yetenekliydi.

McCollum’un sınıfı kampüsün kenarındaki, otoparkın yanındakibarakamsı bir binadaydı. “Burasıydı,” dedi Jobs pencereden içeribakarken, “şu yanda da otomobil dersi veriliyordu.” Bu yan yanalık,

40/728

Jobs’ın babasının neslinin ilgi alanlarının gözden düşmesini vurguluy-or. “Bay McCollum elekronik dersinin otomobil dersinden daha önemliolduğunu düşünüyordu.”

McCollum askeri disipline ve otoriteye saygıya inanıyordu. Jobsbunlara inanmıyordu. Otoriteden nefret ettiğini artık gizlemeyeçalışmıyordu ve gergin, tuhaf enerjisini soyutlanmış bir asiliklebirleştirdi. “Genellikle bir köşede tek başına durup bir şeyler yapıyorduve benimle de, sınıfın geri kalanıyla da pek ilgilenmiyordu,” dediMcCollum sonradan. Jobs’a güvenip de deponun anahtarını ver-memişti. Bir gün Jobs aradığı bir parçayı bulamayınca imalatçıyı,Detroit’teki Burroughs’u ödemeli aradı ve yeni bir ürün tasarladığını,parçayı test etmek istediğini söyledi. Parça birkaç gün sonra havayoluyla gönderildi. McCollum parçayı nereden bulduğunu soruncaJobs yaptığı ödemeli aramayı ve uydurduğu yalanı –asice bir gururla–anlattı. “Küplere bindim,” dedi McCollum. “Öğrencilerimin öyle dav-ranmalarını istemiyordum.” Jobs’ın tepkisi şu oldu: “Telefon edecekparam yoktu. Onlarda tonla para var.”

Jobs McCollum’ın sınıfında sadece bir sene kaldı, üç sene kalmasıönerisiniyse reddetti. Projelerinden birinde, ışığa maruz kalınca devresiçalışan fotoselli bir cihaz yaptı, ki bunu liseli herhangi bir fen öğrencisibaşarabilirdi. Jobs lazerlerle oynamayı çok daha ilginç buluyordu;bunu babasından öğrenmişti. Birkaç arkadaşıyla birlikte, lazerlerimüzik setinin hoparlörlerindeki aynalardan yansıtarak, partilerde kul-lanılacak lazer ışık gösterileri yarattı.

41/728

2. BölümTuhaf Çift

İki Steve

Jobs’la Wozniak garajda, 1976

Woz

Jobs, McCollum’un sınıfında öğrenciyken, öğretmenin gelmişgeçmiş en gözde öğrencisi olan, sınıftaki başarısıyla okulda efsanehaline gelmiş bir mezunla arkadaş oldu. Kardeşi bir ara Jobs’la aynıyüzme takımında olan Stephen Wozniak, Jobs’tan neredeyse beş yaşbüyüktü ve elektronik konusunda çok daha bilgiliydi. Ama duygusal vesosyal açıdan hâlâ teknoloji düşkünü bir lise öğrencisi gibiydi.

Jobs gibi Wozniak da babasından çok şey öğrenmişti. Ama öğrendik-leri birbirinden farklıydı. Paul Jobs liseden terkti ve araba tamirciliğiyaparken, parçaları ucuza alıp pahalıya satarak kâr etmeyi öğrenmişti.Jerry adıyla bilinen Francis Wozniak ise Cal Tech mezunu parlak birmühendisti; okulun Amerikan futbolu takımında oyun kuruculuk yap-mıştı, mühendisliği yüceltir ve ticaretle, pazarlamayla ve satışlauğraşanları horgörürdü. Lockheed’in füze güdüm sistemleri pro-gramında roket bilimci olmuştu. “Bana mühendisliğin dünyadaulaşılabilecek en önemli şey olduğunu söylediğini hatırlıyorum,” diye

anımsıyordu Steve Wozniak sonradan. “Toplumu yeni bir seviyeyetaşıdığını söylemişti.”

Wozniak’ın ilk anılarından biri, bir hafta sonu babasının işyerine git-mesi ve orada kendisine elektronik parçalar gösterilmesiydi: “Babamonları oynayayım diye masaya koydu.” Babasının devre tasarım-larından birinin düzgün çalıştığını göstermek için video ekranındaki birdalga çizgisinin düzleşmesini sağlamaya çalışmasını büyülenmişçesineseyretmişti. “Babamın yaptığı şeyin önemli ve iyi olduğunu an-lamıştım.” Woz (o zamanlar bile ona bu isimle hitap ediliyordu) evdeortalıkta duran rezistörlerle transistörler hakkında sorular sorunca ba-bası bir karatahta getirip bunların neler yaptığını anlatıyordu.“Rezistörün ne olduğunu açıklamaya atomlardan ve elektronlardanbaşlıyordu. Ben ikinci sınıftayken, rezistörlerin işleyişini denklemlerledeğil hayalimde canlandırmamı sağlayarak açıkladı.”

Woz’un babası onun çocuksu, asosyal kişiliğine damgasını vuran birşey daha öğretti: Asla yalan söylememeyi. “Babam dürüstlüğe inanırdı.Tamamen dürüstlüğe. Bana öğrettiği en önemli şey buydu. Şimdi bileasla yalan söylemem.” (Bunun tek istisnası iyi eşek şakaları yaptığızamanlardı.) Ayrıca oğluna fazla hırslı olmamayı öğretmişti, ki Wozbu açıdan Jobs’tan farklıydı. Tanışmalarından kırk yıl sonra, 2010’daWoz bir Apple yeni ürün lansmanı sırasında aralarındaki farklaradeğindi. “Babam bana hep ortada ol,” derdi. “Steve’in tersine yukarıda,mühim şahsiyetlerin arasında olmak istemiyordum. Babam mühendisti,ben de mühendis olmak istiyordum. Steve gibi iş hayatında liderolamayacak kadar çekingendim.”

Wozniak dördüncü sınıfa geldiğinde kendi deyişiyle “elektronikçocuklardan” biri olmuştu. Transistörlerin yanındayken kızlarınyanında olduğundan daha rahattı, ayrıca zamanının çoğunu devrekartlarının başında iki büklüm geçiren biri olarak kilo aldı ve kamburuçıktı. Jobs babasının açıklayamadığı bir karbon mikrofona kafa yor-arken Wozniak mahalledeki altı evin çocuk odaları arasında

43/728

amplifikatörlü, röleli, lambalı ve zilli bir interkom sistemi kurmak içintransistörler kullanıyordu. Ve Jobs’ın Heath setleriyle uğraştığı yaştaWozniak o zamanların en gelişkin telsizleri olan Hallicrafters’lardanfaydalanarak bir alıcı-verici yapıyor ve babasıyla birlikte amatör tels-izci lisansı alıyordu.

Woz zamanının çoğunu evde oturup babasının elektronik dergileriniokuyarak geçiriyordu ve yeni bilgisayarlarla, örneğin güçlü ENIAC’lailgili haberlere bayılıyordu. Boole cebirine yatkınlığı olduğundan,bunların karmaşıklığına değil basitliğine şaşırıyordu. 8. sınıftaykenikili sayı kuramını kullanarak yüz transistör, iki yüz diyot, iki yüzrezistör ve on devre kartı içeren bir hesap makinesi yaptı. BununlaHava Kuvvetleri’nin düzenlediği bir yerel yarışmada birincilik kazandı,oysa katılanlar arasında 12. sınıf öğrencileri bile vardı.

Woz, yaşıtları kızlarla çıkarken ve parti yaparken giderek içinekapandı; öyle uğraşları devreler tasarlamaktan çok daha karmaşık bu-luyordu. “Önceden popülerken, bisiklete filan binerken birden asosyaloluverdim,” diye anımsıyordu. “Çok uzun süredir kimse benimlekonuşmuyor gibiydi.” Stres atmak için çocukça eşek şakaları yapmayabaşladı. 12. sınıftayken bir elektronik metronom –hani şu müzik der-slerinde tık tık tık diye zaman ölçen aletler– yaptı ve bomba sesinebenzer bir ses çıkardığını fark etti. Bunun üzerine birkaç büyük batary-anın etiketlerini söktü, metronomu bataryalara bağladı ve okuldaki kil-itli dolaplardan birine koydu. Metronomu dolap açılınca daha hızlıçalışacak şekilde ayarladı. O gün daha sonra müdürün odasına çağrıldı.Okulun matematik yarışmasını yine kazandığı için çağrıldığını sandı.Oysa karşısında polisi buldu. Cihaz keşfedilince çağrılan müdür BayBryld, onu cesurca kapıp göğsüne bastırarak futbol sahasına koşmuş veorada telleri koparmıştı. Woz gülmemeye çalıştıysa da beceremedi. Ogeceyi ıslahevinde geçirdi. Woz için unutulmaz bir deneyimdi bu.Diğer tutuklulara tavan vantilatörlerine uzanan kabloları alıp par-maklıklara bağlamayı ve böylece parmaklıklara dokunan insanlaraelektrik çarpmasını sağlamayı öğretti.

44/728

Woz elektrik çarpmasını onur verici buluyordu. Donanım mühendisiolmakla gurur duyuyordu ve arada sırada elektrik çarpması onun içinnormaldi. Bir keresinde yaptığı bir rulet masasında dört kişi başpar-maklarını bir slota sokuyorlardı; top düşünce bir tanesi elektrikakımına kapılıyordu. “Donanımcılar bu oyunu oynayabilirler, amayazılımcılar korkar,” dedi.

Lisedeki ikinci senesinde Sylvania’da yarım gün çalışmaya başladıve ilk kez bir bilgisayarın üstünde çalışma fırsatı buldu. Bir kitaptanFORTRAN öğrendi ve dönemin bütün bilgisayar sistemlerinin kul-lanım kılavuzlarını okudu, Digital Equipment PDP-8’ten başlayarak.Sonra en yeni mikroçiplerin özelliklerini inceledi ve bu yeni parçalarıkullanarak bilgisayarları baştan tasarlamaya çalıştı. Tasarımı olab-ildiğince az öğe kullanarak kopyalamak istiyordu. “Bunu kapılarıkapatıp odamda tek başıma yaptım,” diye anımsıyor. Her gece, birönceki geceki çizimini geliştirmeye çalışıyordu. Lisedeki ikinci senes-inin sonunda artık bir ustaydı. “Artık şirketlerin tasarımlarındakiçiplerin yarısını kullanarak bilgisayarlar tasarlıyordum, ama sadecekâğıt üstünde.” Bunu arkadaşlarına asla söylemedi. Sonuçta 17yaşındaki gençlerin çoğu başka şekillerde eğleniyorlardı.

Wozniak lisedeki ikinci senesinin Şükran Günü’nde ColoradoÜniversitesi’ne gitti. Üniversite tatil sebebiyle kapalıydı, ama Wozniakkendisine laboratuvarları gezdirecek bir mühendislik öğrencisi buldu.Wozniak babasına orada okumasına izin vermesi için yalvardı, oysa oüniversite bütçelerini zorlayacak kadar pahalıydı. Bir anlaşma yaptılar:Wozniak orada bir sene okuyacaktı, ama sonra geri dönüp öğrenimineDe Anza yüksekokulunda devam edecekti. Wozniak sonunda pazarlığauymak zorunda kaldı. 1969 sonbaharında Colorado’ya gittikten sonraöyle çok eşek şakası yaptı ki (örneğin yazıcıdan yüzlerce sayfalık“Nixon’ı siktir et” çıktısı alıyordu) iki dersten kaldı ve deneme süresinealındı. Ayrıca Fibonacci sayılarını hesaplayan bir program yazmak içinbilgisayarları öyle çok kullandı ki üniversite onu giderleri ödetmekletehdit etti. Bunları ebeveynine söylemek yerine De Anza’ya geçti.

45/728

Wozniak De Anza’da keyifli bir sene geçirdikten sonra biraz parakazanmaya karar verdi. Motorlu Taşıtlar İdaresi’ne bilgisayar üretenbir şirkette iş buldu ve bir iş arkadaşı ona muhteşem bir teklif yaptı:Arkadaşı ona yedek çiplerden verecekti, kâğıt üstünde tasarladığı bil-gisayarlardan birini yapabilsin diye. Wozniak olabildiğince az çip kul-lanmaya karar verdi, hem bunu kişisel bir sınama olarak gördüğünden,hem de iş arkadaşının cömertliğini suistimal etmemek adına.

İşin çoğunu hâlâ Homestead Lisesi’nde okuyan, köşenin hemen ar-dında oturan Bill Fernandez adlı bir arkadaşının garajında halletti.Çalışırken bol bol Cragmont Kremalı Gazoz içiyor, şişeleri iade etmekiçin bisikletle Sunnyvale’deki Safeway süpermarketine gidiyor ve de-pozitoyla daha fazla gazoz alıyorlardı. “Bilgisayara Kremalı GazozBilgisayarı demeye başladık,” diyor Wozniak. Bu bilgisayar temelde,bir dizi tuşla girilen numaraları çarpabilen ve sonuçları ikilik sistemdedüzenlenmiş küçük ışıklarla sergileyen bir hesap makinesiydi.

1970 sonbaharında bilgisayar tamamlanınca Fernandez, Wozniak’aHomestead Lisesi’nde tanışması gereken biri olduğunu söyledi. “AdıSteve. Senin gibi o da eşek şakası yapmayı seviyor ve elektronikcihazlar yapmaya meraklı.” 32 yıl önce Hewlett’ın Packard’ın garajınagirmesinden beri yapılan en önemli Silikon Vadisi garaj toplantısıolabilir bu. “Steve’le ben Bill’in evinin önündeki kaldırıma oturupuzun uzun konuştuk –eşek şakalarımızdan bol bol bahsettik, bir deyaptığımız elektronik cihaz tasarımlarından,” diye anımsıyorduWozniak. “Öyle çok ortak yönümüz vardı ki. Normalde insanlaraüstünde çalıştığım tasarımları anlatmam zor oluyordu, ama Steve he-men anlıyordu. Ayrıca ona kanım kaynamıştı. Zayıftı, sırım gibiydi veenerji doluydu.” Jobs da etkilenmişti. “Wozniak o zamana kadartanıştığım kişiler arasında, elektronik konusunda benden bilgili olan ilkinsandı,” dedi bir keresinde, kendi uzmanlığını abartarak. “Onu hemensevdim. Yaşıma göre biraz olgundum, o da yaşına göre biraz çocuk-suydu, dolayısıyla bir denge oldu. Woz çok zekiydi, ama duygusalaçıdan yaşıtımdı.”

46/728

Bilgisayarlar dışında müzik tutkuları da ortaktı. “Müzik açısından in-anılmaz bir dönemdi,” diye anımsıyordu Jobs. “Beethoven’la Moz-art’ın sağ oldukları zamanlarda yaşamak gibiydi. Cidden. İnsanlar şim-di öyle hatırlıyorlar. Woz’la ben müziğe epey düşkündük.” WozniakJobs’ı özellikle Bob Dylan’ın muhteşem müziğiyle tanıştırdı. “SantaCruz’da Stephen Pickering diye birini bulduk, Bob Dylan’la ilgili birfanzin çıkarıyordu,” dedi Jobs. “Dylan bütün konserlerini kaydettirirdive etrafındaki insanlardan bazıları kayıtların kopyalarını dağıtıyorduherhalde, çünkü kasetler kısa sürede her yerde bulunabiliyordu. Bütünkonserlerinin kayıtları korsan satılıyordu. Ve bu adamda hepsi vardı.”

Dylan kasetlerini toplamak kısa sürede ortak tutkuları haline geldi.“Birlikte Berkeley’e gidiyorduk ve Dylan’ın korsan kasetlerini buluptopluyorduk,” dedi Wozniak. “Dylan’ın şarkı sözlerinin kitapçıklarınıalıyorduk ve gece geç saatlere kadar oturup onları yorumluyorduk.Dylan’ın yazdıkları yaratıcı düşünceyi tetikliyordu.” Jobs şunu ekledi:“Elimde toplam yüz saatten fazla kayıt vardı, ’65 ve ’66 turnesindekibütün konserler dahil;” Dylan bu konserlerde elektrogitar kullanmayabaşlamıştı. İkisi de son model, TEAC marka iki makaralı teypleralmışlardı. “Benimkini düşük hızda kullanıyordum, bir banta birçokkonser kaydetmek için,” dedi Wozniak. Jobs da onun kadar saplantılıy-dı. “Büyük hoparlörler yerine muhteşem bir kulaklık aldım ve yatağım-da yatıp o kayıtları saatlerce dinledim.”

Jobs Homestead Lisesi’nde müzikli ve ışıklı gösteriler düzenleyen veaynı zamanda eşek şakaları yapan (bir keresinde pencere önü çiçeklik-lerinden birinin üstüne altın rengi bir klozet kapağı yapıştırdılar) birkulüp kurmuştu. Buck Fry Kulübü olan ismi müdürden esinlenilmişti.Wozniak’la arkadaşı Allen Baum mezun olmalarına karşın, Jobs’ın ilksenesinin sonunda onunla güçlerini birleştirdiler ve mezun olacaköğrenciler için bir veda şakası düzenlediler. Jobs kırk yıl sonraHomestead kampüsünü gezdirirken durup o yaramazlığı yaptıkları yerigösterdi. “Şu balkonu görüyor musun? Orada yaptığımız afiş şakasıdostluğumuzu perçinledi.” Baum’un arka bahçesinde, Baum’un okulun

47/728

yeşil ve beyaz renklerine boyadığı büyük bir çarşafı alıp üstüne ortaparmağını kaldırmış dev bir el resmi çizmişlerdi. Hatta Baum’uncanayakın Yahudi annesi onlara yardım etmişti ve eli taramalarla,gölgelendirmelerle daha gerçekçi kılmayı göstermişti. “Bunun neolduğunu biliyorum,” demişti kadın kıs kıs gülerek. Çarşafı mezuniyetsınıfı geçerken balkondan sarkıtacak bir halatlı makara sistemi tasar-ladılar ve çarşafa iri harflerle SWAB JOB imzasını attılar; bu imzaWozniak’la Baum’un ad ve soyadlarının baş harflerinden ve Jobs’ınsoyadının bir kısmından oluşuyordu. Yaptıkları şaka okulda efsaneoldu – ve Jobs’ın bir kez daha okuldan uzaklaştırılmasına yol açtı.

Bir başka eşek şakası, Wozniak’ın yaptığı ve TV sinyalleri yayabilenbir cep cihazıyla ilgiliydi. Wozniak cihazı bir grup insanın TV seyret-tiği bir yere, örneğin öğrenci yurduna götürüyordu ve düğmeye gizlicebasınca ekranda parazit oluyordu. Birisi kalkıp televizyona vuruncaWozniak düğmeyi bırakıyordu, böylece görüntü düzeliyordu. Durum-dan habersiz izleyicileri kontrolüne alınca daha sinir bozucu numaralardeniyordu. Antene dokunulana kadar görüntünün parazitli kalmasınısağlıyordu. Sonunda onların tek ayak üstünde durarak veya televizy-onun tepesine dokunarak anteni tutmaları gerektiğini düşünmelerinisağlıyordu. Yıllar sonra Jobs bir sunum sırasında bir videoyu oynat-makta zorlanınca, yazılı konuşmasını boşvererek o cihazla ne kadarçok eğlendiklerini anlatmaya başladı. “Woz onu cebine koyuyordu veöğrenci yurduna gidiyorduk... orada insanlar mesela Uzay Yolu’nuseyrederken Woz görüntüyü bozuyordu ve birisi kalkıp düzeltmeyegidiyordu ve çocuk tam ayağını yerden kaldırınca Woz görüntüyüdüzeltiyordu, çocuk ayağını yere basınca da tekrar bozuyordu.” Jobssahnede pretzel şeklini aldı ve kahkahadan kırılırken son olarak şunusöyledi: “İnsanları beş dakikada bu hale getirebiliyordu.”

Mavi Kutu

Eşek şakalarıyla elektroniğin nihai kombinasyonu –ve Apple’ın yar-atılmasına katkıda bulunan macera– bir Pazar ikindisinde, Wozniak

48/728

annesinin onun için mutfak masasına bıraktığı Esquire’daki bir yazıyıokuyunca başladı. Tarih Eylül 1971’di ve Wozniak ertesi gün arabaylaBerkeley’e, üçüncü üniversitesine gidecekti. Ron Rosenbaum’un“Küçük Mavi Kutunun Sırları” adlı yazısında bilgisayar ve telefonkorsanlarının AT&T şebekesindeki sinyalleri yönlendiren ses tonlarınıtaklit ederek uzun mesafe görüşmelerini bedavaya getirmenin yolunubulduklarından bahsediliyordu. “Yazının yarısında kendimi tutamayıpen iyi arkadaşım Steve Jobs’ı aradım ve ona bu uzun yazının bazıkısımlarını okudum,” diye anımsıyordu Wozniak. Lise ikiye başlamışolan Jobs’ın, heyecanını paylaşacak çok az insandan biri olduğunubiliyordu.

Yazının kahramanlarından biri John Draper adlı bir bilgisayarkorsanıydı; lakabı Captain Crunch’tı, çünkü bu kahvaltılık gevreklebirlikte verilen düdüğün sesinin, telefon şebekesinin arama yön-lendirme anahtarlarının kullandığı 2600 hertzlik tonun aynısı olduğunukeşfetmişti. Bu düdük sayesinde sistemi kandırıp, uzun mesafe ara-malarını ücret ödemeden yapabiliyordu. Yazıda aramaları yönlendirenbant içi tek frekanslı sinyallerin işlevini gören başka tonların Bell Sys-tem Technical Journal dergisinin bir sayısında bulunabileceği söylen-iyordu, ki AT&T kütüphanelerden bu sayıyı raflarından kaldırmalarınıistemişti.

Jobs o pazar ikindisinde Wozniak arayınca, o teknik dergiyi hemenbulmaları gerektiğini anladı. “Woz birkaç dakika sonra beni aldı vedergiyi aramak için SLAC [Stanford Lineer Hızlandırıcı Merkezi]kütüphanesine gittik,” dedi Jobs. Günlerden Pazar olduğundankütüphane kapalıydı, ama genellikle kilitli olmayan bir kapı biliyor-lardı. “Rafları telaşla karıştırdığımızı hatırlıyorum ve içinde bütünfrekansların yazılı olduğu dergiyi sonunda Woz buldu. ‘Hassiktir’deyip dergiyi açtık ve işte oradaydı. ‘Gerçekmiş. Hassiktir, gerçekmiş,’deyip duruyorduk kendi kendimize. Hepsi oradaydı – tonlar,frekanslar.”

49/728

Wozniak o akşam kapanmadan Sunnyvale Electronics’e gitti ve biranalog ton jeneratörü için gerekli parçaları satın aldı. Jobs HP KâşiflerKulübü’ndeyken zaten bir frekans sayıcı yapmıştı ve bunu gereken ton-ları kalibre etmekte kullandılar. Yazıda belirtilen sesleri bir kadran kul-lanarak kopyalayıp kaydettiler. Geceyarısı deneme yapmaya hazırdılar.Maalesef kullandıkları osilatörler gerekli sesleri telefon şirketinikandıracak şekilde çıkaracak kadar stabil değildi. “Stabil olmadığınıSteve’in frekans sayıcısından görebiliyorduk,” diyor Wozniak, “vedüzgün çalıştıramıyorduk bir türlü. Ertesi sabah Berkeley’e gitmemgerekiyordu ve oradayken sıfırdan dijital bir versiyon tasarlamam ko-nusunda anlaştık.”

O zamana kadar kimse dijital bir Mavi Kutu yapmamıştı, ama Wozbu iş için biçilmiş kaftandı. Radio Shack’ten aldığı diyotları ve tran-sistörleri kullanarak ve kendisiyle aynı yurtta kalan bir müzik öğren-cisinin yardımıyla cihazı Şükran Günü’nden önce tamamladı. “Tasar-ladığım bütün devrelerin arasında en çok gurur duyduğum odur,” dedi.“Hâlâ inanılmaz olduğunu düşünüyorum.”

Wozniak bir gece cihazı denemek için Berkeley’den arabayla Jobs’ınevine gitti. Wozniak’ın Los Angeles’taki amcasını aramaya çalıştılar,ama yanlış numara çıktı. Önemli değildi. Cihazları işe yaramıştı.“Selam! Seni beleşe arıyoruz! Seni beleşe arıyoruz!” diye bağırdıWozniak. Hattın diğer ucundaki kişi şaşırdı ve sinirledi. Jobs arayagirdi: “California’dan arıyoruz! California’dan! Mavi Kutu’yla.” Adamiyice şaşırmış olmalı, çünkü o da California’daydı.

Başta Mavi Kutu’yu eğlenmek ve eşek şakaları yapmak için kul-landılar. Bu şakaların en ünlüsünde Vatikan’ı aradılar ve Wozniak,Henry Kissinger rolü yaparak Papa’yla konuşmak istediğini söyledi.“Moskova’daki zirve toplantısındayız, Papa’yla konuşmamız gerek,”dediğini anımsıyor Woz. Kendisine saatin sabahın beş buçuğu olduğuve Papa’nın uyuduğu söylendi. Wozniak tekrar arayınca hatta çevir-menlik yapacak bir piskopos çıktı. Ama Papa’yı hatta getirmeyi

50/728

başaramadılar. “Woz’un Henry Kissinger olmadığını anladılar,” diyeanımsıyordu Jobs. “Bir telefon kulübesindeydik.”

O sıralar önemli bir dönüm noktasına, partnerliklerini belirleyecekbir noktaya ulaştılar: Jobs’ın aklına Mavi Kutu’nun bir hobi olarak kal-masının gerekmediği fikri geldi. Mavi Kutular yapıp satabilirlerdi.“Kapak, güç kaynağı ve tuş takımı gibi geri kalan parçaları buldum vesatış fiyatı belirledik,” dedi Jobs; Apple’ı kurduklarında oynayacağırolün öncüsüydü bu. Ürünün tamamlanmış hali aşağı yukarı iki desteiskambil kâğıdı boyutlarındaydı. Parçalar 40 dolar kadar tutmuştu veJobs cihazı 150 dolara satmalarına karar verdi.

Captain Crunch gibi diğer telefon korsanlarını örnek alarak kendiler-ine lakap taktılar. Wozniak “Berkeley Blue” oldu, Jobs ise “OafTobark.” Yatakhanede kapı kapı gezip cihazı satmaya çalışıyorlardı,Mavi Kutu’yu bir telefona ve hoparlöre bağlayarak tanıtım gösterisiyapıyorlardı. Potansiyel alıcıların karşısında Londra’daki Ritz gibiyerleri veya Avustralya’daki fıkra hatlarını arıyorlardı. “Yüz kadarMavi Kutu yaptık ve neredeyse hepsini sattık,” diye anımsıyordu Jobs.

Eğlenceleri ve gelirleri Sunnyvale’deki bir pizzacıda son buldu.Jobs’la Wozniak yeni tamamladıkları bir Mavi Kutu’yu yanlarınaalmışlardı ve arabayla Berkeley’e gitmek üzereydiler. Paraya ihtiyacıolduğu için cihazı elden çıkarmaya can atan Jobs, onu yan masadaoturan adamlara satmaya çalıştı. Adamlar ilgilenince Jobs bir telefonkulübesine gitti ve Chicago’yu aradı. Adamlar gidip arabalarından paraalmaları gerektiğini söylediler. “Bu yüzden Woz’la ben arabaya gittik,Mavi Kutu elimdeydi, sonra adam içeri girdi ve koltuğun altından birtabanca çıkardı,” dedi Jobs. Hayatında ilk kez bir tabancayı o kadaryakından görüyordu ve çok korkmuştu. “Adam tabancayı karnımadoğrulttu ve ‘Ver şunu kardeş,’ dedi. Kafam deli gibi çalışıyordu. Ara-banın kapısını adamın bacaklarına çarparsam kaçabiliriz diyedüşündüm, ama büyük ihtimalle kurşunu yerdim. Bu yüzden cihazıyavaşça, çok dikkatle ona verdim.” Tuhaf bir soygundu bu. Mavi

51/728

Kutu’yu alan adam Jobs’a bir telefon numarası verdi ve cihaz çalışırsaparasını ödemeye çalışacağını söyledi. Jobs numarayı arayıp dasonunda adama ulaşınca, cihazı kullanmayı beceremediğini öğrendi.Bunun üzerine Jobs adamı kalabalık bir yerde kendisiyle veWozniak’la buluşmaya ikna etti. Ama oraya gitmediler; o tabancalıadamı tekrar görmemeye karar verdiler, işin ucunda 150 dolar olsa bile.

Bu macera birlikte girişecekleri daha büyük maceranın yolunu açtı.“Mavi Kutular olmasa Apple olmazdı,” dedi Jobs sonradan. “Buna%100 eminim. Woz’la ben birlikte çalışmayı öğrendik ve teknik sorun-ların üstesinden gelip bir şeyler üretebilme özgüvenini kazandık.” Mil-yarlarca dolarlık altyapıyı kontrol edebilecek, küçük devre kartlı bircihaz yaratmışlardı. “Bunun bize ne kadar özgüven verdiğine in-anamazsın.” Woz da aynı fikirdeydi. “Onları satmak kötü bir fikirdiherhalde, ama benim mühendislik kapasitemle Steve’in vizyonubirleşince neler yapabileceğimizi gördük,” dedi. Mavi Kutu macerası,yakında başlayacak ortaklıklarının kalıbını biçimlendirdi. Wozniak il-ginç icatlar yapabilen ve bunları bedavaya vermeye dünden razı kibarsihirbaz olacaktı; Jobs ise bu icatları daha kullanıcı dostu kılmanın,paketlemenin, pazarlamanın ve para kazanmanın yolunu bulacaktı.

52/728

3. BölümÜniversite Terk

Aç, Ayarla...

Chrisann Brennan

Jobs 1972 baharında, Homestead’teki son senesinin sonlarına doğru,yaşıtı olan ama bir alt sınıfta okuyan havai, hippimsi bir kızla, Chris-ann Brennan’la çıkmaya başladı. Açık kahverengi saçlı, yeşil gözlü,çıkık elmacık kemikli ve narin görünüşlü bu kız oldukça çekiciydi.Ayrıca zor bir dönemdeydi, çünkü ebeveyni boşanıyordu. “Bir ani-masyon film üstünde birlikte çalıştık, sonra da çıkmaya başladık ve ilkgerçek kız arkadaşım o oldu,” diye anımsıyordu Jobs. Brennan’ın son-radan dediği gibi: “Steve biraz deliydi. Ondan bu yüzdenhoşlanıyordum.”

Jobs’ın deliliği kontrollü türdendi. Hayatı boyunca sürdüreceği diyetdeneylerine başlamıştı –sadece meyve sebze yiyordu–, dolayısıylavücudu zayıf ve sıkıydı. İnsanlara gözlerini kırpmadan bakmayı öğren-mişti ve uzun sessizliklerin arasında birden hızlı hızlı konuşmayıkusursuzlaştırmıştı. Bu tuhaf enerjiklik ve soyutlanma karışımı,omuzlarına kadar inen saçlarıyla ve bakımsız sakalıyla birleşince, delibir şaman gibi görünmesine yol açıyordu. Karizmatiklikle ürkütücülükarasında gidip geliyordu. “Ayaklarını sürüyerek yürüyor, yarı deli gibigörünüyordu,” diye anımsıyordu Brennan. “Epey öfke doluydu. İçindederin bir karanlık vardı sanki.”

Jobs o sıralar LSD kullanmaya başlamıştı ve Brennan’ı da alıştırdı;Sunnyvale civarındaki bir buğday tarlasında birlikte kullandılar.“Harikaydı,” diye anımsıyordu Jobs. “Epey Bach dinlemiştim. Birdenbuğday tarlasında Bach çalmaya başladı. Hayatımda o ana kadaryaşadığım en muhteşem histi. Bu senfoninin şefiymişim ve Bach’ınmüziği buğdayların arasından geliyormuş gibi hissettim.”

Steve 1972 yazında, mezun olduktan sonra Brennan’la birlikte LosAltos tepelerinden birindeki bir kulübeye taşındı. Bir gün ebeveynine“Ben Chrisann’le birlikte bir kulübede yaşayacağım,” diye bildirdi. Ba-bası küplere bindi. “Hayatta olmaz,” dedi. “Cesedimi çiğnemengerekir.” Geçenlerde marihuana yüzünden kavga etmişlerdi ve gençJobs yine inatçıydı. Onlara veda etti ve çıkıp gitti.

Brennan o yaz zamanının çoğunu resim yaparak geçirdi; yetenekliydive Jobs, Brennan’ın onun için çizdiği bir palyaço resmini duvarına astı.Jobs şiir yazıyor ve gitar çalıyordu. Brennan’a zalim, soğuk ve kabadavrandığı zamanlar oluyordu, ama aynı zamanda onu mutlu edebiliy-ordu ve sözünü dinletiyordu. “Aydınlanmış ama zalim bir varlıktı,” di-ye anımsıyordu Brennan. “Tuhaf bir kombinasyon bu.”

O yazın ortasında Jobs, kırmızı Fiat’ı alev alınca az kalsın ölecekti.Santa Cruz Dağları’ndaki Skyline Bulvarı’nda, yanında bir lisearkadaşıyla, Tim Brown’la araba kullanırken arkadaşı geriye baktı, mo-tordan çıkan alevleri gördü ve istifini bozmadan Jobs’a “Kenara çek,araban yanıyor,” dedi. Jobs bunu yaptı. Babası Jobs’ın itirazlarına ku-lak asmadan arabasıyla gelip Fiat’ı çekerek eve götürdü.

Yeni bir araba alacak parayı bulmak isteyen Jobs, Wozniak’ın onuarabasıyla De Anza Üniversitesi’ne götürmesini sağladı ve ilanpanosundaki iş ilanlarına baktı. San Jose’deki Westgate AlışverişMerkezi’nin kostüm giyip çocukları eğlendirebilecek üniversiteöğrencileri aradığını gördüler. Böylece Jobs, Wozniak ve Brennansaatte 3 dolar karşılığında, ağır kostümler giyip başlıklar takarak AlisHarikalar Diyarında’dan Alis, Çılgın Şapkacı ve Beyaz Tavşan roller-ini canlandırdılar. Wozniak bunu eğlenceli buldu. “Dedim ki: ‘Bunuyapmak istiyorum, iyi bir fırsat, çünkü çocuklara bayılırım.’ HP’denizne ayrıldım. Steve berbat bir iş olduğunu düşünüyordu sanırım, amaben eğlenceli bir macera olarak görüyordum.” Jobs işi sahiden desevimsiz buldu. “Hava sıcaktı, kostümler ağırdı ve bazı çocuklaratokadı basmak istemeye başladım bir süre sonra.”

54/728

Reed Üniversitesi

Jobs’ın ebeveyni on yedi yıl önce onu evlat edinirken bir taahhüttebulunmuşlardı: Jobs üniversiteye gidecekti. Bu yüzden üniversitede ok-uması için para biriktirmişlerdi ve liseyi bitirdiğinde bu para fazla ol-masa da yeterliydi. Ama giderek dikkafalılaşan Jobs sorun çıkardı.Başta üniversiteye gitmemeyi düşündü. “Üniversiteye gitmesem NewYork’a giderdim sanırım,” diye anımsıyordu, o yolu seçse dünyasının–ve belki de hepimizin dünyasının– ne kadar farklı olabileceğinidüşünerek. Ebeveyni üniversiteye gitmesinde diretince, pasif agresifbir şekilde tepki verdi. Devlet okullarına, örneğin Woz’un o zamanlarokuduğu Berkeley’e gitmek istemiyordu, oysa onlar daha ucuzdu.Yolun biraz ilerisinde olan ve büyük ihtimalle burs teklifi yapacakStanford’u da beğenmiyordu. “Stanford’a giden çocuklar ne yapmakistediklerini şimdiden biliyorlardı,” diyor. “Sanatçı değillerdi. Bendaha sanatsal ve ilginç bir şey istiyordum.”

Tek bir seçenekte ısrar etti: Portland, Oregon’daki, ülkenin en pahalıokullarından biri olan özel bir sosyal bilimler üniversitesinde, ReedÜniversitesi’nde. Woz’u ziyaret etmek için Berkeley’e gittiğinde ba-bası aradı, Reed’in kabul mektubu gönderdiğini söyledi ve Jobs’ı orayagitmekten vazgeçirmeye çalıştı. Annesi de. Orasının bütçelerini çokaştığını söylediler. Ama oğulları bir ültimatomla karşılık verdi.Reed’den başka bir yerde okumayacaktı. Her zamanki gibi pes ettiler.

Sadece 1.000 öğrencisi bulunan Reed, Homestead Lisesi’nin yarısıkadardı. Serbest ve hippi hayat tarzıyla tanınırdı; bu hayat tarzı katıakademik standartlarla ve ana müfredat programıyla az çok uyum-landırılmıştı. Beş yıl önce, psikedelik aydınlanma gurusu TimothyLeary, üniversiteleri gezdiği Ruhsal Keşif Birliği (League of SpritualDiscovery, LSD) turu sırasında Reed Üniversitesi’nin bahçesindebağdaş kurup oturarak şöyle demişti: “Geçmişin bütün dinleri gibi biz-ler de ilahiyi içimizde arıyoruz... Bu kadim hedefleri şimdiki zamanınmetaforlarıyla tanımlıyoruz – aç, ayarla, bırak (turn on, tune in, drop

55/728

out).” Reed’deki pek çok öğrenci bu üç emri de ciddiye almıştı;1970’lerde öğrencilerin üçte birinden fazlası okulu bırakmıştı.

1972 sonbaharında, Jobs’ın üniversiteye kaydolmasının vakti gelinceebeveyni onu arabayla Portland’a götürdüler, ama o yine küçük bir isy-anda bulunarak onların kampüse girmelerini yasakladı. Hatta veda et-me fırsatı bile vermedi. O anı sonradan, alışılmadık bir pişmanlıklaanlattı:

Hayatımda gerçekten utanç duyduğum çok az şeyden biridir. Pek duyarlı davran-madım ve hislerini incittim. Orada okuyabilmem için çok şey yapmışlardı, amaonları etrafımda istemiyordum. Ebeveynim olduğunu kimse bilmesin istiyordum.Kökleri, tanıdıkları, geçmişi olmayan, ülkeyi trenle gezdikten sonra oraya gelmişbir öksüz gibi olmak istiyordum.

1972’nin sonunda, Jobs Reed’e geldiğinde, Amerikan kampüs hay-atında temel bir değişiklik olmuştu. Ülkenin Vietnam savaşındaki faali-yetleri ve askere alınan insan sayısı azalıyordu. Üniversitelerde depolitik aktivizm azalmaktaydı ve yatakhanelerde gecenin geç saatlerinekadar yapılan konuşmaların yerini kişisel tatmin yollarına duyulan ilgialmıştı. Jobs spiritüelizmle ve aydınlanmayla ilgili çeşitli kitaplardan,özellikle de eski adı Richard Alpert olan Baba Ram Dass’ın yazdığı,psikedelik uyuşturucuları öven bir meditasyon rehberi olan ŞimdiBurada Ol’dan derinden etkilendi. “Derin bir kitaptı,” dedi Jobs. “Benive birçok arkadaşımı değiştirdi.”

Bu arkadaşların en yakını, kendisi de okula yeni gelmiş olan seyreksakallı Daniel Kottke’ydi; Jobs’la Reed’e gelmelerinden bir hafta sonratanıştı ve ikisi de Zen’e, Dylan’a ve LSD’ye ilgi duyuyorlardı. Zenginbir New York banliyösünden gelen Kottke zekiydi ama girişkendeğildi; sevimli çiçek çocuksuluğu Budizm’e ilgisiyle iyice artmıştı.Bu ruhsal arayış yüzünden maddiyatı reddetse de Jobs’ın müzik set-inden etkilenmişti. “Steve’de iki makaralı bir TEAC ve Dylan’ın birsürü korsan kaydı vardı,” diye anımsıyor Kottke. “Cidden havalıydı veteknolojiye düşkündü.”

56/728

Jobs zamanının çoğunu Kottke’yle ve kız arkadaşı ElizabethHolmes’la geçirmeye başladı; oysa bu kızla ilk buluşmasında, birerkekle kaç paraya yatacağını sorarak ona hakaret etmişti. Birlikteotostopla sahil şeridini gezdiler, yatakhanede tipik bir şekilde hayatınanlamından konuştular, yerel Hare Krişna tapınağındaki sevgi festiv-allerine katıldılar ve bedava vejetaryen yemekleri yemek için Zenmerkezine gittiler. “Çok eğlenceliydi,” dedi Kottke, “ama felsefiydi deve Zen’i çok ciddiye alıyorduk.”

Jobs kütüphaneye gitmeye ve Zen’le ilgili başka kitapları Kottke’ylepaylaşmaya başladı; örneğin Shunryu Suzuki’nin Zen Aklı, Çömez Aklı,Paramahansa Yogananda’nın Bir Yoginin Otobiyografisi, RichardMaurice Bucke’nin Kozmik Bilinç ve Chögyam Trungpa’nın SpiritüelMateryalizmin İçinden Geçmek adlı kitaplarını. Elizabeth’in odasınınüstündeki çatı katında bir meditasyon odası oluşturdular ve Hint res-imleriyle, Hint kilimleriyle, mumlarla, tütsülerle ve meditasyon mind-erleriyle donattılar. “Tavanda geniş çatı katına açılan bir kapak vardı,”diyor Jobs. “Bazen orada psikedelik uyuşturucular kullanıyorduk, amagenellikle sadece meditasyon yapıyorduk.”

Jobs’ın doğu spiritüelizmine, özellikle de Zen Budizmi’ne duyduğuilgi ne geçiciydi, ne de sadece bir gençlik hevesiydi. Tipik bir şekildederinden ilgilendiği bu saha, kişiliğini oldukça etkiledi. “Steve Zen’leçok ilgilidir,” dedi Kottke. “Üzerinde derin bir etkisi oldu. Bu her yak-laşımındaki yalın ve minimalist estetik anlayışında ve yoğun dikkat-inde görülüyor.” Jobs Budizm’in sezgilere yaptığı vurgudan da der-inden etkilendi. “Sezgisel idrakın ve bilincin soyut düşünceden ve zi-hinsel mantık analizinden daha önemli olduğunu anlamaya başladım,”dedi sonradan. Ancak tutkulu doğası gerçek nirvanaya ulaşmasını zor-laştırıyordu; Zen bilincine içsel ve zihinsel huzur, başkalarına karşıhoşgörü eşlik etmiyordu pek.

O ve Kottke, Kriegspiel adlı bir oyunu oynamaktan da hoşlanıyor-lardı; satrancın 19. yüzyılda icat edilmiş bir Alman versiyonu olan bu

57/728

oyunda oyuncular sırt sırta oturur ve her birinin kendi tahtasıyla taşlarıvardır, ama rakibininkileri göremez. Bir hakem onlara yapmak istedik-leri hamlelerin geçerli olup olmadığını söyler ve rakiplerinin taşlarınınyerini kestirmek zorunda kalırlar. “Onlarla oynadığım en tuhaf maçta,bir yağmurlu fırtına sırasında şöminenin önündeydik,” diye hatırlıyorhakemlik yapan Holmes. “LSD tribindeydiler. Öyle hızlı oynuyorlardıki takip etmekte zorlanıyordum.”

Jobs’ı üniversitedeki ilk senesinde derinden –belki biraz fazla der-inden– etkileyen bir başka kitap, Frances Moore Lappé’nin Küçük BirGezegen İçin Diyet adlı kitabıydı ve vejetaryenliğin kişisel ve geze-gensel getirilerinden bahsediyordu. “O kitabı okuyunca artık et yem-emeye karar verdim,” diye anımsıyordu Jobs. Ama kitap aynı zamandaarınmaları, oruçları ve haftalarca sadece bir iki tip besinle, örneğinhavuç veya elmayla beslenmeyi içeren aşırı diyetleri benimsemeeğilimini güçlendirdi.

Jobs’la Kottke, okuldaki ilk senelerinde ciddi vejetaryenler oldular.“Steve kafayı benden de fazla takmıştı,” diyor Kottke. “Muzlu ekmeklebesleniyordu.” Bir çiftçi kooperatifine gidiyorlardı ve Jobs haftalıkgıda alışverişini oradan yapıyordu, tahıl gevreği gibi sağlıklı yiyecekleralıyordu. “Hurma, badem ve bol bol havuç alıyordu; bir Championmeyve sıkacağı vardı, havuç suyu ve havuçlu salata yapıyorduk.Steve’in fazla havuç yemekten turunculaştığı söylenir ve bunda birazdoğruluk payı var.” Arkadaşları onun ten renginin bazen günbatımı tur-uncusu olduğunu hatırlıyorlar.

Jobs’ın beslenme alışkanlıkları, 20. yüzyıl başlarında ünlenen bir Al-man sağlıklı beslenme tutkunu olan Arnold Ehret’in Mukussuz DiyetŞifa Sistemi kitabını okumasıyla birlikte iyice tuhaflaştı. Sadecemeyveyle ve nişastasız sebzelerle beslenmek gerektiğine inanıyordu,bunların vücudun zararlı mukus salgılamasını engellediğine inanıyorduve vücudun düzenli aralıklarla oruç tutarak temizlenmesi gerektiğinidüşünüyordu. Muzlu ekmek, pirinç, ekmek, tahıl ve süt tüketmeye son

58/728

verdi. Jobs arkadaşlarını uyarmaya, yedikleri bagellerin mukusa yolaçacağından ve bunun tehlikelerinden bahsetmeye başladı. “Herzamanki gibi manyakça kafayı taktım,” dedi. Bir ara o ve Kottke birhafta boyunca sadece elma yediler ve ardından Jobs daha da sade or-uçlar denemeye girişti. İki günlük periyodlarla başladı ve sonunda birhaftadan fazla oruç tutabilir hale geldi; oruçların sonunda bol bol suiçmeye ve yapraklı sebzeler yemeye özen gösteriyordu. “Bir haftasonra kendini müthiş hissetmeye başlıyorsun,” dedi. “Sindirimin aza-ldığından kendini epey canlı hissediyorsun. Bomba gibiydim. İstediğimzaman kalkıp San Francisco’ya kadar yürüyebileceğimi hissediy-ordum.” (Ehret 56 yaşında, yürürken düşüp başını çarptığı için öldü.)

Vejetaryenlik ve Zen Budizmi, meditasyon ve spiritüelizm, LSD verock – Jobs dönemin aydınlanma arayışındaki kampüs altkültürününbütün bu yönlerini tutkuyla harmanladı. Ve her ne kadar Reed’deykenpek ilgilenmese de, ileride hayatının teması olacak elektronik düşkün-lüğü içten içe sürüyordu.

Robert Friedland

Jobs bir gün para bulmak için IBM Selectric daktilosunu satmayakarar verdi. Daktiloyu satın almayı teklif eden öğrencinin odasınagirince, delikanlının kız arkadaşıyla sevişmekte olduğunu gördü. Jobsgitmeye davrandı, ama öğrenci ona oturmasını ve işleri bitene kadarbeklemesini söyledi. “‘Bu cidden abartı,’ diye düşündüm,” diye anım-sıyordu Jobs sonradan. Böylece Jobs’ın Robert Friedland’le, hay-atındaki onu büyüleyebilen pek az kişiden biriyle arkadaşlığı başladı.Friedland’in bazı karizmatik yönlerini taklit etti ve birkaç yıl boyuncaona neredeyse guru muamelesi yaptı – onu bir şarlatan ve düzenbazolarak görmeye başlayana dek.

Friedland Jobs’tan dört yaş büyüktü, ama hâlâ mezun olmamıştı.Auschwitz’ten kurtulup Chicago’da başarılı bir mimar olan birininoğluydu ve başta Maine’deki sosyal bilimler üniversitesi Bowdoin’agitmişti. Ama oradaki ikinci senesinde 125.000 dolar değerindeki

59/728

24.000 LSD hapıyla yakalanmıştı. Yerel gazetede yayınlanan fo-toğrafında sarı kıvırcık saçları omuzlarına dökülüyordu; polislertarafından götürülürken gülümsüyordu. Virginia’daki bir federal hap-ishanede iki yıla mahkûm edilmişti ve 1972’de şartlı tahliye edilmişti.Sonbahar’da Reed’e gelmiş ve hemen öğrenci derneğinin başkanlığınaaday olmuştu, uğradığı “haksızlıktan” sonra adını temizlemesi gerek-tiğini söyleyerek. Kazanmıştı.

Friedland Şimdi Burada Ol’un yazarı Baba Ram Dass’ın Boston’dayaptığı bir konuşmayı dinlemişti ve Jobs’la Kottke gibi doğu spiritüel-izmiyle epey ilgilenmişti. 1973 yazında, Ram Dass’ın Hindu gurusuNeem Karoli Baba’yla (çok sayıda müridi onu Maharaj-ji adıyla tanıy-ordu) tanışmak için Hindistan’a gitti. Sonbaharda geri döndüğündeartık bir ruhsal ismi vardı ve sandaletler, uzun Hint cübbeleri giyiy-ordu. Kampüsün dışındaki, bir garajın üstündeki bir odayı kiraladı veJobs birçok ikindi vakti onu ziyaret etti. Jobs, Friedland’in bir aydın-lanma halinin varlığına ve ulaşılabilirliğine derinden inanır görünmes-inden etkilenmişti. “Beni farklı bir bilinç düzeyine geçirdi,” dedi Jobs.

Friedland de Jobs’ı ilginç bulmuştu. “Sürekli yalınayak geziyordu,”dedi sonradan. “Takıntılı mizacı beni etkilemişti. İlgilendiği her şeyimantıksızca abartıyordu.” Jobs başka insanları bakışlarıyla ve susarakyönetme numarasında ustalaşmıştı. “Numaralarından biri konuştuğu in-sana gözlerini dikmekti. Resmen gözlerinin içine bakıyordu, bir sorusoruyordu ve karşısındaki kişinin gözlerini kaçırmadan yanıt vermesinibekliyordu.”

Kottke’ye göre Jobs bazı kişilik özelliklerini –kariyeri boyunca sürenbirkaçı da dahil olmak üzere– Friedland’den almıştı. “Friedland,Steve’e gerçekliği çarpıtma sahasını öğretti,” dedi Kottke. “Kar-izmatikti, biraz düzenbazdı ve iradesi çok güçlüydü; kontrol sahibiydi.Değişkendi, özgüvenliydi, biraz diktatördü. Steve buna hayrandı veRobert’la zaman geçirdikçe ona benzedi.”

60/728

Jobs, Friedland’in ilgi merkezi olma tarzını da benimsedi. “Robertgayet girişken, karizmatik bir adamdı, tam bir pazarlamacıydı,” diyeanımsıyordu Kottke. “Steve ise tanıştığımda utangaç ve silikti, çokiçine kapanıktı. Sanırım Robert ona pazarlamacılık, kabuğundançıkma, dışa açılma ve durumları kontrol etme konusunda çok şeyöğretti.” Friedland’in güçlü bir aurası vardı. “Bir odaya girdi mi hemendikkat çekiyordu. Steve ise Reed’e geldiğinde onun tam tersiydi.Robert’la takılınca değişmeye başladı.”

Jobs’la Friedland Pazar akşamları Portland’in batı ucundaki HareKrişna tapınağına gidiyorlardı ve genellikle Kottke’yle Holmes onlaraeşlik ediyordu. Dans edip avaz avaz şarkı söylüyorlardı. “Kendimizdengeçiyorduk,” diye anımsıyor Holmes. “Robert deliriyordu, manyak gibidans ediyordu. Steve daha kontrollüydü, kendini serbest bırakmayautanıyordu sanki.” Sonra onlara vejetaryen yemekleriyle tepeleme dolukâğıt tabaklar veriliyordu.

Friedland o zamanlar Rodezya olarak bilinen yerde metrik vida paz-arını tekeline alarak servet kazanmış, İsviçreli, egzantrik, milyoner am-casının Portland’in 60 kilometre kadar güneybatısındaki 220 dönümlükelma çiftliğinin kâhyasıydı. Friedland doğu spiritüelizmiyle ilgilen-meye başlayınca orayı Her Şey Birdir Çiftliği adlı bir komünedönüştürdü ve Jobs hafta sonlarını orada Kottke’yle, Holmes’la ve on-lar gibi aydınlanma peşinde koşan başkalarıyla birlikte geçirdi. Bir taneana bina, büyük bir ahır, bir de bahçe kulübesi vardı, ki Kottke’yleHolmes burada uyuyorlardı. Jobs, Gravenstein elması ağaçlarınınbudanması işini bir başka komün sakini olan Greg Calhoun’la birlikteüstlendi. “Steve meyvelikten sorumluydu,” dedi Friedland. “Organikelma şarabı işindeydik. Steve’in görevi bir kaçıklar ekibini yöneterekmeyveliğin budanmasını ve bakımının yapılmasını sağlamaktı.”

Hare Krişna tapınağından keşişler ve müritler gelip bol kimyonlu,kişnişli ve zerdeçallı vejetaryen yemekleri hazırlıyorlardı. “Stevegeldiğinde çok aç oluyordu ve yemeklere yumuluyordu,” diye

61/728

anımsıyor Holmes. “Sonra da gidip kusuyordu. Yıllarca onu bulimiksandım. Çok rahatsız ediciydi, çünkü o yemekler için epey uğraşıy-orduk ve midesinde tutamıyordu.”

Jobs, Friendland’in tarikat lideri tavırlarından da biraz rahatsız ol-maya başlamıştı. “Belki de Robert’ta kendini biraz fazla görüyordu,”diyor Kottke. Komün güya materyalizmin girmediği bir yerdi, oysaFriedland orayı işyeri gibi işletmeye başladı; müritlerine yakacak odunkesip satmalarını, elma presleri ve odun sobaları imal etmelerini vebaşka çeşitli ticari işler yapmalarını söylüyordu, ama onlara para ver-miyordu. Bir gece Jobs mutfak masasının altında yattı ve insanlarıngelip buzdolabından birbirlerinin yiyeceklerini çalmalarına şaşırdı.Komünal ekonomi ona göre değildi. “Gayet materyalist bir yer olmayabaşladı,” diye anımsıyordu Jobs. “Herkes Robert’ın çiftliğinde fazlaçalıştıklarını düşünmeye başladı ve birer birer gittiler. Ben de oradanbıkmıştım.”

Yıllar sonra, Friedland’in bakır ve altın madenleri yöneticisi bir mil-yarder olmasından sonra –Vancouver, Singapur ve Moğolistan’daçalışmıştı–, onunla New York’ta içki içmek için buluştum. O akşamJobs’a e-posta yazıp görüşmemizden bahsettim. Bir saat içinde banaCalifornia’dan telefon etti ve beni uyardı, Friendland’e inanmamamısöyledi. Friedland’in bazı madenlerindeki çevre ihlalleri yüzünden başıbelaya girince onunla temas kurmaya çalıştığını, Bill Clinton’la onunadına konuşmasını istediğini, ama kendisinin yanıt vermediğinisöyledi. “Robert kendini spiritüel bir adam olarak tanıtır hep, amakarizmatiklikten dolandırıcılığa geçiş yaptı,” dedi Jobs. “İnsanıngençliğindeki spiritüel insanlardan birinin sonradan hem sembolik,hem de gerçek anlamda bir altın avcısı olması tuhaf.”

...Okuldan Kopuş

Jobs üniversiteden çabucak sıkıldı. Reed’de olmayı seviyordu, der-slere girmeyi sevmiyordu sadece. Aslında üniversitenin hippi ortamıgibi görünmesine karşın, öğrencilerden İlyada’yı okumak ve

62/728

Peloponnessos Savaşı’nı çalışmak gibi şeyler beklendiğini anlayıncaşaşırdı. Wozniak ziyarete gelince Steve ona ders programını sallayıp“Beni bütün bu derslere girmeye zorluyorlar,” diye yakındı. Woz şukarşılığı verdi: “Evet, üniversitede böyle, bazı dersler zorunlu oluyor.”Jobs zorunlu dersler yerine istediği derslere girdi; örneğin hem yar-atıcılığını kullanmasını, hem de kızlarla tanışmasını sağlayabilecek birdans dersine. “Ben senin yerinde olsam o zorunlu derslere girerdim,aramızdaki kişilik farkı bu,” dedi Wozniak hayretle.

Jobs, sonradan söylediğine göre, ailesinin onca parasını gereksizgörünen bir eğitime harcadığı için suçluluk duymaya da başladı. “İşçisınıfından olan ailemin bütün birikimleri üniversite eğitimime har-canıyordu,” dedi Stanford’da yaptığı ünlü mezuniyet konuşmasında.“Hayatta ne yapacağım konusunda hiçbir fikrim yoktu, üniversiteninne yapacağımı bulmama nasıl yardımcı olacağını da hiç bilmiyordum.Üstelik ailemin ömür boyu biriktirdiği bütün parayı harcıyordum. Buyüzden okulu bırakmaya ve her şeyin yolunda gideceğine inanmayakarar verdim.”

Aslında Reed’den ayrılmak istemiyordu, okul harcını ödemeyi kes-mek ve ilgisini çekmeyen derslere girmemek istiyordu sadece. Reed bukonuda şaşılacak kadar anlayışlı davrandı. “Oldukça araştırmacı birzihni vardı ve bu son derece cazipti,” dedi dekan Jack Dudman. “Oto-matikman benimsenmiş gerçekleri kabullenmeyi reddediyordu ve herşeyi bizzat incelemek istiyordu.” Dudman, Jobs’ın harç ödemeyikesmesinden sonra bile onun derslere girmesine ve arkadaşlarınınyanında kalmasına izin verdi.

“Okulu bıraktığım anda zorunlu derslere girmeme gerek kalmadı veilginç görünen derslere girebildim,” dedi. Bunların arasında kaligrafidersi vardı; ona cazip geliyordu çünkü kampüsteki afişlerin çoğununfontlarının güzel olduğunu fark etmişti. “Serif ve sans serif fontlarını,çeşitli harf kombinasyonlarının arasındaki değişken aralıkları,muhteşem tipografileri muhteşem kılan şeyleri öğrendim. Güzeldi,

63/728

tarihseldi, bilimin ulaşamayacağı bir sanatsal inceliği vardı ve banabüyüleyici geliyordu.”

Jobs’ın sanatla teknolojinin kesişim noktalarına bilinçli olarak git-mesinin bir başka örneğiydi bu. Bütün ürünlerinde teknoloji güzel tas-arımla, görünüşle, duyguyla, zarafetle, insan dokunuşuyla ve hatta ro-mantizmle birleşecekti. Kullanıcı dostu grafik arayüzlerde öncü olacak-tı. Kaligrafi dersi bu açıdan önemliydi. “Üniversitede o dersegirmesem, Mac’in çeşit çeşit fontları ve orantılı font aralıkları olmazdı.Ve Windows Mac’i kopyaladığından, bunlar muhtemelen hiçbir kişiselbilgisayarda olmazdı.”

Bu arada Jobs Reed’in civarında bohem hayatı yaşadı. Genellikleyalınayak yürüyordu, kar yağınca sandalet giyiyordu. Yemekleriniyapan Elizabeth Holmes, Jobs’ın kafayı taktığı diyetlerine ayak uydur-maya çalışıyordu. Jobs gazoz şişelerinin depozitolarını topluyordu,Pazar akşamları Hare Krişna tapınağında bedavaya karnını doyurmayısürdürüyordu ve ayda 20 dolara kiraladığı soğuk, garajdan bozmadairede kaban giyiyordu. Paraya ihtiyacı olunca, hayvan davranışıdeneylerinde kullanılan elektronik cihazların bakımının yapıldığıpsikoloji bölümü laboratuvarında çalışıyordu. Arada sırada ChrisannBrennan ziyaretine geliyordu. İlişkileri kesintili olarak sürüyordu. AmaJobs genellikle kendi ruhundaki kıpırtılarla ve aydınlanma arayışıylailgileniyordu.

“Yetişkinliğe büyülü bir dönemde adım attım,” dedi sonradan. “Zenve LSD bilincimizi yükseltmişti.” Çok ileride bile, psikedelik uy-uşturucuların onu daha aydınlanmış bir insan kıldığını söyleyecekti.“LSD kullanmak derin bir deneyimdi, hayatımdaki en önemli şeyler-den biriydi. LSD size madalyonun diğer yüzünün olduğunu gösterir veetkisi geçince o diğer yüzü hatırlayamasanız da bilirsiniz. Neyinönemli olduğunu daha iyi anlamamı sağladı – önemli olan para kazan-mak değil muhteşem şeyler yaratmaktı, tarihin ve insan bilincininakışına elimden geldiğince katkıda bulunmaktı.”

64/728

4. BölümAtari ve Hindistan

Zen ve Oyun Tasarımı Sanatı

Atari

Jobs 1974 Şubatı’nda, Reed civarında on sekiz ay takıldıktan sonra,ailesinin Los Altos’taki evine geri dönüp iş aramaya karar verdi. İş bul-ması zor olmadı. 1970’lerdeki teknolojik atılımın doruk zamanlarında,San Jose Mercury gazetesinin ilan bölümünde, teknoloji işçisi arayan-ların ilanlarının altmış sayfayı doldurduğu oluyordu. Bunlardan biriJobs’ın gözüne ilişti. “Hem eğlenin, hem para kazanın,” deniyordu.Jobs o gün bilgisayar oyunu üreticisi Atari’nin lobisine girdi ve per-sonel müdürüne –adam onun saçı başı dağınık haline ve kılığınaşaşırmıştı– işe alınana kadar oradan ayrılmayacağını söyledi.

Atari o zamanlar çalışmak için gözde bir yerdi. Kurucusu NolanBushnell adında, uzun boylu ve iri yapılı bir girişimciydi, hoş bir şov-men tarafı da olan karizmatik bir vizyonerdi – yani Steve’in örnekalabileceği bir başka insandı. Ünlü olduktan sonra Rolls Royce’a bin-meyi, esrar içmeyi ve küvette personel toplantıları düzenlemeyi severoldu. Friedland’in yaptığı ve Jobs’ın sonradan öğreneceği şeyi yapab-iliyordu, yani cazibesini zekice kullanabiliyordu; kişiliğinin gücüsayesinde insanları kandırabiliyor ve sindirebiliyor, gerçekliği çarpıtab-iliyordu. Baş mühendisi Al Alcorn adaleli, neşeli ve ayakları biraz dahayere basan biriydi. Bushnell’in vizyonunu uygulamaya ve şevkini diz-ginlemeye çalışan bir ağabey rolündeydi.

Bushnell 1972’de Alcorn’dan Pong adlı bir bilgisayar oyununun atarisalonu versiyonunu yapmasını istedi; bu oyunda iki oyuncu ekrandagidip gelen bir topu raket işlevi gören iki adet hareket ettirilebilir çiz-giden sektirmeye çalışıyorlardı (yaşınız 35’in altındaysa ebeveyninizesorun). Alcorn 500 dolarlık bütçeyle ürettiği konsolu Sunnyvale,

Camino Real’daki bir bara yerleştirdi. Birkaç gün sonra Bushnell’etelefon edildi ve makinenin çalışmadığı söylendi. Bushnell’in gönder-diği Alcorn sorunu keşfetti: Konsola öyle çok bozukluk atılmıştı kiiçinde yer kalmamıştı. Turnayı gözünden vurmuşlardı.

Jobs Atari’nin lobisine ayağında sandaletlerle girip de iş talep edinceçağrılan kişi Alcorn’du. “‘Lobide bir hippi çocuk var. Ona iş vermez-sek gitmeyecekmiş. Polis çağıralım mı, yoksa içeri girsin mi?’ dediler.Gelsin dedim!”

Böylece Jobs, Atari’nin ilk elli çalışanından biri oldu; saatte 5 dolarateknisyenlik yapmaya başladı. “Şimdi düşünüyorum da, Reed’den terkbirini işe almak tuhafmış,” diyor Alcorn. “Ama onda bir şey gördüm.Çok zekiydi, hevesliydi, teknoloji onu heyecanlandırıyordu.” Alcornonu Don Lang adlı titiz bir mühendisin yanına verdi. Lang ertesi günyakındı: “Herif leş gibi kokan bir hippi yahu. Bunu bana neden yaptın?Üstelik söz dinlemiyor.” Jobs meyve ağırlıklı vejetaryen diyetinin sa-dece mukusu değil, kötü vücut kokularını da önleyeceğine ısrarla in-anıyordu ve deodorant kullanmıyor, düzenli yıkanmıyordu. Yanlış birteoriydi bu.

Lang’le diğerleri Jobs’ın gitmesini istediler, ama Bushnell bir çözümbuldu. “Kokusu ve tavırları benim için sorun değildi,” diyor. “Stevehuysuzdu, ama ona kanım kaynamıştı. Bu yüzden gece vardiyasındaçalışmasını söyledim. Onu kurtarmak için.” Jobs, Lang’le diğerleri git-tikten sonra gelip bütün gece çalışıyordu. Böyle izole halde çalışırkenbile küstahlığıyla tanındı. Başkalarıyla iletişime geçtiği zamanlarda on-lara “geri zekâlı boklar” olduklarını söylemeye meyilliydi. Şimdidüşününce de bu kanısının arkasında duruyor. “Orada parlamamın teksebebi diğer herkesin çok kötü olmasıydı,” diye anımsıyordu Jobs.

Küstahlığına karşın (veya belki de bu sayede) Atari’nin patronunungözüne girmeyi başardı. “Çalıştığım diğer insanlardan daha felsefiydi,”diye anımsıyordu Bushnell. “Özgür iradeyle determinizmi tartışıy-orduk. Ben her şeyin çok daha belirlenmiş olduğuna, programlanmış

66/728

olduğumuza inanıyordum. Elimizde eksiksiz veriler olsa, insanlarındavranışlarını önceden bilebilirdik. Steve tam tersini düşünüyordu.” Buyaklaşım, Jobs’ın irade gücünün gerçekliği bükebileceğine inanmasıylauyumluydu.

Jobs Atari’den çok şey öğrendi. Çiplerin sınırlarını zorlayıp eğlencelitasarımlar ve hoş etkileşimler üreterek bazı oyunları geliştirdi. Bush-nell’in gerçeği çarpıtıp kendi kurallarına göre oynama arzusu Jobs’ageçti. Ayrıca Jobs Atari oyunlarının basitliğini içgüdüsel olarak takdirediyordu. Oyunların kullanım kılavuzları yoktu ve üniversite ilk sınıftaokuyan esrar çekmiş bir öğrencinin çözebileceği kadar basit olmalarıgerekiyordu. Atari’nin Star Trek oyununun talimatları sadece şunlardı:“1. Bozuk parayı slota atın. 2. Klingonlardan uzak durun.”

Jobs’ın bütün iş arkadaşları ondan uzak durmuyordu. Atari’de tas-arımcılık yapan Ron Wayne’le arkadaş oldu; Wayne daha önce slotmakineleri yapan bir mühendislik şirketi kurmuştu. Sonunda batmıştı,ama kendi şirketini kurabilmiş olması Jobs’a büyüleyici gelmişti. “Ronharika bir adamdı,” dedi Jobs. “Şirketler kuruyordu. Hayatımda öylebiriyle tanışmamıştım hiç.” Wayne’e birlikte iş kurmalarını teklif etti;50.000 dolar kredi çekebileceğini, bir slot makinesi tasarlayıp satabile-ceklerini söyledi. Ama Wayne o işte bir kez batmış olduğundan teklifireddetti. “50.000 dolar buhar olup uçuverir dedim,” diye anımsıyorWayne, “ama kendi işini kurmaya can atması hoşuma gitti.”

Bir hafta sonu Jobs, Wayne’in dairesindeydi ve her zamanki gibifelsefi meselelerden bahsederlerken Wayne ona bir şey söylemesigerektiğini söyledi. “Hı hı, ne diyeceğini biliyorum galiba,” diyekarşılık verdi Jobs. “Erkeklerden hoşlanıyorsun bence.” Wayne bunukabul etti. “Eşcinsel olduğunu bildiğim biriyle ilk kez konuşuyordum,”diye anımsıyordu Jobs. “Bana doğru açıdan bakmayı öğretti.” Jobs ona“Güzel bir kadın görünce ne hissediyorsun?” diye sordu. Wayne“Güzel bir ata bakmak gibi,” diye karşılık verdi. “Beğeniyorum, amaonunla yatmak istemiyorum. Güzelliğini takdir ediyorum sadece.”

67/728

Wayne bu konuyu Jobs’a açabilmesinin önemli olduğunu söyledi.“Atari’de kimse bilmiyordu ve hayatım boyunca söylediğim insanlarınsayısı yirmiyi geçmemişti,” diyor Wayne. “Ama Steve’e açılabile-ceğimi, beni anlayacağını hissettim sanırım ve arkadaşlığımızıetkilemedi.”

Hindistan

Jobs’ın 1974 başlarında para kazanmak istemesinin sebeplerindenbiri, geçen yaz Hindistan’a gitmiş olan Robert Friedland’in kendisinioraya, spiritüel yolculuğa çıkmaya çağırmasıydı. Friedland Hindis-tan’da, altmışlardaki hippi hareketine katılan çoğu insanın gurusu olanNeem Karoli Baba’dan (Maharaj-ji) ders almıştı. Jobs aynı şeyi yap-maya karar verdi ve Daniel Kottke’yi kendisiyle gelmeye ikna etti.Jobs’ın amacı macera yaşamak değildi. “Benim için ciddi bir arayıştı,”dedi. “Aydınlanma fikrinde odaklanmıştım ve kim olduğumu,evrendeki yerimi anlamaya çalışıyordum.” Kottke, Jobs’ın arayışınınsebeplerinden birinin gerçek anne babasını tanımaması olduğunusöylüyor. “İçinde bir boşluk vardı ve onu doldurmaya çalışıyordu.”

Jobs Atari’dekilere işi bırakıp Hindistan’daki bir guruyu aramaya gi-deceğini söyleyince, neşeli mizaçlı Alcorn bunu ilginç buldu. “Gelipbana baktı ve ‘Gurumu bulmaya gidiyorum,’ dedi, ben de ‘Hadi ya,süper! Bana yazarsın artık!’ dedim. Masraflar için para isteyince de‘Hastir ordan!’ dedim.” Sonra Alcorn’un aklına bir fikir geldi. Atarioyun kitleri yapıp Münih’e gönderiyordu; orada tamamlanmış mak-inelere takılıyorlardı ve Turin’deki bir toptancı dağıtımlarını yapıy-ordu. Ama bir sorun vardı. Oyunlar Amerikan frame hızına göre tasar-lanmıştı, frame hızları saniyede 60’tı, dolayısıyla frame hızının sani-yede sadece 50 olduğu Avrupa’da can sıkıcı görüntü sorunları çıkıy-ordu. Alcorn Jobs’a sorunun nasıl çözüleceğini anlattı ve sonraAvrupa’ya gidip sorunu halletmesi için gerekli parayı ödemeyi önerdi.“Oradan Hindistan’a gitmek daha ucuzdur,” dedi. Jobs teklifi kabul

68/728

etti. Bunun üzerine Alcorn onu yolcu etti, “Guruna benden selamsöyle,” diyerek.

Jobs Münih’te birkaç gün kalıp görüntü sorununu halletti, ama buarada siyah takım elbiseli Alman müdürleri afallattı. Onu Alcorn’aşikayet ettiler, serseri gibi giyindiğini, pis koktuğunu, kaba dav-randığını söylediler. “‘İşi halletti mi?’ diye sordum. ‘Evet,’ dediler.Ben de ‘Başka sorun çıkarsa beni arayın, elimde onun gibi bir sürüadam var!’ dedim. Onlar da ‘Yok yok, bir dahaki sefere biz hallederiz,’dediler.” Jobs da Almanların ona etli patates yedirmeye çalışıpdurmalarına sinir olmuştu. “Vejetaryenliği karşılayan bir sözcükleribile yok,” diye yakındı, Alcorn’la yaptığı bir telefon konuşmasında.

Dağıtımcıyı görmek için trenle gittiği Turin’de daha iyi zamangeçirdi; oradaki İtalyan makarnaları ve ev sahibinin canayakınlığıhoşuna gitti. “Turin’de muhteşem birkaç hafta geçirdim; orası faal birsanayi şehri,” diye anımsıyordu. “Dağıtımcı harika bir insandı. Beniher gece akşam yemeğine götürüyordu; o mekânda sadece sekiz masavardı ve menü yoktu. Ne istediğini söylüyordun ve yapıyorlardı. Mas-alardan biri Fiat’ın başkanına ayrılmıştı. Cidden süperdi.” Sonra İs-viçre’deki Lugano’ya gitti, orada Friedland’in amcasının yanında kaldıve sonra Hindistan’a uçtu.

Yeni Delhi’de uçaktan inince asfalttan yükselen ısı dalgalarını his-setti, oysa henüz aylardan Nisan’dı. Ona bir otel ismi verilmişti, amaotel doluydu, bu yüzden taksi şoförünün ısrarla iyi olduğunu söylediğibir otele gitti. “Onlardan avanta alıyordu eminim, çünkü otel berbattı.”Jobs otel sahibine suyun filtrelenip filtrelenmediğini sordu ve cevabaaptalca inandı. “Hemen dizanteri oldum. Hastalandım, çokhastalandım, ateşim epey yükseldi. Bir haftada 73 kilodan 55 kilocivarına düştüm.”

Ayağa kalkacak kadar iyileşince Delhi’den gitmesi gerektiğine kararverdi. Bu yüzden batı Hindistan’daki, Ganj Nehri’nin kaynağınıncivarındaki Haridwar şehrine gitti; orada üç yılda bir, mela adlı büyük

69/728

bir dini festival düzenlenir. 1974 tesadüf eseri 12 yıllık bir çemberinson senesiydi ve bu sefer Kumbha Mela adlı çok büyük bir festivaldüzenlenecekti. Normalde nüfusu 100.000’den az olan, aşağı yukarıPalo Alto büyüklüğündeki şehre 10 milyondan fazla insan akın etmişti.“Her tarafta din adamları vardı. Hocaların çadırları vardı. Fil sırtındagezen insanlar vardı, ne ararsan vardı. Birkaç gün kaldıktan sonra,oradan da gitmem gerektiğine karar verdim.”

Tren ve otobüsle Nainital’daki, Himalayalar’ın eteklerindeki bir köyegitti. Burası Neem Karoli Baba’nın yaşadığı yerdi – eskiden. Jobsoraya gittiğinde adam artık yaşamıyordu, en azından bu enkernasy-onda. Jobs kilimli bir oda kiraladı ve odanın sahibi olan aile ona vejet-aryen yemekleri yedirerek kendini toplamasına yardım etti. “Dahaönceki bir gezgin Bir Yoginin Otobiyografisi’nin İngilizce’sini bırak-mıştı ve bu kitabı defalarca okudum çünkü yapacak pek bir şey yoktu,ayrıca köyden köye yürüyüp dizanterimin geçmesini bekledim.”Aşramda hâlâ kalanlar arasında Larry Brilliant adlı bir epidemiyolojistvardı, çiçek hastalığını ortadan kaldırmaya çalışıyordu ve ilerideGoogle’ın bağış kolunu ve Skoll Vakfı’nı yönetecekti. Jobs’ın ömürboyu arkadaşı oldu.

Jobs bir ara, zengin bir iş adamının Himalayalar’daki konağında birgrup müridiyle görüşecek olan genç bir Hindu din adamındanbahsedildiğini işitti. “Spiritüel bir varlıkla tanışmak ve müritleriyletakılmak için bir fırsattı bu, ama güzelce karnımı doyurma fırsatıydıaynı zamanda. Yaklaştıkça yemek kokusu almaya başladım, midemkazınıyordu.” Jobs karnını doyururken din adamı –Jobs’tan çok yaşlıdeğildi– onu kalabalığın arasından seçip gösterdi ve manyakça gül-meye başladı. “Koşup geldi, beni tuttu, korna sesi gibi bir ses çıkardıve ‘Bebek gibisin,’ dedi,” diye anımsıyordu Jobs. “Bu ilgisi hoşumagitmemişti.” Adam Jobs’ı elinden tutup, tapınan kalabalığın arasındangeçirdi ve bir tepeye çıkardı; orada bir kuyu ve bir gölcük vardı.“Oturduk ve bir ustura çıkardı. Manyağın teki herhalde diye düşünüpkaygılanmaya başladım; sonra da bir kalıp sabun çıkardı –o sırada

70/728

saçım uzundu– ve kafamı sabunlayıp tıraş etti. Bana sağlığımı kur-tardığını söyledi.”

Yaz başında Daniel Kottke Hindistan’a gelince Jobs onunlagörüşmek için Yeni Delhi’ye geri döndü. Aylak aylak gezindiler,çoğunlukla otobüsle. Jobs artık bilgelik öğretebilecek bir guru bulmayaçalışmaktan vazgeçmişti ve aydınlanmaya çilecilik, dünyevi şeylerdensoyutlanma ve sadelik yoluyla ulaşmaya çalışıyordu. İçsel huzuraulaşamıyordu. Kottke onun bir köy pazarında bir Hindu kadınlaöfkeyle bağrıştığını hatırlıyor; Jobs kadının onlara sattığı süte su kat-tığını öne sürüyordu.

Ama Jobs cömert de olabiliyordu. Tibet sınırı civarındaki Manalişehrine ulaştıklarında Kottke’nin uyku tulumu seyahat çekleriylebirlikte çalındı. “Steve karnımı doyurdu ve Delhi’ye dönüş biletimialdı,” diye anımsıyor Kottke. Jobs ayrıca Kottke’ye son parası olan 100doları verdi.

Jobs Hindistan’da yedi ay kaldıktan sonra sonbaharda yurduna dön-erken Londra’ya uğradı ve Hindistan’da tanıştığı bir kadını ziyaret etti.Sonra ucuz bir uçakla Oakland’a gitti. Ebeveynine seyrek mektupyazmıştı –New Delhi’deki American Express şubesinin önündengeçerken mektup atıyordu–, dolayısıyla onları Oakland havaalanındanaramasına ve gelip kendisini almalarını istemesine şaşırdılar. HemenLos Altos’a gittiler. “Kafam kazınmıştı, üstümde pamuklu Hint cübbel-eri vardı ve güneşte kalmaktan cildim koyu çikolata rengiyle kırmızıkarışımı olmuştu,” diye anımsıyor. “Otururken annemle babam önüm-den beş kere filan geçtiler ve nihayet annem gelip ‘Steve?’ dedi, ben de‘Selam!’ dedim.”

Onu Los Altos’a, evlerine götürdüler ve Jobs orada kendini bulmayaçalıştı. Aydınlanmaya giden birçok yol vardı. Sabah akşam meditasyonyapıp Zen çalışıyordu ve arada sırada Stanford’daki fizik ve mühendis-lik derslerine giriyordu.

71/728

Arayış

Jobs’ın doğu spiritüelizmine, Hinduizm’e, Zen Budizmi’ne ve aydın-lanma arayışına duyduğu ilgi 19 yaşındaki bir gencin geçici hevesideğildi. Doğu dinlerinin birçok temel ilkesini hayatı boyunca uygu-lamaya çalıştı, örneğin deneyimsel prajñãyla – yani zihnin odaklanmasıyoluyla deneyimlenen bilgelik ve sezgisel idrakla ilgilendi. Yıllarsonra, Palo Alto’daki bahçesinde otururken Hindistan gezisinin kalıcıetkisi üstüne konuştu:

Amerika’ya geri dönünce, Hindistan’a gitmekten daha büyük bir kültür şokuyaşadım. Hint taşrasındaki insanlar bizim gibi zihinlerini kullanmıyorlar, sez-gilerini kullanıyorlar ve sezgileri dünyadaki diğer insanlarınkinden çok dahagüçlü. Sezgi çok güçlü bir şey, bence zihinden daha güçlü. İşime etkisi büyükoldu.

Batı’nın mantıksal düşüncesi insanın içkin bir özelliği değil; öğrenilen bir şeyve Batı uygarlığının en büyük başarısı. Hint köylerindekiler bunu asla öğren-memişler. Başka bir şey öğrenmişler ve bu bazı açılardan en az diğeri kadardeğerli, bazı açılardansa değil. Sezginin ve deneyimsel bilgeliğin gücü bu.

Hint köylerinde yedi ay geçirdikten sonra geri dönünce Batı dünyasının mantık-sal düşünce kapasitesinin yanı sıra deliliğini de gördüm. Oturup zihnini gö-zlemlersen ne kadar huzursuz olduğunu fark edersin. Onu sakinleştirmeyeçalışırsan daha da kötü olur, ama zamanla sakinleşir ve o zaman daha hafif sesleriduymaya başlarsın – o zaman sezgin açılmaya başlar ve dünyayı daha netgörmeye ve şimdiki zamanda daha çok yaşamaya başlarsın. Zihnin yavaşlar veanın müthiş bir şekilde uzadığını fark edersin. Eskisinden çok daha fazla şeygörürsün. Bu bir disiplindir; pratik yapmak gerekir.

Zen o zamanlardan beri hayatımda derinden etkili oldu. Bir ara Japonya’yagidip Eihei-ji manastırına katılmayı düşündüm, ama spiritüel danışmanım buradakalmamı söyledi. Oradaki her şeyin burada da olduğunu söyledi ve haklıydı. ŞuZen sözünün doğruluğunu öğrendim: Öğretmen bulmak için dünyayı gezmeyerazıysan yandaki eve bir tane gelir.

Jobs sahiden de Los Altos’daki mahallesinde bir öğretmen buldu.Zen Zihni, Çömez Zihni’nin yazarı ve San Francisco Zen Merkezi’ninişleticisi Shunryu Suzuki her Çarşamba akşamı oraya küçük bir müritgrubuna ders verip meditasyon yapmaya geliyordu. Jobs ve diğerleribir süre sonra daha fazlasını isteyince Suzuki asistani Kobun Chino

72/728

Otogawa’ya orada tam günlük bir merkez açmasını söyledi. Jobs aradasırada birlikte olduğu kız arkadaşı Chrisann Brennan, Daniel Kottke veElizabeth Holmes’la birlikte sadık bir mürit oldu. Ayrıca Kobun’unders verdiği başka bir yere, Carmel civarındaki bir manastır olan Tas-sajara Zen Merkezi’ne tek başına gitmeye başladı.

Kottke, Kobun’u ilginç buluyordu. “İngilizcesi berbattı,” diye anım-sıyordu. “Haiku okur gibi konuşuyordu, şiirsel ve muğlak laflar ediy-ordu. Oturup onu dinliyorduk ve sözlerinin yarısını anlamıyorduk. Beno işleri çok ciddiye almıyordum.” Kız arkadaşı Holmes ise daha il-giliydi. “Kobun’un meditasyonlarına gidiyorduk, zafu minderlerindeoturuyorduk, o ise bir kürsüde oturuyordu,” dedi. “Dikkatimizi dağıt-mamayı öğrendik. Sihirli bir şeydi. Bir akşam Kobun’la birliktemeditasyon yapıyorduk, yağmur yağıyordu ve Kobun bize çevredengelen sesleri meditasyonda tekrar odaklanmak için kullanmayı öğretti.”

Jobs’a gelince, o kendini iyice adamıştı. “Gayet ciddileşti, kibirlileşti,genel olarak katlanılmaz bir hal aldı,” diyor Kottke. Jobs Kobun’laneredeyse her gün görüşmeye başladı; ayrıca birkaç ayda bir meditasy-on yapmak için birlikte inzivaya çekiliyorlardı. “Kobun’la tanışmakbenim için derin bir deneyimdi ve sonunda onunla olabildiğince çokzaman geçirmeye başladım,” diye anımsıyordu Jobs. “Eşi Stanford’dahemşirelik yapıyordu ve iki çocuğu vardı. Kadın gece vardiyasındaçalıştığından akşamları Kobun’un evine gidip onunla takılıyordum.Kadın geceyarısı civarı gelip beni kovuyordu.” Bazen Jobs’ın kendinitamamen spiritüel arayışlara adayıp adamaması gerektiğini konuşuyor-lardı, ama Kobun bunu tavsiye etmiyordu. Onun iş hayatında çalışırkende spiritüel yönüyle temasta olabileceğini söylüyordu. Arkadaşlıklarıkalıcı ve derin oldu; on yedi yıl sonra Kobun, Jobs’ın düğününüyönetecekti.

Jobs’ın zorlu özbenlik arayışı onu Arthur Janov adlı bir psikoterapisttarafından geliştirilip popülerleştirilen ilk çığlık terapisini uygulamayada yöneltti. Bu terapinin temelinde, Freud’un psikolojik sorunların

73/728

bastırılmış çocukluk acılarından kaynaklandığı teorisi vardı ve Janovbu sorunların o ilk anların acıları tekrar yaşanırken bir yandan da–bazen çığlıklar yoluyla– ıstırabın tamamen ifade edilmesiyle çözüle-bileceğini savunuyordu. Bu yöntem Jobs’a konuşma terapisinden dahaiyi geldi, çünkü mantıksal analizden çok sezgisel hisleri ve duygusaleylemleri içeriyordu. “Üstünde düşünülecek bir şey değildi,” dedi son-radan. “Yapılacak bir şeydi: Gözlerini kapatıp, nefesini tutup atlıy-ordun ve diğer taraftan çıktığında meseleleri daha iyi kavramışoluyordun.”

Janov’un bir grup yandaşı Eugene’deki, Jobs’ın ReedÜniversitesi’ndeki gurusu Robert Friedland tarafından işletilen (buşaşırtıcı değildi belki, Her Şey Birdir Çiftliği yakındaydı) eski birotelde Oregon Duygu Merkezi adlı bir programı uyguladılar. 1974’ünsonunda Jobs orada 1.000 dolarlık, on iki haftalık bir terapi kursunayazıldı. “Steve de ben de kişisel gelişimle ilgiliydik, bu yüzden onunlabirlikte gitmek istedim,” diyor Kottke, “ama o kadar paraveremezdim.”

Jobs evlatlık verilmenin ve gerçek anne babasını tanımamanın acısıyüzünden o kursa yazıldığını yakın arkadaşlarına itiraf etti. “Steve fiz-iksel ebeveynini tanımayı çok istiyordu, çünkü kendini daha iyi anla-mak istiyordu,” dedi Friedland sonradan. Jobs gerçek anne babasınınüniversitede okuduklarını ve babasının Suriyeli olabileceğini Paul veClara Jobs’tan öğrenmişti. Özel dedektif tutmayı bile düşünmüştü, amabunu şimdilik yapmamaya karar vermişti. “Ailemi üzmek istemiy-ordum,” diye anımsıyordu, Paul ve Clara Jobs’ı kast ederek.

“Evlatlık olduğunu bilmek onu üzüyordu,” diyor Elizabeth Holmes.“Duygusal açıdan bu meselenin üstesinden gelmesi gerektiğinihissediyordu.” Jobs bunu Holmes’a itiraf etti. “Bu canımı sıkıyor veonda odaklanmalıyım,” dedi. Greg Calhoun’la daha da açık konuştu.“Evlatlık olması üstüne epey düşünüyordu ve benimle bu konuda bolbol konuşuyordu,” diyor Calhoun. “İlk çığlıkla ve mukussuzluk

74/728

diyetleriyle kendini temizleyip, doğumuyla ilgili sorununun derinineinmeye çalışıyordu. Bana terk edildiği için çok kızgın olduğunusöyledi.”

John Lennon da 1970’te aynı ilk çığlık terapisini görmüştü ve o yılınAralık ayında Plastic Ono Band’le birlikte Mother şarkısını yapmıştı.Bu şarkı Lennon’ın kendisini terk eden babasıyla ve o ergenkenöldürülen annesiyle ilgili hislerini anlatıyordu. Nakaratında şu akıldakalıcı kısım vardır: “Anne gitme, baba eve gel...” Holmes, Jobs’ın buşarkıyı sık sık çaldığını anımsıyor.

Jobs, Janov’un öğretisinin pek işe yaramadığını söyledi sonradan.“Fazlasıyla basit, tek tip, dar bir kalıp sunuyordu yanıt niyetine. Derinbir kavrayışa yol açmayacağını anladım.” Ama Holmes, terapininJobs’a özgüven kazandırdığını söylüyor. “O terapi sayesinde değişti,”diyor. “Normalde içi içini yiyordu, ama bir süreliğine huzura kavuştu.Kendine güveni arttı ve yetersizlik hissi azaldı.”

Jobs bu özgüven hissini başkalarına aşılayabileceğine ve onlaramümkün olduğunu düşünmedikleri şeyler yaptırabileceğine inanıroldu. Holmes Kottke’den ayrılmıştı ve bütün eski arkadaşlarıylabağlarını koparmasını bekleyen San Francisco’daki bir mezhebekatılmıştı. Ama Jobs bu emri reddetti. Bir gün Ford Ranchero’suylatarikat evine geldi ve Holmes’a kendisiyle birlikte Friedland’in elmaçiftliğine gelmesi gerektiğini söyledi. Daha da arsızlaşıp, yolun bir kıs-mında arabayı Holmes’un kullanması gerekeceğini söyledi, oysaHolmes vitesli kullanmayı bilmiyordu. “Açık yola çıktığımızda benidireksiyonun başına oturttu ve arabayı hızlandırdı, sonunda saatte 90kilometreyle gitmeye başladık,” diye anımsıyordu Holmes. “SonraDylan’ın Blood on the Tracks albümünün kasetini koydu, başını ku-cağıma yasladı ve uyudu. Herhangi bir şeyi yapabileceğini, dolayısıylaherkesin yapabileceğini düşünüyordu. Canını bana emanet etti. Yap-abileceğimi sanmadığım bir şeyi bu yüzden yapabildim.”

75/728

Jobs’ın gerçekliği çarpıtma sahası olarak bilinen yönünün aydınlıkyüzüydü bu. “Ona güvenirseniz bir şeyler başarabilirsiniz,” dediHolmes. “Bir şeyin olması gerektiğine karar vermişse, olmasınısağlar.”

Kaçış

1975 başlarında bir gün Al Alcorn Atari’deki ofisinde otururken içeriRon Wayne daldı. “Hey, Stevie geri döndü!” diye bağırdı. “Vay, ge-tirsene,” diye karşılık verdi Alcorn. Jobs içeri yalınayak, üstünde safranrengi bir cübbeyle girdi; elindeki Şimdi Burada Olun kitabını Alcorn’auzattı ve okumasında diretti. “İşimi geri alabilir miyim?” diye sordu.“Hare Krişnacı gibi görünüyordu, ama onu görmek harikaydı,” diyeanımsıyordu Alcorn. “Bu yüzden tabii ki dedim!”

Jobs yine, Atari’deki uyumun bozulmaması adına genellikle geceleriçalıştı. Civardaki bir dairede yaşayan ve HP’de çalışan Wozniak akşamyemeklerinden sonra sohbet etmeye ve video oyunları oynamaya geliy-ordu. Sunnyvale’deki bir bowling salonunda Pong’un bağımlısıolmuştu ve evindeki televizyona bağlayabildiği bir versiyonunugeliştirmişti.

1975 yazının sonlarında bir gün Nolan Bushnell genel kanıya, raketoyunlarının devrinin kapandığı fikrine karşı çıkarak, Pong’un tek oyun-culu versiyonunu geliştirmeye karar verdi; oyuncu bir rakibe karşı oy-namak yerine topu bir duvara gönderecekti ve topun duvara herçarpışında bir tuğla eksilecekti. Jobs’ı ofisine çağırıp fikrini küçükkaratahtasına çizim yaparak gösterdi ve oyunun tasarımını yapmasınıistedi. Bushnell ona elliden az kullandığı her çip için ikramiyevereceğini söyledi. Bushnell Jobs’ın muhteşem bir mühendis ol-madığını biliyordu, ama sürekli kendisiyle takılan Wozniak’ı yanınaalacağını doğru bir şekilde tahmin etmişti. “Bir taşla iki kuş vuracağımıdüşünüyordum,” diye anımsıyordu Bushnell. “Woz daha iyi birmühendisti.”

76/728

Wozniak Jobs’ın yardım istemesine çok sevindi ve ücreti bölüşmeyiteklif etti. “İnsanların oynayacağı bir oyunu tasarlamak hayatımın enmuhteşem teklifiydi,” diye anımsıyordu. Jobs işin dört gün içinde veolabildiğince az çiple halledilmesi gerektiğini söyledi. Oysa bu tarihikendisi belirlemişti (Wozniak’a söylemese de), çünkü Her Şey BirdirÇiftliği’ne gidip elma hasadı hazırlıklarına yardım etmesi gerekiyordu.Daha az çip kullanılırsa ikramiye verileceğini de söylemedi.

“Böyle bir oyun çoğu mühendisin birkaç ayını alırdı,” diye anımsıy-ordu Wozniak. “Hayatta yapamam diye düşündüm, ama Jobs yapabile-ceğime inanmamı sağladı.” Böylece Wozniak dört gece uyumadan işitamamladı. Gündüzleri HP’de tasarımını kâğıda döküyordu. Sonra aburcuburla karnını doyurup dosdoğru Atari’ye gidiyor ve orada bütün gecekalıyordu. Wozniak tasarımın parçalarını üretirken Jobs onunsolundaki bir sırada oturup, çipleri bir breadboarda telle bağlıyordu.“Steve breadboardla uğraşırken ben en sevdiğim oyunu, yani arabayarışı oyunu Gran Trak 10’u oynuyordum,” dedi Wozniak.

İşi dört günde halletmeyi şaşırtıcı bir şekilde başardılar ve Wozniaksadece kırk beş çip kullandı. Anılar farklılık gösterebilse de, çoğukişinin söylediğine göre Jobs Wozniak’a Bushnell’in beş çipten tasar-ruf edildiği için verdiği ikramiyenin değil, sadece baz ücretin yarısınıverdi. Wozniak, Jobs’ın bu ikramiyeyi aldığını ancak on yıl sonraöğrendi (Atari tarihiyle ilgili bir kitaptaki Zap adlı bölümde bumeseleden bahsedilen kısım gösterilince). “Sanırım Steve’in parayaihtiyacı vardı ve bana gerçeği söylemedi,” diyor Wozniak şimdi. Bukonudan bahsederken uzun uzun duraksıyor ve üzüldüğünü itiraf ediy-or. “Keşke dürüst olsaydı. Bana paraya ihtiyacı olduğunu söylese veri-rdim, bunu bilmesi gerekirdi. Arkadaşımdı o. İnsan arkadaşlarınayardım eder.” Wozniak’a göre bu olay, karakterlerinin arasındaki temelbir farklılığın göstergesiydi. “Ben ahlaka önem verdim hep; aldığıparayı bana neden söylemediğini hâlâ anlamıyorum,” dedi. “Ama in-sanlar farklı farklı oluyor işte.”

77/728

On yıl sonra bu öykü yayınlanınca Jobs, Wozniak’ı arayıp yalanladı.“Bana öyle bir şey yaptığını hatırlamadığını, yapsa hatırlayacağını,yani muhtemelen yapmadığını söyledi,” diye anımsıyordu Wozniak.Jobs’a açıkça sorduğumda tuhaf bir şekilde suskunlaştı, ne diyeceğinibilemedi. “Bu iddianın kaynağı nedir bilmiyorum,” dedi. “Ona aldığımtüm paranın yarısını verdim. Woz’a hep öyle davrandım. Yani Woz1978’de çalışmayı bıraktı. 1978’den sonra hiç çalışmadı. Ama elim-izdeki Apple hisselerinin sayısı eşitti.”

Birilerinin yanlış hatırlıyor olması ve Jobs’ın Wozniak’ı kazık-lamamış olması mümkün mü? “Yanlış hatırlıyor olabilirim,” dediWozniak bana, ama sonra durup düşündü. “Ama hayır. Bununayrıntılarını hatırlıyorum. 350 dolar almıştım.” Nolan Bushnell’le veAl Alcorn’la konuşup meseleyi kontrol etmişti. “İkramiye konusundaWoz’la konuştuğumu hatırlıyorum, canı sıkıldı,” diyor Bushnell.“Evet, tasarruf ettiğiniz her çip için bonus verdim dedim; kafa sallayıpcık cık yaptı sadece.”

Gerçek her ne ise, Wozniak meselenin büyütülmemesi gerektiğindediretiyor. “Jobs karmaşık bir insan ve manipülatif olması onu başarılıkılan yönlerinin karanlık yüzü sadece,” diyor. Wozniak asla onun gibiolamayacağını söylüyor, ama kendisine kalsa Apple’ı tek başına kur-amayacağını da belirtiyor. “Bence konuyu kapatalım,” dedi ısrar et-tiğimde. “Steve’i bununla yargılamak istemiyorum.”

Atari deneyimi Steve’in iş ve tasarım dünyasına yaklaşımının biçim-lenmesine katkıda bulundu. Atari’nin “Bozuk parayı atın, Klingon-lardan uzak durun” tarzı oyunlarının sadeliğini ve kullanıcı dostluğunutakdir ediyordu. Onunla orada çalışmış olan Ron Wayne “O sadeliktenetkilendi ve çok dikkatli bir üretici olmaya özen gösterdi,” diyor. Jobs,Nolan Bushnell’in tavizsizliğinden de etkilendi. “Nolan hayır cevabınıkabul etmezdi,” diyor Alcorn “ve Steve’in ilk izlenimi işlerin böylehalledildiği oldu. Nolan insanlara asla hakaret etmezdi, oysa Steve’inettiği olur. Ama Nolan gibi o da dediğim dedikti. Bu tarz hoşuma

78/728

gitmese de işleri hallediyordu kesinlikle. Nolan bu açıdan Jobs’ın akılhocasıydı.”

Bushnell buna katılıyor. “Girişimcilerde ifade edilemez bir yönvardır ve bunu Steve’de gördüm,” diyor. “Sadece mühendislikle değil,iş hayatıyla da ilgileniyordu. Ona bir şeyi yapabilirmiş gibi davran-manın işe yaradığını öğrettim. Ona her şey kontrolündeymiş gibi dav-ranırsan insanlar buna inanır dedim.”

79/728

5. BölümApple I

Makineyi Aç, Sisteme Gir, Kullanmaya Başla...

Daniel Kottke’yle Jobs, Apple I’le birlikte

Atlantic City bilgisayar fuarında, 1976

Sevecen, Zarif Makineler

1960’ların sonlarında San Francisco’da ve Silikon Vadisi’nde çeşitlikültürel akımlar iç içeydi. Ordu müteahhitleriyle başlayan teknolojidevrimi kısa sürede elektronik firmalarına, mikroçip üreticilerine, bil-gisayar oyunu tasarımcılarına ve bilgisayar şirketlerine yayılmıştı. Birhacker altkültürü vardı –donanım korsanları, telefon korsanları, siber-punklar, amatörler ve teknoloji düşkünleri cirit atıyordu– ve bu kültüreHP’nin kalıbına uymayan mühendislerle, parselasyon alanlarınısevmeyen çocukları da dahildi. Yarı akademik gruplar LSD’nin etkileri

üstüne araştırmalar yapıyorlardı; katılımcılar arasında Palo Alto’dakiAugmentation Research Center’da çalışan ve sonradan bilgisayarfaresiyle grafik kullanıcı arayüzlerinin geliştirilmesine katkıda bulunanDoug Engelbart ile LSD’yi taçlandırmak için sonradan Grateful Deadadıyla tanınacak yerel bir grubun da katıldığı ışıklı müzik gösterileridüzenleyen Ken Kesey de vardı. Bay Area’nın beat kuşağındandoğmuş hippi akımı ve Berkeley’deki İfade Özgürlüğü Hareketi’nibenimsemiş asi politik aktivistler vardı. Bütün bunların dışında bir dekişisel aydınlanma yolları sunan çeşitli bireysel bütünleşme hareketlerivardı – Zen ve Hindu, meditasyon ve yoga, ilk çığlık ve duyusal yok-sunluk, Esalen ve EST tedavisi.

Çiçek gücüyle işlemci gücünün, aydınlanmayla teknolojininkaynaşımının somut örneği Steve Jobs’tı; sabahları meditasyon yapıy-or, Stanford’da fizik derslerine giriyor, geceleri Atari’de çalışıyor vekendi şirketini kurmayı hayal ediyordu. “Burada bir şeyler oluyordu,”dedi o zamanı ve mekânı düşünürken. “En iyi müzik burada yapılıy-ordu –Grateful Dead, Jefferson Airplane, Joan Baez, Janis Joplin–, en-tegre devreler üretiliyor ve The Whole Earth Catalog (Bütün DünyaKataloğu) gibi şeyler yayınlanıyordu.”

Teknolojistlerle hippiler başta pek anlaşamadılar. Karşıkültürdekiçoğu insan bilgisayarları ürkütücü ve Orwellvari buluyordu,Pentagon’un ve İktidar Yapısı’nın parçası olarak görüyordu. TarihçiLewis Mumford Makine Miti’nde bilgisayarların özgürlüğümüzü azalt-tığı ve “hayatı zenginleştiren değerleri” ortadan kaldırdığı uyarısındabulundu. Dönemin delikli kartlarındaki bir yazı –“katlamayın, bükmey-in ve parçalamayın”–, savaş karşıtı solun kullandığı alaycı tabirlerdenbiri oldu.

Ama 1970’lerin başlarında bir zihniyet değişikliği gerçekleşiyordu.“Bilgisayarcılık bürokratik kontrolün maşası olmak olarak görülüpaşağılanırken, bireysel ifadenin ve özgürleşmenin sembolü olarak ben-imsenir hale geldi,” diye yazdı John Markoff, karşıkültürün bilgisayar

81/728

endüstrisiyle yakınlaşmasını irdelediği Fındık Faresi Ne Dedi? adlı kit-abında. Richard Brautigan 1967 tarihli şiiri Her Şey Sevecen, ZarifMakinelerin Gözetiminde’de bu etosu dizelere döktü ve TimothyLeary’nin kişisel bilgisayarların yeni LSD’ye dönüştüğünü ilan et-mesiyle ve meşhur mantrasını “Makineyi aç, sisteme gir, kullanmayabaşla,” şeklinde değiştirmesiyle birlikte siberdelik kaynaşma tasdiklen-miş oldu. Sonradan Jobs’ın arkadaşı olan müzisyen Bono, BayArea’daki rock-uyuşturucu-isyan karşıkültürünü benimseyen insanlarınsonrasında nasıl olup da kişisel bilgisayar endüstrisinin yaratılmasınakatkıda bulunduklarını tartıştılar sık sık. “21. yüzyılı icat eden insanlarSteve gibi esrar içen, sandalet giyen, Batı Sahili hippileriydiler, çünküdünyayı farklı görüyorlardı,” diyor Bono. “Doğu Sahili’nin,İngiltere’nin, Almanya’nın ve Japonya’nın hiyerarşik sistemleri bufarklı düşünce tarzını desteklemiyorlar. altmışlar henüz varolmayan birdünyayı hayal etmeye çok uygun bir anarşik zihniyet üretti.”

Karşıkültürcüleri hackerlarla işbirliği yapmaya en çok teşvik edenkişi Stewart Brand’dı. Onlarca yıldır eğlenen ve fikirler üreten muzipbir vizyoner olan Brand, altmışların başlarında Palo Alto’da yapılanLSD çalışmalarına katılmıştı. Bir başka denek olan Ken Kesey’lebirlikte, LSD’yi kutlayan Trips Festivali’ni düzenledi, Tom Wolfe’unThe Electric Kool-Aid Acid Test kitabının açılış öyküsünün kahraman-larından biri oldu ve Doug Engelbart’la birlikte çalışarak, yeni tekno-lojilerin çığır açıcı bir sesli ve ışıklı sunumu olan The Mother of AllDemos’u (Tüm Sunumların Atası) üretti. “Bizim kuşağımızın çoğu bil-gisayarları aşağılıyordu, onları merkezi kontrolün simgesi olarakgörüyorlardı,” dedi Brand sonradan. “Ama küçük bir grup –ki onlarasonradan hacker dendi– bilgisayarları benimsedi ve özgürleşmearaçları olarak kullanmaya girişti. Bunun geleceğe götüren asıl yololduğu ortaya çıktı.”

Brand Bütün Dünya Karavan Dükkânı’nı işletiyordu, ki bu dükkânbaşta içinde ilginç aletlerin ve eğitici materyallerin satıldığı bir kara-vandı; 1968’de Bütün Dünya Kataloğu’nu çıkarmaya karar verdi.

82/728

Kataloğun ilk kapağında dünyanın uzaydan çekilmiş ünlü fotoğrafı vealtında “aletlere erişim” yazısı vardı. Temel felsefesi teknolojininarkadaşımız olabileceğiydi. Brand’ın ilk edisyonun ilk sayfasınayazdığı gibi: “Mahrem ve bireysel bir güç sahası gelişiyor – bireyinkendini eğitme, kendi ilham kaynağını bulma, kendi çevresini biçim-lendirme ve macerasını ilgilenen insanlarla paylaşma gücü. BütünDünya Kataloğu bu sürece katkıda bulunan aletleri bulup tanıtıyor.”Sonra Buckminster Fuller’in şöyle başlayan bir şiiri geliyordu: “Aksa-madan çalışan cihazlarda ve mekanizmalarda Tanrı’yı görüyorum...”

Jobs derginin müptelası oldu. Özellikle de 1971’de, kendisi henüzlisedeyken yayınlanan son sayıdan etkilendi ve o sayıyı üniversiteye veardından Her Şey Birdir Çiftliği’ne götürdü. “Son sayılarının arkakapağında sabahın köründe çekilmiş bir taşra yolu fotoğrafı vardı; ma-ceracı bir otostopçuysan kendini üstünde bulabileceğin türden biryoldu. Altına şöyle yazılmıştı: ‘Aç kal. Budala kal.’” Brand Jobs’ıkataloğun desteklemeye çalıştığı kültürel karışımın en iyi örnekler-inden biri olarak görüyor. “Steve karşıkültürle teknolojinin tamkesiştiği yerde,” diyor. “Aletlerin insanlara faydalı olduğunu biliyor.”

Brand’ın kataloğu, o zamanlar yeni filizlenen bilgisayar eğitimisahasına yönelik bir kuruluş olan Portola Enstitüsü’nün yardımıylayayınlanıyordu. Kuruluş aynı zamanda, “halka bilgisayar gücü” düstur-uyla hareket eden bir gazete ve organizasyon olan Halkın BilgisayarŞirketi’nin kurulmasına yardımcı oldu. Bazı Çarşamba geceleri grupyemekleri düzenleniyordu ve müdavimlerden ikisi –Gordon French’leFred Moore–, kişisel elektronikle ilgili haberlerin paylaşılabileceğidaha resmi bir kulüp kurmaya karar verdiler.

Popular Mechanics’in Ocak 1975 sayısı onları şevklendirdi; busayının kapağında ilk bilgisayar kiti olan Altair’in fotoğrafı vardı.Altair pahalı değildi –parçaları bir devre kartına lehimleyip, pek az şeyyapabilen bir cihaza sahip olmanın bedeli sadece 495 dolardı–, amahobicilerin ve hackerların gözünde yeni bir çağın başlangıcıydı. Bill

83/728

Gates’le Paul Allen dergiyi okuyunca, BASIC’in Altair versiyonuüstünde çalışmaya başladılar. Altair Jobs’la Wozniak’ın da dikkatiniçekti. Ve Altair’in bir tanıtım kopyası Halkın Bilgisayar Şirketi’negelince, French’le Moore’un kurmaya karar verdikleri kulübün ilk to-plantısının ilgi odağı oldu.

Homebrew Bilgisayar Kulübü

Grup Homebrew[1] Bilgisayar Kulübü adını aldı ve Bütün Dünya’nınkarşıkültürle teknolojiyi kaynaştırma tavrını tamamen benimsedi. Dr.Johnson’ın[2] zamanındaki Turk’s Head kahvehanesinin bilgisayar çağıversiyonuydu, fikirlerin paylaşılıp yayıldığı bir yerdi. Moore 5 Mart1975’te French’in Menlo Park’taki garajında düzenlenen ilk toplantınınel ilanlarını yazdı: “Kendi bilgisayarınızı mı yapıyorsunuz? Termina-linizi, televizyonunuzu, daktilonuzu?” diye soruluyordu ilanda. “Öy-leyse sizin gibi insanların bir araya geleceği bu toplantıyakatılabilirsiniz.”

Allen Baum el ilanını HP ilan panosuna astı ve Wozniak’ı toplantıyaçağırdı; Wozniak teklifi kabul etti. “O gece hayatımın en önemli gecel-erinden biriydi,” diye anımsıyordu Wozniak. French’in garajına otuzkişi kadar geldi ve ilgi alanlarını sırayla anlattılar. Çok gerginolduğunu sonradan itiraf eden Wozniak “bilgisayar oyunlarından,otellerdeki paralı filmlerden, bilimsel hesap makinesi ve televizyon ter-minali tasarımlarından hoşlandığını,” söyledi, Moore’un tuttuğu notlarabakılırsa. Yeni Altair sergilendi, ama daha da önemlisi Wozniak’ın birmikroişlemcinin teknik özellikler belgesini görmesiydi.

Mikroişlemciler –üzerinde eksiksiz bir CPU bulunan çipler– üstünedüşünürken aklına bir fikir geldi. Uzak bir minibilgisayara bağlanacakklavyeli ve monitörlü bir terminal üstünde çalışmaktaydı. Bir mik-roişlemci kullanarak minibilgisayarın kapasitesinin bir kısmını ter-minale aktarıp onu masa üstüne konulabilecek küçük bir bilgisayaradönüştürebilirdi. Tutacak bir fikirdi bu: Tek bir entegre kişisel pakete

84/728

dahil olan bir klavye, monitör ve bilgisayar. “Bu kişisel bilgisayar fikribirden aklıma geliverdi,” diyor. “O gece sonradan Apple I adıylabilinecek bilgisayarın tasarımını çizdim.”

Başta Altair’deki mikroişlemcinin, Intel 8080’in aynısını kullanmayıdüşündü. Ama bunların herbiri “evinin kirasından fazla” tuttuğundanbir alternatif aradı. HP’de çalışan bir arkadaşının tanesini 40 dolaraalabildiği Motorola 6800’de karar kıldı. Sonra MOS Technologies’inelektronik açıdan aynı, ama fiyatı sadece 20 dolar olan bir çipinikeşfetti. Böylece makinesi ucuza mal olacaktı, ama bunun uzun vadedebedeli olacaktı. Intel’in çiplerinin endüstri standardı haline gelmesi,bilgisayarları bu çiplerle uyumsuz olan Apple’a sorun çıkaracaktı.

Wozniak her gün işten sonra eve gidip televizyon karşısında akşamyemeği yiyor ve ardından HP’ye geri dönüp bilgisayarının üstündeçalışıyordu. Küçük odasında parçaları masaya seriyor, neyi nereye yer-leştireceğine karar veriyor ve onları anakartına lehimliyordu. Sonramikroişlemcinin ekranda görüntüler sergilemesini sağlayacak yazılımıyazmaya başladı. Başkasına yazdıracak parası olmadığından kodubizzat kendisi yazıyordu. İki ay sonra bilgisayarı denenmeye hazır halegeldi. “Klavyede birkaç tuşa bastım ve şoke oldum! Harfler ekrandabelirmişti.” O gün, 29 Haziran 1975 Pazar günü, kişisel bilgisayarlariçin bir dönüm noktasıydı. “Tarihte ilk kez,” dedi Wozniak sonradan,“bir insan bir klavyenin tuşlarına basıp da harflerin karşısındaki bil-gisayar ekranında belirdiğini görüyordu.”

Jobs etkilenmişti. Wozniak’ı soru yağmuruna tuttu. Bu bilgisayar birağa bağlanabilir miydi? Bellek deposu niyetine bir disk eklemekmümkün müydü? Woz’un parçalar bulmasına da yardım etmeyebaşladı. DRAM (dinamik rastgele erişimli bellek) çipleri özellikleönemliydi. Jobs birkaç telefon konuşması yapınca Intel’den birkaçtanesini bedavaya almayı başardı. “Steve öyle bir insandır,” diyorWozniak. “Yani bir satış temsilcisiyle nasıl konuşulacağını biliyordu.Ben hayatta yapamazdım. Fazla çekingenim.”

85/728

Jobs Wozniak’la birlikte Homebrew toplantılarına katılmaya başladı,TV monitörünü taşıdı ve kurulum yapılmasına yardım etti. Artık to-plantılara yüzden fazla kişi katılıyordu ve Stanford Lineer HızlandırıcıMerkezi’nin, Mavi Kutu’yu yapmalarını sağlayan telefon sistemi re-hberlerini buldukları yerin oditoryumunda toplanmaya başlamışlardı.Toplantılara elinde bir işaret değneğiyle ve rahat bir edayla katılan LeeFelsenstein, bilgisayar ve karşıkültür dünyalarının kaynaşmasının birbaşka örneğiydi. Mühendislik okulundan terkti, İfade ÖzgürlüğüHareketi’ne katılmıştı ve savaş karşıtı bir aktivistti. Bir alternatif gazeteolan Berkeley Barb’ta yazdıktan sonra bilgisayar mühendisliğine geridönmüştü.

Felsenstein her toplantının başında kısa bir soru cevap seansı düzen-liyordu, sonra önceden seçilmiş bir amatör sunumunu yapıyordu ve ensondaki “rastgele erişim” seansında herkes ortalıkta dolanıp birbirinisıkıştırıyor ve anlaşmalar yapıyordu. Woz fazla çekingen olduğundantoplantılarda pek konuşmuyordu genellikle, ama insanlar toplantı son-rasında makinesinin etrafına üşüşünce onlara katettiği mesafeyi gururlagösteriyordu. Moore Homebrew’de ticaretten çok takas ve paylaşmaetiğini benimsetmeye çalışmıştı. “Kulübün amacı,” diyor Woz,“başkalarına yardım etmekti.” Bilginin serbest olması ve hiçbir otor-iteye güvenilmemesi, hacker etiğinin ifadesiydi. “Apple’ı tasarladımçünkü onu başka insanlara bedavaya vermek istiyordum,” diyorWozniak.

Bill Gates’in benimsediği yaklaşım bu değildi. O ve Paul Allen Altairiçin yazdıkları BASIC yorumlayıcısını tamamlamışlardı ve GatesHomebrew üyelerinin bunu kendisine para vermeden kopyalayıp pay-laşmalarına afallamıştı. Bu yüzden kulübe sonradan ünlü olacak birmektup yazdı: “Siz amatörlerin çoğu, kullandığınız yazılımlarınçoğunu çaldığınızın farkındasınızdır. Bu adil mi?... Bir kere iyi pro-gramlar yazılmasını engelliyorsunuz. Kimin profesyonel işleri be-davaya yapacak durumu var ki?... Ödeme yapmak isteyenler bana yaz-sınlar lütfen.”

86/728

Steve Jobs da Wozniak’ın yaratılarının –ister Mavi Kutu olsun, isterbilgisayar– bedava olmasını istemiyordu. Dolayısıyla Wozniak’ışematiklerinin kopyalarını bedavaya vermemeye ikna etti. Çoğu in-sanın öyle bir şeyi bizzat üretmeye zaten zamanının olmadığınısavundu. “Neden baskılı devre kartları (circuit board) yapıp onlara sat-mıyoruz?” Simbiyozlarının bir örneğiydi bu. “Ne zaman iyi bir şey tas-arlasam, Steve bize para kazandırmanın yolunu buluyordu,” diyorWozniak. Wozniak o fikri tek başına hayatta akıl edemeyeceğini itirafediyor. “Bilgisayar satmak aklımın ucundan bile geçmemişti,” diye an-ımsıyor Wozniak. “Birkaç tane yapıp satalım, diyen Steve’di.”

Jobs Atari’de çalışan bir tanıdığına devre kartları çizdirip elli tanekadar üretme planı yaptı. Bunun maliyeti 1.000 dolar civarı artı tas-arımcı ücreti olacaktı. Tanesini 40 dolara satarlarsa 700 dolar civarı netkâr elde edebilirlerdi. Wozniak hepsini satabileceklerinden şüpheliydi.“Paramızı nasıl geri alabileceğimizi anlamıyordum,” diye anımsıyor.Çekleri karşılıksız çıktığı için ev sahibiyle sorun yaşamıştı ve artık heray kirayı nakit ödemek zorunda kalıyordu.

Jobs Wozniak’ı nasıl ikna edeceğini biliyordu. Para kazanmalarınınkesin olduğunu söylemedi, eğlenceli bir macera yaşayacaklarınısöyledi. “Paramızı kaybetsek bile şirketimiz olacak,” dedi Jobs, onunVolkswagen minibüsüyle gezerlerken. “Hayatımızda ilk kez şirketimizolacak.” Wozniak bunu zengin olmaktan bile daha cazip buldu.Wozniak şöyle hatırlıyor: “Bizi öyle hayal edince heyecanlandım. İkien yakın dost bir şirket kuracaklardı. Vay. Bunu yapacağımı hemen an-ladım. Yapmamam mümkün müydü?”

Gereken parayı bulabilmeleri için Wozniak HP 65 hesap makinesini500 dolara sattı, gerçi paranın ancak yarısını alabildi. Jobs ise Volk-swagen minibüsünü 1.500 dolara sattı. Babası minibüsü almasını iste-memişti zaten ve Jobs onun haklı olduğunu kabul etmek zorundakalmıştı. Berbat bir taşıt olduğunu görmüştü. Öyle ki sattığı kişi ikihafta sonra gelip motorun bozulduğunu söyledi. Jobs tamir masrafının

87/728

yarısını karşılamayı kabul etti. Bu ufak tefek pürüzlere karşın, kendiküçük birikimlerini de katınca 1.300 dolar nakiti denkleştirdiler; ayrıcabir ürün tasarımları ve planları da vardı. Kendi bilgisayar şirketlerinikuracaklardı.

Apple Doğuyor

Kuracakları şirkete isim bulmaları gerekiyordu. Jobs Her Şey BirdirÇiftliği’ne tekrar gitmiş ve orada Gravenstein elması ağaçlarınıbudamıştı; sonra Wozniak onu havaalanından almıştı. Los Altos’agiderken seçeneklerini gözden geçirdiler. Matrix gibi tipik teknolojiksözcükleri ve Executek gibi bazı uydurma sözcükleri, ayrıca KişiselBilgisayarlar A.Ş. gibi basbayağı sıkıcı isimleri düşündüler. Ertesi günkarar vermek için son günleriydi, çünkü Jobs gerekli belgeleri hazır-lamaya başlamak istiyordu. Nihayet Jobs, Apple Computer adınıönerdi. “Meyve diyetlerimden birindeydim,” diye açıkladı. “Elma çift-liğinden yeni dönmüştüm. Rahatsız edici olmayan, eğlenceli, canlı birisim gibi geldi. Apple (elma) sözcüğü, computer (bilgisayar)sözcüğünü yumuşatıyordu. Hem böylece telefon rehberinde Atari’denönde olacaktık.” Wozniak’a yarına kadar akıllarına daha iyi bir isimgelmezse Apple’ı kullanacağını söyledi. Ve onu kullandılar.

Apple. Zekice bir seçimdi. Bu sözcük akla dostaneliği ve sadeliği ge-tiriyordu hemen. Hem biraz farklı, hem de bir dilim turta kadar normalolmayı başarıyordu. Biraz karşıkültür havası, doğaya geri dönüş çevre-ciliği havası da taşıyordu, ama hiçbir şey daha Amerikan olamazdı. Veo iki sözcük –Apple Computer– yan yana gelince ilginç bir tezatoluşturuyorlardı. Kısa süre sonra yeni şirketin ilk başkanı olan MikeMarkkula “Biraz tuhaf duruyor,” dedi. “Dolayısıyla insanı üstündedüşünmeye zorluyor. Elma ve bilgisayar, birbirine hiç uygun değil!Böylece marka bilinirliğimizin artmasına katkısı oldu.”

Wozniak şirkette tam gün çalışmaya henüz hazır değildi. Temelde birHP çalışanıydı, en azından öyle düşünüyordu ve oradaki işini kaybet-mek istemiyordu. Jobs, Wozniak’ı ikna etmesine yardım edecek ve

88/728

anlaşmazlıklarda çoğunluğu sağlayabilecek bir arkadaşa ihtiyaç duy-duğunu fark etti. Bu yüzden arkadaşı Ron Wayne’i, Atari’de çalışan vebir zamanlar bir slot makinesi şirketi kurmuş olan orta yaşlı mühendisiaralarına kattı.

Wayne, Wozniak’ı HP’den ayrılmaya ikna etmenin kolay olmay-acağını, aslında şimdilik gerekli de olmadığını biliyordu. Asıl meseleonu bilgisayar tasarımlarının Apple ortaklığına ait olmasına ikna et-mekti. “Woz geliştirdiği devreleri çocukları gibi görüyordu ve onlarıbaşka uygulamalarda da kullanabilmek veya HP’nin kullanmasına izinverebilmek istiyordu,” diyor Wayne. “Jobs’la bense bu devrelerinApple’ın temeli olacaklarının farkındaydık. Dairemdeki masada oturupiki saat toplantı yaptık ve sonunda Woz’u ikna edebildim.” Büyük birmühendisin ancak büyük bir pazarlamacıyla birlikte çalışırsa gelecektehatırlanabileceğini ve bunun gerçekleşebilmesi için Woz’un tasarım-larını ortaklığa devretmesinin şart olduğunu savunmuştu. Jobs öyleetkilendi ve minnet duydu ki Wayne’e yeni ortaklığın %10 hissesiniteklif etti; onu Apple’ın Pete Best versiyonuna dönüştürdü ve daha daönemlisi, Jobs’la Wozniak’ın anlaşamadığı durumlarda karar verici ol-masını sağladı.

“Birbirlerinden çok farklıydılar, ama güçlü bir ekiptiler,” diyorWayne. Jobs bazen içine şeytan kaçmış gibi davranabiliyordu, Woz isemeleklerin parmağında oynattığı naif bir insan gibiydi. Jobs girişken-liği sayesinde işleri halledebiliyordu, bazen insanları manipüle ederek.Karizmatik, hatta hipnotize edici olabiliyordu; ama soğuk ve zalim deolabiliyordu. Wozniak ise çekingen ve asosyaldi; bu ona çocuksu birsevimlilik katıyordu. “Woz bazı alanlarda çok zeki iken tanımadığı in-sanların karşısında apışıp kalıyordu,” dedi Jobs. “İyi bir çifttik.”Jobs’ın Wozniak’ın mühendislik sihirbazlığına duyduğu, Wozniak’ınsaJobs’ın çalışma azmine duyduğu hayranlığın da katkısı oldu. “Ben in-sanlarla uğraşmak, onlarla dalaşmak istemiyordum, ama Stevetanımadığı insanları arayıp bir şeyler yaptırabiliyordu,” diyor Wozniak.“Zeki olmadığını düşündüğü insanlara kaba davranabiliyordu, ama

89/728

bana asla kaba davranmadı; sonraki yıllarda, bazı sorularını istediğikadar iyi yanıtlayamadığım zamanlarda bile.”

Wozniak, yeni bilgisayar tasarımının Apple ortaklığının malı ol-masını kabul etmesinden sonra bile tasarımını önce HP’ye sunmasıgerektiğini, çünkü orada çalıştığını düşündü. “HP’de çalışırken tasar-ladığım bir şeyi o şirkete söylememin görevim olduğuna inanıy-ordum,” diyor Wozniak. “Doğru ve etik olan buydu.” Bu yüzden 1976baharında tasarımını patronuna ve üst düzey yöneticilere gösterdi. To-plantıya katılan genel müdür etkilenmişti –ve kararsız kalmış gibiydi–ama sonunda HP’nin böyle bir ürünü geliştiremeyeceğini söylemişti.Bir amatörün ürünüydü, en azından şimdilik ve şirketin yüksek kalitepazar segmentine uymuyordu. “Hayal kırıklığına uğradım,” diye anım-sıyor Wozniak, “ama artık Apple ortaklığına katılmakta serbesttim.”

1 Nisan 1976’da Jobs’la Wozniak, Wayne’in Mountain View’dakidairesine ortaklık sözleşmesini imzalamaya gittiler. “Resmi yazılar”konusunda biraz tecrübeli olduğunu söyleyen Wayne üç sayfalık bel-geyi bizzat hazırlamıştı. Ancak “resmi yazılar” konusunda çok iyideğildi. Paragraf başları tumturaklıydı: “Şu belirtilmelidir ki... Ayrıcaşu belirtilmelidir ki... Dola yısıyla [yazım hatası], karşılıklı çıkarlar gözönünde bulundurularak...” Ancak hisse ve kâr paylaşımları netti –%45,%45, %10– ve yüz doları aşan harcamalarda en az iki ortağın onayışart koşuluyordu. Sorumluluklar da belirtilmişti. “Wozniak ElektrikMühendisliği bölümünün genel ve baş sorumlusu olacaktır; JobsElektrik Mühendisliği ve Pazarlama bölümlerinin genel sorumlusu ola-caktır; Wayne Mekanik Mühendislik ve Dokümantasyon bölümlerininbaş sorumlusu olacaktır.” Jobs küçük harflerle, Wozniak özenli bir elyazısıyla, Wayne ise kargacık burgacık ve okunaksız harflerle imzaattı.

Sonra Wayne ürktü. Jobs giderek daha fazla kredi alıp harcamayıplanladıkça Wayne kendi şirketinin başarısızlığını hatırladı. Aynı şeyitekrar yaşamak istemiyordu. Jobs’la Wozniak’ın kişisel mal varlıkları

90/728

yoktu, ama Wayne (küresel mali kıyametten kaygılandığından) yastıkaltında altın saklıyordu. Apple’ı bir şirketten çok basit bir ortaklıkolarak kurduklarından, ortaklar borçlardan şahsen sorumlu olacaklardıve Wayne alacaklıların peşine düşmesinden korkuyordu. Dolayısıylasadece on bir gün sonra Santa Clara belediye ofisine geri döndü ve bir“cayma beyanı” sunarak ortaklık anlaşmasından çekildiğini bildirdi.“Tüm taraflar arasındaki anlaşmaların gözden geçirilmesi sonucunda,”diye başlıyordu beyan, “Wayne artık ‘Ortak’ konumunda olmayacak-tır.” Beyanda Wayne’in %10’luk şirket hisseleri karşılığında 800 dolaraldığı belirtiliyordu ve kısa süre sonra 1.500 dolar daha aldı.

Şirkette kalıp da %10’luk hisselerini elinde tutsaydı, 2010 sonundabu hisselerin değeri aşağı yukarı 2,6 milyar dolar olacaktı. Oysa 2010sonunda Pahrump, Nevada’daki küçük bir evde tek başına yaşıyordu,orada slot makineleriyle oynuyor ve sosyal güvenlik çekiyle geçiniy-ordu. “O sırada benim için en iyi kararı verdim,” diyor. “İkisi de fazlahızlı gidiyorlardı ve ben öyle bir yolculuğa hazır olmadığımıhissediyordum.”

Jobs’la Wozniak, Apple’ı resmen kurmalarından kısa süre sonraHomebrew Bilgisayar Kulübü’nde birlikte sahneye çıkıp bir sunumyaptılar. Wozniak yeni ürettikleri devre kartlarından birini gösterdi vemikroişlemciyi, 8 KB’lik belleği ve yazdığı BASIC versiyonunu anlat-tı. Ayrıca asıl önem verdiği şeyi vurguladı: “Bir sürü ışıklı ve düğmeli,kafa karıştırıcı, salak bir ön panel yerine insanların kolayca kul-lanabileceği bir klavye.” Sonra sıra Jobs’a geldi. Jobs, Altair’in tersineApple’ın bütün gerekli bileşenleri içerdiğini söyledi. Sonra onlara birsoru sordu: İnsanlar böyle muhteşem bir makine için ne kadar paraödemeye razı olurlardı? Apple’ın şaşırtıcı değerini anlamalarınısağlamaya çalışıyordu. Sonraki onyıllarda bu retorik soruyu ürünsunumlarında kullanacaktı.

Seyirciler pek etkilenmemişlerdi. Apple’ın işlemcisi ucuzdu, Intel8080 değildi. Ama önemli bir kişi, daha fazlasını duymak için kaldı.

91/728

Adı Paul Terrell’dı ve 1975’te Menlo Park’taki Camino Real’de ByteShop adlı bir bilgisayar dükkânı vardı. Şimdi, bir yıl sonraysa üçdükkânı vardı ve bir ulusal mağaza zinciri kurmayı hayal ediyordu.Jobs ona makineyi seve seve gösterdi. “Şuna bir bak,” dedi. “Gördük-lerini seveceksin.” Terrell, Jobs’la Woz’a kartvizitini verecek kadaretkilendi. “Bağlantıyı koparmayın,” dedi.

“Bağlantıyı koparmıyorum,” dedi Jobs ertesi gün, Byte Shop’ayalınayak girerken. Satışı yaptı. Terrell 50 bilgisayar sipariş vermeyikabul etti. Ama bir şartı vardı. Terrell sadece 50 dolarlık devre kartlarıistemiyordu, çünkü o zaman müşteriler bütün çipleri satın alıp parçalarıbirleştirmek zorunda kalacaklardı. Bu birkaç fanatik amatörün ilgisiniçekebilirdi, ama bütün müşterilerin değil. Bunun yerine devrelerintamamen kurulmuş olmasını istiyordu. Bunun için parça başına 500dolar ödemeye hazırdı.

Jobs hemen HP’deki Wozniak’ı aradı. “Oturuyor musun?” diyesordu. Wozniak ayakta olduğunu söyledi. Jobs yine de ona haberiverdi. “Şoke oldum, resmen şoke oldum,” diye anımsıyor Wozniak. “Oanı asla unutmayacağım.”

Siparişi teslim etmek için toplam 15.000 dolarlık parçalara ihtiyaçlarıvardı. Homestead Lisesi’nin üçüncü şakacısı Allen Baum’la babası on-lara 5.000 dolar borç vermeyi kabul ettiler. Jobs Los Altos’taki birbankadan kredi çekmeye çalıştı, ama müdür ona bir baktıktan sonraşaşırtıcı olmayan bir şekilde reddetti. Jobs Halted toptancısına gitti veparçalar karşılığında Apple’dan hisse vermeyi önerdi, ama onların“kılıksız görünüşlü iki delikanlı” olduklarına hükmeden toptancı teklifireddetti. Atari’deki Alcorn ona çipleri ancak nakit karşılığında satacak-tı. Jobs sonunda Cramer Electronics’in müdürünü, Paul Terrell’ı arayıp25.000 dolarlık siparişi teyit ettirmeye ikna etti. Terrell acil çağrısıolduğunu bir hoparlörden duyduğunda bir konferanstaydı (Jobs ısrarcıdavranmıştı). Cramer’ın müdürü ona iki tane kılıksız delikanlının gelipByte Shop adına sipariş verdiklerini söyledi. Doğru mu söylüyorlardı?

92/728

Terrell doğru söylediklerini onaylayınca müdür Jobs’a parçalarıödemesi 30 gün sonra yapılmak üzere vermeyi kabul etti.

Garaj Grubu

Jobs’ın Los Altos’taki evi elli Apple I devre kartının imalathanesioldu; bunların 30 gün içinde Byte Shop’a teslim edilip parasının tahsiledilmesi gerekiyordu, çünkü daha sonra kullandıkları parçalarınödemesi yapılacaktı. Bulabildikleri herkesi yardıma çağırdılar – Jobs’laWozniak, artı Daniel Kottke, eski kız arkadaşı Elizabeth Holmes(katıldığı tarikattan ayrılmıştı) ve Jobs’ın hamile kız kardeşi Pattybirlikte çalıştılar. Patty’nin boşalttığı yatak odasında, ayrıca mutfakmasasında ve garajda çalıştılar. Mücevherat dersi almış olan Holmes’açipleri lehimleme görevi verildi. “Çoğunu iyi lehimledim, amabirkaçına lehim bulaştırdım,” diyor. Jobs bundan hoşlanmadı. “Ziyanedecek çipimiz yok,” diye azarladı ve haklıydı. Holmes’u mutfak mas-asına, hesap kitap işleriyle uğraşmaya gönderip lehimleme işini bizzatyaptı. Devre kartlarını tamamlayınca Wozniak’a veriyorlardı. “Tamam-lanmış devreleri televizyon ve klavyeye bağlayıp, çalışıp çalışmadık-larını kontrol ediyordum,” diyor. “Çalışanları bir kutuya koyuyordum.Çalışmayanlarınsa hangi pinlerinin sokete oturmadığını buluyordum.”

Paul Jobs ise yan mesleği olan eski araba tamirciliğine ara verdi,Apple kadrosu bütün garajı kullanabilsin diye. Garaja eski ve uzun birçalışma tezgâhı getirdi, yeni yaptığı alçı panele bilgisayarın şematiğiniastı ve depo niyetine kullanılacak dolaplar getirip çekmecelerinebileşenlerin isimlerini etiketledi. Ayrıca ısı lambalı bir ısıtma kutusuyaptı, bilgisayar kartları geceleri yüksek ısıda bırakılıp test edilebilsindiye. Sinirler gerildiğinde, ki Steve Jobs’ın bulunduğu bir ortamda nor-maldi bu, babası ortalığı az çok sakinleştiriyordu. “Hayrola?” diyordu.“Kıçına kuştüyü mü kaçtı?” Bunların karşılığında, arada sırada bir fut-bol maçının sonunu izlemek için televizyonu geri istiyordu, çünküevdeki tek televizyondu o. Jobs’la Kottke bu molaların bazılarındadışarı çıkıp bahçede gitar çalıyorlardı.

93/728

Annesi evinin büyük bölümünün oğlunun makine parçaları ve mis-afirleri tarafından işgal edilmesine aldırmıyordu, ama onun giderektuhaflaşan diyetlerinden rahatsız oluyordu. “Onun yeni beslenmetakıntılarını duydukça gözlerini deviriyordu,” diye anımsıyor Holmes.“Onun sağlıklı olmasını istiyordu o kadar, Jobs ise ‘Ben frutaryenim,bakirelerin ay ışığında topladığı yapraklardan başka bir şey yemem,’gibi laflar ediyordu.”

Tamamlanan bir düzine devre kartının Wozniak tarafından onaylan-masından sonra Jobs onları Byte Shop’a götürdü. Terrell biraz şaşırdı.Güç kaynağı, kasa, monitör ve klavye yoktu. Daha tamamlanmış birürün beklemişti. Ama Jobs onu bakışlarıyla sindirmeyi başardı ve adammalları teslim alıp ödeme yapmayı kabul etti.

Otuz gün sonra, Apple kâr etmenin eşiğine gelmişti. “Kartları tah-minimden ucuza mal ettik, çünkü parçaları ucuza aldım,” diye anımsıy-ordu Jobs. “Dolayısıyla Byte Shop’a yaptığımız satıştan neredeyseyüzde yüz kâr ettik.” Artık geri kalan elli taneyi arkadaşlarına veHomebrew’deki yoldaşlarına satıp daha fazla kâr edebilirlerdi.

Elizabeth Holmes şirketin resmi muhasebecisi oldu; saati 4 dolardankısmi zamanlı çalışıyordu, haftada bir gün San Francisco’dan arabaylagelip Jobs’ın çek defterini bir muhasebe defterine aktarmanın yolunubulmaya çabalıyordu. Gerçek bir şirket gibi görünsünler diye Jobstelesekreter servisi kiralamıştı; mesajlar Jobs’ın annesinin telefonunaokunuyordu. Ron Wayne, Victoria dönemi kurgu eserlerinin illüstrasy-onlarındaki abartılı tarama stilini kullanarak bir logo çizdi; logodaNewton bir ağacın altında oturuyordu ve çerçevede Wordsworth’ün şusözü vardı: “Düşüncenin tuhaf denizlerinde tek başına sonsuza dekgezinen bir zihin.” Oldukça tuhaf bir mottoydu bu, Apple Com-puter’dan çok Ron Wayne’in kendisine uyuyordu. Belki de şairinFransız devrimini başlatanlarla ilgili sözü daha uygun bir seçim olurdu:“O şafakta yaşıyor olmak büyük mutluluktu / Ama genç olmak cennet-in ta kendisiydi!” Wozniak’ın sonradan dediği gibi: “Gelmiş geçmiş en

94/728

büyük devrimin parçası olduğumuzu düşünüyordum. Buna çokseviniyordum.”

Woz makinenin bir sonraki versiyonunu düşünmeye başlamıştı bile,bu yüzden ellerindeki modele Apple I adını verdiler. Jobs’la Woz,Camino Real’daki elektronik dükkânlarını gezerek ürünlerini satmayaçalıştılar. Byte Shop’a sattıkları elli tanenin ve arkadaşlarına sattıklarıneredeyse elli tanenin yanı sıra, perakendeci dükkânlar için de yüz taneüretiyorlardı. Dürtülerinin farklı olması şaşırtıcı değildi: Wozniak on-ları maliyetine satmak istiyordu, Jobs ise ciddi kâr sağlamak istiyordu.Jobs baskın çıktı. Seçtiği perakende fiyatı, kartları yapmanın maliyetin-in neredeyse üç katıydı ve Terrell’la diğer dükkânların ödediği toptanfiyattan, 500 dolardan %33 yüksekti. Seçtiği fiyat 666,66 dolardı.“Yinelenen rakamlardan hep hoşlanmışımdır,” diyor Wozniak. “Fıkrahattımın numarası 256-6666’ydı.” İfşalar Kitabı’nda 666’nın “şeytanınsayısı” olarak geçtiğini ikisi de bilmiyordu, ama kısa sürede şikayetleralmaya başladılar, özellikle de o senenin hit filmi olan The Omen’de busayıya yer verildikten sonra. (2010’da, orijinal Apple I bilgisayarlardanbiri Christie’s’teki açık arttırmada 213.000 dolara satıldı.)

Yeni makineyle ilgili ilk yazı, artık yayınlanmayan hobi dergisi In-terface’in Temmuz 1976 sayısında çıktı. Jobs’la arkadaşları hâlâ bil-gisayarları onun evinde elde üretseler de, yazıda ondan “PazarlamaMüdürü” ve “Atari’nin eski özel danışmanı” olarak bahsediliyordu.Böylece Apple gerçek bir şirket gibi görünüyordu. “Steve bu genç en-düstriyi yakından takip etmek için birçok bilgisayar kulübüyle temashalinde,” deniyordu yazıda ve ondan şu alıntı yapılıyordu: “Onlarınihtiyaçlarını, hislerini ve motivasyonlarını anlayabilirsek onlara is-tedikleri şeyleri verebiliriz.”

Artık Altair’den başka rakipleri de vardı, özellikle de IMSAI 8080 veProcessor Technology Şirketi’nin SOL-20’si. Bu ikincisi HomebrewBilgisayar Kulübü’nün üyesi olan Lee Felsenstein’la Gordon Frenchtarafından tasarlanmıştı. 1976’nın bir hafta sonunda, İşçi Bayramı’nda

95/728

hepsi ürünlerini sergilemeye fırsat buldular; Jobs’la Wozniak o gün At-lantic City, N.J.’nin eski bir otelinde ilki düzenlenecek olan yıllıkKişisel Bilgisayar Fuarı’na katılmak için bir TWA uçağıyla Phil-adelphia’ya gittiler; bir puro kutusuna Apple I’i, bir başkasınaysaWoz’un üstünde çalıştığı yeni modelin prototipini koymuşlardı.Arkalarında oturan Felsenstein, Apple I’i görünce “hiç etkileyici ol-madığını” söyledi. Wozniak arkasında yapılan konuşmalardan huzur-suz oldu. “İş adamı gibi konuştuklarını duyabiliyorduk,” diye anımsıy-or; “hiç duymadığımız kısaltmalar kullanıyorlardı.”

Wozniak zamanının çoğunu otel odasında, yeni prototipininrötuşlarını yapmakla geçirdi. Sergi salonunun arkasına yakın bir yerdeApple’a ayrılan standda duramayacak kadar çekingendi. Daniel KottkeManhattan’dan trenle gelmişti (artık oradaki ColumbiaÜniversitesi’nde okuyordu) ve o standda dururken Jobs etrafta geziniprakiplerini inceledi. Gördüklerini etkileyici bulmadı. Wozniak’ın en iyidevre mühendisi olduğuna ve Apple I’in işlevsellik açısından diğerürünlerden üstün olduğuna (ve selefinin de mutlaka öyle olacağına)kanaat getirdi. Ancak SOL-20 daha güzel görünüyordu. Şık bir metalkasasıyla bir klavyesi vardı ve yanında bir güç kaynağıyla kablolar ver-iliyordu. Yetişkinler tarafından üretilmiş gibi görünüyordu. Apple I iseyaratıcıları kadar kılıksızdı.

96/728

6. BölümApple II

Yeni Bir Çağın Başlangıcı

Entegre Bir Paket

Jobs Kişisel Bilgisayar Fuarı’nda gezinirken, Byte Shop’ın sahibiPaul Terrell’ın haklı olduğunu anladı: Kişisel bilgisayarların komplepaket halinde sunulması gerekiyordu. Bir sonraki Apple’ın muhteşembir kasaya ve gömme klavyeye sahip olması, aynı zamanda güçkaynağından yazılıma ve monitöre dek entegre olması gerektiğinekarar verdi. “İlk tamamen entegre paketi yaratmak istiyordum,” diyeanımsıyordu. “Hedef kitlemiz kendi bilgisayarlarını toplamayı seven,transformatör ve klavye satın almayı bilen bir avuç amatör değildiartık. Onların bir tanesine karşılık, makinenin kullanıma hazır olmasınıisteyecek bin kişi vardı.”

Wozniak 1976’nın o hafta sonunda, İşçi Bayramı’nda, otelodalarında, Jobs’ın kendilerini bu yeni seviyeye çıkaracağını umduğuyeni makinenin –adı Apple II olacaktı– prototipinin üstünde çalıştı.Prototipi sadece bir kez dışarı çıkardılar, gecenin geç bir vaktinde, kon-ferans salonlarından birindeki renkli projeksiyon televizyonuna

bağlayıp test etmek için. Wozniak makinenin çiplerine renk ürettirmen-in dahice bir yolunu keşfetmişti ve beyazperdeye benzer bir ekranaprojektörle görüntü veren tipte televizyonlarda işe yarayıp yaramay-acağını görmek istiyordu. “Projektörün renk devrelerinin renk yönte-mimle uyumlu olmayabileceğini düşündüm,” diye anımsıyor. Klavyes-inin tuşlarına basınca, salonun diğer tarafındaki ekranda renkli çizgilerve girdaplar belirdi. O gece, bu ilk Apple II’yi onların dışında görentek kişi otel teknisyeniydi. Bütün makinelere baktığını ve bunualacağını söyledi.

Tam donanımlı Apple II’yi üretmek epey masraflı olacaktı, buyüzden haklarını daha büyük bir şirkete satmayı düşündüler. Jobs AlAlcorn’a gitti ve bilgisayarı Atari’nin yöneticilerine tanıtma fırsatı is-tedi. Şirketin başkanı Joe Keenan’la görüşme ayarladı; Keenan Al-corn’la Bushnell’den çok daha muhafazakârdı. “Steve onu ikna etmekiçin odasına girdi, ama Joe ona katlanamadı,” diye anımsıyordu Al-corn. “Steve’in hijyensizliğinden hoşlanmadı.” Jobs yalınayaktı ve birara ayaklarını masaya koydu. “Bu zımbırtıyı almayacağız,” diyebağırdı Keenan, “ayrıca ayaklarını masamdan çek!” Alcorn “Evet. Bukapı kapandı,” diye düşündüğünü anımsıyordu.

Eylül’de Commodore bilgisayar şirketinden Chuck Peddle birdemonstrasyon için Jobs’ın evine geldi. “Steve’in garajını gün ışığınaaçmıştık ve Peddle geldi; üstünde bir takım elbiseyle kovboy şapkasıvardı,” diye hatırlıyor Wozniak. Peddle Apple II’ye bayıldı ve birkaçhafta sonra Commodore’un genel merkezinde üst düzey yöneticilerebir sunum yapılmasını ayarladı. “İsterseniz bizi birkaç yüz bin dolarasatın alın,” dedi Jobs oraya vardıklarında. Wozniak bu “gülünç” teklifkarşısında afalladığını anımsıyor, ama Jobs ısrarcıydı. Commodoreyöneticileri birkaç gün sonra aradılar ve kendi makinelerini üretmenindaha ucuza geleceğine karar verdiklerini söylediler. Jobs sinirlenmedi.Commodore’u araştırmıştı ve kötü yönetildiğine karar vermişti.Wozniak kaçan paraya yanmadı, ama şirketin dokuz ay sonra Com-modore PET’i çıkarması mühendis yönünü kızdırdı. “Midem bulandı,”

98/728

dedi. “Aceleye getirip cidden berbat bir ürün çıkardılar. Oysa Appleonların olabilirdi.”

Commodore’la flörtleri, Jobs’la Wozniak’ın arasındaki potansiyel birsürtüşmeyi yüzeye çıkarmıştı: Apple’a katkıları ve elde etmeleri gerek-en kazanç gerçekten eşit miydi? Mühendisleri girişimcilerden ve pazar-lamacılardan üstün tutan Jerry Wozniak, paranın çoğunu oğlunun al-ması gerektiği kanısındaydı. Evine gelen Jobs’la bizzat konuştu. “Senbir bok hak etmiyorsun,” dedi Jobs’a. “Hiçbir şey ürettiğin yok.” Jobsağlamaya başladı, ki sıra dışı değildi bu. Duygularını kontrol etmekteasla başarılı olamamıştı ve olmayacaktı. Jobs, Steve Wozniak’a or-taklıklarını bitirmeye hazır olduğunu söyledi. “Yarı yarıya bölüşmeye-ceksek,” dedi arkadaşına, “hepsi senin olsun.” Ama Wozniakaralarındaki simbiyozu babasından daha iyi anlıyordu. Jobs olmasakendisi hâlâ Homebrew toplantılarında, arka tarafta devre kartışematiklerini bedavaya dağıtıyor olacaktı belki de. Onun teknolojik de-hasını kârlı bir işe dönüştüren Jobs’tı, Mavi Kutu meselesinde olduğugibi. Ortaklıklarının sürmesi gerektiğinde hemfikirdi.

Akıllıca bir seçimdi bu. Apple II’nin başarılı olması için Wozniak’ınmuhteşem devre tasarımı yeterli değildi. Tasarımın paket haline getir-ilip tamamen entegre bir tüketim malına dönüştürülmesi gerekiyorduve bu Jobs’ın işiydi.

Jobs işe eski ortağı Ron Wayne’den bir kasa tasarlamasını istemeklebaşladı. “Beş parasız olduklarını düşündüğümden, kalıp sistemi gerek-tirmeyen ve standart bir demirci atölyesinde yapılabilecek bir şey tasar-ladım.” Tasarımında metal kayışlarla tutturulan bir pleksiglas kutu veklavyenin üstüne örtülebilen bir kapak vardı.

Jobs bu tasarımı beğenmedi. Sade ve zarif bir tasarım istiyordu;böylece Apple’ın diğer ağır, gri, metal kasalı makinelerden farklıolacağını umuyordu. Macy’s’deki ev aletleri reyonunu gezerkenCuisinart mutfak robotları gözüne ilişince dökme plastikten yapılmahafif, şık bir kasa istediğine karar verdi. Bir Homebrew toplantısında,

99/728

yerel bir danışman olan Jerry Manock’a böyle bir tasarım karşılığında1.500 dolar önerdi. Jobs’ın görünüşünü pek güven verici bulmayanManock parayı peşin istedi. Jobs bunu reddetti, ama Manock işi yinede kabul etti. Birkaç hafta sonra derli toplu, dostanelik yayan, sade,köpük kalıplı bir plastik kasa üretti. Jobs kasayı çok beğendi.

Sırada güç kaynağı vardı. Wozniak gibi dijital teknoloji meraklılarıöyle analog ve bayağı şeylerle pek ilgilenmezlerdi, ama Jobs bununkritik bir parça olduğuna karar verdi. Fan gerektirmeden güç sağlaya-cak bir şey istiyordu özellikle –tüm kariyeri boyunca istedi–. Bilgisa-yarların içindeki fanlar Zen’e uymazdı. Dikkat dağıtırlardı. JobsAtari’ye uğrayıp, eski tarz elektrik mühendisliğinden anlayan Alcorn’adanıştı. “Al beni Rod Holt adlı bir dahiye yönlendirdi; adam bir sürüevlilik geçirmiş, her konuda uzman olan, zincirleme sigara içen birMarksist’ti,” diye anımsıyordu Jobs. Manock ve diğerleri gibi Holt daJobs’la tanışınca ondan pek etkilenmedi. “Ben pahalıyımdır,” dediHolt. Adamın buna değer olduğunu düşünen Jobs paranın sorun ol-madığını söyledi. “Kanıma girdi,” dedi, sonunda Apple’da tam günçalışmaya başlayan Holt.

Holt sıradan bir lineer güç kaynağı yerine, osiloskop gibi cihazlardakullanılan türden anahtarlamalı (switch mode) bir kaynak yaptı. Yaniakımı saniyede altmış kez değil binlerce kez açıp kesiyordu, böyleceelektriği çok daha az süre boyunca depoladığı için daha az ısı yayıy-ordu. “O anahtarlamalı güç kaynağı, Apple II’nin ana kartı (logicboard) kadar çığır açıcıydı,” dedi Jobs sonradan. “Tarih kitaplarındamaalesef Rod’un bu başarısından pek bahsedilmiyor, oysabahsedilmeli. Artık bütün bilgisayarlarda anahtarlamalı güç kaynaklarıkullanılıyor ve hepsi Rod’un tasarımından kopya çektiler.” Wozniakdehasına karşın böyle bir şeyi kotaramazdı. “Anahtarlamalı güçkaynağı konusunda neredeyse hiçbir şey bilmiyordum,” diyor.

Jobs’ın babası ona kusursuzluk arayışında olan birinin görünmeyenparçaların bile işçiliğine özen göstermesi gerektiğini öğretmişti. Jobs

100/728

bu ilkeyi Apple II’nin içindeki devre kartının tasarımına uyguladı. İlktasarımı reddetti, çünkü hatları yeterince düz değildi.

Bu kusursuzluk tutkusu Jobs’ın kontrol etme içgüdüsünü dizginsizbırakmasına yol açtı. Hackerlar ve amatörlerin çoğu bilgisayarlarınıkişiselleştirmeyi, modifiye etmeyi ve onlara çeşitli cihazlar bağlamayıseviyorlardı. Jobs’a göreyse bu, rahat bir kullanıcı deneyimi için te-hditti. Temelde hacker olan Wozniak buna katılmıyordu. Apple II’yesekiz slot koymak istiyordu, kullanıcılar isterlerse daha küçük devrekartlarını ve çevre birimleri bağlayabilsinler diye. Jobs sadece iki slotolmasında diretiyordu; biri yazıcı, diğeriyse modem için olacaktı.“Normalde gayet yumuşak başlı biriyimdir, ama bu sefer ona ‘İstediğinbuysa git kendine başka bir bilgisayar bul,’ dedim,” diye anımsıyorduWozniak. “Benim gibi insanların herhangi bir bilgisayara bağlayacakbir şeyleri eninde sonunda bulacaklarını biliyordum.” Wozniak bu se-fer tartışmayı kazandı, ama gücünün azaldığını hissedebiliyordu. “Ozamanlar öyle davranabilecek durumdaydım. Hep öyle gitmeyecekti.”

Mike Markkula

Bütün bunlar için para gerekiyordu. “Bu plastik kasanın maliyeti100.000 dolar civarında olacaktı,” dedi Jobs. “Toplam üretim maliyetibile tek başına 200.000 doları bulacaktı.” Yine Nolan Bushnell’e gitti,bu sefer onu biraz para koyup azınlık hisseleri almaya ikna etmek için.“Bana 50.000 dolar karşılığında şirketin üçte birini vereceğini söyledi,”diyor Bushnell. “Çok akıllıydım ya, o yüzden hayır dedim. Şimdidüşününce eğlenceli geliyor, ağlamadığım zamanlarda.”

Bushnell Jobs’a önemli bir risk sermayesi şirketi olan Sequoia Capit-al’in kurucusunu, eskiden National Semiconductor şirketinde pazar-lama müdürlüğü yapmış dobra bir adam olan Don Valentine’ıdenemesini söyledi. Valentine Jobs’ın garajına Mercedes’le geldi;üstünde mavi takım elbise, gömlek ve çizgili ipek kravat vardı. Bush-nell Valentine’in görüşmeden hemen sonra arayıp şaka yollu konuşarak“Beni niye o insanlıktan çıkmışların arasına gönderdin?” diye

101/728

sorduğunu hatırlıyor. Valentine öyle dediğini pek hatırlamadığınısöylese de, Jobs’ın tuhaf göründüğünü ve koktuğunu düşündüğünüitiraf ediyor. “Steve karşıkültür abidesi olmaya çalışıyordu,” diye an-ımsıyordu Valentine. “Pis sakallıydı, bir deri bir kemikti ve Ho ÇiMinh’e benziyordu.”

Ama Valentine’in önde gelen bir Silikon Vadisi yatırımcısı olmasınınsebebi, insanları dış görünüşleriyle yargılaması değildi. Onun asıl can-ını sıkan şey, Jobs’ın pazarlamacılıktan hiç anlamıyor olması ve ürün-leri elektronik dükkânlarına elden dağıtmaktan memnun gibi görün-mesiydi. “Sizi finanse etmemi istiyorsanız,” dedi Valentine ona, “paz-arlamayla dağıtımdan anlayan ve bir iş planı hazırlayabilecek en az birortağınızın olması gerek.” Jobs başka insanların tavsiyelerine ya sinir-lenerek ya da heveslenerek karşılık verirdi. Valentine’in karşısındaikinci tepkiyi gösterdi. “Bana üç isim öner,” diye karşılık verdi.Valentine bunu yaptı, Jobs adamlarla tanıştı ve birini seçti – MikeMarkkula adlı bir adamı (Markkula sonraki yirmi yılda Apple’da kritikbir rol üstlenecekti).

Markkula henüz 33 yaşındaydı, ama Fairchild’da ve ardından In-tel’de çalıştıktan sonra emekli olmuştu bile; o çip üreticisi halkaaçılınca hisse senedi opsiyonlarından milyonlar kazanmıştı. İhtiyatlı vekurnaz bir adamdı, lisede jimnastikle uğraşmış biri olarak kararlı dav-ranabiliyordu ve fiyatlandırma stratejileri, dağıtım ağları, pazarlama vefinans konularında uzmandı. Biraz içe kapanık olmasına karşın, yenikazandığı servetinin tadını çıkarırken gayet gösterişli birine dönüşüy-ordu. Tahoe Gölü’nde kendine bir ev yaptırdı, ardından da Woodsidetepelerinde dev bir malikâne yaptırdı. Jobs’ın garajına ilk gelişindeValentine gibi siyah bir Mercedes değil ışıl ışıl, altın sarısı, üstü açılırbir Corvette kullanıyordu. “Garaja vardığımda Woz çalışmatezgâhındaydı ve hemen Apple II’yi gösterdi,” diye anımsıyorduMarkkula. “İki adamın da saç tıraşına ihtiyaçları olduğunu görmezdengelerek, o çalışma tezgâhının üstünde duran şeyden büyülendim.Sonuçta saç tıraşı zor bir şey değildir.”

102/728

Jobs, Markkula’dan hemen hoşlandı. “Kısa boyluydu ve Intel’in paz-arlama bölümünün başına onu getirmemişlerdi, bu yüzden kendinikanıtlamak istiyordu sanırım.” Ayrıca onu düzgün, dürüst bir insanolarak gördü. “Eline kazık atma fırsatı geçse bile bunu yapmayacağıbelliydi, yapmazdı. Gerçekten ahlâklı bir insandı.” Wozniak da aynıölçüde etkilenmişti. “Onun hayatımda gördüğüm en hoş insanolduğunu düşündüm,” diyor. “Daha da iyisi, ürünümüzü beğendi!”

Markkula Jobs’a birlikte bir iş planı hazırlamalarını önerdi. “Plan iyigiderse yatırım yaparım,” dedi Markkula, “gitmezse de beni birkaç haf-ta bedava çalıştırmış olursunuz.” Jobs akşamları Markkula’nın evinegitmeye, projeler üretmeye ve sabahlara kadar sohbet etmeye başladı.“Kaç evde kişisel bilgisayar bulunacağı gibi konularda bir sürü tahminyürütüyorduk ve bazen sabahın dördüne kadar oturuyorduk,” diye an-ımsıyordu Jobs. Sonunda planın çoğunu Markkula yazdı. “Steve bir da-haki sefere sana şu bölümü getiririm diyordu ama genellikle getirmiy-ordu, bu yüzden sonunda ben yazıyordum.”

Markkula’nın planı hobici pazarının ötesine geçmeye yönelikti. “Bil-gisayarı sıradan insanların sıradan evlerine sokmaktan, bilgisayarda fa-vori yemek tariflerini saklamak ve bütçe tutmak gibi şeyler yapmaktanbahsediyordu,” diye anımsıyor Wozniak. Markkula çılgınca bir tah-minde bulundu: “İki sene içinde bir Fortune 500 şirketi olacağız,” dedi.“Bir endüstri başlatıyoruz. On yılda bir olur bu.” Apple’ın Fortune 500listesine girmesi yedi sene alacaktı, ama Markkula’nın tahmini temeldedoğru çıktı.

Markkula şirketin üçte bir hissesi karşılığında 250.000 dolara kadarpara yatırmayı teklif etti. Apple anonimleşecekti ve Markkula’nın,Jobs’ın ve Wozniak’ın her biri şirketin %26’lık hissesine sahip olacak-tı. Hisselerin geri kalanıysa müstakbel yatırımcıları çekmeye ayrılacak-tı. Üçü Markkula’nın yüzme havuzunun yanındaki soyunma odasındael sıkıştılar. “Mike’ın o 250.000 doları bir daha göreceğini sanmıy-ordum ve bu riske girmesinden etkilenmiştim,” diye anımsıyordu Jobs.

103/728

Şimdi Wozniak’ı şirkette tam gün çalışmaya ikna etmek gerekiyordu.“Bir yandan burada çalışıp, bir yandan da HP’deki güvenli işimedevam etsem olmaz mı?” diye sordu. Markkula bunun verimli olmay-acağını söyledi ve ona karar vermesi için birkaç gün tanıdı. “İnsanlarıve yaptıklarını kontrol etmemin bekleneceği bir şirkette çalışmayabaşlamak cazip gelmiyordu, kendime hiç güvenmiyordum,” diye anım-sıyordu Wozniak. “Otoriter biri olmamaya çok önceden karar vermiş-tim.” Bu yüzden Markkula’nın soyunma odasına gidip ona HP’denayrılmayacağını bildirdi.

Markkula omuz silkip tamam dedi. Ama Jobs çok sinirlendi.Wozniak’ı arayıp dil döktü. Arkadaşlarını onu ikna etmeleri için arayasoktu. Bağırdı, çağırdı ve birkaç sinir krizi geçirdi. Hatta Wozniak’ınailesinin evine gitti ve Jerry Wozniak’tan hüngür hüngür ağlayarakyardım istedi. Apple II’den iyi para kazanılabileceğini artık fark etmişolan Jerry Wozniak, Jobs’ın tarafını tuttu. “İşyerindeyken beni arıyor-lardı, babam, annem, kardeşim ve çeşitli arkadaşlar,” diyor Wozniak.“Hepsi de bana hata yaptığımı söylüyorlardı.” Bütün bunlar işe yara-madı. Sonra Allen Baum –Homestead Lisesi Buck Fry Kulübü’ndenarkadaşlarıydı– aradı. “Cidden yapmalısın,” dedi. Apple’da tam günçalışmanın yöneticilik yapması veya mühendislikten vazgeçmesi an-lamına gelmeyeceğini söyledi. “Tam da bunu duymaya ihtiyacımvardı,” diyor Wozniak. “Organizasyon şemasının dibinde, mühendisolarak kalabilirdim.” Jobs’ı aradı ve artık hazır olduğunu söyledi.

Yeni şirket –Apple Computer Co.– 3 Ocak 1977’de resmen kurulduve dokuz ay önce Jobs’la Wozniak’ın kurduğu eski ortaklığı satın aldı.Bu pek az kişinin dikkatini çekti. O ay üyeleri arasında anket düzenley-en Homebrew, kişisel bilgisayar kullanan 181 kişiden sadece altısındaApple bulunduğunu keşfetti. Ancak Jobs, Apple II’nin bu durumudeğiştireceğine emindi.

Markkula Jobs için baba figürü olacaktı. Jobs’ın üvey babası gibi oda Jobs’ın güçlü iradesine boyun eğecekti ve sonunda biyolojik babası

104/728

gibi onu terk edecekti. “Markkula Steve’in babası gibiydi,” diyor risksermayedarı Arthur Rock. Markkula Jobs’a pazarlama ve satış öğret-meye başladı. “Mike beni cidden himayesine aldı,” diyor Jobs.“Değerlerimiz epey ortaktı. Bir şirketi zengin olmak için kurmamakgerektiğini vurguluyordu. Hedef inandığın şeyi yapmak ve kalıcı birşirket kurmak olmalıydı.”

Markkula ilkelerini “Apple Pazarlama Felsefesi” adlı tek sayfalık biryazıya döktü; bu yazıda üç husus vurgulanıyordu. Birincisi empatiydi,müşterinin hisleriyle yakın bağlantı kurmaktı. “Onların ihtiyaçlarınıdiğer şirketlerden daha iyi anlayacağız.” İkincisi odaklanmaktı. “Yap-mak istediklerimizi iyi yapmak için bütün önemsiz fırsatlarıelemeliyiz.”

Üçüncü ve en az diğerleri kadar önemli ilkeyeyse tuhaf bir isim,yükleme ismi verilmişti. “En iyi ürüne, birinci sınıf kaliteye, en faydalıyazılıma vs. sahip olabiliriz; ama bunları üstünkörü sunarsak değersizgörünürler; onları yaratıcı, profesyonel bir şekilde sunarsak, istenennitelikleri onlara yüklemiş oluruz.”

Jobs kariyerinin geri kalanı boyunca pazarlamayla, imajla ve hattaambalajlamanın ayrıntılarıyla bazen saplantılı bir şekilde ilgilenecekti.“Bir iPhone ya da iPad kutusunu açtığında, o dokunsal deneyimin ürünalgını etkilemesini istiyoruz,” dedi. “Bana bunu Mike öğretti.”

Regis McKenna

Bu süreçte ilk adım vadinin önde gelen reklamcısı RegisMcKenna’nın Apple için çalışmasını sağlamaktı. McKenna Pitts-burghlü geniş bir işçi sınıfı ailesinden gelmeydi ve soğukkanlılığını,sertliğini güleryüzlülüğüyle gizliyordu. Üniversiteden terkti,Fairchild’da ve National Semiconductor’da çalıştıktan sonra kendihalkla ilişkiler ve reklam şirketini kurmuştu. Uzmanlık alanları,tanıdığı gazetecilerin müşterileriyle röportaj yapmasını sağlamak vemikroçip gibi ürünler için marka farkındalığını arttırıcı, akılda kalıcı

105/728

reklam kampanyaları hazırlamaktı. Bu kampanyalardan biri, Intel içinhazırladığı bir dizi renkli dergi reklamıydı; bunlarda alışıldık, sıkıcıperformans çizelgeleri yerine yarış arabaları ve poker çipleri vardı.Bunlar Jobs’ın dikkatini çekti. Intel’i arayıp bu reklamların yaratıcısınısordu. “Regis McKenna,” yanıtını aldı. “Onlara Regis McKenna nedirdiye sorduğumda,” diye anımsıyordu Jobs, “bir insan dediler.” JobsMcKenna’ya telefonla ulaşamadı. Onu muhasebe müdürü FrankBurge’e yönlendirdiler ve adam onu başından savmaya çalıştı. Jobsneredeyse her gün aradı.

Burge sonunda Jobs’ın garajına gelmeyi kabul ettiğinde “Tanrım, buherif cidden bayıcı olmalı. Bu şaklabana kabalık etmeden ne kadardayanabilirim acaba?” diye düşündüğünü anımsıyor. Sonra karşısındayıkanmamış, kılıksız Jobs’ı bulunca iki şeyi fark etti. “Birincisi inanıl-mayacak kadar zeki bir genç adamdı. İkincisi söylediklerinin ellidebirini bile anlamıyordum.”

Dolayısıyla Jobs’la Wozniak, kartvizitinde muzipçe “RegisMcKenna, bizzat kendisi” yazılı olan kişiyle görüşmeye davet edildiler.Bu sefer normalde çekingen olan Wozniak huysuzluk etti. McKenna,Wozniak’ın Apple hakkında yazdığı bir yazıya göz attı ve fazla teknikolduğunu, renklendirilmesi gerektiğini söyledi. “Halkla ilişkilerdenkimse yazıma dokunmasın, istemiyorum,” diye tersledi Wozniak.McKenna onlara ofisini terk etmelerinin zamanının geldiğini söyledi.“Ama hemen ardından Steve beni aradı ve tekrar görüşmek istediğinisöyledi,” diyor McKenna. “Bu sefer Woz’suz geldi ve iyi anlaştık.”

McKenna ekibine Apple II broşürleri hazırlamalarını söyledi. Herşeyden önce Ron Wayne’in fazla taramalı, Victoria tarzı, gravür stililogosunu değiştirmeleri gerekiyordu, çünkü McKenna’nın renkli vemuzip reklamcılık stiline uymuyordu. Dolayısıyla Rob Janoff adlı birsanat direktörüne yeni bir tane hazırlaması söylendi. “Şirin olmasın,”diye buyurdu Jobs. Janoff basit bir elma resminin iki versiyonunuçizdi; biri bütündü, diğerininse bir parçası ısırılmıştı. İlki kiraza

106/728

benzediğinden Jobs ısırılmış olanı seçti. Ayrıca altı renkte şeritlerlebezeli bir versiyonu seçti (bu psikedelik renkler çimen yeşiliyle gökmavisinin arasında sıkışmışlardı), oysa bu logoyu basmanın maliyetiçok daha yüksekti. McKenna broşürün tepesine genellikle Leonardo daVinci’ye atfedilen ve ileride Jobs’ın tasarım felsefesinin temel ilkesiolacak bir özdeyiş koydu: “Sadelik sofistikeliğin doruğudur.”

İlk Dramatik Tanıtım

Apple II’nin tanıtımının 1977 Nisanı’nda San Francisco’da düzenle-necek ilk West Coast Bilgisayar Fuarı’yla aynı zamana denk getir-ilmesi planlandı. Fuar Homebrew’ün gediklilerinden Jim Warrentarafından organize edilmişti ve Jobs haberi alır almaz hemen Apple’abir stand ayırttı. Apple II’nin ilk tanıtımının dramatik olması için fuarsalonunun en önünde bir yer istiyordu ve 5.000 dolar peşinat vererekWozniak’ı afallattı. “Steve bunun büyük fırsatımız olduğuna karar ver-mişti,” diyor Wozniak. “Muhteşem bir makinemiz ve muhteşem bir şir-ketimiz olduğunu dünyaya göstermeliydik.”

Markkula’nın, özellikle yeni bir ürün tanıtılırken insanlarda kalıcıetki uyandırarak ürüne kalite “yüklenmesi” gerektiği tavsiyesinin uy-gulanışıydı bu. Jobs’ın Apple standına gösterdiği özen bununyansımasıydı. Diğer sergiciler basit masalar getirmiş ve afiş panolarınailanlar asmışlardı. Apple’ınsa siyah kadifeyle örtülü bir tezgâhı ve Jan-off’un yeni logosunu taşıyan, arkadan aydınlatmalı, büyük birpleksiglas paneli vardı. Tamamlanmış tüm Apple II’leri (üç taneydiler)sergiliyorlardı, ama ellerinde çok daha fazlası varmış izlenimi uyandır-mak için boş kutuları üst üste koymuşlardı.

Jobs gelen bilgisayar kutularının üstündeki küçük lekeleri görünceküplere binmişti ve fuardan önce bir avuç çalışanına kutuları zımparal-atıp cilalatmıştı. “Yükleme” meselesi öyle ileriye gitmişti ki, Jobs’laWozniak kendilerine çekidüzen vermişlerdi. Markkula onları bir SanFrancisco terzisine gönderip üç parçalı takım elbiseler yaptırtmıştı; bugiysiler üzerlerinde komik duruyordu, smokin giymiş ergenler

107/728

gibiydiler. “Markkula nasıl giyinmemiz, görünmemiz ve davranmamızgerektiğini açıkladı,” diye anımsıyor Wozniak.

Bunca çabaya değdi. Bej kasalı Apple II sağlam ama dostanegörünüyordu, diğer masalardaki sevimsiz metal kasalı makinelerin veçıplak devre kartlarının tersine. Apple fuarda 300 sipariş aldı veJobs’ın tanıştığı, Mizuşima Satoşi adlı bir Japon tekstilci Apple’ınJaponya’daki ilk bayisi oldu.

Ancak ele avuca sığmaz Wozniak’ın bazı eşek şakaları yapmasını neşık giysiler, ne de Markkula’nın emirleri önleyebildi. Wozniak’ın ser-gilediği programlardan biri, insanların soyadlarından uyruklarını tah-min etmeye çalışıyor ve ardından bu uyruklara uygun etnik şakalaryapıyordu. Ayrıca “Zaltair” adlı yeni bir bilgisayarı tanıtan bir sahtebroşür hazırlayıp dağıttı; broşürde reklamlardan kopyalanmış, “beştekerlekli bir araba düşünün...” tarzı abartılı ifadeler vardı. Jobs buşakaya kısa süreliğine kandı, hatta karşılaştırmalı çizelgede AppleII’nin Zaltair’den üstün görünmesinden gurur duydu. O şakayı kiminyaptığınıysa ancak altı yıl sonra öğrendi, Woz ona broşürün çerçevelibir kopyasını doğumgünü armağanı olarak verince.

Mike Scott

Apple artık gerçek bir şirketti; bir düzine çalışanı ve kredi hesabıvardı ve müşterilerle tedarikçilerin yol açtığı gündelik baskılarhissediliyordu. Hatta şirket nihayet Jobs’ın garajından taşınmış ve Cu-pertino’daki Stevens Creek Bulvarı’nda – Jobs’la Wozniak’ın liseyiokudukları yerin bir buçuk kilometre kadar ötesinde kiralanan bir ofiseyerleşmişti.

Jobs giderek artan sorumluluklarının stresini hissediyordu. Duygusaltepkilere meyilli ve küstah bir insan olmuştu hep. Atari’de tavırlarıyüzünden gece vardiyasına sürgün edilmişti, ama Apple’da bumümkün değildi. “Giderek tiranlaştı ve eleştirilerinin dozu arttı,” diyorMarkkula. “İnsanlara ‘Bu tasarım bok gibi görünüyor,’ diyordu.” Jobs

108/728

özellikle Wozniak’ın genç yazılımcılarına, Randy Wigginton’la ChrisEspinosa’ya sert davranıyordu. “Steve gelip yaptığım işe çabucak gözatıyordu ve bana boktan olmuş diyordu, işin ne olduğunu ve onu nedenyaptığımı hiç bilmediği halde,” dedi, o zamanlar liseyi yeni bitirmişolan Wigginton.

Jobs’ın hijyen sorunu da vardı. Aksi yöndeki bütün kanıtlara rağmen,vegan diyetleri sayesinde deodorant kullanmasına ve düzenli yıkan-masına gerek kalmadığına inanıyordu hâlâ. “Onu resmen kapı dışarıedip git yıkan demek zorunda kalıyorduk,” diyor Markkula. “To-plantılarda kirli ayaklarına bakıyorduk ister istemez.” Jobs bazen stresatmak için ayaklarını klozete sokuyordu ve doğaldır ki bu huyu işarkadaşlarına pek sevimli gelmiyordu.

Markkula tartışma çıksın istemediğinden, Jobs’ı dizginlemek içinMike Scott’ı başkan olarak devreye sokmaya karar verdi. Markkula’ylaScott 1967’de Fairchild’da aynı gün çalışmaya başlamışlardı, ofisleriyan yanaydı ve doğumgünleri aynıydı (her yıl birlikte kutluyorlardı).1977 Şubatı’ndaki doğumgünlerinde (Scott 32 yaşına basmıştı) öğleyemeği yerlerken Markkula ona Apple’ın yeni başkanı olmasını teklifetti.

Scott kâğıt üstünde mükemmel bir seçim gibi görünüyordu. NationalSemiconductor’ın bir üretim hattını yönetiyordu ve mühendisliği çokiyi bilen bir idareci olması avantajdı. Ama bazı kişisel tuhaflıklarıvardı. Aşırı kiloluydu, tikleri ve sağlık sorunları vardı ve öyle gergindiki koridorlarda yumruklarını sıkarak yürüyordu. Ayrıca tartışmacıolabiliyordu. Jobs’ın karşısında bu iyi de olabilirdi, kötü de.

Wozniak Scott’ı işe alma fikrine hemen ısındı. Markkula gibi o daJobs’ın yol açtığı sorunlarla uğraşmaktan nefret ediyordu. Jobs’ınsa bukonuda kararsızlığa düşmesi şaşırtıcı değildi. “Henüz 22 yaşındaydımve gerçek bir şirketi yönetmeye hazır olmadığımı biliyordum,” dedi.“Ama Apple bebeğimdi ve onu bırakmak istemiyordum.” Dizginleribiraz olsun gevşetmek bile onun için acı vericiydi. Bu meseleyi Bob’s

109/728

Big Boy hamburgercisindeki (Woz’un favori mekânıydı) ve GoodEarth restoranındaki (Jobs’ın favori mekânıydı) uzun öğle yemekler-inde adamakıllı düşündü. Sonunda gönülsüzce de olsa kabul etti.

Mike Scott’ın –Mike Markkula’yla karışmasın diye ona “Scotty” diy-orlardı– temelde tek bir görevi vardı: Jobs’ı idare etmek. Bunu genel-likle Jobs’ın yeğlediği toplantı modunda, yani birlikte yürüyüşe çıktık-larında yapıyordu. “Onunla yaptığım ilk yürüyüşte, daha sık yıkan-masını söyledim,” diye anımsıyor Scott. “O da bunu bir şartlayapacağını, frutaryen diyet kitabını okumamı ve kilo vermekte kullan-mayı düşünmemi söyledi.” Scott o diyeti asla benimsemedi, çok kilo davermedi; Jobs ise hijyen alışkanlıklarında ufak tefek değişiklikler yap-makla yetindi. “Steve haftada bir kez yıkanmakta ısrarlıydı, frutaryendiyeti yaptığı sürece bunun yeterli olduğunu söylüyordu,” diyor Scott.

Jobs kontrol sahibi olmayı seviyordu ve otoriteden nefret ediyordu.Dolayısıyla başına yönetici olarak getirilen adamla sorun yaşamasıkaçınılmazdı, özellikle de Scott’ın onun iradesine boyun eğmeyen pekaz kişiden biri olduğunu görmesinden sonra. “Steve’le aramdakimesele kimin daha inatçı olabileceğiydi ve ben bu konuda gayet iyiy-dim,” diyor Scott. “Steve sözünün dinlenmesini istiyordu ve tavrımdanhiç hoşlanmıyordu.” Jobs’ın sonradan söylediği gibi: “Hayatımda ençok bağırdığım insan Scotty’dir.”

Daha baştan personel yaka numaraları konusunda sorun çıktı. ScottWozniak’a #1’i, Jobs’aysa #2’yi verdi. Jobs #1’i istedi elbette. “Bunukabul etmedim, yoksa egosu tavan yapacaktı,” diyor Scott. Jobs sinirkrizi geçirdi, hatta ağladı. Sonunda bir çözüm önerdi. #0’ı alacaktı.Scott bunu kabul etti, ama Bank of America ücret bordrosu için pozitiftam sayı istiyordu, dolayısıyla Jobs #2’de kaldı.

Kişisel huysuzluğun ötesine geçen, daha temel bir anlaşmazlık davardı. Bir restoranda tesadüfen tanışmalarından sonra Jobs’ın işe aldığıJay Elliot, Jobs’ın en belirgin özelliğini şöyle tanımlıyor: “Ürüne,ürünün kusursuzluğuna duyduğu tutku saplantı boyutunda.” Mike Scott

110/728

ise pragmatizmi kusursuzluk tutkusuna yeğliyordu. Apple II’nin kas-asının tasarımı birçok örnekten biriydi. Apple’ın plastik kasayı ren-klendirmekte kullandığı Pantone şirketinde 2.000’den fazla bej tonuvardı. “Steve hiçbirini beğenmedi,” diyor Scott hayretle. “Farklı bir tonyaratmak istedi ve onu durdurmak zorunda kaldım.” Kasanın tas-arımında rötuş yapma vakti gelince Jobs köşelerin ne kadar yuvarlakolması gerektiği meselesine günlerce kafa yordu. “Ne kadar yuvarlakolacakları umurumda değildi,” diyor Scott, “ben bir an önce karar ver-ilmesini istiyordum.” Mühendis masaları konusunda da tartıştılar. Scottstandart gri masalar istiyordu; Jobs ise bembeyaz masalar sipariş et-mekte ısrarlıydı. Sonunda Markkula’ya satın alma emrini Jobs’ın mıyoksa Scott’ın mı imzalamaya yetkili olduğunu sordular; MarkkulaScott’ın tarafını tuttu. Jobs ayrıca Apple’ın müşterilere yaklaşımındada diğer şirketlerden farklı olmasında diretiyordu. Apple II’yle birliktebir yıllık garanti verilmesini istiyordu. Scott bu talep karşısında afal-ladı; normalde 90 günlük garanti veriliyordu. Bu meseleyi tartışırlarkenJobs yine gözyaşlarına boğuldu. Sakinleşmek için otoparkta gezindilerve Scott bu seferlik geri adım atmaya karar verdi.

Wozniak Jobs’ın tavırlarından iyice rahatsız olmaya başladı. “Steveinsanlara fazla sert davranıyordu,” diyor. “Ben şirketimiz aile gibiolsun istiyordum, hep birlikte eğlenelim ve bütün kazancı paylaşalımistiyordum.” Jobs ise Wozniak’ın büyümemekte direttiği kanısındaydı.“Çok çocuksuydu,” dedi Jobs. “Muhteşem bir BASIC versiyonu yazdı,ama oturup da asıl ihtiyacımız olan kayan noktalı BASIC’i yazmadı birtürlü ve sonunda Microsoft’la anlaşmak zorunda kaldık. İşteodaklanamıyordu.”

Ama kişilik çatışmaları şimdilik idare edilebilir düzeydeydi ve bununbaşlıca sebebi şirketin gayet başarılı olmasıydı. Çıkardığı dergilerleteknoloji dünyasında kanılara yön veren analist Ben Rose, Apple II’ninateşli bir savunucusu oldu. Bağımsız bir yazılım şirketinin ürettiği,kişisel bilgisayarlara yönelik ilk tablolama ve kişisel finans programıolan VisiCalc bir süreliğine sadece Apple II’de bulunabiliyordu,

111/728

dolayısıyla Apple II işletmelere ve ailelere cazip hale geldi. Şirket nü-fuzlu, yeni yatırımcılar çekmeye başladı. Öncü risk sermayedarı ArthurRock başta, Markkula Jobs’ı kendisine gönderdiğinde pek etkilen-memişti. “Hindistan’daki gurusunun yanından yeni gelmiş gibigörünüyordu,” diye anımsıyordu Rock, “ve öyle kokuyordu.” AmaRock Apple II’yi araştırdıktan sonra yatırım yaptı ve yönetim kurulunakatıldı.

Sonraki on altı sene boyunca Apple II’nin çeşitli modelleri pazarlana-cak ve yaklaşık altı milyon adet satılacaktı. Kişisel bilgisayar en-düstrisinin gelişmesinde diğer tüm makinelerden daha etkili oldu.Wozniak yüzyılın tek başına yapılan en büyük icatlarından biri olan,takdire şayan devre kartı tasarımı ve ona yönelik işletim yazılımlarısayesinde tarihe geçmeyi hak ediyor. Ama Wozniak’ın devre kartlarınıgüç kaynağından kasaya dek dostane bir pakete entegre eden kişiJobs’tı. Ayrıca Wozniak’ın makinelerini üretip satan şirketi kurdu. Re-gis McKenna’nın sonradan dediği gibi: “Woz muhteşem bir makinetasarladı, ama Steve Jobs olmasa o makine bugün hobici dükkânlarındaduruyor olurdu.” Yine de çoğu insana göre Apple II’nin yaratıcısıWozniak’tı. Bu durum Jobs’ı bir sonraki büyük adımı atmaya, sahiple-nebileceği bir başarı kazanmaya sevk edecekti.

112/728

7. BölümChrisann ve Lisa

Terk Edilen...

Jobs’ın liseden mezun olduğu senenin yazında bir kulübede birlikteyaşamalarından beri Chrisann Brennan onun hayatına ara ara girip çık-mıştı. Jobs 1974’te Hindistan’dan döndüğünde birlikte Robert Fried-land’in çiftliğinde kalmışlardı. “Steve beni oraya davet etti; gençtik, ra-hattık ve özgürdük,” diye anımsıyordu Brennan. “Orada yüreğime dok-unan bir enerji vardı.”

Los Altos’a geri döndüklerinde ilişkileri arkadaşlığa dönüştü büyükölçüde. Jobs ailesinin evinde kalıyor ve Atari’de çalışıyordu; Bren-nan’ın küçük bir dairesi vardı ve Kobun Chino’nun Zen merkezindeepey zaman geçiriyordu. 1975 başında ortak bir arkadaşlarıyla, GregCalhoun’la ilişki yaşamaya başladı. “Greg’le birlikteydi, ama bazenSteve’e geri dönüyordu,” diye iddia ediyordu Elizabeth Holmes.“Aslında hepimiz öyleydik. Kimin eli kimin cebinde belli değildi;sonuçta yetmişlerdeydik.”

Calhoun Jobs, Friedland, Kottke ve Holmes’la birlikte Reed’de oku-muştu. Diğerleri gibi o da Doğu spiritüelizmine derinden merak saldı,Reed’den ayrıldı ve Friedland’in çiftliğine gitti. Çiftlikteki 2,5 metreye6 metrelik bir tavuk kümesini, cüruf briketlerinin üstünde yükselterekve içine bir uyku loftu inşa ederek küçük bir eve dönüştürdü ve orayayerleşti. Brennan 1975 baharında tavuk kümesine, Calhoun’un yanınataşındı ve ertesi sene Hindistan’a gitmeye karar verdiler. Jobs’ın Cal-houn’a yanına Brennan’ı almamasını tavsiye etmesine, onun ruhsalarayışını engelleyeceğini söylemesine karşın birlikte gittiler. “Steve’inHindistan gezisinde yaşadıklarından öyle etkilenmiştim ki ben de orayagitmek istiyordum,” dedi Brennan.

Onlarınki ciddi bir yolculuktu, 1976 Martı’nda başladı ve neredeysebir yıl sürdü. Bir ara parasız kaldılar, bu yüzden Calhoun otostoplaİran’a gidip Tahran’da İngilizce öğretmenliği yaptı. Brennan Hindis-tan’da kaldı ve Calhoun’un öğretmenliği bırakmasından sonra otostopçekerek ortada, Afganistan’da buluştular. Dünya o zamanlar çok farklıbir yerdi.

Bir süre sonra araları açıldı ve Hindistan’dan ayrı ayrı döndüler. 1977yazına gelindiğinde Brennan Los Altos’a geri dönmüştü; orada bir araKobun Chino’nun Zen merkezinin bahçesindeki bir çadırda kaldı. Jobsartık ailesinin evinden taşınmıştı ve Cupertino’daki bir banliyö çiftlikevini Daniel Kottke’yle birlikte ayda 600 dolara kiralamıştı. RanchoSuburbia adını verdikleri o evde özgür hippiler olarak tuhaf bir yaşamsürüyorlardı. “Dört yatak odalı bir evdi ve arada sırada yatakodalarından birini tuhaf tuhaf insanlara kiralıyorduk, hatta bir ara birstriptizciye kiraladık,” diye anımsıyordu Jobs. Kottke Jobs’ın neden tekbaşına eve çıkmadığını anlayamıyordu, çünkü Jobs’ın bunu yapacakdurumu vardı artık. “Bir oda arkadaşı istiyordu sanırım,” dedi Kottke.

Brennan yakın zamanda Jobs’tan tekrar ayrılmış olsa da kısa süredeoraya taşındı. Böylece Fransız farslarını andıran bir hayat sürmeyebaşladılar. Evin iki büyük, iki küçük yatak odası vardı. Jobs’ın bunlarınen büyüğünde kalması şaşırtıcı değildi; Brennan ise (artık Steve’lebirlikte olmadığından) diğer büyük yatak odasına yerleşti. “Ortadakiiki oda bebek odası gibiydi, ikisini de istemiyordum, bu yüzden oturmaodasına taşınıp bir köpük yatakta yattım,” dedi Kottke. Küçükodalardan birini meditasyon yapma ve LSD kullanım mekânınadönüştürdüler, tıpkı Reed’de kullandıkları tavan arası gibi. İçerisiApple kutularının straforlarıyla doluydu. “Mahallenin çocukları geliy-orlardı ve onları straforların üstüne atıyorduk, çok eğlenceliydi,” dediKottke, “ama sonra Chrisann’in eve getirdiği kediler straforlara işedi,biz de straforları atmak zorunda kaldık.”

114/728

Aynı evde yaşamanın Chrisann Brennan’la Jobs’ın fiziksel yakın-lığını alevlendirdiği oluyordu ve Brennan birkaç ay sonra hamile kaldı.“Steve’le beş yıl boyunca aralıklı olarak ilişki yaşadıktan sonra hamilekaldım,” dedi. “Nasıl birlikte olacağımızı da bilmiyorduk, nasıl ayrıyaşayacağımızı da.” 1977’nin Şükran Günü’nde Greg Calhoun Color-ado’dan otostop çekerek onları ziyarete gelince Brennan ona haberiverdi. “Steve’le ben tekrar sevgili olduk ve şimdi hamileyim, amasürekli ayrılıp barışıyoruz ve ne yapacağımı bilmiyorum,” dedi.

Calhoun Jobs’ın bu meseleyle hiç ilgilenmediğini fark etti. HattaJobs Calhoun’u onlarla birlikte kalmaya ve Apple’da çalışmaya iknaetmeye çalıştı. “Steve Chrisann’le ve hamileliğiyle ilgilenmiyordu,” di-ye anımsıyordu Calhoun. “Çok sıcak davranırken bir anda kendini soy-utlayabilen biriydi. İnsanı korkutacak kadar soğuk bir tarafı vardı.”

Jobs bir meselenin dikkatini dağıtmasını istemiyorsa bazen onugörmezden gelirdi, irade gücüyle ortadan kaldırabilirmişçesine. Sadecebaşkalarının gerçekliğini değil, kendisininkini bile çarpıtabildiği oluy-ordu. Brennan’ın hamileliğini tamamen görmezden geldi. Hatta oçocuğun babası olduğuna bile emin olmadığını söylüyordu, Brennan’layattığını kabul etse de. “Çocuğun benden olduğuna emin değildim,çünkü Brennan’ın sadece benimle yatmadığına gayet emindim,” dedibana sonradan. “Hamile kaldığı zaman çıkmıyorduk bile. Evimizde birodası vardı o kadar.” Brennan ise çocuğun babasının Jobs olduğunaemindi. O sırada Greg’le veya başka bir adamla birlikte olmamıştı.

Jobs kendini mi kandırıyordu, yoksa çocuğun babası olduğunu ger-çekten bilmiyor muydu? “Sanırım beyninin o kısmına ulaşamadı veyasorumluluk sahibi olma fikrini benimseyemedi,” diye yorumda bu-lundu Kottke. Elizabeth Holmes hemfikirdi. “Jobs baba olma veolmama seçeneklerini tarttı ve ikincisine inanmaya karar verdi. Hayatıiçin başka planları vardı.”

Evlilikten bahsedilmedi. “Onun evlenmek istediğim insan olmadığınıbiliyordum, mutlu olmamız mümkün değildi ve uzun sürmezdi,” dedi

115/728

Jobs sonradan. “Kürtaj yaptırmasını istiyordum, ama Brennan neyapacağını bilmiyordu. Bu meseleyi epey düşündükten sonra kürtajyaptırmamaya karar verdi, aslında karar verdi mi bilmiyorum – bencekararı zaman verdi, onun yerine.” Brennan bana bebeği doğurmanınkendi kararı olduğunu söyledi. “Steve kürtaj istediğini söyledi ama aslaısrar etmedi.” Jobs’ın bir seçeneğe ısrarla karşı çıkması, kendi geçmişigöz önüne alındığında ilginçti. “Bana çocuğu kesinlikle evlatlık verme-memi söyledi,” dedi Brennan.

Ortada rahatsız edici bir ironi vardı. Jobs’la Brennan 23 yaşınday-dılar, yani Jobs doğduğunda Joanne Schieble’la Abdulfattah Jan-dali’nin olduğu yaştaydılar. Jobs biyolojik ailesinin izini sürmemiştihenüz, ama üvey ailesi ona geçmişten biraz bahsetmişti. “Bu yaştesadüfü meselesini o zamanlar bilmiyordum, dolayısıyla Chrisann’leyaptığım konuşmaları etkilemedi,” dedi sonradan. Biyolojik babasınıbir şekilde taklit ettiğini, 23 yaşındayken tıpkı onun gibi gerçeklerdenve sorumluluklardan kaçtığını reddetti, ama aradaki ironik benzerliğintereddüte kapılmasına yol açtığını itiraf etti. “Joanne’in bana hamilekaldığında 23 yaşında olduğunu öğrenince – vay be dedim!”

Jobs’la Brennan’ın arası hızla açıldı. “Chrisann kurban modunagirmişti, Steve’le benim bir olup üstüne geldiğimizi söylüyordu,” diyeanımsıyordu Kottke. “Steve gülüp geçiyordu, onu ciddiye almıyordu.”Brennan duygusal açıdan pek dengeli değildi, sonradan kendisinin bileitiraf ettiği gibi. Tabaklar atmaya, nesneler fırlatmaya, evin altınıüstüne getirmeye ve duvara karakalemle müstehcen sözler yazmayabaşladı. Jobs’ın duyarsızlığıyla onu provoke edip durduğunu söyledi.“O aydınlanmış ama zalim bir varlık. Tuhaf bir kombinasyon bu.” Kot-tke arada kalmıştı. “Daniel’ın hamurunda acımasızlık yoktu, bu yüzdenSteve’in tavrı ona etkileyici geliyordu,” diye iddia etti Brennan. “Başta‘Steve sana düzgün davranmıyor,’ derken sonradan onunla bir olupbana gülmeye başladı.”

116/728

Robert Friedland onun yardımına koştu. “Hamile olduğumu duyuncabana gelip çocuğu çiftlikte doğurmamı söyledi,” diye anımsıyorduBrennan. “Öyle yaptım.” Elizabeth Holmes’la diğer arkadaşları hâlâorada yaşıyorlardı ve çocuğu doğurtacak Oregonlu bir ebe buldular.Brennan 17 Mayıs 1978’de bir kız doğurdu. Üç gün sonra Jobs uçağaatlayıp yanlarına gitti ve bebeğe isim verilmesine yardımcı oldu.Komünde çocuklara Doğu’nun spiritüel isimlerinin verilmesi adettendi,ama Jobs kızın Amerika’da doğduğunu ve yurduna uyan bir ismi ol-ması gerektiğini söyledi ısrarla. Brennan hemfikirdi. Kıza Lisa NicoleBrennan adını verdiler, Jobs soyadını vermediler. Jobs daha sonraApple’da çalışmaya geri döndü. “Bebekle de, benimle de hiçbir şekildeilgilenmek istemiyordu,” dedi Brennan.

O ve Lisa Menlo Park’taki bir evin arka tarafındaki küçük, döküntübir daireye taşındılar. Yoksulluk yardımıyla geçiniyorlardı, çünküBrennan çocuğun nafakası için dava açmak istemiyordu. Sonunda SanMateo ilçesi Jobs’a dava açtı, onun babalığını kanıtlamak ve mali sor-umluluğu üstlenmesini sağlamak için. Jobs başta savaşmakta kararlıy-dı. Avukatları Kottke’nin onları asla yatakta birlikte görmediğinetanıklık etmesini istediler ve Brennan’ın başka erkeklerle yattığınıkanıtlamaya çalıştılar. “Bir ara telefonda Steve’e ‘Bunun doğru ol-madığını biliyorsun,’ diye bağırdım,” diye anımsıyordu Brennan. “Elkadar bebekle beni mahkemelerde süründürecekti, orospu olduğumu veo çocuğun babasının herhangi biri olabileceğini kanıtlamayaçalışacaktı.”

Lisa’nın doğumundan bir yıl sonra Jobs babalık testi yaptırmaya razıoldu. Brennan’ın ailesi şaşırdı, ama Jobs Apple’ın yakında halkaaçılacağını biliyordu ve bu meseleyi halletmenin en iyisi olduğunakarar vermişti. DNA testleri o zamanlar yeniydi ve Steve testiUCLA’da yaptırdı. “DNA testiyle ilgili yazılar okumuştum ve konununkapanması için seve seve yaptırdım,” dedi. Sonuç gayet netti. “Babalıkolasılığı.... %94,41,” deniyordu raporda. California mahkemeleri Jobs’ıçocuğa ayda 385 dolar nafaka vermeye, babalığını bir sözleşme

117/728

imzalayarak kabul etmeye ve ilçeye, yapılan yoksulluk yardımıkarşılığında 5.836 dolar ödemeye mahkûm etti. Jobs’ın çocuğunu zi-yaret etme hakkı vardı, ama bunu uzun süre kullanmadı.

Jobs’ın o zamanlar bile çevresindeki gerçekliği çarpıttığı oluyordu.“Bize sonunda yönetim kurulu toplantısında söyledi,” diye anımsıy-ordu Arthur Rock, “ama büyük ihtimalle o çocuğun babası ol-madığında diretti. Sanrıya kapılmıştı.” Jobs bir Time muhabiri olan Mi-chael Moritz’e istatistikler incelendiğinde “Birleşik Devletler’dekierkek nüfusunun %28’inin o çocuğun babası olabileceğinin” açıkçagörüldüğünü söyledi. Bu sadece yanlış değil, tuhaf bir iddiaydı. Dahada kötüsü Chrisann Brennan bu sözü sonradan öğrenince, Jobs’ın onunA.B.D.’deki erkeklerin %28’iyle yatmış olabileceğini söylediğinisandı. “Beni kaltak ya da orospu gibi göstermeye çalışıyordu,” diye an-ımsıyordu. “Sorumluluktan kaçmak için bana orospu yaftasıyapıştırıyordu.”

Yıllar sonra Jobs o davranış tarzına pişman oldu ve bunu çok nadirbir şekilde itiraf etti:

Keşke farklı davransaydım. O zamanlar kendimi baba olarak göremiyordum, buyüzden gerçekle yüzleşmek istemedim. Ama onun kızım olduğunu kanıtlayan testsonuçlarına güvenmediğim doğru değil. Ona 18 yaşına kadar bakmayı ve Chris-ann’e de biraz para vermeyi kabul ettim. Palo Alto’da bir ev bulup tadilat yaptımve orada bedavaya oturmalarına izin verdim. Brennan’ın çocuğu gönderdiğimuhteşem okulların parasını ödedim. Doğru şeyi yapmaya çalıştım. Ama zamanıgeri döndürebilsem daha iyisini yapardım.

Bu mesele hallolunca Jobs kendi hayatıyla ilgilenmeye geri döndü –bazı açılardan olgunlaşmıştı, ama her açıdan değil. Uyuşturucularıbıraktı, katı bir vegan olmaktan vazgeçti ve Zen tapınaklarında geçird-iği zamanı azalttı. Saçlarını modaya uygun kestirmeye ve San Fran-cisco’daki Wilkes Bashford gibi lüks erkek giyim mağazalarındantakım elbiseler ve gömlekler almaya başladı. Ayrıca RegisMcKenna’nın yanında çalışan, Barbara Jasinski adlı güzel bir kadınlaciddi bir ilişkiye başladı.

118/728

İçinde hâlâ çocuksu bir asilik vardı kesinlikle. Stanford civarındaki,280. Eyaletlerarası Yol’un yanındaki Felt Gölü’ne Jasinski ve Kot-tke’yle birlikte çıplak yüzmeye gitmeyi seviyordu ve 1966 model birBMW R60/2 motosiklet alıp gidonlarını turuncu püsküllerle süsledi.Ayrıca hâlâ küstah olabiliyordu. Garson kızları aşağılıyordu ve gelenyemekleri “çöp” olduklarını söyleyerek geri gönderiyordu sık sık.1979’da, şirketin ilk Cadılar Bayramı partisinde cübbeli İsa kılığınagirdi; bu şaka yollu özfarkındalık eylemini kendisi komik bulsa da birsürü kişi gözlerini devirdi. Evcimenliğinin ilk kıpırtılarında bile bazıtuhaflıklar vardı. Los Angeles’ta düzgün bir ev satın aldı ve birMaxfield Parrish tablosuyla, bir Braun kahve makinesiyle ve Heckelbıçaklarla süsledi. Ama eşya seçme konusunda saplantı derecesinde tit-iz olduğundan evin büyük kısmı boş kaldı; içinde yatak, sandalye,kanepe yoktu. Yatak odasının ortasında bir şilte vardı, duvarlarda Ein-stein’la Maharaj-ji’nin çerçeveli fotoğrafları vardı, yerde de bir AppleII vardı sadece.

119/728

8. BölümXerox ve Lisa

Grafik Kullanıcı Arayüzleri

Yeni Bir Bebek

Şirket Apple II sayesinde Jobs’ın garajından çıkıp yeni bir endüstrin-in zirvesine oturdu. Apple II’nin satışları dramatik bir şekilde arttı;1977’de 2.500 adet satılırken 1981’de 210.000 adet satıldı. Ama Jobshuzursuzdu. Apple II’nin başarısı sonsuza dek süremezdi ve onu am-balajlamak, güç kablosundan kasasına dek her şeyiyle ilgilenmek içinne yaparsa yapsın, o bilgisayarın hep Wozniak’ın başyapıtı olarakgörüleceğini biliyordu. Kendi makinesine ihtiyacı vardı. Daha daönemlisi, kendi deyişiyle evrende iz bırakacak bir ürün istiyordu.

Başta bu rolü Apple III’ün oynayacağını umdu. Bu bilgisayarınbelleği daha yüksek olacaktı, ekranı yanlamasına 40 değil 80 karaktersergileyecekti, ayrıca büyük ve küçük harfle yazılabilecekti. Endüstri-yel tasarım tutkusuna kapılan Jobs dış kasanın boyutuyla biçimini be-lirledi ve değişiklik yapılmasına izin vermedi, oysa mühendis komitel-eri devre kartlarına yeni bileşenler ekliyorlardı. Sonuç sık sık bozulan,kötü konnektörlü, tekleyen kartlardı. 1980 Mayıs’ında dağıtımınabaşlanan Apple III başarısız oldu. Mühendislerden biri olan RandyWigginton durumu şöyle özetledi: “Apple III grup seksten doğmuş birbebek gibiydi; seksten sonra herkesin başı ağrıyordu, ortada piç birçocuk vardı ve kimse onu sahiplenmiyordu.”

Jobs artık Apple III’le ilgilenmeyi kesmişti ve daha farklı bir şeyüretmenin yollarını arıyordu. Başta dokunmatik ekranlar üretmeyidüşündü, ama sonra sinirleri bozuldu. Bir teknoloji demonstrasyonunageç geldi, kıpır kıpırdı ve sonra mühendislerin sunumlarını kabaca“Teşekkürler,” diyerek yarıda kesti. Mühendisler şaşırmışlardı.

“Gitmemizi ister misiniz?” diye sordu biri. Jobs evet dedi ve ardındaniş arkadaşlarını zamanını harcadılar diye azarladı.

Sonra o ve Apple, yepyeni bir bilgisayar yaratmak için HP’den ikimühendisi işe aldılar. Jobs’ın bu bilgisayara seçtiği isim, en görmüşgeçirmiş psikiyatristin bile ilgisini çekerdi: Lisa. Başka tasarımcılarında bilgisayarlarına kızlarının ismini verdikleri olmuştu, ama LisaJobs’ın terk ettiği ve henüz kendisinden olduğunu tamamen kabullen-mediği bir kızdı. “Belki de o ismi vermesinin sebebi suçluluk duy-gusuydu,” diyor Regis McKenna’nın yanında, projenin halkla ilişkilerkısmında çalışmış olan Andrea Cunningham. “O sözcük için bir açılımbulduk, çocuk Lisa’dan esinlenilmediğini söyleyebilmek için.” Bulduk-ları açılım “Local Integrated Systems Architecture”dı[3] ve anlamsızolmasına karşın ismin resmi açıklaması oldu. Mühendisler arasındaysa“Lisa: Invented Stupid Acronym”[4] şeklinde biliniyordu. Yıllar sonraJobs’a o bilgisayarın ismini sorduğumda “Kızımdan esinlendim tabiiki,” dedi.

Lisa, Apple II gibi 8 bitlik değil 16 bitlik bir mikroişlemcide temel-lenmiş, 2.000 dolarlık bir makine olarak tasarlanmıştı. Hâlâ AppleII’nin üstünde sessiz sedasız çalışan Wozniak’ın sihirbazlığı olmayıncao güçlü mikroişlemciye heyecan verici şeyler yaptıramayanmühendisler, geleneksel metin görüntülemeli düz bir bilgisayar üret-meye başladılar. Bilgisayarın sıkıcılığı Jobs’ın canını sıkmaya başladı.

Ancak projeye biraz hayat katan bir yazılımcı vardı: Bill Atkinson.Nörobilim doktorası yapıyordu ve o da epey LSD kullanmıştı.Apple’da çalışması teklif edilince başta reddetmişti. Ama sonra Appleona bir iadesiz uçak bileti gönderince, Jobs’ın kendisini ikna etmeyeçalışmasına bilet ziyan olmasın diye göz yummaya karar verdi. “Gele-ceği icat ediyoruz,” dedi Jobs ona, üç saatlik bir ikna konuşmasınınsonunda. “Bir dalganın en ucunda sörf yaptığını düşün. Gerçektenmüthiş bir hazdır. Bir de o dalganın sonunda köpekleme yüzdüğünü

121/728

düşün. Kesinlikle o kadar zevkli olmaz. Gel de dünyada bir iz bırak.”Atkinson bunu yaptı.

Bakımsız saçlara ve yüzünün canlılığını gizlemeyen sarkık bir bıyığasahip olan Atkinson’da Wozniak’ın dehasının birazı ve Jobs’ın gerçek-ten şık ürünlere düşkünlüğü vardı. İlk işi Dow Jones servisini otomatikarayıp güncel fiyatları alacak bir hisse senedi takip programıgeliştirmekti. “Acele etmeliydim, çünkü bir dergide çıkan reklamdamutfak masasındaki Apple II’ye bakan bir adam ve ona gülümseyenkarısı gösteriliyordu ve ekran hisse fiyatlarının grafikleriyle doluydu –oysa ortada öyle bir program yoktu, benim yaratmam gerekiyordu.”Sonra, üst düzey bir programlama dili olan Pascal’ın Apple II versiy-onunu yazdı. Jobs buna başta direnmişti, BASIC’in Apple II içinyeterli olduğunu düşünüyordu, ama Atkinson’a “Madem o kadar ıs-rarlısın, yanıldığımı kanıtlaman için sana altı gün veriyorum,” dedi.Atkinson’ın bunu başarması, Jobs’ın ona hep saygı duymasına yol açtı.

1979 sonbaharına gelindiğinde Apple, Apple II’nin yerini alabile-ceğini umduğu üç ürün üretiyordu. Birincisi bahtsız Apple III’tü. SonraLisa projesi vardı, ki Jobs’ı hayal kırıklığına uğratmaya başlamıştı. Birde geçmişte Bill Atkinson’a öğretmenlik yapmış eski bir profesör olanJef Raskin’in geliştirdiği, Annie kod adlı küçük bir proje, gizli birdüşük maliyetli makine projesi vardı ki, Jobs’ın dikkatini henüz çek-memişti. Raskin’in hedefi beyaz eşya gibi olacak, bir grafik arayüzesahip, ucuz, “kitlelere yönelik” bir makine –eksiksiz bir paket halinde,klavyesiyle ve monitörüyle ve yazılımıyla birlikte sunulacak bir bil-gisayar– üretmekti. Apple’daki meslektaşlarını Palo Alto’daki, böylefikirlerin öncülüğünü yapan, etkileyici bir araştırma merkezine yön-lendirmeye çalıştı.

Xerox PARC

Xerox Şirketi Palo Alto Araştırma Merkezi –kısa adıyla XeroxPARC– 1970’te, dijital fikirlerin üretileceği bir yer olarak kurulmuştu.Xerox’un Connecticut’taki merkezinden yaklaşık beş bin kilometre

122/728

uzakta olmasının iyi ve kötü tarafları vardı; ticari baskılardan uzak ol-masını sağlıyordu. Vizyonerlerinden biri olan bilim insanı Alan Kay,Jobs’ın da benimsediği iki temel fikri savunuyordu: “Geleceği öngör-menin en iyi yolu onu yaratmaktır” ve “Yazılım konusunda ciddi olaninsanlar kendi donanımlarını üretmelidir.” Kay her yaştan çocuklarınkolayca kullanabileceği, “Dynabook” adlı küçük bir kişisel bilgisayarüretmeye çalışıyordu. Bu yüzden Xerox PARC mühendisleri bilgisayarekranlarını ürkütücü kılan bütün o komut satırlarıyla DOS komutistemlerinin yerini alabilecek, kullanıcı dostu grafikler geliştirmeyebaşladılar. Buldukları metafor masaüstüydü. Ekranda çeşitli belgeler vedosyalar olabilirdi ve kullanmak istediğiniz şeye fare kullanaraktıklayabilirdiniz.

Bu grafik kullanıcı arayüzünün –kısa adı GUI– geliştirilmesi, XeroxPARC’ın öncülüğünü yaptığı bir başka kavramla hızlandı: Bit eşleme(bitmapping). O zamana kadar çoğu bilgisayar karakter tabanlıydı.Klavyede bir karaktere basıyordunuz ve o karakter ekranda beliriyordu,genellikle siyah bir arka planın üstünde parlak yeşil fosforlu olarak.Harflerin, rakamların ve sembollerin sayısı sınırlı olduğundan, bunubaşarmak fazla bilgisayar kodu ya da işlemci gücü gerektirmiyordu. Biteşlemli sistemdeyse, ekrandaki bütün pikseller bilgisayarınbelleğindeki bitler tarafından kontrol edilir. Bilgisayarın ekranda birimge –örneğin bir harf– oluşturması için her piksele açık mı koyu muolacağını ya da (renkli görüntüler söz konusuysa) hangi renkteolacağını söylemesi gerekir. Bu epey işlemci gücü harcasa da alımlıgrafikleri, fontları ve güzel ekran imgelerini mümkün kılar.

Bit eşleme ve grafik arayüzler Xerox PARC’ın prototip bilgisayar-larının, örneğin Alto’nun ve nesne tabanlı programlama dili Small-talk’un özellikleri haline geldi. Jef Raskin bu özelliklerin bilgisayardünyasının geleceği olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden Jobs’a veApple’daki diğer meslektaşlarına gidip Xerox PARC’a bir bakmalarınıtavsiye etti.

123/728

Raskin’in bir sorunu vardı. Jobs onun katlanılmaz bir kuramcı veyakendi deyişiyle “adi bok kafalının teki” olduğunu düşünüyordu. Buyüzden Raskin araya Jobs’ın arkadaşı Atkinson’ı soktu (Atkinson,Jobs’ın dünya görüşündeki bok kafalı/dahi ayrımında ikinci kategoriyedahildi), Jobs’ı Xerox PARC’ta olup bitenlerle ilgilenmeye ikna etsindiye. Raskin’in bilmediği şeyse Jobs’ın daha karmaşık bir anlaşmaüstünde çalıştığıydı. Xerox’un girişim sermayesi kolu, 1979 yazındaApple’ın ikinci tur finansmanına dahil olmak istiyordu. Jobs bir teklifyaptı: “Bana PARC’ta yaptıklarınızı anlatırsanız Apple’a bir milyondolar yatırım yapmanıza izin veririm.” Xerox Apple’a yeni tekno-lojisini göstermeyi ve karşılığında tanesi aşağı yukarı 10 dolardan100.000 hisse satın almayı kabul etti.

Bir yıl sonra Apple halka açıldığında Xerox’un 1 milyon dolarlıkhisselerinin değeri 17,6 milyon dolara çıkmıştı. Ama Apple bu an-laşmadan daha kârlı çıktı. Jobs’la iş arkadaşları Aralık 1979’da XeroxPARC’ın teknolojisini görmeye gittiler ve Jobs kendisine her şeyingösterilmediğini fark edince birkaç gün sonra daha da ayrıntılı bilgileraldı. Brifinglere çağrılan Xerox bilim insanlarından biri olan LarryTesler, doğudaki patronlarının asla takdir etmemiş gibi göründüğü es-erlerini sergilemeye bayıldı. Ama diğer brifingçi Adele Goldberg, şir-ketin en önemli sırlarını ifşa etmeye razı gibi görünmesine afallamıştı.“İnanılmaz bir aptallıktı, zırdelilikti ve Jobs’ın çok şey öğrenmemesiiçin elimden geleni yaptım,” diyor.

Goldberg ilk brifingte hedefine ulaştı. Jobs, Raskin ve Lisa ekibininlideri John Couch ana lobiye götürüldüler; orada bir Xerox Alto kurul-muştu. “Gayet kontrollü bir gösteriydi, birkaç uygulama gösterdik vebunların en önemlisi bir kelime işlemciydi,” diye anımsıyor Goldberg.Tatmin olmayan Jobs, Xerox’un merkez bürosunu arayıp daha fazlasınıtalep etti.

Bunun üzerine birkaç gün sonra tekrar davet edildi ve bu seferyanında, aralarında Bill Atkinson’la eskiden Xerox PARC’ta çalışmış

124/728

bir Apple yazılımcısı olan Bruce Horn’un da bulunduğu daha geniş birekip getirdi. İkisi de ne arayacaklarını biliyorlardı. “İşe geldiğimde or-talık karışıktı ve Jobs’la bir grup yazılımcısının toplantı odasındaolduğunu söylediler,” diyor Goldberg. Goldberg’in mühendislerindenbiri Jobs’la ekibini yine kelime işlemciyi göstererek oyalamaya çalışıy-ordu. Ama Jobs giderek sabırsızlanıyordu. “Bu saçmalığı keselimartık!” diye bağırıyordu. Bunun üzerine Xerox’lular kendi aralarındakonuştuktan sonra biraz daha fazla şeyi, ama azar azar göstermeyekarar verdiler. Tesler’ın yazılım dili Smalltalk’u göstermesine kararverdiler, ama sadece demonun “gizli olmayan” versiyonunu göster-eceklerdi. Ekip şefi “Jobs’ın gözleri kamaşır, gizli versiyonu göster-mediğimizi hayatta anlamaz,” dedi Goldberg’e.

Yanılıyorlardı. Atkinson’la diğerleri Xerox PARC’ın yayınladığı bazıyazıları okumuşlardı, dolayısıyla kendilerine her şeyin gösterilmediğin-in farkındaydılar. Jobs Xerox’un girişimci sermaye kolunu arayıpşikayette bulundu; hemen ardından şirketin Connecticut’taki merkezbürosu aradı ve Jobs’la grubuna her şeyin gösterilmesini emretti. Sinir-lenen Goldberg hışımla çıkıp gitti.

Tesler onlara nihayet asıl önemli şeyi gösterince Apple ekibihayretler içinde kaldı. Atkinson ekrandaki bütün pikselleri öyleyakından inceliyordu ki Tesler ensesinde adamın nefesini hissediyordu.Jobs etrafta heyecanla turluyor ve kollarını sallıyordu. “Öyle çok ho-playıp zıplıyordu ki demonun tamamını nasıl seyretti anlamadım, amaseyretmiş olmalı çünkü sorular sorup duruyordu,” diyor Tesler. “Gös-terdiğim her şey onu heyecanlandırıyordu.” Jobs, Xerox’un bu tekno-lojiyi ticarileştirmediğine inanamadığını söylüyordu. “Bir altın maden-inin üstünde oturuyorsunuz,” diye bağırdı. “Xerox’un bundan fay-dalanmadığına inanamıyorum.”

Smalltalk demonstrasyonu üç hayret verici niteliği sergiledi. Birincisibilgisayarlar birbirine ağla bağlanabiliyordu. İkincisi nesne tabanlı pro-gramlamanın işleyiş tarzıydı. Ama Jobs’la ekibi bu yönlerle pek

125/728

ilgilenmediler, çünkü grafik arayüze ve bit eşlemli ekrana hayrankalmışlardı. “Gözlerimden bir perde kalkmıştı sanki,” diye anımsıy-ordu Jobs sonradan. “Bilgisayar dünyasının geleceğinigörebiliyordum.”

Xerox PARC toplantısı bitince (iki saatten fazla sürmüştü) Jobs, BillAtkinson’ı arabasıyla Cupertino’daki Apple ofisine geri bıraktı. Ara-bayı hızlı sürüyordu ve hızlı konuşuyordu. “İşte bu!” diye bağırdı, herkelimenin üstüne basa basa. “Bunu yapmalıyız!” Aradığı yenilikbuydu: İnsanlara Eichler’in evlerinin iç açıcı ama ucuz tasarımıyla şıkbir mutfak aletinin kullanım kolaylığını içeren bilgisayarlar sunmaktı.

“Böyle bir bilgisayar yapmamız ne kadar sürer?” diye sordu.

“Emin değilim,” diye karşılık verdi Atkinson. “Altı ay kadar.” Fazlaiyimser, ama bir yandan da motive edici bir tahmindi bu.

“Büyük Sanatçılar Aşırır”

Apple’ın Xerox PARC’a yaptığı akının, o endüstrinin tarihindeki enbüyük hırsızlıklardan biri olduğu söylenir bazen. Jobs’ın bu bakışaçısını gururla onayladığı zamanlar oldu. “Mesele kendini insanlarınyaptığı en iyi şeylere açmak ve sonra bunları yaptığın işe yedirmeyeçalışmaktır,” dedi bir keresinde. “Yani, Picasso’nun bir sözü vardır:‘İyi sanatçılar kopyalar, büyük sanatçılar çalar.’ Biz de parlak fikirleriçalmaktan utanmadık hiç.”

Jobs’ın yine bazen onayladığı bir başka kanıysa, ortada Apple’ınyaptığı bir hırsızlıktan çok Xerox’un beceriksizliği olduğu fikri. “O fo-tokopiciler bir bilgisayarın neler yapabileceğinden habersizdiler,” dediJobs, Xerox’un yöneticilerinden bahsederken. “Bilgisayar endüstrisininen büyük zaferini yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Xerox bütün bil-gisayar endüstrisinin hâkimi olabilirdi.”

İki kanıda da doğruluk payı var, ama hepsi bu değil. T. S. Eliot’ındediği gibi, bir fikri bulmakla icraata dökmek aynı şey değildir.

126/728

Mucitlik tarihinde yeni fikirler denklemin sadece bir parçasıdır. İcraatda bir o kadar önemlidir.

Jobs’la mühendisleri Xerox PARC’ta gördükleri grafik arayüzfikirlerini büyük ölçüde geliştirdiler ve Xerox’un asla başaramayacağışekillerde kullanabildiler. Örneğin Xerox’un faresi üç düğmeliydi,karmaşıktı, tanesi 300 dolardı ve kullanımı rahat değildi; Jobs XeroxPARC’a yaptığı ikinci ziyaretten birkaç gün sonra bir yerel endüstriyeltasarım şirketine gitti ve kurucularından biri olan Dean Hovey’ye 15dolara mal olacak sade, tek düğmeli bir model istediğini söyledi;“Ayrıca formikanın ve kot pantolonumun üstünde kullanabilmekistiyorum,” diye ekledi. Hovey talimatlara uydu.

Gelişim sadece ayrıntılarda değil tüm tasarımda görülüyordu. XeroxPARC’ın faresi ekranda bir pencereyi sürüklemekte kullanılamıyordu.Apple mühendisleriyse pencereleri ve dosyaları sürüklemekle kalmayıpklasörlerin içine atabileceğiniz bir sistem geliştirdiler. Xerox siste-minde bir pencerenin boyutunu değiştirmekten tutun da bir dosyanınuzantısını değiştirmeye dek her eylem için bir komut seçmenizgerekiyordu. Apple sistemi bir şeylere doğrudan dokunabilmenizi, on-ları değiştirebilmenizi, sürükleyebilmenizi ve başka yere taşıyabilmen-izi sağlayarak masaüstü metaforunu bir sanal gerçekliğe dönüştürdü.Ayrıca Apple’ın mühendisleriyle tasarımcıları hoş ikonlar, her pen-cerenin tepesindeki bir çubuktan inen menüler ve dosyalarla klasörleriçift tıklamayla açabilme özelliğini ekleyerek masaüstü konseptinigeliştirmek için koordine çalışıyorlardı –Jobs onları her gündenetliyordu–.

Xerox yöneticileri bilim insanlarının PARC’ta yarattığı şeyi göz ardıetmediler. Tersine ondan sonuna kadar faydalanmaya çalıştılar – ve buarada iyi icraatın neden iyi fikirler kadar önemli olduğunu gösterdiler.1981’de, Apple Lisa’dan ve Macintosh’tan çok önce Xerox Star’ı piy-asaya sürdüler; bu makine onların grafik kullanıcı arayüzünü, faresini,bit eşlemli grafiklerini, pencerelerini ve masaüstü metaforunu

127/728

içeriyordu. Ama yavaştı (büyük bir dosyayı kaydetmek dakikalar süre-biliyordu), pahalıydı (perakende mağazalarında 16.595 dolara satılıy-ordu) ve temelde ağlı ofis pazarına yönelikti. Çuvalladı; sadece 30.000adet satıldı.

Star piyasaya çıkar çıkmaz Jobs’la ekibi hemen bir Xerox bayisinegidip baktılar. Ama Jobs makineyi öyle değersiz buldu ki işarkadaşlarına buna harcayacak paraları olmadığını söyledi. “Çok rahat-ladık,” diye anımsıyordu. “Başaramadıklarını biliyorduk, oysa bizbaşarabilirdik – çok daha ucuza.” Birkaç hafta sonra Xerox Star eki-bindeki donanım tasarımcılarından biri olan Bob Belleville’i aradı.“Şimdiye kadar yaptığın her şey boktan,” dedi Jobs, “öyleyse nedengelip benim yanımda çalışmıyorsun?” Belleville bunu yaptı, LarryTesler da.

Heyecanlanan Jobs, Lisa projesinin gündelik idaresini eline almayabaşladı; proje lideri eski HP mühendisi John Couch’tu. Couch’uumursamayan Jobs doğrudan Atkinson’la ve Tesler’la konuşmaya,özellikle Lisa’nın grafik arayüz tasarımı konusunda kendi fikirleriniuygulatmaya başladı. “Beni herhangi bir saatte, sabahın ikisinde ya dabeşinde arıyordu,” diyor Kesler. “Buna bayılıyordum. Ama Lisa de-partmanındaki amirlerim rahatsız oluyordu.” Jobs’a personeli iş saatleridışında aramaktan vazgeçmesi söylendi. Kendini bir süre tuttu, amafazla değil.

Atkinson’ın ekranın arka planının siyah değil beyaz olmasına kararvermesi, önemli bir güç gösterisine vesile oldu. Arka planın beyaz ol-ması Atkinson’ın da, Jobs’ın da istediği bir özelliği mümkün kılacaktı:What You See Is What You Get’in[5] kısaltılmışı olan WYSIWYG’i(okunuşu vizivig). Ekranda gördüğünüz şeyin çıktısını alabilecektiniz.“Donanım ekibi kıyameti kopardı,” diye anımsıyor Atkinson. “Çokdaha az kalıcı ve daha titrek bir fosfor kullanmak zorunda kalacağımızısöylediler.” Bunun üzerine Atkinson, Jobs’a başvurup desteğini aldı.Donanımcılar homurdansalar da sorunu çözdüler. “Steve iyi bir

128/728

mühendis değildi, ama insanların verdiği yanıtları değerlendirmekteustaydı. Mühendislerin savunmaya geçtikleri veya kendilerinden eminolmadıkları zamanları fark edebiliyordu.”

Atkinson’ın hayranlık uyandırıcı başarılarından biri (ki günümüzdeartık öyle alışığız ki bize pek büyüleyici gelmiyor) bir ekrandaki pen-cerelerin üst üste gelmesini, böylece “en üsttekinin” “altakileri” örte-bilmesini sağlamaktı. Atkinson bu pencerelerin bir masanın üstündekikâğıtlarmışçasına hareket ettirilebilmelerini, üsttekilerin yeri değiştikçealttakilerin görünür ya da gizli hale gelmesini sağladı. Bir bilgisayarekranında gördüğünüz piksellerin altında piksel katmanları yoktur el-bette, dolayısıyla “en üstte” görünen pencerenin altında başka pen-cereler yoktur. Pencerelerin üst üste durduğu illüzyonunu yaratmak“bölgeler” adı verilen şeyleri içeren karmaşık bir kodlamayı gerektirir.Atkinson bu numarayı başarmak için sınırlarını zorladı, çünkü XeroxPARC’a yaptığı ziyaret sırasında bu özelliği gördüğünü düşünüyordu.Oysa PARC’takiler bunu asla başaramamışlardı ve ona kendisininbaşarabilmesine çok şaşırdıklarını söylediler sonradan. “Cehaletingüçlendirici yönünü gördüm,” diyor Atkinson. “O işin yapılamay-acağını bilmemem yapabilmemi sağladı.” Atkinson öyle çok çalışıy-ordu ki bir sabah sersemlemiş bir halde araba sürerken Corvette’inipark edilmiş bir kamyona çarptı ve az kalsın ölüyordu. Jobs hemenhastaneye, onu ziyarete gitti. “Senin için çok kaygılandık,” dedi Jobs,Atkinson’ın bilinci açılınca. Atkinson ıstırapla gülümseyip “Merak et-me, bölgeleri hâlâ hatırlıyorum,” dedi.

Jobs yumuşak kaydırma özelliğine çok önem veriyordu. Belgelerinsatır satır değil akıcı bir şekilde kaydırılmalarını istiyordu.“Arayüzdeki her şeyin kullanıcıya kendini iyi hissettirecek şekilde tas-arlanmasında ısrarlıydı,” diyor Atkinson. Ayrıca imleci sadece yukarıaşağı ve sağa sola değil, herhangi bir yöne kolayca götürebilecek birfare istiyorlardı. Bunun için alışıldık çift tekerleğin yerine bir top kul-lanılması gerekiyordu. Mühendislerden biri Atkinson’a böyle bir fareyiticari amaçlı üretmenin mümkün olmadığını söyledi. Atkinson bir

129/728

akşam yemeğinde Jobs’a şikayette bulundu ve ertesi gün ofisinegelince Jobs’ın o mühendisi kovduğunu öğrendi. Yeni gelen mühend-isin Atkinson’a ilk sözü “O fareyi yapabilirim,” oldu.

Atkinson’la Jobs bir ara birbirlerinin en yakın dostu oldular, çoğugece Good Earth’te birlikte yemek yediler. Ama John Couch ve Lisaekibindeki diğer profesyonel mühendisler (çoğu hayal gücü kıt, HP tipimühendislerdi) Jobs’ın işlerine karışmasına sinir oluyorlardı ve sık sıkettiği hakaretlere öfkeleniyorlardı. Bir vizyon çatışması da vardı. Jobskitlelere yönelik sade ve ucuz bir ürünü, VolksLisa’yı üretmek istiy-ordu. “Şık bir makine isteyen benim gibi insanlarla şirket pazarınayönelmemizi isteyen Couch gibi HP’liler arasında zıtlaşma oldu,” diyeanımsıyordu Jobs.

Apple’a az çok düzen getirmek isteyen Scott ve Markkula, Jobs’ınhuzur bozucu tavırlarından giderek rahatsız oluyorlardı. Bu yüzdenEylül 1980’de bir reorganizasyon planladılar gizlice. Couch Lisa de-partmanının tartışmasız lideri yapıldı. Jobs kızının adını verdiği bil-gisayarın kontrolünü yitirdi. Ayrıca araştırma ve geliştirme departmanıbaşkan yardımcılığından da oldu. Yönetim kurulunun harici başkanıyapıldı; böylece Apple’ın kamusal yüzü olarak kalabildi, ama yönetici-lik yetkisi kalmadı. İnciticiydi bu. “Sinirlendim ve Markkula’nın beniyüz üstü bıraktığını hissettim,” dedi. “O ve Scotty, Lisa departmanınıyönetmeye uygun olmadığımı düşünüyorlardı. Bu da epey canımısıktı.”

130/728

9. BölümHalka Açılmak

Zengin ve Ünlü Bir Adam

Wozniak’la, 1981

Opsiyonlar

Mike Markkula Jobs’la Wozniak’a katıldığında ve yeni başlayan or-taklıkları Ocak 1977’de Apple Computer A.Ş.’ye dönüştüğünde, şirket-in değerini 5.309 dolar olarak belirlediler. Dört yıldan az bir zamansonra halka açılmanın zamanının geldiğine karar verdiler. Ford Mo-tors’un 1956’daki ilk halka arzından beri görülmemiş bir taleplekarşılaşacaklardı. Aralık 1980 sonunda Apple’ın değeri 1,79 milyardolar olacaktı. Evet, milyar. Şirket bu süreçte 300 kişiyi milyoneryapacaktı.

Daniel Kottke bunlardan biri değildi. Üniversitede, Hindistan’da, HerŞey Birdir komününde ve Chrisann Brennan krizi sırasında paylaştık-ları kiralık evde Jobs’ın dostu olmuştu. Apple’a merkez bürosunun

Jobs’ın garajı olduğu zamanlarda katılmıştı ve hâlâ orada saat başınaücret alarak çalışıyordu. Ama halka arzdan (İHA) önce şirket çalışan-larına sunulan hisse senedi opsiyonlarından faydalanacak kadar üstdüzey değildi. “Steve’e tamamen güveniyordum, onu kolladığım gibionun da beni kollayacağını düşünüyordum, bu yüzden üstelemedim,”diyor Kottke. Resmi gerekçe, Kottke’nin maaşla değil saat başı ücretleçalışan bir mühendis olduğundan opsiyonlardan faydalanamayacağıydı.Yine de ona “kurucu hisseleri” verilebilirdi, ama Jobs yolculuğundayanında olan kişilere duygusal bakmıyordu. “Steve’de sadakâtten eseryok,” diyor eski bir Apple mühendisi olan Andy Hertzfeld; buna karşınonunla arkadaşlığını sürdürdü. “Hiç sadık değil. Yakın olduğu insanlarıterk etmesi gerekiyor illa.”

Kottke, Jobs’ın ofisinin etrafında takılıp onunla konuşmaya, yardımistemeye karar verdi. Ama her seferinde Jobs onu başından savıyordu.“Hazmetmekte zorlandığım şey, Steve’in bana hisse verilmeyeceğinibaştan söylememiş olması,” diyor Kottke. “Söylemesi gerekirdi, bizarkadaştık. Ona bu meseleyi sorduğumda bana müdürümle konuşmamgerektiğini söylüyordu.” Kottke İHA’dan altı ay sonra nihayet Jobs’ınofisine dalıp da bu meseleyi halletmeyi deneme cesaretini topladı. AmaJobs öyle soğuk davrandı ki Kottke’nin içi buz kesti. “Boğazıma birşey takıldı, ağlamaya başladım, onunla konuşamıyordum,” diye anım-sıyor Kottke. “Arkadaşlığımızdan eser kalmamıştı. Öyle üzücüydü ki.”

Güç kaynağını yapan ve epey hisse alan mühendis Rod Holt, Jobs’ıikna etmeye çalıştı. “Arkadaşın Daniel’a yardım etmeliyiz,” dedi veher birinin kendi hisselerinin bir kısmını ona vermelerini teklif etti.“Sen ne kadar verirsen ben de o kadar veririm,” dedi Holt. Jobs şöyleyanıtladı: “Tamam. Ben sıfır hisse vereceğim.”

Wozniak’ın tavrınınsa tam tersi olması şaşırtıcı değil. Hisselerinhalka arzından önce 2.000 hissesini kırk tane orta düzey şirketçalışanına çok düşük bir fiyattan satmaya karar verdi. Bu kişilerin çoğubir ev alacak kadar para kazandılar. Wozniak da kendine ve yeni

132/728

karısına muhteşem bir ev satın aldı, ama kadın kısa süre sonra onuboşayıp eve kondu. Wozniak ayrıca sonradan, hak ettiklerini alamadık-larını düşündüğü çalışanlara da hisselerini hibe etti, ki aralarında Kot-tke, Fernandez, Wigginton ve Espinosa vardı. Herkes Wozniak’ı seviy-ordu, hele cömertliğinden sonra iyice sevmeye başladılar, ama Jobs’ınonun “çok saf ve çocuksu” olduğu fikrine katılıyordu çoğu. Birkaç aysonra şirketin ilan panosuna bir United Way afişi asıldı; afişte yoksulbir adam vardı. Birisi afişin üstüne “Woz’un 1990’daki hali” diyeyazmıştı.

Jobs saf değildi. Chrisann Brennan’la yaptığı anlaşmayı İHA’danönce imzalamaya özen gösterdi.

Jobs İHA’nın kamusal yüzüydü ve İHA’yı yürütecek iki yatırımbankasının, köklü Wall Street firması Morgan Stanley’nin ve o zaman-lar pek gözde olmayan San Francisco firması Hambrecht & Quist’inseçilmesine yardım etti. “Steve o zamanlar fazlasıyla resmi bir firmaolan Morgan Stanley’nin çalışanlarına çok saygısız davranıyordu,” di-ye anımsıyordu Bill Hambrecht. Morgan Stanley hisselerin tanesini 18dolardan sunmayı planlıyordu, oysa hisse fiyatının kısa sürede yüksele-ceği belliydi. Jobs “18 dolardan sattığımız bu hisselere ne olacak?” di-ye sordu bankacılara. “İyi müşterilerinize satmayacak mısınız? Öyleyseneden benden %7 komisyon alıyorsunuz?” Hambrecht sistemintemelinde bir adaletsizlik olduğunu kabul etti ve İHA’dan önce hissel-erin fiyatlandırılması için açık eksiltme fikrini buldu.

Apple 12 Aralık 1980’de halka açıldı. Bankacılar artık hisseye 22dolar fiyat biçmişlerdi. Hisse ilk gün 29 dolardan satıldı. Jobs tamsatışlar başlarken Hambrecht & Quist’in ofisine gelmişti. 25 yaşınday-dı ve şimdiden 256 milyon dolarlık serveti vardı.

Zengin Bir Adamsın Bebeğim

Steve Jobs’ın zenginliğe yaklaşımı zengin olduktan önce de sonra da,hem beş parasız olduğu hem de milyarder olduğu zamanlarda karmaşık

133/728

oldu. İcatlarını parasız dağıtmak isteyen bir arkadaşından faydalananantimateryalist bir hippiydi ve Hindistan’a gittikten sonra yolunun birşirket kurmak olduğuna karar veren bir Zen’ciydi. Ama bu yaklaşımlarıbirbiriyle çelişmek yerine tamamlayıcı oluyor gibiydi her nasılsa.

Bazı maddi nesnelere, özellikle de iyi tasarlanmış kaliteli ürünlere,örneğin Porsche ve Mercedes arabalara, Henckel bıçaklara ve Braunmutfak aletlerine, BMW motosikletlere ve Ansel Adams’ın fotoğra-flarına, Bösendorfer piyanolara ve Bang & Olufsen ses sistemlerinebayılıyordu. Ama ne kadar zengin olursa olsun, oturduğu evler genel-likle gösterişli olmuyordu ve dekorasyonları öyle sadeydi ki, Shakertarikatı üyelerini bile utandırırdı. Kalabalık bir maiyetle yolculuk et-meyi, şahsi personel çalıştırmayı, hatta korumalarının olmasını ozamanlar da şimdiki gibi reddetti. Güzel bir araba satın aldı, ama kend-isi sürüyordu hep. Markkula birlikte bir Lear jet almalarını önerdiğindereddetti (gerçi sonradan Apple’ın kendisine bir Gulfstream jet almasınıtalep edecekti). Babası gibi o da tedarikçilerle pazarlık yaparkenacımasız olabiliyordu, ama kâr arzusunun muhteşem ürünler üretmetutkusunun önüne geçmesine izin vermiyordu.

Apple’ın halka arzından otuz yıl sonra Jobs birdenbire zengin ol-manın nasıl bir şey olduğu üstüne düşündü:

Para kaygım olmadı hiç. Bir ortadirek ailede yetiştiğimden, aç kalacağımı asladüşünmedim. Atari’de de ortalama bir mühendis olabileceğimi öğrendim, yani birşekilde geçineceğimi hep biliyordum. Üniversitede ve Hindistan’dayken para-sızlık benim seçimimdi ve çalışırken bile gayet sade yaşadım. Oldukça fakirdimve bu harikaydı, çünkü para konusunda kaygılanmama gerek yoktu; sonra inanıl-mayacak kadar zengin oldum ve o zaman da para konusunda kaygılanmamagerek yoktu.

Apple’daki insanların tonla para kazanınca hayat tarzlarını değiştirmek zorundaolduklarını düşündüklerini gördüm. Kimi Rolls Royce ve evler aldı, evlerinekâhyalar tuttu ve sonra da bu kâhyaları yönetecek müdürler tuttu. Karıları estetikameliyatlar geçirip tuhaf insanlara dönüştüler. Ben öyle yaşamak istemiyordum.Çılgınlık bu. Kendime bir söz verdim, bu paranın hayatımı mahvetmesine izinvermeyeceğim dedim.

134/728

Jobs çok hayırsever değildi. Kısa süreliğine bir vakıf kurdu, ama vak-fın başına geçirdiği adamla uğraşmanın sinir bozucu olduğunu fark etti;adam hayırseverlik yöntemlerinden ve bağışların “karşılığını almaktan”bahsedip duruyordu. Jobs hayırseverlikleriyle hava atan veya hayır-severliği baştan icat edebileceğini düşünen insanları horgörürdü. Ön-ceden Larry Brilliant’ın Seva Vakfı’na hasta yoksulların tedavisindekullanılması için 5.000 dolarlık bir çek göndermişti sessiz sedasız,hatta yönetim kuruluna katılmayı bile kabul etmişti. Ama bir toplantıdayönetim kurulundaki ünlü bir doktorla tartıştı, çünkü RegisMcKenna’nın bağış toplama ve tanıtım işleri için işe alınması gerek-tiğini düşünüyordu. Sonunda Jobs otoparkta sinirden ağlamaya başladı.O ve Brilliant ertesi gece Grateful Dead’in Seva için verdiği bir yardımkonserinde sahne arkasında uzlaştılar. Ama Brilliant Apple’ınİHA’sından sonra, bağış almak için bazı yönetim kurulu üyelerini–aralarında Wavy Gravy ile Jerry Garcia vardı– Apple’a getirince Jobscömert davranmadı. Vakfın Nepal’daki körlerle ilgili bir anketinikolaylaştırmak için bir Apple II ve bir VisiCalc programı bağışlamayıönerdi.

Verdiği en büyük kişisel armağan ebeveynine oldu; Paul ve ClaraJobs’a aşağı yukarı 750.000 dolarlık hisse verdi. Hisselerin bir kısmınıLos Altos’taki evlerinin borcunu ödemek için sattıklarında oğullarıküçük bir kutlama yapmak için geldi. “Hayatlarında ilk kez ev borçlarıkalmamıştı,” diye anımsıyordu Jobs. “Birkaç arkadaşlarını çağırıp partiyaptılar, cidden hoştu.” Yine de ebeveyni daha güzel bir ev almayıdüşünmedi. “Bunu istemiyorlardı,” diyor Jobs. “Hayatlarından mem-nundular.” Tek lüksleri her sene bir Princess yolcu gemisiyle seyahateçıkmaktı. Jobs’a göre babası en çok Panama Kanalı seyahatindenhoşlanmıştı, çünkü ona Sahil Güvenlik gemisiyle San Francisco’ya,sivil hayata gidişini anımsatmıştı.

Apple’ın başarısı poster çocuğunun ünlenmesini sağladı. Ekim1981’de Inc., Jobs’ı kapak yapan ilk dergi oldu. “Bu Adam İşDünyasını Sonsuza Dek Değiştirdi” iddiası vardı kapakta. Fotoğrafta

135/728

Jobs’ın sakalı ve uzun saçları bakımlıydı; üstünde blucin, takım elbisegömleği ve biraz fazla parlak görünen bir saten blazer vardı. Bir AppleII’ye yaslanmıştı ve merceğe Robert Friedland’den öğrendiği hipnotizeedici bakışla bakıyordu. “Steve Jobs geleceği gören ve geleceğin kend-isine faydalı olmasını sağlayan birinin şevkiyle konuşuyor,” deniyordudergide.

Sonra Şubat 1982’de Time, genç girişimciler dosyasında Jobs’a yerverdi. Jobs yine o hipnotik bakışla bakıyordu. Yazıda Jobs’ın “kişiselbilgisayar endüstrisini tek başına yarattığı” söyleniyordu. MichaelMoritz’in yazısındaysa şöyle deniyordu: “26 yaşındaki Jobs’ın sahipolduğu şirket altı yıl önce bir yatak odasından ve ailesinin garajındanyönetiliyordu, ama bu sene 600 milyon dolarlık satış yapması bekleniy-or... Jobs’ın bir yönetici olarak çalışanlarına huysuz ve sert davrandığıoluyor. Şunu itiraf ediyor: ‘Hislerimi kendime saklamayıöğrenmeliyim.’”

Jobs yeni kazandığı şöhrete ve servete karşın kendini hâlâ birkarşıkültür çocuğu olarak görüyordu. Bir Stanford sınıfını ziyarete git-tiğinde Wilkes Bashford blazerini çıkardı ve bir masanın üstüne çıkıpbağdaş kurdu. Öğrenciler Apple hisselerinin fiyatının ne zaman yükse-leceği gibi sorular sordular, ama Jobs bunları yanıtlamadı. Gelecektekiürünlere duyduğu tutkudan, örneğin günün birinde kitap boyutunda birbilgisayar üretmekten bahsetti. İşle ilgili sorular kesilince Jobs obakımlı öğrencilere karşı saldırıya geçti. “Kaçınız hiç seks yap-madınız?” diye sordu. Öğrenciler huzursuzca gülüştüler. “Kaçınız LSDkullandınız?” Yine huzursuzca gülüşmeler oldu ve sadece bir ikiöğrenci elini kaldırdı. Jobs zamane çocuklarının kendi kuşağından dahamateryalist ve kariyer düşkünü olduklarından yakınacaktı sonradan.“Ben altmışlardan hemen sonra okula gittim ve o zamanlar bu genelpragmatik hedefler dalgası yayılmamıştı henüz,” dedi. “Şimdikiöğrenciler idealist düşünmüyorlar, en azından eskiler kadar değil kesin-likle. Güncel felsefi meselelere pek zaman ayırmıyorlar, bölümlerinibitirip iş hayatına atılmakla ilgileniyorlar daha çok.” Kendi kuşağınınsa

136/728

farklı olduğunu söyledi. “Ama altmışların idealist rüzgârı hâlâarkamızdan esiyor ve yaşıtım olan tanıdıklarımın çoğu o idealizmi hepiçlerinde taşıyacaklar.”

137/728

10. BölümMac Doğuyor

Devrim İstediğini Söylüyorsun...

Jobs 1982’de

Jef Raskin’in Bebeği

Jef Raskin, Steve Jobs’ı büyüleyebilecek – veya sinirini bozabilecektipte bir karakterdi. Sonunda ikisini de yaptı. Hem şakacı hem de sıkıcıolabilen, felsefi düşünen bir adam olan Raskin bilgisayar bilimi oku-muş, müzik ve görsel sanatlar öğretmenliği ve oda orkestrası şefliğiyapmış, gerilla tiyatrolarını organize etmişti. U.C. San Diego’ya1967’de teslim ettiği doktora tezinde bilgisayarların metin bazlı değilgrafik arayüzlü olmaları gerektiğini savunuyordu. Öğretmenliktenbıkınca bir sıcak hava balonu kiralayıp rektörün evinin üstündenuçarak geçti ve istifa ettiğini haykırdı.

Jobs 1976’da Apple II’nin kullanım kılavuzunu yazacak biriniararken, küçük bir danışmanlık firması olan Raskin’e telefon etti.Raskin garaja geldi ve Wozniak’ın bir tezgâhta harıl harıl çalıştığınıgördü; Jobs onu 50 dolara bir kullanım kılavuzu yazmaya ikna etti.Raskin sonradan Apple’ın yayın departmanında tam gün müdürlük

yapmaya başladı. Hayallerinden biri kitlelere yönelik ucuz bir bilgisa-yar yapmaktı ve 1979’da Mike Markkula’yı kendisini küçük “Annie”projesinin başına getirmeye ikna etti. Raskin bilgisayarlara kadın ismivermeyi seksist bulduğundan, projeye en sevdiği elma cinsi olan McIn-tosh’un adını verdi. Ama ses sistemleri üreticisi McIntosh Laboratoryile karıştırılmasın diye ismin yazılışını değiştirdi. Böylece tasarlananbilgisayarın ismi Macintosh oldu.

Raskin’in hayalinde ekranı, klavyesi ve bilgisayarıyla 1.000 dolarasatılacak basit bir ev cihazı vardı. Maliyeti düşürmek için ufak, beş inç-lik bir ekranın ve çok ucuz (ve yetersiz) bir mikroişlemci olan Mo-torola 6809’un kullanılmasını önerdi. Kendini bir filozof olarak görenRaskin düşüncelerini “Macintosh Kitabı” adını verdiği bir deftereyazıyordu. Zaman zaman manifestolar yayınladığı da oluyordu. Bun-lardan birinin adı “Milyonlarca Bilgisayar”dı ve şu hedefle başlıyordu:“Kişisel bilgisayarlar gerçekten kişisel olacaksa her ailede bir tane bu-lunmalı herhalde.”

Macintosh projesi 1979’un tamamını ve 1980’in başlarını sallantıdageçirdi. Birkaç ayda bir iptal edilmesine ramak kalıyordu, ama Raskinher seferinde Markkula’yı insafa getirmeyi başarıyordu. Projeninaraştırma ekibinde sadece dört mühendis vardı; Good Earth restor-anının yanındaki ilk Apple ofisinde, şirketin yeni merkez binasınınbirkaç sokak ötesinde çalışıyorlardı. İşyeri öyle çok oyuncakla ve uzak-tan kumandalı maket uçakla doluydu ki (Raskin bunlara bayılıyordu),makine tutkunlarına hizmet veren bir gündüz bakımevi gibi görünüy-ordu. Arada sırada işi gücü bırakıp, üstünkörü Nerf Ball[6]

karşılaşmaları düzenliyorlardı. Andy Hertzfeld şöyle hatırlıyor:“Herkes oyun sırasında saklanmak için çalışma alanlarını kartonbarikatlarla çevirdi, böylece ofis bir kartondan labirente döndü.”

Ekibin yıldızı, Wozniak’ın kodlarına tapan ve benzer hayranlıkuyandırıcı çalışmalar üretmeye çalışan, Burrell Smith adlı sarışın,melek yüzlü, duygusal, kendi kendini yetiştirmiş, genç bir mühendisti.

139/728

Atkinson, Apple’ın müşteri hizmetleri bölümünde çalışan Smith’ikeşfedip de doğaçlama çözümler bulma yeteneğine hayran kalınca onuRaskin’e önermişti. Smith sonradan şizofreniye yenik düşecekti, ama1980’lerin başlarında manik enerjisini haftalarca süren dahicemühendislik çalışmalarına kanalize etmeyi başarıyordu.

Jobs Raskin’in vizyonuna bayılsa da, maliyeti düşük tutmak adınaödünler vermeye razı olmasından hoşlanmıyordu. 1979 sonbaharındabir gün Jobs ona böyle şeylerle uğraşmak yerine, ısrarla “manyak iyi”dediği türden bir ürün yaratmakta odaklanmasını söyledi. “Fiyatımerak etme sen, bilgisayarın özelliklerini belirle yeter,” dedi ona.Raskin alaycı bir memoyla karşılık verdi. Bunda önerilen bilgisayariçin gerekli her şey vardı: 96 karakterli bir yüksek çözünürlüklü renkliekran, şeritsiz çalışan ve her grafiği bir saniyede renkli olarak basabi-len bir yazıcı, ARPANET’e[7] sınırsız erişim, ses tanıma ve müzik sen-tezleme özelliği (“Caruso’nun Mormon Tabernacle Choir versiyonunubile iyi akustik özellikleri olan bir konser salonunda çalınıyormuş gibisentezleyebilmeli.”) Memo şöyle son buluyordu: “Sadece istediğimizözelliklerle başlamak anlamsız. Özelliklerin yanı sıra bir hedef fiyatbelirlemekle ve günümüzün ve yakın geleceğin teknolojisini gözönünde bulundurmakla başlamalıyız işe.” Bir başka deyişle Raskin,Jobs’ın ürününüze yeterince tutku besliyorsanız gerçekliği çarpıtabile-ceğiniz inancını hiç paylaşmıyordu.

Çatışmaları kaçınılmazdı, özellikle de Jobs’ın Eylül 1980’de oy çok-luğuyla Lisa projesinden uzaklaştırılmasından ve damgasını vurabile-ceği başka bir yer aramaya başlamasından sonra. Raskin’in kitlelereyönelik, sade grafik arayüzlü ve temiz tasarımlı, ucuz bir makine üret-mekle ilgili manifestolarından etkilendi. Jobs’ın gözünü Macintoshprojesine dikmesinden sonra Raskin’in günlerinin sayılı olması dakaçınılmazdı. “Steve yapmamız gerektiğini düşündüğü şeyleri dayat-maya başladı, Jef somurtmaya başladı ve sonucun ne olacağı baştanbelliydi,” diye anımsıyor, Mac ekibinin üyesi olan Joanna Hoffman.

140/728

İlk sürtüşme Raskin’in gücü yetersiz Motorola 6809 mikroişlemciyebağlılığı yüzünden çıktı. Bu sefer de Raskin’in Mac’in fiyatını 1.000dolardan düşük tutma arzusuyla Jobs’ın manyak iyi bir makine yaratmakararlılığı çatışıyordu. Jobs Mac’te Lisa’da kullanılan, daha güçlü Mo-torola 68000’in kullanılması için baskı yapmaya başladı. 1980Noeli’nden hemen önce Jobs, Raskin’e haber vermeden BurrellSmith’e daha güçlü çipi kullanarak, baştan tasarlanmış bir prototip yap-masını söyledi. Smith bu işe dört elle sarıldı, tıpkı kahramanıWozniak’ın yapacağı gibi; üç hafta durmadan çalıştı ve yazılımcılıktaçeşitli nefes kesici çığırlar açtı. İşini tamamladığında Jobs Motorola68000’e geçilmesini dayatabildi ve Raskin Mac’in fiyatını somurtaraktekrar hesaplamak zorunda kaldı.

Meselenin daha önemli bir boyutu da vardı. Raskin’in istediği ucuzmikroişlemci, ekibin Xerox PARC ziyaretlerinde gördüğü göz alıcıgrafiklerin –pencerelerin, menülerin, farenin vs.– tamamına yetmezdi.Raskin herkesi Xerox PARC’a gitmeye ikna etmişti ve bit eşlemligörüntüyle pencere fikrinden hoşlanıyordu. Ama sevimli grafiklerleikonlardan hazzetmiyordu ve klavye yerine tıklamalı fare kullanmafikrinden nefret ediyordu. “Projedeki bazı insanlar her şeyi fareyleyapma fikrine kafayı taktılar,” diye yakındı sonradan. “İkonların saçmasapan kullanılması da başka bir örnek. İkon demek, insanlarınkonuştuğu her dilde eşit ölçüde anlaşılmaz olan bir sembol demektir.İnsanların fonetik dilleri icat etmelerinin bir sebebi var.”

Raskin’in eski öğrencisi Bill Atkinson, Jobs’ın tarafını tuttu. İkisi dedaha alımlı grafikleri ve fare kullanımını destekleyecek güçlü birişlemci istiyorlardı. “Steve projeyi Jef’ten almak zorunda kaldı,” diyorAtkinson. “Jef çok sabit fikirli ve inatçıydı, Steve projeyi ondan al-makta haklıydı. Böylesi dünya için daha hayırlı oldu.”

Anlaşmazlıkları sadece felsefi değildi. Kişilik çatışmalarına dönüştü.“İnsanlar bir dediğini iki etmesinler istiyor bence,” dedi Raskin bir ker-esinde. “Onun güvenilmez olduğunu ve eleştirilmekten hoşlanmadığını

141/728

hissettim. Onu melek gibi görmeyen insanlardan hazzetmiyor sanki.”Jobs da Raskin’i aynı ölçüde eleştiriyordu. “Jef cidden kendini beğen-mişti,” dedi. “Arayüzlerden pek anlamıyordu. Ben de cidden iyi olanbazı adamlarını, örneğin Atkinson’ı ve kendi adamlarımdan bazılarınıalıp projeyi devralmaya ve berbat bir şey yerine daha ucuz bir Lisaüretmeye karar verdim.”

Ekipteki bazıları Jobs’la birlikte çalışmayı olanaksız buldular. “Jobsgerilimi, entrikaları ve ağız dalaşlarını engelleyeceğine iyice körüklüy-or sanki,” dedi bir mühendis, Aralık 1980’de Raskin’e yazdığı birmemoda. “Onunla konuşmaktan çok hoşlanıyorum ve fikirlerini, prag-matik yaklaşımını ve enerjisini takdir ediyorum. Ama ihtiyacım olangüvenilir, destekleyici, rahat ortamı sunduğunu hissetmiyorum.”

Ama başka birçok kişi Jobs’ın duygusal kusurlarına karşın, evrendeiz bırakmalarını sağlayacak karizmaya ve şirket gücüne sahip olduğunubiliyorlardı. Jobs personele Raskin’in sadece bir hayalperest olduğunu,kendisininse iş bitirici olduğunu ve Mac’i bir yılda tamamlayacağınısöyledi. Lisa grubundan kovulmasının öcünü almak istediği ve rekabet-in onu kamçıladığı belliydi. Mac’in dağıtımına Lisa’nınkinden öncebaşlanacağına John Couch’la herkesin önünde 5.000 dolara bahse girdi.“Lisa’dan daha ucuz ve daha iyi bir bilgisayar yaratıp piyasaya dahaönce sürebiliriz,” dedi ekibe.

Jobs, Raskin’in Şubat 1981’de bütün şirkete vereceği bir öğle semin-erini iptal ettirerek grubun üstündeki hâkimiyetini pekiştirdi. Raskinseminer odasının yanından tesadüfen geçerken içeride kendisinibekleyen yüz kişi olduğunu keşfetti; Jobs onun konuşmasının iptalolduğunu başka kimseye bildirme zahmetine girmemişti. Bunun üzer-ine Raskin konuşmasını yaptı.

Raskin bu olaydan sonra Mike Scott’a zehir zemberek bir memoyazdı; Scott şirketin kurucu ortaklarından biriyle büyük hissedar-larından birinin arasında kalan başkan konumuna düştü yine. “Steve

142/728

Jobs’la/Steve Jobs için çalışmak” başlıkla memoda Raskin şöylediyordu:

O berbat bir yönetici... Steve’i hep sevmişimdir, ama onunla çalışamıyorum...Jobs randevularını kaçırıyor hep. Millete alay konusu olacak neredeyse... Düşün-meden kötü kararlar vererek hareket ediyor... Sezar’ın hakkını Sezar’a teslim et-miyor... Yeni bir fikir duydu mu hemen saldırıya geçiyor genellikle, değersiz vehatta salakça bir fikir olduğunu söylüyor, onunla uğraşmanın zaman kaybıolduğunu söylüyor. Sırf bu bile kötü yöneticilik, ama o fikir iyiyse kısa süre sonramillete kendi fikri olduğunu söylemeye başlıyor... İnsanların sözünü kesiyor,dinlemiyor.

O gün öğleden sonra Scott, Jobs’la Raskin’i Markkula’nın karşısındayüzleştirdi. Jobs ağlamaya başladı. O ve Raskin tek bir konuda hem-fikirdiler: Birbirlerinin emrinde çalışamazlardı. Scott Lisa projesindeCouch’un tarafını tutmuştu. Bu sefer Jobs’ın kazanmasına izin vermen-in daha iyi olduğuna karar verdi. Sonuçta Mac uzak bir binadayürütülen küçük bir geliştirme projesiydi ve Jobs’ın şirketinmerkezinden uzak kalmasını sağlayabilirdi. Raskin’e izne çıkmasısöylendi. “Suyuma gitmek ve beni oyalayacak bir şeyler vermek istiy-orlardı; benim için hava hoştu,” diye anımsıyordu Jobs. “Garaja geridönmek gibiydi benim için. Bizzat topladığım bir ekibim vardı ve kon-trol bendeydi.”

Raskin’in ekarte edilmesi adil görünmeyebilir, ama sonuçta Macin-tosh için iyi oldu. Raskin düşük hafızalı, güçsüz işlemcili, teypli, fares-iz ve minimal grafikli bir cihaz istiyordu. Jobs’ın tersine o fiyatı 1.000dolara kadar indirmeyi başarabilirdi ve bu, Apple’ın pazar payınıarttırmasını sağlayabilirdi. Ama Jobs’ın yaptığını yapamazdı, yanikişisel bilgisayar sektörünü dönüştürecek bir makineyi yaratıp pazar-layamazdı. Aslında seçilmeyen yolun nereye götürdüğünü görebiliriz.Raskin istediği makineyi yapmak için Canon’da çalışmaya başladı.“Adı Cannon Cat’ti ve tamamen çuvalladı,” diyor Atkinson. “Kimseistemiyordu. Steve’in Lisa’nın daha küçük bir versiyonuna

143/728

dönüştürdüğü Mac ise tüketicilere yönelik bir elektronik cihaz yerinebir bilgisayar platformu haline geldi.”[8]

Texaco Towers

Raskin’in gitmesinden birkaç gün sonra Jobs, Apple II ekibindeçalışan ve tıpkı arkadaşı Burrell Smith gibi melek yüzlü ve muzipgörünüşlü genç bir mühendis olan Andy Hertzfeld’in ofis kabininegirdi. Hertzfeld birçok iş arkadaşının Jobs’tan korktuklarını hatırlıyor:“Çünkü durup dururken parlayıveriyordu ve aklından geçenleri hiççekinmeden söylüyordu, ki çoğu pek olumlu fikirler değildi.” AmaJobs, Hertzfeld’i heyecanlandırdı. “İşinde iyi misin?” diye sordu Jobsiçeri girer girmez. “Sadece işinde cidden iyi olan insanların Mac’inüstünde çalışmalarını istiyoruz ve senin yeterince iyi olduğuna emindeğilim.” Hertzfeld ne yanıt vereceğini biliyordu. “Ona evet dedim,işimde gayet iyi olduğumu düşündüğümü söyledim.”

Jobs gitti ve Hertzfeld işine geri döndü. O gün akşama doğru Jobs’ınofis kabininin duvarının üstünden baktığını gördü. “Sana iyi bir haber-im var,” dedi Jobs. “Artık Mac ekibindesin. Gel benimle.”

Hertzfeld üstünde çalıştığı Apple II ürününü bitirmek için iki güneihtiyacı olduğunu söyledi. “Macintosh’un üstünde çalışmaktan dahaönemli ne olabilir?” diye sordu Jobs sertçe. Hertzfeld Apple II DOSprogramına, başkasına devretmeden önce çekidüzen vermesi gerek-tiğini açıkladı. “Onunla zamanını harcıyorsun!” diye karşılık verdiJobs. “Apple II kimin umurunda? Apple II birkaç yıl sonra ölmüş ola-cak. Apple’ın geleceği Macintosh ve sen hemen onun üstündeçalışmaya başlayacaksın!” Jobs böyle dedikten sonra Hertzfeld’inApple II’sinin güç kablosunu çekerek, üstünde çalıştığı kodun silin-mesine yol açtı. “Gel benimle,” dedi Jobs. “Seni yeni masana götürey-im.” Jobs Hertzfeld’i ve bilgisayarını Macintosh binasına gümüşi Mer-cedes’iyle götürdü. “İşte yeni masan,” dedi, onu Burrell Smith’inyanına oturtarak. “Mac ekibine hoşgeldin!” Hertzfeld çekmeceyi

144/728

açınca, o masanın Raskin’in eski masası olduğunu anladı. Hatta Raskinöyle apar topar gitmişti ki bazı çekmeceler hâlâ onun ıvır zıvırlarıyla,örneğin maket uçaklarıyla doluydu.

Jobs’ın 1981 baharında neşeli korsanlar ekibine adam toplarkenkitemel kriteri, ürüne tutku duymalarıydı. Bazen bir adayı Mac’in üstüörtülü bir prototipinin bulunduğu bir odaya götürüyordu, örtüyü dram-atik bir edayla açıyordu ve adayın tepkisini seyrediyordu. “Gözleri par-lıyorsa, hemen fareyi tutup oynatmaya ve tıklamaya başlıyorlarsa Stevegülümseyip onları ekibe alıyordu,” diye anımsıyor Andrea Cunning-ham. “Onların ‘Vay be!’ demelerini istiyordu.”

Bruce Horn, Xerox PARC’taki yazılımcılardan biriydi. Bazıarkadaşları, örneğin Larry Tesler Macintosh ekibine katılmaya kararverince Horn da oraya gitmeyi düşündü. Ama başka bir şirketten iyi birteklif ve 15.000 dolar işe başlama ikramiyesi aldı. Jobs onu bir Cumagecesi aradı. “Yarın sabah Apple’a gelmelisin,” dedi. “Sana göster-eceğim bir sürü şey var.” Horn bunu yaptı ve Jobs onun kanına girdi.“Steve dünyayı değiştirecek muhteşem bir cihaz üretme arzusuylayanıp tutuşuyordu,” diye anımsıyor Horn. “Kişiliğinin gücünü kul-lanarak fikrimi değiştirdi.” Jobs, Horn’a plastiğin nasıl şekillendirilipmükemmel açılarla birleştirileceğini ve içerideki kartın ne kadar güzelgörüneceğini gösterdi. “Bütün bunların olacağını ve en ufak ayrıntısınadek planlandığını görmemi istiyordu. Vay be, dedim, böyle tutkulu in-sanlara sık rastlanmıyor. Bu yüzden teklifini kabul ettim.”

Jobs Wozniak’ı bile geri kazanmaya çalıştı. “Çok şey yapmamasınaiçerliyordum; ama sonra düşündüm de, onun dehası olmasa buradaolamazdım,” dedi bana sonradan. Ama tam Jobs Wozniak’ın Mac’le il-gilenmesini sağlamaya başlamıştı ki, Wozniak yeni aldığı tek motorluBeechcraft’ını Santa Cruz civarında havalandırmaya çalışırken kazayaptı. Canını zor kurtardı ve kısmi amnezi yaşadı. Jobs hastanede za-man geçirdi, ama Wozniak kendine gelince Apple’a biraz ara vermes-inin zamanının geldiğine karar verdi. Berkeley’i bıraktıktan on yıl

145/728

sonra oraya geri dönüp diplomasını almaya, Rocky Raccoon Clark is-miyle kaydolmaya karar verdi.

Projeyi kendisinin kılmak isteyen Jobs onun kod adını değiştirmeyekarar verdi; Raskin’in favori elmasının adını taşımasını istemiyorduartık. Jobs bilgisayarların zihin bisikleti olduklarından bahsetmiştiçeşitli röportajlarda: Nasıl insanların bisiklet yaratma yetenekleri ak-babalardan bile daha verimli hareket etmelerini sağlıyorsa, bilgisayaryaratma yetenekleri de zihinsel verimlerini katlayacaktı. Jobs bir günMacintosh’un artık Bicycle[9] adıyla bilinmesine karar verdi. Bu fikripek sıcak karşılanmadı. “Burrell’la ben bunun hayatımızda duyduğu-muz en salakça fikir olduğunu düşündük ve yeni ismi kullanmayı red-dettik,” diye anımsıyor Hertzfeld. Bir ay sonra bu fikirden vazgeçildi.

1981 başlarında, Mac ekibi aşağı yukarı yirmi kişiye ulaşınca, Jobsdaha geniş bir mekâna taşınmaları gerektiğine karar verdi. Böylecemerkez binalarının üç sokak ötesindeki kahverengi padavralı, iki katlıbir binanın ikinci katına taşındılar. Yanlarında bir Texaco benzinistasyonu bulunduğundan yeni mekânlarına Texaco Towers[10] adınıverdiler. Daniel Kottke hisse senedi opsiyonları meselesi yüzündenhâlâ kızgın olsa da, birkaç prototipin tel sargılarını yapmak için kad-roya alındı. Yıldız yazılım geliştirici Bud Tribble teklifsizce“Merhaba!” diyen bir açılış ekranı yarattı. Jobs ofisin daha canlı olmasıgerektiğini düşündüğünden ekibe bir stereo ses sistemi satın almalarınısöyledi. “Burrell’la ben, Jobs fikrini değiştirmeden hemen koşupgümüşi bir portatif teyp aldık,” diye anımsıyordu Hertzfeld.

Jobs için zafer yakındı. Mac departmanının yönetimi konusundaRaskin’i alt etmesinden birkaç hafta sonra Mike Scott’ın Apple’ınbaşkanlığından alınmasına yardım etti. Scotty giderek dengesizleşmişti.Bazen agresif, bazense destekleyici davranıyordu. Sonunda insanlarıkendisinden beklenmeyen bir acımasızlıkla işten atmaya başlayıncaçalışanların çoğunun desteğini yitirdi. Ayrıca göz enfeksiyonlarındannarkolepsiye dek uzanan çeşitli gerçek ve hayali hastalıklardan

146/728

muzdarip olmaya başlamıştı. Scott Hawaii’de tatildeyken Markkula üstdüzey yöneticileri arayıp toplantıya çağırdı ve Scott’ın kovulup kovul-maması gerektiğini sordu. Jobs ve John Couch da dahil olmak üzereçoğu “Kovulmalı,” dediler. Bunun üzerine Markkula geçici başkanoldu (oldukça pasif bir başkandı) ve Jobs artık Mac departmanında is-tediğini yapabilecek konuma geldi.

147/728

11. BölümGerçekliği Çarpıtma Sahası

Kendi Kurallarıyla Oynayan

1984’teki orijinal Mac ekibi: George Crow, Joanna Hoffman,

Burrell Smith, Andy Hertzfeld, Bill Atkinson ve Jerry Manock.

Andy Hertzfeld Mac ekibine katıldığında, diğer yazılım tasarımcısıBud Tribble ona yapılması gereken birçok iş hakkında brifing vermişti.Jobs işin Ocak 1982’ye kadar, yani bir yıldan az sürede bitirilmesiniistiyordu. “Bu çok saçma,” dedi Hertzfeld. “Mümkün değil.” Tribble,Jobs’ın fikrinin değişmeyeceğini söyledi. “Durumu en iyi açıklayanşey bir Uzay Yolu terimi,” dedi Tribble. Hertzfeld şaşkınlığını ifadeedince Tribble açıklama yaptı. “Jobs’ın olduğu yerde gerçeklikdeğiştirilebilir. O herkesi her şeye ikna edebilir. O yokken bu etki kay-boluyor, ama gerçekçi zaman hedefleri belirlemek zor oluyor.”

Tribble bu terimi Uzay Yolu’nun ünlü “Vahşi Hayvan Koleksiyonu”bölümlerinden hatırladığını anımsıyor; bu bölümlerde “uzaylılar zihingüçleriyle yeni dünyalarını yaratıyorlardı.” Bu terimi kullanırkenamacının sadece uyarıda bulunmak değil övmek olduğunu söylüyor.“Steve’in çarpıtma sahasında kısılı kalmak tehlikeliydi, ama gerçekliğideğiştirebilmesini sağlayan tam da o oldu.”

Hertzfeld başta Tribble’ın herhalde abarttığını düşündü. Ama Jobs’ınçalışmasını iki hafta gözlemlemek bu fenomeni bariz bir şekildegörmesine yetti. “Gerçekliği çarpıtma sahası karizmatik bir belagat tar-zının, boyun eğmez bir iradenin ve her gerçeği hedefe uygun şekildeçarpıtma hevesinin şaşırtıcı bir karışımıydı,” diyor. “Bir argümanlaikna edemezse hemen bir başkasına geçiyordu. Bazen birden seninsavunduğun şeyi savunarak, sanki tersini hiç savunmamış gibi yaparakşaşırtıyordu.”

Hertzfeld bu güçten korunmanın pek mümkün olmadığını keşfetti.“Görünüşe göre gerçekliği çarpıtma sahası onun farkında olsanız bileetkili oluyor tuhaf bir şekilde,” diyor. “Onu etkisizleştirmeye yönelikpotansiyel teknikler üstüne konuşuyorduk sık sık, ama sonunda çoğu-muz vazgeçtik, onu bir doğa kuvveti olarak kabul ettik.” Jobs’ın ofisbuzdolabındaki gazozların yerini Odwalla marka organik portakal vehavuç sularının almasını emretmesinden sonra ekipten biri tişörtleryaptırdı. Bu tişörtlerin ön yüzünde “Gerçekliği Çarpıtma Sahası”, arkayüzündeyse “Meyve suyunda!” yazısı vardı.

Gerçekliği çarpıtma sahası terimi, Jobs’ın yalana meyilli olduğunusöylemenin alengirli bir yoluydu bir bakıma. Ama Jobs’ın kullandığıyöntem aslında gerçek hedeflerini gizlemenin karmaşık bir yoluydu.Bazı şeyleri doğru olup olmadıklarına aldırmadan öne sürüyordu –isterdünya tarihiyle ilgili olsunlar, ister bir toplantıda ortaya atılan bir fikrinkime ait olduğuyla–. Gerçekliği bilerek reddediyordu, sadecebaşkalarına değil kendine karşı da. “Kendini kandırabiliyor,” diyor BillAtkinson. “İnsanları kandırıp kendi vizyonuna inandırabiliyor, çünkübu vizyonu bizzat benimseyip içselleştirmiş oluyor.”

Birçok insan gerçekliği çarpıtır elbette. Jobs bunu genellikle birhedefe ulaşmak için, taktik niyetine yapıyordu. Jobs ne kadar tak-tikçiyse, Wozniak o kadar dürüst mizaçlıydı ve Jobs’ın taktiklerininçok etkili olabilmesine şaşıyordu. “Gerçekliği çarpıtması geleceğe dairmantıksız bir vizyon kurduğunda gerçekleşiyor, örneğin Breakout

149/728

oyununu sadece birkaç günde tamamlayabileceğimi söylüyor. Bunundoğru olamayacağını biliyorsun, ama doğru kılıyor bir şekilde.”

Mac ekibinin üyeleri Jobs’ın gerçekliği çarpıtma sahasına takılıncaneredeyse hipnotize oluyorlardı. “Bana Rasputin’i anımsatıyordu,” diy-or Debi Coleman. “Lazer ışınını üstüne çevirdi mi gözlerini bilekırpamıyordun. Mor Kool-Aid verse bile fark etmiyordu. İçiyordun.”Ama Wozniak gibi Coleman da gerçekliği çarpıtma sahasının güçlendi-rici olduğuna inanıyor: Jobs’ın ekibine, Xerox’un ve IBM’in olanak-larının çok azına sahip olmalarına karşın, bilgisayar tarihinin akışınıdeğiştirme şevkini aşılayabilmesini sağladı. “Kendini gerçek kılan birçarpıtmaydı,” diye iddia ediyor Coleman. “İmkânsızı başarıyordun,çünkü imkânsız olduğunu fark etmiyordun.”

Gerçekliği çarpıtmanın temelinde Jobs’ın kuralların kendisineişlemediğine dair derin ve sarsılmaz inancı vardı. Bunun bazı kanıt-larına sahipti; çocukluğunda gerçekliği arzularına göre bükebilmişti sıksık. Ama kurallara boşverebileceği inancının daha da derin kaynağı,kişiliğine işlemiş olan asiliği ve başına buyrukluğuydu. Özel olduğunuhissediyordu: seçilmiş ve aydınlanmış biri olduğunu. “Çok az özel in-san –kendisi, Einstein, Gandi ve Hindistan’da tanıştığı gurular– bulun-duğuna ve kendisinin onlardan biri olduğuna inanıyor,” diyorHertzfeld. “Chrisann’e öyle demiş. Hatta bir keresinde bana aydınlan-mış olduğunu ima etti. Nietzsche gibi neredeyse.” Jobs Nietzsche’yiasla incelememişti, ama filozofun güç istenci kavramı ve Über-man’ının özel doğası ona yakın geliyordu. Böyle Buyurdu Zerdüşt:“Ruh artık kendi istencini istenciyle yaratır ve dünyanın yitirdiği kişiartık dünyayı fetheder.” Jobs istencine uymayan gerçekliği görmezdengeliyordu, tıpkı kızı Lisa doğduğunda ve yıllar sonra kendisine ilk kezkanser teşhisi konduğunda yaptığı gibi. Arabasına plaka takmamak veonu trafiği engelleyecek yerlere park etmek gibi ufak tefek gündelikisyan eylemlerinde bile, çevresindeki dünyanın kurallarına ve ger-çekliklerine tabi değilmiş gibi davranıyordu.

150/728

Jobs’ın dünya görüşünün bir başka kilit noktası ikili kategorizasyonyapmasıydı. İnsanlar ya “aydınlanmış” ya da “göt”tüler. Ortaya koy-dukları işler ya “en iyi” ya da “tamamen boktan”dı. Bu dikotomilerinolumlu tarafında yer alan Mac tasarımcısı Bill Atkinson, meseleyişöyle anlatıyor:

Steve’in emrinde çalışmak zordu, çünkü insanları tanrılar ve bok kafalılar olarakikiye ayırmıştı. Tanrıysanız yüceydiniz ve asla hata yapamazdınız. Tanrılardansaydığı ben ve benim gibi kişiler aslında ölümlü olduğumuzu, kötü mühendislikkararları verdiğimizi ve herkes gibi osurduğumuzu biliyorduk, dolayısıylaSteve’in gözünden düşmekten korkuyorduk hep. Çok çalışan parlak mühendislerolan bok kafalılarsa takdir edilmelerinin ve terfi etmelerinin mümkün olmadığınıhissediyorlardı.

Ama bu kategoriler değişmez değildi. Jobs özellikle insanlardan değilde fikirlerden bahsederken bir anda fikrini değiştirebiliyordu. Tribble,Hertzfeld’e gerçekliği çarpıtma sahası konusunda brifing verirken onuJobs’ın yüksek voltajlı alternatif akıma benzediği konusunda özellikleuyardı. “Sana bir şeyin berbat ya da muhteşem olduğunu söylemesi,yarın da öyle düşüneceği anlamına gelmez,” diye açıkladı Tribble.“Ona yeni bir fikir söylersen, salakça bulduğunu söyler büyük ihtim-alle. Ama cidden beğenirse tam bir hafta sonra geri gelip senin fikrinisana önerir, sanki kendisi akıl etmiş gibi.”

Bu son piruet tekniğindeki arsızlık Dyagilev’in bile başınıdöndürürdü. “Bir argümanla ikna edemezse hemen bir başkasına geçiy-ordu,” diye açıklıyor Hertzfeld. “Bazen birden senin savunduğun şeyisavunarak, sanki tersini hiç savunmamış gibi yaparak şaşırtıyordu.”Xerox PARC’tan gelmeye Tesler’la birlikte ikna edilmiş yazılımcıBruce Horn defalarca yaşadı bunu. “Ona aklıma gelen bir fikri söylüy-ordum, işe yaramaz diyordu,” diyor Horn. “Ertesi hafta gelip ‘Hey,aklıma harika bir fikir geldi,’ diyerek benim fikrimi söylüyordu!‘Steve, bunu ben sana geçen hafta söyledim,’ dediğimdeyse ‘Hı hı, hıhı,’ diyerek uzaklaşıyordu.”

151/728

Jobs’ın beyin devrelerinde, aklına geliveren uçuk fikirleri modüleedecek bir cihaz eksikti sanki. Dolayısıyla Mac ekibi, onunlauğraşırken “alçak geçiş filtresi” adlı bir ses kavramını benimsediler.Jobs’tan gelen verileri işlerken, yüksek frekanslı sinyallerinin genliğiniazaltmayı öğrendiler. Böylece veri setini düzenleyebiliyor ve Jobs’ındeğişken tavırlarının etkisini daha az hissediyorlardı. “Bir aşırı uçtandiğerine geçmesine birkaç kez tanık olduktan sonra,” diyor Hertzfeld,“sinyallerini alçak geçiş filtresinden geçirmeyi ve aşırılıklarına tepkivermemeyi öğrendik.”

Jobs’ın filtrelenmemiş davranışlarının sebebi duygusal hassasiyet ek-sikliği miydi? Hayır. Neredeyse tam tersiydi. Duygularında oldukçaodaklıydı. İnsanların içini okumada, psikolojik güçlerini ve zayıflık-larını ve güvensizliklerini saptamada şaşılacak kadar başarılıydı.Bundan habersiz bir kurbanı duygu yüklü bir aparkatla darmadağınedebiliyordu. Bir insanın gerçekten bir şeyler mi bildiğini, yoksa nu-mara mı yaptığını sezebiliyordu. Bu, başka insanları kandırmakta,pohpohlamakta, ikna etmekte, gözlerine girmekte ve onları sindirmekteusta olmasını sağlıyordu. “En zayıf noktanı, neyin kendini küçük his-setmene yol açacağını, neyin seni irkilteceğini tam olarak bilebiliyordutuhaf bir şekilde,” diyor Hoffman. “İnsanları manipüle etmeyi bilenkarizmatik kişilerin ortak özelliğidir bu. Seni ezebileceğini bilmenkendini zayıf hissetmene ve onun onayını almak istemene yol açıyordu,böylece seni yüceltip sahibin olabiliyordu.”

Bunun bazı avantajları vardı. Ezilmeyen insanlar sonunda güçleniy-orlardı. Daha iyi çalışıyorlardı, hem korkudan, hem memnun etme ar-zusundan, hem de kendilerinden bunun beklendiğini bildiklerinden.“Tavrı duygusal açıdan yıpratıcı olabiliyor, ama sağ salim atlatabi-lirseniz işe yarıyor,” diyor Hoffman. Mücadele de edebilirdiniz–bazen– ve sağ salim kurtulmakla kalmayıp başarılı olabilirdiniz. Buher zaman işe yaramıyordu; Raskin denedi ve bir süre başarılı oldu,sonra da mahvoldu. Ama sakin bir şekilde özgüvenli ve haklıysanız,Jobs sizi tartıp da ne yaptığınızı bildiğinize karar vermişse, size saygı

152/728

duyardı. Yıllar geçtikçe hem kişisel, hem de mesleki hayatındakitanıdık çevresi zayıftan çok güçlü insanları içerdi giderek.

Mac ekibi bunu biliyordu. 1981’den başlayarak her yıl, Jobs’a en iyikarşı gelen kişiye ödül verdiler. Bu ödül kısmen şakaydı, ama kısmende ciddiydi; Jobs bunu biliyordu ve hoşuna gidiyordu. İlk yıl ödülüJoanna Hoffman kazandı. Doğu Avrupalı bir mülteci aileden gelmeydi,çabuk parlayan ve güçlü iradeli biriydi. Örneğin bir gün Jobs’ın onunpazarlama tahminlerini, gerçeği tamamen çarpıttığını düşündüğü birşekilde değiştirdiğini keşfetti. Jobs’ın ofisine hışımla daldı. “Merdiveniçıkarken asistanına elime bir bıçak alıp Steve’in kalbine saplayacağımısöyledim,” diye anlatıyor. Şirketin hukuk müşaviri Al Eisenstat onuzapt etmeye koştu. “Ama Steve sesimi duydu ve geri adım attı.”

Hoffman ödülü 1982’de de kazandı. “Joanna’yı kıskandığımıhatırlıyorum, çünkü Steve’e karşı gelebiliyordu, bense henüz çekiniy-ordum,” diyor o yıl Mac ekibine katılan Debi Coleman. “Sonra 1983’teödülü kazandım. İnandığınız şeyi savunmanız gerektiğini öğrenmiştimve Steve buna saygı duyuyordu. Sonrasında beni terfi etmeye başladı.”Coleman sonunda üretim departmanının başına getirildi.

Jobs bir gün Atkinson’ın mühendislerinden birinin ofis kabininedaldı ve her zamanki gibi “Bu boktan,” dedi. Atkinson şöyle hatırlıyor:“Adam ‘Hayır değil, aslında en iyisi bu,’ dedi ve Steve’e yaptığı işinmühendislik açısından getirilerini açıkladı.” Jobs geri adım attı. Atkin-son ekibine Jobs’ın sözlerini tercüme etmeyi öğretti. “‘Bu boktan,’dediğinde aslında ‘Bana en iyi yolun neden bu olduğunu söyle,’ ded-iğini öğrendik.” Ama Atkinson bu öykünün sonunu da eğitici buluy-ordu. O mühendis sonunda Jobs’ın eleştirdiği fonksiyonu daha da iyibir şekilde kotarmanın yolunu buldu. “İşini daha da iyi yaptı, çünküSteve ona meydan okumuştu,” diyor Atkinson, “ve bu, ona karşı gele-bileceğinizi, ama bir yandan da kulak vermeniz gerektiğini, çünküonun genellikle haklı olduğunu gösteriyor.”

153/728

Jobs’ın huysuzluğu mükemmeliyetçiliğinden ve bir ürünü zamanındaveya bütçeye uygun şekilde üretmek adına pratikte tavizler vermeyerazı olan insanlardan hazzetmeyişinden –bu tavizler mantıklı olsalarbile– kaynaklanıyordu kısmen. “Uzlaşmaya pek açık değildi,” diyorAtkinson. “Kontrol tutkunu bir mükemmeliyetçiydi. Ürünlerinin kusur-suz olup olmamasını umursamayan insanları beceriksiz olarak görüy-ordu.” Örneğin Nisan 1981’deki West Coast Bilgisayar Fuarı’ndaAdam Osborne ilk gerçekten taşınabilir kişisel bilgisayarı sergiledi. Bumakine muhteşem değildi –ekranı beş inçti ve belleği düşüktü–, amaiyi kötü çalışıyordu. Osborne’un şu sözü ünlü oldu: “Yeterlilikyeterlidir. Diğer her şey fazlalıktır.” Bu fikri ahlâki açıdan son dereceberbat bulan Jobs ise Osborne’la günlerce dalga geçti. “Herifin kafasıbasmıyor ki,” deyip durdu Apple’ın koridorlarında dolanırken. “Sanatdeğil bok üretiyor.”

Jobs bir gün Macintosh işletim sisteminin üstünde çalışan LarryKenyon’ın ofis kabinine daldı ve sistemin yüklenmesinin çok uzunsürdüğünden yakındı. Kenyon açıklama yapacak oldu, ama Jobs onunsözünü kesti. “Bir insanın hayatı söz konusu olsa, sistemin yüklenmesüresini on saniye kısaltmanın yolunu bulur muydun?” Kenyonmuhtemelen bulacağını kabul etti. Jobs bir beyaztahtaya gitti ve Mac’ikullanan beş milyon insan varsa ve her biri bilgisayarını açmayafazladan on saniye harcıyorsa, bu insanların yılda toplam 300 milyonsaat civarı zaman tasarrufu yapabileceklerini ve bunun yılda en az 100ömür süresi kadar tasarrufa eşit olduğunu gösterdi. “Larry etkilendi el-bette ve birkaç hafta sonra geri geldiğinde sistem 28 saniye hızlı açılıy-ordu,” diye anımsıyor Atkinson. “Steve geniş bir perspektiften bakarakinsanları motive edebiliyordu.”

Bunun sonucunda Macintosh ekibi de Jobs gibi sadece kârlı değil,muhteşem bir ürün üretmeyi arzulamaya başladı. “Jobs kendini bir san-atçı olarak görüyordu ve biz tasarım ekibindekilerin de kendimizi öylegörmemizi istiyordu,” diyor Hertzfeld. “Hedef rakipleri geçmek veyatonla para kazanmak değildi asla; olabilecek en muhteşem şeyi, hatta

154/728

onun biraz daha muhteşemini yaratmaktı.” Jobs ekibi Manhattan’dakiMetropolitan Müzesi’ndeki bir Tiffany cam sergisine bile götürdü,çünkü yüksek adetli üretilebilen muhteşem sanat eserleri tasarlamakkonusunda Louis Tiffany’yi örnek almalarını istiyordu. “LouisTiffany’nin bütün bunları elleriyle yapmadığını, tasarımlarını başka in-sanlara aktarabildiğini konuştuk,” diye anımsıyor Bud Tribble. “Kendi-mize şöyle dedik: ‘Hey, madem bir şeyler yaratacağız, bari güzelolsunlar.’”

Jobs’ın bütün sinirli ve incitici tavırları gerekli miydi? Muhtemelendeğildi ve bu konuda mazereti yoktu. Ekibini başka şekillerde demotive edebilirdi. Her ne kadar sonunda Macintosh gerçektenmuhteşem bir ürün olsa da, Jobs’ın küstahca müdahaleleri yüzündenyaratılması epey gecikti ve bütçeyi epey aştı. Ayrıca insanların in-cinmelerinin de bir bedeli vardı; ekiptekilerin çoğunun işlerinden soğu-masına yol açtı. “Steve terör saçmasıyla ünlü olmadan da aynı katkılarıyapabilirdi,” diyor Wozniak. “Ben daha sabırlı olmayı ve o kadarkavga gürültü yaşamamayı seviyorum. Bir şirketin iyi bir aile olabile-ceğini düşünüyorum. Macintosh projesini ben yönetsem batağa sa-planırdık herhalde. Ama tarzlarımızın bir karışımı sırf Steve’in tar-zından daha iyi olurdu bence.”

Ancak Jobs’ın tarzının bazı avantajları vardı. Apple çalışanlarınınçığır açıcı ürünler yaratma tutkusu duymalarını ve imkânsız görünenşeyleri başarabileceklerine inanmalarını sağladı. “Haftada 90 saatçalışıyorum ve buna bayılıyorum!” yazılı tişörtler yaptırdılar. Jobs’tankorkarken bir yandan da onu etkileme arzusuna inanılmayacak kadaryoğun bir şekilde kapılmaları, kendi beklentilerinin ötesine geçmelerinisağladı. Jobs ekibini sadece Mac’in maliyetini düşürecek ve piyasayadaha çabuk sürülmesini sağlayacak bazı tavizlerden değil, genelliklemantıklı gibi görünen kalitesizleştirici tavizler vermekten de alıkoydu.

“Yaşadığım yıllardan şunu öğrendim ki, gerçekten iyi adamlarçalıştırıyorsan onları sıkboğaz etmen gerekmez,” diye açıkladı Jobs

155/728

sonradan. “Muhteşem şeyler yapmalarını bekleyerek onlara muhteşemşeyler yaptırabilirsin. İlk Mac ekibi bana birinci sınıf oyuncularınbirlikte çalışmayı sevdiklerini ve kalitesiz işlere göz yumarsan bununhoşlarına gitmeyeceğini gösterdi. Mac ekibinden istediğine sor. So-nucun çektikleri acıya değdiğini söylerler.”

Çoğu gerçekten de öyle söylüyor. “Toplantılarda ‘Hiçbir şeyi bece-remiyorsun göt,’ diye bağırıyordu,” diye anımsıyor Debi Coleman.“Neredeyse saat başı. Yine de onunla çalıştığım için kendimi dünyanınen şanslı insanı sayıyorum kesinlikle.”

156/728

12. BölümTasarım

Gerçek Sanatçılar Sadeleştirir

Bauhaus Estetiği

Eichler’in evlerinde büyüyen çoğu çocuğun tersine Jobs o evlerin neolduğunu ve neden şık olduklarını biliyordu. Kitlelere yönelik sade vetemiz modernizm fikrinden hoşlanıyordu. Babasının çeşitli arabalarınstillerinin ayrıntıları üstüne konuşmasını dinlemeye de bayılıyordu.Dolayısıyla Apple’ın başlangıcından beri muhteşem endüstriyel tas-arımların –renkli ve basit bir logonun, albenili bir Apple II kasasının–şirketi diğer şirketlerden ayıracağına ve ürünlerini seçkin kılacağınainandı.

Şirketin Jobs’ın ailesinin garajından taşındıktan sonraki ilk ofisi, birSony satış şubesiyle paylaştığı küçük bir binadaydı. Sony kendi tar-zıyla ve akılda kalıcı ürün tasarımlarıyla ünlüydü, dolayısıyla Jobs paz-arlama materyallerini incelemek için oraya uğruyordu. “Kılıksız birhalde gelip broşürleri karıştırıyor ve tasarım özelliklerinden bahsediy-ordu,” diyor orada çalışan Dan’l Lewin. “Bazen ‘Bu broşürü alabilirmiyim?’ diye soruyordu.” Jobs 1980’de Lewin’i işe aldı.

Haziran 1981’den itibaren Aspen’deki yıllık Uluslararası TasarımKonferansı’na katılmaya başlayınca Sony’nin karanlık, endüstriyelgörünümüne olan ilgisini yitirmeye başladı. İtalyan stili temalı o yılkikonferansa mimar-tasarımcı Mario Bellini, yönetmen Bernardo Berto-lucci, araba tasarımcısı Sergio Pininfarina ve Fiat’ı miras yoluyla dev-ralmış politikacı Susanna Agnelli katıldı. “Oraya hayran olduğum İta-lyan tasarımcıları görmeye gelmiştim, Breaking Away filmindeçocuğun İtalyan bisikletçilere hayran olduğu gibi hayrandım onlara,”diye anımsıyordu Jobs, “dolayısıyla çok ilham verici bir deneyimoldu.”

Aspen’deyken, Bauhaus akımının temiz ve işlevsel tasarım felsefes-inin Herbert Bayer tarafından binalara, salon takımlarına, sans seriffont tipografisine ve Aspen Enstitüsü kampüsündeki mobilyalarayansıtılmış halini gördü. Akıl hocaları Walter Gropius ve Ludwig Miesvan der Rohe gibi Bayer de güzel sanatlarla uygulamalı endüstriyel tas-arımların birbirinden ayrı tutulmaması gerektiğine inanıyordu.Bauhaus’un öncülüğünü yaptığı modernist Uluslararası Stil akımı, tas-arımın sade ama anlamlı olması gerektiğini savunuyordu. Temiz çiz-giler ve formlar kullanarak akılcılığı ve işlevselliği vurguluyordu. Miesve Gropius “Tanrı ayrıntılardadır,” ve “Az çoktur,” fikirlerini savunuy-orlardı. Eichler’in evlerinde olduğu gibi, sanatsal duyarlılık seri imalatkapasitesiyle birleştirilmişti.

Jobs 1983 tarihli, “Gelecek Eskisi Gibi Değil” temalı Aspen TasarımKonferansı’nda yaptığı konuşmada Bauhaus stilini benimsediğindenbahsetti. Kampüsün büyük müzik çadırında konuşma yapan Jobs, SonyStili’nin yerini Bauhaus sadeliğinin alacağı öngörüsünde bulundu.“Endüstriyel tasarımda şu an Sony’nin teknolojik görünümü moda;yani ürünü tunç grisine veya siyaha boyayacaksın, tuhaf tuhaf şeyleryapacaksın,” dedi. “Bu kolay. Ama muhteşem değil.” Bauhaus’tanesinlenilmiş, işlevselliğe ve ürünlerin doğasına daha uygun bir altern-atif önerdi. “Yüksek teknolojili ürünler üreteceğiz ve bunları temiz birşekilde paketleyeceğiz, böylece yüksek teknolojili oldukları anlaşıla-cak. Onları küçük bir pakete sığdıracağız; güzel ve beyaz olabilirler,tıpkı Braun’un elektrikli ev aletleri gibi.”

Apple’ın ürünlerinin temiz ve sade olacağını defalarca vurguladı.“Onlara Sony gibi siyah, siyah, siyah, siyah, siyah ve ağır bir endüstri-yel görünüm vermeyeceğiz; onları parlak ve saf yapacağız, yüksekteknoloji oldukları belli olacak,” dedi. “Yani yaklaşımımız şu: Çoksade olacaklar ve Modern Sanat Müzesi kalitesine ulaşmaya çalışıyor-uz gerçekten. Şirket yönetimi, ürün tasarımı, reklam konularında temelfelsefemiz şu: Sadeliği hedefliyoruz. Gerçek sadeliği.” Apple’ın ilk

158/728

broşüründeki mantrası değişmeyecekti: “Sadelik karmaşıklığındoruğudur.”

Jobs tasarım sadeliğinin ana unsurlarından birinin kolayca, içgüdüselbir şekilde kullanılabilecek ürünler üretmek olduğu kanısındaydı. Sade-lik her zaman kullanım kolaylığı getirmeyebilir. Bazen bir tasarım öyleşık ve sade olabilir ki, kullanıcı ondan ürker ya da kullanımını zor bu-lur. “Tasarımımızdaki temel mesele şu ki, insanların içgüdüsel olarakkavrayabileceği şeyler üretmemiz gerekiyor,” dedi Jobs tasarım uz-manlarına yaptığı konuşmada. “İnsanlar bir masaüstünü nasıl kullana-caklarını içgüdüsel olarak bilirler. Bir ofise girersiniz ve masada kâğıt-lar görürsünüz. En üstteki en önemlisidir. İnsanlar öncelikleri belirle-meyi bilirler. Bilgisayarlarımızda masaüstü gibi metaforları modelalmamızın sebeplerinden biri, insanların zaten yaşadıkları bu deneyim-den faydalanmak.”

O Çarşamba ikindisinde, Jobs’la aynı zamanda, ama daha küçük birseminer salonunda konuşan Maya Lin (23), geçen Kasım’da Washing-ton, DC Vietnam Gazileri Anıtı’nın tasarım yarışmasını kazanmasıylaünlenmişti. Yakın arkadaş oldular ve Jobs onu Apple’a davet etti. JobsLin gibi insanların yanında çekingenleştiğinden, Debi Coleman’danLin’e etrafı gezdirmesine yardım etmesini istedi. “Steve’in yanında birhafta çalışmaya geldim,” diye anımsıyor Lin. “Ona bilgisayarlarınneden hantal televizyonlar gibi göründüğünü sordum. Neden ince birşeyler yapmıyorsunuz dedim. Neden düz bir dizüstü bilgisayar yapmıy-orsunuz?” Jobs hedefinin sahiden de bu olduğunu, teknoloji elverirelvermez yapacağını söyledi.

Jobs o sıralar endüstriyel tasarım dünyasında pek heyecan vericişeyler olmadığı kanısındaydı. Beğendiği bir Richard Sapper lambasıvardı; ayrıca Charles ve Ray Eames’in mobilyalarından ve DieterRams’ın Braun ürünlerinden hoşlanıyordu. Ama Raymond Loewy veHerbert Bayer gibi, endüstriyel tasarım dünyasında çığır açan devleryoktu. “Endüstriyel tasarımda, özellikle de Silikon Vadisi’nde pek bir

159/728

şey olduğu yoktu ve Steve bu durumu değiştirmeyi çok istiyordu,” diy-or Lin. “Şık ama parlak olmayan, şen tasarımlardan hoşlanıyor. Zen’insadelik anlayışına bağlı olduğundan minimalizmi benimsedi, amabunun ürünlerini soğuk kılmasına izin vermedi. Eğlenceli kaldılar.Steve tasarıma çok düşkün ve çok önemsiyor, ama şen bir hava dakatıyor.”

Jobs tasarım duyarlılığı geliştikçe özellikle Japon stiline ilgiduymaya ve bu stilin yıldızlarıyla, örneğin Issey Miyake ve I. M.Pei’yle takılmaya başladı. Budist eğitiminin bunda payı büyüktü.“Budizm’i –özellikle de Zen Budizmi’ni– estetik açıdan yüce bul-muşumdur hep,” dedi. “Hayatımda gördüğüm en yüce şey, Kyoto’nuncivarındaki bahçeler. Ürettikleriyle beni derinden etkileyen o kültürünkaynağı Zen Budizmi.”

Porsche Gibi

Jef Raskin, Macintosh’un valiz gibi taşınabilir olmasını istemişti;kasayı kapatmak için klavye ekrana doğru kaldırılacaktı. Jobs projeyidevralınca, masada fazla yer kaplamayacak göz alıcı bir tasarım uğrunataşınabilirliği feda etmeye karar verdi. Bir telefon rehberini masaya attıve Macintosh’un bundan daha fazla yer kaplamaması gerektiğinisöyledi. Bunun üzerine tasarım ekibinin lideri Jerry Manock ve onunişe aldığı yetenekli bir tasarımcı olan Terry Oyama, ekranı bilgisayarkasasının üstünde olan ve klavyesi ayrılabilir bir model üstündeçalışmaya başladılar.

Mart 1981’de bir gün Andy Hertzfeld akşam yemeğinden sonra ofisedönünce Jobs’ın Mac prototiplerinden birinin yanında durduğunu veyaratıcı hizmetler direktörü James Ferris’le hararetle tartıştığını gördü.“Görünüşü klasik olmalı, modası geçmemeli, Volkswagen Beetle gibiolmalı,” dedi Jobs. Klasik arabaların dış hatlarını takdir etmeyi ba-basından öğrenmişti.

160/728

“Hayır, bu doğru olmaz,” diye karşılık verdi Ferris. “Hatları seksi ol-malı, Ferrari gibi.”

“Ferrari gibi olmaz, o da uygun değil,” diye karşılık verdi Jobs.“Porsche gibi olmalı daha çok!” Jobs’ın o sırada bir Porsche 928’ininolması şaşırtıcı değil. (Ferris sonradan şirketten ayrılıp Porsche’dereklam müdürlüğü yaptı.) Bir hafta sonu Bill Atkinson gelince Jobsonu dışarıya çıkardı, Porsche’siyle hava atmak için. “Büyük sanat es-erleri genel zevk anlayışına uymaz, onu geliştirir,” dedi Atkinson’a.Mercedes’in tasarımına da hayrandı. “Yıllar geçtikçe hatları yumuşat-tılar ama ayrıntıları belirginleştirdiler,” dedi bir gün, otoparkınetrafından dolanırken. “Macintosh’ta da aynı şeyi yapmalıyız.”

Oyama bir ön tasarım hazırlayıp alçı modelini yaptırdı. Mac ekibimodelin sergilenmesi için toplandılar ve fikirlerini söylediler. Hertzfeldonu “sevimli” buldu. Diğerleri de tatmin olmuş gibiydi. Sonra Jobs açtıağzını yumdu gözünü. “Fazla kutumsu; daha kıvrımlı hatlara sahip ol-ması gerek. İlk yivin çapı daha büyük olmalı ve pahın boyutunu dabeğenmedim.” Endüstriyel tasarım jargonunu yeni yeni öğrenmeyebaşlamış olan Jobs, bilgisayarın iki yanını birleştiren sivri ya da eğrikesilmiş kenardan bahsediyordu. Ama sonra Jobs büyük bir övgüde bu-lundu. “İyi bir başlangıç,” dedi.

Manock’la Oyama aşağı yukarı ayda bir kere geri gelip, Jobs’ın birönceki eleştirilerinden yola çıkarak hazırladıkları yeni modeli gösteriy-orlardı. En son alçı modelin örtüsü dramatik bir şekilde açılacaktı vedaha önceki bütün girişimler yanında sıraya dizilecekti. Bu onlarıngelişimi değerlendirebilmelerini sağlamakla kalmayıp, Jobs’ın öneriler-inden ya da eleştirilerinden birinin göz ardı edildiğinde diretmesini ön-ledi. “Dördüncü modeli üçüncüden pek ayırt edemiyordum,” diyorHertzfeld, “ama Steve hep eleştirici ve netti; görmekte zorlandığımayrıntıları beğendiğini veya onlardan nefret ettiğini söylüyordu.”

Jobs bir hafta sonu Palo Alto’daki Macy’s’e gitti ve yine elektrikli evaletlerini, özellikle de Cuisinart’ınkileri inceledi. Pazartesi günü Mac

161/728

ofisine seke seke girdi, tasarım ekibine gidip bir Cuisinart almalarınısöyledi ve onun hatlarını, kıvrımlarını ve pahlarını göstererek ön-erilerde bulundu. Bunun üzerine Oyama mutfak aletine benzeyen yenibir tasarım hazırladı, ama güzel olmadığına Jobs bile katıldı. Böylecebir hafta kaybetmiş oldular, ama Jobs sonunda geri atım atarak ekibeMac kasası konusunda rahat nefes aldırdı.

Jobs makinenin dostane görünmesinde ısrarlıydı. Dolayısıyla Mac in-san yüzüne benzemeye başladı giderek. Disk sürücüsü ekranın altınayerleştirilince cihaz diğer bilgisayarların çoğundan daha yüksek ve darolmuş, böylece yüzü andırır hale gelmişti. Dibindeki girinti de kısa birçeneyi andırıyordu ve Jobs tepedeki plastik şeridi incelterek, makinen-in Lisa’yı alttan alta sevimsiz kılan Cro-Magnon alnı görünüşünü en-gelledi. Apple kasasının patenti sadece Jerry Manock’la TerryOyama’ya değil, Steve Jobs’a da verildi. “Steve tasarımı bizzatçizmese de, fikirleriyle ve verdiği ilhamla ona katkıda bulundu,” dediOyama sonradan. “Açıkçası bir bilgisayarın ‘dostane’ olabileceğiniSteve’den öğrendik.”

Jobs ekranda görünecek şeyler konusunda da aynı ölçüde saplantılıy-dı. Bir gün Bill Atkinson, Texaco Towers’a heyecanla daldı. Ekrandahızla çember ve oval çizebilecek dahice bir algoritma bulmuştu. Çem-ber çizmenin matematiksel kısmında genellikle kareköklerin hesaplan-ması gerekiyordu, ancak 68000 işlemci bunu desteklemiyordu. AmaAtkinson bu engeli aşmanın yolunu buldu, bir tek sayılar dizisinin to-plamının bir kusursuz kareler dizisi üretmesi (örneğin 1 + 3 = 4, 1 + 3+ 5 = 9, vs.) gerçeğinden yola çıkarak. Hertzfeld, Atkinson demosunugösterdiğinde Jobs hariç herkesin etkilendiğini anımsıyor. “Eh, çem-berler ve ovaller güzel,” dedi Jobs; “yuvarlak köşeli dörtgenler çizebilirmisin peki?”

“Buna ihtiyacımız olduğunu sanmıyorum,” dedi Atkinson ve bununneredeyse imkânsız olduğunu açıkladı. “Grafik rutinlerini basit tutmak

162/728

ve gerçekten yapılması gereken temel işlerle sınırlamak istiyordum,”diye anımsıyor.

“Yuvarlak köşeli dörtgenler her yerdedir!” diye bağırdı Jobs ayağafırlayıp. “Bu odaya bak yeter!” Beyaztahtayı, masaüstünü ve yuvarlakköşeli başka nesneleri gösterdi. “Dışarı bak, daha da çok görürsün,nereye baksan görürsün!” Atkinson’ı çekiştirerek yürüyüşe çıkardı, ar-aba pencerelerini ve sokak tabelalarını gösterdi. “Üç sokakta on yediörneğe rastladık,” diyor Jobs. “Her yerde onları göstermeye başladım,Bill’i tamamen ikna edene kadar.”

“Sonunda bir Park Yapılmaz tabelasını gösterdi, ben de ‘Tamam,haklısın, pes ediyorum. Temel öğelerden biri yuvarlak köşeli dörtgen-ler olmalı!’ dedim.” Hertzfeld şöyle anımsıyor: “Bill ertesi gününikindisinde Texaco Towers’a döndüğünde sırıtıyordu. Demosu artıkgüzel, yuvarlak köşeli dörtgenleri şimşek hızıyla çizebiliyordu.”Sonunda Lisa’yla Mac’teki ve sonraki neredeyse diğer tüm bilgisayar-lardaki diyalog kutularıyla pencerelerin köşeleri yuvarlak yapıldı.

Jobs Reed’de girdiği kaligrafi derslerinde serif ve sans serif varyasy-onlu, orantılı genişlikli ve harf aralıklı bütün font ailelerini sevmeyiöğrenmişti. “İlk Macintosh bilgisayarı tasarladığımız sırada,öğrendiğim onca şeyi anımsadım,” dedi sonradan, o derslerdenbahsederken. Mac bit eşlemli olduğundan, zariften tuhafa dek sonsuzsayıda font üretip bunları ekranda piksel piksel sergilemek mümkündü.

Hertzfeld bu fontların tasarımını yapmak için, Philadelphia ban-liyösünden lise arkadaşı Susan Kare’den yardım aldı. Fontlara Phil-adelphia’nın eski Main Line banliyö treni hattındaki durakların isimler-ini verdiler: Overbrook, Merion, Ardmore ve Rosemont. Jobs kaydet-tikleri ilerlemeyi muhteşem buldu. Bir gün akşama doğru yanlarınageldi ve font isimlerinden yakınmaya başladı. Bunların “kimsenin adınıbile duymadığı küçük kasabalar” olduklarını söyledi. “Dünya çapındaşehirler olmalılar!” Kare şimdi Chicago, New York, Geneva, London,

163/728

San Francisco, Toronto ve Venice adlı fontların bulunmasının sebebin-in bu olduğunu söylüyor.

Markkula ve bazıları, Jobs’ın tipografi saplantısını asla tamamenonaylamadılar. “Fontlar hakkında epey bilgiliydi ve muhteşem fontlaristiyordu ısrarla,” diye anımsıyor Markkula. “Bense ‘Fontlar mı?!?Daha önemli işlerimiz yok mu?’ deyip duruyordum.” Oysa Macintoshfontlarının hoş çeşitliliği, lazer yazıcılarla ve yüksek grafik kapasiteler-iyle birleşince, masaüstü yayıncılık endüstrisinin doğmasına yol açacakve sonuçta Apple’a epey kâr getirecekti. Ayrıca fontlar hakkında bilgiliolmanın tuhaf hazzını matbaacıların, kır saçlı editörlerin ve başkamürekkep lekeli biçarelerin tekelinden çıkarıp, lise muhabirlerindenokul aile birliği gazetelerinde editörlük yapan annelere dek birçoksıradan insana tanıtacaktı.

Kare’in geliştirdiği ikonlar da –örneğin dosyaların atıldığı çöptenekesi– grafik arayüzlerin şekillenmesine katkıda bulundu. O ve Jobsiyi anlaşıyorlardı, çünkü hem Mac’i tuhaf ve ilginç kılma arzusunu,hem de sadelik eğilimini paylaşıyorlardı. “Neredeyse her akşam geliy-ordu,” diye anımsıyor Kare. “Yeni haberleri duymak istiyordu hep;ayrıca hep zevk sahibiydi ve görsel ayrıntılara dikkat ediyordu.” JobsPazar sabahları dahi gelebildiği için, Kare ona bulduğu yeniseçenekleri gösterebilmek için Pazar sabahları da çalışmaya başladı.Arada sırada sorunla karşılaşıyordu. Jobs onun çizdiği bir tavşan re-smini, farenin tıklama hızını arttırma ikonunu, o tüylü yaratığın “fazlaibne” göründüğünü söyleyerek reddetti.

Jobs pencerelerin, belgelerin ve ekranların tepesindeki menü çubuk-larına da aynı şekilde özen gösteriyordu. Görünüşlerine kafa yordukçaAtkinson’la Kare’e onları tekrar tekrar yaptırıyordu. Jobs Lisa’nınkileribeğenmiyordu, çünkü fazla siyah ve serttiler. Mac’tekilerin daha yu-muşak ve ince çizgili olmalarını istiyordu. “Onu memnun edene kadar20 tane farklı menü çubuğu tasarımı yapmışızdır herhalde,” diye anım-sıyor Atkinson. Bir ara Kare’le Atkinson ona yakındılar, daha önemli

164/728

işleri varken onları menü çubuğunun ufak tefek ayrıntılarıylauğraştırdığını söylediler. Jobs patladı. “Buna her gün baktığınızıdüşünebiliyor musunuz?” diye bağırdı. “Önemsiz bir şey değil bu,düzgün yapmamız gereken bir şey.”

Chris Espinosa, Jobs’ın tasarım taleplerini karşılamanın ve kontrolmanyaklığı eğilimini tatmin etmenin bir yolunu buldu. Jobs,Wozniak’ın garaj günlerinden kalma genç çömezlerinden biri olanEspinosa’yı Berkeley’den ayrılmaya ikna etmişti; okumaya her zamanfırsatı olacağını, ama Mac’te çalışma fırsatını bir daha bulamayacağınısöylemişti. Espinosa bilgisayar için bir hesap makinesi tasarlamayakarar verdi tek başına. “Hepimiz toplandık, Chris hesap makinesiniSteve’e gösterdi ve nefesini tutup Steve’in tepkisini bekledi,” diye an-ımsıyordu Hertzfeld.

“Eh, bu bir başlangıç,” dedi Jobs, “ama temelde berbat. Arka planrengi fazla koyu, bazı çizgiler fazla kalın ve tuşlar fazla büyük.”Espinosa Jobs’ın eleştirileri uyarınca değişiklikler yapmayı sürdürdü,ama sürekli yeni eleştiriler alıyordu. Bunun üzerine bir ikindi vakti,Jobs geldiğinde Espinosa bulduğu parlak çözümü gösterdi: “Steve JobsHesap Makinesi Tasarlama Seti.” Bu set kullanıcının çizgilerin kalın-lığını, tuşların boyutunu, gölgelendirmeyi, arka planı ve başka özellik-leri değiştirerek hesap makinesinin görünüşünü kişiselleştirebilmesinisağlıyordu. Jobs gülmek yerine hemen oturup, istediği görünüşü eldeetmek için uğraşmaya başladı. On dakika kadar sonra bunu başardı.Tasarımının Mac’te 15 yıl boyunca standart olarak kullanılmasışaşırtıcı değil.

Jobs Macintosh’ta odaklansa da, bütün Apple ürünlerinde kullanıla-cak tutarlı bir tasarım dili istiyordu. Bu yüzden Jerry Manock’un veApple Tasarım Loncası adı verilen gayriresmi bir grubun yardımıyla,Dieter Rams Braun için neyse Apple için o olacak dünya çapında birtasarımcı seçmek amacıyla bir yarışma düzenledi. Projenin kod adıPamuk Prenses’ti, çünkü tasarlanacak ürünlerin kod adları yedi

165/728

cücelerden alınmaydı. Yarışmayı Sony’nin Trinitron televizyonlarınıngörünüşünden sorumlu olan Alman tasarımcı Hartmut Esslingerkazandı. Jobs onunla tanışmak için Bavyera’nın Kara Orman bölgesineuçtu ve Esslinger’in sadece şevkinden değil, Mercedes’ini saatte 160kilometreden hızlı sürmesinden de etkilendi.

Esslinger Alman olsa da “Apple’ın DNA’sında Hollywood’dan vemüzikten esinlenilmiş, biraz isyankâr, doğal bir seksilik katan ve küre-sel bir California görünüşünü sağlayacak, doğuştan gelen bir Amerikangeni olmasını” önerdi. Temel ilkesi “biçim duyguyu izler”di; ünlü birsözün, “biçim işlevi izler” sözünün değiştirilmiş haliydi bu. Bu kav-ramı sergilemek için kırk ürün modeli üretti ve Jobs onları görünce“Evet, işte bu!” diye bağırdı. Apple IIc için hemen benimsenen PamukPrenses görünüşünde beyaz kasalar, sert kıvrımlar ve hem hava-landırma, hem de dekorasyon amaçlı, ince çizgiler halinde oyuklarvardı. Jobs, Esslinger’e California’ya taşınması karşılığında sözleşmeönerdi. El sıkıştılar ve Esslinger’in pek mütevazı olmayan bir şekildesöylediği gibi, “o el sıkışma endüstriyel tasarım tarihindeki en etkiliişbirliklerinden birini başlattı.” Esslinger’in firması frogdesign[11]

1983’ün ortasında Palo Alto’da şube açtı, Apple’la yılda 1,2 milyondolarlık bir sözleşme imzaladı ve o zamandan sonraki bütün Appleürünlerinde, gururla sergilenen “California’da tasarlanmıştır” yazısı yeraldı.

Jobs tutkulu zanaatkârlığın bir özelliğinin, gizli kalacak tarafların bilegüzel kotarılmasına özen göstermek olduğunu babasından öğrenmişti.Jobs’ın bu felsefeyi en uç noktada –ve en belirgin şekilde– uygu-layışlarından biri, çipleri ve Macintosh’un derinliklerindeki diğer öğel-eri tutacak baskılı devre kartını incelediği zaman gerçekleşti. Müş-teriler devre kartını görmeyecekti. Ama Jobs onu estetik açıdaneleştirmeye başladı. “Şu kısmı cidden hoş,” dedi. “Ama bellek çipler-ine bakın. Çirkinler. Çizgileri birbirine fazla yakın.”

166/728

Yeni mühendislerden biri sözünü kesip bunun neden önemliolduğunu sordu. “Önemli olan tek şey ne kadar iyi çalıştığı. PC kartınıkimse görmeyecek ki.”

Jobs tipik bir tepki verdi. “Kasanın içindekilerin de olabildiğincegüzel olmalarını istiyorum. İyi bir marangoz bir dolabın arkasında kal-itesiz tahta kullanmaz, o taraf duvara dönük duracak ve kimsegörmeyecek olsa bile.” Jobs birkaç yıl sonra, Macintosh’un piyasayasürülmesinin ardından verdiği bir röportajda babasından öğrendiği budersi yineledi: “Güzel bir çekmeceli dolap yapan bir marangozsan arkatarafta kontrplak kullanmazsın, o taraf duvara dönük duracak ve kimsegörmeyecek olsa bile. Orada olduğunu bileceksindir, bu yüzden arkataraf için güzel bir tahta kullanırsın. Geceleri rahat uyuyabilmen içindolabın her tarafının estetik, kaliteli olması gerekir.”

Babasından aldığı, gizli şeylerin güzelliğini önemseme dersinin birbenzerini Mike Markkula’dan öğrendi: Ambalajın ve sunumun güzelolması da önemliydi. İnsanlar bir kitabı kapağına göre yargılardı.Dolayısıyla Jobs, Macintosh’un kutusu için renkli bir tasarım seçti veonu geliştirmeye çalışıp durdu. “Adamlara elli kere baştan yaptırdı,”diye anımsıyor, Mac ekibinin Joanna Hoffman’la evlenen üyesi AlainRossmann. “Müşteri kutuyu açar açmaz çöpe atacaktı, ama Steve ku-tunun görünüşüne kafayı takmıştı.” Rossmann’e göre bu bir dengesiz-lik göstergesiydi; bellek çiplerinden tasarruf etmeye çalışırlarkenabartılı ambalajlara para harcanıyordu. Jobs’a göreyse, Macintosh’unharika olması ve insanlara kendilerini harika hissettirmesi için herayrıntı önemliydi.

Tasarım nihayet belirlenince Jobs Macintosh ekibini bir seremoniyeçağırdı. “Gerçek sanatçılar eserlerini imzalarlar,” dedi. Bir harita metotdefteri sayfasıyla bir Sharpie kalem aldı ve hepsine imza attırdı. İmza-lar her Macintosh’un içine kazındılar. Onları tamirciler dışında kimsegörmeyecekti. Ama ekibin her üyesi imzasının içeride olduğunu biliy-ordu, tıpkı devre kartının olabildiğince zarif tasarlandığını bildiği gibi.

167/728

Jobs onları birer birer, isimleriyle çağırdı. Önce Burrell Smith gitti.Jobs sona kaldı, diğer kırk beş kişinin imza atmasını bekledi. Sayfanınortasında bir yer bulup ismini küçük harflerle, fiyakalı bir şekildeyazdı. Sonra şampanya kadehini kaldırdı. “Böyle zamanlarda işimizisanat olarak görmemizi sağladı,” diyor Atkinson.

168/728

13. BölümMac’i İnşa Etmek

Yolculuk Ödüldür

Rekabet

IBM Ağustos 1981’de kişisel bilgisayarını piyasaya sürdüğünde,Jobs ekibine bir tane aldırıp inceletti. Makinenin berbatlığında hemfikiroldular. Chris Espinosa ona “özensizce kotarılmış, sıradan bir girişim”dedi ve bunda biraz haklıydı. Makinede modası geçmiş komut satırıistemleri ve bit eşlemli grafik ekran yerine karakterli ekran kul-lanılmıştı. Apple’dakiler kibirli bir havaya büründüler; oysa şirketlerinteknoloji müdürlerinin, adını bir meyveden almış bir şirketten çok IBMgibi saygın bir şirketin ürünlerini yeğleyebileceğini fark etmemişlerdi.IBM PC’nin piyasaya sürüleceğinin açıklandığı gün Bill Gatestesadüfen Apple’ın merkezine geldi. “Umurlarında değil gibiydi,” dedi.“Ne olduğunu ancak bir yıl sonra anladılar.”

Apple aşırı özgüvenini Wall Street Journal gazetesine tam sayfa ver-diği, “Hoşgeldin IBM. Gerçekten,” başlıklı reklamda yansıttı. Buzekice reklam, yaklaşan çekişmeyi cesur ve asi Apple ile kurumsal devIBM’in arasındaki bir mücadele gibi göstererek, durumları Apple kadariyi olan Commodore, Tandy ve Osborne gibi diğer şirketleri geri planaitiyordu.

Jobs kariyeri boyunca kendini kötü imparatorluklarla mücadele edenaydınlanmış bir asi, karanlığın güçleriyle savaşan bir Jedi savaşçısı yada bir Budist samuray gibi görmekten hoşlandı. Yaklaşan savaşı sadeceiş rekabeti değil, ruhsal bir mücadele olarak gösterdi zekice. “Eğer her-hangi bir sebepten dolayı dev hatalar yaparsak ve IBM kazanırsa, bil-gisayar dünyasının yirmi yıl kadar sürecek bir Karanlık Çağ’a gire-ceğini düşünüyorum şahsen,” dedi bir röportajda. “IBM bir pazar sek-törünü ele geçirdi mi, yeniliklerin önünü hemen her zaman keser.” Jobs

otuz yıl sonra bile, geçmişi anımsarken o rekabeti bir din savaşı olarakdüşündü: “IBM temelde Microsoft’un en kötü haliydi. Yeniliğidestekleyen bir güç değillerdi; kötü bir güçtüler. ATT, Microsoft veGoogle gibiydiler.”

Jobs’ın Macintosh’unun rakibi olarak gördüğü bir başka hedefe,kendi şirketinin Lisa’sına saldırması Apple için talihsizlik oldu. Bunuyapmasının sebeplerinden biri psikolojikti. O gruptan atılmıştı ve şimdionu yenmek istiyordu. Jobs ayrıca sağlıklı bir rekabetin askerlerinimotive edeceğini düşünüyordu. Mac’in Lisa’dan önce piyasaya sürüle-ceği konusunda John Couch’la 5.000 dolara bahse girmesinin sebebibuydu. Ancak rekabet sağlıksızlaştı. Jobs kendi mühendis grubunuöverken, Lisa’nın üstünde çalışanları HP tipi mühendisler diyerekaşağılıyordu sürekli.

Daha da önemlisi şuydu ki, Jobs Jef Raskin’in ucuz ve güçsüz birtaşınabilir cihaz üretme planını rafa kaldırıp Mac’i grafik kullanıcıarayüzlü bir masaüstü makinesi olarak tasarlayınca, Mac Lisa’nın paz-ar payını azaltabilecek bir düşük özellikli versiyonuna dönüştü. Jobs’ınBurrell Smith’i Mac’i Motorola 68000 mikroişlemciye göre tasar-lamaya yönlendirmesi ve böylece Mac’in Lisa’dan daha hızlı olmasıdurumu iyice kötüleştirecekti.

Lisa’nın uygulama yazılımlarından sorumlu Larry Tesler, iki mak-ineyi birçok yazılım programını birlikte kullanabilecek şekilde tasar-lamanın önemli olduğunu fark etti. Dolayısıyla tarafları barıştırmakiçin Smith’le Hertzfeld’in Lisa’nın çalışma alanına gelip Mac prototip-ini sergilemelerini ayarladı. Yirmi beş mühendis geldi ve kibarca din-lerlerken, sunumun ortasında kapı açılıverdi. Lisa’nın tasarımlarınınçoğunu hazırlamış, sağı solu belli olmayan bir mühendis olan RichPage’di gelen. “Macintosh Lisa’yı mahvedecek!” diye bağırdı. “Macin-tosh Apple’ı batıracak!” Smith’le Hertzfeld karşılık vermeyince Pagebağırıp çağırmaya devam etti. “Jobs Lisa’yı yok etmek istiyor, çünküonu kontrol etmesine izin vermedik,” dedi ağlamaklı bir şekilde.

170/728

“Kimse Lisa’yı almayacak, çünkü Mac’in geleceğini biliyorlar! Amasizin umurunuzda değil!” Odadan hışımla çıkıp kapıyı küt diye kapadı,ama hemen ardından tekrar içeri daldı. “Sizin suçunuz yok, biliyorum,”dedi Smith’le Hertzfeld’e. “Mesele Steve Jobs. Steve’e söyleyin,Apple’ı mahvediyor!”

Jobs sahiden de Macintosh’u Lisa’nın düşük maliyetli, uyumsuzyazılımlı rakibi haline getirdi. Daha da kötüsü, iki makine de AppleII’yle uyumlu değildi. Apple’ın genelini çekip çeviren biri bulun-madığından Jobs at koşturuyordu.

Uçtan Uca Kontrol

Jobs’ın Mac’i Lisa’nın mimarisiyle uyumlu hale getirmeyegönülsüzlüğünün sebebi sadece rekabet ya da intikam değildi. Onunkontrol eğilimiyle ilgili felsefi bir sebep de vardı. Bir bilgisayarın ger-çekten muhteşem olabilmesi için donanımıyla yazılımının yakındanbağlantılı olması gerektiğine inanıyordu. Bir bilgisayarın başka bilgisa-yarlarda da çalışan yazılımları kullanabilmesi, bazı işlevselliklerindenferagat edilmesi anlamına geliyordu. Jobs en iyi ürünlerin uçtan ucatasarlanmış, yazılımı donanıma ve donanımı yazılıma uydurulmuş,“bütünsel parçalar” olduklarına inanıyordu. İşletim sistemi sadecekendi donanımında çalışan Macintosh’u Microsoft’un yarattığı plat-formdan (ve Google’ın daha sonraki Android’inden) ayıran buydu; Mi-crosoft’un işletim sistemi çeşitli şirketlerin ürettiği donanımlardakullanılabiliyordu.

“Jobs yaratılarının değersiz yazılımcılar tarafından talihsizce değiştir-ilmesini istemeyen iradeli, elitist bir sanatçı,” diye yazdı ZDNET ed-itörü Dan Farber. “Sokaktaki herhangi birinin bir Picasso tablosunafırça darbeleri atması ya da bir Bob Dylan şarkısının sözlerinideğiştirmesi gibi olurdu bu.” Jobs’ın uçtan uca bütünsel parçalar yak-laşımı sonraki yıllarda iPhone’u, iPod’u ve iPad’i rakiplerinden ayıra-caktı. Bu yaklaşım muhteşem ürünlerin ortaya çıkmasını sağladı. Amabir pazarı ele geçirmenin en iyi yolu değildi her zaman. “İlk Mac’ten

171/728

son iPhone’a dek Jobs’ın sistemleri hep kapalı oldu, müşterilerin onlarıkurcalayıp değiştirmelerini önlemek için,” diye belirtiyor MacKültü’nün yazarı Leander Kahney.

Jobs’ın kullanıcı deneyimini kontrol etme arzusu, Apple II’deki slot-ların –bir kullanıcının bilgisayara genişletme kartları bağlayarakişlevselliği arttırabilmesini sağlayan deliklerin– olup olmayacağı ko-nusunda Wozniak’la yaptığı tartışmanın sebebiydi. O tartışmayıWozniak kazanmıştı. Apple II sekiz slotlu olmuştu. Ama bu seferkimakine Jobs’ın olacaktı, Wozniak’ın değil. Macintosh slotsuz olacaktı.Hatta kasayı açıp da anakarta ulaşmak bile mümkün olmayacaktı. Bil-gisayar meraklıları ya da hackerlar için hoş değildi bu. Ama Jobs,Macintosh’un kitlelere yönelik olmasını istiyordu. Onlara kontrollü birdeneyim sunmak istiyordu. İnsanların genişletme slotlarına gelişigüzeldevre kartları bağlayıp da onun zarif tasarımını bozmalarınıistemiyordu.

“Onun kişiliğini, kontrol isteğini yansıtıyor,” diyor 1982’de Jobstarafından pazarlama stratejisti ve Texaco Towers’ı çekip çevirecekyetişkin olarak işe alınan Berry Cash. “Steve Apple II’den bahsederken‘Kontrol bizde değil, hem insanların ona yapmaya çalıştıkları man-yakça şeylere baksana,’ diye yakınıyordu. ‘Ben bir daha asla öyle birhataya düşmem.’” Jobs Macintosh kasasının normal tornavidalarla açıl-masını engellemek için özel aletler tasarlayacak kadar ileri gitti. “Bukutuyu öyle bir şekilde tasarlayacağız ki, içini sadece Apple çalışanlarıaçabilecek,” dedi Cash’e.

Jobs ayrıca Macintosh klavyesindeki imleç oku tuşlarını kaldırmayakarar verdi. İmleci hareket ettirmenin tek yolu fareyi kullanmaktı.Böylece eski kafalı kullanıcıları fare kullanmaya zorlayacaktı,istemeseler bile. Diğer ürün geliştiricilerin tersine, Jobs müşterinin herzaman haklı olduğuna inanmıyordu. Fare kullanmamakta direniyor-larsa hatalıydılar. Jobs’ın muhteşem bir ürün üretme arzusunun müşter-iyi memnun etme arzusuna baskın çıktığı durumlardan biriydi bu.

172/728

İmleç tuşlarını kaldırmanın bir avantajı (ve dezavantajı) daha vardı.Şirket dışındaki yazılım geliştiricileri, çeşitli bilgisayarlarda kul-lanılabilecek genel yazılımlar üretmek yerine Mac’in işletim sistemineuygun programlar yazmak zorunda bırakıyordu. Böylece uygulamayazılımları, işletim sistemleri ve donanım aygıtları arasında Jobs’ınsevdiği yakın, dikey entegrasyon sağlanıyordu.

Jobs’ın uçtan uca kontrol arzusu, Apple’ın Macintosh işletim sis-teminin lisansını başka ofis ekipmanı üreticilerine satması ve Macin-tosh’un klonlarını üretmelerine izin vermesi yönündeki tekliflere soğukbakmasına da yol açıyordu. Yeni ve enerjik Macintosh pazarlamamüdürü Mike Murray Mayıs 1982’de Jobs’a gönderdiği gizli birmemoda bir lisans programı önerdi. “Macintosh kullanıcı platformununendüstri standardı olmasını isteriz,” diye yazdı. “Ama bu kullanıcı plat-formunu elde edebilmek için Mac donanımı satın almaları gerekecekelbette. Bir şirketin başka üreticilerle paylaşılamayan, endüstri çapındabir standart getirip koruyabilmesi çok az rastlanan (belki de hiç görül-memiş) bir durum.” Önerisi Macintosh işletim sisteminin lisansınıTandy’ye vermekti. Murray, Tandy’nin Radio Shack mağazalarınınfarklı bir müşteri tipini hedeflemesi sebebiyle Apple’ın satışlarını çokazaltmayacağını savunuyordu. Ama Jobs bu plana şiddetle karşı çıktı.Güzel eserinin kontrolünün dışına çıktığını hayal bile edemiyordu.Dolayısıyla Macintosh onun standartlarını karşılayan kontrollü bir plat-form olarak kaldı, ama Murray’in korktuğu oldu ve Macintosh IBMklonlarıyla dolu bir dünyada endüstri standardını belirlemekte zorlandı.

Yılın Makineleri

1982’nin sonu yaklaştıkça Jobs Time tarafından Yılın Adamı seçile-ceğine inanmaya başladı. Bir gün işyerine derginin San Franciscobürosu şefi Michael Moritz’le geldi ve iş arkadaşlarını ona röportajvermeye teşvik etti. Ama sonunda Jobs kapakta yer almadı. Bunun yer-ine dergi yıl sonu sayısına “Bilgisayar” temasını seçti ve ona “YılınMakinesi” dedi. Ana makalenin yanında Jobs’ın bir profili vardı;

173/728

Moritz’in yaptığı röportajlardan faydalanılarak ve normalde dergininrock müzik bölümünde yazan Jay Cocks tarafından yazılmıştı. “StevenJobs etkileyici pazarlama tarzıyla ve eski Hristiyan şehitleri bilekıskandıracak kadar kör bir inançla, kapıyı tekmeleyerek açıp da kişiselbilgisayarın içeri girmesini sağlayan kişi oldu herkesten fazla,” deniy-ordu yazıda. Özenle yazılmış, ama yer yer fazla sert bir yazıydı – öylesertti ki Moritz (Apple hakkında bir kitap yazdıktan ve DonValentine’la birlikte girişim şirketi Sequoia Capital’ı kurduktan sonra)o yazıyı reddetti ve verdiği materyallerin “New York’taki, asıl işi asirock-and-roll dünyasını takip etmek olan bir editör tarafından değiştir-ildiğini, kırpıldığını ve dedikodularla lekelendiğini” söyleyerekyakındı. Dergi yazısında Bud Tribble’ın Jobs’ın “gerçekliği çarpıtmasahası”yla ilgili söyledikleri alıntılanıyordu ve Jobs’ın “arada sırada to-plantılarda hüngür hüngür ağlamaya meyilli olduğu” söyleniyordu.Belki de en iyi alıntı Jef Raskin’den yapılandı. Raskin, Jobs’ın “tamFransa Kralı olacak adam” olduğunu söyledi.

Derginin Jobs’ın terk ettiği kızı Lisa Brennan’dan bahsetmesi Jobs’ıncanını sıktı. Jobs’ın Chrisann’i çileden çıkaran sözü –“Birleşik Dev-letler’deki erkek nüfusunun %28’i o çocuğun babası olabilir”– buyazıda yer alıyordu. Dergiye Lisa’dan bahseden kişinin Kottkeolduğunu bilen Jobs onu Mac grubunun çalışma alanında, yarım düzineinsanın önünde azarladı. “Time muhabiri bana Steve’in Lisa adlı birkızı olup olmadığını sorunca tabii ki var dedim,” diye anımsıyor Kot-tke. “Bir insanın çocuğu varsa, arkadaşlarından bu konuda yalansöylemelerini beklemesi doğru olmaz. Arkadaşımın adilik yapmasına,baba olduğunu inkâr etmesine göz yummam. Çok sinirlenmişti,mahremiyetinin ihlal edildiğini düşünüyordu ve herkesin önünde banakendisine ihanet ettiğimi söyledi.”

Ama Jobs’ı asıl yıkan şey, Yılın Adamı seçilmemiş olmasıydı. Son-radan bana şunları söyledi:

174/728

Time beni Yılın Adamı seçmeye karar verdi; 27 yaşındaydım ve öyle şeyleriönemsiyordum. Bana çok havalı geliyordu. Bir yazı yazsın diye Mike Moritz’igönderdiler. Yaşıttık ve ben hayatta çok başarılı olmuştum; beni kıskandığını an-ladım ve soğuk davrandı. Sonra o berbat, ağır yazıyı yazdı. New York’taki ed-itörler de o yazıyı okuyunca bu herifi Yılın Adamı yapamayız dediler. Buna cid-den üzüldüm. Ama iyi bir dersti. Öyle şeylere fazla aldırmamayı öğretti, ne deolsa medya bir sirk sonuçta. Bana dergiyi kargoyla gönderdiler ve paketi açarkenkapakta yüzümü göreceğime emin olduğumu hatırlıyorum, ama bilgisayarlı veheykelli bir kapak vardı. Bu ne ya diye düşündüm. Sonra yazıyı okudum ve öylekötüydü ki resmen ağladım.

Aslında Moritz’in onu kıskandığını ya da taraflı bir yazı yazmak is-tediğini düşünmek için sebep yok. Jobs’ı Yılın Adamı seçme kararı daverilmemişti, o tersini düşünse de. Editörler o senenin başında (osıralar orada çalışıyordum) bir insanı değil “bilgisayarı” seçmeye kararverdiler ve ünlü heykeltıraş George Segal’a kapakta kullanılacak birsanat eseri sipariş ettiler aylar önceden. O zamanlar derginin editörüRay Cave’di. “Jobs’ı asla düşünmedik,” diyor. “Bilgisayarı kişileştire-mezsiniz, bu yüzden ilk kez cansız bir nesneyi yeğledik. Segal’ınheykeli çok önemliydi ve kapağa koyacak bir insan yüzü aramadıkhiç.”

Apple Lisa’yı Ocak 1983’te –Mac’in hazır olmasından tam bir yılönce– piyasaya sürdü ve Jobs bahsi kaybettiği için Couch’a 5.000 dolarödedi. Lisa ekibinden olmasa da, Apple’ın başkanı ve poster çocuğuolduğundan Lisa’nın tanıtımını yapmak için New York’a gitti.

Özel röportajlarda dramatik davranmayı halkla ilişkiler danışmanıRegis McKenna’dan öğrenmişti. Seçtiği yayın organlarının muhabirleriJobs’ın Carlyle Oteli’ndeki süitine sırayla, birer saatliğine alınıyorlardıve süitteki bir masada, kesme çiçeklerin arasında Lisa duruyordu.Tanıtım planına göre Jobs Lisa’da odaklanacak ve Macintosh’tan bah-setmeyecekti, çünkü Macintosh’la ilgili söylentiler Lisa’ya zarar vere-bilirdi. Ama Jobs kendini tutamadı. O gün kendisiyle yapılan röporta-jların temel alındığı yazıların çoğunda –Time, Business Week, WallStreet Journal ve Fortune’da çıkan yazılarda– Macintosh’tan

175/728

bahsedildi. “Apple bu sene Lisa’nın daha az güçlü, daha az pahalı birversiyonu olan Macintosh’u piyasaya sürecek,” deniyordu Fortune’da.“O projeyi Jobs bizzat yönetti.” Business Week ondan şu alıntıyı yaptı:“Mac çıkınca dünyanın en inanılmaz bilgisayarı olacak.” Jobs ayrıcaMac’le Lisa’nın birbiriyle uyumlu olmayacağını itiraf etmişti. Lisa’yabaştan ölüm öpücüğü vermek gibiydi bu.

Lisa sahiden de yavaş yavaş öldü. Üretimi iki yıl içinde durdurula-caktı. “Fazla pahalıydı ve onu büyük şirketlere satmaya çalışıyorduk,oysa uzmanlık alanımız tüketicilere satış yapmaktı,” dedi Jobs son-radan. Ama Jobs’ın bir avantajı oldu: Lisa’nın piyasaya sürülmesindenbirkaç ay sonra, Apple’ın Macintosh’a bel bağlamak zorunda kalacağıanlaşıldı.

Korsan Olalım!

Macintosh ekibi büyüyünce Texaco Towers’tan Bandley Cad-desi’ndeki ana Apple binalarına taşındı ve 1983’ün ortasında nihayetBandley 3’e yerleşti. Video oyunlarının bulunduğu modern bir atriy-umlu lobiye sahip olan bu mekânı Burrell Smith’le Andy Hertzfeldseçmişlerdi; Martin-Logan hoparlörlere sahip bir Toshiba müzik seti veyüzlerce CD de vardı. Balık kavanozuna benzeyen cam bir bölüme yer-leştirilen yazılım ekibi lobiden görülebiliyordu ve mutfağa her gün Od-walla meyve suları getiriliyordu. Atriyuma zamanla başka oyuncaklarda kondu; bunların en dikkat çekicileri bir Bösendorfer piyano ileJobs’ın gösterişli ürünler üretme takıntısına yol açacağını umduğu birBMW motosikletti.

Jobs personel seçimi konusunda çok titizdi. Hedefi yaratıcı, zeki vemuzip, biraz da asi insanları işe almaktı. Yazılım ekibi adaylaraSmith’in favori bilgisayar oyunu Defender’ı oynatıyordu. Jobs herzamanki tuhaf sorularını soruyordu, adayın beklenmedik durumlardaneler düşünebildiğini, esprili bir karşılık verip veremeyeceğini anlamakiçin. Bir gün Hertzfeld ve Smith’le birlikte, yazılım müdürlüğü pozisy-onu için başvuran bir adayla görüştü; adamın balık kavanozundaki

176/728

sihirbazları idare edemeyecek kadar gergin ve muhafazakâr olduğuiçeri girer girmez belli oldu. Jobs onunla acımasızca dalga geçmeyebaşladı. “Bekaretini kaybettiğinde kaç yaşındaydın?” diye sordu.

Aday şaşırmış gibiydi. “Ne dediniz?”

“Bakir misin?” diye sordu Jobs. Adayın yüzü kızarınca Jobs konuyudeğiştirdi. “Kaç kez LSD kullandın?” Hertzfeld şöyle anımsıyor:“Zavallı adamın yüzü kızardıkça kızarıyordu, bu yüzden konuyudeğiştirmeye çalıştım ve gayet net bir teknik soru sordum.” Ama adayyanıtı uzatınca Jobs araya girdi. “Hı hı, hı hı, hı hı, hı hı,” deyinceSmith’le Hertzfeld gülmekten katıldılar.

“Aradığınız adam ben değilim galiba,” dedi zavallı adam gitmek içinkalkarken.

Jobs sevimsiz tavırlarına karşın ekibinde birlik ruhu uyandırabiliy-ordu. İnsanları yerin dibine geçirdikten sonra morallerini düzeltmeninve Macintosh projesinin parçası olmanın muhteşem bir misyonolduğunu hissetmelerini sağlamanın yolunu buluyordu hep. Ekibind-ekilerin çoğunu altı ayda bir civardaki bir tatil yerine iki gün dinlen-meye götürüyordu.

Eylül 1982’de gittikleri tatil yeri Monterey civarındaki PajaroDunes’tu. Mac bölümünün elli kadar üyesi bir şöminenin karşısınaoturdular. Jobs da onların karşısına, bir masanın üstüne oturdu. Bir süreusulca konuştuktan sonra bir şövaleye gitti ve düşüncelerini orayayazmaya başladı.

Bunlardan ilki “Taviz vermeyin”di. Bu emir ileride hem faydalı, hemzararlı olacaktı. Teknoloji ekiplerinin hemen hepsi bazı tavizler verirdi.Mac ise Jobs’la yardımcılarının elinden geldiği ölçüde “manyak iyi”olacaktı – ama piyasaya sürülmesi epey gecikecek, on altı ayı bulacak-tı. Jobs işin tamamlanması için belirlenen tarihi söyledikten sonra“kusurlu bir şey üretmektense gecikmenin daha iyi olacağını” söyledi.

177/728

Taviz vermeye razı olan bir proje müdürü olsa, belirli bir tarihten sonradeğişiklikler yapılamayacağını söyleyebilirdi. Ama Jobs öyle yapmadı.Bir başka özlü söz söyledi: “Ürün dağıtımı başlayana kadar tamamlan-mış değildir.”

Bir başka çizelgedeki koan benzeri bir sözün favori özdeyişiolduğunu söyledi bana sonradan. “Yolculuk ödüldür,” sözüydü bu.Mac ekibinin önemli bir görevi olan özel askerler olduğunu vurgula-maktan hoşlanıyordu. Birlikte geçirdikleri süreyi ileride hatırlayıncazor zamanları ya unutmuş olacak ya da gülüp geçeceklerdi ve o dönemihayatlarındaki büyülü bir doruk olarak göreceklerdi.

Sunumun sonunda şunu sordu: “Etkileyici bir şey görmek ister misin-iz?” Aşağı yukarı günlük defteri boyutlarında bir cihaz çıkardı. Cihazınkapağını açınca bunun kucağa konulabilen, klavyesi ve ekranı birbirinedizüstü bilgisayarlardaki gibi menteşelerle tutturulmuş bir bilgisayarolduğu ortaya çıktı. “Hayalim seksenlerin ortalarında ya da sonlarındabunu üretmemiz,” dedi. Geleceği şekillendirecek, kalıcı bir Amerikanşirketi kuruyorlardı.

Sonraki iki gün boyunca çeşitli ekip liderleri ve saygın bilgisayar en-düstrisi analisti Ben Rosen sunumlar yaptılar ve akşamları uzun havuzve dans partileri düzenlendi. Sonunda Jobs kalabalığın karşısına geçipbir konuşma yaptı. “Günler geçtikçe, buradaki elli insanın yaptığı işlerevrene dev bir dalga halinde yayılacak,” dedi. “Biliyorum anlaşmasıbiraz zor biri olabiliyorum, ama hayatımda yaptığım en eğlenceli şeybu.” O dinleyicilerin pek çoğu yıllar sonra “anlaşması biraz zor” kıs-mına gülebildiler ve Jobs’a hak vererek, o dev dalgayı yaratmanın hay-atlarında yaptıkları en eğlenceli şey olduğunu söylediler.

1983 Ocak’ının –Lisa’nın piyasaya sürüldüğü ay– sonunda da tatileçıktılar ve bu sefer Jobs’ın söyledikleri biraz değişikti. Jobs dört ayönce “Taviz Vermeyin!” diye yazmıştı. Bu seferki özlü sözlerindenbiriyse şuydu: “Gerçek Sanatçılar Piyasaya Sürer.” Sinirler gergindi.Piyasaya sürülen Lisa’nın tanıtım röportajlarının dışında bırakılan

178/728

Atkinson, Jobs’ın otel odasına hışımla daldı ve istifa etme tehdidisavurdu. Jobs onu sakinleştirmeye çalıştı, ama Atkinson bunu reddetti.Jobs sinirlendi. “Şimdi bunlarla uğraşacak zamanım yok,” dedi.“Macintosh’un üstünde canla başla çalışan 60 kişi toplantıyı başlat-mamı bekliyorlar.” Sonra Atkinson’ı yana iterek, sadık ekibinekonuşma yapmaya gitti.

Jobs yaptığı şevklendirici konuşmada, Macintosh isminin kullanımıkonusunda McIntosh ses laboratuvarlarıyla yaşadıkları anlaşmazlığıçözdüğünü öne sürdü. (Oysa görüşmeler sürüyordu, ama Jobs ger-çekliği çarpıtma sahasını kullanmanın iyi olacağını hissetmişti.) Birşişe maden suyu çıkarıp, prototipi sahnede sembolik olarak vaftiz etti.Tezahüratları koridordan duyan Atkinson iç geçirerek gruba katıldı.Sonra düzenlenen partide havuza çıplak atlamaları, kumsalda ateş yak-maları ve sabaha kadar yüksek sesle müzik çalmaları otel yetkililerinin(Carmel’deki La Playa Oteli’ydi) onlara bir daha gelmemelerinisöylemesine yol açtı. Jobs birkaç hafta sonra Atkinson’ın Apple “asosi-ye üyesi” yapılmasını ve böylece maaşıyla hisse senedi opsiyonlarınınartmasını ve kendi projelerini seçme hakkına sahip olmasını sağladı.Ayrıca Macintosh’un onun yarattığı çizim programını her başlatışındaekranda “MacPaint by Bill Atkinson”[12] yazısının çıkması konusundaanlaşıldı.

Jobs’ın Ocak tatilindeki bir başka özdeyişi şuydu: “Donanmaya katıl-maktansa korsan olmak daha iyidir.” Ekibine asilik ruhu aşılamayı veişleriyle gurur duyan ama başkalarının fikirlerini çalmaya hazır afilikabadayılar gibi davranmalarını istiyordu. Susan Kare’in dediği gibi:“Kendimizi asker kaçağı gibi hissedelim, böylece hızlı çalışabiliriz,işleri halledebiliriz demek istiyordu.” Ekiptekiler Jobs’ın birkaç haftasonraki doğumgününü kutlamak için, Apple’ın merkezine gidenyoldaki bir reklam panosunu kiraladılar. Afişe şunu yazdırdılar: “28.Yaşın Kutlu Olsun Steve. Yolculuk Ödüldür – Korsanlar.”

179/728

Mac ekibinin en iyi yazılımcılarından biri olan Steve Capps, bu yeniekip ruhunun bir korsan bayrağı asmaya uygun olduğunu düşündü.Siyah kumaştan bir bayrak yaptı ve Kare’in bayrağa kurukafa veçapraz kemikler çizmesini sağladı. Kare’in kurukafaya koyduğu gözbandı Apple logosuydu. Capps bir Pazar gecesi geç saatte, yeni inşaedilmiş binaları Bandley 3’ün çatısına çıktı ve bayrağı inşaat işçileriningeride bıraktığı bir iskele direğine astı. Bayrak orada birkaç haftagururla dalgalandıktan sonra Lisa ekibinden biri gecenin köründe onuçaldı; sonra da rakipleri Mac ekibine bir fidye mesajı gönderdiler.Capps bayrağın geri alınması için yapılan baskına önderlik etti ve onuLisa ekibinin emanet ettiği sekreterden zorla almayı başardı. Apple’ıyöneten yetişkinlerden bazıları Jobs’ın korsan ruhunun çığrından çık-maya başladığından kaygılandılar. “O bayrağı asmaları cidden aptallık-tı,” diyor Arthur Rock. “Şirketin geri kalanına beş para etmediklerinisöylemekti.” Ama Jobs buna bayıldı ve Mac projesi tamamlananakadar bayrağın gururla dalgalanmasını sağladı. “Başımıza buyruktukve insanların bunu bilmesini istiyorduk,” diye anımsıyordu.

Mac ekibinin veteranları Jobs’a karşı gelebileceklerini öğrenmişlerdi.Neyden bahsettiklerini biliyorlarsa Jobs onların itirazlarını hoşgörüyle,hatta gülümseyerek ve takdirle karşılıyordu. 1983’e gelindiğinde,Jobs’ın gerçekliği çarpıtma sahasını en iyi bilen insanlar yeni bir şeykeşfetmişlerdi: Jobs’ın buyruklarını gerekirse sessizce göz ardı edebi-lirlerdi. Sonuçta haklı çıkarlarsa Jobs onların isyanını ve otoriteyiumursamamalarını takdir ederdi. Zaten kendisinin de yaptığı buydu.

Bunun kesinlikle en önemli örneği Macintosh’a disk sürücü seçi-minde görüldü. Apple şirketinin yığın depolama aygıtları üreten birbölümü vardı ve şu ince, narin 5¼ inçlik disketleri okuyup yazabilen,Twiggy kod adlı bir disk sürücü sistemi geliştirmişlerdi (Twiggy’yihatırlayacak kadar yaşlı okuyucular bu disketleri de hatırlayacaktır).Ama 1983 baharında, Lisa piyasaya sürülmeye hazır olduğunda,Twiggy’nin sorunlu olduğu ortaya çıkmıştı. Lisa’nın bir sabit disksürücüsü de olduğundan, bu tamamen felaket değildi. Ama Mac’in

180/728

sabit diski yoktu, dolayısıyla bir krizle karşı karşıyaydı. “Mac ekibipaniklemeye başlıyordu,” diyor Hertzfeld. “Disket niyetine tek birTwiggy sürücüyü kullanıyorduk ve sabit diskimiz yoktu.”

Bu sorunu Ocak 1983’te, Carmel’de yaptıkları tatilde konuştular veDebi Coleman, Jobs’a Twiggy’nin aksama oranını verdi. Jobs birkaçgün sonra, Twiggy’nin imalatını bizzat görmek için arabasına atlayıpApple’ın San Jose’deki fabrikasına gitti. Sürecin her aşamasında ürün-lerin yarısından fazlası reddediliyordu. Jobs açtı ağzını yumdu gözünü.Kıpkırmızı kesilmişti, tükürükler saçarak bağırıyordu, orada çalışanherkesi kovacağını söylüyordu. Mac mühendislik ekibinin şefi BobBelleville onu kibarca otoparka götürdü; orada yürüyüşe çıkıp altern-atifleri konuştular.

Belleville’in araştırdığı seçeneklerden biri, Sony’nin geliştirdiği yenibir 3½ inçlik disk sürücüyü kullanmaktı. Kutusunun plastiği dahasağlam olan bu disk, gömlek cebine sığabiliyordu. Bir başka seçenek,Sony’nin 3½ inçlik disk sürücüsünün klonunu daha küçük bir Japon te-darikçiye, Apple II’nin disk sürücülerini temin eden Alps ElectronicsŞti.’ye yaptırmaktı. Alps o teknolojinin lisansını Sony’den almıştı bileve kendi versiyonlarını zamanında üretebilirlerse çok daha ucuzagelirdi.

Jobs’la Belleville, yanlarına Apple veteranı Rod Holt’u (Jobs’ınApple II’nin ilk güç kaynağını inşa etmesi için işe aldığı kişiyi) alarak,ne yapacaklarına karar vermek için Japonya’ya uçtular. Tokyo’dansürat treniyle Alps’ın tesisine gittiler. Oradaki mühendislerin elindeçalışan bir prototip bile yoktu, kaba bir model vardı sadece. Jobs onuçok beğendi, ama Belleville afallamıştı. Alps’ın o ürünü bir sene içindeMac’te kullanılır hale getirmesinin mümkün olmadığını düşündü.

Diğer Japon şirketlerini ziyaret ettiklerinde Jobs en kötü tavrınıtakındı. Siyah takım elbiseli Japon müdürlerin katıldığı toplantılara kotpantolon ve lastik pabuçlarla gitti. Ona adet yerini bulsun diye verdik-leri ufak tefek hediyelerin çoğunu geride bıraktı ve hediyelere

181/728

hediyeyle karşılık vermedi asla. Mühendisler onu karşılamak içinsıraya dizildiklerinde, eğilerek selam verdiklerinde ve ürünlerini in-celemeye kibarca davet ettiklerinde horgörüyle gülüyordu. Jobs hem ocihazlardan, hem de yağcılıktan nefret etmişti. “Bunu bana neden gös-teriyorsunuz?” diye bağırdı gittikleri bir yerde. “Bu boktan bir şey!Herkes bundan daha iyi bir sürücü yapabilir.” Onu ağırlayan kişilerinçoğu afallasalar da, birkaçı bu tavrı eğlenceli bulmuş gibiydi. Jobs’ınitici tarzından ve küstahlığından bahsedildiğini duymuşlardı ve şimdibizzat tanık oluyorlardı.

Son durakları Tokyo’nun iç karartıcı bir banliyösündeki Sony fab-rikasıydı. Orası Jobs’a düzensiz ve pahalı göründü. İşlerin çoğu elleyapılıyordu. Bundan nefret etti. Otele geri döndüklerinde BellevilleSony’nin disk sürücüsünü kullanmalarını savundu. Ne de olsa bu disksürücüsü kullanıma hazırdı. Jobs itiraz etti. Alps’la çalışıp kendisürücülerini üretmeye karar verdiğini söyledi ve Belleville’e Sony ileyapılan bütün çalışmalara son vermesini emretti.

Belleville, Jobs’ı kısmen göz ardı etmenin en iyisi olduğuna kararverdi. Durumu açıkladığı Mike Markkula ona yakın zamanda ellerindehazır bir disk sürücünün olması için ne gerekiyorsa – Jobs’asöylemeden yapmasını söyledi gizlice. Başlıca mühendislerinindesteğini alan Belleville bir Sony yöneticisine Macintosh’ta kullanıla-cak disk sürücüyü hazırlamalarını söyledi. Alps’ın gecikeceği an-laşılırsa Apple Sony’yle çalışacaktı. Bunun üzerine Sony sürücüyügeliştiren mühendisi gönderdi; Hidetoşi Komoto adlı bu mühendisPurdue mezunuydu ve neyse ki gizli görevine esprili bir şekildeyaklaşıyordu.

Jobs ne zaman şirket ofisinden çıkıp da Mac ekibinin mühendisleriniziyarete gelse –yani neredeyse her ikindi vakti–, mühendisler Ko-moto’yu gizleyecek yer bulmaya çalışıyorlardı telaşla. Bir ara Jobsonunla Cupertino’daki bir gazete bayisinde karşılaştı ve Japonya’dakitoplantıda tanıştıklarını hatırladı, ama bir şeyden şüphelenmedi.

182/728

Durumu keşfetmeye en yaklaştığı zaman, bir gün Komoto ofis kabin-lerinden birinde otururken Jobs’ın Mac çalışma alanına dalıverdiğizamandı. Bir Mac mühendisi Koyoto’yu tutup ona bir hademe dolabınıgösterdi. “Çabuk, bu dolaba saklan. Lütfen! Hemen!” Hertzfeld Ko-moto’nun şaşkın göründüğünü, ama ayağa fırlayıp söyleneni yaptığınıanımsıyor. Komoto o dolapta beş dakika, Jobs gidene kadar durmakzorunda kaldı. Mac mühendisleri özür dilediler. “Sorun değil,” diyekarşılık verdi Komoto. “Ama Amerika’daki iş hayatı çok tuhaf. Çoktuhaf.”

Belleville’in tahmini gerçekleşti. Mayıs 1983’te Alps çalışanlarıSony sürücüsü klonlarını üretmelerinin en az on sekiz ay dahaalacağını söylediler. Pajaro Dunes’da yapılan bir tatilde MarkkulaJobs’ı sıkıştırıp şimdi ne yapacağını sordu. Sonunda Belleville arayagirdi ve Alps sürücüsüne alternatif olabilecek bir sürücüyü kısa süredetemin edebileceğini söyledi. Jobs sadece bir an şaşkın göründü vesonra Cupertino’da Sony’nin bir numaralı disk tasarımcısını görmesin-in sebebini anladı. “Vay orospu çocuğu!” dedi Jobs. Ama sinirlen-memişti. Pişmiş kelle gibi sırıtıyordu. Hertzfeld’in söylediğine göreJobs, Belleville’le diğer mühendislerin ondan gizli yaptıkları şeyi anlaranlamaz “gururunu bir kenara bırakıp onlara kendisine karşı geldiklerive doğru şeyi yaptıkları için teşekkür etti.” Sonuçta onların yerindeolsa, o da aynı şekilde davranırdı.

183/728

14. BölümSculley Girer

Pepsi Challenge

John Sculley ile, 1983

Flört

Mike Markkula Apple’ın başkanı olmayı asla istememişti. Yenievlerini tasarlamaktan, özel uçağıyla uçmaktan ve hisse senedi opsiy-onları sayesinde sürdürdüğü zengin hayatından hoşlanıyordu;tartışmalarda hakem olmaktan ve şişkin egolarla uğraşmaktan hazz-etmiyordu. Mike Scott’ın azledilmesini sağladıktan sonra onun yerinegönülsüzce geçmişti ve karısına bu işin geçici olacağına söz vermişti.1982’nin sonunda, neredeyse iki yıl sonra, karısı ona ültimatom verdi:Hemen yerine geçecek birini bul.

Jobs şirketi yönetmeye hazır olmadığını biliyordu, bunu denemeyi biryönüyle istese de. Küstahlığına karşın kendini tanıyordu. Markkula bukonuda hemfikirdi. Jobs’a hâlâ biraz yontulmamış ve toy olduğunu, buhaliyle Apple’a başkanlık yapamayacağını söyledi. Bunun üzerinedışarıdan birini aramaya giriştiler.

En çok istedikleri kişi Don Estridge’ti; IBM’in kişisel bilgisayarbölümünü sıfırdan kurmuştu ve yarattığı ürün grubu, Jobs’la ekibiaşağılasalar da, Apple’ınkinden fazla satılmaya başlamıştı. Estridgebölümünü Florida’daki Boca Raton’da, New York’taki Armonk’un şir-ket mentalitesinden güvenli bir uzaklıkta kurmuştu. Jobs gibi o da azi-mli, şevklendirici, akıllı ve biraz asiydi; ama Jobs’ın tersine, parlakfikirlerinin başkaları tarafından sahiplenilmesine göz yummayeteneğine sahipti. Jobs Boca Raton’a uçup ona 1 milyon dolar maaşve 1 milyon dolar işe başlama ikramiyesi teklif etti, ama Estridge red-detti. Düşmanın tarafına geçecek tipte bir insan değildi. Ayrıca çalıştığıkurumun parçası olmaktan, korsan değil bahriyeli olmaktan hoşlanıy-ordu. Jobs’ın telefon şirketini kazıklama maceralarını duymuş vehoşlanmamıştı. Nerede çalıştığı sorulduğunda “IBM’de,” diyebilmeyebayılıyordu.

Bunun üzerine Jobs’la Markkula başka birini bulması için GerryRoche’yi, çevresi geniş bir personel avcısını tuttular. Teknolojimüdürlerinde odaklanmamaya karar verdiler. Onların istediği birtüketici pazarı uzmanıydı; reklamdan, pazar araştırmalarından anlayanve Wall Street’te olumlu izlenim uyandıracak saygın biriydi. Rochegözünü zamanın en gözde tüketici pazarı uzmanı olan, PepsiCo’nunPepsi-Cola bölümünün başkanı, Pepsi Challenge reklam kampan-yasıyla büyük başarı kazanmış John Sculley’ye dikti. Jobs Stanford ikt-isat öğrencilerine konuşma yapmaya gittiğinde, daha önce o sınıftakonuşma yapmış olan Sculley hakkında iyi şeyler duydu. Bu yüzdenRoche’ye onunla tanışmaktan memnunluk duyacağını söyledi.

Sculley’nin geçmişi Jobs’ınkinden çok farklıydı. Annesi evdençıkarken beyaz eldiven giyen, Manhattan’ın yukarı doğu yakasındadoğmuş bir ev kadınıydı; babasıysa tam bir Wall Street avukatıydı.Sculley St. Mark’s okuluna gönderilmişti, sonra da Brown’dan mezunolmuş ve Wharton iktisat bölümünü bitirmişti. Ürün geliştirmeyle vebilişim teknolojisiyle pek ilgilenmeyen yaratıcı bir pazarlamacı vereklamcı olarak PepsiCo’da yükselmişti.

185/728

Sculley Noel’de, önceki evliliğinden olma iki ergen çocuğunugörmek için Los Angeles’a uçtu. Çocuklarını bir bilgisayarcıyagötürdüğünde, ürünlerin çok kötü pazarlandığı dikkatini çekti. Çocuk-ları bununla neden ilgilendiğini sorduklarında, Steve Jobs’la görüşmekiçin Cupertino’ya gitmeyi planladığını söyledi. Çocuklar çok heyecan-landılar. Film yıldızlarının arasında büyümüşlerdi, ama Jobs’ı gerçek-ten ünlü biri olarak görüyorlardı. Bunun üzerine Sculley, Jobs’ınyanında çalışmayı daha ciddi düşünmeye başladı.

Apple merkezine varınca gösterişsiz ofisler ve rahat hava dikkatiniçekti. “Oradakilerin çoğu, PepsiCo’nun bakım elemanlarından daha azresmi giyinmişlerdi,” dedi. Öğle yemeğine çıktılar ve Jobs sessizce sal-atasını yedi, ama Sculley çoğu yöneticinin bilgisayar dünyasını fazlasorunlu bulduğunu söyleyince Jobs vaaz moduna geçti. “İnsanların bil-gisayarları kullanma tarzını değiştirmek istiyoruz,” dedi.

Sculley uçakla evine dönerken düşüncelerini yazdı. Sonuçta ortayatüketicilere ve şirket yöneticilerine bilgisayar pazarlamakla ilgili sekizsayfalık bir memo çıktı. Bu memo yer yer biraz fazla iddialı olsa da–altı çizili sözlerle, diyagramlarla ve kutularla doluydu–, Sculley’ningazozdan daha ilginç şeyler satmakla ilgilenmeye başladığını gösteriy-ordu. Önerileri arasında şu vardı: “Müşterileri Apple’ın hayatlarınızenginleştirme potansiyeliyle cezbedecek perakende pazarlama yön-temlerine yatırım yapın!” (Kelimelerin altını çizmekten hoşlanıyordu.)Pepsi’den ayrılmaya hâlâ gönülsüzdü. Ama Jobs ilgisini çekiyordu. “Ogenç, küstah dahi ilgimi çekmişti ve onu biraz daha tanımanıneğlenceli olacağını düşündüm,” diye anımsıyordu.

Dolayısıyla Jobs’ın New York’a bir sonraki gelişinde (Ocak 1983’te,Carlyle Oteli’nde yapılacak Lisa tanıtımı için), Sculley onunla tekrargörüşmeyi kabul etti. Röportajlarla geçen bir günden sonra Apple ekibisüite randevusuz bir ziyaretçinin gelmesine şaşırdı. Jobs kravatınıgevşetti ve Sculley’yi tanıttı; onun Pepsi’nin başkanı ve potansiyel birönemli müşteri olduğunu söyledi. John Couch Lisa’yı tanıtırken Jobs

186/728

zaman zaman araya girip yorumlar yaptı, Lisa’nın insanların bilgisa-yarlarla etkileşiminin doğasını değiştireceğinden bahsederken “devrim-sel” ve “inanılmaz” gibi favori sözcüklerini sık sık kullandı.

Sonra Four Seasons restoranına gittiler; bu şıkır şıkır, zarif veetkileyici mekânı Mies van der Rohe’yle Philip Johnson tasarlamıştı.Jobs özel bir vegan yemeği yerken Sculley Pepsi’nin pazarlamabaşarısından bahsetti. Pepsi Kuşağı reklam kampanyasının sadece birürünü değil, bir hayat tarzını ve iyimser bir bakış açısını sattığınısöyledi. “Bence Apple’ın bir Apple Kuşağı yaratma şansı var,” diyehemfikir oldu Jobs hararetle. Pepsi Challenge reklam kampanyasıysaürünü vurgulamanın bir yoluydu; reklamları, olayları ve halklailişkileri harmanlayıp ses getirmişti. Jobs yeni bir ürünü tüm ülkedeheyecan uyandıracak şekilde tanıtmanın, Apple’de kendisinin ve RegisMcKenna’nın yapmak istediği şey olduğunu söyledi.

Konuşmayı bitirdiklerinde saat geceyarısına geliyordu. “Hayatımınen heyecanlı akşamlarından biri oldu bu,” dedi Jobs, Sculley onaCarlyle’a kadar eşlik ederken. “Ne kadar eğlendiğimi anlatamam.”Sculley o gece Connecticut Greenwich’teki evine dönünce uyuyamadı.Jobs’la konuşmak şişelemecilerle pazarlık yapmaktan çok dahaeğlenceli olmuştu. “Beni şevklendirdi, epeydir bastırdığım yaratıcılıkarzumu harekete geçirdi,” dedi sonradan. Ertesi sabah Roche, Scul-ley’yi aradı. “Dün gece neler yaptınız bilmiyorum, ama Steve’in ağzıkulaklarında resmen,” dedi.

Böylece flört devam etti; Sculley elde edilmesi zor ama imkânsız ol-mayan kişi rolündeydi. Jobs Şubat’ta bir Cumartesi doğuya gelince,limuzinle Greenwich’e gitti. Sculley’nin yeni yaptırdığı cam duvarlıkonağı fazla gösterişli buldu, ama hususi yaptırdığı 135 kiloluk meşekapılara bayıldı; bu kapılar öyle özenli ve dengeli bir şekildetakılmışlardı ki, parmakla dokununca açılıyorlardı. “Steve buna hayrankaldı, çünkü benim gibi o da bir mükemmeliyetçi,” diye anımsıyorduSculley. Böylece sağlıksız bir süreç başladı; Sculley kendinde

187/728

bulunduğunu varsaydığı nitelikleri Jobs’ta görüyor ve ona hayranlıkduyuyordu.

Sculley normalde Cadillac kullanırdı, ama (misafirinin zevkinisezince) karısının üstü açılır Mercedes 450SL’sini alıp Jobs’ı Pepsi’ninyarım kilometrekarelik şirket merkezine götürdü; burası Apple’ınmerkezi gibi sade değil gösterişliydi. Jobs’a göre, yeni doğmuş enerjikdijital ekonomiyle Fortune 500’de yer alan şirketlerin arasındaki farkınsomut örneğiydi bu. Bakımlı arazilerden ve heykelli bir bahçeden(Rodin, Moore, Calder ve Giacometti’nin eserleri vardı) geçenyılankavi yol onları Edward Durrell Stone’un tasarladığı beton ve cambinaya götürdü. Sculley’nin dev ofisinde bir Acem halısı, dokuz pen-cere, küçük bir özel bahçe, gizli bir çalışma odası ve banyo vardı. Jobsşirketin spor salonunu görünce yöneticilerin jakuzili, ayrı bir bölümesahip olmalarına şaşırdı. “Bu tuhaf,” dedi. Sculley hemen hemfikiroldu. “Aslında buna karşıyım ve bazen gidip personel bölümünde eg-zersiz yapıyorum,” dedi.

Bir sonraki görüşmeleri Cupertino’da gerçekleşti; SculleyHawaii’deki bir Pepsi şişelemecileri toplantısına katıldıktan sonra geridönerken oraya uğradı. Macintosh’un pazarlama müdürü Mike Murrayekibi ziyarete hazırlama işini üstlendi, ama asıl hedef ona söylenmedi.“PepsiCo önümüzdeki birkaç yılda binlerce Mac satın alabilir,” dediMacintosh ekibine gönderdiği bir memoda neşeyle. “Bay Sculley ileBay Jobs geçen sene arkadaş oldular. Bay Sculley üst liglerdeki en iyipazarlama başkanlarından biri kabul ediliyor, yani burada iyi zamangeçirmesini sağlayalım.”

Jobs Macintosh’a duyduğu heyecanı Sculley’nin paylaşmasını istiy-ordu. “Bu ürün hayatımda yaptığım her şeyden daha önemli benimiçin,” dedi. “Apple’dakilerin dışında onu gören ilk insan olmanıistiyorum.” Prototipi bir vinil torbadan dramatik bir edayla çıkarıptanıttı. Sculley, Jobs’ı makinesi kadar ilginç buldu. “İş adamından çok

188/728

şovmene benziyordu. Her hareketi hesaplı gibiydi, sanki önceden provayapmıştı.”

Jobs, Hertzfeld’e ve ekibe Sculley’yi eğlendirmek için özel bir ekrangörüntüsü hazırlamalarını söylemişti. “O cidden zekidir,” dedi Jobs.“Ne kadar zeki olduğuna inanamazsınız.” Sculley’nin Pepsi’ye bir sürüMacintosh alabileceği fikri “bana pek inandırıcı gelmedi,” diye anım-sıyordu Hertzfeld, ama o ve Susan Kare bir ekran görüntüsü hazır-ladılar; bunda Apple logosunun yanında Pepsi kapakları ve kutuları be-liriyordu. Hertzfeld öyle heyecanlandı ki demo sırasında elini kolunusallamaya başladı, ama Sculley pek ilgilenmemiş gibiydi. “Birkaç sorusordu, ama çok ilgilenmiş görünmüyordu,” diye anımsıyorduHertzfeld. Aslında Sculley’ye asla ısınamadı. “İnanılmaz samimiyetsizbiriydi, çok yapmacıktı,” dedi sonradan. “Teknolojiyle ilgilenir gibiyapıyordu, ama ilgilenmiyordu. O pazarlamacıydı ve pazarlamacılarböyledir: Yapmacıktırlar.”

Sonunda Jobs Mart’ta New York’a gidince flörtü kör ve köreltici biraşka dönüştürebildi. “Bence aradığım adam sensin gerçekten,” dediJobs, Central Park’ta yürürlerken. “Gelip benimle çalışmanı istiyorum.Senden çok şey öğrenebilirim.” Geçmişte baba figürlerine bağlanmışolan Jobs, Sculley’nin egosunu ve özgüvensiz yönlerini lehine kullan-mayı biliyordu. Taktiği işe yaradı. “Ondan etkilendim,” dedi Sculleysonradan. “Steve hayatımda tanıdığım en zeki insanlardan biriydi. Ben-im gibi o da fikirlere tutkundu.”

Sanat tarihiyle ilgilenen Sculley, Metropolitan Müzesi’ne gitmeleriniistedi; amacı Jobs’ın sahiden başkalarından bir şeyler öğrenmeyegönüllü olup olmadığını anlamak için küçük bir test yapmaktı.“Bilmediği bir konuda bir şeyler öğretilmesine nasıl tepki vereceğinigörmek istiyordum,” diye anımsıyordu. Yunan ve Roma antikalarınınarasından geçerlerken Sculley İÖ 6. yüzyıldaki Arkaik heykel sanatıylabir yüzyıl sonraki Perikles dönemi heykellerinin arasındaki farkı açık-lamaya girişti. Üniversitede tarih eğitimi almamış olan ve ufak tefek

189/728

tarihsel bilgiler edinmeye bayılan Jobs, bu konuyla ilgilenmiş gibiydi.“Çok parlak bir öğrencinin öğretmeni olabileceğim hissine kapıldım,”diye anımsıyordu Sculley. Birbirlerine benzediklerini düşündü yine.“Onda gençlik halimi gördüm. Ben de sabırsız, dikkafalı, küstah, acele-ciydim. Fikirlerle doluydum ve başka hiçbir şeyi umursamıyordumgenellikle. Ben de beklentilerimi karşılamayan insanlara karşıtahammülsüzdüm.”

Uzun yürüyüşlerini sürdürürlerken Sculley tatillerinde Paris’teki SolYaka’ya gidip resim yaptığını söyledi; iş adamı olmasa ressamolacağını söyledi. Jobs ise bilgisayar işine girmese Paris’te yaşayan birşair olabileceği karşılığını verdi. Broadway’den geçip 49. Sokak’takiColony Records mağazasına girdiler ve Jobs burada Sculley’ye sevdiğimüzisyenlerden, Bob Dylan’dan, Joan Baez’den, Ella Fitzgerald’danve Windham Hill plak şirketinin yayınladığı caz albümlerinden bah-setti. Sonra geri dönüp ta Batı Central Park’taki San Remo’ya ve 74.Sokak’a yürüdüler (Jobs burada bir dubleks çatı dairesi satın almayıplanlıyordu).

Anlaşmaları teraslardan birinde, açık havada gerçekleşti; Sculleyduvara yakın duruyordu, çünkü yüksekten korkardı. Önce parameselesini konuştular. “Ona 1 milyon dolar maaş, 1 milyon dolar işebaşlama ikramiyesi ve ayrılmak istersem 1 milyon dolar tazminat is-tediğimi söyledim,” diyor Sculley. Jobs bu isteklerin karşılanabile-ceğini öne sürdü. “Kendi cebimden vermek zorunda kalsam bile,” dedi.“Bu sorunları bir şekilde çözmeliyiz, çünkü şimdiye kadar tanıştığımen uygun insansın sen. Tam Apple’a göre olduğunu biliyorum veApple en iyisini hak ediyor.” Daha önce hiç gerçekten saygı duyduğubirinin emrinde çalışmadığını, ama Sculley’nin kendisine en çok şeyöğretebilecek kişi olduğunu bildiğini söyledi. Jobs ona gözlerinikırpmadan bakıyordu. Sculley onun siyah saçlarının gürlüğüne şaşırdı.

Sculley son anda cayar gibi oldu; belki de sadece arkadaş kalmalarıgerektiğini, Jobs’a dışarıdan tavsiyeler verebileceğini söyledi. O doruk

190/728

anını sonradan şöyle anlattı: “Steve başını eğmişti, ayaklarına bakıy-ordu. Ağır, gergin bir sessizlikten sonra bana günlerce kafamı kur-calayacak şu soruyu sordu: ‘Hayatının geri kalanını şekerli su satarakmı geçirmek istiyorsun, yoksa dünyayı değiştirme fırsatına sahip olmakmı?’”

Sculley karnına yumruk yemiş gibi hissetti. Teslim olmaktan başkayapabileceği bir şey yoktu. “İstediği şeyleri hep elde etmek, insanlarıniçini okumak ve onları tam olarak nasıl etkileyeceğini bilmek ko-nusunda tuhaf bir yeteneği vardı,” diye anımsıyordu Sculley. “Hayırdiyemeyeceğimi dört ay sonra ilk kez fark ettim.” Kış güneşi batmayabaşlamıştı. Daireden çıktılar ve parktan geçip Carlyle’a geri döndüler.

Balayı

Markkula, Sculley’yi 500.000 dolar maaşa ve bir o kadar ikramiyeyeikna etmeyi başardı ve Sculley California’ya Mayıs 1983’te, tam Appleyöneticilerinin Pajaro Dunes’ta tatil yapacağı sırada geldi. Sculleyyanına tek bir siyah takım elbise almış olsa da, Apple’daki rahat or-tama alışmakta hâlâ zorlanıyordu. Jobs toplantı salonunun önündeyerde bağdaş kurup, çıplak ayaklarının baş parmaklarıyla oynuyordudalgın dalgın. Sculley gündem belirlemeye çalıştı; ürünlerini –Apple II,Apple III, Lisa ve Mac– birbirinden farklılaştırmanın yollarını ve şir-keti ürün gruplarında mı, pazarlarda mı yoksa işlevlerde mi odak-lanarak organize etmenin daha mantıklı olduğunu tartışacaklardı. Oysainsanlar akıllarına gelen alakasız fikirleri söylemeye, sızlanmaya veağız dalaşına başladılar.

Jobs bir ara Lisa ekibini başarısız bir ürün ürettikleri için eleştirdi.“İyi de,” diye bağırdı biri, “sen daha Macintosh’u tamamlamadın bile!Neden başkalarını eleştirmeden önce piyasaya bir ürün sürmüyorsun?”Sculley afalladı. Pepsi’de kimse yönetim kurulu başkanına böyle dikle-nemezdi. “Oysa burada herkes Steve’e saldırıyordu.” Aklına Apple’ınreklam pazarlamacılarından birinden duyduğu eski bir espri geldi:

191/728

“Apple’la izcilerin arasındaki fark nedir? İzcilerin başında bir yetişkinbulunur.”

Tartışırlarken küçük bir deprem odayı sarsmaya başladı. “Sahilekoşun,” diye bağırdı birisi. Herkes kapıdan dışarı fırlayıp sahile koştu.Sonra birisi son depremin dev bir dalgaya yol açtığını söyledi. Bu seferdönüp zıt yönde koşmaya başladılar. “Kararsızlık, çelişkili öneriler,doğal felaket... bütün bunlar ileride olacakların habercisiydi,” dediSculley sonradan.

Farklı ürün gruplarının arasındaki rekabet ciddiydi, ama eğlenceli birtarafı da vardı, korsan bayrağı meselesinde görüldüğü gibi. JobsMacintosh ekibinin haftada doksan saat çalıştığını söyleyip övününceDebi Coleman üstünde “HAFTADA 90 SAAT ÇALIŞIYORUM VEBUNA BAYILIYORUM!” yazılı kapşonlu svetşörtler yaptırdı. Bununüzerine Lisa ekibi “Haftada 70 saat çalışıyorum ve piyasaya ürünlersürüyorum” yazılı tişörtler yaptırdı. Yavaş çalışan ama kârlı ürünlerüreten Apple II ekibiyse “Haftada 60 saat çalışıyorum – ve Lisa’ylaMac’in masraflarını karşılayacak parayı kazanıyorum” yazısıylakarşılık verdi. Jobs Apple II’de çalışanlardan küçümseyerek, “Clydes-dayle atları” şeklinde bahsetse de o yük beygirlerinin Apple arabasınıasıl çekenler olduklarının can sıkıcı bir şekilde farkındaydı.

Jobs bir Cumartesi sabahı Sculley’yle karısı Leezy’yi kahvaltıya dav-et etti. O sıralar Los Gatos’daki hoş ama sıradan, Tudor tarzı bir evde,o zamanki kız arkadaşı Barbara Jasinski’yle birlikte kalıyordu; Jasin-ski, Regis McKenna’nın yanında çalışan zeki ve çekingen bir dilberdi.Leezy bir tava getirip vejetaryen omleti yaptı (Jobs katı vegan diyetineara vermişti). “Çok mobilyam yok, kusura bakmayın,” diye özür dilediJobs. “Almaya fırsat bulamadım henüz.” Süregelen tuhaflıklarındanbiriydi bu: Zanaatçılık konusundaki titizliği ve sadelik düşkünlüğü se-bebiyle, sadece çok beğendiği eşyaları almak istiyordu. Bir Tiffanylambaya, bir antika yemek masasına ve Sony Trinitron’a bağlı birlazerdisk oynatıcıya sahipti, ama kanepelerle koltuklar yerine yerde

192/728

strafor minderler vardı. Bu hayat tarzını kendi kariyerinin başındaki,“New York’taki sıkış tıkış bir dairedeki dağınık ve sade hayatına” ben-zetme hatasına düşen Sculley gülümsedi.

Jobs Sculley’ye genç yaşta öleceğini düşündüğünü, bu yüzden Si-likon Vadisi tarihine geçmek için çabucak bir şeyler başarması gerek-tiğini söyledi. “Bu dünyada hepimizin zamanı az,” dedi Sculley’lere, osabah masada otururlarken. “Gerçekten muhteşem çok az şey başarmaşansımız var herhalde. Hiçbirimiz bu dünyada ne kadar kalacağımızıbilmiyoruz, ben de bilmiyorum, ama hâlâ gençken bir sürü şeybaşarmam gerektiğini hissediyorum.”

Jobs’la Sculley ilişkilerinin ilk aylarında günde onlarca kez konuşuy-orlardı. “Steve’le ben can dostu olduk, neredeyse birbirimizin en yakındostu olduk,” diyor Sculley. “Birbirimizin sözünü kesip duruyorduk.”Jobs Sculley’yi övüyordu sürekli. Bir meseleyi konuşmak içinuğradığında “Senden başkası anlamaz,” diyordu. Birbirlerini tanımak-tan ve birlikte çalışmaktan ne kadar mutlu olduklarını birbirlerine sıksık, hatta kaygı verici olması gereken kadar sık söylüyorlardı. Ve Scul-ley her fırsatta Jobs’la arasında benzerlikler bulup söylüyordu:

Birbirimizin cümlelerini tamamlayabiliyorduk çünkü aynı frekanstaydık. Stevebeni sabahın 2’sinde arayıp uyandırıyordu ve durup dururken aklına gelivermişbir fikirden bahsediyordu. “Selam! Benim,” diyordu sersemlemiş haldeki banamasumca, saatin hiç farkında olmadan. Tuhaf bir şekilde, Pepsi’deyken ben deaynısını yapardım. Steve sunumlar üstünde çok çalışıyordu, slaytlar ve metinlerhazırlıyordu titizce. Pepsi’deki ilk zamanlarımda ben de yapacağım konuşmalarıönemli bir yönetim aracı olarak kullanmaya çalışırdım. Genç bir yöneticiykenişleri çabucak halletmek isterdim ve bizzat halletmemin daha iyi olacağınıdüşünürdüm genellikle. Steve de öyleydi. Bazen Steve’e bakarken, onu bir filmdebeni canlandıran bir oyuncu gibi görüyordum. Aramızdaki benzerlikler tuhaftı vegeliştirdiğimiz muhteşem simbiyozun sebebiydi.

Oysa kendini kandırmaktı bu, belaya davetiye çıkarmaktı. Jobs bunubaştan sezmeye başladı. “Dünyaya, insanlara bakış açılarımız farklıydı,değer yargılarımız farklıydı,” diyor Jobs. “Sculley’nin gelmesinden

193/728

birkaç ay sonra bunu fark etmeye başladım. İşleri çabuk öğrenmiyorduve terfi ettirmek istediği insanlar genellikle geri zekâlılardı.”

Ama Jobs, Sculley’nin birbirlerine çok benzedikleri inancınıdestekleyerek onu manipüle edebileceğini biliyordu. Ve Sculley’yimanipüle ettikçe horgörmeye başladı. Mac grubundaki Joanna Hoff-man gibi dikkatli gözlemciler durumu kısa sürede fark ettiler ve oikisinin eninde sonunda yaşayacağı kopuşun kavgalı olacağını an-ladılar. “Steve, Sculley’ye kendini özel hissettiriyordu,” diyor Hoff-man. “Sculley daha önce kendini özel hissetmemişti hiç. Steve onunaslında sahip olmadığı özelliklerini övdükçe Sculley ona daha çokbağlanıyordu. Yani Sculley pohpohlandıkça Steve’i daha çok sevdi.Sculley’nin bütün bu özelliklere sahip olmadığı anlaşılınca, Steve’ingerçekliği çarpıtma sahası gerginliğe yol açtı.”

Sonunda Sculley de Steve’den soğumaya başladı. Düzgün işlemeyenbir şirketi çekip çevirmeye kalkmasına yol açan zaaflarından biri başkainsanları memnun etme arzusuydu, ki Jobs’la paylaşmadığı bir yönüy-dü bu. Daha basit bir ifadeyle, Sculley kibar bir insandı, Jobs isedeğildi. Dolayısıyla Sculley, Jobs’ın iş arkadaşlarına kaba davran-masına itiraz etmeye başladı. “Gecenin 11’inde Mac binasına gidiy-orduk,” diye anımsıyor, “ve ona kodlar getirip gösteriyorlardı. Bazenkodlara bakmıyordu bile. Direkt reddediyordu. Ben de nasıl öyle red-dedebilirsin diyordum. O da ‘Daha iyisini yapabileceklerini biliyorum,’diyordu.” Sculley ona akıl hocalığı yapmaya çalıştı. “Kendini dizginle-meyi öğrenmelisin,” dedi bir seferinde. Jobs buna katıldı, ama hislerinisüzgeçten geçirmek doğasında yoktu.

Sculley Jobs’ın değişken kişiliğinin ve insanlara karşı tutarsız tavır-larının psikolojik kökenli olduğuna, belki de hafif bir bipolar bozukluk-tan kaynaklandığına inanmaya başladı. Jobs çok değişebiliyordu.Bazen çok neşeliyken bazen depresif oluyordu. Bazen durup dururkenesip gürlemeye başlıyordu ve Sculley onu sakinleştirmek zorunda

194/728

kalıyordu. “Yirmi dakika sonra yine telefon çalıyordu, oraya gelmemiçünkü Steve’in yine kafayı yediğini söylüyorlardı,” diyor.

İlk büyük anlaşmazlıkları Macintosh’un fiyatlandırılması üstüneoldu. Başta 1.000 dolarlık bir makine olarak düşünülmüştü, amaJobs’ın tasarım değişiklikleri maliyeti öyle arttırmıştı ki şimdiki planmakineyi 1.995 dolara satmaktı. Ancak Jobs’la Sculley dev bir reklamkampanyası planlamaya başladıklarında Sculley fiyatı 500 dolar dahaarttırmaları gerektiğine karar verdi. Ona göre pazarlama giderleri diğerüretim giderlerinden farksızdı ve fiyata yedirilmesi gerekiyordu. Jobsısrarla reddetti. “Temsil ettiğimiz her şeye aykırı olur bu,” dedi.“Amacım kârı arttırmak değil, devrim yapmak.” Sculley seçeneklerinbasit olduğunu söyledi: Ya makine 1.995 dolara satılacaktı ya da büyükbir reklam kampanyası yapılacaktı, ama ikisi birden olmazdı.

“Bundan hoşlanmayacaksınız,” dedi Jobs Hertzfeld’le diğermühendislere, “ama Sculley Mac’i 1.995 dolara değil 2.495 dolara sat-mamızda diretiyor.” Mühendisler sahiden de dehşete kapıldılar.Hertzfeld Mac’i kendileri gibi insanlar için tasarladıklarını, onu pa-halıya satmanın savundukları şeylere “ihanet” olacağını söyledi. Bununüzerine Jobs onlara söz verdi: “Merak etmeyin, ona izin vermeye-ceğim!” Ama sonunda Sculley kazandı. Jobs 25 yıl sonra bile o kararıhatırlayınca sinirlendi. “Macintosh’un satışlarının azalmasının ve Mi-crosoft’un pazarı ele geçirmesinin en büyük sebebi bu,” dedi. Bu kararürününün ve şirketinin kontrolünü yitirmeye başladığını hissetmesineyol açtı, ki bir kaplana köşeye sıkıştığını hissettirmek kadar tehlikeliydibu.

195/728

15. BölümMacintosh Piyasaya Sürülüyor

Evrende Bir İz

“1984” Reklamı

Gerçek Sanatçılar Piyasaya Sürer

Ekim 1983’te Hawaii’de düzenlenen Apple satış konferansının doruknoktası, Jobs’ın “Flört Oyunu” adlı bir TV şovundan esinlenereksahnelediği bir skeçti. Jobs sunucu rolünü oynadı, üç yarışmacısıysaBill Gates ve başka iki yazılım yöneticisi, Mitch Kapor ve Fred Gib-bons’tu. Şovun akılda kalıcı tema şarkısı çalarken üçü taburelerineoturup kendilerini tanıttılar. Lise ikinci sınıf öğrencisi gibi görünenGates “Microsoft 1984’te gelirinin yarısını Macintosh için yazdığıyazılımlardan elde etmeyi planlıyor,” deyince alkışlar koptu. Sinekkay-dı tıraş olmuş, yerinde duramayan Jobs sırıtarak ona Macintosh’un yeniişletim sisteminin, endüstrinin yeni standartlarından biri olacağınıdüşünüp düşünmediğini sordu. Gates şöyle yanıtladı: “Yeni bir standartyaratmak için biraz farklı değil, gerçekten yepyeni ve insanların hayalgücünü harekete geçiren bir şey üretmek gerekir. Ve Macintosh hay-atımda gördüğüm, bu standarda uyan tek makine.”

Gates bunları söylese de Microsoft, Apple’ın işbirlikçisinden çokrakibi haline gelmekteydi. Apple için uygulama yazılımları (örneğinMicrosoft Word) üretmeyi sürdürecekti, ama gelirinin giderek dahafazlasını IBM kişisel bilgisayar için yazdığı işletim sistemindenkazanacaktı. Geçen sene 279.000 Apple II satılmıştı, IBM PC ve klon-larıysa 240.000 adet satılmıştı. 1983 rakamlarıysa çok farklıydı:420.000 Apple II’ye karşılık 1,3 milyon IBM ve klonları. Ayrıca AppleIII ve Lisa tutmamıştı.

Tam Apple’ın satış ekibi Hawaii’ye gelirken, Business Week dergisikapağında bu değişimden bahsetti. Başlık şuydu: “Kişisel Bilgisayar-lar: Ve Kazanan... IBM:” Dergideki yazıda IBM PC’nin yükselişiayrıntılarıyla anlatılıyordu. “Pazar üstünlüğü savaşı bitti bile,” diye ilanediyordu dergi. “IBM son iki senede şaşırtıcı bir performans sergi-leyerek pazarın %26’dan fazlasını ele geçirdi ve 1985’e kadar dünyapazarının yarısını ele geçirmesi bekleniyor. Pazarın %25’i de IBM’leuyumlu makinelere ait olacak.”

Bu durum Ocak 1984’te, yani üç ay sonra piyasaya sürülecek olanMacintosh’un başarısını iyice gerekli kılmıştı. Jobs satış konferansındasonuna kadar mücadele etmeye karar verdi. Sahneye çıkıp IBM’in1958’den beri yaptığı hataları anlattı ve şimdi de kişisel bilgisayar paz-arını ele geçirmeye çalıştığını söyledi. “Büyük Mavi bütün bilgisayarendüstrisinin hâkimi mi olacak? Bütün enformasyon çağının? GeorgeOrwell 1984’i yazmakta haklı mıydı?” O anda tavandan bir ekran indive Macintosh’un altmış saniyelik televizyon reklamının (bir bilimkur-gu filmini andırıyordu) ön izlemesi başladı. Bu reklam birkaç ay sonratarihe geçecekti. Ama şimdilik Apple’ın demoralize olmuş satış ekibin-in moralini yükseltmeye yaradı. Jobs kendini karanlığın güçleriylesavaşan bir asi olarak görmekle motive etmişti hep. Şimdiyse askerler-ini de aynı şekilde motive edebiliyordu.

Bir engel daha vardı. Hertzfeld’le diğer sihirbazların Macintosh’unkodunu yazmayı bitirmeleri gerekiyordu. Makine 16 Ocak Pazartesi

197/728

günü piyasaya sürülecekti. Bu tarihten bir hafta önce mühendisler işler-ini zamanında bitiremeyeceklerini bildirdiler. Kodda bazı sorunlarvardı.

Jobs Manhattan’daki Grand Hyatt’taydı, basın ön izlemelerine hazır-lanıyordu; bu yüzden Pazar sabahı telefonla toplantı yapılması karar-laştırıldı. Yazılım müdürü Jobs’a durumu sakince açıkladı, Hertzfeld’lediğerleriyse hoparlörlü telefonun etrafında toplanıp kaygıylabeklediler. Fazladan iki haftaya ihtiyaçları vardı sadece. Dağıtımcılaragönderilecek ilk mallarda yazılımın “demo” versiyonu bulunabilirdi veay sonunda yeni kod tamamlanır tamamlanmaz bunlar değiştirilebilirdi.Bir an sessizlik oldu. Jobs kızmadı. Tersine soğuk, ciddi bir seslekonuştu. Onlara gerçekten muhteşem olduklarını söyledi. Hatta öylemuhteşemdiler ki, Jobs bu işin altından kalkabileceklerini biliyordu.“Gecikmek yok!” dedi. Bandley binasının iş alanındakiler hep birağızdan hayret nidası attılar. “Bu işle aylardır uğraşıyorsunuz, iki haftaçok fark etmez. Halledin gitsin. Bir hafta sonra dağıtacağım mak-inelerde o kod olacak ve her makinede isminiz yazacak.”

“Eh, kodu bitirmek zorundayız,” dedi Steve Capps. Ve bitirdiler.Jobs’ın gerçekliği çarpıtma sahası onları imkânsız sandıkları bir şeyibaşarmaya itti bir kez daha. Cuma günü Randy Wigginton dev bir torbadolusu çikolata kaplı espresso çekirdeği getirdi, sabahlayacakları sonüç gece için. Jobs Pazartesi günü sabah 8:30’da işe gelince Hertzfeld’inkanepede neredeyse koma halinde yattığını gördü. Son bir küçükpürüzden bahsettiler birkaç dakika; Jobs bunun önemli olmadığınısöyledi. Hertzfeld mavi Volkswagen Rabbit’ine (plakası: MACWIZ)güçlükle gitti ve yatmak için eve yollandı. Kısa süre sonra Apple’ınFremont fabrikasından, üstünde renkli Macintosh çizimleri bulunankutular çıkmaya başladı. Gerçek sanatçılar piyasaya sürer, demişti Jobsve Macintosh ekibi bunu yapmıştı.

1984 Reklamı

198/728

Jobs 1983 baharında Macintosh’un piyasaya sürülmesini planlamayabaşlarken, yarattıkları ürün kadar çığır acıcı ve şaşırtıcı bir reklam is-tedi. “İnsanların apışıp kalmalarına yol açacak bir şey istiyorum,” dedi.Bu görev Chiat/Day reklam ajansına verildi, çünkü bu ajans RegisMcKenna’nın reklam şirketini satın almıştı. Projenin başına, ajansınLos Angeles’daki Venice Beach şubesinin yaratıcı yönetmeni olan sırıkgibi, gür sakallı, dağınık saçlı, aptal aptal sırıtan, parlak gözlü, LeeClow adlı bir plaj düşkünü getirilmişti. Clow deneyimli veeğlenceliydi, rahat ama dikkatli çalışıyordu; Jobs’la otuz yıl sürecek birarkadaşlık kurdu.

Clow ve ekibinden iki kişi –metin yazarı Steve Hayden ve sanatyönetmeni Brent Thomas– George Orwell’ın romanına göndermeyapan bir slogan bulmuşlardı: “1984 neden 1984 gibi olmayacak?”Jobs buna bayıldı ve onlara Macintosh’un piyasaya sürüleceği sıradareklamın hazır olmasını istediğini söyledi. Bunun üzerine bilimkurgufilmini andıracak, altmış saniyelik bir reklamın görsel senaryo taslağınıhazırladılar. Taslakta asi bir genç kadın Orwellvari düşünce polisindenkaçıyordu ve Büyük Birader’in zihin kontrolüne yönelik konuştuğu birekrana balyoz fırlatıyordu.

Bu fikir kişisel bilgisayar devriminin ruhunu yansıtıyordu. Pek çokgenç, özellikle de karşıkültürden olanlar bilgisayarları Orwellvarihükümetler ve dev şirketler tarafından bireyselliği yok etmekte kul-lanılabilecek araçlar olarak görmüşlerdi. Ama 1970’lerin sonlarınagelindiğinde bilgisayarlar artık kişisel özgürlük sağlayabilecek araçlarolarak da görülüyorlardı. Reklamda Macintosh bu ikinci davanın birsavaşçısı olarak gösteriliyordu – havalı, asi ve kahraman bir şirket,büyük şeytani şirketin dünyayı ele geçirme ve zihinleri tamamen kon-trol etme planını engelleyebilecek tek şeydi.

Jobs bundan hoşlandı. Hatta reklamın konseptini kendine yakınbuldu. Kendini bir asi olarak görüyordu ve Macintosh ekibine aldığıkılıksız hackerlerın ve korsanların değer yargılarını benimsemekten

199/728

hoşlanıyordu. Binalarının tepesine korsan bayrağı asmışlardı. JobsApple şirketini kurmak için Oregon’daki elma komününden ayrılsa da,şirket kültüründen çok karşıkültüre ait biri olarak görülmek istiyorduhâlâ.

Ama hacker ruhundan giderek uzaklaştığının içten içe farkındaydı.Hatta onu döneklikle suçlayanlar bile çıkabilir. Wozniak Apple I’intasarımını bedavaya paylaşmakla Homebrew etiğine sadık kalırken,kartları diğer üyelere parayla satmalarında direten Jobs olmuştu.Apple’ı bir şirkete dönüştürmek, halka açmak ve hisse senedi opsiyon-larını garajdayken yanlarında olan arkadaşlarına bedavaya dağıtmamakisteyen de oydu, Wozniak’ın gönülsüzlüğüne karşın. Şimdiyse Macin-tosh’u piyasaya sürmek üzereydi ve bunun hacker etiğinin birçokilkesinin ihlali olduğunu biliyordu. Makine fazla pahalıydı. Jobs mak-inenin slotsuz olmasına karar vermişti, yani amatörler ona kendi geniş-letme kartlarını bağlayamayacak ve anakarta yeni işlevler ekleyemeye-ceklerdi. Hatta bilgisayarı içine bakılamayacak şekilde tasarlamıştı.Sırf plastik kasayı açmak için bile özel aletler gerekiyordu. Macintoshkapalı ve kontrollü bir sistemdi, bir hackerdan çok Büyük Biradertarafından tasarlanmış gibiydi.

Yani “1984” reklamı Jobs’ın arzuladığı özimajı kendine ve dünyayakabullendirmesinin bir yoluydu. Reklamdaki kadın kahraman kuruludüzeni yıkmaya soyunmuş bir asiydi ve üstündeki bembeyaz badiyeMacintosh resmi çizilmişti. Yeni filmi Blade Runner’la büyük başarıkazanan Ridley Scott’ı yönetmen olarak tutan Jobs, kendisini veApple’ı dönemin siperpunk etiğini destekliyormuş gibi gösterebildi.Apple bu reklam sayesinde kendini farklı düşünen asilerle ve hacker-larla özdeşleştirebildi ve Jobs kendini onlarla özdeşleştirme hakkınıgeri kazanabildi.

Sculley görsel senaryo taslaklarını görünce başta beğenmedi, amaJobs çığır açıcı bir şeye ihtiyaçları olduğunu söyledi ısrarla. Sırf reklamfilminin çekimi için 750.000 dolar gibi eşi görülmemiş bir bütçe

200/728

almayı başardı. Ridley Scott reklam filmini Londra’da çekti veekrandaki Büyük Birader’i büyülenmişçesine dinleyen kalabalıkta düz-inelerce gerçek dazlağı kullandı. Kadın kahraman rolü bir kadın diskatıcıya verildi. Metalik gri tonların hâkim olduğu soğuk bir endüstriyeldekor kullanan Scott, Blade Runner’ın distopik atmosferini canland-ırdı. Reklam filminde, tam ekrandaki Büyük Birader’in “Başaracağız!”dediği anda kadın kahramanın fırlattığı balyoz ekranı parçalıyor veekran ışık ve duman saçarak buharlaşıyor.

Jobbs reklamı Hawaii’de Apple satış ekibine izletince, reklamabayıldılar. Bunun üzerine reklamı yönetim kuruluna Aralık 1983’tekitoplantıda izletmeye karar verdi. Yönetim kurulu odasının ışıklarıtekrar yandığında herkes suskundu. Macy’s California’nın CEO’suPhilip Schlein başını masaya koymuştu. Markkula sessizcebakakalmıştı ve başta reklamın gücünden etkilenmiş gibiydi. Sonrakonuştu. “Yeni bir ajans bulmak isteyenler?” Sculley şöyle hatırlıyor:“Çoğu onun hayatlarında izledikleri en berbat reklam olduğunudüşündüler.”

Sculley kaygılandı. Chiat/Day’e satın aldıkları iki reklam süresini–biri 60, diğeri 30 saniyeydi– satmalarını söyledi. Jobs küplere bindi.Son iki yıldır Apple’a arada sırada uğrayan Wozniak bir akşam Macin-tosh binasına girdi. Jobs onu tutup “Gel de şuna bak,” dedi. Bir VCRçıkarıp reklamı izletti. “Hayretler içinde kaldım,” diye anımsıyor Woz.“Hayatımda izlediğim en inanılmaz şey olduğunu düşündüm.” Jobsyönetim kurulunun bu reklamı Super Bowl[13]’da oynatmamaya kararverdiklerini söyleyince Wozniak reklamı oynatmanın bedelini sordu.Jobs 800.000 dolar dedi. Wozniak her zamanki iyi kalpliliğiyle hemen“Eh, yarısını sen ver, yarısını da ben vereyim,” teklifinde bulundu.

Sonunda buna gerek kalmadı. Ajans 30 saniyelik reklam süresini sat-tı, ama uzun olanı satmayıp pasif direnişte bulundu. “Onlara 60 saniye-lik süreyi satamadığımızı söyledik, ama aslında uğraşmamıştık,” diyeanımsıyor Lee Clow. Sculley belki de yönetim kuruluyla veya Jobs’la

201/728

arasının bozulmasını istemediğinden, ne yapılacağını pazarlama şefiBill Campbell’ın belirlemesine karar verdi. Eski futbol koçu Campbelluzun bombayı atmaya karar verdi. “Bence denemeliyiz,” dedi ekibine.

18. Super Bowl’un üçüncü çeyreğinde, maçın hâkimi Raiders Red-skin’e karşı sayı bulunca ülkenin dört bir yanındaki televizyon ekran-ları, pozisyonun tekrarını göstereceğine tam iki saniye boyuncaürkütücü bir şekilde karardı. Sonra marş adımlarıyla yürüyen robot-laşmış insanların tuhaf, siyah beyaz görüntüsü belirdi ve ürkünç birmüzik başladı. 96 milyondan fazla insan, daha önce gördükleri hiçbirreklama benzemeyen bir reklamı seyrettiler. Reklamın sonunda, robot-laşmış insanlar Büyük Birader’in buharlaşmasını dehşetle seyrederken,bir ses sakince konuştu: “24 Ocak’da Apple Computer Macintosh’usunacak. Ve 1984’ün neden 1984 gibi olmayacağını göreceksiniz.”

Bu reklam fenomen oldu. O akşam üç şebekenin tamamı ve elli yerelistasyon haberlerinde reklamdan bahsederek, YouTube’un olmadığı ozamanda eşi görülmemiş bir şekilde tanınmasını sağladılar. Reklamsonunda Tv Guide ve Advertising Age tarafından tüm zamanların en iyireklamı seçildi.

Şöhret Patlaması

Yıllar geçtikçe Steve Jobs ürün lansmanlarının büyük üstadı olacaktı.Macintosh vakasında, Ridley Scott’ın muhteşem reklamı başarıkazandıran unsurlardan sadece biriydi. Bir başka unsursa medyaydı.Jobs medyayı öyle iyi kullanmayı başarıyordu ki, uyandırdığı ilgi birzincirleme reaksiyon gibi kendi kendini besleyerek büyüyordu. Bunu1984’teki Macintosh’tan 2010’daki iPad’e dek, piyasaya ne zamanönemli bir ürün sürecek olsalar yapmayı başardı. Aynı numarayı bir si-hirbaz gibi tekrarlayabiliyordu; muhabirler o numarayı birçok kezgörmüş olsalar ve nasıl yapıldığını bilseler bile, yine de etkisinekapılıyorlardı. Bazı taktiklerini kibirli muhabirleri idare etmekte vepohpohlamakta usta olan Regis McKenna’dan öğrenmişti. Ama Jobsmuhabirleri heyecanlandırmayı, rekabet güdülerini manipüle etmeyi ve

202/728

sadece onlarla röportaj yapması karşılığında olumlu yazılaryazmalarını sağlamayı içgüdüsel olarak biliyordu.

Aralık 1983’te haşarı mühendislik sihirbazlarını, Andy Hertzfeld’leBurrell Smith’i yanına alıp New York’a, Newsweek dergisine götürdü;dergide “Mac’i yaratan çocuklar” adlı bir yazı yayınlanacaktı. Macin-tosh’un tanıtımını yapmalarından sonra yukarı çıkarılıp, derginin yeniolan her şeye yoğun ilgi duyan efsanevi sahibi Katherine Graham’latanıştırıldılar. Dergi Hertzfeld’le Smith’i, yanlarına bir teknoloji yaz-arıyla bir fotoğrafçı verip Palo Alto’ya gönderdi. Sonuçta dergide oikisiyle ilgili, dört sayfalık hoş bir yazı çıktı; evde çekilmiş fotoğra-flarında yeni çağın melekleri gibi görünüyorlardı. Yazıda Smith’inşimdi ne yapmak istediği konusundaki şu sözüne yer veriliyordu: “90’lıyılların bilgisayarını yaratmak istiyorum. Ama hemen yarın.” YazıdaSmith’in patronunun değişkenliğiyle karizmasından da bahsediliyordu.“Jobs’ın fikirlerini bağıra çağıra savunduğu oluyor ve savurduğu te-hditler her zaman boş değil; söylentiye göre Jobs, bilgisayarlarında de-mode bulduğu imleç tuşlarının olmasında direten çalışanlarını iştenkovmakla tehdit etmiş. Ama Jobs en iyi halindeyken ilginç bir karizmave sabırsızlık karışımı sergileyebiliyor, bazen kurnazca ihtiyatlı dav-ranırken bazen favori coşku ifadesini kullanıp ‘Manyak iyi,’diyebiliyor.”

O sıralar Rolling Stone’da çalışan teknoloji yazarı Steven Levy,Jobs’la röportaj yapmaya geldi; Jobs derginin kapağına Macintoshekibinin konmasında ısrar etmeye başladı hemen. “Jann Wenner’inkapağa Sting’in yerine bir grup bilgisayar uzmanını koyması ihtimalikatrilyonda bir,” diye düşündü Levy ve haklıydı. Jobs, Levy’yi birpizzacıya götürdü ve ısrarı sürdürdü: “Rolling Stone’un durumu sal-lantıda, berbat yazılar yayınlıyor, yeni konu ve yeni okuyucu sıkıntısıçekiyor. Mac onun kurtuluşu olabilir!” Levy ise aynı fikirde değildi.Rolling Stone’un aslında gayet iyi bir dergi olduğunu söyledi; Jobs sonzamanlarda dergiyi okumuş muydu hiç? Jobs bir uçak yolcu-luğundayken dergideki MTV’yle ilgili bir yazıyı okuduğunu ve

203/728

“boktan” bulduğunu söyledi. Levy o yazıyı kendisinin yazdığınısöyledi. Jobs’ın hakkını teslim etmek gerekir, geri adım atmadı; amahedef değiştirip Time’ı geçen seneki ağır eleştirileri yüzünden eleştirdi.Sonra Macintosh’tan felsefi bir şekilde bahsetmeye başladı. “Bizdenönceki insanların kaydettiği gelişmelerden faydalanıyoruz ve yarattık-ları şeyleri kullanıyoruz sürekli,” dedi. “İnsanoğlunun deneyim ve bilgihaznesine katkıda bulunarak borcumuzu ödemek muhteşem, harika birhis.”

Levy’nin yazısı kapak olmadı. Ama Jobs’ın ileride –NeXT’teyken,Pixar’dayken ve daha sonra Apple’a geri döndüğünde– yapacağı bütünbüyük ürün tanıtımları Time’da, Newsweek’te ya da Business Week’tekapak olacaktı.

Lansman, 24 Ocak 1984

Andy Hertzfeld ekibiyle birlikte Macintosh’un yazılımını tamam-ladığı sabah bitkin halde evine gittiğinde yataktan en az bir gün çıkma-mak niyetindeydi. Ama o günün ikindisinde, sadece altı saatlikuykudan sonra ofise geri döndü. Sorun çıkıp çıkmadığına bakmak istiy-ordu ve ekipten çoğu kişi de aynı sebeple gelmişti. Oturup sersemlemişbir halde ama heyecanla beklerlerken Jobs içeri girdi. “Hey, kalkınyahu, daha işiniz bitmedi!” dedi. “Tanıtım için demo gerek!” PlanıMacintosh’u kalabalık bir dinleyici topluluğunun karşısında, Chariotsof Fire’ın coşkulu müziği eşliğinde sergileyip bazı özelliklerini göster-mekti. “Provalara yetişmesi için hafta sonuna kadar hazır olmasıgerekiyor,” diye ekledi. Hertzfeld hep birlikte sızlandıklarını anımsıy-or: “Ama konuşurken, etkileyici bir şey yaratmanın hoş olacağını farkettik.”

Tanıtım Apple’ın 24 Ocak’ta –sekiz gün sonra– De Anza DevletÜniversitesi’nin Flint oditoryumunda düzenlenecek yıllık hissedarlartoplantısıyla aynı gün yapılacaktı. Steve Jobs’ın yeni bir tüketimmalının tanıtımını dünya tarihinde bir dönüm noktasıymış gibi göster-me stratejisinin üçüncü aşamasıydı bu –televizyon reklamından ve

204/728

basın organlarında çıkan sansasyonel yazılardan sonra–: Ürün sadıkhayranlardan ve heyecan dalgasına ister istemez kapılan muhabirlerdenoluşma bir dinleyici topluluğuna gösterişli bir şekilde sergilenecekti.

Hertzfeld bilgisayarın Chariots of Fire’ı çalmasını sağlayacak birmüzik çaları iki günde yazmayı takdire şayan bir şekilde başardı. AmaJobs şarkıyı bilgisayardan dinleyince sesi beğenmedi, bu yüzden kayıtkullanmaya karar verdiler. Jobs yazıyı konuşmaya dönüştüren, hoş birelektronik aksanı olan bir konuşma üretecine bayıldı ve demoya kat-maya karar verdi. “Macintosh’un kendini tanıtan ilk bilgisayar ol-masını istiyorum!” dedi ısrarla. 1984 reklamının yazarı Steve Haydensenaryoyu yazması için kiralandı. Steve Capps büyük fontlu Macintoshsözcüğünün ekrandan kayarak geçmesini sağlamanın yolunu buldu,Susan Kare ise bir açılış grafiği hazırladı.

Bir gece önceki provada bunların hiçbiri düzgün çalışmadı. Jobs ani-masyonun ekrandan geçme tarzından nefret etti ve değişiklikler em-redip durdu. Sahne ışıklandırmasını da beğenmedi ve Sculley’yi oditor-yumdaki çeşitli koltuklara oturtup, yapılan değişiklikler konusundafikrini aldı. Sahne ışıklandırması varyasyonları konusuna pek kafayormamış olan Sculley, hangi merceğin harfleri daha iyi gösterdiğinisoran göz doktoruna yanıt veren bir hasta gibi kararsız konuştu.Provalar ve değişiklikler gecenin geç saatlerine kadar, beş saat boyuncasürdü. “Gösteriyi sabaha yetiştirmemiz imkânsız diye düşündüm,” diy-or Sculley.

Jobs en çok sunumuna kafayı takmıştı. “Slaytları fırlatıyordu,” diyeanımsıyor Sculley. “Milleti deli ediyordu, sunumdaki en ufak aksaklık-lar yüzünden bile sahne görevlilerine bağırıp çağırıyordu.” İyi bir yazarolduğunu düşünen Sculley, Jobs’ın senaryosunda değişiklikler yapıl-masını önerdi. Jobs biraz sinirlendiğini anımsıyor, ama ilişkilerininSculley’yi pohpohladığı ve egosunu okşadığı bir dönemindeydiler hâlâ.“Bence sen tıpkı Woz’la Markkula gibisin,” dedi Sculley’ye. “Şirketin

205/728

kurucularından sayılırsın. Onlar şirketi kurdular, ama biz geleceği kur-uyoruz.” Sculley, Jobs’ın bu sözlerini yıllar sonra anlatacaktı.

2600 koltuklu Flint Center oditoryumu ertesi sabah hıncahınç doldu.Jobs geldiğinde üstünde çift yakalı bir mavi blazer, kolalanmış birbeyaz gömlek ve uçuk yeşil bir papyon vardı. “Hayatımın en önemlianı bu,” dedi Sculley’ye, programın başlamasını sahne arkasındabeklerlerken. “Gerçekten çok heyecanlıyım. Bunu bilen tek insansensin herhalde.” Sculley onun elini bir an sımsıkı tuttu ve fısıldayarakiyi şans diledi.

Yönetim kurulu başkanı olarak Jobs sahneye ilk çıkan kişi oldu,hissedarlar toplantısını resmen başlatmak için. Bunu kendine özgü birduayla yaptı. “Toplantıyı,” dedi “Dylan’ın – yani Bob Dylan’ın 20yıllık bir şiiriyle başlatmak istiyorum.” Hafifçe gülümsedikten sonrabaşını eğip, “The Times They Are A-Changin’”in ikinci bölümünü ok-umaya başladı. On dizeyi tiz sesiyle bir çırpıda okudu ve “...Çünküşimdi kaybeden / İleride kazanacak / Çünkü zaman değişiyor,” kıs-mıyla bitirdi. Bu şarkı, multimilyoner yönetim kurulu başkanınınkarşıkültür öz imajıyla bağlantısını koparmamasını sağlayan ilahihaline geldi. Jobs’ın favori versiyonu, Dylan’ın 1964 CadılarBayramı’nda Lincoln Center Filarmoni Salonu’nda Joan Baez’lebirlikte sergilediği canlı performanstı ve Jobs’ta bu konserin bir korsankaydının kopyası vardı.

Sculley sahneye çıkıp şirketin kazançlarından bahsetmeye başladı velafı uzattıkça seyirciyi sıktı. Sonunda konuşmasını kişisel sözlerle nok-taladı. “Apple’da geçirdiğim son dokuz ayda başıma gelen en önemlişey, Steve Jobs’la arkadaş olma şansını elde etmemdi,” dedi.“Kurduğumuz dostluk benim için çok önemli.”

Işıklar loşlaşırken Jobs tekrar sahneye çıktı ve Hawaii satış konfer-ansında attığı savaş çığlığının dramatik bir versiyonuna girişti.“1958’de,” diye söze başladı. “IBM kserografi adlı bir teknolojigeliştiren yeni bir şirketi satın alma fırsatını es geçti. İki yıl sonra

206/728

Xerox doğdu ve IBM’dekiler o zamandan beri kafalarını duvarlara vur-uyor.” Kalabalıktakiler güldüler. Hertzfeld bu konuşmanın çeşitli ver-siyonlarını Hawaii’de ve başka yerlerde dinlemiş olsa da Jobs’ın bu se-ferki tutkusundan etkilendi. Jobs IBM’in başka hatalarından dabahsedip şimdiki zamana gelirken giderek hızlandı ve duygusallaştı:

Şimdi 1984’teyiz. Görünüşe göre IBM her şeyi istiyor. Apple IBM’le boy ölçüşe-bilecek tek rakip, tek umut olarak görülüyor. Başta IBM’e kucak açan satıcılarartık geleceğin IBM’in egemenliğinde ve kontrolünde olmasından korkuyorlar veApple’ı gelecekteki güvenliklerini garantileyebilecek tek güç olarak görüyorlar.IBM her şeyi istiyor ve silahlarını endüstriyi kontrolüne almasının önündeki sonengel olan Apple’a çevirdi. Büyük Mavi bütün bilgisayar endüstrisinin hâkimi miolacak? Bütün enformasyon çağının? George Orwell haklı mıydı?

Konuşmasının doruğuna yaklaştıkça seyirciler önce mırıldanmaya,sonra alkışlamaya ve nihayet kendilerinden geçerek tezahürat yapmayabaşlamışlardı. Ama Orwell sorusunu yanıtlamalarına fırsat kalmadanoditoryum karardı ve ekranda 1984 reklamı belirdi. Reklam bitincebütün seyirciler ayakta alkışladılar.

Dramatik davranmakta yetenekli olan Jobs karanlık sahnedeyürüyüp, üstünde bir bez çanta duran küçük bir masaya gitti. “Şimdisizlere Macintosh’u takdim etmek istiyorum,” dedi. “Büyük ekrandagörmek üzere olduğunuz bütün görüntüler, bu küçük çantanın içindekişey tarafından üretilecek.” Bilgisayarı, klavyeyi ve fareyi çıkarıp ustacabirleştirdi ve sonra gömlek cebinden yeni 3½ inçlik disketlerden biriniçıkarınca yine alkışlar koptu. Chariots of Fire’ın tema şarkısı çalmayabaşladı ve Macintosh ekranı yukarıdaki dev ekranda gösterildi. Jobs biriki saniyeliğine nefesini tuttu, çünkü dün gece demoda sorunlar çık-mıştı. Ama bu sefer sorun çıkmadı. MACINTOSH sözcüğü ekrandanyanlamasına geçti; sonra altında “Manyak iyi” sözcükleri yavaş yavaş,el yazısıyla belirdi. Böyle güzel grafiksel gösterimlere alışkın olmayanseyirciler bir an sus pus oldular. Birkaç hayret nidası duyuldu. Sonrabir dizi ekran görüntüsü belirdi peş peşe: Bill Atkinson’ın QuickDrawgrafik paketi ve ardından çeşitli fontlar, dokümanlar, belgeler, çizimler,

207/728

bir satranç oyunu, bir hesap tablosu ve Steve Jobs’ın resmi (başınınyanındaki düşünce balonunda bir Macintosh vardı).

Gösterim bitince Jobs gülümsedi ve bir sürpriz yaptı. “Son zaman-larda Macintosh’tan epey bahsettik,” dedi. “Ama ilk kez bugün Macin-tosh’un bizzat konuşmasına izin vermek istiyorum.” Bilgisayarınyanına geri dönüp farenin düğmesine basınca Macintosh biraz titrekama sevimli, kalın bir elektronik sesle konuşmaya başladı ve kendinitanıtan ilk bilgisayar oldu. “Merhaba. Ben Macintosh. O çantadan çık-mak cidden harika,” diye söze başladı. Yapmayı bilmediği tek şey, çıl-gınca tezahürat yapan ve çığlıklar atan kalabalığın yatışmasını bekle-mekti sanki. Bir an duraksayıp bu anın tadını çıkarmak yerinekonuşmayı sürdürdü. “Kalabalıkların önünde konuşmaya alışık ol-masam da, bir IBM anaçatıyı ilk görüşümde aklımdan geçen düşünceyisizlerle paylaşmak istiyorum. Kaldıramayacağınız bilgisayarlara aslagüvenmeyin.” Kalabalığın gürültüsü son sözünü yine neredeysebastırdı. “Konuşabildiğim belli. Ama şimdi arkama yaslanıp dinlemekistiyorum. O yüzden sizlere, bana babalık etmiş adamı, Steve Jobs’ıbüyük bir gururla takdim ediyorum.”

Kalabalık deliye döndü; insanlar kendilerinden geçmişlerdi, tepiniyorve yumruklarını sallıyorlardı. Ağzını açmadan ama genişçe yayarakgülümseyen Jobs yavaşça kafa salladı ve sonra başını eğip konuşmayabaşladı. Alkış yağmuru neredeyse beş dakika sürdü.

O günün ikindisinde, Macintosh ekibinin Bandley 3’e geri dönmes-inden sonra otoparka bir kamyon girdi ve Jobs bütün ekibi kamyonunyanında topladı. Kamyonun içinde yüz tane gıcır gıcır Macintosh bil-gisayar vardı; her biri ekip üyelerinden birinin ismi yazılı birer plakayasahipti. “Steve onları ekip üyelerine birer birer, ellerini sıkarak vegülümseyerek dağıtırken biz hep birlikte alkışlıyorduk,” diye anımsıyorHertzfeld. Zor bir yolculuk olmuştu ve Jobs’ın itici ve bazen zalimceyönetim tarzı birçok kişinin egosunu incitmişti. Ama Macintosh’u yar-atmayı ne Raskin, ne Wozniak, ne Sculley, ne de şirketteki başka

208/728

herhangi biri başarabilirdi. Bunu odak grupları ve tasarım komiteleri debaşaramazlardı muhtemelen. Jobs’ın Macintosh’u çantadan çıkardığıgün, bir Popular Science muhabiri ona nasıl bir pazar araştırmasıyaptığını sordu. Jobs onu tersledi: “Alexander Graham Bell telefonuicat etmeden önce pazar araştırması mı yapmıştı?”

209/728

16. BölümGates ve Jobs

Yörüngeler Kesişince

Jobs’la Gates, 1985

Macintosh Ortaklığı

Astronomide, iki yıldızın yörüngesi çekimsel etkileşimleri sebebiyleiç içe geçince bir ikili sistem oluşur. Tarihte de bir dönemin birbirininyörüngesinde dönen iki süperstarın ilişkisi ve rekabetiyle biçimlendiğiolmuştur benzer şekilde: 20. yüzyıl fiziğinde Albert Einstein’la NielsBohr veya Amerikan devletinin ilk yıllarında Thomas Jefferson’la Al-exander Hamilton buna örnektir. 1970’lerin sonlarında başlayan kişiselbilgisayar döneminin ilk otuz yılının belirleyici ikili yıldız sistemiyse,ikisi de 1955 doğumlu ve üniversiteden terk olan iki enerjik adamdanoluşuyordu.

Bill Gates’le Steve Jobs, teknolojiyle ticaretin kesişim noktasındabenzer emellere sahip olmalarına karşın biraz farklı geçmişlere veoldukça farklı kişiliklere sahiptiler. Gates’in babası tanınmış birSeattle’lı avukattı, annesiyse çeşitli saygın kuruluşların yönetim kurul-larında yer alan bir sivil hareket lideriydi. Gates bölgenin en iyi özel

okulu olan Lakeside Lisesi’nde teknolojiye merak sarmıştı; ama aslabir asi, hippi, ruhsal arayışçı ya da karşıkültür üyesi olmamıştı. Gatestelefon şirketini soymak için bir Mavi Kutu yapmak yerine okuldakiöğrencilerin ders saatlerini ayarlayan bir program yazmıştı ve busayede istediği kızlarla aynı derslere girebilmişti, ayrıca yerel trafikmühendisleri için bir araba sayım programı yazmıştı. Harvard’da oku-muştu ve okulu bırakmaya karar vermesinin sebebi bir Hint guru sayes-inde aydınlanmak değil, bir bilgisayar yazılım şirketi kurmaktı.

Jobs’ın tersine Gates bilgisayar kodlamasından anlıyordu; zihni dahapragmatik ve disiplinliydi ve analitik değerlendirme yetisi yüksekti.Jobs ise daha sezgisel ve romantikti ve teknolojiyi kullanılır kılmakta,muhteşem tasarımlar ve kullanıcı dostu arayüzler konusunda sezgileridaha güçlüydü. Mükemmeliyetçiydi, dolayısıyla son derece talepkârdı;insanları karizmasıyla ve güçlü kişiliğiyle idare ediyordu. Gates dahayöntemliydi; ürün değerlendirme toplantılarına gecikmiyordu vemeselelerin özüne ustaca iniyordu. İkisi de kaba olabiliyorlardı, amaGates’in –kariyerinin başlarında teknolojiye neredeyse Aspergersendromlu denebilecek kadar düşkündü tipik bir şekilde– tavırlarıgenellikle daha az kişisel oluyordu ve duyarsızlıktan çok zihinselfarkındalıktan kaynaklanıyordu. Jobs insanlara yakıcı, incitici gözlerlebakıyordu; Gates ise bazen göz teması kurmakta zorlanıyordu, amatemelde insancıldı.

“İkisi de diğerinden zeki olduğunu düşünüyordu, ama Steve genelolarak Bill’e özellikle zevk ve tarz konusunda kendisinden birazaşağıymış gibi davranıyordu” diyor Andy Hertzfeld. “Bill de Steve’etepeden bakıyordu, çünkü Steve program yazamıyordu.” İlişkilerininbaşından itibaren Gates, Jobs’ın insanları büyüleme yeteneğini etkiley-ici bulmuş ve biraz kıskanmıştı. Ama bir yandan da onu “temeldetuhaf” ve “insan olarak garip bir şekilde kusurlu” buluyordu; Jobs’ınkabalığından ve “insanları ya aşağılama ya da kandırma modunda” ol-masından hoşlanmıyordu. Jobs da Gates’i sinir bozucu bir şekilde dar

211/728

kafalı buluyordu. “Gençliğinde LSD kullanmış veya bir aşrama gitmişolsa zihni açılırdı,” dedi bir keresinde.

Kişilik ve karakter farklılıkları, dijital çağdaki temel ayrımın zıt tara-flarında yer almalarına yol açacaktı. Jobs tavizsiz sanatçı mizacı sergi-leyen kontrol tutkunu bir mükemmeliyetçiydi; o ve Apple donanımı,yazılımı ve içeriği eksiksiz bir paket halinde sunan bir dijital stratejininmodeli haline geldiler. Gates ise zeki, hesapçı ve pragmatik bir ticaretve teknoloji analistiydi; Microsoft’un işletim sisteminin ve yazılım-larının lisanlarını çeşitli üreticilere vermeye gönüllüydü.

Otuz yıldan sonra Gates, Jobs’ı gönülsüzce takdir eder hale gelecekti.“Teknolojiden cidden pek anlamıyordu, ama neyin işe yarayacağınısezme yeteneği muhteşemdi,” dedi. Ama Jobs Gates’i överek karşılıkvermedi. “Bill temelde hayal gücü kıt biri, ayrıca hiçbir şey icat etmedive bence bu yüzden artık teknolojiden çok hayır işleriyle uğraşmayıseviyor,” dedi Jobs. “Başkalarının fikirlerini utanmadan çaldı o kadar.”

Macintosh yeni geliştirilmeye başlandığında Jobs, Gates’i ziyaretegitti. Microsoft Apple II için bazı uygulamalar yazmıştı (aralarındaMultiplan adlı bir tablolama programı vardı) ve Jobs, Gates’i ve şirket-ini Macintosh için de yazılım siparişleri vereceklerini söyleyerekheyecanlandırmak istiyordu. Gates’in Seattle’daki, Washington Gölümanzaralı konferans odasında otururken cezbedici vizyonundan, kul-lanıcı dostu arayüzlü ve kitlelere yönelik, bir California fabrikasındaseri üretimi yapılacak bir bilgisayar üretme hayalinden bahsetti. Hay-alindeki fabrikanın silikon öğeleri yutup dışarı tamamlanmış Macin-toshlar çıkarması, Microsoft ekibinin projeye “Sand”[14] kod adını tak-masına yol açtı. Hatta bunu tersine mühendislikle kısaltma haline ge-tirdiler: Steve’s Amazing New Device.[15]

Gates Altair için bir BASIC versiyonu yazarak Microsoft’u kur-muştu. (Beginner’s All-Purpose Symbolic Instruction Code’un[16]

kısaltması olan BASIC, teknoloji uzmanı olmayan kişilerin

212/728

platformlararası yazılım üretmelerini kolaylaştıran bir programlamadilidir.) Jobs Microsoft’un Macintosh için bir BASIC versiyonuyazmasını istiyordu, çünkü Wozniak –Jobs’ın tüm ısrarlarına karşın–kendi Apple II BASIC versiyonunu kayan nokta numaralarını kul-lanabilecek şekilde geliştirmemişti hiç. Jobs Microsoft’un Macintoshiçin uygulama yazılımları –örneğin kelime işleme, çizelge ve tablolamaprogramları– yazmasını da istiyordu. Gates Excel adlı yeni birtablolama programının grafik versiyonlarını, Word adlı bir kelimeişleme programını ve BASIC’i hazırlamayı kabul etti.

Jobs o sıralar kraldı, Gates ise sadece saray adamıydı: 1984’te Apple1,5 milyar dolar ciro yapacaktı, Microsoft ise sadece 100 milyon dolar.Dolayısıyla Gates, Macintosh işletim sistemini incelemek için Cuper-tino’ya geldi. Yanında Microsoft’tan üç iş arkadaşını getirmişti, kiaralarında Xerox PARC’ta çalışmış Charles Simonyi vardı. Tam kapas-iteyle çalışan bir Macintosh prototipi henüz olmadığından, HertzfeldMacintosh yazılımlarını bir Lisa’da çalıştırıp bir Macintosh prototipin-in ekranında sergiledi.

Gates pek etkilenmemişti. “İlk gidişimizde Steve’in bir uygulamagösterdiğini hatırlıyorum; ekranda sekip duran bir şeyler vardı sadece,”diye anımsıyor. “Çalıştırdıkları tek uygulama buydu. MacPaint tamam-lanmamıştı.” Gates Jobs’ın tavrından da rahatsız oldu. “Tuhaf bir zi-yaretti; Steve aslında size ihtiyacımız yok, burada muhteşem bir şeyhazırlıyoruz, şu örtünün altında duruyor diyordu. Pazarlamacı SteveJobs modundaydı, ama bu tok satıcı moduydu aynı zamanda; ‘Sizeihtiyacım yok, ama projeye katılmanıza belki izin veririm,’ diyordu.”

Macintosh korsanları Gates’ten hazzetmediler. “Bill Gates’in iyi birdinleyici olmadığı belliydi – bir şeyin işleyişinin açıklanmasını din-leyemiyordu – illa o şeyin işleyişi konusunda tahmin yürütmesigerekiyordu,” diye anımsıyordu Hertzfeld. Ona Macintosh’un imlecin-in ekranda titreşmeden hareket edebilmesini gösterdiler. “İmleciçizmek için nasıl bir donanım kullanıyorsunuz?” diye sordu Gates. Bu

213/728

işlevi sadece yazılımla sağlayabilmelerinden epey gurur duyanHertzfeld “Onun için kullandığımız özel bir donanım yok!” yanıtınıverdi. Gates imlecin o şekilde hareket ettirilmesi için özel donanımgerektiğinde diretti. “Böyle birine ne denir ki?” dedi Macintoshmühendislerinden biri olan Bruce Horn sonradan. “Anladım ki Gates,Macintosh’un zarafetini anlayacak veya takdir edecek biri değildi.”

Bu karşılıklı çekincelere karşın Microsoft’un Macintosh için, kişiselbilgisayar dünyasında çığır açacak grafik yazılımlar üretmesi fikri ikiekibi de heyecanlandırmıştı ve kutlama yapmak için lüks bir restoranagittiler. Microsoft kısa süre sonra bu projeye daha büyük bir ekipayırdı. “Mac’in üstünde çalıştırdığımız insanların sayısı Steve’inkiler-den fazlaydı,” dedi Gates. “Onda 14-15 kişi vardı. Bizde 20 kişi kadarvardı. Cidden canımızı dişimize takmıştık.” Ve Microsoft yazılımcılarıazimliydiler, Jobs onların pek zevk sahibi olmadıklarını düşünse de.“Berbat uygulamalarla geldiler,” diye anımsıyordu Jobs, “amauğraştıkça daha iyisini yaptılar.” Sonunda Jobs Excel’i öyle sevdi kiGates’le gizli bir anlaşma yaptı: Microsoft Excel’in tüm kullanım hak-larını iki yıllığına Macintosh’a verirse ve IBM PC versiyonunu yap-mazsa, Jobs Macintosh’a yönelik bir BASIC versiyonu üstünde çalışanekibini dağıtacaktı ve Microsoft’un BASIC’ini süresiz lisanslı kullana-caktı. Gates akıllılık edip bu anlaşmayı kabul etti; projesi iptal edilenApple ekibiyse küplere bindi ve Microsoft ilerideki pazarlıklar için birkoz kazandı.

Gates’le Jobs şimdilik bağ kurmuşlardı. O yaz endüstri analisti BenRosen’ın Wisconsin’deki Geneva Gölü’nde bulunan bir PlayboyKulübü tatil tesisinde düzenlediği konferansa birlikte gittiler; orada hiçkimsenin Apple’ın geliştirdiği grafik arayüzlerden haberi yoktu.“Herkes IBM PC her şeymiş gibi davranıyordu ve bu hoştu, amaSteve’le ben gülümsüyorduk, çünkü bizde bir şey vardı,” diye anımsıy-or Gates. “Ve Steve ağzından kaçırıyordu, ama kimse dikkat etmedi.”

214/728

Gates Apple’ın tatil gezilerine katılmaya başladı. “Bütün luaulara[17]

katıldım,” diyor Gates. “Ekiptendim.”

Gates Cupertino’ya sık sık gitmekten hoşlanıyordu; orada Jobs’ınçalışanlarına sergilediği yanlış tavırları ve saplantılarını izliyordu.“Steve fareli köyün kavalcısı modunun doruğundaydı, Mac’in dünyayıdeğiştireceğini söylüyordu ve insanları deli gibi çalıştırıyordu, geriliminanılmazdı ve kişisel ilişkiler karmakarışıktı.” Jobs bazen neşelibaşlayıp sonra korkularını Gates’le paylaşıyordu. “Cuma geceleribirlikte akşam yemeği yiyorduk ve Steve her şeyin mükemmelliğindenbahsedip duruyordu. Ertesi günse ‘Bu ürün satar mı acaba, ah Tanrı’m,fiyatı yükseltmeliyim, bunu sana yaptığım için üzgünüm, ekibim-dekiler geri zekâlı,’ gibi şeyler söylüyordu istisnasız.”

Xerox Star piyasaya sürülünce Gates Jobs’ın gerçekliği çarpıtmasahasının işleyişine tanık oldu. Jobs bir Cuma gecesi, ekiplerin birlikteçıktığı bir akşam yemeğinde, şimdiye kadar kaç Stars’ın satıldığınısordu. Gates 600 dedi. Ertesi gün Jobs, Gates’in ve bütün ekibinönünde 300 Star satıldığını söyledi, Gates’in herkese 600 tanesatıldığını söylediğini unutarak. “Bunun üzerine ekibindeki herkes‘Ona saçmaladığını söyleyecek misin?’ dercesine bakmaya başladıbana,” diye anımsıyordu Gates. “Ama oltaya gelmedim.” Yine bir günJobs’la ekibi Microsoft’u ziyarete gitmişlerdi ve Seattle TenisKulübü’nde akşam yemeği yiyorlardı. Jobs Macintosh’un veyazılımının kullanım kılavuzu gerektirmeyecek kadar basit işleye-ceğinden dem vurmaya başladı. “Öyle bir konuşuyordu ki, sanki her-hangi bir Mac uygulaması için kullanım kılavuzu gerektiğini düşünenherkes aptalın önde gideniydi,” dedi Gates. “Biz de ‘Ciddi mi acaba,kullanım kılavuzları yazdırdığımızı ona söylesek mi?’ diyedüşünüyorduk.”

Bir süre sonra ilişkilerinde sorunlar başgösterdi. Baştaki planları bazıMicrosoft uygulamalarının –Excel, Chart ve File gibi– Apple logosunutaşıması ve Macintosh’larla birlikte paket halinde satılmasıydı. Jobs

215/728

bilgisayarın kutusundan çıkarılır çıkarılmaz kullanıma hazır olmasınısağlayacak uçtan uca sistemlere inanıyordu ve ayrıca Apple’ınMacPaint ve MacWrite yazılımlarını da pakete dahil etmeyi planlıy-ordu. “Uygulamalar için makine başına 10 dolar alacaktık,” dedi Gates.Ama bu anlaşma rakip yazılım üreticileri, örneğin Lotus’un kurucusuMitch Kapor’u rahatsız etti. Ayrıca bazı Microsoft programları gecike-bilirmiş gibi görünmeye başladı. Bunun üzerine Jobs Microsoft’layaptığı anlaşmadaki bir maddeye dayanarak, Microsoft’un yazılım-larını pakete dahil etmemeye karar verdi; Microsoft onları tüketicileredoğrudan satılacak ürünler olarak dağıtmaya çalışmak zorundakalacaktı.

Gates bunu çok sızlanmadan kabul etti. Jobs’ın “fikir değiştirmeler-ine” alışmıştı ve paket meselesinin iptal edilmesinin Microsoft’un le-hine olabileceğini düşünüyordu. “Yazılımlarımızı ayrı satarak daha çokpara kazanabilirdik,” dedi Gates. “Makul bir pazar payına sahipolacağını düşünüyorsan öylesi daha iyidir.” Microsoft sonundayazılımlarını başka çeşitli platformlara sattı ve Microsoft Word’ünIBM PC versiyonunu hazırlamaya öncelik verip, Macintosh versiy-onunun üstünde harıl harıl çalışmaktan vazgeçti. Jobs’ın paket an-laşmasını bozması sonunda Microsoft’tan çok Apple’a zarar verdi.

Macintosh İçin Excel piyasaya sürülünce Jobs’la Gates bunu NewYork’taki Tavern on the Green restoranında düzenledikleri bir basınyemeğinde birlikte kutladılar. Gates Microsoft’un Excel’in IBM PCversiyonunu yapıp yapmayacağı sorusuna, Jobs’la yaptığı anlaşmadanbahsetmeden “İleride olabilir,” karşılığını verdi. Jobs mikrofonu aldı.“O zamana kadar hepimiz ölmüş oluruz eminim,” diye espri yaptı.

GUI Savaşı

Jobs’ın Microsoft’la yaptığı anlaşmalarda baştan beri süregelen kay-gısı, Microsoft’un Macintosh’un grafik kullanıcı arayüzünü kopyalayıpkendi versiyonunu üretmesiydi. Microsoft DOS adlı bir işletim sistemiüretmişti bile ve lisansını IBM’e ve uyumlu bilgisayarlara vermişti. Bu

216/728

sistem kullanıcıları C:\> gibi sevimsiz, küçük komut istemleriylekarşılayan eski tarz bir komut satırı arayüzüydü. Jobs’la ekibi Mi-crosoft’un Macintosh’un grafiksel yaklaşımını kopyalamasındankorkuyorlardı. Andy Hertzfeld’in Microsoft’taki bağlantısının Macin-tosh işletim sisteminin işleyişi hakkında fazla ayrıntılı sorularsorduğunu fark etmesi kaygılarını arttırdı. “Steve’e Microsoft’un Mac’ikopyalayacağından şüphelendiğimi söyledim,” diye anımsıyorHertzfeld, “ama pek kaygılı değildi, çünkü Mac’i örnek alsalar biledoğru dürüst taklit edemeyeceklerini düşünüyordu.” Aslında Jobs kay-gılıydı, çok kaygılıydı, ama belli etmek istemiyordu.

Kaygılanmakta haklıydı. Gates grafik arayüzlerin gelecekte yaygınolacağına inanıyordu ve Microsoft’un Xerox PARC’ta geliştirilenşeyleri kopyalamaya Apple kadar hakkı olduğunu düşünüyordu. Gatessonradan şu itirafta bulundu: “Diyoruz ki: ‘Hey, grafik arayüzlere in-anıyoruz, Xerox Alto’yu biz de gördük.’”

Orijinal anlaşmalarında Jobs, Gates’i Microsoft’un Macintosh’unOcak 1983’te piyasaya sürülmesinden sonraki bir yıl boyunca kimseyeherhangi bir grafik yazılım lisansı vermemesine ikna etmişti. AncakMacintosh’un piyasaya sürülmesinin bir yıl gecikmesi ihtimalinin gözönüne alınmamış olması Apple’ın talihsizliğiydi. Dolayısıyla GatesKasım 1983’te, Microsoft’un yeni IBM PC’lere yönelik Windows adlı–pencereli bir grafik arayüzle ikonlara sahip ve tıklamalı fareyle kul-lanılabilen– yeni bir işletim sistemi geliştirmeyi planladığını açıkla-makta kanunen haklıydı. Gates ürünü New York’taki Helmsley PalaceOteli’nde ilan etti; Microsoft tarihindeki o zamana kadarki en pahalıürün tanıtımıydı bu ve Jobs’ınkileri andırıyordu. Gates ayrıca o ay LasVegas’taki COMDEX ticaret fuarında da ilk kez temel fikirlerindenuzun uzadıya bahsetti; babası ise slayt gösterisi yaparak katkıda bu-lundu. Gates “Yazılım Ergonomisi” adlı konuşmasında bilgisayargrafiklerinin “çok önemli” olacağını, arayüzlerin daha kullanıcı dostuhaline geleceğini ve farelerin yakında bütün bilgisayarlarda standartolacağını söyledi.

217/728

Jobs küplere bindi. Elinden pek bir şey gelmeyeceğini biliyordu –Mi-crosoft kanunen haklıydı, çünkü grafik işletim yazılımları üretmemeanlaşmalarının süresi yakında dolacaktı–, ama yine de bağırıp çağırdı.“Hemen Gates’i getir,” diye emretti, Apple’ın diğer yazılım şirketler-iyle irtibatını sağlayan Mike Boich’e. Gates geldi – yalnızdı ve Jobs’laoturup konuşmaya hazırdı. “Beni azarlamak için çağırdı,” diye anım-sıyordu Gates. “Cupertino’ya hiç itiraz etmeden gittim. Ona‘Windows’u yapacağız, riske girmeye karar verdik, grafik arayüzlereyöneliyoruz,’ dedim.”

Jobs’ın konferans odasındaydılar ve Gates etrafının on tane Appleçalışanıyla çevrildiğini fark etti; patronlarının onu suçlamasını seyret-mek istiyorlardı. “Steve’in Bill’e bağırmaya başlamasını hayretleseyrettim,” diyor Hertzfeld. Jobs askerlerini hayal kırıklığına uğrat-madı. “Bize kazık atıyorsunuz!” diye bağırdı. “Size güvenmiştim, amaşimdi bizden çalıyorsunuz!” Hertzfeld, Gates’in hiç istifini bozmadanoturup Steve’in gözlerine baktığını ve sonra cırlak sesiyle, ileride ef-sane olacak bir karşılık verdiğini hatırlıyor. “Eh, bence meseleye başkabir açıdan da bakabiliriz Steve. Bence asıl durum şu: İkimizin de Xeroxadlı zengin bir komşusu vardı; ben adamın televizyonunu çalmak içinevine girdim, ama bir de baktım ki sen zaten çalmışsın.”

Gates’in bu iki günlük ziyareti Jobs’ın duygusal tepkilerinin vemanipülasyon tekniklerinin tamamını provoke etti. Ayrıca Apple-Mi-crosoft simbiyozunun bir akrep dansına dönüştüğünü ortaya çıkardı; ikitaraf da birbirinin etrafında ihtiyatla turluyordu, diğerinin iğnesindensakınması gerektiğini bilerek. Konferans odasındaki tartışmadan sonraGates, Jobs’a Windows için planlanan şeylerin demosunu seyrettirdiusulca. “Steve ne diyeceğini bilemedi,” diye anımsıyordu Gates. “‘Buhırsızlık,’ diyebilirdi, ama demedi. ‘Ah, cidden boktanmış yahu,’dedi.” Gates çok sevinmişti, çünkü eline Jobs’ı biraz olsun sakin-leştirme fırsatı geçmişti. “Bu görüşme boyunca çok kabaydı,” diye an-ımsıyordu Gates. “Sonra da ağlamaklı oldu, ‘Ah, bana elimdeki işi hal-letmem için fırsat ver yeter,’ dedi.” Gates buna çok soğukkanlı bir

218/728

şekilde karşılık verdi. “İnsanların duygusallaşması işime geliyor, o za-man daha duygusuz oluyorum.”

Jobs uzun bir yürüyüşe çıkmalarını teklif etti, ciddi bir konuşma yap-mak istediğinde genellikle yaptığı gibi. Cupertino sokaklarında dolan-dılar, De Anza Üniversitesi’ne kadar gittiler, bir lokantaya uğradılar veçıkınca biraz daha yürüdüler. “Yürümemiz gerekiyordu, ki yönetimtekniklerimin arasında yoktur bu,” dedi Gates. “Yürürken Jobs‘Tamam, tamam, ama bizimkine fazla benzemesin,’ gibisinden laflaretmeye başladı.”

Jobs’ın söyleyebileceği başka pek bir şey yoktu. Microsoft’unMacintosh için uygulama yazılımları yazmayı sürdürmesini sağlamasıgerekiyordu. Sahiden de sonradan Sculley dava açma tehdidinde bulu-nunca Microsoft Word’ün, Excel’in ve diğer uygulamaların Macintoshversiyonlarını üretmeyi durdurma tehdidiyle karşılık verdi. Apple’ınsonu olurdu bu, dolayısıyla Sculley bir teslimiyet anlaşması yapmakzorunda kaldı. Microsoft’a, üreteceği Windows yazılımında Apple’ıngrafik görünüşünü kısmen kullanma hakkını vermeyi kabul etti.Karşılığında Microsoft, Macintosh için yazılım üretmeyi sürdürmeyi veExcel’in lisansını bir süreliğine sadece Apple’a vermeyi kabul ettti; busüre içinde Excel Macintosh’ta kullanılabilecek, ama IBM uyumluPC’lerde kullanılamayacaktı.

Microsoft, Windows 1.0’ı ancak 1985 sonbaharında piyasaya süre-bildi. O zaman bile Windows kusurlu bir üründü. Macintosharayüzünün zarafetine sahip değildi ve pencereleri Bill Atkinson’ın icatettiği şekilde, büyülü bir şekilde üst üste gelebilmek yerine döşemefayans gibi duruyordu. Eleştirmenler Windows’la dalga geçtiler, tüketi-cilerse uzak durdular. Yine de diğer birçok Microsoft ürünü gibi Win-dows da zaman içinde azimle geliştirildi ve sonunda egemen halegeldi.

Jobs’ın öfkesi asla geçmedi. “Bizi resmen kazıkladılar, çünküGates’te utanmak diye bir şey yok,” dedi Jobs bana neredeyse otuz yıl

219/728

sonra. Gates bunu duyunca şöyle karşılık verdi: “Buna inanıyorsa,kendi gerçekliği çarpıtma sahasının içine girmiş demek ki.” KanunenGates haklıydı ve yıllar boyu görülen davalarda mahkemeler bu yöndekarar verdiler. Pratik boyutta da haklı görünüyordu. Apple XeroxPARC’ta gördüklerini kullanma hakkı için anlaşma yapmış olsa da,başka şirketlerin benzer grafik arayüzler geliştirmeleri kaçınılmazdı.Apple bilgisayar arayüz tasarımlarının “görünüşünü ve uyandırdığı his-si” hukuki ve pratik açılardan korumanın zor bir şey olduğunu keşfetti.

Yine de Jobs’ın can sıkıntısı anlaşılırdı. Apple daha yenilikçi ve yar-atıcıydı, dahice tasarlanmış zarif ürünler üretmişti. Ama Microsoft, herne kadar başkalarının ürünleri kabaca kopyalasa da, sonunda işletimsistemleri savaşını kazanacaktı. Evrenin işleyiş tarzındaki bir estetikkusuru sergiliyordu bu: En iyi ve en yaratıcı ürünler her zaman kazan-mazlar. Bu kusur Jobs’ın on yıl sonra biraz kibirli ve abartılı, amadoğruluk payı taşıyan öfkeli sözler sarf etmesine yol açacaktı. “Mi-crosoft’un tek sorunu zevksiz olmaları, tamamen zevksizler,” dedi. “Buönemsiz bir şey değil, çok önemli; orijinal fikirler üretmiyorlar veürünlerine kültür katmıyorlar pek... Yani üzülüyorum galiba, Mi-crosoft’un başarısına değil – başarılarına itirazım yok, büyük ölçüdehak ettiler çünkü. Ama cidden üçüncü sınıf ürünler üretiyorlar.”

220/728

17. Bölümİkaros

Yükselen Her Şey...

Yüksekten Uçmak

Macintosh’un piyasaya sürülmesi Jobs’ın ününe ün kattı, o sıradaManhattan’a yaptığı yolculukta görüldüğü gibi. Yoko Ono’nun oğluSean Lennon için düzenlediği bir partiye gitti ve dokuz yaşındakiçocuğa bir Macintosh verdi. Çocuk Macintosh’a bayıldı. Ressam AndyWarhol ve Keith Haring de oradaydılar; o makineyle neler yaratabile-ceklerini görünce öyle heyecanlandılar ki, çağdaş sanat dünyası berbatbir yöne sapacaktı neredeyse. “Bir çember çizdim,” diye haykırdı War-hol gururla, QuickDraw’u kullandıktan sonra. Warhol, Jobs’ın MickJagger’a da bir Macintosh getirmesinde diretti. Jobs yanına Bill Atkin-son’ı alıp da o rock yıldızının konağına gidince Jagger şaşırdı. Jobs’ıpek tanımıyordu. Jobs sonradan ekibine şöyle dedi: “Uyuşturucu kul-lanmıştı bence. Veya beyin özürlü.” Ama Jagger’ın kızı Jade bilgisa-yarı görür görmez bayıldı ve MacPaint’le çizim yapmaya başladı;bunun üzerine Jobs bilgisayarı kıza verdi.

Manhattan’daki Batı Central Park’ta, San Remo’da bulunan, Scul-ley’ye gösterdiği çatı dubleksini satın aldı ve I.M. Pei’nin firmasındaçalışan James Freed’i dubleksi yenilemesi için tuttu, ama ayrıntıtakıntısı yüzünden oraya taşınmadı hiç. (Sonradan dubleksi Bono’ya 15milyon dolara satacaktı.) Ayrıca Woodside’da, Palo Alto’nunyukarısındaki tepedeki, bir bakır kralının yaptırdığı, on dört odalı,İspanyol koloni dönemi tarzı eski bir konağı satın aldı.

Apple’daki statüsünü de geri kazandı. Sculley onun otoritesinibaltalamaya çalışmaktan vazgeçip destek verdi: Lisa ve Macintoshbölümleri birleştirildi ve başına Jobs getirildi. Jobs havalarda uçuyorduve bu durum onu daha sıcakkanlı kılmıyordu. Hatta zalim dobralığını

unutulmaz bir şekilde sergiledi, toplanmış Lisa ve Macintosh ekipler-ine birleştirileceklerini açıklarken. Bütün üst düzey pozisyonlara kendiMacintosh ekibinin liderlerini getireceğini ve Lisa ekibinin dörtte birinikovacağını söyledi. “Siz başarısız oldunuz,” dedi, Lisa üstündeçalışmış olan kişilere bakarak. “Siz B takımısınız. B ligi oyuncu-larısınız. Burada çok fazla B ve C ligi oyuncusu var, bu yüzden bugünbazılarınızı serbest bırakıyoruz, buradaki, vadideki kardeş şirketlerim-izde çalışma fırsatınız olsun diye.”

Hem Lisa, hem de Macintosh ekiplerinde çalışmış olan Bill Atkinsonbunu sadece acımasızlık değil haksızlık olarak gördü. “Bu insanlar cid-den çok çalışmışlardı ve çok iyi mühendislerdiler,” diyor. Ama Jobs,Macintosh deneyiminden çok önemli bir yöneticilik dersi aldığına in-anıyordu: A ligi oyuncularıyla takım kurmak istiyorsan acımasız ol-malısın. “Ekip büyüdükçe birkaç B ligi oyuncusuna göz yummak çokkolay, sonra da onlar birkaç B ligi oyuncusunu daha çekiyorlar vesonunda C ligi oyuncuları bile oluyor elinde,” diye anımsıyordu.“Macintosh deneyimimden şunu öğrendim ki, A ligi oyuncuları sadeceA ligi oyuncularıyla çalışırlar, yani B ligi oyuncularına gözyumamazsın.”

Jobs’la Sculley kendilerini hâlâ yakın arkadaş olduklarına in-andırmayı başarıyorlardı şimdilik. Birbirlerini öyle çok ve sık övüyor-lardı ki, Hallmark kartpostallarındaki liseli sevgililer gibiydiler. Scul-ley’nin gelişinin birinci yıldönümü Mayıs 1984’teydi ve Jobs kutlamayapmak için onu Cupertino’nun güneybatısındaki tepede bulunan şıkbir restoran olan Le Mouton Noir’a akşam yemeğine götürdü. Sculley,Jobs’ın Apple yönetim kurulunu, üst düzey yöneticileri, hatta bazıdoğu yakalı yatırımcıları çağırmış olduğunu görünce şaşırdı. Kokteyliçerlerken hepsi Sculley’yi kutladı; “Steve arkada gülümseyerek duruy-ordu, başını emme basma tulumba gibi sallıyordu, Cheshire Kedisi gibigülümsüyordu,” diye anımsıyor Sculley. Jobs akşam yemeğini Scul-ley’ye dalkavukça kadeh kaldırarak başlattı. “Hayatımın en mutlu ikigünü var: Biri Macintosh’un dağıtımının başladığı gün, diğeriyse John

222/728

Sculley’nin Apple’a katılmayı kabul ettiği gün,” dedi. “Bu yıl hay-atımın en güzel yılı, çünkü John’dan çok şey öğrendim.” Sonra Scul-ley’ye o sene yaşanan önemli olayların bir montajını seyrettirdi.

Sculley de bir senelik ortaklıklarının güzelliklerinden bahsetti ve sonsözlerini masadaki herkes farklı farklı sebeplerden dolayı unutulmazbuldu. “Apple’ın tek bir lideri var,” dedi Sculley, “Steve ve ben.”Odanın diğer tarafına baktı, Steve’le göz göze geldi ve onungülümsemesini seyretti. “Sanki birbirimizle iletişim kuruyorduk,” diyeanımsıyordu Sculley. Ama Arthur Rock’ın ve diğer kişilerdenbazılarının şaşkın, hatta belki alaycı göründüklerini de fark etmişti.Jobs’ın onu tamamen tongaya düşürmüş olmasından kaygılanıyorlardı.Sculley’yi Jobs’ı kontrol altında tutsun diye işe almışlardı, oysa artıkdizginlerin Jobs’ın elinde olduğu belliydi. “Sculley, Steve’in onayınıalmaya öyle hevesliydi ki ona karşı gelemiyordu,” diye anımsıyorduRock sonradan.

Jobs’ı mutlu etmek ve uzmanlığından faydalanmak Sculley içinakıllıca bir strateji olabilirdi; diğer seçeneğin daha kötü olduğunuvarsaymıştı haklı olarak. Ama Jobs’ın dizginleri paylaşacak yapıda biriolmadığını fark edememişti. Jobs kolay kolay biat edecek biri değildi.Şirketin nasıl yönetilmesi gerektiği konusundaki fikirlerini giderekdaha çok dillendirmeye başladı. Örneğin 1984’teki iş stratejisi to-plantısında, şirketin merkezi satış ve pazarlama elemanlarının çeşitliürün bölümlerinin hizmetinde olmalarını savundu. Bu fikri kimsebeğenmedi, ama Jobs diretti. “İnsanlar bana bakıyorlardı, dizginlerielime almamı istiyorlardı, Steve’i oturtup susturmamı istiyorlardı, amabunu yapmadım,” diye anımsıyordu Sculley. Toplantı bitince, insanlardağılırken birisinin “Sculley neden onu susturmuyor?” diyefısıldadığını duydu.

Jobs Macintosh’u üretmek için Fremont’ta modern bir fabrikayaptırmaya karar verince, estetik tutkuları ve kontrolcü doğası depreşti.Makinelerin Apple logosu gibi parlak renklere boyanmasını istiyordu,

223/728

ama renk seçimine öyle çok zaman harcadı ki sonunda Apple’ın imalatmüdürü Matt Carter normal renkli, bej ve gri makineler kurdurdu. Jobsfabrikayı gezerken, makinelerin istediği parlak renklere boyanmalarınıemretti. Carter buna karşı çıktı. O makineler hassastı ve tekrar boyan-maları sorunlara yol açabilirdi. Haklı olduğu sonradan ortaya çıktı. Enpahalı makinelerden biri parlak maviye boyandıktan sonra aksamayabaşlayınca ona “Steve’in salaklığı” adı verildi. Sonunda Carter istifaetti. “Onunla eften püften sebepler yüzünden kavga etmek çokyorucuydu ve artık dayanamaz hale geldim,” diye anımsıyordu.

Jobs onun yerine Debi Coleman’ı getirdi; Coleman, Macintoshekibinin Jobs’a en iyi karşı çıkan kişi ödülünü verdiği, gözü kara amaiyi huylu finans sorumlusuydu. Bu ödülü almasına karşın, gerektiğindeJobs’ın suyuna gitmeyi biliyordu. Apple’ın sanat yönetmeni ClementMok ona Jobs’ın duvarların bembeyaz olmasını istediğini bildirince,Coleman itiraz etti: “Fabrikalar beyaza boyanmaz ki. Duvarlar tozdan,kirden kararır.” “Steve bembeyaz olsun istiyor,” diye karşılık verdiMok. Coleman sonunda pes etti.

Fabrikanın görünüşüne neden o kadar kafayı taktığı sorulunca Jobsbunun kusursuzluk tutkusunu garantilemenin bir yolu olduğunusöyledi:

Fabrikaya gidiyordum ve beyaz bir eldiven takıp toz var mı diye bakıyordum. Heryerde toz buluyordum – makinelerde, rafların üstünde, yerlerde. Debi’ye ortalığıtemizletmesini söylüyordum. Yerler üstünde yemek yenecek kadar temiz olmalıdiyordum ona. Debi kafayı yiyordu. Neden fabrikada yerde yemek yememizgerektiğini anlamıyordu. Ben de o zamanlar anlatamıyordum. Japonya’dagördüklerimden çok etkilenmiştim. Ekip çalışması ve disiplin, orada büyükhayranlık duyduğum –ve fabrikamızda eksik olan– şeyler arasındaydı. Fabrikayıtertemiz tutacak disiplinimiz yoksa, bütün o makineleri çalıştıracak disiplinimizde yok demekti.

Jobs bir Pazar sabahı babasına fabrikayı gezdirdi. Paul Jobs aletlerineözen gösteren titiz bir zanaatkâr olmuştu hep ve oğlu ona aynı şeyiyapabildiğini göstermekten gurur duyuyordu. Coleman onlara katıldı.

224/728

“Steve’in ağzı kulaklarındaydı,” diye anımsıyordu. “Bu eserini ba-basına göstermekten öyle gurur duyuyordu ki.” Jobs her şeyin nasılişlediğini açıkladı; babası gerçekten hayran kalmış gibiydi. “Steve ba-basına bakıp duruyordu; adam her şeye dokunuyordu ve her şeyin ter-temiz, kusursuz görünmesine bayılmıştı.”

Fransa’nın sosyalist başkanı François Mitterand’la birlikte ülkeyi zi-yarete gelen Küba hayranı karısı fabrikayı gezdiğindeyse işler o kadariyi gitmedi. Jobs, Joanna Hoffman’ın kocası Alain Rossmann’e çevir-menlik yaptırdı. Jobs fabrikada kullanılan ileri robotbilim ve teknolojiürünlerini ısrarla anlatmaya çalışırken Madam Mitterand kendi çevir-meni aracılığıyla, fabrikadaki çalışma koşullarıyla ilgili bir sürü sorusordu. Jobs titizlikle uyulan üretim programından bahsedince, MadamMitterand fazla mesai ücretlerini sordu. Sinirlenen Jobs otomasyonunişçi maliyetlerini düşürdüğünden bahsetti, çünkü kadının bu konudanhoşlanmayacağını biliyordu. “Çok çalışıyorlar mı?” diye sordu kadın.“Ne kadar tatil yapıyorlar?” Jobs kendini tutamadı. “İşçileri o kadardüşünüyorsa,” dedi kadının çevirmenine, “söyle ona, istediği zamangelip burada çalışabilir.” Bembeyaz kesilen çevirmen bir şey demedi.Bir an sonra Rossmann araya girip Fransızca konuştu: “Mösyö Jobs zi-yaretiniz ve fabrikaya gösterdiğiniz ilgi için teşekkür ediyor.” Jobs daMadam Mitterand da olanın farkına varmadılar, ama kadının çevirmeniepey rahatlamış gibiydi.

Jobs Mercedes’ini otobanda Cupertino’ya doğru hızla sürerkenMadam Mitterand’ın tavrına söylendi. Rossmann, bir ara saatte 160kilometreden hızlı giden Jobs’ı bir polisin durdurup ceza kestiğini an-ımsayacaktı sonradan. Birkaç dakika bekleyen Jobs, polis cezayı yaz-arken kornaya bastı. “Pardon?” dedi polis. “Acelem var,” dedi Jobs.Polis sinirlenmedi şaşırtıcı bir şekilde. Cezayı kesmeyi bitirdi ve Jobs’abir daha 90’ın üstünde giderken yakalanırsa hapsi boylayacağınısöyledi. Polis gider gitmez Jobs yola geri döndü ve yine 160 kilo-metreyle gitmeye başladı. “Normal kuralların ona işlemediğine inanıy-ordu kesinlikle,” dedi Rossmann hayretle.

225/728

Rossmann’in karısı Joanna Hoffman da birkaç ay sonra, Macin-tosh’un piyasaya sürülmesinden sonra Jobs’la birlikte Avrupa’ya git-tiğinde aynı şeyi gördü. “Resmen iğrenç davrandı, her şeyi yapabile-ceğini düşünüyordu,” diye anımsıyordu. Paris’te Fransız yazılımgeliştiricilerle bir iş yemeği ayarladı, ama Jobs durup dururkenvazgeçti. Arabasının kapısını Hoffman’ın yüzüne kapattı ve onaFransız afiş sanatçısı Folon’u görmeye gideceğini söyledi. “Yazılım-cılar öyle sinirlendiler ki elimizi bile sıkmadılar,” dedi Hoffman.

İtalya’da Jobs, geleneksel iş hayatından gelme tombul bir adam olanApple genel müdürünü görür görmez sinir oldu. Jobs ona ekibinden vesatış stratejisinden hiç etkilenmediğini açıkça söyledi. “Mac’i satmaayrıcalığını hak etmiyorsun,” dedi Jobs soğukça. Ama bu tavrı, talihsizmüdürün seçtiği restoranda verdiği tepkiye kıyasla solda sıfır kalırdı.Jobs vegan yemeği istedi, ama garson yemeğe ekşi kremalı bir sos dök-meye başladı gayet kibarca. Jobs öyle saldırganlaştı ki Hoffman onu te-hdit etmek zorunda kaldı. Sakin olmazsa kucağına sıcak kahvesinidökeceğini söyledi.

Jobs Avrupa gezisinde en çok satış tahminlerine itiraz etti. Jobs ger-çekliği çarpıtma sahasını kullanarak ekibini giderek daha güç hedeflerezorluyordu. Macintosh’un ilk iş planını yazarlarken bunu yapmıştı vesonucu kötü olmuştu; şimdiyse Avrupa’da aynı şeyi yapıyordu.Avrupalı müdürleri tehdit edip duruyordu, daha yüksek tahminlerdebulunmazlarsa ödeneklerini keseceğini söylüyordu. Müdürlerse ger-çekçi olmakta ısrarlıydılar ve Hoffman hakemlik yapmak zorundakaldı. “Yolculuğun sonunda bütün vücudum zangır zangır titriyordu,”diye anımsıyordu Hoffman.

Jobs, Apple’ın Fransa yöneticisi Jean-Louis Gassée’yle bu gezidetanıştı. Gassée bu gezide Jobs’a başarıyla karşı gelebilen çok az kişidenbiri oldu. “Gerçekleri çarpıtabiliyor,” dedi Gassée sonradan. “Onunlabaşa çıkmanın tek yolu ondan daha kabadayı olmak.” Jobs her zamankitehdidini savurunca, Gassée’ye satış tahminlerini iyileştirmezse

226/728

Fransa’ya ödeneği keseceğini söyleyince adam sinirlendi. “Onuyakasından tuttuğumu ve susmasını söylediğimi hatırlıyorum; o zamangeri adım attı,” diyor. “Eskiden ben de sinirli bir insandım. Hıyarlıktankurtulmaya çalışıyorum. O yüzden Steve’i iyi anladım.”

Ama Gassée, Steve’in istediği zaman çok hoş bir insan olabilmes-inden etkilendi. Mitterand informatique pour tous’tan –herkese bilgisa-yar– bahsedip duruyordu ve teknoloji uzmanı çeşitli akademisyenler,örneğin Marvin Minsky ve Nicholas Negroponta onu desteklemeyegelmişlerdi. Jobs gezisinde o gruba Bristol Oteli’nde bir konuşma yaptıve Fransa’daki bütün okullarda bilgisayar kullanılmasının ülkeyi ileri-ye götüreceğini söyledi. Paris Jobs’ın romantik yönünü de hareketegeçirdi. Gassée de, Negroponte de Jobs’ın oradayken birçok kadına as-ıldığını söylüyorlar.

Düşmek

Macintosh piyasaya ilk sürüldüğünde tanıtımın etkisiyle çok satılsada, satışları 1984’ün ikinci yarısında dramatik bir düşüş sergilemeyebaşladı. Ortada temel bir sorun vardı. Macintosh göz kamaştırıcı amaçok yavaş ve güçsüz bir bilgisayardı ve hiçbir reklam bu gerçeğideğiştiremezdi. Onun güzelliği, kullanıcı arayüzünün üstünde hastalıkyeşili harflerin ve iç karartıcı komut satırlarının titreştiği kasvetli, siyahbir ekrandan çok güneşli bir oyun odasına benzemesindeydi. Ama bu,başlıca zayıflığının sebebiydi. Metin bazlı görüntülerde bir karakteriçin bir bayttan az kod yeterliyken, Mac’in bir harfi istediğiniz zariffontta ve piksel piksel çizebilmesi için yirmi otuz kat daha fazla bellekgerekiyordu. Lisa 1000K’dan fazla RAM’iyle bunun üstesinden geliy-ordu, oysa Macintosh’ta sadece 128K vardı.

Bir başka sorunsa bir iç sabit diskin bulunmayışıydı. Jobs, böyle birdepolama aygıtını savunan Joanna Hoffman’a “bağnaz Xerox’çu” de-mişti. Macintosh’ta tek bir disket sürücü vardı sadece. Veri kopyala-mak isterseniz o tek sürücüye disket takıp çıkarmaktan tenisçidirseğine sahip olabilirdiniz. Ayrıca Macintosh’un fanı yoktu; Jobs’ın

227/728

dogmatik dikkafalılığının bir başka örneğiydi bu. Fanların fazlagürültülü olduğunu düşünüyordu. Fansızlık yüzünden birçok bileşensorunu çıkması ve Macintosh’a “bej ekmek kızartıcı” lakabının takıl-ması, cihazın popülerliğini arttırmadı. Macintosh öyle cezbediciydi kiilk birkaç ayda iyi sattı, ama insanlar sınırlılıklarını fark ettikçe satışlarazaldı. Hoffman’ın sonradan esefle söylediği gibi: “Gerçekliğiçarpıtma sahası başta işe yarayabilir, ama sonra gerçekler ortaya çıkar.”

1984’ün sonunda, Lisa’nın neredeyse hiç satılmaması ve Macin-tosh’un ayda 10.000 adetten az satılması üzerine umutsuzluğa kapılanJobs kendisinden beklenmeyecek kadar kötü bir karar verdi. Satılmay-an Lisa’ları bir Macintosh emülasyon programı yükleyip yeni bir ürünolarak, “Macintosh XL” adı altında satmaya karar verdi. Lisa’ların üre-timi durdurulduğundan ve tekrar başlamayacağından, Jobs’ın inançduymadığı bir şey üretmesinin nadir bir örneğiydi bu. “Küplerebindim, çünkü Mac XL gerçek değildi,” diyor Hoffman. “Elde kalanLisa’lardan kurtulmanın bir yoluydu sadece. İyi satıldı ve sonra okorkunç sahtekârlığa son vermek zorunda kaldık; ben de istifa ettim.”

Çöken karamsarlık, Ocak 1985’te hazırlanan ve “1984” reklamındakiIBM karşıtlığını yinelemesi hedeflenen reklamda belli oluyordu.Maalesef diğer reklamla arada temel bir fark vardı: İlk reklamın sonukahramanca ve iyimserdi, oysa “Lemmingler” adlı yeni reklamın LeeClow’la Jay Chiat’ın yazdığı resimli taslaklarında siyah takım elbiseli,gözleri bağlı şirket yöneticilerinin bir uçuruma, ölüme doğru yürüdük-leri görülüyordu. Jobs’la Sculley bu fikirden en baştan beri rahatsızoldular. Bu reklam olumlu ya da görkemli bir Apple imajı oluşturmakyerine, IBM satın almış her yöneticiyi aşağılıyor gibiydi.

Jobs’la Sculley yeni fikirler istediler, ama reklam ajansı geri adım at-madı. “Geçen sene de ‘1984’ü beğenmemiştiniz,” dedi ajanstan biri.Sculley’nin söylediğine göre Lee Clow da “Ben bu reklamın arkasındatüm kariyerimi, her şeyimi ortaya koyarak duruyorum,” dedi. Filmeçekilen versiyon –yönetmenliğini Ridley Scott’ın kardeşi Tony yaptı–

228/728

daha da kötü gibiydi. Uçuruma doğru sıra halinde yürüyen beyinsizyöneticiler Pamuk Prenses şarkısının cenaze marşı versiyonunu söylüy-orlardı ve kasvetli çekimler reklamı iyice iç karartıcı kılmıştı. DebiColeman reklamı izleyince Jobs’a “Bunu yayınlatıp da Amerika’nınher yerindeki şirket çalışanlarına hakaret edeceğinize inanamıyorum,”diye bağırdı. Pazarlama toplantılarında o reklamdan nefret ettiğini dilegetirdi. “Steve’in masasına istifamı koydum. İstifa mektubumuMac’imde yazmıştım. O reklamın şirket yöneticilerine hakaretolduğunu düşünüyordum. Masaüstü yayıncılık sektöründe yeni yeni tu-tunmaya başlıyorduk.”

Yine de Jobs’la Sculley ajansa boyun eğdiler ve reklamı SüperKupa’da yayınlattılar. Stanford Stadyumu’ndaki maça birlikte gittiler;Sculley karısı Leezy’yi (kadın Jobs’a katlanamıyordu), Jobs ise yenienerjik kız arkadaşı Tina Redse’yi getirdi. Berbat maçın dördüncüçeyreğinin sonuna doğru reklam gösterilince, tepedeki ekranı seyredenseyirciler pek tepki vermediler. Ülkenin dört bir yanındaki izleyicilerinde tepkileri genellikle olumsuzdu. “O reklam Apple’ın ulaşmayaçalıştığı insanlara hakaretti,” dedi bir pazar araştırması şirketininbaşkanı Fortune’a. Apple’ın pazarlama müdürü, şirketin Wall StreetJournal’da bir özür ilanı yayınlatmasını önerdi. Jay Chiat ise Apple’ınbunu yapması durumunda ajansının özür ilanının hemen yan say-fasında, özür ilanı için özür dileyen bir ilan yayınlatacağı tehdidinisavurdu.

Jobs hem o reklamın, hem de Apple’daki genel durumun yol açtığıhuzursuzluğunu Ocak’ta yine bire bir röportajlar vermek için NewYork’a gittiğinde sergiledi. Carlyle’daki görüşmelerin ayrıntılarıyla velojistiğiyle Regis McKenna’nın şirketinden Andy Cunningham ilgilen-iyordu yine. Jobs gelince süitinin baştan aşağı değiştirilmesini talepetti, oysa saat gecenin 10’uydu ve ertesi gün röportajlar başlayacaktı.Jobs piyanonun yerini ve çileklerin cinsini beğenmemişti. Ama en çokda çiçekleri beğenmemişti. Gelin çiçekleri istiyordu. “Gelin çiçeğininne olduğu konusunda büyük bir kavgaya tutuştuk,” diyor Cunningham.

229/728

“Ben ne olduklarını biliyorum çünkü düğünümde kullanmıştık, ama obaşka bir zambak cinsinde diretiyordu ve bana gelin çiçeklerinibilmediğimi söylüyordu, ‘geri zekâlı’ diyordu.” Sonunda Cunninghamdışarı çıktı ve New York’ta olduğundan geceyarısı zambak alabileceğibir yer buldu. Oda baştan düzenlenince Jobs kadının kıyafetine taktı.“Bu takım elbise iğrenç,” dedi ona. Cunningham Jobs’ın bazen sinirinibaşkalarından çıkarmak istediğini bildiğinden, onu sakinleştirmeyeçalıştı. “Bak, sinirli olduğunu biliyorum, ne hissettiğini biliyorum,”dedi.

“Ne hissettiğimi hiç bilmiyorsun,” diye tersledi Jobs; “benim gibi ol-mak nasıl bir şeydir, hiç bilmiyorsun.”

Otuz Yaşında

Otuz yaşına basmak çoğu insan için bir dönüm noktasıdır, özelliklede o yaşın üstündeki insanlara asla güvenmeyeceğini söylemiş bir nesiliçin. Jobs Şubat 1985’teki 30. doğumgününü kutlamak için San Fran-cisco’daki St. Francis Oteli’nin balo salonunda 1.000 kişilik bir partiverdi. Davetiyede şu yazılıydı: “Bir Hindu atasözü der ki: ‘Hayatınınilk 30 yılında alışkanlıklar edinirsin. Hayatının son 30 yılındaysaalışkanlıkların seni biçimlendirir.’ Gelin ve benim ilk 30 yılımı kut-lamama yardım edin.”

Bir masada yazılım dünyasının Bill Gates ve Mitch Kapor gibi öndegelen isimleri vardı. Bir başka masada Elizabeth Holmes gibi eskidostlar vardı; yanında getirdiği sevgilisi smokinli bir kadındı. AndyHertzfeld’le Burrell Smith smokin kiralamışlardı ve bez tenisayakkabıları giymişlerdi; San Francisco Senfoni Orkestra’nın çaldığıStraus valsleri eşliğinde dans ederlerken ayakkabıları epey dikkat çekti.

Ella Fitzgerald şarkı söyledi, çünkü Bob Dylan teklifi reddetmişti.Fitzgerald genelde standart repertuvarından şarkılar söylese de bazışarkıları değiştirdi, örneğin “The Girl From Ipanema”yı[18] Cuper-tinolu delikanlı şeklinde söyledi. İstek şarkı alabileceğini söyleyince

230/728

Jobs birkaç şarkı ismi verdi. Fitzgerald performansını “Mutlu Yıllar”şarkısının slow versiyonuyla noktaladı.

Sculley sahneye çıkıp “teknolojinin en önde gelen vizyonerine”kadeh kaldırdı. Wozniak da gelip Jobs’a Apple II’nin tanıtıldığı 1977West Coast Bilgisayar Fuarı’ndaki Zaltair şakası broşürünün çerçevelibir kopyasını verdi. Don Valentine Jobs’ın son on yılda geçirdiğideğişime şaşırdı. “30 yaşından büyük hiç kimseye asla güvenmeye-ceğini söyleyen, Ho Çi Minh’e benzeyen biriyken 30. doğumgününümuhteşem bir partiyle kutlayan ve Ella Fitzgerald’a şarkı söylettirenbiri haline geldi,” dedi.

Jobs’a hediye seçmek kolay değildi ve birçok kişi özel hediyeler ge-tirmişti. Örneğin Debi Coleman, F. Scott Fitzgerald’ın Son Kodamanromanının bir ilk edisyon nüshasını bulmuştu. Ancak Jobs tuhaf amakendisinden beklenebilecek bir şekilde, bütün hediyeleri bir otelodasında bıraktı. Hiçbirini evine götürmedi. Servis yapılan keçipeynirinden ve kremalı somondan yemeyen Wozniak ve bazı Appleveteranları partiden sonra buluşup, karınlarını doyurmak içinDenny’s’e gittiler.

“30’lu ya da 40’lı yaşlardaki bir sanatçının gerçekten muhteşem bireser sunabilmesi nadirdir,” dedi Jobs, otuzuna bastığı ay Playboy’dayayınlanan uzun ve kişisel röportajı yapan kişi olan yazar DavidSheff’e hüzünle. “Doğuştan meraklı olan, ömürleri boyunca hayataküçük bir çocuk gibi hayranlıkla bakan insanlar var tabii, amanadirler.” Röportajda pek çok konudan bahsedildi, ama Jobs’ın en dok-unaklı sözleri yaşlanmakla ve gelecekle yüzleşmekle ilgili olanlardı:

Düşüncelerin zihninde yapı iskeleleri oluşturur. Aslında kimyasal süreçlerinetkisindesindir. Çoğu insan bu süreçlerde takılır kalır; bozuk plak gibi olurlar veasla kurtulamazlar.

Benim Apple’la bağlantım olacak hep. Umarım hayatım ve Applehep iç içe olurlar, bir duvar halısının iplikleri gibi. Birkaç seneliğinegitsem bile Apple’a geri dönerim mutlaka. Ki gitmek isteyebilirim de.

231/728

Hakkımda unutulmaması gereken temel şey şu ki, hâlâ öğrenciyim.Hâlâ eğitim kampındayım.

Hayatını yaratıcı bir şekilde, sanatçı olarak yaşamak istiyorsanarkana fazla bakmayacaksın. Yaptıklarını, eski halini çöpe atmayaistekli olacaksın.

Dış dünya sana bir imaj dayattıkça sanatçılığı sürdürmen güçleşir, buyüzden çoğunlukla sanatçılar “Elveda. Gitmeliyim. Deliriyorum,buradan gidiyorum,” demek zorunda kalırlar. Ve gidip bir yerlerde kışuykusuna yatarlar. Uyandıklarında biraz değişmiş olabilirler.

Jobs’ın bütün bu sözlerinin sebebi, hayatının yakında değişeceğinisezmesiydi sanki. Belki de hayatı sahiden de Apple’la iç içe olmayısürdürecekti. Belki de eski hayatının bir kısmını çöpe atmasının vaktigelmişti. Belki de “Elveda. Gitmeliyim,” demesinin ve sonradan, farklıbir zihniyetle geri dönmesinin vakti gelmişti.

Göç

Macintosh’un 1984’te piyasaya sürülmesinden sonra Andy Hertzfeldizne çıkmıştı. Dinlenmeye ve hazzetmediği müdürü Bob Belleville’denuzaklaşmaya ihtiyacı vardı. Bir gün, Jobs’ın Lisa mühendislerindendaha az kazanan Macintosh mühendislerine 50.000 dolara kadar varanikramiyeler verdiğini öğrendi. Bunun üzerine Jobs’a gidip ikramiye is-tedi. Jobs, Belleville’in izinde olan kişilere ikramiye vermemeye kararverdiğini söyledi. Hertzfeld sonradan bu kararı aslında Jobs’ın ver-diğini öğrenince tekrar karşısına dikildi. Jobs başta kaçamak konuştu,sonra da “Eh, diyelim ki kararı ben verdim, ne olacak?” dedi. Hertzfeld“İkramiyeyi geri geleyim diye vermiyorsan, prensip gereği gelmem,”dedi. Jobs pes etti, ama Hertzfeld bu meseleden hoşlanmamıştı.

Hertzfeld izninin sonuna doğru Jobs’la akşam yemeği randevusuayarladı ve Jobs’ın ofisinden çıkıp birkaç sokak ötedeki bir İtalyanrestoranına doğru yürüdüler. Hertzfeld “Cidden geri gelmek

232/728

istiyorum,” dedi Jobs’a. “Ama şu an ortalık karışık görünüyor.” Dalgınolan Jobs biraz sinirlendi, ama Hertzfeld devam etti. “Yazılım ekibininmorali sıfır, aylardır doğru düzgün çalışmıyorlar ve Burrell da öylebezdi ki sene sonuna kadar istifasını verir.”

Bu noktada Jobs onun sözünü kesti. “Ne dediğini bilmiyorsun sen!”dedi. “Macintosh ekibi tıkır tıkır çalışıyor, ben de şu an hayatımın engüzel dönemini yaşıyorum. Senin dünyadan haberin yok.” Hiddetligözlerle bakıyordu, ama bir yandan da Hertzfeld’in sözlerini komikbulmuş gibi davranmaya çalışıyordu.

“Buna gerçekten inanıyorsan geri gelmem imkânsız sanırım,” diyekarşılık verdi Hertzfeld üzüntüyle. “Geri dönmek istediğim Mac eki-binden eser kalmadı artık.”

“Mac ekibinin büyümesi gerekiyordu, senin de büyümen gerekiyor,”diye karşılık verdi Jobs. “Geri gelmeni isterim, ama istemiyorsan senbilirsin. Sandığın kadar önemli değilsin zaten.”

Bunun üzerine Hertzfeld geri dönmedi.

1985 başında Burrell Smith de ayrılmaya hazırdı. Jobs’ın kendisinivazgeçmeye ikna etmesinden kaygılanıyordu. Gerçekliği çarpıtmasahası, Smith’in karşı koyamayacağı kadar güçlüydü. Bu yüzdenSmith, Hertzfeld’le kafa kafaya verip o sahadan kurtulmanın yollarınıaradı. “Buldum!” dedi Hertzfeld’e bir gün. “Gerçekliği çarpıtmasahasını etkisiz hale getirip istifayı basmanın en iyi yolunu buldum.Steve’in ofisine girip pantolonumu indireceğim ve masasına işeye-ceğim. Buna ne diyebilir ki? İşe yarayacağı kesin.” Mac ekibindekiler,gözü kara Burrell Smith’in bile bunu yapacak kadar cesur olmadığınabahse girdiler. Burrell sonunda, Jobs’ın doğumgünü partisini verdiğisıralarda bir gün harekete geçmeye karar verip Jobs’tan randevu aldı.İçeri girip de Jobs’ın sırıttığını görünce şaşırdı. “Cidden yapacakmısın? Gerçekten yapacak mısın?” diye sordu Jobs. Planı duymuştu.

233/728

Smith, Jobs’a baktı. “Yapmam gerekecek mi? Mecbur kalırsamyaparım.” Jobs ona baktı; Smith mecbur olmadığına karar verdi. Buyüzden daha az dramatik bir şekilde istifasını verdi ve aralarıbozulmadı.

Hemen ardından bir başka büyük Macintosh mühendisi, Bruce Hornistifa etti. Vedalaşmaya gelince Jobs ona “Mac’teki bütün tersliklersenin suçun,” dedi.

“Eh, aslına bakarsan Mac’teki düzgün çalışan birçok şey benimsuçum, onları da kabul ettirebilmek için deli gibi uğraştım Steve,” diyekarşılık verdi Horn.

“Haklısın,” diye itiraf etti Jobs. “Kalırsan sana 15.000 hisse veririm.”Horn teklifi geri çevirince Jobs sevecen yüzünü gösterdi. “Eh, bana birsarıl öyleyse,” dedi. Kucaklaştılar.

Ama o ayın en büyük haberi, Apple’ın kurucularından olan SteveWozniak’ın şirketten ayrılmasıydı. Jobs’la Wozniak’ın asla büyük birkavga etmemelerinin sebebi kişilik farklılıklarıydı belki de –Wozniakhâlâ hayalperest ve çocuksuydu, Jobs ise eskisinden de ciddi vealıngandı–. Ama Apple’ın idaresi ve stratejisi konusunda temel bir an-laşmazlıkları vardı. Wozniak artık Apple II bölümünde bir orta düzeymühendis olarak sessiz sedasız çalışıyordu; şirketin nereden nereyegeldiğinin göstergesi olan mütevazı bir maskottu ve idari işlerden, şir-ketin politik dünyasından olabildiğince uzak duruyordu. Jobs’ın şirket-in para makinesi olan ve 1984 Noeli’nde şirketin sattığı ürünlerin%70’ini teşkil eden Apple II’yi yeterince takdir etmediğini düşünüy-ordu haklı olarak. “Şirketteki herkes Apple II grubundakilere çokönemsizmişler gibi davranıyordu,” dedi sonradan. “Oysa Apple II şir-ketin uzun zamandır en fazla satılan ürünüydü açık arayla ve sonrakiyıllarda da öyle olacaktı.” Hatta kendisinden beklenmeyecek bir şeyyaptı; bir gün Sculley’yi aradı ve onu Jobs’la Macintosh ekibininüstüne titrediği için azarladı.

234/728

Duruma canı sıkılan Wozniak sessiz sedasız ayrılıp, kendi icadı olanbir evrensel uzaktan kumandayı üretecek bir şirket kurmaya kararverdi. Bu kumanda basit tuşlarla kolayca programlanabilecekti ve tele-vizyondan müzik setine dek birçok elektronik cihazı çalıştırabilecekti.İcadından Apple II bölümündeki baş mühendise bahsetmişti, ama nor-mal kanalların dışına çıkıp da Jobs’a ya da Markkula’ya söyleyecekkadar önemli görmemişti kendini. Dolayısıyla Jobs o icadı ancakhaberi Wall Street Journal’a sızdırıldığında öğrendi. Wozniak arayanmuhabirin sorularını içtenlikle yanıtlamıştı. Evet, demişti, Apple’ınApple II bölümünü ihmal ettiğini düşünüyordu. “Apple son beş yıldırçok yanlış bir yönde gidiyor,” demişti.

İki haftadan az bir süre önce Wozniak’la Jobs birlikte Beyaz Saray’agitmişlerdi; Ronald Reagan onlara ilk Ulusal Teknoloji Ödülü’nü tak-dim etmişti. Reagan, Başkan Rutherford Hayes’in kendisine bir telefongösterilince söylediği sözü alıntılamıştı –“Muhteşem bir icat, ama bunukim kullanmak ister ki?”– ve sonra “Ben yanılıyor olabilir diye düşün-müştüm o sırada,” diyerek espri yapmıştı. Wozniak’ın ayrılışının yolaçtığı huzursuzluk sebebiyle Apple ödülün verilmesinden sonra kut-lama yemeği düzenlemedi, Sculley’yle diğer üst düzey yöneticiler deWashington’a gelmediler. Bu yüzden Jobs’la Wozniak ödülü aldıktansonra yürüyüşe çıkıp bir sandviççide karınlarını doyurdular. Wozniakhavadan sudan konuştuklarını, anlaşmazlıklarına değinmediklerinianımsıyor.

Wozniak şirketten kavgasız gürültüsüz ayrılmak istiyordu. Tarzıbuydu. Dolayısıyla Apple’da 20.000 dolar maaşla yarım gün çalışmayıve şirketi etkinliklerle büyük fuarlarda temsil etmeyi kabul etti. Ayrıl-manın arkadaşça bir yolu olabilirdi bu. Ama Jobs rahat duramadı. Bir-likte Washington’a gitmelerinden birkaç hafta sonra, bir Cumartesigünü Jobs Helmut Esslinger’in Palo Alto’daki yeni stüdyolarına gitti;Esslinger’in şirketi frogdesign, Apple’ın tasarım işlerini yapmak içinoraya taşınmıştı. Jobs orada şirketin Wozniak’ın yeni uzaktan kumandacihazı için çizdiği taslakları görünce küplere bindi. Sözleşmelerindeki

235/728

bir madde, Apple’a frogdesign’ın bilgisayarlarla ilgili başka projelerüstünde çalışmasını engelleme hakkını veriyordu ve Jobs bu maddeyikullandı. “Onlara,” diye anımsıyordu Jobs, “Woz’la çalışmalarını kabuledemeyeceğimizi bildirdim.”

Wall Street Journal olanları öğrenince Wozniak’la temasa geçti;Wozniak her zamanki gibi içten ve dürüst konuştu. Jobs’ın kendisinicezalandırdığını söyledi. “Steve Jobs benden nefret ediyor, herhaldeApple’la ilgili söylediklerim yüzünden,” dedi muhabire. Jobs’ın tavrıoldukça sevimsizdi; ama sebeplerinden biri, Jobs’ın bir ürününgörünüşünün ve stilinin onun markalaşmasına katkıda bulunduğunubaşkalarının kavramadığı bir şekilde kavramasıydı. Wozniak’ın isminitaşıyan ve Apple ürünleriyle aynı tasarım diline sahip bir cihaz,Apple’ın ürünü sanılabilirdi. “Tavrım kişisel değil,” dedi Jobs gaz-eteye; Wozniak’ın uzaktan kumandasının Apple ürünlerine benzemes-ini engellemeye çalıştığını açıkladı. “Tasarım dilimizin başka ürünlerdekullanılmasını istemiyoruz. Woz’un kendi kaynaklarını bulması gerek.Apple’ın kaynaklarından faydalanamaz; ona iltimas geçemeyiz.”

Jobs frogdesign’ın Wozniak için şimdiye kadar yaptığı işlerin para-sını bizzat ödemeyi teklif etti, ama yine de firmanın yöneticileri afal-lamışlardı. Jobs Wozniak için yapılan çizimlerin kendisine gönder-ilmesini ya da yok edilmesini talep edince reddettiler. Jobs onlaraApple’ın sözleşmeden doğan hakkını vurgulayan bir ihtarname gönder-mek zorunda kaldı. Firmanın tasarım yöneticisi Herbert Pfeifer, Jobs’ınWozniak’la arasındaki meselenin kişisel olmadığı iddiasını yalanla-yarak Jobs’ın gazabına uğrama riskine girdi. “Ortada bir güç çekişmesivar,” dedi Pfeifer Journal’a. “Aralarında kişisel sorunlar var.”

Hertzfeld Jobs’ın yaptığı şeyi duyunca küplere bindi. Jobs’tan on ikisokak kadar ötede oturuyordu; Apple’dan ayrılmasından sonra bileJobs bazen yürüyüş yaparken ona uğruyordu. “Wozniak’ın uzaktan ku-mandası meselesini duyunca öyle sinirlendim ki, Steve’in bir dahakigelişinde onu eve almadım,” diyor Hertzfeld. “Haksız olduğunu

236/728

biliyordu, ama kendini mazur göstermeye çalışıyordu ve kendini bileinandırıyordu belki de.” Sinirlenince bile efendiliği elden bırakmayanWozniak başka bir tasarım firması buldu ve hatta Apple’ın temsilcisiolarak kalmayı kabul etti.

Büyük Kapışma

1985 baharında Jobs’la Sculley’nin arasının açılmasının birçok se-bebi vardı. Bazıları sadece işle ilgili anlaşmazlıklardı; örneğin SculleyMacintosh’un fiyatını yüksek tutarak kârı maksimize etmek isterken,Jobs fiyatın düşmesini istiyordu. Bazılarıysa tuhaf bir şekilde psiko-lojikti ve başta birbirlerinden yoğun ve şaşırtıcı bir şekilde hoşlan-malarından kaynaklanıyordu. Sculley Jobs’ın sevgisini arzulamıştıyoğun bir şekilde, Jobs ise bir baba figürüyle akıl hocası aramıştı vehevesleri geçtikçe birbirlerinden soğumuşlardı. Ama aralarındakigiderek açılan uçurumun iki temel sebebi vardı; biri Jobs’la, diğeriyseSculley’yle ilgili iki sebep.

Jobs’ın sorun olarak gördüğü şey, Sculley’nin asla bir ürün insanıolamamasıydı. Sculley ürettikleri şeylerin inceliklerini öğrenmek içinçaba göstermiyordu ve öğrenecek kapasitesi de yoktu. Tersine Jobs’ınufak tefek teknolojik detaylara ve tasarım ayrıntılarına beslediğitutkuyu saplantılı ve verimsiz buluyordu. Kariyerini içeriklerini pekbilmediği gazozlar ve çerezler satarak geçirmişti. Ürünlere doğal birtutku duymuyordu, ki Jobs’a göre en büyük günahtı bu. “Onamühendisliğin ayrıntılarını öğretmeye çalıştım,” diye anımsıyordu Jobssonradan, “ama ürünlerin nasıl üretildiği konusunda hiçbir fikri yoktuve bir süre sonra durmadan tartışır olduk. Ama ben haklı olduğumuöğrendim. Ürünler her şeydir.” Sculley’yi cahil bulmaya başladı; Scul-ley’nin onun sevgisini kazanma arzusu ve birbirlerine çok benzedikleriyanılgısı, Jobs’ın horgörüsünü iyice arttırdı.

Sculley’nin sorun olarak gördüğü şeyse Jobs’ın cezbetme ya damanipüle etme modunda olmadığı zamanlarda başka insanlara çoğun-lukla itici, kaba, bencil ve kötü davranmasıydı. Yatılı okulların ve ürün

237/728

satış görüşmelerinin rafine bir ürünü olan Sculley, Jobs’ın kabasabalığını tiksindirici buluyordu, tıpkı Jobs’ın da Sculley’nin ürünlerinayrıntılarıyla ilgilenmemesini tiksindirici bulduğu gibi. Sculley aşırıiyi, düşünceli ve kibar bir insandı; Jobs ise öyle değildi. Bir keresindeXerox’un başkan yardımcısı Bill Glavin’le görüşmeyi planlıyorlardı veSculley Jobs’a düzgün davranması için yalvardı. Ama Jobs oturur otur-maz Glavin’e “Sizler ne yaptığınızı hiç bilmiyorsunuz,” deyincegörüşme sona erdi. “Kusura bakma ama kendimi tutamadım,” dediJobs Sculley’ye. Pek çok örnekten sadece biriydi bu. Atari’den Al Al-corn’un sonradan söylediği gibi: “Sculley insanları mutlu etmeye,ilişkilere özen göstermeye inanıyordu. Steve ise bunu hiç umursamıy-ordu. Ama ürünleri Sculley’den çok daha fazla önemsiyordu ve A ligioyuncusu olmayan herkesi aşağılayarak, Apple’da çok fazla andavalınçalışmasını engelliyordu.”

Yönetim kurulu kargaşadan giderek kaygılanmaya başladı ve 1985başında Arthur Rock’la diğer bazı huzursuz yöneticiler o ikisine fırçaçektiler. Sculley’ye işinin şirketi yönetmek olduğunu ve bunu dahaotoriter bir şekilde yapmaya başlamasını, Jobs’la arkadaş olmayı dafazla önemsememesini söylediler. Jobs’a da onun görevinin başkabölümlere işlerini nasıl yapacaklarını söylemek değil, Macintoshbölümünü çekip çevirmek olduğunu söylediler. Sonrasında Jobs ofisineçekilip Macintosh’una şunu yazdı: “Organizasyonun diğer bölümlerinieleştirmeyeceğim. Organizasyonun diğer bölümlerinieleştirmeyeceğim...”

Macintosh hayal kırıklığına uğratmayı sürdürdükçe –Mart 1985’tetahmini bütçede öngörülenin yalnızca %10’u kadar satıldı– Jobs sinir-lenip ofisine kapandı veya koridorlarda gezinip herkesi suçlamayabaşladı. Sinirlendikçe öfkesini çevresindekilerden çıkarıyordu. Ortadüzey yöneticiler ona isyan etmeye başladılar. Pazarlama şefi MikeMurray bir sanayi konferansında Sculley ile özel bir görüşme ayarladı.Sculley’nin otel odasına çıkarlarken onları fark eden Jobs, onlarlabirlikte gelmek istediğini söyledi. Murray gelmemesini rica etti.

238/728

Sculley’ye Jobs’ın huzursuzluğa yol açtığını ve Macintosh bölümününyöneticiliğinden alınması gerektiğini söyledi. Sculley henüz Jobs’lakapışmaya hazır olmadığı karşılığını verdi. Murray daha sonra Jobs’abir memo gönderip, iş arkadaşlarına tavrını eleştirdi ve onu “insanlarıezerek yöneticilik yapmakla” suçladı.

Huzursuzluğa bir çözüm bulunabilirmiş gibi göründü birkaç haf-talığına. Jobs Palo Alto civarındaki Woodside Design adlı bir firmanıngeliştirdiği düz ekran teknolojisine bayıldı; bu firmanın yöneticisiSteve Kitchen adlı eksantrik bir mühendisti. Jobs başka bir geliştirmegrubunun ürettiği, fareye gerek duymadan parmakla kullanılabilen birdokunmatik ekrandan da etkilendi. Bunlar Jobs’ın “kitap şeklindeMac” yaratma hayalini gerçekleştirmesine yardımcı olabilirdi. JobsKitchen’la yürüyüş yaparken civardaki Menlo Park’ta bulunan birbinayı fark etti ve orada bu fikirler üstünde çalışmak için bir ürüngeliştirme laboratuvarı kurmaları gerektiğini söyledi. Oraya AppleLabsadı verilebilirdi ve yöneticiliğini Jobs yapabilirdi; böylece küçük birekibe sahip olup da muhteşem bir yeni ürün yaratmanın hazzını tekraryaşayabilirdi.

Sculley bu fikre bayıldı. Jobs en iyi yaptığı işe geri dönerse ve Cu-pertino’dan uzaklaşıp da orada sorun çıkarmayı keserse, Sculley’ninJobs’la yaşadığı birçok idari sorun ortadan kalkmış olacaktı. AyrıcaJobs’ın yerine Macintosh bölümünün başına geçirmek istediği birivardı: Jobs’la tartışmış olan, Apple’ın Fransa şefi Jean-Louis Gassée.Gassée uçağa atlayıp Cupertino’ya geldi ve Jobs’ın altında çalışmakyerine bölümün yöneticisi olacağı garanti edilirse işi kabul edeceğinisöyledi. Yönetim kurulu üyelerinden biri olan, Macy’s’ten Phil SchleinJobs’ı yeni ürünlere kafa yormasının ve tutkulu, küçük bir ekibe ilhamvermesinin onun için daha iyi olacağına ikna etmeye çalıştı.

Ama Jobs biraz düşündükten sonra vazgeçti. Dizginleri Gassée’yebırakmak istemiyordu; Gassée akıllılık etmiş, artık kaçınılmaz halegelen iktidar savaşından uzak durmak için Paris’e geri dönmüştü. Jobs

239/728

o baharın geri kalanı boyunca kararsızlık yaşadı. Bazen şirkette yönet-ici olarak davranmayı sürdürmek istiyordu (hatta bir memo yazıp, be-dava içeceklerin ve birinci sınıf uçak seyahatlerinin tasarruf tedbiri ni-yetine kaldırılması gerektiğini söyledi), bazense gidip AppleLabs’deyeni bir araştırma geliştirme grubunun başına geçmesi gerektiğini söy-leyenlere hak veriyordu.

Murray Mart’ta “başkalarına okutmayın” notunu düştüğü, ama birçokiş arkadaşına verdiği bir başka memo yazdı. “Apple’da geçirdiğim üçyıl boyunca, son 90 günkü kargaşa, korku ve verimsizlik ortamınatanık olmamıştım hiç,” diye başlıyordu söze. “Sisin içine, felaketedoğru sürüklenen dümensiz bir gemi olarak görünüyoruz dışarıdan.”Murray çift taraflı oynuyordu, bazen Sculley’ye karşı Jobs’la işbirliğiyapıyordu. Ama bu memoda Jobs’ı suçladı. “Steve Jobs bu verimsiz-liğe sebep olan ya da ondan kaynaklanan, her halükârda artık karşıkonulmaz gibi görünen bir otoriteye sahip.”

O ayın sonunda Sculley nihayet Jobs’a Macintosh bölümünü yönet-meyi bırakması gerektiğini söyleyecek cesareti buldu. Bir akşamJobs’ın ofisine girdi; kapışmayı daha resmi kılmak için yanına insankaynakları müdürü Jay Elliot’ı almıştı. “Dehanı ve vizyonunu kimsebenden çok takdir edemez,” diye söze başladı Sculley. Daha önce deböyle yağ çektiği olmuştu, ancak bu sefer “ama” diye zalimce devamedeceği belliydi. Sahiden de öyle yaptı. “Ama işler böyle devam ed-emez cidden,” dedi. Övgülerinin sonuna “ama”lar eklemeyi sürdürdü.“Harika bir dostluk kurduk,” diye devam etti biraz safça, “ama Macin-tosh bölümünü yönetebileceğine inancımı yitirdim.” Ayrıca Jobs’ı onaarkasından andaval dediği için azarladı.

Afallamış görünen Jobs tuhaf bir karşılık verdi, Sculley’nin kendisinedaha fazla yardım etmesi ve daha çok eğitmesi gerektiğini söyledi.“Benimle daha çok zaman geçirmelisin,” dedi. Sonra saldırıya geçti.Sculley’ye bilgisayarlardan hiç anlamadığını, şirketi berbat yönettiğinive Apple’a geldiğinden beri kendisini hayal kırıklığına uğrattığını

240/728

söyledi. Sonra Jobs üçüncü tepkisine geçti. Ağlamaya başladı. Sculleyöylece oturup tırnaklarını kemirdi.

“Bu meseleyi yönetim kuruluna götüreceğim,” diye bildirdi Sculley.“Macintosh bölümü yöneticiliğinden alınmanı önereceğim. Bunu bil-meni istiyorum.” Jobs’a direnmemesini, yeni teknolojilerle ürünlergeliştirmekte odaklanmayı kabul etmesini rica etti.

Jobs koltuğundan fırlayıp delici bakışlarını Sculley’ye dikti. “Bunuyapacağına inanmıyorum,” dedi. “Bunu yaparsan şirketi mahvedersin.”

Sonraki birkaç hafta boyunca Jobs tutarsız davranışlar sergiledi. Ap-pleLabs’i yönetmeye gideceğini söylerken birden Sculley’yi alaşağı et-mek için destek aramaya başlıyordu. Sculley ile uzlaşmacı konuştuktansonra arkasından konuşuyordu, bazen aynı gece içinde. Bir gece 9’daApple’ın baş hukuk müşaviri Al Eisenstat’ı arayıp artık Sculley’ye ta-hammülünün kalmadığını söyledi ve yönetim kurulunu ikna etmek içinondan yardım istedi; aynı gecenin 11’indeyse Sculley’yi arayıpuyandırdı ve “Harikasın, seninle çalışmaya bayıldığımı bilmeni istiyor-um,” dedi.

Sculley 11 Nisan’daki yönetim kurulu toplantısında, Jobs’ın Macin-tosh bölümünün yöneticiliğinden ayrılmasını ve yeni ürünlergeliştirmekte odaklanmasını istediğini resmen bildirdi. Yönetim kuruluüyelerinin en huysuz ve en başına buyruk olanı Arthur Rock söz aldı.İkisinden de bıktığını söyledi; Sculley son bir senedir dizginleri elinealacak cesareti gösterememişti, Jobs ise “huysuz bir velet gibi” dav-ranıyordu. Yönetim kurulunun aralarındaki anlaşmazlığı çözmesigerekiyordu ve bunun için onlarla ayrı ayrı görüşmeliydi.

Sculley önce Jobs konuşabilsin diye odadan çıktı. Jobs sorunun Scul-ley olduğunu söyledi ısrarla. Sculley bilgisayarlardan anlamıyordu.Bunun üzerine Rock, Jobs’ı azarladı. Jobs’ın bir yıldır aptalca dav-randığını ve bir bölümü yönetmeye hakkı olmadığını söyledi hırıltılısesiyle. Jobs’ın bir numaralı destekçisi olan, Macy’s’ten Phil Schlein

241/728

bile onu kovulmadan kenara çekilip şirketin bir araştırmalaboratuvarının başına geçmeye ikna etmeye çalıştı.

Yönetim kuruluyla özel görüşme yapma sırası kendisine gelen Scul-ley bir ültimatom verdi. “Ya beni desteklersiniz ve bu şirketi yönet-menin sorumluluğunu üstlenirim, ya da hiçbir şey yapmayız ve kendin-ize yeni bir CEO bulmanız gerekir,” dedi. Kendisine yetki verilirseaceleci davranmayacağını, Jobs’ı yeni rolüne birkaç ayda yavaş yavaşalıştıracağını söyledi. Yönetim kurulu oybirliğiyle Sculley’yidestekledi. Sculley’ye uygun gördüğü zaman Jobs’ı bölüm yöneti-ciliğinden alma yetkisi verildi. Jobs yönetim kurulu odasının önündebeklerken –ve savaşı kaybetmekte olduğunu pekâlâ bilirken– eski işarkadaşlarından Del Yocam’ı görünce ağlamaya başladı.

Yönetim kurulunun karara varmasından sonra Sculley uzlaşmacı dav-ranmaya çalıştı. Jobs geçişin yavaş yavaş gerçekleşmesini, sonrakibirkaç aya yayılmasını istediğini söyledi ve Sculley bunu kabul etti.Sonra o akşam Sculley’nin yönetici sekreteri Nanette Buckhout, Jobs’ıhatrını sormak için aradı. Jobs hâlâ ofisindeydi, yıkılmış haldeydi.Sculley çoktan gitmişti; Jobs da Buckhout’la konuşmaya gitti. YineSculley konusunda tutarsız tavırlar sergilemeye başladı. “John banabunu neden yaptı?” dedi. “Bana ihanet etti.” Sonra birden ağızdeğiştirdi. Biraz tatil yapıp Sculley’yle arasını düzeltmeye çalışmasınınbelki de daha iyi olacağını söyledi. “John’ın arkadaşlığı her şeydenönemli ve bence öyle yapmalıyım, arkadaşlığımızda odaklanmalıyım.”

Darbe Planlamak

Jobs reddedilmeyi kolay hazmedebilenlerden değildi. 1985Mayısı’nın başında Sculley’nin ofisine geldi ve Macintosh bölümünüyönetebileceğini göstermek için biraz zaman istedi. İyi bir yöneticiolduğunu kanıtlayacağını söyledi. Sculley geri adım atmadı. Bununüzerine Jobs karşı saldırıya geçmeyi denedi. Sculley’den istifa etmesiniistedi. “Bence artık işini yapamıyorsun,” dedi. “İlk yıl ciddenmuhteşemdin ve her şey harikaydı. Ama sana bir şeyler oldu.”

242/728

Normalde soğukkanlı olan Sculley de saldırıya geçti; Jobs’ın Macin-tosh yazılımını tamamlayamadığını, yeni modeller üretemediğini, müş-teri sayısını arttıramadığını söyledi. Sonunda birbirlerini kötü yönetici-likle suçlamaya başladılar bağıra çağıra. Jobs gidince Sculleygörüşmeyi ofisinin cam duvarından seyreden insanlara sırtını dönüpağladı.

14 Mayıs’ta, Macintosh ekibi Sculley ile diğer Apple şirketi liderler-ine üç aylık performans raporu verince gerilim iyice tırmandı. Jobsbölümün kontrolünü hâlâ bırakmamıştı ve ekibiyle birlikte şirketinyönetim kurulu odasına girdiğinde isyankârdı. O ve Sculley bölümünmisyonu konusunda tartışmaya başladılar. Jobs misyonun daha çokMacintosh satmak olduğunu söyledi, Sculley ise Apple şirketiningenelinin çıkarlarına hizmet etmek olduğunu söyledi. Bölümlerarasıişbirliği her zamanki gibi zayıftı ve Macintosh, Apple II bölümününgeliştirdiği disk sürücülerden farklı, yeni disk sürücüler üretmeyi plan-lıyordu. Bu tartışma tam bir saat sürdü.

Sonra Jobs yürütülen projelerden bahsetti: üretimi durdurulmuşLisa’nın yerini alacak daha güçlü bir Mac ve Macintosh kul-lanıcılarının ağ üzerinden dosya paylaşabilmelerini sağlayacakFileServer adlı bir yazılım. Ama Sculley bu ürünlerin gecikeceğini ilkkez öğrendi. Murray’in pazarlama geçmişini, Bob Belleville’inmühendislik projelerindeki gecikmelerini ve Jobs’ın genel yöneti-ciliğini eleştirdi. Bütün bunlara karşın Jobs oradaki herkesin gözüönünde Sculley’ye yalvardı, bölüm yöneticiliği yapabileceğini kanıt-laması için kendisine bir şans daha vermesini istedi. Sculley reddetti.

Jobs o gece Macintosh ekibini Woodside’daki Nina’s Kafe’ye akşamyemeğine götürdü. Jean-Louis Gassée şehirdeydi, çünkü Sculley onunMacintosh bölümünün idaresini devralmaya hazır olmasını istiyordu;Jobs onu da davet etti. Bob Belleville “Steve Jobs’ın gördüğü dünyayıgerçekten anlayanların şerefine” kadeh kaldırmayı teklif etti. Bu söz–“Steve Jobs’ın gördüğü dünya”– Apple’daki başkaları tarafından

243/728

hakaret amaçlı kullanılıyordu; Jobs’ın gerçekliği çarpıtmasını eleştirenbir sözdü. Herkes dağıldıktan sonra Belleville, Jobs’ın Mercedes’indeonunla birlikte oturdu ve Sculley ile ölümüne savaşmak için hazırlık-lara başlamasını söyledi. Jobs manipülatifliğiyle tanınıyordu ve sahidende işine gelince insanları tatlı diliyle utanmazca cezbederek ikna ede-biliyordu. Ama bazılarının sandığının aksine, oturup kumpas kurmaktaiyi değildi; insanların gözüne girecek kadar sabırlı da değildi ve mizacıbuna elvermezdi zaten. “Steve ofis siyaseti oyununu oynamazdı hiç –genlerinde yoktu, mizacında yoktu,” dedi Jay Elliot. Hem Jobsbaşkalarına yalakalık yapamayacak kadar küstahtı. Örneğin DelYocam’ın desteğini almaya çalışırken bile, işletme müdürlüğünüYocam’dan daha iyi bildiğini söylemekten geri duramadı.

Apple aylar önce Çin’e bilgisayar ihraç etme hakkını almıştı ve JobsAnma Günü haftasının sonunda Büyük Halk Sarayı’nda anlaşma imza-lamaya davet edilmişti. Bunu Sculley’ye söyleyince Sculley bizzat git-mek istedi; Jobs için hava hoştu. Sculley’nin yokluğunu fırsat bilipdarbe hazırlıkları yaptı. Anma Günü haftası boyunca bir sürü insanıyürüyüşe çıkarıp planlarını paylaştı. “John Çin’deyken darbeyapacağım,” dedi Mike Murray’e.

Mayıs’ta Yedi Gün, 1985

23 Mayıs Perşembe: Macintosh bölümündeki üst düzey adamlarıylaher zamanki Perşembe toplantısını yapan Jobs, onlara Sculley’yidevirme planını anlattı ve şirketi nasıl reorganize edeceğini çizimlerlegösterdi. Sırrını şirketin insan kaynakları müdürü Jay Elliott’a da açtı;Elliott ona planın işe yaramayacağını söyledi açıkça. Elliott bazı kurulüyeleriyle konuşmuş ve Jobs’ı desteklemelerini istemişti, ama kurulüyelerinin çoğunun ve Apple’ın yönetim kadrosunun neredeysetamamının Sculley’nin tarafını tuttuklarını keşfetmişti. Jobs yine devazgeçmedi. Hatta bir gün otoparkta Gassée’yle birlikte yürürken onaplanlarından bahsetti, oysa Gassée onun işini almak için Paris’ten

244/728

gelmişti. “Gassée’ye söylemem hataydı,” diye kabul etti Jobs yıllarsonra acı acı.

O akşam, Apple’ın baş hukuk müşaviri Al Eisenstat evinde Scul-ley’yle Gassée’nin eşleriyle birlikte katıldıkları küçük bir barbeküpartisi düzenledi. Eisenstat Jobs’ın planlarını Gassée’den öğreninceona Sculley’ye haber vermesini öğütledi. “Steve entrika peşindeydi,John’ı devirmek istiyordu,” diye anımsıyor Gassée. “Al Eisenstat’ınevinde işaret parmağımı John’ın göğüs kemiğine hafifçe dayayıp‘Yarın Çin’e gidersen işini kaybedebilirsin. Steve senden kurtulmakiçin kumpas kuruyor,’ dedim.”

24 Mayıs Cuma: Sculley yolculuğunu iptal etti ve Cuma sabahkiApple idari personel toplantısında Jobs’la yüzleşmeye karar verdi. Jobsgeç geldi ve her zamanki yerinin, masanın başındaki Sculley’ninyanındaki koltuğun dolu olduğunu gördü. Masanın diğer ucuna oturdu.Şık bir Wilkes-Bashford takım elbise giymişti ve enerjik görünüyordu.Sculley ise solgun görünüyordu. Gündeme boş vererek herkesinaklındaki meseleyi konuşacağını söyledi. “Beni şirketten kovdurmayaçalıştığını duydum,” dedi Jobs’a bakarak. “Sana bunun doğru olup ol-madığını sormak istiyorum.”

Jobs bunu beklemiyordu. Ama zalimce dobra konuşmaktan çekinenbiri olmamıştı hiç. Gözlerini kıstı ve Sculley’ye dikip hiç kırpmadanbakmaya başladı. “Bence sen Apple için zararlısın ve bu şirketi yönete-cek insan değilsin,” diye karşılık verdi soğukça ve ağır ağır. “Bu şir-ketten gerçekten gitmelisin. Burayı nasıl yöneteceğini bilmiyorsun,asla da bilmedin.” Sculley’yi ürün geliştirme sürecinden anlamamaklasuçladıktan sonra egosantrik bir suçlamada bulundu. “Burada gelişi-mime yardım etmeni istemiştin, ama edemedin.”

Odadaki diğerleri dona kalmış halde otururken Sculley nihayet sinir-lendi. Çocukken kekemeydi ve yirmi yıl sonra kekemeliği geri dön-meye başladı. “Sana güvenmiyorum ve güvensizlik istemiyorum,” dedikekeleyerek. Jobs şirketi Sculley’den daha iyi yöneteceğini öne

245/728

sürünce Sculley bir riske girdi. Odada oylama yapmaya karar verdi.“Zekice bir hamle yaptı,” diye anımsıyordu Jobs, otuz beş yıl sonrabile sinirlenerek. “İdari komite toplantısında ‘Hangimizi seçiyorsunuz,beni mi Jobs’ı mı?’ diye sordu. Her şeyi önceden ayarlamıştı, yanibana oy vermek için salak olmak gerekirdi.”

Odadaki donakalmış seyirciler huzursuzca kımıldanmaya başladılarbirden. Önce Del Yocam konuşmak zorunda kaldı. Jobs’ı sevdiğini,şirkette rol oynamayı sürdürmesini istediğini söyledi, ama Jobs onagözlerini dikmiş bakarken cesaretini toplayıp, Sculley’ye “saygı duy-duğunu” ve onun şirketi yönetmesini desteklediğini ekledi. Eisensteindoğrudan Jobs’la konuştu ve aşağı yukarı aynı şeyi söyledi: Jobs’ıseverdi, ama Sculley’yi destekliyordu. İdari personelin arasındadışarıdan gelen bir danışman olarak oturan Regis McKenna’ysa dahaaçık konuştu. Jobs’a baktı ve ona şirketi yönetmeye henüz hazır ol-madığını söyledi, ki daha önce de söylemişti. Başkaları da Sculley’nintarafını tuttular. Bill Campbell bunda epey zorlandı. Jobs’ı seviyordu,Sculley’dense hazzetmiyordu. Jobs’a onu bir insan olarak ne kadarsevdiğini söylerken sesi biraz titredi. Sculley’yi desteklemeye kararverse de, o ikisinin birlikte kafa kafaya vermelerini ve Jobs’a şirkettebir yer bulmalarını tavsiye etti. “Steve’in bu şirketten ayrılmasına gözyumamazsın,” dedi Sculley’ye.

Jobs yıkılmış gibiydi. “Durumu anladım sanırım,” dedi ve odadandışarı fırladı. Peşinden giden olmadı.

Jobs ofisine döndü, Macintosh ekibindeki sadık adamlarını topladı veağlamaya başladı. Apple’dan ayrılmak zorunda kalacağını söyledi.Kapıya gitmeye başlarken Debi Coleman onu durdurdu. O ve diğerleriJobs’a oturmasını, aceleci davranmamasını söylediler. Hafta sonu din-lenip kendine gelmeliydi. Belki de şirketin parçalanmasını engellemen-in bir yolu vardı.

Sculley de kazandığı zafer yüzünden yıkılmıştı. Al Eisenstat’ınofisine yaralı bir savaşçı gibi çekildi ve şirket danışmanından birlikte

246/728

araba gezisine çıkmalarını istedi. Eisenstat’ın Porsche’sine bindikler-inde Sculley “Buna devam edebilir miyim bilmiyorum,” diye yakındı.Eisenstat ne demek istediğini sorunca Sculley “İstifa edeceğim galiba,”diye yanıtladı.

“Edemezsin,” diye itiraz etti Eisenstat. “Yoksa Apple dağılır.”

“İstifa edeceğim,” diye karşılık verdi Sculley. “Bu şirkete uygunolduğumu sanmıyorum. Yönetim kurulundakilere haber verir misin?”

“Veririm,” diye karşılık verdi Eisenstat. “Ama bence kaçıyorsun.Steve’e karşı durman gerek.” Sonra Sculley’yi evine bıraktı.

Sculley’nin karısı Leezy onun gün ortasında eve döndüğünü görünceşaşırdı. “Başaramadım,” dedi Sculley ona perişanca. Karısı Jobs’tanasla hazzetmemiş ve kocasının ona düşkünlüğünü onaylamayan, duy-gusal iniş çıkışlara meyilli biriydi. Dolayısıyla olanları duyunca ara-basına atladığı gibi Jobs’ın ofisine gitti. Jobs’ın Good Earth restoranınagittiğini öğrenince hışımla oraya kadar yürüyüp, Debi Coleman’la veMacintosh ekibindeki diğer sadık yandaşlarıyla birlikte otoparka çıkanJobs’ın karşısına dikildi.

“Steve, seninle konuşabilir miyim?” dedi. Jobs’ın ağzı açık kaldı.“John Sculley gibi iyi bir insanı tanımanın bile ne büyük bir ayrıcalıkolduğunun farkında mısın?” diye sordu Leezy sertçe. Jobs gözlerinikaçırdı. “Seninle konuşurken gözlerime bakar mısın?” diye sordukadın. Ama Jobs bunu yapınca –üstünde çalışılmış bakışlarını gözlerinikırpmadan kadına yöneltince– Leezy irkildi. “Boşver, bakma bana,”dedi. “Genelde insanların gözlerine bakınca ruhlarını görürüm. Seningözlerine bakınca dipsiz bir uçurum, boş bir çukur, ölü bir bölgegörüyorum.” Sonra da yürüyüp gitti.

25 Mayıs Cumartesi: Mike Murray Cumartesi günü Jobs’ın Wood-side’daki evine, akıl vermeye gitti. Bir yeni ürün vizyoneri olmayı ka-bul etmesini, AppleLabs’te çalışmaya başlamasını, genel merkezden

247/728

uzaklaşmasını öğütledi. Ama önce Sculley’yle barışması gerektiğinisöyledi. Bunun üzerine Jobs Sculley’yi arayıp zeytin dalı uzatarak onuşaşırttı. Ertesi günün ikindisinde buluşup Stanford Üniversitesi’nin ar-kasındaki tepelerde yürüyüş yapmalarını teklif etti. Orada eskiden,daha mutlu zamanlarında da yürüyüş yapmışlardı ve böyle bir yürüyüşuzlaşmalarına katkıda bulunabilirdi.

Jobs Sculley’nin Eisenstat’a istifa etmek istediğini söylediğinibilmiyordu, ama artık fark etmezdi. Sculley geceleyin fikrinideğiştirmişti. Şirkette kalmaya karar vermişti ve dünkü tartışmayakarşın Jobs’ın kendisinden hoşlanmasını istiyordu hâlâ. Dolayısıylaertesi günün ikindisinde buluşmayı kabul etti.

Jobs uzlaşmaya gönüllü idiyse bile, o gece Murray’le birlikte seyret-mek için seçtiği film bunun göstergesi değildi. General Patton filmini,asla teslim olmayan generalin destanını seçti. Ama filmin videokasedini bir zamanlar o generalin askerlerini feribotla taşımış olan ba-basına ödünç vermişti; bu yüzden Murray’le birlikte çocukluk evine,filmi almaya gitti. Ebeveyni evde yoktu, Jobs’ta da anahtar yoktu. Evinarka tarafına gittiler, kilitlenmemiş kapı ya da pencere var mı diye bak-tılar ve sonunda pes ettiler. Jobs video kasetçide filmi bulamayınca,sonunda İhanet filmiyle idare etmek zorunda kaldı.

26 Mayıs Pazar: Jobs’la Sculley Pazar gününün ikindisinde, plan-ladıkları gibi Stanford kampüsünün arkasında buluştular ve tepelerle atmeralarında saatlerce gezindiler. Jobs Apple’da işlevsel bir konumdakalmak istediğini tekrarladı. Sculley bu kez direndi. İşe yaramaz, deyipduruyordu. Jobs’a kendi laboratuvarında çalışan bir ürün vizyoneri ol-mayı kabul etmesini söyledi, ama Jobs orada “bostan korkuluğu” gibiduracağını söyleyerek teklifi reddetti. Ondan başka herhangi birindeşaşırtıcı duracak kadar gerçeklerden kopuk bir şekilde, Sculley’yebütün şirketin kontrolünü kendisine devretmesini söyledi. “Neden senyönetim kurulu başkanı olmuyorsun? Ben de şirketin başkanı ve

248/728

CEO’su olurum,” dedi. Bu teklifi içtenlikle yapması Sculley’yiafallattı.

“Steve, bu çok saçma,” diye karşılık verdi Sculley. Bunun üzerineJobs işbölümü yapıp şirketi birlikte yönetmelerini, kendisinin üretimkısmıyla, Sculley’ninse pazarlama ve ticaret kısmıyla ilgilenmesiniönerdi. Yönetim kurulu Sculley’yi cesaretlendirmekle kalmamıştı,Jobs’ı dize getirmesini emretmişti. “Şirketin tek bir yöneticisi olmalı,”diye karşılık verdi Sculley. “Benim arkamda yönetim kurulunundesteği var, seninse yok.” Sonunda el sıkıştılar ve Jobs ürün vizyonerirolünü benimsemeyi bir kez daha düşünmeyi kabul etti.

Jobs eve giderken Mike Markkula’nın evine uğradı. Markkula’yıevde bulamayınca mesaj bırakarak, ertesi akşam yemeğe gelmesi dav-etinde bulundu. Macintosh ekibindeki en sadık yandaşlarını da davetedecekti. Markkula’yı Sculley’nin tarafını tutma aptallığından birliktevazgeçirebileceklerini umuyordu.

27 Mayıs Pazartesi: Anma Günü güneşli ve ılıktı. Macintosh eki-bindeki sadık yandaşlar –Debi Coleman, Mike Murray, Susan Barnes,Bob Belleville– strateji belirleyebilmek için Jobs’ın Woodside’daki ev-ine akşam yemeğine bir saat kala geldiler. Günbatımında verandadaotururlarken Coleman tıpkı Murray gibi Jobs’a Sculley’nin teklifini ka-bul edip ürün vizyoneri olmasını ve AppleLabs’in kurulmasına yardımetmesini söyledi. Yandaşlar arasında gerçekçi olmaya en gönüllü kişiColeman’dı. Yeni organizasyon planında Sculley onu imalatbölümünün başına getirmişti, çünkü onun sadece Jobs’a değil Apple’ada sadık olduğunu biliyordu. Diğerlerinden bazılarıysa daha agresifdüşünüyorlardı. Markkula’ya Jobs’ı başa geçirecek veya en azındanürün bölümünün idaresini elinde tutmasını sağlayacak bir reorganiza-syon planını desteklemesini söylemek istiyorlardı.

Markkula gelince onları dinlemeyi bir şartla kabul etti: Jobs susacak-tı. “Macintosh ekibinin fikirlerini gerçekten merak ediyordum, Jobs’ınonları isyana teşvik etmesini seyretmeyiyse istemiyordum,” diye

249/728

anımsıyordu. Hava serinleyince tek tük mobilyalı konağa girip birşöminenin karşısına oturdular. Jobs’ın aşçısının yaptığı buğday unluvejetaryen pizzası servis arabasıyla getirildi. Markkula pizza yerine,Jobs’ın stokta küçük bir tahta kasa dolusu tuttuğu yerel Olson’skirazlarından yedi. Markkula ekiptekilerin sızlanmasına göz yummakyerine, onları çok belirgin yönetimsel meselelerde, örneğin FileServeryazılımının neden geciktiğinde ve Macintosh dağıtım sisteminin nedentalep değişikliklerine yeterince karşılık veremediğinde odaklanmayazorladı. Ekiptekiler sözlerini bitirince Markkula Jobs’ı desteklemeye-ceğini açıkça söyledi. “Planını desteklemeyeceğimi söyledim ve konukapandı,” diye anımsıyordu Markkula. “Patron Sculley dedim.Kızgındılar, duygusal davranıyorlardı ve isyan ediyorlardı, ama işleröyle yürümez.”

Bu arada Sculley de günü tavsiye peşinde geçiriyordu. Jobs’ın ta-leplerine boyun eğmeli miydi? Danıştığı neredeyse herkes, bunudüşünmesinin bile delilik olduğunu söyledi. Bu soruyu sormak bilekararsız görünmesine, hâlâ Jobs’ın gözüne girmeye çalışıyormuş gibigörünmesine yol açıyordu. “Arkandayız,” dedi üst düzey yöneticiler-den biri, “ama güçlü bir lider olmanı bekliyoruz ve Steve’in yöneti-ciliğe geri dönmesine izin veremezsin.”

28 Mayıs Salı: Destekçilerinden duyduğu sözlerden cesaretlenen veJobs’ın dün akşamı Markkula’yı ayartmaya çalışmakla geçirdiğiniMarkkula’dan öğrenince sinirlenen Sculley, Salı sabahı Jobs’layüzleşmek için onun ofisine gitti. Yönetim kuruluyla konuştuğunu vekurulun desteğine sahip olduğunu söyledi. Jobs’ın gitmesini istiyordu.Sonra Markkula’nın evine gidip reorganizasyon planlarından bahsetti.Markkula ayrıntılı sorular sordu ve sonunda Sculley’ye onay verdi.Sculley ofisine geri dönünce diğer yönetim kurulu üyelerini aradı,kendisini hâlâ desteklediklerine emin olmak için. Destekliyorlardı.

Bu noktada Jobs’ı aradı; durumu anlayıp anlamadığına emin olmakistiyordu. Sculley yönetim kurulunun nihai onayını alan

250/728

reorganizasyon planını uygulamaya bu hafta başlayacaktı. Gassée diğerürünlerin yanı sıra Jobs’ın sevgili Macintosh’unun da yönetimini dev-ralacaktı ve Jobs’ın yönetebileceği başka bir bölüm yoktu. Sculley hâlâbiraz uzlaşmacı davranıyordu. Jobs’a isterse şirkette yönetim kurulubaşkanı olarak kalabileceğini ve idari yetkisi olmayan bir ürün vizyon-eri olabileceğini söyledi. Ama artık seçenekleri arasında AppleLabsgibi bir ürün geliştirme laboratuvarı bile yoktu.

Jobs sonunda durumu anladı. Elinden bir şey gelmeyeceğini, ger-çekliği çarpıtamayacağını anladı. Hüngür hüngür ağlayarak telefonlaretmeye başladı – Bill Campbell’ı, Jay Elliot’ı, Mike Murray’i,başkalarını aradı. Murray’in karısı Joyce, Jobs aradığında yurt dışıgörüşme yapıyordu ve operatör araya girip acil bir durum olduğunusöyledi. “Umarım öyledir,” dedi kadın operatöre. Jobs’ın “Öyle,” ded-iğini işitti. Murray telefonu aldığında Jobs ağlıyordu. “Bitti,” dedi Jobs.Sonra da telefonu kapadı.

Jobs’ın bir delilik yapacağından kaygılanan Murray onu geri aradı.Telefon açılmadı. Bunun üzerine Murray arabaya atlayıp Woodside’agitti. Kapıyı çalınca açan olmadı; o da arka tarafa gidip dış basamak-lara çıkarak yatak odasına baktı. Jobs boş odadaki bir şiltenin üstündeyatıyordu. Murray’i içeri aldı ve neredeyse şafak sökene kadarkonuştular.

29 Mayıs Çarşamba: Jobs nihayet General Patton’ın bir kopyasınıbuldu ve Çarşamba akşamı seyretti, ama Murray onun bir başka savaşagirişmesini engelledi. Jobs’a Cuma günü gelip Sculley’nin yeni reor-ganizasyon planını ilan etmesini dinlemesini tavsiye etti. Jobs’ın asikomutan yerine iyi askeri oynamaktan başka seçeneği kalmamıştı.

Yuvarlanan Bir Taş Gibi (Like A Rolling Stone)

Sculley oditoryumda askerlere yeni savaş düzenini açıklarken Jobsarka kapıdan usulca girdi. Bir sürü kişi ona yan gözle baktılar, ama sa-dece birkaçı selam verdi ve hiçbiri yanına gelip selamlaşmadı. Jobs

251/728

Sculley’ye gözlerini kırpıştırmadan baktı; Sculley “Steve’in horgörülübakışını” yıllar sonra anımsayacaktı. “O amansız bakış,” diye anımsıy-ordu Sculley, “insanın kemiklerinin içine girip de en yumuşak, ensavunmasız, en ölümlü tarafına kadar işleyen bir röntgen ışını sanki.”Sculley Jobs’ı fark etmemiş gibi yaparak sahnede dururken, Massachu-setts’teki Cambridge’e bir yıl önce birlikte yaptıkları dostça bir yolcu-luğu anımsadı bir an; Jobs’ın kahramanı Edwin Land’i ziyarete git-mişlerdi. Land kendi kurduğu şirketten, Polaroid’den alaşağı edilmişti;Jobs Sculley’ye “Altı üstü birkaç milyon dolar kaybetti diye şirketinielinden aldılar,” demişti tiksintiyle. Sculley şimdi de kendisinin Jobs’ınşirketini elinden aldığını düşündü.

Sculley Jobs’ı görmezden gelmeyi sürdürerek sunumuna devam etti.Organizasyon çizelgesine giderken, Macintosh ve Apple II birleşikürün grubunun yeni liderinin Gassée olduğunu söyledi. Çizelgedeki“yönetim kurulu başkanı” yazılı kutucuktan ne Sculley’ye, ne debaşkasına çizgi çıkıyordu. Sculley Jobs’ın bu konumda “küresel vizy-oner” rolü oynayacağını kısaca söyledi. Ama Jobs’ı fark etmemiş gibidavranıyordu hâlâ. Seyirciler nezaketen alkışladılar.

Haberi bir arkadaşından alan Hertzfeld, Apple genel merkezine gitti;buraya istifasından beri pek uğramamıştı. Eski çetesinden kalanlarladertleşmek istiyordu. “Yönetim kurulunun Steve’i kovması hâlâ inanıl-maz geliyordu bana; Steve bazen zor bir insan olabilse de şirketin kalbive ruhuydu bariz bir şekilde,” diye anımsıyordu Hertzfeld. “Apple IIbölümünden birkaç kişi –Steve’in burnu büyüklüğüne sinir olanlar–çok sevinmiş gibiydiler, bu sarsıntıyı yükselme fırsatı olarak görenlerde vardı, ama Apple çalışanlarının çoğu somurtuyordu; moralsizdilerve gelecekten kaygılıydılar.” Hertzfeld Jobs’ın AppleLabs’i kurmayıkabul etmiş olabileceğini düşündü bir an. Durum öyleyse geri dönüpJobs’ın yanında çalışacaktı. Ama durum öyle değildi.

Jobs ertesi birkaç gün evinde kaldı; perdeleri kapattı, telesekreteriniaçık bıraktı ve sadece kız arkadaşı Tina Redse’yle görüştü. Saatlerce

252/728

oturup Bob Dylan kasetlerini, özellikle de “The Times They Are A-Changin’”i dinledi. Şarkının ikinci bölümünü on altı ay önce, Macin-tosh’u Apple hissedarlarına sergilerken okumuştu. Bu kısım güzelbitiyordu: “Çünkü şimdi kaybeden / İleride kazanacak...”

Cumartesi gecesi, eski Macintosh ekibinden bazıları AndyHertzfeld’le Bill Atkinson’ın liderliğinde toplanıp onu neşelendirmeyegeldiler. Jobs kapıyı açmakta epey gecikti ve onları evdeki mobilyalıpek az odadan birine, mutfağın yanındaki odaya götürdü. Önceden si-pariş ettiği bir vejetaryen yemeğini Redse’nin yardımıyla servis yaptı.“Eee, neler oldu?” diye sordu Hertzfeld. “Durum göründüğü kadarkötü mü cidden?”

“Hayır, daha da kötü,” dedi Jobs yüzünü ekşiterek. “Hayal edebile-ceğinden çok daha kötü.” Sculley’yi kendisine ihanet etmekle suçladıve Apple’ı onsuz yönetemeyeceğini söyledi. Yönetim kurulu başkan-lığı rolünün tamamen kâğıt üstünde olduğundan yakındı. Bandley3’teki ofisinden kovuluyordu; onu “Siberya” adını verdiği küçük veneredeyse bomboş bir binaya göndereceklerdi. Hertzfeld eski, güzelgünleri yâd etmeye başlayınca geçmişten bahsettiler.

Dylan o hafta Empire Burlesque adlı yeni bir albüm çıkarmıştı;Hertzfeld’in getirdiği albümü Jobs’ın yüksek teknolojili pikabında din-lediler. En dikkat çekici parça olan “When the Night Comes FallingFrom the Sky”ın[19] apokaliptik mesajı geceye uygun gibiydi, amaJobs’ın hoşuna gitmedi. Disko şarkısı gibiydi; Jobs Dylan’ın Blood onthe Tracks’ten beri kötüye gittiğini savundu kasvetle. Bunun üzerineHertzfeld iğneyi albümdeki son şarkı olan “Dark Eyes”a götürdü; busade akustik şarkıda gitar ve armonika çalan Dylan vardı sadece. Yavaşve kederli bir şarkıydı; Hertzfeld bu şarkının Jobs’a çok sevdiği eskiDylan şarkılarını anımsatacağını umuyordu. Ama Jobs onu da beğen-medi ve albümün geri kalanını dinlemek istemedi.

253/728

Jobs’ın aşırı tepkisi anlaşılırdı. Sculley’yi baba figürü olarakgörmüştü bir zamanlar. Mike Markkula’yı da. Arthur Rock’ı da. O haf-ta üçü de onu terk etmişlerdi. “İçinin derinliklerinde yatan, erken yaştareddedilme hissini depreştirdi,” diyor arkadaşı ve avukatı George Ri-ley. “O his kendi mitolojisinin derin bir parçası ve onu biçimlendirenşey.” Jobs, Markkula ve Rock gibi baba figürleri tarafından redded-ilince kendini tekrar terk edilmiş hissetti. “Sanki yumruk yemiştim denefesim kesilmişti, nefes alamıyordum,” diye anımsıyordu yıllar sonra.

Özellikle Arthur Rock’ın desteğini yitirmek acı vermişti. “Arthurbabam gibiydi,” diyordu Jobs yıllar sonra. “Beni kanadının altınaalmıştı.” Rock ona operayı öğretmişti ve eşi Toni’yle birlikte San Fran-cisco’da ve Aspen’de ağırlamıştı. Asla armağanlar saçan biri olmayanJobs, Japonya’dan dönüşte Rock’a Sony Walkman gibi hediyeler ge-tirirdi bazen. “Bir keresinde San Francisco’ya arabayla girdiğimihatırlıyorum; Arthur’a ‘Tanrı’m, şu Bank of America binası amma çir-kin,’ dedim, o da ‘Hayır, o en iyisi,’ dedi ve sonra beni bilgilendirdi;haklıydı tabii.” Yıllar sonra bile Jobs bu öyküyü gözleri yaşararak an-lattı. “Sculley’yi bana yeğledi. Bu beni cidden yıktı. Bana sırt çevir-eceğini hiç düşünmemiştim.”

Daha da kötüsü, sevgili şirketi andaval olarak gördüğü bir adamınellerindeydi artık. “Yönetim kurulu şirket yönetemeyeceğime kararvermişti ve buna hakları vardı,” dedi. “Ama bir hata yaptılar. Bana veSculley’ye ne yapacaklarına ayrı ayrı karar vermeliydiler. Apple’ıyönetmeye hazır olmadığımı düşünseler bile Sculley’yi kovmalıy-dılar.” Jobs’ın morali yavaş yavaş düzelse bile, Sculley’ye duyduğuöfke –ihanete uğradığı hissi– derinleşiyordu. Ortak arkadaşları onlarıbarıştırmaya çalıştılar. 1985 yazının sonlarında bir akşam, XeroxPARC’tayken Ethernet’i keşfedenlerden biri olan Bob Metcalfe ikisiniWoodside’daki yeni evine davet etti. “Korkunç bir hataydı,” diye an-ımsıyor. “John’la Steve evin birer ucunda durdular, birbirlerine tek ke-lime etmediler ve ben onları barıştıramayacağımı fark ettim. Steve

254/728

bazen muhteşem fikirlere sahip olabiliyor, ama insanlara cidden çokkötü davrandığı da oluyor.”

Sculley’nin bir grup analiste Jobs’ın yönetim kurulu başkanı sıfatıtaşımasına karşın şirket için önemsiz olduğunu düşündüğünü söylemesidurumu iyice kötüleştirdi. “İdari açıdan bakıldığında, Steve Jobs’ın buşirkette yeri yok ve olmayacak,” dedi. “Artık ne yapar bilmiyorum.”Bu dobra sözler gruptakileri şoke etti ve oditoryumda hayret nidalarıyükseldi.

Jobs Avrupa’ya kaçmanın iyi gelebileceğini düşündü. Bu yüzdenHaziran’da Paris’e gitti, orada bir Apple etkinliğinde konuşma yaptı veBaşkan Yardımcısı George H. W. Bush’un onuruna düzenlenen birakşam yemeğine katıldı. Oradan İtalya’ya geçti, o zamanki kızarkadaşıyla birlikte Toskana tepelerinde arabayla gezdi ve tek başınabinmek için bir bisiklet satın aldı. Floransa’da şehrin mimarisini vebina materyallerini inceledi. Civardaki Tuskan şehri Firenzuola’da bu-lunan Il Casone taş ocağından gelme kaldırım taşları özellikle dikkatçekiciydi. Mavimsi gri renkleri yatıştırıcıydı; gösterişli ama dostaney-diler. Jobs yirmi yıl sonra, belli başlı bütün Apple mağazalarınınzeminlerinin Il Casone taş ocağından gelme bu kumtaşıyla kaplan-masına karar verecekti.

Apple II Rusya’da yeni satılmaya başlandığından Jobs Moskova’yagitti ve Al Eisenstat’la buluştu. Washington’dan bazı gerekli ihraç lis-anslarını almakta sorun çıktığından, Moskova’daki Amerikanelçiliğinde ticaret ataşeliği yapan Mike Merwin’i ziyaret ettiler. Mer-win Sovyetler’le teknoloji paylaşımının kesinlikle yasak olduğu ko-nusunda uyarıda bulundu. Jobs sinirlendi. Paris ticaret sergisindeBaşkan Yardımcısı Bush, Jobs’ı Rusya’ya bilgisayar satmaya teşvik et-mişti, “alttan alta devrim tohumları ekmek için”. O akşam bir Gürcü şişkebapçısında yemek yerlerken Jobs söylenmeyi sürdürdü. “Bariz birşekilde lehimize olan bir şeyin Amerikan kanunlarına uygun

255/728

olmadığını nasıl söyleyebilirler?” diye sordu Merwin’e. “Ruslara Macsatarsak bir sürü gazete çıkarabilirler.”

Jobs, Stalin’in gözünden düşünce onun tarafından öldürülenkarizmatik devrimci Troçki’den bahsetmekte diretmekle, Moskova’dasinir bozucu yönünü de gösterdi. Ona tahsis edilmiş olan KGB ajanısakin olmasını önerdi bir ara. “Troçki’den bahsetmeseniz iyi olur,”dedi. “Tarihçilerimiz meseleyi inceledi ve onun büyük bir adamolduğuna inanmıyoruz artık.” Bunu söylemesinin faydası olmadı. Bil-gisayar bölümü öğrencilerine konuşma yapmak için Moskova’dakidevlet üniversitesine gittiklerinde Jobs konuşmasına Troçki’yi överekbaşladı. Jobs’ın kendini özdeşleştirebileceği bir devrimciydi o.

Jobs’la Eisenstat Amerikan elçiliğindeki 4 Temmuz partisinekatıldılar; Eisenstat Büyükelçi Arthur Hartman’a yazdığı teşekkürmektubunda, Jobs’ın gelecek sene Apple’ın Rusya’daki girişimleri içindaha çok uğraşmayı planladığını söyledi. “Eylül’de Moskova’ya geridönmeyi düşünüyoruz.” Sculley’nin Jobs’ı şirket için çalışan bir “küre-sel vizyonere” dönüştürme hayali gerçekleşecek gibiydi. Ama ger-çekleşmedi. Eylül’de bambaşka şeyler olacaktı.

256/728

18. BölümNeXT

Zincirlerinden Kurtulan Prometheus

Korsanlar Gemiyi Terk Ediyor

Stanford Başkanı Donald Kennedy’nin Palo Alto’da düzenlediği biröğle yemeğinde Jobs kendini biyokimyager Paul Berg’in yanındabuldu; Nobel ödüllü Berg, gen bölünmesi ve rekombinant DNAalanında kaydedilen gelişmelerden bahsetti. Jobs öğrenmeye bayılırdı,özellikle de kendisinden daha bilgili birinin yanında olduğunuhissedince. Ağustos 1985’te Avrupa’dan dönünce, şimdi ne yapacağınıdüşünürken Berg’i arayıp buluşma teklif etti. Stanford kampüsündeyürüdüler ve sonunda küçük bir kafede öğle yemeği yediler.

Berk biyoloji laboratuvarlarında deney yapmanın zorluklarından,öyle yerlerde deney yapıp sonuç almanın haftalar sürebildiğinden bah-setti. “Neden bilgisayarda simülasyonlarını yapmıyorsun?” diye sorduJobs. “Böylece hem daha çabuk deney yaparsın, hem de ileride ülk-edeki bütün yeni mikrobiyoloji öğrencileri Paul Berg’in rekombinantyazılımıyla oynayabilirler.”

Berg o kapasitedeki bilgisayarların üniversite laboratuvarları içinfazla pahalı olduğunu açıkladı. “Jobs olasılıkları düşününce birden

heyecanlandı,” diyor Berg. “Yeni bir şirket kurmak istiyordu. Gençti,zengindi ve hayatının geri kalanında yapacak bir şeyler bulmasıgerekiyordu.”

Jobs akademisyenlerle konuşup, bir iş istasyonunda hangi özelliklereihtiyaç duyacaklarını sormuştu bile. Bu konuyla 1983’ten, BrownÜniversitesi bilgisayar bilimi bölümüne Macintosh’u göstermeye gidipde üniversite laboratuvarları için çok daha güçlü bir makinenin gereke-ceğini işittiğinden beri ilgilenmekteydi. Akademisyen araştırmacılarınhayali hem güçlü, hem de kişisel bir iş istasyonuna sahip olmaktı. JobsMacintosh bölümünün başındayken, öyle bir makine yaratmak için BigMac projesini başlatmıştı. Bu bilgisayarda Unix işletim sistemi, amadostane Macintosh arayüzü olacaktı. Ancak Jobs’ın 1985 yazındaMacintosh bölümünden kovulmasından sonra yerine geçen Jean-LouisGassée projeyi iptal etti.

Proje iptal edilince, Big Mac’in yonga kümesinin mühendisliğiniyapan Rich Page, Jobs’ı arayıp yakındı. Hoşnutsuz Apple çalışanlarıdaha önce de Jobs’ı aramış, yeni bir şirket kurup onları kurtarmasınısöylemişlerdi. Jobs planlarını İşçi Günü haftasının sonunda, ilk Macin-tosh yazılım şefi Bud Tribble’la konuşunca netleştirdi ve güçlü amakişisel bir iş istasyonu üretecek bir şirket kurma fikrinden bahsetti. İs-tifa edeceklerini söyleyen iki Mac bölümü çalışanını, mühendis GeorgeCrow’la denetleyici Susan Barnes’ı da projeye dahil etti.

Artık ekipte tek bir kişi eksikti: yeni ürünü üniversitelere pazarlay-abilecek biri. Jobs’ın bir zamanlar broşür karıştırdığı Sony ofisindeçalışmış Dan’l Lewin bariz adaydı. Jobs Lewin’i 1980’de işe almıştı;Lewin Macintosh bilgisayarları toptan satın alacak bir üniversitebirliğini organize etmişti. Adının iki harfi eksik olan Lewin, ClarkGable gibi yakışıklıydı, bir Princetonlu kadar havalıydı ve oüniversitesinin yüzme takımının yıldızıymışçasına biçimliydi. Farklıkoşullarda büyümelerine karşın o ve Jobs bir bağı paylaşıyorlardı:

258/728

Lewin Princeton’dayken Bob Dylan ve karizmatik liderlik üstüne birtez yazmıştı, ki Jobs bu iki konudan da anlardı.

Lewin’in üniversite birliği Macintosh grubu için Tanrı’nın bir lüt-fuydu, ama Jobs’ın gitmesi ve pazarlama bölümünü reorganize edenBill Campbell’ın üniversitelere yapılan doğrudan satışların azalmasınayol açması Lewin’in canını sıkmıştı. Jobs’ı aramayı düşünürken o İşçiGünü haftasının sonunda Jobs onu aradı. Lewin Jobs’ın mobilyasızkonağına gitti ve bahçede yürürken yeni bir şirket kurma olasılığındanbahsettiler. Lewin heyecanlanmıştı, ama bu yola sapmaya henüz hazırdeğildi. Ertesi hafta Bill Campbell’la birlikte Austin’e gidecekti vekararını o zaman vermek istiyordu.

Lewin Austin’den dönünce kararını söyledi: Kabul ediyordu. Osıralar, 13 Eylül’de Apple yönetim kurulu toplantısı yapılacaktı. Jobshâlâ sözde yönetim kurulu başkanı olsa da, iktidarını yitirdiğinden beritoplantılara katılmamıştı. Sculley’yi aradı, toplantıya katılacağınısöyledi ve gündemin sonuna “yönetim kurulu başkanının raporu”nuneklenmesini istedi. Sculley’ye raporun konusunu söylemedi; Sculley deraporun son reorganizasyonun eleştirisi olacağını varsaydı. Oysa Jobsyeni bir şirket kurma planlarından bahsetti. “Epey düşündüm ve hay-atıma devam etmemin zamanı geldi,” diye söze başladı. “Bir şeyleryapmam gerektiği bariz. Otuz yaşındayım.” Sonra hazırladığı notlarabakarak, yüksek öğretim pazarına yönelik bir bilgisayar yaratmaplanından bahsetti. Yeni şirketin Apple’a rakip olmayacağına sözverdi; ayrıca yanına çok önemli olmayan birkaç çalışanı alacaktı okadar. Apple’ın yönetim kurulu başkanlığından istifa etmek istediğini,ama birlikte çalışabileceklerini umduğunu söyledi. Yaratacağı ürünündağıtım haklarını Apple’ın satın almasını veya ona Macintoshyazılımının lisansını vermesini önerdi.

Mike Markkula, Jobs’ın Apple çalışanlarını yanına alması fikrindenhoşlanmadı.

“Neden buradan birilerini almak istiyorsun ki?” diye sordu Jobs’a.

259/728

“Rahat ol,” dedi Jobs. “Eksikliğini hissetmeyeceğiniz, çok alt düzeyinsanlar bunlar; hem zaten istifa edeceklerdi.”

Yönetim kurulu başta Jobs’a yeni girişiminde başarılar dilemeyemeyilliymiş gibi göründü. Hatta yöneticiler kendi aralarında özel birgörüşme yaptıktan sonra, Apple’ın yeni şirketin %10 hissesini satın al-masını ve Jobs’ın yönetim kurulunda kalmasını önerdiler.

O gece Jobs ve beş asi korsanı akşam yemeği için evinde buluştularyine. Jobs Apple’ın yatırımını kabul etme taraftarıydı, ama diğerleribunun akıllıca olmayacağına ikna ettiler. Ayrıca hemen topluca istifaetmelerinin en iyisi olacağına karar verdiler. Böylece temiz birbaşlangıç yapabilirlerdi.

Günün sonunda Jobs Sculley’ye resmi bir mektup yazıp, Apple’danayrılacak beş kişinin ismini verdi ve mektubu kargacık burgacık küçükharflerle imzaladıktan sonra ertesi sabah erkenden, Sculley’nin7:30’daki personel toplantısından önce vermek üzere Apple’a gitti.

“Steve, bunlar alt düzey insanlar değiller ki,” dedi Sculley mektubuokumayı bitirince.

“Ama zaten istifa edeceklerdi,” diye karşılık verdi Jobs. “Bu sabahdokuzda istifalarını verecekler.”

Jobs kendince dürüst davranmıştı. Gemiyi terk eden beş kişi bölümyöneticileri veya Sculley’nin üst düzey ekibinden değillerdi. Hatta şir-ketin yeni organizasyonunda konumlarının alçaldığını düşünüyorduhepsi de. Ama Sculley’ye göre bunlar önemli oyunculardı; Page Appleyönetim kurulunun asosiye üyesiydi, Lewin ise yüksek eğitim pazarınaaçılmakta anahtar önem taşıyordu. Ayrıca Big Mac’in tasarımlarınıbiliyorlardı; proje iptal edilmiş olsa da bunlar patentli bilgilerdi. Scul-ley yine de iyimser gibiydi, en azından başta. Israr etmek yerine Jobs’ayönetim kurulunda kalmasını teklif etti. Jobs bunu düşüneceğinisöyledi.

260/728

Ama Sculley 7:30’daki personel toplantısına girip de üst düzeyyöneticilerine kimlerin ayrılacağını söyleyince kıyamet koptu. Jobs’ınyönetim kurulu başkanlığı görevini suistimal ettiği ve şirkete karşışaşılacak kadar vefasız davrandığı kanısındaydı çoğu. Sculley’ninsöylediğine göre Campbell “İkiyüzlülüğünü ortaya çıkarıp onu reziledelim de millet onu Mesih gibi görmekten vazgeçsin,” diye bağırdı.

Campbell sonradan Jobs’ın önde gelen bir savunucusu ve onudestekleyen bir yönetim kurulu üyesi olsa da, o sabah çok sinir-lendiğini itiraf ediyor. “Delirdim resmen, özellikle de Dan’l Lewin’igötürmesine kızdım,” diyor. “Lewin üniversitelerle bağlantılar kur-muştu. Steve’le çalışmanın ne zor olduğundan yakınıp duruyordu,sonra da gitti.” Campbell sahiden de öyle kızmıştı ki toplantıdan çıkıpLewin’in evini aradı. Lewin’in karısı onun duşta olduğunu söyleyinceCampbell “Beklerim,” dedi. Birkaç dakika sonra kadın Lewin’in hâlâduşta olduğunu söyledi. Campbell beklerim dedi. Lewin nihayet tele-fona gelince Campbell ona duyduğu haberin doğru olup olmadığınısordu. Lewin doğru olduğunu kabul etti. Campbell bir şey demedentelefonu kapadı.

Sculley üst düzey personelinin hiddetini hissettikten sonra yönetimkurulu üyelerini yokladı. Onlar da Jobs’ın önemli çalışanları yanındagötürmeyeceğini söylemekle kendilerini yanılttığını düşündüler. HeleArthur Rock çok kızdı. Anma Günü’nde Sculley’yi desteklemiş olsada, Jobs’la arasındaki babacan ilişkiyi onarabilmişti. Daha geçen haftaJobs’ı ve kız arkadaşı Tina Redse’yi San Francisco’ya davet etmişti,kendisi ve karısı o kızla tanışabilsinler diye. Dördü Rock’ın PacificHeights’taki evinde güzel bir akşam yemeği yemişlerdi. Jobs kurduğuyeni şirketten bahsetmemişti, dolayısıyla Rock haberi Sculley’denöğrenince kendini ihanete uğramış hissetti. “Yönetim kuruluna gelipbize yalan söyledi,” diye homurdandı Rock sonradan. “Yeni bir şirketkurmayı düşündüğünü söyledi, oysa kurmuştu bile. Orta düzey birkaçkişiyi yanında götüreceğini söyledi. Üst düzey beş kişiyi götürüyormuşmeğer.” Yumuşak başlı bir insan olan Markkula da gücenmişti. “Bazı

261/728

üst düzey yöneticileri gizlice ayartmış. Bu yapılmaz. Centilmencedeğil.”

Yönetim kurulu ve idari personel hafta sonunda Sculley’yi Apple’ıno kurucu ortağa savaş açması gerektiğine ikna etti. Markkula bir resmibeyanatta bulunup, Jobs’ı “kendi şirketinde kilit Apple çalışanlarındanherhangi birini çalıştırmayacağı sözüne taban tabana zıt davranmakla”suçladı. Şöyle devam etti tehditkârca: “Hangi yola başvuracağımızıdeğerlendiriyoruz.” Wall Street Journal’da Bill Campbell’ın Jobs’ıntavrına “afalladığı, şoke olduğu” alıntısı yapıldı. İsmi verilmeyen birbaşka yöneticiden de şu alıntı yapıldı: “Şimdiye kadar çalıştığım hiçbirşirkette bu kadar sinirlenmiş insanlar görmedim. Hepimiz Jobs’ın bizikandırmaya çalıştığını düşünüyoruz.”

Jobs Sculley ile yaptığı görüşmeden sonra meselenin sorunsuz hal-lolacağını düşündüğünden pek sesini çıkarmamıştı. Ama gazeteleri ok-uyunca bir karşılık vermesi gerektiğini hissetti. Birkaç favori muh-abirini aradı ve ertesi gün evine gelmelerini, özel görüşmeler yap-malarını teklif etti. Sonra Regis McKenna’nın yanında çalışan, dahaönce tanıtım işlerini halletmiş olan Andrea Cunningham’ı aradı veyardıma çağırdı. “Woodside’daki mobilyasız konağına gittim,” diyeanımsıyor Cunningham, “ve onu mutfakta buldum; beş iş arkadaşıylakafa kafaya vermişti ve dışarıdaki çimenlikte birkaç muhabir bekliy-ordu.” Jobs Cunningham’a büyük bir basın toplantısı düzenleyeceğinisöyledi ve edeceği bazı hakaretleri saymaya başladı. Cunningham de-hşete kapıldı. “İmajın zedelenir,” dedi Jobs’a. Jobs sonunda geri adımattı. Muhabirlere istifa mektubunun kopyasını vermeye ve röportajlardaalttan almaya karar verdi.

Jobs istifa mektubunu postayla göndermeyi düşünmüştü, ama SusanBarnes bunun burnu büyüklük olacağına ikna etmişti onu. DolayısıylaJobs Markkula’nın evine gitti ve orada Apple’ın baş hukuk müşaviri AlEisenstat’la karşılaştı. On beş dakika kadar süren gergin bir konuşmayaptılar, sonra da Barnes kapıya geldi ve Jobs’ı pişman olacağı bir şey

262/728

söylemesine fırsat vermeden alıp götürdü. Jobs bıraktığı mektubuMacintosh’ta yazmıştı ve yeni LaserWriter’dan çıktısını almıştı:

17 Eylül 1985

Sevgili Mike:

Bu sabahki gazetelerde, Apple’ın beni yönetim kurulu başkanlığından azlet-meyi düşündüğü yazılıydı. Bu haberlerin kaynağı nedir bilmiyorum ama hemhalkı yanıltıyorlar, hem de bana haksızlık oluyor.

Geçen Perşembe günkü yönetim kurulu toplantısında yeni bir şirket kurmayakarar verdiğimi ve yönetim kurulu başkanlığından istifa ettiğimi hatırlarsın.

Yönetim kurulu istifamı kabul etmeyi reddetti ve bir haftalığına ertelememisöyledi. Yönetim kurulunun yeni girişimime verdiği desteği ve Apple’ın yatırımyapacağının sinyallerini göz önüne alarak bu teklifi kabul ettim. Cuma günü JohnSculley, kendisine kimlerin bana katılacağını söylememden sonra, Apple’ın yenişirketimle işbirliği yapabileceği alanlar konusunda görüşmeye hazır olduğunuonayladı.

Daha sonraysa şirket bana ve yeni şirketime karşı saldırgan bir tutum benim-semiş gibi görünüyor. Dolayısıyla istifamın hemen kabul edilmesini talep etmekzorundayım...

Bildiğin gibi şirkette geçenlerde yapılan reorganizasyon beni işsiz bıraktı, hattasıradan yönetim raporlarını bile okumam yasak. Daha yaşım 30 ve faydalı olmak,bir şeyler başarmak istiyorum.

Birlikte başardıklarımızdan sonra dostça ve saygılı bir şekilde ayrılmamızıistiyorum.

Saygılarımla, Steven P. Jobs

Tesis ekibinden bir adam Jobs’ın eşyalarını toplamak için ofisinegirince yerde bir fotoğraf çerçevesi gördü. Çerçevedeki fotoğraftaJobs’la Sculley candan bir sohbete dalmışlardı ve üstünde yedi ay önceyazılmış bir yazı vardı: “Büyük Fikirlere, Büyük Deneyimlere VeBüyük Bir Dostluğa! John.” Çerçevenin camı kırılmıştı. Jobs gitmedenönce çerçeveyi duvara fırlatmıştı. O günden sonra bir daha Sculley’ylekonuşmadı.

263/728

Jobs’ın istifası açıklanınca Apple hissesi tam bir puan, yani yaklaşık%7 yükseldi. “Doğu Yakası hissedarları şirketi Californialı’ların yönet-mesinden kaygı duyuyorlardı hep,” diye açıkladı bir teknoloji hisseleridergisi. “Jobs’la Wozniak’ın gitmesi bu hissedarları rahatlattı.” Amaon yıl önce Jobs’a seve seve akıl hocalığı yapmış olan, Atari’nin kuru-cusu Nolan Bushnell Time’a Jobs’ın yokluğunun çok hissedileceğinisöyledi. “Apple kimden ilham alacak? Yeni Pepsi ürünleri gibi vasatmı olacak?”

Sculley’yle Apple yönetim kurulu Jobs’la uzlaşmayı birkaç gün boşyere denedikten sonra ona “bir mutemet olarak yükümlülüklerini ihlaletmek” suçlamasıyla dava açmaya karar verdiler. Şu suçları işlediğiöne sürülüyordu:

Jobs bir mutemet olarak Apple’a karşı yükümlülüklerini göz ardı et-miş, Apple Yönetim Kurulu Başkanı ve bir Apple çalışanıyken,Apple’ın çıkarlarına sadık kalır gibi davranırken...

(a) Apple’a rakip bir kuruluş kurmayı gizlice planlamış;

(b) rakip kuruluşunun, Apple’ın Yeni Nesil Ürünü’nden ve Apple’ınbu ürünü tasarlama, geliştirme ve pazarlama planından haksızca fay-dalanması yönünde gizlice çaba sarf etmiş...

(c) Apple’ın kilit çalışanlarını gizlice kandırıp kendi kuruluşunaçekmiştir...

Jobs o sırada 6,5 milyon Apple hissesine, yani şirketin %11’inesahipti; elindeki hisselerin değeri 100 milyon dolardan fazlaydı. Hissel-erini hemen satmaya başladı. Beş ay içinde hepsini sattı; elinde tek birhisse bıraktı, istediği zaman hissedarlar toplantılarına katılabilmek için.Çok hiddetli olduğu, ne söylerse söylesin sonuçta Apple’a rakip olacakşirketini kurma hevesinden belliydi. “Apple’a kızgındı,” diyor yeni şir-kette kısa süreliğine çalışan Joanna Hoffman. “Apple’ın güçlü olduğu

264/728

eğitim pazarını hedeflemek, Steve’in bayağı bir şekilde öç almasınınyoluydu sadece. Amacı intikamdı.”

Jobs ise öyle düşünmüyordu tabii. “Kesinlikle hınçlı değilim,” dediNewsweek’e. Favori muhabirlerini bir kez daha Woodside’daki evineçağırdı ve bu sefer yanında dikkatli olmasını söyleyecek Andy Cun-ningham yoktu. Apple’ın beş çalışanını uygunsuzca ayarttığı iddiasınıreddetti. “O insanların hepsi beni aradılar,” dedi mobilyasız oturmaodasındaki muhabir topluluğuna. “Şirketten ayrılmayı düşünüyorlardı.Apple insanları ihmal ediyor.”

Jobs Newsweek’e kapak olmak ve böylece durumu kendi açısındanizah etmek için işbirliği yapmayı kabul etti ve verdiği röportajlar açık-layıcıydı. “Benim en iyi yaptığım şey bir grup yetenekli insan bulmakve onlarla birlikte bir şeyler üretmek,” dedi dergiye. Apple’ı hep seve-ceğini söyledi. “Apple’ı bir erkeğin ilk aşkını hatırlaması gibi hatırlay-acağım hep.” Ama gerekirse Apple yöneticileriyle mücadele etmeyehazırdı. “Birisi size alenen hırsız diyorsa karşılık vermeniz gerekir.”Apple’ın onu ve iş arkadaşlarını dava etme tehdidini çok çirkin buluy-ordu. “4.300 kişi çalıştıran 2 milyar dolarlık bir şirketin kot pantolonlualtı adamla rekabet edemeyeceğini düşünmek güç.”

Sculley Jobs’ın sözlerine karşılık Wozniak’tan yardım istedi.Wozniak asla manipülatif ya da kinci değildi, ama hislerini açıkçaifade etmekten geri durmazdı hiç. “Steve aşağılayıcı, incitici bir insanolabiliyor,” dedi o hafta Time’a. Jobs’ın kendisini yeni şirketineçağırdığını açıkladı –Apple’ın şimdiki yöneticilerine bir darbe daha in-dirmenin kurnazca bir yolu olacaktı bu–; ama Wozniak böyle oyunlarakatılmayacağını söylemiş ve Jobs’ı bir daha aramamıştı. San FranciscoChronicle’a Jobs’ın frogdesign’ın kendi uzaktan kumandasının üstündeçalışmasını engellediğini, bahane olarak da bu ürünün Apple ürünler-iyle rekabet edebilir olmasını öne sürdüğünü söyledi. “Umarımmuhteşem bir ürün ortaya koyar, kendisine başarılar diliyorum, amaona insan olarak güvenemem,” dedi Wozniak gazeteye.

265/728

Tek Başına Olmak

“Steve’i kovmamız, toz olmasının söylememiz onun başına gelen eniyi şeydi,” dedi Arthur Rock sonradan. Onun gibi pek çok kişi, o zordeneyimin Jobs’ı daha akıllı ve olgun kıldığını söylüyor. Ama meselebu kadar basit değil. Jobs Apple’dan kovulduktan sonra kurduğu şir-kette iyisiyle kötüsüyle bütün içgüdülerinin peşinden gitme imkânıbuldu. Zincirlerinden kurtulmuştu. Bunu sonucu, olağanüstü amasatışları düşük bir dizi ürün oldu. Asıl öğretici deneyim buydu işte.Üçüncü perdede kazanacağı büyük başarıya onu hazırlayan şey birinciperdede Apple’dan kovulması değil, ikinci perdedeki muhteşembaşarısızlıklarıydı.

Önce tasarım tutkusunu tatmin etmek istedi. Yeni şirketine bulduğuisim gayet anlamlıydı: Next.[20] Şirketini daha dikkat çekici kılmakiçin dünya çapında iyi bir logoya ihtiyacı olduğuna karar verdi. Buyüzden şirket logoları uzmanı Paul Rand’e başvurdu. 71 yaşındaki buBrooklyn doğumlu grafik tasarımcı iş dünyasının en tanınmış lo-golarından bazılarını, örneğin Esquire, IBM, Westinghouse, ABC veUPS logolarını yaratmıştı. IBM’le sözleşmeli çalışıyordu ve amirleribir başka bilgisayar şirketine logo hazırlamasının elbette sorunçıkaracağını söylediler. Bunun üzerine Jobs telefona sarılıp IBM’inCEO’su John Akers’ı aradı. Akers şehir dışındaydı, ama Jobs çok ısraredince başkan yardımcısı Paul Rizzo’yla görüşebildi. Rizzo iki gündirendikten sonra pes edip, logoyu Rand’ın hazırlaması için Jobs’a izinverdi.

Rand Palo Alto’ya uçtu ve Jobs’la yürüyüş yapıp vizyonunu dinledi.Jobs bilgisayarın küp şeklinde olacağını söyledi. O şekle bayılıyordu.Kusursuz ve basit bir şekildi. Bunun üzerine Rand logonun da küpşeklinde olmasına karar verdi; şık bir şekilde 28º eğik duran bir küpolacaktı. Jobs kendisine seçenekler sunup sunamayacağını soruncaRand müşterilerine seçenekler sunmanın adeti olmadığını söyledi.“Ben sorununu halledeceğim, sen de bana para vereceksin,” dedi

266/728

Jobs’a. “Ürettiğim şeyi ister kullan, ister kullanma; ama seçenek sun-mayacağım ve her halükârda bana para vereceksin.”

Jobs bu düşünce tarzını takdir etti. Anlayabiliyordu. Dolayısıylabüyük bir riske girdi. Şirket tek bir tasarıma 100.000 dolar gibi şaşırtıcıbir meblağ ödeyecekti. “İlişkimizde netlik vardı,” dedi Jobs. “Paul tambir sanatçıydı, ama iş problemlerini çözmekte de ustaydı. Dıştanbakınca sertti, huysuzun teki gibi görünüyordu, ama içi yumuşaktı.”Jobs’ın en büyük iltifatlarından biriydi bu: tam bir sanatçı.

Rand işi sadece iki haftada bitirdi. Sonucu göstermek için uçakla geridönüp Jobs’ın Woodside’daki evine gitti. Önce akşam yemeği yediler,sonra da Rand ona düşünce sürecini anlatan zarif ve canlı bir broşürverdi. Rand son sayfaya seçtiği logoyu koymuştu. “Bu logo tas-arımıyla, renk düzeniyle ve oryantasyonuyla tam bir kontrast örneği,”deniliyordu broşüründe. “Şık bir şekilde yana eğik ve teklifsizlik, dos-tanelik ve bir Noel pulunun spontaneliğiyle bir lastik damganın otor-itesini yayıyor.” Next sözcüğü iki satıra bölünüp küpün bir yüzünü ka-plamıştı ve sadece “e” küçük harfti. Rand’in broşürü bu harfin“eğitimi, mükemmelliği[21]... ve e=mc²’yi” çağrıştırdığını açıklıyordu.

Jobs’ın bir sunuma nasıl tepki vereceğini kestirmek bazen güçtü.Boktan veya dahice diyebilirdi, sağı solu belli olmazdı. Ama Rand gibiefsanevi bir tasarımcının önerisini kabul ederdi muhtemelen. Jobs sonsayfaya baktı, Rand’e baktı ve sonra onu kucakladı. Küçük bir an-laşmazlık yaşadılar: Rand logonun “e”sinin sarısını koyu yapmıştı,Jobs ise sarının daha parlak ve bilindik bir tonda olmasını istiyordu.Rand yumruğunu masaya vurup “Ben bu işi elli yıldır yapıyorum, neyaptığımı biliyorum,” dedi. Jobs pes etti.

Şirketin artık sadece yeni bir logosu değil, yeni bir ismi de vardı.İsmi artık Next değildi. NeXT’ti. Bir logoya bu kadar kafayı takmanın,hele 100.000 dolar ödemenin anlamsız olduğunu düşünenler çıkabilir.Ama Jobs’a göre o logo NeXT’in hayata dünya çapında bir şirket hissi

267/728

ve kimliğiyle başladığı anlamına geliyordu, ilk ürünü henüz tasarlan-mamış olsa bile. Markkula’nın ona öğrettiği gibi, bir kitabı kapağıylayargılayabilirsiniz ve büyük bir şirket değer yargılarını uyandırdığı ilkizlenime yansıtabilmelidir. Ayrıca logo son derece havalıydı.

Rand Jobs’a bedavaya kartvizit tasarlamayı kabul etti. Hazırladığırenkli taslağı Jobs beğendi, ama son aşamada Steven P. Jobsyazısındaki “P”nin noktasının yeri konusunda uzun ve şiddetli birtartışma yaşadılar. Rand noktayı “P”nin hemen sağına koymuştu,yazıda kurşun maatbaa harfleri kullanılmış gibi görünecek şekilde.Steve ise noktanın sola, “P”nin kıvrımının altına çekilmesini istiyordu,dijital tipografide mümkün olan şekilde. “Pireyi deve yaptılar,” diyeanımsıyordu Susan Kare. Bu sefer Jobs baskın çıktı.

Jobs’ın NeXT logosunu gerçek ürünlere yerleştirmek için, güvendiğibir endüstri tasarımcısına ihtiyacı vardı. Birkaç adayla görüştü, amahiçbiri onu Apple’a getirdiği çılgın Bavyeralı kadar etkilemedi: Hart-mut Esslinger’in frogdesign’ı Silikon Vadisi’nde şube açmıştı ve Jobssayesinde Apple’la kârlı bir anlaşma yapmıştı. IBM’in Paul Rand’inNeXT için çalışmasına izin vermesini sağlamak, Jobs’ın gerçekliğiçarpıtabileceğine inancı sayesinde başardığı küçük bir mucizeydi. AmaApple’ı Esslinger’in NeXT için çalışmasına ikna etmenin yanındasolda sıfır kalırdı bu.

Jobs yine de şansını denedi. 1985 Kasımı’nın başında, Apple’ın onadava açmasından sadece beş hafta sonra, Jobs Eisenstat’a (davadilekçesini yazmış Apple genel hukuk müşavirine) mektup yazıp izinistedi. “Bu hafta sonu Harmut Esslinger’le konuştum ve sana bir mek-tup yazmamı, kendisiyle neden çalışmak istediğimi, frogdesign’ınNeXT ürünleri üstünde çalışmasını neden istediğimi açıklamamıönerdi,” dedi. Jobs Apple’ın planlarını bilmediğini, Esslinger’insebildiğini savundu şaşırtıcı bir şekilde. “NeXT Apple’ın ürün tasarım-larının şimdiki ve gelecekteki yönelimlerini bilmiyor, birlikte

268/728

çalışabileceğimiz diğer tasarım firmaları da bilmiyor, dolayısıyla ben-zer görünüşlü ürünler tasarlanabilir istemeden.” EisenstatJobs’ın cüretkârlığına şaşırdığını ve onu terslediğini hatırlıyor.“Apple’ın gizli ticari bilgilerini kullanmayı planladığına ilişkin kay-gılarımı Apple adına belirtmiştim daha önceden,” diye yazdı. “Mektu-bun içimi hiç rahatlatmadı. Hatta iyice kaygılandırdı, çünkü ‘Apple’ınürün tasarımlarının şimdiki ve gelecekteki yönelimlerini’ bilmediğinisöylüyorsun, oysa bu doğru değil.” Eisenstat’ı iyice şaşırtan şeyse,Jobs’ın böyle bir istekte bulunmasına karşın daha bir sene önce frog-design’ın Wozniak’ın uzaktan kumanda cihazının üstünde çalışmasınıengellemiş olmasıydı.

Jobs Esslinger’le çalışabilmek için (ki bunu istemesinin çeşitli se-bepleri vardı) Apple’ın açtığı davanın sonuçlanması gerektiğini farketti. Neyse ki Sculley buna istekliydi. Ocak 1986’da, tazminat ödenm-emesi konusunda aralarında anlaştılar. Apple’ın davadan vazgeçmesikarşılığında NeXT bazı kısıtlamaları kabul etti: Ürün yüksek teknolojiiş istasyonu olarak pazarlanacaktı, doğrudan kolejlere ve üniversiteleresatılacaktı ve Mart 1987’den önce piyasaya sürülmeyecekti. Appleayrıca NeXT’in makinesinin “Macintosh uyumlu bir işletim sistemikullanmamasında” ısrarlıydı, oysa tam tersinin onlar için daha iyiolacağı düşünülebilirdi.

Anlaşmadan sonra Jobs Esslinger’i ikna etme çabalarını sürdürdü vetasarımcı sonunda Apple’la arasındaki sözleşmeyi feshetmeye kararverdi. Böylece frogdesign 1986’nın sonunda NeXT’le çalışabildi. Ess-linger tamamen serbest olmakta ısrarlıydı, tıpkı Paul Rand gibi. “BazenSteve’e kafa tutmak gerek,” dedi. Ama tıpkı Rand gibi Esslinger desanatçıydı, dolayısıyla Jobs ona diğer ölümlülere olduğundan dahahoşgörülü davranmaya gönüllüydü.

Jobs bilgisayarın kusursuz bir küp olması gerektiğini, her kenarınıntam bir ayak uzunluğunda ve her açısının tam 90 derece olması gerek-tiğini söyledi. Küpleri seviyordu. Hem ciddi, hem de biraz oyuncaksı

269/728

görünürlerdi. Ama NeXT küpü, işlevin biçimi takip etmesinin Jobs’aözgü bir örneğiydi – oysa Bauhaus’a ve diğer işlevsel tasarımcılaragöre tam tersi olmalıydı. Pizza kutusu şeklindeki geleneksel kasalaragüzelce yerleştirilebilen devre kartlarının, küp şeklindeki bir kasayayerleştirilebilmeleri için değiştirilip istiflenmeleri gerekecekti.

Daha da kötüsü, küpün kusursuzluğu üretimini zorlaştırıyordu. Kalı-pla üretilen çoğu parçanın açıları 90 dereceden biraz büyüktür, kalıptançıkarılmaları kolay olsun diye (açıları 90 dereceden biraz daha büyükolan bir kek kalıbından kek çıkarmak da daha kolaydır). Ama Esslingerküpün saflığının ve kusursuzluğunun “geniş açılarla” bozulmamasıgerektiğini söyledi ve Jobs ona hararetle katıldı. Dolayısıyla yan tara-fları ayrı olarak, 650.000 dolara mal olan kalıplar kullanarak, Chica-go’daki bu konuda uzmanlaşmış bir makine atölyesinde yaptırdılar.Jobs’ın kusursuzluk tutkusu çığrından çıkmıştı. Kasada kalıpların yolaçtığı ince bir çizgi fark edince, başka bütün bilgisayar üreticilerininkaçınılmaz bulup kabulleneceği bu kusur uçağa atlayıp Chicago’ya git-mesine ve dökümcüyü işini tekrar ve bu sefer düzgün yapmaya ikna et-mesine yol açtı. “Dökümcüler ünlü insanların ziyaretlerine gelmesinepek alışık değildir,” dedi mühendislerden biri olan David Kelley. Jobsayrıca kalıp yüzeylerinin birleştiği yerlerde oluşan çizgilerin ortadankaldırılması için şirkete 150.000 dolarlık bir zımpara makinesi aldırdı.Jobs magnezyum kasanın lekeleri gösterecek şekilde mat siyah ol-masında diretti.

Kelley’nin zarif kıvrımlı monitör standını nasıl kullanılabilirkılacağını da bulması gerekiyordu ve Jobs’ın standın eğilebilir olmasınıistemesi işini iyice zorlaştı. “İnsan mantığın sesi olmak istiyor,” dediKelley Business Week’e. “Ama ‘Steve, bu çok pahalıya patlar,’ ded-iğimde veya ‘İmkânsız,’ dediğimde ‘Hadi ordan sünepe,’ diye karşılıkveriyordu. İnsana kendini küçük düşünüyormuş gibi hissettiriyor.”Dolayısıyla Kelley ile ekibi sabahlara kadar çalışıp, Jobs’ın estetikle il-gili bütün kaprislerini karşılamanın yollarını bulmaya çalıştılar. Birpazarlama pozisyonu için görüşülen bir aday, Jobs’ın bir kumaş örtüyü

270/728

dramatik bir edayla çekip almasını ve ortaya kıvrımlı monitör standınınçıkmasını seyretti; standın tepesine, ileride monitörün bulunacağı yerebir cüruf briketi yerleştirilmişti. Ziyaretçi şaşkınlıkla bakarken Jobspatentini aldığı eğme mekanizmasını heyecanla gösterdi.

Jobs bir ürünün görünmeyen kısımlarının da görünen kısımları kadargüzel üretilmesi gerektiği takıntısına sahip olmuştu hep; babası dasandıkların duvara bakacak arka taraflarında kaliteli ahşap kullanırdı.Jobs NeXT’te dizginsiz kalınca bu yönünü de abarttı. Makineniniçindeki vidaların pahalı olmasına özen gösterdi. Hatta küp kasanıniçinin de mat siyaha boyanmasında diretti, oysa orayı sadece tamircilergörecekti.

O zamanlar Esquire’da yazan Joe Nocera bir NeXT personel to-plantısında Jobs’ın enerjisini fark etti:

Bu personel toplantısının sonuna kadar oturduğunu söylemek pek doğru olmaz,çünkü Jobs hiçbir şeyin sonuna kadar oturmuyor denebilir; insanları yönetmesin-in yollarından biri de hareketliliği. Bacaklarını altında topluyor, sonra koltuğayayılıyor; sonra da ayağa fırlayıp hemen arkasındaki karatahtaya bir şeyleryazmaya başlıyor. Tırnaklarını kemiriyor. Konuşan kişiye huzursuz edici birdikkatle bakıyor. Tuhaf bir şekilde biraz sarı olan elleri kıpır kıpır sürekli.

Nocera’nın asıl dikkatini çeken şeyse Jobs’ın “neredeyse bilinçli pa-tavatsızlığı”ydı. Başkalarının sözlerini salakça bulduğunda fikirlerinikendine saklayamamaktan fazlasıydı bu; insanları küçük düşürmeyi,aşağılamayı, kendisinin daha zeki olduğunu göstermeyi bilinçli birşekilde –hatta sapkınca bir hevesle– istiyordu. Örneğin Dan’l Lewin birorganizasyon çizelgesi uzatınca Jobs gözlerini devirdi. “Bu çizelgelersaçmalık,” dedi sonunda. Ama ruh halleri tıpkı Apple’daki gibi çokdeğişkendi, kahramanlıkla adilik arasında gidip geliyordu. Toplantıyabir finans çalışanı gelince Jobs onu “cidden, cidden muhteşem bir işçıkardığı” için kutladı; oysa daha dün ona “Bu anlaşma berbat,”demişti.

271/728

NeXT’in ilk on çalışanının arasında, şirketin Palo Alto’daki ilkmerkezinin üstünde çalışmış bir iç tasarımcı vardı. Jobs güzel tasarımlıyeni bir binayı kiralasa da, içinin tamamını tadilattan geçirmişti.Duvarların yerini camlar, halıların yerini parkeler almıştı. NeXT1989’da Redwood City’deki daha büyük bir binaya taşınınca bu süreçyinelendi. Bina yepyeni olsa da Jobs giriş lobisinin dramatik olmasıiçin asansörlerin yerinin değiştirilmesini istedi. I. M. Pei’ye lobinin or-tasına dikilecek, havada salınır gibi görünecek büyük bir merdiven si-pariş etti. I. M. Pei bu merdivenin imkânsız olduğunu söyledi. Jobs isediretti ve dediğini yaptırdı. Jobs yıllar sonra böyle merdivenleri Applebayilerine inşa ettirecekti.

Bilgisayar

NeXT’in ilk aylarında Jobs’la Dan’l Lewin yanlarına genelliklebirkaç iş arkadaşlarını da alarak kampüslere gidip insanlardan fikiraldılar. Harvard’da Lotus yazılım şirketinin başkanı Mitch Kapor’laHarvest restoranında akşam yemeği yediler. Kapor ekmeğine fazlatereyağı sürünce Jobs ona bakıp “Serum kolesterol diye bir şey duydunmu hiç?” diye sordu. Kapor “Bir anlaşma yapalım,” diye karşılık verdi.“Sen beslenme alışkanlıklarım hakkında yorum yapmaktan vazgeç, bende senin karakterinden bahsetmeyeyim.” Bunu espri niyetinesöylemişti ve Lotus’un NeXT işletim sistemi için bir tablolama pro-gramı yazmasını kabul etti. Çok sonraları şöyle söyledi: “İnsanilişkileri Jobs’ın uzman olduğu bir saha değildi.”

Jobs makinenin içeriğinin etkileyici olmasını istediğinden, yazılım-cılardan biri olan Michael Hawley bir dijital sözlük geliştirdi. Bir günShakespeare’in eserlerinin yeni bir edisyonunu satın aldı ve OxfordUniversity Press’deki bir arkadaşının dizgi sürecinde yer almışolduğunu fark etti. Yani muhtemelen ortada ulaşabileceği ve içeriğiniNeXT’in hafızasına aktarabileceği bir bilgisayar bandı vardı. “Steve’earadım, harika olur dedi ve birlikte Oxford’a uçtuk.” 1986’da güzel birbahar günü, yayınevinin Oxford’un ortasındaki büyük binasında

272/728

buluştular ve Jobs Oxford’un Shakespeare edisyonunun haklarıkarşılığında 2.000 dolar artı satılan her bilgisayar için 74 sent ödemeyiteklif etti. “Sizin için gayet iyi bir teklif,” dedi. “Diğer yayınevlerindenönde olacaksınız. Bu iş daha önce hiç yapılmadı.” Prensipte anlaştılarve civardaki, eskiden Lord Byron’ın takıldığı bir pubda bira içip dokuzkuka oynadılar. NeXT piyasaya sürüldüğünde içinde bir sözlük, birtezarus ve Oxford Alıntılar Sözlüğü de yer alacaktı; yani aranabilirelektronik kitap kavramının öncülerinden biri olacaktı.

Jobs NeXT’te standart çipler kullanmak yerine mühendislerine çeşitliişlevleri entegre eden özel çipler hazırlattı. Jobs bu başlı başına zor işi,istediği işlevleri her gün değiştererek imkânsıza yakın hale getirdi. Biryıl sonra, bu yaklaşımının büyük bir gecikme kaynağı olacağı anlaşıldı.

Ayrıca tıpkı Macintosh için yaptığı gibi, kendi tam otomatik vefütüristik fabrikasını inşa etmekte kararlıydı. İlk tecrübesinden dersalmamıştı. Bu sefer de aynı hataları, ama daha da abartılı bir şekildeyaptı. Renk tasarımını gözden geçirdikçe makinelerle robotlar boyanıy-ordu. Duvarlar müze beyazıydı, tıpkı Macintosh fabrikasının duvarlarıgibi; 20.000 dolarlık siyah deri koltuklar ve tıpkı şirket merkezindekigibi özel imalat bir merdiven vardı. Jobs elli metrelik montaj hattındakimakinelerin tamamlanan devre kartlarını sağdan sola doğru al-malarında diretti, bu süreç izleme galerisinden bakan ziyaretçilere dahagüzel görünsün diye. Bir uçtan verilen boş devre kartları yirmi dakikasonra, insan eli değmeden diğer uçtan tamamlanmış kartlar olarakçıkıyorlardı. Bu süreç “Kanban” adıyla bilinen Japon ilkesine göre tas-arlanmıştı; Kanban’da her makine işini ancak bir sonraki makine yenibir parçayı almaya hazır olunca yapar.

Jobs müşterilerle talepkâr konuşma huyundan vazgeçmemişti. “İn-sanları öyle bir şekilde cezbediyor ya da milletin ortasında öyle rezilediyordu ki, istediğini genellikle alıyordu,” diye anımsıyor Tribble.Ama bu her zaman olmuyordu. David Paulsen adlı bir mühendisNeXT’teki ilk on ayında haftada 90 saat çalıştı. “Steve bir Cuma

273/728

ikindisinde gelip de bize performansımızdan memnun olmadığını söy-leyince istifa ettim,” diye anımsıyor. Business Week neden çalışan-larına o kadar sert davrandığını sorunca Jobs bunun şirketin hayrınaolduğunu söyledi. “Sorumluluklarımdan biri de kaliteyi yüksek tutmak.Bazı insanlar mükemmelliğin beklendiği ortamlara alışık değiller.” Öteyandan hâlâ canlı ve karizmatikti. Bol bol saha gezisi yapıyordu, aikidoustalarından ders alıyordu ve tatile çıkıyordu. Ayrıca korsan ruhunuhâlâ sergiliyordu. Apple “1984” ve “Hoşgeldin IBM – gerçekten”reklamlarını hazırlamış olan Chiat/Day’le çalışmayı kesince Jobs WallStreet Journal’da şöyle bir tam sayfa ilan yayınlattı: “Tebrikler Chiat/Day – Gerçekten... Çünkü seni temin ederim ki Apple’dan sonra hayatvar.”

Jobs’ın Apple’daki haliyle belki de en büyük ortak noktası, ger-çekliği çarpıtma sahasını yanında getirmiş olmasıydı. Şirketin 1985sonunda, Pebble Beach’te yaptığı ilk tatilde bunu sergiledi. Jobs ekib-ine ilk NeXT bilgisayarın sadece 18 ayda piyasaya sürüleceğinisöyledi. Bunun imkânsız olduğu belliydi, ama Jobs gerçekçi olmalarınıve bilgisayarı 1988’de piyasaya sürmeyi planlamalarını öneren birmühendise kulak asmadı. “Dünya hareketsiz durmuyor ki; öyle yapar-sak teknoloji avantajımızı yitiririz ve yaptığımız onca iş boşa gider,”diye iddiada bulundu.

Jobs’a karşı çıkabilenlerden biri olan, Macintosh ekibi veteranıJoanna Hoffman itiraz etti. “Gerçekliği çarpıtmanın motivasyoneldeğeri var ve bence bu iyi,” dedi, Jobs bir beyaztahtanın yanında dur-urken. “Ama ürünün tasarımını etkileyecek bir tarih belirlersek ciddenboka batarız.” Jobs aynı fikirde değildi. “Bence acele etmeliyiz, bu fır-satı kaçırırsak saygınlığımızı yitirmeye başlarız.” Söylemediği şeyse,hedeflerine ulaşamazlarsa paralarının bitebileceğiydi; gerçi bundanhepsi şüpheleniyordu. Jobs kendi cebinden 7 milyon dolar ayırmıştı,ama böyle para harcamayı sürdürürlerse ve ürün satışlarından gelir eldeetmeye başlamazlarsa on sekiz ayda parasız kalacaklardı.

274/728

Üç ay sonra, 1986’nın başında tatil için Pebble Beach’e geri döndük-lerinde, Jobs vecizeler listesine “Balayı bitti,” sözüyle başladı. Eylül1986’da Sonoma’da üçüncü tatillerine çıktıklarında, şirketin bütün pro-jeleri gecikmişti ve mali sıkıntı yaşanacak gibiydi.

Perot Yardıma Koşuyor

Jobs 1986’nın sonunda risk sermayesi şirketlerine tanıtım broşürügönderdi ve NeXT’in %10 hissesini 3 milyon dolara satmayı teklif etti.Bu durumda şirketin tamamının değeri 30 milyon dolar oluyordu, kitamamen Jobs’ın uydurmasıydı bu. Şimdiye kadar şirkete neredeyse 7milyon dolar harcamıştı ve ortada şık bir logoyla havalı ofislerdenbaşka pek bir şey yoktu. Şirketin geliri ve ürünü yoktu ve yakın gele-cekte olacak gibi görünmüyordu. Dolayısıyla risk sermayesi şirketler-inin hepsinin yatırım teklifini geri çevirmesi şaşırtıcı değildi.

Ancak büyülenen bir gözüpek kovboy vardı. Electronic Data Sys-tems’ı kurup ardından General Motors’a 2,4 milyar dolara satan kısaboylu ve agresif Teksaslı Ross Perot, PBS belgeseli Girişimciler’inKasım 1986’da yayınlanan ve Jobs’la NeXT’i konu alan bölümünüseyretti. Jobs’la ekibini kendisiyle özdeşleştirdi hemen, öyle ki onlarıtelevizyonda seyrederken “cümlelerini tamamlıyordu”. Sculley’nin sıksık tekrarladığı bir sözüne tuhaf bir şekilde benziyordu bu. Perot ertesigün Jobs’ı aradı ve “Yatırımcıya ihtiyacın olursa beni ara,” dedi.

Jobs’ın sahiden de yatırımcıya ihtiyacı vardı, hem de çok. Ama bunubelli etmeyecek kadar soğukkanlıydı. Aramadan önce bir hafta bekledi.Perot NeXT’i incelesinler diye bazı analistlerini gönderdi, ama Jobsdoğrudan Perot’la pazarlık etmeye özen gösterdi. Perot hayatındaki enbüyük pişmanlıklarından birinin 1979’da Dallas’tayken, o zamanlarçok genç olan Bill Gates kendisini ziyarete geldiğinde, Microsoft’untamamını veya hisselerinin çoğunu satın almaması olduğunu söyleye-cekti. Perot Jobs’ı aradığında Microsoft halka yeni açılmıştı ve değeri 1milyar dolardı. Perot epey para kazanma ve eğlenceli bir macerayaşama fırsatını kaçırmıştı. O hatayı tekrarlamak istemiyordu.

275/728

Jobs’ın Perot’a yaptığı teklif, birkaç ay önce ilgisiz risk sermayesişirketlerine sessiz sedasız yaptığı tekliften üç kat fazla maliyetliydi.Perot 20 milyon dolara şirketin %16’sını satın alacaktı, Jobs da şirkete5 milyon dolar daha ayıracaktı. Yani şirketin değeri 126 milyon dolarolacaktı. Ama Perot için para çok önemli değildi. Jobs’la görüştüktensonra, teklifi kabul ettiğini bildirdi. “Ben jokeyleri seçerim, jokeyler deatları seçip sürerler,” dedi Jobs’a. “Paramı size yatırdım, gerisi sizekalmış.”

Perot NeXT’e 20 milyon dolarlık cankurtaran haladının yanı sıra,neredeyse bir o kadar değerli bir şey getirdi: Şirkete yetişkinlerarasında saygınlık kazandırabilecek, röportajlarda ağzı iyi laf yapan,enerjik bir tezahüratçıydı. “Bilgisayar endüstrisinde bir sürü yeni kur-ulan şirket gördüm 25 yıl boyunca, ama NeXT kadar sağlamınıgörmedim,” dedi New York Times’a. “Donanımlarını uzmanlara ince-lettik – resmen hayran kaldılar. Steve ve NeXT ekibinin tamamı, şim-diye kadar gördüğüm en mükemmeliyetçi insanlar.”

Ayrıca Perot’un içinde bulunduğu saygın sosyal çevrelerle iş çevrel-eri, Jobs’ınkileri tamamlıyordu. Jobs’ı Gordon ve Ann Getty’nin İspan-ya Kralı 1. Juan Carlos’un onuruna San Francisco’da düzenlediği,siyah kravatın zorunlu olduğu bir danslı akşam yemeğine götürdü. Kralkiminle tanışması gerektiğini sorunca Perot hemen Jobs’ı getirdi. Kısasürede kaynaştılar ve Perot’un deyişiyle “elektrikli bir sohbete”daldılar; Jobs bilgisayar dünyasındaki yeni dalgayı şevkle anlatıyordu.Sonunda kral bir çek yazıp Jobs’a verdi. “Ne oldu?” diye sordu Perot.“Ona bilgisayar sattım,” diye yanıtladı Jobs.

Bunlar ve başka maceralar, Perot’un gittiği her yerde anlattığı Jobsefsanesine dahil edildiler. Perot Washington’daki Ulusal BasınKulübü’nde düzenlenen bir brifingte Jobs’ın hayat öyküsünü genç biradamın destanına dönüştürerek anlattı:

...öyle fakirdi ki üniversiteye gidecek parası yoktu, geceleri garajında çalışıyordu,bilgisayar çipleriyle oynuyordu, hobisi buydu, babasıysa –adam Norman

276/728

Rockwell tablolarındaki karakterlere benziyordu– günde bir kere gelip “Steve, yasatabileceğin bir şeyler yap, ya da git kendine iş bul,” diyordu. Steve babasınınyaptığı bir tahta kutuyu kullanarak, altmış gün sonra dünyanın ilk Apple bilgisa-yarını yarattı. Ve lise mezunu bu adam dünyayı kelimenin tam anlamıyladeğiştirdi.

Bu sözlerde hiç doğruluk payı yok denemezdi: Paul Jobs sahiden deRockwell tablolarındaki karakterlere benziyordu. Ayrıca son cümle,Jobs’ın dünyayı değiştirmesiyle ilgili cümle de doğruydu belki.Perot’un buna inandığı kesin. Sculley gibi o da Jobs’ta kendini görüy-ordu. “Steve bana benziyor,” dedi Perot, Washington Post muhabiriDavid Remnick’e. “Tuhaflıklarımız aynı. Ruh ikizleriyiz.”

Gates ve NeXT

Bill Gates ruh ikizi değildi. Jobs onu Macintosh için yazılım uygu-lamaları üretmeye ikna etmişti ve sonuçta Microsoft epey kârlı çık-mıştı. Ama Gates Jobs’ın gerçekliği çarpıtma sahasına direnebilenbiriydi, dolayısıyla NeXT platformuna uygun yazılımlar yaratmamayakarar verdi. Gates tanıtım gösterilerini izlemek için California’ya gittidüzenli olarak, ama hiçbirinde gördüklerinden etkilenmedi. “Macintoshgerçekten eşsizdi, ama Steve’in yeni bilgisayarının neresi eşsiz an-lamıyorum şahsen,” dedi Fortune’a.

Sorunlardan biri, rakip iki devin birbirlerine saygılı olamamalarıydı.Gates’in NeXT’in Palo Alto’daki merkezine 1987 yazında ilk gidişindeJobs onu lobide yarım saat bekletti, oysa Gates Jobs’ın etrafta dolanıpgeyik muhabbeti yaptığını cam duvarların ardından görebiliyordu.“NeXT’e gittim ve bana en pahalısından Odwalla havuç suyu ikram et-tiler; hiç o kadar şık teknoloji ofisi görmemiştim,” diye anımsıyorduGates, hafifçe gülümseyip kafa sallayarak. “Steve görüşmeye yarımsaat geç geldi.”

Gates’e göre Jobs’ın satış konuşması basitti. “Mac’i birlikte yaptık,”dedi Jobs. “Sonunda ne oldu? Epey kârlı çıktın. Şimdi bu işi de birlikteyapacağız ve muhteşem olacak.”

277/728

Ama Gates Jobs’a acımadı, tıpkı Jobs’ın başkalarına acımayabildiğigibi. “Optik diskin gecikme süresi fazla uzun, lanet olası kasa da fazlapahalı. Bu şey komik.” Microsoft’un NeXT’e uygulamalar geliştirmekadına, başka projelere ayırdığı kaynakları kısmasının saçma olacağınakarar verdi ve bunu daha sonraki her ziyaretinde tekrarladı. Daha dakötüsü, bunu başkalarına da söyleyince insanlar NeXT için uygulamageliştirmekten kaçınmaya başladılar. “NeXT için uygulama geliştirmekmi? Üstüne işerim daha iyi,” dedi Gates InfoWorld’e.

Gittikleri bir konferansta koridorda karşılaştıklarında Jobs, Gates’iNeXT için yazılım üretmeyi reddettiği için azarlamaya girişti. “Pazarpayı edinirsen o zaman düşünürüm,” diye karşılık verdi Gates. Jobssinirlendi. “Milletin karşısında bağıra çağıra tartıştılar,” diyor oradaolan Xerox PARC mühendisi Adele Goldberg. Jobs NeXT’in bilgisa-yar dünyasının yeni dalgası olduğunu söylüyordu ısrarla. Gates ise Jobshararetlendikçe ifadesizleşiyordu, genellikle yaptığı gibi. Sonunda kafasallayıp uzaklaştı.

Kişisel rekabetlerinin –ve arada sırada birbirlerini gönülsüzce takdiretmelerinin– altında temel felsefi farklılıkları yatıyordu. Jobs don-anımla yazılımın uçtan uca entegre edilmesi gerektiğine inanıyordu,dolayısıyla başka makinelerle uyumlu olmayan bir makine yaratmıştı.Gates ise farklı farklı şirketlerin birbiriyle uyumlu makineler ürettikleribir dünyaya inanıyordu ve bundan kâr etmişti; bu şirketlerin donanım-ları standart bir işletim sistemini (Microsoft’un Windows’unu) kul-lanıyordu ve hepsi de aynı yazılım uygulamalarını (örneğin Mi-crosoft’un Word ve Excel’ini) çalıştırabiliyordu. “Steve’in ürünününuyumsuzluk denen tuhaf bir özelliği var,” dedi Gates WashingtonPost’a. “Varolan hiçbir yazılımı çalıştırmıyor. Ama çok hoş bir bilgisa-yar. Uyumsuz bir bilgisayar tasarlamak istesem Steve kadar başarılıolamazdım sanırım.”

1989’da Cambridge’te düzenlenen bir forumda Jobs’la Gates peşpeşe konuşarak farklı dünya görüşlerini anlattılar. Jobs bilgisayar

278/728

endüstrisinde birkaç yılda bir yeni dalgaların görüldüğünden bahsetti.Macintosh grafik arayüzle çığır açıcı bir yeni yaklaşım başlatmıştı.Şimdiyse NeXT aynı şeyi optik disk kullanan, güçlü bir yeni makineyeyönelik nesne tabanlı programlamayla yapıyordu. “Microsoft hariç”bütün belli başlı yazılım satıcılarının bu yeni dalganın parçası olmalarıgerektiğini fark ettiklerini söyledi. Gates ise konuşmasında, tıpkıApple’ın Microsoft Windows standardıyla rekabet edememesi gibi,Jobs’ın uçtan uca yazılım ve donanım kontrolünün de başarısızlığamahkûm olduğuna inandığını birkaç kez yineledi. “Donanım pazarıylayazılım pazarı birbirinden ayrıdır,” dedi. Jobs’ın yaklaşımınınmuhteşem tasarımlar üretebilmesi konusundaki fikri sorulduğundaGates hâlâ sahnede duran NeXT prototipini gösterdi ve “Siyah istiy-orsanız bir kutu boya verebilirim,” diye alay etti.

IBM

Jobs Gates’e karşı dahice bir jujitsu hamlesi buldu; bilgisayar en-düstrisindeki güç dengesini sonsuza dek değiştirebilecek bir hamleydibu. Jobs’ın doğasına aykırı iki şey yapması gerekiyordu: yazılımınınlisansını başka bir donanım üreticisine vermesi ve IBM’le birlikteçalışması. Pragmatik bir yönü az da olsa vardı, dolayısıylagönülsüzlüğünü yenebildi. Ama bu iş içine sinmedi hiç, dolayısıyla itti-fakın ömrü kısa oldu.

İttifak gerçekten muhteşem bir partide, Washington Post’un sahibiKatharine Graham’ın Haziran 1987’de düzenlenen 70. doğumgünüpartisinde başladı. Partiye Başkan Ronald Reagan da dahil olmak üzerealtı yüz kişi katıldı. Jobs uçakla California’dan, IBM Başkanı JohnAkers ise New York’tan geldi. İlk kez karşılaşıyorlardı. Jobs bunu fır-sat bilip Microsoft’u kötüledi ve IBM’i Windows işletim sistemini kul-lanmaktan vazgeçirmeye çalıştı. “Kendimi tutamayıp ona IBM’in tümyazılım stratejisinde Microsoft’a bel bağlamakla büyük bir riske gird-iğini, çünkü Microsoft’un yazılımının çok iyi olmadığını düşündüğümüsöyledim,” diye anımsıyordu Jobs.

279/728

Akers’ın “Bize yardım etmeye ne dersin?” diye karşılık vermesiJobs’ı çok sevindirdi. Jobs birkaç hafta sonra yazılım mühendisi BudTribble’la birlikte IBM’in New York’taki Armonk’ta bulunan merkez-ine gitti. NeXT’in demosunu gösterdiler ve IBM mühendisleri etki-lendi. Makinenin nesne tabanlı işletim sistemi NeXTSTEP özellikleönemliydi. “NeXTSTEP yazılım geliştirme sürecini yavaşlatan birçokufak tefek programlama angaryasını ortadan kaldırıyordu,” dediIBM’in iş istasyonu bölümünün genel müdürü Andrew Heller; Jobs’tanöyle etkilenmişti ki oğlunun adını Steve koydu.

Jobs ufak tefek ayrıntılar konusunda ısrarcı davrandığından pazarlıksüreci 1988’e sarktı. Jobs renkler ya da tasarım konusundaki an-laşmazlıklar yüzünden toplantıları yarıda terk ediyordu ve Tribble yada Dan’l Lewin tarafından sakinleştiriliyordu. IBM’den mi yoksa Mi-crosoft’tan mı daha çok korktuğuna karar veremez gibiydi. Nisan’daPerot Dallas’taki şirket merkezinde iki tarafı görüştürüp uzlaştırmayakarar verdi ve bir anlaşma yapıldı. IBM NeXTSTEP yazılımının şim-diki versiyonunun lisansını alacaktı ve beğenirse bazı iş istasyonlarındakullanacaktı. IBM Palo Alto’ya 125 sayfalık bir sözleşme gönderdi.Jobs sözleşmeyi okumadan attı. “Anlamıyorsunuz,” dedi odadançıkarken. Sadece birkaç sayfadan oluşan daha basit bir sözleşme istiy-ordu ve istediğini bir hafta içinde elde etti.

Jobs bu anlaşmanın NeXT bilgisayarın Ekim’de yapılması planlananbüyük tanıtımına kadar Bill Gates’ten gizli tutulmasını istiyordu. AmaIBM açıksözlü olmakta diretti. Gates küplere bindi. Bu anlaşmanınIBM’in Microsoft işletim sistemlerine bağımlılığını ortadan kaldır-abileceğini fark etmişti. “NeXTSTEP hiçbir şeyle uyumlu değil,” dediIBM yöneticilerine öfkeyle.

Jobs Gates’in en büyük kâbusunu gerçekleştirmiş gibi göründü başta.Microsoft’un işletim sistemlerine mahkûm olan başka bilgisayar üreti-cileri, örneğin Compaq ve Dell Jobs’tan NeXT’i klonlama hakkını ve

280/728

NeXTSTEP’in lisansını istediler. Hatta NeXT donanım piyasasındançekilirse çok daha büyük paralar vermeyi teklif ettiler.

Bu kadarı Jobs için fazlaydı, en azından şimdilik. Klon görüşmelerinikesti. IBM’e de daha soğuk davranmaya başladı. IBM aynı şekildekarşılık verdi. Anlaşmayı yapan kişi IBM’den ayrılınca Jobs onun yer-ine geçen Jim Cannavino’yla tanışmak için Armonk’a gitti. Odayıboşaltıp baş başa konuştular. Jobs aralarındaki ilişkiyi sürdürmek veIBM’e NeXTSTEP’in yeni versiyonlarının lisansını vermek için dahafazla para istedi. Cannavino söz vermedi ve Jobs’ın telefonlarına çık-mayı kesti. Anlaşma feshedildi. NeXT bir miktar lisans ücreti kazandı,ama dünyayı değiştirme fırsatını elde edemedi.

Ürün Tanıtımı, Ekim 1988

Jobs ürün tanıtımlarını teatral gösterilere dönüştürme sanatındaustalaşmıştı ve NeXT bilgisayarın dünya prömiyerinde –12 Ocak1988’de San Francisco’daki Symphony Hall’de gerçekleştirilecekti–kendini aşmak istiyordu. Şüphecileri hayran bırakması gerekiyordu.Prömiyer yaklaştıkça neredeyse her gün San Francisco’ya gidip,NeXT’in grafik tasarımcısı Susan Kare’in (Macintosh’un orijinal font-larıyla ikonlarını hazırlamıştı) Victoria tarzı evinde kaldı. Kare slayt-ların hazırlanmasına yardım etti; Jobs ifade tarzından arka planınyeşilinin tonuna kadar her şeye kafa yoruyordu. “Şu yeşil hoşumagidiyor,” dedi gururla, bazı çalışanlara bir deneme gösterimi yapar-larken. “O yeşil harika, o yeşil harika,” diye mırıldandılar hep birlikte.Jobs slaytların her birinin üstünde öyle çok uğraştı ki, sanki T. S. Eli-ot’tı da Ezra Pound’un önerileri doğrultusunda Çorak Diyar’ıyazıyordu.

Hiçbir ayrıntıyı göz ardı etmiyordu. Jobs davetliler listesini, hattaöğle yemeği menüsünü (maden suyu, kruvasan, krem peynir, fasulyefilizi) bizzat gözden geçirdi. Bir video projeksiyon şirketini kiraladı veişitsel-görsel yardım karşılığında 60.000 dolar ödedi. Şovun sahnelen-mesi için de postmodernist tiyatro prodüktörü Georges Coates’i

281/728

kiraladı. Coates’le Jobs’ın sade ve son derece basit bir sahnedekorunda hemfikir olmaları şaşırtıcı değildi. Siyah, kusursuz küpünsergilenmesi oldukça minimalist bir dekorda gerçekleşecekti, arka plansiyah olacaktı, masa örtüsü siyah olacaktı, bilgisayarın üstü siyahörtüyle örtülecekti ve masaya sade bir çiçekli vazo konacaktı. Donanımve işletim sistemi henüz hazır olmadığından Jobs’a simülasyon öner-ildi. Ama Jobs bunu reddetti. Simülasyonun aşağıda ağ olmadan ipüstünde yürümek gibi olacağını bildiğinden ürünü canlı tanıtmayakarar verdi.

Gösterime 3.000’den fazla kişi geldi ve perdenin açılmasına iki saatkala Symphony Hall’un önünde kuyruk oluşturdular. Hayal kırıklığınauğramadılar, en azından gösteri konusunda. Jobs sahnede üç saat kaldıve New York Times’tan Andrew Pollack’ın deyişiyle, “ürün tanıtım-larının Andrew Lloyd Webber’i, sahne hâkimiyeti ve özel efektlerustası” olduğunu yine kanıtladı. Chicago Tribune’den Wes Smith “Kil-ise toplantıları için 2. Vatikan neyse, bu tanıtım gösterisi de ürüntanıtımları için odur,” dedi.

Jobs’ın söze “Geri dönmek harika,” diye başlamasıyla birlikte al-kışlar koptu. Önce kişisel bilgisayar mimarisinin tarihini anlattı ve şim-di “on yılda sadece bir ya da iki kez gerçekleşen bir olaya – bilgisayardünyasını değiştirecek yeni bir mimariye” tanık olacakları vaadindebulundu. NeXT yazılımının ve donanımının ülkenin dört bir yanındakiüniversitelere üç yıl boyunca danışıldıktan sonra tasarlandığını söyledi.“Yüksek öğretim kurumlarının kişisel anaçatılar istediklerini farkettik.”

Ürününü her zamanki gibi göklere çıkardı. Ürünün “inanılmaz”olduğunu, “hayal edebileceğimiz en iyi şey” olduğunu söyledi. Görün-meyen kısımlarının bile güzelliğini övdü. Devre kartını parmakuçlarının üstünde tutarak hevesle konuştu: “Umarım yakında bunabakma fırsatı bulursunuz. Hayatımda gördüğüm en güzel devre kartı.”Jobs daha sonra bilgisayarın konuşma kayıtlarını çalabildiğini –King’in

282/728

“Bir Hayalim Var” konuşmasını ve Kennedy’nin “Sorma” konuşmasınıçaldı– ve sesli e-posta gönderebildiğini gösterdi. Bilgisayarın mik-rofonuna eğilip kendi konuşmasını kaydetti. “Merhaba, ben Steve, buoldukça tarihi günde mesaj gönderiyorum.” Sonra seyircilerden mesaja“alkış” eklemelerini isteyince alkışladılar.

Jobs’ın yönetim felsefelerinden biri, arada sırada yeni bir fikri ya dateknolojiyi deneyerek “şirketi riske atmak” gerektiğiydi. NeXT’intanıtım gösterisinde verdiği bir örneğin pek akıllıca bir kumar olmadığısonradan anlaşılacaktı: NeXT’in yüksek kapasiteli (ama yavaş) bir op-tik okunur/yazılır diski vardı ve yedek niyetine kullanılacak disketsürücüsü yoktu. “İki yıl önce bir karar verdik,” dedi. “Yeni bir tekno-loji gördük ve şirketimizi riske atmaya karar verdik.”

Sonra ileride daha başarılı olacak bir özelliğe geçti. “İlk gerçek dijitalkitapları ürettik,” diyerek, bilgisayara yüklenmiş Shakespeare OxfordEdisyonu’ndan ve diğer kitaplardan bahsetti. “Basılı kitap tekno-lojisinde Gutenberg’ten beri gelişme olmamıştı.”

Bazen kendisinin eğlenceli bir şekilde farkında olabiliyordu;elektronik kitap sunumunu yaparken kendisiyle dalga geçti. “Banabazen ‘mercurial’ derler,” dedi ve duraksadı. Seyirciler, özellikle de önsıralarda oturan NeXT çalışanları ve eski Macintosh ekibi çalışanlarıgüldüler. Sonra bu İngilizce sözcüğü bilgisayarın sözlüğünde buldu veilk tanımı okudu. “Merkür gezegeninden veya onunla bağlantılı ya dabu gezegenin döneminde doğmuş olan.” Sayfayı aşağı kaydırıp devametti: “Üçüncüsünü kast ediyorlar galiba: ‘Öngörülemez ruh halideğişimlerine meyilli olan.’” Yine gülüşmeler oldu. “Ama tezarusa in-ersek zıt anlamlısının ‘saturnine’ olduğunu görüyoruz. Bu nedir peki?Üstüne sadece çift tıklayarak sözlük anlamına bakabiliyoruz ve işte şu:‘Ruh halleri soğuk ve tutarlı olan. Eyleme geçmekte veya değişmekteyavaş olan. Karamsar veya huysuz mizaçlı.” Kahkahaları beklerkenhafifçe gülümsedi. “Eh,” dedi sonunda, “‘mercurial’ çok da kötüdeğilmiş.” Alkışlardan sonra alıntılar kitabını kullanarak, gerçekliği

283/728

çarpıtma sahasıyla ilgili, daha ince bir noktaya değindi. Seçtiği alıntıLewis Carroll’un Aynanın İçinden kitabındandı. Alice’in ne kadaruğraşırsa uğraşsın imkânsız şeylere inanamamasından yakınması üzer-ine Beyaz Kraliçe “Benimse kahvaltıdan önce altı tane imkânsız şeyeinandığım bile olmuştur,” diye karşılık verir. Özellikle ön sıralardankahkahalar yükseldi.

Bu keyifli konuşma kötü haberin etkisinin hafiflemesine veya dikkatçekmemesine yaradı. Sıra yeni makinenin fiyatını açıklamaya gelinceJobs ürün tanıtımlarında genellikle yaptığı şeyi yaptı: Özellikleri saydı,“binlerce dolar değerinde olduklarını” söyledi ve seyircilerden ürününaslında ne kadar pahalı olması gerektiğini düşünmelerini istedi. Sonradüşük görüneceğini umduğu bir fiyat söyledi: “Yüksek öğretim kurum-larına tanesi 6.500 dolardan satacağız.” Sadık yandaşlar tek tük al-kışladılar. Ama akademik danışmanlar paneli Jobs’a fiyatı 2.000 ila3.000 dolar arasında tutması için uzun süre baskı yapmıştı ve Jobs’ınbunu kabul ettiğini sanmışlardı. Bazıları afalladı. Hele opsiyonelyazıcının ayrıca 2.000 dolara satılacağını ve optik diskin yavaşlığının2.500 dolarlık bir harici sabit diskin de satın alınmasını önerilirkıldığını öğrenince iyice afalladılar.

Hayal kırıklığına uğratıcı bir husus daha vardı, ki Jobs bunukonuşmasının sonunda geçiştirmeye çalıştı. “Gelecek yılın başındayazılım geliştiriciler ve agresif son kullanıcılar için 0.9 sürümünü piy-asaya süreceğiz.” Kaygıyla gülenler oldu. Jobs’ın söylediği şuydu ki,makinenin ve yazılımın asıl sürümü –1.0 sürümü– 1989’un başındapiyasaya sürülmeyecekti. Aslında Jobs kesin tarih vermedi. 1989’ınikinci çeyreğinde piyasaya sürüleceğini söyledi sadece. 1985’insonundaki ilk NeXT tatilinde, Joanna Hoffman’ın itirazına karşın,makinenin 1987’nin başında tamamlanacağını söylemişti. Şimdiyse ikiyıldan fazla gecikeceği anlaşılmıştı.

Gösteri neşeli bir şekilde son buldu. Jobs’ın sahneye getirdiği, SanFrancisco senfoni orkestrasından bir kemancı sahnedeki NeXT

284/728

bilgisayarla düet yaparak Bach’ın La Minör Keman Konçertosu’nuçaldı. İnsanlar hararetle alkışladılar. Kendinden geçen kalabalık, fiyatve piyasaya sürülme tarihindeki gecikme meselelerini unuttu. Sonradanbir muhabir makinenin neden bu kadar gecikeceğini sorunca Jobs “Ge-cikmeyecek ki. Zamanın beş yıl ilerisinde nasılsa,” yanıtını verdi.

Jobs ileride standart uygulaması haline gelecek şekilde, seçtiği yayınorganlarına haberi kapak yapmaları karşılığında “özel” röportajlar ver-meyi teklif etti. “Özel” röportaj verme işini bu sefer abarttıysa da, çokzararını görmedi. Business Week’ten Katie Hafner’ın kendisiyle öğleyemeğinden önce özel röportaj yapma isteğini kabul etti. Newsweek’leve ardından Fortune’la da benzer anlaşmalar yaptı. Ama hesap et-mediği şey, Fortune’un baş editörlerinden biri olan Susan Fraker’ınNewsweek editörü Maynard Parker’la evli olduğuydu. Fortune’unhaber toplantısında, Jobs’la yapacakları özel röportajdan heyecanlabahsederlerken, Fraker çekinerek ayağa kalktı ve Newsweek’e de birözel röportaj teklif edildiğini ve bu röportajın Fortune’unkinden birkaçgün önce yayınlanacağını söyledi. Dolayısıyla Jobs o hafta sadece ikiderginin kapağında yer aldı. Newsweek kapakta “Bay Çip” manşetinikullandı; fotoğrafta Jobs güzel bir NeXT’in üstüne yaslanmıştı ve dergibu bilgisayarın “yıllardır üretilen en heyecan verici makine” olduğunuöne sürüyordu. Business Week’teyse Jobs koyu bir takım elbisegiymişti, melek gibi görünüyordu ve parmak uçlarını vaiz ya da pro-fesör gibi birbirine bastırmıştı. Ama Hafner haberi yaparkenmanipülasyona maruz kaldığından açıkça bahsediyordu. “NeXT şirketi,hangi çalışanlarıyla ve tedarikçileriyle röportaj yapacağımı dayattı veröportajlarıma sansür uyguladı,” diye yazdı. “Bu strateji işe yaradı,ama bir bedeli oldu: Böyle çıkarcı ve ısrarlı manevralar, Steve Jobs’ınApple’da kendisine çok zarar veren yönünü sergiledi. Jobs’ın en dikkatçekici özelliği, olayları kontrol etme ihtiyacı.”

Coşku dinince NeXT bilgisayara gösterilen ilgi azaldı, özellikle debilgisayar henüz satışa sunulmadığı için. Rakip Sun şirketinde çalışanparlak ve alaycı baş bilim insanı Bill Joy, NeXT’in “ilk Yuppi iş

285/728

istasyonu” olduğunu söyledi, ki pek de övgü sayılmazdı bu. Bill Gatesküçümseyici konuşmayı sürdürdü tahmin edilebileceği gibi. “Açıkçasıhayal kırıklığına uğradım,” dedi Wall Street Journal’a. “1981’de Stevebize Macintosh’u gösterince gerçekten heyecanlanmıştık, çünkü başkabir bilgisayarla yan yana konunca eşi benzeri görülmemiş bir şeyolduğu anlaşılıyordu.” NeXT makinesiyse öyle değildi. “Özelliklerininçoğu gerçekten önemsiz.” Gates, Microsoft’un NeXT’e yazılımyazmamayı sürdüreceğini söyledi. Tanıtım gösterisinden hemen sonraGates personeline gösteriyi tiye alan bir e-posta yazdı: “Tüm gerçekliktamamen askıya alınmıştır,” diye başlıyordu e-posta. Gates şimdi hatır-layınca gülüyor ve “Hayatımda yazdığım en iyi e-postaydı belki de,”diyor.

NeXT bilgisayar nihayet 1989’un ortasında satışa sunulduğunda, fab-rika ayda 10.000 adet üretmeye hazırdı. Oysa ayda 400 tane satıldı.Özenle boyanmış o güzel fabrika robotları genellikle boş boş duruyor-lardı ve NeXT para kaybetmeyi sürdürüyordu.

286/728

19. BölümPixar

Teknoloji Sanatla Buluşuyor

Ed Catmull, Steve Jobs ve John Lasseter, 1999

Lucasfilm’in Bilgisayar Bölümü

Jobs 1985’in başında, Apple’daki konumu sallantıya girince, eskidenXerox PARC’ta çalışan ve sonra Apple asosiye üyesi olan Alan Kay’leyürüyüşe çıkmıştı. Kay Jobs’ın yaratıcılıkla teknolojinin kesişimiyle il-gilendiğini bildiğinden bir arkadaşını, George Lucas’ın filmstüdyosunun bilgisayar bölümünü yöneten Ed Catmull’ı görmeyegitmelerini önerdi. Limuzin kiralayıp Marin County’e, Lucas’ın Sky-walker Çiftliği’ne, Catmull ile küçük bilgisayar ekibinin çalıştığı yeregittiler. “Çok etkilenmiştim ve geri dönünce Sculley’yi orayı Apple’aalması için ikna etmeye çalıştım,” diye anımsıyordu Jobs. “Ama Appleyöneticileri ilgilenmediler, hem zaten beni kovmakla meşguldüler.”

Lucasfilm Bilgisayar Bölümü iki ana kısımdan oluşuyordu: Canlıfilm çekimlerini dijitalleştirip etkileyici özel efektlerle donatabilecekbir bilgisayar geliştiriyordu ve ayrıca kısa animasyon filmler üreten bir

bilgisayar animatörleri grubu vardı (André ile Wally B.’nin Maceralarıadlı filmleri, 1984’teki bir ticaret sergisinde gösterilince yönetmeniJohn Lasseter’ı meşhur etmişti.) İlk Yıldız Savaşları üçlemesini tamam-lamış olan Lucas çekişmeli bir boşanma evresindeydi ve bölümü sat-ması gerekiyordu. Catmull’a bir an önce bir alıcı bulmasını söyledi.

1985 sonbaharında, birkaç potansiyel alıcının caymasından sonra,Catmull’la bölümün diğer kurucusu Alvy Ram Smith bölümü bizzatsatın almak için yatırımcılar aramaya karar verdiler. Bu yüzden Jobs’ıarayıp yeni bir görüşme ayarladılar ve onun Woodside’daki evine git-tiler. Jobs Sculley’nin hainliğinden ve aptallığından bir süre bahset-tikten sonra, Lucasfilm bölümünü bizzat satın almayı önerdi. Cat-mull’la Smith buna itiraz ettiler. Aradıkları büyük bir yatırımdı, yenibir sahip değil. Ama kısa sürede bir orta yol buldular: Jobs bölümünçoğunu satın alıp yönetim kurulu başkanı olabilir, ama idareyi Cat-mull’la Smith’e bırakabilirdi.

“O bölümü satın almak istedim çünkü bilgisayar grafiklerine ciddendüşkündüm,” diye anımsıyordu Jobs sonradan. “Lucasfilm’in bilgisa-yar ekibini görünce, sanatla teknolojiyi birleştirmekte (ki hep ilgi-lendiğim şeydir) başkalarından çok ileride olduklarını anladım.” Jobsbilgisayarların birkaç yıl içinde yüz kat güçleneceklerini biliyordu veböylece animasyon sanatında ve gerçekçi 3-D grafiklerde büyük iler-lemeler kaydedileceğine inanıyordu. “Lucas’ın ekibi öyle çok işlemcigücü gerektiren sorunlarla ilgileniyordu ki, tarihin onlardan yanaolacağını fark ettim. Öyle vektörleri severim.”

Jobs Lucas’a 5 milyon dolar ödemeyi ve bölümü bağımsız bir şirketedönüştürmek için de 5 milyon dolarlık yatırım yapmayı teklif etti. Lu-cas’ın istediğinden çok daha azıydı bu, ama zamanlama iyiydi. Pazarlıkyapmaya karar verdiler. Lucasfilm’in CFO’su Jobs’ı küstah ve huysuzbuldu, dolayısıyla topluca görüşmenin vakti gelince Catmull’a “Diz-ginleri ele almalıyız,” dedi. Plan şuydu: Jobs da dahil olmak üzereherkes bir odada toplanacaktı, ama CFO birkaç dakika geç gelecekti,

288/728

toplantının başkanının kendisi olduğunu göstermek için. “Ama tuhafbir şey oldu,” diye anımsıyor Catmull. “Steve CFO’yu beklemeden to-plantıyı zamanında başlattı ve CFO geldiğinde Steve dizginleri elealmıştı bile.”

Jobs, George Lucas’la tek bir kez görüştü; Lucas onu bölümdeki in-sanların bilgisayar üretmekten çok animasyon film yapmakla ilgi-lendikleri konusunda uyardı. “Bu adamların gözü animasyondan başkabir şey görmez,” dedi Lucas ona. Lucas sonradan şöyle anımsayacaktı:“Ed ile John’ın temel hedefinin bu olduğu konusunda Steve’i uyardım.Bence şirketi satın almasının sebebi kendisinin de hedefinin buolmasıydı.”

Nihai anlaşmaya Ocak 1986’da varıldı. Jobs 10 milyon dolarlıkyatırımı karşılığında şirketin %70’ine sahip olacaktı; hisselerin gerikalanıysa Ed Catmull’a, Alvy Ray Smith’e ve resepsiyon görevlisi dedahil olmak üzere diğer 38 kurucu personele dağıtılacaktı. Bölümün enönemli donanımı Pixar Image Computer’dı ve şirket ismini bu bilgisa-yardan aldı. Son mesele imzaların nerede atılacağıydı: Jobs bu işinNeXT’teki ofisinde yapılmasını istiyordu, Lucasfilm çalışanlarıysaSkywalker Çiftliği’nde yapılmasını istiyorlardı. Sonunda uzlaşıp, SanFrancisco’daki bir hukuk firmasında buluştular.

Jobs, Catmull’la Smith’in Pixar’ı istedikleri gibi yönetmelerine birsüre pek karışmadan izin verdi. Aşağı yukarı ayda bir kez, genellikleNeXT merkezinde yönetim kurulu toplantısı yapıyorlardı ve Jobstemelde finans ve stratejide odaklanıyordu. Yine de kişiliği ve yönetmeiçgüdüsü sebebiyle kısa sürede daha etkin, Catmull’la Smith’in umduk-larından kesinlikle daha etkin bir rol oynamaya başladı. Pixar’ın don-anımıyla yazılımını değiştirmek konusunda bazı fikirler önerdi–bazıları makul, bazılarıysa çılgıncaydı–. Arada sırada uğradığı Pixarofislerinde ilham kaynağı oldu. “Bir Güneyli Baptist olarak yetiştim;hipnotize edici ama ahlâksız vaizler uyanış toplantıları düzenliyor-lardı,” diyor Alvy Ray Smith. “Steve’de de aynı şey var: Dilin gücü ve

289/728

insanları yakalamakta kullandığı sözcükler ağı. Bunun farkındaolduğumuzdan, yönetim kurulu toplantılarında birisi Steve’in çarpıtmasahasına kapıldığında ve gerçekliğe geri döndürülmesi gerektiğindesinyal vermeyi –burun kaşımayı veya kulak çekmeyi– kararlaştırdık.”

Jobs donanımla yazılımı entegre etmenin değerini hep takdir etmiştive Pixar’ın Image Computer’ıyla ve render yazılımıyla yaptığı buydu.Hatta Pixar üçüncü bir öğeyi de katmıştı: Animasyon filmler ve grafik-ler gibi hoş içerikler de üretiyordu. Bu üç öğe de Jobs’ın sanatçı yar-atıcılığı ve teknoloji düşkünlüğünden olumlu etkilendi. “Silikon Vadisiinsanları yaratıcı Hollywood tiplerine saygı duymazlar, Hollywood in-sanları da teknoloji insanlarının kiralanacak ve asla görüşmek zorundakalınmayacak kişiler olduklarını düşünürler,” dedi Jobs sonradan. “Pix-ar iki kültüre de saygı duyulan tek yerdi.”

Başlangıçta gelirin donanımdan sağlanması gerekiyordu. Pixar ImageComputer 125.000 dolara satılıyordu. Başlıca müşteriler animatörler vegrafik tasarımcılardı, ama makine kısa süre sonra tıp endüstrisinde (bil-gisayarlı tomografi verileri üç boyutlu grafikler şeklinde renderlene-biliyordu) ve istihbarat alanlarında (keşif uçuşlarından ve uydulardangelen verilerin renderlenmesinde) da kullanılmaya başlandı. UlusalGüvenlik Ajansı’na yapılan satışlar sebebiyle Jobs güvenlik izni almakzorunda kaldı; onu incelemekle görevlendirilen FBI ajanı eğlenmiş olsagerek. Bir Pixar yöneticisinin söylediğine göre soruşturmacı bir keres-inde Jobs’a uyuşturucu kullanımıyla ilgili sorular sormaya başladı veJobs hiç çekinmeden, dürüstçe yanıt verdi. “Onu son kullanışımda...”diyordu bazen veya o uyuşturucuyu hiç kullanmadığını söylüyordu.

Jobs Pixar’ı bilgisayarın 30.000 dolar civarına satılacak düşük mali-yetli bir versiyonunu üretmeye yöneltti. Tasarımı Hartmut Esslinger’inyapmasında diretti, Catmull’la Smith’in onun çok pahalı olduğunusöylemelerine karşın. Yeni bilgisayar sonunda orijinal Pixar ImageComputer’a benzedi, yani ortasında yuvarlak bir çukur bulunan birküptü, ama Esslinger’in alametifarikası olan yivlere sahipti.

290/728

Jobs Pixar’ın bilgisayarlarını tüketici pazarına satmak istediğinden,büyük şehirlerde Pixar satış ofisleri açtı –tasarımlarını bizzat onayla-yarak–; teorisi yaratıcı insanların makineyi kullanmanın çeşitli yol-larını kısa sürede keşfedecekleriydi. “Bence insanlar yaratıcı hayvanlarve araç gereçleri mucitlerinin hayal bile etmediği şekillerde kullan-manın yeni, zekice yollarını bulacaklar hep,” dedi sonradan. “Pixar bil-gisayara da bunun olacağını düşünüyordum, tıpkı Mac’e olduğu gibi.”Ama sıradan müşteriler o makineleri pek benimsemediler. Pixar bil-gisayarlar fazla pahalıydı ve onlara uygun yazılım uygulamalarınınsayısı azdı.

Pixar’ın 3-D grafikler ve görüntüler üreten Reyes (RendersEverything You Ever Saw[22]) adlı bir render programı vardı. Jobsyönetim kurulu başkanı olunca şirket yeni bir dil ve arayüz yarattı–RenderMan adında–; bunun 3-D grafik renderlemede standardadönüşeceğini umuyorlardı, tıpkı Adobe’un PostScript’inin lazeryazıcılarda standart olduğu gibi.

Jobs tıpkı donanım gibi, ürettikleri bu yazılımı da tüketici pazarınasokmaları –dar bir alanla yetinmemeleri– gerektiğini düşünüyordu. Sa-dece şirket ya da yüksek teknolojili uzmanlık pazarlarını hedeflemekletatmin olmuyordu asla. “RenderMan’i herkesin kullanabilmesinin hay-alini kuruyordu. Toplantılarda, sıradan insanların onu kullanarakmuhteşem 3-D grafikler ve fotogerçekçi görüntüler yaratabilmesininyollarından bahsedip duruyordu hep.” Pixar ekibi onu vazgeçirmekiçin, RenderMan’in kullanımının örneğin Excel ya da Adobe Illustratorkadar kolay olmadığını söylüyordu. O zaman Jobs bir beyaztahtayagidip onlara RenderMan’i daha basit ve kullanıcı dostu kılmanın yol-larını gösteriyordu. “Kafa sallıyorduk, heyecanlanıyorduk ve ‘Evet,evet, bu muhteşem olacak!’ diyorduk,” diye anımsıyordu Kerwin.“Steve gidince de bir an durup düşünüyorduk ve ‘Ne diyor bu ya!’oluyorduk. Öyle tuhaf bir karizması vardı ki, onunla konuştuktan sonrakoşullanmanın etkisinden kurtarılmak gerekiyordu neredeyse.” Sıradan

291/728

tüketicilerin fotogerçekçi görüntüleri render etmelerini sağlayacak pa-halı yazılımları arzulamadıkları anlaşıldı sonunda. RenderMan peksatmadı.

Ancak animatörlerin çizimlerinin renderlenip film hücreleri için ren-kli görüntülere dönüştürülmesinin otomatikleştirilmesini isteyen bir şir-ket vardı. Rod Disney’in amcası Walt’un kurduğu şirketin yönetimkurulunda devrim yapmasından sonra yeni CEO Michael Eisner onanasıl bir rol istediğini sordu. Disney şirketin saygın ama kötü durumdaolan animasyon bölümünü canlandırmak istediğini söyledi. İlk gir-işimlerinden biri süreci bilgisayarlaştırmanın yollarını aramaktı ve Pix-ar’la anlaşma yaptı. Pixar CAPS (Computer Animation ProductionSystem[23]) adlı modifiye donanım ve yazılım paketini yarattı. CAPSilk kez 1988’de, Küçük Denizkızı’nın son sahnesinde kullanıldı; busahnede Kral Triton, Ariel’e el sallayarak veda eder. Disney, CAPSüretim sürecinin parçası haline gelince düzinelerce Pixar Image Com-puter satın aldı.

Animasyon

Pixar’ın dijital animasyon bölümü –kısa animasyon filmler üretenekip– başta ön planda değildi ve ana hedefi şirketin donanımının veyazılımının tanıtımını yapmaktı. Bölümün yöneticisi John Lasseter’ınsevimli yüzünün ve tavırlarının ardında, Jobs’ınkiyle boy ölçüşen birsanatçı mükemmeliyetçiliği yatıyordu. Hollywood’da doğan Lasseterçocukken Cumartesi sabahları gösterilen çizgi filmlere bayılırdı. Dok-uzuncu sınıftayken, Disney Stüdyoları’nın tarihini anlatan AnimasyonSanatı kitabının özetini ödev olarak yazmış ve o sırada hayatını nasılgeçirmek istediğini keşfetmişti.

Lasseter liseyi bitirince, Walt Disney’in kurduğu California SanatEnstitüsü’nün animasyon bölümüne girdi. Yazları ve boş zamanlarındaDisney arşivlerini inceliyor ve Disneyland’deki Orman Gezisi’nde re-hberlik yapıyordu. Rehberlik deneyimi ona öykü anlatmada

292/728

zamanlamanın ve akıcılığın önemini öğretti; animasyon filmleri karekare yaratmada önemli olan, ama ustalaşması güç bir kavramdı bu. İlksenesinde çektiği kısa film Leydi ile Lamba’yla Öğrenci AkademiÖdülü’nü kazandı; bu film Leydi ile Serseri gibi Disney filmlerinekatkısının yanı sıra, lamba gibi cansız nesnelere insan karakterleriyüklemedeki büyük yeteneğinin göstergesiydi. Mezun olduktan sonraalın yazısı olan işe, Disney Stüdyoları’nda animatörlüğe başladı.

Ama işler istediği gibi gitmedi. “Ben ve başka bazı gençler animasy-on sanatına Yıldız Savaşları kalitesini getirmek istiyorduk, ama engel-leniyorduk,” diye anımsıyor Lasseter. “Hayal kırıklığına uğradım,sonra da kapışan iki patronun arasında kalınca animasyon şefi benikovdu.” Bu sayede Ed Catmull’la Alvy Ray Smith onu işe alıp YıldızSavaşları kalitesinin belirlendiği yerde, Lucasfilm’de çalıştırmayabaşlayabildiler. Bilgisayar bölümünün şimdiden fazla masraflıolduğunu düşünen George Lucas’ın bir animatörü tam gün çalıştırmakisteyip istemeyeceği belli değildi. Dolayısıyla Lasseter’a “Arayüz Tas-arımcısı” ünvanı verildi.

Jobs sahneye girince, o ve Lasseter grafik tasarımın ortak tutkularıolduğunu keşfettiler. “Pixar’daki tek sanatçı bendim, bu yüzdenSteve’in tasarım anlayışını sevdim,” diyor Lasseter. Lasseter çiçekliHawaii gömlekler giyen, ofisini klasik oyuncaklarla dolduran veçizburgere bayılan sosyal, esprili ve canayakın bir adamdı. Jobs isesade ve derli toplu ortamları yeğleyen huysuz, sıska biriydi. Ama as-lında birbirlerine uyuyorlardı. Lasseter’ın sanatçı kategorisinde olması,insanları kahramanlar ve andavallar şeklinde ikiye ayıran Jobs’ıngözüne girmesini sağlıyordu. Jobs ona saygılı davranıyordu veyeteneğine gerçekten hayrandı. Lasseter ise Jobs’ı sanatı takdir eden veteknolojiyle ve ticaretle nasıl kaynaştırılabileceğini bilen bir patronolarak görüyordu haklı olarak.

Jobs’la Catmull yazılımlarını ve donanımlarını tanıtabilmek için,Lasseter’ın 1986’da SIIGRAPH’a, iki sene önce André ile Wally B.’nin

293/728

Maceraları’nın hit olduğu yıllık bilgisayar grafikleri konferansına birbaşka kısa animasyon filmle katılmasının iyi olacağına karar verdiler.O sıralar masasındaki Luxo lambayı grafik renderlemede model olarakkullanan Lasseter, Luxo’yu canlı bir karaktere dönüştürmeye kararverdi. Bir arkadaşının küçük çocuğundan ilham alarak Küçük Luxo’yuekledi ve birkaç test karesini gösterdiği bir başka animatör ona biröykü anlatmasını tavsiye etti. Lasseter altı üstü kısa film hazırladığınısöyledi, ama animatör ona birkaç saniyede bile öykü anlatılabileceğinihatırlattı. Lasseter bu dersi yürekten benimsedi. Küçük Luxo ikidakikadan biraz uzun bir film oldu ve bir lambayla çocuğunun bir topuileri geri itip durmalarını ve top patlayınca çocuğun üzülmesinianlatıyordu.

Jobs öyle heyecanlıydı ki NeXT’teki işini gücünü bırakıp Lasseter’labirlikte Dallas’a, o Ağustos’ta düzenlenen SIGGRAPH’a gitti. “Havaöyle sıcak ve boğucuydu ki, dışarı çıkınca tenis raketi gibi çarptı,” diyeanımsıyor Lasseter. Fuarda 10.000 kişinin olması Jobs’ı sevindirdi.Sanatsal yaratıcılık onu şevklendirirdi, özellikle de teknolojiylebağlantılıysa.

Filmlerin gösterildiği oditoryumun önünde uzun bir kuyruk vardı;sırasının gelmesini bekleyecek tarzda biri olmayan Jobs iknayeteneğini kullanarak erken girmelerini sağladı. Küçük Luxo uzun uzunayakta alkışlandı ve en iyi film seçildi. “Vay canına!” diye bağırdı Jobssonunda. “Bunu cidden anlıyorum, her şeyi anlıyorum.” Sonradanşöyle açıkladı: “Mesele sadece iyi teknoloji değildi; filmimiz sanatsalolan tek filmdi. Pixar sanatla teknolojiyi birleştirmekle ilgiliydi, tıpkıMacintosh gibi.”

Küçük Luxo Oscar’a aday gösterilince Jobs törene katılmak için LosAngeles’a uçtu. Film ödül kazanmadı, ama Jobs her sene yeni kısa ani-masyon filmler yapmaya karar verdi, bu ticari açıdan pek mantıklıgörünmese de. Pixar’ın durumu kötüleştikçe Jobs bütçe kesintisi to-plantıları düzenleyecek ve kimsenin gözünün yaşına bakmayacaktı.

294/728

Sonra Lasseter tasarruf ettikleri paranın yeni filminde kullanılmasınıisteyince Jobs bunu kabul edecekti.

Teneke Oyuncak

Jobs’ın Pixar’daki herkesle arası o kadar iyi değildi. En büyükkavgasını Pixar’ı Catmull’la birlikte kuran Alvy Ray Smith’le etti.Kuzey Teksas’ın kırsal kesiminde yaşayan Baptist bir ailenin çocuğuolan Smith iri yarı, güleç, sağlam kişilikli – ve bazen de kibirli olanözgür ruhlu, hippi bir bilgisayar görüntü mühendisiydi. “Alvy saçtığıışıkla, pancar yüzüyle, sıcak gülüşüyle konferanslarda bir sürü kızıetrafında pervane ediyordu,” dedi Pam Kerwin. “Alvy, Steve’den ürke-cek adam değildi. İkisi de enerjisi ve egosu yüksek vizyonerlerdi. Ed’intersine Alvy uzlaşmak, bazı şeyleri sineye çekmek istemiyordu.”

Smith, Jobs’ın karizması ve egosu yüzünden iktidarını suistimal et-tiğini düşünüyordu. “Televanjelist gibiydi,” diyor Smith. “İnsanlarıyönetmek istiyordu, ama ben ona köle olmak istemiyordum, bu yüzdende tartışıyorduk. Ed ise çok daha uyumluydu.” Jobs bazen toplantılarınbaşlarında, egemenliğini belli etmek için çileden çıkarıcı veya doğruolmayan şeyler söylüyordu. Smith ona itiraz etmekten büyük keyifalıyordu ve bunu önce kahkahayı basarak, sonra da alaycı bir şekildegülümseyerek yapıyordu. Bu Jobs’ın hoşuna gitmiyordu.

Bir gün yönetim kurulu toplantısında Jobs, Smith’i ve diğer üst düzeyPixar yöneticilerini Pixar Image Computer’ın yeni versiyonunun devrekartlarını hazırlamakta geciktileri için azarladı. O sıralar NeXT dekendi bilgisayar kartlarını tamamlamakta epey gecikmişti ve Smithbunu belirtti. “Hey, bize çatacağına sen önce NeXT’in devrelerinitamamla, epey geciktin.” Jobs deliye döndü veya Smith’in deyişiyle“kendini kaybetti”. Smith saldırıya uğradığını veya meydan okun-duğunu hissedince güneybatılı aksanıyla konuşmaya başlardı. Jobs buaksanı taklit ederek dalga geçmeye başladı. “Bu kabadayı taktiğikarşısında gözüm döndü,” diye anımsıyor Smith. “Bir baktım karşı

295/728

karşıya duruyoruz –yüzlerimizin arasında on santim kadar var– vebirbirimize bağırıyoruz.”

Jobs toplantılarda beyaztahtasını kimseye kaptırmak istemezdi,dolayısıyla iri yarı Smith onu kenara itip tahtaya yazmaya başladı.“Bunu yapamazsın!” diye bağırdı Jobs.

“Ne?” diye karşılık verdi Smith. “Yazı tahtana yazamaz mıyım? Hadiordan.” Bunun üzerine Jobs hışımla odadan çıktı.

Smith sonunda istifa edip, bir dijital çizim ve görüntü editlemeyazılımı yaratmak için bir şirket kurdu. Jobs’ın onun Pixar’daykenyazdığı bazı kodları kullanmasına izin vermemesi aralarını iyice açtı.“Alvy sonunda istediğini aldı,” diyor Catmull, “ama bir yıl boyuncaepey stresli yaşadı ve akciğer iltihabına yakalandı.” Smith’in işlerisonunda yoluna girdi; Microsoft onun şirketini satın aldı ve böyleceSmith kurduğu bir şirketi Jobs’a, bir başkasınıysa Gates’e satma ayrıc-alığına erişmiş oldu.

Zaten huysuz olan Jobs, Pixar’ın üç girişiminin de –donanım, yazılımve animasyonlu içerik– para kaybettirdiğinin anlaşılması üzerine iyicehuysuzlaştı. “Bana planlarını söylüyorlardı ve sonra daha da fazla parayatırmak zorunda kalıyordum,” diye anımsıyordu. Homurdansa da çekiyazıyordu. Apple’dan kovulmuştu, NeXT’teki durumu sallantıdaydı veüçüncü bir isyanı göze alamazdı.

Zararı karşılamak için birçok kişinin işten çıkarılması emretti vekararını tipik empati eksikliği sendromuyla uyguladı. Pam Kerwin’indediği gibi, “kovduğu insanlara cömert davranacak kadar duygusal yada zengin değildi.” Jobs bu kişilerin derhal ve tazminatsız kovul-malarını emretti. Kerwin Jobs’ı otoparkın çevresinde yürüyüşe çıkardıve işten çıkarılacaklara en azından iki hafta önceden haber verilmesiiçin yalvardı. “Tamam,” diye karşılık verdi Jobs, “şimdi haber veriyor-um, ama iki hafta geriye dönük olarak.” Kerwin Moskova’da olan

296/728

Catmull’ı aradı telaşla. Catmull geri dönünce az da olsa kıdem tazmin-atı verilmesini sağlamayı ve ortalığı biraz yatıştırmayı başardı.

Bir ara, Pixar animasyon ekibi Intel’i bazı reklamlarını hazırlamayaikna etmeye çalışırken Jobs sabırsızlandı. Bir toplantıda, bir Intel paz-arlama müdürünü azarlarken telefonu alıp CEO Andy Grove’u aradıdoğrudan. Hâlâ akıl hocası rolü oynayan Grove, Jobs’a bir ders ver-meye karar verdi: Intel müdürünü destekledi. “Çalışanımın arkasındadurdum,” diye anımsıyordu. “Steve tedarikçi muamelesi görmektenhoşlanmıyor.”

Pixar ortalama tüketicilere veya en azından Jobs’ın tasarım yapmatutkusunu paylaşan ortalama tüketicilere yönelik bazı güçlü yazılımürünleri yarattı. Jobs evde son derece gerçekçi 3-D görüntüler ürete-bilme imkânının, masaüstü yayıncılık furyasının parçası haline gele-ceğini umuyordu hâlâ. Örneğin Pixar’ın Showplace’i, kullanıcılarınyarattıkları 3-D nesnelerin gölgelemesini değiştirebilmelerini veböylece onları çeşitli açılardan, uygun gölgelerle sergileyebilmelerinisağlıyordu. Jobs bunu inanılmayacak kadar etkileyici buluyordu, amaçoğu tüketici bu özellik olmadan yaşamaya razıydı. Jobs’ın tutkularınınonu yanlış yönlendirmesinin bir örneğiydi bu: Yazılımlarda öyle çokmuhteşem özellik vardı ki, Jobs’ın genellikle talep ettiği sadeliktenyoksundular. Pixar, daha az gelişkin ama çok daha az karmaşık ve dahaucuz yazılımlar üreten Adobe’yle boy ölçüşemiyordu.

Pixar’ın donanım ve yazılım ürünleri zarar ettirirken bile Jobs ani-masyon ekibini korumayı sürdürdü. Bu ekibi ona derin bir duygusalhaz veren küçük bir sihirli sanatçılık adası olarak görmeye başlamıştıve onu beslemeye, onun uğruna riske girmeye hazırdı. 1988 baharındaöyle bir nakit sıkıntısı başgösterdi ki, Jobs acı verici bir yönetim kurulutoplantısı düzenleyip, aldığı geniş çaplı tasarruf önlemlerini açıkladı.Toplantı bitince Lasseter’la animasyon ekibi Jobs’tan yeni bir kısa filmiçin fazladan para istemeye korktular. Sonunda konuyu açtılar ve Jobssessizce, inançsız bir ifadeyle öylece oturdu. Bu projeye kendi

297/728

cebinden 300.000 dolar vermesi gerekecekti. Birkaç saniye sonra,başka görsel senaryo taslağı olup olmadığını sordu. Catmull onu ani-masyon ofislerine indirdi ve Lasseter gösterisini başlatınca –taslakçizmleri gösterdi, seslendirmeleri dinletti, ürününe beslediği tutkuyusergiledi– Jobs fikre ısınmaya başladı. Öykü Lasseter’ın düşkün olduğuklasik oyuncaklarla ilgiliydi. Tinny adlı bir oyuncak tek kişilik ban-donun bakış açısından anlatılıyordu: Tinny hem hoşuna giden, hem deödünü koparan bir bebekle tanışır. Kanepenin altına kaçınca başkakorkmuş oyuncaklarla karşılaşır, ama bebek kafasını vurunca Tinnyonu neşelendirmek için dışarı çıkar.

Jobs parayı vereceğini söyledi. “John’ın yaptığı işe inanıyordum,”dedi sonradan. “Sanat yapıyordu. İşini önemsiyordu, ben de önemsiy-ordum. Bir dediğini iki etmiyordum.” Lasseter’ın sunumundan sonraJobs sadece şöyle dedi: “Senden tek istediğim ortaya muhteşem bir es-er çıkarman John.”

Teneke Oyuncak 1988’de en iyi kısa animasyon film dalında Oscarkazandı ve bu ödülü kazanan ilk bilgisayarla üretilmiş film oldu. Jobskutlama yapmak için Lasseter’la ekibini San Francisco’daki bir vejet-aryen restoranı olan Greens’e götürdü. Lasseter masanın ortasında dur-an Oscar ödülünü aldı ve Jobs’a doğru kadeh kaldırırcasına uzatıp “Tekistediğin muhteşem bir film yapmamızdı,” dedi.

Disney’deki yeni ekip –CEO Michael Eisner ve film bölümündenJeffrey Katzenberg– Lasseter’ı Disney’e geri döndürmeye çalışmayabaşladılar. Teneke Oyuncak’ı beğenmişlerdi ve canlanıp insani duygu-lara sahip olan oyuncaklarla ilgili yeni animasyon filmler hazırlatmakistiyorlardı. Ama Jobs’ın kendisine inanmasına minnet duyan Lasseter,Pixar’ın bilgisayar temelli yepyeni bir animasyon dünyasını yaratabile-ceği tek yer olduğuna karar verdi. Catmull’a “Disney’e gidip müdürolabilirim ya da burada kalıp tarih yazabilirim,” dedi. Bunun üzerineDisney, Pixar’la bir prodüksiyon anlaşması yapmanın yolunu aramayabaşladı. “Lasseter’ın kısa filmleri hem öykücülük, hem de teknoloji

298/728

kullanımı açısından nefes kesiciydi,” diye anımsıyordu Katzenberg.“Onu Disney’e getirmek için çok uğraştım, ama Steve’e ve Pixar’asadıktı. Bükemediğin bileği öpeceksin. Pixar’la işbirliği yapmanın vebize oyuncaklarla ilgili bir film hazırlamalarını sağlamanın yolunu ara-maya başladık.”

Jobs artık Pixar’a neredeyse 50 milyon dolar harcamıştı –Applehisselerinden elde ettiği meblağın neredeyse yarısıydı bu– ve NeXTyüzünden para kaybetmeyi sürdürmekteydi. Kendi çıkarını düşünüy-ordu; 1991’de şirkete tekrar para yatırma karşılığında bütün çalışan-ların hisselerini istedi. Ama aynı zamanda, sanatla teknolojinin birlikteyapabileceklerine duyduğu sevgi romantikti. Sıradan tüketicilerin Pixaryazılımıyla 3-D modelleme yapmak isteyecekleri konusunda yanıldığıanlaşıldı, ama kısa süre sonra kapıldığı bir başka sezginin yerindeolduğu ortaya çıktı: Muhteşem sanatla dijital teknolojiyi birleştirmekanimasyon film dünyasında, Walt Disney’in 1937’de Pamuk Prenses’ehayat vermesinden beri görülmemiş bir çığır açacaktı.

Jobs geçmişe bakarken, şimdiki aklı olsa animasyonda daha önceodaklanacağını ve şirketin donanım ve yazılım uygulamalarına kafayıtakmayacağını söyledi. Öte yandan donanım ve yazılım işinin kârlı ol-mayacağını bilse Pixar’ı satın almazdı. “Hayat beni bunu yapmayayönlendirip tongaya düşürdü bir bakıma, ama belki de iyi oldu.”

299/728

20. BölümSıradan Bir Adam

Aşk Üç Harfli Bir Kelimedir Sadece

Laurene Powell’la, 1991

Joan Baez

Jobs 1982’de, Macintosh’un üstünde çalışırken, ünlü folk şarkıcıJoan Baez’le kız kardeşi Mimi Fariña aracılığıyla tanıştı; Fariña hap-ishanelere bilgisayar bağışı yapılması için uğraşan bir hayır kurumununyöneticisiydi. Birkaç hafta sonra Jobs’la Baez Cupertino’da öğle ye-meği yediler. “Fazla beklentim yoktu, ama o cidden zeki veeğlenceliydi,” diye anımsıyordu Jobs. Regis McKenna’nın yanındaçalışmış, Polinezya ve Polonez kanı taşıyan güzel bir kadın olan Bar-bara Jasinski’yle ilişkisi bitmeye yaklaşmıştı. Hawaii’de tatil yapmış,Santa Cruz dağlarındaki bir evde kalmış, hatta Baez’in bir konserinebirlikte gitmişlerdi. Jobs Jasinski’yle arası açıldıkça Baez’le daha ciddibir yakınlık kurmaya başladı. O 27 yaşındaydı, Baez ise 41; ama birkaçyıl duygusal ilişki yaşadılar. “Tesadüfen tanışıp önce arkadaş, sonra dasevgili olduk ve ciddi bir ilişki yaşadık,” diye anımsıyordu Jobs birazözlemle.

Jobs’ın Reed Üniversitesi’nden arkadaşı Elizabeth Holmes, onunBaez’le çıkmasının sebeplerinden birinin –Baez’in güzel, espritüel veyetenekli olmasının yanı sıra–, Baez’in eskiden Bob Dylan’ın sevgilisiolması olduğuna inanıyordu. “Steve Dylan’la böyle bir bağlantı kur-maya bayıldı,” dedi sonradan. Baez’le Dylan 1960’ların başlarında sev-giliydiler, sonrasında da arkadaş olarak birlikte turnelere çıkmışlardı,1975’teki Rolling Thunder Revue turnesi de dahil olmak üzere (Jobs’tabu konserlerin korsan kayıtları vardı.)

Baez Jobs’la tanıştığında, savaş karşıtı aktivist David Harris’leevliyken doğurduğu oğlu Gabriel 14 yaşındaydı. Baez öğle yemeğindeJobs’a Gabe’e daktilo kullanmayı öğretmeye çalıştığını söyledi. “Dak-tilo mu?” diye sordu Jobs. Baez evet deyince Jobs şu karşılığı verdi:“Ama daktilolar antika oldu artık.”

“Daktilolar antika olduysa ben ne oldum peki?” diye sordu Baez.Sıkıntılı bir sessizlik oldu. Baez sonradan bana şöyle dedi: “Bunusöyler söylemez yanıtın bariz olduğunu fark ettim. Sorum havadaöylece asılı kaldı. Dehşete kapılmıştım.”

Bir gün Jobs, Baez’le birlikte ofisine dalıp ona Macintosh’un proto-tipini gösterince Macintosh ekibi hayretler içinde kaldı. Gizliliğedüşkün olan Jobs’ın bilgisayarı dışarıdan birine göstermesineşaşırmışlardı, ama Joan Baez’i görmek daha da afallamalarına yolaçmıştı. Jobs Gabe’e bir Apple II ve daha sonra Baez’e bir Macintoshverdi. Onları ziyarete gidip, hoşlandığı özellikleri gösterdi. “Tatlı vesabırlıydı, ama öyle bilgiliydi ki bana öğretmekte zorlanıyordu,” diyeanımsıyordu Baez.

Jobs birden zengin olmuş bir multimilyonerdi, Baez ise dünyaçapında ünlü olmasına karşın hoş bir şekilde sıradandı ve çok da zen-gin değildi. Jobs’ı nasıl yorumlayacağını bilemedi ve neredeyse otuzyıl sonra ondan bahsederken bile Jobs’ı kafa karıştırıcı buluyordu. JobsRalph Lauren’den ve Polo Mağazası’ndan bahsetti; Baez oraya hiç git-mediğini itiraf etti. “Orada güzel bir kırmızı elbise var, tam sana göre,”

301/728

diyen Jobs onu Stanford alışveriş merkezindeki mağazaya götürdü.Baez şöyle anımsıyordu: “Kendime dedim ki, tamam, harika, dünyanınen zengin adamlarından biriyleyim ve bana güzel bir elbise almak istiy-or.” Teklifi kabul etti. “Parasını sen ödemelisin,” dedi Jobs. Baez birazşaşırdı ve ona bu elbiseye o kadar para veremeyeceğini söyledi. Jobsbir şey demedi ve mağazadan çıktılar. Baez “Birisi bütün akşam boy-unca öyle konuşsa, sana o elbiseyi alacağını düşünmez misin?” diyesordu bana; şaşkınlığı gerçek gibiydi. “Kırmızı elbise hadisesiningizemini çözmek artık senin sorumluluğunda. Ben düşününce tuhafoluyorum biraz.” Jobs ona bilgisayar veriyordu ama elbise vermiyordu;ona getirdiği çiçekler de ofisteki bir etkinlikten kalma oluyordu hep.“Hem romantikti, hem de romantik olmaya korkuyordu,” dedi Baez.

Jobs NeXT bilgisayarın üstünde çalışırken, bilgisayarın ne kadar iyimüzik çalabildiğini göstermek için Baez’in Woodside’daki evine gitti.“Bilgisayarda bir Brahms kuarteti çaldı ve eninde sonunda bilgisayar-ların insanlardan daha iyi, hatta daha duygulu çalacaklarını vekadansları daha iyi becereceklerini söyledi,” diye anımsıyordu Baez.Bu fikri iğrenç bulmuştu. “O neşelendikçe ben hiddetleniyordum, müz-iği nasıl böyle kirletebilirsin diye düşünüyordum.”

Jobs, Debi Coleman’la Joanna Hoffman’a Baez’le olan ilişkisindenbahsedecek ve ergen bir oğlu olan ve muhtemelen daha fazla çocukistemeyen biriyle evlenip evlenmemesi gerektiğine kafa yoracaktı.“Bazen onu aşağılıyordu; sadece ‘sorunlardan’ bahseden bir şarkıcıolduğunu, Dylan gibi gerçek bir ‘politik’ şarkıcı olmadığını söylüy-ordu,” dedi Hoffman. “Baez güçlü bir kadındı ve sanırım Steve onadizginlerin kendisinde olduğunu göstermek istiyordu. Hem Steve ailesahibi olmak istediğini söylerdi hep, ama Baez’le aile kurmayacağınıbiliyordu.”

Dolayısıyla üç yıl kadar sonra ilişkilerini bitirdiler ve arkadaşkaldılar. “Ona aşığım sanmıştım, ama sadece çok hoşlanıyordum as-lında,” dedi Jobs sonradan. “Birlikte olmak alın yazımız değildi. Ben

302/728

çocuk istiyordum, o ise daha fazla çocuk istemiyordu.” Baez 1989tarihli anı kitabında kocasından ayrılmasından ve tekrar evlenmemesin-in sebebinden bahsediyor. “Ben yalnızlığa aittim, o zamandan beri deyalnızım; ilişkiler yaşadığım oldu, ama çoğu yüzeyseldi,” diye yazdı.Kitabın sonuna hoş bir teşekkür ekledi: “Steve Jobs’a, beni kelimeişlemci kullanmaya mutfağıma bir tane bırakarak zorladığı içinteşekkürler.”

Joanne’le Mona’yı Bulmak

Jobs 31 yaşındayken, Apple’dan kovulmasından bir yıl sonra, sigaratiryakisi olan annesi Clara akciğer kanserine yakalandı. Jobs annesininölüm döşeğinin yanında zaman geçirdi, onunla geçmişte pekkonuşmadığı şekillerde konuştu ve daha önce sormaktan kaçındığı bazısoruları sordu. “Babamla evlendiğinde bakire miydin?” diye sordu. An-nesi konuşmakta zorlansa da gülümsemeyi başardı. Jobs’a daha önceevli olduğunu, ilk kocasının savaştan dönmediğini söyledi. Kendisininve Paul Jobs’ın onu evlat edinmelerinin bazı ayrıntılarını da anlattı.

Jobs o sıralar, kendisini evlatlık vermiş annesinin izini bulmayıbaşardı. Biyolojik annesini bulmaya yönelik sessiz sedasız arayışı1980’lerin başında başlamıştı; bir dedektif tutmuştu, ama olumlu birsonuç elde edememişti. Sonra Jobs doğum sertifikasında San Francis-colu bir doktorun ismini fark etti. “Numarasını rehberde görüncearadım,” diye anımsıyordu Jobs. Doktorun yardımı dokunmadı. Jobs’ınkayıtlarının bir yangında yok olduğunu iddia ediyordu. Bu doğrudeğildi. Hatta Jobs’la konuştuktan hemen sonra doktor bir mektupyazıp zarfa koydu ve zarfın üstüne “Ölümümden sonra Steve Jobs’averilsin” diye yazdı. Kısa süre sonra ölünce, dul kalan eşi mektubuJobs’a gönderdi. Mektupta doktor, Jobs’ın annesinin Joanne Schiebleadlı Wisconsinli, bekâr bir yüksek lisans öğrencisi olduğunusöylüyordu.

Jobs annesini birkaç ay sonra, başka bir dedektifin yardımıyla buldu.Joanne onu evlatlık verdikten sonra, Jobs’ın biyolojik babası

303/728

Abdulfattah “John” Jandali’yle evlenmişti ve bir çocukları dahaolmuştu (Mona). Jandali beş yıl sonra onları terk edince Joanne, Ge-orge Simpson adlı eğlenceli bir buz pateni öğretmeniyle evlenmişti. Buevlilik de uzun sürmemişti ve 1970’de Joanne Mona’yla (artık ikisi deSimpson soyadını kullanıyorlardı) birlikte gezmeye başlayıp, sonundaLos Angeles’a yerleşmişti.

Jobs biyolojik annesini aradığını Paul’la Clara’ya –gerçek ebeveyniolarak gördüğü insanlara– söylemekten kaçınmıştı. Kendisindenbeklenmeyecek bir duyarlılık göstererek, onları gücendirmekten çekin-mesi ebeveynine duyduğu derin sevginin göstergesiydi. DolayısıylaJoanne Simpson’la ancak Clara Jobs’ın 1986’nın başında ölmesindensonra temas kurdu. “Ebeveynim olmadıklarını düşündüğümü san-malarını istemiyordum, çünkü kesinlikle ebeveynimdiler,” diye anım-sıyordu. “Onları öyle çok seviyordum ki arayışımı bilmeleriniistemedim, hatta öğrenen muhabirlere bile susmalarını söyledim.”Clara’nın ölümünden sonra Paul Jobs’a söyledi; haberi çok rahatkarşılayan Paul Jobs, Steve’in biyolojik annesiyle temas kurmasınınkendisini hiç rahatsız etmeyeceğini söyledi.

Bunun üzerine Jobs bir gün Joanne Simpson’ı aradı, kim olduğunusöyledi ve Los Angeles’a gelip onunla görüşmeyi kararlaştırdı. Bunutemelde meraktan yaptığını öne sürdü sonradan. “İnsanın özelliklerinikalıtımdan çok çevrenin belirlediğine inanırım, ama yine de insan biy-olojik kökenlerini biraz merak ediyor,” dedi. Ayrıca Joanne’e yaptığışeyin kötü olmadığını söyleyerek içini rahatlatmak istiyordu. “Biy-olojik annemi görmek istememin en büyük sebebi iyi olup olmadığınıanlamak ve ona kürtaj yaptırmadığı için teşekkür etmekti. Benidoğurduğunda 23 yaşındaydı ve epey çile çekmişti.”

Joanne Los Angeles’taki evine Jobs’ın girdiğini görünce duygusal-laştı. Onun ünlü ve zengin olduğunu biliyordu, ama sebebinden emindeğildi. Hemen hislerini ifade etmeye başladı. Jobs’ın evlatlık belgeler-ini imzalamaya zorlandığını ve bunu ancak onun yeni ailesinin evinde

304/728

mutlu olduğu söylenince yaptığını söyledi. Jobs’ı hep özlemişti veyaptığı şeyden dolayı acı çekmişti. Tekrar tekrar özür diledi, Jobs onuanlayışla karşıladığını ve sonucun gayet iyi olduğunu söyleyip dursada.

Joanne sakinleşince Jobs’a bir öz kız kardeşi olduğunu söyledi; MonaSimpson o sıralar Manhattan’da yaşayan, gözü yükseklerde olan bir ro-mancıydı. Joanne Mona’ya ağabeyinden hiç bahsetmemişti ve bir günhaberi –en azından bir kısmını– telefonda verdi. “Bir ağabeyin var,harika bir insan, hem de ünlü; onu New York’a getirip sizitanıştıracağım,” dedi. Mona annesiyle ve Wisconsin’den LosAngeles’a yolculuklarıyla ilgili yazdığı Anywhere But Here adlı ro-manın sonuna gelmişti. Romanı okumuş olanlar, Joanne’in Mona’yaağabeyinden biraz tuhaf bir şekilde bahsetmesine şaşırmayacaklardır.Joanne Jobs’ın ismini vermeyi reddetti; eskiden fakir ve şimdi zenginolduğunu, yakışıklı ve ünlü olduğunu, uzun siyah saçları olduğunu veCalifornia’da yaşadığını söyledi sadece. Mona o sıralar The ParisReview’da çalışıyordu; George Plimpton’ın çıkardığı bu edebiyatdergisi Plimpton’ın Manhattan East River civarındaki konağının zeminkatında hazırlanıyordu. Mona’yla iş arkadaşları onun ağabeyinin kimolduğunu tahmin etmeye çalıştılar. John Travolta? Favori tahminler-inden biri buydu. Başka aktörlerin de ismi geçiyordu sık sık. Bir arabirisi “Belki de Apple Computer’ı kuran adamlardan biridir,” dedi,ama isimlerini kimse hatırlayamadı.

Görüşme St. Regis Oteli’nin lobisinde gerçekleşti. Joanne SimpsonMona’yı ağabeyiyle tanıştırdı; Mona ağabeyinin sahiden de Apple’ıkuran adamlardan biri olduğunu gördü. “Gayet açıksözlü ve hoştu, nor-mal ve tatlı bir adamdı,” diye anımsıyordu Mona. Lobide oturup birkaçdakika konuştular, sonra da Jobs kız kardeşini baş başa uzun biryürüyüşe çıkardı. Jobs kardeşinin kendisine çok benzediğini anlayıncasevindi. İkisi de sanata düşkündüler, gözlem güçleri yüksekti, duyarlıama iradeliydiler. Birlikte akşam yemeğine çıktıklarında aynı mimariayrıntıları, aynı ilginç nesneleri fark ettiler ve bunlardan heyecanla

305/728

bahsettiler. “Kız kardeşim yazarmış!” dedi Jobs Apple’daki işarkadaşlarına sevinçle, bunu öğrendikten sonra.

Plimpton 1986’nın sonunda Anywhere But Here’ın şerefine bir partiverince Jobs Mona’ya eşlik etmek için New York’a uçtu. Giderekyakınlaştılar; gerçi kim oldukları ve nasıl bir araya geldikleri gözönüne alındığında arkadaşlıklarında bazı pürüzlerin olması doğaldı.“Mona hayatına girmemden ve annesinin bana çok sevgi göstermes-inden başta hoşlanmadı,” dedi Jobs sonradan. “Birbirimizi tanıdıkçagerçekten iyi arkadaş olduk, o benim akrabam. Onsuz ne yapardımbilmiyorum. Ondan daha iyi bir kız kardeş düşünemiyorum. Üveykardeşim Patty ile ben asla yakın olmadık.” Mona da Jobs’ı çoksevmişti ve bazen epey korumacı davranabiliyordu, ama onu eleştirdiğibir roman yazacaktı sonradan; A Regular Guy’da onun tuhaflıklarınırahatsız edici bir isabetlilikle anlatacaktı.

Az sayıdaki tartışma konularından biri Mona’nın kıyafetleriydi. Parasıkıntısı çeken bir romancı gibi giyiniyordu ve Jobs onu “yeterinceçekici” olmayan giysiler giydiği için eleştiriyordu. Mona bir keresindeonun yorumlarına öyle bozuldu ki, ona bir mektup yazdı. “Ben genç biryazarım ve hayatım bu, hem zaten manken olmaya çalışmıyorum,”dedi mektupta. Steve karşılık vermedi. Ama kısa süre sonra IsseyMiyake’nin mağazasından bir koli geldi; Jobs bu Japon moda tasarım-cısının teknolojiden esinlenilmiş yalın tarzını çok severdi. “Benim içinalışveriş yapmış,” dedi Mona sonradan, “ve harika şeyler seçmiş, tambedenime uygun, güzel renkli şeyler.” Kolideki bir takım elbiseyi özel-likle beğenmişti ve kolide aynısından üç tane vardı. “Mona’ya gönder-diğim o ilk takım elbiseleri hâlâ hatırlıyorum,” dedi Jobs. “Ketendilerve uçuk grimsi yeşil renkleri onun kırmızımsı saçlarına çok uyuyordu.”

Kayıp Baba

Bu arada Mona Simpson, kendisi beş yaşındayken giden babalarınınpeşine düşmüştü. Ünlü Manhattan yazarlarından Ken Auletta’yla NickPileggi onu kendi dedektiflik ajansını kurmuş bir emekli New York

306/728

polisiyle tanıştırdılar. “Biraz param vardı, onu verdim,” diye anımsıy-ordu Simpson; ama olumlu bir sonuç çıkmadı. Mona’nın daha sonraCalifornia’da tanıştığı bir başka özel dedektif, Abdulfattah Jandali’ninSacramento adresini Motorlu Taşıtlar Bürosu’ndan buldu. Simpsonbunu ağabeyine söyledikten sonra uçakla New York’a, görünüşe görebabaları olan adamı görmeye gitti.

Jobs o adamla tanışmak istemiyordu. “Bana iyi davranmadı,” diyeaçıkladı sonradan. “Ona kinim yok – yaşadığım için mutluyum. Amaasıl canımı sıkan şey Mona’ya iyi davranmamış olması. Onu terk et-miş.” Jobs da kendi gayrimeşru kızını terk etmişti ve şimdi onunlayakınlaşmaya çalışıyordu, ama bu zor durum Jandali’ye karşı hisleriniyumuşatmamıştı. Simpson Sacramento’ya tek başına gitti.

“Çok yoğundu,” diye anımsıyordu Simpson. Babasını bulduğundaadam küçük bir restoranda çalışıyordu. Babası onu gördüğüne sevinmişgibiydi, ama tuhaf bir şekilde pasifti. Birkaç saat konuştular; babasıWisconsin’den ayrıldıktan sonra öğretmenliği bıraktığını ve restoranişine girdiğini söyledi. İkinci ve kısa bir evlilik yapmıştı, sonra dakendisinden yaşlı ve zengin bir kadınla uzun bir evliliği olmuştu, amabaşka çocuğu olmamıştı.

Jobs Simpson’a kendisinden bahsetmemesini söylemişti, bu yüzdenSimpson ondan bahsetmedi. Ama babası bir ara, laf arasında kendisininve Simpson’ın annesinin ondan önce doğan bir oğulları olduğunusöyledi. “O çocuğa ne oldu peki?” diye sordu Simpson. Adam şu yanıtıverdi: “O bebeği bir daha asla göremeyeceğiz. O bebek gitti.” Simpsonüzüldü, ama bir şey demedi.

Jandali’nin daha önce işlettiği restoranlardan bahsetmesi daha daşaşırtıcı bir gerçeği ortaya çıkardı. Adam gayet güzel restoranlar işlet-tiğini, bunların şimdi içinde bulundukları restorandan çok daha lüksolduklarını ısrarla söyledi. San Jose’nin kuzeyindeki bir Akdenizrestoranını işletirkenki halini Simpson’ın görmemiş olmasına birazduygusalca hayıflandı. “Orası muhteşem bir yerdi,” dedi. “Teknoloji

307/728

piyasasının bütün başarılı isimleri geliyordu. Steve Jobs bile.” Simpsonafallamış göründü. “Evet, o gelirdi, tatlı adamdı, yüklü bahşişbırakırdı,” diye ekledi babası. Mona az kalsın Steve Jobs senin oğlun!diyecekti.

Görüşme bitince restorandaki ankesörlü telefondan ağabeyini aradıgizlice; Berkeley’deki Expresso Roma kafesinde buluşmayı karar-laştırdılar. Jobs’ın artık ilkokulda olan ve annesi Chrisann’le birlikteyaşayan Lisa’yı getirmesi kişisel ve ailevi dramı iyice arttırdı. Hepbirlikte kafeye girdiklerinde saat gece 10’a yakındı; Simpson olanlarıanlattı. San Jose civarındaki restorandan bahsedince Jobs’ın hayretleriçinde kalması anlaşılırdı. Jobs oraya gittiğini, hatta biyolojik babasıylatanıştığını hatırlıyordu. “Çok şaşırtıcıydı,” dedi sonradan. “O restoranabirkaç kez gitmiştim ve sahibiyle tanıştığımı hatırlıyorum. Suriyeli’ydi.El sıkışmıştık.”

Jobs yine de onu görmek istemiyordu. “Artık zengin bir adamdım vebana şantaj yapmaya çalışmasından veya basınla konuşmasından çe-kindim,” diye anımsıyordu. “Mona’ya ona benden bahsetmemesini ricaettim.”

Mona Simpson bahsetmedi, ama yıllar sonra Jandali Jobs’laarasındaki bağdan internette bahsedildiğini gördü (Simpson’ın Jan-dali’den babası olarak bahsettiğini fark eden bir blog yazarı, Jan-dali’nin Jobs’ın da babası olması gerektiği sonucuna varmıştı). Jandaliartık dördüncü evliliğini yaşıyordu ve Nevada’da, Reno’nun hemenbatısındaki Boomtown Kıyı Oteli ve Kumarhanesi’nde yiyecek içecekmüdürlüğü yapıyordu. 2006’da yeni eşi Roscille’yle birlikte Simpson’ıziyaret edince konuyu açtı. “Bu Steve Jobs meselesi nedir?” diyesordu. Roscille söylentiyi doğruladı, ama şahsen Jobs’ın onunla tanış-mak istemediğini düşündüğünü söyledi. Jandali bunu kabullenmiş gib-iydi. “Babam düşünceli ve çok hoşsohbet bir adam ama çok, çokpasif,” dedi Simpson. “O konuyu bir daha açmadı. Steve’i de hiçaramadı.”

308/728

Simpson 1992’de yayınlanan ikinci romanı Kayıp Baba (The LostFather)’da Jandali’yi aramasından esinlendi. (Jobs NeXT logosunuhazırlayan tasarımcı Paul Rand’i kitabın kapağını hazırlamaya iknaetti, ama Simpson’ın dediğine göre “iğrenç bir kapaktı ve onu kullan-madık.”) Simpson ayrıca Jandali ailesinin Humus’taki ve Amerika’dakiçeşitli üyelerini buldu. Washington’daki Suriye büyükelçisinin onunşerefine düzenlediği akşam yemeğine, o sıralar Florida’da oturan birkuzeni karısıyla birlikte katıldı.

Simpson Jobs’ın eninde sonunda Jandali’yle tanışacağını varsayıy-ordu, ama zaman geçtikçe Jobs’ın ilgisi daha da azaldı. 2010’da Jobs,oğlu Reed ile birlikte Simpson’ın Los Angeles’taki evindekidoğumgünü yemeğine katıldıklarında bile, Reed biyolojik dedesinin fo-toğraflarına bakarken Jobs hiç ilgilenmedi. Suriye kökenli oluşunu dapek umursamıyor gibiydi. Sohbetlerde Orta Doğu konusu açıldığındapek ilgi göstermiyordu, normal halinin tersine hararetle fikirlerinisavunmuyordu, 2011 Arap Baharı ayaklanmaları Suriye’yeyayıldığında bile. “Bence orada ne yapmamız gerektiğini kimsebilmiyor aslında,” dedi, ona Obama hükümetinin Mısır, Libya ve Suri-ye’ye daha çok müdahale edip etmemesi gerektiğini sorduğumda. “İkiucu boklu değnek.”

Öte yandan Jobs biyolojik annesi Joanne Simpson’la arkadaşçailişkisini korudu. O ve Mona birçok Noel’i Jobs’ın evinde geçirdiler.Bu ziyaretler hoş, ama duygusal açıdan yorucu olabiliyordu. Joanne sıksık ağlıyordu, Jobs’ı ne kadar sevdiğini söylüyordu ve onu başkalarınaverdiği için özür diliyordu. Kötü olmadı, diye avutuyordu Jobs onu. BirNoel’de şöyle dedi: “Merak etme. Harika bir çocukluk geçirdim. Kötüolmadı.”

Lisa

Lisa Brennan ise harika bir çocukluk geçirmemişti. Küçükken babasıneredeyse hiç ziyaretine gelmemişti. “Baba olmak istemiyordum, buyüzden de olmadım,” dedi Jobs sonradan, sesinde çok az pişmanlıkla.

309/728

Ama arada sırada o dürtüye kapılıyordu. Lisa üç yaşındayken bir günJobs ona ve Chrisann’e aldığı evin yanından arabayla geçerken, durupuğramaya karar verdi. Lisa onu tanımıyordu. İçeri girmeye cesaret ed-emeyen Jobs kapı eşiğine oturup Chrisann’le konuştu. Bu sahne senedebir iki kez tekrarlandı. Jobs habersiz geliyordu, Lisa’nın okulseçeneklerinden veya başka meselelerden konuşuyordu, sonra da Mer-cedes’ine binip gidiyordu.

Ama Lisa 1986’da sekiz yaşına bastığında Jobs daha sık gelirolmuştu. Jobs artık Macintosh’u yaratmanın ya da Sculley’yle iktidarmücadelesi yapmanın stresini yaşamıyordu. NeXT’teydi; burası dahasakindi, daha dostaneydi ve merkezi Palo Alto’daydı, Chrisann’leLisa’nın yaşadıkları yerin yakınındaydı. Ayrıca Lisa üçüncü ya dadördüncü sınıfa başladığında, sanata yeteneği olan zeki bir çocukolduğu artık anlaşılmıştı; öğretmenleri onun yazma yeteneğini övüyor-lardı. Girişken ve enerjikti, ayrıca babası gibi biraz asiydi. Ona birazbenziyordu da; yay gibi kaşlara ve biraz da Orta Doğulu’ların köşeliyüz hatlarına sahipti. Bir gün Jobs onu ofise getirerek iş arkadaşlarınışaşırttı. Lisa koridorda perendeler atarken “Bana bakın!” diye haykırdıtiz sesle.

Jobs’la arkadaşlık kuran uzun boylu, zayıf, sokulgan bir NeXTmühendisi olan Avie Tevanian, bazen akşam yemeğine giderlerkenChrisann’in evine uğrayıp Lisa’yı aldıklarını hatırlıyor. “Kıza çok iyidavranıyordu,” diye anımsıyordu Tevanian. “Steve vejetaryendi, Chris-ann de öyleydi, ama Lisa değildi. Steve bunu sorun etmiyordu. Lisa’yatavuk söylemesini öneriyordu, Lisa da öyle yapıyordu.”

Tavuk yemek, ikisi de vejetaryen olan ve doğal yiyeceklere spiritüelbir saygı duyan annesiyle babasının arasında gidip gelen Lisa’nınküçük lüksü haline geldi. “Günlük alışverişimizi –puntarella, quinoa,kereviz, fındıklı keçiboynuzu– boyasız saçlı kadınların geldiği mayakokulu dükkânlardan yapıyorduk,” diye yazdı sonradan. “Ama bazenyabancı besinler de yediğimiz oluyordu. Bir gurme dükkânında sıra

310/728

sıra dizili şişlerde döndürülen sıcak, baharatlı tavuklardan aldık birkaçkez ve alüminyum folyo kaplamalı kâğıt poşetlere koydurup arabadaellerimizle yedik.” Diyeti zaman zaman takıntı haline getiren babasıysayedikleri konusunda daha dikkatliydi. Lisa onun bir gün, ağzına aldığıbir kaşık çorbayı tereyağlı olduğunu öğrenince tükürdüğüne tanık oldu.Jobs Apple’da veganlığı bir süre savsaklasa da sonradan katı birşekilde uygulamaya devam etti. Lisa küçükken bile Jobs’ın diyet sa-plantısının bir hayat felsefesinden, çileciliğin ve minimalizmin duyularıkeskinleştirebildiği inancından kaynaklandığını fark etmeye başladı.“Kurak toprakların büyük hasatlar verdiğine, nefse hâkimiyetin de hazverdiğine inanıyordu,” dedi. “Birçok kişinin bilmediği denklemleribiliyordu: Her şeyin kendi zıttına yol açtığını biliyordu.”

Benzer şekilde, babasının yokluğu ve soğukluğu, arada sırada göster-diği sıcaklığı iyice tatminkâr kılıyordu. “Onunla yaşamıyordum, amabazen evimize uğruyordu; birkaç heyecanlı dakika ya da saat boyunca,aramıza bir ilah gelmiş oluyordu,” diye anımsıyordu. Lisa kısa süredeJobs’ın onu uzun yürüyüşlere çıkarmak istemesine yetecek kadar ilginçolmayı başardı. Ayrıca onunla eski Palo Alto’nun sessiz sokaklarındatekerlekli paten kayıyordu ve Joanna Hoffman’la Andy Hertzfeld’euğruyorlardı sık sık. Jobs Lisa’yı Hoffman’a ilk götürüşünde sadecekapıyı çaldı ve “Bu Lisa,” dedi. Hoffman kızın kim olduğunu hemenanladı. “Onun kızı olduğu belliydi,” dedi bana. “O çene başka kimsedeyoktur. Steve’in alametifarikası o.” Annesinden boşanan babasını onyaşına kadar tanımamanın acısını çekmiş olan Hoffman, Jobs’ı daha iyibir baba olmaya teşvik etti. Jobs onun tavsiyesini dinledi ve sonradanteşekkür etti.

Bir keresinde Tokyo’ya iş için giderken Lisa’yı yanına aldı ve işadamlarına uygun, şık bir otel olan Okura Oteli’nde kaldılar. Bodrumkatındaki zarif suşi barında Jobs büyük tepsiler dolusu unagi suşi ıs-marladı; bu yemeği öyle seviyordu ki vejetaryen olmasına karşın o ılık,pişmiş yılanbalıklarından yedi. Parçalar incecik tuz ya da tatlı sostabakasıyla kaplıydı; Lisa ağzında dağıldıklarını hatırlıyor. Karınlarını

311/728

doyururken yakınlaştılar. Lisa sonradan şöyle yazdı: “Onun yanında ilkkez kendimi o kadar rahat ve hoşnut hissediyordum, o tepsiler dolusuetlerin karşısında; bu müsriflik, yememe izin vermesi ve soğuk tavır-larından sonraki sıcaklığı, bir zamanlar ulaşılmaz olan bir yerin banaaçıldığı anlamına geliyordu. Kendine de daha az katı davranıyordu,hatta küçük sandalyeli ve yüksek tavanlı o mekânda, etlerin karşısında,benim yanımda insancıldı.”

Ama Jobs her zaman tatlı ve ışıltılı değildi. Lisa’ya neredeyseherkese olduğu kadar değişken davranıyordu. Onu bazen kucaklıyor,bazense terk ediyordu. Bir gün şakacıyken başka bir gün soğuk dav-ranıyordu veya gelmiyordu. “Lisa aralarındaki ilişkiden emin olamıy-ordu asla,” dedi Hertzfeld. “Onun doğumgünü partisine gitmiştim veSteve de gelecekti, ama çok çok geç kaldı. Lisa epey kaygılanmıştı vehayal kırıklığına uğramıştı. Ama Steve’in sonunda geldiğini görünceçok sevindi.”

Lisa da değişken davranmayı öğrendi. Yıllar geçtikçe ilişkileri inişliçıkışlı olacaktı ve araları açıldığında tekrar yakınlaşmaları ortak in-atçılıkları yüzünden gecikecekti. Bozuştuktan sonra aylarcakonuşmadıkları oluyordu. İkisi de ilk adımı atmakta, özür dilemekteveya yakınlaşmaya çalışmakta iyi değildi – Jobs arkası kesilmeyensağlık sorunlarıyla mücadele ederken bile. 2010 sonbaharında bir günJobs bir kutu dolusu eski şipşak fotoğrafa benimle birlikte bakarken,Lisa çok küçükken onun ziyaretine gittiğinde çekilmiş bir tanesindeduraksadı. “Oraya daha sık gitmeliydim herhalde,” dedi. O yıl Lisa’ylahiç konuşmamış olduğundan, onu aramasını ya da e-posta göndermes-ini önerdim. Bir an bana boş boş baktıktan sonra eski fotoğraflarıkarıştırmaya geri döndü.

Romantik

Jobs kadınlar söz konusuyken son derece romantik olabiliyordu.Sırılsıklam aşık olmaya, arkadaşlarına ilişkisinin bütün olumlu veolumsuz yönlerini anlatmaya ve o zamanki kız arkadaşından uzaktaysa

312/728

onu özlediğini herkesin önünde dile getirmeye meyilliydi. 1983yazında Joan Baez’le birlikte Silikon Vadisi’ndeki küçük bir akşam ye-meği partisine gitti ve Pennsylvania Üniversitesi’nde okuyan JenniferEgan adlı bir kızın yanına oturdu; kız onun kim olduğuna emin ola-madı. Jobs’la Joan Baez o sıralar artık kaderlerinin sonsuza dek birliktegenç kalmak olmadığını anlamışlardı ve Jobs yaz tatilinde haftalık birSan Francisco gazetesinde çalışan Egan’dan çok hoşlandığını fark etti.Telefonunu bulup onu aradı ve Telegraph Hill civarındaki, vejetaryensuflelerinde uzmanlaşmış küçük bir bistro olan Café Jacqueline’egötürdü.

Bir yıl çıktılar ve Jobs onu sık sık ziyarete gitti. Bir Boston Mac-world etkinliğinde kalabalık bir topluluğa, sırılsıklam aşık olduğunu vekız arkadaşını görmeye gitmek için Philadelphia uçağına yetişmesigerektiğini söyledi. Dinleyiciler buna bayıldılar. Jobs New York’a git-tiğinde Egan trenle gelip onunla birlikte Carlyle’da ya da Jay Chiat’ınyukarı doğu yakasındaki dairesinde kalıyordu ve Café Luxembourg’tayemek yiyip, sık sık Jobs’ın San Remo’daki tadilattan geçirmeyi plan-ladığı dairesine gidiyorlardı. Bazen sinemaya ya da operaya (enazından bir kere gittiler) gittikleri de oluyordu

Jobs’la Egan pek çok gece telefonda saatlerce konuştular. Tartışmakonularından biri Jobs’ın Budist çalışmalarından kaynaklanan bir in-ançtı, dünyevi nesnelere bağlanmaktan kaçınmak gerektiği inancıydı.Egan’a tüketme arzumuzun sağlıksız olduğunu ve aydınlanmaya ulaş-mak için hiçbir şeye bağlanmadan ve dünyevilikten sakınarak yaşamakgerektiğini söyledi. Hatta ona Zen öğretmeni Kobun Chino’nun ar-zudan ve sahiplikten kaynaklanan sorunlardan bahsettiği bir kasedinigönderdi. Egan karşı saldırıya geçti. Jobs insanların arzuladığı bilgisa-yarlar ve başka ürünler üretmekle bu felsefeye karşı gelmiş olmuyormuydu? “Bu dikotomiye sinirleniyordu ve bu konuda hararetlitartışmalar yaşadık,” diye anımsıyordu Egan.

313/728

Sonunda, Jobs’ın nesnelerden duyduğu gurur insanların böyle şeyleresahip olmaktan kaçınmaları gerektiği inancına baskın çıktı. MacintoshOcak 1984’te piyasaya sürüldüğünde, Penn Üniversitesi’nde okuyanEgan sömestir tatilinde olduğundan annesinin San Francisco’dakidairesinde kalıyordu. Bir gece, annesine akşam yemeğine gelmiş mis-afirler Steve Jobs’ın –o sıralar birden ünlenmişti– kapıda kucağındayeni paketlenmiş bir Macintosh’la belirdiğini ve bilgisayarı kurmakiçin Egan’ın yatak odasına gittiğini görünce çok şaşırdılar.

Jobs birkaç arkadaşına söylediği gibi Egan’a da uzun yaşamayacağınısezdiğinden bahsetti. Acele etmesinin, sabırsızlığının sebebinin buolduğunu itiraf etti. “Yapmak istediklerini bir an önce yapmak istiy-ordu,” dedi Egan sonradan. 1984 sonbaharında, Egan henüz evlenmeyidüşünmeyecek kadar genç olduğunu söyleyince birbirlerinden uzak-laşmaya başladılar.

Jobs bundan kısa süre sonra, 1985’in başında, tam Apple’da Scul-ley’yle kapışmaya başladığı sıralarda, bir toplantıya giderken, hayırkurumlarına bilgisayar bağışlanmasına yardımcı olan Apple Vakfı’ndaçalışan bir adamın ofisine uğradı. Adamın ofisinde hippilerin doğalsaflık aurasıyla bilgisayar danışmanlarının katı mantığını birleştirmişkıvrak, gayet sarışın bir kadın vardı. Adı Tina Redse’ydi ve People’sComputer Co.’da çalışmıştı. “Hayatımda gördüğüm en güzel kadındı,”diye anımsıyordu Jobs.

Ertesi gün kadını arayıp akşam yemeğine davet etti. Kadın hayırdedi, erkek arkadaşıyla yaşadığını söyledi. Birkaç gün sonra Jobs onucivardaki bir parkta yürüyüşe çıkardı ve tekrar çıkma teklif etti; Redsebu sefer erkek arkadaşına ayrılmak istediğini söyledi. Gayet dürüst veaçıktı. Akşam yemeğinden sonra ağlamaya başladı, çünkü hayat düzen-inin bozulmak üzere olduğunu biliyordu. Sahiden de öyle oldu. Birkaçay sonra Woodside’daki mobilyasız konağa taşındı. “Gerçekten aşıkolduğum ilk insandı,” dedi Jobs sonradan. “Aramızda çok derin bir bağvardı. Beni ondan iyi anlayan biri çıkar mı bilmiyorum.”

314/728

Redse sorunlu bir aileden gelmeydi ve Jobs evlatlık verilmeninacısını onunla paylaştı. “İkimiz de çocukluğumuzda yara almıştık,” di-ye anımsıyordu Redse. “Bana ikimizin de uyumsuz insanlar olduğu-muzu, bu yüzden birbirimize uyduğumuzu söyledi.” Fiziksel açıdantutkuluydular ve başkalarının yanında birbirlerine sevgi göstermeyemeyilliydiler; çalışanlar onların NeXT’in lobisinde yiyiştiği zamanlarıgayet iyi hatırlıyorlar. Sinema salonlarında ve Woodside’da misafirler-in karşısında ettikleri kavgalar da hafızalarda. Yine de Jobs onunsaflığını ve doğallığını övüp duruyordu sürekli. Gerçekçi bir insan olanJoanna Hoffman’ın, Jobs’ın sanki bu dünyadan olmayan Redse’ye duy-duğu tutkuyu anlatırken dediği gibi: “Steve zayıflıklarla nevrozları gözardı etmeye ve ruhsal nitelikler olarak görmeye meyilliydi.”

Jobs 1985’te Apple’dan kovulunca, kendini toplamak için Avrupa’yagittiğinde Redse ona eşlik etti. Bir akşam Sen Nehri’nin üstündeki birköprüde dururlarken, Fransa’da kalmaktan, oraya yerleşmekten ve hiçayrılmamaktan bahsetmeye başladılar –çok ciddi sayılmazlardı, ro-mantik bir ruh halindeydiler–. Redse buna hevesliydi, ama Jobsistemiyordu. Canı yanmıştı ama hâlâ hırslıydı. “Ben yaptıklarımınyansımasıyım,” dedi ona. Redse Paris’te yaşadıkları o andan yirmi beşyıl sonra Jobs’a yazdığı dokunaklı bir e-postada bahsetti (ayrılmışlardıama ruhsal bağlarını korumuşlardı):

1985 yazında Paris’te bir köprüdeydik. Hava kapalıydı. Düz taş parmaklığayaslanıp, aşağıdan akan yeşil sulara bakmıştık. Senin dünyan bölünmüştü vesonra duraksamıştı, şimdi yapacağın seçime göre yeniden biçimlenmeyi bekliy-ordu. Bense geçmişten kaçmak istiyordum. Seni benimle birlikte Paris’te yeni birhayata başlamaya, eski benliklerimizi terk etmeye, başka bir şeyin içimizden ak-masına izin vermeye ikna etmeye çalıştım. Senin parçalanmış dünyanın karauçurumundan birlikte sürünerek geçmemizi ve anonim, yeni insanlar olarak dışarıçıkmamızı istiyordum; sade hayatlarımız olsun istiyordum, sana basit yemekleryapayım istiyordum, güzel bir oyunu sırf oynamak adına oynayan çocuklar gibiher gün birlikte olalım istiyordum. Gülerek “Ne yapabilirim ki? Artık kimse banaiş vermek istemez, benim yüzümden,” demeden önce bu olasılığı ciddi ciddidüşündüğünü varsaymak hoşuma gidiyor. Geleceklerimiz bizi kabaca tekrarpençelerine almadan önce, o bir anlık tereddütte, o sade hayatı birlikte yaşayıp

315/728

huzur içinde yaşlandığımızı, Fransa’nın güneyindeki bir çiftlikte etrafımızıntorunlarımızla çevrili olduğunu, günlerimizi sessiz sedasız yaşadığımızı, taze ek-mek somunları gibi sıcak ve bütün olduğumuzu, küçük dünyamızın sabrın vetanıdıklığın aromasıyla dolduğunu düşünmek hoşuma gidiyor.

İlişkileri beş yıl boyunca inişli çıkışlı olarak sürdü. Redse, Jobs’ınneredeyse mobilyasız Woodside evinde kalmaktan nefret ediyordu.Jobs’ın ev bakıcısı ve vejetaryen aşçı olarak işe aldığı, bir zamanlarChez Panisse’de çalışmış modern bir çift, Redse’ye kendini davetsizbir misafirmiş gibi hissettiriyorlardı. Redse arada sırada, özellikle deJobs’la şiddetli bir tartışma yaşadıktan sonra, Palo Alto’daki kendidairesine taşınıyordu. “İhmal bir çeşit tacizdir,” diye yazdı bir keres-inde, yatak odalarına açılan koridorun duvarına. Jobs’tan büyülenmişti,ama bir yandan da onun gayet umursamaz olabilmesine şaşırıyordu.Öylesine benmerkezci biriyle birlikte olmanın çektirebildiği inanılmazacıları sonradan anımsayacaktı. Sevemez gibi görünen birini yürektensevmenin bir cehennem olduğunu ve bunu kimsenin yaşamasınıistemediğini hissediyordu.

Pek çok açıdan farklıydılar. “Biri zalimliğe, diğeriyse iyiliğe dahayakındı,” dedi Hertzfeld sonradan. Redse’nin iyiliği büyüklü küçüklüpek çok şeyde görülüyordu; dilencilere para veriyordu, (babası gibi)akıl hastası olan insanlara yardım etmeye gönüllü oluyordu, Lisa’nınve hatta Chrisann’in bile kendisinin yanında rahat olmalarınısağlamaya çalışıyordu. Jobs’ı Lisa’yla birlikte daha çok zamangeçirmeye herkesten çok teşvik etti. Ama Jobs gibi hırslı ya da azimlideğildi. Jobs’a çok spiritüel görünmesine yol açan ruhani yönü, aynıfrekansta kalmalarını zorlaştırıyordu da. “İlişkileri inanılmayacakkadar fırtınalıydı,” dedi Hertzfeld. “Karakter farklılıkları yüzünden sıksık kavga ediyorlardı.”

Estetik zevkler konusunda da temel bir felsefi görüş ayrılıkları vardı;Redse onların bireysel olduklarına inanıyordu, Jobs ise insanlaraöğretilmesi gereken ideal ve evrensel bir estetiğin olduğu kanısındaydı.Redse onu Bauhaus akımından fazla etkilenmekle suçladı. “Steve

316/728

insanlara estetiği öğretmenin, neyi beğenmeleri gerektiğini öğretmeninbizim işimiz olduğuna inanıyordu,” diye anımsıyordu. “Ben öyledüşünmüyorum. Bence hem kendimize, hem de başkalarına derindenkulak verirsek içsel gerçeğin yüzeye çıkmasını sağlayabiliriz.”

Uzun süre birlikte kaldıklarında araları açılıyordu. Ama ayrı olduk-larında Jobs onu özlüyordu. Jobs nihayet 1989 yazında ona evlenmeteklif etti. Redse teklifi kabul edemedi. Onunla evlensem delirirdim,dedi arkadaşlarına. Redse çalkantılı bir aile ortamında büyümüştü veJobs’la ilişkisi o ortamı çok fazla açıdan andırıyordu. Birbirlerini çekenzıt kutuplar olduklarını, ama bu kombinasyonun fazla tehlikeliolduğunu söyledi. “İkon ‘Steve Jobs’a iyi bir eş olamazdım,” diye açık-ladı sonradan. “Pek çok açıdan başarısız olurdum. Kişisel ilişkilerim-izde onun acımasızlığına tahammül edemezdim. Onu incitmek istemiy-ordum, ama başka insanları incitmesine seyirci kalmak da istemiy-ordum. Acı verici, yıpratıcı bir şeydi bu.”

Ayrılmalarından sonra Redse California’da OpenMind adlı, akılhastalarına yardım eden bir derneğin kurulmasına katkıda bulundu. Birpsikiyatri kitabında Narsist Kişilik Bozukluğu’nu tesadüfen okuyunca,Jobs’ta bütün semptomların bulunduğuna karar verdi. “Bire bir ondanbahsediliyordu sanki; yaşadığımız sorunların öyle çoğuna açıklama ge-tiriliyordu ki, Steve’in daha düşünceli veya daha az benmerkezci bir in-san olmasını beklemenin kör bir insanın görmesini beklemek gibiolduğunu fark ettim,” dedi. “Zamanında kızı Lisa’yla ilgili yaptığı bazıseçimlerin sebebini de anladım. Bence onun sorunu empati – empatiyeteneği yok.”

Redse sonradan evlendi, iki çocuk doğurdu, boşandı. Jobs onu arzu-ladığını arada sırada açıkça söyledi, mutlu bir evliliği varken bile.Kanserle mücadele etmeye başladığındaysa Redse ona destek oldu.Redse ilişkilerini her anımsayışında oldukça duygusallaşıyordu.“Değer yargılarımızın çatışması bir zamanlar umduğumuz ilişkiyiyaşamamızı engellese de,” dedi bana, “Steve’e onlarca yıl önce

317/728

duyduğum sevgiyi ve şefkati hâlâ duyuyorum.” Benzer şekilde, Jobs dabir ikindi vakti oturma odasında oturup Redse’den bahsederken birdenağlamaya başladı. “Hayatımda tanıdığım en iyi insanlardan biriydi,”dedi yanaklarından yaşlar süzülürken. “Ruhani bir tarafı vardı, ara-mızdaki bağda da ruhani bir taraf vardı.” İlişkilerinin yürümemesinehep üzüldüğünü ve Redse’nin de üzüldüğünü bildiğini söyledi. Amabirbirlerine uygun değillerdi. Bunda hemfikirdiler.

Laurene Powell

Bir çöpçatan Jobs’ın ilişki geçmişini incelese, şimdiye kadarkiverilerden yola çıkarak Jobs’a uygun kadının profilini çıkarabilirdi. Bukadın zeki ama alçak gönüllü olmalıydı. Ona karşı gelecek kadar sertolmalıydı; ama kargaşadan etkilenmemeliydi, tıpkı bir Zen uygulayıcısıgibi. Eğitimli ve bağımsız, ama Jobs için tavizler vermeye ve yuva kur-maya hazır olmalıydı. Dünyevi olmalı, ama ruhani bir yönü de bulun-malıydı. Yeri geldiğinde Jobs’ı idare edebilmeli, ama bunu sürekli yap-maya ihtiyaç duymayacak kadar özgüvenli olmalıydı. Organik gıdalarıseven, rahat, esprili, güzel, uzun boylu ve zayıf bir sarışın olmasındanda zarar gelmezdi. Jobs’ın 1989 Ekimi’nde Tina Redse’den ayrıl-masından sonra tam da böyle bir kadın hayatına girdi.

Daha doğrusu tam da böyle bir kadın Jobs’ın sınıfına girdi. Jobs birPerşembe akşamı Stanford Business School’da “Tepeden Bakış”başlıklı konuşmalardan birinin konuğu olmayı kabul etmişti. İşletmeokuluna yeni gelmiş bir öğrenci olan Laurene Powell’ın sınıf arkadaşıolan bir delikanlı, onu konuşmayı dinlemeye gitmeye ikna etti. Sınıfageç girdiklerinden bütün sandalyeler kapılmıştı, bu yüzden masalarınarasına oturdular. Bir hademe onlara kalkmaları gerektiğini söyleyincePowell arkadaşını ön sıraya götürdü ve oradaki rezerve edilmiş san-dalyelerden ikisine el koydu. Jobs gelince Powell’ın yanındaki san-dalyeye götürüldü. “Sağıma bakınca güzel bir kız gördüm ve takdimedilmemi beklerken sohbete başladık,” diye anımsıyordu Jobs. Birazsohbet ettiler ve Laurene bir çekilişi kazandığı için orada oturduğunu

318/728

ve ödülünün Jobs’ın onu akşam yemeğine götürmesi olduğunu söy-leyerek espri yaptı. “Öyle çekiciydi ki,” dedi Laurene sonradan.

Jobs konuşmasını yaptıktan sonra sahne arkasında takılıp öğrencilerlesohbet etti. Powell’ın gittiğini, sonra geri dönüp kalabalığın yanındadurduğunu, sonra da tekrar gittiğini gördü. Kendisiyle sohbet etmekisteyen dekana aldırmadan Powell’ın peşinden fırladı. Ona otoparktayetişince “Pardon, bir çekiliş kazanmamış mıydın, seni akşam ye-meğine götürmem gerekmiyor mu?” diye sordu. Powell güldü. “Cu-martesi nasıl?” diye sordu Jobs. Powell kabul etti ve telefon numarasınıverdi. Jobs Woodside’ın yukarısındaki, Santa Cruz dağlarındaki Tho-mas Fogarty şaraphanesine (NeXT eğitim sektörü satış ekibinin akşamyemeği yiyeceği yere) gitmek üzere arabasına yöneldi. Sonra birdendurup geriye döndü. “Eğitim sektörü ekibiyle akşam yemeği yiye-ceğime o kızla yerim daha iyi, diye düşündüm; bu yüzden koşarak ara-basına geri döndüm ve bu gece akşam yemeği yiyelim mi diyesordum.” Powell evet dedi. Güzel bir sonbahar akşamıydı; PaloAlto’daki şık bir vejetaryen restoranı olan St. Michael’s Alley restor-anına gittiler ve orada dört saat kaldılar. “O zamandan beri birlikteyiz,”dedi Jobs.

Avie Tevanian şaraphanenin restoranında, NeXT eğitim sektörüekibinin geri kalanıyla birlikte beklemekteydi. “Steve bazen güvenil-mez olabiliyordu, ama onunla konuşunca özel bir durum olduğunu an-ladım,” dedi. Powell geceyarısından sonra evine gider gitmez, Berke-ley’de oturan en yakın arkadaşı Kathryn (Kat) Smith’i aradı vetelesekreterine mesaj bıraktı. “Az önce olanlara inanmayacaksın!” dedi.“Kiminle tanıştığıma inanmayacaksın!” Smith ertesi sabah arayıp olan-ları dinledi. “Steve’in kim olduğunu biliyorduk ve ilgimizi çekenbiriydi, çünkü iktisat öğrencileriydik,” diye anımsıyordu.

Sonradan Andy Hertzfeld ve başka birkaç kişi, Powell’ın Jobs’latanışmayı önceden planladığını öne sürdüler. “Laurene hoş bir insan,ama hesaplı davranabiliyor ve bence Steve’i en baştan gözüne

319/728

kestirmişti,” dedi Hertzfeld. “Üniversitedeki oda arkadaşı banaLaurene’in Steve’in fotoğrafları bulunan dergi kapaklarını biriktirdiğinive onunla tanışacağına yemin ettiğini söyledi. Steve’in manipüleedildiği doğruysa, bu gerçekten ironik.” Ama Powell bunun doğru ol-madığında diretti sonradan. O konuşmayı dinlemeye sırf arkadaşı is-tediği için gitmişti ve kimi göreceklerini biraz karıştırmıştı.“Konuşmacının Steve Jobs olduğunu biliyordum, ama kafamda can-lanan yüz Bill Gates’in yüzüydü,” diye anımsıyordu. “Onlarıkarıştırmışım. Sene 1989’du. Steve NeXT’te çalışıyordu ve çok daönemsediğim biri değildi. Çok ilgimi çekmiyordu, ama arkadaşım onuönemsiyordu, bu yüzden gittik.”

“Hayatımda sadece iki kadına gerçekten aşık oldum, Tina’ya veLaurene’e,” dedi Jobs sonradan. “Joan Baez’e aşığım sandım, amaondan çok hoşlanıyordum sadece. Sadece Tina’ya ve daha sonraLaurene’e aşık oldum.”

Laurene Powell 1963’te New Jersey’de doğmuştu ve başının çaresinebakmayı genç yaşta öğrenmişti. Babası California’daki Santa Ana’da,bir uçak kazasında kahramanca ölen bir bahriyeli pilottu; sorunlu biruçağın iniş yapmasına yardımcı olmaya çalışıyordu ve uçak kendiuçağına çarpınca, zamanında koltuğunu fırlatıp kendini kurtarmak yer-ine, uçağını bir yerleşim bölgesine düşmesin diye kullanmayı sürdürdü.Powell’ın annesi tekrar evlendi ve yeni kocasının tacizci bir alkolikolduğunun ortaya çıkmasına karşın, geniş ailesini geçindiremeyeceğikorkusu boşanmasını engelledi. Laurene’le üç erkek kardeşi on yıl boy-unca gergin bir ev ortamında yaşadılar ve sorunlarını başkalarına bellietmediler. Powell bu konuda başarılıydı. “Çok net bir ders almıştım:Hep kendi ayaklarımın üstünde durabilmek istiyordum,” dedi.“Bununla gurur duyuyordum. Parayı kendi ayaklarımın üstündedurmam için bir araç olarak görüyorum, kendimin bir parçası olarakdeğil.”

320/728

Pennsylvania Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra GoldmanSachs’ta maaşlı ticaret stratejisti olarak çalışmaya, büyük meblağlarıyönetmeye başladı. Patronu Jon Corzine onu Goldman’da kalmayaikna etmeye çalıştı, ama Powell yaptığı işin eğitici olmadığına kararvermişti. “O işte gerçekten başarılı olabilirsin,” dedi, “ama sonuçtakapital oluşumuna katkıda bulunuyorsun sadece.” Bu yüzden üç yılsonra istifa edip İtalya’ya, Floransa’ya gitti ve orada sekiz ay kaldıktansonra Stanford Business School’a yazıldı.

Perşembe geceki akşam yemeklerinden sonra, Cumartesi günü Jobs’ıPalo Alto’daki dairesine davet etti. Jobs’la tanışmak isteyen Kat Smitharabayla Berkeley’den geldi ve Powell’ın oda arkadaşıymış gibi yaptı.O ikisinin oldukça tutkulu olduklarını anımsıyordu. “Öpüşüyorlardı,yiyişiyorlardı,” dedi Smith. “Steve Laurene’e abayı yakmıştı. Beniarayıp ‘Ne dersin, benden hoşlanıyor mu?’ diye soruyordu. O ünlüadamın beni araması tuhaf geliyordu.”

1989’un yılbaşı arifesinde üçü, Alice Waters’ın Berkeley’dekimeşhur restoranına, yanlarına Jobs’ın artık 11 yaşında olan kızı Lisa’yıda alarak gittiler. Akşam yemeğinde Jobs’la Powell bir sebepten dolayıtartışmaya başladılar. Restorandan ayrı ayrı çıktılar ve Powell geceyiKat Smith’in dairesinde geçirdi. Ertesi sabahın dokuzunda kapı çalındıve Smith kapıyı açınca Jobs’ın çiseleyen yağmurda, topladığı kırçiçeklerini tutarak durduğunu gördü. “Girip Laurene’i görebilir miy-im?” dedi Jobs. Laurene hâlâ uyuyordu; Jobs yatak odasına girdi.Aradan iki saat geçti; Smith oturma odasında bekliyordu ve yatakodasına girip de giysilerini alamıyordu. Sonunda geceliğinin üstüne birpalto giyip, karnını doyurmak için bir kafeye gitti. Jobs yatakodasından öğleden sonraya kadar çıkmadı. “Kat, bir dakika gelebilirmisin?” diye sordu. Yatak odasında toplandılar. “Bildiğin gibiLaurene’in babası vefat etti, annesi de burada değil; sen onun en yakınarkadaşı olduğuna göre, sana bir sorum olacak,” dedi Jobs. “Laurene’leevlenmek istiyorum. İzin veriyor musun?”

321/728

Smith yatağa çıktı ve düşündü. “Sen istiyor musun?” diye sorduPowell’a. Powell başıyla onaylayınca Smith “Cevabını aldın işte,”dedi.

Ama nihai bir yanıt değildi bu. Jobs’ın bir şeyde bir süreliğine delicebir ilgiyle odaklandıktan sonra birden gözlerini başka tarafa çevirmekgibi bir huyu vardı. İşteyken istediği şeylerde istediği zaman odak-lanırdı ve başka konularla hiç ilgilenmezdi, insanlar ne kadar uğraşır-larsa uğraşsınlar. Özel hayatında da öyleydi. Powell’la o bazenbaşkalarının karşısında birbirlerine öyle tutkulu davranıyorlardı ki, KatSmith ve Powell’ın annesi de dahil olmak üzere ortamda bulunanherkesi utandırıyorlardı. Jobs az mobilyalı Woodside konağında sabah-ları Powell’ı Fine Young Cannibals’ın “She Drives Me Crazy”şarkısını bangır bangır çalarak uyandırıyordu. Bazense ona hiç ilgigöstermiyordu. “Steve bazen Laurene’de evrenin merkezi oymuşçasınaodaklanıyordu, bazense ona soğuk ve uzak davranıp işinde odaklanıy-ordu,” dedi Smith. “Bakışlarını lazer ışını gibi odaklama yeteneğinesahipti ve o ışık üstüne çevrildi mi Steve’in dikkatinin tadını çıkarıy-ordun. Başka bir şeyde odaklandığındaysa dünyan kararıyordu.Laurene için oldukça kafa karıştırıcıydı bu.”

Laurene’in Jobs’ın 1990’ın ilk gününde yaptığı evlilik teklifini kabuletmesinden sonra Jobs bu konuyu aylarca açmadı. Sonunda Kat Smithonunla Palo Alto’da, bir kum havuzunun yanında otururken onu sorgu-ladı. Neler oluyordu? Jobs Laurene’in onun hayat tarzına ve kişiliğineuyum sağlayabileceğine emin olmak istediğini söyledi. Eylül’deLaurene beklemekten sıkılıp taşındı. Ertesi ay Jobs ona bir elmas nişanyüzüğü verince Laurene geri taşındı.

Aralık’ta Jobs Powell’ı en sevdiği tatil yerine, Hawaii’deki Kona Vil-lage’a götürdü. Oraya dokuz yıl önce gitmeye başlamıştı; Apple’dastresli günler yaşarken, asistanına kafasını dinleyebileceği bir yer bul-masını söylemişti. Büyük Hawaii adasındaki bir kumsalda bulunan oseyrek, saz çatılı bungalovlar kümesini başta sevmemişti. Ailelerin

322/728

geldiği, topluca yemek yenen bir tatil yeriydi. Ama Jobs birkaç saatsonra orayı cennet gibi görmeye başlamıştı. Sadeliğinden ve nadidegüzelliğinden etkilenmişti ve her fırsatta oraya geri dönmüştü. OAralık’ta Powell’la birlikte orada bulunmaktan özellikle keyif aldı.Aralarındaki sevgi olgunlaşmıştı. Jobs Noel arifesi gecesinde onatekrar, bu kez daha da resmi bir evlenme teklifi yaptı. Evlenmeleri içinbir sebep daha oluşacaktı kısa süre sonra. Hawaii’delerken Powellhamile kaldı. “Tam olarak nerede oldu biliyoruz,” dedi Jobs sonradangülerek.

Düğün, 18 Mart 1991

Powell’ın hamileliği evlenmelerini kesinleştirmedi. Jobs yine evli-likten kaçmaya başladı, oysa 1990’ın başında ve sonunda Powell’adramatik evlenme tekliflerinde bulunan kendisiydi. Çok sinirlenenPowell, Jobs’ın evinden taşındı ve kendi dairesine geri döndü. Jobsbunu surat asarak ya da görmezden gelerek karşıladı bir süre. Sonrahâlâ Tina Redse’ye aşık olabileceğini düşündü; ona güller gönderdi vekendisine geri dönmeye, hatta onunla evlenmeye ikna etmeye çalıştı.Ne istediğine emin değildi ve birçok arkadaşına, hatta tanışlarına fikirdanışarak onları şaşırttı. “Hangisi daha güzel, Tina mı Laurene mi?” di-ye soruyordu. Hangisini daha çok sevmişlerdi? Hangisiyle evlen-meliydi? Mina Simpson’ın A Regular Guy (Sıradan Bir Adam) ro-manındaki bir bölümde, Jobs karakteri “hangisinin daha güzelolduğunu yüzden fazla kişiye sorar.” Ama bu kurguydu; gerçektemuhtemelen yüzden daha az kişiye sormuştu Jobs.

Sonunda Jobs doğru seçimi yaptı. Redse, kendi arkadaşlarınasöylediği gibi, Jobs’la tekrar yapamazdı ve evlilikleri kalıcı olmazdı.Jobs Redse’yle arasındaki ruhani ilişkiyi özlese de, Powell’la ilişkisiçok daha sağlamdı. Ondan hoşlanıyordu, onu seviyordu, ona saygı duy-uyordu ve onun yanında rahattı. Onu mistik biri olarak görmüyor olabi-lirdi, ama hayatına sağduyu ve tutarlılık katan biriydi Powell. Jobs’ınChrisann Brennan’dan başlayarak birlikte olduğu kadınların çoğu

323/728

duygusal açıdan zayıf ve dengesizdiler, ama Powell öyle değildi. “Zekibir kadın olan, onun zihinsel dengi olan, inişlerine çıkışlarına ve fırtın-alı karakterine katlanabilen Laurene’le birlikte olduğu için dünyanın enşanslı erkeği o,” dedi Joanna Hoffman. “Laurene nevrotik ol-madığından, Steve onun Tina kadar mistik olmadığını filan düşünüyorolabilir. Ama bu salakça.” Andy Hertzfeld de aynı fikirdeydi. “Laurenegörünüşte Tina’ya çok benziyor, ama bambaşka biri çünkü daha sert vezırhı var. Evlilikleri bu yüzden sürüyor.”

Jobs bunu iyi anlıyordu. Fırtınalı duygu dünyasına karşın evliliklerikalıcı oldu; bağlılık ve sadakâtle sürdürülen, tartışmalara, duygusalkarmaşalara ve iniş çıkışlara göğüs geren bir evlilik oldu.

Avie Tevanian Jobs’ın bir bekârlığa veda partisine ihtiyacı olduğunakarar verdi. Bu göründüğü kadar kolay değildi. Jobs partilerden hoşlan-mazdı ve bir erkek arkadaş grubu yoktu. Nikah şahidi bile yoktu.Dolayısıyla partiye sadece Tevanian ve Reed’de bilgisayar bilimi pro-fesörü olan, üniversiteden izin alıp NeXT’te çalışmaya gelmiş RichardCrandall katıldı. Tevanian limuzin kiraladı, Jobs’ın evine vardıklarındakapıyı Powell açtı; takım elbise giymişti, takma bıyık takmıştı ve parti-ye bir erkek olarak katılmak istediğini söyledi. Bu bir şakaydı ve kısasüre sonra üç bekâr (ki hiçbiri içki düşkünü değildi), ellerindengeldiğince bir bekârlığa veda partisi yaşamak için San Francisco’yagittiler.

Tevanian Fort Mason’daki, Jobs’ın sevdiği vejetaryen restoranındamasa ayırtmayı başaramamış, bu yüzden bir otelin çok lüks restoranınarezervasyon yapmıştı. “Burada yemek istemiyorum,” dedi Jobs,masaya ekmek konar konmaz. Onları kaldırıp dışarı çıkardı; Jobs’ınrestoranlardaki tavırlarına henüz alışkın olmayan Tevanian dehşetekapılmıştı. Jobs onları North Beach’teki Café Jacqueline’e, bayıldığısufle mekânına götürdü; bu gerçekten daha iyi bir seçimdi. Sonralimuzinle Golden Gate köprüsünden geçip Sausalito’daki bir bara git-tiler ve üçü de tekila şat ısmarladı, ama yudumlayarak içtiler.

324/728

“Muhteşem bir bekârlığa veda partisi değildi, ama Steve gibi biri içinelimizden gelen bu kadardı ve bizden başka gönüllü çıkmamıştı,” diyeanımsıyordu Tevanian. Jobs bunu takdir etmişti. Tevanian’ın kendi kızkardeşi Mona Simpson’la evlenmesini istediğine karar verdi. Bu evlilikgerçekleşmese de, Jobs’ın aklına bu fikrin gelmesi bir sevgigöstergesiydi.

Powell neye adım attığının sinyallerini gördü. Düğünü planlarken,davetiyelerin kaligrafisinden sorumlu kişi bazı seçenekleri göstermekiçin eve geldi. Kadın oturacak yer bulamayınca döşemeye oturdu venumuneleri serdi. Jobs onlara birkaç saniye baktıktan sonra kalkıpodadan çıktı. Geri dönmesini beklediler, ama dönmedi. Bir süre sonraPowell onu aramaya gitti ve odasında buldu. “O kadını defet gitsin,”dedi Jobs. “Gösterdiği şeylere bakamıyorum. Boktan boktan şeyler.”

18 Mart 1991’de Steven Paul Jobs (36), Yosemite Ulusal Parkı’ndakiAhwahnee Oteli’nde Laurene Powell’la (27) evlendi. 1920’lerde taş,beton ve keresteden inşa edilmiş olan bu bina Art Deco’yu, Art&Craftakımını ve Park Service’in dev taş şöminelere olan düşkünlüğünübirleştiren bir stilde tasarlanmıştır. En güzel yönü manzarasıdır. Camduvarları Half Dome zirvesine ve Yosemite Şelalesi’ne bakar.

Elli kadar konuk geldi ve aralarında Steve’in babası Paul Jobs’la kızkardeşi Mona Simpson da vardı. Simpson nişanlısı Richard Appel’i ge-tirmişti; avukatlık yapan Appel sonradan televizyon komedileri yazarıoldu (Simpsons’ın yazarlarından biri olarak, Homer’in annesinekarısının ismini verdi). Jobs hepsinin kiralık otobüsle gelmelerinde ıs-rar etti; düğünün her ayrıntısının kontrolünde olmasını istiyordu.

Düğün töreni solaryumda yapıldı; lapa lapa kar yağıyordu ve uzak-taki Glacier Point hayal meyal görülüyordu. Töreni Jobs’ın eskidenberi Sõtõ Zen öğretmeni olan Kobun Chino yönetti; bir değneği salladı,bir gongu çaldı, tütsü yaktı ve davetlilerin çoğunun anlaşılmaz bulduğuşeyler mırıldandı dua okurcasına. “Onu sarhoş sandım,” dedi Tevanian.Oysa değildi. Düğün Pastası Yosemite Vadisi’nin sonundaki granit

325/728

zirvenin, Half Dome’un şeklindeydi, ama vejetaryen pastasıolduğundan –yumurta, süt ve herhangi bir rafine ürün kullanılmamıştı–davetlilerin çoğu tadını hiç beğenmediler. Sonra hep birlikte yürüyüşeçıktılar; Powell’ın izbandut gibi olan üç erkek kardeşi kartopu oyn-adılar, bol bol güreştiler ve epey şamata yaptılar. “Görüyorsun yaMona,” dedi Jobs kız kardeşine, “Laurene Joe Namath’ın[24] torunu,John Muir’in[25] torunlarıyız.”

Bir Yuva

Powell kocasının doğal gıdalara duyduğu ilgiyi paylaşıyordu. İşletmeokulundayken, meyve suyu şirketi Odwalla’da yarım gün çalışmıştı;oranın ilk pazarlama planının hazırlanmasına katkıda bulunmuştu.Jobs’la evlendikten sonra, kariyer sahibi olmasının önemli olduğunudüşündü; kendi ayaklarının üstünde durabilmesi gerektiğini annesindenöğrenmişti. Dolayısıyla kendi şirketi Terravera’yı kurdu; bu şirkethazır organik yemekler yapıp kuzey California’daki dükkânlaradağıtıyordu.

Evli çift izole, mobilyasız ve oldukça ürkütücü Woodside konağındakalmak yerine eski Palo Alto’nun bir mahallesine, bir köşedeki hoş vegösterişsiz bir eve taşındılar. Burası oldukça seçkin bir semtti –vizyon-er risk sermayedarı John Doerr, Google’ın kurucusu Larry Page, Face-book’un kurucusu Mark Zuckerberg komşuları olacaktı, ayrıca AndyHertzfeld ve Joanna Hoffman vardı–, ama evler azametli değildi vegörünmelerini engelleyen yüksek çalı çitleri ya da uzun bahçe yollarıyoktu. Hoş kaldırımlara sahip düz, sessiz sokaklarda yan yana duruyor-lardı. “Çocukların arkadaşlarını görmeye yürüyerek gidebilecekleri birmahallede oturmak istedik,” dedi Jobs sonradan.

Ev Jobs’ın minimalist ve modernist tarzına uygun değildi. PaloAlto’daki o sokaktan arabayla geçen insanların durup bakacaklarıkadar büyük ya da dikkat çekici bir konak da değildi. 1930’larda CarrJones adlı bir yerel tasarımcı tarafından inşa edilmişti; Jones’un

326/728

uzmanlık alanı İngiliz ve Fransız kır evlerinin “masalsı havasını” taşıy-an, özenle yapılmış evlerdi.

Kırmızı tuğladan yapılma iki katlı evin ahşap kirişleri meydandaydı,kıvrık hatlara sahip çatısı padavra kaplıydı, görünüşü derme çatma birCotswold sayfiye evini veya belki de zengin bir Hobbit’in evini an-dırıyordu. California’ya ait tek özelliği, kanatlarının elçilik tarzı biravluyu çevrelemesiydi. İki katlı ve kubbeli tavanlı oturma odası resmigörünüşlü değildi; döşemesi fayans ve terakotaydı. Bir ucunda tavanakadar yükselen büyük, üçgen bir pencere vardı; Jobs evi satın aldığındaşapel penceresi gibi vitraylı olan camları normal camla değiştirdi. Pow-ell’la birlikte yaptığı bir başka tadilatsa mutfağı genişletip, bir odunlupizza fırını ve ailenin başlıca toplanma yeri haline gelecek olan uzunbir ahşap masa için yer açmaktı. Dört ayda bitmesi planlanan tadilat onaltı ay sürdü, çünkü Jobs tasarımı değiştirip duruyordu. Ayrıcaarkalarındaki küçük evi satın alıp yıktırdılar ve orayı arka bahçeyedönüştürdüler; Powell orayı bol bol mevsim çiçeği, sebze ve şifalı otekerek güzel bir doğal bahçe haline getirdi.

Jobs, Carr Jones’un kullanılmış tuğlalar ve telefon direklerindençıkma ahşaplar gibi ikinci el materyallerden faydalanarak sade ve day-anıklı bir ev inşa etmesine giderek hayran kaldı. Mutfak kirişleri, evyapılırken inşa halinde olan Golden Gate köprüsünün beton temellerin-in kalıplarının yapımında kullanılmıştı. “Kendini yetiştirmiş özenli birzanaatkârdı o,” dedi Jobs, her ayrıntıyı gösterirken. “Para kazanmaktançok yaratıcılığı önemsiyordu ve asla zengin olmadı. California’dan aslaayrılmadı. Fikirlerini kütüphanedeki kitaplardan ve Architectural Di-gest dergisinden ediniyordu.”

Jobs Woodside’daki evini birkaç zaruri eşya hariç döşememişti:Yatak odasında bir çekmeceli dolapla bir şilte, yemek odasındaysa birkumar masasıyla birkaç katlanır sandalye vardı. Çevresinde sadece tak-dir edebileceği şeyler istiyordu, dolayısıyla çıkıp bir sürü mobilya satınalmakta zorlanıyordu. Artık karısıyla birlikte normal bir mahalle

327/728

evinde yaşadığından ve yakında çocuğu olacağından, bazı tavizler ver-mesi gerekiyordu. Ama bu zordu. Yataklar, şifonyerler ve oturmaodasına bir müzik sistemi aldılar; ama kanepe gibi eşyaları almalarıdaha uzun sürdü. “Sekiz sene boyunca mobilyaları konuştuk,” diye an-ımsıyordu Powell. “Bir kanepe ne işe yarar diye sorup durduk kendim-ize.” Elektrikli ev aletleri almak da dürtülerle yapılacak bir iş değil,felsefi bir görevdi. Jobs yeni bir çamaşır makinesi alma süreçlerinibirkaç yıl sonra Wired’a anlattı:

Bütün Amerikan malı çamaşır makineleri ve kurutma makineleri kusurluymuşmeğer. Avrupalılar çok daha iyilerini yapıyorlar – ama onların makineleri işleriniiki kat daha uzun sürede hallediyor! Çamaşırları aşağı yukarı dörtte bir daha fazlasuyla yıkıyorlar ve giysilerinize çok daha az deterjan temas ediyor. En önemlisi,giysilerinizi yıpratmıyorlar. Çok daha az sabun ve su kullanıyorlar, ama giysilerçok daha temiz, yumuşak ve dayanıklı oluyor. Eşimle ben hangi avantajları is-tediğimizi konuştuk. Sonunda tasarımdan epey bahsettik, ama ailemizin değeryargılarından da bahsettik. Bizim için en önemli şey çamaşırlarımızın bir buçuksaat yerine bir saatte yıkanması mıydı? Yoksa giysilerimizin yumuşacık ve dahadayanaklı olması mıydı? Dörtte bir daha fazla su umursar mıydık? İki hafta kadarher gece yemek masasında bunları konuştuk.

Sonunda Alman malı, Miele marka bir çamaşır ve kurutma makinesialdılar. “Yıllardır hiçbir yüksek teknoloji ürünü beni bu kadar heyecan-landırmamıştı,” dedi Jobs.

Jobs’ın kubbeli tavanlı oturma odasına aldığı tek sanat eseri, SierraNevada’daki bir kış gündoğumunun Ansel Adams tarafından Califor-nia’daki Lone Pine’da çekilmiş fotoğrafının baskısıydı. Adams bu devduvar baskısını kızı için hazırlamıştı ve kızı sonradan onu satmıştı. Birara Jobs’ın ev bakıcısı baskıyı ıslak bezle silince, Jobs Adams’labirlikte çalışmış bir adamı bulup eve getirtti ve baskının bir tabakasınısöktürüp restore ettirdi.

Ev hâlâ öyle gösterişsizdi ki Bill Gates karısıyla birlikte ziyaretegelince şaşırdı. “Hepiniz burada mı yaşıyorsunuz?” diye sordu Gates; osıralar Seattle civarında 6.000 metrekarelik bir malikâne yaptırıyordu.Jobs Apple’a geri dönünce ve dünya çapında ünlü bir milyarder olunca

328/728

bile korumalar veya yatılı hizmetçiler tutmadı; gündüzleri arka kapıyıkilitlemiyordu bile.

Tek güvenlik sorunu Burrell Smith’ten, eskiden Andy Hertzfeld’lebirlikte çalışan dağınık saçlı ve melek yüzlü Macintosh yazılımmühendisinden kaynaklandı üzücü ve tuhaf bir şekilde. SmithApple’dan ayrıldıktan sonra bipolar manik depresyona ve şizofreniyeyakalandı. Hertzfeld’le aynı sokakta oturuyordu ve hastalığı ilerledikçesokaklarda çıplak dolaşmaya, bazen de arabalarla kiliselerin camlarınıkırmaya başladı. Güçlü ilaçlar kullanıyordu, ama dozajı tutturmaktazorlanıyordu. Bir ara yine heyheyleri gelince, akşamları Jobs’ın evinegidip pencerelerini taşlamaya, saçma sapan mektuplar bırakmayabaşladı ve bir keresinde evin içine kestane fişeği attı. Tutuklandı ve te-davisi yoğunlaştırılınca davaya son verildi. “Burrell çok eğlenceli venaif bir insandı; sonra bir Nisan günü birden deliriverdi,” diye anımsıy-ordu Jobs. “Çok tuhaf ve üzücüydü.”

Smith sonunda ağır ilaçların etkisiyle tamamen iç dünyasına çekildive 2011’de hâlâ Palo Alto sokaklarında geziniyordu; kimseylekonuşamıyordu, Hertzfeld’le bile. Onun durumuna üzülen Jobs, dahafazla nasıl yardım edebileceğini Hertzfeld’e sordu sık sık. Smith bir arahapse atıldı ve ismini söylemeyi reddetti. Hertzfeld üç gün sonra duru-mu öğrenince Jobs’ı aradı ve Smith’in serbest bırakılması için yardımistedi. Jobs yardım etti, ama Hertzfeld’i bir soruyla şaşırttı: “Başımabenzer bir şey gelse, benimle de Burrell’la ilgilendiğin kadar ilgilenirmisin?”

Jobs Woodside’daki, Palo Alto’nun ilerisindeki dağların on beş kilo-metre kadar içerisindeki konağını satmadı. 1925’te inşa edilmiş o ondört odalı, İspanyol koloni dönemi tarzındaki evi yıktırıp yerine onunüçte biri büyüklükte, son derece sade, Japon tarzı, modernist bir evyaptırmak istiyordu. Ama o döküntü evin yıkılmasına karşı çıkan koru-macıların açtığı yavaş ilerleyen davalarla uğraştı yirmi yıldan fazla.

329/728

(Evi yıkma iznini 2011’de nihayet alabildi, ama artık ikinci bir evyaptırmaktan vazgeçmişti.)

Jobs Woodside’daki yarı metruk evini –özellikle de yüzmehavuzunu– arada sırada aile partileri için kullanıyordu. Bill Clintonbaşkanken, o ve Hillary Clinton Stanford’daki kızlarını ziyarete gittik-lerinde 1950’lerde inşa edilmiş çiftlik evinde kalıyorlardı. Ana bina da,çiftlik evi de mobilyasız olduğundan Powell Clintonların geleceğizamanlarda mobilya ve sanat eseri satıcılarını arıyordu ve evi geçiciolarak döşetiyordu. Bir keresinde, Monica Lewinsky skandalının patlakvermesinden hemen sonra, Powell mobilyaları son kez gözden geçiri-rken tablolardan birinin eksik olduğunu fark etti. Keşif ekibine ve GizliServis görevlilerine tabloya ne olduğunu sordu. Bir tanesi onu kenaraçekti ve o tabloda askıya asılı bir elbisenin resmi olduğunu ve Lewin-sky olayındaki mavi elbiseyi göz önüne alarak tabloyu saklamaya kararverdiklerini söyledi.

Lisa Eve Yerleşiyor

Lisa sekizinci sınıfın yarısındayken öğretmenleri Jobs’ı aradılar.Ciddi sorunlar çıkmıştı ve yetkililer Lisa’nın annesinin yanından taşın-masının muhtemelen en iyisi olacağını söylemişlerdi. Bunu duyan JobsLisa’yla yürüyüşe çıktı, ona durumu sordu ve yanına taşınmasını teklifetti. On dört yaşına yeni basmış, aklı başında bir kız olan Lisa bu teklifiiki gün düşündü. Sonra evet dedi. Hangi odayı istediğini biliyordu: ba-basının odasının hemen yanındakini. Bir keresinde, evde başka kimseyokken o odayı çıplak zemine uzanarak test etmişti.

Zor bir dönemdi. Chrisann Brennan bazen birkaç sokak ötedeki kendievinden gelip onlara bahçeden bağırıp çağırıyordu. Ona neden öyledavrandığını ve Lisa’nın onun evinden taşınmasına yol açansuçlamaları sorduğumda, o zaman olanları hâlâ zihninde oturta-madığını söyledi. Ama sonra bana, durumu anlamama katkıda bulun-acağını söylediği uzun bir e-posta yazdı. E-postada şöyle diyordu:

330/728

Steve’in Woodside’daki evini yıkma iznini Woodside belediyesinden nasılaldığını biliyor musun? O ev tarihi eser olduğundan yıkılmasını istemeyen insan-lar vardı, ama Steve orayı yıkıp yerine meyvelikli bir ev yaptırmak istiyordu.Steve yıllar boyunca o evle hiç ilgilenmedi ve iflah olmaz hale gelmesine gözyumdu. Hedefine ulaşmak için kullandığı strateji, o evle olabildiğince az ilgilen-mek ve olabildiğince az direniş göstermekti. Yani eve hiçbir şey yapmayınca,hatta belki de pencereleri yıllarca açık tutunca, ev sonunda harabeye döndü.Dahice, değil mi? Böylece artık planlarını kolayca gerçekleştirebilecek. Lisa13-14 yaşlarındayken Steve onun kendi evine taşınmasını sağlamak için benzerbir taktik uyguladı; otoritemin esenliğimin altını oymaya girişti. Başta kullandığıstratejiyi kendisi için daha kolay, ama benim için daha da yıkıcı olan ve Lisa’nındaha da fazla sorun yaşamasına yol açan bir başka stratejiyle değiştirdi. Çokahlâklı davranmamış olabilir, ama istediğini aldı.

Lisa, Palo Alto Lisesi’ndeki dört senesi boyunca Jobs ve Powell’labirlikte kaldı ve Lisa Brennan-Jobs ismini kullanmaya başladı. Jobs iyibir baba olmaya çalıştı, ama bazen soğuk ve uzak davranıyordu. Lisakaçma ihtiyacı duyduğunda, civarda oturan dost bir aileye sığınıyordu.Powell destekleyici olmaya çalıştı; okul etkinliklerinin çoğuna ogidiyordu.

Lisa lisedeyken serpilmeye başladı. Okul gazetesi The Campanile’ekatıldı ve yazı işleri müdürü yardımcısı oldu. Babasına ilk işini vermişolan adamın torunu olan sınıf arkadaşı Ben Hewlett’la birlikte, okulunyönetim kurulunun idarecilere gizlice yaptığı zamları ifşa eden birekibe katıldı. Üniversiteye gitme zamanı gelince, doğuya gitmek istedi.Harvard’a başvurdu –başvuru mektubunda şehir dışında olan babasınınimzasını taklit etti– ve 1996’da oraya kabul edildi.

Lisa Harvard’da üniversitenin gazetesi The Crimson’da ve ardındanedebiyat dergisi The Advocate’te çalıştı. Erkek arkadaşından ayrıldık-tan sonra yurt dışında, Londra’daki King’s College’de bir yıl okudu.Üniversite yılları boyunca babasıyla ilişkisi fırtınalı oldu. Evegeldiğinde ufak tefek meseleleri –akşam yemeğini, Lisa’nın üveykardeşleriyle yeterince ilgilenip ilgilenmediğini– büyütüp kavga ediyorve birbirleriyle haftalarca, hatta bazen aylarca konuşmuyorlardı. Bazentartışmaları öyle büyüyordu ki Jobs ona para vermeyi kesiyordu ve

331/728

Lisa Andy Hertzfeld’den ya da başkalarından borç alıyordu. Lisa birara babasının öğrenim masraflarını karşılamayacağını düşününceHertzfeld ona 20.000 dolar borç verdi. “Steve o parayı verdim diyeküplere bindi,” diye anımsıyordu Hertzfeld, “ama ertesi sabaherkenden aradı ve muhasebecisi bana parayı gönderdi.” Lisa 2000 sen-esinde Harvard’dan mezun olunca Jobs mezuniyet törenine gitmedi.Davet edilmediğini söyledi.

Ancak o yıllarda güzel zamanları da oldu; örneğin bir yaz Lisa evegelince San Francisco’daki, Grateful Dead, Jefferson Airplane ve JimiHendrix gibiler tarafından meşhur edilmiş Fillmore Oditoryumu’ndaElectronic Frontier Vakfı için düzenlenen bir hayır konserinde şarkısöyledi. Tracy Chapman’ın ünlü şarkısı “Talkin’ Bout A Revolution”ısöylerken (“Yoksullar ayaklanacak / Ve paylarını alacaklar...”), babasıkucağında bir yaşındaki kızı Erin’le oditoryumun arka tarafında ayaktadurdu.

Jobs’ın Lisa’yla inişli çıkışlı ilişkisi, Lisa’nın serbest yazar olarakManhattan’a taşınmasından sonra da aynı şekilde sürdü. Jobs’ın Chris-ann’e sinir olması, Lisa’yla arasındaki sorunları arttırıyordu. Chris-ann’e 700.000 dolarlık bir ev satın almış ve tapusunu Lisa’nın üzerineyaptırmıştı, ama Chrisann Lisa’yı ikna edip tapuyu kendi üzerinegeçirdi ve ardından evi satıp parasıyla bir spiritüel danışmanla birlikteParis’e yerleşti. Para bitince San Francisco’ya geri döndü ve “ışıktabloları”yla Budist mandalalar üreten bir sanatçı oldu. “Ben bir ‘Bir-leştirici’yim ve evrimleşen insanlığın ve yükselen Dünya’nın gele-ceğine katkıda bulunan bir vizyonerim,” dedi web sitesinde (sitesininbakımını Hertzfeld yapıyordu). “Tabloları yaratırken ve yaşarken kut-sal titreşimin şekillerini, renklerini ve ses frekanslarını deneyimliyor-um.” Ağır bir sinüs enfeksiyonu ve diş sorunu yüzünden paraya ihtiy-acı olunca Jobs ona yardım etmeyi reddetti; Lisa bu yüzden Jobs’labirkaç yıl konuşmadı. İlişkileri böyle çalkantılı bir şekilde devam etti.

332/728

Mona Simpson’ın bütün bunları ve hayal gücünü kullanarak yazdığıA Regular Guy (Sıradan Bir Adam) romanı 1996’da yayınlandı. Başkarakteri Jobs’tan esinlenilen bu kitap bazı açılardan gerçeğe uyuyor:Jobs’ın dejeneratif kemik hastalığı olan dahi bir arkadaşına sessizsedasız yaptığı yardımı ve özel bir araba satın almasını yansıtıyor veLisa’yla ilişkisinin pek çok yönünü, başta onun babası olduğunu red-detmesi de dahil olmak üzere, doğru bir şekilde anlatıyor. Ama başkakısımları daha kurgusal: Örneğin Chrisann Lisa’ya araba kullanmayıçok erken yaşta öğretmişti, ama kitaptaki “Jane”in beş yaşındayken ba-basını bulmak için dağlarda tek başına kamyon kullanması sahnesi ger-çek değil elbette. Ayrıca romandaki bazı küçük ayrıntıların doğru olupolmadığını öğrenmek güç, örneğin Jobs’tan esinlenilen karakterle ilgiliilk ve dikkat çekici cümlenin: “Sifon çekemeyecek kadar meşgul biradamdı.”

Jobs’ın romandaki kurgusal tasviri ilk bakışta fazla sert görünüyor.Simpson baş karakterini “başka insanların arzularını ya da kaprisleriniumursamaya gerek görmeyen” biri olarak tanımlıyor. Tıpkı gerçekJobs gibi, bu karakter de hijyene pek düşkün değil. “Deodorantlara in-anmıyordu; uygun bir diyetin ve naneli Kastilya sabununun terlemeyive kötü kokuları engelleyeceğini öne sürüyordu sık sık.” Ama romanlirik ve pek çok açıdan karmaşık; sonunda da kurduğu büyük şirketinkontrolünü yitiren ve terk ettiği kızını takdir etmeyi öğrenen baş karak-ter daha ayrıntılı bir şekilde tasvir ediliyor. Bu adam son sahnedekızıyla dans ediyor.

Jobs o romanı hiç okumadığını söyledi sonradan. “Benimle ilgiliymişdiye duydum,” dedi bana, “ve benimle ilgiliyse cidden kızarım, amakız kardeşime kızmak istemiyorum, bu yüzden okumadım.” Oysa kit-abın yayınlanışından birkaç ay sonra New York Times’a kitabı oku-duğunu ve baş karakteri kendine benzettiğini söyledi. “%25 kadarıaynen ben, davranışlarımın ayrıntılarına kadar,” dedi muhabir SteveLohr’a. “Ama hangi %25’in ben olduğunu hayatta söylemem.”

333/728

Karısıysa Jobs’ın kitaba göz attığını, ondan kendisinin yerine oku-masını ve fikrini söylemesini istediğini söyledi.

Simpson kitabı yayınlatmadan önce müsveddesini Lisa’ya gönderdi,ama Lisa başta sadece girişi okudu. “İlk birkaç sayfada ailemle, anek-dotlarımla, bana ait şeylerle, düşüncelerimle karşılaştım; Jane karakter-inde kendimi gördüm,” dedi. “Ve gerçeklerin arasına uydurma şeylersıkıştırılmıştı – bana göre yalandılar, üstelik gerçeğe tehlikeli birşekilde yakındılar.” Lisa incinmişti ve Harvard Advocate’e yazdığı biryazıda sebebini açıkladı. Yazısının ilk versiyonu oldukça saldırgandı,ama sonra yayınlatmadan önce üslubunu biraz yumuşattı. Simpson’ınarkadaşça davranarak kendisini suistimal ettiğini hissediyordu.“Mona’nın o altı yıl boyunca malzeme topladığını bilmiyordum,” diyeyazdı. “Beni avuturken, teselli ederken benden bir şeyler aldığınıbilmiyordum.” Lisa sonunda Simpson’la barıştı. Kitabı konuşmak içinbir kafeye gittiler ve Lisa ona kitabı bitiremediğini söyledi. Simpsonona kitabın sonunu beğeneceğini söyledi. Lisa’nın Simpson’la inişliçıkışlı bir ilişkisi oldu yıllar boyunca, ama yine de ona babasından dahayakındı.

Çocuklar

Powell 1991’de, Jobs’la evlendikten birkaç ay sonra doğum yapınca,çocuğa iki hafta boyunca “bebek Jobs” dendi, çünkü onu isim takmakçamaşır makinesi seçmek kadar zordu neredeyse. Sonunda ona ReedPaul Jobs adını verdiler. Göbek adını Jobs’ın babasından almıştı; Reedadıysa Jobs’ın okuduğu üniversitenin adı olduğundan değil, sadece ku-lağa hoş geldiği için verildi (Jobs’la Powell bunda ısrarlılar).

Reed pek çok açıdan babasına çekmişti: İsabetli kararlar veren, delicibakışlara ve hipnotize edici bir cazibeye sahip zeki biriydi. Ama ba-basının tersine tatlı, özverili ve inceydi de. Yaratıcıydı –bazen aşırıölçüde; çocukken kostümler giyip rol yapmaya bayılıyordu–, ayrıcabilime meraklı iyi bir öğrenciydi. Babasının bakışlarını taklit edebiliy-ordu, ama şefkatliydi ve hiç de zalim durmuyordu.

334/728

Erin Siena Jobs 1995’te doğdu. Ağabeyinden biraz daha sessiz sa-kindi ve babasından pek ilgi görmemenin üzüntüsünü yaşıyordu zamanzaman. Babası gibi tasarıma ve mimariye düşkün oldu, ama onun ilgis-izliğinden incinmemek için duygusal açıdan biraz uzak durmayıöğrendi.

En küçük çocuk, Eve 1998’de doğdu ve iradeli, eğlenceli, fişek gibibir insana dönüştü; ne fazla ilgi düşkünü ne de kolayca sindirilebilenbiriydi, babasıyla nasıl başa çıkacağını biliyordu, onunla pazarlıkyapıyordu (bazen kazanıyordu) ve hatta dalga geçiyordu. Babası onunileride A.B.D. başkanı olmazsa Apple’ın başına geçeceğini söyleyerekespri yapıyordu.

Jobs Reed’le oldukça yakınlaştı, ama kızlarına genellikle daha soğukdavranıyordu. Başka insanlar gibi onlarda da arada sırada odaklanıy-ordu, ama zihni meşgulken onları tamamen görmezden geliyordu.“İşlerinde odaklanıyor ve bazen kızlarla hiç ilgilenmiyor,” dedi Powell.Jobs bir ara karısına çocuklarının bu kadar iyi yetişmelerine şaşırdığınısöyledi, “hele onlarla sürekli ilgilenmediğimizi göz önüne alınca.”Powell bunu hem eğlenceli, hem de biraz sinir bozucu buldu; çünküReed iki yaşına basınca Powell başka çocuklar da istediğini düşünerekkariyerine son vermişti.

1995’te Oracle’ın CEO’su Larry Ellison Jobs’ın 40. doğumgünüşerefine bir parti düzenledi; partiye teknoloji yıldızları ve zengin insan-lar davet edildi. Ellison Jobsların aile dostu haline gelmişti ve onlarıçok sayıdaki lüks yatından biriyle sık sık gezilere çıkarıyordu. Reed’inondan “zengin dostumuz” diye bahsetmeye başlaması, babasının ser-vetini gösteriş için kullanmaktan kaçınmasının eğlenceli bir kanıtıydı.Jobs’ın Budist zamanlarından öğrendiği ders, maddi mal varlıklarınıngenellikle hayatı zenginleştirmekten çok zorlaştırdığıydı. “Tanıdığımbütün CEO’ların korumaları var,” dedi. “Evlerinde bile. Öyle yaşamakdelilik. Biz çocuklarımızı öyle yetiştirmek istemediğimize kararverdik.”

335/728

21. BölümOyuncak Hikâyesi

Buzz’la Woody Yardıma Koşuyor

Jeffrey Katzenberg

“İmkânsızı başarmak eğlenceli,” demişti Walt Disney bir keresinde.Jobs bu tarz yaklaşımı severdi. Disney’in ayrıntı ve tasarım düşkün-lüğüne hayrandı ve onun kurduğu film stüdyosuyla Pixar’ın arasındadoğal bir uyum olduğunu hissediyordu.

Walt Disney Şirketi, Pixar’ın CAPS’inin lisansını almış ve böylecePixar’ın bilgisayarlarının başlıca müşterisi olmuştu. Disney’in filmbölümünün başkanı Jeff Katzenberg bir gün Jobs’ı Burbank stüdy-olarına, o teknolojinin kullanılışını görmeye davet etti. Disney çalışan-larının gezdirdiği Jobs, Katzenberg’e dönüp “Disney Pixar’dan mem-nun mu?” diye sordu. Katzenberg hararetle evet dedi. Sonra Jobs “Pekisence Pixar Disney’den memnun mu?” diye sordu. Katzerberg öyleolduğunu varsaydığını söyledi. “Hayır, değiliz,” dedi Jobs. “Sizinle birfilm yapmak istiyoruz. Bizi bu mutlu eder.”

Katzenberg buna gönüllüydü. John Lasseter’ın kısa animasyonfilmlerine hayrandı ve onu Disney’e geri döndürmeye boş yere çabal-amıştı. Dolayısıyla Pixar ekibini ortak bir film yapma olasılığını konuş-mak üzere davet etti. Catmull, Jobs ve Lasseter onun toplantı masasınaoturduklarında Katzenberg açık konuştu. “John, madem gelip yanımdaçalışmıyorsun,” dedi Lasseter’a bakarak, “biz de böyle çalışırız.”

Disney’in Pixar’a benzemesi gibi, Katzenberg de Jobs’a benziyordu.İkisi de istediklerinde cezbedici, ruh hallerine ya da çıkarlarına bağlıolaraksa agresif (veya daha kötüsü) olabiliyorlardı. Pixar’dan istifa et-mek üzere olan Alvy Ray Smith toplantıdaydı. “Katzenberg’le Jobs’ıbirbirlerine çok benzettim,” diye anımsıyor. “İkisi de ağızları çok iyi

laf yapan tiranlardılar.” Katzenberg bunun hoş bir şekilde farkındaydı.“Herkes tiran olduğumu düşünüyor,” dedi Pixar ekibine. “Sahiden detiranım. Ama genellikle haklıyımdır.” Sanki Jobs konuşmuştu.

Eşit derecede tutkulu olan Katzenberg’le Jobs’ın pazarlıklarının aylarsürmesi şaşırtıcı değildi. Katzenberg Disney’e Pixar’ın patentli 3-D an-imasyon teknolojisinin verilmesinde diretiyordu. Jobs hayır dedi vesonunda tartışmayı kazandı. Jobs’ın da bir talebi vardı: Pixar filmin vekarakterlerinin kısmi sahibi olmalı ve video haklarıyla devam filmler-inin kontrolünü paylaşmalıydı. “İstediğin buysa,” dedi Katzenberg,“konuşmayı burada keselim ve hemen git.” Jobs geri adım attı.

Lasseter o iki sırım gibi ve gergin yöneticinin çekişmelerini ilgiyleseyretti. “Steve’le Jeffrey’nin kapışmalarını büyülenmiş gibi seyret-tim,” diye anımsıyordu. “Eskrim maçı izlemek gibiydi. İkisi de ustay-dılar.” Ama Katzenberg’te süvari kılıcı, Jobs’taysa sadece eskrim kılıcıvardı. İflasın eşiğinde olan Pixar bir anlaşma yapmaya Disney’den çokdaha muhtaçtı. Ayrıca Disney girişimin tamamını finanse edebilirdi,Pixar ise edemezdi. Sonunda 1991 Mayısı’nda bir anlaşmaya vardılar:Disney filmin ve karakterlerinin tek sahibi olacaktı, Pixar’a gişegelirlerinin %12,5 kadarını verecekti, yaratıcı kontrole sahip olacaktı,filmi istediği zaman cüzi bir tazminat karşılığında iptal edebilecekti,Pixar’ın daha sonraki iki filmini yapma seçeneğine (ama zorunluluğunadeğil) ve ayrıca filmdeki karakterleri kullanarak film yapma (Pixar’laya da Pixar’sız) hakkına sahip olacaktı.

John Lasseter’ın filme bulduğu isim Oyuncak Hikâyesi’ydi (Toy St-ory). Bu ismin kaynağında Jobs’la paylaştığı bir inanç, ürünlerin biröze sahip oldukları ve bir amaç uğruna yaratıldıkları fikri yatıyordu.Nesnelerin duyguları olsa, bunların temelinde özlerine ulaşma arzusuyatardı. Örneğin bir bardağın varoluş sebebi içinde su tutmaktır; duy-guları olsa, dolu olduğunda mutlu ve boş olduğunda üzgün olacaktı.Bir bilgisayar ekranının özü, bir insan için arabirim olmaktır. Tektekerlekli bisikletin özü, sirkte kullanılmaktır. Oyuncaklara gelince,

337/728

onların varoluş sebepleri çocukların onlarla oynamalarıdır, dolayısıylaoyuncakların korkusu çöpe atılmak ya da yeni oyuncaklar tarafındanpabuçlarının dama atılması olmalıdır. Yani eskiden favori olan bir oy-uncakla yepyeni, gıcır gıcır bir oyuncağın arkadaşlığını anlatan bir filmtemelde dramatiktir, özellikle de aksiyon oyuncakların sahipleri olançocuktan ayrılmak zorunda kalmalarına dayanıyorsa. Orijinal tretmanınbaşında dendiği gibi: “Herkes çocukken oyuncak kaybetmenintravmasını yaşamıştır. Öykümüz bir oyuncağın kendisi için en önemliolan şeyden, yani çocukların onunla oynamasından mahrum kalışını vebunu geri kazanmaya çalışmasını oyuncağın bakış açısından anlatıyor.Bütün oyuncakların varoluş sebebi budur. Varoluşlarının duygusaltemeli budur.”

İki ana karakter epey değiştirildikten sonra Buzz Lightyear veWoody oldular. Lasseter’la ekibi birkaç haftada bir Disney’dekilere enyeni görsel senaryo taslaklarını ya da hazırladıkları görüntüleri göster-iyorlardı. Başlardaki deneme çekimlerinde Pixar muhteşem tekno-lojisini sergiledi: Örneğin bir şifonyerin üstünde yürüyen Woody’ninekose gömleğinde bir jaluziden düşen gölgeler geziniyordu – bu efektimanuel olarak render etmek neredeyse imkânsızdı.

Ancak Disney’in konuyu beğenmesini sağlamak daha zordu. Pixar’ınyaptığı her sunumda Katzenberg çoğu fikri reddedip, kendi ayrıntılıyorumlarını ve notlarını bağıra çağıra söylüyordu. Katzenberg’inyaptığı her önerinin, her fikrinin bir sonraki tretmanda kullanılmasıiçin, klipsli kâğıt altlığı taşıyan adamları yanından ayrılmıyorlardı hiç.

Katzenberg iki ana karakterin daha sert olmalarını istiyordu. OyuncakHikâyesi adlı bir animasyon film hazırlıyor olabilirlerdi, ama film sa-dece çocuklara yönelik olmamalıydı. “Başta drama yoktu, gerçek biröykü ve çatışma yoktu,” diye anımsıyor Katzenberg. “Öyküde itici güçyoktu.” Lasseter’ın Asiler ve 48 Saat gibi klasik arkadaşlık filmleriniizlemesini önerdi. Ayrıca “sertlik” dediği şeyde ısrarlıydı; yani Woodykarakterinin Buzz’a, oyuncak kutusundaki yeni istenmeyen yıldıza

338/728

daha kıskanç, kötü ve saldırgan davranmasını istiyordu. “Bu dünyadaoyuncaklar oyuncakların kurdudur,” der Woody, Buzz’ı bir penceredendışarı ittikten sonra.

Katzenberg’le diğer Disney yöneticilerinin çeşitli önerilerinin uygu-lanmasından sonra Woody’nin cazibesi neredeyse sıfıra inmişti. Birsahnede diğer oyuncakları yataktan atar ve Slinky’ye yardıma gelmes-ini emreder. Slinky duraksayınca Woody “Senin işinin düşünmekolduğunu kim söyledi yaylı salak?” diye bağırır. Bunun üzerine Slinky,Pixar ekibinin yakında kendilerine soracakları bir soruyu sorar: “Bukovboy neden bu kadar korkutucu?” Woody’nin sesi olmayı kabuleden Tom Hanks’in bir ara haykırarak söylediği gibi: “Ne pis adammışbu!”

Kes!

Kasım 1993’e gelindiğinde Lasseter’la Pixar ekibi filmin ilk yarısınıhazırlamışlardı ve Katzenberg’le diğer Disney yöneticilerine göstermekiçin Burbank’e getirdiler. Uzun animasyon film bölümünün başı PeterSchneider, Katzenberg’in dışarıdan insanlara Disney için animasyonlaryaptırmasından asla hoşlanmamıştı; filmi seyredince berbat olduğunusöyledi ve prodüksiyonun durdurulmasını emretti. Katzenberg hem-fikirdi. “Neden bu kadar kötü?” diye sordu iş arkadaşı Tom Schumach-er’e. “Çünkü artık onların filmi değil,” diye açıkça yanıtladı Schu-macher. Sonradan şu açıklamayı yaptı: “Jeffrey Katzenberg’in not-larına uyuyorlardı ve proje tamamen raydan çıkmıştı.”

Lasseter Schumacher’in haklı olduğunu fark etti. “Orada otururken,ekrandaki şeyden epey utanıyordum,” diye anımsıyordu. “Hayatımdagördüğüm en mutsuz, en fesat karakterlerle dolu öyküydü.” Pixar’adönüp senaryoyu değiştirmesi için bir fırsat istedi Disney’den.

Jobs, Ed Catmull’la birlikte filmin yönetici yapımcılığını üstlenmişti,ama yaratıcı sürece pek karışmamıştı. Özellikle zevk anlayışı ve tas-arım konularındaki kontrol eğilimi göz önüne alındığında, kendini

339/728

böyle geride tutması Lasseter’a ve Pixar’daki diğer sanatçılara duy-duğu saygının göstergesiydi – ayrıca Lasseter’la Catmull onu dizginliy-orlardı. Ama Jobs Disney’le kurulan ilişkinin yürümesine katkıda bu-lunuyordu ve Pixar ekibi bunu takdir ediyordu. Katzenberg’le Sch-neider Oyuncak Hikâyesi’nin prodüksiyonunu durdurunca Jobs kendicebinden para vererek çalışmaların sürmesini sağladı. Ve Katzenberg’ekarşı onların tarafını tuttu. “Katzenberg Oyuncak Hikâyesi’ni berbatetti,” dedi Jobs sonradan. “Woody’nin kötü bir adam olmasını istiyorduve bizi dışlayınca biz de ona tekmeyi bastık ve ‘İstediğimiz bu değil,’deyip filmi baştan beri istediğimiz şekilde hazırladık.”

Pixar ekibi üç ay sonra yeni bir senaryoyla geldi. Woody karakteri,Andy’nin diğer oyuncaklarının zalim patronu olmaktan çıkıp bilgeliderlerine dönüşmüştü. Buzz Lightyear’ın gelmesinden sonra duyduğukıskançlık daha sempatik bir şekilde sergilendi ve Randy Newman’ın“Strange Things” şarkısı kullanıldı. Woody’nin Buzz’ı penceredendışarı ittiği sahne baştan yazıldı; bu sefer Buzz, Woody’nin bir Luxolambasıyla yaptığı (Lasseter’ın ilk kısa filmine göndermeydi bu) küçükbir numaranın yol açtığı kaza yüzünden düşüyordu. Katzenberg’in şir-keti yeni yaklaşımı onayladı ve Şubat 1994’te filmin prodüksiyonunatekrar başlandı.

Katzenberg, Jobs’ın maliyeti düşük tutma çabasından etkilenmişti.“Bütçe hazırlama sürecinin en başında bile Steve maliyetlere çok du-yarlıydı ve olabildiğince az para harcanmasını istiyordu,” diyor. AmaDisney’in kabul ettiği 17 milyon dolarlık prodüksiyon bütçesi yetersizgelmeye başlamıştı, özellikle de Katzenberg’in onları Woody’yi fazlasert kılmaya zorlamasından sonra gereken büyük revizyon yüzünden.Dolayısıyla Jobs filmi doğru düzgün tamamlamak için daha fazla paratalep etti. “Bak, bir anlaşma yaptık,” dedi Katzenberg ona. “Kontrolüsize verdik, siz de filmi teklif ettiğimiz meblağ karşılığında hazırlamayıkabul ettiniz.” Jobs küplere bindi. Katzenberg’e telefon edip duruyorduveya uçağa atlayıp onu ziyarete geliyordu; Katzenberg’in deyişiyle “sa-dece ondan beklenecek bir şekilde delice ısrarcıydı.” Jobs Disney’in

340/728

bütçeyi aşan maliyetleri karşılaması gerektiğinde, çünkü Katzenberg’inorijinal fikri berbat bir şekilde değiştirmesi yüzünden fazladan iş çık-tığında diretiyordu. “Dur bir dakika!” diye karşılık verdi Katzenberg.“Biz size yardım ediyorduk. Yaratıcılığımızdan faydalandığınız yet-medi, bir de üstüne para istiyorsunuz.” İki kontrol manyağı, kiminkime kıyak geçtiğini tartışıyorlardı.

Jobs’dan çok daha diplomatik olan Ed Catmull meseleyi halledebildi.“Ben Jeffrey’e filmin üstünde çalışan bazı insanlardan çok daha olumluyaklaşıyordum,” diyor. Ama bu olay, Jobs’ın gelecekte Disney’e karşıdaha fazla koz sahibi olmanın yollarını aramaya başlamasına yol açtı.Sadece taşeron olmaktan hoşlanmıyordu. Kontrol sahibi olmayı seviy-ordu. Dolayısıyla Pixar’ın gelecekte projelerini kendi cebindenkarşılaması ve Disney’le yeni bir anlaşma yapması gerekecekti.

Film projesi ilerledikçe Jobs heyecanlandı. Pixar’ı satmak konusundaçeşitli şirketlerle –Hallmark Cards’tan Microsoft’a dek– konuşuyordu,ama Woody ile Buzz’ın canlandırılmış hallerini gördükçe film en-düstrisinde çığır açmak üzere olduğunu fark etmeye başladı. Filminbiten sahnelerini defalarca seyrediyordu ve arkadaşlarını yenitutkusunu paylaşmaları için evine davet ediyordu. “OyuncakHikâyesi’nin gösterime girmeden önceki kaç versiyonunu izlediğimibilmiyorum bile,” diyor Larry Ellison. “Sonunda bir çeşit işkenceyedönüştü. Oraya gidip en son, %10 düzeltilmiş versiyonu izliyordum.Steve filmin –hem öykünün, hem de teknolojinin– mükemmel ol-masına kafayı takmıştı ve daha azına razı değildi.”

Jobs’ın Pixar’a yaptığı yatırımların karşılığını alabileceği hissi, Dis-ney’in onu Pocahontas’ın Ocak 1995’te Central Park’taki bir çadırdadüzenlenecek basın tanıtım galasına davet etmesiyle iyice arttı. GaladaDisney CEO’su Michael Eisner Pocahontas’ın prömiyerinin CentralPark’ın Great Lawn’unda[26], 100.000 kişinin karşısında, 80 inçlik devekranlarda yapılacağını açıkladı. Jobs muhteşem prömiyerler sahnele-mekten anlayan usta bir şovmendi, ama o bile bu plan karşısında

341/728

hayrete kapıldı. Buzz Lightyear’ın gaza getirici ünlü sözü –“sonsu-zluğa ve ötesine!”– birden kulak vermeye değer gibi görünmeyebaşladı.

Jobs o Kasım’da Oyuncak Hikâyesi’nin gösterime girecek olmasınıfırsat bilip, Pixar’ı halka açmaya karar verdi. Normalde hevesli olanyatırım bankacıları bile şüpheciydiler ve bunun işe yaramayacağınısöylediler. Pixar beş senedir para kaybediyordu. Ama Jobs kararlıydı.“Kaygılıydım ve ikinci filmimizin gösterime girmesini beklememizgerektiğini savundum,” diye anımsıyor Lasseter. “Steve ise bana kulakasmadı ve paraya ihtiyacımız olduğunu, çünkü filmlerimizin parasınınyarısını verip Disney’le aramızdaki anlaşmayı değiştirmemiz gerek-tiğini söyledi.”

Sonsuzluğa!

Kasım 1995’te Oyuncak Hikâyesi’nin iki prömiyeri yapıldı. Disneybirini Los Angeles’taki büyük ve eski bir sinema salonu olan El Capit-an’da organize etti ve yan tarafa film karakterlerini içeren bir eğlenceevi kurdu. Pixar’a bir avuç davetiye verildi, ama o akşamki prömiyerve ünlü davetliler listesi Disney’in eseriydi; Jobs gitmedi bile. Bununyerine ertesi gece San Francisco’daki benzer bir sinema salonu olanRegency’yi kiraladı ve kendi prömiyerini düzenledi. Davetliler TomHanks’le Steve Martin yerine Silikon Vadisi’nin ünlüleriydiler: LarryEllison, Andy Grove, Scott McNealy ve tabii ki Steve Jobs. BununJobs’ın şovu olduğu belliydi; sahneye çıkıp filmi tanıtan Lasseter değilkendisi oldu.

Birbirine rakip bu iki prömiyer çözümlenmemiş bir meseleye dikkatçekti. Oyuncak Hikâyesi bir Disney filmi miydi, yoksa Pixar filmimiydi? Pixar Disney’in film yapmasına yardım eden bir taşeron ani-masyon şirketi miydi sadece? Yoksa Disney Pixar’ın filmlerini göster-ime sokmasına yardım eden bir dağıtımcı ve pazarlamacı mıydı sa-dece? Doğru yanıt ikisinin arasında bir yerdeydi. Mesele işin içindeki

342/728

egoların, özellikle de Michael Eisner ve Steve Jobs’ın böyle bir or-taklık kurup kuramayacaklarıydı.

Oyuncak Hikâyesi’nin müthiş bir gişe başarısı elde etmesi ve eleştir-menlerce çok beğenilmesi, meseleyi iyice ciddileştirdi. Film ilk haf-tasında Amerika’da 30 milyon dolar hasılat elde ederek maliyetiniçıkardı ve ardından senenin en yüksek hasılatlı filmi oldu –BatmanDaima’yı ve Apollo 13’ü geçti–; Amerika’da 192 milyon dolar,dünyadaysa toplam 362 milyon dolar hasılat elde etti. Eleştirileri takipeden Rotten Tomatoes’a göre, filmi değerlendiren 73 eleştirmendentamamı olumlu sözler sarf etti. Time’dan Richard Corliss filme “yılınen yaratıcı komedisi” derken, Newsweek’ten David Ansen“olağanüstü” olduğunu söyledi; New York Times’tan Janet Maslin isefilmi “iki kademeli Disney geleneğini en iyi şekilde barındıran, inanıl-mayacak kadar zekice bir eser” olarak değerlendirip hem çocuklara,hem de yetişkinlere önerdi.

Jobs için tek sorun Maslin gibi eleştirmenlerin Pixar’a dikkat çekmekyerine “Disney geleneği”nden bahsetmeleriydi. Hatta kadının eleştir-isinde Pixar’ın adı bile geçmiyordu. Jobs bu algının değiştirilmesigerektiğini biliyordu. John Lassater’le birlikte Charlie Rose Şov’akatıldığında Oyuncak Hikâyesi’nin bir Pixar filmi olduğunu vurguladıve hatta yeni bir stüdyonun tarihi bir şekilde doğduğunu söyledi.“Pamuk Prenses’in gösterime girmesinden beri belli başlı bütün stüdy-olar animasyon işine girmeye çalıştılar ve Disney hit bir animasyonfilm üretebilen tek stüdyoydu şimdiye kadar,” dedi Rose’a. “Pixar isebunu başarabilen ikinci stüdyo oldu.”

Jobs Disney’in sadece bir Pixar filminin distribütörü olduğunu vur-gulamaya özen gösterdi. “‘Asıl işi biz Pixar’dakiler yaptık, siz Dis-ney’dekilerse boktansınız,’ deyip duruyordu,” diye anımsıyor MichaelEisner. “Oysa Oyuncak Hikâyesi bizim sayemizde başarılı oldu. Filminşekillendirilmesine katkıda bulunduk ve filmi hit yapmak için tüketicipazarlamacılarımızdan Disney Kanalı’na dek bütün bölümlerimizi

343/728

devreye soktuk.” Jobs temel meselenin –filmin kime ait olduğumeselesinin– ağız dalaşıyla değil, ancak sözleşmeyle çözülebileceğinekarar verdi. “Oyuncak Hikâyesi’nin başarısından sonra,” dedi, “sırf kir-alık çalışmak yerine stüdyo kuracaksak Disney’le yeni bir anlaşmayapmamız gerektiğini fark ettim.” Ama Disney’le eşit koşullardamasaya oturabilmeleri için Pixar’ın ortaya para koyması gerekiyordu.Bunun için de başarılı bir İHA gerekiyordu.

Halka arz Oyuncak Hikâyesi’nin gösterime girmesinden tam bir haftasonra gerçekleşti. Filmin başarılı olacağını tahmin ederek riske girenJobs, bu sayede turnayı gözünden vurdu. Apple İHA’sında olduğu gibi,sabah saat 7’de, baş İHA organizatörünün San Francisco ofisinde birkutlama yapılması planlandı. Başta ilk hisselerin 14 dolar civarındansatılmaları kararlaştırmıştı, satılmaları garanti olsun diye. Jobs ise 22dolardan satılmalarında diretti; böylece çok satarlarsa şirket daha fazlapara elde edecekti. Sonuç Jobs’ın en çılgınca hayallerinin bile ötesindeoldu. İHA Netscape’i geçerek yılın en büyük İHA’sı oldu. Hisselerinfiyatı ilk yarım saatte 45 dolara fırladı ve çok fazla alım emrigeldiğinden satışların ertelenmesi gerekti. Fiyat iyice yükselip 49dolara çıktıktan sonra günü 39 dolardan kapadı.

Jobs o senenin başında Pixar’a bir alıcı bulmayı umuyordu ve amacıharcadığı 50 milyon doları geri almaktı sadece. O günün sonundaysa,elinde tuttuğu hisseler –şirketin %80’i– bunun yirmi katından fazla,tam 1,2 milyar dolar ediyordu. Jobs’ın Apple 1980’de halkaaçıldığında kazandığı paranın aşağı yukarı beş misliydi bu. Ama JobsNew York Times’tan John Markoff’a paranın kendisi için çok önemliolmadığını söyledi. “Geleceğimde yatlar yok,” dedi. “Bu işi asla paraiçin yapmadım.”

İHA’nın başarısı, Pixar’ın artık filmlerini finanse etmek için Dis-ney’e mahkûm olmayacağı anlamına geliyordu. Tam da Jobs’ın is-tediği kozdu bu. “Artık filmlerimizin maliyetinin yarısını karşılayabile-cek durumda olduğumuzdan, kârın yarısını isteyebilirdim,” diye

344/728

anımsıyordu. “Ama daha da önemlisi, ortak markalama istiyordum.Bunlar Disney filmleri kadar Pixar filmleri de olacaklardı.”

Jobs uçağa atlayıp Eisner’la öğle yemeği yemeye gitti; Eisner onunküstahlığına afalladı. Üç filmlik bir anlaşmaları vardı ve Pixar sadecebir tane yapmıştı. İki tarafın da kendi nükleer silahları vardı. Katzen-berg, Eisner’la tartıştıktan sonra Disney’den ayrılmıştı; Steven Spiel-berg ve David Geffen’le birlikte DreamWorks SKG’yi kurmuştu. Jobseğer Eisner Pixar’la yeni bir anlaşma yapmaya yanaşmazsa, üç filmliksözleşmenin bitiminde Pixar’ın başka bir stüdyoya, örneğin Katzen-berg’inkine gideceğini söyledi. Eisner ise bu durumda Disney’inWoody’yi, Buzz’ı ve Lasseter’ın yarattığı bütün karakterleri kullanarakOyuncak Hikâyesi’nin devam filmlerini çekebileceği tehdidini savurdu.“Bu çocuklarımızı taciz etmek gibi olurdu,” diye anımsıyordu Jobssonradan. “John bu olasılığı düşününce ağlamaya başladı.”

Sonra uzlaşmaya karar verdiler. Eisner Pixar’ın gelecekteki filmlerinmaliyetinin yarısını karşılamasını ve buna karşılık kârın yarısını al-masını kabul etti. “Çok fazla hitimiz olacağını sanmıyordu, dolayısıylakâra geçtiğini düşünüyordu,” dedi Jobs. “Bu bizim için çok iyi oldu,çünkü Pixar kapalı gişe oynayan on film yaptı peş peşe.” Ortakmarkalama konusunda da anlaştılar, ayrıntıları epey tartışsalar da. “Ofilmlerin Disney filmleri olacağını, dolayısıyla onları Disney’in sun-ması gerektiğini savunuyordum, ama sonunda pes ettim,” diye anım-sıyordu Eisner. “Disney yazısının karakter boyutunu, Pixar yazısınınboyutunu tartışmaya başladık dört yaşındaki çocuklar gibi.” Ama1997’nin başında sözleşme imzaladılar –on yılda yapılacak beş filmiçin– ve hatta arkadaş olarak ayrıldılar, en azından o an için. “Eisner ozamanlar bana makul ve adil davranıyordu,” dedi Jobs sonradan. “Amageçen on yıl içinde onun karanlık bir adam olduğu sonucuna vardım.”

Jobs Pixar hissedarlarına yazdığı bir mektupta, Disney ile üretilenbütün filmlerde –aynı zamanda reklamlarda ve oyuncaklarda– ortakmarkalamaya sahip olma hakkını kazanmanın, anlaşmanın en önemli

345/728

kısmı olduğunu söyledi. “Pixar’ın Disney kadar güvenilir bir markayadönüşmesini istiyoruz,” diye yazdı. “Ama Pixar’ın bu güveni kazan-ması için, müşterilerin filmleri Pixar’ın yarattığını bilmeleri gerekiy-or.” Jobs muhteşem ürünler yaratmakla meşhur biriydi. Ama markadeğeri yüksek büyük şirketler kurma yeteneği de bir o kadar önemliydi.Döneminin en iyi şirketlerinden ikisini kurdu – Apple’ı ve Pixar’ı.

346/728

22. Bölümİkinci Geliş

Ne Vahşi Canavar, Son Saati Geldi Nihayet...

Steve Jobs, 1996

Dağılış

Jobs 1988’de NeXT bilgisayarı tanıttığında insanlar heyecanlanmıştı.Ama bilgisayar ertesi sene nihayet piyasaya sürüldüğünde bu heyecandindi. Jobs’ın basını büyüleme, sindirme ve kandırma taktikleri işeyaramamaya başladı ve şirketin sorunlarıyla ilgili haberler yayınlandı.“Endüstrinin karşılıklı değiştirilebilir sistemlere yöneldiği bir zamandaNeXT diğer bilgisayarlarla uyumlu değil,” diye yazdı A.P.’den BartZiegler. “NeXT’te çalıştırılabilecek yazılımların sayısının göreceliazlığı müşterileri soğutuyor.”

NeXT yeni bir kategoride, iş istasyonunun gücüyle kişisel bilgisa-yarın dostaneliğini isteyen insanlara yönelik kişisel iş istasyonu kat-egorisinde lider olmaya çalıştı. Ama bu müşteriler artık hızla büyüyenSun’a yönelmişlerdi. NeXT’in 1990’daki geliri 28 milyon dolardı; Sunise o yıl 2,5 milyar dolar kazandı. IBM NeXT yazılımı lisans an-laşmasını iptal edince Jobs mizacına ters bir şey yapmak zorunda kaldı:Donanımla yazılımın bütünsel bir şekilde bağlantılı olmaları

gerektiğine inanmasına karşın, NeXTSTEP işletim sisteminin diğer bil-gisayarlarda kullanılmasına izin vermeyi Ocak 1992’de kabul etti.

Jobs’ı savunanlardan biri, Apple’da onunla sürtüşmüş olan ve sonrakendisi de alaşağı edilen Jean-Louis Gassée’ydi. Bir yazısında NeXTürünlerinin son derece yaratıcı olduklarından bahsetti. “NeXT birApple olmayabilir,” dedi Gassée, “ama Steve hâlâ Steve.” Birkaç günsonra evinin kapısı çalındı ve karısı kapıyı açtıktan sonra koşarak üstkata çıkıp Gassée’ye Jobs’ın kapının önünde durduğunu haber verdi.Jobs Gassée’ye yazısı için teşekkür etti ve onu bir etkinliğe davet etti:Jobs ve Intel’den Andy Grove, NeXTSTEP’in IBM/Intel platformunataşınacağını birlikte açıklayacaklardı. “Steve’in babası Paul Jobs’ınyanında oturdum; etkileyici, onurlu bir adamdı,” diye anımsıyorGassée. “Zor bir evlat yetiştirmişti, ama oğlunu sahnede AndyGrove’un yanında görmekten gurur duyuyordu.”

Bir yıl sonra Jobs bir sonraki, kaçınılmaz adımı attı: Donanım üret-meyi tamamen bıraktı. Pixar’da donanım üretmekten vazgeçmesi gibiacı verici bir karardı bu. Ürünlerini her yönüyle önemserdi, ama don-anıma özellikle tutku duyuyordu. Muhteşem tasarımlar onu şevklendi-rirdi; üretimin ayrıntılarına kafayı takardı ve robotlarının kusursuzmakinelerini üretmesini saatlerce seyrederdi. Ama artık işçilerininyarısından fazlasını işten çıkarması, sevgili fabrikasını Canon’a satması(Canon şık mobilyaları açık arttırmayla sattı) ve sıradan makine üreti-cilerine işletim sistemi lisansı satmaya çalışan bir şirketle idare etmesigerekiyordu.

1990’ların ortalarında Jobs artık yeni aile hayatından ve film piyas-asındaki şaşırtıcı başarısından az çok haz alsa da, kişisel bilgisayar en-düstrisinin durumu karşısında umutsuzluğa kapılmıştı. “Yenilik diyebir şey kalmadı,” dedi 1995’in sonunda, Wired’dan Gary Wolf’a. “Mi-crosoft çok az yenilik getirererek piyasaya hâkim oldu. Apple kaybetti.Masaüstü pazarı karanlık bir çağa girdi.”

348/728

O sıralar Anthony Perkins’e ve Red Herring editörlerine verdiği birröportajda da karamsardı. Önce kişiliğinin “Kötü Steve” yönünü ser-giledi. Perkins’le iş arkadaşlarının gelmelerinden kısa süre sonra Jobs“yürüyüş yapmak” için arka kapıdan çıkıp gitti ve 45 dakika geri dön-medi. Derginin fotoğrafçısı fotoğraf çekmeye başlayınca, Jobs kadınıalaycı bir dille durdurdu. Perkins sonradan şöyle dedi: “Deliliğininkaynağı manipülasyon muydu, bencillik miydi yoksa düpedüz kabalıkmıydı anlayamadık.” Jobs nihayet röportaja başladığında, webingelişiminin Microsoft’un egemenliğini pek durdurmayacağını söyledi.“Windows kazandı,” dedi. “Maalesef Mac’i yendi, UNIX’i yendi, OS/2’yi yendi. Onlardan daha kötü olan bir ürün kazandı.”

NeXT’in entegre bir donanım/yazılım ürününü satamaması Jobs’ıntüm felsefesine gölge düşürdü. “Apple’daki formülü uygulamayaçalışmamız, donanımla yazılımı birlikte üretmemiz hataydı,” dedi1995’te. “Bence dünyanın değiştiğini fark etmeli ve sadece bir yazılımşirketi olmalıydık.” Ama ne kadar uğraşırsa uğraşsın, bu yaklaşım onuheyecanlandırmıyordu. Müşterilerin bayılacağı muhteşem uçtan ucaürünler yapmak yerine, NeXT yazılımını çeşitli donanım platform-larına yükleyecek şirketlere yenilikçi yazılımlar satmaya çalışmayamahkûmdu artık. “İstediğim bu değildi,” dedi sonradan esefle.“Bireylere ürün satamamak çok canımı sıkıyordu. Bu dünyaya şir-ketlere yenilikçi ürünler satmaya ve yazılımlarımın başkalarının berbatdonanımlarında kullanılmasına izin vermeye gelmedim ben. Bunu aslasevmedim.”

Apple Düşüşte

Jobs’ın alaşağı edilmesinden sonraki birkaç yıl boyunca Apple mas-aüstü yayıncılık piyasasındaki geçici egemenliği sayesinde kâr marjınıyüksek tutabildi. 1987’de kendini dahi gibi hisseden John Sculley şim-di utandırıcı görünen bir dizi açıklama yaptı. “Jobs Apple’ın muhteşembir tüketici ürünleri şirketi olmasını istiyordu,” diye yazdı Sculley. “Budelice bir plandı... Apple asla bir tüketici ürünleri şirketi olamazdı...

349/728

Gerçekliği dünyayı değiştirme hayallerimize uyduramayız... Yüksekteknoloji, bir tüketici ürünü olarak satılacak şekilde pazarlanamaz.”

Afallayan Jobs, Sculley’nin yönetimindeki Apple’ın 1990’larınbaşlarında pazar payını ve gelirlerini giderek yitirmesiyle birlikte sinir-lenmeye ve horgörü duymaya başladı. “Sculley ahlâksız insanlar ge-tirip ahlâksızca ilkeler koyarak Apple’ı mahvetti,” dedi Jobs sonradanesefle. “Ortaya muhteşem ürünler koymaktan çok para kazanmakla–temelde kendileri için– ilgileniyorlardı.” Jobs, Sculley’nin kârtutkusunun pazar payının artmasını engellediği kanısındaydı. “Macin-tosh Microsoft’a yenildi, çünkü Sculley ürünü geliştirmek ve makul birfiyattan satmak yerine olabildiğince kâr etmekte diretti.”

Microsoft’un Macintosh’un grafik kullanıcı arayüzünü taklit etmesibirkaç sene almıştı, ama 1990’larda bu taklidi Windows 3.0 adıyla piy-asaya sürüp, masaüstü pazarının hâkimi olma yolunda ilerlemeyebaşladı. Ağustos 1995’te piyasaya sürülen Windows 95 tüm zaman-ların en başarılı işletim sistemi oldu ve Macintosh’un satışları epeyazalmaya başladı. “Microsoft’un tek yaptığı başka insanların ürünlerinitaklit etmekti, sonra da azimli davrandı ve IBM uyumluluğundan fay-dalandı,” dedi Jobs sonradan. “Apple başına gelenleri hak etti. Ben git-tikten sonra yeni bir şey icat etmedi. Mac pek gelişmedi. Microsoft içinkolay bir rakipti.”

Apple’a sinirlendiği, Stanford Business School öğrenci kulübü içinbir öğrencinin evinde yaptığı konuşmasından anlaşılıyordu; öğrenciondan bir Macintosh klavyesini imzalamasını istedi. Jobs kendisininşirketten ayrılmasından sonra eklenen tuşları çıkarabilirse imzaatacağını söyledi. Araba anahtarlarını alıp, bir zamanlar yasakladığıdört imleç tuşunu ve ayrıca en tepedeki “F1, F2, F3...” diye sıralanmışişlev tuşlarını çıkardı. “Bu klavyeleri teker teker değiştirerek dünyayıdeğiştireceğim,” dedi soğukça. Sonra da mahvettiği klavyeyi imzaladı.

Jobs 1995 Noeli’nde Hawaii’deki Kona Village’da yaptığı tatilde birarkadaşıyla, ele avuca sığmaz Oracle başkanı Larry Ellison’la

350/728

kumsalda yürüyüşe çıktı. Apple’ı satın almayı ve başına Jobs’ıgeçirmeyi konuştular. Ellison 3 milyar dolar verebileceğini söyledi.“Apple’ı satın alırım, sen CEO olduğun için hisselerin %25’ini alırsın,sonra da şirkete eski ihtişamını geri kazandırırız.” Ama Jobs kabul et-medi. “Saldırgan iktisaptan hazzetmem,” diye açıkladı. “Ama beni geriçağırsalar kabul edebilirim, o ayrı.”

Apple’ın 1980’lerin sonlarında %16 olan pazar payı 1996’da %4’edüşmüştü. 1993’te Sculley’nin yerine geçen Michael Spindler şirketiSun’a, IBM’e ve Hewlett-Packard’a satmaya çalıştı. Başaramadı veŞubat 1996’da yerine National Semiconductor’ın CEO’su olanaraştırma mühendisi Gil Amelio getirildi. Amelio’nun ilk senesindeşirket 1 milyar dolar kaybetti ve 1991’de 70 dolar olan hisse fiyatı 14dolara düştü; oysa o sıralar teknoloji balonu diğer hisseleri uçuruyordu.

Amelio Jobs’tan hazzetmiyordu. 1994’te, Amelio’nun Apple yönetimkuruluna seçilmesinden hemen sonra tanışmışlardı. Jobs onu arayıp“Gelip seninle görüşmek istiyorum,” demişti. Amelio onu NationalSemiconductor’daki ofisine davet etti ve Jobs’ın gelişini ofisinin camduvarından seyretti. “Jobs kaçamak dövüşen agresif, endamlı bir bok-söre ya da avının üstüne atlamaya hazır bir orman kedisine benziy-ordu,” dedi Amelio sonradan. Jobs birkaç dakikalık hoşbeşten sonra–ki onun için normalden çok daha uzun bir süreydi–, gelme sebebiniaçıklayıverdi. Tekrar Apple CEO’su olmak için Amelio’dan yardım is-tedi. “Apple’daki askerleri harekete geçirebilecek tek bir kişi var,” dediJobs, “şirketi düzeltebilecek tek bir kişi var.” Macintosh’un devrininkapandığını ve Apple’ın bir o kadar yaratıcı, yeni bir ürün ortayakoymasının zamanının geldiğini savundu.

“Mac öldüyse yerine ne geçecek?” diye sordu Amelio. Jobs’tanaldığı yanıttan etkilenmedi. “Steve doğru dürüst yanıt vermedi,” dediAmelio sonradan. “Yuvarlak konuşuyordu.” Amelio Jobs’ın gerçekliğiçarpıtma sahasına tanık olduğunu hissetti ve ondan etkilenmediği içingurur duydu. Jobs’ı ofisinden kabaca kovdu.

351/728

Amelio 1996 yazında ciddi bir sorunla karşı karşıya olduğunu farketti. Apple umutlarını Copland adlı yeni bir işletim sistemi yaratmayabağlamıştı; ama Amelio CEO olduktan kısa süre sonra, tanıtımı yapılanama henüz piyasaya sürülmemiş bu işletim sisteminin Apple’ın dahaiyi bilgisayar ağı ve bellek koruması gereksinimini karşılamayacak birbalon olduğunu ve açıklananın aksine 1997’de piyasaya sürülmeyehazır olmayacağını keşfetti. Amelio kısa sürede bir alternatif bu-lacağını açıkladı. Mesele şuydu ki alternatifi yoktu.

Yani Apple’a stabil ve tercihen Unix’e benzeyen, nesne odaklı uygu-lama katmanına sahip bir işletim sistemi hazırlayabilecek bir ortakgerekiyordu. Böyle bir yazılımı hazırlayabilecek bariz bir şirket vardı–NeXT–, ama Apple’ın o yöne bakması zaman alacaktı.

Apple başta Jean-Louis Gassée’nin kurduğu Be şirketinde odaklandı.Gassée Be’nin Apple’a satılması için pazarlığa başladı, ama Ağustos1996’da Amelio’yla Hawaii’de yaptığı bir görüşmede şansını fazla zor-ladı. 50 kişilik ekibini Apple’a getirmek istediğini ve şirketin %15’ini(ki değeri 500 milyon dolar civarıydı) istediğini söyledi. Amelio afal-lamıştı. Apple Be’ye 50 milyon dolar civarı değer biçmişti. Birkaçtekliften ve karşı tekliften sonra, Gassée 275 milyon dolardan aşağı in-meyi reddetti. Apple’ın başka seçeneği olmadığını düşünüyordu.Amelio Gassée’nin “Onları taşaklarından tuttum ve acıtana kadarsıkacağım,” dediğini başkalarından işitti. Bu hoşuna gitmedi.

Apple’ın baş teknoloji sorumlusu Ellen Hancock, Sun’ın Unix tabanlıişletim sistemi Solaris’i kullanmalarını savundu, Solaris’in henüz kul-lanıcı dostu bir arayüze sahip olmamasına karşın. Amelio Microsoft’unWindows NT’sini kullanmayı düşündü tuhaf bir şekilde; bu işletim sis-temi yüzeysel olarak, Mac’e benzeyecek şekilde değiştirilebilirdi veWindows kullanıcıları için erişilebilir olan çok sayıda yazılımla uy-umlu olurdu. Anlaşmaya hevesli olan Bill Gates, Amelio’yu bizzat ara-maya başladı.

352/728

Bir seçenek daha vardı elbette. İki yıl önce, Macworld dergisi köşeyazarı (ve eski Apple yazılım pazarlamacısı) Guy Kawasaki bir basınduyurusu parodisi yayınlayarak, Apple’ın NeXT’i satın aldığı ve Jobs’ıCEO’luğa getirdiği şakasını yapmıştı. Bu yazıda Mike Markkula’nınJobs’a şunu sorduğu söyleniyordu: “Hayatının geri kalanını Unix’in al-lanıp pullanmış halini satarak mı geçirmek istersin, yoksa dünyayıdeğiştirmek mi?” Jobs ise teklifi kabul ediyor ve “Artık baba olduğum-dan, daha düzenli bir gelir kaynağına ihtiyacım var,” diyordu. Duy-uruda “Jobs’ın NeXT deneyimi sayesinde Apple’da daha alçakgönüllüolacağı,” söyleniyordu. Basın duyurusunda yapılan bir alıntıda BillGates, artık Jobs’ın Microsoft’un kopyalayabileceği yeni ürünleryaratacağını söylüyordu. Bu basın duyurusu baştan aşağı şakaydı el-bette. Ama şakaların gerçeğe dönüşme alışkanlığı vardır tuhaf birşekilde.

Cupertino’ya Gitmek

“Steve’i arayıp bu konuyu konuşacak kadar yakından tanıyan varmı?” diye sordu Amelio personeline. İki yıl önce Jobs’la yaptığıgörüşme kötü bittiğinden, Jobs’ı bizzat aramak istemiyordu. Amasonunda bunu yapmasına gerek kalmadı. Apple NeXT’ten sinyaller al-maya başlamıştı bile. NeXT’teki bir orta düzey ürün pazarlamacı olanGarrett Rice, Jobs’a sormadan Ellen Hancock’u aramış ve yazılım-larına göz atmak isteyip istemediğini sormuştu. Hancock onunlagörüşecek birini gönderdi.

1996’nın Şükran Günü’ne gelindiğinde iki şirket orta düzeykonuşmalara başlamışlardı ve Jobs doğrudan Amelio’yu aradı.“Japonya’ya gidiyorum, ama bir hafta sonra döneceğim ve döner dön-mez seninle görüşmek istiyorum,” dedi Jobs. “Karşılıklı konuşmadankarar verme.” Amelio, Jobs’la daha önce yaşadığı deneyime karşın,onun aramasına çok sevindi ve onunla birlikte çalışma ihtimaliheyecanlanmasına yol açtı. “Steve’in beni araması, büyük bir şişedolusu yıllanmış şarabın kokusunu içime çekmek gibiydi,” diye

353/728

anımsıyordu. Karşılıklı konuşmalarından önce Be’yle ya da başka birşirketle anlaşma yapmayacağına söz verdi.

Jobs için Be’yle arasındaki rekabet hem mesleki, hem de kişiseldi.NeXT başarısız oluyordu ve Apple tarafından satın alınması, cazip bircan simidi olurdu. Ayrıca Jobs bazen epey kinci olabiliyordu ve Gasséelistesinin neredeyse en tepesindeydi, Sculley’den bile yukarıdaydı.“Gassée cidden kötü bir adam,” dedi Jobs sonradan. “Hayatımdatanıdığım insanlar arasında gerçekten kötü diyebileceğim birkaçkişiden biri. 1985’te beni sırtımdan bıçakladı.” Sculley ise en azındanJobs’ı göğsünden bıçaklayacak kadar centilmendi.

Steve Jobs 2 Aralık 1996’da Apple’ın Cupertino’daki merkezine, onbir yıl önce kovulmasından beri ilk kez ayak bastı. Yöneticilere ait to-plantı odasında Amelio ve Hancock’la, NeXT’in satılması konusundagörüştü. Bir kez daha oradaki beyaztahtayı kullanmaya başladı; bu kezNeXT’in kuruluşundan beri görülen dört bilgisayar sistemi dalgasından(en azından iddiası buydu) bahsetti. Be’nin işletim sisteminin tamam-lanmadığını ve NeXT’inki kadar gelişkin olmadığını savundu. Saygıduymadığı iki insana konuşmasına karşın ikna ediciliğinin dor-uğundaydı. Mütevazılık rolü yapmakta özellikle ustaydı. “Herhaldetamamen çılgınca bir fikirdir,” dedi, “ama istediğiniz her anlaşmayavarım – yazılımın lisansını verebilirim, şirketi satabilirim, ne istersen-iz.” Aslında her şeyi satmak istiyordu ve bunu sağlamaya çalıştı.“Yakından bakınca yazılımımdan fazlasını isteyeceksiniz,” dedi onlara.“Bütün şirketi, tüm personeliyle birlikte almak isteyeceksiniz.”

“Baksana Larry, Apple’ı satın almadan oraya geri dönüp tekraryönetmemin bir yolunu buldum galiba,” dedi Jobs Ellison’a,Hawaii’deki Kona Village’da yaptıkları uzun bir yolculukta; o Noel’deikisi de oraya gitmişlerdi. Ellison şöyle anımsıyordu: “Stratejisini açık-ladı: Apple’ın NeXT’i satın almasını sağlayacaktı, sonra da yönetimkuruluna girecekti ve bunun bir adım ötesi CEO’luktu.” Ellison Jobs’ınönemli bir noktayı gözden kaçırdığını düşündü. “Ama Steve,

354/728

anlamadığım bir şey var,” dedi. “Şirketi satın almazsak nasıl parakazanacağız?” Hedeflerinin birbirinden ne kadar farklı olduğunu anım-satan bir sözdü bu. Jobs elini Ellison’ın sol omzuna koydu, onu burun-ları neredeyse birbirine değecek kadar yakına çekti ve dedi ki: “Larry,arkadaşın olmamın gerçekten önemli olmasının sebebi bu. Senin dahafazla paraya ihtiyacın yok.”

Ellison karşılık olarak neredeyse sızlandığını anımsıyordu. “Eh,paraya ihtiyacım olmayabilir, ama neden o parayı Fidelty’deki fonyöneticisinin teki alsın ki? Neden başkası alsın? Neden bizalmayalım?”

“Apple’a geri dönmem durumunda şirketin hisselerine sahipolmamamızın etik açıdan bana avantaj yaratacağına inanıyorum,” diyekarşılık verdi Jobs.

“Steve, senin bu etik avantajın epey tuzluya patlar,” dedi Ellison.“Bak Steve, sen en iyi dostumsun ve Apple senin şirketin; ne istersenyaparım.” Her ne kadar Jobs sonradan o sıralar Apple’ı ele geçirmeplanları kurmadığını söylese de, Ellison bunun kaçınılmaz olduğukanısındaydı. “Amelio’yla yarım saatten fazla zaman geçiren herkes,onun kendini mahvetmekten başka bir şey yapamayacağını görebi-lirdi,” dedi sonradan.

NeXT’le Be’nin arasındaki büyük kapışma 10 Aralık’ta, PaloAlto’daki Garden Court Oteli’nde, Amelio’yla Hancock’un ve başkaaltı Apple yöneticisinin karşısında gerçekleşti. Önce NeXT başladı;Avie Tevanian yazılımı gösterirken Jobs hipnotize edici pazar-lamacılığını sergiledi. Yazılımın ekranda aynı anda dört video klipoynatabildiğini, multimedya yaratabildiğini ve internete bağlanab-ildiğini gösterdiler. “Steve NeXT işletim sistemini müthiş bir şekildetanıttı,” dedi Amelio. “Sistemin artılarını överken sanki Olivier’ninMacbeth performansından bahsediyordu.”

355/728

Sonra Gassée konuşmaya başladı, ama sanki anlaşma zaten çantadakeklikmiş gibi davranıyordu. Yeni bir sunum yapmadı. Apple ekibininBe işletim sisteminin neler yapabildiğini zaten bildiğini söylemekleyetindi ve başka soruları olup olmadığını sordu. Kısa bir konuşmaydı.Gassée sunum yaparken Jobs’la Tevanian Palo Alto sokaklarındagezindiler. Bir süre sonra, toplantılarda bulunmuş bir Apple yöneti-cisiyle karşılaştılar. “Siz kazanacaksınız,” dedi adam onlara.

Tevanian bunun sürpriz olmadığını söyledi sonradan. “Teknolojimizdaha iyiydi, çözümümüz eksiksizdi ve bizde Steve vardı.” AmelioJobs’ı geri getirmenin iki ucu keskin bir kılıç olduğunu biliyordu, amaaynı şey Gassée’yi geri getirmek için de geçerliydi. Eski günlerdenkalma Macintosh veteranlarından biri olan Larry Tesler, Amelio’yaNeXT’i seçmesini tavsiye etti, ama şunu ekledi: “Hangi şirketiseçersen seç, birisi senin işini elinden alacak; ya Steve ya da Jean-Louis.”

Amelio Jobs’ı seçti. Onu aradı ve Apple yönetim kurulundan onunlaNeXT’in satın alınması konusunda pazarlık yapması için yetki vermel-erini istemeyi planladığını söyledi. Bu toplantıda bulunmak istermiydi? Jobs evet dedi. Toplantı odasına girip de Mike Markkula’yıgörünce duygusal bir an yaşandı. Bir zamanlar akıl hocası ve babafigürü olan Markkula’nın orada, 1985’te Sculley’nin tarafını tut-masından beri konuşmamışlardı. Jobs gidip onun elini sıktı. SonraTevanian’dan ya da başka birinden destek almadan NeXT’i tanıttı.Konuşması bittiğinde yönetim kurulu tamamen ikna olmuştu.

Jobs Amelio’yu Palo Alto’daki evine davet etti, dostça bir ortamdapazarlık edebilmeleri için. Amelio klasik 1973 Mercedes’iyle gelinceJobs etkilendi. O arabayı beğendi. Nihayet tadilatı bitmiş olan mutfağageçtiklerinde Jobs ocağa çay koydu, sonra da açık pizza fırınınınönündeki ahşap masaya oturdular. Para meselesini çabucak hallettiler;Jobs Gassée’nin yaptığı hataya düşüp de abartmak niyetinde değildi.Apple’ın NeXT için hisse başına 12 dolar ödemesini önerdi. Böylece

356/728

ortaya 500 milyon dolar gibi bir meblağ çıkıyordu. Amelio bunu fazlayüksek buldu. Hisse başına 10 dolar, yani toplam 400 milyon dolarcivarı önerdi. Be’nin tersine NeXT’in tamamlanmış bir ürünü, gelirlerive çok iyi bir ekibi vardı; ama Jobs yine de bu karşı teklife sevindi. He-men kabul etti.

Jobs’ın nakit istemesi sorun oldu. Amelio onun “bu yola başkoyması” ve hisselerini en az bir sene satmamayı kabul etmesi gerek-tiğini söylüyordu. Jobs buna direndi. Sonunda uzlaştılar. Jobs 120milyon dolar nakit ve 37 milyon dolarlık hisse alacaktı ve hisselerini enaz altı ay satmayacaktı.

Jobs her zamanki gibi konuşmalarının bir kısmını yürüyerek yapmakistedi. Palo Alto’da gezinirlerken, Apple’ın yönetim kuruluna girmekistediğini söyledi. Amelio bunu reddetmeye çalıştı, geçmişte yaşanantatsız olaylar yüzünden biraz daha beklemesinin iyi olacağını söyledi.“Gil, beni cidden üzüyorsun,” dedi Jobs. “Bu şirket benimdi. Sculley’leyaşadığım o korkunç günden beri kendi şirketimden dışlandım.”Amelio onu anladığını, ama yönetim kurulunun ne isteyeceğine eminolmadığını söyledi. Jobs’la pazarlığa başlamadan hemen önce,“mantığının sesini dinlemeye” ve “Jobs’ın karizmasına kapılmamaya”karar vermişti. Ama o yürüyüş sırasında o da birçok kişi gibi Jobs’ıngüç alanının etkisine kapıldı. “Steve enerjisiyle ve şevkiyle kanımagirdi,” diye anımsıyordu.

Uzun sokakları birkaç kez turladıktan sonra eve geri döndüklerindeLaurene’le çocuklar da eve yeni gelmişlerdi. Kolay geçen pazarlığı hepbirlikte kutladılar, sonra da Amelio Mercedes’ine binip gitti. “Banaömür boyu dostmuşuz gibi hissettirdi,” diye anımsıyordu Amelio. Jobssahiden de insanlara bunu hissettirebiliyordu. Sonradan, Jobs’ın onunalaşağı edilmesini sağlamasının ardından, Amelio Jobs’ın o günkü dos-taneliğini anımsayacak ve “Bunun son derece karmaşık bir kişiliğin sa-dece bir yönü olduğunu acı verici bir şekilde keşfedecektim,” diyecektiesefle.

357/728

Amelio Gassée’ye Apple’ın NeXT’i satın alacağını bildirdiktensonra, daha da rahatsız edici bir işe yöneldi: Haberi Bill Gates’e ver-meye. “Alt üst oldu,” diye anımsıyordu Amelio. Gates Jobs’ın bubaşarısını saçma bulmuştu, ama belki de şaşırmamıştı. “Steve Jobs’ınelinde bir şey var mı sanıyorsun cidden?” diye sordu Gates Amelio’ya.“Onun teknolojisini biliyorum, UNIX’in allanıp pullanmış hali sadeceve sizin makinelerde asla çalışmaz.” Jobs gibi Gates de konuştukça sin-irlenebiliyordu ve Amelio onun iki üç dakika hiç durmadankonuştuğunu anımsıyor. “Steve’in teknolojiden hiç anlamadığını an-lamıyor musun? Muhteşem bir pazarlamacıdan başka bir şey değil o.Bu kadar salakça bir karar verdiğine inanamıyorum... Steve mühendis-likten hiç anlamaz ve söyledikleriyle düşündüklerinin %99’u yanlıştır.O işe yaramaz şirketi niye satın alıyorsun ki?”

Yıllar sonra bu konuyu açtığımda Gates o kadar sinirlendiğini anım-samadı. NeXT’in satın alınmasının aslında Apple’a yeni bir işletim sis-temi kazandırmadığını söyledi. “Amelio NeXT’e tonla para harcadı veaçıkçası NeXT işletim sistemini pek kullanmadılar.” Bunun yerine,NeXT’in satın alınmasıyla birlikte, ileride NeXT teknolojisinin ker-nelinin Apple’ın varolan işletim sistemine katılmasına yardımcıolabilecek Avie Tevanian’ı aralarına aldılar. Gates bu anlaşmanınJobs’ın eninde sonunda iktidarı ele geçirmesine yol açacağını biliy-ordu. “Ama kaderin bir cilvesiydi bu,” dedi. “Satın aldıkları şey, iyi birCEO olacağını pek çok kişinin tahmin etmeyeceği bir adamdı; bunutahmin etmezlerdi çünkü Steve’in o konuda pek deneyimi yoktu, amatasarım ve mühendislik anlayışı muhteşem olan çok zeki bir adamdı.Deliliğini geçici CEO seçilene kadar bastırdı.”

Ellison’la Gates’in kanılarının aksine, Jobs Apple’a aktif bir rollegeri dönmek konusunda (en azından Amelio oradayken) oldukçakararsızdı. NeXT’in satın alınışının ilan edileceği tarihten birkaç günönce Amelio Jobs’a Apple’a geri dönüp tam gün çalışmasını, işletimsisteminin geliştirilme sürecini yönetmesini istedi. Ama Jobs bağlayıcıbir söz vermek yerine konuyu geçiştirip durdu.

358/728

Amelio sonunda, büyük açıklamayı yapacağı gün Jobs’ı aradı. Biryanıta ihtiyacı vardı. “Steve, paranı alıp gitmek mi istiyorsun sadece?”diye sordu Amelio. “İstediğin buysa sorun değil.” Jobs yanıt vermedi.Susuyordu. “Maaşlı çalışmak ister misin? Danışman olmak?” Jobs hâlâsusuyordu. Amelio çıkıp Jobs’ın avukatı Larry Sonsini’yi buldu ve onaJobs’ın ne istediğini düşündüğünü sordu. “Hiç bilmiyorum,” dediSonsini. Amelio bunun üzerine Jobs’la kapalı kapılar ardında görüştüve şansını son bir kez denedi. “Steve, aklında ne var? Ne hissediyor-sun? Lütfen, kararını şimdi duymam gerek.”

“Dün gece gözüme uyku girmedi,” diye karşılık verdi Jobs.

“Neden? Sorun ne?”

“Yapılması gereken onca şeyi ve yaptığımız anlaşmayı düşünüpdurdum. Şimdi cidden yorgunum ve düzgün düşünemiyorum. Dahafazla soru istemiyorum.”

Amelio bunun mümkün olmadığını söyledi. Jobs bir şeylerdemeliydi.

Jobs sonunda karşılık verdi: “Bak, onlara illa bir şeyler söylemengerekiyorsa, yönetim kurulu başkanı danışmanı olmak istediğimisöyle.” Amelio bunu yaptı.

Haber o akşam –20 Aralık 1996’da–, Apple merkezindeki tezahüratyapan 250 çalışana verildi. Amelio Jobs’ın isteğini yerine getirdi veonun yeni rolünü sadece yarı zamanlı danışman olarak tanımladı. Jobssahneye kanattan girmek yerine oditoryumun arka tarafından, koltuk-ların arasından salına salına yürüyerek geldi. Amelio seyircilereJobs’ın konuşma yapamayacak kadar yorgun olduğunu söylemişti, amaalkışlar Jobs’a enerji vermişti. “Çok heyecanlıyım,” dedi Jobs. “Bazıeski iş arkadaşlarımla tekrar birlikte çalışmayı iple çekiyorum.”Konuşmasından hemen sonra, Financial Times’tan Louise Kehoesahneye çıkıp Jobs’a Apple’ın yönetimini ele geçirip geçirmeyeceğini

359/728

sordu suçlarcasına. “Yo, hayır Louise,” dedi Jobs. “Şu an hayatımdabir sürü şeyle meşgulüm. Ailem var. Pixar’la uğraşıyorum. Zamanımkısıtlı, ama umarım bazı fikirlerimi paylaşabilirim.”

Jobs ertesi gün Pixar’a gitti. Orayı giderek daha çok sevmişti veekibe hâlâ şirketin başkanı olacağını ve şirketle yakından ilgileneceğinisöylemek istiyordu. Ama Pixar’dakiler onun Apple’a yarı zamanlıolarak geri dönmesinden memnundular; Jobs’ın biraz da başka yerdeodaklanması iyi bir şeydi. Jobs önemli pazarlıklarda faydalı olabiliy-ordu, ama fazla boş vaktinin olması tehlikeliydi. O gün Pixar’a varıncaLasseter’ın ofisine gitti ve Apple’da sadece danışmanlık yapmanın bileepey vaktini alacağını söyledi. Lasseter’ın rızasını istediğini söyledi.“Bu iş yüzünden ailemden uzak kalacağımı ve diğer ailemden, yaniPixar’dan da uzak kalacağımı düşünüp duruyorum,” dedi Jobs. “Amabu işi yapmak istememin tek sebebi şu: Dünyanın Apple’la daha güzelbir yer olacağını düşünüyorum.”

Lasseter kibarca gülümsedi. “Rıza veriyorum,” dedi.

360/728

23. BölümRestorasyon

Çünkü Şimdi Kaybeden İleride Kazanacak

Amelio Wozniak’ı çağırırken Jobs geride duruyor, 1997

Sahne Arkasında Takılmak

“30’lu ya da 40’lı yaşlardaki bir sanatçının gerçekten muhteşem bireser sunabilmesi nadirdir,” demişti Jobs, otuz yaşına basmaküzereyken.

Bu söz Jobs’ın otuzlu yaşları, 1985’te Apple’dan kovulmasıylabaşlayan on yıl için geçerli oldu. Ama 1995’te kırk yaşına bastıktansonra yıldızı parladı. O yıl Oyuncak Hikayesi gösterime girdi, ertesiyılsa Apple’ın NeXT’i satın alması Jobs’ın kurduğu şirkete geri döne-bilmesini sağladı. Jobs Apple’a geri dönünce, kırkını geçmiş insanlarında son derece yaratıcı olabileceklerini kanıtlayacaktı. Yirmiliyaşlardayken kişisel bilgisayarlarda çığır açtıktan sonra şimdi aynı şeyimüzik çalarlar, müzik endüstrisinin iş modeli, cep telefonları, uygu-lamalar, tablet bilgisayarlar, kitaplar ve gazetecilik için yapacaktı.

Larry Ellison’a geri dönüş stratejisinin NeXT’i Apple’a satmak,yönetim kuruluna alınmak ve Amelio’nun hata yapmasını beklemekolduğunu söylemişti. Jobs’ın hedefinin para olmadığını söylemesi El-lison’ı şaşırtmış olabilirdi. Ama bu kısmen doğruydu. Jobs ne Ellis-on’ın bariz tüketim ihtiyacına, ne Bill Gates’in hayırseverlik dürtüsüne,ne de Forbes listesinde yükselme arzusuna sahipti. Onun kişiselgüdülerini tatmin edecek şey insanlara hayran kalacakları bir mirasbırakmaktan geçiyordu. Aslında iki miras: yenilikçi ve çığır açıcı,muhteşem ürünler yaratmak ve kalıcı bir şirket kurmak. Edwin Land,Bill Hewlett ve David Packard gibi insanlarla aynı seviyede –hatta on-lardan biraz yukarıda– olmak istiyordu. Bütün bunları yapmasının eniyi yoluysa Apple’a geri dönüp krallığını geri almasıydı.

Ama yine de... restorasyon zamanı gelince tuhaf bir çekingenlik ser-giledi. Çekindiği şey Gil Amelio’nun kuyusunu kazmak değildi. Budoğasında vardı ve Amelio’nun ne yaptığını bilmediğine karar ver-dikten sonra öyle davranmaması güçtü. Ama iktidar kadehi dudaklarınayaklaştıkça tuhaf bir tereddüte, hatta gönülsüzlüğe kapılacak, belki denaz yapacaktı.

Ocak 1997’de gayriresmî bir yarı zamanlı danışman olarak geridöndü, Amelio’ya söylediği gibi. Personelle ilgili bazı konularda, özel-likle de NeXT’ten gelen adamlarını korumakta ağırlığını koydu. Amabaşka pek çok konuda tuhaf bir şekilde pasifti. Yönetim kuruluna katıl-masının teklif edilmemesine karar verilmesine gücendi ve şirketin işle-tim sistemi bölümünün başına geçmesinin önerilmesini aşağılayıcıbuldu. Amelio Jobs’ı çadırın hem içinde, hem de dışında bırakan birdurum yaratmıştı ve eninde sonunda sorun çıkması kaçınılmazdı. Jobssonradan şöyle anımsıyordu:

Gil beni ayak altında istemiyordu. Ben de onun andaval olduğunu düşünüyordum.Öyle olduğunu şirketi ona satmadan önce de biliyordum. En fazla arada sıradabazı etkinliklere, örneğin Macworld’ünkilere, temelde şov için gönderileceğimidüşünüyordum. Bu bana uyardı, çünkü Pixar’da çalışıyordum. Palo Alto’nunmerkezinde, haftada birkaç gün çalışabileceğim bir ofis kiraladım; haftada bir iki

362/728

gün de Pixar’a gidiyordum. Güzel bir hayattı. Koşuşturmuyordum, aileme zamanayırabiliyordum.

Jobs sahiden de Ocak başında bir Macworld etkinliğine gönderildi veAmelio’nun andaval olduğu kanısı pekişti. 4.000’e yakın sadık hayran,Amelio’nun açılış konuşmasını dinlemek için San Francisco Marri-ott’un balo salonundaki koltukların biletlerini kapışmışlardı. OnuBağımsızlık Günü filminde dünyayı bir Apple PowerBook kullanarakkurtarmış olan aktör Jeff Goldblum takdim etti. “Kayıp Dünya: Juras-sic Park’ta bir kaos kuramı uzmanını oynuyorum,” dedi. “Bu bir Appleetkinliğinde konuşmama yeter sanırım.” Sonra mikrofonu sahneyegelen Amelio’ya bıraktı; Amelio göz alıcı bir spor ceket giymişti veçizgili yakasının düğmesini sımsıkı iliklemişti – “Vegas karikatürler-indeki tipler gibiydi,” dedi Wall Street Journal muhabiri Jim Carltonsonradan; teknoloji yazarı Michael Malone ise “yeni boşanmış am-canızın ilk kez bir kadınla çıkacağı geceki hali gibiydi aynen” dedi.

Daha büyük bir sorun şuydu ki, Amelio etkinlikten hemen önce tatileçıkmış, dönüşte konuşma yazarlarıyla şiddetli bir tartışma yaşamış veprova yapmayı reddetmişti. Jobs sahne arkasına gelince kaostan rahat-sız oldu; Amelio podyumda dağınık ve sonu gelmez bir sunumyaparken Jobs öfkeden köpürdü. Optik suflöründe beliren konuşmakonularından pek anlamayan Amelio, kısa süre sonra doğaçlama yap-maya girişti. Düşünce zincirini defalarca yitirdi. Bir saatten fazla za-man geçtiğinde, seyirciler artık afallamış haldeydi. Birkaç ara ver-ilmesi, örneğin Amelio’nun yeni bir müzik programını sergilemek içinşarkıcı Peter Gabriel’i sahneye getirmesi herkesi rahatlattı. Amelio ilksırada oturan Muhammed Ali’yi de gösterdi; Ali’nin Parkinsonhastalığıyla ilgili bir web sitesini tanıtmak için sahneye gelmesigerekiyordu, ama Amelio onu çağırmadı ve orada bulunmasının se-bebini açıklamadı.

Amelio iki saatten fazla lafı dolandırdıktan sonra sahneye herkesintezahürat yapmayı beklediği kişiyi çağırdı nihayet. “Jobs sahneye

363/728

özgüveniyle, stiliyle ve çekim gücüyle çıkarken, beceriksizAmelio’nun tam tersiydi,” diye yazdı Carlton. “Elvis’in geri dönmesibile daha büyük bir heyecan uyandıramazdı.” Kalabalıktakiler ayağafırladılar ve onu bir dakikadan fazla çılgınca alkışladılar. Sürgündegeçen on yıl nihayet sona ermişti. Jobs sonunda el sallayarak kalabalığısusturdu ve meselenin özüne indi. “Parıltıyı geri getirmeliyiz,” dedi.“Mac on yılda pek gelişmedi. Bu yüzden Windows ona yetişti.Dolayısıyla bizim daha da iyi bir işletim sistemi yaratmamız gerek.”

Jobs’ın moral konuşması Amelio’nun korkutucu performansını telafieden bir final olabilirdi. Ne yazık ki Amelio sahneye geri döndü ve tamyarım saat boyunca abuk sabuk konuşmayı sürdürdü. Sonunda, şovbaşlayalı üç saati geçmişken, Amelio son olarak Jobs’ı sahneye geriçağırdı ve ardından Steve Wozniak’ı da getirdi sürpriz bir şekilde. Yinekıyamet koptu. Ama Jobs’ın sinirlendiği belliydi. Üçünün birliktekollarını muzafferce kaldırmaları sahnesinden kaçındı. Bunun yerineyavaş yavaş, çaktırmadan sahneden çıktı. “Planladığım kapanış anınıacımasızca mahvetti,” diye yakındı Amelio sonradan. “Kendi hisleriniApple’ın basında iyi bir şekilde yer almasının önünde tutuyordu.” Olayçıkacağı daha Apple’ın yeni senesinin ilk haftasında belli olmuştu.

Jobs güvendiği insanları Apple’daki en üst konumlara yerleştirmeyegirişti hemen. “NeXT’ten gelen gerçekten becerikli insanların, daha be-ceriksiz olan Apple üst düzey yöneticileri tarafından sırtlarından bıçak-lanmalarını engellemek istiyordum,” diye anımsıyordu. NeXT yerineSun’a ait Solaris’in yeğlenmesini savunmuş olan Ellen HancockJobs’ın andaval listesinin başında yer alıyordu, özellikle de yeni Appleişletim sisteminde Solaris’in çekirdeğinin kullanılmasını istemeyisürdürmesi yüzünden. Hancock Jobs’ın bu kararda oynayacağı rolüsoran bir muhabire kısaca yanıt verdi: “Rol oynamayacak.” Yanılıy-ordu. Jobs’ın ilk hamlesi, NeXT’ten iki arkadaşını Hancock’un yerinegeçirmek oldu.

364/728

Yazılım mühendisliğinin başına arkadaşı Avie Tevanian’ı getirdi.Donanım bölümünün başınaysa, NeXT’in eski donanım bölümünüyöneten Jon Rubinstein’ı getirdi. Rubinstein Jobs aradığında SkyeAdası’nda tatil yapıyordu. “Apple’ın biraz yardıma ihtiyacı var,” dediJobs. “Gelmek ister misin?” Rubenstein istiyordu. Macworld etkin-liğine katıldı ve Amelio’nun sahnedeki beceriksizliğine tanık oldu.İşler tahmininden de kötüydü. O ve Tevanian toplantılarda tımarhaneyedüşmüşçesine bakışıyorlardı; insanlar abuk sabuk laflar ederkenAmelio masanın ucunda uyuşmuşçasına oturuyordu.

Jobs ofise düzenli olarak gelmiyordu, ama Amelio’yla sık sık tele-fonla konuşuyordu. Tevanian’ı, Rubenstein’ı ve güvendiği diğer insan-ları üst konumlara yerleştirdikten sonra ürün gruplarında odaklandı.Sinir olduğu şeylerden biri el yazısını tanıyabilen, elde taşınabilenkişisel dijital asistan Newton’dı. Bu cihaz fıkralarda ve Doonesburykarikatürlerinde sergilendiği kadar kötü olmasa da, Jobs ondan nefretediyordu. Ekrana stilusla ya da kalemle yazma fikrinden hoşlanmıy-ordu. “Tanrı bize on tane stilus vermiş zaten,” diyordu parmaklarınısallayarak. “Yenisini icat etmenin lüzumu yok.” Ayrıca Jobs Newton’ıJohn Sculley’nin tek büyük icadı, özel projesi olarak görüyordu. Sevm-emesi için yeterliydi bu.

“Newton’ı bitirmelisin,” dedi bir gün Amelio’ya telefonda.

Amelio durup dururken yapılan bu öneriye direndi. “Ne demekbitir?” dedi. “Steve, bunun bize ne kadar pahalıya patlayacağındanhaberin var mı?”

“Yani diyorum ki iptal et, üretimini durdur, kurtul ondan,” dedi Jobs.“Maliyeti önemli değil. Ondan kurtulursan insanlar sevinir.”

“Ben Newton’ı inceledim, para basacak,” dedi Amelio. “Üretiminindurdurulmasını desteklemiyorum.” Ama Mayıs’ta Newton bölümünüküçülterek, bir yıl sonra iptal edilmesiyle sonlanacak süreci başlatmışoldu.

365/728

Tevanian’la Rubinstein Jobs’ı olup bitenler hakkında bilgilendirmekiçin evine gidiyorlardı ve Silikon Vadisi’ndeki çoğu insan Jobs’ınAmelio’nun iktidarını azar azar elinden aldığını kısa sürede öğrendi.Jobs makyavelist bir iktidar mücadelesine girişmekten çok kendidoğasına uygun davranıyordu sadece. Kontrol sahibi olmayı arzulamakhamurunda vardı. Aralık’ta yapılan açıklamada bunu öngörüp Jobs’laAmelio’yu sorgulamış olan Financial Times muhabiri Louise Kehoehaberi ilk yapan kişi oldu. “Bay Jobs tahtın ardındaki güce dönüştü,”diye yazdı Şubat sonunda. “Apple’ın operasyonlarının hangilerininiptal edilmesi gerektiğine onun karar verdiği söyleniyor. Bay JobsApple’daki eski iş arkadaşlarından bazılarını şirkete geri çağırdı vesöylediklerine göre başa geçmeyi planladığını açıkça ima etti. BayJobs, bayan sırdaşlarından birinin söylediğine göre, Bay Amelio’ylaatadığı kişilerin Apple’ı canlandırmakta başarılı olamayacaklarınakarar verdi ve ‘şirketinin’ kurtulmasını garantilemek için onların yerinegeçmeyi kafaya koydu.”

Amelio’nun o ayki yıllık hissedarlar toplantısında 1996’nın sonçeyreğinde satışların neden geçen seneye kıyasla %30 azaldığını açık-laması gerekiyordu. Hissedarlar öfkelerini mikrofonlarla konuşarakdile getirdiler. Amelio o toplantıyı ne kadar kötü yönettiğinden haber-sizdi. “Yaptığım konuşma gelmiş geçmiş en iyi konuşmalarımdan biriolarak görüldü,” diye böbürlendi sonradan. Ama DuPont’un eskiCEO’su olan Apple yönetim kurulu başkanı Ed Woolard (Markkulabaşkan yardımcılığına indirilmişti) afallamıştı. “Bu bir felaket,” diyefısıldadı karısı ona toplantının ortasında. Woolard hemfikirdi. “Gil ikidirhem bir çekirdek giyinmişti, ama salak gibi görünüyor ve konuşuy-ordu,” diye anımsıyordu. “Soruları yanıtlayamıyordu, ne dediğinibilmiyordu ve hiç güven uyandırmıyordu.”

Woolard Jobs’ı aradı; onunla tanışmıyordu. Onu DuPont yöneticiler-iyle tanıştırma bahanesiyle Delaware’e davet etti. Jobs daveti reddetti,ama Woolard’ın hatırladığına göre “bu davet onunla Gil hakkındakonuşmam için bir bahaneydi.” Woolard konuşmayı bu yöne çekti ve

366/728

Jobs’a Amelio hakkında ne düşündüğünü sordu pat diye. WoolardJobs’ın biraz ihtiyatlı davrandığını, Amelio’nun yaptığı işin ona uygunolmadığını söylediğini anımsıyor. Jobs ise daha dobra konuştuğunuanımsıyor:

Düşündüm ki ya ona gerçeği, yani Gil’in andaval olduğunu söylerim, ya da birşey dememekle yalan söylemiş olurum. Sonuçta karşımdaki adam Apple yönetimkurulunda ve ona fikrimi söylemek görevim; öte yandan fikrimi söylersem Gil’esöyler ve bu durumda Gil beni bir daha asla dinlemez ve Apple’a getirdiğim in-sanlarla uğraşır. Bütün bunlar otuz saniyeden kısa sürede aklımdan geçti.Sonunda bu adama gerçeği söylememin boynumun borcu olduğuna karar verdim.Apple’ı çok önemsiyordum. Bu yüzden ona gerçeği söyledim. O herifin hayatım-da gördüğüm en kötü CEO olduğunu, CEO’luk için lisans gerekse alamayacağınısöyledim. Telefonu kapatınca “Bu yaptığım cidden salakça bir şeydi herhalde,”diye düşündüm.

O baharda Oracle’dan Larry Ellison bir partide Amelio’yu gördü veteknoloji muhabiri Gina Smith’le tanıştırdı; Smith Apple’ın durumunusordu. “Bilirsin Gina, Apple gemi gibidir,” diye karşılık verdi Amelio.“O gemi hazine yüklü, ama gemide bir delik var. Benim işim herkesinaynı yönde kürek çekmesini sağlamak.” Şaşırmış görünen Smith “İyiama delik ne olacak?” diye sordu. O zamandan sonra Ellison’la Jobs bugemi “meseliyle” dalga geçtiler. “Larry bana bu öyküyü anlattığındabir suşi mekânındaydık ve gülmekten yere yuvarlandım resmen,” diyeanımsıyor Jobs. “Amelio gerzeğin tekiydi ve kendini çok ciddiye alıy-ordu. Herkesin ona Dr. Amelio demesinde ısrar ediyordu. Bu her za-man bir uyarı işaretidir.”

Fortune’un geniş çevreli teknoloji muhabiri Brent Schlender Jobs’ıve düşünce tarzını tanıyordu; Mart’ta o karmaşık durumla ilgili bir yazıyazdı. “Silikon Vadisi’nin kötü yönetim ve boşa çıkan teknoloji hay-alleri abidesi Apple Computer kriz moduna geri döndü ve azalansatışlarla, teknoloji stratejisinin başarısızlığıyla ve marka adının kankaybetmesiyle başa çıkmak için kasvetle, ağır çekim çırpınıyor,” diyeyazdı. “Makyavelist birine, Jobs Hollywood’un cazibesine karşın –Oy-uncak Hikayesi gibi bilgisayar animasyonlu filmler hazırlayan Pixar’ı

367/728

yönetiyor son zamanlarda– Apple’ı ele geçirme planları kuruyor gibigelebilir.”

Ellison saldırgan iktisaba başvurup “en iyi arkadaşı” Jobs’ı CEOyapma fikrini bir kez daha açıkça ifade etti. “Apple’ı kurtarabilecek tekinsan Steve,” dedi Ellison muhabirlere. “Ne zaman isterse ona anındayardım etmeye hazırım.” Üçüncü kez kurt geldi diye bağırınca kimseyiinandıramayan masal karakteri çocuk gibi, Ellison da iktisapla ilgilison sözlerinin pek dikkat çekmediğini gördü; bunun üzerine o ay dahasonra San Jose Mercury News’ten Dan Gillmor’a Apple’ın çoğunlukhisselerini satın almak için 1 milyar dolar toplamak üzere bir yatırımcıgrubu oluşturduğunu söyledi. (Şirketin piyasa değeri 2,3 milyar dolarcivarıydı.) Bu haberin çıktığı gün Apple hisselerinin değeri %11 arttı.Ellison daha da ileri gidip iyice cıvıyarak bir e-posta adresi–[email protected]– aldı ve planını uygulayıp uygulamamasıkonusunda halk oylaması yapılmasını istedi. (Ellison başta“saveapple”[27] adresini almak istemişti, ama sonra şirketinin e-postasisteminde sekiz karakter sınırı olduğunu keşfetmişti.)

Ellison’ın kendi kendine soyunduğu bu rolü biraz eğlenceli bulanJobs, nasıl değerlendireceğini bilemediğinden bu konuyu konuşmaktankaçınmayı yeğledi. “Larry arada sırada bu konuyu açıyor,” dedi birmuhabire. “Ona Apple’da danışmanlık yapacağımı açıklamayaçalışıyorum.” Amelio ise çok sinirlendi. Ellison’ı azarlamak için aradı,ama Ellison telefona çıkmadı. Amelio bunun üzerine Jobs’ı aradı; Jobsona belirsiz ama yarı samimi bir karşılık verdi. “Olanları cidden an-lamıyorum,” dedi Amelio’ya. “Bence bütün bunlar delilik.” Sonra yarısamimi bile olmayan bir güvence verdi. “Seninle benim aramızda iyibir iletişim var,” dedi. Jobs Ellison’ın fikrini yazılı bir açıklamayla red-dederek spekülasyonlara son verebilirdi. Ama bunu yapmayarakAmelio’nun epey canını sıktı. Tarafsız kalmayı sürdürdü; bu hemçıkarlarına, hem de doğasına uygundu.

368/728

Amelio’nun daha büyük sorunu, dinlemesini bilen dobra ve sağduy-ulu bir endüstri mühendisi olan yönetim kurulu başkanı Ed Woolard’ındesteğini yitirmiş olmasıydı. Woolard’a Amelio’nun kusurlarındanbahseden tek kişi Jobs değildi. Apple’ın baş mali işler sorumlusu FredAnderson, Woolard’ı şirketin bankalarla anlaşmalarını çiğnemek veiflas etmek üzere olduğu ve moralin giderek düştüğü konusundauyardı. Mart’taki yönetim kurulu toplantısında diğer yöneticiler huysu-zlandılar ve Amelio’nun önerdiği reklam bütçesini oylamaylareddettiler.

Basın da Amelio’ya düşman olmuştu. Business Week’te çıkan biryazıda “Apple’ın İşi Bitti Mi?” sorusu soruluyordu, Red Herring’in birbaşyazısının başlığı “Gil Amelio, Lütfen İstifa Et”ti, Wired’ınkapağındaysa Apple logosuna dikenli taç takılmıştı ve “Dua Edin”başlığı atılmıştı. Boston Globe’dan Mike Barnacle Apple’ın yıllardırkötü yönetilmesini eleştirdi: “Bu salaklar insanları ürkütmeyen tek bil-gisayarı devralıp da Red Sox beyzbol takımının 1997’deki yedekatıcılarının teknoloji dünyasındaki karşılığına dönüştürmüşken hâlânasıl maaş alabiliyorlar?” Mayıs sonunda Wall Street Journal’dan JimCarlton, Amelio’yla röportaj yaptı; Amelio’nun Apple’ın bir “ölümspiralinde” olduğu algısını değiştirip değiştiremeyeceğini sordu.Amelio Carlton’un gözlerinin içine bakıp “Ne desem bilmiyorum ki,”karşılığını verdi.

Jobs’la Amelio Şubat’ta sözleşme imzaladıklarında, Jobs çok sevin-miş ve “Bunu kutlamak için çıkıp muhteşem bir şişe şarap içmeliyiz!”demişti. Amelio kendi mahzeninden şarap getirmeyi teklif etmiş veeşleriyle birlikte içmelerini önermişti. Ancak Haziran’da tarih belir-leyebildiler ve artan gerilime karşın iyi zaman geçirebildiler. Ye-meklerle şarap, sofradaki kişiler kadar uyumsuzdu; Amelio her biri 300dolar civarında olan bir şişe 1964 Cheval Blanc’la bir Montrachet ge-tirmişti, oysa Jobs’ın seçtiği, Redwood City’deki vejetaryen restor-anında gelen hesap 72 dolardı. Amelio’nun karısı sonradan “Steve çokhoş bir insan, karısı da öyle,” dedi.

369/728

Jobs istediğinde insanları etkileyip gözlerine girebiliyordu ve bunuyapmaktan hoşlanıyordu. Amelio’yla Sculley gibi insanlar Jobs’ın on-lara iyi davranmasının onlardan hoşlandığı ve saygı duyduğu anlamınageldiğine inanmayı yeğlediler. Jobs ilgiye aç insanlara yağ çekerek buizlenimi güçlendirirdi bazen. Ama nasıl hoşlandığı insanlara kolaycahakaret edebiliyorsa, nefret ettiği insanların da gözüne kolayca gire-biliyordu. Amelio bunu fark etmedi çünkü Sculley gibi o da Jobs’ınsevgisini kazanmaya can atıyordu. Hatta Jobs’la arasının iyi olmasınıistediğinden bahsederken, neredeyse Sculley ile aynı şeyleri söyledi.“Steve’le bir sorunum olduğunda onunla yürüyüşe çıkıyordum,” diyeanımsıyordu Amelio. “Bunların onda dokuzunda uzlaşıyorduk.”Jobs’ın kendisine gerçekten saygı duyduğuna her nasılsa inanmıştı.“Steve’in zihninin sorunlara yaklaşım tarzına hayrandım ve karşılıklıgüvene dayalı harika bir ilişki kurduğumuza inanıyordum.”

Amelio o akşam yemeğinden birkaç gün sonra gerçeği anladı. Paz-arlıkları sırasında Amelio, Jobs’ın Apple hisselerini en az altı ay ve ter-cihen daha da uzun bir süre elinde tutmasında diretmişti. Haziran’daaltı ay doldu. 1,5 milyon hisse satılınca Amelio Jobs’ı aradı. “Milletesatılan hisselerin seninkiler olmadığını söylüyorum,” dedi. “Hatırlarsanbir anlaşma yapmıştık; hisselerini satmadan önce bize haberverecektin.”

“Doğru,” diye karşılık verdi Jobs. Amelio bu karşılıktan Jobs’ınkendi hisselerini satmadığı sonucunu çıkardı ve bunu yazıyla ilan etti.Ama A.B.D. SPK’sı işlem verilerini açıklandığında, Jobs’ın sahiden dehisselerini sattığı ortaya çıktı. “Lanet olsun Steve, sana hisselerini satıpsatmadığını açıkça sordum, sen de satmadım dedin.” Jobs Amelio’yahisselerini Apple’ın gidişatı konusunda “karamsarlığa kapıldığı” biranda sattığını ve “biraz utandığı” için bunu itiraf edemediğini söyledi.Ona yıllar sonra sorduğumdaysa “Gil’e söylemem gerektiğini düşün-medim,” diye kestirip attı.

370/728

Jobs neden Amelio’ya hisselerini sattığını söylememişti peki? Se-beplerden biri basit: Jobs bazen gerçekleri söylemekten kaçınırdı.Helmut Sonnenfeld’in Henry Kissinger hakkında bir sözü vardır:“Çıkarlarına uygun olduğu için değil, mizacına uygun olduğu içinyalan söylüyor.” Jobs’ın mizacında insanları yanlış yönlendirmek vebazen, gerektiğini düşündüğünde ketum olmak vardı. Öte yandanbazen zalimce dobra da olabiliyordu, çoğumuzun allayıp pulladığı yada gizlediği gerçekleri söylüyordu. Yalan söylemesi de, doğruyusöylemesi de normal kuralların kendisine işlemediği inancındankaynaklanan Nietszchevari yaklaşımının farklı yönleriydiler sadece.

Amelio Çıkar

Jobs, Larry Ellison’ı iktisap konusunda susturmayı reddetmişti vekendi hisselerini gizlice satıp bu konuda yalan söylemişti. DolayısıylaAmelio, onun kendisine düşman olduğuna nihayet ikna oldu. “Steve’inbenim tarafımda olduğuna inanmaya fazla gönüllü, fazla hevesliolduğumu nihayet fark ettim,” diye anımsıyordu Amelio sonradan.“Steve kovulmama yönelik planlarını adım adım uyguluyordu.”

Jobs sahiden de Amelio’yu her fırsatta kötülüyordu. Kendini tutamıy-ordu, ayrıca eleştirilerinde haklıydı. Ama yönetim kurulununAmelio’ya karşı tavır almasında daha önemli bir faktör etkili oldu. Başmali işler sorumlusu Fred Anderson, Ed Woolard’la yönetim kurulunuApple’ın durumunun kötülüğü konusunda bilgilendirmeyi görev bildi.“Fred bana paraların suyunu çektiğini, insanların şirketten ayrıldığınıve çok önemli bazı çalışanların da ayrılmayı düşündüğünü söyleyenkişiydi,” diyor Woolard. “Geminin çok yakında karaya oturacağını vekendisinin bile gitmeyi düşündüğünü açıkça söyledi.” Amelio’nunhissedarlar toplantısındaki beceriksizliğini görmüş olan Woolard iyicekaygılandı.

Woolard, Goldman Sachs’ten Apple’ın satılması olasılığınıaraştırmasını istemişti, ama yatırım bankası uygun bir stratejik alıcıbulmanın güç olduğunu çünkü Apple’ın pazar payının çok azaldığını

371/728

söyledi. Haziran’daki yönetim kurulu toplantısında, Amelio odadayokken Woolard yöneticilere duruma ilişkin kendi yorumunu söyledi.“Gil CEO olarak kalırsa bence iflastan kurtulma şansımız sadece%10,” dedi. “Onu kovarsak ve Steve’i geri gelmeye ikna edersek kur-tulma şansımız %60. Gil’i kovarsak, Steve’i geri getirmezsek ve yenibir CEO ararsak kurtulma şansımız %40.” Yönetim kurulu ona Jobs’ageri dönmek isteyip istemediğini sorma ve her halükârda 4 Temmuztatili boyunca telefonla acil yönetim kurulu toplantıları düzenlemeyetkisini verdi.

Woolard’la karısı Londra’ya uçtular; orada Wimbledon TenisTurnuvası’nı izlemeyi planlıyorlardı. Woolard gündüzleri bazı maçlarıizlese de akşamları Inn on the Park’taki süitinden Amerika’daki insan-ları aradı (o saatler Amerika’da gündüz vakti oluyordu). Oteldenayrıldığında telefon faturası 2.000 dolardı.

Önce Jobs’ı aradı. Yönetim kurulunun Amelio’yu kovacağını veJobs’ın geri dönüp CEO olmasını istediğini söyledi. Jobs Amelio’yladalga geçmekte ve Apple’ın gidişatı konusundaki kendi fikirlerindenbahsetmekteydi agresifçe. Ama arzuladığı şey kendisine teklif edilincebirden nazlandı. “Yardım ederim,” diye karşılık verdi.

“CEO olarak mı?” diye sordu Woolard.

Jobs hayır dedi. Woolard en azından geçici CEO olmasında diretti.Jobs bunu da reddetti. “Danışman olurum,” dedi. “Ücretsiz.” Yönetimkurulu üyesi olmayı da kabul etti –bunu istiyordu–, ama yönetim kur-ulu başkanlığını reddetti. “Şimdilik bundan fazlasını veremem,” dedi.Pixar çalışanlarına e-postayla bir memo gönderip, onları terk et-mediğini söyledi. “Üç hafta önce Apple yönetim kurulundan aradılar,Apple’a geri dönüp CEO’ları olmamı istiyorlar,” diye yazdı. “Reddet-tim. Sonra yönetim kurulu başkanı olmamı istediler, onu da reddettim.Yani merak etmeyin – abuk sabuk söylentilere inanmayın. Pixar’danayrılmaya niyetim yok. Benden kurtulamazsınız.”

372/728

Jobs neden dizginleri eline almamıştı? Neden yirmi senedir arzulargibi göründüğü o işi reddetmişti? Kendisine sorduğumda şöyle dedi:

Pixar’ı halka yeni açmıştık ve orada CEO olmaktan mutluydum. İki şirketinbirden CEO’luğunu (geçici süreliğine bile olsa) yapan hiç kimseyi tanımıyordumve bunun yasal olduğuna bile emin değildim. Ne yapacağımı, ne yapmak is-tediğimi bilmiyordum. Ailemle daha fazla zaman geçirmek hoşuma gidiyordu.İkilemde kalmıştım. Apple’ın berbat durumda olduğunu bildiğimden şunu merakediyordum: Yaşadığım bu güzel hayattan vazgeçmek istiyor muyum? Pixarhissedarları ne düşünürler? Saygı duyduğum insanlarla konuştum. Sonunda birCumartesi sabahı sekiz civarında – yani sabahın köründe Andy Grove’u aradım.Ona teklifi kabul etmemin olumlu ve olumsuz yönlerini sayıyordum ki benidurdurdu ve “Steve, Apple umurumda değil,” dedi. Afallamıştım. İşte o zamanApple’ın benim umurumda olduğunu anladım – onu ben kurmuştum ve dünyadavarolması iyi bir şeydi. O zaman oraya geçici olarak geri dönmeyi, bir CEO bul-malarına yardım etmeye karar verdim.

Aslında Pixar’dakiler onun orada daha az zaman geçirmesindenmemnundular. Artık Apple’la da ilgilenecek olmasına gizli gizli (bazende açıkça) seviniyorlardı. Ed Catmull CEO’luk işini iyi yapmıştı vetekrar yapabilirdi kolayca, resmen veya gayriresmî olarak. Jobs’ınailesiyle zaman geçirmekten hoşlanmasına gelince... boş zamanıvarken bile yılın babası ödülünü kazanamazdı. Çocuklarına, özelliklede Reed’e daha fazla kulak verir olmuştu, ama temelde işinde odak-lanıyordu. İki küçük kızına çoğu zaman mesafeli ve soğuk davranıy-ordu, Lisa’ya yine yabancılaşmıştı ve genellikle huysuz bir kocaydı.

Apple’ın başına geçmekte tereddüt etmesinin asıl sebebi neydi öyley-se? Jobs kaprisliliğine ve doymak bilmez kontrol tutkusuna karşın, birşeyden emin değilse kararsız ve ketum davranıyordu. Mükemmelliğiarzuluyordu ve daha azına razı olmayı ya da olanakları göz önünde bu-lundurarak taviz vermeyi beceremiyordu çoğu zaman. Karmaşıkşeylerle uğraşmayı sevmiyordu. Ürünler, tasarım ve ev dekorasyonukonularında geçerliydi bu. Kişisel hedefleri konusunda da geçerliydi.Bir hareket tarzının doğru olduğunu biliyorsa onu hiçbir şeydurduramazdı. Ama şüpheleri varsa bazen geri çekiliyordu, ona tamolarak uymayan şeyleri düşünmemeyi yeğliyordu. Örneğin Amelio ona

373/728

hangi rolü oynamayı istediğini sorduğunda Jobs susmuştu, canını sıkandurumları görmezden gelmeyi yeğlemişti.

Bu tavrının sebeplerinden biri her şeyi ikili olarak görmesiydi. Bir in-san ya kahramandı ya da andavaldı, bir ürün ya muhteşemdi ya da bok-tandı. Ama daha karmaşık, muğlak ya da nüanslı şeyler karşısındaşaşkına dönebiliyor gibiydi: evlenmek, uygun kanepeyi almak, bir şir-keti yönetmeye soyunmak. Ayrıca başarısızlığa mahkûm olmakistemiyordu. “Bence Steve, Apple’ın kurtarılıp kurtarılamayacağınıdüşünmek istedi,” diyor Fred Anderson.

Woolard’la yönetim kurulu Amelio’yu kovmaya karar verdiler, Jobs“danışmanlık” rolünün neleri kapsayacağını henüz açıklığakavuşturmamış olsa da. Amelio karısıyla, çocuklarıyla ve torunlarıylapikniğe gitmek üzereyken Woolard Londra’dan aradı. “İstifa etmeniistiyoruz,” dedi Woolard basitçe. Amelio bunu konuşmak için iyi birzaman olmadığını söyledi, ama Woolard ısrar etmesi gerektiğini his-setti. “Yerine başkasını geçireceğimizi açıklayacağız.”

Amelio direndi. “Ed, unutma ki ben yönetim kuruluna bu şirketitekrar ayağa kaldırmamın üç sene alacağını söylemiştim,” dedi. “Busürenin yarısı bile geçmedi daha.”

“Yönetim kurulu olarak bu konuyu daha fazla konuşmak istemiyor-uz,” diye karşılık verdi Woolard. Amelio bu kararı kimlerin bildiğinisorunca Woolard ona gerçeği söyledi: Yönetim kurulunun diğer üyelerive Jobs biliyordu. “Steve bu meseleyi konuştuğumuz insanlardanbiriydi,” dedi Woolard. “O senin gerçekten iyi bir insan olduğunu, amabilgisayar endüstrisinden pek anlamadığını düşünüyor.”

“Bu işin Steve’le ne alakası var?” diye karşılık verdi Amelio sinir-lenerek. “Steve yönetim kurulu üyesi bile değil; bunları neden onunlakonuşuyorsunuz ki?” Ama Woolard geri adım atmadı; Amelio telefonukapatıp ailesiyle birlikte pikniğe çıktı, sonra da karısına durumu anlattı.

374/728

Jobs bazen tuhaf bir huysuzluk ve muhtaçlık karışımını sergileye-biliyordu. İnsanların onun hakkında ne düşündüklerini hiç umursamıy-ordu genellikle. Ama bazen kendini açıklama ihtiyacı duyuyordu.Dolayısıyla o akşam Amelio’yu arayıp şaşırttı. “Baksana Gil, sadeceşunu bilmeni istiyorum ki, bugün Ed’le bu meseleyi konuştum vekendimi gerçekten kötü hissediyorum,” dedi. “Olayların bu gidişatıylahiç ilgim olmadığını, kararı yönetim kurulunun verdiğini, ama bendentavsiye ve fikir istediklerini bilmeni istiyorum.” Amelio’yu övdü, “Sentanıdığım en düzgün insansın,” dedi ve tavsiye vermeye girişti, Amelioböyle bir istekte bulunmadığı halde. “Altı ay dinlen,” dedi Jobs ona.“Ben Apple’dan kovulunca hemen çalışmaya geri döndüm ve sonrapişman oldum. Kendime zaman ayırmalıydım.” Amelio’ya istediği za-man tavsiye verebileceğini söyledi.

Oldukça afallamış olan Amelio birkaç teşekkür sözcüğü mırıldan-mayı başardı. Sonra karısına dönüp Jobs’ın söylediklerini anlattı. “Oadamı bazı açılardan seviyorum hâlâ, ama ona inanmıyorum,” dedikarısına.

“Ben Steve’e tamamen inanmıştım,” dedi kadın, “ve kendimi ciddensalak gibi hissediyorum.”

“Al benden de o kadar,” diye karşılık verdi kocası.

Artık şirketin gayriresmî danışmanı olan Steve Wozniak, Jobs’ın gerigelecek olmasına çok sevindi. “Tam ihtiyacımız olan şeydi bu,” dedi,“çünkü Steve hakkında ne düşünürsen düşün, büyüyü geri getirmeyi iyibiliyor.” Jobs’ın Amelio’yu alt etmesine de şaşırmadı. Bundan kısasüre sonra Wired’a söylediği gibi: “Gil Amelio’nun Steve Jobs’ınkarşısında hiç şansı yok.”

O Pazartesi Apple’ın en üst düzey çalışanları oditoryuma çağrıldı.Amelio içeri girdiğinde sakin ve hatta rahat görünüyordu. “Maalesefburadan ayrılmamın zamanı geldi,” dedi. Daha sonra sözü geçici CEOolmayı kabul etmiş Fred Anderson aldı ve Jobs’tan tavsiye alacağını

375/728

açıkça söyledi. Sonra Jobs 4 Temmuz’da, bir hafta sonunda iktidarınıyitirmesinden tam on iki yıl sonra Apple’da tekrar sahneye çıktı.

O bunu açıkça (kendine bile) itiraf etmek istemese de, Jobs’ın “danış-manlıkla” yetinmeyip dizginleri eline alacağı hemen anlaşıldı. O günsahneye çıkar çıkmaz –üstünde şort, spor ayakkabılar ve artık alameti-farikası haline gelmeye başlayan siyah boğazlı kazağıyla– sevgili işlet-mesini tekrar canlandırmanın yollarını irdelemeye girişti. “Pekâlâ,buradaki terslik nedir, söyleyin bana,” dedi. Mırıldanmalar oldu, amaJobs onları susturdu. “Ürünler!” diye karşılık verdi. “Ürünlerdeki ters-lik ne peki?” Yine birkaç yanıt girişimi oldu; sonunda Jobs araya giripdoğru yanıtı vermek zorunda kaldı. “Ürünler berbat!” dedi. “Artık sek-si değiller!”

Woolard Jobs’a “danışmanlık” rolünün çok aktif olmasını kabul et-tirmeyi başarmıştı. Jobs “Apple’la ilişkisini 90 güne kadar uzattığını,onlara yeni bir CEO bulmalarına kadar yardım edeceğini” söylediğinibelirten bir açıklamayı onayladı. Woolard yazdığı açıklamada kur-nazlık ederek, Jobs’ın “ekibi yöneten bir danışman” olarak geri gele-ceğini söylemişti.

Jobs yöneticilerin katındaki yönetim kurulu toplantı odasının yanındabulunan küçük bir ofise yerleşti; Amelio’nun köşedeki daha büyükofisini reddetmesi dikkat çekiciydi. İşlerin her alanına el attı: ürün tas-arımı, tasarruf, tedarikçilerle pazarlık ve reklam ajansı değerlendirmel-eri. Ayrıca üst düzey Apple çalışanlarını birer birer kaybetmelerine sonvermek istiyordu, bu yüzden onların hisse senedi opsiyonlarını yenidenfiyatlandırmaya karar verdi. Apple hisselerinin değeri öyle düşmüştü kiopsiyonlar değersiz hale gelmişti. Jobs tekrar değerlenmeleri için uygu-lama fiyatını düşürmek istiyordu. O sıralar bu kanunen mümkündü,ama iyi bir şirket uygulaması olarak görülmüyordu. Jobs Apple’a geridönüşünün ilk Perşembe’sinde, telefon bağlantılı bir yönetim kurulutoplantısı talep etti ve sorunu açıkladı. Yöneticiler hevesli davran-madılar. Bu değişimin hukuki ve mali sonuçlarını incelemek için

376/728

zaman istediler. “Çabuk olmalıyız,” dedi Jobs onlara. “İyi adam-larımızı kaybediyoruz.”

Tazminat komitesinin başında olan, destekçisi Ed Woolard bile itirazetti. “DuPont’da böyle bir şey yapmadık hiç,” dedi.

“Beni buraya sorunu çözeyim diye getirdiniz ve insanlar çokönemli,” diye fikrini savundu Jobs. Yönetim kurulu iki aylık biraraştırma önerince Jobs patladı. “Deli misiniz siz?!?” diye sordu.Birkaç uzun saniye boyunca duraksadıktan sonra devam etti. “Bakın,bunu yapmak istemiyorsanız Pazartesi günü gelmiyorum. Çünkübundan çok daha zor binlerce önemli karar vermem gerek ve böylekararlarda bana destek olmazsanız başaramam. Yani bunu yapamaya-caksanız ben gidiyorum ve beni suçlayabilirsiniz, ‘Steve beceremedi,’diyebilirsiniz.”

Ertesi gün Woolard yönetim kuruluna danıştıktan sonra Jobs’ı geriaradı. “Bunu kabul edeceğiz,” dedi. “Ama bazı yönetim kurulu üyeler-inin hoşuna gitmedi. Kafamıza tabanca dayamışsın gibi hissediyoruz.”Üst düzey kadronun opsiyonlarının bedeli (Jobs’ta hiç opsiyon yoktu)13,25 dolar olarak değiştirildi, ki Amelio’nun kovulduğu günkü hissefiyatıydı bu.

Jobs zaferini ilan edip de yönetim kuruluna teşekkür etmek yerine,saygı duymadığı bir yönetim kuruluna hesap vermek zorunda olmasınasöylendi. “Treni durdur, bu iş olmayacak,” dedi Woolard’a. “Bu şirketberbat durumda ve yönetim kuruluna dadılık yapacak vaktim yok. Yanihepinizin istifa etmenizi istiyorum. Yoksa ben istifa ederim ve Paz-artesi günü geri gelmem.” Sadece Woolard’ın kalabileceğini söyledi.

Yönetim kurulu üyelerinin çoğu dehşete kapıldılar. Jobs hâlâ tamgünlüğüne geri gelmeyi veya “danışmandan” fazlası olmayı reddediy-ordu, ama onları istifaya zorlayacak gücü olduğunu düşünüyordu.Aslında acı gerçek bu güce sahip olduğuydu. Onun öfkeyle çekip git-mesini kaldıramazlardı, ayrıca Apple yönetim kurulunda kalmak artık

377/728

çok cazip değildi. “Yaşadıkları onca şeyden sonra çoğu gitmek istiy-ordu zaten,” diye anımsıyordu Woolard.

Yönetim kurulu bu kez de boyun eğdi. Tek bir talebi vardı: JobsWoolard’ın dışında bir yöneticinin daha kalmasına izin verir miydi?Olanları takip etmelerine faydalı olurdu bu. Jobs kabul etti. “Berbat biryönetim kuruluydu, korkunç bir yönetim kuruluydu,” dedi sonradan.“Ed Woolard’la Gareth Clang diye bir adamın kalmasını kabul ettim,ki o adamın bir hiç olduğunu anladım sonradan. Korkunç değildi, birhiçti sadece. Woolard ise hayatımda gördüğüm en iyi yönetim kuruluüyelerinden biriydi. Bir prensti, hayatımda tanıdığım en destekleyici vebilge insanlardan biriydi.”

İstifa etmesi istenenler arasında, 1976’da genç bir risk ser-mayedarıyken Jobs’ın garajına gitmiş, çalışma tezgâhındaki yenidoğmaya başlayan bilgisayara aşık olmuş, 250.000 dolarlık krediyigarantilemiş ve yeni şirketin üçüncü ortağı ve üçte birlik sahibi olmuşMike Markkula da vardı. Sonraki yirmi sene boyunca yönetim kur-ulunda kalmış tek kişiydi; birçok CEO’nun gelip gitmesine tanıkolmuştu. Jobs’ı zaman zaman desteklemişti, ama onunla çatıştığı daolmuştu, özellikle de 1985’deki büyük kapışmada Sculley’nin tarafınıtuttuğunda. Jobs’ın geri dönmesiyle birlikte kendisinin gitme vaktiningeldiğini anlamıştı.

Jobs özellikle kendisiyle zıtlaşan insanlara acımasız ve soğuk olab-iliyordu: Ama eski günlerden tanıdığı, yanında olmuş insanlara karşıduygusal da olabiliyordu. Wozniak bu favori insanlar kategorisine gir-iyordu, birbirlerinden uzaklaşmış olsalar da; Andy Hertzfeld ve Macin-tosh ekibinden başka birkaç kişi de. Sonunda Mike Markkula da bukategoriye girdi. “Bana ihanet ettiğini derinden hissediyordum, amababam gibiydi ve onu hep önemsedim,” diye anımsıyordu Jobs son-radan. Dolayısıyla Markkula’nın Apple yönetim kurulundan istifa et-mesinin zamanı gelince Jobs onun Woodside tepesindeki şatomsu kon-ağına arabayla tek başına gitti, bu işi bizzat halletmek için. Yürüyüş

378/728

yapmalarını istedi her zamanki gibi ve piknik masalı bir servi kor-usunda gezindiler. “Bana yeni bir yönetim kurulu istediğini, çünküyeni bir başlangıç yapmak istediğini söyledi,” diyor Markkula. “Terstepki vermemden kaygılanıyordu ve bunu yapmadığımı görüncerahatladı.”

Yürüyüşün geri kalanında Apple’ın gelecekte neyde odaklanmasıgerektiğini konuştular. Kalıcı bir şirket kurmak isteyen Jobs,Markkula’ya bunun formülünü sordu. Markkula kalıcı şirketlerinkendilerini yeniden oluşturmayı bilen şirketler olduğunu söyledi. Hew-lett Packard bunu defalarca yapmıştı; çeşitli cihazlar üreten bir şir-ketken hesap makinesi şirketine dönüşmüş, sonra da bilgisayar şirketiolmuştu. “Microsoft PC piyasasında Apple’ı solladı,” dedi Markkula.“Şirketi başka bir şeye, örneğin başka tüketici ürünlerine ya dacihazlara yöneltmelisin. Kelebek gibi dönüşüm geçirmelisin.” Jobs çokkonuşmasa da hemfikir oldu.

Eski yönetim kurulu geçişi onaylamak için Temmuz sonunda to-plandı. Jobs ne kadar huysuzsa o kadar kibar olan Woolard, Jobs’ın to-plantıya kot pantolon ve spor ayakkabıyla katılmasına biraz şaşırdı veJobs’ın veteran yönetim kurulu üyelerini beceriksizlikleri yüzünden az-arlamasından kaygılandı. Ama Jobs hoş bir şekilde “Selam millet,” de-mekle yetindi. İstifaları kabul etmek için oylama yapma, Jobs’ı yöne-tim kuruluna seçme ve Woolard’la Jobs’a yeni yönetim kurulu üyeleribulma yetkisi verme işine giriştiler.

Jobs’ın yönetim kuruluna ilk getirdiği kişinin Larry Ellison olmasışaşırtıcı değildi. Ellison kurula memnuniyetle katılacağını, ama to-plantılara katılmaktan nefret ettiğini söyledi. Jobs toplantıların yarısınakatılmasının yeteceğini söyledi. (Ellison bir süre sonra toplantıların sa-dece üçte birine gelmeye başlayınca, Jobs onun Business Week’inkapağında yayınlanmış bir fotoğrafını kartona tam boy bastırdı ve ke-sip koltuğuna koydu.)

379/728

Jobs 1980’lerin başında pazarlama bölümünü yönetmiş ve Sculley ileJobs’ın çekişmesinde arada kalmış olan Bill Campbell’ı da getirdi.Campbell sonunda Sculley’nin tarafını tutmuştu, ama zamanla ondanöyle soğumuştu ki Jobs onu bağışladı. Campbell Intuit’in CEO’suyduve Jobs’ın birlikte yürüyüşler yaptığı bir arkadaşıydı. “Evinin arkatarafında oturuyorduk,” diye anımsıyor Campbell; evi Jobs’ın PaloAlto’daki evinin sadece beş sokak ötesindeydi. “Apple’a geri döne-ceğini ve benim de gelmemi istediğini söyledi. ‘Hadi ya, tabii kigelirim,’ dedim.” Campbell Columbia’da futbol koçluğu yapmıştı veJobs’a göre en büyük yeteneği “B ligi oyuncularından A ligi per-formansı alabilmekti.” Jobs onun Apple’da A ligi oyuncularıylaçalışma fırsatını bulacağını söyledi.

Woolard Chrysler’da ve ardından IBM’de baş mali işler sorumlusuolmuş Jerry York’un getirilmesine yardım etti. Başkaları da düşünüldüve sonra Jobs tarafından reddedildi; aralarında o sıralar Hasbro’nunPlayskool bölümünü yöneten ve Disney’de stratejik planlamacılık yap-mış Meg Whitman de vardı (1998’de eBay’in CEO’su oldu ve ar-dından California valiliğine adaylığını koydu). Birlikte öğle yemeğineçıktılar ve Jobs’ın insanları anında dahi ya da andaval olarak yaftalamahuyu yine harekete geçti; Whitman’ın ilk kategoriye uymadığına kararverdi. “O kadının salağın teki olduğunu düşündüm,” dedi sonradan, kiyanılıyordu.

Yıllar geçtikçe Jobs Apple yönetim kuruluna bazı güçlü liderler ge-tirdi, ki aralarında Al Gore, Google’dan Eric Schmidt, Genentech’tenArt Levinson, Gap ve J. Crew’den Mickey Drexler ve Avon’danAndrea Jung vardı. Ama onların sadık, hatta bazen fazla sadık ol-malarına özen gösteriyordu mutlaka. Konumlarına karşın bazen Jobs’ahuşu duyuyor ya da ondan ürküyor gibiydiler ve onu mutlu etmek istiy-orlardı hep. Jobs bir ara, Apple’a geri dönmesinden birkaç yıl sonra,eski SEC[28] yönetim kurulu başkanı Arthur Levitt’e Apple yönetimkurulu üyesi olmasını teklif etti. İlk Macintosh’unu 1984’te satın almış

380/728

olan ve Apple bilgisayarlarına “bağımlı” olmaktan gurur duyan Levittçok sevindi. Cupertino’ya heyecanla gitti ve oynayacağı rolü Jobs’lakonuştu. Ama sonra Jobs, Levitt’in şirket yönetimi hakkında yaptığı birkonuşmanın metnini okudu ve yönetim kurullarının güçlü ve bağımsızbir rol oynamaları gerektiğini söylediğini görünce onu arayıp teklifinigeri çekti. Levitt, Jobs’ın ona “Arthur, yönetim kurulumuzda olmakseni mutlu etmez bence; seni davet etmesek daha iyi olur,” dediğinisöylüyor. “Açıkçası, bazı fikirlerin bazı şirketlere uygun olsa da Applekültürüne pek uymuyor bence.” Levitt sonradan şöyle yazdı:“Yıkılmıştım... Apple yönetim kurulunun CEO’dan bağımsız hareketedecek şekilde tasarlanmadığı belli.”

Macworld Boston, Ağustos 1997

Apple’ın hisse senedi opsiyonlarının yeniden fiyatlandırıldığını haberveren personel memosu “Steve ve yönetim kadrosu” imzasını taşıyorduve Jobs’ın bütün ürün değerlendirme toplantılarını yönettiği haberi kısasürede yayıldı. Jobs’ın artık Apple’la yakından ilgilendiğinin bunungibi göstergeleri, Temmuz’da hisse fiyatının 13 dolardan 20 dolara çık-masını sağladı. Ayrıca sadık Apple’cıların Boston’da Ağustos 1997’dedüzenlenecek Macworld etkinliğine heyecan duymalarına yol açtı.5.000 kişi Jobs’ın yapacağı açılış konuşmasını dinlemek için saatlerceerken gelip Park Plaza otelinin Castle toplantı salonuna doluştu. Geridönen kahramanlarını görmeye – ve onlara tekrar liderlik etmeye ger-çekten hazır olup olmadığını anlamaya gelmişlerdi.

Jobs’ın 1984’te çekilmiş bir fotoğrafı yukarıdaki ekranda belirincetezahüratlar koptu. Jobs takdim edilirken kalabalık “Steve! Steve!Steve!” diye bağırmaya başladı. Jobs nihayet sahneye girdiğinde–üstünde siyah bir yelek, beyaz bir yakasız gömlek ve kot pantolonvardı ve muzipçe gülümsüyordu–, bir rock yıldızı gelmişçesine çığlık-lar atıldı ve flaşlar patladı. Jobs başta resmen nerede çalıştığını anım-satarak heyecanı söndürdü. “Ben Steve Jobs; Pixar’ın yönetim kurulubaşkanı ve CEO’suyum,” diye tanıttı kendini; o sırada ünvanı ekrandan

381/728

kayarak geçti. Sonra Apple’daki rolünü açıkladı. “Birçok kişi gibi bende Apple’ın tekrar sağlığına kavuşması için uğraşıyorum.”

Ama Jobs sahnede dolanırken, yukarıdaki ekrandaki görüntülerielindeki uzaktan kumandayla değiştirirken, artık Apple’ın başındaolduğu – ve muhtemelen öyle kalacağı belliydi. Özenle hazırlanmış birsunumu notlara başvurmadan okuyarak, Apple’ın satışlarının son ikiyılda neden %30 azaldığını açıkladı. “Apple’da bir sürü harika insanvar, ama yanlış işler yapıyorlar çünkü plan yanlış,” dedi. “İyi birstratejiyi sabırsızlıkla bekleyen insanlar gördüm, ama iyi bir stratejibenimsenmedi şimdiye kadar.” Kalabalıktan yine bağrışmalar, ıslıklarve tezahüratlar yükseldi.

Jobs konuşurken tutkusunu giderek daha fazla açığa vurdu veApple’ın yapacağı şeylerden bahsederken “biz” ve “ben” demeyebaşladı –“onlar” yerine–. “Bence bir Apple bilgisayar almak için hâlâfarklı düşünmek gerekiyor,” dedi. “Onları satın alan insanlar farklıdüşünüyorlar. Onlar bu dünyadaki yaratıcı ruhlar ve dünyayıdeğiştirmek istiyorlar. Biz böyle insanlar için araçlar üretiyoruz.” Bucümlede “biz” sözcüğünü vurgularken ellerini birleştirdi ve göğsüneparmaklarıyla tık tık vurdu. Konuşmasının sonunda da, Apple’ın gele-ceğinden bahsederken “biz” demeyi sürdürdü. “Biz de farklı düşüne-ceğiz ve ürünlerimizi en başından beri satın alan insanlara hizmetedeceğiz. Çünkü birçok kişi onların deli olduğunu düşünse de, biz odelilikte deha görüyoruz.” Uzun alkış yağmuru sırasında insanlarhuşuyla bakıştılar ve bazıları gözlerinin yaşını sildi. Jobs Apple’daolduğunu açıkça söylemişti.

Microsoft Paktı

Jobs’ın Ağustos 1997’de Macworld’de yaptığı konuşmanın doruknoktası hem Time’ın, hem de Newsweek’in kapağında yer verilenbomba bir açıklamaydı. Konuşmasının sonuna doğru duraksayıp biryudum su içti ve sonra daha sakin konuşmaya başladı. “Apple bir ekos-istemde yaşıyor,” dedi. “Başka ortakların yardımına ihtiyacı var. Yıkıcı

382/728

ilişkilerin bu endüstride kimseye faydası olmaz.” Dramatik bir etkiuyandırmak için tekrar duraksadıktan sonra açıklama yaptı: “İlk yenipartnerlerimizden birini, bizim için çok önemli bir partneri açıklamakistiyorum: Microsoft.” İnsanlar hayret nidaları atarken ekranda Mi-crosoft ve Apple logoları belirdi.

Apple’la Microsoft çeşitli telif ve patent meseleleri yüzünden, özel-likle de Microsoft’un Apple’ın grafik kullanıcı arayüzünün görünüşünüve tarzını çalıp çalmadığı konusunda on yıldan fazladır savaşıyorlardı.1985’te, tam Jobs Apple’dan kovulurken John Sculley bir teslimiyetanlaşması yapmıştı: Microsoft, Apple’ın GUI’sini Windows 1.0’dakullanacaktı ve karşılığında Excel’in iki yıl boyunca sadece Mac’tekullanılmasını sağlayacaktı. 1988’de, Microsoft’un Windows 2.0’ıçıkarmasından sonra Apple dava açtı. Sculley 1985’te yapılan anlaş-manın Windows 2.0’ı kapsamadığını ve Windows’ta yapılan değişik-liklerin (örneğin Bill Atkinson’ın üstte duran pencerenin alttakini“kesmesi” numarasının kopyalanmasının) bariz ihlaller olduğunusavunuyordu. 1997’de Apple davayı ve çeşitli temyiz davalarını kay-betti, ama hukuki ihtilaf kalıntıları ve yeni dava tehditleri sürdü. AyrıcaBaşkan Clinton’ın Adalet Bakanlığı Microsoft’a karşı büyük bir anti-tröst davası açmaya hazırlanıyordu. Jobs baş savcı Joel Klein’ı PaloAlto’ya davet etti. “Microsoft’a büyük bir tazminat ödetmeyeuğraşmayın,” dedi Jobs ona kahve içerlerken. “Onları davayla oyalayınyeter. Böylece Apple Microsoft’a yetişip rekabetçi ürünler sunmayabaşlayabilir.”

Amelio’nun yönetimindeki Apple, Microsoft’la iyice kapışmıştı. Mi-crosoft gelecekteki Macintosh işletim sistemleri için Word ve Excelgeliştirmeyi reddediyordu, ki Apple’ı bitirebilirdi bu. Ancak BillGates’in sadece kinci davranmadığını söylemek gerekir. Yeni Macin-tosh işletim sisteminin nasıl olacağını kimse –Apple’ın sürekli değişenliderleri de dahil olmak üzere– bilmez gibi görünürken, Gates’in busistem için yazılım geliştirmeyi kabul etmeye gönülsüz olması an-laşılırdı. Apple’ın NeXT’i satın almasından hemen sonra Amelio’yla

383/728

Jobs birlikte Microsoft’a gittiler, ama Gates idarenin hangisindeolduğunu anlamakta zorlandı. Birkaç gün sonra Jobs’ı aradı. “Hey, neyani, uygulamalarımı NeXT OS’ye[29] göre mi hazırlamam gerekiy-or?” diye sorduğunu anımsıyor Gates. Jobs’ın “Gil’le dalga geçerek”karşılık verdiğini ve durumun yakında netleşeceğini söylediğinianımsıyor.

Liderlik meselesi Amelio’nun kovulmasıyla kısmen çözülünceJobs’ın ilk aradığı kişilerden biri Gates oldu. Jobs şöyle anımsıyordu:

Bill’i aradım ve bu şirketi ayağa kaldıracağım dedim. Bill Apple’a sempatiduymuştu hep. Onu uygulama yazılımı işine soktuk. İlk Microsoft uygulamalarıMac için Excel ve Word’dü. Onu arayıp “Yardıma ihtiyacım var,” dedim. Mi-crosoft Apple’ın patentlerini çiğniyordu. Dedim ki, dava açmayı sürdürürsekbirkaç yıl sonra bir milyar dolar tazminat kazanabiliriz. Bunu sen de biliyorsunben de. Ama savaşırsak Apple o kadar uzun süre ayakta kalamaz. Bunu biliyor-um. O yüzden hemen şimdi uzlaşmanın bir yolunu bulalım. Benim tek istediğimMicrosoft’un Mac için yazılım geliştirmeyi sürdürmesi ve Apple’a yatırım yap-ması, başarımız onu da ilgilendirsin diye.

Gates’e Jobs’ın söylediklerini aktardığımda, doğru söylediğinisöyledi. “Mac’in üstünde çalışmayı seven bir ekibimiz vardı, ayrıcaMac’i seviyorduk,” diye anımsıyordu Gates. Amelio’yla altı ay paz-arlık yapmıştı ve teklifler giderek uzayıp karmaşıklaşmıştı. “SonraSteve gelip hey, o anlaşma fazla karmaşık dedi. Basit bir anlaşmaistiyorum dedi. Bizimle çalışmanızı ve yatırım yapmanızı istiyorumdedi. Ve sadece dört haftada anlaştık.”

Gates’le baş mali işler sorumlusu Greg Maffei anlaşmanın çerçeves-ini belirlemek için Palo Alto’ya gittiler ve sonra Maffei ertesi Pazargünü ayrıntıları halletmek için tek başına geri döndü. Jobs’ın evine git-tiğinde Jobs buzdolabından iki şişe su aldı ve Maffei’yi Palo Alto’dayürüyüşe çıkardı. İki adam da şortluydular ve Jobs yalınayak yürüy-ordu. Bir Baptist kilisesinin önünde otururlarken Jobs meselenin özüneindi. “İstediğimiz şunlar,” dedi. “Mac için yazılım üretmeyi kabul et-menizi ve yatırım yapmanızı istiyoruz.”

384/728

Pazarlık çabuk bitse de son ayrıntılar ancak Jobs’ın Boston’dakiMacworld konuşmasına birkaç saat kala halledildi. Park PlazaCastle’da prova yaparken cep telefonu çaldı. “Selam Bill,” dedi; sözlerieski salonda yankılandı. Sonra bir köşeyi döndü ve başkaları duymasındiye sesini alçalttı. Konuşmaları bir saat sürdü. Nihayet son pürüzleride hallettiler. “Bill, bu şirkete verdiğin destek için teşekkürler,” dediJobs, üstünde şortla çömelmiş haldeyken. “Bence dünya onunla dahaiyi bir yer.”

Jobs Macworld konuşmasında Microsoft anlaşmasının ayrıntılarındanbahsetti. Sadık Apple’cılar başta sızlanıp yuhaladılar. Özellikle deJobs’ın barış paktının parçası olarak “Apple’ın Internet Explorer’ıMacintosh’un varsayılan tarayıcısı yapmaya karar verdiğini” açık-laması seyircileri sinirlendirdi. Yuhalamalar başlayınca Jobs hemenekledi: “Ama seçme şansına inandığımızdan, Macintosh’a başka inter-net tarayıcıları da yükleyeceğiz; kullanıcı isterse varsayılan ayarınıdeğiştirebilir elbette.” Gülenler ve tek tük alkışlayanlar oldu. Seyircilerikna olmaya başlamışlardı, özellikle de Jobs’ın Microsoft’un Apple’a150 milyon dolar yatırım yapacağını ve oy hakkından yoksun hissesenetleri alacağını açıklamasından sonra.

Ama seyirciler tam yatışmışken, Jobs’ın sahne kariyerindeki nadirgörsel ve halkla ilişkiler gaflarından birini yapması tekrar sinirlenmel-erine yol açtı. “Bugün uydu bağlantısı yoluyla aramıza özel bir konukgetireceğim,” dedi ve birden Jobs’la oditoryumun tepesindeki devekranda Bill Gates’in yüzü belirdi. Gates hafifçe, alay edercesinegülümsüyordu. Seyirciler dehşet nidaları attılar ve ardından yuhala-maya, ıslıklamaya başladılar. Bu sahne 1984’teki Büyük Biraderreklamını anımsatıyordu berbat bir şekilde; insan koltukların arasındakigeçitten atletik bir kadının koşarak gelmesini ve balyozunu isabetle fır-latarak ekran görüntüsünü buharlaştırmasını bekliyordu (ve umuy-ordu?) neredeyse.

385/728

Ama olanlar gerçekti ve Gates –yuhalamaları fark etmeden– Mi-crosoft merkezinden uydu bağlantısıyla konuşmaya başladı. “Kariyer-imdeki en heyecanlı çalışmalardan bazıları, Steve’le birlikte Macin-tosh’un üstünde yaptığım çalışmalardı,” dedi tiz, monoton sesiyle.Macintosh için hazırlanan yeni Microsoft Office versiyonunu övmeyebaşlayınca seyirciler sakinleştiler ve sonra yeni dünya düzenini yavaşyavaş kabullendiler sanki. Hatta Gates Word’le Excel’in yeni Mac ver-siyonlarının “Windows platformu için hazırladığımız versiyonlardanbirçok açıdan daha gelişkin olacağını” söyleyerek biraz alkış toplamayıbile başardı.

Jobs Gates’in kendisine ve seyircilere tepeden bakan görüntüsününbir hata olduğunu fark etti. “Onun Boston’a gelmesini istemiştim,”dedi Jobs sonradan. “Hayatımda yaptığım en kötü ve en aptalca sahnehatasıydı bu. Kötüydü çünkü küçük görünmeme yol açtı ve Apple’ında küçük görünmesine yol açtı; sanki her şey Bill’in kontrolündeymişgibi oldu.” Gates de etkinliğin video kaydını izleyince utandı.“Yüzümün o kadar büyütüleceğini bilmiyordum,” dedi.

Jobs seyircilerin içini doğaçlama bir söylevle rahatlatmaya çalıştı.“İlerlemek ve Apple’ı sağlığına kavuşturmak istiyorsak bazı şeylerdenvazgeçmemiz gerekiyor,” dedi seyircilere. “Microsoft’un kazanmasıiçin Apple’ın kaybetmesi gerektiği fikrinden vazgeçmemiz gerekiyor...Bence Microsoft Office’in Mac’te kullanılmasını istiyorsak, onunsahibi olan şirkete biraz minnettar davranmalıyız.”

Microsoft’la ilgili açıklama, Jobs’ın şirketle tekrar canla başlauğraşmasıyla birleşince, Apple’ın çok gereksindiği şekilde canlan-masını sağladı. Günün sonunda hisseleri 6,56 dolar –yani %33– değerkazanıp günü 26,31 dolardan kapadı, ki Amelio’nun istifa ettiği günkühisse fiyatının iki misliydi bu. Bu bir günlük sıçrayış Apple’ın borsadeğerini 830 milyon dolar arttırdı. Şirket mezarın kenarından geridönmüştü.

386/728

Bir Diana Walker Fotoğrafları Portfolyosu

Fotoğrafçı Diana Walker, arkadaşı Steve Jobs’ın neredeyse otuzyıl boyunca fotoğraflarını çekme imkânını buldu.

İşte portfolyosundan bir seçki.

Cupertino’daki evinde,

1982: Öyle mükemmeliyetçiydi ki, eve eşya almakta zorlanıyordu.

Mutfağında: “Hint köylerinde yedi ay geçirdikten sonra geri dönünce,

Batı dünyasının mantıksal düşünce kapasitesinin yanı sıra deliliğini de gördüm.”

Stanford’da, 1982: “Kaçınız hiç seks yapmadınız?

Kaçınız LSD kullandınız?”

Lisa’yla: “Picasso’nun bir sözü vardır: ‘İyi sanatçılar kopyalar,

büyük sanatçılar aşırır.’ Biz de parlak fikirleri aşırmaktan utanmadık hiç.”

John Sculley’yle Central Park’ta, 1984:

“Hayatının geri kalanını şekerli su satarak mı geçirmek istiyorsun,

yoksa dünyayı değiştirme fırsatına sahip olmak mı?”

Apple’daki ofisinde, 1982: Pazar araştırması yapmayı isteyip

istemediği sorulduğunda şu yanıtı verdi: “Hayır, çünkü müşteriler

ne istediklerini biz onlara gösterene kadar bilmezler.”

NeXT’te, 1988: Apple’daki kısıtlamalardan kurtulunca,

en iyi ve en kötü içgüdülerini dizginsiz bıraktı.

John Lasseter’la, Ağustos 1997: Lasseter’ın sevimli yüzünün ve

tavırlarının ardında, Jobs’ınkiyle boy ölçüşen bir sanatçı

mükemmeliyetçiliği yatıyordu.

Tekrar Apple’ın başına geçtikten sonra evinde Boston Macworld

konuşmasına hazırlanıyor, 1997: “Biz o delilikte deha görüyoruz.”

Telefonda Gates’le konuşarak Microsoft anlaşmasını yapıyor:

“Bill, bu şirkete verdiğin destek için teşekkürler. Bence dünya onunla daha iyi bir yer.”

Boston Macworld’de, Gates anlaşmalarından bahsederken: “Hayatımda yaptığım

en kötü ve en aptalca sahne hatasıydı bu. Küçük görünmeme yol açtı.”

Karısı Laurene Powell’la, Palo Alto’daki arka bahçelerinde,

Ağustos 1997: Powell onun hayatına sağduyulu bir tutarlılık katıyordu.

Palo Alto’daki ev ofisinde, 2004: “Beşeri bilimlerle teknolojinin

kesiştiği noktada yaşamayı seviyorum.”

Düğün töreni, 1991: Steve’in Soto Zen öğretmeni Kobun Chino

bir değneği salladı, bir gongu çaldı, tütsü yaktı ve ilahi söyledi.

Onunla gurur duyan babası Paul Jobs’la: Steve, kız kardeşi

Mona’nın izini bulduğu biyolojik babasıyla görüşmeyi reddetti.

Half Dome şeklindeki pastayı Laurene’le ve daha önceki

bir ilişkisinden olma kızı Lisa Brennan’la birlikte keserken.

Laurene, Lisa ve Steve: Lisa kısa süre sonra evlerine taşındı

ve lise yılları boyunca onlarla kaldı.

Steve, Eve, Reed, Erin ve Laurene İtalya’daki Ravello’da, 2003;

Jobs tatildeyken bile çoğunlukla işiyle ilgileniyordu.

Palo Alto’daki Foothills Parkı’nda Eve’i baş aşağı sarkıtıyor:

“Eve fişek gibi ve şimdiye kadar gördüğüm en iradeli çocuk.

Şimdi eski halimin bedelini ödüyorum sanki.”

Laurene, Eve, Erin ve Lisa’yla birlikte Yunanistan’daki Corinth

Kanalı’nda, 2006: “Artık bu dünyanın tamamı gençler için aynı.”

Erin’le Kyoto’da, 2010: Reed’le Lisa gibi Erin de

babasıyla birlikte özel bir Japonya gezisine çıktı.

Reed’le Kenya’da, 2007: “Kanser teşhisi konunca

Tanrı’yla veya her ne varsa onunla bir anlaşma yaptım;

Reed’in mezuniyetini görmeyi gerçekten istiyordum.”

Ve Diana Walker’dan son bir kare daha: Jobs’ın

2004’te Palo Alto’daki evinde çekilmiş bir portresi.

24. BölümFarklı Düşün

iCEO Olarak Jobs

Picasso’dan faydalanıyor

Delilerin Şerefine

Macintosh’un piyasaya sürüleceği sırada muhteşem “1984” reklamınıhazırlamış olan, Chiat/Day’in yaratıcı yönetmeni Lee Clow’un Tem-muz 1997 başında Los Angeles’ta araba kullanırken telefonu çaldı.Arayan Jobs’tı. “Selam Lee, ben Steve,” dedi. “Bil bakalım ne oldu?Amelio istifa etti. Buraya gelebilir misin?”

Apple yeni bir reklam ajansı seçmek için değerlendirme yapıyordu veJobs gördüklerinden etkilenmemişti. Dolayısıyla Clow’un vefirmasının –artık adı TBWA\Chiat\Day’di– teklif vermesini istiyordu.“Apple’ın hâlâ yaşadığını,” dedi Jobs, “ ve hâlâ özel olduğunu kanıt-lamamız gerek.”

Clow başka ajans varsa teklif vermeyeceğini söyledi. “İşimizi biliy-orsun,” dedi. Ama Jobs ona yalvardı. Kendilerini pazarlamaya çalışan–BBDO ve Arnold Worldwide’ın da aralarında bulunduğu– diğer şir-ketlerin hepsini reddedip de “eski bir dostu” geri getirmenin zorolacağını söyledi. Clow Cupertino’ya gitmeyi ve gösterebilecekleri birşeyler getirmeyi kabul etti. Jobs yıllar sonra o sahneyi anlatırkenağlamaya başladı:

Düşündükçe duygulanıyorum, cidden duygulanıyorum. Lee’nin Apple’ı çoksevdiği öyle barizdi ki. Reklam piyasasında bir numaraydı. Ve on yıldır kendinipazarlamaya çalışmıyordu. Oysa şimdi bunu canla başla yapıyordu, çünküApple’ı bizim sevdiğimiz kadar seviyordu. O ve ekibi “Farklı Düşün” diye parlakbir fikir bulmuşlardı. Ve diğer reklam ajanslarının gösterdiği şeylere on basardı.Boğazım düğümlendi ve hâlâ aklıma geldikçe ağlıyorum: Hem Lee’nin Apple’ı okadar önemsemesine, hem de “Farklı Düşün” fikrinin muhteşemliğine. Aradasırada saflıkla –ruhun ve sevginin saflığıyla– karşılaşırım ve mutlaka ağlarım.Beni mutlaka etkiler. Öyle anlardan biriydi bu. O saflığı asla unutmayacağım.Ofisimde bana o fikri anlattı ve ağladım, hâlâ da aklıma gelince ağlıyorum.

Jobs’la Crow, Apple’ın dünyanın en büyük markalarından biri –duy-gusal bağlılık konusunda muhtemelen ilk beş markadan biri–olduğunda, ama insanlara neden seçkin olduğunu hatırlatması gerek-tiğinde hemfikirdiler. Dolayısıyla ürünleri tanıtan bir dizi reklam değil,bir marka imajı kampanyası istiyorlardı. Bu kampanya bilgisayarlarınneler yapabileceğini değil, yaratıcı insanların bilgisayarlarla neler yap-abileceklerini vurgulayacaktı. “Mesele işlemci hızı ya da bellekdeğildi,” diye anımsıyordu Jobs. “Mesele yaratıcılıktı.” Hedef kitlesisadece potansiyel müşteriler değil, Apple çalışanlarıydı. “BizApple’dakiler kim olduğumuzu unutmuştuk. Kim olduğunu hatır-lamanın bir yolu, kahramanlarının kim olduklarını hatırlamaktır. Okampanyanın hedefi buydu.”

Clow ve ekibi “farklı düşünen delileri” yücelten çeşitli yaklaşımlardenediler. Seal’ın “Crazy” şarkısını kullanarak bir video hazırladılar(“Biraz delirmezsek kurtulmamız mümkün değil...”), ama şarkının hak-larını alamadılar. Sonra Robert Frost’un “Seçilmeyen Yol” adlı şiirini

411/728

okumasının kaydını ve Robin Williams’ın Ölü Ozanlar Derneği’ndeyaptığı konuşmaları kullanarak çeşitli versiyonlar denediler. Sonundakendi metinlerini yazmaya karar verdiler ve “Delilerin şerefine...” diyebaşlayan bir taslağın üstünde çalışmaya başladılar.

Jobs her zamanki kadar talepkârdı. Clow’un ekibi metnin bir versiy-onunu getirince Jobs genç metin yazarına açtı ağzını yumdu gözünü.“Bu resmen boktan!” diye bağırdı. “Saçma sapan reklam ajansı metin-lerinden biri bu ve hiç beğenmedim.” Jobs’la yeni tanışmış olan gençmetin yazarı hiç konuşmadan öylece durdu. Bir daha gelmedi. AmaJobs’a kafa tutabilenler –ki aralarında Clow ve ekip arkadaşları KenSegall’la Craig Tanimoto da vardı– onunla birlikte çalışarak, hoşunagiden bir şiirsel ton yakalamayı başardılar. Metnin 60 saniyelik orijinalversiyon şöyleydi:

Delilerin şerefine. Uyumsuzların. Asilerin. Sorun çıkaranların. Kare deliklerdekiyuvarlak çivilerin. Dünyayı farklı görenlerin. Onlar kurallardan hoşlanmazlar. Vestatükoya saygı duymazlar. Onlardan alıntı yapabilirsiniz, onlara katılmayabi-lirsiniz, onları yüceltebilir ya da kötüleyebilirsiniz. Yapamayacağınız tek şey on-ları göz ardı etmektir. Çünkü onlar bir şeyleri değiştirirler. İnsan ırkının iler-lemesini sağlarlar. Ve kimileri onları deli olarak görse de, biz dahi olarakgörüyoruz. Çünkü dünyayı değiştirebileceklerini düşünecek kadar çılgın olan in-sanlar... bunu yapan insanlardır.

Jobs bazı cümleleri, örneğin “insan ırkının ilerlemesini sağlarlar”cümlesini bizzat yazmıştı. Ağustos başında Boston Macworld etkinliğidüzenlendiğinde, artık ellerinde bir ham versiyon vardı ve Jobs bunuekibine gösterdi. Reklamın hazır olmadığında hemfikir oldular, amaJobs oradaki kavramları ve “farklı düşün” sözünü açılış konuşmasındakullandı. “Orada dahice bir fikrin tohumu var,” dedi. “Apple farklıdüşünebilen, bilgisayarların dünyayı değiştirmelerine yardımcı ol-masını isteyen insanlara hitap ediyor.”

Bir meseleyi tartıştılar: “Farklı düşün” mü yoksa “farklı şekildedüşün” mü demeyi. Ama Jobs “farklı düşün”de ısrar etti. Hem bu söz“büyük düşün” gibi sözleri çağrıştırıyordu. Jobs’ın sonradan söylediği

412/728

gibi: “Öyle söylemenin doğru olup olmadığını tartıştık. ‘Farklı şekildedüşün’ benim için aynı anlamı taşımazdı.”

Clow’la Jobs Ölü Ozanlar Derneği’ni çağrıştırmak için, metni RobinWilliams’ın okumasını istediler. Temsilcisi Williams’ın reklam işlerinikabul etmediğini söyleyince Jobs onu doğrudan aramayı denedi. Willi-ams’ın karısına ulaştı, ama kadın onun aktörle doğrudan konuşmasınaizin vermedi, çünkü Jobs’ın ne kadar ikna edici olabildiğini biliyordu.Maya Angelou’yla Tom Hanks’i de düşündüler. O sonbaharda BillClinton’ın düzenlediği bir hayır yemeğinde Jobs başkanı kenara çektive Tom Hanks’i arayıp ikna etmesini istedi, ama başkan bunu yapmayıreddetti. Sadık bir Apple hayranı olan Richard Dreyfuss’u kullandılarsonunda.

Televizyon reklamlarının yanı sıra, gelmiş geçmiş en unutulmazbasın kampanyalardan birine de imza attılar. Her reklamda, ikon olmuşbir tarihsel figürün siyah beyaz portresini, sadece köşedeki Apple lo-gosuyla ve “Farklı Düşün” sözüyle birlikte kullandılar. Bu yüzlerinkimlere ait olduklarının belirtilmemesi, reklamı iyice etkileyici kılıy-ordu. Bazılarını –Einstein, Gandhi, Lennon, Dylan, Picasso, Edison,Chaplin, King– tanımak kolaydı. Ama bazıları insanların durak-samasına, şaşırmasına, belki bir arkadaşına sormasına yol açıyordu:Martha Graham, Ansel Adams, Richard Feynman, Maria Callas, FrankLloyd Wright, James Watson, Amelia Earhart.

Bu insanların çoğu Jobs’ın kişisel kahramanlarıydılar. Çoğu riskalmış, başarısızlığı kabullenmemiş ve farklı şeyler yapmak uğrunakariyerlerini riske atmış insanlardılar. Fotoğrafçılığa meraklı olan Jobs,o ikon portrelerinin kusursuz olması için bizzat uğraştı. “Gandhi’ninuygun fotoğrafı bu değil,” diye bağırdı bir keresinde Clow’a. Clow,Margaret Bourke-White’ın çektiği meşhur fotoğrafın, Gandhi’yi birçıkrığın yanında gösteren siyah beyaz fotoğrafın Time-Life Pictures’aait olduğunu ve ticari amaçlı kullanılamayacağını açıkladı. Bununüzerine Jobs, Time’ın baş editörü Norman Pealstine’i aradı ve bir

413/728

istisna yapmaya ikna etti. Eunice Shriver’ı aradı ve ailesini kardeşiBobby Kennedy’nin Appalachia’yı gezerken çekilmiş bir fotoğrafının(Jobs bu fotoğrafa bayılıyordu) kullanım hakkını vermeye ikna etmes-ini istedi; Muppetların yaratıcısı Jim Henson’ın uygun fotoğrafı için deçocuklarıyla konuştu.

Yoko Ono’yu da müteveffa kocası John Lennon’ın bir fotoğrafı içinaradı. Ono ona bir fotoğraf gönderdi, ama Jobs’ın en beğendiği fo-toğraf değildi bu. “New York’taki bayıldığım, küçük bir Japon restor-anına giderken Yoko’yu oraya çağırdım,” diye anımsıyordu Jobs.Restorana girmesinden sonra Ono onun masasına geldi. “Bu daha iyi,”dedi, ona bir zarf vererek. “Seninle görüşeceğimi düşündüğüm içinyanımda taşıyordum.” John’la birlikte yatakta çektirdiği klasik, çiçeklifotoğraftı bu – ve Apple’ın kullandığı fotoğraf oldu. “John’ın niye onaaşık olduğunu anlayabiliyorum,” diye anımsıyordu Jobs.

Richard Dreyfuss metni güzel okudu. Ama Lee Clow’un başka birfikri vardı. Dış ses neden Jobs’ınki olmasındı? “Sen bu işe cidden in-anıyorsun,” dedi Clow ona. “Sen yapmalısın.” Bunun üzerine Jobs birstüdyoda oturup birkaç deneme yaptı ve kısa süre sonra, herkesinbeğendiği bir ses kaydı oluşturdu. Bunu kullanırlarsa sesin kime aitolduğunu insanlara söylemeyeceklerdi, tıpkı ikon fotoğraflarının altınaikonların isimlerini yazmayacakları gibi. İnsanlar konuşanın Jobsolduğunu eninde sonunda anlayacaklardı. “Senin sesin gerçekten etkiliolacak,” diye iddia ediyordu Clow. “Markayı geri kazanmanın bir yoluolacak.”

Jobs kendi sesini mi, yoksa Dreyfuss’unkini mi kullanması gerek-tiğine karar veremiyordu. Sonunda reklamın gönderilmesi için songece geldi çattı; reklam Oyuncak Hikayesi’nin televizyon prömiyeriyleaynı günde yayınlanacaktı tuhaf bir şekilde. Jobs karar vermeye zorlan-maktan hoşlanmadı her zamanki gibi. Sonunda Clow’a iki versiyonu dagöndermesini söyledi; böylece karar vermek için sabaha kadar zamanıolacaktı. Sabah olunca arayıp Dreyfuss versiyonunu kullanmalarını

414/728

söyledi. “Benim sesimi kullanırsak, insanlar bunu öğrenince bendeodaklanırlar,” dedi Clow’a. “Oysa reklam benimle ilgili değil. Apple’lailgili.”

Jobs elma komününden ayrıldığından beri kendini –ve dolayısıylaApple’ı da– karşıkültür çocuğu olarak tanımlıyordu. “Farklı Düşün” ve“1984” gibi reklamlarda Apple markasını kendi asiliğini sergileyecekşekilde tanıttı (milyarder olduktan sonra bile) ve bebek patlamasıkuşağıyla çocuklarını asiliğe teşvik etti. “Onu gençliğinden beri tanırımve markasının insanlar üzerinde hangi etkiyi uyandırmasını istediği ko-nusunda gayet netti hep,” diyor Clow.

Başka pek az şirket ya da şirket lideri kendi markasını Gandhi, Ein-stein, King, Picasso ve Dalay Lama gibi insanlarla özdeşleştirmek gibidahice bir küstahlığı kotarabilirdi –belki de hiçbiri başaramazdı bunu–.Jobs insanları kendilerini tanımlamaya –şirket karşıtı, yaratıcı, yeni-likçi asiler olarak tanımlamaya–, sadece kullandıkları bilgisayaryoluyla teşvik etmeyi başardı. “Steve teknoloji endüstrisindeki tekyaşam tarzı markasını yarattı,” diyor Larry Ellison. “İnsanların sahipolmaktan gurur duyduğu arabalar vardır –Porsche, Ferrari, Prius–,çünkü kullandığım araba hakkımda bir şeyler söyler. İnsanlar Appleürünleri konusunda da aynı şeyi hissediyorlar.”

Jobs “Farklı Düşün” kampanyasından itibaren Apple’da geçirdiğitüm yıllarda, her Çarşamba ikindisinde üst düzey reklamcı, pazar-lamacı ve iletişimcileriyle üç saatlik toplantı düzenleyip, markanınmesaj stratejilerini tartıştı. “Bu dünyada pazarlama meselesine Stevegibi yaklaşan bir CEO yok,” diyor Clow. “Her Çarşamba bütün telev-izyon, basın ve pano reklamlarını bizzat onaylıyor.” Toplantılarınsonunda genellikle Clow’la ajanstan iki arkadaşını –Duncan Milner’laJames Vincent’ı– Apple’ın oldukça sıkı korunan tasarım stüdyosunagötürüp, üstünde çalışılan ürünleri gösteriyordu. “Hazırlanan şeyleribize gösterirken çok tutkulu ve duygusal bir hale bürünüyor,” diyorVincent. Jobs ürünlerin yaratılma süreçlerini pazarlama gurularıyla

415/728

paylaşmakla, bu kişilerin ürettiği bütün reklamlarda kendi ruh halininyer almasını garantiliyordu.

iCEO

Jobs “Farklı Düşün” reklamı üstünde çalışmanın sonlarındayken,bizzat farklı düşündü. Şirketinin yönetimini en azından geçici olarakresmen devralmaya karar verdi. Amelio’nun on hafta önce kovul-masından beri gayriresmî liderdi, ama kâğıt üstünde sadece“danışman”dı. Fred Anderson geçici CEO’ydu. 16 Eylül 1997’de Jobsbu ünvanı devralacağını açıkladı; ünvanın kısaltması iCEO[30] oldukaçınılmaz bir şekilde. Şirketle arasındaki resmi bağ güçlü değildi:Maaş almayacaktı ve sözleşme imzalamadı. Ama eylemleri gayetgüçlüydü. Dizginler ondaydı ve konsensüse göre hükmetmedi.

O hafta üst düzey yöneticilerini ve personelini Apple oditoryumundatoplayıp şevklendirici bir konuşma yaptı, sonra da yeni rolünü ve şir-ketin yeni reklamlarını kutlamak için biralı ve vegan yiyecekli birpiknik düzenledi. Şort giymişti, kampüste yalınayak dolanıyordu ve pissakallıydı. “Geri döneli on hafta kadar oldu ve gerçekten çok çalışıyor-um,” dedi; yorgun ama son derece kararlı görünüyordu. “Amacımızgösteriş değil. İyi ürünlerin temel ilkelerine, iyi pazarlamaya, iyidağıtıma geri dönmeye çalışıyoruz. Apple temel ilkelerden epeyuzaklaştı.”

Jobs’la yönetim kurulu kalıcı CEO aramayı birkaç hafta dahasürdürdüler. Ortaya çeşitli isimler atıldı –Kodak’tan George M. C.Fisher, I.B.M.’den Sam Palmisano, Sun Microsystems’tan Ed Zander–,ama adayların çoğu Jobs’ın faal bir yönetim kurulu üyesi olarak kal-ması durumunda CEO olmak istemiyorlardı anlaşılır bir şekilde. SanFrancisco Chronicle, Zander’ın o işi istemediğini çünkü “Steve’insürekli omzunun üstünden bakmasını ve bütün kararlarına karşı çık-masını istemediğini” söylediğini yazdı. Bir ara Jobs’la Ellison, işe talipolan bir bilgisayar danışmanına şaka yaptılar; ona kendisinin

416/728

seçildiğini söyleyen bir e-posta gönderdiler ve onunla sadece dalgageçtikleri gazetelerde yazılınca bunu eğlenceli bulanların yanı sıra on-ları ayıplayanlar da oldu. “Apple’a geri döndüm ve neredeyse dört ayboyunca, bir işçi bulma ajansının yardımıyla CEO aradım,” diye anım-sıyordu Jobs. “Ama önerdikleri insanlar uygun değildi. Bu yüzdensonunda CEO olarak kaldım. Apple kaliteli insanlara cazip gelecekkadar iyi durumda değildi.”

Jobs’ın karşılaştığı sorun, iki şirketi birden yönetmenin çok zor ol-masıydı. Geçmişe bakınca, sağlık problemlerinin o günlerdebaşladığını düşündü.

Zordu, cidden zordu, hayatımın en kötü dönemiydi. Genç bir ailem vardı. Pixarvardı. Sabah 7’de işe gidip gece 9’da dönüyordum ve çocuklar yatmış oluyordu.Ve yorgunluktan konuşamıyordum resmen. Laurene’le konuşamıyordum. Tekyapabildiğim TV seyretmek, ot gibi yaşamaktı. Az daha ölecektim. Pixar’laApple’a üstü açılır bir siyah Porsche’yle gidip geldiğimden böbreklerimde taşlaroluşmaya başladı. Hastaneye koşuyordum, kalçadan Demarol iğnesi yapıyorlardıve bir süre sonra taşı düşürüyordum.

Bu yıpratıcı hayata karşın Jobs, kendini Apple’a verdikçe ona dahaçok bağlandığını fark etti. 1997’de bir ticari bilgisayar fuarında Mi-chael Dell, Steve Jobs olsa ve Apple’ın başına geçse ne yapacağı sorul-duğunda “Şirketi feshederim ve hissedarlara paralarını geri veririm,”diye yanıtladı. Jobs Dell’e bir e-posta gönderdi. “CEO’ların klas insan-lar olmaları gerekir,” dedi. “Senin öyle düşünmediğini görebiliyorum.”Jobs ekibini gaza getirmek için rekabeti körüklemeyi severdi –IBM veMicrosoft konusunda bunu yapmıştı– ve Dell konusunda da aynı şeyiyaptı. Ürünlerin sipariş üzerine imal edilip dağıtılacağı bir sistem kur-mak için müdürleriyle toplantı yaptığında, arka planda Michael Dell’inbüyütülmüş ve yüzüne hedef işareti çizilmiş bir fotoğrafını kullandı.“İşini bitirmeye geliyoruz dostum,” deyince adamları tezahüratyaptılar.

Onu motive eden tutkularından biri kalıcı bir şirket kurmaktı. 12yaşındayken, yazın Hewlett Packard’da çalışırken, düzgün işletilen bir

417/728

şirketin tek bir yaratıcı bireyden çok daha yaratıcı olabileceğini öğren-mişti. “Bazen en yaratıcı fikirlerin şirketten, şirket organizasyonundankaynaklandığını keşfettim,” diye anımsıyordu. “Bir şirket kurmakmuhteşem bir şey. Apple’a geri dönme fırsatı bulunca, o şirketolmadan işe yaramayacağımı fark ettim ve bu yüzden kalıp onu baştankurmaya karar verdim.”

Klonları Öldürmek

Apple’la ilgili en büyük tartışmalardan biri, Microsoft’un Win-dows’un lisansını verdiği gibi Apple’ın da işletim sisteminin lisansınıdiğer bilgisayar üreticilerine daha agresifçe vermesinin daha iyi olupolmayacağıydı. Wozniak başından beri bu yaklaşımı savunuyordu.“Elimizde dünyanın en güzel işletim sistemi vardı,” dedi, “ama onuelde etmek için donanımımızı iki misli fiyattan satın almanız gerekiy-ordu. Bu bir hataydı. İşletim sistemini uygun bir fiyattan satmamızdaha iyi olurdu.” 1984’te Apple’a gelen Xerox PARC yıldızı Alan Fayde Mac OS yazılımının lisansının satılması için canla başla uğraştı.“Yazılımcılar her zaman çoklu platform taraftarıdır, çünküyazılımınızın her şeyde çalışmasını istersiniz,” diye anımsıyordu.“Büyük bir savaş verdim, Apple’da kaybettiğim en büyük savaştıherhalde.”

Microsoft’un işletim sisteminin lisansını satarak servet edinen BillGates 1985’te, tam Jobs kovulurken Apple’a aynı şeyi yapmasını tavsi-ye etmişti. Gates’in inancına göre Apple Microsoft’un işletim sistemin-in müşterilerinin bir kısmını alsa bile, Microsoft Word ve Excel gibiuygulama yazılımlarının Macintosh ve klonları için versiyonlarınıüreterek para kazanabilirdi. “Yazılımlarının lisansını satmaları içinelimden geleni yapıyordum,” diye anımsıyordu. Sculley’ye resmi birmemo göndererek, bunu yapmaları gerektiğini savundu. “Endüstri öylebir noktaya geldi ki Apple artık diğer bilgisayar üreticilerinin desteğinialmadan ve bundan kaynaklanan saygınlığa sahip olmadan, yenilikçiteknolojileriyle bir standart oluşturamaz,” diyordu memoda. “Apple

418/728

‘Mac Uyumlu Yazılımların’ geliştirilmesi için Macintosh teknolojisin-in lisansını 3-5 önde gelen üreticiye vermeli.” Gates yanıt almayıncaikinci bir memo yazıp, bazı şirketlerin Mac’i iyi bir şekilde klonlay-abileceğini söyledi ve “Lisans konusunda elimden geldiğince yardımetmek istiyorum. Lütfen beni ara,” diye ekledi.

Apple Macintosh işletim sisteminin lisansını vermemekte 1994’ekadar direndi ve sonra CEO Michael Spindler iki küçük şirketin–Power Computing’le Radius’un– Macintosh klonları üretmelerine izinverdi. 1996’da şirketin başına gelen Gil Amelio’ysa listeye Mo-torola’yı ekledi. Bunun çok iyi bir iş stratejisi olmadığı ortaya çıktı:Apple satılan her bilgisayar için 80 dolar lisans bedeli alıyordu, amakloncular pazarı genişletmek yerine Apple’ın lüks ve pahalı bilgisayar-larının satışını azaltıyorlardı; oysa Apple bu bilgisayarların her birininsatışından 500 dolara kadar kâr elde etmekteydi.

Ama Jobs’ın klon programına itiraz etmesinin tek sebebi ekonomikdeğildi. Programa fikren de karşıydı. Ana ilkelerinden biri donanımlayazılımın sıkıca entegre olması gerektiğiydi. Bir şeyleri her yönüylekontrol etmeyi seviyordu ve bilgisayarlarda bunu yapmanın tek yolucihazın her şeyini üretmek ve kullanıcı deneyiminin sorumluluğunuuçtan uca üstlenmekti.

Dolayısıyla Apple’a geri dönünce Macintosh klonlarını ortadankaldırmaya öncelik verdi. Temmuz 1997’de, Amelio’nun kovulmasınakatkıda bulunmasından aylar sonra, Mac işletim sisteminin yeni birversiyonu piyasaya sürülünce klon üreticilerinin bu versiyona geçmel-erine izin vermedi. O Ağustos’ta, Jobs’ın Boston Macworld’dekonuşma yapacağı sırada, Power Computing’in başkanı Stephen“King” Kahng kloncuları destekleyen protesto gösterileri organize ettive Jobs’ın lisans vermemeyi sürdürmesi durumunda Macintosh OS’ninöleceği uyarısında bulundu. “Platform kapanırsa her şey biter,” dediKahng. “Mutlak bir yıkım olur bu. Platformun kapanması o işletim sis-teminin ölmesi demektir.”

419/728

Jobs hemfikir değildi. Woolard’ı aradı ve Apple’ın verdiği lisanslarıiptal ettireceğini söyledi. Yönetim kurulu bunu kabul etti ve JobsEylül’de Power Computing’le anlaşmaya vararak, bu şirketin lisanshakkından vazgeçmesi ve müşteri veri tabanını Apple’la paylaşmasıkarşılığından 100 milyon dolar ödemeyi kabul etti. Diğer kloncularınlisanlarını da kısa sürede iptal ettirdi. “Berbat donanımlar üreten şir-ketlerin işletim sistemimizi kullanmalarına ve satışlarımızı baltala-malarına izin vermek dünyanın en büyük salaklığıydı,” dedi sonradan.

Ürün Grubu Değerlendirmesi

Jobs’ın en güçlü yönlerinden biri odaklanmayı bilmesiydi. “Ne yap-mayacağına karar vermek, ne yapacağına karar vermek kadar önem-lidir,” dedi. “Bu şirketler için de geçerlidir, ürünler için de.”

Jobs Apple’a geri döner dönmez odaklanma ilkelerini uygulamayagirişti. Bir gün koridorlarda yürürken, eskiden Amelio’nun asistanıolan genç bir Wharton School mezunuyla karşılaştı; bu kişi Jobs’aelindeki işi bitirmek üzere olduğunu söyledi. “Eh, bu iyi, çünkü bazıangaryaları halledecek birine ihtiyacım var,” dedi Jobs ona. Eski asist-anın yeni görevi, Jobs Apple’da düzinelerce ürün ekibiyle görüşürken,ne yaptıklarını açıklamalarını isterken ve onları ürünlerinin ya da pro-jelerinin neden sürdürülmesi gerektiğini açıklamaya zorlarken nottutmaktı.

Eskiden Apple’da çalışmış olan, ama o sıralar grafik yazılım şirketiMacromedia’da çalışan arkadaşı Paul Schiller’ı da işe aldı. “Steveekipleri yirmi kişilik yönetim kurulu toplantı odasına çağırıyordu; otuzkişi geliyordu ve ona görmek istemediği PowerPoint sunumları izlet-tirmeye çalışıyorlardı,” diye anımsıyor Schiller. Dolayısıyla Jobs’ınürün değerlendirme sürecinde yaptığı ilk işlerden biri PowerPointleriyasaklamak oldu. “İnsanların düşünmek yerine slayt sunumları yap-malarından nefret ediyorum,” diye anımsıyordu Jobs sonradan. “Sorunçıktı mı sunum hazırlıyorlardı. Ben onların meseleye derinlemesineinmelerini, birkaç slayt göstermek yerine konuyu masada uzun uzun

420/728

irdelemelerini istiyordum. Neyden bahsettiğini bilen insanların Power-Point’e ihtiyacı yoktur.”

Ürün değerlendirmesi Apple’ın odaklanmaktan ne kadar uzak-laştığını gösterdi. Şirket bürokratik sebepler ve perakendecilerinkaprisleri yüzünden her ürünün çeşitli versiyonlarını üretiyordu. “Deli-likti,” diye anımsıyordu Schiller. “Yanılgı içindeki ekiplerin ürettiği,çoğu berbat olan tonlarca ürün vardı.” Apple’ın bir düzine Macintoshversiyonunun her birine 1400’ten 9600’e dek uzanan, kafa karıştırıcısayılar verilmişti. “İnsanların bana bunu açıklamalarını istedim üç haf-ta boyunca,” dedi Jobs. “Bir türlü anlayamıyordum.” Sonunda“Arkadaşlarıma hangisini almalarını söyleyeyim?” gibi basit sorularsormaya başladı.

Basit yanıtlar alamayınca modelleri ve ürünleri iptal etmeye başladı.Kısa süre sonra %70’ini iptal etmişti. “Siz akıllı insanlarsınız,” dedi birgruba. “Zamanınızı böyle berbat ürünlerle harcamamalısınız.” İptal et-tirdiği ürünlerin çok sayıda kişinin işten çıkarılmasına yol açmasıbirçok mühendisi hiddetlendirdi. Ama Jobs iyi mühendislerin (projeleriiptal edilenler de dahil olmak üzere) verdiği kararları takdir ettiklerinisöyledi sonradan. “Mühendislik ekibi inanılmaz heyecanlı,” dedi Eylül1997’deki bir personel toplantısında. “Toplantıdan çıktığımda, ürünleriyeni iptal edilmiş insanlar sevinçten havalara uçuyorlardı, çünkü ni-hayet nereye gittiğimizi anlıyorlardı.”

Birkaç hafta sonra Jobs’ın sabrı tükendi. “Yeter!” diye bağırdı, büyükbir ürün stratejisi toplantısında. “Delilik bu.” Bir keçeli kalem kaptı, birbeyaztahtaya gitti, yatay ve dikey birer çizgi çekerek bir çizelge hazır-ladı. “İhtiyacımız olan şey şu,” diye devam etti. Üstteki iki sütununbaşlarına “Tüketici” ve “Profesyonel” yazdı. Alttaki iki sıranınbaşlarınaysa “Masaüstü” ve “Taşınabilir” yazdı. İşlerinin her biri birkareye denk gelecek dört muhteşem ürün üretmek olduğunu söyledi.“Odada çıt çıkmıyordu, herkes afallamıştı,” diye anımsıyor Schiller.

421/728

Jobs bu planı Eylül’deki Apple yönetim kurulu toplantısında açık-ladığında da afallayan insanların sessizliğiyle karşılaştı. “Gil her to-plantıda yeni ürünler onaylamamızı isterdi bizden,” diye anımsıyorWoolard. “Yeni ürünlere ihtiyacımız var deyip dururdu. Steve ise geldive ürünleri azaltmaya ihtiyacımız var dedi. Dört kareli bir matris çizdive bunda odaklanmamız gerektiğini söyledi.” Yönetim kurulu baştadirendi. Bunun bir risk olduğunu söylediler. “Başarabilirim,” diyekarşılık verdi Jobs. Yönetim kurulu bu yeni stratejiyi oylamadı. Diz-ginleri elinde tutan Jobs kendi bildiğini okudu.

Sonuçta Apple mühendisleri ve müdürleri birden sadece dört alandaodaklanmaya başladılar. “Profesyonel masaüstü” alanında, PowerMacintosh G3’ün üstünde çalışacaklardı. “Profesyonel taşınabilir”alanında, Powerbook G3’ü üreteceklerdi. “Tüketici masaüstü”alanında, ileride iMac’e dönüşecek bilgisayarın üstünde çalışmayabaşlayacaklardı. “Tüketici taşınabilir” alanında da, iBook’a dönüşecekbilgisayarda odaklanacaklardı.

Şirketin diğer işlerden, örneğin yazıcılardan ve sunuculardan eliniçekmesi anlamına geliyordu bu. Apple temelde Hewlett-PackardDeskJet’in bir versiyonu olan StyleWriter renkli yazıcıları satıyordu.Asıl kârı HP, sattığı mürekkepli kartuşlardan elde ediyordu. “An-lamıyorum,” dedi Jobs ürün değerlendirme toplantısında. “Bir milyonadet ürün satacaksınız, ama kartuşlardan para kazanmayacaksınız? De-lilik bu.” Kalkıp odadan çıktı ve HP’nin başkanını aradı. “Anlaşmamıziptal olsun, biz yazıcı işini size bırakıp çekilelim,” önerisinde bulundu.Sonra toplantı odasına geri döndü ve yazıcı işini bıraktıklarını bildirdi.“Steve duruma baktı ve o piyasadan çekilmemiz gerektiğini hemen an-ladı,” diye anımsıyor Schiller.

Jobs’ın verdiği en dikkat çekici karar, idare eder bir el yazısı tanımasistemine sahip olan kişisel dijital asistan Newton’ı nihai bir şekildeiptal etmekti. Jobs ondan Sculley’nin favori projesi olduğu için,mükemmel çalışmadığı için ve kendisi kalemli cihazlardan

422/728

hazzetmediği için nefret ediyordu. 1997’de Amelio’ya Newton’ı iptalettirmeye çalışmıştı ve onu bölümü küçültmeye ikna edebilmişti ancak.1997’nin sonunda, Jobs’ın ürün değerlendirmelerini yaptığı sırada obölüm hâlâ faaldi. Jobs kararından şöyle bahsetti sonradan:

Apple’ın durumu daha iyi olsa o ürünü geliştirmeye bizzat uğraşırdım. O bölümüyöneten insanlara güvenmiyordum. Cidden iyi bir teknolojinin kötü yönetimyüzünden ziyan edildiğini hissediyordum. Bölümü kapatmakla, oradaki bazı iyimühendisleri yeni mobil cihazlar üstünde çalıştırabildim. Ve sonunda istediğimizürünleri, iPhone’ları ve iPad’i yaratabildik.

Bu odaklanma yetisi Apple’ı kurtardı. Jobs geri dönüşünün ilkyılında 3.000’den fazla kişiyi işten çıkardı ve böylece şirketin bil-ançosunu dengeledi. Jobs’ın Eylül 1997’de geçici CEO olmasındansonra, o mali yılın bitiminde Apple 1,04 milyar dolar kaybetmişti.Ocak 1998’deki San Francisco Macworld konferansında, Amelio’nunberbat konuşmasından bir yıl sonra sahneye Jobs çıktı. Yeni ürünstratejisini anlatırken gür sakallı ve deri ceketliydi. Ve sunumunu ilkkez, sonradan alametifarikası haline gelecek bir sözle bitirdi: “Ah, birşey daha...” Bu seferki “bir şey daha”dan kastı, “Kârı Düşün”dü. Busözcükleri söyleyince alkışlar koptu. Apple iki yıl boyunca epey zararettikten sonra kârlı bir üç aylık dönem geçirmişti; 45 milyon dolarkazanmıştı. 1998 mali yılının tamamındaysa 309 milyon dolar kâr etti.Jobs geri dönmüştü, Apple da öyle.

423/728

25. BölümTasarım İlkeleri

Jobs’la Ive’ın Stüdyosu

Jony Ive

Jobs’ın Eylül 1997’de iCEO olduktan hemen sonra üst düzey yöneti-cilerine yaptığı bir moral konuşmasında, seyircilerin arasında şirketintasarım ekibinin başında olan 30 yaşında, duyarlı ve tutkulu bir İngilizoturuyordu. Jonathan Ive –herkes ona Jony diyordu– istifa etmeyi plan-lıyordu. Şirketin ürün tasarımı yerine kâr maksimizasyonunda odaklan-masından bıkmıştı. “Steve’in hedefimizin sadece para kazanmak değilmuhteşem ürünler üretmek olduğunu söylediğini çok net hatırlıyorum,”diye anımsıyordu Ive. “Bu felsefeye dayanarak verilen kararlar,Apple’da o zamana dek verdiğimiz kararlardan temelde farklıdır.”Ive’la Jobs’ın kısa sürede kuracakları yakınlık, dönemlerinin en büyükendüstriyel tasarım işbirliğini doğuracaktı.

Ive Londra’nın kuzeydoğu ucundaki bir kasaba olan Chingford’dabüyümüştü. Babası yerel üniversitede öğretmenlik yapan birgümüşçüydü. “Müthiş bir zanaatkârdı,” diye anımsıyordu Ive.“Noellerde bana verdiği armağan, üniversitedeki atölyesinde benimlebirlikte bir gün geçirmekti; Noel tatili sebebiyle orada kimse olmuy-ordu ve babam istediğim şeyleri yapmama yardım ediyordu.” Tekkoşul, Jony’nin yapmayı planladıkları şeyleri elle çizmesiydi. “Elleyapılan şeylerin güzelliğini takdir ettim hep. En önemli şeyin özenolduğunu fark ettim. Bir üründe özensizlik algıladım mı tiksinirim.”

Ive Newcastle Teknik Okulu’na yazıldı ve boş zamanlarıyla yazlarınıbir tasarım danışmanlığı şirketinde geçirdi. Yaratılarından biri tepes-inde oynaması eğlenceli, küçük bir top bulunan bir kalemdi. Bu topsayesinde kalemin sahibi kalemle oyunvari türden bir duygusal bağkuruyordu. Tezi için, duyma özürlü çocuklarla iletişimde kullanılacak

bir mikrofon ve kulaklık –bembeyaz plastikten yapılma– tasarladı.Dairesi tasarımı kusursuzlaştırmakta kullandığı köpük modellerledoluydu. Ayrıca bir ATM makinesi ve kıvrık bir telefon tasarladı; ikiside Royal Society of Art’tan ödül kazandı. Bazı tasarımcıların tersine ogüzel taslaklar çizmekle yetinmiyordu; işin mühendislik kısmıyla ve içparçaların işleyişiyle de ilgileniyordu. Üniversitedeki hedeflerindenbiri bir Macintosh tasarlayabilmekti. “Mac’i keşfedince, bu ürünü üre-ten insanlarla aramda bir bağ hissettim,” diye anımsıyordu. “Birden birşirketin ne olduğunu ya da ne olması gerektiğini anladım.”

Ive mezun olduktan sonra Londra’da Tangerine adlı bir tasarımfirmasının kurulmasına yardım etti; bu firma Apple’la danışmanlık an-laşması imzaladı. Ive 1992’de Apple tasarım bölümünde çalışmak içinCupertino’ya taşındı. 1996’da, Jobs’ın geri dönmesinden bir yıl öncebölümün başına getirildi, ama mutlu olmadı. Amelio tasarımla pek ilgi-lenmiyordu. “Ürünlere özen gösterilmiyordu, çünkü kazandığımızparayı maksimize etmeye çalışıyorduk,” dedi Ive. “Biz tasarımcılardantek istedikleri, bir ürünün dıştan nasıl görünmesi gerektiğinin mod-eliydi; sonra da mühendisler ürünü olabildiğince ucuzlatmaya uğraşıy-orlardı. İstifa etmek üzereydim.”

Jobs başa geçip de moral konuşması yapınca Ive kalmaya karar verdi.Ama Jobs başta dışarıdan gelecek dünya çapında bir tasarımcı aradı.IBM ThinkPad’in tasarımcısı Richard Sapper’la ve Ferrari 250 ileMaserati Ghibli I’i tasarlamış olan Giorgetto Giugiaro’yla konuştu.Ama sonra Apple’ın tasarım stüdyosunu gezerken cana yakın, heveslive gayet açıksözlü Ive’la yakınlık kurdu. “Formlarla ve materyallerleilgili yaklaşımlar üstüne konuştuk,” diye anımsıyordu Ive. “Aynıfrekanstaydık. Birden o şirketi neden sevdiğimi anladım.”

Ive en azından başta, Jobs’ın donanım bölümünün başına getirdiğiJon Rubinstein’ın emrinde çalışıyordu; ama Jobs’la doğrudan ve sıradışı denecek kadar güçlü bir yakınlık kurdu. Birlikte düzenli olaraköğle yemeği yemeye başladılar ve Jobs iş gününün sonunda Ive’ın

425/728

tasarım stüdyosuna uğrayıp onunla sohbet ediyordu. “Jony’nin özel birkonumu vardı,” dedi Powell. “Evimize geliyordu ve ailelerimiz yakın-laştı. Steve onu kırmamaya özen gösteriyordu hep. Steve’in hay-atındaki çoğu insanın yeri doldurulabilir. Ama Jony öyle değil.”

Jobs Ive’a duyduğu saygıyı sonradan bana şöyle anlattı:

Jony’nin sadece Apple’a değil dünyaya da katkısı büyük oldu. O her açıdan sonderece zeki bir insan. Ticari kavramlardan, pazarlama kavramlarından anlıyor.Her şeyi çabucak öğreniveriyor. Temelde yaptığımız şeyi herkesten daha iyi an-lıyor. Apple’da bir ruh ikizim varsa Jony’dir. Jony ile ben ürünlerimizin çoğunubirlikte düşünüyoruz ve sonra başkalarına “Hey, bu nasıl sence?” diye soruyoruz.Ive her ürünün en küçük ayrıntısının yanı sıra büyük tabloyu da görüyor. VeApple’ın bir ürün şirketi olduğunu anlıyor. O sadece bir tasarımcı değil.Doğrudan benimle çalışmasının sebebi bu. Kimse ona ne yapacağını söyleyemez,kimse onu kovamaz. Ben bunu garantiledim.

Çoğu tasarımcı gibi Ive da belirli bir tasarımın felsefesini analiz et-mekten ve onu adım adım düşünmekten hoşlanıyordu. Jobs için busüreç daha sezgiseldi. Beğendiği modelleri ve taslakları gösteriyor,beğenmedikleriniyse çöpe atıyordu. Gerekli ipuçlarını alan Ive iseJobs’ın onay verdiği konseptleri geliştiriyordu.

Ive elektronik aletler firması Braun’da çalışan Alman endüstriyel tas-arımcı Dieter Rams’e hayrandı. Rams “az ama daha iyi” –Wennigeraber besser– düsturunu benimsemişti ve Jobs’la Ive da her yeni tas-arımı olabildiğince sadeleştirmeye çalışıyorlardı. Jobs ilk Applebroşüründe “Sadelik Karmaşıklığın Doruğudur” sözünü kullandığındanberi fethedeci sadeliğin peşindeydi. “Sade bir şey üretmek,” dedi,“temel güçlükleri gerçekten anlayıp zarif çözümler bulmak epey emekister.”

Ive, sadece yüzeysel değil gerçek sadeliğin peşinde olan Jobs’ın ruhikiziydi. Ive bir keresinde, tasarım stüdyosunda otururken felsefesinianlattı:

Neden sadeliğin iyi olduğunu varsayıyoruz? Çünkü fiziksel ürünler söz konusuolduğunda, onlara egemen olabileceğimizi hissetmemiz gerekir. Karmaşıklığa

426/728

düzen getirdikçe, ürünün size boyun eğmesini sağlarsınız. Sadelik görsel birstilden ibaret değildir. Minimalizm ya da düzensizliğin yokluğu değildir sadece.Karmaşıklığın derinine inmeyi gerektirir. Gerçek sadelik için gerçekten derine in-meniz gerekir. Örneğin bir şeyin üstünde vida olmasın diye, çok karmaşık ve an-laşılması güç bir ürün yaratabilirsiniz. Daha iyi yolsa sadeliğin derinine inmek,ürünle ve üretimiyle ilgili her şeyi anlamaktır. Bir üründeki gereksiz bütünparçalardan kurtulmak istiyorsanız, o ürünün özünü derinden anlamalısınız.

Ive’la Jobs’ın paylaştıkları temel ilke buydu. Tasarım sadece ürününyüzeysel görünüşüyle ilgili değildi. Ürünün özünü yansıtması gerekiy-ordu. “Çoğu insan tasarımın gösterişle ilgili olduğunu düşünür,” dediJobs, Apple’ın başına tekrar geçmesinden kısa süre sonra Fortune’a.“Ama benim için tasarımın anlamıyla uzaktan yakından alakası yokbunun. Tasarım kendini dış katmanlarla ifade eden bir insan yaratısınıntemel ruhudur.”

Dolayısıyla Apple’daki ürün tasarlama süreci, ürünün mühendis-liğiyle ve imalatıyla yakından bağlantılıydı. Ive Apple’ın PowerMac’lerinden birinden bahsetti. “Gerçekten gerekli olmayan her şeydenkurtulmak istiyorduk,” dedi. “Bunun için tasarımcıların, ürün geliştiri-cilerin, mühendislerin ve imalat ekibinin tamamen işbirliği yapmalarıgerekiyordu. En başa dönüp duruyorduk. Şu parçaya ihtiyacımız varmı? Diğer dört parçanın onun işini yapmasını sağlayabilir miyiz?”

Jobs’la Ive bir ürünün tasarımının, özünün ve imalatının arasındakibağlantıyı Fransa’daki bir mutfak aletleri dükkânına girdiklerindegördüler. Ive hayran kaldığı bir bıçağı eline aldı, ama sonra hayalkırıklığına uğrayıp bıraktı. Jobs da aynı şeyi yaptı. “İkimiz de bıçağınkeskin kısmıyla sapının arasındaki zamk parçasını fark etmiştik,” diyeanımsıyordu Ive. Bıçağın iyi tasarımının imalat tarzı yüzünden berbatolmasından bahsettiler. “Bıçaklarımızın zamkla tutturulmuş olduğunudüşünmek istemeyiz,” dedi Ive. “Steve’le ben mutfak aletleri gibişeylerin saflığını bozan ve özünü eksilten öyle şeyleri önemsiyoruz veikimiz de ürünlerin saf ve kusursuz görünmesi gerektiğinidüşünüyoruz.”

427/728

Başka çoğu şirkette genellikle mühendislik tasarımın önüne geçer.Mühendisler istedikleri ve gereksindikleri özellikleri belirlerler, sonrada tasarımcılar bunlara uygun kasalar ve kapaklar tasarlarlar. Jobsiçinse bu süreç genellikle tersine işliyordu. Apple’ın ilk zamanlarındaJobs orijinal Macintosh’un kasasının tasarımını onaylamıştı ve sonramühendisler kartlarını ve bileşenlerini o kasaya uydurmak zorundakalmışlardı.

Jobs’ın kovulmasından sonra Apple mühendis odaklı olmaya geridönmüştü. “Steve’in geri dönmesinden önce mühendisler ‘işte iç or-ganlar’ –işlemci, sabit disk– diyorlardı ve bunları tasarımcılara gönder-iyorlardı, bir kasaya yerleştirsinler diye,” dedi Apple’ın pazarlama şefiPhil Schiller. “Öyle yapınca ortaya berbat ürünler çıkıyor.” Ama Jobsgeri dönüp de Ive’la bağ kurunca, tasarımcılar tekrar ön plana çıktılar.“Steve bizi muhteşem kılacak şeylerden birinin tasarım olduğunu gös-terip duruyordu” dedi Schiller. “Tasarım bir kez daha mühendisliğinönüne geçti, tam tersi yerine.”

Bu bazen ters tepebiliyordu; örneğin Jobs’la Ive, iPhone 4’ün ken-arında sert bir fırçalanmış alüminyum parçasının kullanılmasında diret-tiler, oysa mühendisler bunun anten sorunu çıkarabileceğinden kay-gılanıyorlardı (bkz. 38. bölüm). Ama Apple’ın tasarımlarının –iMac,iPod, iPhone ve iPad tasarımlarının– özgünlüğü her zamanki gibiApple’ı diğer şirketlerden ayıracak ve Jobs’ın geri dönmesinden son-raki yıllarda zaferler kazanmasını sağlayacaktı.

Stüdyonun İçinde

Apple kampüsündeki Two Infinite Loop sokağında, zemin katta bu-lunan Jony Ive’ın yönetimindeki tasarım stüdyosunun renkli pencerel-eri ve kalın, kilitli bir kapısı var. Hemen içerideki cam kabinde bulunanresepsiyon masasında, girişi koruyan iki görevli duruyor. Buraya Appleçalışanlarından çoğunun bile girmesi yasak. Bu kitap için Jony Ive’layaptığım röportajların çoğu başka yerlerde gerçekleşti; ama 2010’da

428/728

bir gün, bir ikindi vaktini stüdyoyu gezerek ve Ive’la Jobs’ın oradanasıl işbirliği yaptıklarından konuşarak geçirmemi ayarladı.

Girişin solunda genç tasarımcıların masalarının bulunduğu bir odavar; sağdaki mağaramsı ana odadaysa, üstünde çalışılan işlerin sergi-lenmesi ve kurcalanması için altı tane uzun çelik masa konulmuş. Anaodanın ardında iş istasyonlarıyla dolu, bilgisayarlı bir tasarım stüdyosuvar; burası ekranlardaki tasarımları köpük modellere dönüştüren kalıpmakinelerinin bulunduğu bir odaya açılıyor. Bu odanın ardındaki ro-botlu sprey boya odasında, modellerin gerçek gibi görünmelerisağlanıyor. Mekân sade ve endüstriyel bir görünüme, metalik gri birdekora sahip. Dışarıdaki ağaçların yaprakları, renkli pencerelerde ışıkve gölge oyunlarına yol açıyor. Arka planda tekno ve caz çalıyor.

Jobs sağlıklı ve ofiste olduğu hemen her gün Ive’la birlikte öğle ye-meği yiyor ve öğleden sonra stüdyoya geliyordu. İçeri girerken mas-alara göz atıp hazırlanan ürünleri görebiliyor, Apple stratejisine uyupuymadıklarını değerlendirebiliyor ve her birinin gelişen tasarımını par-mak uçlarıyla kontrol edebiliyordu. Genellikle orada Ive’la baş başaoluyordu; diğer tasarımcılar işlerinden başlarını kaldırıp göz atsalar dasaygıyla uzakta duruyorlardı. Jobs konuşmak istediği belirli bir meselevarsa mekanik tasarım şefini veya Ive’ın diğer yardımcılarını çağırıy-ordu. Bir şey onu heyecanlandırırsa ya da şirket stratejisine dair birfikir bulmasına yol açarsa, baş işletme müdürü (COO) Tim Cook’u yada pazarlama şefi Phil Schiller’ı yanlarına çağırabiliyordu. Ive olağansüreci şöyle anlatıyor:

Bu büyük oda, şirketteki etrafa bakınıp da üstünde çalıştığımız her şeyi görebile-ceğiniz tek yer. Steve gelince şu masalardan birine oturuyor. Örneğin yeni biriPhone üstünde çalışıyorsak bir tabure kapıp farklı modellerle oynamaya, onlarıelleriyle yoklamaya, en çok hangilerini sevdiğini söylemeye başlayabiliyor. Sonrabirlikte diğer masalara gidiyoruz ve diğer parçaların gidişatını konuşuyoruz.Steve bütün şirket, iPhone ve iPad, iMac ve laptop, yapmayı düşündüğümüz herşey hakkında fikir sahibi olabiliyor. Böylece şirketin enerjisini nereye harcadığınıve bağlantıları görmesi kolaylaşıyor. “Bunu yapmak anlamlı mı? Çünkü asıl şualanda epey büyüyoruz,” gibi laflar ettiği oluyor. Ürünlerin arasındaki bağlantıları

429/728

görme fırsatını yakalıyor, ki büyük bir şirkette epey zordur bu. Bu masalardakimodellere bakarak üç yıl ilerisini görebiliyor.

Tasarım sürecinin çoğu, masaların arasında ileri geri yürüyüp modellerle oyn-arken yaptığımız konuşmalardan ibaret. Steve karmaşık çizimlerden hoşlanmıyor.Modelleri görüp hissetmek istiyor. Haklı da. CAD çizimlerinde gayet iyi görünenbir modeli üretip de berbat olduğunu gördüğümüzde şaşırıyorum hep.

Steve buraya gelmeyi seviyor, çünkü burası sakin ve zarif. Görsel bir insansanızbir cennet. Resmi tasarım değerlendirmeleri olmadığından, önemli karar noktalarıda yok. Dolayısıyla esnek kararlar verebiliyoruz. Her gün konuştuğumuzdan veasla salakça sunumlara başvurmadığımızdan, aramızda büyük anlaşmazlıklarolmuyor hiç.

O gün Ive Avrupa’da kullanılacak, Macintosh uyumlu yeni birelektrik bağlantı donanımının yaratılmasını denetliyordu. Her biri birdiğerinden çok az farklı olan düzinelerce köpük model hazırlanmış veboyanmış halde incelenmeyi bekliyordu. Tasarım şefinin böyle birşeyle ilgilenmesi kimilerine tuhaf gelebilir, ama Jobs da işin içindeydi.Jobs Apple II’ye özel bir güç kaynağı yaptırdığından beri böyleparçaların sadece mühendisliğiyle değil tasarımıyla da ilgileniyor.MacBook’ta kullanılan beyaz güç adaptörünün ve yuvasına tatminkârbir tıkırtıyla oturan manyetik fişin patentinde onun adı geçiyor. Aslında2011’nin başında, A.B.D.’deki mucitler listesinde 212 patentle yeralıyordu.

Ive’la Jobs çeşitli Apple ürünlerinin ambalajlarına bile kafayı taktılarve patentlerini aldılar. Örneğin 1 Ocak 2008’de verilen A.B.D. patentiD558572, iPod nano kutusuyla ilgili; dört çizim cihazın özelliklerinigösteriyor. 21 Temmuz 2009’da verilen Patent D596485 ise sağlamkapaklı ve içinde küçük bir parlak plastik tabaka bulunan iPhone ku-tusuyla ilgili.

Mike Markkula çok eskiden Jobs’a “yükleme yapmayı” –insanlarınbir kitabı kapağına göre değerlendirdiklerini anlamayı– ve Apple’ınbütün kutularının ve ambalajlarının içeride güzel bir mücevher bulun-duğunun sinyalini vermelerini sağlamaya özen göstermeyi öğretmişti.Söz konusu olan ister bir iPod mini olsun, ister bir MacBook Pro;

430/728

Apple müşterileri iyi hazırlanmış bir kutuyu açıp da ürünün içeridedavetkârca yattığını görmenin nasıl bir his olduğunu bilirler. “Steve’leben işin ambalajlama kısmına epey zaman harcıyoruz,” dedi Ive. “Birşeyin ambalajını açmaya bayılırım. Ürünün özel olduğunu hissettirmekiçin bir ambalaj açma ritüeli tasarlarsınız. Ambalaj tiyatro gibi olabilir,bir öykü yaratabilir.”

Sanatçı duyarlılığına sahip olan Ive’ın Jobs’ın başarıyı fazla sahip-lenmesinden rahatsızlık duyduğu oluyordu; Jobs’ın yıllar boyuncabaşka iş arkadaşlarını da rahatsız eden bir özelliği bu. Ive Jobs’ı öyleönemsiyordu ki kolayca incinebiliyordu. “Fikirlerime göz atıyor ve şuiyi, şu çok iyi değil, şunu sevdim diyor,” dedi Ive. “Sonra ben seyir-cilerin arasında otururken, o fikir sanki kendisine aitmiş gibi konuşuy-or. Ben fikirlerin kaynaklarına manyakça özen gösteririm, hattafikirlerimle dolu defterlerim var. Dolayısıyla tasarımlarımdan birinisahiplendiğinde inciniyorum.” Ive yabancıların Jobs’ı Apple’daki fikiradamı olarak tanımlamalarından da yakındı. “Bu bir şirket olarak bizezarar veriyor,” dedi Ive samimiyetle, yumuşak bir sesle. Ama sonraduraksayıp, Jobs’ın oynadığı rolü kabul etti. “Diğer şirketlerin pekçoğunda fikirler ve iyi tasarımlar sürecin içinde kaybolur giderler,”dedi. “Steve burada olup da beni ve ekibimi teşvik etmese, bizimlebirlikte çalışmasa ve bütün engelleri aşarak fikirlerimizi ürünleredönüştürmese, o fikirler tamamen önemsiz ve etkisiz olurdu.”

431/728

26. BölümiMac

Merhaba (Yeniden)

Geleceğe Dönüş

Jobs-Ive işbirliğinin ilk büyük tasarım başarısı, Mayıs 1998’de piy-asaya sürülen ve hedef kitlesi ev kullanıcıları olan iMac adlı masaüstübilgisayardı. Jobs bazı koşullar öne sürmüştü. iMac’in kutudan çıkarılırçıkarılmaz kullanılabilecek basitlikte, klavyesi, monitörü ve bilgisayarıbir arada bir ürün olması gerekiyordu. Markanın alametifarikası olanbelirgin bir tasarıma sahip olmalıydı. Ayrıca 1.200 dolar civarına satıl-malıydı (o sırada Apple’ın fiyatı 2.000 dolardan düşük bilgisayarıyoktu). “Bize komple bir tüketici cihazı olan orijinal 1984 Macin-tosh’un köklerine geri dönmemizi söyledi,” diye anımsıyordu Schiller.“Dolayısıyla tasarımla mühendisliğin el ele gitmesi gerekiyordu.”

Baştaki plan bir “ağ bilgisayar” üretmekti; Oracle’dan Larry Ellis-on’ın canla başla savunduğu bu konsept temelde internete ve başkaağlara bağlanmakta kullanılacak, sabit disksiz, ucuz bir terminal an-lamına geliyordu. Ama Apple’ın CFO’su Fred Anderson bu ürünü sabitdisk ekleyerek evde kullanılabilecek dört başı mamur bir masaüstü

bilgisayara dönüştürmekle daha cazip hale getirmeyi savunanlara ön-derlik etti. Sonunda Jobs bunu kabul etti.

Donanım sorumlusu Jon Rubinstein, Apple’ın lüks ve pahalı profesy-onel bilgisayarı Power Mac G3’ün mikroişlemcisiyle başka parçalarınıönerilen yeni makinede kullanılabilecek şekilde değiştirdi. Yeni makin-enin bir sabit diski ve kompakt disk tepsisi olacaktı; ama Jobs ve Ru-binstein oldukça cesur bir adım atarak disket sürücüsü eklememeyekarar verdiler. Jobs hokey yıldızı Wayne Gretzky’nin bir sözünüalıntıladı: “Topun gittiği yere doğru kay, daha önce bulunduğu yeredoğru değil.” Jobs biraz erken davranmıştı, ama sonunda disketsürücüleri çoğu bilgisayardan kaldırıldı.

Ive ve baş yardımcısı Danny Coster fütüristik tasarım taslaklarıçizmeye başladılar. Başta ürettikleri bir düzine köpük modelin hepsiJobs tarafından kabaca reddedildi, ama Ive onu tatlı dille yön-lendirmeyi biliyordu. Hiçbir modelin tam anlamıyla uygun olmadığınıkabul etti, ama gelecek vaat eden bir tanesine dikkat çekti. Kıvrımlı,oyuncu görünüşlü bu model masaya mıhlanmış, kımıldatılamaz bir taşlevha gibi görünmüyordu. “Masaüstüne yeni gelmiş ya da sıçrayıp biryerlere gitmek üzereymiş hissi veriyor,” dedi Jobs’a.

Bir sonraki sergilemede Ive oyuncakvari modeli geliştirmişti.Dünyaya siyah ya da beyaz olarak bakan Jobs bu sefer modeli öve övebitiremedi. Köpük prototipi alıp merkeze götürdü ve güvendiği adam-larıyla yönetim kurulu üyelerine gizlice gösterdi. Apple reklamlarındafarklı düşünebilmenin muhteşemliğini kutluyordu. Oysa varolan bil-gisayarlardan çok farklı bir şey önerilmemişti şimdiye kadar. Jobs’ınelinde nihayet yeni bir şey vardı.

Ive’la Coster’ın önerdikleri plastik kasanın rengi bondi mavisiydi veyarı saydam olduğundan makinenin içi görülebiliyordu. “Bilgisayarınbukalemun gibi olduğu, ihtiyaçlarınıza göre değişebildiği hissiniuyandırmaya çalışıyorduk,” dedi Ive. “Yarı saydamlık bu yüzden hoşu-muza gitti. Renkli ve canlıydı. Ayrıca fırlama görünüyordu.”

433/728

Yarı saydamlık, bilgisayarın iç mühendisliğini dış tasarımıyla hemmetaforik bir şekilde, hem de gerçekten birleştiriyordu. Jobs devrekartlarındaki çiplerin düzgünce dizilmesinde diretmişti hep, asla görül-meyecek olmalarına karşın. Şimdiyse görüneceklerdi. Kasa bilgisa-yarın bütün bileşenlerine ve bir araya getirilmelerine gösterilen özenigörünür kılacaktı. Oyuncu tasarım sade görünürken bir yandan da ger-çek sadeliğin içerdiği derinliği sergileyecekti.

Plastik kasanın sadeliğine ulaşmak bile epey karmaşık bir işti aslında.Ive’la ekibi kasa üretme sürecini kusursuzlaştırmak için Apple’ınKore’deki imalatçılarıyla birlikte çalıştılar ve hatta yarı saydam renk-leri cazip kılmanın yollarını keşfetmek için bir jöle fasulye fabrikasınagittiler. Her kasa 60 dolardan fazlaya mal oluyordu, yani sıradan birbilgisayar kasasından üç kat pahalıya geliyordu. Diğer şirketlerde, yarısaydam kasanın satışları fazladan maliyeti mazur kılacak kadararttıracağını göstermek için sunumlar ve araştırmalar yapılırdı her-halde. Jobs ise böyle bir analiz istemedi.

Ayrıca iMac’in tepesine bir tutamaç yerleştirilmişti. İşlevselden çokeğlenceli ve semiyotikti bu. iMac bir masaüstü bilgisayardı. Çoğu in-san onu ortalıkta taşımayacaktı. Ama Ive’ın sonradan açıkladığı gibi:

İnsanlar o sıralar teknolojiden huzursuz oluyorlardı. Bir şeyden ürkerseniz onadokunmazsınız. Annemin iMac’e dokunmaktan korktuğunu hayal edebiliyordum.Dolayısıyla üstünde bir tutamaç olursa, insanların onunla bağ kurmaları mümkünolur diye düşündüm. Onu yaklaşılır kılar. Yakın kılar. Ona dokunmanıza izinverir. Size itaat edeceğini hissetmenizi sağlar. Maalesef gömme tutamaç üretmen-in maliyeti epey yüksek. Eski Apple’da olsam fikrimi kabul ettiremezdim. AmaSteve muhteşemdi; onu görür görmez “Çok hoş!” dedi. Düşünce sürecimintamamını açıklamasam de sezisel olarak anladı. O tutamacın iMac’in dos-taneliğinin ve eğlencesinin parçası olduğunu anlayıverdi.

Jobs, Ive’ın estetik arzularına ve tasarımla ilgili çeşitli değişikfikirlerine pragmatik maliyet hesaplarıyla karşı çıkmaya meyilli olanve Rubinstein’ın desteğini alan üretim mühendislerinin itirazlarınısavuşturmak zorunda kaldı. “Fikri mühendislere anlattığımızda,” dedi

434/728

Jobs, “bunu yapamayacaklarını söylediler ve 38 sebep saydılar. Bense‘Hayır, hayır, bunu yapacağız,’ dedim. Onlar da ‘Ama neden?’ dediler.Ben de ‘Çünkü ben CEO’yum ve bunun yapılabileceğini düşünüyor-um,’ dedim. Dolayısıyla istemeye istemeye yaptılar.”

Jobs, Lee Clow’a, Ken Segall’a ve TBWA\Chiat\Day reklam eki-bindeki diğerlerine, gelip hazırladığı şeyleri görmelerini söyledi. Onlarısıkı korunan tasarım stüdyosuna getirdi ve Ive’ın gözyaşı şeklindekiyarı saydam tasarımının örtüsünü dramatik bir şekilde kaldırdı; bu tas-arım 1980’lerde televizyonda oynatılan, gelecekle ilgili Jetgiller adlıçizgi filmden çıkıp gelmiş gibiydi. Bir an afalladılar. “Resmen şokeolmuştuk, ama açık konuşamadık,” diye anımsıyordu Segall. ‘Tanrı’m,bunlar ne yaptıklarını biliyorlar mı?’ diye düşünüyorduk aslında.” Jobsisim önermelerini istedi. Segall sonradan beş isim önerdi ve bir tanesi“iMac”ti. Jobs başta önerilerin hiçbirini beğenmedi, dolayısıyla Segallbir hafta sonra yeni bir listeyle geldi, ama ajansın hâlâ “iMac”iyeğlediğini söyledi. Jobs “O isimden bu hafta nefret etmiyorum, amahâlâ sevmiyorum,” dedi. İsmi bazı prototiplere serigrafiyle yazdırmayıdenedi ve giderek hoşlandı. Böylece bilgisayarın ismi iMac oldu.

iMac’in tamamlanması gereken sürenin sonu yaklaştıkça Jobs’ın ef-sanevi sinirliliği geri döndü, özellikle de imalat meseleleri konusunda.Bir ürün değerlendirme toplantısında sürecin yavaş işlediğini fark etti.“Müthiş hiddet nöbetlerinden birini geçirdi, gerçekten safi hiddet ser-giledi,” diye anımsıyordu Ive. Jobs masayı turlayarak, Rubinstein’danbaşlayarak herkese saldırmaya girişti. “Biliyorsunuz ki burada şirketikurtarmaya çalışıyoruz,” diye bağırdı, “ama sizler köstekoluyorsunuz!”

Orijinal Macintosh ekibi gibi iMac ekibi de ürünü, şatafatlı birşekilde tanıtılmasından önce tamamlamayı güç bela başardı. Ama buarada Jobs bir kez daha patladı. Tanıtım sunumunun prova vaktigeldiğinde, Rubinstein iki tane çalışan prototip üretmişti. Tamamlan-mış ürünü ne Jobs, ne de başkası görmüştü daha önce; Jobs sahnede

435/728

ona bakınca önde, ekranın altında bir düğme gördü. Düğmeye basıncaCD tepsisi açıldı. “Bu ne be?!?” diye sordu Jobs, pek kibar olmayan birşekilde. “Hiçbirimizden çıt çıkmadı,” diye anımsıyordu Schiller,“çünkü CD tepsisinin ne olduğunu bildiği barizdi.” Jobs bağırıpçağırmayı sürdürdü. CD okuyucunun tepsisiz olması gerektiğindediretti ve lüks arabalarda bulunan zarif CD çalarları örnek verdi. Öylesinirlenmişti ki Schiller’ı yanından kovdu; Schiller Rubinstein’ı arayıpoditoryuma çağırdı. “Steve, bileşenleri konuşurken sana gösterdiğimokuyucu buydu,” diye açıkladı Rubinstein. “Hayır, onun tepsisi yoktu,sadece slotu vardı,” dedi Jobs ısrarla. Rubinstein geri adım atmadı.Jobs’ın hiddeti dinmedi. “Neredeyse ağlayacaktım, çünkü değişiklikyapmak için çok geçti,” diye anımsıyordu Jobs sonradan.

Provayı ertelediler ve Jobs ürün tanıtımının tamamını iptal edecekmişgibi göründü bir süre. “Ruby bana ‘Deli miyim ben?’ dercesine baktı,”diye anımsıyordu Schiller. “Steve’le birlikte hazırlayacağım ilk ürüntanıtımıydı bu ve zihniyetini ilk kez anladım; ürün uygun değilse tanıt-mayacaktık.” Sonunda iMac’in bir sonraki versiyonundaki CD ok-uyucunun tepsisiz olmasında karar kıldılar. “Tanıtımı ancak olab-ildiğince kısa sürede slot moduna geçeceksek yaparım,” dedi Jobs ağla-maklı bir şekilde.

Oynatmayı planladığı videoda da bir sorun vardı. Bu videoda JonyIve tasarımının mantığını açıklıyor ve ‘Jetgiller nasıl bir bilgisayar kul-lanırdı? Gelecek geçmişte kalmış gibiydi,’ diyor. O anda çizgi filmdeniki saniyelik bir parça, bir görüntü ekranına bakan Jane Jetgil beliriyorve sonraki iki saniyelik klipte de Jetgiller bir Noel ağacının çevresindekıkırdaşıyorlar. Bir provada, bir prodüksiyon asistanı Jobs’a klipleriçıkarmaları gerektiğini, çünkü Hanna-Barberra’nın onları kullan-malarına izin vermediğini söyledi. “Kalsınlar,” diye bağırdı Jobs ona.Asistan bunun kanunlara aykırı olduğunu açıkladı. “Umurumda değil,”dedi Jobs. “Onları kullanacağız.” Böylece klipler kaldı.

436/728

Lee Clow bir dizi renkli dergi reklamı hazırlıyordu ve denemebaskılarını gönderdiği Jobs onu arayıp ağzına geleni söyledi. Jobsreklamdaki mavinin seçtikleri iMac fotoğrafındaki maviden farklıolduğunda diretiyordu. “Sizler ne yaptığınızı bilmiyorsunuz,” diyebağırdı Jobs. “Reklamları başkasına yaptıracağım, çünkü bu berbat.”Clow kendini savundu. Onları karşılaştır, dedi. Ofiste olmayan Jobshaklılığında diretti ve bağırmayı sürdürdü. Sonunda Clow onun orijinalfotoğrafları eline alıp oturmasını sağladı. “Ona mavinin diğer maviolduğunu sonunda kanıtladım.” Yıllar sonra Gawker web sitesindekibir Steve Jobs tartışma panosunda, Palo Alto’daki, Jobs’ın evindenbirkaç sokak ötedeki Whole Foods marketinde çalışmış olan birisi şuöyküyü anlattı: “Bir ikindi vakti el arabalarını iterken, engellilereayrılan yere park edilmiş gümüşi bir Mercedes gördüm. İçinde SteveJobs vardı, araba telefonuna haykırıyordu. İlk iMac’in tanıtılmasındanhemen önceydi bu ve ‘Yeterince. Mavi. Değil. Diyorum!!!’ dediğiniduyduğuma gayet eminim.”

Jobs her zamanki gibi dramatik bir tanıtım yapmakta odaklanmıştı.CD okuyucu tepsisi meselesine sinirlendiği için bir provayı iptal et-tikten sonra, şovun muhteşem olması için diğer provaları uzattı.Sahneye çıkıp da “Yeni iMac’e merhaba deyin,” diyeceği doruk anınıdefalarca prova etti. Yeni makinenin yarı saydamlığının canlı görün-mesi için ışıklandırmanın kusursuz olmasını istiyordu. Ama birkaçdenemeden sonra hâlâ tatmin olmamıştı; Sculley 1984’teki orijinalMacintosh tanıtımının provalarında Jobs’ın sahne ışıklarına kafayı tak-tığına tanık olmuştu ve şimdi o durumun bir benzeri yaşanıyordu. Jobsışıkların daha çok ve daha erken açılmasını emretti, ama yine de tatminolmadı. Bu yüzden oditoryumun koridorunda yürüyüp ortadaki birkoltuğa çöktü ve ayaklarını önündeki koltuğa attı. “Düzgün yapanakadar devam edelim, tamam mı?” dedi. Tekrar denediler. “Hayır,hayır,” diye yakındı Jobs. “Bu hiç olmadı.” Bir sonraki seferde ışıklaryeterince parlaktı, ama geç yanmışlardı. “Sıkılmaya başlıyorum,” diye

437/728

homurdandı Jobs. Sonunda iMac tam uygun şekilde parıldadı. “Hah!Aynen öyle! Harika!” diye seslendi Jobs.

Jobs eski akıl hocası ve ortağı Mike Markkula’yı bir yıl önce yönetimkurulundan ayrılmaya zorlamıştı. Ama yeni iMac’iyle öyle gurur duy-uyordu ve orijinal Macintosh’la bağlantısı konusunda öyle duygusaldıki, Markkula’yı bilgisayarı görmesi için Cupertino’ya davet etti.Markkula gördüklerinden etkilendi. Tek itirazı Ive’ın tasarımını yaptığıyeni fareydi. Hokey topuna benziyor, dedi Markkula; insanların ondannefret edeceğini söyledi. Jobs buna katılmıyordu, ama Markkula’nınhaklı olduğu ortaya çıktı. Bunun dışında makine tıpkı selefi gibi man-yak iyiydi.

Tanıtım, 6 Mayıs 1998

Jobs 1984’te orijinal Macintosh’u tanıtırken yeni bir çeşit tiyatro yar-atmıştı: Ürünün sergilenmesi çığır açıcı bir olay olarak gösteriliyorduve doruk anında, Tanrı “Işık olsun,” demişçesine gökyüzü yarılıyor,aşağı bir ışık düşüyor, melekler şarkı söylüyor ve seçilmiş imanlılarkorosu hep bir ağızdan Haleluya diyordu. Jobs bu sefer, Apple’ı kur-taracağını ve kişisel bilgisayar dünyasında yeni bir çığır açacağını um-duğu ürünü gösterişli bir şekilde sergilemek için, Cupertino’daki DeAnza Devlet Üniversitesi’nin Flint oditoryumunu seçti sembolik birşekilde; burayı 1984’te de kullanmıştı. Şüpheleri dağıtacak, askerlerigaza getirecek, yazılımcılar topluluğunun desteğini kazanacak ve yenimakinenin çok satmasını sağlayacaktı. Ama bu gösteriyi hazır-lamasının bir sebebi de emprezaryoluk yapmayı sevmesiydi. Muhteşembir şov sergilemek onu muhteşem bir ürün sunmak gibi tatminediyordu.

Duygusal yönünü sergileyerek, tanıtıma en ön koltuklara davet ettiğiüç kişiye zarifçe seslenmekle başladı. Üçüne de yabancılaşmıştı, amaşimdi tekrar kendisine katılmalarını istiyordu. “Şirketi SteveWozniak’la birlikte, babamın garajında başlatmıştım ve bugün Steveburada,” dedi, onu göstererek ve seyircileri alkışlamaya teşvik ederek.

438/728

“Sonra aramıza Mike Markkula katıldı, kısa süre sonra da ilkbaşkanımız Mike Scott katıldı,” diye devam etti. “İkisi de bugün ara-mızdalar. Ve bu üç adam olmasa hiçbirimiz burada olmazdık.” Yine al-kış kopunca gözleri bir an yaşardı. Seyircilerin arasında AndyHertzfeld ve orijinal Mac ekibinin çoğu da vardı. Jobs onlaragülümsedi. Gurur duymalarını sağlamak üzereymiş gibi hissediyordu.

Apple’ın yeni ürün stratejisinin çizelgesi ve yeni bilgisayarın per-formansıyla ilgili bazı slaytlar gösterdikten sonra, yeni bebeğini ser-gilemeye hazırdı. “Günümüzde bilgisayarlar böyle görünüyor,” dedi,arkasındaki büyük ekranda bej bir kutumsu donanım setiyle monitörbelirirken. “Ve sizlere şimdiden sonra nasıl görüneceklerini göstermeayrıcalığına erişmek istiyorum.” Sahnenin ortasındaki masanınüstündeki örtüyü çekip alarak yeni iMac’i sergiledi; ışıklar tamzamanında yanınca bilgisayar ışıl ışıl parladı. Jobs fareye basınca,orijinal Macintosh’un tanıtımında olduğu gibi, ekranda bilgisayarınyapabileceği bütün muhteşem şeyleri gösteren görüntüler belirdi peşpeşe. Sonunda 1984 Macintosh’u süslemiş olan “merhaba” yazısı aynıeğlenceli yazı tipiyle belirdi, ama bu kez altına parantez içinde “yen-iden” sözcüğü yazılmıştı. Merhaba (yeniden). Alkışlar ortalığı inletti.Jobs geriye çekilip yeni Macintosh’una gururla baktı. “Başka bir geze-genden gelmiş gibi,” deyince seyirciler güldü. “İyi bir gezegenden.Daha iyi tasarımcılara sahip bir gezegenden.”

Jobs bir kez daha yeni bir ikonik ürün üretmişti; bu seferki yeni birmilenyumun habercisiydi. “Farklı düşün” sözünün vaadini yerine getir-iyordu. Bej kutular, bir sürü kablolu monitörler ve kalın kullanımkılavuzları yerine burada dokununca pürüzsüz gelen ve göze kızıl-gerdan yumurtası gibi hoş görünen, dostane ve atılgan bir ev aygıtıvardı. Onu küçük, şirin tutamacından tutup kaldırarak zarif, beyaz ku-tusundan çıkarır çıkarmaz bir duvar prizine bağlayabiliyordunuz. Bil-gisayarlardan korkan insanlar artık bilgisayar istiyorlardı; onu başkalarıtarafından görülebileceği bir odaya koymak istiyorlardı, görenlerhayran kalsınlar ve belki de kıskansınlar diye. “Bilimkurgu parıltısını

439/728

kokteyl şemsiyesinin kiç havailiğiyle birleştiren bir donanım,” diyeyazdı Steven Levy Newsweek’te; “yıllardır piyasaya sürülen en havalıgörünüşlü bilgisayar olmasının yanı sıra, Silikon Vadisi’nin eski rüyaşirketinin uyurgezerlikten kurtulduğunun gururla ilanı.” ForbesiMac’in “endüstriyi değiştiren bir başarı” olduğunu yazdı ve ardındanJohn Sculley sürgünden geri dönerek “Steve Apple’a 15 yıl önce büyükbaşarı kazandıran basit stratejiyi uyguladı tekrar: hit ürünler üretme vebunları muhteşem bir şekilde pazarlama stratejisini,” dedi.

Tek bir kişiden eleştiri geldi, tanıdık birinden. iMac övgü yağmurunatutulurken, Bill Gates Microsoft’u ziyarete gelen bir grup mali analisteiMac’in modasının çabuk geçeceğini söyledi. “Apple şimdiye kadar sa-dece renklerde lider oldu,” dedi Gates, şaka olsun diye kırmızıya boy-amış olduğu bir Windows tabanlı PC’yi göstererek. “Bu alanda onayetişmemiz uzun sürmez.” Küplere binen Jobs bir muhabire Gates’intamamen zevksiz olduğunu, adamın iMac’i diğer bilgisayarlardan çokdaha cazip kılan şeyin ne olduğunu bile anlamadığını söyledi.“Rakiplerimizin eksikliği şu ki, onlar meselenin moda ve yüzeyselgörünüş olduğunu sanıyorlar,” dedi. “Şu berbat bilgisayarı biraz ren-klendirdik mi iMac kadar başarılı olur diyorlar.”

iMac Ağustos 1998’de 1.299 dolardan satışa sunuldu. İlk altı haftada278.000 adet satıldı, senenin sonundaysa satışları 800.000’i buldu;böylece Apple’ın gelmiş geçmiş en hızlı satılan bilgisayarı oldu.Satışların %32’sinin ilk kez bilgisayar satın alan insanlara, %12’sininseönceden Windows makineleri kullananlara yapılması özellikle dikkatçekiciydi.

Ive kısa süre sonra iMac’ler için bondi mavisinin yanı sıra dört yenihoş renk buldu. Aynı bilgisayarı beş farklı renkte satmak büyük imalat,depolama ve dağıtım sorunlarına yol açacaktı elbette. Çoğu şirkette,eski Apple’da bile, maliyetin ve kârın hesaplanması için araştırmalarve toplantılar yapılırdı. Ama Jobs yeni renkleri çok beğendi ve diğeryöneticileri tasarım stüdyosuna çağırdı. “Çeşit çeşit renkler

440/728

kullanacağız!” dedi onlara heyecanla. Onlar gittikten sonra Ive ekibinehayretle baktı. “Başka çoğu yerde öyle bir kararın verilmesi aylarsürerdi,” diye anımsıyordu Ive. “Steve ise yarım saatte işi bitirdi.”

Jobs’ın iMac’te yapmak istediği önemli bir geliştirme daha vardı:tiksindiği o CD tepsisinden kurtulmak. “Son derece yüksek teknolojilibir Sony müzik setinde slotlu CD okuyucu görmüştüm,” dedi, “buyüzden sürücü imalatçılarına gidip, dokuz ay sonra piyasaya süre-ceğimiz iMac için slotlu okuyucu üretmeleri konusunda anlaştım.” Ru-binstein onu bu değişiklikten vazgeçirmeye çalıştı. Sadece müzik çal-makla kalmayıp CD’lere kayıt yapabilen yeni okuyucuların çıkacağınıtahmin ediyordu ve bunlar başta slotlu değil tepsili üretileceklerdi.“Slotları seçersen teknolojinin gerisinde kalırsın hep,” iddiasında bu-lundu Rubinstein.

“Umurumda değil, istediğim bu,” diye karşılık verdi Jobs. San Fran-cisco’daki bir suşi barda öğle yemeği yiyorlardı ve Jobs sohbetiyürüyüş yaparak sürdürmelerinde diretti. “Slotlu CD okuyucu istiyor-um, bu bana kıyağın olsun,” dedi Jobs. Rubinstein bunu kabul etti el-bette, ama haklı olduğu sonunda ortaya çıktı. Panasonic müzik okuyupCD’ye yazabilen bir CD okuyucu üretti ve bunlar başta tepsiliydi sa-dece. Bunun sonraki birkaç yılda ilginç bir etkisi olacaktı: Apple kendişarkılarını ripleyip yazdırmak isteyen kullanıcılara hitap etmekte ge-cikecekti, ama Jobs’ın müzik piyasasına girmesi gerektiğini sonundafark etmesiyle birlikte bu durum Apple’ı rakiplerinin önüne geçmekiçin yaratıcı ve cesur olmaya zorlayacaktı.

441/728

27. BölümCEO

Bunca Yıldan Sonra Hâlâ Deli

Tim Cook’la Jobs, 2007

Tim Cook

Steve Jobs Apple’a geri dönüp de ilk senesinde “Farklı Düşün”reklamlarını ve iMac’i üretince, çoğu insanın zaten bildiği şey onaylan-mış oldu: Yaratıcı ve vizyoner olabiliyordu. Bunu Apple’da ilk çalıştığıseferde göstermişti. Ama şirket yönetip yönetemeyeceği o kadar barizdeğildi. Bunu ilk seferde göstermemişti.

Jobs’ın bu işe dört elle ve ayrıntılarda odaklanan bir gerçekçiliklesarılması, bu evrenin kanunlarına tabi olmak zorunda olmadığını hayaletmesine alışkın olan insanları hayrete düşürdü. “Müdür oldu, ki üstdüzey yöneticilikten ve vizyonerlikten farklı bir şeydir; buna hemşaşırdım, hem de sevindim,” diye anımsıyordu, onu geri gelmeye iknaetmiş olan yönetim kurulu başkanı Ed Woolard.

Jobs’ın yönetim mantrası “odaklan”dı. Gereksiz ürün gruplarını veApple’ın geliştirdiği yeni işletim sistemi yazılımındaki lüzumsuz

özellikleri iptal etti. Ürünleri kendi fabrikalarında imal etmek gibi,kontrol manyaklarına uygun bir arzudan vazgeçerek devre kartlarındantamamlanmış bilgisayarlara dek her şeyi dışarıya yaptırdı. Ve Apple’ıntedarikçilerini katı bir disipline soktu. Başa geçtiğinde Apple’ın depol-arında iki aydan fazla yetecek kadar malzeme vardı, ki diğer teknolojişirketlerine kıyasla çok fazlaydı bu. Yumurta ve süt gibi bilgisayarlarında raf ömrü kısadır, dolayısıyla bu durum en az 500 milyon dolar zararanlamına geliyordu. 1998’in başına gelindiğinde Jobs depolardakimalzemeleri bir aylığa kadar azaltmıştı.

Jobs’ın başarılarının bedeli vardı, çünkü tatlı dil diplomasisi hâlâ rep-ertuvarının parçası değildi. Airborne Express’in bir şubesinin yedekparçaları yeterince hızlı teslim etmediğine karar verince, bir Applemüdürüne sözleşmeyi iptal etmesini emretti. Müdür kendilerine davaaçılabileceğini söyleyince Jobs “Onlara söyle, bizimle uğraşırlarsa birdaha bu şirketten zırnık alamazlar,” diye karşılık verdi. Müdür istifaetti; dava açıldı ve sonuçlanması bir yıl sürdü. “Kalsam hisse senediopsiyonlarımın değeri 10 milyon dolar olurdu,” dedi müdür, “ama otavra katlanamayacağımı biliyordum – hem beni kovardı zaten.” Yenidistribütör, stoğu %75 azaltması söylenince bunu yaptı. “Steve’inbaşarısızlığa tahammülü sıfırdı,” dedi şirketin CEO’su. Başka bir za-man, VSLI Technologies şirketi yeterince çipi zamanında teslim et-mekte zorlanmaya başlayınca Jobs bir toplantılarına daldı ve onların“Geri Zekâlı Piçler” olduklarını söylemeye başladı bağırarak. Şirketsonunda çipleri Apple’a zamanında teslim etti ve yöneticileri sırtında“GZP Ekibi” yazan ceketler yaptırdılar.

Apple’ın operasyon şefi, Jobs’ın emrinde üç ay çalıştıktan sonrabaskıya dayanamayıp istifa etti. Jobs operasyonları neredeyse bir yılboyunca bizzat yürüttü, çünkü iş görüşmesi yaptığı herkes “eski tarzimalatçılar gibi görünüyorlardı”. Jobs tıpkı Michael Dell gibi, tamzamanlı imalat yapacak fabrikalar ve tedarik zincirleri kurmak istiy-ordu. Derken 1998’de Tim Cook’la tanıştı; Compaq Computers’ta satınalma ve tedarik zinciri müdürü olarak çalışan, 37 yaşında, kibar biri

443/728

olan Cook, Jobs’ın tek operasyon müdürü olmakla kalmayıp zamanlaApple’ın yönetiminde geri planda çalışan vazgeçilmez bir partneredönüşecekti. Jobs’ın hatırladığına göre:

Tim Cook satın almada çalışmıştı ve bu iş tecrübesi tam da ihtiyacımız olanşeydi. İkimizin bakış açısının tamamen aynı olduğunu fark ettim. Ben Japonya’datıkır tıkır işleyen bir sürü tam zamanlı fabrikayı gezmiştim ve Mac’le NeXT içinbunlardan yaptırmıştım. Ne istediğimi biliyordum ve Tim’le tanışınca onun daaynı şeyi istediğini gördüm. Dolayısıyla birlikte çalışmaya başladık ve kısasürede onun işi bildiğine güvenir oldum. Benimle aynı vizyona sahipti, stratejikdüzeyde çok ileri bir iletişim kurabiliyorduk ve unuttuğum bir sürü şeyi gelipbana hatırlatıyordu.

Bir tersane işçisinin oğlu olan Cook Alabama’da, Mobile’la Pensa-cola’nın arasında, Gulf Coast’a yarım saatlik mesafedeki Robertsdalekasabasında büyümüştü. Auburn’da sanayi mühendisliği bölümündenmezun olmuş, Duke’tan işletme diploması almış ve sonraki on iki yılboyunca IBM’de, Kuzey Carolina’daki Araştırma Üçgeni’ndeçalışmıştı. Jobs onunla iş görüşmesi yaptığında Cook Compaq’taçalışmaya yeni başlamıştı. Son derece mantıklı bir mühendis olmuştuhep ve o sıralar Compaq’ta çalışmak kariyeri açısından akıllıca görün-müştü, ama Jobs’ın aurasına kapıldı. “Steve’le görüşmeye başladıktanbeş dakika sonra ihtiyata ve mantığa boşverip Apple’a katılmak is-tedim,” dedi sonradan. “Sezilerim öyle bir yaratıcı dahiyle çalışma fır-satını bir daha bulamayacağımı söylüyordu.” Dolayısıyla Apple’akatıldı. “Mühendislere analitik kararlar vermeleri öğretilir; ama bazenen doğrusu hislere, sezilere güvenmektir.”

Apple’daki rolü Jobs’ın sezilerini gerçeğe dökmekti ve bunu sessizsedasız, çok çalışarak yaptı. Hiç evlenmemiş olduğundan kendini işineverdi. Çoğu günler sabahın dört buçuğunda kalkıp e-postalar gönderiy-or, sonra spor salonunda bir saat geçiriyor ve altıyı biraz geçe mas-asında oluyordu. Pazar akşamları, gelecek haftanın konuşulacağı tele-fon toplantılarını ayarlıyordu. Sinir krizleri geçirmeye, bağırıpçağırmaya meyilli bir CEO tarafından yönetilen şirkette Cook olaylarasoğukkanlıca hâkim oluyor, yatıştırıcı Alabama aksanıyla konuşuyor

444/728

ve sessiz sessiz bakıyordu. “Cook eğlenceli olabilse de varsayılan yüzifadesi çatık kaşlar ve çok espritüel biri değil,” diye yazdı Fortune’danAdam Lashinsky. “Toplantılarda konuşurken uzun ve rahatsız ediciduraksamalarda bulunmasıyla ve sürekli yediği enerji barlarının ambal-ajlarını hışır hışır açmasıyla tanınıyor.”

Cook şirkette yeniyken katıldığı bir toplantıda, Apple’ın Çinli te-darikçilerinden biriyle sorun yaşandığını öğrendi. “Bu gerçekten kötü,”dedi. “Birisi Çin’e gidip bu meseleyi halletmeli.” Yarım saat sonra,masada oturan bir operasyon müdürüne “Sen neden hâlâ buradasın?”diye sordu duygusuzca. Müdür kalkıp, bavullarını bile hazırlamadandosdoğru San Francisco havaalanına gitti ve Çin’e bilet aldı. Cook’unbaş yardımcılarından biri oldu.

Cook, Apple’ın başlıca tedarikçilerinin sayısını yüzden yirmi dördeindirdi, onları indirim yapmaya zorladı, çoğunu Apple fabrikalarınıncivarına taşınmaya ikna etti ve şirketin on dokuz deposundan on tanes-ini kapattı. Malların yığılabileceği yerleri azaltmakla stokları da azalttı.Jobs 1998’in başında, iki aylık stokları bir aylığa indirmişti. O seneninEylül’üne gelindiğindeyse Cook stokları altı günlüğe indirmişti. ErtesiEylül’de, artık sadece iki günlük stok tutuluyordu şaşırtıcı bir şekilde –hatta bu süre bazen 15 saate kadar iniyordu. Ayrıca Apple bilgisayar-larının imalat süresini dört aydan iki aya indirdi. Bütün bunlar tasarrufettirmekle kalmayıp, her yeni bilgisayarın en son donanım ürünlerinesahip olmasını sağladı.

Yarı Boğazlı Kazak ve Ekip Çalışması

Jobs 1980’lerin başlarında yaptığı bir Japonya gezisinde, Sony’ninbaşkanı Akio Morita’ya neden şirketteki herkesin üniforma giydiğinisordu. “Çok utanmış gibiydi; bana savaştan sonra kimsenin giysisi ol-madığını ve Sony gibi şirketlerin işçilerine her gün giyecek bir şeylervermek zorunda kaldıklarını söyledi,” diye anımsıyordu Jobs. Yıllargeçtikçe üniformalara, özellikle de Sony’ninkilere onlara özgü özellik-ler eklendi ve böylece işçilerin şirketle kaynaşmaları sağlandı.

445/728

“Apple’da öyle bir kaynaşma istediğime karar verdim,” diye anımsıy-ordu Jobs.

Stile önem veren Sony, üniformasını ünlü tasarımcı Issey Miyake’yetasarlatmıştı. Üniformanın naylon ceketinin kolları fermuarlıydı ve on-lar çıkarılınca yeleğe dönüşüyordu. “Issey Miyake’yi aradım veApple’a bir yelek tasarlamasını istedim,” diye anımsıyordu Jobs. “Bazınumunelerle geri döndüm ve herkese bu yelekleri giymemizin harikaolacağını söyledim. Sahnede yuhalandım resmen. Herkes bu fikirdennefret etti.”

Ama bu süreçte Miyake’yle arkadaş oldu ve onu düzenli olarak zi-yaret etmeye başladı. Kendine bir üniforma yaptırmayı da düşünmeyebaşlamıştı, hem gündelik hayatta rahat olacağı için (öne sürdüğü sebepbuydu), hem de kendine özgü bir tarzı olacağından. “Dolayısıyla Is-sey’e beğendiğim siyah boğazlı kazaklarından yapmasını istedim veyüz tane filan yaptı.” Jobs bu öyküyü duyunca şaşırdığımı fark edip,dolabında istiflenmiş kazakları gösterdi. “İşte bunları giyiyorum,” dedi.“Ömür boyu yetecek kadar var.”

Jobs otokratik mizacına karşın –konsensüse tapanlardan değildi o–,Apple’da işbirliği kültürünü geliştirmek için çok çalışıyordu. Birçokşirket, çok az toplantı düzenlemekle gurur duyar. Jobs ise birçok to-plantı düzenliyordu: her Pazartesi yönetici kadro toplantısı, herÇarşamba ikindisi pazarlama stratejisi toplantısı, ayrıca sonu gelmezürün değerlendirme toplantıları. PowerPoint’ten ve resmi sunumlardanhâlâ hazzetmediğinden, masada oturan insanların meseleleri kendibölümlerinin açısından anlatmalarında diretiyordu.

Apple’ın en büyük avantajının eksiksiz, entegre –tasarımdan don-anıma, yazılımdan içeriğe dek– cihazlar sunması olduğuna in-andığından, şirketin bütün bölümlerinin birbirleriyle paralelçalışmalarını istiyordu. “Derin işbirliği” ve “eşzamanlı mühendislik”terimlerini kullanıyordu. Ürünün sırayla mühendislikten tasarıma, im-alattan pazarlamaya geçtiği bir geliştirme süreci yerine, bu çeşitli

446/728

bölümler ürünün üstünde birlikte ve eşzamanlı çalışıyorlardı. “Yönte-mimiz entegre ürünler geliştirmekti ve bu, sürecimizin entegre veişbirlikçi olmasını gerektiriyordu,” dedi Jobs.

Bu yaklaşım önemli konumlar için yapılan personel alımlarında dageçerliydi. Adayları sadece çalışmak istedikleri bölümün müdürleriyledeğil, üst düzey yöneticilerle –Cook, Tevanian, Schiller, Rubinstein,Ive– tanıştırıyordu. “Sonra o kişi olmadan toplanıyorduk ve bize uyupuymayacağını konuşuyorduk,” dedi Jobs. Amacı bir şirketin ikinci sınıfyetenekler yüzünden verimsizleşmesine yol açan “andaval pat-lamasına” karşı tetikte olmaktı:

Hayattaki çoğu şeyde, en iyiyle vasatın arasındaki fark %30 civarıdır. En iyi uçakşirketleri, en güzel yemekler vasatlardan %30 daha iyi olabilirler. Woz’unsa vasatbir mühendisten elli kat daha iyi olduğunu görmüştüm. Kendi kafasında to-plantılar düzenleyebiliyordu. Mac ekibi, tamamı öyle A ligi oyuncularındanoluşma bir ekip kurma girişimiydi. İnsanlar onların birbirleriyle geçinemeye-ceklerini, birbirleriyle çalışmaktan nefret edeceklerini söylüyorlardı. Ama ben Aligi oyuncularının A ligi oyuncularıyla çalışmaktan hoşlandıklarını, C ligi oyun-cularla çalışmaktansa hazzetmediklerini fark etmiştim. Pixar şirketindeki herkesA ligi oyuncusuydu. Apple’a geri dönünce bunu yapmaya çalışmaya karar ver-dim. İşe alma sürecinde işbirlikçi olmanız gerekiyor. Birini işe alacağımız zaman,pazarlama bölümünde çalışacak bile olsa, onu tasarımcılarla ve mühendislerlekonuştururum. Rol modelim Robert Oppenheimer’dı. Atom bombası projesi içinnasıl insanlar aradığını okudum. Ben kesinlikle onun kadar iyi olmasam da,hedefim öyle olmaktı.

Bu süreç zorlu olabiliyordu, ama Jobs yetenekli insanları tanımayı iyibiliyordu. Apple’ın yeni işletim sisteminin grafik arayüzünü tasarlaya-cak insanlar aradıkları sırada, Jobs kendisine e-posta gönderen genç biradamı görüşmeye davet etti. Görüşmeler iyi geçmedi. Aday gergindi.Jobs o gün daha sonra onunla karşılaştığında, aday lobide perişan haldeoturmaktaydı. Jobs’a fikirlerinden birini göstermek istediğini söyledive Jobs başını geriye çevirip bakınca, Adobe Director’la hazırlanmışkısa bir demo gördü; bu demoda dock çubuğuna daha fazla ikon sığdır-manın bir yolu gösteriliyordu. Adam imleci docka sıkıştırılmış ikon-ların üstünde gezdirince, imleç büyüteç gibi davranıyor ve her ikonu

447/728

büyütüyordu. “Tanrı’m dedim ve onu hemen işe aldım,” diye anımsıy-ordu Jobs. Bu özellik Mac OS X’in sevilen bir parçası haline geldi vetasarımcı daha sonra çoklu dokunmatik ekranlar için ataletli kaydırma(parmağınızı sürtmeyi kesmenizden sonra sayfanın biraz daha kay-masını sağlayan nefis özellik) gibi şeyler tasarladı.

Jobs NeXT’teki deneyimleri sayesinde olgunlaşmıştı, ama pek yu-muşamamıştı. Mercedes’i hâlâ plakasızdı ve arabasını hâlâ ön kapınınyanındaki engelli yerlerine, bazen iki arabalık yere park ediyordu. Buhuyu espri konusu haline geldi. Çalışanlar “Farklı Park Et” yazılı ta-belalar yaptılar ve birisi engellilerin tekerlekli araba sembolünü boyay-la Mercedes logosu haline getirdi.

Jobs çoğu toplantının sonunda, uyulacak bir kararını ya da stratejisiniher zamanki gibi kısaca açıklıyordu. “Muhteşem bir fikrim var,” diy-ordu, bu fikri daha önce başkası önermiş olsa bile. Veya “Bu berbat.Yapmak istemiyorum,” diyordu. Bazense, bir meseleyle yüzleşmeyehazır değilse, onu bir süreliğine görmezden geliyordu.

İnsanlar ona karşı çıkmakta serbesttiler, hatta buna teşvik ediliyor-lardı ve Jobs’ın kendisine karşı çıkanlara saygı duyduğu oluyordubazen. Ama fikirlerinizi değerlendirirken size saldırmasına, hattaezmesine hazırlıklı olmalıydınız. “Onunla tartışırken kazanmanmümkün değil, ama bazen sonradan kazandığın olur,” dedi James Vin-cent, Lee Clow’la çalışmış olan yaratıcı genç reklamcı. “Bazen bir şeyönerirsin, ‘Bu salakça bir fikir,’ der, sonra da geri gelip ‘Yapacağımızşey şu,’ der. ‘Ben bunu iki hafta önce sana söylemiştim ve salakça birfikir demiştin,’ demek istersin. Ama diyemezsin. ‘Harika bir fikir, hadiyapalım,’ dersin.”

İnsanlar Jobs’ın arada sırada söylediği mantıksız ya da yanlışfikirlere de katlanmak zorunda kalıyorlardı. Hem ailesine hem de işarkadaşlarına, gerçeklikle pek ilgisi olmayan bazı bilimsel veya tarihsel“gerçekleri” gayet kendinden emin bir şekilde söylemeye meyilliydi.“Bir konuda hiçbir şey bilmese bile, çılgın tarzı ve mutlak özgüveni

448/728

sayesinde insanları o konuyu bildiğine ikna edebiliyor,” dedi Ive; buözelliği sevimli buluyordu tuhaf bir şekilde. Lee Clow, Jobs’a birreklam kesitini gösterdiğini, Jobs’ın istediği birkaç küçük değişikliğiyaptığını ve sonra Jobs’ın kendisine saldırdığını, reklamın tamamenmahvolduğunu söylediğini anımsıyor. Clow bunun üzerine onayanıldığını kanıtlamak için eski versiyonları gösterdi. Ama ayrıntılarıkolay fark edebilen Jobs, başkalarının gözden kaçırdığı ufak tefekşeyleri yakalıyordu bazen. “Bir keresinde fazladan iki kareyi çıkarmışızve bunun fark edilmesi neredeyse imkânsızdı,” dedi Clow. “Ama Jobsgörüntünün müzikle tam uyum içinde olmasını istiyordu ve kesinliklehaklıydı.”

Emprezaryo

iMac tanıtım etkinliğinin başarısından sonra Jobs yılda dört beş kez,dramatik ürün tanıtımlarının ve sunumlarının koreografisini hazır-lamaya başladı. Bu sanat formunda ustalaştı ve hiçbir şirket liderininonunla boy ölçüşmeye kalkışmadı bile. “Jobs’ın sunumları seyircilerin-in beyinlerine dopamin hücum etmesine yol açıyor,” diye yazdıCarmine Gallo, Steve Jobs’ın Sunum Sırları kitabında.

Dramatik ürün tanıtımları yapma arzusu, Jobs’ın bir şeyleri ilan et-meye hazır hale gelene dek gizli tutma saplantısını körükledi. HattaApple, Nicholas Ciarelli adlı Mac tutkunu bir Harvard öğrencisininpiyasaya sürülecek Apple ürünleriyle ilgili güzel bloğu “Gizli Düşün”ükapattırmak için mahkemeye başvurdu. Böyle eylemler (bir başkaörnekse Apple’ın 2010’da, iPhone 4’ü piyasaya sürülmesinden önceeline geçiren Gizmodo’ya savaş açmasıydı) eleştirilere yol açsalar da,Jobs’ın ürün tanıtımlarının bazen histerik denebilecek kadar meraklabeklenmesine katkıda bulundular.

Jobs’ın ürün şovları özenle hazırlanıyordu. Sahneye üstünde kot pan-tolon ve boğazlı kazakla, elinde bir şişe su tutarak, salına salına giriy-ordu. Seyircilerin çoğu hayranlar oluyordu ve etkinlikler şirket ürünanonslarından çok dinsel cemaat toplantılarını andırıyordu. Muhabirler

449/728

ortada bir yere oturtuluyordu. Jobs slaytlarını ve konuşmalarını bizzathazırlıyor, defalarca kontrol ediyor, arkadaşlarına gösteriyor ve işarkadaşlarıyla onlar hakkında konuşuyordu. “Her slaydı yedi sekiz keredeğiştiriyor,” dedi karısı Laurene. “Her sunumdan önceki gece onunlabirlikte sabaha kadar oturuyorum ve prova yapıyor.” Jobs ona bir slay-dın üç varyasyonunu gösteriyordu ve en iyisini seçmesini istiyordu.“Öyle takıntılı oluyor ki. Konuşmasını gözden geçiriyor, bir ikisözcüğü değiştiriyor ve sonra tekrar baştan okumaya başlıyor.”

Sunumlar tıpkı Apple ürünleri gibi görünüşte sadeydiler –neredeysebomboş bir sahne, birkaç sahne donanımı–, ama altta gerçek bir derin-lik yatıyordu. Bir Apple ürün mühendisi olan Mike Evangelist iDVDyazılımı üstünde çalıştı ve Jobs’ın bu ürünü tanıtmaya hazırlanmasınayardımcı oldu. O ve ekibi şovdan haftalar öncesinden başlayarak,Jobs’ın sahnedeyken DVD’ye yazdırabileceği resimleri, şarkıları ve fo-toğrafları yüzlerce saat boyunca aradılar. “Apple’daki tanıdığımızherkese en iyi ev filmlerini ve şipşak fotoğraflarını getirmelerinisöyledik,” diye anımsıyordu Evangelist. “Mükemmeliyetçiliğinden tav-iz vermeyen Steve çoğundan nefret etti.” Evangelist Jobs’ın mantıksızdavrandığını düşünse de, onları hep daha iyiyi aramaya sevk etmesininsonunda örneklemeyi daha iyi kıldığını kabul etti.

Jobs ertesi sene Evangelist’e, video editleme yazılımı Final CutPro’nun tanıtımında kendisiyle birlikte sahneye çıkmasını söyledi.Provalar sırasında, Jobs oditoryumun ortasındaki bir koltuktan seyre-derken, Evangelist gerildi. Jobs insanları ellerinden tutup destek verentürden biri değildi. Bir dakika sonra onu durdurup sabırsızca “Bu işibecermelisin, yoksa her şeyi baştan hazırlamamız gerekecek,” dedi.Phil Schiller, Evangelist’i kenara çekti ve ona daha sakin görünmenintüyolarını verdi. Evangelist bir sonraki provayı ve sonra seyircilerinkarşısındaki gösteriyi başarıyla atlattı. Sadece gösterinin sonundaJobs’tan aldığı övgüyü değil, Jobs’ın prova sırasındaki sert sözlerini dehâlâ değerli bulduğunu söyledi. “Beni daha çok çalışmaya zorladı veböylece kendimi epey aştım,” diye anımsıyordu. “Steve Jobs’ın

450/728

Apple’a olan etkisinin en önemli yönlerinden biri bu bence. Kendindeve başkalarında mükemmellikten daha azına tahammülü çok az, belkide hiç yok.”

iCEO’luktan CEO’luğa

Jobs’ın Apple yönetim kurulundaki akıl hocası Ed Woolard onunCEO ünvanının başındaki “geçici” kısmını atması için iki senedenfazladır baskı yapıyordu. Jobs şirkete tamamen bağlanmayı reddet-mekle kalmayıp, hisse senedi opsiyonu almayarak ve yılda sadece 1dolara çalışarak herkesi şaşırtıyordu. “Sırf işe geldiğim için 50 sentalıyorum,” diye espri yapmaktan hoşlanıyordu, “diğer 50 senti de per-formansıma karşılık alıyorum.” Temmuz 1997’de geri döndüğünde 14doların biraz altında olan hisse fiyatı, 2000’in başındaki internet ba-lonunun doruğunda 102 doların biraz üstüne çıkmıştı. Woolard1997’de, kendisine az sayıda da olsa hisse bağışlanmasını kabul etmesiiçin yalvarmıştı; ama Jobs “Apple’da birlikte çalıştığım insanların zen-gin olmak için geri döndüğümü düşünmelerini istemiyorum,” diyerekreddetmişti. Kabul etse, kendisine bağışlanacak hisselerin değeri 400milyon dolara çıkacaktı. Oysa o süre içinde 2,5 dolar kazanmıştı.

Ünvanındaki geçici ibaresinden vazgeçmemesinin temel sebebiApple’ın geleceğinden emin olmamasıydı. Ama 2000 yılı yaklaştıkça,Apple’ın onun sayesinde toparlandığı anlaşıldı. Karısı Laurene’le uzunbir yürüyüşe çıktı ve artık çoğu insana formalite gibi gelen, ama onuniçin hâlâ çok önemli olan meseleyi konuştu. Geçici ibaresindenvazgeçerse, Apple hayal ettiği her şeyin temeli olabilirdi; örneğinApple’ı bilgisayarlardan başka ürünlere de yöneltebilirdi. Bunu yap-maya karar verdi.

Woolard çok sevindi ve yönetim kurulunun ona büyük bir hissebağışında bulunmaya hazır olduğunu söyledi. “Seninle açıkkonuşayım,” diye karşılık verdi Jobs. “Bir uçağı yeğlerim. Üçüncüçocuğum yeni doğdu. Yolcu uçaklarını sevmiyorum. Ailemi Hawaii’yegötürmekten hoşlanıyorum. Doğuya giderken pilotlar tanıdık olsun

451/728

isterim.” Jobs TSA’dan[31] önce bile yolcu uçaklarında, hatta termin-allerde kibar ve sabırlı davranabilen biri olmamıştı. Jobs’ın bazenuçağını kullandığı yönetim kurulu üyesi Larry Ellison (Apple 1999’daEllison’a bu yüzden 102.000 dolar ödemişti) itiraz etmedi. “Başardık-larını göz önüne alınca ona beş uçak vermeliyiz!” dedi Ellison. Son-radan da şöyle dedi: “Apple’ı karşılıksız kurtaran Steve’e mükemmelbir teşekkür hediyesiydi.”

Woolard, Jobs’ın isteğini seve seve yerine getirdi –bir Gulfstream Vile– ve ayrıca ona on dört milyon hisse senedi opsiyonu önerdi. Jobsbeklenmedik bir karşılık verdi. Daha fazlasını istiyordu: yirmi milyonopsiyon. Woolard afalladı ve sinirlendi. Yönetim kurulu hissedarlardansadece on dört milyon opsiyon dağıtma yetkisi almıştı. “Opsiyonistemediğini söylemiştin; uçak istediğini söylemiştin ve sana uçak ver-dik,” dedi Woolard.

“Daha önce opsiyonlarda ısrar etmemiştim,” diye karşılık verdi Jobs,“ama sen şirketin hisselerinin %5’e kadarının opsiyonunu verebile-ceğini söylemiştin ve şimdi bunu istiyorum.” Kutlama yapılması gerek-en bir zamanda bu tartışmanın yapılması rahatsız ediciydi. Sonundakarmaşık bir çözüm bulundu (Haziran 2000’de hisselerin 1’e 2 bölün-mesinin planlanması durumu biraz daha karmaşıklaştırdı): Ocak2000’de Jobs’a 10 milyon hisse bağışlandı; bunların değeri şimdiki fiy-attan değil, 1997’de bağışlanmışlar gibi hesaplandı ve 2001’de birbağış daha yapılmasına karar verildi. İnternet balonunun patlamasıylabirlikte hisse değerinin düşmesi üzerine Jobs’ın opsiyonlarını kullan-maması ve 2001’in sonunda yönetim kurulundan bunların yerine kend-isine daha düşük işlem fiyatından yeni bir bağış yapmalarını istemesidurumu iyice kötüleştirdi. Opsiyonlar çekişmesi sonradan şirketinbaşına bela olacaktı.

Jobs opsiyonlardan kâr etmese de uçağa bayıldı. İç tasarımına epeykafa yorması şaşırtıcı değildi. Uçağın içini istediği gibi yapması biryıldan fazla sürdü. Ellison’ın uçağını başlangıç noktası olarak kullanıp

452/728

bir tasarımcı tuttu. Kısa süre sonra kadını çileden çıkarmaya başladı.Örneğin Ellison’ın G-5’inde, kabinlerin arasında açma ve kapamadüğmeleri bulunan bir kapı vardı. Jobs kendi kapısının tek bir açmakapama düğmesi olmasında diretti. Cilalı paslanmaz çelik düğmeleribeğenmediğinden, onları fırçalanmış metal düğmelerle değiştirtti. Amasonunda istediği uçağa sahip oldu ve ona bayıldı. “Onun uçağıylakendiminkini karşılaştırıyorum da, yaptığı her değişiklik iyiydi,” dediEllison.

Jobs Ocak 2000’de San Francisco’da düzenlenen Macworld’de yeniMacintosh işletim sistemi OS X’i tanıttı; bu sistemde Apple’ın üç yılönce NeXT’ten satın aldığı yazılımlardan bazıları kullanılıyordu.Jobs’ın tam NeXT OS’nin Apple’ın işletim sistemiyle kaynaştırıldığısırada Apple’a tamamen geri dönmeye razı olması uygundu ve tama-men rastlantısal değildi. Avie Tevanian NeXT işletim sisteminin UNIXbağlantılı Mach kernelini alıp, Darwin adıyla bilinen MAC OS ker-neline dönüştürmüştü. Darwin korumalı bellek, gelişkin ağ kurma veöncelikli çoklu görev özelliklerini sunuyordu. Tam Macintosh’ungereksindiği şeydi bu ve şimdiden sonra Mac OS’nin temeli olacaktı.Aralarında Gates’in de bulunduğu bazı tenkitçiler Apple’ın NeXT işle-tim sistemini tamamen benimsemediğini belirttiler. Bunda doğrulukpayı vardı, çünkü Apple yepyeni bir sisteme geçmek yerine ellerindekisistemi geliştirmeyi yeğlemişti. Eski Macintosh sistemi için yazılan uy-gulama yazılımları genelde yeni sistemle uyumluydular veya uyum-landırılmaları kolaydı; ayrıca yeni sisteme geçen Mac kullanıcılarıbirçok yeni özelliği fark edecek, ama yepyeni bir arayüzlekarşılaşmayacaklardı.

Macworld’deki hayranlar haberi sevinçle karşıladılar elbette; özel-likle de Jobs ‘dock’u ve üstündeki ikonların üzerlerinden imleçgeçirilerek büyütülebildiğini gösterdiğinde, tezahüratlarla yeri göğü in-lettiler. Ama en büyük alkış her zamanki gibi “Ah, bir şey daha...” ded-iğinde koptu. Pixar’daki ve Apple’daki görevlerinden bahsetti ve ikiyerde birden çalışmaya alıştığını söyledi. “Dolayısıyla bugün geçici

453/728

ibaresinden vazgeçtiğimi memnuniyetle açıklıyorum,” dedi geniş birgülümsemeyle. Kalabalıktakiler sanki The Beatles tekrar bir arayagelmiş gibi çığlık çığlığa ayağa fırladılar. Jobs dudağını ısırdı, tel çer-çeveli gözlüğünü düzeltti ve mütevazı rolü yaptı kibarca. “Banakendimi tuhaf hissettiriyorsunuz şimdi. Ben her gün işe gidip de geze-gendeki en yetenekli insanlarla, Apple’daki ve Pixar’daki insanlarlabirlikte çalışma fırsatını yakalıyorum. Ama bu işler takım sporudur.Teşekkürlerinizi Apple’daki herkes adına kabul ediyorum.”

454/728

28. BölümApple Mağazaları

Dahi Barları ve Siena Kumtaşları

New York’taki Beşinci Cadde mağazası

Müşteri Deneyimi

Jobs herhangi bir şeyin kontrolünden feragat etmekten nefret ediy-ordu, özellikle de bunu yapması müşteri deneyimini etkileyebilecekse.Ama bir sorunla karşı karşıyaydı. Sürecin kontrol etmediği bir kısmıvardı: bir mağazadan bir Apple ürünü satın alma deneyimi.

Byte Shop günleri geride kalmıştı. Endüstri satışları meraklılarayönelik yerel bilgisayar dükkânlarından mega zincirlere ve büyükmağazalara kayıyordu ve buralardaki satış görevlilerinin çoğu Appleürünlerinin kendine özgü yönlerini açıklayacak kadar bilgili ve heveslideğillerdi. “Satıcının tek kaygısı 50 dolar kâr etmekti,” dedi Jobs.Diğer bilgisayarlar birbirlerine epey benzeseler de Apple yenilikçiözelliklere sahipti ve daha pahalıydı. Jobs bir iMac’in rafta bir Dell’lebir Compaq’in arasında durmasını ve bilgisiz bir satış görevlisininözellikleri sayarken hepsini aynı kefeye koymasını istemiyordu.

Jobs 1999’un sonlarında, bir dizi Apple perakende satış mağazası aç-abilecek yöneticilerle büyük bir gizlilik içinde görüşmeye başladı.

Adaylardan biri tasarım tutkunuydu ve doğuştan perakendeci birininçocuksu şevkine sahipti: Target’ın pazarlama bölümünün başkanyardımcısı Ron Johnson farklı görünüşlü bazı ürünlerin, örneğin Mi-chael Graves tarafından tasarlanmış bir çaydanlığın piyasaya sürülmes-inden sorumluydu. “Steve’le konuşmak çok kolay,” dedi Johnson ilkgörüşmelerini anımsarken. “Birden karşımda yırtık kot pantolonlu veboğazlı kazaklı biri beliriverdi ve neden muhteşem mağazalara ihtiyaçduyduğundan bahsetmeye başladı. Apple başarılı olacaksa, dedi bana,yenilikçiliğimiz sayesinde kazanacağız. Ve müşterilerle iletişim kur-manın yolu yoksa yenilikçilik işe yaramaz.”

Johnson Ocak 2000’de tekrar iş görüşmesi yapmaya gelince Jobsyürüyüşe çıkmalarını önerdi. Sabah 8:30’da 140 mağazalık dev Stan-ford Alışveriş Merkezi’ne gittiler. Mağazalar henüz açılmadığındanbütün koridorlarını defalarca gezdiler ve organizasyonundan, büyükbonmarşelerin diğer mağazalara olan etkisinden ve neden bazı özelmağazaların başarılı olduğundan bahsettiler.

Yürüyüp konuşmayı sürdürürlerken 10’da mağazalar açılınca EddieBauer’e girdiler. Buranın alışveriş merkezinin dışında ve otoparkta bi-rer girişi vardı. Jobs Apple mağazalarının tek bir girişi olmasına kararverdi; böylece deneyimi kontrol etmek kolaylaşacaktı. Ayrıca EddieBauer mağazasının fazla uzun ve dar olduğunda hemfikir oldular. Müş-terilerin mağazaya girer girmez içerisinin düzenini anlamalarıönemliydi.

Alışveriş merkezinde teknoloji mağazası yoktu ve Johnson sebebiniaçıkladı: Bilgisayarlar pahalıydı ve müşterilerin sık satın aldığı şeylerdeğildi, dolayısıyla müşteriler arabaya binip de daha uzak ama kirasıdaha düşük yerlere gitmeye gönüllüydüler. Jobs buna katılmadı. Applemağazaları alışveriş merkezlerinde ve ana caddelerde olacaktı – yayatrafiğinin bol olduğu yerlerde olacaktı, bu ne kadar pahalıya gelirsegelsin. “Onları ürünlerimize bakmak için arabaya binip de on beş kilo-metre yol kat etmeye ikna edemeyebiliriz, ama üç metre yürümeye ikna

456/728

ederiz,” dedi. Özellikle Windows kullanıcılarını çekmek gerekiyordu.“Mağazaları yeterince davetkâr kılarsak müşteriler önünden geçerkenmeraklanıp içeri girerler ve onlara ürünlerimizi gösterme fırsatını bul-duk mu kazanırız.”

Johnson mağazanın boyutunun markanın öneminin sinyalini ver-diğini söyledi. “Apple Gap kadar büyük bir marka mı?” diye sordu.Jobs Apple’ın çok daha büyük olduğunu söyledi. Johnson dolayısıylaApple mağazalarının da daha büyük olması gerektiğini söyledi. “Yoksadikkat çekmezsiniz.” Jobs Mike Markkula’nın sözünden, iyi bir şirket-in “yükleme” yapması gerektiğinden bahsetti – iyi bir şirket değerlerinive önemini ambalajlamadan pazarlamaya dek yaptığı her şeyde bellietmeliydi. Johnson buna bayıldı. Şirket mağazalarına kesinlikle uyanbir sözdü. “Mağaza markanın en güçlü fiziksel ifadesi olacak,” dedi.Gençliğinde Ralph Lauren’ın Manhattan’da, 72. Sokak’la MadisonCaddesi’nin köşesinde açtığı ahşap panelli, tablolarla dolu, malikâneyebenzer mağazaya gittiğinden bahsetti. “Ne zaman bir polo gömlek al-sam aklıma Ralph’ın ideallerinin fiziksel bir ifadesi olan o malikânegeliyor,” dedi Johnson. “Mickey Drexler da Gap’te aynı şeyi yapmıştı.Bir Gap ürününü düşününce insanın aklına ister istemez tertemiz,ahşap döşemeli, beyaz duvarlı, giysilerin katlı durduğu o geniş Gapmağazaları geliyordu.”

Konuşmaları bitince Apple’a gidip bir toplantı odasında oturdular veşirketin ürünleriyle oynadılar. Çok ürün yoktu, geleneksel birmağazanın raflarını dolduracak kadar yoktu, ama bu bir avantajdı. Aça-cakları mağazaların ürün azlığından faydalanmasına karar verdiler.Minimalist, havadar ve insanların ürünleri deneyebilecekleri kadar gen-iş olacaktı. “Çoğu insan Apple ürünlerini bilmiyor,” dedi Johnson.“Apple’ı bir tarikat olarak görüyorlar. Tarikat olmaktan çıkıp havalı birşeye dönüşmek gerek ve insanların içinde ürünleri deneyebileceklerimuhteşem mağazaların buna katkısı olur.” Mağazalar Apple’ın karak-terini ifade edecekti: keyifli, rahat, havalı, yaratıcı ve havalıyla iticininarasındaki çizginin olumlu tarafında.

457/728

Prototip

Jobs’ın sonunda yönetim kuruluna açtığı fikri sıcak karşılanmadı.Gateway bilgisayar şirketi banliyö mağazaları açtığından beri batıy-ordu ve Jobs’ın kendi mağazalarının daha iyi iş yapacağını, çünkü dahapahalı alışveriş merkezlerinde açılacaklarını söylemesi rahatlatıcıdeğildi. “Farklı düşün” ve “delilerin şerefine” sözleri reklam sloganıolarak iyiydi, ama yönetim kurulu bunları şirket stratejisinde rehberolarak almak konusunda tereddütlüydü. “Kafamı kaşıyordum ve delilikbu diye düşünüyordum,” diye anımsıyordu, 2000’de Jobs’ın Appleyönetim kuruluna katılmasını teklif ettiği Genentech CEO’su Art Lev-inson. “Biz küçük bir şirketiz, marjinal bir oyuncuyuz. Böyle bir fikridestekleyebileceğime emin olmadığımı söyledim.” Ed Woolard daşüpheciydi. “Gateway bunu denedi ve başarılı olmadı, Dell ise mağaza-lar olmadan müşterilere doğrudan satış yapıyor ve başarılı oluyor,” di-ye itiraz etti. Jobs yönetim kurulunun fazla itiraz etmesinden hoşlan-mazdı. Bu en son olduğunda yönetim kurulunun neredeyse tamamınıdeğiştirmişti. Bu seferse Woolard, hem kişisel sebeplerden dolayı hemde Jobs’la çekişmekten bıktığından, şimdi istifa sırasının kendindeolduğuna karar verdi. Ama o bunu yapmadan önce, yönetim kurulu de-mene kabilinden dört Apple mağazası açılmasını kabul etti.

Jobs’ın yönetim kurulunda tek bir destekçisi vardı. Jobs, Gap’inCEO’suyken o uyuşuk mağaza zincirini Amerikan rahat giyimkültürünün ikonu haline getiren, Bronx doğumlu perakendeciler prensiMillard “Mickey” Drexler’ı 1999’da yönetim kuruluna getirmişti.Drexler tasarım, imaj ve müşteri arzuları konularında Jobs kadarbaşarılı ve yetenekli olan, dünyadaki çok az kişiden biriydi. Ayrıcauçtan uca kontrolde diretmişti: Gap mağazaları yalnızca Gap ürünlerisatıyordu ve Gap ürünleri neredeyse yalnızca Gap mağazalarındasatılıyordu. “Büyük mağaza işini bıraktım, çünkü kendi ürünümü imal-atından satışına dek kontrol edememeye katlanamıyordum,” dediDrexler. “Steve de aynen benim gibi ve beni o yüzden yönetim kur-uluna getirdi sanırım.”

458/728

Drexler Jobs’a bir tavsiye verdi: Apple kampüsü civarındamağazanın bir prototipini gizlice kur ve havaya girene kadar oradatakıl. Bunun üzerine Johnson’la Jobs, Cupertino’da boş bir depo kir-aladılar. Altı ay boyunca her Salı sabahının tamamını orada beyinfırtınası yaparak, orada yürürken perakende mağazacılık felsefelerinigeliştirerek geçirdiler. Ive’ın tasarım stüdyosu gibi bir yerdi bu depo;görsel yaklaşımlı Jobs’ın gelişen seçenekleri görerek ve dokunarakyeni fikirler bulabileceği bir sığınaktı. “Orada tek başıma dolanmaya,oraya göz gezdirmeye bayılıyordum,” diye anımsıyordu Jobs.

Bazen Drexler ve Larry Ellison gibi güvendiği dostlarını orayaçağırıyordu. “Hafta sonları, bana Oyuncak Hikayesi’nden sahnelerseyrettirmediği zamanlarda, beni depoya götürüp de o mağaza mod-elini gösterme işini abartmıştı,” dedi Ellison. “Estetiğin ve hizmetdeneyiminin bütün ayrıntılarına kafayı takmıştı. Öyle ki sonunda‘Steve, beni yine depoya götüreceksen yanına gelmiyorum,’ dedim.”

Ellison’ın şirketi Oracle yazarkasa tezgâhlarına gerek bırakmayanportatif yazarkasa sistemleri için yazılım geliştiriyordu. Jobs hergörüşmelerinde Ellison’ı kredi kartı vermek ve fatura basmak gibi bazıgereksiz adımları ortadan kaldırarak süreci kolaylaştırmaya teşvikediyordu. “Mağazalara ve ürünlere bakarsan, Steve’in sade güzelliktakıntısını – ta ödeme yapma sürecine kadar uzanan Bauhaus estetiğinive muhteşem minimalizmi görürsün,” dedi Ellison. “Hedefi adımlarımümkün olduğunca azaltmak. Steve bize aklındaki ödeme sürecinintam formülünü verdi.”

Drexler tamamlanmak üzere olan prototipi görmeye geldiğinde bazıeleştirilerde bulundu. “Mekânı fazla dağınık ve kirli buldum. Mimariözelliklerin ve renklerin fazlalığı göz yoruyordu.” Müşterinin birperakende mağazasına girdiğinde akışı bir bakışta kavrayabilmesigerektiğini söyledi. Jobs iyi bir mağazanın tıpkı iyi bir ürün gibi sadeolması ve göz yormaması gerektiğine katıldı. “Gerisi çorap söküğü gibi

459/728

geldi,” dedi Drexler. “Vizyonu tamamlanmıştı ve ürününün tas-arımından satışına dek tüm aşamalarında mutlak kontrol sahibiydi.”

Johnson Ekim 2000’da, sürecin sonuna yaklaşıldığını düşündüğü birzamanda, Salı toplantılarından birinden önceki gecenin ortasında rahat-sız edici bir düşünceyle uyandı: Temel bir hata yapmışlardı. MağazayıApple’ın ana ürünlerine (Power Mac, iMac, iBook ve Powerbook) göreorganize ediyorlardı. Ama Jobs yeni bir kavram geliştirmeyebaşlamıştı: Bilgisayar bütün dijital aktivitelerin merkezi olacaktı. Birbaşka deyişle, bilgisayarınız kameralarınızın çektiği videoları ve fo-toğrafları gösterebilecekti – ve belki ileride müzik çalabilecekti veyakitaplarınızla dergilerinizi bilgisayardan okuyabilecektiniz. Johnson’ınşafak öncesindeki beyin fırtınasında aklına gelen fikir şuydu ki,mağazanın vitrinlerinin sadece şirketin dört tip bilgisayarına göre değil,insanların yapmak isteyebilecekleri şeylere göre de düzenlenmesigerekiyordu. “Örneğin bir film bölümü olması gerektiğini ve oradaçeşitli Mac’lerle Powerbook’ların iMovie’yi çalıştırmaları ve videokameranızdan nasıl içerik aktarıp editleme yapabileceğinizi göstermel-eri gerektiğini düşündüm.”

Johnson o Salı günü erkenden Jobs’ın ofisine gidip ona aklınageliveren fikri, mağazaları baştan düzenlemeleri gerektiğini söyledi.Patronunun huysuzluğundan bahsedildiğini duymuştu, ama öfkesiniüstüne çekmemişti hiç – şimdiye kadar. Jobs patladı. “Bunun ne kadarbüyük bir değişiklik olduğunu biliyor musun?” diye haykırdı. “Ben altıaydır bu mağaza için kıçımdan ter akıtarak çalıştım, sense kalkmış herşeyi değiştirmek istiyorsun.” Jobs birden sesini alçalttı. “Yorgunum.Sıfırdan bir mağaza daha tasarlayabilir miyim bilmiyorum.”

Johnson ne diyeceğini bilemedi ve Jobs onun bir şey dememesinisağladı. Prototip mağazaya giderlerken (insanlar Salı toplantısı içinoradaydılar), Johnson’a kendisine ve ekibin diğer üyelerine tek kelimeetmemesini söyledi. Dolayısıyla yedi dakikalık yolculuk sessizlikiçinde geçti. Depoya vardıklarında Jobs o fikri tartma işini bitirmişti.

460/728

“Ron’un haklı olduğunu biliyordum,” diye anımsıyordu. Dolayısıylatoplantıya “Ron tamamen yanıldığımızı düşünüyor. Mağazanın ürün-lere göre değil insanların yaptıkları şeylere göre düzenlenmesi gerek-tiğini düşünüyor,” diye başlayarak Johnson’ı şaşırttı. Bir sessizlik olduve sonra Jobs devam etti. “Ve bence haklı.” Mağazanın planını baştanhazırlayacaklarını söyledi, bu Ocak’ta planlanan açılışının üç dört aygecikmesi anlamına gelse de. “Bu işi düzgün yapmak için tek birşansımız var.”

Jobs doğru yaptığı her şeyde geriye sarma düğmesine basması gerek-en bir anın eninde sonunda geldiğini söylemekten hoşlanırdı –ve o günekibine söyledi–. Her seferinde, mükemmel olmadığını keşfettiği birşeyi düzeltmek zorunda kalmıştı. Bunu Oyuncak Hikayesi’ndekiWoody karakteri pisliğin tekine dönüşünce yaptığını, orijinal Macin-tosh’larda da birkaç kez yaptığını söyledi. “Bir şey düzgün değilse,tersliği görmezden gelemezsiniz ve daha sonra düzelteceğini söyleye-mezsiniz,” dedi. “Bunu başka şirketler yapar.”

Değiştirilen prototip nihayet Ocak 2000’de tamamlanınca Jobs yöne-tim kurulunun görmesine ilk kez izin verdi. Tasarımın arkasındaki kur-amları bir beyaztahtaya yazarak açıkladıktan sonra yönetim kuruluüyelerini bir panelvana bindirip üç kilometrelik yolculuğa çıkardı.Jobs’la Johnson’ın inşa ettiği şeyi gördüklerinde oybirliğiyle onay ver-diler. Yönetim kurulu bu mağazanın perakendecilikle marka imajıarasındaki ilişkiyi yepyeni bir boyuta taşıyacağında hemfikirdi. Ayrıcamüşterilerin Apple bilgisayarları Dell ya da Compaq gibi, sadece tüke-tim ürünleri olarak görmemelerini sağlayacaktı.

Şirket dışındaki uzmanların çoğu buna katılmadı. “Belki de SteveJobs’ın bu kadar farklı düşünmeyi kesmesinin zamanı gelmiştir,” diyeyazıldı Business Week’te, “Kusura Bakma Steve, İşte Apple Mağaza-larının Başarısızlığa Mahkûm Olmasının Sebebi” başlıklı yazıda.Apple’ın eski CFO’su Joseph Graziano’dan şu alıntı yapılmıştı:“Apple’ın sorunu şu ki, büyümenin yolunun peynirle krakerden gayet

461/728

memnun görünen bir dünyaya havyar sunmak olduğuna inanıyor hâlâ.”Perakende danışmanı David Goldstein da şöyle dedi: “Başlarını epeyağrıtacak ve çok pahalıya mal olacak bu hatadan en fazla iki yılda dön-erler bence.”

Tahta, Taş, Çelik, Cam

İlk Apple mağazası 19 Mayıs 2001’de Virginia’daki Tyson’sCorner’da açıldı; beyaz tezgâhları ışıl ışıl parlıyordu, ahşap döşemesitemizdi ve içeride John’la Yoko’nun yataktaki fotoğraflarının bulun-duğu dev bir “Farklı Düşün” posteri vardı. Şüpheciler yanıldılar. Gate-way’in mağazalarına haftada ortalama 250 ziyaretçi geliyordu. 2004’teApple mağazalarına bir haftada gelenlerin ortalaması 5.400’dü. O yılmağazalar 1,2 milyar dolar ciro yaparak 1 milyar dolar sınırını aşıpperakende endüstrisinde rekor kırdılar. Ellison’ın yazılımı hermağazada yapılan satışları dört dakikada bir çizelgeleştiriliyor ve imal-at, tedarik ve satış süreçlerinin entegre edilmesini sağlayacak anlık bil-giler veriyordu.

Mağazalar başarılı oldukça Jobs onlarla her açıdan ilgilenmeyisürdürdü. “Tam mağazalar açılırken düzenlediğimiz pazarlama to-plantılarından birinde Steve yarım saatimizi tuvalet tabelalarının grisin-in tonuna karar vermekle geçirmemize yol açtı,” diye anımsıyordu LeeClow. Mağazaların tasarımını Bohlin Cywinski Jackson’ın mimarlıkfirması yapsa da, bütün önemli kararları Jobs veriyordu.

Jobs NeXT’te yaptırdıklarının aynısı olan merdivenlerde özellikleodaklandı. İnşa halinde olan bir mağazaya gitti mi merdivenlerdedeğişiklik öneriyordu mutlaka. Merdivenlerle ilgili iki patent başvur-usunda baş mucit olarak adı geçiyor; başvurulardan biri bütün camlevhalarla cam desteklerin titanyumla kaynaştırılmasıyla elde edilenyarı saydam görüntüyle, diğeriyse yan destek olarak yekpare laminecam tabakası kullanan mühendislik sistemiyle ilgili.

462/728

Jobs 1985’te, Apple’dan kovulma sürecindeyken İtalya’ya gitmiş veFloransa’daki gri kaldırım taşlarından etkilenmişti. 2002’de, mağaza-lardaki açık renkli ahşap döşemelerin biraz sıkıcı görünmeye başladığısonucuna varınca –Steve Ballmer’ın böyle bir kaygıya kapıldığını hay-al etmek güç–, Jobs o taşı kullanmak istedi. Bazı iş arkadaşları betonkullanıp rengi ve dokuyu taklit ederek maliyeti onda bire indirmesiniistediler, ama Jobs taşların otantik olmasında diretti. Hoş bir grenlidokuya sahip olan mavimtırak Pietra Serena kumtaşı Floransacivarındaki Firenzuola’da, bir ailenin sahip olduğu Il Casone taşocağından gelir. “Dağdan gelenlerin sadece %3’ünü seçiyoruz çünküton, damar ve saflık kıstaslarımız var,” dedi Johnson. “Steve uygunrengi bulmamızda ve materyalin oldukça sağlam olmasında çok ıs-rarlıydı.” Dolayısıyla Floransa’daki tasarımcılar taş ocağından gelenuygun taşları seçiyorlar, kesilip karoya dönüştürülmelerini ve hangisin-in hangisinin yanına konulacağını belirten çıkartmaların yapıştırıl-masını bizzat denetliyorlar. “Floransa kaldırımlarında bu taşın kul-lanıldığını bilmek dayanıklılığı konusunda güven veriyor,” dediJohnson.

Mağazaların bir başka dikkat çekici özelliği Dahi Barı’ydı (GeniusBar). Johnson bu fikri ekibiyle birlikte çıktığı iki günlük bir tatildebuldu. Onlara şimdiye kadar aldıkları en iyi hizmeti anlatmalarını is-tedi. Neredeyse herkes bir Four Seasons ya da Ritz-Carlton otelindeyaşadığı güzel bir deneyimden bahsetti. Bunun üzerine Johnson ilk beşdepo müdürünü Ritz-Carlton eğitim programına gönderdi ve danışmamasasıyla bar karışımı bir şey icat etme fikrini buldu. “Barı en zekiMac çalışanlarıyla doldururuz,” dedi Jobs’a. “Adına da Dahi Barıderiz.”

Jobs bu fikri saçma buldu. İsmine bile itiraz etti. “Onlara dahi diye-mezsin ki,” dedi. “Onlar teknik servisçiler. Dahi barı gibi bir şeyinaltından kalkabilecek kadar sosyal becerileri yok.” Johnson tartışmayıkaybettiğini düşündü, ama ertesi gün karşılaştığı Apple baş hukuk

463/728

müşaviri ona “Bu arada Steve demin bana ‘dahi barı’ isminin patentinialmamı söyledi,” dedi.

2006’da Manhattan’daki Beşinci Cadde’de açılan mağaza, Jobs’ınpek çok tutkusunun gerçeğe dökülmüş haliydi: Küp şeklindeydi, cammerdivenliydi ve minimalizm yoluyla maksimum şey söylüyordu.“Steve’in mağazasıydı aslında,” dedi Johnson. 24/7 açık olan mağaza,ilk senesinde haftada 50.000 ziyaretçi çekmekle, insan trafiğinin yük-sek olduğu yerler bulma stratejisinin değerini kanıtladı. “Bu mağazanınmetrekare başına geliri dünyadaki diğer bütün mağazalarınkinden yük-sek,” dedi Jobs 2010’da gururla. “Toplam cirosu da –sadece metrekarebaşına değil, dolar bazında tüm geliri– New York’taki diğer tümmağazalarınkinden yüksek. Saks ve Bloomingdale’s dahil.”

Jobs ürün tanıtımlarında olduğu gibi mağaza açılışlarında da heyecanuyandırabiliyordu. İnsanlar mağaza açılışlarına uzaklardan gelmeye veilk girenler arasında olabilmek için geceleri mağazaların önünde sabah-lamaya başladılar. “O sırada 14 yaşında olan oğlum, Palo Alto’dakiApple mağazasının önünde sabahlamamı önerdi; ilginç bir sosyaletkinlikti,” diye yazdı, sonradan Apple mağazası hayranlarına yönelikbir web sitesi kuran Gary Allen. “Oğlumla ben bir sürü Apple mağaza-sının önünde sabahladık (ki beş tanesi yurt dışındaydı) ve birçok harikainsanla tanıştık.”

2011’de, ilk mağazaların açılmasından on yıl sonra, 317 Applemağazası vardı. En büyüğü Londra’daki Covent Garden’daydı, en yük-seğiyse Tokyo’daki Ginza’daydı. Mağazaların haftalık ziyaretçi ortala-ması 17.600’dü, mağaza başına ortalama ciro 34 milyon dolardı ve2010’da toplam 9,8 milyar dolarlık satış yapılmıştı. Ama mağazalardaha da fazlasını başardılar. Apple’ın cirosunun sadece %15’ini sağlıy-or olsalar da, ilgi çekerek ve marka farkındalığını arttırarak, şirketintüm ürünlerinin satışlarına dolaylı yoldan katkıda bulundular.

Jobs 2010’da kanserle boğuşurken bile zamanını mağaza projeleridüşünerek geçirdi. Bir ikindi vakti bana Beşinci Cadde’deki mağazanın

464/728

bir fotoğrafını gösterdi ve “Cam duvarlarda zamanın en ileri tekno-lojisini kullandık,” dedi. “Camı üretmek için kendi otoklavlarımızıüretmek zorunda kaldık.” Sonra bir çizim gösterdi; bunda on sekiz campanelin yerini dört dev panel almıştı. Şimdi bunu yapmak istediğinisöyledi. Estetikle teknolojinin kesişiminde sınırları zorluyordu bir kezdaha. “Şimdiki teknolojimizle yapmak istesek, kübün otuz santim kısaolması gerekir,” dedi. “Ve bunu istemiyorum. O yüzden Çin’de yeniotoklavlar yaptırmamız gerek.”

Ron Johnson bu fikirden pek hoşlanmadı. On sekiz panelin dört pan-elden daha güzel göründüğünü düşünüyordu. “Şimdiki boyutları GMbinasının kolonlarıyla büyülü bir şekilde uyuşuyor,” dedi. “Mücevherkutusu gibi parlıyor. Camı fazla saydamlaştırmamalıyız bence.” Jobs’ıikna etmeye çalıştı, ama başaramadı. “Teknoloji yeni bir şeyi mümkünkıldı mı Steve bundan faydalanmak istiyor,” dedi Johnson. “AyrıcaSteve azın çok olduğunu, sadeliğin her zaman daha iyi olduğunudüşünüyor. Dolayısıyla bir cam kutunun öğeleri ne kadar azsa o kadariyi; böylece daha sade ve en yüksek teknolojili oluyor. Steve hem ürün-lerinde, hem de mağazalarında bunu istiyor.”

465/728

29. BölümDijital Merkez

iTunes’tan iPod’a

İlk iPod, 2001

Noktaları Birleştirmek

Jobs en değer verdiği çalışanlarını senede bir kez “Top 100” adınıverdiği bir tatile götürüyordu. Bu kişileri basit bir kıstasa göre seçiy-ordu: Başka bir şirkete geçerken yanına sadece yüz kişi alabilecek olsakimleri seçeceğine göre. Her tatilin sonunda Jobs bir beyaztahtanınönünde duruyor (yazı tahtalarına bayılıyordu, çünkü tamamen kontrolsahibi olmasını ve insanların odaklanmasını sağlıyorlardı) ve “Şimdiyapmamız gereken on şey nedir?” diye soruyordu. İnsanlar önerilerinilisteye yazdırmaya çalışıyorlardı. Jobs önerileri yazıyordu – sonra dasalakça bulduklarının üstünü çiziyordu. Gruptakiler epey tartıştıktansonra on maddelik bir listede karar kılıyorlardı. Sonra Jobs alttaki yediönerinin üstünü çiziyordu ve “Sadece üçünü yapabiliriz,” diyordu.

2001’e gelindiğinde Apple kişisel bilgisayar satışlarını arttırmıştı.Artık Farklı Düşünmenin vaktiydi. O yıl Jobs’ın beyaztahtasının tepes-inde bazı yeni olasılıklar yer aldı.

O sıralar dijital dünyaya ölü toprağı serpilmişti sanki. Dot.com ba-lonu patlamıştı ve NASDAQ %50’dan fazla düşmüştü. Ocak 2001’dekiSüper Kupa maçında sadece üç teknoloji şirketinin reklamı vardı; oysabu rakam geçen sene on yediydi. Piyasanın havasının söndüğü kanısıhâkimdi. Jobs’la Wozniak’ın Apple’ı kurmalarından sonraki yirmi beşsene boyunca, kişisel bilgisayarlar dijital devrimin merkezinde yeralmıştı. Şimdiyse uzmanlar onun merkezi rolünü yitireceğini öngörüy-orlardı. “Gelişince sıkıcı bir şeye dönüştü,” diye yazdı Wall StreetJournal’dan Walt Mossberg. Gateway’in CEO’su Jeff Weitzen iseşöyle dedi: “PC’lerin en ön planda olması durumu değişiyorkesinlikle.”

Tam o sırada Jobs Apple’ı – ve tüm teknoloji endüstrisini dönüştüre-cek yeni bir büyük stratejiyi uygulamaya başladı. Kişisel bilgisayarkenara çekilmek yerine, müzik çalarlardan video kaydedicilere ve kam-eralara dek çeşitli cihazları koordine eden bir dijital merkez olacaktı.Bütün bu cihazları bilgisayarınıza bağlayıp senkronize edecektiniz vebilgisayar bütün şarkılarınızı, videolarınızı, bilgilerinizi ve Jobs’ıntabiriyle “dijital yaşam tarzınızın” tüm yönlerini kontrol etmenizisağlayacaktı. Apple artık sadece bir bilgisayar şirketi olmayacaktı–hatta ismindeki “Computer” sözcüğünü çıkaracaktı–, ama yine deMacintosh en az bir on yıl daha iPod, iPhone ve iPad gibi heyecan ver-ici cihazların merkezi olacaktı.

Jobs otuz yaşına basarken müzik albümleriyle ilgili bir metafor kul-lanmıştı. Otuzunu geçmiş insanların neden katı düşünce kalıplarıgeliştirmeye ve daha az yaratıcılığa meyilli olduklarından bahsediy-ordu. “İnsanlar plaklardaki çizikleri andıran o kalıplara sıkışıp kalıyor-lar ve asla kurtulamıyorlar,” dedi. “Doğuştan meraklı olan, hayata hepçocuk gibi hayretle bakan insanlar da var tabii, ama sayıları az.” Jobsartık 45 yaşındaydı ve kendi kalıbından çıkmaya hazırdı.

Dijital devrimin bu yeni dönemini hayal etmeyi ve kucaklamayıherkesten çok başarabilmesinin birçok sebebi vardı:

467/728

• Her zamanki gibi, beşeri bilimlerle teknolojinin kesiştiği noktadaduruyordu. Müziğe, fotoğraflara ve videoya bayılıyordu. Bilgisayarlarada bayılıyordu. Bir dijital merkez temelde, yaratıcı sanatlara düşkün-lüğümüzü muhteşem mühendislikle birleştirir. Jobs pek çok ürüntanıtımının sonunda basit bir slayt göstermeye başlayacaktı: “LiberalSanatlar” ve “Teknoloji” sokaklarının kavşağındaki bir sokak tabelası.Jobs orada oturuyordu ve bu sayede dijital merkezi erkenden tasavvuretmeye başlayabilmişti.

• Mükemmeliyetçi olduğundan bir ürünün donanımdan yazılıma,içerikten pazarlamaya dek tüm yönlerini entegre etme dürtüsü duyuy-ordu. Masaüstü bilgisayar dünyasında bu strateji, Microsoft’la IBM’inbenimsediği yaklaşımın (bir şirketin donanımı başka bir şirketinyazılımına açık olmalıdır ve tam tersi) karşısında başarısız olmuştu.Ama dijital merkez ürünlerinde Apple gibi, bilgisayarla aygıtları veyazılımı entegre eden şirketler avantajlı olacaktı. Bir mobil cihazıniçeriği bir eşlenmiş bilgisayar tarafından sorunsuzca kontroledilebilecekti.

• Sadelik içgüdüsüne sahipti. 2001’den önce başkaları portatif müziksetleri, video editleme yazılımları ve başka çeşitli dijital yaşam tarzıürünleri üretmişlerdi. Ama bunlar karmaşıktı. Kullanıcı arayüzleriVCR’dan daha kafa karıştıcıydı. iPod ya da iTunes değillerdi.

• Jobs yeni bir vizyona kapıldığında, favori deyişlerinden birini kul-lanmak gerekirse, “varını yoğunu riske atmaktan” hoşlanıyordu.Dot.com balonunun patlaması diğer teknoloji şirketlerinin yeni ürüngeliştirmeye harcadıkları parayı azaltmalarına yol açmıştı. “Herkesbütçelerini kısarken biz piyasanın kötüye gittiği bu süreçte sonunakadar yatırım yapmaya karar verdik,” diye anımsıyordu Jobs. “Ar-ge’ye para harcayacaktık, bir sürü şey icat edecektik ve böylece piyasadüzeldiğinde rakiplerimizden epey ileride olacaktık.” Bu yaklaşımApple’ın modern zamanlardaki diğer tüm şirketlerden daha yaratıcı bironyıl geçirmesini sağladı.

468/728

FireWire

Jobs’ın bilgisayarınızı dijital merkezinize dönüştürme hayali,Apple’ın 1990’ların başlarında geliştirdiği FireWire adlı bir teknolojiyedayanıyordu. FireWire video gibi dijital dosyaları bir aygıttan diğerinetaşıyan yüksek hızlı bir seri porttu. Japon kaydedici kamera üreticilerionu benimsedi ve Jobs da Ekim 1999’da piyasaya sürülen yeni iMacversiyonunda kullanmaya karar verdi. FireWire’ın kameralardakivideoları editleyebileceğini ve dağıtım yapabilecek bir bilgisayara ak-tarabileceğini düşünmeye başlamıştı.

Bunun için iMac’in çok iyi bir video editleme yazılımına sahip ol-ması gerekiyordu. Dolayısıyla Jobs Adobe’deki –kurulmasına katkıdabulunduğu dijital grafik şirketindeki– eski arkadaşlarına gitti ve Win-dows bilgisayarlarında popüler olan Adobe Premier’in yeni bir Macversiyonunu hazırlamalarını istedi. Adobe yöneticilerinin bunu reddet-mesi Jobs’ı afalattı. Macintosh kullanıcılarının sayısının uğraşmayadeğmeyecek kadar az olduğunu söylediler. Jobs küplere bindi vekendini ihanete uğramış hissetti. “Adobe benim sayemde kuruldu vebana yanlış yaptılar,” diye açıkladı sonradan. Adobe’nin Photoshop veQuark gibi diğer popüler programlarının Mac OS X versiyonlarınıyazmaması durumu iyice kötüleştirdi; oysa Macintosh tasarımcılar ve ouygulamaları kullanan diğer yaratıcı insanlar arasında oldukçapopülerdi.

Jobs Adobe’yi asla affetmedi ve on yıl sonra Adobe Flash’in iPad’dekullanılmasına izin vermeyerek şirketle savaşa tutuştu. Bir sisteminbütün anahtar öğelerini uçtan uca kontrol etme tutkusunu körükleyendeğerli bir ders almıştı. “1999’da Adobe’nin bize attığı kazıktanaldığım temel ders şuydu ki, bir işe girişeceksek donanımı da yazılımıda kontrol etmemiz gerekiyordu, yoksa sorun yaşardık,” dedi.

Dolayısıyla Apple 1999’dan itibaren Mac için uygulamalar üretmeyebaşladı, sanatla teknolojinin kesiştiği noktadaki insanlarda odak-lanarak. Bu uygulamaların arasında dijital video editlemek için Final

469/728

Cut Pro; basit bir tüketici versiyonu olan iMovie; disklere video ya damüzik kaydetmek için iDVD; Adobe Photoshop’la rekabet etmek içiniPhoto; müzik yapmak ve mikslemek için GarageBand; şarkılarınızıdüzenlemek için iTunes ve şarkı satın almak için iTunes Store vardı.

Dijital merkez fikrinde çabucak odaklandı. “Bunun önemini öncevideo kameralardan anladım,” dedi Jobs. “iMovie kullanmak videokameranın değerini on kat arttırıyor.” Asla oturup izlemeyeceğinizyüzlerce saatlik ham kayda sahip olmak yerine kaydı bilgisayarınızdaeditleyebilir ve hoş efektler, müzik ve jenerik ekleyebilir, jeneriğeadınızı baş yapımcı olarak yazabilirdiniz.

Jobs’ın aklına bir fikir daha geldi: Bilgisayar merkez olursa, taşınabi-lir cihazlar sadeleştirilebilirdi. Cihazlar yapmaya çalıştıkları birçok işi,örneği video ya da fotoğraf editlemeyi kötü yapıyorlardı, çünkü küçükekranlarına çok işlevli menüler sığdırmak kolay değildi. Bilgisayarlarbu işleri daha kolay yapabilirdi.

Ve bir şey daha... Jobs bunun ancak her şey –cihaz, bilgisayar,yazılım, uygulamalar, FireWire– yakından entegre olduğunda en iyişekilde işleyeceğini anlamıştı. “Uçtan uca çözümlere iyice inanıroldum,” diye anımsıyordu.

Bu idrakın güzelliği şuydu ki, böyle bir entegre yaklaşımı benim-seyecek durumda olan tek bir şirket vardı. Microsoft yazılım üretiy-ordu, Dell ile Compaq ise donanım üretiyorlardı. Sony birçok dijitalcihaz üretiyordu, Adobe birçok yazılım geliştiriyordu. Ama sadeceApple bunların hepsini birden yapıyordu. “Komple bilgisayar – don-anım, yazılım ve işletim sistemi üreten tek şirket biziz,” diye açıkladıTime’a. “Kullanıcı deneyiminin tüm sorumluluğunu üstlenebiliyoruz.Başkalarının yapamadığı şeyleri yapabiliyoruz.”

Apple’ın dijital merkez stratejisine ilişkin ilk entegre denemesi videoalanında oldu. Videonuzu FireWire’la Mac’inize aktarabiliyordunuz veiMovie’yle editleyip başyapıta dönüştürebiliyordunuz. Sonra ne

470/728

olacaktı peki? Onu DVD’ye kaydetmek isteyecektiniz, arkadaşlarınızlabirlikte bir televizyondan seyredebilmek için. “Dolayısıyla DVD’yeyazabilen bir tüketici sürücüsü elde etmek için imalatçılarla birlikteepey çalıştık,” dedi Jobs. “Öyle bir şeyi piyasaya süren ilk biz olduk.”Jobs her zamanki gibi ürünü kullanıcı için olabildiğince basit kılmaktaodaklandı; ürünün başarısı için çok önemliydi bu. Apple’da yazılımtasarımcılığı yapan Mike Evangelist, Jobs’a arayüzün ilk versiyon-larından birini gösterdiğini anımsıyor. Jobs birkaç ekran resmine bak-tıktan sonra ayağa fırladı, bir keçeli kalem kaptı ve bir beyaztahtayabasit bir dikdörtgen çizdi. “İşte yeni uygulama,” dedi. “Tek bir pen-ceresi var. Videonu pencerenin içine sürüklüyorsun. Sonra yakdüğmesine basıyorsun. O kadar. İşte bunu yapacağız.” Evangelist afal-lamıştı, ama o fikir iDVD’nin sade olmasını sağladı. Jobs “yak” tuşuikonunun tasarımında bile yardımcı oldu.

Jobs dijital fotoğrafçılığın patlama yapmak üzere olduğunu biliyordu,dolayısıyla Apple bilgisayarı fotoğraf merkezi haline getirmenin yol-larını da geliştirdi. Ama Jobs en azından ilk senede, asıl büyük fırsatıfark edemedi. HP ve başka birkaç şirket, CD’lere müzik kaydedebilenbir sürücü üretiyorlardı. Ama Jobs Apple’ın müzikten çok videodaodaklanmasında diretti. Ayrıca Jobs’ın iMac’in tepsili sürücüsününyerini daha zarif bir slotlu sürücünün alması gerektiğinde öfkeyle ısraretmesi, iMac’te ilk CD yazıcıların kullanılamayacağı anlamına geliy-ordu, çünkü bunlar başta tepsili formatta üretildiler. “O fırsatı kaçırdıkdiyebilirim,” diye anımsıyordu. “O yüzden farkı hızla kapamamızgerekiyordu.”

Yenilikçi bir şirketin tek göstergesi yeni fikirleri ilk bulan şirket ol-ması değildir. Yenilikçi bir şirket geride kaldığında sıçrayarak iler-lemesini de bilir.

iTunes

Jobs’ın müzik işinin epey büyüyeceğini anlaması uzun sürmedi. İn-sanlar CD’lerden bilgisayarlarına müzik aktarıyorlardı ya da Napster

471/728

gibi dosya paylaşım hizmetlerini kullanarak indirdikleri şarkıları kendiboş disklerine kaydediyorlardı; 2000 senesinde bunlar artık furya halinialmıştı. O yıl A.B.D.’de 320 milyon adet boş CD satıldı. Ülkede sadece281 milyon insan vardı. Yani CD’ye kayıt yapmaya gerçekten düşküninsanlar vardı ve Apple onlara ürün sunamıyordu. “Kendimi salak gibihissediyordum,” dedi Jobs Fortune’a. “Fırsatı kaçırdık sandım.Yetişmek için epey çalışmak zorunda kaldık.”

Jobs iMac’e bir CD yazıcı ekledi, ama bu yeterli değildi. HedefiCD’den bilgisayara müzik aktarmayı ve sonra playlistleri CD’ye kay-detmeyi basitleştirmekti. Diğer şirketler şimdiden müzik yönetimi uy-gulamaları üretmekteydiler. Ama bunlar kullanışsız ve karmaşık uygu-lamalardı. Jobs’ın yeteneklerinden biri, ikinci sınıf ürünlerle dolu paz-arları fark edebilmesiydi. Piyasadaki müzik uygulamalarına –kiaralarında Real Jukebox, Windows Media Player ve HP’nin CDyazıcısıyla birlikte verdiği bir program vardı– baktı ve bir hükme vardı.“Öyle karmaşıktılar ki, bir dahi bile özelliklerinin ancak yarısını çöze-bilirdi,” dedi.

O zaman Bill Kincaid devreye girdi. Eskiden Apple’da yazılımmühendisi olan Kincaid, California, Willows’taki bir yarış pistine, For-mula Ford spor arabasıyla yarışmaya giderken Devlet Radyosu’nu(biraz uyumsuz bir şekilde) dinliyordu. MP3 adlı bir dijital şarkı form-atını çalan Rio adlı bir portatif müzik çalardan bahsedildiğini işitti.Muhabirin “Mac kullanıcıları heyecanlanmasınlar, çünkü Mac o form-atı çalamıyor,” dediğini duyunca pür dikkat kesildi. “Hah! Ben o işihalledebilirim!” dedi kendi kendine.

Mac için bir Rio programı yazmasına yardım etsinler diye arkadaşlarıJeff Robbin’le Dave Heller’ı aradı; onlar da eskiden Apple’da yazılımmühendisliği yapmışlardı. Ürettikleri SoundJam adlı ürün Mac kul-lanıcılarına bir Rio arayüzü, bilgisayarlarındaki şarkıları çalmaları içinbir müzik kutusu ve çalan müziğe göre hareket eden bazı küçük, tripsiekran ışıkları sunuyordu. Temmuz 2000’de, Jobs ekibine bir müzik

472/728

düzenleme yazılımı üretmeleri için baskı yaparken, Apple SoundJam’isatın aldı ve kurucularını Apple’a geri getirdi. (Üçü de şirkette kaldılarve Robbin sonraki on yıl boyunca müzik yazılımı geliştirme ekibiniyönetmeyi sürdürdü. Jobs ona öyle değer veriyordu ki, bir Time muh-abirinin onunla görüşmesine ancak soyadını yazmayacağına söz ver-dirdikten sonra izin verdi.)

Jobs SoundJam’i bir Apple ürününe dönüştürmek için onlarla birliktebizzat çalıştı. SoundJam çeşitli özelliklere sahipti, dolayısıyla bir sürükarmaşık ekranı vardı. Jobs onları yazılımı daha basit ve daha eğlencelihale getirmeye yöneltti. Jobs bir sanatçı mı, şarkı mı yoksa albüm müaradığınızı belirtmenizi dayatan bir arayüz yerine, içine istediğiniz herşeyi yazabileceğiniz basit bir kutuda diretti. Ekip iMovie’nin fırçalan-mış şık metal görüntüsünü ve ismini kopyaladı ve bir isim buldu:iTunes

Jobs’ın iTunes’u Ocak 2001’deki Macworld’de tanıtması dijitalmerkez stratejisinin parçasıydı. iTunes’un bütün Mac kullanıcılarınabedava olacağını açıkladı. “iTunes’la müzik devrimine katılın vemüzik aygıtlarınızın değerini on katına çıkarın,” diye sözünü bitirincealkış koptu. Sonradan reklam sloganının diyeceği gibi: “Kopyala. Mik-sle. Yak.”

Jobs o günün ikindisinde New York Times’tan John Markoff’lagörüştü. Röportaj kötü gidiyordu, ama sonunda Jobs Mac’inin başınaoturup iTunes’u gösterdi. “Bana gençliğimi hatırlatıyor,” dedi, ekrandapsikedelik şekiller dans ederken. Aklına LSD kullandığı günler geldi.Jobs Markoff’a LSD kullanmanın hayatında yaptığı en önemli iki üçşeyden biri olduğunu söyledi. Hiç LSD kullanmamış insanlar onu aslatamamen anlamayacaklardı.

iPod

Dijital merkez stratejisinin bir sonraki adımı bir portatif müzik çalarüretmekti. Jobs Apple’ın böyle bir cihazı iTunes yazılımıyla uyumlu

473/728

olacak şekilde tasarlama ve böylece daha basit olmasını sağlama fırsa-tına sahip olduğunu fark etti. Karmaşık görevleri bilgisayar, kolay-larıysa cihaz halledebilirdi. Böylece iPod doğdu; bu cihaz sonraki onyılda Apple’ı bir bilgisayar üreticisinden dünyanın en değerli teknolojişirketine dönüştürecekti.

Jobs bu projeye özellikle düşkündü, çünkü müziğe bayılıyordu. Piy-asadaki müzik çalarların “gerçekten berbat” olduklarını söyledi işarkadaşlarına. Phil Schiller, Jon Rubinstein ve ekibin geri kalanı hem-fikirdiler. iTunes’u hazırlarken Rio’yla ve diğer müzik çalarlarla oyn-adılar ve onları keyifle eleştirdiler. “Oturup bunlar cidden çok kötüdiyorduk,” diye anımsıyordu Schiller. “Sadece on altı civarında şarkıalabiliyorlardı ve nasıl kullanacağını çözemiyordun.”

Jobs 2000’in sonbaharında bir portatif müzik çalar istemeye başladıısrarla, ama Rubinstein henüz ellerinde gerekli parçaların bulun-madığını söyledi. Jobs’a beklemesini söyledi. Birkaç ay sonra Rubin-stein uygun bir küçük LCD ekran ve şarj edilebilir bir lityum polimerbatarya bulmayı başardı. Ama işin zor kısmı yeterince küçük olan, amamüzik çaları muhteşem kılmaya yetecek kadar belleğe sahip bir disksürücü bulmaktı. Sonra, Şubat 2001’de, Apple tedarikçilerini rutinolarak ziyaret etmek için Japonya’ya gitti.

Toshiba çalışanlarıyla yaptığı rutin bir toplantının sonundamühendisler üstünde çalıştıkları, Haziran’a kadar hazır olacak birüründen bahsettiler. 5 gigabayt depolama kapasiteli (aşağı yukarı binşarkı sığacak kadar), 1.8 inçlik (madeni para boyutunda), küçük birsabit disk olacak bu ürünü ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Toshibamühendisleri onu Rubinstein’a gösterdiklerinde, Rubinstein onun neişe yarayabileceğini hemen anladı. Cepte taşınan bin şarkı! Mükem-meldi. Ama heyecanını belli etmedi. Jobs da Japonya’daydı, TokyoMacworld konferansının açılış konuşmasını yapıyordu. O gece, Jobs’ınkaldığı Okura Oteli’nde buluştular. “Nasıl yapacağımızı biliyorum,”dedi Rubinstein ona. “10 milyon dolarlık bir çeke ihtiyacım var

474/728

sadece.” Jobs ona hemen çeki yazdı. Bunun üzerine Rubinstein odiskin tüm haklarını satın almak için Toshiba’yla pazarlık etmeye vegeliştirme ekibini yönetebilecek birini aramaya başladı.

Tony Fadell siberpunkçı gibi görünse de canayakın gülümseyen,henüz Michigan Üniversitesi’nde okurken üç şirket kurmuş olan girginve girişimci bir yazılımcıydı. El cihazları üreticisi General Magic’teçalıştıktan (ve orada eski Apple çalışanları Andy Hertzfeld ve BillAtkinson’la tanıştıktan) sonra Philips Electronics’te biraz zamangeçirmiş, ağartılmış kısa saçlarıyla ve asi tavırlarıyla oranın ağırbaşlıortamına ters düşmüştü. Daha iyi bir dijital müzik çalar yaratmak içinbazı fikirler bulmuş ve bunları RealNetworks, Sony ve Philips’e pazar-lamaya çalışsa da başarılı olamamıştı. Bir gün Vail’de amcasıyla kayakyaparken, teleferik içinde cep telefonu çaldı. Arayan Rubinstein’dı veona Apple’ın “küçük bir elektronik cihazın” üstünde çalışacak biriniaradığını söyledi. Özgüven sıkıntısı olmayan Fadell böyle cihazlar ko-nusunda uzman olduğunu söyleyerek kendini övdü. Rubinstein onuCupertino’ya davet etti.

Fadell Newton’ın devamı olacak bir kişisel dijital asistanın üstündeçalışması için işe alınacağını varsaydı. Ama Rubinstein’la görüşüncekonu üç aydır piyasada olan iTunes’a geldi hemen. “Varolan MP3çalarları iTunes’a bağlamaya çalışıyoruz ve korkunçlar, resmenkorkunçlar,” dedi Rubinstein ona. “Kendi versiyonumuzu üretmemizgerektiğini düşünüyoruz.”

Fadell çok sevindi. “Müzik tutkunuydum. Real Networks’te öyleişler yapmaya çalışıyordum biraz ve bir MP3 çaları Palm’la uyumluhale getiriyordum.” Ekibe en azından danışman olarak katılmayı kabuletti. Birkaç hafta sonra Rubinstein, ekibi yönetecekse tam günlükApple çalışanı olması gerektiğini söyledi. Ama Fadell direndi.Özgürlüğünü seviyordu. Rubinstein küplere bindi; Fadell’ınsızlandığını düşünüyordu. “Bu insanın hayatını değiştirecek karar-lardan biri,” dedi ona. “Asla pişman olmazsın.”

475/728

Fadell’ı zorlamaya karar verdi. Projeye atanmış yirmi kadar kişiyi birodada topladı. Fadell içeri girince Rubinstein ona “Tony, tam günçalışmayı kabul etmezsen bu projede çalışmayacağız,” dedi. “Varmısın, yok musun? Hemen şimdi karar vermelisin.”

Fadell Rubinstein’ın gözlerine baktı, diğerlerine döndü ve “Apple’deinsanı böyle zorlarlar mı hep?” dedi. Bir an duraksadıktan sonra tamamdedi ve Rubinstein’ın elini gönülsüzce sıktı. “O olay Jon’la aramın yıl-larca açık olmasına yol açtı,” diye anımsıyordu Fadell. Rubinsteinhemfikirdi: “Beni asla affetmedi sanırım.”

Fadell’la Rubinstein’ın çatışmaları kaçınılmazdı, çünkü ikisi deiPod’un babası olduklarını düşünüyorlardı. Rubinstein’ın bakış açısınagöre, kendisi Jobs’tan o görevi aylar önce almıştı, Toshiba’nın sabitdiskini bulmuştu ve ekran, batarya gibi önemli öğeleri seçen de kend-isiydi. Sonra da bütün bunları bir araya getirsin diye Fadell’ı işealmıştı. Fadell’ın dikkat çekiciliğinden hazzetmeyen o ve diğerleri ona“Palavracı Tony” lakabını taktılar. Oysa Fadell’ın bakış açısına göre,kendisi Apple’a gelmeden önce muhteşem bir MP3 çaları zihninde tas-arlamıştı bile ve Apple’a gelip onu yaratmadan önce başka şirketleriikna etmeye çalışmıştı. iPod’un yaratılmasında en çok kimin pay sahibiolduğu, bir başka deyişle onun manevi babasının kim olduğu meselesiröportajlarda, makalelerde, web sayfalarında ve hatta Wikipedia giriler-inde tartışılacaktı yıllarca.

Ama ilk birkaç ay tartışamayacak kadar meşguldüler. Jobs iPod’unNoel’e kadar piyasaya sürülmesini istiyordu, yani Ekim’de tanıtımıyapılmalıydı. Apple’ın çalışmalarında temel alabileceği MP3 çalarlartasarlayan şirketler aradılar ve PortalPlayer adlı küçük bir şirketiseçtiler. Fadell oradaki ekibe “Bu proje Apple’ı değiştirecek ve on yılsonra bu bilgisayar değil müzik işi olacak,” dedi. Onları bir telifsözleşmesi imzalamaya ikna etti ve kendi ekibi PortalPlayer’ınkarmaşık arayüzler, kısa batarya ömrü ve şarkı listelerinde on şarkısınırı gibi kusurlarını düzeltmeye başladı.

476/728

“İşte bu!”

Bazı toplantılar hem tarihe geçecek kadar önemli oldukları, hem debir liderin hareket tarzını sergiledikleri için hatırlanmaya değerdir. Nis-an 2001’de dördüncü kattaki toplantı odasında düzenlenen, Jobs’ıniPod’un temel özelliklerinde karar kıldığı toplantı bunlardan biriydi.Rubinstein, Schiller, Ive, Jeff Robbin ve pazarlama müdürü Stan Ng,Fadell’ın Jobs’a önerilerini sunmasını dinlemek için oradaydılar.

Fadell Jobs’la bir yıl önce, Andy Hertzfeld’in evinde düzenlenendoğumgünü partisinde tanışmıştı ve onunla ilgili pek çok şey duymuştu(çoğu tüyler ürperticiydi). Ama Jobs’ı aslında tanımadığından çekin-gendi anlaşılır bir şekilde. “Toplantı odasına girdiğini görüncedikeldim ve ‘Vay canına, işte Steve!’ dedim. Savunma modundaydım,çünkü çok kaba olabildiğini duymuştum.”

Toplantı pazar potansiyeline ve diğer şirketlerin neler yaptıklarınailişkin bir sunumla başladı. Jobs her zamanki gibi sabırsızdı. “Slaytgösterilerini bir dakikadan fazla seyretmez,” dedi Fadell. Jobs paz-ardaki muhtemel rakiplerle ilgili bir slayt çıktı mı eliyle geç işaretiyapıyordu. “Sony’yi merak etmeyin,” dedi. “Biz ne yaptığımızı biliyor-uz, onlarsa bilmiyorlar.” Sonrasında slayt göstermeyi kestiler ve Jobsgrubu soru yağmuruna tuttu. Fadell bir ders aldı: “Steve anı yaşamayı,meseleleri ayrıntılarıyla konuşmayı yeğliyor. Bir keresinde bana dediki: ‘Slaytlara ihtiyacın varsa, konuştuğun konuyu bilmiyorsundur.’”

Jobs hissedebileceği, inceleyebileceği, dokunabileceği fizikselnesneler gösterilmesinden hoşlanıyordu. Bu yüzden Fadell toplantıodasına üç farklı model getirdi; Rubinstein onu modelleri sıraylagöstermeye ve asıl beğendiği modeli sona saklamaya ikna etmişti, Jobsetkilensin diye. O modeli masanın ortasındaki bir ahşap kâsenin altınasakladılar.

Fadell gösterisine kullandıkları çeşitli parçaları bir kutudan çıkarıpmasaya yaymakla başladı. 1.8 inçlik sabit disk, LCD ekran, kartlar ve

477/728

bataryalar vardı; hepsinin de maliyetleri ve ağırlıkları etiketlenmişti.Fadell onları gösterirken, bir yıl içinde fiyatların ve boyutların ne kadarazalabileceğini konuştular. Bazı parçalar Lego blokları gibibirleştirilebiliyordu.

Sonra Fadell strafordan yapılma, uygun ağırlığa gelsinler diye içler-ine olta kurşunları konmuş modellerini göstermeye başladı. Birin-cisinde şarkı kaydedilebilecek harici hafıza kartı takmak için bir slotvardı. Jobs bu modeli fazla karmaşık bulduğu için beğenmedi. İkin-cisinde dinamik RAM bellek vardı, dolayısıyla ucuzdu, ama şarjbiterse bütün şarkılar silinirdi. Jobs bundan hoşlanmadı. Sonra Fadell1.8 inçlik sabit diskli cihazın nasıl olacağını göstermek için birkaçLego parçasını birleştirdi. Jobs ilgilenmiş gibiydi. Bunun üzerineFadell şovun doruk noktasında kâseyi kaldırıp o seçeneğin tamamlan-mış modelini gösterdi. “Lego parçalarıyla biraz daha oynamayı umuy-ordum, ama Steve sabit diskli modeli olduğu haliyle beğendi,” diye an-ımsıyordu Fadell. Epey afallamıştı. “Philips’te böyle kararların ancakbir sürü toplantıdan, bir sürü PowerPoint sunumundan ve araştırmadansonra verilmesine alışıktım.”

Sıra Phil Schiller’daydı. “Artık fikrimi gösterebilir miyim?” diyesordu. Odadan çıktı ve bir avuç iPod modeli getirdi; hepsinin de önyüzünde yakında ünlü olacak dokunmatik teker vardı. “Çalma listes-inde nasıl gezileceğini düşünüyordum,” diye anımsıyordu. “Birdüğmeye yüzlerce kez basamazsınız. Bir teker harika olmaz mıydı?”Tekeri baş parmağınızla çevirerek şarkıdan şarkıya geçebilecektiniz.Tekeri ne kadar uzun süre çevirirseniz şarkıdan şarkıya o kadar hızlıgeçecektiniz, dolayısıyla yüzlerce şarkıyı geçmek kolay olacaktı. Jobs“İşte bu!” diye bağırdı. Fadell’la mühendislere bunun üstündeçalışmalarını söyledi.

Proje başlatılınca Jobs onunla her gün ilgilendi. Ana talebi“Sadeleştirin!” idi. Kullanıcı arayüzünün bütün ekranlarını kontrolediyor ve katı bir test uyguluyordu: Bir şarkıya ya da işleve ulaşmak

478/728

için en fazla üç tıklama yapmalıydı. Ayrıca nereye tıklayacağınıkolayca bulabilmeliydi. Bir şeye nasıl ulaşacağını kolayca bulamıyorsaya da üç tıklamadan fazlası gerekiyorsa kabalaşıyordu. “Bazen bir kul-lanıcı arayüzü sorununa kafa patlatıyorduk ve bütün seçenekleridüşündüğümüzü sanırken Steve ‘Bunu düşündünüz mü?’ diyordu,”dedi Fadell. “O zaman hepimiz ‘Hassiktir,’ diyorduk. Sorunu ya dayaklaşımı yeniden tanımlıyordu ve o zaman küçük sorunumuzhalloluyordu.”

Jobs her gece fikirlerini telefonda konuşuyordu. Fadell’la diğerleri,hatta Rubinstein bile, Jobs onlara bir fikir söylediğinde Fadell’ınfikirlerinin arkasında duruyorlardı. Birbirlerini arayıp Jobs’ın en sonönerisini açıklıyor ve ona istedikleri şeyi kabul ettirmek için işbirliğiyapıyorlardı; bu girişimlerinin aşağı yukarı yarısında başarılı oluyor-lardı. “Steve’in son fikirlerinin bir adım ötesinde olmaya çalışıyorduk,”dedi Fadell. “Her gün yeni bir şey çıkıyordu: bir anahtar, tuş rengi yada fiyatlandırma stratejisi meselesi. Steve’le birlikte çalışırken işarkadaşlarınla işbirliği yapman, birbirini kollaman gerekiyordu.”

Jobs’ın temel fikirlerinden biri, olabildiğince çok işlevin iPod yerinebilgisayarınızdaki iTunes kullanılarak halledilmesi gerektiğiydi. Son-radan anımsadığı gibi:

iPod’un kullanımını gerçekten kolay kılmak için cihazın yapabileceklerini sınır-lamamız gerekiyordu –bu konuda epey tartışmak zorunda kaldım–. O işlevleribilgisayardaki iTunes’un halletmesini sağladık. Örneğin cihazla playlist hazır-lanamıyordu. Playlistleri iTunes’ta hazırlayıp sonra cihazı bağlıyordun. Butartışmalara yol açtı. Ama Rio’yla diğer cihazları berbat kılan şey karmaşık ol-malarıydı. Playlist hazırlamak gibi şeyler yapmaları gerekiyordu, çünkü bilgisa-yardaki müzik kutusu yazılımıyla entegre değillerdi. iTunes yazılımıyla iPodcihazının sahibi olmak, bilgisayarla cihazın birlikte çalışmalarını sağlamamıza vedeneyimi karmaşıklaştırmamıza imkân verdi.

Jobs’ın Zen’e en yakın sadeleştirmesi iPod’a açma-kapama düğmesikoydurmamak oldu; iş arkadaşları hayrete kapıldılar. Bu özellik birçokApple ürününde yer alacaktı. Açma kapama düğmesi gereksizdi.

479/728

Estetik ve teolojik açıdan kötüydü. Apple cihazları kullanılmadık-larında pasif hale geçeceklerdi ve herhangi bir tuşa dokunduğunuzdauyanacaklardı. Kapamak için düğmeye gerek yoktu.

Birden her şey yerine oturmuştu. Bin şarkı sığacak bir çip. Binşarkıyı gezmenizi sağlayacak bir arayüz ve kaydırma tekerleği. Binşarkıyı on dakikadan kısa sürede yükleyebilecek bir FireWirebağlantısı. Ve şarjı bin şarkı çalmaya yetecek bir batarya. “Birdenbakışmaya ve ‘Bu harika olacak,’ demeye başladık,” diye anımsıyorduJobs. “Ne kadar harika olduğunu biliyorduk, çünkü hepimiz bir tanes-ine şahsen sahip olmaya can atıyorduk. Ve konsept öyle güzel birsadeliğe büründü ki: Cebinizde bin şarkı.” Metin yazarlarından biricihaza “Pod” adını vermelerini önerdi. Jobs ise iMac ve iTunes’tanesinlenerek iPod ismini buldu.

O bin şarkı nereden gelecekti? Jobs bazılarının yasal olarak satınalınan CD’lerden ripleneceğini biliyordu, ki bu sorun değildi, ama yasadışı indirilen birçok şarkı da yüklenebilirdi. Kaba bir ticari mantıklabakıldığında, Jobs yasa dışı indirmeleri desteklerse kazançlı çıkacaktı;çünkü insanlar iPod’larını daha ucuza doldurabileceklerdi. Ayrıcakarşıkültür kökeni, plak şirketlerine sempati duymamasına yol açıy-ordu. Ama fikri mülkiyetin korunması ve sanatçıların eserlerinden parakazanmaları gerektiğine inanıyordu. Dolayısıyla geliştirme sürecininsonlarına doğru, senkronizasyonun tek yönlü olacağını bildirdi. İnsan-lar bilgisayarlarından iPod’larına şarkı taşıyabileceklerdi, amaiPod’larından bilgisayarlara şarkı taşıyamayacaklardı. Böylece insan-ların iPod’larını doldurmalarından sonra, o iPod’lardaki bütünşarkıların düzinelerce arkadaşları tarafından kopyalanmasını engelledi.Ayrıca iPod’un üzerindeki şeffaf plastik çıkartmada basit bir mesajın,“Müzik Hırsızlığı Yapmayın” mesajının bulunmasına karar verdi.

Balina Beyazlığı

Jony Ive, iPod’un köpük modeliyle oynamayı bitirmişti ve tamamlan-mış ürünün nasıl görünmesi gerektiğini bulmaya çalışırken, bir sabah

480/728

San Francisco’daki evinden Cupertino’ya giderken aklına bir fikirgeldi. Arabadaki iş arkadaşına cihazın bembeyaz olması ve cilalıpaslanmaz çelikten yapılma arka yüze lehimsiz tutturulması gerektiğinisöyledi. “Küçük tüketici ürünlerinin çoğu kısa zamanda çöpe atılacakhissi verir,” dedi Ive. “Kültürel ağırlık taşımazlar. iPod’da en gururduyduğum şey kolayca çöpe atılır değil, önemli bir şey olduğu hissinivermesi.”

Cihaz sadece beyaz değil, bembeyaz olacaktı. “Sadece cihaz değil,kulaklık ve kablolar ve hatta fiş bile,” diye anımsıyordu. “Bembeyaz.”Kulaklığın diğer bütün kulaklıklar gibi siyah olması gerektiğini söyley-enler çıktı elbette. “Ama Steve beni hemen anladı ve beyazı ben-imsedi,” dedi Ive. “Cihazın bir saflığı olacaktı.” Beyaz kulaklıkkablolarının kıvrımlı akıcılığı iPod’un ikon olmasına katkıda bulundu.Ive’ın söylediği gibi:

iPod’un hem çok önemli ve kalıcı, ama bir yandan da çok sessiz ve çok kontrollübir havası vardı. Yüzünüze kuyruğunu sallamıyordu. Kontrollüydü, ama o akıcıkulaklığıyla çılgındı da. Beyazı bu yüzden seviyorum. Beyaz nötr bir renkdeğildir sadece. Öyle saf ve sessizdir ki. Çarpıcı ve dikkat çekicidir, ama biryandan da göze batmaz.

Lee Clow’un TBWA\Chiat\Day’deki reklam ekibi, iPod’un özellik-lerini öven geleneksel ürün tanıtıcı reklamlar hazırlamak yerineiPod’un ve beyazlığının ikonikliğini vurgulamaya karar verdiler.Geçenlerde ajansa katılan, eskiden bir müzik grubunda çalmış veDJ’lik yapmış genç, uzun boylu ve zayıf bir İngiliz olan James Vin-cent, Apple’ın tanıtımının asi Bebek Patlaması Kuşağı yerine modayadüşkün Milenyum Kuşağı’nda odaklanmasına doğal yeteneğiylekatkıda bulundu. Sanat direktörü Susan Alinsagan’ın yardımıyla, iPodiçin bir dizi reklam panosu afişi ve poster hazırladılar ve seçenekleriJobs’ın masasına, incelesin diye bıraktılar.

Sağ uca en geleneksel seçenekleri koydular; bunlarda iPod’un düzçekilmiş fotoğrafları vardı ve arka plan beyazdı. Sol uca en grafik vesimgesel anlatımlı seçenekleri koydular; bunlarda sadece iPod

481/728

dinlerken dans eden birinin silüeti görülüyordu ve iPod’un beyaz ku-laklık telleri müzik eşliğinde kıvrılıyordu. “Müzikle aranızdaki duygus-al ve son derece kişisel ilişkiyi anlayan bir reklamdı,” dedi Vincent.Yaratıcı yönetmen Duncan Miller’a hep birlikte en solda durmalarını,böylece belki Jobs’ı etkileyebileceklerini söyledi. Jobs odaya girincedosdoğru sağa gitti ve yalın ürün fotoğraflarına baktı. “Bu harikagörünüyor,” dedi. “Bunlardan konuşalım.” Vincent, Miller ve Clowdiğer uçtan ayrılmadılar. Jobs sonunda başını kaldırıp simgesel reklam-lara göz attı ve “Ha, siz bunları seviyorsunuz galiba,” dedi. Hayır an-lamında kafa salladı. “Bu ürünü göstermiyor. Ne olduğunu söylemiy-or.” Vincent simgesel görüntüleri kullanmalarını, ama altına “1.000şarkı cebinizde” yazısını eklemelerini önerdi. Böylece her şey açıklan-mış olacaktı. Jobs masanın sağ ucuna tekrar göz attıktan sonra nihayetkabul etti. Daha simgesel reklamlara yönelmenin kendi fikri olduğunukısa sürede iddia etmeye başlaması şaşırtıcı değildi. “Bazı şüpheciler‘Bu iPod’un satışlarına nasıl katkıda bulunacak ki?’ diye soruyorlardı,”diye anımsıyordu Jobs. “CEO olmam o zaman işi yaradı; istediğimiyaptırabildim.”

Jobs Apple’ın entegre bir bilgisayar, yazılım ve donanım sisteminesahip olmasının bir avantaj daha getirdiğini fark etti. iPod’un satışlarıiMac’in satışlarını arttıracaktı. Böylece Jobs, Apple’ın iMac’intanıtımına harcadığı 75 milyon doları alıp iPod reklamlarına harcay-abilecekti – bir taşla iki kuş vuracaktı. Aslında üç kuş, çünkü reklamlarApple markasının tamamına ışıltı ve gençlik katacaklardı. Şöyleanımsıyordu:

iPod’u tanıtmakla iMac satışlarını iki katına çıkarabileceğimiz gibi çılgınca birfikre kapıldım. Ayrıca iPod, Apple’a yenilikçi ve genç bir imaj katacaktı. Buyüzden 75 milyon dolarlık reklam bütçesini iPod’a aktardım, o ürün kategorisi bubütçenin yüzde birini bile hak edecek kadar önemli görünmese de. Böylece müzikçalar piyasasının tek hâkimi olduk. Herkesten yüz kat daha fazla para harcadık.

Televizyon reklamında, simgesel silüetler Jobs, Clow ve Vincenttarafından seçilmiş şarkılar eşliğinde dans ediyorlardı. “Müzik seçmek

482/728

haftalık pazarlama toplantılarımızdaki en büyük eğlencemiz halinegeldi,” dedi Clow. “Kıpır kıpır bir şarkı çalıyorduk, Steve ‘Hiç beğen-medim,’ diyordu, sonra da James onu ikna ediyordu.” Reklamlarbirçok yeni grubun, özellikle de Black Eyed Peas’in tanınmasınısağladı; “Hey Mama”lı reklam, silüet janrının klasiğidir. Yeni birreklam hazırlanmak üzereyken Jobs çoğunlukla fikir değiştiriyordu veVincent’ı arayıp reklamın iptal edilmesini söylüyordu. “Müzik fazlapopsu,” veya “Fazla ciddiyetsiz,” diyordu. “İptal edelim.” James sinir-leniyor ve onu vazgeçirmeye çalışıyordu. “Merak etme, muhteşem ola-cak,” diyordu. Jobs mutlaka pes ediyordu, reklam hazırlanıyordu veJobs ona bayılıyordu.

Jobs iPod’u 23 Ekim 2001’de, alametifarikası olan ürün tanıtımetkinliklerinden birinde tanıttı. “İpucu: Bir Mac değil,” diye yazılıydıdavetiyede. Jobs ürünün teknik özelliklerinden bahsettikten sonra, onusergileme vakti geldiğinde, her zamanki numarasını yapmadı; masayagidip bir kadife kumaşı kaldırmadı. Bunun yerine şöyle dedi: “Cebim-de bir tane var.” Kot pantolonunun cebinden o ışıl ışıl, beyaz cihazıçıkardı. “Bu küçük, muhteşem cihaz bin şarkı alabiliyor ve cebimesığıyor.” Cihazı cebine geri koydu ve sahneden alkış yağmurueşliğinde, salına salına indi.

Teknoloji tutkunlarından bazıları başta iPod’u şüpheyle karşıladılar,özellikle de fiyatının 399 dolar olması yüzünden. Blogosferde iPod’unaçılımının “idiots price our devices”[32] olduğu esprisi yapıldı. Ancaktüketiciler kısa sürede ürünün hit olmasını sağladılar. Dahası iPod,Apple’ın olmaya yazgılı olduğu her şeyin özü haline geldi: Mühendis-likle bağlantılı şiir, teknolojiyle kesişen sanat ve yaratıcılık, cüretkâr vesade tasarım. Bilgisayardan FireWire’a, cihazdan yazılıma ve içerikyöneticisine dek entegre bir uçtan uca sistem olduğundan kullanımıkolaydı. Bir iPod’u kutudan çıkardığınızda öyle güzel görünüyordu kiparlıyordu sanki ve diğer bütün müzik çalarların Özbekistan’da tasar-lanıp üretilmiş gibi görünmelerine yol açıyordu.

483/728

Orijinal Mac’ten beri ilk kez net bir ürün vizyonu bir şirketi geleceğeböylesine taşıyordu. “Apple’ın neden yeryüzünde olduğunu merakeden varsa iPod’u iyi bir sebep olarak gösteririm,” dedi Jobs o sıralar,Newsweek’ten Steve Levy’ye. Entegre sistemlere epeydir şüpheyleyaklaşan Wozniak felsefesini değiştirmeye başladı. “Vay canına, bunuApple’ın üretmesi mantıklı,” dedi Wozniak şevkle, iPod’un piyasayasürülmesinden sonra. “Sonuçta Apple bütün tarihi boyunca hem don-anım hem de yazılım üretti ve birbirleriyle daha iyi çalışmalarınısağladı.”

Levy iPod’la ilgili röportaj yaptığı günün akşamında Bill Gates’le ye-mek yerken cihazı ona gösterdi. “Bunu gördün mü?” diye sordu Levy.Levy’nin söylediğine göre: “Gates hani şu bilimkurgu filmlerindeki,yeni bir nesneyle karşılaşan bir uzaylının kendisiyle nesne arasında birçeşit güç tüneli yaratması ve böylece onunla ilgili bütün bilgileridoğrudan beynine emebilmesi gibi, başka bir boyuta geçti.” Gates dok-unmatik tekeri kurcalarken ve bütün olası tuş kombinasyonlarına bas-arken gözlerini ekrandan hiç ayırmadı. “Muhteşem bir ürüne benziy-or,” dedi sonunda. Ardından duraksadı ve şaşkın bir ifade takındı. “Sa-dece Macintosh için mi?” diye sordu.

484/728

30. BölümiTunes Mağazası

Ben Fareli Köyün Kavalcısı’yım

Warner Music

2002’nin başında Apple bir sorunla karşılaştı. iPod’unuzla iTunesyazılımının ve bilgisayarın arasındaki mükemmel bağlantı sahipolduğunuz şarkıları kolayca düzenleyebilmenizi sağlıyordu. Ama yenişarkılar edinebilmek için bu rahat ortamdan çıkıp bir CD satın almanızya da şarkıları internetten indirmeniz gerekiyordu. Bu ikincisi, dosyapaylaşımları ve korsan servislerle dolu ürkütücü dünyaya adım atmayıgöze almanız anlamına geliyordu genellikle. Dolayısıyla Jobs iPod kul-lanıcılarına şarkı indirmenin basit, güvenli ve yasal bir yolunu sunmakistiyordu.

Müzik endüstrisi de bir sorunla karşı karşıyaydı. İnsanların şarkılarıbedavaya edinebilmelerini sağlayan korsan servisler –Napster, Grok-ster, Gnutella, Kazaa– başına bela olmuştu. 2002’de yasal CD satışlarıkısmen bu yüzden %9 azaldı.

Paniğe kapılan müzik şirketi yöneticileri, dijital şarkıların telif hak-larını gözeten ortak bir standart getirmeyi panik halinde, gözü dönmüşKeystone Polisleri’nin zarafetiyle kabul ettiler. Warner Music’ten PaulVidich ve arkadaşı, AOL Time Warner’dan Bill Raduchel bu yöndeSony ile birlikte çalışıyorlardı ve Apple’ı konsorsiyumlarına katmayıumuyorlardı. Dolayısıyla aralarından birkaç kişi Ocak 2002’de Jobs’ıgörmek için Cupertino’ya uçtular.

Çok hoş bir toplantı olmadı. Vidich soğuk aldığından sesi kısıktı, buyüzden sunuma yardımcısı Kevin Gage başladı. Toplantı masasınınbaşında oturan Jobs sıkılmış ve sinirlenmiş gibiydi. Dört slayttan sonraelini sallayıp araya girdi. “Kafalarınızı kıçlarınızdan çıkarmalısınız,”

dedi. Herkes konuşmaya çalışan Vidich’e döndü. “Haklısınız,” dediVidich uzun bir duraksamadan sonra. “Ne yapacağımızı bilmiyoruz.Bulmamıza yardım etmelisiniz.” Jobs biraz şaşırdığını ve ardındanApple’ın Warner-Sony işbirliğine katılmayı kabul ettiğini anımsıyordusonradan.

Müzik şirketlerinin müzik dosyalarını korumak için standart birkodekte anlaşması, internet mağazalarının hızla çoğalmasına yol açabi-lirdi. Bu durum Jobs’ın Apple’ın internet satışlarının yürütülmesinikontrol etmesini sağlayacak bir iTunes Store yaratmasını zorlaştırırdı.Ancak Ocak 2002’deki Cupertino toplantısından sonra Sony’nin kendipatentli formatını yeğlediğini, bundan telif ücreti alacağını söyleyerekkonuşmalardan çekilmesi Jobs’ın ekmeğine yağ sürdü.

“Steve’i bilirsin, onun kendi hedefleri vardır,” diye açıkladı CEONobuyuki Idei, Red Herring editörü Tory Perkins’e. “Dahi olsa da herşeyini seninle paylaşmaz. Onunla birlikte çalışmak büyük şirketler içinzordur... Kâbustur.” O zamanlar Sony’nin Kuzey Amerika bölgesininbaşında olan Howard Stringer, Jobs hakkında şunu ekledi: “Açıkçasıonunla uzlaşmaya çalışmak zaman kaybı olur.”

Sony bunun yerine Universal’la anlaşıp, Pressplay adlı bir üyelik ser-visi yarattı. Bu arada AOL Time Warner, Bertelsmann ve EMI,RealNetworks’le el ele vererek MusicNet’i yarattılar. Hiçbirişarkılarının lisansını rakip servise vermediğinden, her birinde toplamşarkıların sadece yarısı vardı. İkisi de müşterilerin şarkıları internettendinleyebilmelerini sağlayan, ama kaydetmelerine izin vermeyen üyelikservisleriydiler; yani üyeliğiniz sona ererse şarkılara erişiminizi yitiriy-ordunuz. Karmaşık kısıtlamaları ve kullanımı zor arayüzleri vardı.Hatta PC World’ün “Tüm Zamanların En Kötü 25 Teknoloji Ürünü”listesinde dokuz numarada yer almak gibi şüpheli bir onura eriştiler.Dergi şöyle diyordu: “Servislerin afallatıcı ölçüde gerzekçe özellikleri,plak şirketlerinin meseleyi hâlâ anlamadıklarını gösteriyordu.”

486/728

Jobs bu noktada korsanlığa basitçe göz yummayı seçebilirdi. Bedavamüzik demek, iPod’ların değerinin artması demekti. Ama müziği –vemüzik yapan sanatçıları– gerçekten sevdiğinden, yaratıcı ürünlerinçalınması olarak gördüğü şeye karşıydı. Bana sonradan söylediği gibi:

Apple’daki ilk günlerimden itibaren şunu fark ettim ki, fikri mülkiyet ürettikçeserpiliyoruz. İnsanlar yazılımlarımızı kopyalasalar ya da çalsalar işsiz kalırdık.Korunmasak yeni yazılımlar veya ürün tasarımları üretmemiz için teşvik edici birsebep kalmazdı. Fikri mülkiyetin korunması azalmaya başlarsa, yaratıcı şirketlerortadan kaybolurlar veya asla kurulmazlar. Ama daha basit bir sebep de var: Hır-sızlık kötüdür. Başka insanlara zarar verir. İnsanın kendi kişiliğine de zarar verir.

Ama korsanlığı durdurmanın en iyi –aslında tek– yolunun, müzik şir-ketlerinin sunduğu “gerzekçe” servislerden daha cazip bir seçenek sun-mak olduğunu biliyordu. “Hırsızlık yapan insanların %80’inin bunuyapmak istemediklerine, ama yasal bir alternatif bulamadıklarına in-anıyoruz,” dedi Esquire’dan Andy Langer’a. “Dolayısıyla ‘Yasal biralternatif yaratalım,’ dedik. Böylece herkes kazanır. Müzik şirketlerikazanır. Sanatçılar kazanır. Apple kazanır. Kullanıcı da kazanır, çünküdaha iyi hizmet alır ve hırsızlık yapması gerekmez.”

Jobs bir “iTunes Store” yaratmaya ve en büyük beş plak şirketinişarkılarının dijital versiyonlarının orada satılmasına ikna etmeye girişti.“Hayatımda ilk kez insanları kendileri için doğru şeyi yapmaya ikna et-mek için o kadar zaman harcadım,” diye anımsıyordu. Şirketler fiyat-landırma modelini ve şarkıların tek tek satılmasını kaygılandırıcı bul-duklarından, Jobs yeni servisinin sadece Macintosh’ta kullanılabile-ceğini, yani pazarın sadece %5’ine ulaşacağını söyledi. Bu fikri çokriske girmeden deneyebilirlerdi. “Küçük pazar payımızı avantajadönüştürüp, mağazanın yıkıcı bir etkisi olsa bile evrenin tamamını yoketmeyeceğini savunduk,” diye anımsıyordu.

Jobs’ın teklifi dijital şarkıları tanesi 99 sentten satmaktı – üstündefazla düşünülmeyecek, basit bir alışveriş olacaktı. Bunun 70 sentiniplak şirketi alacaktı. Jobs bunun müzik şirketlerinin yeğlediği aylıküyelik modelinden daha cazip olduğunda ısrarlıydı. İnsanların

487/728

sevdikleri şarkılarla duygusal bağ kurduklarına inanıyordu (ve haklıy-dı). İnsanlar “Sympathy for the Devil”ı ve “Shelter From the Storm”usadece kiralamak değil, onlara sahip olmak istiyorlardı. O sıralarRolling Stone’dan Jeff Goodell’e söylediği gibi: “Bence Stone Roses’ınSecond Coming albümü bile üyelik modelinde pek başarılıolmayabilir.”

Jobs iTunes Store’un sadece albüm değil tek tek şarkı satmasında dadiretiyordu. İçinde iki üç güzel şarkı ve bir düzine kadar boşluk dol-durucu şarkı bulunan albümlerden para kazanan plak şirketleriyle ençok çatıştığı nokta bu oldu. Müşteriler istedikleri şarkıyı elde etmekiçin bütün albümü satın almak zorunda kalıyorlardı. Jobs’ın albümleriparçalama planına sanatsal sebeplerle karşı çıkan müzisyenler oldu.“İyi bir albümün bir akışı vardır,” dedi Nine Inch Nails’ten TrentReznor. “Şarkılar birbirini destekler. Ben böyle müzik yapmayı sever-im.” Ama bu itirazlar yersizdi. “Korsanlık ve internetten müzik indi-rilebilmesi yüzünden albümler parçalanmıştı zaten,” diye anımsıyorduJobs. “Şarkıları tek tek satmadıkça korsanla başa çıkmak mümkündeğildi.”

Sorunun temelinde, teknolojiyi sevenlerle sanatı sevenlerinarasındaki uçurum yatıyordu. Jobs ikisini de sevdiğini Pixar’laApple’da sergilemişti ve dolayısıyla arada köprü kurabilecek biriydi.Sonradan açıkladığı gibi:

Pixar’a gittiğimde derin bir ayrımın farkına vardım. Teknoloji şirketleri yar-atıcılıktan anlamıyorlar. Sezgisel düşünceyi, örneğin bir plak şirketinde çalışan biryetenek avcısının yüz sanatçıyı dinleyip de başarılı olabilecek beş tanesini hisset-me yeteneğini anlamıyorlar. Ve yaratıcı insanların bütün gün kanepelerdeoturduklarını ve disiplinsiz olduklarını düşünüyorlar, çünkü Pixar gibi yerlerdekiyaratıcı insanların ne kadar azimli ve disiplinli olduklarını görmediler. Öteyandan, müzik şirketleri de teknolojiden tamamen habersizler. Gidip birkaçteknoloji uzmanını işe almaları yeterli sanıyorlar. Ama bu, Apple’ın müzik üret-mek için birilerini kiralamaya çalışması gibi bir şey. Buna kalkışsak ancak ikincisınıf yetenek avcılarını bulabiliriz, tıpkı müzik şirketlerinin ikinci sınıf teknolojiuzmanlarını buldukları gibi. Ben teknoloji üretmenin sezgi ve yaratıcılık

488/728

gerektirdiğini, sanatsal üretiminse gerçek disiplin gerektirdiğini anlayan çok azkişiden biriyim.

Jobs, Time Warner’ın AOL biriminin CEO’su Barry Schuler’la epey-dir arkadaştı ve ona müzik şirketlerini iTunes Store’a sokmanın yolunusorup durmaya başladı. “Korsan herkesi ürkütüyor,” dedi Schuler ona.“Müziğin tüketimini denetlemenin en iyi yolunun iPod’lardan mağaza-ya dek entegre, uçtan uca bir servis sunmak olduğunu söyle onlara.”Jobs Mart 2002’de bir gün Schuller’ı aradı ve Schuller konuşmayaVidich’i de katmaya karar verdi. Jobs Vidich’ten Cupertino’ya gelmes-ini ve Warner Music’in başkanı Roger Ames’i getirmesini istedi. Jobsbu sefer ikna ediciydi. Ames alaycı, eğlenceli ve zeki bir İngiliz’di;Jobs’ın sevmeye meyilli olduğu türden bir insandı (tıpkı James Vincentve Jony Ive gibi). Dolayısıyla Jobs iyi yüzünü sergiledi. Hatta to-plantının başında bir ara diplomat rolü oynadı sıra dışı bir şekilde.Ames’le iTunes projesinin yöneticisi Eddy Cue İngiliz radyolarınınneden Amerikan radyoları kadar canlı olmadığı konusunda tartışmayabaşlayınca Jobs araya girip “Teknolojiden anlıyoruz ama müzikten okadar anlamıyoruz, o yüzden hiç tartışmayalım,” dedi.

Ames toplantıyı Jobs’tan kopya koruma kodlaması içeren yeni birCD formatını desteklemesini isteyerek başlattı. Jobs bunu hemen kabulettikten sonra asıl konuşmak istediği konuyu açtı. Warner Music’inApple’ın internette basit bir iTunes Store açmasına yardım etmesigerektiğini söyledi. Sonra endüstrinin geri kalanını da katılmaya iknaedebilirlerdi.

Ames şirketinin AOL kolunun kendi emekleme aşamasındaki müzikindirme servisini geliştirmesi için yönetim kurulunda verdiği savaşıyeni kaybetmişti. “AOL’u kullanarak dijital şarkı indirdiğimde, oşarkıyı boktan bilgisayarımda asla bulamıyordum,” diye anımsıyordu.Dolayısıyla Jobs iTunes Store’un prototipini sergileyince Ames etki-lendi. “Evet, evet, bu tam beklediğimiz şey,” dedi. Warner Music’in

489/728

anlaşmayı kabul edeceğini söyledi ve başka müzik şirketlerinin de ka-bul etmesi için uğraşmayı teklif etti.

Jobs servisi diğer Time Warner yöneticilerine göstermek için doğuyauçtu. “Mac’inin başında, oyuncakla oynayan bir çocuk gibi oturuy-ordu,” diye anımsıyordu Vidich. “Başka CEO’ların tersine, kendiniürüne tamamen kaptırmıştı.” Ames’le Jobs iTunes Store’unayrıntılarını, örneğin bir şarkının kaç farklı cihaza kaydedilebileceğinive kopya koruma sisteminin nasıl işleyeceğini konuşmaya başladılar.Kısa sürede anlaştılar ve diğer müzik şirketlerini ikna etmeçalışmalarına giriştiler.

Deveye Hendek Atlatmak

İkna edilmesi gereken kişilerin başında Universal Music Grubu’nunbaşkanı Doug Morris geliyordu. U2, Eminem ve Mariah Carey gibivazgeçilmez sanatçıların yanı sıra Motown ve Interscope-Geffen-A&Mgibi güçlü plak şirketleriyle çalışıyordu. Morris konuşmaya hazırdı.Korsanlıktan diğer bütün büyük iş adamlarından daha fazla rahatsızoluyordu ve müzik şirketlerindeki teknoloji uzmanlarının kalitesiz-liğinden bıkmıştı. “Vahşi Batı gibiydi,” diye anımsıyordu Morris.“Kimse dijital müzik satmıyordu ve korsanlık gırla gidiyordu. Plak şir-ketlerinde denediğimiz her şey başarısız olmuştu. Müzik piyasasındakiinsanlarla teknolojistlerin yetenek setleri birbirinden çok farklıydı.”

Ames o gün Jobs’la birlikte Morris’in Broadway’deki ofisine kadaryürüdü ve ona neler söylemesi gerektiği konusunda tavsiyeler verdi.Tavsiyeler işe yaradı. Morris’i etkileyen şey, Jobs’ın iTunes Store’dakiher şeyi tüketiciye kolaylık sağlayacak ve plak şirketleri için güvenlişekilde birleştirmesiydi. “Steve dahice bir iş çıkarmıştı,” dedi Morris.“Komple bir sistem önerdi: iTunes Store, müzik yönetimi yazılımı,iPod. Her şey gayet sorunsuzdu. Steve eksiksiz bir paket sunuyordu.”

Morris, Jobs’ın müzik şirketlerinde bulunmayan teknik vizyona sahipolduğuna ikna oldu. “Bu iş konusunda Steve Jobs’a güvenmeliyiz

490/728

elbette,” dedi kendi teknoloji bölümü başkan yardımcısına, “çünküUniversal’da teknolojiden anlayan kimse yok.” Bu söz, Universal’ınteknolojistlerinin Jobs’la çalışmaya hevesli olmalarını sağlamadı veMorris onlara itirazlarından vazgeçip bir an önce anlaşma yapmalarınıemredip durmak zorunda kaldı. FairPlay’e –Apple’ın dijital haklaryönetimi sistemine– birkaç kısıtlama daha eklemeyi, böylece satın alın-an şarkıların çok fazla cihaza yayılmasını engellemeyi başardılar. Amagenelde, Jobs’ın Ames’le ve onun Warner’daki iş arkadaşlarıylabirlikte hazırladığı iTunes Store konseptine uydular.

Morris Jobs’tan öyle etkilenmişti ki, Universal’a ait Interscope-Geffen-A&M plak şirketinin başkanı olan, hızlı konuşan ve girişkenJimmy Iovine’ı aradı. Iovine’la Morris birbirlerinin en yakın dostlarıy-dılar ve otuz yıldır her gün konuşuyorlardı. “Steve’le tanışınca onukurtarıcımız olarak gördüm; bu yüzden hemen Jimmy’yi getirdim,fikrini almak için,” diye anımsıyordu Morris.

Jobs istediğinde son derece etkileyici olabiliyordu ve Cupertino’yademo için gelen Iovine’a öyle davrandı. “Ne kadar basit, görüyormusun?” diye sordu Iovine’a. “Sizin teknisyenler bunu asla başaramaz.Müzik şirketlerinde bunu yeterince sade yapabilecek biri yok.”

Iovine hemen Morris’i aradı. “Bu adam eşsiz!” dedi. “Haklıymışsın.Tam aradığımız kişi.” Sony ile iki yıl boşuna çalıştıklarındanyakındılar. “Sony derdimize derman olamayacak asla,” dedi Morris’e.Sony ile çalışmayı kesip Apple’la işbirliği yapmayı kararlaştırdılar.“Sony böyle bir şeyi nasıl elinden kaçırdı aklım almıyor; tarihi bir hatayaptılar,” dedi Iovine. “Steve şirketindeki bölümler birbiriyle uyumluçalışmazsa insanları işten atıyordu, Sony’nin bölümleriyse birbirleriylesavaş halindeydiler.”

Sahiden de Sony, Apple’ın tam zıttıydı. Şık ürünler üreten birtüketici elektroniği bölümü ve sevilen sanatçılarla (örneğin BobDylan’la) çalışan bir müzik bölümü vardı. Ama her bölüm kendi

491/728

çıkarlarını gözettiğinden, şirketin bütünü uçtan uca bir servis sunamıy-ordu bir türlü.

Sony Music’in yeni başkanı Andy Lack’in imrenilmeyecek bir görevivardı: Sony’nin müziğini iTunes Store’da satıp satmayacağı konusundaJobs’la pazarlık yapması gerekiyordu. Ele avuca sığmaz ve deneyimliLack saygın televizyon muhabirliği kariyerini yeni sonlandırmıştı–CBS News’te prodüktörlük ve NBC’nin başkanlığını yapmıştı– ve in-san sarrafıydı, ayrıca esprili biriydi. Sony’nin şarkılarını iTunesStore’da satmasının hem delilik, hem de gerekli olduğunu fark etti –zaten müzik piyasasındaki kararların çoğu için bu durum geçerliydi.Apple tonla para kazanacaktı; şarkı satışlarından alacağı payın yanısıra, iPod’un satışları artacaktı. Lack müzik şirketlerinin satılan heriPod’dan pay almaları gerektiğini, çünkü cihazın satışlarına katkıda bu-lunacaklarını düşünüyordu.

Jobs sohbetlerinden çoğunda Lack’e hak veriyor ve müzik şirketler-iyle gerçekten ortak olmak istediğini öne sürüyordu. “Steve, seninleanlaşırım, ama bana cihazının satışlarından bir şeyler verirsen,” dediLack ona bir ara gür sesiyle. “Güzel bir cihaz. Ama müziğimizsatışlarına katkıda bulunacak. Bana göre gerçek ortaklık budur.”

“Katılıyorum,” diye karşılık verdi Jobs birden fazla kez. Ama sonraDoug Morris’le Roger Ames’a gidip Lack’in meseleyi anlamadığından,müzik piyasasından habersiz olduğundan, Morris’le Ames kadar zekiolmadığından yakınıyordu gizlice. “Steve bir şeyi kabul ediyor, amasözünü yerine getirmiyordu her zamanki gibi,” dedi Lack. “Yem atıyorve sonra geri çekiyordu. O patolojik biri, ki pazarlıklarda işine yaray-abilen bir özellik bu. Ayrıca bir dahi.”

Lack diğer bütün büyük müzik şirketlerinin Apple’la anlaştıklarını veonlardan destek almazsa galip gelemeyeceğini biliyordu. Ama Jobs dildökerek ve Apple’ın pazarlama gücünün cazibesini kullanarakdiğerlerini hizada tutmayı başardı. “Beni destekleselerdi lisans ücretialabilirdik, böylece çok ihtiyacımız olan çifte gelir akışına

492/728

kavuşabilirdik,” dedi Lack. “iPod’u sattıran bizlerdik, o yüzdensatışlarından pay almamız adil olurdu.” Jobs’ın uçtan uca stratejisiningüzelliklerinden biri buydu elbette: iTunes’taki şarkıların satışlarıiPod’un satışlarını, iPod’un satışları da Macintosh’un satışlarını arttıra-caktı. Sony’nin de aynı şeyi yapabilecek olması, ama donanımlayazılım ve içerik bölümlerinin anlaşmazlığı yüzünden bunu başara-maması Lack’i iyice çileden çıkarıyordu.

Jobs Lack’in kanına girmek için çok uğraştı. New York’u ziyaretler-inden birinde Lack’i Four Seasons otelindeki çatı katı odasına davetetti. Jobs ikisine de kahvaltı söylemişti bile –yulaf ezmesiyle çilek– veLack’in hatırladığı kadarıyla “kibarlığın da ötesindeydi”. “Ama JackWelch bana Jobs’ın etkisine kapılmamamı tembihlemişti. Jobs, Mor-ris’le Ames’i etkileyebilmişti. ‘Anlamıyorsun, insanın ona kanı ısınıyorister istemez,’ diyorlardı ve etkilenmişlerdi. Bu yüzden endüstride yal-nız kaldım.”

Sony’nin müziğini iTunes Store’da satmayı kabul etmesinden sonrabile aralarındaki ilişki çekişmeli oldu. Her yenileme ya da değişiklikyapma zamanında tartışıyorlardı. “Mesele temelde Andy’nin büyükegosuydu,” iddiasında bulundu Jobs. “Müzik piyasasını asla gerçektenanlamadı ve sözlerini asla gerçekten yerine getiremiyordu. Bazen hı-yarın teki olduğunu düşünüyordum.” Kendisine Jobs’ın sözlerinisöylediğimde Lack “Ben Sony ve müzik endüstrisi için savaştım, oyüzden hıyarın teki olduğumu düşünmesi normal,” karşılığını verdi.

Ama plak şirketlerini iTunes planını benimsemeye ikna etmek yeterlideğildi. Sanatçıların çoğunun sözleşmelerindeki bazı maddeler, müzik-lerinin dijital dağıtımını bizzat kontrol etmelerini veya şarkılarının al-bümlerinden ayrı olarak tek tek satılmasını engelleyebilmelerini sağlıy-ordu. Dolayısıyla Jobs en tanınmış müzisyenleri ikna etmeye girişti;bunu eğlenceli ama beklediğinden çok daha zor buldu.

iTunes’un piyasaya sürülmesinden önce Jobs yirmiden fazla ünlüsanatçıyla görüştü; aralarında Bono, Mick Jagger ve Sheryl Crow

493/728

vardı. “Beni gecenin onunda ısrarla arıyordu, Led Zeppelin’le veyaMadonna’yla görüşmesi gerektiğini söylüyordu,” diye anımsıyorduWarner’dan Roger Ames. “Azimliydi ve ondan başka hiç kimse busanatçılardan bazılarını ikna edemezdi.”

Bu görüşmelerin belki de en tuhafı, Dr. Dre’nin Jobs’ı Applemerkezinde ziyaret etmesiyle gerçekleşti. Jobs The Beatles’la Dylan’abayılırdı, ama rapten pek hazzetmediğini itiraf ediyordu. AmaEminem’le diğer rapçileri şarkılarının iTunes’ta satılmasına izin ver-meye ikna etmesi gerektiğinden, Eminem’in akıl hocası Dr. Dre’ylegörüştü. Jobs’ın ona iTunes Store’la iPod’un birlikte sorunsuzcaişlediklerini göstermesinden sonra Dr. Dre “Sonunda şu işi düzgünyapan biri çıktı dostum,” dedi.

Müzik zevki spektrumunun diğer ucunda trompetçi Wynton Marsalisvardı. Jazz at Lincoln Center’a bağış toplamak için West Coast turnes-ine çıkmıştı ve Jobs’ın karısı Laurene’le buluşacaktı. Jobs onu PaloAlto’daki evine davet etti ve iTunes’u gösterdi. “Ne aramak istersin?”diye sordu Marsalis’e. Beethoven diye yanıtladı trompetçi. “Bak buneler yapabiliyor gör!” diye ısrar edip duruyordu Jobs, Marsalis’indikkati dağılınca. “Arayüzün nasıl çalıştığını gör.” Marsalis’in son-radan anımsadığı kadarıyla: “Bilgisayarlarla pek ilgilenmem ve bunuona söyleyip durdum, ama iki saat ısrarla devam etti. İçine cin kaçmıştısanki. Bir süre sonra bilgisayara değil ona bakmaya başladım, çünkütutkusu çok ilginç gelmişti.”

Jobs iTunes Store’u, 28 Nisan 2003’te, San Francisco’daki Mosconekongre merkezinde, alametifarikası olan etkinliklerden birinde tanıttı.Artık kısacık olan ve seyrelmiş saçlarıyla, tıraşsız ama bakımlı yüzüylesahneye çıktı ve Napster’ın “internetin müzik dağıtımı için yaratıldığınıkanıtladığını” söyledi. Onun çocuklarının, örneğin Kazaa’nın şarkılarıbedavaya sunduğunu söyledi. Bununla nasıl rekabet edilebilirdi ki? Busoruyu yanıtlamaya o bedava servislerin dezavantajlarından bahset-mekle başladı. Onlarla indirilen dosyalar güvenilmezdi ve genellikle

494/728

düşük kaliteliydi. “Bu şarkıların çoğu yedi yaşındaki çocuklartarafından enkode ediliyor ve işlerini iyi yapmıyorlar.” Ayrıca ön din-leme imkânı ve albüm kapakları yoktu. Sonra şunu ekledi: “En kötüsü,bu hırsızlık. Karmayla uğraşmaya gelmez.”

Peki bu korsan siteler neden pıtrak gibi çoğalmıştı? Çünkü, dediJobs, alternatif yoktu. Pressplay ve MusicNet gibi üyelik servisleri“size suçluymuşsunuz gibi davranıyorlar” dedi, çubuklu hapishanekıyafeti giymiş bir mahkûmun slaytını göstererek. Sonra ekranda birBob Dylan slaytı belirdi. “İnsanlar sevdikleri müziğe sahip olmakisterler.”

Plak şirketleriyle epey pazarlık yaptığını söyledi ve “bizimle birliktedünyayı değiştirecek bir şey yapmayı kabul ettiler,” dedi. iTunes Store200.000 şarkıyla açılacaktı ve her gün büyüyecekti. Mağazayı kul-lanarak, dedi, şarkılarınızın sahibi olabilirsiniz, onları CD’lere kay-dedebilirsiniz, kayıt kalitesi konusunda içiniz rahat olur, bir şarkıyı in-dirmeden önce dinleyebilirsiniz ve iMovie’nizle iDVD’nizi kullanarak“hayatınızın fon müziğini hazırlayabilirsiniz.” Fiyatı mı? Sadece 99sent, dedi, Starbucks lattesinin fiyatının üçte birinden az. Buna nedendeğerdi? Çünkü istenilen şarkıyı Kazaa’dan indirmek bir dakika yerineon beş dakika kadar sürerdi. Dört dolar civarı tasarruf yapmak uğrunahayatınızın bir saatini harcamakla, diye hesapladı, “asgari ücretinaltında çalışmış oluyorsunuz!” Ve bir şey daha... “iTunes’la indirince,artık hırsızlık yapmıyor oluyorsunuz. İyi karma bu.”

Bu sözünü en çok alkışlayanlar ön sırada oturan plak şirketi başkan-larıydı; aralarında her zamanki gibi beyzbol kepini takmış olan JimmyIovine’ın yanında oturan Doug Morris ve Warner Music’in bütün üstdüzey yöneticileri vardı. Mağazadan sorumlu olan Eddy Cue, Apple’ınaltı ayda bir milyon şarkı satacağını tahmin etti. Bunun yerine iTunesStore altı günde bir milyon şarkı sattı. “Bu tarihe müzik endüstrisindebir dönüm noktası olarak geçecek,” dedi Jobs.

Microsoft

495/728

“Ezildik.”

Windows’un geliştirilmesinden sorumlu Microsoft yöneticisi JimAllchin’in iTunes Store’u gördüğü günün akşamı 5’te dört işarkadaşına gönderdiği dobra e-posta buydu. Tek bir cümle daha vardı:“Müzik şirketlerini nasıl ikna edebildiler ki?”

O akşam, Microsoft’un internet ticareti grubunu yöneten DavidCole’dan yanıt geldi. “Apple bunu Windows’a taşıdı mı (Windows’ataşımamak gibi bir hata yapmazlar herhalde), asıl o zaman ezileceğiz.”Windows ekibinin “pazara bu tarz bir çözüm getirmesi gerektiğini”söyledi ve şunu ekledi: “Bunun için, doğrudan kullanıcı değeri sunanbir uçtan uca servisi hedefleyip odaklanmamız gerekiyor, ki bunuhenüz yapmıyoruz.” Microsoft kendi internet servisine (MSN) sahipolsa da, MSN Apple gibi “uçtan uca servis” sağlamaktakullanılmıyordu.

Bill Gates de o gece 10:46’da e-posta gönderdi. E-postasının başlığı–“Yine Apple’ın Jobs’ı”– can sıkıntısını ele veriyordu. “Steve Jobs’ınönemli olan birkaç şeyde odaklanabilmesi, kullanıcı arayüzünü düzgünyapacak insanlar bulabilmesi ve ürünleri çığır açıcı yöntemlerle pazar-laması muhteşem,” dedi. O da Jobs’ın müzik şirketlerine mağazayı ka-bul ettirebilmesine şaşırdığını ifade etti. “Bu bana çok tuhaf geliyor.Müzik şirketleri hiç kullanıcı dostu olmayan servisler sunuyorlar. Amaher nasılsa Apple’a gerçekten iyi bir şeyler yapabilme imkânını ver-meye karar veriyorlar.”

Gates başka kimsenin insanların aylık üye olmak yerine şarkılarısatın alabilmelerini sağlayan bir servis sunmamasını da tuhaf buluy-ordu. “Bu tuhaflık çuvalladığımız anlamına geliyor demiyorum – enazından, çuvalladıksa bile Real, Pressplay, MusicNet ve temelde başkaherkes de çuvalladı,” diye yazdı. “Jobs bu işi yaptığına göre elimiziçabuk tutmalıyız, UI[33] ve telif konularında o servisle boy ölçüşebile-cek bir şey bulmalıyız... Bence her ne kadar Jobs bize bir kez daha

496/728

biraz fark atmış olsa da, çabuk hareket edebileceğimizi ve ortayaonunki kadar iyi, hatta daha iyi bir servis koyabileceğimizi kanıtlamakiçin plan yapmalıyız.” Şaşılacak kadar özel bir itiraftı bu: Microsoftyine çuvallamıştı, fark yemişti ve yine Apple’ı kopyalayarak onayetişmeye çalışacaktı. Ama Sony gibi Microsoft da bunu asla başara-madı, Jobs yolu gösterdikten sonra bile.

Bunun yerine Apple, Microsoft’u Cole’un öngördüğü şekilde ezmeyisürdürdü: iTunes yazılımını ve mağazasını Windows’la uyumlu halegetirdi. Ama bu biraz güç oldu. Birincisi Jobs’la ekibinin iPod’un Win-dows bilgisayarlarında çalışmasını isteyip istemediklerine kararvermeleri gerekiyordu. Jobs başta olumsuz yaklaştı. “iPod’un sadeceMac uyumlu olması, Mac’lerin satışlarını beklediğimizden de fazlaarttırıyordu,” diye anımsıyordu. Ama üst düzey yöneticilerinin dördüde ona karşı çıktılar: Schiller, Rubinstein, Robbin ve Fadell. Apple’ıngeleceğinin nasıl olması gerektiğiyle ilgili bir tartışmaydı bu. “SadeceMac işinde değil, müzik çalar işinde de olmamız gerektiğini düşünüy-orduk,” dedi Schiller.

Jobs Apple’ın kendi bütünsel ütopyasını, içinde donanımla yazılımınve çevresel aygıtların birlikte iyi çalışarak muhteşem bir deneyim sun-dukları ve bir ürünün başarısının bütün eşlikçi ürünlerin satışlarınıarttırdığı, duvarlarla çevrili sihirli bir bahçeyi yaratmasını istemişti hep.Şimdiyse en popüler, en yeni ürününün Windows’lu cihazlardaçalışmasına izin vermesi için baskı yapılıyordu ve doğasına aykırıydıbu. “Aylarca cidden epey tartıştık,” diye anımsıyordu Jobs; “bir taraftaben vardım, diğer tarafta diğer herkes.” “Windows kullanıcılarıiPod’ları ancak cesedimi çiğneyerek kullanabilirler,” dedi bir ara. Amaekibi baskı yapmayı sürdürdü. “Bunun PC uyumlu olması şart,” dediFadell.

Jobs sonunda “Bana ticari açıdan mantıklı olduğunu kanıtlamadığınızsürece yapmam,” dedi. Kendi tarzında geri adım atıyordu aslında. Duy-guları ve dogmaları bir kenara bırakınca, Windows kullanıcılarının

497/728

iPod satın almalarına izin vermek ticari açıdan mantıklıydı. Uzmanlargetirildi, satış senaryoları geliştirildi ve herkes bunun daha kazançlıolacağına karar verdi. “Bir hesap tablosu hazırladık,” dedi Schiller.“Bütün senaryolarda, iPod satışlarındaki artışın Mac satışlarındaki aza-lmanın zararını karşılayacağı görülüyordu.” Jobs şöhretine karşınbazen teslim olmaya razı oluyordu, ama kibar taviz konuşması ödülükazanmadı hiç. “Siktir edin şunu,” dedi bir toplantıda, ona analizi gös-terdiklerinde. “Sizi dinlemekten bıktım göt herifler. Gidin ne haltedecekseniz edin.”

Bir mesele daha vardı: Apple iPod’un Windows makineleriyle uy-umlu olmasına izin verdiğinde, Windows kullanıcıları için müzik yöne-timi yazılımı işlevi görecek bir iTunes versiyonu yaratmalı mıydı? Jobsdonanımla yazılımın el ele gitmesi gerektiğine inanıyordu her zamankigibi. Kullanıcı deneyimi, iPod’un bilgisayardaki iTunes yazılımıylatamamen uyumlu çalışmasına bağlıydı. Schiller karşı çıktı. “Bunun de-lilik olduğunu düşündüm, çünkü Windows yazılımı üretmezdik biz,”diye anımsıyordu Schiller. “Ama Steve ‘Şu işi madem yapacağız, baridüzgün yapalım,’ deyip duruyordu.”

Schiller başta baskın çıktı. Apple iPod’un Windows’la MusicMatchşirketinin yazılımını kullanarak çalışmasına izin vermekte karar kıldı.Ama bu yazılım öyle sorunluydu ki Jobs’ı haklı çıkardı ve Apple Win-dows için iTunes’u üretmek için hızla kolları sıvadı. Jobs şöyleanımsıyordu:

iPod’un PC’lerde çalışmasını sağlamak için başta müzik kutusu olan bir şirketleçalıştık, onlara iPod’a bağlanmanın sırrını verdik ve yüzlerine gözlerine bu-laştırdılar. En kötü ihtimal gerçekleşmişti, çünkü bu diğer şirket kullanıcı deney-iminin büyük bir kısmını kontrol ediyordu. Dolayısıyla başka bir şirkete ait olan oboktan müzik kutusuna altı ay kadar katlandık, sonra da nihayet iTunes’un Win-dows versiyonunu yazdık. Nihayetinde kullanıcı deneyiminin büyük bir kısmınıbaşkasının kontrolüne vermek istemezsin. İnsanlar bana katılmıyor olabilirler,ama bu konuda oldukça tutarlıyım.

498/728

iTunes’u Windows’ta çalıştırmak, bütün müzik şirketlerine geridönüp tekrar pazarlığa tutuşmak anlamına geliyordu –çünkü onlariTunes anlaşmasına ancak sadece Macintosh kullanıcılarının küçükevreninde kullanılacağı güvencesini aldıktan sonra razı olmuşlardı–.Andy Lack bunu Jobs’ın bir anlaşmanın yapılmasından sonra koşullarıdeğiştirmesinin bir başka örneği olarak gördü. Haklıydı da. Ama diğerplak şirketleri artık iTunes Store’un işleyişinden memnundular vesorun çıkarmadılar, dolayısıyla Sony de razı olmak zorunda kaldı.

Jobs Windows için iTunes’un piyasaya sürüleceğini Ekim 2004’te,San Francisco’da yaptığı sunumlardan birinde açıkladı. “İşte insanlarınasla eklemeyeceğimizi düşündükleri bir özellik,” dedi, elini ar-kasındaki dev ekrana doğru sallayarak. Slaytta “Cehennem dondu,”yazısı vardı. Şov iChat’ten görüntüler ve Mick Jagger, Dr. Dre veBono’nun video kliplerini içeriyordu. “Müzisyenler ve müzik için çokhoş bir şey,” dedi Bono, iPod’la iTunes hakkında. “Buraya bu şirketinkıçını öpmeye gelmemin sebebi bu. Herkesinkini öpmem.”

Jobs alçakgönüllülüğe meyilli biri değildi asla. Kalabalığın tezahürat-ları eşliğinde, “Windows için iTunes’un muhtemelen şimdiye kadaryazılmış en iyi Windows uygulaması olduğunu” söyledi.

Microsoft minnettar değildi. “PC sektöründe kullandıkları stratejininaynısını uyguluyorlar, yani hem donanımı hem de yazılımı kontrol et-mek istiyorlar,” dedi Bill Gates Business Week’e. “Biz insanlara seçmeşansı tanımak konusunda Apple’dan biraz farklı davrandık hep.” Mi-crosoft iPod’a ancak üç yıl sonra, Kasım 2006’da karşılık verebildi.Ürettiği cihazın adı Zune’du ve iPod gibi, ama biraz daha hantalgörünüyordu. İki yıl sonra ulaştığı pazar payı %5’ten azdı. Yıllar sonraJobs, Zune’un zevksiz tasarımı ve pazar zayıflığı konusunda sözünüsakınmadan konuşacaktı:

Yaşlandıkça motivasyonun önemini daha iyi anlıyorum. Zune berbattı çünkü Mi-crosoft’taki insanlar müziği, sanatı bizim gibi sevmiyorlar. Biz kazandık çünkümüziği şahsen seviyoruz. iPod’u kendimiz için yaptık ve bir şeyi kendin, en yakın

499/728

dostun ya da ailen için yaparsan savsaklamazsın. Bir şeyi sevmezsen kendini zor-lamazsın, hafta sonu fazladan çalışmazsın, statükoya fazla meydan okumazsın.

Mr. Tambourine Man

Andy Lack’in Sony’de katıldığı ilk yıllık toplantı Nisan 2003’te,Apple’ın iTunes Store’u açtığı hafta düzenlendi. Dört ay önce müzikbölümünün başına getirilen Lack o zamanın büyük kısmını Jobs’la paz-arlık ederek geçirmişti. Hatta Tokyo’ya Cupertino’dan geldi, yanındaiPod’un en yeni versiyonunu ve iTunes Store’un bir tanıtımını taşı-yarak. Toplanmış 200 yöneticinin karşısında cebinden iPod’u çıkardı.“İşte bu,” dedi, CEO Nobuyuki Idei’yle Sony Kuzey Amerika’nınbaşkanı Howard Stringer öylece bakarken. “İşte Walkman katili. Dur-um gayet açık. Müzik şirketi almanızın sebebi bunun gibi bir cihazyapabilmekti. Daha iyisini yapabilirsiniz.”

Ama Sony yapamadı. Walkman’le taşınabilir müziğin öncülüğünüyapmıştı, harika bir plak şirketi vardı ve güzel tüketici cihazları üret-mek konusunda köklü bir geçmişe sahipti. Jobs’ın donanım, yazılım,aygıt ve içerik satışlarını entegre etme stratejisiyle boy ölçüşmek içinher türlü imkâna sahipti. Neden başarısız oldu peki? Bunun bir sebebi,tıpkı AOL Time Warner gibi, kendi hedeflerinin peşinde koşan çeşitlibölümlere (bu sözcüğün kendisi iticiydi) ayrılmış olmasıydı; böyle şir-ketlerde bölümleri birlikte çalışmaya sevk ederek sinerjiye ulaşmahedefinde genellikle başarısızlığa uğranır.

Jobs Apple’ı yarı bağımsız bölümlere ayırmamıştı; bütün ekipleriniyakından kontrol ediyor ve onları kârı da zararı da ortak olan tek birbütünleştirici, esnek şirket olarak çalışmaya yöneltiyordu. “Bizdeki‘bölümlerin’ kâr-zarar hesapları ayrı ayrı yapılmıyor,” dedi Tim Cook.“Şirketin tek bir kâr-zarar tablosu var.”

Ayrıca birçok şirket gibi Sony de kendi kendine zarar vermektenkorkuyordu. Bir müzik çalar ve insanların dijital şarkıları pay-laşmalarını kolaylaştıracak bir servis sunarsa albüm satışı yapan

500/728

bölümünün gelirleri azalabilirdi. Jobs’ın iş kurallarından biri, kendipayından çalmaktan asla korkmamaktı. “Kendin yemezsen başkasıyer,” dedi. Dolayısıyla iPhone’un iPod satışlarını veya iPod’un laptopsatışlarını azaltabilecek olmasından çekinmiyordu.

Sony o Temmuz’da, bir müzik endüstrisi veteranı olan Jay Samit’iiTunes’un benzeri bir servis yaratmakla görevlendirdi; Sony Connectadlı bu servis, şarkıları internetten satacak ve Sony’nin taşınabilirmüzik cihazlarında çalınmalarına izin verecekti. “Bu hamle, zaman za-man çatışan elektronik ve içerik bölümlerini birleştirmenin bir yoluolarak görüldü hemen,” diye bildirdi New York Times. “O iç savaş,Walkman’in ve taşınabilir müzik pazarındaki en büyük müzik çalarınmucidi olan Sony’nin Apple’ın gerisinde kalmasının sebebi olarakgörülüyordu birçok kişi tarafından.” Sony Connect Mayıs 2004’teaçıldı. Sadece üç sene sonra Sony tarafından kapatıldı.

Microsoft Windows Media yazılımının ve dijital haklar formatınınlisansını başka şirketlere vermeye hazırdı, tıpkı 1980’lerde işletim sis-teminin lisansını verdiği gibi. Jobs ise Apple’ın FairPlay’inin lisansınıdiğer üreticilere vermiyordu; FairPlay ancak iPod’da işliyordu. Başkasanal mağazaların iPod’da çalınacak şarkılar satmasına da izin vermiy-ordu. Çeşitli uzmanlar bunun eninde sonunda, tıpkı 1980’lerdeki bil-gisayar savaşlarında olduğu gibi, Apple’ın pazar payı kaybetmesine yolaçacağını söylediler. “Apple kapalı kaynak kodlu bir mimariyi ben-imsemeyi sürdürürse,” dedi Harvard Business School profesörüClayton Christensen Wired’a, “iPod soyutlanmış bir ürün haline gele-cek muhtemelen.” (Christensen bu konuda yanılsa da, dünyanın enöngörülü ve bilgili iş analistlerinden biriydi ve Jobs onun Innovator’sDilemma (Mucitin İkilemi) adlı kitabından derinden etkilenmişti.) BillGates de aynı şeyi savundu. “Müziği diğerlerinden ayıran bir şey yok,”dedi. “Bu öyküyü PC’de de gördük ve seçenek sunma yaklaşımı gayetbaşarılı oldu.”

501/728

RealNetworks’ün kurucusu Rob Glaser Temmuz 2004’te, Apple’ınkısıtlamalarını Harmony adlı bir servisle aşmaya çalıştı. FairPlay form-atının lisansını Harmony’ye vermesi için Jobs’u ikna etmeye çalışmıştı,ama bunu başaramayınca o formata tersine mühendislik uyguladı veonu Harmony’nin sattığı şarkılarda kullandı. Glaser’ın stratejisi Har-mony’nin sattığı şarkıların iPod, Zune ve Rio dahil olmak üzere bütüncihazlarda çalınabilmesiydi; “Seçme Özgürlüğü” sloganlı bir reklamkampanyası başlattı. Küplere binen Jobs bir basın açıklaması yaparak,Apple’ın “RealNetworks’ün hacker taktik ve etiğini benimseyerekiPod’un kodunu kırmasına afalladığını” söyledi. RealNetworks bunakarşılık bir internet kampanyası düzenleyerek “Hey Apple! iPod’umukırma,” talebinde bulundu. Jobs birkaç ay sessiz kaldı, ama Kasım’daiPod yazılımının yeni bir versiyonunu çıkarttı; bu versiyon Har-mony’den yüklenen şarkıları çalmıyordu. “Steve eşsiz bir adam,” dediGlaser. “Onunla iş yapınca bunu anlıyorsun.”

Bu arada Jobs’la ekibi –Rubinstein, Fadell, Robbin, Ive– yeni iPodversiyonları üretmeyi sürdürmeyi başarabildiler; bunlar coşkuylakarşılandı ve Apple’ın rakiplerini iyice geride bırakmasını sağladı.Ocak 2004’te açıklanan, ilk büyük revizyon iPod miniydi. OrijinaliPod’dan çok daha küçüktü –kartvizit boyutundaydı sadece–, kapasitesidaha azdı ve fiyatı aşağı yukarı aynıydı. Jobs bir ara projeyi iptal et-meye karar vermişti, çünkü insanların daha düşük özelliklere aynıparayı vermesi için bir sebep görememişti. “Spor yapmadığı için,koşarken ya da spor salonunda mininin ne kadar harika olacağınıdüşünemedi,” dedi Fadell. Aslında mini daha küçük, flaş belleklimüzik çalarları piyasadan silerek iPod’un pazara egemen olmasınısağladı. Piyasaya sürülmesinden on sekiz ay sonra Apple’ın taşınabilirmüzik çalar piyasasındaki payı %31’den %74’e fırladı.

Ocak 2005’te piyasaya sürülen iPod Shuffle daha da çığır açıcıydı.Jobs iPod’daki, şarkılarınızı rastgele çalabilmenizi sağlayan shuffle[34]

özelliğinin çok popüler hale geldiğini fark etmişti. İnsanlar şaşırmayı

502/728

seviyorlardı, ayrıca sürekli playlist hazırlayıp değiştirmeyi istemeyecekkadar tembeldiler. Hatta bazı kullanıcılar şarkı seçiminin gerçektenrastgele olup olmadığına kafayı takacak kadar saplantılı hale geldiler;rastgeleyse iPod’ları neden örneğin Neville Brothers’ı çalıpduruyordu?

Bu özellik iPod Shuffle’ın doğmasını sağladı. Rubinstein’la Fadellküçük ve ucuz bir flash player üstünde çalışırken, ekranı küçültmekgibi şeyler yapıp duruyorlardı. Bir ara Jobs çılgınca bir öneride bu-lundu: Ekranı iptal edin. “Ne?!?” diye karşılık verdi Fadell. “İptal edinişte,” dedi Jobs ısrarla. Fadell kullanıcıların şarkıdan şarkıya nasılgeçeceklerini sordu. Jobs buna gerek olmayacağını söyledi. Şarkılarrastgele çalınacaktı. Sonuçta hepsi kullanıcının seçtiği şarkılardı.Gereken tek şey, o sırada dinlemek istemediği şarkıları geçebilmesinisağlayacak bir düğmeydi. “Belirsizliği kucaklayın,” deniyordureklamlarda.

Rakipler tökezledikçe ve Apple yenilikler sunmayı sürdürdükçe,müzik Apple’ın ticari hayatının daha büyük bir parçası haline geldi.Ocak 2007’de Apple gelirlerinin yarısını iPod satışlarından elde ediy-ordu. Ayrıca iPod, Apple markasının saygınlığını arttırmıştı. AmaiTunes Store daha da başarılı oldu. Nisan 2003’te açılmasından sonrakiilk altı günde 1 milyon şarkı satmasının ardından, ilk senesinde 70milyon şarkı sattı. Şubat 2006’da mağaza bir milyarıncı şarkısını sattı;Michigan’daki West Bloomfield’da oturan 16 yaşındaki AlexOstrovsky, Coldplay’in “Speed of Sound”unu satın almıştı ve Jobs onuarayıp tebrik etti ve on iPod, bir iMac ve 10.000 dolarlık hediye müzikçeki verdi. 10 milyarıncı şarkıysa Şubat 2010’da, Georgia’daki Wood-stock’ta oturan 71 yaşındaki Louie Sulcer’a satıldı; Sulcer, JohnnyCash’in “Guess Things Happen That Way”ini indirmişti.

iTunes Store’un başarısının daha az bariz bir getirisi de oldu. 2011’egelindiğinde yeni bir pazar belirmişti: İnsanlar iTunes servisinegüvenerek kimlik ve ödeme bilgilerini veriyorlardı. Apple –Amazon,

503/728

Visa, PayPal, American Express ve başka birkaç servisle birlikte– in-sanların kendisine güvenerek verdiği e-posta adreslerini ve kredi kartıbilgilerini saklayan veri tabanları oluşturmuştu, alışverişi daha güvenlive kolay hale getirmek için. Böylece Apple örneğin bir dergiaboneliğini sanal mağazasından satabiliyordu ve bunu yapınca dergininyayıncısından çok Apple müşteriyle doğrudan ilişkiye girmiş oluyordu.iTunes Store videolar, uygulamalar ve abonelikler satmaya başlayınca,Haziran 2011’e gelindiğinde 225 milyon aktif kullanıcılı bir veritabanına sahip oldu; Apple’ı yeni dijital ticaret çağına hazırlayan birgelişmeydi bu.

504/728

31. BölümMüzik Adamı

Hayatının Fon Müziği

Jimmy Iovine, Bono, Jobs, ve The Edge, 2004

iPod’unda

iPod fenomeni büyüdükçe başkan adaylarına, az çok ünlü kişilere,yeni sevgililere, İngiltere Kraliçesi’ne ve beyaz kulaklık takan başkahemen herkese aynı sorunun sorulmasına yol açtı: “iPod’unda nelervar?” Elisabeth Bumiller 2005’in başında New York Times’ta yayın-lanan bir yazısında, bu soruyu sorduğu Başkan George W. Bush’unverdiği yanıtı inceledi. “Bush’un iPod’u klasik country şarkıcılarıyladolu,” diye bildirdi. “Van Morrison’dan şarkılar var (“Brown EyedGirl” Bush’un favori şarkılarından biri), bir de John Fogerty’den ‘Cen-terfield’ var elbette.” Rolling Stone editörü Joe Levy’ye bu seçkiyi an-aliz ettirdi; Levy “Başkanın kendisini sevmeyen sanatçıları sevmesi il-ginç,” yorumunda bulundu.

“iPod’unuzu bir arkadaşınıza, yeni çıkmaya başladığınız birine veyauçakta yanınızda oturan yabancıya vermek kendinizi ele vermenize yolaçar,” diye yazdı Steven Levy The Perfect Thing (Kusursuz Şey) adlıkitabında. “İnsanların tek yapması gereken o dokunmatik tekeri

kullanarak kütüphanenizde gezinmek; müzikal açıdan çırılçıplaksınız.Orada sadece neyi sevdiğiniz değil – kim olduğunuz sergileniyor.”Dolayısıyla bir gün, Jobs’la birlikte oturma odasında oturup müzik din-lerken, iPod’unu görmek istediğimi söyledim. Jobs bana 2004’te şarkıyüklediği iPod’unu gösterdi.

İçinde Dylan’ın korsan konser kaydı serisinin altı albümünün de bu-lunması şaşırtıcı değil ve parçalardan bazıları Jobs’ın serinin resmiolarak yayınlanmasından yıllar önce Wozniak’la birlikte iki makaralıteyplerden dinleyip tapmaya başladığı şarkılar. Dylan’ın on beş albümüdaha var, ilk albümü Bob Dylan’dan (1962) başlayarak, ama OhMercy’den (1989) sonrası yok. Jobs Dylan’ın daha sonraki albümlerin-in –aslında Blood on the Tracks’ten (1975) sonraki tüm albümlerinin–eski performansları kadar iyi olmadığını savunarak Andy Hertzfeld’leve başkalarıyla epey tartışmıştı. Sadece Dylan’ın 2000 senesinde gös-terime giren Wonder Boys (Harika Çocuklar) filminde kullanılanşarkısı “Things Have Changed”i istisna tutmuştu. Apple’dan kovul-duğu haftanın sonunda Hertzfeld’in getirdiği Empire Burlesque (1985)albümünün iPod’unda yer almamasıysa dikkat çekici.

iPod’unda The Beatles’a da epey yer vermişti. Yedi albümündenşarkılar koymuştu: A Hard Day’s Night, Abbey Road, Help!, Let It Be,Magical Mystery Tour, Meet the Beatles! ve Sgt. Pepper’s LonelyHearts Club Band. Solo albümlerden şarkı almamıştı. Sırada RollingStones, altı albümle vardı: Emotional Rescue, Flashpoint, Jump Back,Some Girls, Sticky Fingers ve Tattoo You. Dylan ve The Beatles al-bümlerinin çoğunun tamamını almıştı. Ama albümlerin parçalanabile-ceğine ve parçalanması gerektiğine inandığından, Stones’un ve başkaçoğu sanatçının albümlerinden sadece üçer dörder şarkı almıştı. Eskikız arkadaşı Joan Baez’in dört albümünden epey şarkı seçmişti, “LoveIs Just A Four Letter Word”ün iki versiyonu da dahil olmak üzere.

iPod seçkisi, yetmişlerde yaşayan ve altmışlara düşkün bir çocuğunkigibiydi. Aretha, B.B. King, Buddy Holly, Bruce Springfield, Don

506/728

McLean, Donovan, The Doors, Janis Joplin, Jefferson Airplane, JimiHendrix, Johnny Cash, John Mellencamp, Simon & Garfunkel ve hattaThe Monkees (“I’m a Believer”) ve Sam the Sham (“Wooly Bully”)vardı. Şarkıların yalnızca dörtte biri 10.000 Maniacs, Alicia Keys,Black Eyed Peas, Coldplay, Dido, Green Day, John Mayer (ki Jobs’ınve Apple’ın dostudur), Moby (o da öyle), Bono ve U2 (onlar da öyle),Seal ve Talking Heads gibi daha yeni sanatçılara aitti. Klasik müziğegelince, birkaç Bach kaydı (Brandenburg Konçertoları dahil) ve üçYo-Yo Ma albümü vardı.

Jobs Mayıs 2003’te Sherly Crow’a bazı Eminem şarkılarını indird-iğini ve onu “giderek sevmeye başladığını” söyledi. Sonradan JamesVincent onu bir Eminem konserine götürdü. Yine de Jobs’ın playlistinegiremedi. Jobs’ın konserden sonra Vincent’a söylediği gibi: “Bilmiyor-um...” Sonradan bana şöyle dedi: “Eminem’in sanatçılığına saygı duy-uyorum, ama müziğini dinlemiyorum ve etik değerleri Dylan’ınkilerkadar yakın gelmiyor bana.” Yani Jobs’ın 2004’teki playlisti en yenişarkılarla dolu sayılmazdı. Ama onun gibi ellilerde doğmuş kişiler, oşarkıların Jobs’ın hayatının fon müziği olduğunu anlayıp, derin birsempati duyabilirler.

O iPod’u doldurmasından sonraki yedi senede favorileri pekdeğişmedi. Mart 2011’de iPad 2 piyasaya sürülünce Jobs favorişarkılarını ona aktardı. Bir ikindi vakti, oturma odasında birlikte otur-urken, yeni iPad’indeki şarkılarda gezindi ve dinlemek istediklerinehafif bir nostaljiyle tıkladı.

Her zamanki gibi favori Dylan ve The Beatles şarkılarını dinledik;sonra düşünceli bir hale büründü ve Benedikten keşişlerinin okuduğubir Gregoryen ilahisini –“Spiritus Domini”– çaldı. Bir dakikalığınatransa geçti sanki. “Bu gerçekten güzel,” diye mırıldandı. SonraBach’ın İkinci Brandenburg Konçertosu’na ve İyi DüzenlenmişKlavye’den bir füge geçti. Bach’ın en sevdiği klasik müzik bestecisiolduğunu söyledi. Glenn Gould’un ilkini 1955 yılında, pek tanınmayan

507/728

22 yaşında bir piyanistken, ikincisiniyse 1981’de, ölmeden bir yıl öncekaydettiği iki Goldberg Varyasyonları versiyonunu dinleyerekkarşılaştırmaktan epey keyif alıyordu. “Geceyle gündüz gibiler,” dediJobs, bir ikindi vakti onları peş peşe çaldıktan sonra. “İlki coşkulu,genç, ve dahice; çığır açıcı bir şekilde hızlı çalınıyor. İkincisiyse çokdaha yalın ve çıplak. Hayatta çok şey yaşamış çok derin bir ruhuhissediyorsun. Derinleşmiş ve akıllanmış.” Jobs iki versiyonu daçaldığı o ikindi vaktinde üçüncü hastalık iznindeydi; ona hangisinidaha çok sevdiğini sordum. “Gould son versiyonu çok daha fazlaseviyordu,” dedi. “Ben eskiden ilk, coşkulu versiyonu severdim. Amaşimdi Gould’u anlayabiliyorum.”

Sonra altmışlı yıllara geçti: Donovan’ın “Catch the Wind”ine. Tersters baktığımı fark edince itiraz etti: “Donovan’ın çok güzel şarkılarıvar, cidden.” “Mellow Yellow”u çaldı ve sonra bunun en iyi örnek ol-mayabileceğini kabul etti. “Gençken daha güzel geliyordu.”

Çocukluğumuzdan hangi şarkıları hâlâ sevdiğini sordum. iPad’indekilistede gezinip Grateful Dead’ın 1969 tarihli şarkısı “Uncle John’sBand”i buldu. Sözlere mırıldanarak eşlik etti: “Hayat kolay görünüy-orsa, tehlike kapındadır...” O kargaşalı döneme, altmışların dostane or-tamının ihtilafla son bulduğu zamana geri döndük bir an. “Vo-o, bil-mek istediğim şu, şefkatli misin?”

Sonra Joni Mitchell’a geçti. “Çocuğunu evlatlık vermişti,” dedi.“Küçük kızına bestelediği şarkı bu.” “Little Green”e tıkladı ve ohüzünlü melodiyle sözleri dinledik. “Dolayısıyla evlatlık belgeleriniimzalıyorsun / Kederlisin, üzgünsün, ama utanmıyorsun / Küçük Yeşil,sonun mutlu olsun.” Jobs’a evlatlık verilmesini hâlâ düşünüp düşün-mediğini sordum. “Çok düşünmüyorum,” dedi. “Çok sık değil.”

Bugünlerde doğumundan çok yaşlanmak üstüne düşündüğünüsöyledi. Sonra Joni Mitchell’ın en güzel şarkısı olan “Both SidesNow”u çaldı; bu şarkının sözleri yaşlandıkça akıllanmakla ilgilidir:“Artık hayata iki taraftan da baktım, / Kazananların ve kaybedenlerin

508/728

tarafından ve yine de hâlâ / Hayatın illüzyonlarını anımsıyorum, / Hay-atı hiç bilmiyorum aslında.” Mitchell “Both Sides Now”u ilk olarak1969’da kaydetmiş, sonra 2000’de son derece etkileyici ve akılda kalıcıbir slow versiyonu kaydetmişti. Jobs ikinci versiyonu çaldı. “İnsanlarınyaşlılık halleri ilginç,” dedi.

Bazı insanların çabuk yaşlandıklarını ekledi. Örnek vermesini is-tedim. “John Mayer gelmiş geçmiş en iyi gitaristlerden biridir ve kork-arım artık resmen çuvallıyor,” diye karşılık verdi Jobs. “Hayatı kon-trolünden çıktı.” Jobs Mayer’ı severdi ve onu Palo Alto’daki evineakşam yemeğine çağırıyordu arada sırada. Mayer 27 yaşındayken Ocak2004’teki Macworld konferansında, Jobs GarageBand’i tanıtırkensahneye çıkmıştı ve daha sonraki yıllarda da çoğu Macworld konfer-ansında yer almıştı. Jobs Mayer’ın hit parçası “Gravity”yi başlattı.Bunun sözleri sevgi dolu olan ve bundan kurtulmanın hayalini anlaşıl-maz bir şekilde kuran bir adamla ilgilidir: “Yerçekimi aleyhime işliyor,/ Ve yerçekimi beni aşağı çekmek istiyor.” Jobs kafa salladı ve “Benceaslında çok iyi bir çocuk, ama zıvanadan çıktı,” dedi.

Dinleme seansının sonunda Jobs’a klasik bir soru sordum: TheBeatles mı, Stones mu? “Yangın çıksa ve sadece birinin orijinal kayıt-larını kurtarabilecek olsam The Beatles’ı seçerdim,” diye yanıtladı.“Asıl zor olan The Beatles’la Dylan arasında seçim yapmak. Stonesgibi birileri çıkabilirdi. Ama Dylan ya da The Beatles gibisi çıkmazdı.”Gençliğimizde onların hepsine sahip olduğumuz için ne kadar şanslıolduğumuzdan bahsediyordu ki, o sırada on sekiz yaşında olan oğluodaya girdi. “Reed anlamıyor,” dedi Jobs esefle. Oysa belki de anlıy-ordu. Üstünde “Sonsuza Dek Genç” yazan bir Joan Baez tişörtü vardı.

Bob Dylan

Jobs hayatında sadece Bob Dylan’ın karşısındayken dilinin tutul-duğunu anımsıyor. Dylan Ekim 2004’te Palo Alto civarında konserverecekti ve Jobs ilk kanser ameliyatından sonra nekahet döne-mindeydi. Dylan, Bono ya da Bowie gibi sosyal bir insan değildi.

509/728

Jobs’ın arkadaşı olmadı asla, olmak istemedi de. Yine de konserdenönce Jobs’ı kaldığı otele davet etti. Jobs şöyle anımsıyordu:

Odasının önündeki verandada oturup iki saat konuştuk. Çok heyecanlıydım,çünkü o kahramanlarımdan biriydi. Ayrıca bir sürü insan gibi onun da artık zekiolmamasından, eski halinin karikatürü olmasından korkuyordum. Neyse ki öyledeğildi. Tilki gibi zekiydi. Tam umduğum gibiydi. Gerçekten açık ve dürüsttü.Bana hayatından ve bestelerinden bahsetti samimiyetle. “Onları bestelemekzorunda kalmıyordum, bana geliyorlardı,” dedi. “Artık öyle olmuyor. Eskisi gibibeste yapamıyorum.” Sonra duraksadı ve hırıltılı sesiyle, hafifçe gülümseyerekdedi ki: “Ama hâlâ onları söyleyebiliyorum.”

Dylan civarda tekrar konser vereceği zaman, Jobs’ı konserden hemenönce gösterişli turne otobüsüne davet etti. Jobs’a favori şarkısınısorunca Jobs “One Too Many Mornings” dedi. Bunun üzerine Dylan ogece o şarkıyı söyledi. Konserden sonra, Jobs arka taraftan çıkarkenturne otobüsü gelip lastiklerini gıcırdatarak durdu. Kapı açılıverdi.“Senin için söylediğim şarkıyı dinledin mi?” dedi Dylan hırıltılı ses-iyle. Sonra gitti. Jobs bunu anlatırken Dylan’ın sesini gayet iyi taklitediyor. “Gelmiş geçmiş en büyük kahramanlarımdan biri o,” diye an-ımsıyordu Jobs. “Ona olan sevgim yıllar geçtikçe arttı, olgunlaştı.Gencecikken o kadar şeyi nasıl başardı bilmiyorum.”

Jobs onu konserde gördükten birkaç hafta sonra büyük bir plan kur-du. iTunes Store şimdiye kadar kaydedilmiş tüm Dylan şarkılarını, yediyüzden fazla şarkıyı bir dijital “kutu set” halinde, 199 dolardan sat-malıydı. Jobs dijital çağda Dylan’ın küratörü olacaktı. Ama Dylan’ınplak şirketi Sony’nin başkanı Andy Lack, iTunes’la ilgili bazı cidditavizler almadıkça pazarlığa yanaşmıyordu. Ayrıca Lack 199 dolarınçok düşük bir fiyat olduğunu ve Dylan’ı ucuzlaştıracağını düşünüy-ordu. “Bob bir milli hazine,” dedi Lack, “Steve ise onun şarkılarınıiTunes’ta, onu metalaştıracak bir fiyattan satmak istiyordu.” Lack’lediğer plak şirketi yöneticilerinin Jobs’la en büyük sorunları buydu: Fiy-atları onlar değil Jobs belirlemeye başlamıştı. Bu yüzden hayır dedi.

510/728

“Tamam, ben de Dylan’ı ararım,” dedi Jobs. Ama Dylan böylemeselelerle hiç uğraşmadığından devreye temsilcisi Jeff Rosen girdi.

Lack “Cidden kötü bir fikir,” dedi Rosen’a, rakamları göstererek.“Bob, Steve’in kahramanı. Steve daha iyi bir teklif yapacaktır.” Lack,Jobs’ı engellemeyi ve hatta biraz canını sıkmayı hem mesleki, hem dekişisel sebeplerden dolayı istiyordu. Bu yüzden Rosen’a bir teklifyaptı. “Teklifi şimdilik kabul etmezsen sana yarın bir milyon dolarlıkbir çek yazarım.” Lack’in sonradan açıkladığı gibi, gelecekteki telifler-den verilecek bir avanstı bu, “plak şirketlerinin yaptığı bir şeydi.”Rosen 45 dakika sonra arayıp teklifi kabul etti. “Andy bizimle konuştuve yapmayın dedi, biz de yapmadık,” diye anımsıyordu. “Andy şimdi-lik yapmayalım diye bize avans verdi galiba.”

Ama Lack 2006’da, artık Sony BMG olan şirketin CEO’luğunubırakınca Jobs tekrar pazarlığa başladı. Dylan’a içinde onun bütünşarkıları bulunan bir iPod gönderdi ve Rosen’a Apple’ın nasıl birreklam kampanyası başlatabileceğini gösterdi. Ağustos’ta büyük an-laşmayı ilan etti. Apple Dylan’ın tüm şarkılarını içeren dijital seti 199dolardan satacaktı, ayrıca Dylan’ın yeni albümü Modern Times’ın önsiparişlerini almaya yetkili tek şirket olacaktı. “Bob Dylan günümüzünen saygın şairlerinden ve müzisyenlerinden biri, ayrıca şahsen benimkahramanım,” dedi Jobs haberi ilan ederken. 773 şarkılık sette enderbulunan 42 şarkı vardı; örneğin 1961’de bir Minnesota otelinde kay-dedilmiş bir “Wade in the Water” versiyonu, “Handsome Molly”nin1962’de Greenwich Köyü’ndeki Gaslight Café’de verilen konserdeyapılmış bir canlı kaydı, 1964 Newport Folk Festivali’ndeki muhteşem“Mr. Tambourine Man” yorumu (Jobs’ın favorisiydi) ve “OutlawBlues”un 1965’te kaydedilmiş bir akustik versiyonu.

Dylan anlaşma uyarınca bir iPod televizyon reklamında yeni albümüModern Times’tan bir şarkı çaldı. Tom Sawyer’ın arkadaşlarını çitibeyaza boyamaya ikna etmesinden beri görülen en şaşırtıcı durumdeğişikliğiydi bu. Eskiden ünlü birini bir reklama çıkarmak için ona

511/728

epey para ödemek gerekirdi. Oysa 2006’da durum değişti. Ünlü san-atçılar iPod reklamlarında yer almak istiyorlardı. Bu yolla başarıkazanmaları garantiydi. James Vincent bunu birkaç sene önce tahminetmişti, Jobs birçok müzisyenle tanışıklığı olduğunu ve onlara reklam-lara çıkmaları için para ödeyebileceğini söylediğinde. “Hayır, çokyakında işler değişecek,” diye karşılık vermişti Vincent. “Apple farklıbir tür marka ve çoğu sanatçının markalarından daha saygın. Herreklama 10 milyon dolar civarı para harcayacağız. Müzik gruplarınafırsat sunuyoruz, bir de üstüne para vermemize gerek yok.”

Lee Clow Apple’daki bazı genç çalışanların ve reklam ajansınınDylan’ın kullanılmasına karşı çıktıklarını anımsıyordu. “Onun hâlâ ye-terince popüler olup olmadığını merak ediyorlardı,” dedi Clow. Jobsonlara aldırmadı. Dylan’la çalışmaktan çok mutluydu.

Jobs, Dylan reklamının her ayrıntısına kafayı taktı. Rosen Cuper-tino’ya geldi, birlikte albümü dinleyip kullanmak istedikleri şarkıyıseçmeleri için; sonunda “Someday Baby”yi seçtiler. Jobs Clow’unDylan’ın yerine bir başkasını kullanarak çektirdiği test videosunuonayladı ve ardından reklam çekimi Nashville’de, Dylan’la birlikteyapıldı. Ama Jobs bu çekimden nefret etti. Yeterince dikkat çekicideğildi. Jobs yeni bir stil istiyordu. Bunun üzerine Clow başka biryönetmen tuttu ve Rosen Dylan’ı reklamın tamamının baştan çekilmes-ine ikna edebildi. Bu sefer hazırlanan reklam, silüetli reklam tarzınındaha yumuşak bir versiyonuydu; arkadan hafif ışık verilen, kovboyşapkalı Dylan bir taburede oturuyor ve gitar çalıp şarkı söylüyordu vebu arada, kafasındaki kasketle gayet havalı bir kadın iPod dinleyerekdans ediyordu. Jobs bu reklama bayıldı.

Bu reklam iPod’un pazarlama stratejisinin halo etkisini sergiledi:Dylan’ın genç dinleyicilere ulaşmasını sağladı, tıpkı iPod’un Apple bil-gisayarlarını gençlere tanıttığı gibi. Bu reklam sayesinde Dylan’ın al-bümü ilk haftada, Christina Aguilera’yla Outkast’ın çok satan al-bümlerini geride bırakarak Billboard listesinde bir numara oldu. Dylan

512/728

1976 tarihli Desire albümünden beri, otuz yıl sonra ilk kez bir nu-maraya çıkmıştı. Ad Age, Apple’ın Dylan’ın yükselişine katkısınımanşetten verdi. “iTunes reklamı, büyük bir markanın büyük biryıldızdan para karşılığında faydalandığı sıradan bir reklamdan ibaretdeğildi,” dedi. “Bu reklam formülü tersine çevirdi; güçlü Apple mar-kası Bay Dylan’ın genç kitleye ulaşmasını sağladı ve satışlarının Fordhükümetinden beri görülmemiş rakamlara ulaşmasına katkıdabulundu.”

The Beatles

Jobs’ın en sevdiği CD’lerinden birinde, John Lennon’la TheBeatles’ın “Strawberry Fields Forever”ının bir düzine kadar farklı ver-siyonunu içeren bir korsan kayıt vardı. Bu CD onun ürün kusursu-zlaştırma felsefesini geliştirmesini sağlamıştı. Andy Herzfeld CD’yi1986’da bulup Jobs için kopyalamıştı, her ne kadar Jobs bazen insan-lara onu Yoko Ono’nun verdiğini söylese de. Jobs bir gün PaloAlto’daki evinin oturma odasında cam kapaklı kitaplıkları karıştırıponu buldu ve çalarken ondan öğrendiklerini anlattı:

Karmaşık bir şarkı ve birkaç ay boyunca uğraşarak nihayet onu ortayaçıkarmalarındaki yaratıcı süreci izlemek büyüleyici. Lennon en sevdiğim TheBeatles üyesiydi hep. [Lennon ilk denemede durup da gruba şarkıyı baştanaldırınca ve bir akoru değiştirince Jobs gülüyor.] Baştan aldılar, fark ettin mi? Ol-mayınca başa dönüp tekrar başladılar. Bu versiyon öyle ham ki. Sıradan ölüm-lüler gibiler. Bu versiyona kadar, bu şarkıyı başka insanların da çalabileceğinidüşünebilirsin. Besteleyemeseler, kurgulayamasalar bile kesinlikle çalabilecekler-ini. Ama onlar durmadılar. Öyle mükemmeliyetçiydiler ki durmadan devam et-tiler. Otuzlarımdayken bu beni çok etkilemişti. Bu şarkının üstünde çok uğraştık-ları belliydi.

Bu kayıtların her birinin arasında başka işler yaptılar. Kusursuza yakın hale ge-tirmek için geri dönüp durdular. [Üçüncü denemeyi dinlerken, enstrümantasy-onun karmaşıklaştığına dikkat çekiyor.] Apple’daki ürün yaratma sürecimiz bunabenziyor. Yeni bir dizüstü bilgisayar ya da iPod üretirken hazırladığımız model-lerin sayısı bile aynı. Bir versiyonla başlıyoruz ve durmadan geliştiriyoruz, tas-arımın daha ayrıntılı modellerini hazırlıyoruz veya tuşları, fonksiyonların işleyiştarzını değiştiriyoruz. Epey zahmetli, ama sonunda ürün daha iyi oluyor ve kısa

513/728

sürede “Vay be, bunu nasıl yapmışlar?!? Vidalar nerede?” dedirtecek bir şeyçıkıyor ortaya.

Dolayısıyla iTunes’ta The Beatles’ın satılmamasının Jobs’ın canınısıkması şaşırtıcı değildi.

The Beatles’in ticari holding şirketi Apple Corps’la otuz yıldan fazlayaptığı mücadele, çok fazla muhabirin bu konuda yazdıkları haberlerde“uzun ve dolambaçlı yol” deyişini kullanmasına yol açtı. Çekişme1978’de, Apple Computers’ın kurulmasından kısa süre sonra AppleCorps tarafından telif hakkı ihlali gerekçesiyle dava edilmesiyle başladı(The Beatles’ın eski plak şirketinin adı Apple’dı). Üç yıl sonrauzlaştılar ve Apple Computer, Apple Corps’a 80.000 dolar ödedi. An-laşmalarında o zamanlar zararsız görünen bir madde vardı: The Beatlesbilgisayar aygıtları üretmeyecekti, Apple da müzik ürünlerisatmayacaktı.

The Beatles sözünü tuttu. Hiçbiri bilgisayar üretmedi. Ama Applesonunda müzik işine girdi. Apple iki kez daha dava edildi, 1991’deMac müzik dosyaları çalabilme özelliğine sahip olunca ve 2003’teiTunes müzik mağazası açılınca. Uzun süredir The Beatles için çalışanbir avukat, Jobs’ın yasal anlaşmaları umursamadan aklına eseni yap-maya meyilli olduğunu söyledi. Hukuksal meseleler nihayet 2007’de,Apple’ın Apple Corps isminin tüm dünyada kullanılma hakkını 500milyon dolar karşılığında satın almayı kabul etmesiyle ve ardından TheBeatles’a Apple Corps ismini plak şirketlerinde ve ticari holdinglerindekullanma hakkını geri vermesiyle çözüldü.

Ama bu anlaşma maalesef The Beatles’ı iTunes’a dahil etmemeselesini çözmemişti. Bunun için The Beatles’ın ve şarkılarınınçoğunun haklarına sahip olan EMI Music’le dijital haklar konusundauzlaşmaları gerekiyordu. “The Beatles’ın bütün üyeleri iTunes’ta ol-mak istiyor,” dedi Jobs sonradan, “ama onlar ve EMI yaşlı bir evli çiftgibiler. Birbirlerinden nefret ediyorlar, ama boşanamıyorlar. Favori

514/728

müzik grubumun iTunes’a katmayı başaramadığım son grup olmasımeselesini ölmeden halletmeyi umuyordum.” Sonunda halledecekti de.

Bono

U2 grubunun solisti Bono, Apple’ın pazarlama gücünü oldukça tak-dir ediyordu. Dublin çıkışlı grubu dünyanın en iyisiydi, ama birliktegeçirdikleri neredeyse otuz yıldan sonra, 2004’te grup görünümünütazelemeye çalışıyordu. Grubun lead gitaristi The Edge’in “tüm rocktınılarının anası” diye tanımladığı bir şarkıyı da içeren muhteşem biryeni albüm yapmışlardı. Bono albümü biraz tanıtmanın bir yolunu bul-ması gerektiğini biliyordu, bu yüzden Jobs’ı aradı.

“Apple’dan istediğim net bir şey vardı,” diye anımsıyordu Bono.“‘Vertigo’ adlı şarkımızın agresif gitar riffinin akılda kalıcı olduğunu,ama bunun için insanların defalarca dinlemeleri gerektiğini biliy-ordum.” Şarkıları radyolarda tanıtma döneminin geçmişte kaldığındankaygılanıyordu. Bu yüzden Jobs’ın Palo Alto’daki evine gitti vebahçede yürürlerken sıra dışı bir teklifte bulundu. Yıllar boyunca U2,23 milyona dolarlara varabilen reklam tekliflerini reddetmişti. Şim-diyse Bono şarkılarının bir iPod reklamında bedavaya – veya enazından iki taraf için de kazançlı bir paketin parçası olarak kullanıl-masını istiyordu. “Daha önce hiç reklama çıkmamışlardı,” diye anım-sıyordu Jobs sonradan. “Ama şarkılarının korsan indirilmesi onlara za-rar veriyordu, iTunes’la yaptığımız şeyden hoşlanıyorlardı ve onlarıdaha genç bir kitleye tanıtabileceğimizi düşünüyorlardı.”

Bono reklamda sadece şarkının değil, tüm grubun yer almasını istiy-ordu. Başka bir CEO olsa U2’yu reklamda kullanma fırsatına balık-lama atlardı, ama Jobs biraz direndi. Apple reklamlarında tanınabilirkişiler değil, sadece silüetler yer alıyordu. (Dylan reklamı henüz çekil-memişti.) “Dinleyicilerin silüetleri var,” diye karşılık verdi Bono; “pekibir sonraki aşama sanatçıların silüetleri olamaz mı?” Jobs bunun in-celenmeye değer bir fikir olduğunu söyledi. Bono piyasaya sürülmemiş

515/728

albümleri How to Dismantle an Atomic Bomb’ın bir kopyasını bıraktı.“Grup üyeleri hariç o albüme sahip olan tek kişiydi,” dedi Bono.

Sonra peş peşe toplantılar yapıldı. Jobs, U2’nun dağıtımını yapan In-terscope Records’ın CEO’su Jimmy Iovine’ı, Los Angeles’takiHolmby Hills’te bulunan evinde ziyaret etti. The Edge ve U2’nunmenajeri Paul McGuinness de oradaydılar. Jobs’ın mutfağında da birtoplantı yapıldı; McGuinness anlaşma maddelerini günlüğünün ar-kasına not aldı. U2 reklamda görünecekti ve Apple albümü ilan pano-larından iTunes açılış sayfasına dek çeşitli yerlerde var gücüyle tanıta-caktı. Grup doğrudan telif ücreti almayacaktı, ama iPod’un özel U2edisyonunun satışlarından pay alacaktı. Lack gibi Bono da müzisyen-lerin satılan her iPod’dan pay almaları gerektiğine inanıyordu ve bunukendi grubu için, kısıtlı bir şekilde de olsa başardı. “Bono’yla benSteve’den bize siyah bir iPod yapmasını istedik,” diye anımsıyorduIovine. “Yaptığımız sadece bir reklam sponsorluğu anlaşması değildi,bir ortak markalaştırma anlaşması yapıyorduk.”

“Kendi iPod’umuzu istiyorduk, sıradan beyaz iPod’lardan farklı birşey istiyorduk,” diye anımsıyordu Bono. “Siyah istiyordum, ama Steve‘Beyazdan başka renkleri denedik, güzel olmuyor,’ dedi. “Ama bir da-haki görüşmemizde bize siyah bir tane gösterdi ve çok beğendik.”

Reklamda kısmen silüetleri görünen grubun hareketli çekimlerininyanı sıra, her zamanki gibi iPod dinleyerek dans eden bir kadınınsilüeti vardı. Ama reklam Londra’da çekilirken, Apple’ın yaptığı an-laşmada sorun çıkmaya başladı. Jobs özel bir siyah iPod üretmefikrinden rahatsız olmuştu, ayrıca telif ücreti ve reklam bütçesimeseleleri tam netleşmemişti. Reklam filminin çekimlerini ajans adınayürüten James Vincent’ı aradı ve ona çekimleri şimdilik askıya al-masını söyledi. “Bence bu iş olmayacak,” dedi Jobs. “Onlara ne kadardeğer kattığımızın farkında değiller, anlaşamıyoruz. Başka bir reklamdüşünelim.” Hayatı boyunca U2 hayranı olmuş Vincent bu reklamıngrup ve Apple için öneminin farkındaydı. Durumu düzeltmek amacıyla

516/728

Bono’yu aramasına izin versin diye Jobs’a yalvardı. Jobs onaBono’nun cep telefonunu verdi; Vincent aradığında şarkıcı Dublin’dekievinin mutfağındaydı.

“Bu iş olmayacak bence,” dedi Bono Vincent’a. “Gruptaki elemanlargönülsüz.” Vincent sorun ne diye sordu. “Dublin’de yaşayan ergen-lerken, asla böyle şeyler yapmayacağımızı söylemiştik,” diye karşılıkverdi Bono. Vincent açıklamasını istedi. “Yani, para için saçma sapanşeyler yapmaktan bahsediyorum,” diye açıkladı Bono. “Hayranlarımızıçok önemsiyoruz. Bir reklama çıkarsak onları hayal kırıklığına uğrat-tığımızı hissederiz. Doğru gelmiyor. Zamanınızı harcadığım içinüzgünüm.”

Vincent, Apple’ın ne yapabileceğini sordu. “Size sahip olduğumuzen değerli şeyi, yani müziğimizi veriyoruz,” dedi Bono. “Karşılığındasiz ne veriyorsunuz? Tanıtım, üstelik hayranlarımız bunun sizintanıtımınız olduğunu düşünecekler. Bize daha fazlası gerek.” VincentiPod’un özel U2 edisyonu ve telif ücreti meselelerinin son durumunubilmediğinden, bunları pazarlıkta kullanmaya karar verdi. “Verebile-ceğimiz en değerli şey bu,” dedi Vincent ona. Jobs’la yaptığı ilkgörüşmeden beri bunu kabul ettirmeye çalışan Bono kesin bir yanıtistiyordu. “Dahice bir hamle, ama bana bu işin olup olmayacağını netsöylemelisin.”

Vincent bir başka büyük U2 hayranı olan Jony Ive’ı aradı hemen (Iveonları ilk kez 1983’te Newcastle’da verdikleri konserde görmüştü) vedurumu anlattı. Ive, Bono’nun istediği gibi kırmızı dokunmatik tekerlibir siyah iPod modeli hazırladığını, renklerin How to Dismantle anAtomic Bomb albümünün kapağına uyduğunu söyledi. Vincent Jobs’ıaradı ve Ive’ı Dublin’e, siyahlı kırmızılı iPod’un nasıl görüneceğinigöstersin diye göndermesini önerdi. Jobs bunu kabul etti. Vincenttekrar Bono’yu aradı ve Jony Ive’ı tanıyıp tanımadığını sordu; tanışıyorolduklarından ve birbirlerine hayranlık duyduklarından habersizdi.

517/728

“Jony Ive’ı tanıyor muyum?” dedi Bono gülerek. “O adamı çok sever-im. Banyo suyunu içerim.”

“Abartma,” diye karşılık verdi Vincent; “peki gelip sana iPod’unuzunne kadar şık olacağını gösterse, ne dersin?”

“Maserati’me atlayıp onu bizzat alırım,” diye karşılık verdi Bono.“Bende kalır. Onu gezdiririm ve zil zurna sarhoş ederim.”

Ertesi gün Ive Dublin’e giderken, Vincent kararsızlığa kapılan Jobs’ısavuşturmak zorunda kaldı. “Doğru mu yapıyoruz bilmiyorum,” dediJobs. “Bunu başka kimseye yapmayalım.” Diğer sanatçıların örnek alıpda satılan her iPod’dan pay istemelerinden kaygılanıyordu. Vincentonu U2 anlaşmasının özel olacağı konusunda temin etti.

“Jony Dublin’e geldi ve onu misafir odama yerleştirdim; sakin birodaydı, demiryolu ve deniz manzaralıydı,” diye anımsıyordu Bono.“Bana koyu kırmızı dokunmatik tekerli, güzel bir siyah iPod gösterdi;ben de tamam, kabul ediyoruz dedim.” Mahalledeki bir puba gittiler,bazı ayrıntıları konuştular, sonra da Cupertino’daki Jobs’ı aradılar vekabul edip etmediğini sordular. Jobs bir süre boyunca anlaşmanın vetasarımın her ayrıntısında kılı kırk yardı, ama Bono bunu etkileyicibuldu. “Bir CEO’nun ayrıntılarla bu kadar ilgilenmesi muhteşem birşey aslında,” dedi. Uzlaşmaya varılınca Ive’la Bono kafayı çekmeyegiriştiler. İkisi de publara alışıktır. Bir iki litre içtikten sonra Califor-nia’daki Vincent’ı aramaya karar verdiler. Onu evde bulamayıncaBono telesekreterine mesaj bıraktı ve Vincent bu mesajı asla silmedi.“Dublin’deyim, ortam güzel, arkadaşın Jony yanımda,” dedi Bono.“İkimiz de çakırkeyifiz, bu muhteşem iPod bizi mutlu ediyor, varolduğuna ve onu elimde tuttuğuma inanamıyorum. Sağol!”

Jobs TV reklamının prömiyeri ve özel iPod’un tanıtımı için SanJose’de bir tiyatro salonu kiraladı. Sahnede Bono ve The Edge ona eş-lik ettiler. Albüm ilk haftasında 840.000 adet sattı ve Billboard listesinebir numaradan girdi. Bono sonradan muhabirlere reklama para almadan

518/728

çıktığını söyledi, “Çünkü Apple kadar U2’nun da reklamı oldu,” dedi.Jimmy Iovine bu reklamın grubun “daha genç bir dinleyici kitlesine”ulaşmasını sağlayacağını ekledi.

Bir rock grubunun havalı görünmesinin ve gençlere hitap etmesininen iyi yolunun bir bilgisayar ve elektronik şirketiyle kendini böyleilişkilendirmesi olması ilginçti. Bono şirket sponsorluklarının mutlakaşeytanla anlaşma yapmak anlamına gelmediğini açıkladı sonradan. “Birbakalım,” dedi Chicago Tribune müzik eleştirmeni Greg Kot’a.“Buradaki ‘şeytan’, rock gruplarındaki bir sürü insandan daha yaratıcıolan bir grup insan. Baş vokalist Steve Jobs. Bu insanlar müzikkültüründe elektrogitardan beri görülen en güzel sanat eserinin tasar-lanmasına katkıda bulundular. iPod’dan bahsediyorum. Sanatın işiçirkinliği kovmaktır.”

Bono 2006’da Jobs’ı kendisiyle bir anlaşma daha yapmayla ikna etti;bu seferki, Afrika’daki AIDS salgınına karşı bağış toplamayı ve insan-ları bilinçlendirmeyi hedefleyen Kırmızı Ürün (Product Red) kampan-yasıyla ilgiliydi. Jobs hayırseverlikle çok ilgilenmemişti asla. AmaBono’nun kampanyasına katkıda bulunmak için özel bir kırmızı iPodüretmeyi kabul etti. Bunu gönülsüzce yaptı. Örneğin kampanyanın tarzıuyarınca, şirketin isminin parantez içinde ve RED (Kırmızı)sözcüğünün üstyazı olarak yazılması gerekiyordu, (APPLE)REDşeklinde. “Apple’ın parantez içinde olmasını istemiyorum,” dedi Jobsısrarla. “Ama Steve, davamızda bir olduğumuzu gösteriyoruz böylece,”diye karşılık verdi Bono. Tartışmaları şiddetlenince –küfürleşmeyekadar varınca– bu konuyu daha sonra konuşmaya karar verdiler. Jobssonunda biraz taviz verdi. Bono kendi reklamlarında istediğini yapabi-lirdi, ama Jobs kendi ürünlerinde veya mağazalarında asla Apple’ıparantez içine almayacaktı. O iPod (APPLE)RED olarak değil,(PRODUCT)RED olarak satışa sunuldu.

“Steve bir anda sinirlenebiliyor,” diye anımsıyordu Bono, “ama o an-lar arkadaşlığımızı derinleştirdi, çünkü insanın hayatında ağzına geleni

519/728

söyleyerek tartışabildiği çok kişi olmuyor. Jobs oldukça inatçı biri.Konserlerimizden sonra onunla konuşuyorum ve mutlaka bir fikri oluy-or.” Jobs’la ailesi Bono’yla karısını ve dört çocuklarını Fransız Rivier-ası’nda, Nice civarındaki evlerinde arada sırada ziyaret ettiler. Jobs2008’de yaptığı bir tatilde tekne kiralayıp Bono’nun evinin yakınınademir attı. Birlikte yemek yediler ve Bono grubun No Line on the Ho-rizon albümü için hazırladığı parçaları dinletti. Ama arkadaşlıklarınakarşın Jobs iş pazarlığa gelince çetin cevizdi hâlâ. Bir başka reklam ve“Get On Your Boots” şarkısının özel bir versiyonunun satışı ko-nusunda anlaşmaya çalıştılar, ama olmadı. Bono 2010’da sırtını incitipde bir turneyi iptal etmek zorunda kalınca Powell ona içinde komediikilisi Flight of the Conchords’un bir DVD’si, bahçesinden çıkma birkavanoz bal, Mozart’ın Beyni ve Savaş Pilotu kitabı ve ağrı kesici krembulunan bir hediye sepeti gönderdi. Jobs’ın ağrı kesici kremin üstüneiliştirdiği notta şu yazılıydı: “Ağrı Kesici Krem – buna bayılıyorum.”

Yo-Yo Ma

Jobs’ın hem insan, hem de müzisyen olarak saygı duyduğu bir klasikmüzikçi vardı: Çellosuyla çaldığı müzik kadar tatlı ve derin olan çokyönlü virtüöz Yo-Yo Ma. 1981’de tanışmışlardı; Jobs Aspen TasarımKonferansı, Ma ise Aspen Müzik Festivali için gelmişti. Jobs saflıksergileyen sanatçılardan derinden etkilenmeye meyilliydi ve Ma’nınhayranı oldu. Onu düğününe davet etti, ama Ma yurt dışındaturnedeydi. Birkaç yıl sonra Jobs’ın evine geldi, oturma odasındaoturdu, 1733 Stradivarius çellosunu çıkardı ve Bach çaldı.“Düğününüze gelebilsem bunu çalacaktım,” dedi onlara. Gözleriyaşaran Jobs ona “Senin müziğin Tanrı’nın varlığına dair şimdiyekadar duyduğum en ikna edici savunma, çünkü bir insanın tek başınaböyle bir şey yapabileceğine inanmıyorum,” dedi. Ma başka bir zi-yaretinde de, mutfakta otururlarken Jobs’ın kızı Erin’in çelloyu tut-masına izin verdi. Artık kanser olan Jobs, Ma’ya cenazesinde çalmasözü verdirdi.

520/728

32. BölümPixar’ın Dostları

...Ve Düşmanları

Bir Böceğin Yaşamı

Apple iMac’i geliştirince, Jobs yanına Jony Ive’ı alarak arabasına at-layıp onu Pixar’daki insanlara göstermeye gitti. Bu makinenin BuzzLightyear’la Woody’nin yaratıcılarının hoşuna gidecek bir canlılığasahip olduğunu düşünüyordu ve Ive’la John Lasseter’ın sanatla tekno-lojiyi eğlenceli bir şekilde birleştirme yeteneklerine bayılıyordu.

Pixar, Jobs’ın Cupertino’daki yoğun iş hayatından kaçıp sığınabildiğibir yerdi. Apple’daki yöneticiler genellikle telaşlı ve bitkindiler, Jobsda değişken olabiliyordu ve insanlar onun yanında huzursuzluğakapılıyorlardı. Pixar’daysa öykücülerle illüstratörler daha sakin gibiy-diler ve daha hoş davranıyorlardı; sadece birbirlerine değil, Jobs’a bile.Bir başka deyişle, ortamın ruh halini tepedeki kişi belirliyordu:Apple’da Jobs, Pixar’da ise Lasseter.

Jobs film yapımcılığından gerçekten çocuksu bir haz alıyordu ve bil-gisayarla üretilmiş yağmur damlalarının güneş ışınlarını yansıtması yada çimenlerin rüzgârda dalgalanması gibi büyülü şeyleri mümkün kılanalgoritmalara düşkündü. Ama yaratıcı süreci kontrol etmeye çalışmaya-cak kadar dizginleyebiliyordu kendini. Pixar’da başka yaratıcı insan-ların serpilmelerine ve inisiyatif almalarına izin vermeyi öğrendi.Bunun en büyük sebebi Jobs’ın Lasseter’ı sevmesiydi; kibar bir sanatçıolan Lasseter, tıpkı Ive gibi, Jobs’ın en iyi tarafını ortaya çıkarıyordu.

Jobs’ın Pixar’daki temel işi anlaşmalar yapmaktı, ne de olsa bu ko-nuda doğuştan yetenekliydi. 1994 yazında Disney’den ayrılıp StevenSpielberg ve David Geffen’le birlikte DreamWorks SKG stüdyosunukuran Jeffrey Katzenberg’le, Oyuncak Hikâyesi’nin piyasaya

sürülmesinden kısa süre sonra tartıştı. Jobs Pixar ekibinin, Katzen-berg’in Disney’de çalıştığı zamanlarda ona planlanan ikinci filmden,Bir Böceğin Yaşamı filminden bahsettiğini ve Katzenberg’in animasy-on böcek filmi fikrini çalıp DreamWorks’te Karınca Z’yi hazırlamayakarar verdiğini düşünüyordu. “Jeffrey Disney animasyon bölümününbaşındayken ona Bir Böceğin Yaşamı’ndan bahsetmiştik,” dedi Jobs.“Altmış yıllık animasyon tarihinde kimse böceklerle ilgili bir animasy-on film yapmayı akıl etmemişti, Lasseter’a dek. Onun dahice fikirler-inden biriydi bu. Sonra Jeffrey DreamWorks’e gitti ve durup dururken(!) aklına böceklerle ilgili bir animasyon film hazırlamak geldi. Ve bufikri daha önce hiç duymamış gibi davrandı. Yalan söyledi. Resmenyalan söyledi.”

Aslında bu doğru değil. Gerçek öykü biraz daha ilginç. KatzenbergDisney’deyken Bir Böceğin Yaşamı’ndan bahsedildiğini hiçduymamıştı. Ama DreamWorks’e gittikten sonra Lasseter’la bağını ko-parmamış, onu arada sırada arayıp, “Hey dostum, n’aber, ne var neyok? Bir arayayım dedim,” gibisinden kısa konuşmalar yapmıştı.Dolayısıyla Lasseter bir gün yolu Universal arazisindeki Technicolortesisine düşünce (DreamWorks de oradaydı), Katzenberg’i aradı ve ikiiş arkadaşıyla birlikte ona uğradı. Katzenberg sıradaki projelerinisorunca Lasseter ona söyledi. “Ona Bir Böceğin Yaşamı’ndan, anakarakterin bir karınca olacağından bahsettik. Ve bütün öyküyü, bukarıncanın çekirgelere karşı diğer karıncaları organize ettiğini ve birgrup sirk performansçısı böceği aralarına kattığını anlattık,” diye anım-sıyordu Lasseter. “İhtiyatlı olmam gerekirdi. Jeffrey filmin ne zamangösterime gireceğini sorup duruyordu.”

Lasseter 1996 başlarında, DreamWorks’ün karıncalarla ilgili kendibilgisayar animasyonlu filmini hazırlıyor olabileceğine dair söylentilerduyunca kaygılanmaya başladı. Katzenberg’i arayıp ona açıkça sordu.Katzenberg kem küm etti ve Lasseter’ın bunu nereden duyduğunusordu. Lasseter sorusunu yineleyince, Katzenberg söylentinin doğru

522/728

olduğunu itiraf etti. “Bunu nasıl yaparsın?” diye haykırdı Lasseter; ses-ini çok nadiren yükselten kibar bir insandı.

“O fikir çoktandır aklımızdaydı,” dedi Katzenberg; fikriDreamWorks’teki bir geliştirme direktöründen aldığını açıkladı.

“Sana inanmıyorum,” diye karşılık verdi Lasseter.

Katzenberg, Disney’deki eski iş arkadaşlarının önüne geçmek içinKarınca Z projesini hızlandırdığını itiraf etti. DreamWorks’ün ilksinema filmi olacak Mısır Prensi’nin 1998 Noeli’nde gösterimegirmesi planlanmıştı ve Katzenberg Disney ve Pixar’ın Bir BöceğinYaşamı filmini aynı hafta gösterime sokmayı planladığını duyuncaafallamıştı. Bu yüzden Disney’i Bir Böceğin Yaşamı’nın gösterimesokulma tarihini değiştirmeye zorlamak için Karınca Z’nin prodüksiy-onunu öne almıştı.

“Hassiktir ordan!” diye karşılık verdi Lasseter; normalde böylekonuşmayan biriydi. Katzenberg’le on üç yıl boyunca konuşmadı.

Küplere binen Jobs, hislerini ifade etmekte Lasseter’dan çok dahaustaydı. Katzenberg’i aradı ve bağırıp çağırmaya başladı. Katzenbergbir teklif yaptı: Jobs’la Disney, Bir Böceğin Yaşamı’nın gösterime sok-ulmasını Mısır Prensi’ne rakip olmayacak şekilde ertelerlerse, o daKarınca Z’nin prodüksiyonunu ertelerdi. “Bu bariz şantaj girişimineboyun eğmedim,” diye anımsıyordu Jobs. Katzenberg’e, Disney’infilmin gösterime sokulma tarihini değiştirmesini sağlamak için elindenbir şey gelmeyeceğini söyledi.

“Elbette gelir,” diye karşılık verdi Katzenberg. “Sen istesen dağlarıyerinden oynatırsın. Bana bunu yapmayı sen öğrettin!” Pixar iflas et-mek üzereyken kendisinin Oyuncak Hikâyesi anlaşmasını yaparak onukurtardığını söyledi. “O zamanlar sana destek olmuştum, şimdiyse senonların bana kazık atmalarına izin veriyorsun.” Jobs’ın istese, Disney’esöylemeden, Bir Böceğin Yaşamı’nın prodüksiyonunu

523/728

yavaşlatabileceğini söyledi. Bunu yaparsa kendisi de Karınca Z’yiaskıya alacaktı. “O konuya hiç girme,” dedi Jobs.

Katzenberg yakınmakta haklıydı. Eisner’la Disney’in Pixar’ınfilmini, onu Disney’i terk edip de rakip bir animasyon stüdyosu açtığıiçin cezalandırmakta kullandıkları belliydi. “Mısır Prensi ilkyaptığımız işti ve tam onun gösterime gireceği tarihte başka bir ani-masyon filmi gösterime sokmayı planlamaları sırf fesatlıktandı,” dedi.“Ben olaya Aslan Kral gibi bakıyordum: Elini kafesime sokup benitırmalamaya kalkarsan dikkatli olacaksın.”

Kimse geri adım atmadı ve rakip karınca filmleri medyanın epey il-gisini çekti. Disney Jobs’ı susturmaya çalıştı, rekabetin tırmanmasınınKarınca Z’ye yarayacağı düşüncesiyle; ama Jobs kolay susturulacakbiri değildi. “Kötü adamlar nadiren kazanır,” dedi Los AngelesTimes’a. DreamWorks’ün pazarlama ustası Terry Press ise, “Steve Jobsilaca başlamalı,” karşılığını verdi.

Karınca Z 1998 Ekimi’nin başında gösterime girdi. Kötü bir filmdeğildi. Woody Allen konformist bir toplumda yaşayan ve bireysel-liğini ifade etmeyi arzulayan nörotik bir karıncayı seslendirdi. “WoodyAllen’ın artık yapmadığı türden bir Woody Allen komedisi bu,” diyeyazdı Time. Film A.B.D.’de 91 milyon dolar, dünyadaysa 172 milyondolar hasılat yaptı, ki bunlar yüksek meblağlardı.

Bir Böceğin Yaşamı planlanan şekilde, altı hafta sonra gösterimegirdi. Konusu daha epikti, Ezop’un “Karınca İle Ağustos Böceği” mas-alını tersine çeviriyordu; ayrıca prodüksiyonundaki daha yüksek teknikvirtüözlük, bir böceğin bakış açısından görülen çimenlik gibiayrıntıların beyazperdede afallatıcı görünmesini sağlıyordu. Time bufilmi çok daha coşkuyla övdü. “Tasarımı öyle muhteşem ki –düz-inelerce çirkin, böceksi, sevimli şaklabanla dolu, yapraklarla labi-rentlerden oluşma bir cenneti geniş ekran formatında görüyorsunuz–,DreamWorks’ün filmi bunun yanında radyo gibi kalıyor,” diye yazdıeleştirmen Richard Corliss. Film Karınca Z’ninkinin iki misli hasılat

524/728

elde etti: A.B.D.’de 163 milyon dolar, dünyadaysa 363 milyon dolar.(Mısır Prensi’ni de geçti.)

Katzenberg birkaç yıl sonra Jobs’la karşılaşınca aralarını düzeltmeyeçalıştı. Disney’deyken Bir Böceğin Yaşamı’ndan bahsedildiğini hiçduymadığını söyledi; “Duysaydım Disney’le aramdaki anlaşmayüzünden kârdan pay isterdim, yani bu konuda yalan söylemiyorum,”dedi. Jobs güldü ve bu argümanı kabul etti. “Filminin gösterime girmetarihini ertelemeni istedim ve sen kabul etmedin; çocuğumu korudumdiye bana kızamazsın,” dedi Katzenberg ona. Jobs’ın “çok sakin-leştiğini, meditasyon yaparmış gibi göründüğünü”, onu anladığınısöylediğini anımsıyordu. Fakat Jobs sonradan aslında Katzenberg’i hiçaffetmediğini söyleyecekti:

Filmimiz hasılatıyla onunkini ezdi geçti. Bu, iyi hissettirdi mi? Hayır, yine deberbat hissettirdi, çünkü insanlar Hollywood’daki herkesin böcek filmleriyaptığını söylemeye başladılar. John’ın dahice özgünlüğünü elinden aldı; ve buasla geri verilemez. Vicdansızca davrandı; bu yüzden ona asla güvenmedim,barışmaya çalıştığında bile. Shrek’le başarı kazandıktan sonra bana geldi ve“Artık değiştim, nihayet kendimle uzlaştım,” gibi saçma sapan laflar etti. YapmaJeffrey dedim. Çok çalışıyor. Ama etik anlayışının bu dünyaya hâkim olmasınıistemem. Hollywood’daki insanlar çok yalan söylüyorlar. Tuhaf bir şey. Yalansöylüyorlar, çünkü performansları yüzünden hesap vermek zorunda olmadıklarıbir endüstrideler. Böyle bir zorunlulukları yok. Dolayısıyla yalansöyleyebiliyorlar.

Karınca Z’yi geçmekten daha önemlisi –o çekişme heyecan vericiolsa da–, Pixar’ın tek hitlik mucize olmadığının kanıtlanmasıydı. BirBöceğin Yaşamı’nın Oyuncak Hikâyesi kadar hasılat elde etmesi, ilkbaşarının rastlantı olmadığını kanıtladı. “İş hayatında ikinci ürünsendromu diye klasik bir şey vardır,” dedi Jobs sonradan. Bu sendromilk ürününüzü neyin başarılı kıldığını anlamamaktan kaynaklanır.“Bunu Apple’da yaşamıştım. İkinci filmimiz de başarılı olursa yırttıkdemektir diye düşündüm.”

Steve’in Kendi Filmi

525/728

Kasım 1999’da gösterime giren Oyuncak Hikâyesi 2 daha da başarılıoldu; A.B.D.’de 246 milyon dolar, dünyadaysa 485 milyon dolarhasılata ulaştı. Pixar’ın başarısı artık kesinleşmiş olduğundan, gösterişlibir şirket merkezi inşa etmenin vakti gelmişti. Jobs’la Pixar’ın tesisler-inden sorumlu ekibi, San Francisco’daki Bay Köprüsü’ne bakan,Berkeley’le Oakland’ın arasındaki bir sanayi mahallesi olanEmeryville’de kullanılmayan bir Del Monte konserve fabrikası buldu-lar. Fabrikayı yıktılar ve Jobs, Apple mağazalarının mimarı PeterBohlin’i o on altı dönümlük araziye inşa edilecek yeni binayı tasarla-makla görevlendirdi.

Jobs, yeni binanın genel konseptinden materyallerin ve inşaatın enküçük ayrıntısına dek her şeyiyle saplantı derecesinde ilgilendi. “Steveuygun tarzda bir binanın kültüre çok şey katabileceğine derinden in-anıyordu,” dedi Pixar başkanı Ed Catmull. Jobs binanın yaratılmasını,her sahne için ter döken bir yönetmenmiş gibi kontrol etti. “Pixarbinası Steve’in kendi filmiydi,” dedi Lasseter.

Lasseter başta çeşitli projeler için ayrı binalara ve geliştirme ekipleriiçin bungalovlara sahip geleneksel bir Hollywood stüdyosu istemişti.Ama Disneyliler yeni kampüslerini beğenmediklerini, çünkü ekiplerinkendilerini izole olmuş hissettiklerini söyleyince Jobs onlara hak verdi.Hatta diğer uç noktaya kaymaları gerektiğine karar verdi: Merkezi biratriyumun etrafına tek bir devasa bina inşa edilecekti; böylecerastlantısal karşılaşmaların olasılığı artacaktı.

Jobs, bir dijital dünya sakini olmasına karşın, veya belki de odünyanın izole etme potansiyelini gayet iyi bildiğinden, yüz yüzegörüşmeleri çok önemsiyordu. “İletişim ağlarının yaygınlaştığı buçağda, fikirlerin e-posta ve iChat yoluyla geliştirilmesi eğilimi var,”dedi. “Bu delilik. Yaratıcılık spontane toplantılardan, tesadüfikonuşmalardan beslenir. Biriyle karşılaşırsın, ne yaptığını sorarsın, vaybe dersin, kısa süre sonra da aklına bir sürü fikir gelir.”

526/728

Dolayısıyla Pixar binasını karşılaşmalara ve planlanmamış işbirlik-lerine elverişli şekilde tasarlattı. “Bir bina bütün bunlara elverişlideğilse epey yaratıcılık kaybın olur ve tesadüfen değerli şeyler keşfet-me ihtimalin çok azalır,” dedi. “Dolayısıyla binayı, insanların ofisler-inden çıkıp da merkezi atriyumda, başka zaman göremeyecekleri in-sanlarla kaynaşabilecekleri şekilde tasarladık.” Ön kapılarla ana merdi-venlerin ve koridorların hepsi atriyuma açılıyordu, bütün kafelerleposta kutuları oradaydı, konferans salonlarının pencereleri atriyumabakıyordu ve 600 koltuklu amfiyle iki küçük gösterim salonu da orayaaçılıyordu. “Steve’in teorisi daha ilk günden işe yaradı,” diye anımsıy-ordu Lasseter. “Aylardır görmediğim insanlarla karşılaşıp duruyordum.İşbirliğini ve yaratıcılığı bu kadar çok destekleyen başka bir binagörmedim.”

Jobs binada sadece iki büyük tuvalet bulunmasına hükmedecek kadarileri gitti; atriyuma bağlı iki tuvalet olacaktı erkekler ve kadınlar için.“Bu konuda çok ama çok ısrarlıydı,” diye anımsıyordu Pixar genelmüdürü Pak Kerwin. “Bazılarımız abarttığını düşündük. Hamile birkadın, sırf tuvalete gitmek için on dakika yürümek zorunda kalmamasıgerektiğini söyleyince büyük bir tartışma çıktı.” Lasseter’ın Jobs’akatılmadığı nadir zamanlardan biriydi bu. Bir uzlaşmaya vardılar:Atriyumun iki tarafında, iki katın ikisinde de ikişer tuvalet olacaktı.

Binanın çelik kirişleri görünür olacağından, Jobs ülkenin dört biryanındaki imalatçılardan aldığı numuneleri inceleyip en uygun rengi vedokuyu aradı. Arkansas’taki bir fabrikayı seçti; onlara çeliği saf rengebüründürecek kadar ısıtmalarını söyledi ve kamyoncuların kirişleriçizmemeleri için tedbir aldı. Ayrıca kirişlerin kaynakla değil cıvatalarlatutturulmasında diretti. “Çelikler dikkat çekici olsunlar diye kumpüskürttük ve vernikle kaplattık,” diye anımsıyordu. “Çelik işçileri kir-işleri yerleştirirken, hafta sonları ailelerini getirip onlaragösteriyorlardı.”

527/728

Değerli şeyleri tesadüfen buldurmayı hedefleyen mimarinin en çıl-gınca uygulandığı yer “Aşk Salonu”ydu. Animatörlerden biri ofisinetaşınınca, arka duvarında küçük bir kapı keşfetmişti. Bu kapınınaçıldığı basık koridordan geçince, havalandırma borularına açılan,duvarları metal levhalarla kaplı bir odaya varıyordunuz. O ve işarkadaşları bu gizli odayı Noel ışıkları ve lava lambalarıyla donattılar.Leopar desenli banklar, püsküllü yastıklar, katlanır bir kokteyl masası,likör şişeleri, bar malzemeleri ve üstünde “Aşk Salonu” yazan peçetel-er getirdiler. Koridora yerleştirilen bir kamera, yaklaşan kişilerin ön-ceden görülmesini sağlıyordu.

Lasseter’la Jobs önemli ziyaretçileri buraya getiriyor ve duvara imzaattırıyorlardı. İmzalayanlar arasında Michael Eisner, Roy Disney, TimAllen ve Randy Newman vardı. Jobs bu odaya bayılmıştı, ama içkisevmediğinden oraya Meditasyon Odası diyordu bazen. Ona DanielKottke’yle Reed’de paylaştığı odayı anımsattığını söyledi; tek fark,burada LSD kullanmıyor oluşuydu.

Boşanma

Michael Eisner Şubat 2002’de bir Senato komitesine verdiği ifadede,Apple’ın iTunes’u için yarattığı reklamlara saldırdı. “Bazı bilgisayarşirketlerinin verdiği tam sayfa ve pano reklamlarında, ‘Riple, miksle,yak’ deniyor,” dedi. “Yani insanlar bu bilgisayarları alırlarsa hırsızlıkyapabilecek ve çaldıkları şeyleri bütün arkadaşlarına dağıtabilecekler.”

Akıllıca bir yorum değildi bu. Eisner “riplemeyi” yanlış anlıyordu;CD’den bilgisayara dosya aktarmaktan çok, başkalarını soymak an-lamına geldiğini varsayıyordu. Daha da önemlisi, Jobs’ı küplerebindirdi; ki bunun olacağını tahmin etmeliydi. Bu, hiç akıllıca değildi.Pixar çok yakın bir zamanda Disney ile anlaşması çerçevesindedördüncü filmi Sevimli Canavarlar’ı gösterime sokmuştu; bu film,diğerlerinden de başarılı olarak dünya çapında 525 milyon dolar hasılatelde etti. Disney’in Pixar’la anlaşmasının yenilenme vakti geliyordu veEisner A.B.D. Senatosu’nda ortağına laf atmakla bunu

528/728

kolaylaştırmamıştı. Jobs o kadar şaşırmıştı ki, bir Disney yöneticisiniarayıp, “Michael demin bana ne yaptı, biliyor musun?” diye söylendi.

Eisner’la Jobs farklı geçmişlere sahiptiler ve farklı yakalardan gel-meydiler. Ama ikisi de iradeliydi ve uzlaşmaya pek meyilli değillerdi.İkisi de iyi ürünler üretmeye tutkundu, ki bu genellikle titizlikleayrıntılarla uğraşmak ve sözünü sakınmamak anlamına geliyordu. Eis-ner’ın Disney Dünyası’nın Hayvan Krallığı’ndaki Vahşi Doğa Ekspresitrenine defalarca binmesini ve müşteri deneyimini geliştirmenin zekiceyollarını bulmasını seyretmek, Jobs’ın bir iPod’un arayüzüyle oy-namasını ve onu sadeleştirmenin yollarını bulmasını seyretmek gibiydi.Öte yandan, ikisinin de insan yönetimlerini izlemek, hayli sevimsiz birdeneyim olabiliyordu.

İkisi de yönetilmekten çok yönetmekte ustaydılar; dolayısıylabirbirlerini sindirmeye çalışmaya başlamaları tatsız bir hava oluşturdu.Hemen her anlaşmazlıkta birbirlerini yalancılıkla suçluyorlardı. AyrıcaEisner da Jobs da, birbirlerinden öğrenebilecekleri bir şey olmadığınıdüşünür gibiydiler; biraz saygılı olmak uğruna bir şeyler öğrenebilirmişgibi yapmak ise, ikisinin de aklına bile gelmezdi. Jobs suçu Eisner’aatıyordu:

Bence onu en çok sinirlendiren şey, Pixar’ın Disney’in hâkim olduğu piyasadaçığır açması, peş peşe muhteşem filmler yapması, Disney’inkilerinse peş peşeçuvallamasıydı. Normalde Disney’in CEO’sunun Pixar’ın bunu nasıl yaptığınımerak etmesi gerekir. Ama 20 yıllık ilişki boyunca Pixar’da toplam iki buçuksaat geçirdi sadece, o da kısa kutlama konuşmaları yapmak içindi. Asla merak et-medi. Buna çok şaşırdım. Merak çok önemlidir.

Bu sözler fazlasıyla ağırdı. Eisner Pixar’da biraz daha fazla zamangeçirmişti; Jobs yanında yokken de gitmişti. Fakat stüdyonun sanat veteknoloji boyutuyla pek ilgilenmediği doğruydu. Jobs da Disney’inyönetim tarzını öğrenmeye pek zaman ayırmamıştı.

Jobs’la Eisner 2002 yazında birbirlerine açıkça laf atmaya başladılar.Jobs büyük Walt Disney’in yaratıcı ruhunu, özellikle de nesiller boyu

529/728

ayakta kalacak bir şirket kurabilmesini takdir etmişti hep. Walt’unyeğeni Roy’da bu tarihsel mirası ve ruhu görüyordu. Jobs, Eisner’dangiderek soğumasına karşın hâlâ Disney yönetim kurulunda olan Roy’a,Eisner CEO olduğu sürece Pixar-Disney anlaşmasını yenilemeyeceğinibildirdi.

Roy Disney’le Disney yönetim kurulundaki yakın arkadaşı StanleyGold, diğer yöneticileri Pixar meselesi konusunda uyarmaya başladılar.Bunun üzerine Eisner 2002 Ağustosu’nun sonunda yönetim kurulunasert bir e-posta gönderdi. Pixar’ın anlaşmayı eninde sonunda yenileye-ceğine emin olduğunu söyledi; bunun bir sebebi, Disney’in Pixar’ınşimdiye kadar ürettiği filmlerin ve yarattığı karakterlerin haklarınasahip olmasıydı. Ayrıca bir yıl sonra, Pixar’ın Kayıp Balık Nemo’yutamamlamasıyla birlikte, Disney’in pazarlıktaki eli güçlenmiş olacaktı.“Gelecek Mayıs’ta gösterime girecek olan yeni Pixar filmi Kayıp BalıkNemo’yu dün ikinci kez izledik,” diye yazdı Eisner. “Bu film o adam-larda soğuk duş etkisi yaratacak. Fena film değil, ama kesinlikleöncekiler kadar iyi değil. Onlar yere göğe sığdıramıyorlar, o başka.”Bu e-postada iki büyük sorun vardı: Birincisi Los Angeles Times’ıneline geçmesi ve Jobs’ı saldırganlığa tahrik etmesiydi. İkincisiyse, Eis-ner çok ama çok yanılıyordu.

Kayıp Balık Nemo Pixar’ın (ve Disney’in) o zamana kadarki enbüyük hiti oldu. Aslan Kral’ı kolayca geçerek, tüm zamanların enbaşarılı animasyon filmi haline geldi. A.B.D.’de 340 milyon dolar,dünyadaysa 868 milyon dolar hasılat yaptı. 2010 yılına kadarki 40milyon kopya DVD satışıyla tüm zamanların en popüler DVD’si olduve film, Disney’in tema parklarındaki en popüler gezilerden bazılarınailham verdi. Ayrıca zengin dokulu, derin ve güzel sanatsallığı sayes-inde en iyi animasyon film dalında Oscar ödülü kazandı. “Filmisevdim, çünkü riske girmekle ve sevdiklerinizin riske girmelerine izinvermeyi öğrenmekle ilgiliydi,” dedi Jobs. Filmin başarısı Pixar’ın kas-asına 183 milyon dolar girmesini sağladı; böylece stüdyonun elindeDisney’le yapacağı son savaş için 521 milyon dolar oldu.

530/728

Kayıp Balık Nemo’nun tamamlanmasından kısa süre sonra Jobs, Eis-ner’a bir teklif götürdü; bu teklif öylesine tek taraflıydı ki, redded-ilmesine niyetlenildiği belliydi. Jobs, var olan anlaşma uyarıncagelirlerin yarı yarıya paylaşılması yerine, Pixar’ın ürettiği filmlerin vebu filmlerde yer alan karakterlerin tek sahibi olmasını ve Disney’efilmlerin dağıtımını yapması karşılığında sadece yüzde yedi buçuk payvermesini önerdi. Ayrıca var olan anlaşma kapsamındaki son iki film–İnanılmaz Aile ve Arabalar– yeni dağıtım anlaşmasına dahiledilecekti.

Ancak Eisner’ın elinde güçlü bir koz vardı. Pixar anlaşmayıyenilemese bile Disney, Oyuncak Hikâyesi’nin ve Pixar’ın yaptığıdiğer filmlerin devam filmlerini çekme hakkına sahipti ve Woody’denNemo’ya dek tüm karakterlerin sahibiydi; tıpkı Mickey Mouse’la Don-ald Duck’ın sahibi olduğu gibi. Eisner, Disney’in kendi animasyonstüdyosuna Oyuncak Hikâyesi III’ü yaptırmayı planlamaya başlamıştıbile; Pixar yapmayı reddettiği için, en azından bu tehdidi savurdu. “Oşirketin yapımı Cinderella II filmini izledikten sonra, bunun düşüncesibile tüyler ürperticiydi,” dedi Jobs.

Eisner Kasım 2003’te Roy Disney’i yönetim kurulundan istifaya zor-ladı, ama bu kargaşayı sona erdirmedi. Disney, zehir zemberek bir açıkmektup kaleme aldı: “Şirket odağını, yaratıcı enerjisini ve mirasınıyitirdi.” Eisner’a yönelttiği suçlamalar arasında Pixar’la yapıcı birilişki kurmamak vardı. Bu noktada Jobs, artık Eisner’la çalışmakistemediğine karar vermişti bile. Dolayısıyla Ocak 2004’de Disney’legörüşmeleri kestiğini ilan etti.

Jobs, Palto Alto’daki evinin mutfak masasında arkadaşlarıyla pay-laştığı sert fikirlerini basına söylemeyecek kadar disiplinliydi nor-malde. Ama bu sefer kendini tutmadı. Bir basın toplantısında, Pixarhitler üretirken Disney animasyonun “rezil fiyaskolar” ürettiğinisöyledi. Eisner’ın Disney’in Pixar filmlerine yaratıcı katkılarda bulun-duğu iddiasını yalanladı. “İşin doğrusu, yıllardır Disney’le çok az

531/728

yaratıcı iş birliğimiz oldu. Filmlerimizdeki yaratıcılığın kalitesini Dis-ney’in son üç filmindeki yaratıcılığın kalitesiyle karşılaştırırsanız, ikişirketin yaratıcılığı hakkında bizzat fikir sahibi olabilirsiniz,” dedi.Jobs, daha iyi bir yaratıcı ekip kurmanın yanı sıra, artık sinema seyir-cisinin gözünde Disney kadar büyük olan bir marka yaratmak gibi tak-dire şayan bir işi başarmıştı. “Biz Pixar markasının artık animasyonalanında Disney’den daha güçlü ve güvenilir bir marka olduğunudüşünüyoruz.” Jobs’ın bu konuşmayı haber vermek için aradığı RoyDisney, “Kötü cadı ölünce tekrar birlikte olacağız,” karşılığını verdi.

John Lasseter Disney’den kopma fikri karşısında dehşete kapıldı.“Çocuklarım için kaygılanıyor, Disney’dekilerin yarattığımız karak-terlere neler yapacaklarını düşündükçe kötü oluyordum” diye anımsıy-ordu. “Kalbime hançer saplanmış gibiydi.” Pixar’ın toplantı salonundahaberi üst düzey yöneticilere verirken ağlamaya başladı. Stüdyonun at-riyumunda toplanan 800 civarındaki Pixar çalışanına söylerken deağladı. “Çok sevdiğiniz evlatlarınızı, çocuklara tacizden hüküm giymişinsanlara evlatlık vermek gibi bir şey.” Sonra atriyum sahnesine Jobsçıktı ve ortalığı yatıştırmaya çalıştı. Disney’den kopmanın nedengerekli olabileceğini açıkladı ve Pixar’ın başarılı bir kurum olabilmekiçin ileriye bakmayı sürdürmesi gerektiğini söyledi. “İnsanları kendinetamamen inandırabilmek gibi bir yeteneği var,” dedi stüdyoda uzunzamandır teknolojist olarak görev yapan Oren Jacob. “Hepimiz, neolursa olsun Pixar’ın büyüyeceğine emin olduk birden.”

Disney’in operasyonlar sorumlusu olan Bob Iger müdahale edip has-ar kontrolü yapmak zorunda kaldı. Etrafındaki sağı solu belli olmayaninsanların tersine, sağduyulu ve net biriydi. Televizyon dünyasındangelmeydi; Disney’in 1996’da satın aldığı ABC Network’ün başkanıydı.Şirket dünyasında tanınan usta bir yöneticiydi. Yetenekli insanları farkederdi. Espritüeldi ve başkalarını anlayabiliyordu. Ayrıca Eisner’laJobs’ın tersine, egosu büyük insanlarla başa çıkabilmesini sağlayandisiplinli bir sakinlik vardı onda. “Steve bizimle konuşmayı kestiğiniilan etti,” diye anımsıyordu Iger sonradan. “Bunun üzerine kriz

532/728

moduna girdik ve ben insanları sakinleştirmek için konuşmalaryaptım.”

Eisner Disney’i Frank Wells’in başkanlığında on parlak sene boy-unca yönetmişti. Wells, Eisner’ı birçok idari görevinden azat etmişti; kiböylece Eisner bütün film projelerini, tema parkı gezilerini, televizyonpilot çekimlerini ve başka sayısız ürünü geliştirmeye yönelik değerli veçoğunlukla dahice önerilerde bulunabilecekti. Fakat Wells’in 1994’tebir helikopter kazasında ölmesinden sonra Eisner uygun yöneticiyi aslabulamadı. Katzenberg Wells’in işine talip olmuştu ve Eisner’ın onukovmasının sebebi buydu. Michael Ovitz 1995’te başkan oldu, başarılıolamadı ve iki seneden kısa sürede gitti. Jobs sonradan kendi fikrinisöyledi:

Eisner CEO’luğunun ilk on yılında gerçekten iyi işler yaptı. Son on yılındaysakötüydü. Frank Wells ölünce değişim başladı. Eisner gerçekten iyi, yaratıcı bir in-san. Gerçekten çabalıyor. Frank operasyonları yürütürken Eisner yabanarısı gibiprojeden projeye koşup, onları geliştirmeye çalışıyordu. Ama Eisner yöneticilikyapmak zorunda kalınca berbat bir yönetici oldu. Kimse onun emrinde çalışmayısevmiyordu. Otoritesi olmadığını hissediyorlardı. Stratejik planlama grubuGestapo gibiydi; onların onayı olmadan on sent bile harcayamıyordun. Eisner’laaram açılsa da, ilk on yılındaki başarılarını takdir ediyordum ister istemez. Ayrıcaonun cidden sevdiğim bir tarafı vardı. Bazen eğlenceli bir adam oluyor –zeki, es-pritüel... Ama karanlık bir tarafı da vardı. Egosuna yenildi. Eisner bana baştamakul ve adil davrandı, ama onunla on yıl boyunca iş yaptıkça, karanlık yönünügörmeye başladım.

Eisner’ın 2004’teki en büyük sorunu animasyon bölümünün ne kadarberbat durumda olduğunu anlamamasıydı. Son iki filmi Define Geze-geni’yle Ayı Kardeş Disney’in ne mirasına, ne de bilançosuna yakışıy-ordu. Animasyon filmleri şirketin can damarıydı; tema parkı gezileri,oyuncakları ve televizyon şovları onlardan esinleniliyordu. OyuncakHikâyesi bir devam filmini, bir Disney on Ice şovunu, Disney’in gezigemilerinde sahnelenen bir Oyuncak Hikâyesi Müzikali’ni, BuzzLightyear’in yer aldığı bir video filmini, bir bilgisayar masal kitabını,iki video oyununu, 25 milyon adet satılan bir düzine aksiyon

533/728

oyuncağını, özel baskılı giysileri ve Disney’in tema parklarındaki dok-uz farklı atraksiyonu mümkün kılmıştı. Define Gezegeni içinse durumfarklıydı.

“Michael, Disney’in animasyon sorunlarının ciddiyetini anlamadı,”diye açıkladı Iger sonradan. “Pixar’a tavrından belliydi bu. Pixar’aihtiyacı olduğunu hiç düşünmedi.” Ayrıca Eisner pazarlığa bayılıyor vetaviz vermekten nefret ediyordu, ki benzer mizaçlı Jobs’ın karşısındaher zaman en iyi kombinasyon değildi bu. “Her pazarlığın uzlaşmalarlahalledilmesi gerekir,” dedi Iger. “İkisi de taviz ustası değil.”

Kördüğüm 2005 Martı’nda bir Cumartesi gecesi, Senatör GeorgeMitchell ile birtakım diğer Disney yönetim kurulu üyelerinin Iger’ı ara-malarıyla çözüldü. Ona birkaç ay sonra Eisner’ın yerine geçip Dis-ney’in CEO’su olacağını söylediler. Iger ertesi sabah uyanınca öncekızlarını, sonra da Steve Jobs ile John Lasseter’ı aradı. Pixar’a değerverdiğini ve anlaşma yapmak istediğini açık ve net bir dille söyledi.Jobs çok sevindi. Iger’ı severdi; hatta aralarında şaşırtıcı, ufak bir bağda vardı. Jobs’ın eski kız arkadaşı Jennifer Egan, Penn’deyken Iger’ınkarısı Willow Bay’in oda arkadaşıydı.

O yaz, Iger’ın resmen CEO olmasından önce, o ve Jobs anlaşmayapma potansiyellerini sınama fırsatı elde ettiler. Apple, müzik çal-manın yanı sıra video oynatabilen bir iPod sürecekti piyasaya. Satışlarıarttırmak için televizyon reklamları gerekiyordu ve Jobs bu işi dikkatçekmeden halletmek istiyordu; çünkü her zamanki gibi, ürünü sahnedetanıtana kadar gizli tutmak istiyordu. En başarılı iki Amerikan televizy-on dizisinin, Desperate Housewives’la Lost’un sahibi ABC, Dis-ney’deki Iger’ın yönetimindeydi. Birkaç iPod’a sahip olan ve onlarıspor yaptığı sabah 5’ten gece geç vakitlere dek kullanan Iger, iPod’unpopülerliğinden faydalanmanın yollarını düşünmeye başlamıştı bile.“O hafta karmaşık bir anlaşmada uzlaştık,” dedi Iger. “Önemliydi,çünkü böylece Steve nasıl çalıştığımı gördü. Ayrıca diğer herkes deDisney’in aslında Steve’le çalışabileceğini görmüş oldu.”

534/728

Jobs, videolu iPod’un tanıtımı için San Jose’de bir tiyatro kiralamıştıve Iger’a sürpriz sahne konuğu olmasını teklif etti. “Onun ürün tanıtım-larına hiç gitmediğimden, ne kadar büyük bir olay olacağından haber-sizdim,” diye anımsıyordu Iger. “İlişkimizde çığır açtı resmen. Steveteknoloji yanlısı olduğumu ve riske girmeye gönüllü olduğumu gördü.”Jobs her zamanki virtüöz performansını sergiledi; yeni iPod’un bütünözelliklerini anlattı, “Şimdiye kadar yaptığımız en iyi şeylerden biri,”dedi ve iTunes Mağazası’nın artık müzik videoları ve kısa filmlersatacağını söyledi. Sonra, konuşmasının sonunda her zamanki gibi,“Ve evet, bir şey daha var,” dedi. iPod TV dizilerini satacaktı. Alkışkoptu. Jobs en popüler iki dizinin ABC’ye ait olduğunu söyledi. “ABCkime ait peki? Disney’e! Bu adamları tanıyorum,” dedi coşkuyla.

Iger sahneye çıktığında Jobs kadar sakin ve rahat görünüyordu.“Steve’le benim inanılmaz heyecan duyduğumuz şeylerden biri,muhteşem içerikle muhteşem teknolojinin kesişimi,” dedi. “Buradaolup da Apple’la ilişkimizin geliştiğini ilan edebilmek harika bir şey,”diye ekledi ve uygun bir sessizlikten sonra, şunu belirtti: “Pixar’ladeğil, Apple’la.”

Samimiyetle kucaklaşmaları, yeni bir Pixar-Disney anlaşmasınınmümkün olduğunun bariz göstergesiydi. “Çalışma prensibimin,savaşma-seviş ilkemin sinyalini veriyordu,” diye anımsıyordu Iger.“Roy Disney’le, Comcast’la, Apple’la ve Pixar’la savaşmıştık. Hep-siyle aramızı düzeltmek istiyordum; özellikle de Pixar’la.”

Iger, Eisner’la birlikte Hong Kong’taki yeni Disneyland’inaçılışından (Eisner’in CEO olarak son önemli katılımı olacaktı bu) yenidönmüştü. Seremonilerin arasında Main Street’te yapılan klasik Disneygeçit töreni de vardı. Iger, geçit törenindeki son on yılda yaratılmışkarakterlerin hepsinin Pixar karakterleri olduğunu fark etmişti. “Ka-famda ampül yandı,” diye anımsıyordu. “Michael’ın yanında duruy-ordum, ama bundan hiç bahsetmedim, çünkü o süre içinde animasyonbölümünün başında olduğundan bu durumun suçlusu oydu. Aslan

535/728

Kral’la, Güzel Ve Çirkin’le ve Aladdin’le geçen on yıldan sonraki onyıl, heba olmuştu.”

Iger Burbank’e geri dönünce mali analizler yaptırdı. Son on yılda an-imasyondan zarar ettiklerini ve yan ürünleri destekleyen çok az şeyürettiklerini keşfetti. Yeni CEO olarak katıldığı ilk toplantıda yönetimkuruluna analizi sundu; yönetim kurulu üyeleri biraz sinirlendiler,bundan kendilerine hiç bahsedilmediğini söylediler. “Animasyon işibiterse şirket de biter,” dedi Iger yönetim kuruluna. “Hit bir animasyonfilm büyük bir dalgadır ve etkileri işimizin her alanına; geçit tören-indeki karakterlerden müziğe, parklara, video oyunlarına, televizyona,internete, tüketici ürünlerine dek yayılır. Dalga yaratan filmlerimiz ol-mazsa şirketimiz başarılı olamaz.” Onlara bazı seçenekler sundu. Şim-diki animasyon yöneticileriyle yola devam edilebilirdi ki, kendisibunun işe yarayacağını düşünmüyordu. Onlardan kurtulup başkalarıbulunabilirdi; ama bu kişilerin kimler olacağını bilmiyordu. Son fikriPixar’ı satın almaktı. “Mesele şu ki satılık olup olmadığını bilmiyorumve satılıksa bile epey pahalıdır,” dedi. Yönetim kurulu ona anlaşmazeminini yoklama yetkisi verdi.

Igar bu işi sıra dışı bir şekilde yaptı. Jobs’la yaptığı ilk konuşmadaHong Kong’tayken fark ettiği şeyden bahsetti ve Disney’in Pixar’a çokihtiyacı olduğunu anladığını itiraf etti. “Bob Iger’ı bu yüzden sevdim,”diye anımsıyordu Jobs. “Açık konuşuyordu. Aslında bir pazarlığabaşlamadan önce söylenebilecek en salakça sözdür bu; en azındangeleneksel kural kitabına göre. Kartlarını masaya açıverdi ve ‘Hapıyutmuş durumdayız,’ dedi. Ona hemen kanım ısındı, çünkü iş hay-atında ben de öyleydim. İki taraf da bütün kartlarını masaya açsın ki,durumumuzu bilelim diye düşünürdüm.” (Aslında Jobs iş hayatındaöyle değildi pek. Pazarlıklara diğer şirketin ürünlerinin ya da hiz-metlerinin berbat olduğunu söyleyerek başlardı genellikle.)

Jobs’la Iger bol bol yürüyüş yaptılar –Apple kampüsünün etrafında,Palo Alto’da, Allen & Co.’da, Sun Valley’de. Önce yeni bir dağıtım

536/728

anlaşması planladılar: Pixar şimdiye kadar ürettiği bütün filmlerin vekarakterlerin tüm haklarını geri alacaktı ve karşılığında Disney Pixar’ınözsermaye hissedarı olacaktı. Ayrıca Pixar Disney’e gelecektekifilmlerinin dağıtılması karşılığında ücret ödeyecekti. Ama Iger, bu an-laşmanın Pixar’ın Disney’in büyük bir rakibi olmasına yol açacağındanendişelenmişti; bu, kötü olurdu –Disney Pixar’ın özsermaye hissedarıolsa bile.

Dolayısıyla Jobs’a belki de daha büyük bir şey yapmaları gerektiğiniima etmeye başladı. “Bu konuda gerçekten kalıpların dışındadüşündüğümü bilmeni istiyorum,” dedi. Jobs da teşvik edici davranıyorgibiydi. “Konunun satın alma meselesine geleceğini kısa sürede ikimizde fark ettik,” diye anımsıyordu Jobs.

Ama Jobs, önce John Lasseter’la Ed Catmull’ın rızasını almasıgerektiğinden, onları evine çağırdı. Hemen sadede geldi. “Bob Iger’ıdaha yakından tanımamız gerekiyor,” dedi onlara. “Onunla ortaklıkyapmak ve Disney’i değiştirmesine yardım etmek isteyebiliriz. Harikabir insan o.”

Lasseter’la Catmull başta şüpheci yaklaştılar. “Şoke olduğumuzu an-ladı,” diye anımsıyordu Lasseter. “İstemiyorsanız tamam, ama kararvermeden önce Iger’ı tanımanızı istiyorum,” diye devam etti Jobs.“Ben de sizin gibi düşünüyordum, ama sonradan o adamı ciddensevdim.” ABC dizilerinin iPod’a yüklenmesi konusunda onunla anlaş-manın ne kadar kolay olduğunu açıkladı ve “Eisner’ın Disney’iyleuğraşmaktan tamamen farklı,” dedi. “Iger açıksözlü bir adam, özü sözübir.” Lasseter, Catmull’la birlikte ağızları açık bir şekilde Jobs’ı din-lediklerini anımsıyor.

Iger işe koyuldu. Los Angeles’tan uçakla Lasseter’ın evine akşam ye-meğine gitti; Lasseter’ın eşi ve ailesiyle tanıştı, gecenin geç saatlerinekadar kalıp onlarla sohbet etti. Catmull’ı da akşam yemeğine götürdük-ten sonra, Pixar Stüdyoları’na tek başına, Jobs’sız gitti. “Bütün yöneti-cilerle teker teker görüştüm ve bana filmlerini anlattılar,” dedi Iger.

537/728

Lasseter, ekibinin Iger’ı çok etkilemesinden gurur duydu; ayrıca busayede Iger’e onun da kanı da ısındı. “Pixar’la o günkü kadar gururduymamıştım hiç,” dedi. “Bütün ekipler ve sunumlar muhteşemdi; Bobbize hayran kaldı.”

Gerçekten de Iger, birkaç yıl içinde gösterime sokulacak filmlerden–Arabalar, Ratatouille, Wall-E– sahneler izledikten sonra Disney’egeri dönünce CFO’larına, “Aman Tanrı’m, ellerinde muhteşem şeylervar,” dedi. “Bu anlaşmayı mutlaka yapmalıyız. Şirketin geleceği bunabağlı.” Disney Animation’ın hazırladığı filmlerden umudu olmadığınıitiraf etti.

Yaptıkları anlaşmaya göre Disney, Pixar’ı 7,4 milyar dolara satın ala-caktı. Böylece Jobs şirket hisselerinin yaklaşık %7’sini elinde bulun-durarak Disney’in en büyük hissedarı olacaktı; Eisner’in sadece%1,7’lik, Roy Disney’inse %1’lik hissesi vardı. Disney Animation Pix-ar’ın bünyesine katılacaktı ve Lasseter’la Catmull Pixar’ı birlikteyöneteceklerdi. Pixar bağımsız kimliğini koruyacaktı; stüdyosuylamerkezini Emeryville’den taşımayacaktı, hatta e-posta alan adı biledeğişmeyecekti.

Iger Jobs’tan bir Pazar sabahı Los Angeles’taki Century City’deyapılacak gizli bir Disney yönetim kurulu toplantısına Lasseter’la Cat-mull’ı getirmesini istedi. Amaç yapılacak radikal ve pahalı anlaşma ko-nusunda yönetim kurulunun içini rahatlatmaktı. Otoparktan yukarı çık-maya hazırlanırlarken Lasseter Jobs’a, “Fazla heyecanlanırsam veyafazla konuşursam bacağıma dokun yeter,” dedi. Jobs bunu bir kez yap-mak zorunda kaldı, ama onun dışında Lasseter mükemmel bir satışkonuşması yaptı. “Film yapma tarzımızdan, felsefelerimizden,birbirimize karşı dürüstlüğümüzden ve yaratıcı yetenekleri teşvik et-tiğimizden bahsettim,” diye anımsıyordu. Yönetim kurulu pek çok sorusordu ve Jobs çoğunu Lasseter’ın yanıtlamasına izin verdi. Ama Jobsda sanatı teknolojiyle birleştirmenin ne kadar heyecan vericiolduğundan bahsetti. “Kültürümüz tamamen bununla ilgili, tıpkı

538/728

Apple’daki gibi,” dedi. “O kadar etkileyici ve tutkuluydular ki, herkeshayran kaldı,” diye anımsıyordu Iger.

Ancak Disney yönetim kurulunun birleşmeyi onaylama fırsatı bul-masından önce, Michael Eisner birleşmeyi engellemek için hareketegeçti. Iger’ı aradı ve fazla pahalıya patlayacağını söyledi. “Animasyonbölümünü sen kendi başına düzeltebilirsin,” dedi Eisner ona. “Nasıl?”diye sordu Iger. “Yapabileceğini biliyorum,” dedi Eisner. Iger birazsinirlendi. “Michael, sen kendin düzeltemedin, şimdi bana kalkmış sendüzeltebilirsin mi diyorsun?” dedi.

Eisner bir yönetim kurulu toplantısına katılmak ve satın almaya karşıçıkmak istediğini söyledi; oysa artık kurulda üye ya da şirkette yöneticideğildi. Iger kabul etmedi, ama Eisner büyük bir hissedar olan WarrenBuffet’ı ve yönetim kurulu başkanı George Mitchell’ı aradı. Eski sen-atör, Iger’ı Eisner’ın konuşmasına izin vermeye ikna etti. “Yönetimkuruluna Pixar’ı satın almalarına gerek olmadığını, çünkü Pixar’ın şim-diye kadar yaptığı filmlerin %85’ine zaten sahip olduklarını söyledim,”diye anımsıyordu Eisner. Disney’in şimdiye kadar çekilmiş filmlerinhasılatından aldığı paydı bu. Ayrıca Disney çekilecek bütün devamfilmlerinin ve karakterlerin haklarına da sahipti. “Dedim ki, DisneyPixar’ın ancak %15’ine sahip değil. Yani satın alacağınız şey bu ola-cak. Gerisiyse Pixar’ın gelecekte çekeceği filmler konusunda riskegirmekten ibaret.” Eisner Pixar’ın şimdiye kadar başarılı olduğunu ka-bul etti, ama bunun süremeyeceğini söyledi. “Peş peşe X sayıda hitfilm yaptıktan sonra başarısız olan prodüktörlerle yönetmenlerin tari-hini hatırlattım. Bu Spielberg’ün, Walt Disney’in, herkesin başınageldi.” Hesaplarına göre anlaşmanın kazançlı olabilmesi için her yeniPixar filminin 1,3 milyar dolarlık hasılat yapması gerekiyordu. “Bunubiliyor olmam Steve’i deliye döndürdü,” dedi Eisner sonradan.

Odadan çıkmasından sonra Iger, onun savlarını birer birer çürüttü.“Size o sunumdaki tersliği söyleyeyim,” diye söze başladı. Yönetimkurulu ikisini de dinledikten sonra, Iger’ın önerdiği teklifi onayladı.

539/728

Iger uçakla Emeryville’e gidip Jobs’la buluştu; anlaşmayı Pixarçalışanlarına birlikte ilan edeceklerdi. Ama önce Jobs, Lasseter ve Cat-mull’la baş başa oturdu. “Şüpheleriniz varsa,” dedi, “onlara hayırteşekkürler deyip bu anlaşmayı iptal ederim.” Tamamen samimideğildi. Söylediği şeyi yapması bu aşamada neredeyse imkânsızdı.Ama yine de hoş bir jestti. “Benim için sorun yok,” dedi Lasseter. “An-laşalım.” Catmull da hemfikirdi. Hep birlikte kucaklaştılar ve Jobsağladı.

Sonra herkes atriyumda toplandı. “Disney Pixar’ı satın alıyor,” diyebildirdi Jobs. Ağlayan birkaç kişi oldu; ama Jobs anlaşmayı açık-ladıkça, şirket çalışanları bunun bazı açılardan bir ters edinim olduğunufark etmeye başladılar. Catmull, Disney animasyon bölümünün başınageçecekti; Lasseter ise bölümün baş yaratıcı yönetmeni olacaktı.Sonunda tezahüratlar başladı. Jobs kenarda duran Iger’ı sahnenin or-tasına davet etti. Iger Pixar’ın özel kültüründen ve Disney’in bu kültürene kadar ihtiyacı olduğundan bahsederken alkış koptu.

“Hedefim sadece muhteşem ürünler üretmek değil, muhteşem şir-ketler kurmak oldu hep,” dedi Jobs sonradan. “Walt Disney bunu yap-mıştı. Disney’le öyle bir şekilde birleştik ki, hem Pixar’ın muhteşem-liğini koruduk, hem de Disney’in öyle kalmasına yardım ettik.”

540/728

33. Bölüm21. Yüzyıl Mac’leri

Apple’ı Farklı Kılmak

Jobs iBook’la, 1999

Midyeler, Buz Küpleri ve Ayçiçekleri

iMac’in 1998’de piyasaya sürülmesinden beri Jobs’la Jony Ive caziptasarımı Apple bilgisayarlarının alametifarikası haline getirmişlerdi.Turuncu midyeye benzeyen bir laptop ve buz küpünü andıran, Zenhavası taşıyan bir profesyonel masaüstü bilgisayar vardı. Artıkgardırobun arkalarına tıkılmış İspanyol paça pantolonlar gibi, bu mod-ellerden bazıları da artık eskisi kadar iyi görünmüyorlardı ve tasarım-larına özen gösterilirken bazen abartılmış gibiydi. Yine de Apple’ıfarklı kıldılar ve bir Windows dünyasında varlığını sürdürebilmesi içingerekli tanıtımı sağladılar.

2000’de piyasaya sürülen Power Mac G4 Cube öyle göz alıcıydı kibir tanesi New York Modern Sanatlar Müzesi’ne kondu. Kleenex ku-tusu büyüklüğündeki, sekiz inçlik bu kusursuz kutu Jobs’ın estetiğininsafi ifadesiydi. Derinliği sadeliğinden kaynaklanıyordu. Yüzeyindedüğmeler yoktu. CD tepsisi yoktu, çok dikkat çekmeyen bir slot vardısadece. Ve tıpkı orijinal Macintosh gibi bunda da fan yoktu. Safi Zen.

“Dış görünüşüne o kadar özen gösterilmiş bir şey görünce ‘Vay be,içine de cidden epey özen göstermişlerdir herhalde,’ diye düşünür in-san,” dedi Jobs Newsweek’e. “Gereksiz şeyleri eleyerek ilerleriz.”

G4 Cube gösterişsizliğiyle neredeyse gösterişliydi ve güçlü bir bil-gisayardı. Ama başarılı olmadı. Lüks bir masaüstü bilgisayar olaraktasarlanmıştı, ama Jobs hemen her ürünü gibi onu da kitlesel pazar-lanabilecek bir şeye dönüştürmek istedi. Sonunda Cube iki pazarda daçok satmadı. Profesyonel kullanıcılar masalarına mücevhere benzer birheykel aramıyorlardı, kitle pazarı tüketicileriyse sade ve sıradan birmasaüstü bilgisayarın fiyatının iki mislini ödemeye hevesli değillerdi.

Jobs Apple’ın her çeyrekte 200.000 Cube satacağını tahmin etmişti.Oysa bir sonraki çeyrekte 30.000’den az sattı. Jobs tıpkı NeXT bilgisa-yar gibi Cube’un da tasarımını ve fiyatını abarttığını sonradan kabuletti. Ama dersini yavaş yavaş öğreniyordu. iPod gibi cihazları üretirkenmaliyetleri kontrol altında tutacak ve ürünleri zamanında ve bütçeyiaşmadan tamamlayıp piyasaya sürmek için gerekli tavizleri verecekti.

Kısmen Cube’un satışlarının kötü gitmesi yüzünden, Apple’ın Eylül2000’deki gelirleri hayal kırıklığına uğratıcıydı. Tam o sıralar teknolojibalonu patlamaktaydı ve Apple’ın eğitim pazarı daralıyordu. Şirketinhisse fiyatı 60 doların üstündeyken bir günde %50 düştü, Aralıkbaşındaysa 15 doların altındaydı.

Bunların hiçbiri Jobs’ı çarpıcı, hatta dikkat dağıtıcı yeni tasarımlardadiretmekten alıkoymadı. Düz ekran monitörler ticari açıdan makul halegelince Jobs iMac’in, Jetgiller çizgi filminden çıkıp gelmiş gibi görün-en yarı saydam masaüstü bilgisayarın yerine başka bir şey geçirmeninvaktinin geldiğine karar verdi. Ive iç donanım parçaları düz ekranınarka tarafına yerleştirilmiş, nispeten alışılagelmiş bir modelle. Jobsbunu beğenmedi. Pixar’da ve Apple’da sık sık yaptığı gibi, sağlam ka-fayla düşünmek için frene bastı. O tasarımda saflık olmadığınıhissediyordu. “Düz ekran monitör kullanacaksak neden bütün bu

542/728

parçaları arkasına yerleştiriyorsun ki?” diye sordu Ive’a. “Her öğeninkendine sadık olmasını sağlamalıyız.”

Jobs bu meseleyi düşünmek için o gün erkenden evine gitti, sonra daIve’ı arayıp çağırdı. Bahçeye girdiler; Jobs’ın karısı oraya bol bolayçiçeği ekmişti. “Her sene bahçede bir çılgınlık yaparım, o zaman dabir sürü ayçiçeği ekmiştim ve ayçiçeklerinden bir çocuk evi yap-mıştım,” diye anımsıyordu. “Jony ile Steve tasarım meselesinikonuşuyorlardı; Jony ‘Peki ekran ayçiçeği gibi olsa, tabanından ayrıolsa?’ diye sordu. Heyecanlanıp çizmeye başladı.” Ive tasarımlarınınbir öykü ifade etmesinden hoşlanırdı ve ayçiçeği şeklinin bir mesajvereceğini fark etmişti; akıcılığı ve esnekliği ile güneşe uzanabilecekbir düz ekran.

Ive’ın yeni tasarımındaki Mac ekranı hareket ettirilebilir bir kromboyna takılıydı, dolayısıyla yalnızca ayçiçeğine değil fırlama bir Luxolambaya da benziyordu. Hatta John Lasseter’in Pixar’da yaptığı ilk kısafilmdeki Küçük Luxo’nun eğlenceli duruşuna sahipti. Apple bu tas-arımın birçok patentini aldı ve bunların çoğunda mucit olarak Ive’ınadı geçse de Jobs bir tanesine -“bir düz ekran monitöre tutturulmuşhareket ettirilebilir bir düzeneğe sahip bilgisayar sistemi”nin patentine-baş mucit olarak kendi adını yazdırdı.

Apple’ın bazı Macintosh tasarımları şimdi bakınca biraz fazla şiringelebilir. Ama diğer bilgisayar üreticileri de tam tersi uçtaydılar. Yeni-likçi olması beklenen o endüstriye ucuz tasarlanmış, birbirinin benzeri,kutu şeklinde kasalar egemendi. Dell, Compaq ve HP gibi şirketlermavi renk ve farklı şekiller kullanarak birkaç deneme yapıp başarısızolunca, bilgisayarları yurtdışında imal edip maliyeti düşürerek onlarımetalaştırmışlardı. Cüretkâr tasarımlar ve iTunes’la iMovie gibi nefeskesici uygulamalar sunan Apple, yenilikçi tek şirketti.

İçinde Intel Var

543/728

Apple’ın yenilikleri sadece yüzeysel değildi. IBM ve Motorola or-taklığıyla üretilen PowerPC adlı bir mikroişlemciyi kullanıyordu1994’ten beri. Bunun birkaç yıllığına Intel çiplerinden hızlı olması,Apple’ın esprili reklamlarında belirttiği bir avantajdı. Ancak Jobs geridöndüğünde Motorola çipin yeni versiyonlarını üretmekte gecikmişti.Jobs’la Motorola CEO’su Chris Galvin bu yüzden tartıştılar. Jobs1997’de Apple’a döndükten sonra Macintosh işletim sisteminin lis-ansını klon üreticilerine vermeyi kesmekte karar kılınca, Galvin’e Mo-torola’nın klonu olan, Mac uyumlu StarMax’e istisna yapmayı düşüne-bileceğini, ama bunun için Motorola’nın laptoplar için yeni PowerPCçipleri geliştirmeyi hızlandırması gerektiğini söyledi. Tartışmaalevlendi. Jobs Motorola’nın çiplerinin berbat olduğunu söyledi. Galv-in de sinirli bir insandı ve tepki gösterdi. Jobs telefonu onun yüzünekapadı. Motorola StarMax iptal edildi ve Jobs, Apple’ın Motorola/IBMPowerPC çipini bırakıp Intel’inkini kullanmasını planlamaya başladıgizlice. Bu kolay iş değildi. Yepyeni bir işletim sistemi yazmayabenziyordu.

Jobs yönetim kuruluna iktidar vermese de toplantılarda fikir alışverişiyapılıyordu ve stratejiler tartışılıyordu; Jobs bir beyaztahtanın önündedurup doğaçlama gelişen tartışmaları yönetiyordu. Yöneticiler Intel mi-marisine geçip geçmemeyi on sekiz ay tartıştılar. “Uzun uzunkonuştuk, bir sürü soru sorduk ve sonunda hepimiz bunun yapılmasıgerektiğine karar verdik,” diye anımsıyordu yönetim kurulu üyesi ArtLevinson.

O zamanlar Intel’in başkanı olan ve sonradan CEO’su olacak PaulOtellini, Jobs’la görüşmeye başladı. Jobs’ın NeXT’i yaşatmaya çabal-adığı dönemde tanışmışlardı ve Otellini’ye göre Jobs o sıralar “küs-tahlığını bir süreliğine dizginlemişti”. İnsanları soğukkanlı ve alaycı birgözle değerlendiren Otellini, 2000’lerin başlarında Apple’daki Jobs’laiş görüşmeleri yapmaya başlayıp da “yine agresifleştiğini ve öncekikadar mütevazı olmadığını” keşfedince rahatsız olmadı, tersine bunueğlenceli buldu. Jobs diğer bilgisayar üreticileriyle de iş yapan Intel’in

544/728

onlara verdiğinden daha düşük bir fiyat istiyordu. “Orta yolu bulmakiçin epey yaratıcı olmamız gerekti,” dedi Otellini. Pazarlığın çoğunuJobs’ın yeğlediği şekilde uzun yürüyüşlere çıkarak yaptılar; bazenStanford kampüsünün yukarısındaki, Çanak adıyla bilinenradyoteleskoba çıkan yollarda yürüdüler. Jobs her yürüyüşün başındabir öykü anlatıyor ve bilgisayarların evrim geçirdiğinden bahsediyordu.Sonundaysa rakamlar konusunda pazarlık yapıyordu.

“Intel, Andy Grove’la Craig Barrett tarafından yönetildiği dönemdenyeni çıkmıştı ve zor bir partner olarak tanınıyordu,” dedi Otellini. “BenIntel’in birlikte çalışılabilecek bir şirket olduğunu göstermek istiy-ordum.” Dolayısıyla Intel’in bir uzman ekibi Apple’la birlikte çalıştı vedönüşümü altı ay erken halletmeyi başardılar. Jobs Otellini’yi Apple’ın100 en üst düzey yöneticisinin gittiği tatil yerine davet etti; Otelliniorada Intel’in tavşan kostümünü andıran ünlü laboratuvar önlükler-inden birini giydi ve Jobs’ı sımsıkı kucakladı. 2005’te anlaşmaları ilanedilirken, normalde insanlara mesafeli davranan Otellini bu eylemiyineledi. “Apple’la Intel sonunda birlikteler,” yazısı belirdi devekranda.

Bill Gates çok şaşırmıştı. Çılgınca renkli kasalar tasarlanması pek il-gisini çekmiyordu. Ama bir bilgisayarın CPU’sunun sorunsuz birşekilde ve zamanında, gizlice değiştirilmesini gerçekten takdir etti.“Mikroişlemci çipimizi değiştireceğiz ve hiç sorun çıkmayacak deseninanmazdım,” dedi bana yıllar sonra, kendisine Jobs’ın nelerbaşardığını sorduğumda. “Ama onlar bunu yaptılar.”

Opsiyonlar

Jobs’ın tuhaflıklarından biri paraya olan yaklaşımıydı. 1997’deApple’a geri dönünce kendini yılda bir dolara, kendisinden çok şirketiiçin çalışan biri olarak gösterdi. Yine de kendisine yönetim kurulu ko-mitesi değerlendirmeleri ve performans kriterleri gözetilmeksizinbüyük opsiyon bağışları yapılmasını -Apple’ın yüksek miktarda hisse

545/728

senedini önceden belirlenen bir fiyattan alma hakkının verilmesini- ka-bul etti.

2000’in başında, ünvanındaki “geçici” ibaresini kaldırıp da resmenCEO olunca, Ed Woolard’la yönetim kurulu ona büyük bir bağış teklifettiler (uçağın yanı sıra); Jobs oluşturmaya özen gösterdiği parayıönemsemez imajına ters davranıp da yönetim kurulunun teklif et-tiğinden bile daha çok opsiyon isteyince Woolard afalladı. Ama Jobs’ınopsiyonları almasından kısa süre sonra, bunun boşuna olduğu ortayaçıktı. Apple hissesinin Eylül 2000’de çakılması -Cube’un hayalkırıklığı yaratan satışları ve internet balonunun patlaması yüzünden-,opsiyonları değersizleştirdi.

Fortune’un Haziran 2001 sayısının kapak teması “CEO’lara SaçılanBüyük Paralar”da fazla para alan CEO’lardan bahsedilmesi durumuiyice kötüleştirdi. Kapak fotoğrafında Jobs kurnazca gülümsüyordu.Opsiyonlarının değeri o sıralar çok düşük olsa da, Black-Scholeseşitliğiyle fiyatlandırıldıklarında 872 milyon doları buluyordu. Fortunebunun “açık arayla”, şimdiye kadar bir CEO’ya verilmiş en büyüktazminat paketi olduğunu söylüyordu. Olabilecek en kötü durumdu bu.Jobs dört yıl boyunca çalışıp didinerek Apple’ın durumunu düzeltmes-inin karşılığında neredeyse hiç para kazanmamıştı, ama açgözlüCEO’ların poster çocuğu olmuştu, ikiyüzlü biri gibi gösterilmişti vekişisel imajı zedelenmişti. Editöre zehir zemberek bir mektup yazıp op-siyonlarının “değerinin sıfır olduğunu” söyledi ve onları 872 milyondolar değer biçen Fortune’a bu meblağın yarısına satmayı teklif etti.

Bu arada Jobs yönetim kurulunun kendisine büyük bir opsiyon bağışıdaha yapmasını istiyordu, elindekiler değersiz göründüğünden. Hede-finin zengin olmaktan çok hak ettiği takdiri görmek olduğunu yönetimkuruluna ve muhtemelen kendi kendine de ısrarla söylüyordu. “Meselepara değildi aslında,” dedi sonradan, opsiyonlarla ilgili bir SEC davas-ında ifade verirken. “Herkes kendisiyle eşit düzeydeki insanlartarafından takdir edilmek ister... Ben yönetim kurulunun beni pek

546/728

takdir etmediğini hissediyordum.” Opsiyonları battığından, kendisi ta-lepte bulunmadan yönetim kurulunun ona yeni bir bağışta bulunmasıgerektiğini düşünüyordu. “İşimi gayet iyi yaptığımı düşünüyordum.Öyle bir şey yapmaları kendimi iyi hissettirirdi.”

Bizzat seçtiği yönetim kurulu üstüne titriyordu. Dolayısıyla Ağustos2001’de, hisse fiyatı 18 doların biraz altındayken, ona bir büyük bağışdaha yapmaya karar verdiler. Mesele şuydu ki, Jobs özellikle For-tune’da çıkan yazıdan sonra imajı konusunda kaygılanıyordu. Yenibağışı ancak yönetim kurulu onun eski opsiyonlarını aynı anda iptalederse kabul etmek istiyordu. Ama bu muhasebe sorunlarına yolaçardı, çünkü pratikte eski opsiyonların yeniden fiyatlandırılması an-lamına gelirdi. Bu da şirket varlıklarının değer kaybetmiş görünmesineyol açardı. Bu “değişken muhasebe” sorunundan sakınmanın tek yoluJobs’ın eski opsiyonlarını, yeni opsiyonlarının bağışlanmasından en azaltı ay sonra iptal etmekti.

Jobs yeni opsiyonları kabul etmeye ve eskilerinin iptal edilmesi içinaltı ay beklemeye 2001 Aralığı’nın ortasında nihayet razı oldu. Amaaradan geçen sürede hisse fiyatı (bölünme beklentisiyle) 3 dolar yük-selip 21 dolar civarına çıkmıştı. Dolayısıyla işlem fiyatı bu yeni sevi-yeden belirlenirse Jobs hisse başına 3 dolar zarar edecekti. Apple’ınbaş hukuk müşaviri Nancy Heinen yakın zamandaki hisse fiyatlarınabaktı ve Ekim’deki, hisse fiyatının 18,30 dolar olduğu bir tarihinseçilmesine yardım etti. Ayrıca yönetim kurulunu bağışı o tarihte yap-mış gibi göstermenin ayrıntılarını gözden geçirip onayladı. Sözleşmeyeeski tarih konması Jobs’a 20 milyon dolar kazandırma potansiyelitaşıyordu.

Sonunda yine Jobs’ın adı kötüye çıkacaktı ve cebine beş kuruşgirmeyecekti. Apple’ın hisse fiyatı düşmeyi sürdürdü ve 2003Martı’nda yeni opsiyonlar bile öyle batıktı ki Jobs hepsini 75 milyondolarlık hisseyle takas etti; 1997 ila 2006’da çalıştığı her sene içinaşağı yukarı 8,3 milyon dolarlık hisse almış oluyordu böylelikle.

547/728

Wall Street Journal 2006’da, eski tarih konan hisse opsiyonlarıyla il-gili etkileyici bir yazı dizisi yayınlamasa bütün bunların önemi olmaya-caktı. Apple’ın adı geçmese de yönetim kurulu üç üyeden -Al Gore,Google’dan Eric Schmidt ve IBM’le Chrysler’ın eski baş mali işlergörevlisi Jerry York- oluşma bir kurulu, kendi uygulamalarını soruştur-ması için atadı. “Steve’in kusuru varsa örtbas etmemeyi baştan karar-laştırdık,” diye anımsıyordu Gore. Komite Jobs’a ve diğer bazı üstdüzey yöneticilere yapılan bağışlarda uygunsuzluklar tespit etti ve bul-guları hemen SEC’e bildirdi. Raporda Jobs’ın eski tarih yazıldığınınfarkında olduğu, ama bundan mali kazanç sağlamadığı söyleniyordu.(Disney’deki bir yönetim kurulu komitesi de Jobs’ın başta olduğuzamanlarda Pixar’da benzer şekilde bazı opsiyonlara eski tarihatıldığını keşfetti.)

Eski tarih uygulaması konusunda kanun muğlaktı, özellikle de tarihifarklı gösterilen bağışlardan Apple’daki kimse kazanç sağlamadığıiçin. SEC sekiz ay boyunca kendi soruşturmasını yürüttü ve Nisan2007’de, “kısmen Apple’ın Komisyon soruşturmasına hızlı, geniş çaplıve sıra dışı katkıları ve [kendini] vakit geçirmeden rapor etmesi se-bebiyle”, Apple’a dava açmayacağını açıkladı. Her ne kadar SECJobs’ın eski tarih atılmasından haberdar olduğunu tespit etse de,“muhtemel finansal sonuçlardan habersiz olduğuna” hükmederek onusuçsuz buldu.

Ancak SEC yönetim kurulu üyesi olan eski CFO Fred Anderson’a vebaş hukuk müşaviri Nancy Heinen’e dava açtı. Geniş çeneli ve sonderece ilkeli bir adam olan emekli Hava Kuvvetleri yüzbaşısı Ander-son, Apple’da insanları sağduyuya davet eden ve sakinleştiren biriolmuştu; Jobs’ın sinir krizlerini yatıştırabilmesiyle tanınıyordu. SEConu bir bağışın (Jobs’a yapılan değil) belgelerini hazırlarken“ihmâlkar” davranmakla suçladı sadece ve şirketlerin yönetim kurul-larında görev yapmayı sürdürmesine izin verdi. Yine de Andersonsonunda Apple yönetim kurulundan istifa etti. Yönetim kurulu to-plantısında, Gore’un komitesi bulgularından bahsederken o ve Jobs

548/728

odadan çıkarılmışlardı ve Anderson Jobs’ın ofisinde onunla baş başabeklemişti. Bir daha konuşmadılar.

Anderson günah keçisi yapıldığını düşünüyordu. SEC’le uzlaştıktansonra avukatı Jobs’ı kısmen suçlayan bir açıklama yaptı. Anderson’ın“Bay Jobs’ı idari ekip bağışının yönetim kuruluyla anlaşmanınyapıldığı tarihe göre fiyatlandırılması gerektiği, yoksa bunun muhasebesorunları doğurabileceği konusunda uyardığını”, Jobs’ınsa “yönetimkurulunun onay verdiği” karşılığını verdiğini söyledi.

Kendisine yöneltilen suçlamaları başta reddeden Heinen sonundauzlaşmak ve ceza ödemek zorunda kaldı. Aynı şekilde şirket dehissedarların dava açmasından sonra uzlaşarak 14 milyon dolar tazmin-at ödemeyi kabul etti.

Tazmin meselesi Jobs’ın park etme konusundaki tuhaflığını akla ge-tiriyordu bazı açılardan. “CEO’ya özel” park yeri gibi ayrıcalıkları red-detse de, engelli yerlerine park etmeye hakkı olduğunu varsayıyordu.Yılda 1 dolara çalışmaya razı gibi görünmek istiyordu (hem kendine,hem de başkalarına), ama aynı zamanda kendisine büyük hissebağışları yapılmasını istiyordu. Karşıkültür asisiyken girişimci işadamına dönüşmenin çelişkilerini barındırıyordu, kendini satmadığınave işini para için yapmadığına inanmak istiyordu.

549/728

34. BölümBirinci Raunt

Memento Mori

Elli yaşındayken (ortada), Laurene Powell Eve’i tutuyor,

Eddy Cue, John Lasseter (fotoğraf makineli) ve Lee Clow (sakallı).

Kanser

Jobs kanser olmasını 1997’den itibaren hem Apple’ı, hem Pixar’ıyönetirken çok yıpranmasına yoracaktı sonradan. İki şirket arasındakoştururken böbrek taşları gibi rahatsızlıklar yaşamıştı ve evegeldiğinde neredeyse konuşamayacak kadar yorgun oluyordu. “Bukanser o zaman başladı herhalde, çünkü o sıralar bağışıklık sistemimepey zayıftı,” dedi.

Yorgunluğun veya bağışıklık sisteminin zayıflığının kansere yolaçtığının kanıtı yok. Ama böbrek sorunları kanserinin tespit edilmesinidolaylı yoldan sağladı. Kendisini tedavi eden ürologla Ekim 2003’tekarşılaştığında kadın ondan böbrekleriyle üreterinin bilgisayarlı tomo-grafisini istedi. Jobs beş yıldır tomografi çektirmiyordu. Yeni tomo-grafide böbreklerinde terslik çıkmadı, ama pankreasında bir gölgevardı, dolayısıyla ürolog ona pankreasını muayene ettirmesini söyledi.Jobs bunu yapmadı. Üstünde düşünmek istemediği verileri göz ardı

etmekte iyiydi her zamanki gibi. Ama kadın ısrar etti. “Steve, bu ger-çekten önemli,” dedi birkaç gün sonra. “Muayene olman gerek.”

Kadının sesi Jobs’ı harekete geçirecek kadar telaşlıydı. Jobs bir sabaherkenden muayeneye gitti ve doktorlar tomografiyi inceledikten sonraonunla görüşüp kötü haberi verdiler, pankreasında tümör olduğunusöylediler. Hatta bir tanesi hayatındaki yarım kalmış işleri tamam-lamasını tavsiye etti; Jobs’ın sadece birkaç aylık ömrü kaldığınısöylüyordu kibarca. O akşam boğazından bağırsaklarına endoskop in-direrek pankreasındaki tümörden iğneyle birkaç hücre aldılar. Powellkocasının doktorlarının sevince kapıldıklarını anımsıyor. Tümörün birislet hücre ya da pankreatik nöroendokrin tümörü olduğu anlaşıldı, kibunlar nadir görülür ama daha yavaş büyüdüklerinden tedavileri dahamümkündür. Jobs tümör o kadar erken -rutin bir böbrek muayenesisırasında- keşfedildiği için şanslıydı; tümör yayılmadan ameliyatlaalınabilirdi.

İlk aradığı kişilerden biri, Hindistan’daki aşramda tanıştığı LarryBrilliant oldu. “Hâlâ Tanrı’ya inanıyor musun?” diye sordu Jobs ona.Brilliant inandığını söyleyince Hindu guruları Neem Karoli Baba’nınöğrettiği, Tanrı’ya giden çeşitli yollardan bahsettiler. Sonra BrilliantJobs’a sorunun ne olduğunu sordu. “Kanserim,” diye karşılık verdiJobs.

Apple yönetim kurulunda olan Art Levinson’ın, kendi şirketi Gen-entech’in yönetim kurulu toplantısında başkanlık yaparken cep tele-fonu çaldı ve ekranda Jobs’ın ismi belirdi. Levinson ara verilir veril-mez Jobs’ı geri aradı ve tümör haberini aldı. Kanser biyolojisi ko-nusunda bilgiliydi ve firması kanser ilaçları üretiyordu, dolayısıylaJobs’ın danışmanı haline geldi. Kendisi de prostat kanserini yenmişolan Intel’den Andy Grove da aynı şekilde gönüllü danışman oldu.Jobs o Pazar günü onu arayınca Grove Jobs’ın evine gelip iki saatkaldı.

551/728

Jobs kabul gören tek tıbbi yaklaşımı, yani tümörün ameliyatla alın-masını reddederek arkadaşlarıyla karısını dehşete düşürdü. “Vücudumukesip açmalarını hiç istemiyordum, bu yüzden başka birkaç şey dene-dim,” diye anımsıyordu biraz pişmanlıkla, yıllar sonra benimlekonuşurken. Katı bir vegan diyetine başladı, bol bol taze havuçlameyve suyu tüketti. Bu rejime akupunkturu, çeşitli şifalı otları ve aradasırada internette rastladığı ya da ülkenin dört bir tarafındaki, danıştığıinsanların (bir medyum da dahil olmak üzere) bahsettiği tedavileriekledi. Güney California’da bir doğal tedavi kliniğini işleten ve or-ganik bitkilerin, meyve suyu oruçlarının, bağırsakları sık sık temizle-menin, hidroterapinin ve her türlü negatif hissi ifade etmenin öneminivurgulayan bir doktordan etkilendi bir süre.

“Temel mesele vücudunun kesilip açılmasına gerçekten hazırolmamasıydı,” diye anımsıyordu Powell. “İnsanı böyle bir şeye ikna et-mek güçtür.” Yine de denedi. “Vücut ruha hizmet için vardır,” iddi-asında bulundu. Arkadaşları Jobs’a ameliyat olmasını ve kemoterapitedavisi görmesini söylediler ısrarla. “Steve kendini iyileştirmek için atboku, at boku kökü gibi şeyler yemeye çalıştığı sıralarda benimlekonuştu ve ona deli olduğunu söyledim,” diye anımsıyordu Grove.Levinson Jobs’a “her gün yalvardığını” ve “onunla iletişim kur-amamanın son derece can sıkıcı olduğunu” söyledi. Tartışmalarıyüzünden arkadaşlıkları bitecekti neredeyse. Jobs diyet tedavilerindenbahsedince Levinson “Kanser öyle bir şey değildir,” diyordu ısrarla.“Ameliyat olmadan ve onu toksik kimyasallar bombardımanınatutmadan kurtulamazsın.” Beslenmeye dayalı alternatif tedavi yön-temlerinde çığır açmış diyet doktoru Dean Ornish bile Jobs’la uzun biryürüyüşe çıktı ve bazen modern tıbbın en doğru seçenek olduğunu ıs-rarla anlatmaya çalıştı. “Gerçekten ameliyata ihtiyacın var,” dediOrnish ona.

Jobs Ekim 2003’te teşhis konmasından sonra dokuz ay direndi.Bunun bir sebebi gerçekliği çarpıtma sahasının karanlık tarafıydı.“Bence Steve dünyanın belirli bir şekilde olmasını öyle çok istiyor ki,

552/728

dünyayı iradesiyle öyle kılmaya çalışıyor,” diye yorumda bulundu Lev-inson. “Bazen işe yaramıyor. Gerçeklik amansız.” Jobs’ın muhteşemodaklanma yeteneğinin olumsuz tarafı, uğraşmak istemediği şeyleri fil-trelemeye korkutucu bir şekilde hevesli olmasıydı. Bu pek çok büyükbaşarısını mümkün kılsa da ters tepebilirdi. “Yüzleşmek istemediğişeyleri görmezden gelme yeteneğine sahip,” diye açıkladı karısı. “Miz-acı öyle.” Jobs ailesi ve evliliğiyle ilgili kişisel meselelere, mühendislikve ticari sorunlarla ilgili mesleki meselelere, sağlık ve kanserle ilgilimeselelere sırtını dönüveriyordu bazen.

Karısının “sihirli düşünüş” dediği şeyin – yani dünyayı iradesiyle is-tediği şekle sokabileceği varsayımının ödülünü aldığı zamanlarolmuştu. Ama bu yaklaşım kanserde işe yaramıyordu. Powell onunfikrini değiştirmek için, kız kardeşi Mona Simpson dahil olmak üzereçevresindeki herkesin yardımına başvurdu. Nihayet Temmuz 2004’teJobs’a tümörün büyüdüğünü ve muhtemelen yayıldığını gösteren birtomografi gösterildi. Bunun üzerine Jobs gerçeklikle yüzleşmekzorunda kaldı.

31 Temmuz 2004 Cumartesi günü Stanford Üniversitesi TıpMerkezi’nde ameliyat oldu. “Whipple prosedürü”, yani pankreasınyanı sıra midenin büyük bir bölümüyle bağırsağın bir kısmının alın-ması işlemi tam anlamıyla uygulanmadı. Doktorlar bu prosedürü uygu-lamayı düşündülerse de sonunda daha az radikal bir yaklaşımda, modi-fiye bir Whipple’da karar kılarak pankreasın bir kısmını aldılar sadece.

Jobs ertesi gün çalışanlarına bir e-posta göndererek -hastaneodasındaki PowerBook’unu kullandı-, ameliyat olduğunu haber verdi.Onları kendisindeki pankreas kanseri tipinin “her sene teşhis edilenpankreas kanseri vakalarının aşağı yukarı %1’ini teşkil ettiği vezamanında (benimki gibi) saptanırsa cerrahi operasyonla iyileştire-bildiği” konusunda temin etti. Kemoterapi veya radyasyon tedavisigörmesine gerek olmadığını ve Eylül başında işe geri dönmeyi plan-ladığını söyledi. “İşlerden geri kalmayalım diye, yokluğumda günlük

553/728

operasyonlardan Tim Cook sorumlu olacak,” diye yazdı. “BazılarınızaAğustos’ta bol bol telefon edeceğime eminim ve Eylül’de sizlerlegörüşmeye can atıyorum.”

Ameliyatın bir yan etkisi Jobs için sorun olacaktı, ergenliğinden berisaplantılı bir şekilde uyguladığı diyetleri ve tuhaf arınma ve oruç rutin-leri yüzünden. Pankreas midenin gıdaları sindirip besleyici maddeleriözümsemesini sağlayan enzimleri ürettiğinden, bu organın bir kısmınıalmak yeterli protein alımını güçleştirir. Hastalara sık sık yemekyemeleri ve besleyici bir diyet uygulamaları, çeşitli et ve balık protein-lerinin yanı sıra tam yağlı süt ürünleri tüketmeleri önerilir.

Jobs hastanede iki hafta kaldı ve ardından gücünü geri kazanmayaçabaladı. “Geri döndüğümü ve şu sallanan sandalyeye oturduğumuhatırlıyorum,” dedi bana, oturma odasındaki sallanan sandalyeyigöstererek. “Yürüyecek enerjim yoktu. Evin etrafını turlamaya ancakbir hafta sonra başlayabildim. Kendimi birkaç sokak ilerideki bahçelereve ardından daha öteye kadar yürümeye zorladım ve altı ay içindeenerjimin neredeyse tamamını geri kazandım.”

Maalesef kanser yayılmıştı. Doktorlar ameliyat sırasında üç tanemetastaz buldular. Dokuz ay önce ameliyat yapsalar kanseriyayılmadan önce durdurabilirlerdi belki, gerçi bunu asla bilemeye-ceklerdi. Jobs’ın kemoterapi tedavisine başlaması, beslenme ko-nusunda yaşadığı sıkıntıları iyice arttırdı.

Stanford Mezuniyet Konuşması

Jobs kansere karşı vermekte olduğu mücadeleyi gizli tuttu -herkese“iyileştiğini” söyledi-, tıpkı Ekim 2003’te konan kanser teşhisini gizlituttuğu gibi. Bu gizlilik şaşırtıcı değildi. Jobs’ın mizacının parçasıydı.Esas şaşırtıcı olan, sağlık durumunu açıklıkla kamuyla paylaşmakararıydı. Ürün lansmanları dışında nadiren konuşma yapsa da, Stan-ford’un Haziran 2005’te mezuniyet konuşması yapması teklifini kabul

554/728

etti. Kanser teşhisi konulduğundan beri düşünceli bir hal almıştı ve elliyaşına basıyordu.

Yapacağı konuşma için dahi senarist Aaron Sorkin’den (Birkaç İyiAdam, West Wing) yardım istedi. Sorkin bunu kabul edince Jobs onabazı fikirlerini yolladı. “Bu Şubat’taydı ve sonra haber almayınca Nis-an’da tekrar yazdım, ‘Ha, evet,’ dedi, ben de birkaç fikrimi dahagönderdim,” dedi Jobs. “Sonunda onunla telefon görüşmesi yapmayıbaşardım; ‘Hı hı,’ deyip duruyordu, ama sonunda Haziran başı geldiçattı ve bana hâlâ bir şey göndermemişti.”

Jobs paniğe kapıldı. Kendi sunumlarını bizzat yazmıştı hep, ama ilkkez mezuniyet konuşması yapacaktı. Bir gece oturup konuşmayı karısıdışında kimseden yardım almadan, bizzat yazdı. Sonunda ortaya çıkanmetin son derece samimi ve sadeydi; mükemmel bir Steve Jobsürününün yalınlığına ve kişiselliğine sahipti.

Alex Haley bir konuşmaya başlamanın en iyi yolunun “Size bir öyküanlatayım,” demek olduğunu söylemişti. Kimse nutuk dinlemeyemeraklı değildir, ama herkes öyküleri sever. Jobs da bu yaklaşımı seçti.“Bugün size hayatımdan üç öykü anlatmak istiyorum,” diye sözebaşladı. “Sadece bu. Çok değil. Üç öykü o kadar.”

İlki Reed Üniversitesi’nden ayrılmasıyla ilgiliydi. “Böylece ilgimiçekmeyen zorunlu dersleri bırakıp, çok daha ilginç görünen dersleregirebilecektim.” İkincisi Apple’dan kovulmasının sonunda kendisi içiniyi olmasıyla ilgiliydi. “Başarılı olmanın ağırlığının yerini sil baştanyapmanın, her şey konusunda çok daha az emin olmanın hafifliği aldı.”Tepede turlayan bir uçağın Jobs’a “bütün elektronik çöpleri geridönüşümlü kullanmasını” öğütleyen bir pankart taşımasına karşınöğrenciler sıra dışı bir şekilde pür dikkat dinliyorlardı, ama en çoküçüncü öykü ilgilerini çekti. Bu öykü kanser teşhisi konmasıyla vebunun getirdiği farkındalıkla ilgiliydi.

555/728

Yakında öleceğimi anımsamak, hayatta önemli seçimler yapmamda en büyükyardımcım oldu şimdiye kadar. Çünkü neredeyse her şey – bütün dış beklentiler,gurur, rezil olma ya da başarısızlık korkusu – bütün bunlar ölümün karşısındaönemsizleşiyor ve geride sadece gerçekten önemli şeyler kalıyor. Öleceğinizi an-ımsamak, kaybedecek bir şeyiniz olduğu yanılgısına düşmekten kurtulmanın eniyi yolu. Zaten çıplaksınız. Yüreğinizi takip etmemeniz için hiçbir sebep yok.

Bu konuşmanın ustalık dolu minimalizmi ona sadelik, saflık vecazibe katıyordu. Antolojilerden YouTube’a dek istediğiniz yere bakın;bundan daha iyi bir mezuniyet töreni konuşması bulamazsınız. Bazılarıdaha önemli olabilirler, örneğin George Marshall’ın 1947’de Har-vard’da yaptığı, Avrupa’yı baştan inşa etme planını ilan ettiğikonuşma; ama hiçbiri daha güzel değil.

Elli Yaşında Bir Aslan

Jobs otuzuncu ve kırkıncı doğumgünlerini Silikon Vadisiyıldızlarıyla ve başka ünlü insanlarla kutlamıştı. Ama 2005’te, kanserameliyatını takiben, Jobs elli yaşına basarken karısının düzenlediği sür-priz partide sadece en yakın dostları ve iş arkadaşları vardı. Parti birarkadaşlarının San Francisco’daki konforlu evinde düzenlendi vebüyük şef Alice Waters kuskuslu İskoç somonu ve bahçede yetişmişsebzeleri kullanarak çeşitli yemekler hazırladı. “Güzel, sıcak ve samimibir partiydi, herkes çocuklarıyla birlikte bir odada oturabiliyordu,” diyeanımsıyordu Waters. “Whose Line Is It Anyway?” şovunun ekibikomedi doğaçlaması yaptı. Jobs’ın yakın arkadaşı Mike Slade veApple’la Pixar’dan iş arkadaşları (Lasseter, Cook, Schiller, Clow, Ru-binstein ve Tevanian dahil olmak üzere) oradaydı.

Cook Jobs’ın yokluğunda şirketi yönetmeyi iyi becermişti. Apple’ınsağı solu belli olmayan çalışanlarının performanslarını yüksek tutmuşve fazla göz önüne çıkmamıştı. Jobs güçlü kişilikleri bir noktaya dekseverdi, ama yardımcılarına asla fazla yetki vermemiş ve sahneyi pay-laşmamıştı. Onun yedeği olmak gerçekten zordu. Çok başarılı olmanızda kötüydü, olmamanız da. Cook bu zor işin altından kalkmayıbaşarmıştı. Yöneticiyken soğukkanlı ve kararlıydı, ama dikkat

556/728

çekmeye ya da övgü toplamaya çalışmıyordu. “Steve’in bütünbaşarıları sahiplenmesine sinir olanlar var, ama ben bunu asla umursa-madım,” dedi Cook. “Açıkçası ismimin asla gazetelerde çıkmamasınıyeğlerim.”

Jobs hastalık izninden dönünce Cook Apple’ın düzgün işlemesinisağlayan ve Jobs’ın sinir krizleri karşısında istifini bozmayan insanrolüne geri döndü. “Steve’in hakkında şunu öğrendim: İnsanlar onunbazı sözlerini yanlış anlıyorlardı, saldırgan davrandığını veya negatifenerji yaydığını düşünüyorlardı, ama aslında tutkusunu gösterme tarzıöyleydi. Ben öyle baktığım için hiçbir tavrını kişisel algılamadım.”Birçok açıdan Jobs’ın taban tabana zıttıydı: Soğukkanlıydı, ruh hallerideğişken değildi ve (NeXT’in tezarusunun ekleyeceği gibi)“mercurial”den çok “saturnine”di. “Ben iyi bir pazarlıkçıyım, ama obenden daha iyidir herhalde, çünkü soğukkanlı bir müşteri o,” dediJobs sonradan. Jobs onu biraz daha övdükten sonra ciddi, ama pek dilegetirmediği bir çekincesinden bahsetti usulca. “Ama Tim bir ürün in-sanı değil temelde.”

2005 sonbaharında Jobs, Cook’u COO yaptı. Birlikte Japonya’yauçuyorlardı. Jobs Cook’a fikrini sormadı. Sadece ona dönüp “SeniCOO yapmaya karar verdim,” dedi.

Jobs’ın eski arkadaşları Jon Rubinstein’la Avie Tevanian -1997restorasyonu sırasında getirilen donanım ve yazılım sorumluları- şir-ketten ayrılmaya karar verdiler. Tevanian epey para kazanmıştı ve artıkçalışmayı bırakmaya hazırdı. “Avie çok akıllı ve iyi bir insan,Ruby’den çok daha sağduyulu ve egosu yüksek değil,” dedi Jobs.“Avie’nin gitmesi bizim için büyük bir kayıp oldu. O eşsiz biri – birdahi.”

Rubinstein ise şirkette huzursuzdu. Cook’un yükselişinden rahatsızolmuştu ve Jobs’ın emrinde dokuz yıl çalışmak onu yıpratmıştı.Giderek daha sık bağrışıyorlardı. Daha temel bir sebep de vardı: Ru-binstein eskiden kendisinin altında çalışan, şimdiyse doğrudan Jobs’a

557/728

rapor veren Jony Ive’la sık sık tartışıyordu. Ive göz kamaştırıcı, amamühendislik kısmı zor tasarımlarla sınırları zorluyordu hep. İşi don-anımın pratik bir şekilde üretilmesini sağlamak olan Rubinstein iseçoğunlukla itiraz ediyordu. İhtiyatlı biriydi. “Sonuçta Ruby HP’dengeldi,” dedi Jobs. “Ve asla derinlere inmedi, agresif değildi.”

Örneğin Power Mac G4’ün kulplarının vidaları meselesi vardı. Ivebelirli bir cilaya ve biçime sahip olmalarına karar vermişti. Ama bununmaliyetinin “astronomik” olacağını ve projeyi haftalarca geciktire-ceğini düşünen Rubinstein, bu fikri veto etti. Onun işi ürünleri teslimetmekti ve bunun için tavizler vermesi gerekiyordu. Bu yaklaşımın mu-citliğe ters olduğunu düşünen Ive hem Rubinstein’ın üstündeki Jobs’a,hem de etrafındaki orta düzey mühendislere gidiyordu. “Ruby bunuyapamazsınız, proje gecikir diyordu; ben de yapabiliriz bence diy-ordum,” diye anımsıyordu Ive. “Yapabileceğimizi biliyordum, çünküürün ekipleriyle ondan gizli konuşuyordum önceden.” Böyle vakalardaJobs, Ive’ın tarafını tutuyordu.

Ive’la Rubinstein’ın bazen itiştikleri, yumruklaşmaya yaklaştıklarıoluyordu. Sonunda Ive Jobs’a “Ya o, ya ben,” dedi. Jobs Ive’ı seçti.Rubinstein artık gitmeye hazırdı zaten. Karısıyla birlikte Meksika’daarazi almıştı ve çalışmaya ara verip orada ev yaptırmak istiyordu.Apple’ın iPhone’unun benzerini üretmeye çalışan Palm’da çalışmayabaşladı sonunda. Palm’ın eski çalışanlarından bazılarını işe almasınaçok sinirlenen Jobs, Palm’ın çoğunluk hissesini satın alan, eski AppleCFO’su Fred Anderson’ın yönetimindeki bir özel sermaye yatırımgrubunun kurucularından olan Bono’ya sitemde bulundu. Bono şu cev-abı yazdı: “Bu konuda sakin olmalısın. The Beatles’ın, Herman and theHermits grubu onların turne ekibinden birini işe aldı diye ortalığı ayağakaldırması gibi bir şey senin yaptığın.” Jobs aşırı tepki verdiğini son-radan kabul etti. “Tamamen başarısız olmaları yarama merhem oldu,”dedi.

558/728

Jobs daha uyumlu ve biraz daha uysal bir yönetim kadrosu kurmayıbaşardı. Bu kadrodaki, Cook’la Ive’ın dışındaki başlıca aktörler iPhoneyazılımından sorumlu Scott Forstall, pazarlamadan sorumlu PhilSchiller, Mac donanımından sorumlu Bob Mansfield, internet hiz-metlerinden sorumlu Eddy Cue ve CFO Peter Oppenheimer’dı. Jobs’ınüst düzey yönetici kadrosundakiler dıştan bakılınca birbirinin aynısıgibi görünseler de -hepsi de orta yaşlı beyaz erkeklerdiler-, tarzlarıfarklı farklıydı. Ive duygusal ve dışavurumcuydu, Cook ise çelik gibisertti. Hepsi de kendilerinden hem Jobs’a saygılı davranmalarının, hemde onun fikirlerine itiraz etmelerinin ve onunla tartışmaya hazır ol-malarının beklendiğini biliyorlardı – korunması güç bir dengeydi bu,ama hepsi de gayet başarılı oldular. “En baştan şunu fark ettim ki,Steve fikrini söylemeyeni eziyordu,” dedi Cook. “Tartışmaların dahaiyi sonuçlara ulaşılmasında önemli olduğunu düşündüğü için karşıtpozisyon alıyor. Yani ona rahatça karşı çıkamazsan şirkette aslatutunamazsın.”

Beyin fırtınası Pazartesi sabahları 9’da başlayan ve üç dört saat sürenYönetim Kadrosu toplantılarında yapılıyordu genellikle. Cook ondakika boyunca çizelgeler gösterip işlerin nasıl gittiğinden bahsediy-ordu, sonra da şirketin her ürünüyle ilgili çeşitli konular konuşuluy-ordu. Gelecekte odaklanılıyordu hep: Her üründe bir sonraki adım neolmalıydı, nasıl yeni şeyler geliştirilmeliydi? Jobs bu toplantılarıApple’da ortak bir misyon paylaşıldığı hissini oturtmak için kullanıy-ordu. Böylece hem kontrol merkezileşiyordu -ve bu, şirketin iyi birApple ürünü gibi tamamen entegre görünmesini sağlıyordu-, hem demerkezsiz şirketlerin başına bela olan, bölümler arası çekişmelersorunu önleniyordu.

Jobs toplantıları odaklanmayı dayatmakta da kullandı. Robert Fried-land’in çiftliğindeyken görevi elma ağaçlarını sağlıklı kalsınlar diyebudamaktı ve Apple’ı da metaforik anlamda buduyordu. Ekiplerin paz-ar kaygıları yüzünden birçok ürüne birden el atmalarını teşvik etmekveya binlerce fikrin gelişmesine izin vermek yerine, Apple’ın bir

559/728

seferde sadece öncelik taşıyan iki üç meselede odaklanmasında diretiy-ordu. “Etrafındaki gürültüye kulaklarını tıkamayı ondan iyi başarabilenbiri yok,” dedi Cook. “Böylece sadece birkaç şeyde odaklanabiliyor vebirçok şeye hayır diyebiliyor. Bunu çok az insan gerçektenbaşarabilir.”

Efsaneye göre, Antik Roma’da muzaffer bir general sokaklardangeçerken bazen peşinden bir uşak gelirdi ve bu uşağın görevi ona“memento mori”, yani öleceğini hatırla demekti. Faniliğin hatırlatıl-ması kahramanın sağduyulu kalmasına, biraz alçakgönüllü olmasınakatkıda bulunurdu. Jobs’a doktorları memento mori demişlerdi, ama bualçakgönüllü olmasını sağlamadı. Tersine, sağlığına kavuşuncaeskisinden de tutkuyla kükremeye başladı, misyonlarını tamamlamakiçin zamanı azmışçasına. Stanford konuşmasında söylediği gibi,hastalığı ona kaybedeceği bir şey olmadığını anımsatmıştı, dolayısıylayoluna tam gaz devam etmeliydi. “Bir misyonu tamamlamak için geridöndü,” dedi Cook. “Artık büyük bir şirketi yönetmesine karşın öylecesurca hamleler yaptı ki, başka kimse öyle davranmazdı sanırım.”

Jobs’ın kişisel tarzının törpülendiğinin, kanserle yüzleşmenin ve elliyaşına basmanın onun canı sıkılınca eskisinden biraz daha az kabal-aşmasına yol açtığının kanıtları görüldü, en azından umuldu birsüreliğine. “Ameliyattan sonra geri döndüğünde insanları eskisi kadaraşağılamıyordu,” diye anımsıyordu Tevanian. “Bir şeyden memnunkalmazsa deli gibi bağırıp çağırabiliyor ve küfredebiliyordu, ama bunukarşısındaki insanı tamamen ezmeden yapıyordu. O insanın işini dahaiyi yapmasını sağlamak için kullandığı yöntemdi bu sadece.” Tevanianbunu söyledikten sonra bir an düşündü ve ardından bir ekleme yaptı.“Bir insanın cidden kötü olduğunu ve gitmesi gerektiğini düşündüğüzamanlar hariç, ki arada sırada öyle düşündüğü oluyordu.”

Ancak sonunda Jobs’ın sertliği geri geldi. İş arkadaşlarının çoğu buhaline alışkın olduklarından, ona tahammül etmeyi öğrenmişlerdi. Asılcanlarını sıkan şey Jobs’ın gazabını yabancılara yöneltmesiydi. “Bir

560/728

keresinde smoothie almak için Whole Foods marketine gitmiştik,” diyeanımsıyordu Ive. “Smoothieyi yaşlı bir kadın hazırlıyordu ve Steve onuepey azarladı. Sonra da acıdı. ‘O yaşlı bir kadın ve bu işi yapmakistemiyor.’ İki tavrının birbirine benzediğini fark etmedi. İkisinde depüristlik yapıyordu.”

Ive Jobs’la birlikte Londra’ya yaptığı bir yolculukta, oteli seçmekgibi nankör bir işi halletmek zorunda kaldı. Jobs’ın bayılacağınıdüşündüğü derin bir minimalizme sahip, sakin, 5 yıldızlı bir butik otelolan The Hempel’ı seçti. Ama odasına girer girmez kendini hazırladıve gerçekten de bir dakika sonra telefonu çaldı. “Odamı hiç beğen-medim,” diye bildirdi Jobs. “Boktan bir oda, haydi gidelim.” Bununüzerine Ive toplanıp resepsiyon masasına gitti; Jobs oradaki resepsiy-onisti fikrini açıkça söyleyerek afallattı. Ive kendisi de dahil olmaküzere çoğu insanın bir şeyi beğenmediklerinde bunu doğrudan söylem-emeye meyilli olduklarını çünkü hoşlanılmak istediklerini fark etti, “kibu aslında kibirden kaynaklanır.” Aslında bu fazla iyi niyetli bir açık-lamaydı. Her halükârda, Jobs öyle bir huya sahip değildi.

Ive içgüdüsel olarak insanlara çok iyi davrandığından, çok sevdiğiJobs’ın neden öyle davrandığını merak etti. Bir akşam bir San Fran-cisco barında, samimi bir ilgiyle öne eğildi ve meseleyi analiz etmeyeçalıştı:

O çok ama çok duyarlı bir insan. Antisosyal davranışlarını ya da kabalığınıvicdansızlık yapan şey bu. Vurdumduymaz ve duyarsız insanların neden kabaolduklarını anlayabilirim, ama duyarlı insanların kabalığına anlam veremem. Birkeresinde ona neden bu kadar sinirli tepkiler verdiğini sordum. “Ama sonra sin-irim geçiyor,” dedi. Küçük bir çocuk gibi bir anda parlayabiliyor ve sonra sakin-leşiyor. Ama bir de canının çok sıkkın olduğu zamanlar var ki samimi fikrim, butip zamanlarda başkalarını inciterek katarsis yapıyor. Ve bence bunu yapmaözgürlüğüne ve hakkına sahip olduğunu düşünüyor. Kendisinin normal toplumsalkurallardan muaf olduğunu düşünüyor. Çok duyarlı olduğundan insanları en çok,en etkili şekilde nasıl inciteceğini tam olarak biliyor. Ve bunu yapıyor. Çok sıkdeğil. Ama bazen.

561/728

Arada sırada, sağduyulu bir iş arkadaşının Jobs’ı kenara çekip sakin-leştirmeye çalıştırdığı oluyordu. Lee Clow bu konuda ustaydı. “Steve,seninle konuşabilir miyim?” diyordu usulca, Jobs birisini başkalarınınönünde küçük düşürünce. Jobs’ın ofisine giriyordu ve herkesin nekadar çok çalıştığından bahsediyordu. “Onları aşağılaman per-formanslarında olumludan çok olumsuz etki yapıyor,” dedi bukonuşmalardan birinde. Jobs özür diliyordu ve anladığını söylüyordu.Ama sonra tekrar öyle davranıyordu. “Ben buyum,” diyordu.

Daha yumuşak davranmaya başladığı bir kişi oldu: Bill Gates. Mi-crosoft 1997’de yaptığı anlaşmaya sadık kalarak, Macintosh için iyiyazılımlar üretmeyi sürdürmüştü. Ayrıca artık eskisi kadar büyük birrakip değildi, çünkü Apple’ın dijital merkez stratejisini taklit etmeyihenüz başaramamıştı. Gates’le Jobs’ın ürünlere ve yenilikçiliğe yak-laşımları birbirinden çok farklıydı, ama rekabetleri ikisinde de şaşırtıcıbir özfarkındalığa yol açmıştı.

Wall Street Journal köşe yazarları Walt Mossberg’le Kara Swisher,Mayıs 2007’de düzenlenecek All Things Digital konferansında onlarlaortak bir röportaj yapmak için kolları sıvadılar. Mossberg önce Jobs’ıdavet etti ve böyle konferanslara pek katılmayan Jobs’ın Gates kabulederse kendisinin de kabul edeceğini söylemesine şaşırdı. Bunu duyanGates de kabul etti. Gates’in Newsweek’ten Steven Levy’ye röportajverirken, Apple’ın Mac’le PC’yi karşılaştıran ve Windows kul-lanıcılarını sıkıcı geri zekâlılar, Mac’i ise daha havalı bir ürün gibigösteren televizyon reklamlarıyla ilgili bir soru karşısında sinirlenmesiaz kalsın bir çuval inciri berbat edecekti. “Neden Mac üstünmüş gibidavranıyorlar bilmiyorum,” dedi giderek öfkelenen Gates. “Böylekonularda dürüstlüğün önemi var mıdır, yoksa cidden havalı olmak is-tediğin zaman yalan söyleyebileceğin anlamına mı gelir? İddialarındaen ufak bir doğruluk payı yok.” Levy yeni Windows işletim sistemiVista’da Mac’in birçok özelliğinin kopyalanıp kopyalanmadığını sor-arak yangına körükle gitti biraz. “Gerçeği önemsiyorsan git araştır, buözellikleri önce kimin sunduğunu görürsün,” diye karşılık verdi Gates.

562/728

“Ama tek istediğin ‘Dünyayı Steve Jobs icat etti, sonra da biz diğer in-sanlar geldik,’ demekse sen bilirsin.”

Jobs Mossberg’i aradı ve Gates’in Newsweek’e söylediklerinebakılırsa bir araya gelmelerinin verimli olmayacağını söyledi. AmaMossberg durumu düzeltmeyi başardı. O akşam birbirleriyletartışmalarını değil samimi bir sohbet etmelerini istiyordu, ama Jobs’ıno gün erken saatlerde Mossberg’e tek başına verdiği röportajda Mi-crosoft’a verip veriştirmesi bunun gerçekleşme ihtimalinin daha düşükgörünmesine yol açtı. Jobs iTunes yazılımının Windows versiyonununneden çok popüler olduğu sorulunca esprili bir yanıt verdi: “Cehen-nemdeki birine bir bardak buzlu su vermek gibi.”

Gates’le Jobs’ın o akşam birlikte röportaja çıkmadan önce kulistegörüşmelerinin vakti geldiğinde Mossberg kaygılıydı. Gates öncegeldi, yardımcısı Larry Cohen’le birlikte; Cohen ona Jobs’ın gündüzsöylediği sözden bahsetmişti. Jobs birkaç dakika sonra salına salınageldi ve buz kovasından bir şişe su kapıp oturdu. Bir iki dakikalık sess-izlikten sonra Gates “Bu durumda ben cehennemden gelen temsilcioluyorum herhalde,” dedi. Gülümsemiyordu. Jobs duraksadı, kurnazgülümsemelerinden birini takındı ve ona buzlu suyu uzattı. Gatesgevşedi ve gerilim kayboldu.

Sonuçta muhteşem bir ikili oldular; dijital çağın iki dahi çocuğubirbirlerinden önce ihtiyatla, sonra sevecenlikle bahsettiler. En akıldakalıcı olansa, seyircilerin arasındaki teknoloji stratejisti Lise Buyer’ınher birinin diğerini gözlemlemekten neler öğrendiğini sorduğunda ver-dikleri içten yanıtlardı. “Eh, ben Steve kadar zevk sahibi olmak içinçok şey verirdim,” diye karşılık verdi Gates. Huzursuz gülüşmeleroldu. Jobs’ın on yıl önce Microsoft’u tamamen zevksiz bulduğunusöylemesi meşhurdu. Ama Gates ciddi olduğunu söyledi. Jobs’ın “heminsanlar, hem de ürünler konusunda doğal ve içgüdüsel bir şekilde zevksahibi olduğunu” söyledi. Eskiden birlikte oturup Microsoft’un Macin-tosh için ürettiği yazılımları gözden geçirdiklerinden bahsetti.

563/728

“Steve’in insanlar ve ürünler hakkında, benim açıklamayı bile güç bul-duğum bir şekilde sezilerine dayanarak karar verdiğini görüyordum. Obenden farklı çalışıyor ve bence büyülü bir şey bu. Sahiden büyüysevay be diyorum.”

Jobs yere bakıyordu. Gates’in içtenliğinden ve yüce gönüllülüğündençok etkilendiğini söyledi bana sonradan. Jobs sıra kendisine gelinceaynı şekilde içten davrandı, ama o kadar yüce gönüllü değildi. Apple’ınuçtan uca entegre ürünler üretme prensibiyle Microsoft’un yazılım-larının lisansını birbirine rakip donanım üreticilerine vermeye açık ol-masının arasındaki büyük farktan bahsetti. Entegrasyon yaklaşımınınmüzik piyasasında daha iyi olduğunun kanıtlandığını -iTunes/iPodpaketinin bunu gösterdiğini-, ama Microsoft’un ayrıştırıcı yaklaşımınınkişisel bilgisayar pazarında daha iyi sonuç verdiğini söyledi. O sıradaaklına gelmişçesine sorduğu bir soru şuydu: Cep telefonlarında hangiyaklaşım daha başarılı olabilirdi?

Sonra derin bir tespitte bulundu. Bu tasarım felsefesi farklılığınınkendisinin ve Apple’ın diğer şirketlerle işbirliği yapmakta fazla başarılıolmamasına yol açtığını söyledi. “Woz’la ben şirketi kurduğumuzda,amacımız ürünün tamamını bizzat üretmekti; başka insanlarla ortaklıkyapmakta çok iyi değildik,” dedi. “Ve bence Apple’ın DNA’sında buözellik biraz daha fazla olsa çok iyi olurdu.”

564/728

35. BölümiPhone

Çığır Açan Üç Ürün Bir Arada

Telefon Olarak Kullanılabilen Bir iPod

2005’te iPod artık peynir ekmek gibi satıyordu. O yıl tam yirmi mily-on adet satıldı, bir önceki yıla göre dört kat fazla. Ürün şirket içingiderek daha önemli hale geliyordu; o yılki cironun %45’ini sağlamıştıve ayrıca şirketin karizmatik imajını destekleyerek Mac satışlarınıarttırıyordu.

Ve Jobs bu yüzden kaygılıydı. “Bizi neyin mahvedebileceğinidüşünüp duruyordu sürekli,” diye anımsıyordu yönetim kurulu üyesiArt Levinson. Jobs’ın vardığı sonuç şuydu: “Ekmeğimize kan doğray-abilecek cihaz cep telefonudur.” Yönetim kuruluna açıkladığı gibi, ceptelefonlarının artık kameralı olması dijital kamera piyasasına ağır birdarbe vurmuştu. Telefon üreticileri cep telefonlarına müzik çalar ekle-meye başlarlarsa, aynı şey iPod’un da başına gelebilirdi. “Herkes tele-fon taşıyor; dolayısıyla iPod gereksiz hale gelebilir.”

İlk stratejisi –Bill Gates’in karşısında itiraf ettiği– DNA’sında olmay-an bir şeyi yapmaktı: başka bir şirketle ortaklık. Motorola’nın yeniCEO’su Ed Zander arkadaşıydı. Onunla Motorola’nın dijital kameralıpopüler cep telefonu RAZR’nin iPod’lu bir versiyonunu üretmeküstüne konuşmaya başladı. Böylece ROKR doğdu.

ROKR sonunda ne iPod’un cezbedici minimalizmine, ne deRAZR’nin konforlu inceliğine sahip oldu. Çirkindi, şarkı yüklenmesigüçtü ve yüz şarkılık limiti vardı; bir uzlaşmanın ürünü olduğu herhalinden belliydi ki, Jobs öyle çalışmayı sevmezdi. Donanım, yazılımve içerik bir değil üç şirket –Motorola, Apple ve GSM operatörü Cin-gular– tarafından kontrol ediliyordu. “Buna Geleceğin Telefonu mu

Diyorsunuz?” şeklinde horgören bir başlık atmıştı Wired, Kasım 2005sayısının kapağında.

Jobs küplere bindi. iPod ürün değerlendirme toplantılarından birinde,“Motorola gibi geri zekâlı şirketlerle uğraşmaktan bıktım,” dedi TonyFadell’la diğer yöneticilere. “Şu işi tek başımıza yapalım.” Piyasadakicep telefonlarında bir tuhaflık fark etmişti: Hepsi de berbattı; tıpkı eskitaşınabilir müzik çalarlar gibiydiler. “Oturmuş telefonlarımızdan nekadar nefret ettiğimizi konuşuyorduk,” diye anımsıyordu. “Çokkarmaşıktılar. Kimsenin çözemediği özellikleri vardı; örneğin adresdefteri. Fazla karmaşıktılar.” Avukat George Riley toplantılarda yasalmeselelerden bahsederken Jobs’ın sıkıldığını, Riley’nin cep telefonunukaptığını ve cihazın ne kadar “salak” olduğundan bahsetmeyebaşladığını anımsıyordu. Dolayısıyla Jobs’la ekibi bizzat kullanmakisteyecekleri bir telefon üretme fikrinden heyecan duydular. “En iyimotivasyon kaynağı budur,” dedi Jobs sonradan.

Bir başka motivasyon kaynağıysa pazar potansiyeliydi. 2005’te 825milyondan fazla cep telefonu satılmıştı; orta okul öğrencilerindenninelere dek her türlü insana... Bunların çoğu berbat olduğundan, kal-iteli ve şık bir ürün, tıpkı taşınabilir müzik çalar pazarında olduğu gibikesin iş yapardı. Jobs, ürünün bir telsiz telefon olacağını düşünerek,başta projeyi Airport kablosuz baz istasyonunu üreten Apple ekibineverdi. Ama kısa sürede ürünün temelde iPod gibi bir tüketici aygıtıolacağını fark edince, projeyi Fadell’la ekip arkadaşlarına havale etti.

Başta iPod’u modifiye etmeyi denediler. Dokunmatik tekeri telefonseçeneklerinde gezinmekte ve numara girmekte -klavyesiz- kullanmayaçalıştılar. Sonuç iyi olmadı. “Teker epey sorun çıkarıyordu; özelliklede numara girmekte,” diye anımsıyordu Fadell. “Zor oluyordu.” Teker,adres defterinde gezinmekte iyiydi; ama herhangi bir şey yazmak ko-nusunda berbattı. Ekiptekiler insanların temelde adres defterlerinde bu-lunan kişileri arayacaklarını düşünerek kendilerini ikna etmeyeçalıştılar, ama bunun işe yaramayacağını biliyorlardı.

566/728

O sıralar Apple’da ikinci bir proje yürütülüyordu: Bu gizli projeninhedefiyse, bir tablet bilgisayar üretmekti. 2005’te iki ekibin yollarıkesişti ve tablet için bulunan fikirler, telefonun planlanmasında kul-lanıldı. Bir başka deyişle iPad fikri aslında iPhone’dan önce doğdu veiPhone’un biçimlenmesinde pay sahibi oldu.

Çoklu Dokunmatik

Microsoft’ta bir tablet PC geliştirmekte olan mühendislerden biri,Laurene ve Steve’in bir arkadaşlarıyla evliydi ve ellinci doğum günüpartisine Bill ve Melinda Gates’i çağırmak istedi. Jobs partiye birazgönülsüzce gitti. “Aslında Steve akşam yemeğinde bana epey sıcakdavrandı,” diye anımsıyordu Gates, ama Jobs doğum günü olan kişiye“çok sıcak davranmadı”.

Gates adamın Microsoft için geliştirdiği tablet PC’yle ilgili bilgilerverip durmasına sinir olmuştu. “O bizim çalışanımız ve konuştuğuşeyler bizim fikri mülkiyetimiz” dedi Gates. Jobs da sinirlenmişti.Gates’in korktuğu şey aynen oldu. Jobs şöyle anımsıyordu:

O herif başımın etini yedi; Microsoft’un bu tablet PC yazılımıyla dünyayı tama-men değiştireceğini, bütün tablet bilgisayarları piyasadan sileceğini ve Apple’ınMicrosoft’un yazılımının lisansını alması gerektiğini söyleyip duruyordu. Amacihazı çok yanlış tasarlamıştı. Cihaz kalemliydi. Kalemin varsa hiç şansın yoktur.O akşam yemeğinde bana bu konudan on kere filan bahsedince sonunda canımatak etti ve eve gidince, “Başlarım böyle işe, şuna tablet nasıl olurmuş gösterelim,”dedim.

Jobs ertesi gün ofise gelince ekibini topladı ve, “Bir tablet yapmakistiyorum, ama klavyesiz ve kalemsiz olacak,” dedi. Kullanıcılarekrana parmaklarıyla dokunarak yazabileceklerdi. Dolayısıyla ekranınileride çoklu dokunmatik adıyla bilinecek bir özelliğe, aynı anda çoksayıda girdiyi işleyebilme özelliğine sahip olması gerekiyordu. “Eee,bana çoklu dokunmatik, dokunuşa duyarlı bir ekran yapabilir misiniz?”diye sordu. Altı ay uğraştılar, ama sonunda kaba da olsa iş gören birprototip ürettiler. Jobs prototipi başka bir Apple kullanıcı arayüzü

567/728

tasarımcısına verdi ve tasarımcı bir ay sonra, kullanıcının ekrangörüntüsünü kaydırıp fizikselmiş gibi hareket ettirebilmesini sağlayansürtünmeli kaydırma fikriyle geri döndü. “Bu fikre bayıldım,” diye an-ımsıyordu Jobs.

Jony Ive ise çoklu dokunmatik ekranın geliştirilmesini farklı hatırlıy-or. Kendi tasarım ekibinin zaten Apple’ın MacBook Pro’sunun dokun-matik iz sürücüsü için çoklu dokunmatik bir girdi sistemi üstündeçalıştığını ve bu özelliği bir bilgisayar ekranına aktarmanın yollarınıaraştırdıklarını söyledi. Bir duvara projektör görüntüsü yansıtarak,ekranın nasıl görüneceğine baktılar. “Bu her şeyi değiştirecek,” dediIve ekibine. Ama hemen Jobs’a göstermekten kaçındı; özellikle de buekranın üstünde boş vakitlerinde çalışan adamlarının şevkini kaçırmakistemediği için. “Steve fikrini çabucak söylediğinden, ona başkalarınınyanında bir şeyler göstermekten kaçınıyorum,” dedi Ive. “‘Bu boktan’deyip fikri reddedebilir. Ben fikirlerin çok narin olduklarınıdüşünürüm; onları geliştirirken şefkatli olmak gerekir. Jobs bu fikribeğenmezse çok üzülecektim, çünkü çok önemli bir fikir olduğunubiliyordum.”

Ive ekranın görüntüsünü Jobs’a kendi toplantı odasında, başbaşalarken gösterdi; etrafta kimse olmazsa Jobs’ın ters bir karşılık ver-mesi ihtimalinin azalacağını biliyordu. Neyse ki Jobs ekrana bayıldı.“İşte gelecek bu,” dedi sevinçle.

Aslında fikir öyle iyiydi ki, Jobs bunun yapmak istedikleri cep tele-fonuna arayüz yaratma sorununu çözebileceğini fark etti. O proje çokdaha önemli olduğundan tabletin geliştirilmesini askıya aldı ve çokludokunmatik arayüz, telefon ekranına uyarlandı. “Telefonda işeyararsa,” diye anımsıyordu, “geri dönüp tablette de kullanabileceğimizibiliyordum.”

Jobs, Fadell, Rubinstein ve Schiller’ı tasarım stüdyosunun toplantıodasına çağırarak gizli bir toplantı düzenledi; Ive çoklu dokunmatikekranı tanıttı. “Vay be!” dedi Fadell. Ekranı herkes sevmişti, ama bir

568/728

cep telefonunda kullanıp kullanamayacaklarından emin değildiler. İkiyoldan ilerlemeye karar verdiler: P1, iPod’un dokunmatik tekeri kul-lanılarak geliştirilen telefonun kod adıydı, P2 ise çoklu dokunmatikekranlı yeni alternatifin kod adıydı.

Delaware’deki FingerWorks adlı küçük bir şirket çoklu dokunmatikiz sürücüler üretmekteydi bile. Delaware Üniversitesi’nde çalışan ikiakademisyen, John Elias’la Wayne Festerman tarafından kurulanFingerWorks, çoklu dokunmatik özelliğini taşıyan tabletler geliştirmişve çeşitli parmak hareketlerini, örneğin çimdikleme ve tıklamahareketlerini faydalı fonksiyonlara çevirmenin patentlerini almışlardı.2005 başında Apple, şirketi tüm patentleriyle birlikte sessiz sedasızsatın aldı ve iki kurucusunu bünyesinde çalıştırmaya başladı. Finger-Works ürünlerini başkalarına satmayı kesti ve yeni patentleriniApple’ın adına almaya başladı.

Dokunmatik tekerli P1 ve çoklu dokunmatik P2 telefonlarınınüstünde altı ay çalışıldıktan sonra Jobs, ikisi arasında seçim yapmakiçin beyin takımını toplantı odasına çağırdı. Fadell dokunmatik tekerlimodeli geliştirmek için canla başla uğraşmıştı; ama basit şekilde aramayapmanın yolunu bulamadıklarını itiraf etti. Çoklu dokunmatikseçeneği daha riskliydi, çünkü işin mühendislik kısmının altındankalkabileceklerine emin değillerdi; ama bir yandan da daha heyecanlıve gelecek vaat ediciydi. “Bunu kullanmak istediğimizi hepimizbiliyoruz,” dedi Jobs, dokunmatik ekranı göstererek. “O yüzden bunukullanmanın yolunu bulalım.” “Şirketi riske atmak” olarak gördüğü an-lardan biriydi bu; risk yüksekti, ama başarırlarsa ödül büyük olacaktı.

Ekipten iki kişi Blackberry’nin popülaritesini göz önünde bulundur-urak klavye de olması gerektiğini söylediler, ama Jobs bu fikri vetoetti. Fiziksel bir klavye, ekranın yerini azaltırdı ve dokunmatik ekranklavyesi kadar esnek ve uyarlanabilir olmazdı. “Klavye donanımıkolay bir çözüm gibi görünüyor, ama kısıtlayıcı,” dedi. “Klavyeyiekrandan, yazılım olarak verirsek, ona ne çok yeniliği

569/728

uyarlayabileceğimizi bir düşünün. Bu riske girelim ve bu işi halletmen-in yolunu bulalım.” Sonuçta ortaya çıkan cihazın ekranı, telefon nu-marası tuşlamak istediğinizde bir sayısal tuş takımı, yazı yazmak is-tediğinizde bir daktilo klavyesi ve başka eylemler için gerekli çeşitlituşlar sunacaktı. Ve video seyrederken bütün bunlar kaybolacaktı.Donanım yerine yazılım koymak arayüzün gerçekten de esnek ve uyar-lanabilir olmasını sağladı.

Jobs altı ay boyunca her günün bir kısmını ekranın geliştirilmesineyardım etmekle geçirdi. “Şimdiye kadar uğraştığım eğlenceli aktivitel-erin en karmaşığıydı,” diye anımsıyordu o günleri. “Sgt. Pepper’ın[35]

varyasyonlarını geliştiren kişilerden biri olmak gibiydi.” Şimdi basitgörünen birçok özellik, yaratıcı beyin fırtınalarının eseriydi. Örneğinekip cihazın cepte hareket ederken müzik çalmasından veya yanlışlıklaarama yapmasından kaygılanıyordu. Jobs, “kaba” bulduğu açmakapama düğmelerine oldum olası karşıydı. Çözüm, uyku modunageçmiş cihazın ekranında yer alan ve onu aktive etmeye yarayan basitve eğlenceli bir kaydırgaç olan “Kaydırmalı Tuş Kilidi”ydi. Bir başkaçığır açıcı özellikse, telefonu kulağınıza götürdüğünüzde kulakmemenizin bir fonksiyonu yanlışlıkla çalıştırmasını engelleyensensördü. İkonlar Jobs’ın favori şeklindeydiler elbette; Bill Atkinson’ailk Macintosh’un yazılımı için tasarlattığı ikonlardı: yuvarlak köşelidörtgenler. Jobs her ayrıntıyla pür dikkat ilgileniyordu. Ekip üyeleri dediğer telefonları karmaşık kılan şeyleri basitleştirmeye çalışıyorlardı.Arama bekletme ve konferans araması fonksiyonları için büyük birçubuk eklediler, e-postalarda gezinmenin kolay yollarını buldular,çeşitli uygulamalara ulaşmayı sağlayan ve ekranı yana doğru kay-dırarak ulaşılabilen ikonlar yarattılar –donanıma klavye eklemek yerineekrandan kullanılabilen bir sanal klavye koymaları bütün bunlarıkolaylaştırdı.

Goril Camı

570/728

Jobs bazı yiyeceklere olduğu gibi bazı materyallere de düşkündü.1997’de Apple’a geri dönüp iMac üstünde çalışmaya başlayınca, yarısaydam ve renkli plastikle neler yapılabileceğini keşfetmeye koyul-muştu. Bir sonraki aşama metaldi. O ve Ive kıvrımlı plastik Power-Book G3’ü şık titanyum PowerBook G4’le değiştirdiler; PowerBookG4’te de iki yıl sonra alüminyum kullandılar –sırf çeşitli metalleri nekadar sevdiklerini göstermek ister gibiydiler. Sonra bir iMac’te ve biriPod nanoda anodize alüminyum, yani asit banyosu yaptırılıp elektrikverilerek yüzeyi oksitlendirilmiş alüminyum kullandılar. Jobs istediğimiktarda anodize alüminyum elde edemeyeceğini öğrenince Çin’de buiş için bir fabrika kurdurdu. Ive, SARS salgını sırasında oraya gidipsüreci denetledi. “Süreci denetlemek için oradaki bir yurtta üç aykaldım,” diye anımsıyordu. “Ruby ile diğerleri o işin imkânsızolduğunu söylüyorlardı. Ama ben başarmak istiyordum, çünkü Steve’leben, anodize alüminyumun gerçekten bütünlük taşıdığınıdüşünüyorduk.”

Sırada cam vardı. Jobs şöyle anlatıyor: “Metal de kullandıktan sonra,Jony’ye baktım ve artık camda ustalaşmalıyız dedim.” Apple mağaza-ları için dev pencere camları ve cam merdivenler yaptırmışlardı. BaştaiPhone’un tıpkı iPod gibi plastik ekranlı olması planlanmıştı. Ama Jobsekranın cam olmasının daha iyi olacağına –iPhone’un çok daha zarif vedeğerli görünmesini sağlayacağına– karar verdi. Dolayısıyla sağlam veçizilmeye dayanıklı bir cam aramaya girişti.

Doğal olarak Jobs önce, mağazaların camlarının üretildiği Asya’yayöneldi. Fakat Jobs’ın arkadaşı olan John Seeley Brown ona, NewYork’un kuzeyinde bulunan Corning Glass şirketinin genç ve dinamikCEO’su Wendell Weeks’le konuşmasını söyledi –ki Brown’ın kendiside bu şirketin yönetim kurulunda idi. Bunun üzerine Jobs Corning’insantralini aradı, ismini verdi ve Weeks’le konuşmak istediğini söyledi.Bağlandığı sekreter mesajını almayı önerdi. “Hayır, ben SteveJobs’ım,” diye karşılık verdi Jobs. “Beni ona bağla.” Sekreter bunuyapmayı reddetti. Jobs Brown’ı aradı ve “tipik Doğu Yakası

571/728

saçmalıklarına” maruz kaldığından yakındı. Weeks bunu duyuncaApple’ın santralini aradı ve Jobs’la konuşmak istediğini söyledi. Kend-isine talebini yazıya döküp faks çekmesi söylendi. Jobs bunu duyuncaWeeks’e kanı ısındı ve onu Cupertino’ya davet etti.

Jobs Apple’ın iPhone için istediği camı tarif edince, Weeks onaCorning’in 1960’larda geliştirdiği bir kimyasal değişim formülü sayes-inde, “goril camı”(gorilla glass) adını verdikleri bir cam geliştirdiğinisöyledi. Bu cam inanılmaz derecede sağlamdı, ama pazar bulun-amayınca Corning üretimi kesmişti. Jobs söz konusu camın yeterinceiyi olduğundan şüphe duyduğunu söyledi ve Weeks’e camın nasılüretildiğini açıklamaya girişti. Bu konuda Jobs’tan daha bilgili olanWeeks, Jobs’ın tavrını ilginç buldu. “Sus da sana biraz bilim öğretey-im, olur mu?” diyerek sözünü kesti. Afallayan Jobs sustu. Weeksbeyaztahtaya gitti ve meselenin kimya boyutundan –iyon değişim süre-cinin camın yüzeyinde bir basınçlı tabaka oluşturmasından– bahsetti.İkna olan Jobs, Corning’in altı ay içinde üretebileceği camlarıntamamını istediğini söyledi. “Kapasitemiz yok,” diye karşılık verdiWeeks. “Artık fabrikalarımızın hiçbirinde o cam üretilmiyor.”

“Korkma,” diye karşılık verdi Jobs. Neşeli ve özgüvenli bir insanolan Weeks afalladı; Jobs’ın gerçekliği çarpıtma sahasına alışıkdeğildi. Sahte bir özgüven hissinin mühendislik sorunlarını çözemeye-ceğini açıklamaya çalıştı; ancak bu, Jobs’ın kabul etmediğini daha öncedefalarca gösterdiği bir önermeydi. Gözlerini kırpmadan Weeks’e bak-tı. “Evet, yapabilirsiniz,” dedi. “Kendinizi buna inandırın.Yapabilirsiniz.”

Weeks bu öyküyü anlatırken hayretle kafasını salladı. “Altı aydankısa bir sürede yaptık,” dedi. “Daha önce hiç üretilmemiş bir cam or-taya çıkardık.” Corning’in Kentucky Harrisburg’te bulunan, LCDekran üreten tesisi neredeyse bir gecede, tam gün goril cam üretecekşekilde değiştirildi. “En iyi bilim insanlarımızla mühendislerimizi buişin üstünde çalıştırdık ve başardık.” Weeks’in havadar ofisinde tek bir

572/728

çerçeveli yadigâr var. Jobs’ın iPhone’un piyasaya sürüldüğü güngönderdiği mesaj: “Siz olmasaydınız başaramazdık.”

Weeks sonradan Jony Ive’la arkadaş oldu; Ive onun New Yorkcivarındaki göl evine ara sıra gidip gelmeye başladı. “Jony’ye benzergörünüşlü cam parçaları veriyorum. Sırf dokunarak birbirinden farklıolduklarını anlıyor,” dedi Weeks. “Bunu sadece araştırma şefim yapab-iliyor. Steve’e bir şey gösterdiğinde, anında beğeniyor ya da beğenmiy-or. Ama Jony onu evirip çeviriyor, üstünde düşünüyor, ayrıntıları veolasılıkları keşfediyor.” Ive 2010’da ekibinin önde gelen üyeleriniCorning’e, oradaki cam üfleyicilerle birlikte cam yapmaya götürdü.Şirket o yıl Godzilla Cam kod adlı, çok daha sağlam bir camın üstündeçalışıyordu ve ileride iPhone’da metal çerçeve gerektirmeden kul-lanılabilecek kadar sağlam cam ve seramik üretmeyi umuyordu.“Jobs’la Apple gelişmemizi sağladı,” dedi Weeks. “Her birimiz üret-tiğimiz ürünler konusunda fanatiğiz.”

Tasarım

Jobs ilk Oyuncak Hikâyesi ve Apple mağazası gibi büyük projelerin-in çoğunda, projenin tamamlanmasına doğru duraklatma düğmesinebasmış ve büyük değişiklikler yapmaya karar vermişti. iPhone tasarımıkonusunda da böyle oldu. İlk tasarımda cam ekran alüminyum birkasaya yerleştirilmişti. Bir pazar sabahı Jobs, Ive’ı ziyaret etti. “Düngece uyumadım,” dedi, “çünkü onu sevmediğimi fark ettim.” İlkMacintosh’tan beri yarattığı en önemli üründe bir terslik olduğunuhissediyordu. Jobs’ın haklı olduğunu anında fark eden Ive’ın canısıkıldı. “Tersliği fark edenin Steve olması yüzünden yerin dibinegeçtiğimi hatırlıyorum.”

Sorun şuydu ki, iPhone’da ekranın çok ön planda olması gerekiy-ordu, ama şimdiki tasarımda kasa daha çok dikkat çekiyordu. Cihazıntamamı fazla erkeksi, fazla işlevsel ve verimli görünüyordu. “Beyler,dokuz aydır bu tasarımın üstünde deli gibi çalıştınız, ama onu değiştir-eceğiz,” dedi Jobs, Ive’ın ekibine. “Hepimizin gece gündüz çalışmamız

573/728

gerekecek ve bizi hemen buracıkta vurmak isterseniz size tabanca vere-biliriz.” Ekiptekiler surat asmak yerine destek verdiler. “Apple’da engurur duyduğum anlardan biriydi,” diye anımsıyordu Jobs.

Yeni tasarım, goril camın kenarlara kadar uzanmasını sağlayan incebir paslanmaz çelik kasadan ibaretti. Cihazın her tarafı ekrana dikkatçekiyor gibiydi. Yeni görünüş ciddi, ama dostaneydi. Onu okşayabi-lirdiniz. İçteki devre kartlarının, antenin ve işlemcinin yerlerinideğiştirmek zorunda kalmışlardı, ama Jobs bu değişikliği emretmişti.“Başka bir şirket olsa cihazı piyasaya sürebilirdi,” dedi Fadell, “amabiz sil baştan yaptık.”

Tasarımın Jobs’ın yalnızca mükemmeliyetçiliğini değil, yönetmetutkusunu da yansıtan bir yönü, cihazın sımsıkı kapalı olmasıydı. Kasabataryayı değiştirmek için bile açılamıyordu. Jobs tıpkı 1984’tekiMacintosh gibi bu cihazın da içinin kurcalanmasını istemiyordu. Hatta2011’de Apple, üçüncü şahıslara ait iPhone4 tamircilerinin açıldığınıöğrenince, minik vidaları, piyasada satılan tornavidalarla açılmasımümkün olmayan Pentalobe vidalarla değiştirdi. Değiştirilebilir birbatarya kullanmamak iPhone’un çok daha ince olmasını sağladı. Jobsiçin bir cihaz ne kadar inceyse o kadar iyiydi. “İnceliğin güzelolduğuna inandı hep,” dedi Tim Cook. “Bunu bütün ürünlerimizdegörebilirsiniz. En ince tablet bilgisayarlar bizde; iPad’i de ince yaptıkve sonra daha da incelttik.”

Tanıtım

Sıra iPhone’u tanıtmaya gelince Jobs, her zamanki gibi onu öncedenbir dergiye göstermeye karar verdi. Time’ın baş editörü John Huey’yiaradı ve söze tipik bir şekilde, ürününü yere göğe sığdıramayarakbaşladı. “Şimdiye kadar yaptığımız en iyi şey bu,” dedi. Cihazı sadeceTime’a göstermek istiyordu, “Ama Time’da onun hakkında yazmanınaltından kalkabilecek kadar zeki biri yok, bu yüzden başkasına göster-eceğim,” dedi. Huey onu Time kadrosundaki usta ve kalemi güçlü biryazar olan Lev Grossman’la tanıştırdı. Grossman yazısında iPhone’un

574/728

aslında çok fazla yeni buluşla gelmediğini, ama başka cihazlarda dabulunan özellikleri çok daha kullanışlı hale getirdiğini vurguladı. “Vebu gerçekten önemli. Aygıtlarımız işe yaramadığında, fazla aptalolduğumuz veya kullanım kılavuzunu okumadığımız ya da fazlatombul parmaklı olduğumuz için kendimizi suçlamaya meyilliyizdir...Aygıtlarımız bozulunca içimizde de bir şeylerin bozulduğunu hisseder-iz. Birisi onları yeniden işler hale soktuğunda biraz daha bütün hisse-deriz kendimizi.”

Jobs Ocak 2007’de San Francisco’da düzenlenen Macworld tanıtımetkinliğinde, tıpkı iMac’in tanıtımında yaptığı gibi Andy Hertzfeld, BillAtkinson, Steve Wozniak ve 1984 Macintosh ekibini sahneye çağırdı.Jobs’ın kariyerindeki onca göz kamaştırıcı tanıtımın arasında en iyisibuydu belki de. “Arada sırada, her şeyi değiştiren devrimsel bir ürünçıkar ortaya,” diye söze başladı. İki örnek verdi: “bilgisayar en-düstrisini tamamen değiştiren” orijinal Macintosh ve “müzik en-düstrisini tamamen değiştiren” ilk iPod. Sonra sözü tanıtmak istediğiürüne getirdi özenle. “Bugün, bu sınıfa ait, çığır açıcı üç ürünüsunuyoruz. Birincisi dokunmatik kontrollü, geniş ekranlı bir iPod. İkin-cisi devrimsel bir cep telefonu. Üçüncüsüyse çığır açıcı bir internetiletişim aygıtı.” Bu listeyi tekrarladıktan sonra şunu sordu: “Anlıyormusunuz? Bunlar üç ayrı cihaz değil, bu tek bir cihaz ve ona iPhoneadını verdik.”

iPhone beş ay sonra, 2007 Haziranı’nın sonunda piyasayasürüldüğünde Jobs’la eşi, heyecana bizzat tanık olmak üzere PaloAlto’daki Apple mağazasına yürüdüler. Jobs yeni ürünlerin satışasunulduğu günlerde bunu genellikle yaptığından, bazı hayranları onuzaten bekliyordu; Jobs’ı, İncil satın almaya gelen Musa’ymışcasınakarşıladılar. Sadık hayranların arasında Hertzfeld’le Atkinson da vardı.“Bill bütün gece kuyrukta durdu,” dedi Hertzfeld. Jobs kollarını salla-yarak gülmeye başladı. “Ona bir tane gönderdim,” dedi. “Altı taneyeihtiyacı varmış,” diye karşılık verdi Hertzfeld.

575/728

Blogçular iPhone’a hemen “İsa’nın Telefonu” lakabını taktılar. An-cak Apple’ın rakipleri cihazın 500 dolardan satıldığını, başarılıolamayacak kadar pahalı olduğunu vurguladılar. “Dünyanın en pahalıtelefonu,” dedi Microsoft’tan Steve Ballmer bir CNBC röportajında.“Üstelik kurumsal müşterilere hitap etmiyor, çünkü klavyesi yok.” Mi-crosoft yine Jobs’ın bir ürününü fazla küçümsemişti. 2010’un sonunagelindiğinde Apple, 90 milyon iPhone satmıştı ve küresel cep telefonupazarındaki toplam kârın yarısından fazlasını elde etmişti.

“Steve tutkuyu anlıyor,” dedi Alan Kay –kendisi kırk yıl önce bir“Dynabook” tablet bilgisayarı tasarlamış olan çığır açıcı Xerox PARCçalışanı. Kay geleceği tahmin etmekte başarılı olduğundan, Jobs onaiPhone hakkındaki fikrini sordu. “Ekranı beş inçe on inç ebatlarına ge-tirirsen dünyaya hükmedersin,” dedi Kay. iPhone’un tasarımının, kend-isinin Dynabook hayalini gerçek kılacak -hatta aşacak- bir tablet bil-gisayara yönelik fikirle başladığını ve iPhone’un ileride o bilgisayarındoğmasına yol açacağını bilmiyordu.

576/728

36. Bölümİkinci Raunt

Kanser Nüks Ediyor

2008 Savaşları

2008 başında Jobs ve doktorları, kanserin yayıldığına artık emindiler.Doktorlar 2004’te Jobs’ın pankreas tümörlerini alırken onun kansergenomunun kısmi haritasını çıkarmış ve böylece hangi yolların kusurluolduğunu saptamışlardı. Jobs’a en çok işe yarayacağını düşündükleritedavileri uyguluyorlardı.

Acı tedavisi de görüyordu; genellikle morfin bazlı analjezikler kul-lanıyordu. Şubat 2008’de bir gün, Powell’ın yakın arkadaşı KathrynSmith, Jobs’ların Palo Alto’daki evinde kalırken Jobs’la birlikteyürüyüşe çıktı. “Bana kendini gerçekten çok kötü hissettiğinde sadeceacıya odaklandığını, acının içine girdiğini ve böylece acıyı dindirdiğinisöyledi,” diye anımsıyordu. Ama bu tamamen doğru değildi. Jobs acıçektiğinde, çevresindeki herkesin bunu bilmesini sağlıyordu.

Giderek büyüyen bir başka sağlık problemi vardı ki, tıp araştır-macıları bu konuya kanser ya da acı konusuna olduğu kadar odaklan-mıyordu. Yeme sorunları yaşıyor ve kilo veriyordu. Bunun sebepler-inden biri, proteini ve diğer besin maddelerini sindirmekte gerekli enzi-mleri üreten pankreasının çoğunu yitirmiş olmasıydı. Bir başka se-bebiyse, morfinin iştahını azaltmasıydı. Psikolojik bir sebep de vardıki, doktorlar bunu tedavi etmeye nereden başlayacaklarını bile bilemiy-orlardı: Jobs, ergenliğinin ilk yıllarından beri son derece katı diyetlereve oruçlara kafayı takmıştı.

Evlenip çocuk sahibi olduktan sonra bile, faydalılığı şüpheli beslen-me alışkanlıklarını korumuştu. Haftalarca aynı şeyi –limonlu havuçsalatası ya da sadece elma– yiyor ve sonra birden o yiyeceği kesiyor,

artık onu yemediğini söylüyordu. Ergenliğindeki gibi oruç tutuyor,kibirli bir edayla masadaki diğer insanlara o sıralar benimsediği beslen-me programının faydalarından bahsediyordu. Powell evlendiklerindevegandı, ama kocasının ameliyatından sonra aile yemeklerine balıkgibi protein kaynaklarını dahil etmeye başladı. Vejetaryen oğullarıReed “tam bir hepobura” dönüştü. Jobs’ın çeşitli protein kaynaklarıylabeslenmesinin önemli olduğunu biliyorlardı.

Aile, çok yönlü bir aşçı olan Bryar Brown’ı işe aldı. Chez Panisse’teAlice Waters’ın yanında çalışmış olan Brown, son derece kibar biriydi.Her ikindi vakti gelip, Powell’ın bahçede yetiştirdiği şifalı otları ve se-bzeleri kullanarak sağlıklı yemekler yapıyordu. Jobs canının bir şeyçektiğini söyleyince –havuç salatası, fesleğenli makarna, limon otuçorbası–, Brown sabırla onun isteğini yerine getirmenin yolunu bul-maya çalışıyordu. Jobs bildik bileli beslenme konusunda son derecesabit fikirli olmuştu, ve herhangi bir yiyeceği anında muhteşem ya dakorkunç bulmaya meyilliydi. Çoğu faninin birbirinden ayırt edemeye-ceği iki avokadoyu tadıp, bir tanesinin şimdiye kadar yetiştirilmiş eniyi avokado, diğerininse yenemeyecek kadar berbat olduğunusöyleyebiliyordu.

Jobs’ın beslenme sorunları 2008 başından itibaren ağırlaştı. Bazı ge-celer, uzun mutfak masasındaki onca yemeğe aldırmadan gözlerini yeredikiyordu. Diğerleri henüz yemeklerinin yarısındayken o birden, tekkelime etmeden kalkıp gidiyordu. Ailesi stres içindeydi. Onun 2008baharında on sekiz kilo birden vermesini seyrettiler.

Sağlık sorunları 2008 Martı’nda yine basında yer aldı; Fortune’da“Steve Jobs’ın Sorunu” adlı bir makale yayınlandı. Bu yazıda Jobs’ınkanserini dokuz ay boyunca diyetlerle tedavi etmeye çalıştığı ifşaediliyor ve Apple hisse opsiyonlarına eski tarih atılması meselesine nekadar karıştığı sorgulanıyordu. Yazı yayına hazırlanırken Jobs, For-tune’un sorumlu yazı işleri müdürü Andy Serwer’i yazıyı yayın-lamaması için baskı yapmak amacıyla Cupertino’ya davet etti –daha

578/728

doğrusu çağırdı. Serwer’ın yüzüne eğildi ve, “Evet, götün teki olduğu-mu keşfetmişsiniz. Bu bilinmeyen bir şey mi ki?” diye sordu. Jobs buoldukça samimi argümanı Serwer’ın Time Şirketi’ndeki patronu JohnHuey’yi Hawaii’deki Kona Village’dan cep telefonuyla aradığında dayineledi. Başka CEO’ların da katılacağı bir panel düzenlemeyi vehangi sağlık sorunlarının basında yer almasının uygun olduğuna dairbir tartışmaya katılmayı, Fortune’un o yazıyı yayınlamaması koşuluylateklif etti. Dergi yazıyı yayınladı.

Jobs Haziran 2008’de iPhone 3G’yi tanıttığında, zayıflığı ürünün il-anını gölgede bıraktı. Esquire’dan Tom Junod, sahnedeki “kara kuru”kişinin “korsan gibi sıska olduğunu, giysilerinin içinde eskisi kadar sar-sılmaz görünmediğini” yazdı. Apple yaptığı bir basın açıklamasında,Jobs’ın “sıradan bir mikrobik hastalık” yüzünden kilo verdiği yalanınısöyledi. Ertesi ay, soruların ardı arkası kesilmeyince, şirket bir başkabasın açıklaması yaptı ve Jobs’ın sağlığının “özel bir mesele” olduğusöylendi.

New York Times’tan Joe Nocera köşesinde, Jobs’ın sağlık meseleler-inin ele alınış tarzını yerden yere vurdu. “Apple’ın kendi tepe yöneti-cisinin sağlığı hakkında söylediklerine güvenilemez,” diye yazdı Tem-muz sonunda. “Bay Jobs’ın yönetimindeki Apple, çeşitli açılardan işineyarayan bir gizlilik kültürü yarattı –Apple’ın yıllık MacWorld konfer-ansında hangi ürünleri tanıtacağına dair spekülasyonlar şirketin en iyitanıtım araçlarından biri oldu. Ama aynı kültür, şirketin yönetimini ze-hirliyor.” Nocera yazısını yazdığı sırada Apple’daki herkesten standart“özel bir mesele” karşılığını alırken, Jobs beklenmedik bir şekilde onuaradı. “Ben Steve Jobs,” diye söze başladı. “Kendini kanunlardan üstüngören küstah, göt herifin teki olduğumu düşünüyorsun; bence de senbir sürü yalan yanlış şey yazan pis bir herifsin.” Bu oldukça ilginçaçılıştan sonra Jobs sağlığıyla ilgili bazı bilgiler vermeyi teklif etti;ama Nocera’nın bunları yazmaması karşılığında... Nocera anlaşmayauysa da, Jobs’ın sağlık sorunlarının sıradan mikrobik bir hastalıktanfazlası olmasına karşın “ölümcül olmadığını ve kanserinin

579/728

nüksetmediğini” yazabildi. Jobs Nocera’ya kendi yönetim kurulu vehissedarlarına verdiğinden daha fazla bilgi vermişti, ama yine de tümgerçeği anlatmamıştı.

Kısmen Jobs’ın kilo kaybı sebebiyle Apple’ın hisse fiyatı Haziran2008’de 188 dolarken Temmuz sonunda 156 dolara düştü. Ağustossonunda Bloomberg News’ün Jobs’ın önceden hazırlanmış ölüm ilanınıyanlışlıkla yayınlaması ve Gawker’ın bunu haber yapması durumuiyice kötüleştirdi. Jobs birkaç gün sonraki geleneksel müzik etkin-liğinde Mark Twain’in ünlü sözünü söyleyebildi. “Öldüğüme dairhaberler oldukça abartılı,” dedi, yeni iPod’ları tanıtırken. Ama sıskagörünüşü içlere su serpmiyordu. Ekim başında hisse fiyatı 97 dolaradüştü.

O ay Universal Music’ten Doug Morris, Apple’da Jobs’la görüşe-cekti. Jobs ofiste buluşmak yerine Morris’i evine davet etti. Morris onuçok hasta ve acı içinde görünce şaşırdı. Morris, klinik araştırmamerkezi City of Hope’un Los Angeles’ta düzenleyeceği bir galada on-urlandırılacaktı; Jobs’ın da orada olmasını istiyordu. Santa Monicakumsalındaki dev bir çadırda düzenlenen etkinlikte Morris, iki binkadar konuğa, Jobs’ın müzik endüstrisine nasıl can simidi attığını an-lattı. Performanslar –Stevie Nicks, Lionel Richie, Erykah Badu veAkon sahne aldılar– geceyarısından sonrasına sarkınca, Jobs soğuktantir tir titremeye başladı. Jimmy Iovine ona kapşonlu bir kazak verdi.Jobs kapşonu gece boyunca başından çıkarmadı. “O kadar hastaydı ki,öyle üşüyordu ki, o kadar sıskaydı ki...” diye anımsıyordu Morris.

Fortune’un deneyimli teknoloji yazarı Brent Schlender o Aralıkayında dergiden ayrılacaktı ve jübilesi Jobs, Bill Gates, Andy Grove veMichael Dell’le yapacağı toplu bir röportaj olacaktı. Bu röportajı ayar-lamak hayli güç olmuştu ve birkaç gün sonra Jobs, arayıp vazgeçtiğinibildirdi. “Sebebini sorarlarsa götün teki olduğumu söyle,” dedi. Gatesbaşta sinirlendiyse de, sonradan Jobs’ın sağlık durumunu öğrendi.“Çok ama çok geçerli bir sebebi vardı elbette,” dedi Gates. “Söylemek

580/728

istemedi, o kadar.” Apple’ın 16 Aralık’ta Jobs’ın Ocak ayında düzenle-necek Macworld’e katılmayacağını açıklaması –Jobs son on bir senedirbüyük ürün tanıtımlarında bu forumu kullanıyordu– durumu iyicebelirginleştirdi.

Blogosferde Jobs’ın sağlığıyla ilgili spekülasyonlar patlama yaptı ki,bunların çoğunda gerçeğin ürpertici kokusu vardı. Mahremiyetinin ih-lal edildiğini düşünen Jobs küplere bindi. Apple’ın daha aktif bir diren-iş göstermemesine de sinirlendi. Dolayısıyla 5 Ocak 2009’da yanıltıcıbir açık mektup yazıp, personele gönderdi. Macworld’e ailesiyle dahaçok zaman geçirmek için katılmayacağını iddia ediyordu. “Çoğunuzunbildiği gibi, 2008 boyunca kilo kaybettim,” diye ekledi. “Doktorlarımsebebini bulduklarını düşünüyorlar –vücudumun sağlıklı olması içingerekli proteinlerden yoksun kalmama yol açan bir hormon dengesiz-liği. Ayrıntılı kan testleri bu teşhisi doğruladı. Bu beslenme sorunununçaresi göreceli olarak basit.”

Bu sözlerde az da olsa doğruluk payı vardı. Pankreasın ürettiği hor-monlardan biri olan glukagon, insülinin tam tersi işleve sahiptir. Gluk-agon karaciğerin kan şekerini arttırmasını sağlar. Jobs’ın tümörü kara-ciğerine yayılmıştı ve büyük hasara yol açıyordu. Bedeni kendi kendiniyiyordu; bu yüzden ona, glukagon seviyesini düşürücü ilaçlar verdiler.Gerçekten de hormon dengesizliğinden muzdaripti, ama bunun sebebikanserinin karaciğerine yayılmasıydı. Jobs bu durumu, kendine olduğukadar başkalarına da itiraf etmek istemiyordu. Ne yazık ki bu yaklaşımıhukuksal açıdan sorunluydu; çünkü halka açık bir şirketi yönetiyordu.Ancak blogosferin, onun bu durumuna karşı olan tavrına çok sinirlen-mişti ve karşılık vermek istiyordu.

İyimser mektubuna karşın artık çok hastaydı ve şiddetli ağrılar çekiy-ordu. Tekrar kemoterapiye başlamıştı; yan etkileri son derece ağırdı.Cildi kuruyup çatlamaya başlamıştı. Alternatif tedavilerin peşinden İs-viçre Basel’a gitti; deneysel bir hormon ve radyoterapi tedavisi gördü.

581/728

Rotterdam’da geliştirilen, peptit reseptörü radyonüklid terapisi denendeneysel bir terapiden daha geçti.

Jobs hukukçuların bir hafta süren ısrarlı tavsiyelerinden sonra nihayethastalık iznine ayrılmayı kabul eti. Bunu 14 Ocak 2009’da, Apple per-soneline yazdığı bir başka açık mektupta açıkladı. Bu kararı için baştaözel hayatını didikleyen blogçularla basını suçladı. “Sağlığıma duyulanmerak sadece bana ve aileme değil, Apple’daki diğer herkese de ayakbağı olmayı sürdürüyor maalesef,” dedi. Ancak sonra “hormon denges-izliğinin” tedavisinin iddia ettiği kadar basit olmadığını itiraf etti.“Geçen hafta sağlık sorunlarımın başta sandığımdan daha karmaşıkolduğunu öğrendim.” Tim Cook yine günlük operasyonları devralacak-tı, ama Jobs CEO olarak kalacağını, büyük kararlarda söz sahibi olmayısürdüreceğini ve Haziran’a kadar geri döneceğini söyledi.

Jobs, ona sağlık tavsiyeleri verirken bir yandan da şirketin baş direk-törlüğünü birlikte yürüten Bill Campbell’la Art Levinson’a danışmak-taydı. Fakat yönetim kurulu üyeleri henüz tamamen bilgilendiril-memişti; hissedarlaraysa başta yanlış bilgi verilmişti. Bu bazı hukuksalsorunlar doğurduğundan, SEC şirketin hissedarlarından “önemli bil-giler” gizleyip gizlemediğini saptamak için soruşturma başlattı. Şirket-in yanlış bilgilerin yayılmasına göz yumması ya da şirketin mali gele-ceğiyle ilgili bilgileri saklaması menkul kıymetler dolandırıcılığıkapsamına girerdi; yani suçtu. Apple’ın tekrar yükselişi Jobs’layakından ilişkilendirildiğinden, sağlık durumu önemli bilgikapsamında görülebilirdi. Ama kanunun bu alanında belirsizlik vardı;CEO’nun kişisel hakları göz önünde bulundurulmalıydı. Mahremiyet-ine değer verirken, bir yandan da şirketini çoğu CEO’ya kıyasla çokdaha fazla temsil eden Jobs’ın durumunda bu denge özellikle hassastı.Jobs işleri kolaylaştırmadı. Son derece duygusallaştı; daha az ketum ol-masını tavsiye eden herkese bağırıp çağırırken ağladığı oluyordu.

Jobs’la arkadaşlığına değer veren ve onun mahremiyetini ihlal et-meye kanunen zorlanmak istemeyen Campbell, direktörlükten

582/728

ayrılmayı önerdi. “Mahremiyet meselesi benim için çok önemli,” dedisonradan, “Steve benim milyon yıllık arkadaşım.” Sonunda avukatlarCampbell’ın yönetim kurulundan istifa etmesi gerekmediğine, ama or-tak baş direktörlüğü bırakması gerektiğine karar verdiler. Onun yerineAvon’dan Andrea Jung geçti. SEC soruşturmasından olumsuz birsonuç çıkmayınca, yöneticiler daha fazla bilgi vermesi için baskıyapılan Jobs’ı savunmaya giriştiler. “Basın bizden daha çok kişiselayrıntılar istiyordu,” diye anımsıyordu Al Gore. “Steve kanunun gerek-tirdiklerinin ötesinde ne yapacağına bizzat karar vermeliydi; ama omahremiyetinin ihlal edilmesini istemediğinde ısrarlıydı. İsteklerinesaygı duyulması gerekiyordu.” Gore’a 2009’un başında, Jobs’ın sağlıksorunları hissedarlara söylenenden çok daha ağırken, yönetim kur-ulunun daha açık konuşmasının gerekip gerekmediğini sorduğumda şuyanıtı verdi: “Kanuni zorunlulukları gözden geçirmek ve en doğruadımı atabilmek için dışarıdan danışmanlık hizmeti aldık ve her şeyikitabına göre yaptık. Savunmacı bir duruşum olduğunun farkındayım,ama gelen eleştirilere cidden sinirlendim.”

Bir yönetim kurulu üyesi hemfikir değildi. Eski Chrysler ve IBMCFO’su Jerry York, halka değilse bile, bir Wall Street Journal muh-abirine, 2008 sonunda Jobs’ın sağlık sorunlarını öğrendiğinde “midesibulandığını” yazılmaması kaydıyla söyledi. “Açıkçası keşke o zamanistifa etseydim diye düşünüyorum.” York 2010’da ölünce, Journal busözlerini yayınladı. York Fortune’a yayımlamaması kaydıyla başka bil-giler de vermişti ve dergi bunları 2011’de, Jobs üçüncü hastalık iznineayrılınca kullandı.

Apple’daki bazı kişiler York’un o sözleri söylediğine inanmadılar;çünkü zamanında alenen itirazda bulunmamıştı. Ama Bill Campbellyazılanların doğru olduğunu anladı; York 2009 başında ona yakınmıştı.“Jerry şarabı fazla kaçırıp gecenin ikisinde üçünde beni arıyordu ve‘Steve’in sağlığıyla ilgili sözlerine inanmıyorum, emin olmalıyız,’ diy-ordu. Ertesi sabah ben onu arayınca da, ‘Ha, tamam ya, sorun yok,’diyordu. O akşamların bazılarında gazetecilerle konuştuğuna eminim.”

583/728

Memphis

Jobs’ın onkoloji ekibinin başında, önde gelen gastrointestinal ve ko-lorektal kanser araştırmacılarından biri olan, StanfordÜniversitesi’nden George Fisher vardı. Fisher Jobs’ı karaciğer nakliyaptırmak zorunda kalabileceği konusunda aylardır uyarıyordu, ancakbu, Jobs’ın üstünde düşünmeyi reddettiği türden bilgilerdendi. PowellFisher’ın bu olasılıktan bahsedip durmasına memnundu, çünkükocasının bu fikri düşünmesini sağlamak için ısrarla dürtülmesi gerek-tiğini biliyordu.

Jobs nihayet Ocak 2009’da, “hormon dengesizliğinin” kolayca tedaviedilebileceğini öne sürdükten hemen sonra ameliyata ikna oldu. Ancakbir sorun vardı. California’da karaciğer nakli için bekleme listesinealındı; ama orada kendisine zamanında nakil yapılamayacağı ortayaçıktı. Onun kan grubundan olan bağışçıların sayısı azdı. Ayrıca Bir-leşik Devletler’de uygulanan kuralları belirleyen Birleşik Organ Pay-laşımı Ağı, siroz ve hepatit hastalarına kanser hastaları karşısında önce-lik tanıyordu.

Jobs gibi zengin bir hastanın bile kuyrukta öne geçmesi kanunenmümkün değildi; Jobs da bunu yapmadı. Organ bağışlanacak kişilerMELD (Son Dönem Karaciğer Hastalığı Modeli) skoruna göre belir-lenir; bu skorun hesaplanmasında naklin aciliyetini belirlemek için hor-mon düzeyleri laboratuvar testleriyle ölçülür ve hastaların ne zamandırbeklediği göz önüne alınır. Her bağış yakından takip edilir. Kamuyaaçık internet sitelerinden verilere ulaşılabildiğiniz gibi, bekleme listes-indeki durumunuzu da istediğiniz zaman kontrol edebilirsiniz.

Powell organ bağışı sitelerinde sık sık gezinmeye, bekleme listeler-inde kaç kişi bulunduğunu her gece kontrol etmeye, MELD skorlarınave ne kadar zamandır beklediklerine bakmaya başladı. “Hesaplarımagöre California’da Steve’e ancak Haziran sonrası karaciğer nakliyapılabilecekti. Doktorlarsa karaciğerinin Nisan civarı iflas edeceğinidüşünüyorlardı,” diye anımsıyordu. Dolayısıyla sorular sormaya

584/728

başladı ve aynı anda iki farklı eyaletin listesinde bulunmanın yasak ol-madığını, başvuranların yüzde üç kadarının bunu zaten yaptığınıkeşfetti. Kurallar birden fazla listeye katılmaktan caydırıcı niteliktedeğildi; durumu eleştirenler bunun zenginlerin işine geldiğini söylesede. İki temel koşul vardı: Başvuran kişinin seçilen hastaneye sekizsaatte ulaşabilmesi gerekiyordu ki, Jobs uçağı sayesinde bunu yapabi-lirdi. Bir de o hastanenin doktorlarının hastayı listeye eklemeden öncebizzat muayene edip teşhis koymaları gerekiyordu.

San Francisco’da çalışan ve Apple’a sık sık dışarıdan danışmanlıkhizmeti veren avukat George Riley, Tennessee’li, duyarlı bir beye-fendiydi. Jobs’la yakınlaşmışlardı. Riley’nin annesiyle babası dokt-ordular ve Memphis’teki Methodist Üniversitesi Hastanesi’ndeçalışmışlardı. Riley’nin kendisi de o hastanede doğmuştu ve hastaneninnakil enstitüsünü yöneten James Eason’ın arkadaşıydı. Eason’ın ün-itesi, ülkenin en iyi ve en yoğun çalışan ünitelerinden biriydi; 2008’deo ve ekibi 121 karaciğer nakli yapmışlardı. Başka yerlerden insanlarınMemphis listesine yazılmalarına itirazı yoktu. “Sistemde hile yapmakdeğil bu,” dedi. “İnsanlar sağlık hizmetini nerede almak istedikleriniseçiyorlar. Eskiden Tennessee’de tedavi görmek yerine California’yaveya başka yerlere gidenler olurdu. Şimdiyse insanlar California’danTennessee’ye geliyorlar.” Riley, Eason’ın Palo Alto’ya gelip gereklimuayeneyi orada yapmasını ayarladı.

2009 Şubatı’nın sonuna gelindiğinde Jobs, Tennessee listesine adınıyazdırmıştı (California listesinde de vardı) ve kaygılı bekleyişbaşlamıştı. Mart’ın ilk haftasında sağlığı hızla kötüleşti. Minimumyirmi bir gün daha beklemek gerekeceği tahmin ediliyordu. “Korkun-çtu,” diye anımsıyordu Powell. “Steve o kadar dayanamayacak gibigörünüyordu.” Çektikleri eziyet günbegün artıyordu. Jobs Mart or-tasında listede üçüncü, sonra ikinci ve nihayet birinci sıraya çıktı. An-cak sonra günler geçti. Yaklaşan Aziz Patrick Günü’nün ve Mart Çıl-gınlığı[36]’nın (Memphis 2009 turnuvasındaydı ve bölgede maçlar

585/728

yapılacaktı) bir donör çıkması ihtimalini arttıracağı berbat olsa dabilinen bir gerçekti (çünkü içkili araba kullanıp kaza yapanların sayısıilla artacaktı).

Sahiden de, 21 Mart 2009’da, yirmilerinin ortasındaki bir genç haftasonunda araba kazasında öldü ve organları bağışlandı. Jobs’la karısıuçakla Memphis’e gittiler. İniş yaptıklarında sabahın neredeysedördüydü; onları Eason karşıladı –pistte bir arabayla bekliyordu.Gerekli belgeler telaşla hastaneye giderlerken hazırlandı.

Nakil başarılı olmasına oldu ama durum hâlâ iç rahatlatıcı değildi.Doktorlar Jobs’ın karaciğerini çıkardıklarında peritonda –yani iç or-ganları saran ince zarda– lekeler buldular. Ayrıca karaciğerin her yer-inde tümörler vardı; yani kanser büyük ihtimalle başka bir yeresıçramıştı. Görünüşe göre hızla mutasyon geçirip büyümüştü. Nu-muneler aldılar ve yine genetik haritalar çıkardılar.

Birkaç gün sonra başka bir ameliyat yapıldı. Jobs midesini boşalt-mamalarında diretti; narkoz altındayken midesinin içindekilerin bir kıs-mı akciğerlerine kaçınca, zatürre oldu. O noktada Jobs’ın ölebileceğinidüşündüler. Jobs’ın sonradan söylediği gibi:

Bu rutin prosedürü yüzlerine gözlerine bulaştırmaları yüzünden az kalsın ölecek-tim. Laurene oradaydı ve çocuklarımı da uçakla getirdiler; çünkü sabahaçıkacağımı sanmıyorlardı. Reed Laurene’in erkek kardeşlerinden biriyle birlikteüniversitelere bakıyordu. Onu Darmouth civarından özel uçakla aldırdık ve dur-umdan haberdar edilmelerini sağladık. Bir başka uçak da kızları aldı. Bilinçlihalimi görmek için bunun belki de son fırsatları olduğunu düşündüler. Amaölmedim.

Tedaviyi denetlemeyi üstlenen Powell, bütün gün hastane odasındakalıp monitörleri dikkatle izledi. “Laurene Steve’i koruyan güzel birkaplandı,” diye anımsıyordu Jony Ive. Jobs ziyaretçi kabul edebilecekduruma gelir gelmez onu ziyaret etmişti. Powell’ın annesiyle üç erkekkardeşi arada sırada ona eşlik etmeye geliyorlardı. Jobs’ın kız kardeşiMona da korumacı bir edayla üstüne titriyordu. O ve George Riley,

586/728

Jobs’ın yatağının yanında Powell’ın yerine durmasına izin verdiğiyegâne insanlardılar. “Laurene’in ailesi çocuklarla ilgilenmemizeyardım ettiler; annesiyle kardeşleri harikaydılar,” dedi Jobs sonradan.“Ben çok halsiz ve huysuzdum. Ama böylesi bir deneyim, insanları de-rin bir şekilde yakınlaştırıyor.”

Powell her sabah yedide gelip gerekli bilgileri topluyor ve bunları birdeğerler tablosuna yazıyordu. “Çok karmaşıktı; çünkü farklı farklı birsürü şey oluyordu,” diye anımsıyordu. James Eason’la doktor ekibi sa-bah dokuzda geldiklerinde Powell onlarla toplantı yapıp, Jobs’ın tedav-isinin tüm yönlerini koordine ediyordu. Akşam dokuzda, gitmedenönce hayati bulgular ve diğer ölçümlerle ilgili bir rapor ve ertesi günyanıtlanmasını istediği sorular hazırlıyordu. “Böylece beynimiçalıştırıyor ve odaklanabiliyordum,” diye anımsıyordu.

Eason daha önce Stanford’da hiç kimsenin tam olarak yapmadığı birşeyi yaptı: Tıbbi bakımın tüm yönleriyle ilgilenmeyi üstlendi. Tesisinyöneticisi olduğundan nakil sonrası hasta bakımını, kanser testlerini,acı tedavilerini, beslenmeyi, rehabilitasyonu ve hemşirelik hizmetlerinikoordine edebiliyordu. Hatta bakkala gidip Jobs’ın sevdiği enerji içe-ceklerini alıyordu.

Mississippi’nin küçük kasabalarından gelme iki hemşire, Jobs’ın fa-vorisi oldular. Güçlü kuvvetli, aile kadınlarıydı bu hemşireler ve ondankorkmuyorlardı. Eason onların sadece Jobs’la ilgilenmelerini sağladı.“Steve’i idare etmek için ısrarcı olmak gerek,” diye anımsıyordu TimCook. “Eason Steve’i idare edebiliyordu. Onu, onun için iyi ama hoşolmayan şeyleri yapmaya zorlayabiliyordu ki, başkaları bunuyaptıramazdı.”

Bunca ilgiye karşın Jobs bazen delirecek gibi oluyordu. Kontrolsahibi olamamak canını sıkıyordu. Bazen halüsinasyon görüyor ya dasinirleniyordu. Bilinci çok açık değilken bile güçlü kişiliği kendini belliediyordu. Bir keresinde, epey uyuşturulmuşken, pulmonolog yüzünemaske takmaya çalıştı. Jobs maskeyi çıkardı, tasarımını hiç

587/728

beğenmediğini mırıldandı ve takmayı reddetti. Konuşmakta zorlan-masına karşın maskenin beş farklı versiyonunu getirmelerini, beğendiğitasarımı seçeceğini söyledi. Doktorlar Powell’a şaşkınlıkla baktılar.Powell sonunda Jobs’ın dikkatini dağıtabildi ve böylece doktorlar mas-keyi taktılar. Jobs parmağına taktıkları oksijen monitöründen de nefretediyordu. Çirkin ve fazla karmaşık olduğunu söylüyordu. Tasarımınısadeleştirmek için tavsiyeler veriyordu. “Etrafındaki bütün ayrıntılarla,bütün nesnelerle yakından ilgileniyordu ve bu onu yoruyordu,” diyeanımsıyordu Powell.

Bir gün, Jobs hâlâ bilinçle bilinçsizlik arasında gidip gelirken, Pow-ell’ın yakın arkadaşı Kathryn Smith ziyaretine geldi. Jobs’la arası herzaman çok iyi olmamıştı, ama Powell yatağın yanına gelmesinde ısraretti. Jobs ona yaklaşmasını işaret etti, sonra da kâğıt kalem istediğiniişaret etti ve “iPhone’umu istiyorum,” diye yazdı. Smith telefonu şi-fonyerden alıp ona getirdi. Jobs onun elini tuttu, telefonun tuş kilidiniaçmayı gösterdi ve menülerde gezdirdi.

Jobs’ın, ilk kız arkadaşı Chrisann’den olma kızı Lisa Brennan-Jobs’laarası açıktı. Lisa Harvard’dan mezun olunca New York’a taşınmış vebabasıyla pek iletişim kurmamıştı. Ama iki kez uçakla Memphis’egeldi, ve Jobs da bunu takdir etti. “Gelmesi benim için çok anlamlıy-dı,” diye anımsıyordu. Maalesef bunu o sırada Lisa’ya söylemedi.Jobs’ın etrafındaki birçok insan Lisa’nın babası kadar talepkâr olab-ildiğini düşünüyorlardı, ama Powell onu iyi ağırladı ve tedavi sürecinedahil etmeye çalıştı. Babayla kızın tekrar yakınlaşmalarını istiyordu.

Jobs iyileştikçe huysuzluğu büyük ölçüde geri döndü. Hâlâ çabukparlıyordu. “Toparlanmaya başlayınca minnet aşamasını çabucakgeride bıraktı. Ve hemen aksi yöneticilik moduna geri döndü,” diye an-ımsıyordu Kat Smith. “Artık daha yumuşak başlı olur mu diye merakediyorduk hepimiz; ama öyle olmadı.”

Jobs’ın beslenme konusundaki müşkülpesentliğinin sürmesi,eskisinden de fazla sorun oldu. Sadece meyveli smoothie içiyordu ve

588/728

yedi-sekiz farklı çeşit getirilmesini, aralarından seçim yapmak is-tediğini söylüyordu. Kaşığı ağzına götürüp çok az tadıyordu ve “Bugüzel değil. Bu da güzel değil,” diyordu. Sonunda Eason itiraz etti.“Tadı önemli değil,” dedi. “Bunu yiyecek olarak görmekten vazgeç.İlaç olarak görmeye başla.”

Jobs Apple’dan ziyaretçilerin gelmesine izin verilince keyifleniy-ordu. Tim Cook düzenli olarak gelip onu yeni ürünlerin gelişimi ko-nusunda bilgilendiriyordu. “Ne zaman Apple’dan bahsetsek canlanıy-ordu,” dedi Cook. “Işık saçıyordu sanki.” Jobs şirketi çok seviyordu veoraya geri dönmek için yaşıyor gibiydi. Ayrıntılar onu enerjikleştiriy-ordu. Cook yeni bir iPhone modelinden bahsedince Jobs sonraki birsaat boyunca o modele verecekleri ismi –iPhone 3GS’de kararkıldılar–, “GS”nin boyutunu ve fontunu, harflerin büyük (evet) ve ita-lik (hayır) olup olmaması gerektiğini konuştu.

Bir gün Riley ona sürpriz yaptı; Sun Studio’yu –Elvis, Johnny Cash,B.B. King gibi birçok rock’n roll öncüsünün kayıt yaptığı kırmızı tuğlamabedi– mesai saatinden sonra ziyaret etmesini sağladı. Genç çalışan-lardan biri onlara stüdyoyu gezdirdi, tarihini anlattı. Jerry Lee Lewis’inkullandığı sigara yanıklı bankta Jobs’la birlikte oturdular. Jobs o sıralarmüzik endüstrisinin belki de en çok sözü geçen kişisiydi, ancak çök-müş hali yüzünden çocuk onu tanıyamadı. Giderlerken Jobs Riley’ye,“O çocuk cidden zeki. iTunes’ta çalıştıralım,” dedi. Bunun üzerine Ri-ley Eddy Cue’yu aradı; Cue da çocuğu iş görüşmesi için California’yagötürdü ve iTunes’un ilk R&B ve rock’n roll bölümlerinin oluşturul-masında görev alması için işe aldı. Riley sonradan Sun Studio’dakiarkadaşlarını ziyarete gidince, o çocuğun işe alınmasının sloganlarınındoğruluğunu kanıtladığını, Sun Studio’da hayallerin hâlâ gerçekleşe-bildiğini söylediler.

Geri Dönüş

Jobs Mayıs 2009’da, karısı ve kız kardeşiyle birlikte Memphis’tengeri döndü. San Jose havaalanında onları bekleyen Tim Cook’la Jony

589/728

Ive, Jobs’ın jeti durur durmaz içeri daldılar. “Geri dönmenin heyecanıgözlerinden okunuyordu,” diye anımsıyordu Cook. “Mücadele arzusuvardı ve bir an önce başlamak istiyordu.” Powell bir şişe köpüklü elmaşarabı çıkardı, kocasının şerefine kadeh kaldırdı ve herkes ona katıldı.

Ive duygusal açıdan tükenmişti. Havaalanından Jobs’ın evinegiderlerken, arabayı kullanırken ona yokluğunda işleri yürütmeningüçlüğünden bahsetti. Ayrıca Apple’ın yenilikçiliğinin Jobs’a bağlıolduğu ve Jobs geri dönmezse bu yenilikçilikten eser kalmayacağısöylentilerinden yakındı. “Cidden alındım,” dedi ona. Kendini“yıkılmış” hissettiğini, yeterince takdir edilmediğini hissettiğinisöyledi.

Jobs da Palo Alto’ya döndükten sonra karanlık bir ruh haline kapıldı.Şirket için vazgeçilmez olmayabileceğini kabullenmeye başlıyordu.Yokluğunda Apple’ın hisse fiyatı yükselmişti; Ocak 2009’da izneayrılacağını açıkladığında 82 dolarken, Mayıs sonunda geridöndüğünde 140 dolardı. Jobs’ın izne çıkmasından kısa süre sonra an-alistlerle telekonferans görüşmesi yapan Cook, her zamanki ifadesiztarzını bir kenara bırakarak, Apple’ın Jobs’ın yokluğunda bile nedenbaşarısını sürdüreceğini şevklendirici bir şekilde açıklamıştı:

Yeryüzünde muhteşem ürünler üretmek için bulunduğumuza inanıyoruz ve budeğişmeyecek. Sürekli yeniliklere odaklıyız. Karmaşıklığa değil, sadeliğe in-anıyoruz. Ürettiğimiz ürünlerin arkasındaki temel teknolojilere sahip olmamız veonları kontrol etmemiz gerektiğine, ancak önemli katkılarda bulunabileceğimizpazarlara girmemiz gerektiğine inanıyoruz. Bizim için gerçekten önemli ve an-lamlı olan birkaç projede gerçekten odaklanabilmek için binlerce projeye hayırdememiz gerektiğine inanıyoruz. Ekiplerimizin yakın işbirliği ve yardımlaşmaiçinde olmalarının, başkalarının başaramadığı icatlarda bulunabilmemizisağladığına inanıyoruz. Ve açıkçası şirketteki her ekipte kusursuzluktan dahaazını kabul etmiyoruz, yanıldığımızda bunu kabul edebilecek kadar dürüstüz vedeğişebilecek kadar cesuruz. Ve bu değer yargıları bu şirkete öylesine derindenyerleşti ki, bence kim hangi işi yaparsa yapsın, Apple gayet başarılı olacak.

Jobs’ın söyleyeceği (ve söylemiş olduğu) sözler gibiydi bunlar; an-cak basın bu konuşmaya “Cook doktrini” adını verdi. Özellikle son

590/728

cümleye canı sıkılan Jobs depresyona girdi. Bu sözün doğru olma ih-timali karşısında gururlansın mı, yoksa incinsin mi, bilemiyordu.CEO’luğu bırakıp yönetim kurulu başkanı olabileceği söyleniyordu.Bunu duydukça yatağından kalkma, acısını yenme ve canlandırıcı uzunyürüyüşlerine tekrar çıkma arzusu iyice artıyordu.

Geri dönüşünden birkaç gün sonra bir yönetim kurulu toplantısıdüzenlenecekti. Jobs toplantıya katılarak herkesi şaşırttı. İçeri salınasalına girdi ve toplantının çoğu boyunca kalmayı başardı. Haziranbaşına gelindiğinde artık evinde günlük toplantılar düzenliyordu; aysonundaysa işe geri dönmüştü.

Ölümle yüzleştikten sonra artık daha yumuşak başlı bir insan mı ola-caktı? İş arkadaşları bunun yanıtını çabucak aldılar. Geri döndüğü ilkgün bir dizi sinir krizi geçirerek üst düzey ekibini tırstırdı. Altı aydırgörmediği insanları azarladı, bazı pazarlama planlarını iptal etti veişlerini beğenmediği birkaç kişiyi yerin dibine geçirdi. Ama en anlam-lısı, o gün akşama doğru birkaç arkadaşına söylediği sözlerdi. “Bugüngeri dönmek harika bir histi,” dedi. “Kendimi bu kadar yaratıcı hisset-tiğime ve ekibin kusursuzluğuna inanamıyorum.” Tim Cook bunudoğal karşıladı. “Steve’in fikirlerini veya duygularını ifade etmektengeri durduğuna asla tanık olmadım,” dedi sonradan. “Ama bu iyi birşeydi.”

Arkadaşları Jobs’ın agresifliğini koruduğunu fark ettiler. Nekahetdöneminde Comcast’in yüksek çözünürlüklü kablolu televizyon ser-visine yazıldı ve bir gün şirketin yöneticisi Brian Roberts’ı aradı.“Güzel bir şeyler söylemek için arıyor sandım,” diye anımsıyorduRoberts. “Ama bana, ‘Hizmetiniz berbat,’ dedi.” Fakat Andy Hertzfeld,Jobs’ın huysuzluğuna karşın artık daha içten olduğunu fark etti.“Eskiden Steve’den bir iyilik isteyince tam tersini yapabiliyordu,” dediHertzfeld. “Mizacında böyle ters bir taraf vardı. Şimdiyse gerçektenyardım etmeye çalışıyor.”

591/728

Jobs geri döndüğünü 9 Eylül’de, şirketin her sonbaharda düzenlediğimüzik etkinliğinde ilan etti. Neredeyse bir dakika boyunca ayakta al-kışlandıktan sonra alışılmadık ölçüde kişisel konuşarak, kendisinekaraciğer bağışı yapıldığını söyledi. “O cömertlik sayesindeburadayım,” dedi, “bu yüzden umuyorum ki, hepimiz o kadar cömertolabiliriz ve organ bağışı yapmayı seçebiliriz.” Sevincini ifade ettiktensonra –“Ayaktayım, Apple’a geri döndüm ve burada geçirdiğim hergüne bayılıyorum”–, anodize alüminyumdan yapılma dış kaplamayasahip, dokuz farklı renkteki, video kameralı yeni iPod Nano’ları tanıttı.

2010’un başında artık gücünün çoğunu geri kazanmıştı ve işine dörtelle sarıldı; hem kendisi, hem de Apple için en verimli dönemlerdenbiri başlıyordu. Jobs, Apple’ın dijital merkez stratejisini başlattığındanberi peş peşe iki başarılı ürün üretmişti: iPod ve iPhone. Şimdi sıra birbaşka üründeydi.

592/728

37. BölümiPad

Post-PC Dönemine Giriş

iPad’le, 2010

Devrim İstediğini Söylüyorsun

Jobs 2002’de, kullanıcıların ekrana stilus veya kalem kullanarak verigirmelerini sağlayan bir tablet bilgisayar yazılımı geliştirdiğini söyley-en ve bu yazılımı övüp duran Microsoft mühendisine sinirlenmişti. Oyıl birkaç üretici piyasaya o yazılımı kullandıkları tablet PC’lersürmüş, ancak hiçbiri tutmamıştı. Jobs bu işin doğru dürüst nasılyapılacağını –kalemsiz!– göstermek istiyordu, ama Apple’ın geliştird-iği çoklu dokunmatik teknolojisini görünce bunu önce iPhone’da kul-lanmak istemişti.

Bu arada Macintosh donanım ekibi tablet fikrini konuşuyordu. “Tab-let üretme planımız yok,” dedi Jobs, Mayıs 2003’te Walt Mossberg’everdiği bir röportajda. “İnsanlar klavye istiyormuş meğer. Tabletlerzaten başka PC’lere ve aygıtlara sahip olan zengin adamlara hitap ediy-or.” Kendisinde “hormon dengesizliği” olduğu açıklaması gibi bu dayanıltıcıydı; her yıl en önde gelen 100 çalışanıyla birlikte çıktığı tatildekonuşulan müstakbel projeler arasında tablet de vardı. “Bu tatillerin

çoğunda bu projeden bahsettik, çünkü Steve tablet üretme arzusunuasla yitirmedi,” diye anımsıyordu Phil Schiller.

2007’de Jobs, düşük maliyetli bir netbook bilgisayar projesi içinfikirleri değerlendirirken, tablet projesinde büyük bir aşama kaydedildi.Bir pazartesi günü yönetici kadro beyin fırtınası yaparken Ive nedenklavyenin ekrana menteşelerle tutturulması gerektiğini sordu; bu hempahalıya gelirdi, hem de cihazın büyüklüğünü arttırırdı. Çoklu dokun-matik bir arayüz kullanarak klavyeyi ekrana koyun, diye önerdi. Jobshemfikir oldu. Dolayısıyla bir netbook tasarlamak yerine, tablet projes-ini hızlandırmakta odaklanıldı.

Süreç Jobs’la Ive’ın uygun ekran boyutunu belirlemeleriyle başladı.Boyutları ve en-boy oranları birbirinden biraz farklı yirmi modelyaptırdılar –hepsi de yuvarlak köşeli dörtgenlerdiler elbette. Ive tas-arım stüdyosunda hepsini bir masaya dizdi; öğleden sonraları, onlarıörten kadife kumaşı kaldırıp hepsiyle oynuyorlardı. “Ekran boyutunuböyle belirledik,” dedi Ive.

Jobs olabilecek en arı sadeliği hedefliyordu her zamanki gibi. Bununiçin aygıtın en önemli parçasının ne olduğunu belirlemek gerekiyordu.Yanıt görüntü ekranıydı. Yani her şeyi ekrana göre ayarlamalıydılar.“Bir sürü özelliğin ve tuşun dikkatin ekrana yönelmesini engellem-emesini nasıl sağlayabiliriz?” diye sordu Ive. Jobs her adımda birşeyleri elemeye ve sadeleştirmeye çalışıyordu.

Bir ara modele karşı hafif bir tatminsizlik duydu. Ona yeterince kon-forlu ve dostane gelmiyordu, insanda alıp götürme hissi uyandırmıy-ordu. Ive meseleye parmak bastı: Cihazı tek elinizle, içgüdüsel olarakkapıp götürebileceğiniz sinyalini vermeliydiler. Arkası hafif bombeliolmalıydı, böylece cihazı dikkatle kaldırmak yerine kolayca kapabil-meliydiniz. Yani mühendislik bölümünün gerekli bağlantı portlarını vetuşları kolay kullanılır şekilde tasarlaması gerekiyordu.

594/728

Patent başvurularını takip ediyor olsaydınız –Apple’ın Mart 2004’tebaşvurusunu yaptığı ve on dört ay sonra verilen– D504889 numaralıpatent dikkatinizi çekerdi. Mucitlerin arasında Jobs’la Ive’ın isimlerivardı. Bu başvuruda yuvarlak kenarlı –tam da sonradan iPad’in olduğugibi–, dörtgen bir elektronik tabletin çizimleri bulunuyordu vebunlardan bir tanesinde bir adam tableti sol eliyle rahatça tutarken sağişaret parmağıyla ekrana dokunuyordu.

Macintosh bilgisayarlar artık Intel çipleri kullandıklarından, Jobsbaşta iPad’de Intel’in geliştirdiği düşük voltajlı Atom çipini kullanmayıplanladı. Intel’in CEO’su Paul Otellini, birlikte bir tasarım üstündeçalışmaları için epey baskı yapıyordu ve Jobs ona güvenmeye meyil-liydi. Otellini’nin şirketi dünyanın en hızlı işlemcilerini üretiyordu. An-cak Intel, batarya ömrünü korumak gibi bir önceliği olmayan, duvarprizlerine bağlanan makineler için işlemci üretmeye alışıktı.Dolayısıyla Tony Fadell canla başla, daha basit olan ve daha az güçharcayan ARM mimarisine dayalı bir şey kullanmalarını savunuyordu.Apple başta ARM ile ortaklık yapmıştı ve orijinal iPhone’da onun mi-marisini kullanan çipler vardı. Diğer mühendislerden destek alanFadell, Jobs’a karşı çıkıp fikrini değiştirmenin mümkün olduğunukanıtladı. “Yanlış, yanlış, yanlış!” diye bağırdı Fadell bir toplantıda,Jobs en iyisinin Intel’in iyi bir mobil çipi üreteceğine güvenmekolduğunu söyleyince. Fadell Apple rozetini masaya koyup istifa te-hdidinde bulunacak kadar ileri gitti.

595/728

Jobs sonunda pes etti. “Seni duyuyorum,” dedi. “En iyi adamlarımakarşı gelecek değilim.” Hatta abartıp, diğer uca kaydı. Apple ARM mi-marisinin lisansını aldı; ama aynı zamanda Palo Alto’da bulunan, P.A.Semi adlı, 150 kişilik bir mikroişlemci tasarım firmasını da satın aldıve firmanın ARM mimarisine dayalı, Güney Kore’de Samsungtarafından üretilen A4 adlı bir çip sistemini yaratmasını sağladı. Jobsşöyle anımsıyordu:

Yüksek performansta Intel en iyisidir. Enerji ve maliyetle ilgilenmiyorsan, enhızlı çipi onlar üretiyor. Ama tek bir çipin işlemcisini üretiyorlar sadece, yanibaşka bir sürü parça gerekiyor. Bizim A4’te işlemci ve grafik çekirdeği, mobil iş-letim sistemi ve bellek kontrolü var; hepsi de çipin içinde. Intel’e yardım etmeyeçalıştık, ama bize pek kulak asmadılar. Grafik çekirdeklerinin berbat olduğunuyıllardır söylüyoruz onlara. Her çeyrekte ben ve en üst düzey üç yöneticim, PaulOtellini’yle toplantı yapıyoruz. Başta birlikte muhteşem işler yapıyorduk. Gele-cekteki iPhone’ların çiplerini üretmek için büyük bir ortak proje başlatmamızıistiyorlardı. Bunu iki sebepten dolayı kabul etmedik. Birincisi cidden çokyavaşlar. Buharlı gemiler gibiler, pek esnek değiller. Biz çok hızlı çalışmayaalışığız. İkincisi onlara her şeyi öğretmek istemedik, sonra gidip de rakiplerimizesatmasınlar diye.

Otellini’ye göre iPad’de Intel çiplerinin kullanılması mantıklı olurdu.Asıl meselenin Apple’la Intel’in fiyatta anlaşamamaları olduğunusöyledi. “Temelde para meselesi yüzünden olmadı,” dedi. Bu aynızamanda Jobs’ın bir ürünün baştan sona her yönünü kontrol etme ar-zusunun, hatta takıntısının bir başka örneğiydi.

Tanıtım, Ocak 2010

Jobs’ın ürün tanıtımları öncesinde uyandırmayı başardığı olağanheyecan, 27 Ocak 2010’da San Francisco’daki Yerba Buena oditoryu-munda yapılacak iPad tanıtımının yol açtığı heyecanın yanında soldasıfır kaldı. Economist onu kapak yaptı; kapakta Jobs cübbeli vehaleliydi ve elinde “İsa Tableti” lakaplı cihazı tutuyordu. Wall StreetJournal da övücü sözler söyledi: “Bu kadar heyecan uyandıran son tab-letin üstünde bazı emirler vardı.”

596/728

Jobs tanıtımın tarihselliğini vurgulamak istercesine, eski Apple gün-lerinden kalma bir sürü iş arkadaşını davet etti. Daha da dokunaklısı,geçen sene ona karaciğer nakli yapmış olan James Eason’la 2004’tepankreas ameliyatını yapan Jeffrey Norton’ın seyircilerin arasında yeralmalarıydı; Jobs’ın karısı, oğlu ve kız kardeşi Mona Simpson’la aynısırada oturuyorlardı.

Jobs, üç yıl önceki iPhone gibi, bu yeni cihazın öyküsünü de bir akışaoturttu ustaca. Bu sefer ekranda bir iPhone’la bir dizüstü bilgisayarvardı ve aralarında bir soru işareti duruyordu. “Mesele şu ki, ikisininortasında bir şeye yer var mı?” diye sordu. Bu “şeyin” internettegezinmekte, e-postada, fotoğraflarda, videolarda, müzikte, oyunlardave e-kitaplarda iyi olması gerekiyordu. “Netbook” konseptinin kalbinekazık sapladı. “Netbooklar hiçbir şeyde daha iyi değiller!” dedi.Davetli konuklar ve şirket çalışanları tezahürat yaptılar. “Ama bizdedaha iyi olan bir şey var. Ona iPad diyoruz.”

Jobs iPad’in ne kadar rahat kullanılabildiğini göstermek içinsahnedeki konforlu deri koltuğa ve sehpaya gitti (aslında bir Le Cor-busier koltuk ve Eero Saarinen sehpa seçmişti) ve eline bir iPad aldı.“Dizüstü bilgisayardan çok daha fazla yakınlık kuracağınız bir cihaz,”dedi hevesle. New York Times’ın internet sitesini açtı, Scott Forstall’laPhil Schiller’a e-posta gönderdi (“Vay canına, iPad’i gerçektentanıtıyoruz”), bir fotoğraf albümünde gezindi, takvimi kullandı, GoogleMaps’ten Eyfel Kulesi’ne zum yaptı, video klipler seyretti (Uzay Yoluve Pixar’ın Yukarı Bak’ı), iBook kitap rafını gösterdi ve bir şarkı çaldı(Bob Dylan’ın “Like a Rolling Stone”unu ki, bunu iPhone’untanıtımında da çalmıştı). “Muhteşem, değil mi?” diye sordu.

Jobs son slaytında, hayatının iPad’de somutlaşan temalarından birinivurguladı: Teknoloji Sokağı’yla Liberal Sanatlar Sokağı’nınkavşağındaki bir tabela. “Apple iPad gibi ürünler yaratabiliyor,” dedison olarak, “çünkü biz teknolojiyle liberal sanatların kesiştiği noktadabulunmaya çalıştık hep”. iPad, Bütün Dünya Kataloğu’nun dijital

597/728

reenkarnasyonuydu, yaratıcılığın yaşamı kolaylaştıran aletlerle bu-luştuğu yerdi.

Bu kez ilk tepki Yaşasın Korosu olmadı. iPad henüz satışa sunul-mamıştı (satışı Nisan’da başlayacaktı) ve Jobs’ın demosunu izleyenler-den bazıları cihazın ne olduğundan emin değildiler. iPhone’un geliştir-ilmiş hali miydi? “Snooki’nin The Situation’la birlikte olmasındanberi[37] bu kadar büyük bir hayal kırıklığı yaşamamıştım,” diye yazdıNewsweek’ten Daniel Lyons (bir internet parodisinde “Sahte SteveJobs” rolüne soyunmuştu). Gizmodo’daysa “iPad’in Sekiz BerbatYönü” adlı bir yazı yayımlandı (çokgörevliliği yoktu, kamerası yoktu,Flash’ı yoktu...). Blogosferde cihazın ismiyle bile dalga geçildi; kadınhijyen ürünlerine ve maxi pedlere alaycı göndermeler yapıldı. O günTwitter’da “#iTampon” hash tagi, en çok bahsedilen konular arasındaüç numarada yer aldı.

Bill Gates de her zamanki gibi cihazı kötüledi. “Ben hâlâ ses, kalemve gerçek bir klavyeyle kullanılan cihazların –yani netbookların–popüler olacağını düşünüyorum,” dedi Brent Schlender’a. “iPhone çık-tığında, ‘Aman Tanrı’m, Microsoft yeterince yükseği hedeflememiş,’demiştim, ama bu sefer öyle değil. iPad kitap okumak için iyi, ama‘bunu ah, keşke Microsoft yapsaydı,’ dedirten bir özelliği yok.” Mi-crosoft’un kalemle veri girme yaklaşımının başarılı olacağında diret-meyi sürdürdü. “Ben kalemli bir tabletin başarılı olacağını yıllardırsöylüyorum,” dedi bana. “Sonunda ya haklı olacağım, ya da ölü.”

Jobs ürünü tanıttıktan sonraki gece sinirli ve depresifti. Mutfağındaakşam yemeği için toplandığımızda masanın etrafında turlayıpiPhone’undan e-postalara ve internet sayfalarına baktı.

Son 24 saatte 800 civarı e-posta aldım. Çoğu şikayetçi. USB kablosu yokmuş! Oyokmuş, bu yokmuş. Bazıları küfür ediyorlar ve “Bunu nasıl yaparsın?” diyorlar.Normalde insanlara yanıt yazmam, ama “Annen baban bu halinle gurur duyuy-ordur,” diye karşılık verdim. Bazıları da iPad ismini sevmemiş falan filan. Bugünbiraz moralim bozuldu. İnsanın şevki kırılıyor.

598/728

O gün kendisini arayıp kutlayan biri oldu: Genelkurmay BaşkanıRahm Emanuel. Jobs bunu takdir etti. Ardından akşam yemeğinde,Başkan Obama’nın göreve başladığından beri kendisini hiç ara-madığını söyledi.

iPad Nisan’da satılmaya başlanıp insanların bizzat eline geçince,eleştiriler azaldı. Time ve Newsweek cihazı kapak yaptılar. “Appleürünleriyle ilgili yazmanın zor tarafı şu ki, epey ses getiriyorlar,” diyeyazdı Lev Grossman, Time’da. “Apple ürünleriyle ilgili yazmanın diğerzorluğuysa, söylenenlerin bazen doğru olması.” Temel itirazındahaklıydı: “Tüketici içeriği açısından hoş bir cihaz olsa da, yaratılmasınımazur gösterecek çok sebep yok.” Bilgisayarlar, özellikle de Macin-tosh, insanların tüm dünyaya sunabilecekleri müzik, video, internetsitesi ve bloglar oluşturmalarını sağlayan aletler haline gelmişti.“iPad’se vurguyu içerik yaratımından uzaklaştırıp, içeriği sadece alıpmanipüle etmeye kaydırıyor. Sizi susturuyor; sizin başka insanlarınbaşyapıtlarını tüketen, pasif bir tüketici olmaya geri dönmenize yolaçıyor.” Jobs bu eleştiriyi oldukça önemsedi. iPad’in bir sonraki ver-siyonuna, kullanıcının sanatsal yaratımını kolaylaştırmanın yollarınıeklemek için harekete geçti.

Newsweek’in kapak manşeti, “iPad’in Nesi O Kadar Muhteşem? HerŞeyi” idi. Cihazın tanıtımından sonra “Snooki” göndermesiyleeleştiride bulunan Daniel Lyons fikrini değiştirmişti. “Jobs’ındemosunu izlerken bana önemli bir şey değil gibi gelmişti,” diye yazdı.“Sonuçta iPod Touch’ın büyük bir versiyonu, değil mi? Sonra iPad’ikullanma fırsatını bulunca şunu fark ettim: Bundan bir tane istiyorum.”Başkaları gibi Lyons da bunun Jobs’ın kişisel projesi olduğunu, savun-duğu her şeyin cismanileşmiş hali olduğunu fark etmişti. “Jobs’ın şöyletuhaf bir yeteneği var: İhtiyacımız olduğunu bilmediğimiz cihazlarüretiyor ve sonra birden onlarsız yaşayamaz hale geliyoruz,” diyeyazdı. “Kapalı bir sistem, Apple’ın ünlü tekno-Zen deneyimini sun-manın tek yolu olabilir.”

599/728

iPad konusundaki tartışmaların çoğu kapalı, uçtan uca entegrasy-onunun başarısızlığa mahkûm bir yöntem olup olmadığı üstüneydi.Google herkese açık olan ve tüm donanım üreticileri tarafından kul-lanılabilen bir mobil platformu, Android’i sunmakla Microsoft’un1980’lerde oynadığı role soyunmaya başlamıştı. Fortune sayfalarındabu konuyla ilgili bir tartışma düzenledi. “Kapalı olmanın bahanesiyok,” diye yazdı Michael Copeland. Ama meslektaşı Jon Fortt farklıdüşünüyordu: “Kapalı sistemleri eleştiriliyorlar, fakat bu sistemlergayet güzel çalışıyor, ve kullanıcı dostular. Teknoloji dünyasında bunuSteve Jobs’tan daha iyi kanıtlayan yoktur sanırım. Apple donanımı,yazılımı ve servisleri paket halinde sunmakla ve yakından kontrol et-mekle, rakiplerine sürekli fark atmayı ve piyasaya göz kamaştırıcıürünler sürmeyi başarıyor.” iPad’in, orijinal Macintosh’tan sonra, bukonudaki en net test olacağında hemfikirdiler. “Apple A4 çipini kullan-makla kontrol manyaklığı şöhretinde seviye atladı,” diye yazdı Forrt.“Cupertino artık silikon, cihaz, işletim sistemi, App Store ve ödemesistemi alanlarında mutlak kontrole sahip.”

Jobs, iPad’in piyasaya sürüldüğü 5 Nisan’da, öğlene az kala PaloAlto’daki Apple mağazasına gitti. Daniel Kottke oradaydı; Jobs’ınReed’deki ve Apple’ın ilk zamanlarındaki LSD kullanan ruh ikizi–kurucu hisse opsiyonları meselesi yüzünden Jobs’a kin duymuyorduartık. “Aradan on beş yıl geçmişti ve Steve’i tekrar görmek istemiş-tim,” dedi Kottke. “Onu tuttum ve iPad’i şarkı sözlerimi yazmakta kul-lanacağımı söyledim. Keyfi gayet yerindeydi ve onca yıldan sonragüzel bir sohbet ettik.” Powell ve en küçük kızları Eve, mağazanın birköşesinden onları seyrettiler.

Donanımı ve yazılımı olabildiğince açık kılmayı uzun süredir savun-an Wozniak, bu fikrinde değişiklikler yapmayı sürdürdü. Çoğu zamanyaptığı gibi bu kez de geceyi mağazanın önündeki kuyrukta, satışlarınbaşlamasını bekleyen hayranların arasında geçirmişti. Bu sefer SanJose’deki Valley Fair alışveriş merkezindeydi ve bir Segway’e bin-mişti. Bir muhabir ona Apple’ın ekosisteminin kapalılığı hakkındaki

600/728

fikrini sordu. “Apple insanı oyun parkına alıyor ve orada tutuyor; vedoğrusu bunun bazı avantajları var,” diye karşılık verdi Wozniak. “Benaçık sistemleri severim, ama sonuçta ben bir hackerım. Çoğu insan kul-lanımı kolay şeyler istiyor. Steve’in dehası sadeleştirme yapmayıbilmesinde. Bu da her şeyi kontrol etmeyi gerektiriyor bazen.”

“iPod’unda ne var?” sorusunun yerini “iPad’inde ne var?” sorusualdı. Başkan Obama’nın personeli bile iPad’i teknolojiyi yakındantakip etmelerinin göstergesi olarak görüyor, bu oyunu oynuyorlardı.Mali danışman Larry Summers’ın iPad’inde Bloomberg finansal bil-giler uygulaması, Scrabble ve The Federalist Papers vardı. Genelkur-may Başkanı Rahm Emanuel bazı gazeteleri, iletişim danışmanı BillBurton Vanity Fair’i ve televizyon dizisi Lost’un birinci sezonununtamamını, politik direktör David Axelrod ise Beyzbol Birinci Ligi’yleNPR’ı iPad’den takip ediyordu.

Jobs Michael Noer’in Forbes.com’da yayınlanan bir yazısını etkiley-ici bulup bana gönderdi. Noer, Kolombiya’daki Bogata’nın kuzeyindebulunan kırsal kesimdeki bir mandırada kalırken, iPad’inden birbilimkurgu romanını okuyormuş. Ahırları temizleyen altı yaşında, fakirbir çocuk yanına gelmiş. Noer ona cihazı merakla uzatmış. Çocuk dahaönce hiç bilgisayar görmediği halde, hiç yardım almadan cihazıiçgüdüsel olarak kullanmaya başlamış. Ekranı kaydırmış, uygulamalarbaşlatmış, tilt oynamış. “Steve Jobs altı yaşındaki, cahil bir çocuğunbile talimatsız kullanabileceği, güçlü bir bilgisayar tasarlamış,” diyeyazmıştı Noer. “Büyü bu değilse, nedir bilmiyorum.”

Apple bir aydan kısa sürede bir milyon iPad sattı. iPhone’un busayıya ulaşması iki misli uzun sürmüştü. 2011 Martı’na gelindiğinde,yani piyasaya sürülmesinden dokuz ay sonra, on beş milyon iPadsatılmıştı. iPad, bazı açılardan, gelmiş geçmiş en başarılı tüketici ürün-lerinden biri oldu.

Reklamlar

601/728

Jobs ilk iPad reklamlarından memnun değildi. Her zamanki gibi paz-arlama işiyle bizzat ilgilendi; reklam ajansından (şimdiki adı TBWA/Media Arts Lab’di) James Vincent ve Duncan Milner’la birlikte çalıştı,yarı emekli olan Lee Clow da tavsiyeler verdi. Ürettikleri ilk reklamhuzurlu bir ortamda geçiyordu; soluk kot pantolonlu ve kazaklı biradam bir koltuğa yaslanıp, kucağındaki iPad’de çeşitli şeylere, e-postalara, bir fotoğraf albümüne, New York Times’a, kitaplara, video-lara bakıyordu. Konuşma yoktu, arka planda Blue Van’in “There GoesMy Love” adlı şarkısı çalıyordu sadece. “Steve reklamı önce onayladı,sonra da hiç beğenmediğine karar verdi,” diye anımsıyordu Vincent.“Pottery Barn[38] reklamı gibi olduğunu düşündü.” Jobs sonradan banaşöyle dedi:

iPod’un ne olduğunu açıklamak kolay olmuştu -cebinizde bin şarkı-, böyleceikonik silüet reklamlarına çabucak geçebilmiştik. Ama iPad’in ne olduğunu açık-lamak güçtü. Onu bir bilgisayar olarak sunmak istemiyorduk; ama şirin bir telev-izyon gibi yumuşak görünmesini de istemiyorduk. İlk reklamlarda ne yaptığımızıbilmediğimiz görülüyordu. Kaşmir kazaklı, kararsız alışverişçilere hitap etmeyeçalışıyor gibiydik.

James Vincent aylardır izne çıkmamıştı. Dolayısıyla iPad nihayetsatışa sunulunca ve reklamlar yayımlanmaya başlanınca, PalmSprings’te düzenlenen Coachella Müzik Festivali’ne ailesiyle birliktegitti; festivalde Muse, Faith No More ve Devo gibi favori grupları yeralacaktı. Oraya varmasından kısa süre sonra Jobs aradı. “Reklamlarınberbat,” dedi. “iPad dünyada çığır açıyor, büyük bir şeye ihtiyacımızvar. Sen bana önemsiz, boktan şeyler verdin.”

“Eee, ne istiyorsun peki?” diye karşılık verdi Vincent. “Bana ne is-tediğini söyleyemedin ki.”

“Bilmiyorum,” dedi Jobs. “Bana yeni bir şeyle gelmelisin. Şimdiyekadar gösterdiklerinin alakası yok.”

602/728

Vincent yine diklenince Jobs birden patlayıverdi. “Durup dururkenbağırmaya başladı,” diye anımsıyordu Vincent. Vincent da çabuk sinir-lenebilen biriydi ve seslerini karşılıklı yükselttiler.

Vincent, “Bana ne istediğini söylemelisin,” diye bağırınca Jobs,“Bana bir şeyler göstermelisin, istediğim şeyi görünce tanırım,” diyekarşılık verdi.

“Aman ne güzel, dur ekibime hemen söyleyeyim: Görüncetanıyacakmış.”

Vincent öyle sinirlendi ki, kiraladığı evin duvarını yumruklayıpgöçertti. Sonunda dışarıya, havuz kenarında oturan ailesinin yanınageldiğinde, ona kaygıyla baktılar. “İyi misin?” diye sordu karısısonunda.

Vincent’la ekibinin yeni seçenekler hazırlamaları iki hafta sürdü;Vincent bunları Jobs’a ofisinde değil, evinde göstermek istedi; oranındaha sakin bir ortam olacağını umuyordu. O ve Milner, on iki resimlitaslağı orta masaya serdiler. Biri canlı ve şevklendiriciydi. Bir başkasıesprili olmaya çalışıyordu; Juno’da oynamış komedi aktörü MichaelCera bir oyuncak evde gezinip, iPad’le yapılabilecek şeyleri esprili birdille anlatıyordu. Diğerlerindeyse iPad’i kullanan ünlüler, sade birbeyaz arka plan, kısa bir sitcom veya yalın bir ürün tanıtımı vardı.

Jobs seçenekleri gözden geçirirken ne istediğini fark etti. Espriler,ünlüler, demolar istemiyordu. “Bir şey söylemeli,” dedi. “Bir manifestoolmalı. Bu büyük bir şey.” iPad’in dünyayı değiştireceğini söylemiştive bu sözünü destekleyecek bir reklam kampanyası istiyordu. Bir yılkadar sonra başka şirketlerin piyasaya kopya tabletler süreceklerinisöyledi; insanların iPad’in orijinal olduğunu anımsamalarını istiyordu.“Ne yaptığımızı açıklayan reklamlara ihtiyacımız var.”

Birden ayağa fırladı; biraz halsiz görünse de gülümsüyordu. “Şimdimasaj yaptırmalıyım,” dedi. “Hadi bakalım, iş başına.”

603/728

Vincent’la Milner, metin yazarı Eric Grunbaum’la birlikte Manifestoadını verdikleri reklamın üstünde çalışmaya başladılar. Hızlı tempolu,ritimli bir reklam olacaktı bu ve iPad’in devrimsel olduğunu canlıgörüntülerle ilan edecekti. Seçtikleri müzik, Yeah Yeah Yeahs’in“Gold Lion” şarkısının Karen O tarafından söylenen nakaratıydı.iPad’in büyülü şeyler yaptığı gösterilirken etkileyici bir ses, “iPad ince.iPad güzel... Manyak güçlü. Büyülü... O video demek, fotoğraf demek.Ömür boyu okuyabileceğinizden fazla kitap demek. Şimdiden devrimyaptı ve daha yeni başlıyor,” diyordu.

Manifesto reklamları kullanıldıktan sonra ekip bu kez, genç filmyapımcısı Jessica Sanders’ın gündelik hayat belgesellerini andıran,daha yumuşak şeyler denedi. Jobs bunları beğendi –kısa süreliğine.Sonra baştaki Pottery Barn tarzı reklamlara yönelttiği eleştiriyiyöneltti. “Lanet olsun,” diye bağırdı, “Visa reklamı gibiler, tipikreklam ajansı tarzı.”

Farklı ve yeni reklamlar istiyor, ama bir yandan da Apple’ın sesiolarak gördüğü şeyden uzaklaşmak istemiyordu. Ona göre o sesin be-lirgin özellikleri vardı: Sadeydi, ilan ediciydi, netti. “Yaşam tarzıağırlıklı seçeneklere odaklandık. Steve bunlardan giderek hoşlanıyorgibiydi, ama sonra birden hiç beğenmediğini söyledi; Apple bu değildedi,” diye anımsıyordu Lee Clow. “Bize Apple’ın sesine geri dön-memizi söyledi. Gayet yalın, samimi bir sestir o.” Dolayısıyla temiz,beyaz arka plana geri döndüler; “iPad’in ne olduğu” ve neler yapab-ildiği yakın çekim gösteriliyordu sadece.

App’ler

iPad reklamları sadece cihazla değil, onunla yapılabilecek şeylerle deilgiliydi. Aslında iPad’in başarısı sadece donanımın güzelliğindendeğil, app adıyla bilinen uygulamalardan kaynaklanıyordu; bunlarçeşitli hoş aktivitelerde bulunabilmenizi sağlıyorlardı. Bedavaya veyabirkaç dolara indirebileceğiniz binlerce app vardı –ve sayıları kısasürede yüz binleri buldu. Parmağınızı kaydırarak “öfkeli kuşları”

604/728

sapanla fırlatabiliyordunuz, hisse senetlerinizi takip edebiliyordunuz,film seyredebiliyordunuz, kitap ve dergi okuyabiliyordunuz, haberlerebakabiliyordunuz, oyun oynayabiliyordunuz ve bol bol zaman harcay-abiliyordunuz, keyifle… Donanım, yazılım ve mağaza entegrasyonu,bütün bunları bir kez daha kolay kılmıştı. Ama belki daha da önemlisi,app’ler, bu platforma uygun yazılım ve içerik üretmek isteyen uygu-lama geliştiricilere oldukça kontrollü bir şekilde de olsa –özenlebakımı yapılan, kapalı bir park kadar– açıktı.

App fenomeni iPhone’la birlikte başladı. iPhone 2007’nin başında ilkkez piyasaya sürüldüğünde bağımsız geliştiricilerden satın alabile-ceğiniz app’ler yoktu; Jobs başta onlara izin vermedi. Dışarıdan insan-ların iPhone’u bozabilecek, virüs bulaştırabilecek veya bütünlüğüneleke sürebilecek uygulamalar yaratmalarını istemiyordu.

iPhone app’lerine izin verilmesini savunanlardan biri yönetim kuruluüyesi Art Levinson’dı. “Steve’i defalarca aradım ve ona app’lerinpotansiyelinden bahsettim,” diye anımsıyor Levinson. Apple bunlaraizin ve hatta destek vermezse, başka bir akıllı telefon üreticisi bunuyaparak rekabet avantajı sağlayacaktı. Pazarlama şefi Phil Schiller dahemfikirdi. “iPhone gibi güçlü bir şey yaratıp da geliştiricilerin bir sürüapp üretmelerine izin vermemeyi hayal bile edemiyordum,” diye anım-sıyor Schiller. “Müşterilerin app’lere bayılacağını biliyordum.” Risksermayedarı John Doerr, dışarıdan bir göz olarak, app’lere izin ver-menin bir sürü yeni girişimcinin yeni servisler yaratmasını sağlay-acağını savundu.

Jobs başta itirazları susturdu; bunun sebeplerinden biri, ekibininüçüncü şahıs app geliştiricileri denetlemek gibi karmaşık bir işinaltından kalkamayacağını düşünmesiydi. Adamlarının dikkatlerinindağılmasını istemiyordu. “Dolayısıyla bu konuyu konuşmak istemiy-ordu,” dedi Schiller. Ama iPhone piyasaya sürülür sürülmez Jobs on-ları dinlemeye gönüllü oldu. “Steve her konuşmada meseleye biraz

605/728

daha olumlu yaklaşıyor gibiydi,” dedi Levinson. Tam dört yönetimkurulu toplantısında bu konu tartışıldı.

Jobs uzlaşma alanı buldu kısa sürede. Dışarıdan insanların appyazmalarına izin verebilirdi, ama bunların katı standartlara uymaları,Apple tarafından test edilip onaylanmaları ve sadece iTunes Store’dasatılmaları gerekiyordu. Hem binlerce yazılım geliştiriciye imkân tanı-manın avantajından faydalanmanın, hem de iPhone’un bütünlüğünü vemüşteri deneyiminin sadeliğini yeterince korumanın bir yoluydu bu.“Kesinlikle sihirli bir çözümdü, mükemmeldi,” dedi Levinson.“Böylece açıklığın getirilerinden faydalanırken, uçtan uca kontrolüelimizde tutabildik.”

iPhone’a yönelik App Store, Temmuz 2008’de iTunes’ta açıldı; dok-uz ay sonra bir milyarıncı indirme yapıldı. iPad Nisan 2010’da satışasunulduğunda, erişilebilir 185 bin adet iPhone app’i vardı. ÇoğuiPad’de de kullanılabiliyor, ama daha büyük ekran avantajından fay-dalanamıyorlardı. Ancak beş aydan kısa sürede geliştiriciler iPad’eözel 25 bin yeni app yazdılar. 2011 Haziranı’na gelindiğinde, iki cihaziçin toplam 425 bin app vardı ve bunlar on dört milyar kezindirilmişlerdi.

App Store bir gecede yeni bir endüstri yarattı. Girişimcileryatakhanelerde, garajlarda ve büyük medya şirketlerinde yeni app’lericat ediyorlardı. John Doerr’ın risk sermayesi şirketi, en iyi fikirlerehisse senedi finansmanı sunmak için 200 milyon dolarlık fon (iFund)ayırdı. İçeriklerini bedavaya sunan dergilerle gazeteler, faydalılığışüpheli bu modelin cinini şişeye geri koymak için son bir fırsatgördüler. Yenilikçi yayıncılar, sırf iPad için yeni dergiler, kitaplar veöğretim materyalleri yarattılar. Örneğin Madonna’nın Seks’indenÖrümcek Hanım’ın Çay Partisi’ne dek çeşitli kitaplar basmış olanCallaway Yayınevi “gemileri yakmaya”, basılı yayıncılığı tamamenbırakıp kitapları interaktif app’ler şeklinde üretmeye karar verdi. 2011

606/728

Haziranı’na gelindiğinde Apple, app geliştiricilere toplam 2,5 milyardolar ödemişti.

iPad ve diğer app tabanlı dijital cihazlar, dijital dünyada temel birdeğişime yol açtılar. Başlangıçta (1980’lerde) internete girmek genel-likle AOL, CompuServe veya Prodigy gibi bir servise telefonla bağlan-mak anlamına geliyordu; bunlar bakımı özenle yapılan ve içerikle dolu,duvarlarla çevrili bir bahçe ve ayrıca cesur kullanıcıların internetteserbestçe gezinmelerini sağlayan bazı çıkış kapıları sunuyorlardı.1990’ların başında başlayan ikinci aşama, milyarlarca siteyi birbirinebağlayan World Wide Web hipertekst transfer protokolleri sayesinde,herkesin internette serbestçe gezinebilmesini sağlayan tarayıcılarıngeliştirilmesiydi. İnsanların istedikleri internet sitelerini kolayca bulab-ilmeleri için Yahoo ve Google gibi arama motorları çıkmıştı ortaya.iPad’in piyasaya sürülmesiyse yeni bir modelin habercisiydi. App’lergeçmişteki duvarlı bahçeleri çağrıştırıyorlardı. Yaratıcılar app’leri in-diren kullanıcılara fazladan işlevler sunabiliyorlardı. Ama app’lerinyükselişi bir yandan da ağın açıklığının ve bağlantılı doğasının fedaedildiği anlamına geliyordu. App’lere ulaşmak ya da onları aramak okadar kolay değildi. iPad hem app kullanımına, hem de internet ağındagezinmeye imkân tanıdığından ağ modeliyle savaş halinde değildi.Ama hem tüketicilere, hem de içerik yaratıcılara bir alternatifsunuyordu.

Yayıncılık ve Gazetecilik

Jobs iPod’la müzik piyasasını dönüştürmüştü. iPad’la ve AppStore’la ise yayıncılıktan gazeteciliğe, televizyondan filmlere dekbütün medyayı dönüştürmeye başladı.

Kitaplar bariz bir hedefti; çünkü Amazon’un Kindle’ı elektronik kita-plara ilgi duyulduğunu göstermişti. Dolayısıyla Apple tıpkı iTunesStore’un şarkı sattığı gibi elektronik kitap satan bir iBooks Store açtı.Jobs iTunes Store’daki tüm şarkıların ucuza, başta 99 sentten satıl-masında diretmişti. Amazon’dan Jeff Bezos e-kitaplarda benzer bir

607/728

yöntem denemiş, çoğunu en fazla 9,99 dolardan satmakta ısrar etmişti.Jobs yayıncılara plak şirketlerine yapmayı reddettiği bir teklifte bu-lundu: Kitaplarını iBooks Store’da istedikleri fiyattan satabilirlerdi veApple yüzde 30 pay alacaktı. Bu başta fiyatların Amazon’dakindenyüksek olması anlamına geliyordu. İnsanlar neden Apple’a daha fazlapara ödesinlerdi ki? “Öyle olmayacak ki,” diye karşılık verdi Jobs,iPad’in tanıtım etkinliğinde Walt Mossberg kendisine bu soruyusorunca. “Fiyatlar aynı olacak.” Haklıydı.

iPad’in tanıtımının ertesi gününde Jobs bana kitaplarla ilgili görüşler-inden bahsetti:

Amazon o işi yüzüne gözüne bulaştırdı. Bazı kitapları toptan fiyattan aldı, amasonra maliyetin de altına, 9,99 dolardan satmaya başladı. Yayıncılar bundan ne-fret ettiler –ciltli kitapları 28 dolara satamaz hale geleceklerini düşündüler. YaniApple henüz o piyasada yokken bile bazı kitap satıcıları Amazon’a kitap verm-emeye başlamışlardı. Biz de yayıncılara, “Acente modeli uygulayacağız, fiyatı sizbelirleyeceksiniz, yüzde 30 payımızı alacağız ve evet, müşteri biraz daha fazlapara ödeyecek, ama siz zaten bunu istiyorsunuz,” dedik. Ama ayrıca bir garantiistedik, başkası kitapları bizden ucuza satıyorsa, biz de o ucuz fiyattan satabilirizdedik. Onlar da Amazon’a gittiler ve “Acentelik sözleşmesi imzalamazsanız sizekitap vermeyiz,” dediler.

Jobs müzik ve kitap işlerine birbirinden farklı yaklaşmaya çalıştığınıkabul etti. Müzik şirketlerine acente modelini teklif etmeyi ve kendifiyatlarını belirlemelerine izin vermeyi reddetmişti. Neden? Çünkübuna mecbur değildi. Ama kitap işinde mecburdu. “Kitap işine girenilk insanlar değildik,” dedi. “Var olan durumu göz önüne alınca, bizimiçin en iyisi bu aikido hamlesini yapmak ve acente modelini benimse-mekti. Ve başardık.”

Jobs Şubat 2010’da, iPad’in tanıtım etkinliğinden hemen sonra NewYork’a, basın sektöründeki yöneticilerle görüşmeye gitti. İki günde Ru-pert Murdoch’la, oğlu James’le ve Wall Street Journal’larının yönetimkadrosuyla; Arthur Sulzberger Jr.’la ve New York Times’ın üst düzeyyöneticileriyle; Time’ın, Fortune’un ve diğer Time Şirketi dergilerininyöneticileriyle görüştü. “Kaliteli gazeteciliğe katkıda bulunmayı çok

608/728

isterim,” dedi sonradan. “Haberlerimizi sadece blogçuların vermesiyetmez. Gerçek gazeteciliğe ve editöryal denetime her zamankindençok ihtiyacımız var. Dolayısıyla insanların para kazanmalarını sağlaya-cak dijital ürünler yaratmalarına yardımcı olmanın yolunu bulmayı çokisterim.” İnsanların müziğe para vermelerini sağlayabilmişti ve gazete-cilik konusunda da aynı şeyi başarabilmeyi umuyordu.

Ancak yayıncılar onun attığı can simidine şüpheyle yaklaştılar.Yardımını kabul etmeleri, gelirlerinin yüzde 30’unu Apple’a vermelerianlamına gelecekti; ama en büyük sorun bu değildi. Daha da önemlisi,yayıncılar Jobs’ın sistemini benimserlerse aboneleriyle doğrudanbağlantılarını yitirmekten korkuyorlardı; abonelerinin e-posta adresler-ine ve kredi kartı numaralarına sahip olmayacak, dolayısıyla onlarafatura kesemeyecek, onlarla iletişim kuramayacak ve yeni ürünlerinipazarlayamayacaklardı. Müşterilerin sahibi Apple olacaktı, onlaraApple fatura kesecekti ve bilgilerini kendi veri tabanında tutacaktı. Vegizlilik politikası sebebiyle, Apple bu bilgileri ancak müşterilerden izinalırsa paylaşacaktı.

Jobs özellikle New York Times’la anlaşmayı çok istiyordu; onun çokiyi bir gazete olduğunu, ama dijital içerikler karşılığında para almayıhenüz çözemediğinden gerileme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunudüşünüyordu. “Bu seneki kişisel projelerimden birinin Times’a yardımetmeye çalışmak olmasına karar verdim; isteseler de, istemeseler de,”dedi bana 2010’un başında. “Bence çağa uyum sağlamaları, ülke içinönemli.”

New York gezisi sırasında, Asya restoranı Pranna’nın mahzenindekiözel yemek salonunda, en üst düzey elli Times yöneticisiyle birlikteakşam yemeği yedi. (Bir mangolu smoothie ve sade bir vegan makarnaısmarladı ki, ikisi de menüde yoktu.) Orada iPad’i gösterdi ve dijitaliçeriklere tüketicilerin kabul edeceği kadar makul bir fiyat koymanınönemini açıkladı. Muhtemel fiyatlarla satışların bir grafiğini çizdi.Times bedava olsa kaç okuyucuları olurdu? Grafikteki bu uç noktaya

609/728

ne yazılacağını hepsi biliyordu, çünkü gazeteyi internette zaten be-davaya yayınlıyorlardı ve yirmi milyon civarı düzenli okuyucularıvardı. Peki gazeteyi gerçekten pahalıya satarlarsa? Bu konuda da veri-ye sahiptiler: Aboneliklerinin fiyatı yılda 300 dolardan fazlaydı ve birmilyon civarı aboneleri vardı. “İkisinin ortasını hedeflemelisiniz, yani10 milyon civarı dijital aboneyi,” dedi Jobs onlara. “Bunun için dedijital aboneliğinizin çok ucuz ve basit olması gerekiyor; insanlar birtıklamayla ve ayda en fazla 5 dolara abone olabilmeliler.”

Times yöneticilerinden biri gazetenin bütün abonelerinin e-posta vekredi kartı bilgilerini, App Store aracılığıyla abone olmuş olsalar bilealması gerektiğinde diretince, Jobs Apple’ın bu bilgileri vermeyeceğinisöyledi. Bunun üzerine yönetici sinirlendi. Times’ın bu bilgilere sahipolmamasının düşünülemez olduğunu söyledi. “Eh, isterseniz onlardanisteyebilirsiniz, ama vermezlerse beni suçlamayın,” dedi Jobs. “İşinizegelmiyorsa bizi kullanmayın. Kötü durumda olmanızın sebebi bendeğilim. Son beş yılı gazetenizi internette bedavaya vererek vekimseden kredi kartı bilgisi almadan geçiren sizsiniz.”

Jobs Sulzberger’la da baş başa görüştü. “O iyi bir adam ve yenibinasıyla haklı olarak gurur duyuyor,” dedi Jobs sonradan. “Onunla neyapması gerektiği konusunda konuştum, ama sonuç çıkmadı.” Ama biryıl sonra, Nisan 2011’de Times dijital edisyonu için para almaya veJobs’ın kurallarını kabul ederek, bazı aboneliklerini Apple aracılığıylasatmaya başladı. Ancak abonelerden Jobs’ın önerdiği 5 dolar aylıkücretin aşağı yukarı dört mislini alıyordu.

Time-Life binasında, Time editörü Rick Stengel ev sahibi rolünüoynadı. Jobs, Josh Quittner’ın yönetimindeki yetenekli bir ekibi dergin-in hoş bir haftalık iPad versiyonunu üretmekte çalıştıran Stengel’ıseverdi. Ama orada Fortune’dan Andy Serwer’ı görünce canı sıkıldı.Serwer’a Fortune’un iki yıl önce yayımladığı, sağlığının ayrıntılarınıve hisse opsiyonu problemlerini ifşa eden yazı yüzünden hâlâ kızgın

610/728

olduğunu söylerken gözleri yaşardı. “Düştüğümde beni tekmelediniz,”dedi.

Time Şirketi’yle ilgili asıl büyük sorun, Times’la ilgili sorununaynısıydı: Bu dergi şirketi, Apple’ın onun müşterilerinin sahibi ol-masını ve müşterilere doğrudan fatura kesmesini engellemesiniistemiyordu. Time Şirketi okuyucuları abonelik satın almaları içinkendi internet sitesine yönlendirecek app’ler yaratmak istiyordu. Applebunu reddetti. Time’ın ve diğer dergilerin bu işi yapan app’lerinin AppStore’da yer almasına izin verilmedi.

Jobs, Time Warner’ın CEO’su Jeff Bewkes’le bizzat uzlaşmayı dene-di; Bewkes işinin ehli olan dobra bir pragmatistti. Birkaç yıl önce, iPodTouch’ın video hakları konusunda konuşmuşlardı; Jobs onu HBO’nunfilmlerini gösterime girmelerinden kısa süre sonra oynatmak için özelhakka sahip olmasıyla ilgili bir anlaşmaya ikna edememiş olsa da,Bewkes’in açık sözlülüğünü ve kararlılığını takdir etmişti. Bewkes deJobs’ın stratejik düşünmesine ve en küçük ayrıntıların ustası olmasınasaygı duyuyordu. “Steve genel ilkelerden bahsederken birdenayrıntılara inebiliyor,” dedi.

Jobs Bewkes’i arayıp da Time Inc.’in dergilerinin iPad’de yayımlan-maları konusunda anlaşma teklif ederken, söze uyarıda bulunarakbaşladı; basılı yayın piyasasının “berbat” olduğunu belirtti, “Aslındakimse dergilerinizi istemiyor,” dedi ve Apple’ın dijital abonelik satmateklifinin büyük bir fırsat olduğunu söyleyip, “Ama adamların bununfarkında değiller,” diye ekledi. Bewkes bu sözlerin hiçbirine katılmadı.Apple’ın Time Şirketi adına dijital abonelik satmasından memnunolacağını söyledi. Apple’ın yüzde 30 pay alması sorun değildi. “Bak,hemen şimdi söylüyorum, bizim için sattığınız her abonelikten yüzde30 pay alabilirsiniz,” dedi Bewkes ona.

“Eh, bu durumda daha önce konuştuğum herkesten daha çok ilerlemekaydetmiş oluyorum seninle,” diye karşılık verdi Jobs.

611/728

“Tek bir sorum var,” diye devam etti Bewkes. “Dergimin aboneliğinisatarsan ve sana yüzde 30 pay verirsem, aboneliğin sahibi kim olacak–sen mi, ben mi?”

“Apple’ın gizlilik politikası var; abonelerin tüm bilgileriniveremem,” diye karşılık verdi Jobs.

“Eh, madem öyle, o zaman başka bir yol bulmamız gerekecek, çünkübütün abone tabanımın senin abonelerine dönüşmesini, hepsini AppleStore’unda toplamanı istemiyorum,” dedi Bewkes. “Tekel kurdun mu,gelip bana dergimi 4 değil 1 dolara satmamı söylersin. Dergimizekimlerin abone olduğunu bilmemiz gerek, bu insanlar için sanal toplu-luklar oluşturabilmemiz ve onları aboneliklerini yenilemeye doğrudanteşvik edebilmemiz gerek.”

Jobs, News Corp.’un, Wall Street Journal’ın, New York Post’un,dünyanın dört bir yanındaki gazetelerin, Fox Stüdyoları’nın ve FoxHaber Kanalı’nın sahibi olan Rupert Murdoch’la daha rahat birkonuşma yaptı. Jobs Murdoch ve ekibiyle buluşunca, onlar da AppStore aracılığıyla kazandıkları aboneliklerin sahipliğini paylaşmalarıgerektiğini söylediler. Ama Jobs bunu reddedince ilginç bir şey oldu.Murdoch kolay ikna edilen biri olarak tanınmasa da, bu konuda av-antajlı olmadığını bildiğinden Jobs’ın koşullarını kabul etti. “Abonelik-lerin sahibi olmayı yeğlerdik ve bu konuda direttik,” diye anımsıyorduMurdoch. “Ama Steve kabul etmeyince ‘Tamam, senin dediğin olsun,’dedim. Meseleyi uzatmaya gerek görmedik. Taviz vermeyecekti –kionun yerinde olsam ben de vermezdim–, bu yüzden tamam dedim.”

Murdoch iPad’e özel tasarlanmış dijital bir gazete (The Daily)çıkarmaya bile başladı. Bu gazete Jobs’ın koyduğu koşullar uyarıncaApp Store’da haftada 99 sentten satılacaktı. Murdoch tasarım önerisinigöstermek için ekibiyle birlikte Cupertino’ya bizzat gitti. Jobs’ın o tas-arımdan nefret etmesi şaşırtıcı değildi. “Tasarımcılarımızın yardım et-mesine izin verir misin?” diye sordu. Murdoch bunu kabul etti. “Appletasarımcıları bir tasarım hazırladılar,” diye anımsıyordu Murdoch,

612/728

“bizim çocuklar da geri dönüp başka bir tasarım hazırladılar ve on günsonra ikisini birden gösterdiğimizde Jobs bizim ekibin versiyonunudaha çok beğendi. Apışıp kaldık.”

Ne bulvar gazetesi, ne de ciddi bir gazete olan, USA Today gibiikisinin ortasında bir ürün olan The Daily pek başarılı olmadı. AmaJobs’la Murdoch’ın tuhaf bir şekilde samimiyet kurmalarına katkıdabulundu. Murdoch Jobs’tan News Corp.’un Haziran 2010’daki yıllıkyönetim kadrosu gezisinde konuşma yapmasını isteyince, Jobs aslaböyle konuşmalar yapmama ilkesinden taviz verdi. James Murdochonun akşam yemeğinden sonra yaptığı neredeyse iki saatlik konuşmadayanında bulundu. “Gazetelerin teknolojiyi kullanmaları konusundagayet dobra ve eleştirel konuştu,” diye anımsıyordu Murdoch. “BizeNew York’ta olduğumuz için bu konuda zorlanacağımızı, çünkü bütüniyi teknoloji uzmanlarının Silikon Vadisi’nde çalıştığını söyledi.” WallStreet Journal Digital Network’ün başkanı Gordon McLeod buna birazitiraz etti. Konuşmanın sonunda Jobs’ın yanına gidip, “Teşekkürler,harika bir akşamdı, ama senin yüzünden işimi kaybedeceğimmuhtemelen,” dedi. Murdoch bana o sahneyi anlatırken hafifçekıkırdadı. “Sahiden de öyle oldu,” dedi. McLeod üç ay sonra iştenayrıldı.

Jobs yaptığı o konuşma karşılığında, Fox News’le ilgili fikirleriniMurdoch’ın dinlemesini sağladı; o kanalın yıkıcı olduğuna, A.B.D.’yezarar verdiğine ve Murdoch’ın saygınlığını zedelediğine inanıyordu.“Fox News’ün gidişatı iyi değil,” dedi Jobs ona akşam yemeğinde.“Günümüzde liberallerle muhafazakârların değil, yapıcı insanlarlayıkıcı insanların çatışması var ve sen yıkıcı insanların tarafını tutuyor-sun. Fox toplumumuzda inanılmayacak kadar yıkıcı bir güce dönüştü.Sen daha iyisini yapabilirsin ve dikkatli olmazsan mirasın bu olacak.”Jobs, Murdoch’ın Fox’ın fazla ileri gitmesinden hoşlanmadığınıdüşündüğünü söyledi. “Rupert yıkıcı değil, yapıcı bir insan,” dedi.“James’le birkaç kez görüştüm ve benimle hemfikir sanırım. Bunuanlayabiliyorum.”

613/728

Murdoch, Jobs gibi insanların Fox’tan yakınmalarına alışık olduğunusöyledi sonradan. “Meseleye solcuların gözünden bakıyor,” dedi. Jobsondan Sean Hannity ile Glenn Back’in şovlarının (ikisinin de BillO’Reilly’den daha yıkıcı olduklarına inanıyordu) bir haftalık kayıt-larını hazırlatmasını istedi; ve Murdoch da bunu yapmayı kabul etti.Jobs bana sonradan Jon Stewart’ın ekibinden, Murdoch’ın seyretmesiiçin benzer bir kayıt hazırlamalarını isteyeceğini söyledi. “Seve seveizlerim,” dedi Murdoch, “ama bana böyle bir şeyden bahsetmedi.”

Murdoch’la Jobs öyle iyi anlaştılar ki, Murdoch sonraki sene içindeJobs’ın Palo Alto’daki evinde iki kez daha akşam yemeği yedi. Jobsşaka yolla, bu yemeklerde sofradaki bıçakları saklamak zorundakaldığını, çünkü karısının Murdoch’ın bağırsaklarını deşmesindenkorktuğunu söylemişti. Murdoch’ınsa normalde servis yapılan organikvegan yiyeceklerle ilgili eğlenceli bir laf ettiği söylenir: “Steve’inevinde akşam yemeği yemek harika, mahalledeki restoranlarkapanmadan çıkıp gittiğiniz sürece.” Ama Murdoch’a bu sözün kend-isine mi ait olduğunu sorduğumda, hatırlamadığını söyledi.

Ziyaretlerinden birini 2011’in başında yaptı. Murdoch 24 Şubat’taPalo Alto’dan geçeceğini Jobs’a mesaj atarak haber verdi. O tarihinJobs’ın elli altıncı doğum günü olduğunu bilmiyordu; Jobs da mesajlakarşılık vererek Murdoch’ı akşam yemeğine davet ederken bundanbahsetmedi. “Laurene’in planımı veto etmemesini garantiledimböylece,” diyerek espri yaptı. “O gün doğum günümdü, bu yüzdenLaurene Rupert’ı çağırmama göz yummak zorunda kaldı.” Erin’la Evede geldiler; Reed de akşam yemeğinin sonuna doğru Stanford’dankoşturarak geldi. Jobs yaptırmayı planladığı teknenin tasarımlarını gös-terdi; Murdoch teknenin içini güzel, dışınıysa “biraz sade” buldu. “Otekneden o kadar çok bahsetmesi sağlığı konusunda epey iyimserolduğunun göstergesiydi kesinlikle,” dedi Murdoch sonradan.

Akşam yemeğinde şirketlerde girişimcilik ve esneklik kültürünügeliştirmenin öneminden bahsettiler. Murdoch Sony’nin bunu

614/728

başaramadığını söyledi. Jobs hemfikirdi. “Gerçekten büyük şirketlerinbelirgin bir şirket kültürüne sahip olamayacaklarına inanırdımeskiden,” dedi Jobs. “Ama artık bunun mümkün olduğuna inanıyorum.Murdoch başardı. Sanırım ben de Apple’da başardım.”

Akşam yemeğindeki sohbetin çoğu eğitimle ilgiliydi. Murdoch birdijital müfredat bölümü kurmak için, eski New York Şehri EğitimBölümü başkanı Joel Klein’ı yeni işe almıştı. Murdoch Jobs’ın tekno-lojinin eğitimi dönüştürebileceği fikrine pek sıcak yaklaşmadığını an-ımsıyordu. Ama Jobs, dijital eğitim materyallerinin kâğıt ders kitabıpiyasasını bitireceği konusunda Murdoch’la hemfikirdi.

Aslında Jobs dönüştüreceği bir sonraki piyasanın ders kitabı piyasasıolmasını istiyordu. Yılda 8 milyar dolarlık o endüstrinin dijital biryıkıma hazır olduğuna inanıyordu. Ayrıca birçok okulda güvenlik se-bebiyle kilitli öğrenci dolaplarının bulunmaması, dolayısıyla çocuk-ların ağır sırt çantalarını taşıyarak gezinmek zorunda kalmaları dikkat-ini çekmişti. “iPad bu sorunu çözer,” dedi. İyi ders kitabı yazarlarınadijital versiyonlar yazdırmayı ve bunları iPad’e dahil etmeyi düşünüy-ordu. Ayrıca Pearson Education gibi büyük yayıncılarla, Apple’la or-taklık yapmaları konusunda görüştü. “Eyaletlerin ders kitaplarını onay-lama sürecinde yolsuzluklar var,” dedi. “Ama ders kitaplarını bedava-laştırırsak ve iPad’de yüklü halde gelirlerse, onaylanmalarına gerekkalmaz. Eyaletlerin mali sıkıntıları on yıl sürecek, bizse onlara osüreçten kurtulup tasarruf etme fırsatını sunabiliriz.”

615/728

38. BölümYeni Savaşlar

Ve Eskilerin Yankıları

Google: Açık mı Kapalı mı?

Jobs Ocak 2010’da iPad’i tanıttıktan birkaç hafta sonra Applekampüsünde çalışanların katıldığı büyük bir toplantı düzenledi. Ancakçığır açıcı yeni ürünleriyle övünmek yerine, rakip işletim sistemiAndroid’i üreten Google’a verip veriştirdi. Jobs, Google’ın telefon piy-asasında Apple’la rekabet etmeye karar vermesine çok sinirlenmişti.“Biz arama işine girmedik,” dedi. “Onlarsa telefon işine girdiler.Açıkça söylüyorum. iPhone’u bitirmek istiyorlar. Buna izin vermeye-ceğiz.” Birkaç dakika sonra, konu değişmişken, Jobs bu seferGoogle’ın ünlü değer yargıları sloganına saldırdı. “Önce diğermeseleyle ilgili bir şey daha söylemek istiyorum. Hani şu ‘Kötü ol-mayın’ mantrası var ya, resmen saçmalık.”

Jobs şahsen ihanete uğradığını hissediyordu. Google’ın CEO’su EricSchmidt iPhone’la iPad’in geliştirildiği sıralarda Apple yönetim kur-ulundaydı ve Google’ın kurucuları Larry Page’le Sergey Brin ondanakıl alıyorlardı. Jobs kazıklandığını hissediyordu. Android’in dokun-matik ekran arayüzünde Apple’ın yarattığı özellikler (çoklu dokun-matik, kaydırma, yan yana dizili app ikonları) kullanılıyordu giderek.

Jobs Google’ı Android’i geliştirmekten vazgeçirmeye çalışmıştı.2008’de Google’ın Palo Alto civarındaki genel merkezine gitmiş, Page,Brin, ve Android geliştirme ekibi şefi Andy Rubin’le bağrışmıştı. (Sch-midt o sıralar Apple yönetim kurulunda olduğundan iPhone’la ilgilitartışmalara katılmamıştı.) “Onlara dedim ki, aramız iyi olursa,Google’a iPhone’dan ulaşılmasını ve ana ekranda bir iki Google ikonubulunmasını garanti ederim,” diye anımsıyordu. Ama aynı zamanda te-hdit de etti; Google’ın Android’i geliştirmeyi sürdürmesi ve iPhone’un

herhangi bir özelliğini, örneğin çoklu dokunmatiği kullanması duru-munda dava açacağını söyledi. Google bazı özellikleri kopyalamaktanbaşta kaçındıysa da, HTC Ocak 2010’daiPhone’un çoklu dokunmatik gibi birçok özelliğine sahip bir Androidtelefonu piyasaya sürdü. Jobs’ın Google’ın “Kötü olmayın” sloganının“saçmalık” olduğunu söylemesinin sebebi buydu.

Apple HTC’ye (ve dolayısıyla Android’e), patentlerinden yirmisiniihlal ettiği suçlamasıyla dava açtı. Söz konusu patentlerin arasındaçeşitli çoklu dokunmatik hareketlerinin, kaydırmalı tuş kilidinin, çifttıklamayla zum yapmanın, parmakları açarak görüntü büyütmenin vebir cihazın nasıl tutulduğunu saptayan sensörlerin patentleri vardı. Jobsdavanın açıldığı hafta Palo Alto’daki evinde otururken, daha önce hiçgörmediğim kadar sinirlendi:

Açtığımız davada diyoruz ki: “Google, iPhone’u resmen kopyaladın, bize büyükbir kazık attın.” Hırsızlığın dik alası bu. Bu haksızlığı düzeltmek için gerekirseson nefesime kadar savaşırım, Apple’ın bankadaki 40 milyar dolarını sonunakadar harcarım. Android’i bitireceğim, çünkü o çalıntı bir ürün. Bu konuda birtermonükleer savaş başlatmaya hazırım. Ödleri kopuyor, çünkü suçlu olduklarınıbiliyorlar. Arama motoru hariç Google’ın ürünleri -Android, Google Docs-boktan.

Jobs’ın böyle verip veriştirmesinden birkaç gün sonra, geçen yazApple yönetim kurulundan istifa etmiş olan Schmidt onu aradı. Birliktekahve içmelerini teklif etti; Palo Alto’daki bir alışveriş merkezindekibir kafede buluştular. “Zamanımızın ilk yarısını kişisel meselelerdenbahsederek, diğer yarısınıysa Steve’in Google’ın kullanıcı arayüzü tas-arımlarını Apple’dan çaldığı algısını konuşarak geçirdik,” diye anım-sıyordu Schmidt. Bu ikinci konu açıldığında daha çok Jobs konuştu.Google’ın kendisinden çaldığını sövüp sayarak söyledi. “Hırsızlığınızıfark ettik,” dedi Schmidt’e. “Uzlaşmak istemiyorum. Paranızıistemiyorum. 5 milyar dolar teklif etseniz bile kabul etmem. Bendepara bol. Fikirlerimizi Android’de kullanmaktan vazgeçmenizi istiyor-um, tek istediğim bu.” Anlaşmaya varamadılar.

617/728

Anlaşmazlıklarının temelinde daha da derin, sinir bozucu bir şekildeköklü bir mesele yatıyordu. Google Android’i “açık” bir platformolarak sunmuştu; donanım üreticileri Android’in açık kaynak kodunabedavaya ulaşabiliyor ve onu ürettikleri telefonlarda veya tabletlerdekullanabiliyorlardı. Jobs Apple’ın işletim sistemlerini donanımıylayakından entegre etmesi gerektiğine dogmatik bir şekilde inanıyorduelbette. 1980’lerde Apple Macintosh işletim sisteminin lisansınıbaşkalarına vermemişti, Microsoft ise sisteminin lisansını çeşitli don-anım üreticilerine vererek ve Jobs’a göre Apple’ın arayüzünü çalarakegemen pazar payı kazanmıştı.

Microsoft’un 1980’lerde yaptığı şeyle Google’ın 2010’da yapmayaçalıştığı şey tamamen aynı olmasa da, huzursuz edici –ve çiledençıkarıcı ölçüde benzerdi. Dijital çağın büyük tartışma konusunun birörneğiydi: Kapalı mı daha iyiydi, yoksa açık mı, veya Jobs’ın dey-işiyle, entegrasyon mu daha iyiydi, yoksa fragmentasyon mu? Apple’ıninandığı ve Jobs’ın kontrol edici mükemmeliyetçiliğinin neredeysemecbur bıraktığı gibi, donanımla yazılımı ve içeriği basit bir kullanıcıdeneyimini garantileyen sorunsuz bir sistem halinde sunmak mı dahaiyiydi? Yoksa modifiye edilebilen ve çeşitli cihazlarda kullanılabilenyazılım sistemleri yaratarak kullanıcılara ve üreticilere daha çokseçenek tanımak ve yeniliklere daha çok imkân sağlamak mı daha iy-iydi? “Steve Apple’ı belirli bir tarzda yönetmek istiyor ve yirmi yılönceki tarzının aynısı bu; Apple dahi bir kapalı sistemler yaratıcısı,”dedi Schmidt bana sonradan. “Platformlarına insanların izinsiz girmes-ini istemiyorlar. Kapalı bir platformun avantajı kontrol. Ama Googleaçıklığın daha iyi bir yaklaşım olduğuna çünkü opsiyonları, rekabeti vekullanıcı seçeneklerini arttırdığına inanıyor.”

Peki Bill Gates kapalılık stratejisini benimseyen Jobs’ın yirmi beş yılönce Microsoft’a savaş açtığı gibi bu kez de Google’a savaş açmasınıseyrederken ne düşünüyordu? “Daha kapalı olmanın bazı avantajlarıvar; deneyimin üstündeki kontrolünüz artıyor ve Steve’in bundan fay-dalandığı kesin,” dedi Gates bana. Ama Apple iOS’un lisansını

618/728

vermeyi reddetmenin Android gibi rakiplerin ekmeğine yağ sürdüğünüekledi. Ayrıca farklı farklı cihazlarla üreticilerin arasındaki rekabetinkullanıcı seçeneklerini ve yenilikleri arttırdığını savundu. “Bu şirketler-in hepsi Central Park’ın yanına piramit dikmiyorlar,” dedi Apple’ınBeşinci Cadde’deki mağazasıyla dalga geçerek, “ama müşteri toplamakaygısı yeni icatlarda bulunmalarını sağlıyor.” Gates PC’lerdekigelişmelerin çoğunun müşteri seçeneklerinin bolluğu sayesinde ger-çekleştiğini ve günün birinde bunun mobil cihazlar için de geçerliolacağını söyledi. “Bence eninde sonunda açıklık kazanacak. Bütünsel-lik yaklaşımıysa uzun vadede işe yaramaz.”

Jobs “bütünsellik yaklaşımına” inanıyordu. Kontrollü ve kapalı birortama duyduğu inanç, Android pazar payı kazanırken bile sarsılmadı.“Google onlardan daha fazla kontrol uyguladığımızı, kapalı olduğu-muzu, kendilerininse açık olduğunu söylüyor,” dedi öfkeyle, ona Sch-midt’in söylediklerini aktardığımda. “Eh, sonuçlara bakalım –Androidtam bir karmaşa. Farklı farklı ekran boyutları ve versiyonları var,yüzden fazla permütasyon var.” Sonunda pazarda Google’ın yak-laşımının daha başarılı olması mümkünse de, Jobs o yaklaşımı itici bu-luyordu. “Ben müşteri deneyiminin tamamından sorumlu olmayıseviyorum. Bu işi para için yapmıyoruz. Android gibi berbat şeylerdeğil, muhteşem ürünler üretmek için yapıyoruz.”

Flash, App Store ve Kontrol

Jobs’ın uçtan uca kontrolde ısrarı başka savaşlarda da görülüyordu.Jobs Google’a saldırdığı kampüs konuşmasından sonra, Adobe’nin in-ternet sitelerine yönelik multimedya platformu Flash’a da, “tembel” in-sanlar tarafından yapılmış “bug’lı” bir batarya canavarı diyereksaldırdı. iPod’la iPhone’un asla Flash uyumlu olmayacağını söyledi.“Flash performansı kötü olan ve cidden büyük güvenlik sorunlarınasahip, berbat bir teknoloji,” dedi bana o hafta daha sonra.

Adobe’nin ürettiği, Flash kodunu tercüme edip Apple’ın iOS’uylauyumlu hale getiren bir derleyiciyi kullanan app’leri bile yasakladı.

619/728

Jobs geliştiricilerin ürünlerini tek bir kez yazıp, sonra da çeşitli işletimsistemleriyle uyumlu hale getirebilmelerini sağlayan derleyicileri kul-lananları horgörürdü. “Flash’ın platformlararası kullanımına izin ver-mek, her şeyin en alt ortak payda düzeyine inmesi anlamına gelir,”dedi. “Bizler platformumuzu geliştirmek için çok çalışıyoruz ve Adobesadece bütün platformların sahip olduğu fonksiyonlarla çalışıyorsa,geliştiricinin bir kazancı olmuyor. Dolayısıyla biz geliştiricilerin bizimdaha üstün özelliklerimizden faydalanmalarını istediğimizi, böyleceapp’lerinin bizim platformumuzda diğer herkesin platformlarına kıy-asla daha iyi çalışacağını söyledik.” Bu konuda haklıydı. Apple’ın plat-formlarının farklılığını yitirmesi –HP ve Dell makineleri gibimetalaştırılmalarına izin verilmesi– şirketin ölmesi anlamına gelirdi.

Daha kişisel bir sebep de vardı. Apple 1985’de Adobe’ye yatırımyapmıştı ve iki şirket birlikte masaüstü yayıncılık devrimini başlat-mışlardı. “Adobe’nin büyümesine katkım oldu,” diye öne sürdü Jobs.1999’da, Apple’a geri döndükten sonra Adobe’den video editlemeyazılımlarının ve diğer ürünlerinin iMac’le ve yeni işletim sistemiyleuyumlu versiyonlarını yazmaya başlamalarını istemiş, ama Adobebunu reddetmişti. Microsoft’a yönelik ürünler üretmeye odaklan-mışlardı. Kısa süre sonra da Adobe’nin kurucusu John Warnockemekliye ayrılmıştı. “Warnock gidince Adobe ruhsuzlaştı,” dedi Jobs.“Mucit oydu; kendimi yakın hissettiğim kişi oydu. O zamandan beriAdobe’de sadece takım elbiseliler var ve şirket berbatlaştı.”

Blogosferdeki Adobe ve Flash destekçileri Jobs’a fazla kontroldüşkünü olduğunu söyleyerek saldırınca, Jobs açık bir mektup yazıpyayımlamaya karar verdi. Arkadaşı ve yönetim kurulu üyesi BillCampbell mektubu gözden geçirmek için evine geldi. Jobs “SırfAdobe’ye giydirmeye çalışıyormuşum gibi mi duruyor?” diye sorduCampbell’a. “Hayır, gerçekleri söylüyorsun, bunu yayımla işte,” dediCampbell. Mektubun çoğunda Flash’ın teknik yetersizliklerindenbahsediyordu. Campbell’ın tüm tavsiyesine karşın, Jobs mektubunsonunda iki şirketin sorunlu ortak geçmişinden bahsetmeden edemedi.

620/728

“Adobe, Mac OS X’e tamamen adapte olan son büyük yazılım geliştir-iciydi,” diye belirtti.

Apple o yıl daha sonra, platformlararası derleyicilere koyduğu kısıt-lamaların bir kısmını kaldırdı ve böylece Adobe, Apple’ın iOS’ununana özelliklerinden faydalanan bir Flash ara yazılımı üretti. İki şirketinarasındaki savaş şiddetliydi, ama Jobs’ın argümanı daha geçerliydi.Sonunda Adobe’yi ve diğer derleyici geliştiricileri iPhone’la iPad’inarayüzünü ve kendilerine özgü özelliklerini daha iyi kullanmayayöneltti.

Jobs, Apple’ın iPhone’la iPad’e yüklenebilecek app’leri yakındankontrol etme arzusuna yönelik itirazlar karşısında daha çok zorlandı.Virüs içeren veya kullanıcının gizliliğini ihlal eden app’lere karşı kor-uma sunmak makuldü; kullanıcıları iTunes Store’dan değil, başka in-ternet sitelerinden abonelik satın almaya yönlendiren app’leri engelle-mek en azından ticari açıdan mantıklıydı. Ama Jobs’la ekibi daha daileri gittiler: İnsanları kötüleyen, siyasi tartışmalara yol açabilecek veyaApple’ın sansür anlayışına göre pornografik olan bütün app’leri yasak-lamaya karar verdiler.

Dadı rolüne soyunma problemi, Apple’ın Mark Fiore’nin animasy-onlu siyasi karikatürlerini sergileyen bir app’i, Fiore’nin Bush hükü-metinin işkence politikasına yönelik saldırılarının insanları kötülem-eme kuralına ters düştüğü gerekçesiyle reddetmesiyle barizleşti. Bukarar haber yapıldı ve Fiore’nin Nisan’da 2010 Pulitzer EditoryalKarikatür Ödülü’nü kazanmasıyla birlikte alay konusu oldu. Apple geriadım atmak zorunda kaldı ve Jobs halka bir özür sundu. “Hata yaptık,kusurluyuz,” dedi. “Elimizden geleni yapıyoruz, olabildiğince hızlıöğreniyoruz –gerçi bu kural o sırada mantıklı gelmişti.”

Aslında yapılan bir hatadan fazlasıydı. En azından iPad ya da iPhonekullanmamız, Apple’ın hangi app’leri görebileceğimizi ve okuyabile-ceğimizi belirlediği anlamına geliyordu. Jobs Apple’ın “1984” Macin-tosh reklamında neşeyle yok ettiği Orwellvari Büyük Birader’in ta

621/728

kendisine dönüşme tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Bu meseleyi ciddiyealdı. Bir gün New York Times köşe yazarı Tom Friedman’ı aradı vesansürcü gibi görünmemek için çizgiyi nereye çekmeleri gerektiğinikonuştu. Friedman’dan ilkelerin belirlenmesine yardımcı olacak birdanışman grubuna başkanlık etmesini istedi, ama köşe yazarınınyayıncısı bunun bir çıkar çatışmasına yol açacağını söyleyince, öyle birkomite kurulmadı.

Pornografi yasağı da sorunlara yol açtı. “Pornoyu iPhone’dan uzaktutmanın ahlâki yükümlülüğümüz olduğuna inanıyoruz,” diye bildirdiJobs, bir müşteriye yazdığı e-postada, “Porno isteyenler Androidalabilirler.”

Bunun üzerine teknoloji dedikoduları sitesi Valleywag’in editörü Ry-an Tate’le e-postalaşmaya başladı. Tate bir akşam stinger kokteyliniyudumlarken Jobs’a bir e-posta göndererek, Apple’ın app’lere ağırsansür uygulamasını eleştirdi. “Dylan bugün yirmi yaşında olsa, şirket-in hakkında ne düşünürdü?” diye sordu Tate. “iPad’in ‘devrimle’ uzak-tan yakından alakası olduğunu düşünür müydü? Devrimler özgürlükiçin yapılır.”

Jobs birkaç saat sonra, gece yarısından sonra yanıt göndererek onuşaşırttı. “Evet,” dedi Jobs, “özel bilgilerini çalan programlardan uzakdurma özgürlüğü. Şarjını bitiren programlardan uzak durma özgürlüğü.Pornodan uzak durma özgürlüğü. Hı hı, özgürlük. Zaman değişiyor vebazı muhafazakâr PC’ciler dünyalarının kayıp gittiğini hissediyorlar.Haklılar da.”

Tate yazdığı yanıtta Flash’la ve başka konularla ilgili fikirlerindenbahsettikten sonra sansür meselesine geri döndü. “Hem biliyor musun?Ben ‘pornodan uzak durma özgürlüğünü’ istemiyorum. Porno iyidir!Karım da aynı fikirdedir bence.”

“Çocuk sahibi olunca fikrin değişebilir,” diye karşılık verdi Jobs.“Mesele özgürlük değil, mesele Apple’ın kullanıcıları için doğru şeyi

622/728

yapmaya çalışması.” Son olarak şunu ekledi: “Bu arada senin hayatta okadar büyük bir başarın var mı? Herhangi bir şey yaratıyor musun,yoksa tek yaptığın başkalarının eserlerini eleştirmek ve davranış se-beplerini küçümsemek mi?”

Tate etkilendiğini itiraf etti. “Müşterilerle ve blogçularla öyle bire birtartışan CEO’lara pek rastlanmıyor,” diye yazdı. “Jobs sırf şirketi sonderece üstün ürünler yaptığı için değil, tipik Amerikan yöneticisikalıbını kırdığı için de koca bir alkışı hak ediyor: Jobs şirketini dijitalhayata dair, gönülden inandığı fikirleri doğrultusunda kurmakla vesonra yeniden kurmakla kalmadı, fikirlerini başkalarına karşı savun-maya da hazır. Canla başla. Sözünü sakınmadan. Bir hafta sonu, sa-bahın ikisinde.” Blogosfordeki pek çok kişi hemfikir oldu ve Jobs’amücadeleci ruhunu öven e-postalar gönderdiler. Jobs da gururlanmıştı;Tate’le yazışmalarını ve övgü mektuplarından bazılarını bana gönderdi.

Yine de Apple’ın ürünlerini satın alan kişilerin tartışma çıkarabileceksiyasi karikatürlere veya pornoya bakmamalarına hükmetmesindehuzursuz edici bir taraf vardı. Mizah sitesi eSarcasm.com internet üzer-inde, “Evet Steve, ben porno istiyorum” kampanyası başlattı. “Bizlergünün 24 saati müstehcen içeriklere bakma ihtiyacı duyan, kafayı sek-sle bozmuş, pis, kötü insanlarız,” diyordu site. “Ya öyleyiz, ya da neyigörüp göremeyeceğimize bir tekno-diktatörün karar vermediği sansür-süz, açık bir toplum fikrinden hoşlanıyoruz sadece.”

Jobs’la Apple o sıralar, Valleywag’in kardeş internet sitesi Giz-modo’yla savaş halindeydi; Gizmodo henüz piyasaya sürülmemişiPhone 4’ün, bahtsız bir Apple mühendisinin bir barda unuttuğu testversiyonunu ele geçirmişti. Apple’ın şikayeti üzerine polisler muh-abirin evini basınca, kontrol manyaklığının küstahlıkla birleşipbirleşmediği sorusu ortaya atıldı.

Jon Stewart Jobs’ın arkadaşı ve bir Apple hayranıydı. Jobs Şubat’tamedya yöneticileriyle görüşmek için New York’a gidince ona özel birziyarette bulunmuştu. Ama bu, Stewart’ın The Daily Show’da ona

623/728

saldırmasını engellemedi. “Böyle olmamalıydı! Kötü olan Microsoft’tuhani!” dedi Stewart şaka yollu. Arkasındaki ekranda “appholes”[39]

yazısı belirdi. “Sizler asiydiniz yahu, mazlumdunuz. Şimdi kalkmışpatronluk mu taslıyorsunuz? 1984’ü hatırlasana, hani muhteşemreklamlarınız vardı, Büyük Birader’i deviriyordunuz? Aynaya bir bakbe adam!”

Bahar sonunda bu mesele yönetim kurulu üyeleri tarafındankonuşuldu. “Bir küstahlık var,” dedi Art Levinson bana, konuyu bir to-plantıda açtıktan hemen sonra, öğle yemeğinde… “Steve’inkişiliğinden kaynaklanıyor. Sert tepkiler verebiliyor, inandığı fikirleriagresifçe savunabiliyor.” Apple diklenen mazlumken, bu küstahlıktasorun yoktu. Ama Apple artık mobil pazarının hâkimiydi. “Büyük birşirkete dönüşmeyi tamamlamalıyız ve kibir meselesini halletmeliyiz,”dedi Levinson. Al Gore da yönetim kurulu toplantılarında bu sorundanbahsediyordu. “Apple’ın algısı dramatik bir şekilde değişiyor,” dedi.“Artık Büyük Birader’e balyoz fırlatmıyor. Apple büyüdü ve insanlarartık o tavrı küstahlık olarak algılıyorlar.” Jobs bu konu açılınca savun-maya geçiyordu. “O hâlâ uyum sağlama sürecinde,” dedi Gore.“Mazlum rolü ona mütevazı dev rolünden daha uygun.”

Jobs böyle konuşmalara pek katlanamıyordu. Apple’ın eleştirilmesin-in sebebini bana şöyle açıkladı o sıralar: “Google ve Adobe gibi şir-ketler hakkımızda yalan söylüyorlar ve bizi yıkmaya çalışıyorlar.”Apple’ın bazen küstahça davrandığı iddiası hakkında ne düşünüyordu?“Öyle diyenlere aldırmıyorum,” dedi, “çünkü küstah değiliz.”

Antennagate Skandalı: Tasarıma Karşı Mühendislik

Tüketici ürünü şirketlerinin pek çoğunda, bir ürünün güzel görün-mesini isteyen tasarımcılarla ürünün işlevsel gerekliliklerini yerine ge-tirmesini sağlamak zorunda olan mühendislerin arasında gerginlikvardır. Jobs’ın hem tasarımı, hem de mühendisliği uç noktalara taşıdığıApple’da bu gerginlik daha da yoğundu.

624/728

O ve tasarım direktörü Jony Ive, 1997’de yaratıcı ortaklık kurduk-larında, mühendislerin dile getirdikleri kaygıları aşılması gereken birteslimiyet psikolojisi olarak görmeye meyilliydiler. Muhteşem tasarım-ların insanüstü mühendislik başarılarını dayatabileceğine dair inançları,iMac’le iPod’un başarısıyla pekişmişti. Mühendisler bir şeyinyapılamayacağını söyleyince, Ive’la Jobs onlara denemeleri için baskıyapıyor ve sonuç genellikle olumlu oluyordu. Arada sırada ufak tefekproblemler çıkıyordu. Örneğin iPod Nano kolay çiziliyordu, çünkü Ivebir şeffaf tabakanın, tasarımının saflığını azaltacağına inanmıştı. Amabu bir krize yol açmadı.

İş iPhone’u tasarlamaya geldiğindeyse, Ive’ın tasarım arzuları birgerçekliği çarpıtma sahasının bile değiştiremeyeceği kadar temel birfizik yasasına tosladı. Bir antenin yanına metal koymak, iyi bir fikirdeğildir. Michael Faraday’in gösterdiği gibi, elektromanyetik dalgalarmetalin içinden değil, üstünden akarlar. Yani bir telefonun metal kasalıolması, Faraday kafesi adıyla bilinen şeye yol açabilir; giren ve çıkansinyalleri zayıflatabilir. Başta orijinal iPhone’un dibinde plastik birbant vardı, ancak Ive, bunun tasarımın bütünselliğini bozacağınıdüşündüğünden alüminyum çerçeve istedi. Bunun işe yaramasındansonra Ive, iPhone 4’e çelik bir çerçeve tasarladı. Çelik yapısal desteksağlayacaktı, cidden şık görünecekti ve aynı zamanda telefonun kısmianteni olacaktı.

Önemli değişiklikler yapıldı. Çelik çerçevenin anten işlevi göre-bilmesi için küçük bir boşluğa sahip olması gerekiyordu. Ama o boşlukparmakla ya da terli avuçla kapatılırsa biraz sinyal kaybı olabilirdi.Mühendisler metali bir şeffaf tabakayla kaplamanın bunu kısmen ön-leyeceğini söylediler, ama Ive yine bunun fırçalanmış metalgörüntüsünü bozacağını düşündü. Çeşitli toplantılarda Jobs’a bumeseleden defalarca bahsedildi, ama Jobs mühendisleri ciddiye almadı.Başarabilirsiniz, dedi. Sahiden de başardılar.

625/728

Mükemmele yakın bir şekilde. Ama mükemmel değil. iPhone 4Haziran 2010’da piyasaya sürüldüğünde muhteşem görünüyordu, amakısa sürede bir sorun olduğu fark edildi: Telefonu belirli bir şekilde tut-tuğunuzda, özellikle de sol elinizle tutuyorsanız ve avcunuz boşluğukapıyorsa, problem çıkabiliyordu. Belki yüz konuşmadan birinde. Jobspiyasaya sürülmemiş ürünlerini gizli tutmakta ısrar ettiğinden (Giz-modo’nun ele geçirdiği bir barda bulunan telefon bile sahte bir kasanıniçindeydi), iPhone 4 çoğu elektronik cihazın aksine canlı testlere tabitutulmamıştı. Dolayısıyla kusur, insanların telefonu satın almak içinakın etmelerinden önce keşfedilemedi. “Mesele tasarımı mühendis-likten önde tutma ve piyasaya sürülmemiş ürünleri son derece gizlitutma ilkelerinin Apple’a faydalı olup olmadığı,” dedi Tony Fadellsonradan. “Bütüne bakılınca evet, ama kontrolsüz güç kötü bir şeydirve burada olan buydu.”

Söz konusu cihaz iPhone 4 gibi herkesin üstünde odaklandığı birürün olmasa, birkaç fazladan arama yapma meselesi haber olmayabi-lirdi. Ama “Antennagate” adı verilen skandal Temmuz başında, Con-sumer Reports’un bazı özenli testler yaptıktan sonra iPhone 4’ü antensorunu yüzünden tavsiye edemeyeceğini söylemesiyle doruğa ulaştı.

Bu mesele patlak verdiğinde Jobs ailesiyle birlikte Hawaii’deki KonaVillage’daydı. Başta savunmaya geçti. Art Levinson sürekli telefonlatemas halindeydi ve Jobs sorunun Google’la Motorola’nınfesatlığından kaynaklandığında diretiyordu. “Apple’ı vurup indirmekistiyorlar,” dedi.

Levinson biraz mütevazılık tavsiye etti. “Bir terslik olup olmadığınıanlamaya çalışalım,” dedi. Apple’ın küstah olduğu algısını tekrar gün-deme getirince, Jobs duyduklarından hoşlanmadı. Bu, onun dünyayasiyah beyaz, doğru-yanlış eksenli bakışına tersti. Apple’ın ilkeli bir şir-ket olduğunu düşünüyordu. Başkaları bunu göremiyorlarsa sorun on-lardaydı; Apple’ın mütevazılık rolü yapması gereksizdi.

626/728

Jobs’ın ikinci tepkisiyse acı çekmek oldu. Eleştirileri kişisel algıladıve duygusal ıstırap çekti. “Bizim piyasadaki bazı safi pragmatistlerintersine, açıkça yanlış olduğunu düşündüğü şeyleri yapmıyor,” dediLevinson. “Dolayısıyla haklı olduğunu düşünüyorsa, kendini sorgula-mak yerine aynı yolda ısrarla ilerliyor.” Levinson ona depresyonagirmemesini öğütledi. Ama Jobs depresyona girdi. “Başlarım böyle işe,buna değmez,” dedi Levinson’a. Sonunda Tim Cook onu sarsıpkendine getirmeyi başardı. Birilerinin Apple’ın yeni Microsoft’adönüştüğünü, kibirli ve küstah olduğunu konuştuğunu söyledi. Ertesigün Jobs tavrını değiştirdi. “Şu meselenin kaynağına inelim,” dedi.

AT&T’den yapılamayan aramalarla ilgili veriler alındığında Jobs in-sanların abarttığı kadar olmasa da ortada bir sorun bulunduğunu farketti. Bunun üzerine Hawaii’den geri döndü. Ama yola çıkmadan öncebazı kişileri aradı. Eskiden beri güvendiği birkaç insanı, otuz yıl öncekiilk Macintosh günlerinde yanında olan bilge adamları toplamanın vaktigelmişti.

Önce halkla ilişkiler gurusu Regis McKenna’yı aradı. “Şu antenmeselesiyle ilgilenmek için Hawaii’den dönüyorum ve yardımına ihtiy-acım var,” dedi Jobs ona. Ertesi gün öğleden sonra 1:30’da Cuper-tino’da, yönetim kurulu odasında buluşmayı kararlaştırdılar. Sonrareklamcı Lee Clow’u aradı. Clow emekliye ayrılmaya çalışmıştı, amaJobs onun etrafta olmasından hoşlanıyordu. Clow’un iş arkadaşı JamesVincent da çağrıldı.

Jobs artık lise öğrencisi olan oğlu Reed’i Hawaii’den dönerkenyanında götürmeye karar verdi. “İki günümün tamamı toplantılarlageçecek muhtemelen ve her birinde yanımda olmanı istiyorum, çünküo iki günde işletme okulunda iki yılda öğrenemeyeceğin kadar çok şeyöğreneceksin,” dedi ona. “Alanlarında dünyanın en iyisi olan insanlarcidden zor kararlar verirlerken onlarla aynı odada olacaksın ve sürecinnasıl işlediğini göreceksin.” O deneyimi anımsarken Jobs’ın gözleriyaşardı biraz. “Sırf Reed’in beni iş hayatında görmesi fırsatını tekrar

627/728

yakalayabilmek için her şeyi baştan yaşamaya razıyım,” dedi. “Ba-basının ne yaptığını gördü.”

Uzun süredir Apple’da halkla ilişkiler müdürü olan Katie Cotton ileyedi üst düzey yönetici daha onlara katıldı. Toplantı akşama kadarsürdü. “Hayatımın en muhteşem toplantılarından biriydi,” dedi Jobssonradan. Toplantıya topladıkları bütün verileri gözden geçirerekbaşladı. “İşte, durum bu. Peki ne yapmamız gerekiyor?”

En sakin ve dobra konuşan kişi McKenna’ydı. “Gerçekleri, verileribasına açıkla,” dedi. “Küstah görünme, ama kararlı ve özgüvenligörün.” Vincent da dahil olmak üzere başkaları Jobs’ın özür dilemesiniistiyorlardı, ama McKenna hayır dedi. “Basın toplantısına kuyruğunubacaklarının arasına kıstırarak gitme,” diye tavsiyede bulundu. “Sadeceşunu söyle: ‘Telefonlar kusursuz değil, biz de kusursuz değiliz. İnsanızve elimizden geleni yapıyoruz; işte veriler.’” Bu stratejide kararkıldılar. Konu küstahlık algısına gelince, McKenna bunu fazla kafayatakmamasını öğütledi. “Steve’i mütevazı göstermeye çalışmak işe yara-mazdı bence,” diye açıkladı McKenna sonradan. “Steve ‘Bengördüğünüz gibiyim,’ diyor ve haklı.”

O Cuma günü Apple’ın oditoryumunda düzenlenen basın to-plantısında Jobs, McKenna’nın tavsiyesine uydu. Ezilip büzülmedi,özür dilemedi, ama Apple’ın sorunu anladığını ve düzeltmeyeçalışacağını göstererek tansiyonu düşürmeyi başardı. Sonra bütün ceptelefonlarında bazı sorunlar bulunduğunu söyledi. O basın toplantısındabiraz “fazla sinirliymiş” gibi göründüğünü söyledi bana sonradan, oysaduygusallığa kaçmadan açık sözlülükle konuşabilmişti. Meseleninözüne dört kısa cümleyle indi: “Biz kusursuz değiliz. Telefonlar kusur-suz değil. Bunu hepimiz biliyoruz. Ama kullanıcılarımızı memnun et-mek istiyoruz.”

Memnun kalmayan insanların telefonlarını iade edebileceklerini veyaApple’dan bedava kılıf alabileceklerini söyledi (iade oranı yüzde 1,7oldu; iPhone 3GS’nin ve başka çoğu telefonun iade oranlarının üçte

628/728

birinden azdı bu). Sonra başka cep telefonlarında benzer sorunlar bu-lunduğunu gösteren verilerden bahsetti. Bu tamamen doğru değildi.Apple’ın anten tasarımı, iPhone 4’ün daha önceki iPhone versiyonlarıda dahil olmak üzere çoğu telefondan biraz daha sorunlu olmasına yolaçıyordu. Ama medyanın iPhone 4’ün sinyal sorununu abarttığıdoğruydu. “Bu mesele inanılmayacak kadar abartıldı,” dedi Jobs. Müş-terilerin çoğu, Jobs’ın ezilip büzülmemesine veya iPhone 4’lerin to-platılmasını emretmemesine afallamak yerine, haklı olduğunu farkettiler.

Stokları şimdiden tükenmiş olan telefonun bekleme listesinin süresiiki haftadan üç haftaya uzatıldı. iPhone 4 şirketin gelmiş geçmiş enhızlı satılan ürünü olarak kaldı. Medya bu kez Jobs’ın diğer akıllı tele-fonlarda aynı anten sorunlarının bulunduğu konusunda haklı olup ol-madığını tartışmaya başladı. Yanıt olumsuzsa bile, bu konuyu ele al-mayı iPhone 4’ün kusurlu olup olmadığını, bir fiyasko olup olmadığınıtartışmaya yeğliyorlardı.

Bazı medya gözlemcileri olumsuz yaklaştılar. “Geçen gün sahneyeçıkan Steve Jobs ustaca bir savunma, haklılık, gücenmişlik ve samimi-yet gösterisi sergileyerek sorunu inkâr etmeyi, eleştirileri ciddiyealmamayı ve diğer akıllı telefon üreticilerini suçlamayı başardı,” diyeyazdı newser.com’dan Michael Wolff. “İnsan bu düzeyde bir modernpazarlama, şirket palavracılığı ve kriz idaresiyle karşı karşıya kalıncaapışıp kalıyor ve şunu sorabiliyor ancak: Başları belaya girmedenböyle davranmayı nasıl başarıyorlar? Daha doğrusu Jobs nasıl başarıy-or?” Wolff yanıtın Jobs’ın “son karizmatik birey” olarak sahip olduğuhipnotize etme yetisi olduğunu düşünüyordu. Başka CEO’lar süklümpüklüm özür dilerlerdi ve söz konusu ürünü toplatırlardı, ama Jobsbuna mecbur değildi. “Haşin ve iskeletimsi görünüşü, saltçılığı, dinselhavası, kutsallıkla ilişkiliymiş izlenimi uyandırması gerçekten işeyarıyor ve neyin önemli ve neyin önemsiz olduğuna bir yargıç gibihükmetme ayrıcalığına sahip olmasını sağlıyor.”

629/728

Çizgi karakter Dilbert’in yaratıcısı Scott Adams da olumsuz yaklaşsada, Jobs’ı çok daha fazla takdir etmişti. Birkaç gün sonra yazdığı birblog yazısında (Jobs bu yazıyı tanıdıklarına gururla e-postaladı),Jobs’ın “baskın basanındır manevrasının” yeni bir halkla ilişkilerstandardı olarak mutlaka inceleneceğini savundu. “Apple’ın iPhone 4sorununa verdiği tepki alışılmış halkla ilişkiler kurallarına uymuyordu,çünkü Jobs kuralları baştan yazmaya karar verdi,” diye yazdı Adams.“Dehanın ne olduğunu görmek istiyorsanız Jobs’ın sözlerini inceleyin.”Jobs telefonların kusursuz olmadıklarını baştan belirtmekle, meseleninbağlamını çürütülemez bir iddiayla değiştirmişti. “Jobs iPhone 4’üodak noktası olmaktan çıkarıp işin içine tüm akıllı telefonları katmasaçok komik bir karikatür çizebilirdim; bu karikatür ancak insan elideğdiğinde çalışacak kadar kötü yapılmış bir ürünle ilgili olurdu. Amabağlam ‘bütün akıllı telefonlar sorunludur’ şeklinde değiştirilirdeğiştirilmez, espri yapma fırsatı ortadan kalkıyor. Mizahın en büyükdüşmanı genel ve sıkıcı gerçeklerdir.”

İşte Güneş Geliyor

Steve Jobs’ın kariyerinin tamamlanması için halledilmesi gerekenbirkaç mesele vardı. Örneğin çok sevdiği The Beatles grubuylaarasındaki Otuz Yıl Savaşları’nın bitmesi gerekiyordu. Apple 2004’te,The Beatles’ın holding şirketi Apple Corps’la arasındaki markasavaşını sonlandırmıştı; Apple Corps yeni kurulan bilgisayar şirketineilk kez 1978’de, isim davası açmıştı. Ama bu sorunun hallolması TheBeatles’ın iTunes Store’a girmesini sağlamamıştı. The BeatlesiTunes’a girmeyen son büyük gruptu ve bunun temel sebebişarkılarının çoğunun haklarını elinde bulunduran EMI müzik şirketiyledijital haklar konusunda anlaşamamış olmasıydı.

2010 yazına gelindiğinde The Beatles’la EMI kendi aralarında an-laşmışlardı. Cupertino’daki yönetim kurulu odasında dört kişilik birzirve toplantısı düzenlendi. Jobs ve iTunes Store’u yöneten başkanyardımcısı Eddy Cue, The Beatles’ın haklarını temsil eden Jeff

630/728

Jones’la EMI müzik şirketinin başkanı Roger Faxon’ı ağırladılar. TheBeatles artık dijital dünyaya girmeye hazır olduğuna göre, Apple budönüm noktasını özel kılacak ne sunabilirdi? Jobs bu günü çok uzunzamandır beklemekteydi. Hatta üç yıl önce o ve reklam ekibi (LeeClow’la James Vincent), The Beatles’ı ikna etme stratejileri kurarkenbazı reklamlar hazırlamışlardı.

“Steve’le ben yapabileceğimiz her şeyin üstünde düşündük,” diye an-ımsıyordu Cue. Bunların arasında iTunes Store’un ön sayfasını grubaayırmak, grubun en iyi fotoğraflarını ilan panolarına koymak ve klasikApple tarzı bir dizi televizyon reklamı hazırlamak vardı. En büyük pro-je, The Beatles’ın on üç stüdyo albümünün tamamını, iki CD’lik to-plama albüm “Past Masters”ı ve 1964 Washington Coliseum’da ver-dikleri konserin nostaljik bir videosunu içeren 149 dolarlık bir kutu setsunmaktı.

Prensipte anlaşmalarından sonra Jobs reklam fotoğraflarınınseçilmesine bizzat yardım etti. Her reklamın sonunda Paul McCartneyile John Lennon’ın gençliklerinde çekilmiş siyah beyaz bir fotoğraflarıyer alıyordu; bu fotoğrafta bir kayıt stüdyosunda notalara bakıyorlardıbirlikte. Jobs’la Wozniak’ın birlikte bir Apple devre kartına baktıklarıeski fotoğrafları çağrıştırıyordu. “The Beatles’ı iTunes’a katmakla,müzik piyasasına girmekteki hedefimize tamamen ulaşmış olduk,” dediCue.

631/728

39. BölümSonsuzluğa

Bulut, Uzay Gemisi ve Ötesi

iPad 2

iPad’in satışa sunulmasından önce bile Jobs iPad 2’de neler bulun-ması gerektiğini düşünüyordu. Önde ve arkada kamera olmalıydı–bunun olacağını herkes biliyordu. Ayrıca Jobs iPad 2’nin mutlakadaha ince olmasını istiyordu. Ama çoğu insanın aklına bile gelmeyenbir meseleye de odaklandı: İnsanların kullandığı kılıflar iPad’in güzelhatlarını ve ekranını gizliyordu. İnce olması gereken şeyi kalınlaştırıy-orlardı. Her açıdan büyülü olması gereken bir cihazı sıradan bir pel-erinle örtüyorlardı.

Jobs o sıralar okuduğu, mıknatıslarla ilgili bir yazıyı kesip Jony Ive’averdi. Mıknatıslar cazipti ve kullanımları kolaydı. Belki de mıknatıskullanarak sökülebilir bir kapak üretebilirlerdi. Bu kapak bir iPad’in önyüzüne yapıştırılabilirdi; ama cihazın tamamını kaplaması gerekmezdi.Ive’ın ekibinden biri, manyetik menteşeyle cihaza tutturulabileceksökülebilir bir kapak üstünde çalıştı. Kapağı açmaya başladığınızdaekran gıdıklanmış bir bebeğin yüzü gibi canlanıverecekti ve kapağıkatlayıp sehpaya dönüştürmek mümkün olacaktı.

Bu kapak yüksek teknoloji ürünü falan değildi; tamamen mekanikti.Yine de büyüleyiciydi. Ayrıca Jobs’ın uçtan uca entegrasyontutkusunun bir başka örneğiydi: Kapakla iPad birlikte, öyle bir şekildetasarlanmışlardı ki, mıknatıslarla menteşe birbirine mükemmel oturuy-ordu. iPad 2 birçok gelişmeyi içerecek olsa da, başka çoğu CEO’nunüstünde hiç uğraşmayacağı bu küçük ve şirin kapak, insanları en çokgülümseten özellik olacaktı.

Jobs yine hastalık izninde olduğundan, 2 Mart 2011’de San Fran-cisco’da gerçekleştirilmesi planlanan iPad 2 tanıtımına katılmasıbeklenmiyordu. Ama davetiyeler gönderilince, bana orada olmak içinelimden geleni yapmamı söyledi. Sahne bilindikti: En ön sırada üstdüzey Apple yöneticileri oturuyorlardı, Tim Cook enerji barları yiyorve hoparlörlerden “You Say You Want a Revolution” ve “Here Comesthe Sun” gibi duruma uygun The Beatles şarkıları bangır bangırçalınıyordu. Reed Jobs son dakikada, yanında gözleri fal taşı gibi açıkiki gençle geldi; bunlar yurttan arkadaşı olan üniversite birinci sınıföğrencileriydiler.

“Bu proje üstünde bir süredir çalışıyoruz, dolayısıyla bugünü kaçır-mak istemedim,” dedi Jobs sahneye çıkarken; ürkütücü bir şekildesıskaydı, ama keyifle gülümsüyordu. Kalabalık tezahürata ve ayakta al-kışlamaya başladı.

Jobs önce iPad 2’nin yeni kapağını gösterdi. “Bu sefer kasayla ürünbirlikte tasarlandılar,” diye açıkladı. Sonra doğruluk payı taşıdığı içincanını sıkan bir eleştiriye karşılık vermeye girişti: Orijinal iPad içerikyaratmakta çok iyi değildi. Dolayısıyla Apple, en iyi iki yaratıcıMacintosh uygulamasını, GarageBand’le iMovie’yi iPad’e uyarlamıştı.Jobs şarkı besteleyip kaydetmenin veya ev videolarınıza müzik ve özelefektler eklemenin ve bu yaratıları yeni iPad’i kullanarak internetteyayımlamanın ya da paylaşmanın ne kadar kolay olduğunu gösterdi.

Sunumunu Liberal Sanatlar Sokağı’yla Teknoloji Sokağı’nınkavşağını gösteren slaytla sonlandırdı yine. Ve bu sefer, gerçek yar-atıcılığa ve sadeliğe Windows PC’lerin dünyasında ve şimdi Androidcihazlarda görüldüğü gibi açıklığa ve fragmentasyona göz yummakladeğil, ancak ürünün tamamını –donanımla yazılımı ve ayrıca içeriği veambalajı ve satış görevlilerini– entegre etmekle ulaşılabileceği in-ancının en net ifadelerinden birini sundu:

Teknolojiyle yetinmemek Apple’ın DNA’sında var. Bizler tatmin edici sonuçlaraulaşmamızı teknolojiyle beşeri bilimleri birleştirmeye borçlu olduğumuza

633/728

inanıyoruz. Bunun en iyi göstergesi bu PC-sonrası cihazlar. İnsanlar bu tabletpazarına bodoslama dalıyorlar, tablet bilgisayarları yeni PC’ler olarak görüyorlar,donanımla yazılımın ayrı ayrı şirketler tarafından üretilmesi gerektiğini düşünüy-orlar. Tecrübelerimiz ve sezilerimiz bize bunun doğru yaklaşım olmadığınısöylüyor. Bu PC-sonrası cihazların PC’lerden bile daha kolay öğrenilip kul-lanılabilmeleri ve yazılımla donanımın ve uygulamaların daha da sorunsuzca içiçe geçmiş olması gerek. Organizasyonumuzda sadece silikonun değil, böyleürünler üretmek için gerekli mimarinin de bulunduğunu düşünüyoruz.

Bu mimari Jobs’ın kurduğu organizasyonun yanı sıra ruhunda davardı.

Tanıtım etkinliği Jobs’ı canlandırmıştı. Sonrasında karısıyla, Reed’leve Reed’in Stanford’dan iki arkadaşıyla birlikte Four Seasons otelinegelip benimle öğle yemeği yedi. Bu sefer iştahı yerindeydi; hâlâ biraztitiz olsa da… Taze sıkılmış meyve suyu sipariş etti ve sonra da üç kez,hepsinin hazır meyve suyu olduğunu öne sürerek geri gönderdi. Sebzelimakarnayı da bir lokma aldıktan sonra, yenilemez olduğu gerekçesiylegeri gönderdi. Ama sonra Louie yengeç salatamın yarısını yedi, hattakendisine de bir porsiyon ısmarladı. Ardından da bir kâse dondurmayedi. Otel çalışanları onun standartlarına uygun bir bardak meyve suyugetirebilmeyi bile başarabildiler sonunda.

Jobs’la ertesi gün evinde görüştüğümde hâlâ enerjikti. Ertesi gün tekbaşına Kona Village’a gitmeyi planlıyordu; yolculuk için iPad 2’sineneler yüklediğini görmek istedim. Üç tane film vardı: Çin Mahallesi,Son Ültimatom ve Oyuncak Hikâyesi 3. Jobs’ı daha çok ele veren şey,tek bir kitap yüklemiş olmasıydı: Bir Yoginin Otobiyografisi. Jobs bumeditasyon ve spiritüellik rehberini önce ergenliğinde, sonra Hindis-tan’da, sonra da her yıl bir sefer okumuştu.

Sabahın ortasında başka bir şeyler yemek istediğine karar verdi. Hâlâaraba kullanamayacak kadar güçsüzdü; onu alışveriş merkezindeki birkafeye götürdüm. Kafe kapalıydı, ama sahibi Jobs’ın böyle vakitlerdegelip kapıyı çalmasına alışıktı; bizi seve seve içeri aldı. “Beni şişman-latmayı misyon edindi,” diye espri yaptı Jobs. Doktorları yüksek

634/728

kaliteli protein almak için yumurta yemesini önerdiklerinden, omlet ıs-marladı. “İnsan böyle bir hastalıkla yaşayınca, bunca acıyı çekince,faniliğini hatırlıyor sürekli; o zaman da dikkatli olmazsan beynin tuha-flaşabiliyor,” dedi. “En fazla bir yıllık planlar kuruyorsun ve bu kötübir şey. Kendini yıllarca yaşayacakmış gibi plan kurmaya zorlamangerek.”

Bu büyülü düşünce tarzının bir örneği de lüks yat yaptırma planıydı.Karaciğer naklinden önce o ve ailesi tatillerde tekne kiralayıp Mek-sika’ya, Güney Pasifik’e veya Akdeniz’e giderlerdi. Jobs bu yolculuk-ların çoğunda sıkılır, ya da teknenin tasarımından nefret etmeyebaşlardı; bu yüzden de yolculuğu kısa kesip uçakla Kona Village’agiderlerdi. Yolculuklarının güzel geçtiği de olurdu ara sıra. “Hayatımınen iyi tatilinde İtalya kıyısı boyunca ilerleyip Atina’ya –berbat bir yer,ama Parthenon nefes kesici–, oradan da Türkiye’deki Efes’e gittik.Efes’teki mermerden yapılma antik umumi tuvaletlerin ortasındamüzisyenlerin serenat yapmaları için bir yer var.” İstanbul’a gittikler-inde Jobs, bir tarih profesörünü ailesine rehberlik yapması için tut-muştu. Sonunda bir Türk hamamına gitmişlerdi. Profesörün anlattıklarıJobs’ı gençliğin küreselleşmesi üstüne düşündürmüştü:

Gerçek bir ilham geldi. Hepimiz bornozluyduk ve bize Türk kahvesi yaptılar.Profesör bu kahvenin başka yerlerin kahvelerinden çok farklı hazırlandığını açık-layınca, “Ne olmuş yani?” diye düşündüm. Türk kahvesi, Türkiye’deki gençlerinumrunda mıydı? Hepsi de dünyadaki diğer bütün gençlerin içtiği şeyleri içiyor,Gap’ten satın alınmış gibi görünen giysiler giyiyor ve hepsi de cep telefonu kul-lanıyorlardı. Diğer her yerdeki gençler gibiydiler. Artık bu dünyanın tamamınıngençler için aynı olduğunu anladım birden. Ürünler tasarlarken aklımızda özel-likle Türkiye’deki gençlerin isteyeceği bir telefon ya da müzik çalar yaratmak di-ye bir şey yok. Artık tek bir dünyayız sadece.

Jobs o güzel tatilden sonra, biraz da kendini keyiflendirmek için,ileride inşa etmek istediğini söylediği tekneyi tasarlamaya -ve sonratekrar tasarlamaya- girişmişti. 2009’da yeniden hastalanınca projeyi azkalsın iptal edecekti. “O teknenin yapıldığını görecek kadar yaşay-acağımı sanmıyordum,” diye anımsıyordu. “Ama buna çok

635/728

üzülüyordum; tasarımın üstünde çalışmanın eğlenceli olduğuna kararverdim ve belki de tamamlandığını görene kadar yaşarım diyedüşündüm. Teknenin üstünde çalışmayı kessem ve iki sene dahayaşasam cidden sinirlenirdim. Bu yüzden devam ettim.”

Kafede omletlerimizi yedikten sonra evine geri döndük ve banabütün modellerle mimari çizimleri gösterdi. Planladığı yat şık ve min-imalistti; aynı tahmin ettiğim gibi… Güverteleri tikten, dümdüz veteçhizatsız olacaktı. Kabin camları, tıpkı Apple mağazalarındaki gibi,büyük olacaktı; neredeyse yerden tavana dek uzanacaktı. Ana yaşamalanında da on iki metreye üç metre ebatlarında cam duvarlar buluna-caktı. Apple mağazalarının baş mühendisine, yapısal destek sağlay-abilecek özel bir cam tasarlatmıştı.

Tekne o sıralar Hollandalı yat imalatçısı Feadship tarafından inşaedilmekteydi, ama Jobs hâlâ tasarımda değişiklikler yapıyordu. “ÖlüpLaurene’e yarım kalmış bir tekne bırakabilirim, biliyorum,” dedi.“Ama devam etmem gerek. Yoksa ölmek üzere olduğumu itiraf etmişolurum.”

Birkaç gün sonra o ve Powell yirminci evlilik yıl dönümlerini kutlay-acaklardı; Jobs bana karısına hak ettiği değeri her zaman vermediğiniitiraf etti. “Ben çok şanslıyım, çünkü insan evlendiği zaman neye adımattığını bilmiyor,” dedi. “Bir şeyler seziyorsun, o kadar. Ben dahaşanslı olamazdım; çünkü Laurene sadece akıllı ve güzel değil, gerçek-ten iyi bir insan da çıktı.” Bir an gözleri yaşardı. Diğer kızarkadaşlarından, özellikle de Tina Redse’den bahsetti; ama sonundakendini doğru yerde bulduğunu söyledi. Ayrıca bazen çok bencil ve ta-lepkâr bir insan olabildiğini söyledi. “Laurene bu yönüme vehastalığıma katlanmak zorunda kaldı,” dedi. “Benimle yaşamanınkolay bir şey olmadığını biliyorum.”

Bencilce özelliklerinden biri de yıl dönümlerini ve doğum günlerinigenellikle unutmasıydı. Ama bu sefer sürpriz yapmaya karar verdi.Yosemite’deki Ahwahnee Oteli’nde evlenmişlerdi; Jobs yıl

636/728

dönümlerinde Powell’ı oraya götürmeye karar verdi. Ama oteliaradığında yer bulamadı. Bunun üzerine Powell’la birlikte kaldığıodayı rezerve edenlere odadan vazgeçip vazgeçmeyeceklerinin sorul-masını istedi. “Otelde geçirecekleri başka bir hafta sonunun masra-flarını ödemeyi teklif ettim,” diye anımsıyordu Jobs, “ve adam çoknazik davrandı; ‘Yirminci senenizmiş, odayı alın lütfen, sizin olsun,’dedi.”

Bir arkadaşının çektiği düğün fotoğraflarını bulup büyük, kalın kar-tonlara bastırdı ve zarif bir kutuya koydu. iPhone’unda gezinip, kutuyakoymak için yazdığı notu buldu ve yüksek sesle okudu:

Yirmi yıl önce birbirimizi pek tanımıyorduk. Bizi sezilerimiz yönlendiriyordu;ayaklarımı yerden kesmiştin. Ahwahnee’de evlendiğimizde kar yağıyordu. Yıllargeçti, çocuklar geldi, iyi zamanlarımız ve zor zamanlarımız oldu, ama asla kötüzamanlarımız olmadı. Sevgimiz, saygımız kalıcı oldu ve giderek arttı. Birlikteonca şey yaşadık ve işte şimdi yirmi yıl önce başladığımız yerdeyiz –dahayaşlıyız, daha akıllıyız– yüzlerimiz ve kalplerimiz kırıştı. Hayatın zevklerinin,acılarının, sırlarının ve mucizelerinin çoğunu tanıdık ve hâlâ burada birlikteyiz.Ayaklarım asla yere basmadı.

Okumayı bitirdiğinde hüngür hüngür ağlıyordu. Kendini toplayınca,çocuklarının her biri için de fotoğraflar hazırlattığını söyledi. “Birzamanlar benim de genç olduğumu görmek hoşlarına gidebilir diyedüşündüm.”

iCloud

2001’de Jobs bir vizyona sahipti: Kişisel bilgisayarlar müzik çalarlar,video kaydediciler, telefonlar ve tabletler gibi çeşitli yaşam tarzıcihazlarının “dijital merkezi” olacaklardı. Apple’ın kullanımı kolayuçtan uca ürünler üretme kapasitesi bu yaklaşıma uygundu. Böyleceşirket yüksek teknoloji üreten marjinal bir bilgisayar şirketiyken,dünyanın en değerli teknoloji şirketine dönüştü.

2008’e gelindiğinde Jobs dijital dönemin bir sonraki dalgasına ilişkinbir vizyon geliştirmişti. Gelecekte masaüstü bilgisayarınızın artık

637/728

içeriğinizin merkezi olmayacağına inanıyordu. Merkez “buluta” kaya-caktı. Bir başka deyişle, içeriğiniz güvendiğiniz bir şirket tarafından iş-letilen uzak sunucularda depolanacaktı ve herhangi bir yerden, her-hangi bir cihazdan ulaşabilecektiniz. Bunu başarması üç yılını aldı.

Başta yanlış bir adım attı. 2008 yazında MobileMe adlı bir hizmetbaşlattı; bu pahalı üyelik hizmeti (yıllığı 99 dolardı) adres defterinizi,belgelerinizi, fotoğraflarınızı, videolarınızı, e-postalarınızı ve takvimin-izi buluta uzaktan yüklemenizi ve herhangi bir cihazla senkronize ede-bilmenizi sağlıyordu. Teoride, dijital hayatınızın tüm yönlerineiPhone’unuzdan veya herhangi bir bilgisayardan ulaşabilecektiniz.Ama büyük bir sorun vardı: Hizmet Jobs’ın tabiriyle berbattı.Karmaşıktı, cihazların senkronizasyonunda sorunlar yaşanıyordu, e-postaların ve başka verilerin rastgele kaybolduğu oluyordu. WaltMossberg’ün Wall Street Journal’da yayımlanan eleştiri yazısınınbaşlığı “Apple’ın MobileMe’si Güvenilemeyecek Kadar Kusurlu”ydu.

Jobs küplere bindi. MobileMe ekibini Apple kampüsündeki oditory-umda topladı, sahneye çıktı ve “Biriniz bana MobileMe’nin ne yapmasıgerektiğini anlatabilir mi?” diye sordu. Ekip üyeleri yanıt verince Jobsşöyle dedi: “Peki bunu neden yapmıyor?” Sonraki yarım saat boyuncaonları azarlamayı sürdürdü. “Apple’ın adına leke sürdünüz,” dedi.“Birbirinizden nefret etmelisiniz, çünkü birbirinizi başarısızlığa uğrat-tınız. Dostumuz Mossberg artık hakkımızda iyi şeyler yazmıyor.”MobileMe ekibinin liderini bütün dinleyicilerin karşısında kovdu veyerine Eddy Cue’yu geçirdi; Cue Apple’ın tüm internet içeriğindensorumluydu. Fortune’dan Adam Lashinsky’nin Apple’ın şirketkültürünü irdelerken belirttiği gibi: “Hesap verme zorunluluğu tavizs-izce dayatılıyor.”

2010’a gelindiğinde Google, Amazon, Microsoft gibi şirketlerin hertürlü içeriğinizi ve verilerinizi bulutta depolayıp çeşitli cihazlarınızlasenkronize etmenizi sağlamayı en iyi başaran şirket olmayı

638/728

hedefledikleri artık açıktı. Dolayısıyla Jobs çabalarını iki mislineçıkardı. O sonbaharda bana açıkladığı gibi:

Bulutla ilişkini idare eden –buluttaki müziğine ve videolarına ulaşabilmenisağlayan, fotoğraflarını ve bilgilerini ve hatta tıbbi verilerini depolayan şirket bizolmalıyız. Bilgisayarının bir dijital merkeze dönüşeceğini ilk öngören Apple’dı.O yüzden bir sürü app yazdık –iPhoto, iMovie, iTunes– ve iPod, iPhone ve iPadgibi cihazlarımızla uyumlandırdık ve her şey tıkır tıkır işledi. Ama önümüzdekibirkaç senede merkez, bilgisayarından buluta kayacak. Yani dijital merkezstratejisi değişmeyecek, ama merkezin yeri değişecek. İçeriğine her zaman, senk-ronizasyon sorunu yaşamadan ulaşabileceksin.

Bu dönüşümü gerçekleştirmemiz Clayton Christensen’ın “mucidin ikilemi”dediği şey yüzünden önemli; yani bir şeyi icat eden insanlar onun ötesini görebi-len en son kişiler olurlar genellikle ve biz kesinlikle geride kalmak istemiyoruz.Ben MobileMe’yi bedava yapacağım ve senkronizasyonu basit kılacağız. KuzeyCarolina’da bir sunucu çiftliği kuruyoruz. Senkronizasyon konusunda hiç sorunyaşanmayacak, böylece müşteriyi kendimize bağlayabileceğiz.

Jobs’ın Pazartesi sabahı toplantılarında tartıştığı bu vizyon giderekgeliştirilip yeni bir stratejiye dönüştürüldü. “Sabahın ikisinde insanlarae-posta gönderip bu konuyu konuşuyordum,” diye anımsıyordu.“Bunun üstünde çok düşünüyoruz, çünkü işimiz değil hayatımız bu.”Aralarında Al Gore’un da bulunduğu bazı yönetim kurulu üyeleriMobileMe’yi bedava kılma fikrini sorgulasalar da desteklediler. Son-raki on yıl boyunca müşterileri Apple’ın yörüngesine çekme stratejileribu olacaktı.

Yeni servise iCloud[40] adı verildi; Jobs iCloud’u Haziran 2011’dedüzenlenen Apple Worldwide Developers Conference’da tanıttı. Hâlâhastalık iznindeydi ve Mayıs’ın bazı günlerini enfeksiyonlar ve acıyüzünden hastanede geçirdiği olmuştu. Bazı yakın arkadaşları, epeyhazırlık ve prova gerektirecek o sunumu yapmamasını tavsiye et-mişlerdi. Ama dijital çağda bir başka tektonik kaymayı başlatma fikriona enerji vermiş gibiydi.

San Francisco Kongre Merkezi’nde sahneye çıktığında, her zamankisiyah Issey Miyake boğazlı kazağının üstüne siyah bir Vonrosen

639/728

kaşmir kazak giymişti; kot pantolonunun altına da termal iç çamaşırıgiymişti. Ama her zamankinden de sıska görünüyordu. Kalabalıktakileronu uzun uzun ayakta alkışladılar –“Bunun her zaman faydası olur, sağolun,” dedi– ama Apple’ın hissesi birkaç dakika içinde dört dolardanfazla değer kaybedip 340 dolara düştü. Jobs kahramanca bir çaba sarfediyordu, ama zayıf görünüyordu.

Sahneyi Phil Schiller’la Scott Forstall’a, Mac’lerle mobil cihazlarınyeni işletim sistemlerini tanıtmaları için bıraktıktan sonra geri gelipiCloud’u bizzat tanıttı. “On yıl kadar önce, en önemli fikirlerimizdenbirini benimsedik,” dedi. “PC dijital hayatınızın merkezi haline gele-cekti. Videolarınızın, fotoğraflarınızın, müziğinizin. Ama bu sistemson birkaç yıldır iyi işlemiyor. Neden?” Bütün içeriklerin ayrı ayrıcihazlarla senkronizasyonunun zorluğundan bahsetti. iPad’inize indird-iğiniz bir şarkınız, iPhone’unuzla çektiğiniz bir fotoğrafınız ve bilgisa-yarınızda depoladığınız bir videonuz varsa, bu içerikleri paylaşmakiçin USB kablolarını takıp çıkarırken kendinizi eski santral operatörlerigibi hissedebilirsiniz. “Bu cihazları senkronize tutmak bize kafayıyediriyor,” deyince kahkahalar koptu. “Bir çözümümüz var. Yenibüyük fikrimiz. PC ile Mac’i tekrar sadece cihazlara indirgeyeceğiz vedijital merkezi buluta kaydıracağız.”

Jobs bu “büyük fikrin” aslında yeni olmadığının pekâlâ farkındaydı.Sahiden de Apple’ın bir önceki girişimi konusunda espri yaptı: “Onlaraneden inanayım ki? Bana MobileMe’yi getiren onlardı, diye düşünebi-lirsiniz.” Dinleyiciler huzursuzca gülüştüler. “Şu kadarını söyleyeyimki, en büyük başarılarımızdan biri değildi o.” Ama iCloud’u göster-dikçe, bunun daha iyi olacağı barizleşti. E-postalar, rehber ve takvimgirileri anında senkronize oluyordu. App’ler, fotoğraflar, kitaplar vebelgeler de öyle. En etkileyici olansa, Jobs’la Eddy Cue’nun müzik şir-ketleriyle anlaşmalar yapmış olmalarıydı (Google ve Amazon’daki in-sanların tersine). Apple’ın bulut sunucularında on sekiz milyon şarkıbulunacaktı. Cihazlarınızda veya bilgisayarlarınızda bunlardan her-hangi biri varsa –ister yasal yoldan, ister korsan olarak edinmiş olun–,

640/728

Apple onu buluta yüklemek için zaman ve çaba harcamanıza gerekkalmadan, yüksek kaliteli bir versiyonuna bütün cihazlarınızdan ulaş-manıza izin verecekti. “Sistem tıkır tıkır işliyor,” dedi.

Bu basit kavram –her şeyin sorunsuzca işlemesi– Apple’ın rekabetavantajıydı her zamanki gibi. Microsoft “Cloud Power”ın bir yıldanfazladır reklamını yapıyordu ve üç yıl önce baş yazılım mimarı, ef-sanevi Ray Ozzie şirkete şevklendirici bir çağrıda bulunmuştu:“Hedefimiz insanların medyalarına sadece tek bir kez lisans almakzorunda kalmaları ve herhangi bir... cihazlarını medyalarına erişmekteve keyfini sürmekte kullanabilmeleri.” Ama Ozzie 2010’un sonundaMicrosoft’tan ayrıldı ve şirketin bulut programlama girişimi aslatüketici cihazlarına yansımadı. Amazon’la Google 2011’de bulut hiz-metleri sunmuşlardı, ama iki şirkette de farklı farklı cihazların don-anımlarını, yazılımlarını ve içeriklerini entegre etme kapasitesi yoktu.Apple zincirin bütün halkalarını kontrol ediyordu ve hepsini birlikteçalışacak şekilde tasarlıyordu: cihazları, bilgisayarları, işletim sis-temlerini ve uygulama yazılımlarını, artı içeriğin satışını vedepolanmasını.

Sistem ancak bir Apple cihaz kullanıyorsanız ve Apple’ın kapalıbahçesinde kalıyorsanız sorunsuz işleyecekti elbette. Bunun da Apple’agetirisi olacaktı: müşteri bağlılığı. iCloud kullanmaya başladınız mı, birKindle’a ya da Android cihaza geçmeniz zor olacaktı. Müziğiniz vediğer içerikleriniz onlarla senkronize olmayacaktı; hatta çalışmayabi-lirlerdi bile. Açık sistemlerden otuz yıl boyunca kaçınmanın sonucuydubu. “Android için bir müzik uygulaması geliştirsek mi diye düşündük,”dedi bana ertesi sabah kahvaltıda. “Daha çok iPod satabilmek içiniTunes’u Windows’a koyduk. Ama Android’e müzik app’imizi koy-manın Android kullanıcılarını mutlu etmek dışında bir avantajınıgöremiyorum. Ve Android kullanıcılarını mutlu etmek istemiyorum.”

Yeni Bir Kampüs

641/728

Jobs on üç yaşındayken telefon rehberinden Bill Hewlett’ın nu-marasını bulup aramış, yapmaya çalıştığı bir frekans sayıcı için birparçaya ihtiyaç duyduğunu söylemiş ve sonunda Hewlett-Packard’dayazlık iş bulmuştu. Aynı yıl HP, hesap makinesi bölümünü genişlet-mek için Cupertino’da arazi satın almıştı. Wozniak orada çalışmış veboş zamanlarında Apple I’le Apple II’yi tasarlamıştı.

HP 2010’da, Apple’ın One Infite Loop’taki merkezine sadece birbuçuk kilometre kadar uzaklıktaki Cupertino kampüsünü terk etmeyekarar verince, Jobs orayı ve yanındaki mülkü sessiz sedasız satın aldı.Hewlett’la Packard’ın kalıcı bir şirket kurmuş olmalarını takdir ediy-ordu ve aynı şeyi Apple’la yapmış olmaktan gurur duyuyordu. Şimdihiçbir Batı Yakası teknoloji şirketinin sahip olmadığı kadar gösterişlibir genel merkeze sahip olmak istiyordu. Sonunda 150 dönümlük arazisatın aldı (küçüklüğünde bu arazinin çoğunda kayısılıklar vardı) ve tas-arım tutkusunu kalıcı bir şirket yaratma tutkusuyla birleştiren, mirasbırakacağı projesine girişti. “Ardımda şirketin değer yargılarını nesillerboyu ifade edecek bir kampüs bırakmak istiyorum,” dedi.

Bu iş için dünyanın en iyi mimarlık firması olduğunu düşündüğü, SörNorman Foster’ın firmasını tuttu; bu firma Berlin’deki Reichstag’ınrestorasyonu ve Londra’daki 30 St Mary Axe binası gibi zekicemühendislik başarılarına imza atmıştı. Jobs’ın planlamanın hem vizy-onuna, hem de ayrıntılarına fazlaca karışması yüzünden nihai bir tas-arımda karar kılmanın neredeyse olanaksızlaşması şaşırtıcı değildi. Buonun kalıcı binası olacaktı ve düzgün yapılmasını istiyordu. Foster’ınfirması ekibe elli mimar atadı; 2010 boyunca üç haftada bir Jobs’adeğiştirilmiş modelleri ve seçenekleri gösterdiler. Jobs yeni konseptler,bazen yepyeni şekiller tasarlayıp duruyordu ve onları baştan başlamayave daha çok alternatif sunmaya zorluyordu.

Bana modellerle planları ilk gösterdiğinde (oturma odasındaydık)bina büyük bir merkezi avlunun etrafındaki, birbiriyle kesişen üç yarımçemberden oluşma dev bir kıvrımlı parkur şeklindeydi. Duvarlar

642/728

boydan boya camdı ve sıra sıra uzanan kapsül şeklindeki ofislerdengeçen gün ışığı alt katları aydınlatıyordu. “İnsanlar toplanma alanlarınatesadüfen ve kolayca girecekler,” dedi, “ve herkes gün ışığındanfaydalanacak.”

Bir ay sonra bana tekrar planları gösterdiğinde Apple’daki ofisininkarşısındaki büyük toplantı odasındaydık; planlanan binanın bir modelimasayı kaplamıştı. Jobs büyük bir değişiklik yapmıştı. Bütün ofislerpencerelerden uzak tutulacaktı ve böylece uzun koridorlar gün ışığınaboğulacaktı. Buralar aynı zamanda ortak takılma mekânları olacaktı.Mimarlar arasında bir tartışma çıkmıştı; bazıları pencerelerin açılabilirolmasını istiyorlardı. Jobs insanların bir şeyleri açabilmeleri fikrindenasla hoşlanmamıştı. “Bu insanların bir şeyleri bozmalarına izin vermekolur sadece,” dedi. Diğer ayrıntılar gibi bu hususta da onun dediği oldu.

Jobs o akşam eve varınca akşam yemeğinde çizimleri gösterdi; Reedbinanın havadan görünüşünün erkek cinsel organlarına benzediğinisöyleyerek espri yaptı. Babası bunu ergence bir düşünce olarak gördüve üstünde durmadı. Ama ertesi gün mimarlarına bundan bahsetti.“Size bunu söyledim ya, artık maalesef aklınızdan çıkaramayacak-sınız,” dedi. Bir sonraki ziyaretimde şekil basit bir çemberedönüştürülmüştü.

Yeni tasarım, binada düz camların bulunmayacağı anlamına geliy-ordu. Hepsi kusursuz bir şekilde birleştirilmiş ve bombeli olacaktı.Jobs cama uzun süredir hayrandı ve Apple’ın perakende satış mağaza-larına yaptırdığı dev pencere camları, çok sayıda devasa bombeli parçaüretmenin mümkün olduğuna inanmasını sağlamıştı. Planlananmerkezi avlunun çaprazlama boyu yaklaşık iki yüz elli metreydi (üçtipik şehir sokağından uzundu, neredeyse üç futbol sahası uzunluğukadardı); Jobs bana bu avlunun Roma’daki St. Peter’s Meydanı’nıçevreleyebilecek boyutta olduğunu planları üst üste koyarak gösterdi.Bir zamanlar o araziyi kaplayan meyvelikler aklında kalmıştı,dolayısıyla Stanford’da çalışan bir ağaç uzmanını tuttu ve arazinin

643/728

yüzde 80’inin peyzaj manzaralı ve altı bin ağaçlı olmasını istediğinibildirdi. “Ona kayısılıkları ihmal etmemesini söyledim,” diye anımsıy-ordu Jobs. “Eskiden her yerdeydiler; köşelerde bile vardılar. Bu vadin-in mirasının parçasılar.”

Haziran 2011’e gelindiğinde, yirmi binden fazla çalışanı barındıracakdört katlı, iki yüz seksen bin metrekarelik bina tanıtılmaya hazırdı. Jobsbunu Worldwide Developers Conference’da iCloud’u tanıttığı gününertesinde, Cupertino Belediye Meclisi’nin karşısında sessiz sedasız birşekilde yapmaya karar verdi.

Fazla enerjisi olmasa da o gününü epey yoğun geçecek şekilde plan-lamıştı. Apple mağazalarını geliştiren ve on yıldan fazladır işletmekteolan Ron Johnson, J.C. Penney’den gelen CEO’luk teklifini kabul et-meye karar vermişti; ayrılışını konuşmak için sabahleyin Jobs’ın evinegeldi. Sonra Jobs’la ben Palo Alto’daki Fraiche adlı yoğurtlu yulafezmesi satılan küçük bir kafeye gittik; orada ileride üretilebilecekApple ürünlerinden şevkle bahsetti. Sonra Apple’ın üst düzey Intelyöneticileriyle yapacağı çeyrek dönem toplantısına katılmak üzereSanta Clara’ya gitti ve gelecekteki mobil cihazlarda Intel çiplerininkullanılması ihtimalini konuştular. O gece U2’nun Oakland Stadyu-mu’nda vereceği konsere gidip gitmemeyi düşündü. Sonra bunun yer-ine o akşam planlarını Cupertino Belediye Meclisi’ne göstermeye kararverdi.

Yanında kalabalık bir maiyet olmadan, sessiz sedasız, rahat bir eday-la, geliştiriciler konferansı konuşmasında üstünde olan siyah kazaklageldi ve bir podyumda elinde uzaktan kumandayla durup, tasarımınslaytlarını belediye meclisi üyelerine gösterdi. Kusursuz çemberşeklindeki, şık, fütüristik binanın görüntüsü belirince duraksayıpgülümsedi. “Uzay gemisi inmiş gibi,” dedi. Birkaç saniye sonra ekledi:“Bence dünyanın en iyi ofis binasını yapma şansımız var.”

Ertesi Cuma Jobs çok eski bir iş arkadaşına, Intel’in kurucularındanBob Noyce’un dul karısı Ann Bowers’a bir e-posta gönderdi. Bowers

644/728

1980’lerin başında Apple’da insan kaynakları direktörlüğü yapmıştı;Jobs’ı sinir krizlerinden sonra azarlamaktan ve iş arkadaşlarınınyaralarını sarmaktan o sorumlu olmuştu. Jobs ertesi gün kendisini zi-yarete gelmesini istedi. Bowers o sırada New York’taydı, ama geridöndükten sonra Pazar günü Jobs’ın evine geldi. Jobs yine çok hastay-dı, acı çekiyordu ve dermansızdı; ama yine de Bowers’a yeni genelmerkezin görüntülerini göstermeye can atıyordu. “Apple’la gururduymalısın,” dedi. “İnşa ettiğimiz şeyle gurur duymalısın.”

Sonra ona baktı ve çok şaşırtan bir soru sordu: “Söylesene, gençkennasıldım?”

Bowers onu dürüstçe yanıtlamaya çalıştı. “Çok aceleci ve zor bir in-sandın,” diye karşılık verdi. “Ama vizyonun etkileyiciydi. Bize ‘Yolcu-luk ödüldür,’ demiştin. Haklı çıktın.”

“Evet,” diye karşılık verdi Jobs. “Yolda bir şeyler öğrendim.” Birkaçdakika sonra bunu yineledi; Bowers’ı ve kendini ikna etmek isterces-ine… “Bir şeyler öğrendim. Gerçekten.”

645/728

40. BölümÜçüncü Raunt

Alacakaranlık Mücadelesi

Aile Bağları

Jobs oğlunun Haziran 2010’daki lise mezuniyet törenine katılmayıçok istiyordu. “Kanser teşhisi konunca Tanrı’yla veya her ne varsaonunla bir anlaşma yaptım; Reed’in mezuniyetini gerçekten görmekistiyordum. Bu istek, 2009 yılı boyunca dayanmamı sağladı,” dedi.Lise son sınıftaki Reed babasının on sekiz yaşındaki haline garip kaça-cak derecede çok benziyordu; hafifçe asi, çokbilmiş bir gülümseyişi,delici bakışları, dağınık, siyah saçları vardı. Ama annesinden, ba-basında olmayan bir tatlılık ve acı verecek kadar derin bir empatiyeteneği almıştı. Sevgi dolu olduğunu ve insanları memnun etmek is-tediğini belli ediyordu. Babası, mutfak masasında oturup somurtarakyere baktığında bile (ki hastalığı ağırlaştığında bunu çok sık yapardı),gözlerini mutlaka ışıldatacak tek bir tek vardı; o da Reed’in içeri gird-iğini görmekti.

Reed babasına hayrandı. Bu kitabın üstünde çalışmaya başlamamdankısa süre sonra kaldığım yere geldi, ve babasının sık sık yaptığı gibi,yürüyüşe çıkmamızı önerdi. Babasının kâr peşinde koşan taş kalpli biriş adamı olmadığını, işini sevdiği için yaptığını ve ürettiği ürünlerdengurur duyduğunu son derece samimi bir ifadeyle söyledi.

Jobs’a kanser teşhisi konulunca Reed yazlarını Stanford’daki bironkoloji laboratuvarında çalışarak, kolon kanserinin genetik işaretleyi-cilerini bulmak için DNA sekanslama yaparak geçirmeye başladı. Birdeneyde, mutasyonların kalıtsal olarak aktarılmasının izini sürdü.“Hastalanmamın çok az iyi yönünden biri, Reed’in bazı çok iyi doktor-ların yanında bol bol çalışması oldu,” dedi Jobs. “Duyduğu ilgininaynısını ben onun yaşındayken bilgisayarlara karşı duymuştum. Bence

yirmi birinci yüzyılın en büyük icatları biyolojiyle teknolojininkesiştiği alanda yapılacak. Yeni bir çağ başlıyor, tıpkı ben onunyaşındayken bilgisayar çağının başladığı gibi.”

Reed kanser araştırmalarını Crystal Springs Uplands School içinmezuniyet ödevini hazırlarken temel aldı. Tümörlerin DNA’larınısekanslamakta santrifüj ve boya kullandığını anlatırken, seyircilerinarasında ailesiyle birlikte oturan babasının ağzı kulaklarındaydı.“Reed’in burada, Palo Alto’da ailesiyle birlikte oturduğunu ve Stan-ford’da doktorluk yaptığını, işine bisikletle gittiğini hayal edebiliyor-um,” dedi.

Reed 2009’da, babası her an ölecekmiş gibi bir görünüşe bürününceçabucak büyümüştü. Anne-babası Memphis’teyken kız kardeşleriyle il-gilenmiş, gayet korumacı, babacan tavırlar geliştirmişti. 2010 ba-harında, babasının sağlığının istikrarlı bir seyre kavuşmasıyla birlikte,Reed’in eğlenceli ve şakacı kişiliği de geri dönmüştü. Bir gün akşamyemeğinde ailesiyle, kız arkadaşını akşam yemeği için nereyegötürmesi gerektiğini konuşuyordu. Babası Palo Alto’daki şık birrestoran olan Il Fornaio’yu önerdi; ama Reed rezervasyon yaptıra-madığını söyledi. “Denememi ister misin?” diye sordu babası. Reedistemedi; meseleyi kendisi halletmek istiyordu. Biraz utangaç olan ort-anca çocuk Erin, bahçelerine bir kızılderili çadırı kurabileceğini ve kızkardeşi Eve’le birlikte onlara romantik bir yemek servisi yapabile-ceğini söyledi. Reed masadan kalkıp ona sarıldı. Bu sözünü unutmay-acağına, ve başka bir zaman yerine getirmesini isteyeceğine söz verdi.

Bir cumartesi günü Reed okulunun bilgi yarışması ekibindeki dörtyarışmacıdan biri olarak yerel bir TV kanalına çıktı. Bir at gösterisindeolan Eve hariç ailesinin tamamı onu desteklemeye geldi. Televizyonekibi ortalıkta dolanarak hazırlık yaparken, Reed’in babası sabır-sızlığını bastırmaya ve sıra sıra dizili katlanır sandalyelerde oturananne-babaların arasında dikkat çekmemeye çalıştı. Ama her zamankikot pantolonuyla siyah boğazlı kazağını giymiş olduğundan onu

647/728

tanımak kolaydı; yanında oturan kadın fotoğrafını çekmeye başladı.Jobs kadına bakmadan yerinden kalkıp sıranın diğer ucuna geçti. Reedsete geldiğinde, isim levhasında “Reed Powell” yazılıydı. Sunucu,çocuklara büyüyünce ne olmak istediklerini sordu. Reed “Kanseraraştırmacısı,” yanıtını verdi.

Jobs Reed’i iki kişilik Mercedes SL55’iyle eve götürdü; karısı iseErin’i kendi arabasına alıp onları takip etti. Yolda Erin’e babasının ara-basına plaka takmayı neden reddettiğini sordu. “Asi olmak için,”karşılığını verdi kız. Ben aynı soruyu daha sonra Jobs’a sordum.“Çünkü bazen beni takip eden insanlar oluyor ve plakam olursaoturduğum yeri öğrenebilirler,” diye karşılık verdi. “Gerçi artık GoogleMaps var; yani bu tedbirin hiçbir anlamı kalmadı. Yani; istemediğimiçin takmıyorum işte.”

Reed’in mezuniyet töreni sırasında babası bana iPhone’undan sevinçdolu bir e-posta gönderdi: “Bugün hayatımın en mutlu günlerinden biri.Reed liseden mezun oluyor. Şu an. Ve her şeye rağmen buradayım.” Ogece evlerinde yakın arkadaşlarının ve akrabalarının katıldığı bir partidüzenlendi. Reed, babası dahil olmak üzere ailedeki herkesle dans etti.Daha sonra Jobs oğlunu ahıra benzeyen depoya götürdü ve iki bisiklet-inden birini vermeyi teklif etti (onlara artık binemeyecekti). Reed, İta-lyan bisikletin fazla gay durduğunu söyleyerek espri yaptı; bunun üzer-ine Jobs ona diğerini, sekiz vitesli bisikleti almasını söyledi. Reed onaminnettâr olacağını söyleyince Jobs, “Minnettâr olmana gerek yok,benim DNA’mı taşıyorsun,” dedi. Birkaç gün sonra Oyuncak Hikâyesi3 gösterime girdi. Jobs bu Pixar üçlemesinin üstüne başından berititremişti ve bu final filmi, Andy’nin üniversiteye gidecek olmasınınyol açtığı duygularla ilgiliydi. “Keşke hep yanında olabilsem,” derAndy’nin annesi. “Hep yanımda olacaksın,” diye karşılık verir Andy.

Jobs’ın iki küçük kızıyla ilişkisi biraz daha mesafeliydi. Sessiz veiçine kapalı olan ve babasıyla özellikle sinirli zamanlarında nasıl başaçıkacağını bilemez gibi görünen Erin’le daha az ilgileniyordu. Erin

648/728

sağduyulu ve çekici bir genç kadındı; duyarlılık açısından babasındandaha olgundu. Mimar olmak isteyebileceğini düşünüyordu (belki debabasının bu alana ilgi duyması yüzündendi) ve tasarım konusundayetenekliydi. Ama babası Reed’e yeni Apple kampüsünün çizimlerinigösterirken, Erin mutfağın diğer ucunda oturuyordu; onu da çağırmakJobs’ın aklına gelmemiş gibiydi. Erin’in o 2010 baharındaki en büyükhayali, babasının onu Oscar törenine götürmesiydi. Filmlere bayılıy-ordu. Babasının özel uçağında onunla birlikte uçup, kırmızı halıdayürümeyi çok istiyordu. Yolculuktan feragat etmeye çoktan razı olanPowell, kocasını Erin’i götürmeye ikna etmeye çalıştı. Ama Jobs bunukabul etmedi.

Bu kitabı tamamlamaya yaklaştığım sıralarda Powell, Erin’in banaröportaj vermek istediğini söyledi. Ben böyle bir istekte bulunmazdım;çünkü Erin on altısına yeni basacaktı, ama teklifi kabul ettim. Erin ba-basının her zaman ilgili davranmamasını anlayışla karşıladığını, bunukabullendiğini vurguladı. “Hem iyi bir baba, hem de Apple’ın CEO’suolmak için elinden geleni yapıyor ve ikisini de gayet iyi beceriyor,”dedi. “Bazen keşke benimle daha çok ilgilense diyorum, ama işinin çokönemli olduğunu biliyorum ve gayet havalı bir iş; yani benim açımdansorun yok. Daha fazla ilgiye ihtiyacım yok, cidden.”

Jobs çocuklarını ergen olduklarında istedikleri bir yere tatilegötürmeye söz vermişti. Reed Kyoto’ya gitmeyi seçti; çünkü babasınıno güzel şehrin Zen sükunetine bayıldığını biliyordu. 2008 yılında on üçyaşına basan Erin’in de Kyoto’yu seçmesi şaşırtıcı değildi. O yolculukbabasının hastalığı yüzünden ertelendi; Jobs onu 2010’da, sağlığı birazdüzelince götürmeye söz verdi. Ama Haziran gelip çatınca, gitmekistemediğine karar verdi. Erin üzüldüyse de itiraz etmedi. Annesi onuaile dostlarıyla birlikte Fransa’ya götürdü ve Kyoto yolculuğu Tem-muz’a ertelendi.

Kocasının yine caymasından kaygılanan Powell, bütün ailenin Tem-muz başında yolculuğun ilk ayağı olan, Hawaii’deki Kona Village’a

649/728

doğru yola çıkmasına çok sevindi. Ama Hawaii’de Jobs’ın dişiağrımaya başladı; Jobs ağrıyı umursamadı, sanki çürüğü irade gücüylegeçirebilirmiş gibi… Sonra dişi kırılınca tedavi görmek zorunda kaldı.Sonra iPhone 4 anteni krizi patlak verince, yanına Reed’i alarak apartopar Cupertino’ya dönmeye karar verdi. Powell’la Erin Hawaii’dekaldılar; Jobs’ın geri döneceğini ve onları Kyoto’ya götüreceğiniumarak…

Jobs’ın basın toplantısından sonra sahiden de Hawaii’ye dönüp onlarıalması ve Japonya’ya götürmesi herkesi rahatlattı, ve biraz da şaşırttı.“Bu bir mucize,” dedi Powell bir arkadaşına. Reed Palo Alto’da Eve’egöz kulak olurken, Erin’le anne-babası, Jobs’ın bayıldığı bir han olan,derin bir sadeliğe sahip Tawaraya Ryokan’da kaldılar. “Muhteşemdi,”diye anımsıyordu Erin.

Jobs, yirmi yıl önce Erin’in üvey ablası Lisa Brennan-Jobs’ıJaponya’ya götürmüştü (Lisa o sıralar Erin’in şimdiki haliyle aşağıyukarı yaşıttı). Lisa’nın hafızasında en çok yer eden anılar arasındaJobs’la yediği nefis yemekler ile normalde beslenmesi konusunda çoktitiz olan Jobs’ın unagi suşi gibi leziz yemeklerin tadını çıkarmasınıseyretmesi vardı. Lisa babasının yanında ilk kez kendini rahat hisset-mişti. Erin de benzer bir deneyim yaşadığını anımsıyor: “Babam hergün nerede öğle yemeği yemek istediğini biliyordu. İnanılmaz bir sobanoodlecı bildiğini söyleyip beni oraya götürdü. Ve soba gerçekten okadar nefisti ki, ondan sonra doğru dürüst soba yiyemez oldum, çünkühiçbiri o mekânın sobasının yanına bile yaklaşmıyor.” Ayrıca küçük birmahalle suşicisi buldular ve Jobs, iPhone’uyla fotoğrafını çekip, “Hay-atımda yediğim en iyi suşi” diye etiketledi. Erin hemfikirdi.

Kyoto’nun ünlü Zen Budist tapınaklarına da gittiler; Erin en çokyüzden fazla yosun çeşidi bulunan bahçelerle çevrili Altın Havuz’u se-bebiyle “yosunlu tapınak” olarak bilinen Saihō-ji’yi sevdi. “Erin’in çokama çok mutlu olması hayli sevindiriciydi ve babasıyla yakınlaşmasınakatkıda bulundu,” diye anımsıyordu Powell. “Erin bunu hak ediyordu.”

650/728

Küçük kızları Eve ise bambaşka bir meseleydi. Gözüpekti, özgüven-liydi ve babasından hiç korkusu yoktu. Ata binmeye bayılıyordu veOlimpiyatlar’a katılmaya karar verdi. Bir koç ona bunun için çokçalışması gerektiğini söyleyince Eve, “Bana tam olarak ne yapmamgerektiğini söyle. Yapacağım,” diye karşılık verdi. Koçu onu bir pro-gram verdi ve Eve canla başla çalışmaya girişti.

Eve, babasını yatıştırmak gibi güç bir görevde ustaydı; ayrıca sık sıkiş yerindeki asistanını arayıp babasının takvimine bir şeyler ekletiy-ordu. Sıkı pazarlıkçıydı da. 2010’da bir hafta sonu, aile bir geziye çık-mayı planlarken, Erin yola çıkmayı yarım gün ertelemelerini istedi;ama babasına söylemeye korktu. O sırada on iki yaşında olan Eve buişi üstlendi ve akşam yemeğinde babasına meseleyi, hakiminkarşısındaki bir avukat edalarıyla anlatmaya başladı. Jobs sözünü kesti–“Hayır, bunu istediğimi sanmıyorum” –, ama sinirlenmekten çokeğlendiği belliydi. O akşam daha sonra Eve annesiyle birlikte oturup,babasına daha ikna edici neler söyleyebileceği üstüne konuştu.

Jobs onun girişkenliğini giderek takdir etmeye –ve onu birçokyönden kendine benzetmeye– başladı. “Eve fişek gibi ve şimdiye kadargördüğüm en iradeli çocuk,” dedi. “Şimdi eski halimin bedeliniödüyorum sanki.” Eve’in kişiliğini derinden anlıyordu; belki de kend-isininkine benzediği için. “Eve birçok insanın sandığından daha du-yarlı,” diye açıkladı. “Öyle zeki ki, insanları biraz ezebiliyor,dolayısıyla ondan uzaklaşıyorlar ve yalnız kalıyor. Kendini keşfetmesürecinde, ama ihtiyaç duyduğu arkadaşlara sahip olabilmek içinkendini biraz törpülüyor.”

Jobs’ın karısıyla ilişkisi bazen karmaşık olsa da, birbirlerine karşıhep sadıktılar. Anlayışlı ve şefkatli olan Laurene Powell’ın dengeleyicibir etkisi vardı; Jobs’ın etrafına iradeli ve duyarlı insanları toplayarakkendi bencilliğini biraz olsun telafi etmesinin bir örneğiydi. Powell işmeselelerinde usulca, ailevi meselelerde kararlılıkla, sağlık meseleler-indeyse tavizsizce ağırlığını koyuyordu. Evliliklerinin başlangıcında

651/728

yoksul çocukların liseden mezun olup üniversiteye girmelerine yardımeden College Track adlı bir okul sonrası eğitim programını başlatan-lardan biri olmuş, ve o zamandan beri eğitim reformu hareketinin öndegelen figürlerinden biri haline gelmişti. Jobs karısının yaptığı işlerehayran olduğunu öne sürüyordu: “O College Track eğitim programınıgerçekten etkileyici buluyorum.” Ama genelde hayırseverlik çabalarınıönemsememeye meyilliydi. Okul sonrası verilen dersleri izlemeye hiçgitmedi.

Jobs Şubat 2010’da, elli beşinci doğum gününü ailesiyle baş başakutladı. Mutfak krepon kâğıtları ve balonlarla bezendi. Jobs çocuk-larının verdiği, kırmızı kadifeden yapılma oyuncak bir tacı taktı. Sağlıksorunlarıyla geçen zor bir yılın ardından kendini topladığından, Powellonun artık ailesiyle daha fazla ilgileneceğini umuyordu. Ancak Jobsbüyük ölçüde tekrar işine odaklandı. “Buna en çok kızlar üzüldüsanırım,” dedi Powell bana. “Steve iki yılı hasta geçirdikten sonra ni-hayet biraz düzelmişti ve kızlar onun biraz kendileriyle ilgilenmesinibekliyorlardı, ama öyle olmadı.” Jobs’ın kişiliğinin iki yönünün de bukitapta doğru şekilde yansıtılacağına emin olmak istediğini söyledi.“Sıra dışı yeteneklere sahip birçok büyük adam gibi Steve de heryönüyle sıra dışı değil,” dedi. “Kendini başkalarının yerine koymakgibi sosyal meziyetleri yok; ama insanoğlunu güçlendirmeyi, insanlığıngelişimini, insanlara doğru aletler sunmayı derinden önemsiyor.”

Başkan Obama

Powell, 2010 sonbaharının başında Washington’a gidip BeyazSaray’da çalışan bazı arkadaşlarıyla görüştü ve o Ekim’de BaşkanObama’nın Silikon Vadisi’ne geleceğini öğrendi. Başkanın kocasıylatanışmak isteyebileceğini söyledi. Obama’nın yardımcıları bu fikirdenhoşlandılar; Obama’nın yeni rekabetçilik vurgusuna da uygun düşerdi.Yakın arkadaşı risk sermayedarı John Doerr da Başkan’ın EkonomikCanlanma Danışma Kurulu’nun bir toplantısında Jobs’dan, onun Bir-leşik Devletler’in rekabet gücünü yitirmekte olmasının nedenleriyle

652/728

ilgili fikirlerinden bahsetti. Doerr da Obama’nın Jobs’la görüşmesinitavsiye etti. Bunun üzerine Başkan’ın Westin San FranciscoHavaalanı’nda Jobs’la yarım saatlik bir görüşme yapmasıkararlaştırıldı.

Bir sorun çıktı: Powell bundan kocasına bahsettiğinde, JobsObama’yla görüşmek istemediğini söyledi. Karısının bu görüşmeyikendisinden habersiz ayarlamasına sinirlendi. “Obama bir CEO’ylagörüştüğünü söyleyebilsin diye göstermelik bir görüşme yapacakdeğilim,” dedi karısına. Powell, Obama’nın “onunla görüşmeyi gerçek-ten istediğinde” diretti. Jobs bu durumda Obama’nın bizzat arayıprandevu istemesini söyledi. Beş gün boyunca anlaşamadılar. PowellStanford’daki Reed’i arayıp akşam yemeğine eve gelmesini ve babasınıikna etmeye çalışmasını söyledi. Jobs sonunda pes etti.

Görüşme kırk beş dakika sürdü ve Jobs sözünü sakınmadı. “Başkan-lığın tek dönemlik olacak,” dedi Obama’ya en baştan. Hükümetin bunuönlemek için şirketlere çok daha iyi davranması gerektiğini söyledi.Çin’de fabrika kurmanın ne kadar kolay olduğundan bahsetti ve aynışeyi Amerika’da yapmanın bugünlerde neredeyse imkânsız olduğunu,bunun en büyük sebebininse yasalar ve gereksiz masraflar olduğunusöyledi.

Jobs Amerika’nın eğitim sistemini de eleştirdi, çok geri kalmışolduğunu ve sendikaların çalışma kuralları yüzünden verimsizleştiğinisöyledi. Öğretmen sendikaları dizginlenmediği sürece eğitimde reformneredeyse imkânsızdı. Öğretmenlerin fabrika montaj hattı işçisi değilprofesyonel muamelesi görmeleri gerektiğini söyledi. Müdürler onlarıperformanslarına göre işe alıp kovabilmeliydiler. Okullar en az akşamaltıya kadar ve yılda on bir ay açık olmalıydı. Amerikan sınıflarındakiderslerde hâlâ öğretmenlerin yazı tahtalarının önünde durup ders kita-pları kullanmalarının saçma olduğunu söyledi. Bütün kitaplar, öğretimmateryalleri ve değerlendirmeler dijital ve interaktif olmalıydı, her

653/728

öğrenciye ayrı ayrı uyarlanmalı ve gerçek zamanlı geri bildirimsunmalıydı.

Jobs Amerika’da icatları engelleyen sorunları gerçektenaçıklayabilecek altı-yedi CEO’luk bir grup kurmayı önerdi ve başkanbunu kabul etti. Bunun üzerine Jobs Aralık’ta Washington’da yapıla-cak bir toplantıya katılacak insanların listesini hazırladı. Ancak ValerieJarrett’la diğer başkan yardımcılarının isimler eklemesiyle birlikte, lis-tedeki kişilerin sayısı yirmiyi aştı ve GE’den Jeffrey Immelt’e liderlikgörevi verildi. Jobs Jarrett’a bir e-posta gönderip listenin fazla şişir-ilmiş olduğunu ve kendisinin gelmeyeceğini söyledi. Aslında sağlıksorunları o günlerde yine ağırlaşmıştı, yani her halükârda gidemezdi;Doerr’ın başkana bizzat açıkladığı gibi…

Şubat 2011’de Doerr, Silikon Vadisi’nde Başkan Obama’nınkatılacağı küçük bir akşam yemeği partisi düzenleme planları kurmayabaşladı. O ve Jobs, eşleriyle birlikte Palo Alto’daki küçük bir Yunanrestoranı olan Evvia’ya gidip seçkin bir konuk listesi hazırladılar. Seçi-len bir düzine teknoloji devinin arasında Google’dan Eric Schmidt, Ya-hoo’dan Carol Bartz, Facebook’tan Mark Zuckerberg, Cisco’dan JohnChambers, Oracle’dan Larry Ellison, Genentech’ten Art Levinson veNetflix’ten Reed Hastings vardı. Jobs, yemekler dahil bütün ayrıntılaraözen gösterdi. Doerr ona önerilen menüyü gönderince Jobs restoranıntavsiye ettiği bazı yiyeceklerin –karides, morina, mercimek salatası–fazla züppece olduğunu söyledi; “Sen bu değilsin John,” dedi. En çokda tatlıya (çikolatalı kremalı turta) itiraz etti, ama Beyaz Saray görev-lileri başkanın kremalı turtayı sevdiğini söylediler. Jobs çok kilo kay-bettiğinden kolay üşüyordu; bu yüzden Doerr restoranın öyle bir ısın-masını sağladı ki, Zuckerberg bol bol terledi.

Başkanın yanında oturan Jobs yemeği, “Şunu bilmenizi istiyorum ki,siyasi görüşlerimiz ne olursa olsun hepimiz vatanımıza istediğinizyardımı yapmak için buradayız,” diyerek başlattı. Buna karşın ilk an-dan itibaren, başkanın ülkedeki işletmelere nasıl yardımcı olabileceğine

654/728

ilişkin önerilerde bulunuldu. Örneğin Chambers, büyük şirketlerin yurtdışındaki tesislerini Birleşik Devletler’e geri getirmeleri durumundabelirli bir süre boyunca vergiden muaf tutulmalarını istiyordu. Başkansinirlendi, Zuckerberg de sinirlendi ve sağında oturan Valerie Jarrett’adönüp, “Ülkenin çıkarlarından bahsetmeliyiz. Neden sadece kendiçıkarlarından bahsediyor?” diye sordu.

Doerr, herkesin yapılması gereken işleri sıralamasını önererek to-plantıya yeniden odak kazandırdı. Sıra kendisine gelen Jobs, daha çokeğitimli mühendise ihtiyaç olduğunu söyledi ve Birleşik Devletler’demühendislik diploması alan bütün yabancı öğrencilere ülkede kalmavizesi verilmesini önerdi. Obama bunun ancak “Hayal Yasası”(DreamAct) çerçevesinde yapılabileceğini söyledi –reşit değilken ülkeye gelipliseyi bitiren kaçak göçmenlere vatandaşlık verilmesi yönündeki bu ön-erge, Cumhuriyetçiler tarafından reddedilmişti. Jobs bunun politikanınkilitlenmeye yol açabilmesinin sinir bozucu bir örneği olduğunusöyledi. “Başkan çok zeki bir insan, ama bize bir şeylerin nedenyapılamayacağını açıklayıp duruyordu,” diye anımsıyordu. “Bu tavrahiç tahammülüm yoktur.”

Jobs daha çok Amerikan mühendisin yetiştirilmesinin bir yolununbulunması gerektiğinde diretti. Apple’ın Çin’de 700 bin fabrika işçisiçalıştırdığını ve bu işçilere destek verecek 30 bin mühendise ihtiyaçolduğunu söyledi. “Amerika’da işe alacak o kadar çok mühendis bu-lamayız,” dedi. Bu fabrika mühendislerinin doktora yapmış veya dahiolmaları da gerekmiyordu; imalat için gerekli temel mühendislik be-cerilerine sahip olmaları yeterliydi. Teknik liseler, devlet üniversiteleriveya meslek okulları onları yetiştirebilirlerdi. “Bu mühendisleriyetiştirebilirseniz,” dedi Jobs, “daha çok fabrikamızı buraya taşıyabilir-iz.” Başkan bu sözlerden çok etkilendi. Sonraki ay boyunca iki-üç kezyardımcılarına “Jobs’ın bize bahsettiği şu 30.000 üretim mühendisiniyetiştirmenin yollarını bulmalıyız,” dedi.

655/728

Jobs Obama’nın önerilerini dikkate almasından memnun kaldı ve to-plantıdan sonra birkaç kez telefonda konuştular. Obama’nın 2012seçim kampanyasının siyasi reklamlarının hazırlanmasına yardım et-meyi önerdi. (2008’de de aynı teklifte bulunmuştu, ama Obama’nınstratejisti David Axelrod’un kendisine karşı çok saygılı ve itaatkâr dav-ranmamasına sinirlenmişti.) “Bence Obama’nın siyasi reklamları ber-bat. Lee Clow emekliliğe ara verse de, başkana iyi reklamlar hazırla-sak,” dedi birkaç hafta sonra bana akşam yemeğinde… Jobs bütün haf-ta boyunca ağrılarla cebelleşmişti, ama politikadan bahsetmek onu can-landırıyordu. “Arada sırada gerçekten profesyonel bir reklamcıçalıştırdıkları oluyor; Reagan’ın 1984’te yeniden seçilmesine katkıdabulunan ‘Amerika’ya gün doğdu’ reklamının yaratıcısı Hal Riney bunaiyi bir örnek. Ben de Obama’ya aynı şekilde yardımcı olmak isterim.”

Üçüncü Sağlık İzni, 2011

Kanser, yeniden belirdiğine dair sinyaller gönderip duruyordu. Jobsartık öğrenmişti. İştahsızlaşıyordu ve her tarafı ağrımaya başlıyordu.Doktorları testler yapıyor ve bir şey bulamıyorlardı, ona sorun yok gibigöründüğünü söylüyorlardı. Ama Jobs gerçeği biliyordu. Kanserinsinyallerini fark ediyordu ve birkaç ay sonra doktorlar, sahiden dekanserin gerilemesinin durmuş olduğunu keşfediyorlardı.

Kasım 2010’da sağlığı yine kötüleşmeye başladı. Acı çekiyordu, ye-meyi kesmişti ve eve gelen bir hemşire tarafından damardan beslen-mesi gerekiyordu. Yeni tümör belirtisine rastlamayan doktorlar,Jobs’ın sadece enfeksiyonlarla ve sindirim hastalıklarıyla mücadeleperiyotlarından birine girdiğini varsaydılar. Jobs acıya metanetle kat-lanan biri olmadığından, doktorlarıyla ailesi onun şikayetlerinealışmışlardı.

O ve ailesi Şükran Günü için Kona Village’a gittiler, ama Jobs’ın iş-tahı açılmadı. Tatil köyünde ortak bir odada yemek yeniyordu ve diğermüşteriler, bir deri bir kemik halde olan Jobs’ın öne arkaya sallan-masını, inlemesini, yemeklerine el sürmemesini görmezden gelmeye

656/728

çalıştılar. O tesis yönetimiyle müşterilerin hakkını teslim etmekgerekir; Jobs’ın durumunu basına sızdırmadılar. Jobs Palo Alto’ya geridönünce giderek duygusallaştı ve somurtkanlaştı. Çocuklarına öle-ceğini düşündüğünü söyledi; artık onların doğum günlerini kut-layamaması ihtimali gözlerini yaşartıyordu.

Noel geldiğinde 52,5 kiloya kadar düşmüştü; normal ağırlığındanyirmi beş kilo kadar azdı bu. Mona Simpson, eski kocası olan televizy-on komedisi yazarı Richard Appel ve çocuklarıyla birlikte tatil içinPalo Alto’ya geldi. Böylece ortam biraz şenlendi. Aileler “Novel” gibioyunlar oynadılar (bu oyunda oyuncular bir kitabın en inandırıcı sahteaçılış cümlesini yazmaya çalışırlar) ve Jobs’ın durumu düzelir gibioldu. Hatta Noel’den birkaç gün sonra Powell’la birlikte bir restorandaakşam yemeği yiyebildi. Çocuklar yılbaşında kayak tatiline gittiler.Powell’la Mona Simpson da, Palo Alto’daki evde sırayla kalıp Jobs’agöz kulak oldular.

Ancak 2011’in başlamasıyla birlikte, Jobs’ın sağlık durumundakikötüleşmenin geçici periyotlardan biri olmadığı anlaşıldı. Yenitümörlerin kanıtları bulundu. Kanser Jobs’ın iştahını daha da azalt-mıştı. Doktorları, iyice zayıflamış bedeninin ne kadar miktarda ilacıkaldırabileceğini kestirmekte zorlanıyorlardı. Jobs inlerken ve bazenacıdan iki büklüm olurken, arkadaşlarına vücudunun her tarafına yum-ruk yermiş gibi hissettiğini söyledi.

Kötü bir kısır döngüydü bu. Kanserin ilk belirtileri ağrılara yol açtı.Morfin ve diğer ağrı kesiciler Jobs’ın iştahını azalttı. Pankreası kısmenalınmış ve karaciğer nakli yapılmıştı, dolayısıyla sindirim sistemisorunluydu ve protein özümsemekte zorlanıyordu. Kilo kaybı agresifilaç tedavilerini daha da güçleştirdi. Zayıflığı ve vücudunun yeni kara-ciğerini reddetmemesi için arada sırada kullandığı immünosupresanlaronu enfeksiyonlara daha açık hale getirdi. Kilo kaybı ağrı reseptörlerin-in etrafındaki yağ tabakalarını incelttiğinden ağrıları arttı. Ayrıca ruh

657/728

halleri son derece değişkenleşti; yaşadığı uzun sinir ve depresyon kriz-leri iştahını iyice kapadı.

Jobs’ın besinlere karşı psikolojik yaklaşımı beslenme sorunlarını yıl-lar geçtikçe arttırmıştı. Gençliğinde, oruç tutarak öfori ve esriklikyaşayabileceğini öğrenmişti. Dolayısıyla yemek yemesi gerektiğinibilmesine karşın –doktorları yüksek kaliteli proteinler tüketmesi içinyalvarıyorlardı–, bilinçaltında oruç tutma ve Arnold Ehret’in meyve di-yeti gibi gençliğinde benimsediği rejimleri uygulama içgüdüsünün hâlâbulunduğunu itiraf etti. Powell ona bunun delilik olduğunu, hattaEhret’in elli altı yaşındayken düşüp kafasını çarparak öldüğünü söy-leyip duruyordu. Jobs’ın masaya gelip öylece, sessizce kucağına bak-masına sinirleniyordu. “Kendisini yemeye zorlamasını istiyordum,”dedi, “ve evde inanılmaz bir gerilim vardı.” Yarım gün çalışan aşçılarıBryar Brown hâlâ ikindileri gelip çeşitli sağlıklı yemekler hazırlıyordu,ama Jobs bir iki yemeğe dilini değdirdikten sonra hepsini, tatlarınınberbat olduğunu söyleyerek geri gönderiyordu. Bir akşam, “Küçük birbalkabaklı turta yiyebilirim herhalde,” deyince, sakin mizaçlı Brownbir saatte güzel bir turta hazırladı. Jobs tek bir lokma yedi, ama Brownçok sevindi.

Powell beslenme bozukluğu uzmanları ve psikiyatristlerle konuştu,ama kocası onlardan uzak durmaya meyilliydi. Depresyonu için ilaçkullanmayı ve başka herhangi bir tedaviyi reddediyordu. “Kanser veyabaşka bir sorun yüzünden üzüntü veya öfke gibi hisler duyuyorsan,”dedi, “bunları maskelemek yapay yaşamak olur.” Hatta diğer uca kay-dı. Ölmek üzere olduğunu etrafındaki herkese somurtarak, ağlayarak,dramatik bir şekilde, esefle söylemeye başladı. Depresyonu iştahınıiyice azaltarak, kötü döngünün parçası haline geldi.

Jobs’ın sıska halinin fotoğraf ve videoları internette yayımlanmayabaşladı ve çok hasta olduğuna dair söylentiler kısa sürede yayıldı. Pow-ell sorunun şu olduğunu fark etti: Söylentiler doğruydu ve ardı arkasıkesilmeyecekti. Jobs iki yıl önce karaciğeri iflas ederken hastalık

658/728

iznine çıkmayı gönülsüzce kabul etmişti; bu sefer de direndi. Geridönüp dönemeyeceğini bilmeden vatanını terk etmek gibi olurdu izneçıkmak. Sonunda, Ocak 2011’de kaçınılmaz sonuca boyun eğdiğinde,yönetim kurulu üyeleri bunu bekliyorlardı; onlara yine izne çıkmak is-tediğini söylediği telefon toplantısı sadece üç dakika sürdü. Başına birşey gelirse yerine kimin geçebileceği konusunu yönetim kurulu to-plantılarında sık sık konuşmuş, kısa ve uzun vadeli seçenekler sun-muştu. Ama şimdiki durumda günlük operasyonların başına yine TimCook’un geçeceğinden kimsenin şüphesi yoktu.

Ertesi Cumartesi’nin ikindisinde, Jobs karısının doktorlarıyla bir to-plantı düzenlemesine izin verdi. Apple’dayken asla göz yummadığıtürden bir sorunla karşı karşıya olduğunun farkındaydı. Tedavisi en-tegre değil, parçalıydı. Çok sayıda hastalığının her biri çeşitli uzmanlar–onkologlar, ağrı uzmanları, diyetisyenler, hepatologlar ve hematolog-lar– tarafından tedavi ediliyordu, ama uzmanlar James Eason’ın Mem-phis’te yaptığı gibi bütünleştirici bir yaklaşım çerçevesinde koordineedilmiyorlardı. “Sağlık endüstrisindeki en büyük sorunlardan biri, herekipte bulunması gereken sosyal hizmet görevlilerinin veya hasta hak-ları savunucularının olmayışı,” dedi Powell. Bu özellikle Stanford’dageçerliydi; beslenmenin acı tedavisiyle ve onkolojiyle bağlantısını bul-maktan kimse sorumlu değil gibiydi. Dolayısıyla Powell çeşitli Stan-ford uzmanlarını ve ayrıca daha agresif ve entegre bir yaklaşımı benim-seyen dışarıdan doktorları, örneğin USC’den David Agus’u evdeyapılacak bir toplantıya çağırdı. Acıyla başa çıkmak ve diğer tedavilerikoordine etmek için yeni bir program belirlediler.

Bazı bilimsel gelişmeler sayesinde doktor ekibi Jobs’ı kanserin biradım ilerisinde tutabiliyordu. Jobs kanser tümörünün ve normalDNA’sının tüm genleri sekanslanan, dünyadaki ilk yirmi kişidenbiriydi. Bu süreç 100.000 dolardan fazlaya mal olmuştu.

Gen sekanslama ve analiz işi Stanford, Johns Hopkins ve MIT ileHarvard’ın Broad Enstitüsü tarafından ortaklaşa yapılmıştı. Jobs’ın

659/728

doktorları onun tümörlerinin benzersiz genetik ve moleküler imzasınıbilmekle, kanser hücrelerinin anormal ölçüde çoğalmasına yol açankusurlu moleküler yolları doğrudan hedef alan ilaçlar seçebilmişlerdi.Moleküler hedefleme terapisi adıyla bilinen bu yaklaşım, vücudunkanserli ve kansersiz tüm hücrelerinin bölünme süreçlerini hedef alangeleneksel kemoterapiden daha etkiliydi. Bu hedefleme terapisi sihirlideğnek değildi, ama bazen ona yakın görünüyordu: Jobs’ın doktor-larının birçok ilacın –yaygın ve nadir, piyasada bulunan veya geliştiril-mekte olan ilaçların– arasından en çok işe yarayabilecek üç-dört taneyiseçmelerini sağlıyordu. Bu ilaçlardan biri Jobs’ın kanserinin mutasyongeçirip yayılmasını engellemezse, sıradaki ilaca geçiyorlardı.

Powell kocasının bakımını canla başla denetlese de, her yeni tedaviyöntemi konusunda son kararı Jobs veriyordu. Bunun tipik bir örneğiMart 2011’de görüldü; Jobs George Fisher’la ve diğer Stanford doktor-larıyla, Broad Enstitüsü’nün gen sekanslama analistleriyle ve dışarıdandanışmanı David Agus’la bir toplantı düzenledi. Hepsi Palo Alto’dakiFour Seasons otelinin bir süitindeki masanın etrafında toplandılar.Powell gelmedi, ama oğulları Reed geldi. Stanford ve Broad araştır-macıları, Jobs’ın kanserinin genetik imzalarıyla ilgili edindikleri yenibilgileri üç saat boyunca anlattılar. Jobs her zamanki gibi huysuzdu.PowerPoint slaytları kullanma hatasına düşen bir Broad Enstitüsü anal-istini susturdu bir ara. Onu azarladı ve Apple’ın Keynote sunumyazılımının daha iyi olduğunu açıkladı; hatta ona Keynote’u kullan-mayı öğretmeyi bile teklif etti. Toplantı bittiğinde Jobs ve ekibi bütünmoleküler verileri gözden geçirmiş, bütün potansiyel terapileri değer-lendirmiş ve hangilerine öncelik tanımanın daha iyi olacağının saptan-ması için bir test listesi hazırlamışlardı.

Doktorlarından biri Jobs’a kanserinin ve benzer kanserlerin yakındakontrol altında tutulabilir bir kronik hastalık olarak görülebileceklerini,böyle kanserlerin hasta başka bir sebepten ölene dek dizginlenebile-ceğini söyledi. “Ya böyle bir kanserden kurtulan ilk insanlardan biriolacağım, ya da onun yüzünden ölen son insanlardan biri,” dedi Jobs

660/728

bana, doktorlarıyla yaptığı bir toplantıdan hemen sonra. “Ya kıyıyaulaşan ilk insanlardan biri olacağım, ya da denize atılan son insan-lardan biri.”

Ziyaretçiler

2011’de Jobs’ın hastalık izni açıklandığında durum öyle kötügörünüyordu ki, ertesi hafta Lisa Brennan-Jobs, bir yıldan fazla süredirilk kez onunla konuşmak üzere New York’tan geldi. Babasına karşıhınç doluydu. Hayatının ilk on yılında onun tarafından terk edilmiş ol-manın açtığı yaraları taşıması anlaşılırdı. Jobs’ın sinirliliğini ve(Jobs’ın düşüncesine göre) annesinin kurban mentalitesini biraz olsunalmış olması işleri daha da kötüleştiriyordu. “O beş yaşındayken, kend-isine daha iyi babalık yapamadığıma hayıflandığımı defalarcasöyledim, ama hayatının sonuna kadar öfke duymak yerine artıkgeçmişe çizgi çekmesi gerek,” dedi Jobs, Lisa’nın gelmesinden hemenönce.

Ziyaret iyi geçti. Jobs kendini biraz daha iyi hissetmeye başlamıştı;insanlarla barışacak ve çevresindekilere sevgisini ifade edecek ruhhalindeydi. Otuz iki yaşında olan Lisa hayatının ilk ciddi ilişkilerindenbirini yaşıyordu. Erkek arkadaşı mali sıkıntılar yaşayan genç bir Cali-fornialı film yapımcısıydı; Jobs evlenirlerse Lisa’nın Palo Alto’ya geritaşınmasını önerecek kadar ileri gitti. “Bak, bu dünyada ne kadarzamanım kaldı bilmiyorum,” dedi Lisa’ya. “Doktorlar da bilmiyor.Beni daha çok görmek istiyorsan buraya taşınmalısın. Neden bir düşün-müyorsun?” Lisa batıya taşınmak istemese de Jobs aralarının düzelmişolmasına memnundu. “Ziyaretime gelmesini istediğime emin değildim,çünkü hastaydım ve hayatımda başka sorunlar istemiyordum. Amageldiğine çok sevindim. İçimde birçok meselenin kapanmasına faydasıoldu.”

O ay Jobs’ın uzlaşmak isteyen bir başka ziyaretçisi daha oldu. Üçsokaktan yakında oturan Google kurucularından Larry Page, şirketindizginlerini Eric Schmidt’ten geri almaya karar verdiğini açıklamıştı.

661/728

Jobs’ın gururunu nasıl okşayacağını biliyordu: Ziyaretine gelip, iyi birCEO olmak üstüne ipuçları almak istediğini söyledi. “Başta ‘Siktirordan,’ diye düşündüm,” dedi Jobs. “Ama sonra düşününce şunu farkettim ki, ben gençken herkes bana yardım etmişti; Bill Hewlett’tan biz-im sokakta oturan HP çalışanı adama dek herkes. Bu yüzden onu geriarayıp olur dedim.” Page gelipJobs’ın oturma odasında oturdu ve onun muhteşem ürünler üretmekleve kalıcı şirketler kurmakla ilgili fikirlerini dinledi. Jobs şöyleanımsıyordu:

Odaklanmaktan bahsettik epey. Ve insan seçmekten. Kime güveneceğini bilmek-ten, güvenebileceğin bir yönetici kadro kurmaktan. Şirket kadrosunun şişmesiniveya B ligi oyuncularıyla dolmasını engellemek için seçici olması gerekeceğinisöyledim. Odaklanmanın üstünde özellikle durdum. Google’ın büyüyünce ne ol-mak istediğini bul dedim. Artık haritanın her yerinde o. Hangi beş üründe odak-lanmak istiyorsun? Diğerlerini boşver, çünkü sizi aşağı çekiyorlar. Sizi Mi-crosoft’a dönüştürüyorlar. İdare eden ama muhteşem olmayan ürünler üretmenizeyol açıyorlar. Elimden geldiğince yardımcı olmaya çalıştım. Mark Zuckerberggibi insanlara da yardım etmeye çalışmayı sürdüreceğim. Kalan zamanımın birkısmını buna ayıracağım. Yeni neslin daha önceki büyük şirketleri unut-mamalarına ve bayrağı devralmayı öğrenmelerine katkıda bulunabilirim.Vadi’dekiler bana çok destek oldular. Borcumu ödemek için elimden geleniyapmalıyım.

Jobs’ın 2011’de hastalık iznine çıkacağının açıklanması başkalarınında Palo Alto’daki eve akın etmelerine yol açtı. Örneğin Bill Clintongelip Orta Doğu’dan Amerikan siyasetine dek çeşitli konulardan bah-setti. Ama en dokunaklı ziyaret 1955 doğumlu diğer teknoloji de-hasından, kişisel bilgisayarlar çağını şekillendirmekte otuz yıldanfazladır Jobs’ın rakibi ve ortağı olan adamdan geldi.

Bill Gates, Jobs’ı takdir etmekten asla vazgeçmemişti. 2011 ba-harında Washington’da onunla akşam yemeği yedim; Washington’avakfının küresel sağlık çalışmalarını konuşmaya gelmişti. iPad’inbaşarısına ve Jobs’ın hastayken bile iPad’i geliştirmenin yollarını bul-maya odaklanmasına çok şaşırdığını söyledi. “Ben altı üstü dünyayısıtmadan kurtarmaya filan uğraşıyorum, Steve ise hâlâ muhteşem yeni

662/728

ürünler üretiyor,” dedi efkârlı bir edayla. “Belki ben de o oyunda kal-malıydım.” Şaka yaptığını, en azından şaka yollu konuştuğunu göster-mek için gülümsedi.

Gates Mayıs’ta Jobs’ı ziyaret etmeyi ortak arkadaşları Mike Sladearacılığıyla ayarladı. Ziyaret tarihinden bir gün önce Jobs’ın asistanıarayıp onun kendini yeterince iyi hissetmediğini söyledi. Ama başkabir tarih kararlaştırıldı ve bir ikindi başında Gates Jobs’ın evine geldi,arka bahçe kapısından geçip açık mutfak kapısından eve girdi veEve’in masada ders çalıştığını gördü. “Steve buralarda mı?” diyesordu. Eve oturma odasını gösterdi.

Birlikte baş başa üç saatten fazla geçirip eski günleri yâd ettiler.“Endüstrinin geçmişe bakan ihtiyarları gibiydik,” diye anımsıyorduJobs. “Onu ilk kez bu kadar mutlu görüyordum ve ne kadar sağlıklıgöründüğünü düşünüp duruyordum.” Gates de Jobs’ın ürkütücüsıskalığına karşın tahmininden daha enerjik olmasına benzer şekildeşaşırmıştı. Jobs sağlık sorunlarından açıkça bahsetti ve en azından ogün iyimserdi. Gates’e peş peşe yapılan hedeflemeli ilaç tedavilerinin,kanserden bir adım önde kalmak için “bir nilüfer yaprağından diğerineatlamak” gibi olduğunu söyledi.

Jobs eğitim konusunda bazı sorular sorunca Gates gelecekteki okul-lara ilişkin vizyonundan bahsetti: Öğrenciler dersleri tek başlarınavideodan izleyecekler, sınıftaki zamanlarını ise tartışarak ve problemçözerek geçireceklerdi. Bilgisayarların şimdiye kadar okulları şaşılacakkadar az –medya, tıp ve hukuk gibi diğer toplumsal alanlara kıyaslaçok daha az etkilediğinde hemfikirdiler. Gates bunun değişmesi içinbilgisayarlarla mobil cihazların daha kişiselleştirilmiş dersler ve teşvikedici geri bildirimler sunmaya odaklandırılmalarının gerektiğinisöyledi.

Aile sahibi olmanın güzelliklerinden ve iyi çocuklara sahip oldukları,doğru kadınlarla evlendikleri için ne kadar talihli olduklarından bahset-tiler. “Laurene’le tanıştığı için çok şanslı olduğundan, Laurene’in onun

663/728

aklının en azından yarısının başında kalmasını sağladığından, aynı şey-in benimle Melinda için de geçerli olduğundan bahsedip gülüştük,” di-ye anımsıyordu Gates. “Bizim çocuklarımız olmanın güçlüğünden debahsettik ve çocuklarımızın yükünü nasıl hafifletebileceğimizikonuştuk. Oldukça özel konulara girdik.” Gates’in kızı Jennifer’labirlikte at gösterilerine gitmiş olan Eve bir ara oturma odasına girince,Gates ona atlama rutinlerinin nasıl gittiğini sordu.

Ayrılma vakitleri yaklaştıkça Gates Jobs’ı “inanılmaz şeyler” yarat-tığı ve 1990’ların sonlarında Apple’ı, onu bitirmek üzere olan ahmak-lardan kurtarabildiği için övdü. İlginç bir itirafta bulundu. Kariyerleriboyunca en temel dijital meselede, yani donanımla yazılımın yakındanentegre mi, yoksa daha açık mı olması gerektiği meselesinde tabantabana zıt felsefeler benimsemişlerdi. “Ben açık, yatay modelin baskınçıkacağına inanıyordum,” dedi Gates ona. “Ama sen entegre, dikeymodelin de muhteşem olabileceğini kanıtladın.” Jobs bir itiraflakarşılık verdi. “Senin modelin de işe yaradı,” dedi.

İkisi de haklıydılar. Kişisel bilgisayarlar dünyasında iki model de işeyaramıştı; Macintosh çeşitli Windows makineleriyle yan yanavarolmuştu ve bu mobil cihazlar dünyasında da geçerli olacaktımuhtemelen. Ama Gates konuşmalarını aktardıktan sonra bir uyarıdabulundu: “Entegrasyon yaklaşımı dizginler Steve’in elindeyken işeyarıyor. Ama bu, ileride o kadar başarılı olacağı anlamına gelmiyor.”Jobs da görüşmelerini anlatırken Gates’inkine benzer bir uyarıda bu-lundu: “Onun fragmantasyon modeli tabii ki işe yaradı, ama gerçektenmuhteşem ürünler çıkarmadı ortaya. Problem buydu. En azından za-man geçtikçe görülen buydu.”

“O Gün Geldi”

Jobs’ın hayata geçirmeyi umduğu başka birçok fikri ve projesi vardı.Ders kitapları endüstrisinde devrim yaratmak ve sırt çantası taşımaktandizleri şişen çocukların omurgalarını korumak için, iPad’e uygunelektronik metinler ve müfredat kitapları hazırlamak istiyordu. Aynı

664/728

zamanda, orijinal Macintosh ekibinden arkadaşı Bill Atkinson’labirlikte, insanların loş ortamlarda bile iPhone’larıyla muhteşem fo-toğraflar çekebilmelerini sağlayacak yeni dijital piksel teknolojileriüstünde çalışıyordu. Ayrıca bilgisayarlara, müzik çalarlara ve telefon-lara yaptığı şeyi televizyonlara da yapmayı çok istiyordu: onları sadeve zarif kılmayı. “Kullanması çok kolay entegre bir televizyon yarat-mak istiyorum,” dedi bana. “Bütün cihazlarınla ve iCloud’la kusursuzbir şekilde senkronize olmalı.” Kullanıcıların artık DVD oynatıcılar vekablo televizyon kanalları için karmaşık uzaktan kumandalarlauğraşmalarına gerek kalmayacaktı. “Hayal edebileceğin en basit kul-lanıcı arayüzüne sahip olacak. Nasıl yapacağımı sonunda buldum.”

Ama Temmuz 2011’e gelindiğinde kanseri kemiklerine ve vücu-dunun başka kısımlarına yayılmıştı ve doktorları onu dizginleyebilecekilaçlar bulmakta zorlanıyorlardı. Jobs acı çekiyordu, dermansızdı ve işegitmeyi kesti. O ve Powell o ayın sonunda ailecek geziye çıkmak içinyelkenli bir tekneyi rezerve ettirmişlerdi, ama bu plan iptal edildi. Jobsartık neredeyse hiç katı gıda tüketmiyordu ve günlerinin çoğunu yatakodasında televizyon seyrederek geçiriyordu.

Ağustos’ta ondan bir mesaj aldım; ziyaretine gelmemi istiyordu. BirCumartesi sabahının ortasında evine vardığımda henüz uyanmamıştı,bu yüzden sarı güllerle ve cins cins papatyalarla dolu bahçede karısıylave çocuklarıyla birlikte oturdum; sonunda Jobs bana haber gönderip,gelmemi söyledi. Onu yatağında iki büklüm halde buldum; üstüne hâkîbir şort ve beyaz bir boğazlı kazak vardı. Bacakları afallatıcı ölçüdesıskaydı, ama gülümsemesi keyifliydi ve zihni hızlı işliyordu. “Çabukolalım çünkü çok az enerjim var,” dedi.

Bana bazı özel fotoğraflarını göstermek ve kitabımda kullanmak içinbirkaç tanesini seçmeme izin vermek istiyordu. Ama yataktankalkamayacak kadar dermansız olduğundan odadaki çeşitli çekmecelerigösterdi ve ben her birindeki fotoğrafları ona ayrı ayrı, özenle getirdim.Yatağının kenarında otururken, ona fotoğrafları birer birer gösterdim.

665/728

Bazıları çağrışım yaptı; bazılarınaysa homurdandı ya da gülümsedi sa-dece. Babası Paul Jobs’ın fotoğrafını hiç görmemiştim ve 1950’lerdeçekilmiş bir şipşak fotoğrafını görünce şaşırdım; kucağında bebektaşıyan yakışıklı bir emekçiydi. “Evet, bu o,” dedi Jobs. “Bunu kul-lanabilirsin.” Sonra pencerenin yanındaki bir kutuyu gösterdi; bundakibir fotoğrafta da düğününde babası sevgiyle ona bakıyordu. “Büyükadamdı,” dedi Jobs usulca. “Yaşasa seninle gurur duyardı,” gibisindenbir şeyler mırıldandım. “Benimle gurur duyuyordu zaten,” diye düzelttiJobs.

Fotoğraflar onu canlandırır gibi oldu bir süreliğine. Tina Redse’denMike Markkula’ya ve Bill Gates’e dek geçmişine ait çeşitli insanlarınşimdi hakkında ne düşündüklerini konuştuk. Gates’in Jobs’ı son zi-yaretinden sonraki sözünden, Apple’ın entegrasyon yaklaşımının ancak“dizginler Steve’in elindeyken” işe yaradığını söylediğinden bahsettim.Jobs bunu aptalca buldu. “O yöntemle sadece ben değil herkesmuhteşem ürünler üretebilir,” dedi. Bunun üzerine ondan uçtan uca en-tegrasyonda direterek muhteşem ürünler üreten başka bir şirketin is-mini söylemesini istedim. Bir süre düşünüp örnek bulmaya çalıştı.“Araba şirketleri,” dedi sonunda, ama ardından ekledi: “En azındaneskiden öyleydiler.”

Ekonominin berbatlığından ve siyasetten bahsetmeye başladığımızda,dünyada güçlü lider eksikliği çekildiğini söyledi sertçe. “Obama benihayal kırıklığına uğrattı,” dedi. “Zorlanıyor çünkü insanları gü-cendirmek, kızdırmak istemiyor.” Aklımdan geçeni okumuşçasına,hafifçe gülümseyerek “Evet, ben öyle bir sorun yaşamadım hiç,” dedi.

Jobs iki saat sonra suskunlaşınca, yataktan kalktım ve gitmeye hazır-landım. “Bekle,” diyerek elini sallayıp geri oturmamı işaret etti. Tekrarkonuşacak enerjiyi ancak bir iki dakika sonra toplayabildi. “Bu pro-jeyle ilgili bir sürü kaygılarım vardı,” dedi sonunda, bu kitabın yazıl-ması için işbirliği yapma kararını kast ederek. “Cidden kaygılıydım.”

“Neden kabul ettin peki?” diye sordum.

666/728

“Çocuklarımın beni tanımalarını istedim,” dedi. “Her zaman yan-larında değildim ve sebebini bilmelerini, ne yaptığımı anlamalarını is-tedim. Ayrıca hastalanınca şunu fark ettim ki, ben öldükten sonrabaşkaları, hiçbir şey bilmeyen insanlar hakkımda yazacaklar. Yalanyanlış şeyler yazacaklar. O yüzden en azından bir kişi söylediklerimiduysun istedim.”

Kitaba ne yazdığımı, hangi sonuçlara ulaştığımı iki yıldır bir kezolsun sormamıştı. Ama şimdi bana bakıp “Kitabında hoşlanmayacağımbir sürü şey olacak, biliyorum,” dedi. Soru sormamıştı, kanaatinisöylemişti sadece ve karşılık vermemi bekleyerek bana bakıyordu;başımla onayladım, gülümsedim ve buna emin olduğumu söyledim.“Bu iyi,” dedi. “Benim yazdırdığım bir kitap gibi görünmeyecek öyley-se. Bir süre okumam, çünkü sinirlenmek istemiyorum. Belki bir yılsonra okurum –hâlâ hayattaysam.” Artık gözleri kapalıydı ve enerjisitükenmişti, bu yüzden usulca kalkıp gittim.

Jobs yaz boyunca sağlığı kötüleştikçe, kaçınılmaz gerçeği giderek ka-bullendi: Apple’a CEO olarak geri dönmeyecekti. Yani istifa etmesininzamanı gelmişti. Bu kararla haftalarca cebelleşti; karısıyla, Bill Camp-bell’la, Jony Ive’la ve George Riley ile konuştu. “Apple için yapmakistediğim şeylerden biri, iktidarın nasıl doğru dürüst devredileceğinigöstermekti,” dedi bana. Şirkette son otuz beş yılda gerçekleşen zorlulider değişimlerinden esprili bir dille bahsetti. “Hep drama vardı, birüçüncü dünya ülkesi gibiydi. Hedeflerimden biri Apple’ı dünyanın eniyi şirketi haline getirmekti ve bunun için geçişlerin düzgün yapılmasışart.”

Kararını açıklaması için en iyi zamanın ve mekânın 24 Ağustos’takiyönetim kurulu toplantısı olduğuna karar verdi. Mektup göndermek yada toplantıya telefonla katılmak yerine bizzat gitmek istiyordu, buyüzden gücünü toplamak için kendini yemek yemeye zorluyordu. To-plantıdan bir gün önce, toplantıya katılabileceğine karar verdi; ama

667/728

tekerlekli sandalye kullanması gerekecekti. Genel merkezdeki yönetimkurulu odasına olabildiğince gizli götürülmesi için hazırlıklar yapıldı.

Sabahleyin 11’e biraz kala, yönetim kurulu üyeleri komite raporlarıüstüne konuşmak gibi rutin işleri bitirmek üzereyken Jobs geldi. Neolacağını üyelerin çoğu biliyordu. Ama Tim Cook’la Peter Oppen-heimer herkesin aklındaki konuyu açmak yerine, çeyrek dönem rapor-larından ve gelecek seneye ilişkin tahminlerden bahsettiler. Sonra Jobskişisel bir meseleden bahsetmek istediğini söyledi usulca. Cook kend-isinin ve diğer üst düzey yöneticilerin odadan çıkmalarını isteyipistemediğini sordu; Jobs otuz saniyeden fazla duraksadıktan sonra, çık-malarını istediğine karar verdi. Altı işletme dışı yönetici hariç tümüyeler çıkınca Jobs son birkaç haftada dikte edip gözden geçirdiği birmektubu yüksek sesle okumaya başladı. “Apple’ın CEO’su olarakgörevlerimi yerine getiremez ve beklentileri karşılayamaz halegelirsem, bunu size söyleyen ilk kişi olacağımı söyledim hep,” diyebaşlıyordu mektup. “Maalesef o gün geldi.”

Mektup sadeydi, netti ve sadece sekiz cümleden ibaretti. Jobs yerineCook’un geçmesini ve kendisinin yönetim kurulu başkanı olmasını ön-eriyordu. “Bence Apple en parlak ve en yenilikçi günlerini yaşamadıhenüz. Apple’ın başarısını yeni bir rolü benimseyerek izlemeye ve bubaşarıya katkıda bulunmaya can atıyorum.”

Uzun bir sessizlik çöktü. İlk konuşan Al Gore oldu; Jobs’ın görevsüresi boyunca başardığı şeylerden bahsetti. Mickey Drexler, Jobs’ınApple’ı dönüştürmesinin “iş hayatında gördüğü en inanılmaz şeyolduğunu” ekledi; Art Levinson ise Jobs’ın sarsıntısız bir geçiş içingösterdiği çabayı övdü. Campbell bir şey demedi, ama iktidar devrininformaliteleri yerine getirilirken gözleri yaşlıydı.

Öğle yemeğinde Scott Forstall’la Phil Schiller gelip Apple’ın üret-mesi planlanan bazı ürünlerin modellerini gösterdiler. Jobs onları soruve fikir yağmuruna tuttu, özellikle de dördüncü nesil hücre ağlarınınmuhtemel kapasiteleri ve gelecekteki telefonlarda hangi özelliklerin

668/728

bulunması gerektiği konularında. Forstall bir ara bir ses tanıma app’initanıttı. Korktuğu başına geldi; demonun ortasında Jobs telefonu elindenkaptı ve app’i şaşırtmaya çalıştı. “Palo Alto’da hava nasıl?” diye sordu.App yanıt verdi. Birkaç sorudan sonra Jobs “Erkek misin, kadın mı?”diye sordu. App robotsu sesiyle şaşırtıcı bir karşılık verdi: “Bana cinsi-yet vermediler.” Ortam şenlendi bir an.

Tablet bilgisayarlardan söz açılınca, iPad’le rekabet edemeyenHP’nin birden bu sahadan çekilivermesinden muzafferce bahsedenleroldu. Ama Jobs ciddileşti ve bunun aslında üzücü bir şey olduğunusöyledi. “Hewlett’la Packard iyi bir şirket kurdular ve onu doğru insan-lara emanet ettiklerini düşündüler,” dedi. “Ama şimdi HP parçalanıyorve yok ediliyor. Trajik bir durum. Umarım ben daha sağlam bir mirasbırakmışımdır da, aynı şey Apple’ın başına gelmez.” Gitmeye hazır-landığında, yönetim kurulu üyeleri onu kucaklamak için etrafındatoplandılar.

Jobs haberi vermek için yönetim kadrosuyla toplantı yaptıktan sonraGeorge Riley’yle birlikte evine gitti. Eve vardıklarında Powell arkabahçedeydi, Eve’in yardımıyla kovanlardan bal topluyordu. Arıcımaskelerini çıkarıp bal kabını mutfağa getirdiler; Reed’le Erin deoradaydı ve iktidar devrinin sorunsuz halledilmesini hep birlikte kut-ladılar. Jobs baldan bir kaşık aldı ve tadının muhteşem olduğunusöyledi.

O akşam bana sağlığının elverdiği ölçüde faal kalmayı umduğunuvurguladı. “Yeni ürünler ve pazarlama üstünde, sevdiğim şeylerinüstünde çalışacağım,” dedi. Ama inşa ettiği şirketin kontrolünü bırak-manın ne hissettirdiğini sorduğumda kederle ve di’li geçmiş zamankipinde konuştu. “Çok şanslı bir kariyerim, çok şanslı bir hayatımoldu,” diye karşılık verdi. “Yapabileceğim her şeyi yaptım.”

669/728

41. BölümMiras

Mucitliğin En Aydınlık Göğü

2006 Macworld’de kendisiyle Wozniak’ın otuz yıl

önce çekilmiş bir fotoğrafının slaytının önünde.

FireWire

Jobs’ın yarattığı ürünler kişiliğini yansıtıyordu. Nasıl Apple’ın temelfelsefesi (1984’teki Macintosh’tan bir nesil sonraki iPad’e dek tümürünlerinde görüldüğü gibi) donanımla yazılımı uçtan uca entegre et-mekse, Steve Jobs için de aynısı geçerliydi: Kişiliği, tutkuları, mükem-meliyetçiliği, olumsuz yönleri, arzuları, sanatçılığı, şeytanlığı ve kon-trol takıntısı iş hayatına yaklaşımıyla ve bunun sonucu olan yenilikçiürünlerle iç içeydi.

Jobs’ın kişiliğiyle ürünlerini birbirine bağlayan birleşik alan kuramı,onun en belirgin özelliğiyle başlar: tutkusuyla. Sessizlikleri bağırıpçağırmaları kadar azarlayıcı olabiliyordu; gözlerini kırpıştırmadanbakabilmeyi öğrenmişti. Bu tutkusu bazen –örneğin Bob Dylan’ınmüziğinin derinliğinden veya tanıttığı bir ürünün neden Apple’ın şim-diye kadar ürettiği en muhteşem şey olduğundan bahsederken– tekno-loji fanatiklerine özgü bir şekilde şirin olabiliyordu. Bazense korku-tucuydu, örneğin Google’ın veya Microsoft’un Apple’ı taklit etmesineverip veriştirdiğinde.

İhtiraslı kişiliği onu dünyayı siyah ya da beyaz olarak görmeyeyöneltiyordu. İş arkadaşlarının söylediğine göre insanları ikiye ayırırdı:kahramanlar ve bok kafalılar. Ya biriydiniz, ya diğeri; bazen aynı güniçinde ikisi de olabiliyordunuz. Aynı şey ürünler, fikirler, hatta yiye-cekler için de geçerliydi: Bir şey ya “gelmiş geçmiş en iyi şey”di, ya daboktandı, salaktı, yenmezdi. Dolayısıyla kusur olarak gördüğü herhangibir şey ağzına geleni söylemesine yol açabiliyordu. Bir metalparçasının cilası, bir vidanın başının kıvrımı, bir kutunun mavisinintonu, bir navigasyon ekranının tasarımı –bütün bunların “tamamen ber-bat” olduğunu söylüyordu, ta ki birden, “kesinlikle kusursuz” olduk-larını söyleyiverene dek. Kendini sanatçı olarak görüyordu (öyleydi dezaten) ve sanatçıların mizacına sahipti.

Kusursuzluk arayışını onu, Apple’ın ürettiği tüm ürünleri en ufakayrıntısına kadar kontrol etmeye kadar götürdü. Muhteşem Appleyazılımlarının başka şirketlerin berbat donanımlarında çalıştırıldığınıdüşündükçe kötü oluyordu ve aynı şekilde, onaylanmamış app’lerin yada içeriklerin Apple cihazlarının kusursuzluğunu bozmalarını da hiçistemiyordu. Donanımı, yazılımı ve içeriği entegre edip tek bir komplesisteme dönüştürme yetisi sadeliği dayatabilmesini sağladı. GökbilimciJohannes Kepler, “Doğa sadeliği ve bütünlüğü sever,” demişti. BuSteve Jobs için de geçerliydi.

671/728

Entegre sistemlere yönelme içgüdüsü onu dijital dünyadaki en temelayrımda, açıkla kapalının karşıtlığında taraf olmaya yöneltti.Homebrew Bilgisayar Kulübü’nün mirası olan hacker etiği, açıklıkyaklaşımını benimsiyordu; bu yaklaşımda merkezi kontrol çok azdı veinsanlar donanımla yazılımı modifiye etmekte, kodları paylaşmakta,açık standartlara yazmakta, patentli sistemlerden uzak durmakta veçeşitli cihazlarla ve işletim sistemleriyle uyumlu içeriklerle app’leresahip olmakta serbesttiler. Genç Wozniak bu kamptandı: TasarladığıApple II kolayca açılabiliyordu ve bol bol slotla porta sahipti. Jobs iseMacintosh’u üretmekle diğer kampın kurucu babası oldu. Macintoshbeyaz eşya gibi olacaktı, donanımla yazılım yakından entegre ve modi-fikasyonlara kapalı olacaktı. Sorunsuz ve basit bir kullanıcı deneyimiyaratmak uğruna hacker etiği feda edilecekti.

Dolayısıyla Jobs Macintosh işletim sisteminin diğer şirketlerin don-anımlarında çalışmamasına karar verdi. Microsoft ise bu stratejinin tamtersini benimseyerek, Windows işletim sisteminin lisansını önünegelene verdi. Bu yaklaşım çok zarif bilgisayarların doğmasına yolaçmasa da, Microsoft’un işletim sistemleri dünyasına egemen olmasınısağladı. Apple’ın pazar payı yüzde beşin altına düşünce, kişisel bilgisa-yar dünyasında Microsoft galip ilan edildi.

Ancak Jobs’ın modelinin bazı avantajları olduğu uzun vadede ortayaçıktı. Apple küçük pazar payıyla bile epey yüksek bir kâr marjı eldeedebiliyordu; diğer bilgisayar üreticileriyse metalaşmışlardı. Örneğin2010’da Apple, kişisel bilgisayar pazarının toplam gelirinin sadeceyüzde yedisini elde etmesine karşın, toplam kârın yüzde 35’ine sahipoldu.

Daha da önemlisi, Jobs’ın 2000’lerin başında uçtan uca entegrasy-onda diretmesi, Apple’ın dijital bir merkez stratejisi geliştirmekte av-antajlı olmasını sağladı; bu strateji, masaüstü bilgisayarınızın çeşitlitaşınabilir cihazlara sorunsuzca bağlanabilmesini sağlıyordu. ÖrneğiniPod kapalı ve oldukça entegre bir sistemin parçasıydı. Onu

672/728

kullanabilmek için Apple’ın iTunes yazılımını kullanmanız ve iTunesStore’dan içerik indirmeniz gerekiyordu. Sonuç olarak iPod, tıpkı dahasonra gelen iPhone’la iPad gibi, rakiplerin sürtünmesiz şekilde uçtanuca deneyim sunamayan yetersiz ürünlerine kıyasla zarif vetatminkârdı.

Bu strateji işe yaradı. Mayıs 2000’de Apple’ın piyasa değeri Mi-crosoft’unkinin yirmide biriydi. Mayıs 2010’daysa Apple Microsoft’ugeçerek dünyanın en değerli teknoloji şirketi oldu. Eylül 2011’de Mi-crosoft’tan yüzde 70 değerliydi. 2011’in ilk çeyreğinde Windows PCpazarı yüzde bir küçülürken, Mac pazarı yüzde 28 büyüdü.

Mobil cihazlar dünyasında yeniden savaş çıkmıştı. Google açıklıkyaklaşımını benimsedi ve Android işletim sistemini bütün tablet ve ceptelefonu üreticileri için kullanılabilir kıldı. 2011’de mobil pazarındakipayı Apple’ınki kadardı. Android’in açıklığının dezavantajı yol açtığıfragmentasyondu. Çeşitli el aygıtı ve tablet üreticilerinin modifikasy-onları sonucunda ortaya düzinelerce Android varyasyonunun çıkması,app’lerin tutarlı kalmalarını ve tüm özelliklerinin kullanılabilmesinizorlaştırdı. İki yaklaşımın da avantajları vardı. Bazı insanlar daha açıksistemler kullanabilme özgürlüğünü ve daha çok donanım seçeneğinesahip olmayı istiyorlardı; diğerleriyse Apple’ın daha basit arayüzlere,daha uzun batarya ömrüne, daha fazla kullanım rahatlığına ve dahakolay kullanılabilen içeriklere sahip ürünler yaratılmasını sağlayan sıkıentegrasyonunu ve kontrolünü yeğliyorlardı.

Jobs’ın yaklaşımının dezavantajı, kullanıcıyı fazlasıyla memnun etmearzusu yüzünden ona yetki vermekten kaçınmasıydı. Açık ortamın enetkileyici argümanlar sunan savunucularından biri, Harvard’danJonathan Zittrain’dir. İnternetin Geleceği –Ve Bu Geleceği Engelle-menin Yolları adlı kitabına Jobs’ın iPhone’u tanıtmasından bahsederekbaşlar ve kişisel bilgisayarların yerine “bir kontrol ağına bağlanmışsteril elektronik aletleri” koymanın tehlikelerinden bahseder. BoingBoing’de “Neden iPad Satın Almayacağım” adlı bir manifestosu

673/728

yayımlanan Cory Doctorow daha da ileri gidiyor ve “Tasarımı çokzekice, üstünde epey düşünülmüş. Ama kullanıcının küçümsendiğibelli oluyor,” diye yazıyor. “Çocuklarınıza bir iPad alınca, insanındünyayı parçalayıp baştan birleştirebileceğini anlamalarını kolay-laştırmış olmuyorsunuz; çocuklarınıza bataryaları değiştirme işini bileprofesyonellere bırakmak gerektiğini söylüyorsunuz.”

Jobs entegrasyon yaklaşımına gönülden inanıyordu. “Böyle şeylerikontrol manyağı olduğumuz için yapmıyoruz,” diye açıkladı.“Muhteşem ürünler üretmek istediğimiz için, kullanıcıyı önemsediğim-iz için ve başka insanlar gibi berbat şeyler üretmek yerine deneyimintamamının sorumluluğunu üstlenmekten hoşlandığımız için yapıyor-uz.” İnsanlara hizmet ettiğine de inanıyordu: “Onlar en iyi yaptıklarışeyleri yapmakla meşguller ve bizim de en iyi yaptığımız şeyiyapmamızı istiyorlar. Hayatları yoğun; bilgisayarlarıyla cihazlarını en-tegre etmekten başka yapacak bir sürü işleri var.”

Bu yaklaşım Apple’ın kısa vadeli ticari çıkarlarına ters düşüyordubazen. Ama berbat cihazlarla, kullanışsız yazılımlarla, anlaşılmaz hatamesajlarıyla ve sinir bozucu arayüzlerle dolu bir dünyada, cezbedicikullanıcı deneyimleri sunan muhteşem ürünlerin geliştirilmesinisağladı. Bir Apple ürününü kullanmak Kyoto’daki, Jobs’ın bayıldığıZen bahçelerinden birinde yürümek kadar olağanüstü olabiliyordu vebu iki deneyimin de kaynağı açıklığa tapmak ya da binlerce çiçeğinaçmasına göz yummak değildi. Bazen bir kontrol manyağının ellerindeolmak güzeldir.

Jobs’ın ihtirası odaklanma yeteneğinde de görülüyordu. Önceliklerinibelirliyor, dikkatini lazer gibi onlara yöneltiyor ve dikkat dağıtıcışeyleri ayıklıyordu. Bir şey –orijinal Macintosh’un kullanıcı arayüzü,iPod’la iPhone’un tasarımları, müzik şirketlerini iTunes Store’a kat-mak– ilgisini çekti mi, asla pes etmezdi. Ama bir şeyle ilgilenmiyorsada –sinir bozucu yasal bir sorun, iş meselesi, kanser teşhisi, ailevi birçekişme– onu kararlılıkla yok sayıyordu. Odaklanma yeteneği hayır

674/728

diyebilmesini sağlıyordu. Apple’ı tekrar başarılı kılmayı birkaç temelürün hariç her şeyi iptal ederek başardı. Tuşları eleyerek cihazları,özellikleri eleyerek yazılımları ve seçenekleri eleyerek arayüzlerisadeleştirdi.

Odaklanma yeteneğini ve sadelik tutkusunu Zen eğitimine bağlıy-ordu. Bu eğitim sezilere daha çok kulak vermesini sağlamış, ona dikkatdağıtıcı ya da gereksiz her şeyi elemeyi öğretmiş ve minimalist estetikanlayışını beslemişti.

Maalesef Zen eğitimi Zen sükunetine veya içsel dinginliğeulaşmasını asla sağlamadı ki, bu da mirasının parçası. Genellikleoldukça gergin ve sabırsızdı, ve bunu gizlemeye çalışmıyordu. Çoğuinsanın zihinleriyle ağızlarının arasında, kaba duygularıyla sivrigüdülerinin sesini kısan bir düzenleyici bulunur. Jobs’ta bu yoktu.Tamamen dobra olmayı önemsiyordu. “Benim işim bir şey berbatsaonu allayıp pullamak değil, berbat olduğunu söylemek,” dedi. Bu onukarizmatik ve etkileyici kılıyordu, ama bazen de (teknik tabiriylesöylemek gerekirse) tam bir dallama olmasına yol açıyordu.

Andy Hertzfeld bir keresinde bana, “Steve’in yanıtlamasını gerçektenistediğim tek soru şu: ‘Neden bazen o kadar zalim davranıyorsun?’”demişti. Ailesi bile merak ediyordu; Jobs’ın –insanları inciticidüşüncelerini ifade etmekten alıkoyan– filtresi hiç mi yoktu, yoksa bufiltreyi bilerek mi devre dışı bırakıyordu? Jobs ilkinin doğru olduğunusavunuyordu. “Ben buyum ve olmadığım biri olmamı bekleyemezsinbenden,” diye karşılık verdi, ona bu soruyu sorduğumda. Ama benceistese kendini kontrol edebilirdi. İnsanları incitmesinin sebebi duygusalfarkındalıktan yoksun olması değildi. Tam tersine: İnsanların içini ok-uyabiliyordu, akıllarından geçenleri anlayabiliyordu ve onlarla nasılempati kuracağını, onları nasıl ikna edebileceğini ya da incitebileceğinibiliyordu.

Kişiliğinin kötü yönü gerekli değildi. Ona faydadan çok zararı dok-undu. Ama bazen işe yaradığı oluyordu. Başkalarıyla zıtlaşmaktan

675/728

korkan, kibar ve yumuşak başlı liderler değişim dayatmakta o kadaretkili değillerdir genelde. Jobs’ın en çok azarladığı düzinelerce işarkadaşı, yaşadıkları korkunç olayları anlattıktan sonra şunu söylüy-ordu; Jobs, hayal bile edemeyecekleri şeyleri başarmalarını sağlamıştı.

Steve Jobs destanı, Silikon Vadisi’nin yaradılış destanıdır: Garajdatemelini attığı bir şirketi dünyanın en değerli şirketine dönüştürmesinindestanıdır. Doğrudan icat ettiği çok şey olmasa da fikirleri, sanatı veteknolojiyi geleceği icat edecek şekilde birleştirmekte ustaydı. Grafikarayüzlerin gücünü Xerox’un yapamadığı bir şekilde takdir ettiktensonra Mac’i tasarladı ve cebinizde bin şarkı taşımanın keyfini her türlüimkâna ve mirasa sahip olan Sony’nin asla yapamadığı bir şekilde kav-radıktan sonra iPod’u yarattı. Bazı liderler yenilikleri genel tabloyugörebilmeleri sayesinde dayatırlar. Bazılarıysa bunu ayrıntı ustası ol-makla başarır. Jobs iki yoldan da azimle gitti. Bunun sonucunda otuzyılda devasa endüstrileri değiştiren bir dizi ürün sürdü piyasaya:

• Apple II Wozniak’ın devre kartının sadece amatör bilgisayar fan-atiklerine yönelik olmayan ilk kişisel bilgisayara dönüştürülmüşhaliydi.

• Macintosh ev bilgisayarı devrimini başlattı ve grafik kullanıcıarayüzlerini popülerleştirdi.

• Oyuncak Hikâyesi ve Pixar’ın diğer gişe bombaları dijital hayalgücünün mucizelerini sergilediler.

• Apple mağazaları, mağazaların markaları biçimlendirmektekirolünde çığır açtı.

• iPod müziği tüketme şeklimizi değiştirdi.

• iTunes Store müzik endüstrisinin yeniden doğmasını sağladı.

• iPhone cep telefonlarını müzik, fotoğraf, video, e-posta ve internetaygıtlarına dönüştürdü.

676/728

• App Store yeni bir içerik yaratma endüstrisinin doğmasına yol açtı.

• iPad tablet bilgisayarcılığı başlattı ve dijital gazeteler, dergiler, kita-plar ve videolar için bir platform sundu.

• iCloud bilgisayarın içeriğimizi yönetmemizdeki merkezi rolünüiptal etti ve bütün cihazlarımızın sorunsuzca senkronizasyonunusağladı.

• Apple’ın kendisiyse (ki Jobs onu en büyük eseri olarak görüyordu)hayal gücünün öyle yaratıcı şekillerde beslenip uygulandığı bir yerdiki, dünyanın en değerli şirketine dönüştü.

Jobs zeki miydi? O bir dahiydi. Hayal gücü sıçrayışları içgüdüsel,beklenmedik ve zaman zaman büyülüydü. Matematikçi Mark Kac’ınbüyücü dahiler dediği, zihinsel uslamlama sürecinin ötesinde sezigerektiren parlak fikirleri durup dururken akıl ediveren insanlara birörnekti. Bir yol bulucu gibi verileri özümseyip, rüzgârları koklayıpileride neler yattığını sezebiliyordu.

Dolayısıyla Steve Jobs zamanımızın bir yüzyıl sonra hatırlanacağı enkesin olan şirket yöneticisine dönüştü. Tarih onu panteonda Edison’laFord’un yanına koyacak. Tamamen yenilikçi olan ürünler yaratmayı,şiirin ve mikroişlemcilerin güçlerini birleştirmeyi dönemindekiherkesten çok daha iyi başardı. Onunla çalışmayı ilham verici olduğukadar huzursuz edici de kılabilen bir vahşilikle, dünyanın en yaratıcışirketini inşa etti. Ve şirketin DNA’sına mükemmeliyetçiliği, hayalgücünü ve tasarıma yönelik duyarlılığı katmayı başardı; böylece bu şir-ket onyıllar sonra bile en çok sanatçılıkla teknolojinin kesiştiği noktadabaşarılı olmayı sürdürecek muhtemelen.

Ve Bir Şey Daha...

Genellikle biyografi yazarları son sözü söylerler. Ama bu bir SteveJobs biyografisi. Her ne kadar Jobs efsanevi kontrol tutkusunu bu pro-jeye dayatmasa da, onu tarihin sahnesine son sözlerini söylemesine izin

677/728

vermeden çıkarırsam tarzını –herhangi bir durumda kendini ön planaçıkarmasını– yeterince hissettirmemiş olurum.

Sohbetlerimiz sırasında, bırakacağı mirasın ne olacağını umduğuüstüne defalarca konuştu. İşte düşünceleri, kendi ağzından:

Hedefim, bünyesindeki insanları muhteşem ürünler üretmeye teşvik eden, kalıcıbir şirket inşa etmekti. Diğer her şey ikinci plandaydı. Kâr etmek elbette çokgüzeldi, çünkü muhteşem ürünler üretmeyi mümkün kılan buydu. Ama hedef kârdeğil, ürünlerdi. Sculley önceliklerin yerlerini değiştirdi ve para kazanmayıhedefledi. Arada ince bir fark var, ama her şeyi belirliyor: kimi işe aldığını, kiminterfi edileceğini, toplantılarda ne konuşacağını...

Bazı insanlar, “Müşterilere istedikleri şeyi verin,” diyorlar. Ama benim yak-laşımım bu değil. Bizim işimiz müşterilerin ne isteyeceklerini onlardan önce bul-mak. Henry Ford şöyle bir söz söylemişti sanırım: “Müşterilere ne istediklerinisorsaydım, ‘Daha hızlı bir at,’ derlerdi!” İnsanlar ne istediklerini, ancak onlaragösterdiğin zaman bilirler. Bu yüzden pazar araştırmalarına asla güvenmem. Biz-im işimiz henüz sayfada olmayan şeyleri okumaktır.

Polaroid’den Edwin Land beşeri bilimlerle diğer bilimlerin kesiştiği yerdenbahsetmişti. Ben o yeri seviyorum. Oranın büyülü bir tarafı var. Buluşlar yapanbir sürü insan var; benim kariyerimin en önemli yönü bu değil. İnsanların Apple’ıbenimsemelerinin sebebi, icatlarımızda derin bir insani boyutun bulunması.Bence büyük sanatçılarla büyük mühendisler birbirlerine benziyorlar; kendileriniifade etmek istiyorlar. Aslında orijinal Mac’in üstünde çalışan en iyimühendislerden bazıları amatör şair ve müzisyenlerdi. Yetmişli yıllarda bilgisa-yarlar insanların yaratıcılıklarını ifade etmelerinin bir yoluna dönüştü. Leonardoda Vinci ve Michelangelo gibi büyük sanatçılar da bilimde gayet iyiydiler.Michelangelo sadece heykeltıraşlıktan değil, taş madenciliğinden de epeyanlıyordu.

İnsanlar bize bir şeyleri onların yerine entegre etmemiz için para ödüyorlar,çünkü sürekli bu işe kafa yoracak zamanları yok. Muhteşem ürünler üretmetutkun had safhadaysa, seni entegrasyona, donanımınla yazılımını ve içerik yöne-timini birbiriyle ilişkilendirmeye yöneltir. Çığır açmak istersin ve bunu bizzatyapmak zorundasındır. Ürünlerinin diğer donanımlara ya da yazılımlara açık ol-masına izin vermek istiyorsan, vizyonundan biraz feragat etmen gerekir.

Geçmişte Silikon Vadisi’nde örnek teşkil eden şirketler oldu çeşitli zamanlarda.Hewlett-Packard uzun süre öyleydi. Sonra, yarı iletken döneminde, Fairchild’laIntel öyleydiler. Bence Apple da bir süre öyleydi ama sonra geri plana düştü.Günümüzdeyse bence Apple’la Google öyleler –Apple biraz daha önde. BenceApple zaman testini geçti. Epeydir ortalıkta, ama hâlâ gidişatı belirliyor.

678/728

Microsoft’a taş atmak kolay. Egemenliklerini yitirdikleri ortada. Önems-izleştiler büyük ölçüde. Yine de yaptıkları şeyi takdir ediyorum; ne kadar zorolduğunu biliyorum. İşin ticari boyutunda çok iyiydiler. Ürünler konusunda göz-lerini yeterince yukarı dikmediler asla. Bill bir ürün adamıymış gibi yapmaktanhoşlanıyor; ama öyle değil. O bir iş adamı. İş hayatında kazanmayı muhteşemürünler üretmekten daha çok önemsiyordu. Sonunda dünyanın en zengin adamıoldu, hedefi buysa başardı. Ama benim hedefim bu değildi asla ve onun hedefigerçekten bu muydu diye merak ediyorum. Kurduğu şirketi takdir ediyorum–etkileyici bir şirket– ve onunla çalışmaktan keyif aldım. Zeki biri ve aslında iyibir espri anlayışı var. Ama Microsoft’un DNA’sında beşeri bilimler ve liberalsanatlar olmadı asla. Mac’i gördüklerinde bile doğru dürüst kopyalayamadılar.Onu tamamen anlayamadılar.

IBM ve Microsoft gibi şirketlerin neden gerilediklerine dair bir teorim var. Şir-ket muhteşem bir iş çıkarıyor, bir alana yenilik getiriyor ve tekel ya da ona yakınbir şey kuruyor, sonra da ürünün kalitesi önemsizleşiyor. Şirket muhteşem satışgörevlilerine değer vermeye başlıyor, çünkü gelirleri ürün mühendisleri ve tas-arımcılar değil, onlar arttırabilirler. Dolayısıyla sonunda şirketi satış görevlileriyönetmeye başlıyor. John Akers IBM’de zeki, ağzı iyi laf yapan, harika bir satışgörevlisiydi, ama ürünü hiç tanımıyordu. Aynı şey Xerox’ta da oldu. Şirketi satışgörevlileri yönetirse ürün adamlarının çok önemi kalmaz ve çoğu şevkleriniyitirirler. Sculley gelince Apple’da olan buydu, ki benim hatamdı; Ballmer Mi-crosoft’un başına geçince de aynı şey oldu. Apple şanslıydı ve düzeldi, amaBallmer başta olduğu sürece Microsoft’ta bir şey değişmez bence.

Aslında tek istedikleri iyi bir başlangıç yapıp sonra da şirketi satmak ya dahalka açmak, böylece parsayı toplayıp gitmek olan insanların kendilerine “gir-işimci” demelerinden nefret ediyorum. Onlar gerçek bir şirket inşa etmek içinuğraşmak istemiyorlar, ki ticaret hayatındaki en zor iştir bu. Ama gerçekten birkatkıda bulunmanın ve senden önceki insanların mirasına ekleme yapmanın yolubudur. Şimdiden sonra bir iki kuşak boyunca ayakta kalacak bir şirket inşa eder-sin. Walt Disney’in, Hewlett’la Packard’ın, Intel’i kuran insanların yaptıklarıbuydu. Amaçları sadece para kazanmak değildi, kalıcı bir şirket kurmaktı. Ben deApple’ın kalıcı olmasını istiyorum.

İnsanlara çok kaba davrandığımı düşünmüyorum, ama bir şey berbatsa yüzler-ine söylerim. Benim işim dürüst olmak. Neden bahsettiğimi biliyorum ve genel-likle haklı çıkarım. İşte böyle bir kültür yaratmaya çalıştım. Birbirimize karşıgayet dürüstüz; herkes bana saçmaladığımı söyleyebilir, ben de onlara söyleyebi-lirim. Şiddetli tartışmalarımız oldu, birbirimize bağırdığımız oldu ve bunlar ençok eğlendiğim zamanlar arasındaydı. Herkesin karşısında hiç çekinmeden, “Ron,şu mağaza bok gibi görünüyor,” diyebiliyorum. Veya bir ürünün mühendis-liğinden sorumlu kişinin karşısında, “Tanrı’m, bunun mühendisliğinde ciddençuvallamışız,” diyebilirim. O odada bulunmanın koşulu bu: Süper dürüst

679/728

olabilmelisin. Belki daha iyi bir yöntem vardır –bir centilmenler kulübü kurupkravat takmak, ve birbirimizle Brahma rahipleri gibi gayet kibarca, üstü kapalıkonuşmak da bir yöntemdir. Ama ben bu yöntemi bilmiyorum, çünkü Califor-nia’da orta direk bir ailede yetiştim.

İnsanlara sert, muhtemelen gereğinden fazla sert davrandığım oldu. Reed’in altıyaşındayken bir gün okuldan geldiğini hatırlıyorum; o gün birini iştenkovmuştum ve o insanın işini kaybettiğini ailesine ve en küçük oğluna söylemes-inin nasıl bir şey olduğunu hayal etmeye çalıştım. Zordu. Ama birinin onukovması gerekiyordu. Ekibin kusursuz olmasını sağlamanın benim işim olduğunudüşündüm hep; bunu benden başka yapacak kimse yoktu.

Sürekli yenilikçi olmaya çalışmak gerekiyor. Dylan hep protest şarkılar söyle-seydi muhtemelen tonla para kazanırdı, ama bunu yapmadı. İlerlemesi gerekiy-ordu ve bunu yapınca, 1965’te elektrogitara geçince bir sürü insanı kendindensoğuttu. 1966’daki Avrupa turnesi en iyi turnesiydi. Sahneye çıkıp akustik gitarçalıyordu ve seyirciler ona bayılıyordu. Sonra ileride The Band’i kuracak eleman-ları çağırıyordu ve elektrogitar çalıyorlardı; seyircilerin yuhaladığı oluyordu. Birkeresinde tam “Like a Rolling Stone”u söyleyecekken seyircilerden biri, “Hain!”diye bağırdı. Bunun üzerine Dylan “Çok yüksek sesle çalın!” dedi. Ve öyleyaptılar. The Beatles da öyleydi. Sürekli evriliyorlardı; ilerliyor, sanatlarınıgeliştiriyorlardı. Ben de bunu yapmaya çalıştım hep – ilerlemeyi sürdürmeye.Yoksa, Dylan’ın dediği gibi, doğmakla meşgul değilsen ölmekle meşgulsündür.

Beni motive eden neydi? Bence yaratıcı insanların çoğu, bizden önceki insan-ların çalışmalarından faydalanabildikleri için minnettar olduklarını ifade etmekisterler. Ben kullandığım dili ya da matematiği icat etmedim. Tükettiğim besinler-in çok azını üretiyorum, giysilerimin hiçbirini ben yapmıyorum. Yaptığım her şeytürümüzün diğer üyelerinin yaptıklarına ve üzerinde durduğumuz omuzlara bağlı.Ve çoğumuz türümüze bir şeyler sunarak karşılık vermek ve akıntıya bir şeylerkatmak istiyoruz. Mesele bildiğimiz yolla yeni bir şeyler ifade etmeye çalışmak–çünkü Bob Dylan şarkıları besteleyemeyiz, Tom Stoppard piyesleri yazamayız.Sahip olduğumuz yetenekleri derin duygularımızı ifade etmekte, bizden önce in-sanlığa katkıda bulunmuş kişilere minnettarlığımızı göstermekte ve o akıntıya birşeyler katmakta kullanmak isteriz. Beni motive eden buydu.

Koda

Jobs güneşli bir ikindi vakti evinin arka bahçesinde oturuyordu.Kendini iyi hissetmiyor, ölümü düşünüyordu. Neredeyse kırk yıl önceHindistan’da yaşadıklarından, Budizm mesaisinden, reenkarnasyon vespiritüel aşkınlıkla ilgili fikirlerinden bahsetti. “Tanrı’nın var olma

680/728

ihtimali yüzde elli civarında bence,” dedi. “Varoluşumuzda görüneninötesinde bir şeyler olması gerektiğini hissettim hep.”

Şimdi ölümle karşı karşıya olduğu için öbür dünyaya inanmayı dahaçok istiyor olabileceğini itiraf etti. “Ölümden sonra insanın birparçasının varlığını sürdürdüğünü düşünmek hoşuma gidiyor,” dedi.“Onca deneyimi biriktirdikten sonra, belki biraz da bilgeliğe ulaştıktansonra, bütün bunların yok olduğunu düşünmek tuhaf. Yani ölümdensonra bir şeylerin sürdüğüne, en azından bilincin sürdüğüne inanmayıcidden istiyorum.”

Çok uzun süre sessiz kaldı. “Ama öte yandan, belki de açma kapamadüğmesi gibidir,” dedi. “Tık diye gidiveriyorsundur.”

Sonra tekrar duraksayıp hafifçe gülümsedi. “Belki de bu yüzdenApple cihazlarına açma kapama düğmeleri koymaktan hoşlanmadımhiç.”

681/728

Kaynaklar

Röportajlar (2009-11)

Al Alcorn, Roger Ames, Fred Anderson, Bill Atkinson, Joan Baez,Marjorie Powell Barden, Jeff Bewkes, Bono, Ann Bowers, StewartBrand, Chrisann Brennan, Larry Brilliant, John Seeley Brown, TimBrown, Nolan Bushnell, Greg Calhoun, Bill Campbell, Berry Cash, EdCatmull, Ray Cave, Lee Clow, Debi Coleman, Tim Cook, Katie Cot-ton, Eddy Cue, Andrea Cunningham, John Doerr, Millard Drexler, Jen-nifer Egan, Al Eisenstat, Michael Eisner, Larry Ellison, Philip Elmer-DeWitt, Gerard Errera, Tony Fadell, Jean-Louis Gassée, Bill Gates,Adele Goldberg, Craig Good, Austan Golsbee, Al Gore, Andy Grove,Bill Hambrecht, Michael Hawley, Andy Herztfeld, Joanna Hoffman,Elizabeth Holmes, Bruce Horn, John Huey, Jimmy Iovine, Jony Ive,Oren Jacob, Erin Jobs, Reed Jobs, Steve Jobs, Ron Johnson, Mitch Ka-por, Susan Kare (e-posta), Jeffrey Katzenberg, Pam Kerwin, KristinaKiehl, Joel Klein, Daniel Kottke, Andy Lack, John Lasseter, Art Levin-son, Steven Levy, Dan’l Lewin, Maya Lin, Yo-Yo Ma, MikeMarkkula, John Markoff, Wynton Marsalis, Regis McKenna, MikeMerin, Bob Metcalfe, Doug Morris, Walt Mossberg, Rupert Murdoch,Mike Murray, Nicholas Negroponte, Dean Ornish, Paul Otellini, Nor-man Pearlstine, Laurene Powell, Josh Quittner, Tina Redse, George Ri-ley, Brian Roberts, Arthur Rock, Jeff Rosen, Alain Rossman, Jon Ru-binstein, Phil Schiller, Eric Schmidt, Barry Schuler, Mike Scott, JohnSculley, Andy Serwer, Mona Simpson, Mike Slade, Alvy Ray Smith,Gina Smith, Kathryn Smith, Rick Stengel, Larry Tesler, Avie Tevani-an, Guy “Bud” Tribble, Don Valentine, Paul Vidich, James Vincent,Alice Waters, Ron Wayne, Wendell Weeks, Ed Woolard, StephenWozniak, Del Yocam, Jerry York.

Bibliyografi

Amelio, Gil. On the Firing Line. HarperBusiness, 1998.

Berlin, Leslie. The Man behind the Microchip. Oxford, 2005.

Butcher, Lee. The Accidental Millionaire. Paragon House, 1998.

Carlton, Jim. Apple. Random House, 1997.

Cringley, Robert X. Accidental Empires. Addison Wesley, 1992.

Deutschman, Alan. The Second Coming of Steve Jobs. BroadwayBooks, 2000.

Eliot, Jay, William Simon’la birlikte. The Steve Jobs Way. Vanguard,2011.

Freiberger, Paul, Michael Swaine’la birlikte. Fire in the Valley.McGraw-Hill, 1984.

Garr, Doug. Woz. Avon, 1984.

Hertzfeld, Andy. Revolution in the Valley. O’Reilly, 2005. (Ayrıcabkz. web sitesi folklore.org.)

Hiltzik, Michael. Dealers of Lightning. HarperBusiness, 1999.

Jobs, Steve. Smithsonian Enstitüsü röportajı ses kaydı, Daniel Mor-row’la birlikte, 20 Nisan 1995.

Jobs, Steve. Stanford mezuniyet konuşması, 12 Haziran 2005.

Kahney, Leander. Inside Steve’s Brain. Portfolio, 2008. (Ayrıca bkz.web sitesi cultofmac.com.)

Kawasaki, Guy. The Macintosh Way. Scott, Foresman, 1989.

Knopper, Steve. Appetite for Self-Destruction. Free Press, 2009.

Kot, Greg. Ripped. Scribner, 2009.

683/728

Kunkel, Paul. AppleDesign. Graphis Inc., 1997.

Levy, Steven. Hackers. Doubleday, 1984.

Levy, Steven. Insanely Great. Viking Penguin, 1994.

Levy, Steven. The Perfect Thing. Simon & Schuster, 2006.

Linzmayer, Owen. Apple Confidential 2.0. No Starch Press, 2004.

Malone, Michael. Infinite Loop. Doubleday, 1999.

Markoff, John. What the Dormouse Said. Viking Penguin, 2005.

McNish, Jacquie. The Big Score. Doubleday Canada, 1998.

Moritz, Michael. Return to the Little Kingdom. Overlook Press, 2009.Orijinali önsözsüz ve sonsözsüz, The Little Kingdom adıyla yayınlandı(Morrow, 1984).

Nocera, Joe. Good Guys and Bad Guys. Portfolio, 2008.

Paik, Karen. To Infinity and Beyond! Chronicle Books, 2007.

Price, David. The Pixar Touch. Knopf, 2008.

Rose, Frank. West of Eden. Viking, 1989.

Sculley, John. Odyssey. Harper & Row, 1987.

Sheff, David. “Playboy Röportajı: Steve Jobs.” Playboy, Şubat 1985.

Simpson, Mona. Anywhere But Here. Knopf, 1986.

Simpson, Mona. A Regular Guy. Knopf, 1996.

Smith, Douglas ve Robert Alexander. Fumbling the Future. Morrow,1988.

684/728

Stross, Randall. Steve Jobs and the NeXT Big Thing. Atheneum,1993.

“Triumph of the Nerds,” PBS Television, anlatıcı Robert X.Cringley, Haziran 1996.

Wozniak, Steve, Gina Smith’le birlikte. iWoz. Norton, 2006.

Young, Jeffrey. Steve Jobs. Scott, Foresman, 1988.

Young, Jeffrey ve William Simon. iCon. John Wiley, 2005.

685/728

FOTOĞRAFLAR

Diana Walker - Contour by Getty Images: Fotoğraf albümü 1, 2, 3, 4,5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 23

Steve Jobs izniyle: 1. Bölüm girişi (1. ve 4. fotoğraflar), 10. Bölümgirişi, 20. Bölüm girişi, 22. Bölüm girişi; Fotoğraf albümü 14, 15, 17,18, 19, 20, 21, 22

Kathryn Smith izniyle: Fotoğraf albümü 16

Picture-Alliance/DPA: 2. Bölüm girişi

Daniel Kottke izniyle: 5. Bölüm girişi

Mark Richards: 6. Bölüm girişi, 26. Bölüm girişi

Ted Thai/Polaris: 9. Bölüm girişi

Norman Seeff: 11. Bölüm girişi, 14. Bölüm girişi

©Apple Inc. izniyle kullanılmıştır. Tüm hakları saklıdır.

Apple® ve Apple logosu, Apple Inc.’in tescilli ticari markasıdır.: 15.Bölüm girişi

Andy Freeberg / Premium Archive / Getty Images Turkey: 16. Bölümgirişi

©Pixar izniyle: 19. Bölüm girişi

Kim Kulish: 23. Bölüm girişi

John G. Mabanglo / AFP / Getty Images Turkey: 24. Bölüm girişi

Monica M. Davey: 27. Bölüm girişi

Bloomberg / Getty Images Turkey: 28. Bölüm girişi

Bob Pepping / Contra Costa Times / Zuma Press: 31. Bölüm girişi

Bebeto Matthews – AP: 33. Bölüm girişi

Mike Slade izniyle: 34. Bölüm girişi

Kimberly White – Reuters: 37. Bölüm girişi

John G. Mabanglo / EPA: 41. Bölüm girişi

687/728

[2] 1709-1784 yılları arasında yaşamış İngiliz şair, denemeci ve gaz-eteci Samuel Johnson.

[6] 170’lerde popüler olmuş köpükten toplar - çn.

[7] Dünyanın ilk çalışan paket anahtarlama ağı, bugünkü internetintemeli.

[8] Apple’ın Mart 1987’de ürettiği bir milyonuncu Mac’i, üstüneRaskin’in adını yazarak ona armağan etmesi Jobs’ı epey sinirlendirdi.Raskin 2005’te pankreas kanserinden öldü, Jobs’ta aynı hastalığınteşhis edilmesinden kısa süre önce.

[11] Firma 2000’de adını frog design olarak değiştirdi ve San Fran-cisco’ya taşındı. Esslinger’in ilk ismi –frogdesign=kurbağatasarım–seçmesinin sebebi sadece kurbağaların metamorfoz yeteneği değil, aynızamanda kendi köklerinin Federal Almanya Cumhuriyeti’nde –(f)eder-al (r)epublic (o)f (g)ermany– olmasına gönderme yapmak istemesiydi.“Küçük harflerin Bauhaus’un hiyerarşik olmayan dil anlayışına uy-duğunu ve şirketin demokratik ortaklık etiğini desteklediğini” söyledi.

[12] Bill Atkinson’ın yarattığı MacPaint.

[15] Steve’in Muhteşem Yeni Aygıtı

[16] Yeni Başlayanlar İçin Çok Amaçlı Simgesel Talimat Kodu.

[22] Görüp Göreceğiniz Her Şeyi Render Eder.

[23] Bilgisayar Animasyonu Üretimi Sistemi.

[24] 1943 doğumlu efsanevi Amerikan futbolu oyuncusu

[25] 1838-1914 arası yaşamış ünlü doğa korumacısı

[28] A.B.D. Sermaye Piyasası Kurulu.

[30] “i” İngilizce’deki interim –geçici– sözcüğünün kısaltılmışıdır.

[32] Cihazlarımızın fiyatlarını salaklar belirliyor.

[35] Sgt. Pepper’s Lonely Hearts Club Band, ya da kısaca bilindiğiadıyla Sgt. Pepper, The Beatles grubunun 1967 yılında piyasayasürülen ve gelmiş geçmiş en iyi albüm olarak kabul edilen eseri.

[36] March Madness: NCAA Basketbol Ligi’nde her bahar oynananve üniversitelerarası şampiyonu belirleyen turnuva

[37] Amerikan TV’lerinde gösterilen “Jersey Shore” isimli son derecekalitesiz reality show’una referans yapıyor. Snooki ve The Situation,bu dizide rol alan karakterlerden.

[38] Pottery Barn: Mobilya başta olmak üzere, her türlü şık ev eşyasısatan A.B.D. markası.

[39] Assholes (götler) kelimesine gönderme.

https://www.facebook.com/groups/ekitaphane/